FİZİKİ COĞRAFYAYA GİRİŞ

Coğrafya
FİZİKİ COĞRAFYAYA
GİRİŞ
ÇIK VE UZ
Sa
aK
TE
NE
Ta
1
ES
2010
T M faK
ÜL
T
UL ÜN VE
aNB
rS
ST
Doç. Dr. Deniz EKİNCİ
T.C
.
1.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
1. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste Fiziki Coğrafya ana hatlarıyla açıklanacaktır. Coğrafyadaki algı
içerisinde Fiziki Coğrafyanın konumu değerlendirilecektir. Fiziki Coğrafyanın alt
dalları belirtilecektir. Yardımcı bilim dalları ifade edilecektir. Ayrıca yine burada Fiziki
Coğrafyayı akla getirecek görsellere de yer verilecektir.
BÖLÜM 1:
GİRİŞ
1.1. FİZİKİ COĞRAFYA NEDİR?
1.2. FİZİKİ COĞRAFYANIN ALT BRANŞLARI
1.3. FİZİKİ COĞRAFYAYA YARDIMCI DİSİPLİNLER
1.4. FİZİKİ COĞRAFYA KONSEPTİNİ YANSITAN GÖRSELLER
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
“1965 Nobel Ödülü’nün sahiplerinden ünlü fizikçi Richard
Feynman, söyleşinin bir yerinde babasını anlatmaya başlıyor… Bir gün
1
öteki çocuklarla ormana gitmiştik, bir tanesi oradaki bir kuşu gösterip
bana ‘Bu ne kuşu biliyor musun?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum’ dedim, o da
bana bilgiççe kuşun adını söyledi, babası ona öğretmişti. Oysa benim
babam şöyle yapardı: ‘Bak bu kuşun adı şu… İtalyancada şu…
Portekizcede
şu…
Fransızcada
şu…
İstersen
bunların
hepsini
ezberleyebilirsin ama bunu yaparak kuş hakkında değil insanların ona
verdiği isimler hakkında bir şey öğrenmiş olursun… Onun için istersen
gel şu kuşa bir daha bakalım…” Bana bir şey fark etmeyi öğretti babam.
En önemli şey de bu.”
Dr. Deniz Ekinci, 2005, Zonguldak-Hisarönü Arasındaki
Karadeniz Akaçlama Havzasının Kütle Hareketleri
Duyarlılık Analizi, Çantay, İstanbul.
Daha bir yüz yıl öncesine kadar iklim olaylarından, yerşekillerinin
açıklanmasına kadar bir dizi tabiat olayı büyük oranda sırf farazi ve müphem
yaklaşımlara istinaden gerçekleştiriliyordu. Fakat son yüz yılda bu bakımdan önemli
adımlar atılmış ve birçok tabiat olayının en azından nasıl gerçekleştiği konusunda bazı
hipotezler yaygın olarak kabul görmüştür.
Bugün bizim bildiğimiz birçok mekanizma geçmiş yüzyılda bilinmemekte idi.
Örnek olarak bugün ayağımız bastığımız yerin plakalardan oluştuğunu ve bu plakaların
magma üzerinde yüzdüğünü söyleyebiliyoruz. Biraz önce bulunduğumuz noktada artık
bulunmadığımız açıktır. 1908 yılında Alfred Wegener ayağımızı bastığımız kayaçların
bir levha olduğuna ve bu levhanın yüzdüğüne işaret etmesi bu bilgiler doğrultusunda 2.
Dünya savaşı sonrası levha tektoniği kuramının sağlam temellere oturtulması
yerşekilleri hakkında birçok sorunun cevap bulmasına imkân hazırlamıştır.
Bu bakımdan Fiziki Coğrafyaya Giriş dersi ile önümüzdeki 3 yıl boyunca
göreceğimiz Fiziki Coğrafyaya ait dersler hakkında giriş mahiyetinde panoramik bir algı
oluşturulmasını hedeflemektedir. Örnek olarak burada birkaç ders halinde ele alınacak
olan Jeomorfoloji; önümüzdeki yıllarda çok ayrıntılı olarak işlenecektir. Jeomorfolojiye
2
Giriş, Kurak ve Yarıkurak Bölge Topografyası, Glasyal ve Perigalasyal Bölge
Topografyası, Flüvyal Topografya, Neotektonik, ilk akla gelen konulardır. Benzer
durum Klimatoloji, Biyocoğrafya ve Hidrografya için de söz konusudur.
Hatırlanacağı üzere önceki dönemde Yer Sistemleri dersini almıştık ve burada
doğal ortamı inceleyen Fiziki Coğrafyayı, insan ve ona ait özellikleri inceleyen Beşeri
Coğrafyayı algılayabilmek, fiziki ortam ile insan arasındaki ilişkileri ortaya koyabilmek
için yer sistemlerinin ana hatları ile bilinmesinde yarar olduğunu vurgulamıştık. Bu
sürecin ikinci safhası veya aşaması giriş mahiyetinde Fiziki Coğrafyanın açıklığa
kavuşturulmasıdır. Açıklığa kavuşturmaktan kastedilen ise tabiatta olup bitenleri
algılama ve algıladığımız ölçüde sizlerle paylaşma çabasından ibarettir. Amacımız ise
bu öğrenme sürecinde her bilgiyi ait olduğu yere yerleştirmek, bir mantık sırasına
koymak ve önemli hiçbir şeyi atlamamaktır. Dolayısıyla asıl ve spesifik konulara
girmeden önce bunları kuşatan kavramlar ve bilgiler anlatmak ve ön bilgi olarak burada
sunmaktır.
1.1. FİZİKİ COĞRAFYA NEDİR?
Doğal ortam ve süreçleri inceleyen Fiziki Coğrafya, Coğrafya Biliminin iki alt
dalından birisidir. Fiziki Coğrafya mekânın, tabiatın veya doğal ortamın anlaşılmasını
ve tanıtılmasını hedeflemektedir. Burada doğal ortamdan kastedilen yer sistemlerini
oluşturan gaz tabakasından müteşekkil Atmosfer, yerin katı kısmına karşılık gelen
Litosfer, sıvı kısmına karşılık gelen Hidrosfer ve nihayet yaşayan organizmaları
kapsayan Biyosferdir. Dolayısıyla bu kürelerin her birinin Fiziki Coğrafyada bir anlamı
ve mahiyeti bulunmaktadır. Litosfer Jeomorfoloji ile, Hidrosfer Hidrografya ile,
Atmosfer Klimatoloji ile, Biyosfer ise Biyocoğrafya ile sıkı sıkıya bağlı olarak bulunur
(Şekil 1).
BİYOCOĞRAFYA
HİDROGRAFYA
3
Biyosfer
Hidrosfer
Litosfer
Atmosfer
JEOMORFOLOJİ
KLİMATOLOJİ
Şekil 1. Yer Sistemlerinin Unsurları ve Fiziki Coğrafyanın Temel Branşları Arasındaki
İlişki
Yeni mekânların keşfedilmesinin hedeflenmesi ve coğrafi keşifler, harita
yapımının ilerlemesi, dünyanın boyutunun hesap edilme gayretleri, askerlerin ve
yöneticilerin kendi ülkelerini genişletme gayeleri, insan ve doğayı tanıma gayretleri,
dünya ve onun olgusuyla ilgili çalışmalar Fiziki Coğrafyanın ilerlemesinde önemli
merhaleler olarak ifade edilebilir.
Fiziki Coğrafyanın son dönemde mahiyeti giderek önem kazanmış durumdadır.
Küresel çevre sorunları, insan kaynaklı doğal sorunlar, iklimdeki salınımlar, buzulların
erimesi, ekolojik sorunlar, sürdürülebilir çevre algısı, yenilenebilir enerji arayışları,
okyanuslardaki gizem, volkanik aktiviteler, depremler, su taşkınları, erozyon, kütle
hareketleri, kentleşme ve doğal ortamlarda arazi kullanımı, toprakların tuzlulaşması,
çoraklaşması,…. yaşandıkça Fiziki Coğrafyanın önemi de artacaktır. Yine gelişen bilgi
birikimi insanın merak duygularını sürekli motive etmektedir. İnsanlar sadece
günümüzde gözümüz önünde cereyan eden olayları değil geçmişte olup bitenleri de
anlama çabası içindedir. Paleocoğrafya ve Paleoiklimlerin değerlendirilmesi, Jeolojik
geçmişin analiz edilme çabaları dikkate değerdir.
Böylece, Fiziki Coğrafyanın kapsamı salt mekânsal tasvirlerin ötesine taşarak
4
çok daha geniş bir muhteva kazanacaktır.
Gün geçtikçe ilerleyen teknoloji de bu
gelişmeye zemin hazırlamaktadır. Uyduların varlığı, bunların sürekli yer sistemlerini
takip etmesi, fotoğraflaması, Coğrafi Bilgi Teknolojileri, yaşlandırma yöntemleri,
kimyasal ve fiziksel analizler bu ilerleme sahalarından sadece bir kaçı olarak ifade
edilebilir.
Fiziki Coğrafya çalışmalarında bazı temel eğilimler dikkati çekmektedir. Bunlar;
mekânsal gelenek, alan çalışmaları, insan çevre ilişkileri, yer bilimi geleneği olarak
ifade edilebilir.
Strabon, Eratosthenes, Bernhardus Varenius, James Hutton, Georges Cuvier,
Mikhail Lomonosov, Vasili Dokuchaev, Wladimir Köppen, Fredrich Ratzel, Alexander
von Humboldt, William Morris Davis, Curtis Marbut Fiziki Coğrafya Biliminin
gelişmesine katkı yapmış isimler olarak sayılabilir.
1.2. FİZİKİ COĞRAFYANIN ALT BRANŞLARI
Fiziki Coğrafyanın alt branşları olarak;
1. Yerşekillerini inceleyen Jeomorfoloji
2. Suları inceleyen Hidrografya
3. Uzun süreli atmosfer olaylarını inceleyen Klimatoloji
4. Bitki ve hayvanların dağılışlarını inceleyen Biyocoğrafya
5. İnorganik litolojik yapının üzerinde toprakları inceleyen Pedoloji sayılabilir.
Bunlardan başka Harita Bilgisi olarak bilinen Kartografya’da geleneksel olarak
Fiziki Coğrafyanın bir alt disiplini olarak değerlendirile gelmiştir. Oysa Harita konusu
Fiziki Coğrafyada kullanıldığı kadar Beşeri Coğrafyada da kullanılmaktadır. Bu
yönüyle esasında bu branşı yardımcı bilim dalları içerisinde değerlendirmenin daha
adaletli ve hakça olacağı kanaatindeyim. Ancak Kartografyadan anlaşılan bir diğer
hususta yere ait matematiksel özellikler ile yerin hareketleridir. Sadece bu bakımdan ise
Kartografya Fiziki Coğrafyanın bir alt dalı olarak kabul edilebilir.
1.3. FİZİKİ COĞRAFYAYA YARDIMCI DİSİPLİNLER
Fiziki Coğrafyaya yardımcı olan branşların bazıları aşağıda belirtilmiştir;
5
1. Kısa zaman aralıkları içindeki atmosfer olaylarını inceleyen Meteoroloji
2. Yerin içyapısını inceleyen Jeoloji
3. Harita tekniklerini inceleyen Kartografya
4. gök cisimleri ve kozmosu inceleyen Astronomi
5. Suları inceleyen Hidroloji
6. Bitkileri inceleyen Botanik,…
1.4. FİZİKİ COĞRAFYA KONSEPTİNİ YANSITAN GÖRSELLER
Fiziki Coğrafya yer sistemlerini inceler. Yer sistemleri ise büyük oranda çevremizde
gördüğümüz unsurlardır. Bu bakımdan aşinalık kazandırmak bakımından bazı Fiziki
Coğrafya görselleri aşağıda bulunmaktadır1.
1
Bu görsellerin açıklamaları ve ne oldukları özellikle belirtilmemiştir. Bunlara bakmanızı ve ne olduklarını şu anki
bilgilerinizle vermenizi istiyorum. Fiziki Coğrafya Dersi tamamlandığı zaman tekrar bunlara dönerek ne ifade
ettiklerini değerlendirmenizi isteyeceğim. Böylece ilk değerlendirmelerinize göre kat ettiğiniz mesafeyi fark etmiş
olacaksınız.
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
ÇALIŞMA SORULARI
1.
“Fiziki Coğrafya doğal ortam ve süreçleri inceleyen bir bilim dalıdır.” Aşağıdakilerden hangisi fiziki coğrafyanın hedeflerinden biri değildir? A )
Doğal ortamın anlaşılması B )
Mekânın tanıtılması C )
Okyanusların anlaşılması D )
Mekânın anlaşılması E )
Tarım faaliyetlerinin incelenmesi 2.
Aşağıdakilerden hangisi doğal ortamlardan biri değildir? A )
Atmosfer B )
Litosfer C )
Biyosfer D )
Kartografa E )
Hidrosfer Cevaplar: 1e- 2d
47
2.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
2. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste Jeomorfolojinin tanımı yapılacaktır. Kapsamı ve özellikleri ortaya
konulacaktır. Jeomorfolojinin ilişkili olduğu yan bilim dalları belirtilecektir.
Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinin nasıl gerçekleştiği vurgulanacaktır. Yapı, Süreç
ve Zaman kavramları açıklanacaktır. Ayrıca jeolojik zaman tablosu da bu derste ana
çizgileri ile belirtilecektir.
BÖLÜM 2:
GİRİŞ
2.1. JEOMORFOLOJİ NEDİR?
2.2. JEOMORFOLOJİNİN İLİŞKİLİ OLDUĞU BİLİM DALLARI NELERDİR?
2.3. YERŞEKİLLERİ NASIL OLUŞUR?
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Arazi ekskürsiyonu esnasında Mencilis mağarasını ziyaretimizde
görevli, işte bu kavalı elinde olan çoban, bunlar koyunları diye tanıtmaya
1
başladı mağarayı. Ben, prehistorik insanlara ait bir kalıntı mı söz konusu
diye söyleneni anlamaya çalışırken, görevli elindeki aydınlatıcıyı
mağaranın tavanına tutarak işte bu da kurt diye devam etti. O an
görevlinin ne ifade etmek istediğini fark ettim. Yüzyıllar boyunca insanlar
havada bıraktıkları cisimlerin aşağıya düştüğünü söylediler. Bu ifade son
derece doğal ve basit gibi görünüyordu. Elbette ki her şey aşağıya
düşerdi. Su aşağıya doğru akar, yağmur yukarıdan aşağıya doğru
yağardı. Ama bu insanlardan farklı olarak birisi bu Newton’du “havada
bırakılan bir cisim, yerin merkezine, dünyaya, doğru çekiliyor” dedi. Bu,
olaya farklı bir bakış tarzıydı ve birincisine göre çok daha doğruydu. Bu
bakımdan okumakta olduğunuz çalışma da coğrafyanın buradaki karanlık
noktalarına ışık tutmayı ve aydınlatmayı amaçlamaktadır.
Dr. Deniz Ekinci, 2005, Safranbolu ve Çevresinin
Jeomorfoloji Özellikleri, Çantay Yayınevi, İstanbul.
Etrafımızda gördüğümüz yerşekillerinin nasıl oluştuğu hemen hemen herkesin
merak ettiği ve kendisine göre cevap verdiği konulardandır. Oysa bunların doğru
cevaplarını ancak jeomorfologlar verebilir. Yerkabuğu üzerinde ve kısmen de içinde,
iç ve dış etmen ve süreçler tarafından oluşturulan yer şekillerini tasvir etmek, onların
oluşum ve gelişimleri ile coğrafi dağılışlarını nedenleriyle birlikte ortaya koymak
jeomorfoloji biliminin temel amacıdır. Dağ, plato ve ova olmak üzere ana ve çok
sayıda ikincil yerşekillerine sahip yer kabuğu jeomorfolojik özellikleri bakımından
ortaya konulması gereken birçok tema içermektedir. Dağlık arazilerin nasıl yükseldiği,
kireçtaşları üzerinde gelişen karst topografyası ve bunun özellikleri, Akarsuların
alüvyal dolgulu vadileri ve mevcut ise bunların kenarındaki taraça seviyelerinin
gelişim süreci, akarsu ağının oluşum ve gelişimi ile etkinlik durumu, aşınım
yüzeylerinin yaşlarının tespiti, rölyefin ana ve elemanter unsurlarının belirlenmesi ile
bunların jeomorfolojik tarihçesi, var ise fayların mekanizması, fayların topografya
üzerindeki etkileri, orojenik ve eprirojenik karakterdeki hareketlerin belirlenmesi,
paleotektonik ve neotektonik hareketler, yapısal unsurlarının aydınlatılması,
2
volkanizma ve volkanik yerşekilleri, kıyı yer şekilleri, kurak ve yarı kurak bölgeler,
buzul ve buzul çevresi bölgeler, akarsuların etkin olduğu flüvyal bölgeler bu
sahalardaki yerşekillerinin tanımlanması jeomorfolojideki başlıca konulardan sadece
bir kaçıdır.
“Türk Boğazlarının oluşumu ve gelişimi jeomorfologlar arasında merak
edilen, karanlık noktalarına ışık tutulmak ve açıklığa kavuşturulmak istenen
öncelikli konulardan birisi olagelmiştir. Bu bakımdan çok sayıda öngörü ve
teori ortaya atılmıştır. Oluşumu insanlık tarihinden eski olan boğazların, nasıl
oluştuğu ve hangi süreçleri yaşadığı konusunda müphem yaklaşımlar olduğu
gibi, jeomorfolojik kuram içerisinde yer bulabilen öngörüler de yok değildir.
İlk dönem çalışmalar genellikle müşahedelere göre ve sırf nazarî mülâhazalara
istinaden ortaya atılmıştır. Ayrıca bu ilk değerlendirmeler genellikle sahanın,
çevresi ile birlikte ele alınması şeklinde olmuş, burada boğazlar ve çevresi
sınırlı bir çerçeve dâhilinde değerlendirilmiş, fakat yalnızca Türk Boğazlarını
özellikle ele alan detaylı çalışmalar ve eserler kısıtlı kalmıştır. Öyle ki birkaç
on yıl öncesine kadar cevap bekleyen bu jeomorfolojik problem genel eserlerin
veya jeolojik çalışmaların ilgili bölümleri içerisinde mahdut satırlardan ibaret
kalmış ve hatta belirtildiği gibi bütün bu sahayı kapsayacak derecede geniş ve
detaylı bilgileri ihtiva etmediklerinden, meselenin tamamını izaha yeterli
olamamıştır.
Kuşkusuz
bu
durumda,
boğazların
paleo-jeomorfolojik
hususlarının ve kompleks karakterinin genellikle sanıldığı kadar basit
olmamasının da rolü olmuştur. Türk Boğazlarının oluşumu ve bunların
gelişiminde tektonik ve litolojik yapının ne dereceye kadar etkin olduğunun
tespiti, yöredeki akarsu ağının durumu, yereyin maruz kaldığı deformasyonlar,
boğazların her iki yakasındaki aşınım yüzeyleri ve onların yaşlarının tespiti,
izöstatik ve öztatik hareketler ile çok döngülü gelişim süreci ilk akla gelen
belirsiz noktalar ve kayda değer problemler olarak dikkat çekmektedir. Bu
bakımdan konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikli olarak bu noktaları
hareket başlangıcı olarak ele almak gerekir.”
Deniz Ekinci, 2011, Türk Boğazlarının Temel Coğrafi
Karakterleri, Türk Boğazları (Ed. Ece, N.J.), Engin Yayıncılık, İstanbul,
2.1. JEOMORFOLOJİ NEDİR?
Jeomorfoloji üç farklı kelimeden oluşmaktadır. Bunlar;
3
geo: yer,
morpho: şekil,
logos: bilim
Dolayısıyla Jeomorfoloji kelime anlamı ile Yerşekilleri Bilimi’dir.
Türkçe karşılığı olarak yerşekli terimi yerine rölyef şekli, yüzey şekli, yeryüzeyi
şekli ve topografya şekli gibi terimler de kullanılmaktadır. Yine orografi, fizyografi,
jeomorfojeni ve morfoloji de Jeomorfolojinin yerine kullanılan terimlerdir. Ancak bugün
yaygın olarak Jeomorfoloji tercih edilmektedir.
Tanım olarak ise jeomorfoloji gerek deniz altında gerekse de üzerinde bulunan
yer kabuğunda, iç ve dış etmen ve süreçler tarafından meydana getirilen yerşekillerini
inceleyen bir bilim dalıdır. Yerşekillerini tasvir eder, onların oluşum ve gelişimleri ile
coğrafi dağılışlarını nedenleriyle birlikte ortaya koyar.
2.2.
JEOMORFOLOJİNİN İLİŞKİLİ OLDUĞU BİLİM DALLARI
NELERDİR?
Multidisipliner bir bilim olan Jeomorfoloji, konusu gereği olarak, bazı bilim
dalları ile sıkı ilişki içinde bulunur. Bu bilim dallarındaki çalışmaların sonuçlarını kendi
alanında değerlendirdiği gibi, kendi çalışmalarının sonuçlarını da bu bilimlerin
faydalanmasına sunar. Bu bilim dallarından bazıları aşağıdaki gibidir;
Jeoloji (mineraloji, petrografi, sedimantoloji, stratigrafi, tektonik, paleontoloji,
hidrojeoloji vb.)
•
Klimatoloji,
•
Hidrografya,
•
Jeofizik,
•
Jeokimya,
•
Pedoloji,
4
•
Kartografya,
•
Antropoloji,…
2.3.
YERŞEKİLLERİ NASIL OLUŞUR?
Bu sorunun cevabını bulmak için çok sayıda öneri ortaya atılmış ve tartışılmıştır.
Kuruluşundan günümüze kadar jeomorfoloji biliminde, yerşekillerinin meydana
gelişinde farklı görüşleri savunan, çeşitli ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları
aşağıdaki, gibidir;
• Plütonizm Ekolü,
• Neptünizm Ekolü,
• Davis Ekolü,
• Yapısal Jeomorfoloji Ekolü
• Klimatik Jeomorfoloji Ekolü
18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan Plütonizm ekolüne göre yerşekillerinin
meydana gelişinde esas rol iç etmen ve süreçlere aittir.
Aynı yüzyıllarda görülen Neptünizm ekolüne göre ise esas rolü, özellikle
akarsular olmak üzere, dış etmen ve süreçler oynar.
Davis ekolü zamanın etkisine önem vermiş ve akarsu aşındırmasına bağlı olarak
meydana gelen yerşekillerini normal saymıştır. Diğer bir ifade ile Davis ekolüne göre
akarsu topografyası normal topografyadır. Bunun dışındaki topografyalar geri planda
kalır.
Yapısal jeomorfoloji ekolü yerşekillerinin meydana gelişinde esas rolün yapıya
ait olduğunu savunur.
Klimatik jeomorfoloji ekolü ise yerşekillerinin oluşumunda esas rolün iklime ait
olduğunu savunur.
Günümüz bilgileri ışığında bu ekollerden birinin görüşünü benimsemek
5
diğerlerininkini kabul etmemek doğru olmasa gerektir. Çünkü yerşekillerinin oluşum ve
gelişimlerinde rol oynayan etmen ve süreçler bölgeden bölgeye değişebilecekleri gibi,
aynı bölge içinde farklı derecelerde pay sahibi de olabilirler.
Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde veya yeryüzünün şekillenmesinde çok
çeşitli etmen ve süreçler rol oynamaktadır. Bunların bir kısmı, faaliyetleri için gerekli
olan enerjiyi yerkürenin iç kısımlarından, esas olarak, manto adı verilen jeosferden
almaktadır. Bu etmen ve süreçlere iç etmen ve süreçler adı verilir. Yerkabuğu
parçalarının yatay hareketleri ile yine yerkabuğunun epirojenez, orojenez, faylanma
şeklindeki düşey hareketleri, depremler, volkanizma, iç etmen ve süreçlere örnek
olarak gösterilebilir. Bunlar yeryüzünde çeşitli boyutta değişiklik ve yerşekilleri
meydana getirirler. Örneğin levha hareketleriyle okyanus çanakları oluşur veya ortadan
kalkar; kıtaların ve okyanusların yerleri tayin edilir; epirojenik hareketlerle geniş
yerkabuğu parçaları kubbeleşerek yükselir, çanaklaşarak alçalır; orojenik hareketlerle
dağ sıraları ve bunlar arasındaki oluk şeklinde çukur alanlar, senklinaller, teşekkül eder;
düşey doğrultulu faylanmalarla yerkabuğu blokları yükselir ve horst adı verilen dağlık
kütleler meydana gelir; horstlar arasında kalan ve çöken yerkabuğu bloklarına tekabül
eden kısımlar, graben adı verilen çöküntü hendeklerini oluşturur; volkanizmaya bağlı
olarak volkan konileri, lav akıntıları, lav örtüleri gibi yerşekilleri hasıl olur. İç etmen ve
süreçler aynı zamanda yerkabuğunun yapısını da tayin ederler.
Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan etmen ve süreçlerin diğer
kısmı ise, faaliyetleri için gerekli olan enerjiyi güneşten alırlar. Bunlara da dış etmen ve
süreçler denir. Başlıcalarını fiziksel (mekanik) parçalanma, kimyasal ayrışma,
yeraltısuları, akarsular, buzullar, dalgalar, rüzgârlar ve canlıların teşkil etliği dış etmen
ve süreçler, iç etmen ve süreçler tarafından meydana getirilen yerşekillerini aşındırarak
ortadan kaldırmaya, sahayı taban seviyesine yakın bir seviyeye kadar alçaltıp
düzleştirmeye çalışırlar. Aşındırma etmen ve süreçleri olarak adlandırılabilecek olan bu
etmen ve süreçler, karalar yüzeyini alçaltıp düzleştirirken, iç etmen ve süreçlerce
meydana getirilen farklı yapılar üzerinde çeşitli yerşekillerini de oluştururlar.
Yer şekillerinin nasıl ve hangi süreçlerin kontrolünde oluştuğunu ortaya koymak
onların çok kompleks etkenlerin altında ve karmaşık süreçler yaşayarak meydana gelmeleri
6
nedeniyle oldukça zordur. Bu güçlüğün üstesinden gelmek için önce Grove Karl Gilbert
daha sonra da William Morris Davis tarafından önerilen
Topografya Şekilleri = f (yapı+süreç+zaman) formülünü kullanabiliriz. Bu
formülde;
Yapı; Yapı yerşekillerinin oluşum ve gelişiminde rol oynayan önemli
etmenlerden biridir. Yerkabuğunun tektonik ve litolojik özelliklerini kapsayacak
şekilde kullanılmaktadır. Litolojik yapı kayaçları ifade eder; tektonik yapı ise bu
kayaçların dizilişleri ve tabaka özelliklerini belirtir. Diğer bir ifade ile yapı denilince
hem yereyi (araziyi) meydana getiren kayaçların cinsi, onların fiziksel ve kimyasal
özellikleri, hem de, bu kayaçların meydana getirdiği tabakaların birbirlerine göre
durumları anlaşılır.
Litolojik Bakımdan Yapı; Kayaçlar su, gaz ve organik varlıkların dışında
yerkabuğunu meydana getiren unsurlardır. Yol yarmaları, maden ocakları ve taş
ocakları gibi yerler ile toprak veya enkaz örtüsünden yoksun topografya yüzeylerinde
mostralarına rastladığımız kayaçlar, yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol
oynayan önemli etmenlerden biridir. Onların fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki
farklılıklar yerşekillerinin de farklı olmalarına sebep olur. Çünkü bu özellikler,
kayaçların aşındırma etmen ve süreçlerine karşı dayanıklı veya dayanıksız olmalarını
tayin eder. Örneğin kalker, tebeşir, jips gibi suda eriyebilen veya çözünebilen
kayaçların bulunduğu sahalarda lapya, dolin, uvala gibi özel yerşekillerini içeren karst
topografyası oluşur.
Genel olarak, tektonik hareketlerle ters durumlar meydana gelmemişse,
aşınmaya karşı dayanıklı kayaçlar nispeten yüksek yerşekillerini, kolay aşınan ve
parçalanan kayaçlar ise alçak yerşekillerini meydana getirir. Aşınım yüzeyleri veya
peneplenler üzerinde yer alan ve sert kayaçlardan oluşan monadnoklar bu şekildeki
7
nispeten yüksek rölyefe örnek teşkil eder. Sert-yumuşak tabakaların ardışık olarak üst
üste bulunduğu, Örneğin, yatay yapılı sahalarda sert tabakalar vadi yamaçlarında dik
çıkıntılar, kornişler oluşturur. Granitlerden müteşekkil sahalarda granit topografyası adı
verilen özel bir topografya tipi oluşur. Benzer şekillere siyenit, diorit, andezit, bazalt ve
gnays gibi heterojen kayaçlar üzerinde de rastlanır.
Kayaçlar, genellikle, bir veya birkaç mineralin bir araya gelmesi sonucu
oluşmuşlardır ve mineral içerikleri onların dış etmenlere karşı dayanıklılıklarını tayin
eder. Çünkü kayaçlar aynı fiziksel ve kimyasal özellikte değildirler; Katılaşım, Tortul
ve Metamorfik olmak üzere üç ana grubu ve bunlarında altında çok çeşitli tipleri vardır.
Örneğin yoğun olabildikleri gibi (bazalt..) gevşek de olabilirler (kum deposu, çakıl
deposu..). Bir kısmı tabakalıdır (kumtaşı, gnays..) bir kısmı ise tabakalanma göstermez
(granit..). Kristalize minerallerden müteşekkil olanların yanı sıra (granit, gabro..) cam
yapısında olanlar da vardır (obsidyen, pekştayn..). Bir kısmı tek mineralden
müteşekkildir (kalker, jips..), bir kısmı ise çeşitli minerallerden oluşmuştur (granit,
andezit..).
Etmen ve süreçlerin etkisi yeryüzeyinde ve yerin iç kısımlarında kayaçlar
üzerinde olur. Şekillendirici bu etmen ve süreçlere karşı kayaçların göstermiş oldukları
direnç veya tepki bu bakımdan önem arz eder.
Belirtildiği gibi kayaçlar, mineral veya minerallerin biraraya gelmesi ile
oluşmuşlardır. Bu nedenle aralarında kimyasal bileşim farkları olduğu gibi, fiziksel
özellikleri de başkadır. Dolayısı ile kayaların çözülmeye karşı dirençleri çok değişiktir.
Fakat aynı kayacı oluşturan farklı minerallerin çözülmeye dirençleri de, aynı değildir.
Bunun sonucunda kayalar, belli bir süre dış süreçlerin etkisinde kaldıklarında, bunların
yüzeylerinde pürüzler meydana gelir. Farklı çözülmeye bağlı olarak dirençli
minerallerden oluşan kısımlar belirgin noktalar, çabuk çözülmüş kısımlar ise
çukurluklar halinde belirir. Bir kayanın üzerinde farklı çözülme sonucunda oluşan bu tür
pürüzler daha küçük ölçüdedir. Fakat bileşim ve yapı bakımından ayrı olan kayalar
arasında çözülme ve sonuçta, aşınma ve parçalanmaya karşı direnç bakımından var olan
ayrıcalıklar zamanla büyük ölçüde seviye farklarının oluşmasına neden olabilir. Farklı
aşınma ve parçalanma ile dirençli kayalar yüksek sahalar halinde belirir, bunlar arasında
8
veya çevresindeki dirençsiz kayalar ise hızla çözülerek ve aşınarak alçalırlar (Erinç,
2000).
Kayaçlar, doğal bir malzeme olmaları ve katı, sıvı, gaz gibi üç değişik fazda
bileşenlerden meydana gelmeleri nedeni ile onların dış etmen ve süreçlere karşı
davranışlarının ortaya konulması oldukça zordur. Bunlar; genel olarak homojen
olmayan, ayrıca özellikleri çevre koşullarına, jeolojik zamana bağlı olarak büyük
değişiklikler gösteren oluşuklardır. Bu açıdan, yapıların dış etmen ve süreçlere karşı
davranışlarını ifade eden genel analitik modellerin ve sabit kayaç katsayılarının kesin
olarak belirlenmesi mümkün olmamaktadır. Ayrıca bundan dolayı litolojik istifin
değişik klimatik şartlarda jeomorfoloji üzerindeki etkileri de farklı olmaktadır.
Kayaçların ayrışmasına ve parçalanmasına yol açan etkenler, mekanik ve kimyasal
olarak iki ayrı grupta değerlendirilir. Bunlardan birincisi; ısı farklılıkları, don, rüzgâr, su ve
bitki köklerinin etkisi gibi, fiziksel nedenlerin yol açtığı mekanik parçalanma, diğeri ise;
kayaçların ve bu kayaçları oluşturan unsurları birbirine bağlayan çimentonun kimyasal
bileşiminin bozulmasına bağlı olarak meydana gelen kimyasal ayrışmadır. Kayaçların
içerisinde yer alan bazı yarı duraylı mineraller de kimyasal ayrışmaya uğrayarak birtakım
ikincil minerallere dönüşmektedir. Dayanıklılığı daha az olan bu ikincil mineraller ise tekrar
mekanik parçalanmaya uğrayarak daha küçük parçalara ayrılabilir.
Sonuç olarak; kayaçlar parçalanmaya yol açan farklı nedenlerin etkisi altında
boyutları ve biçimleri birbirinden farklı çok sayıda, küçük tanelere ayrılmaktadır. Litolojik
istiflerin, etmen ve süreçlere karşı davranışlarını analiz edebilmek, jeomorfolojik gelişim
bakımından gerekli etmenleri saptayabilmek için; onların yaşı, dokusu, içyapısı ve
bunlardan katı tanelerin boyutları, biçimleri, yoğunlukları ve mineralojik karakteristikleri
gibi özelliklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Yeryuvarın jeolojik geçmişi boyunca oluşmuş malzemelerin taşınması, değişik
çevre koşulları altında çökelmesi, sıkışması ve çimentolaşması yer yer de
metamorfizmaya maruz kalması, yer yer de oluşan bu litolojik istiflerin tekrar tekrar
parçalanması, ayrışması, taşınması ve birikmesi ile çok değişik jeolojik istifler meydana
gelmiştir. Bu kayalar zaman zaman da basınç ve gerilmelere maruz kalarak kırılmış ve
kıvrımlanmışlardır. Dolayısıyla her kayaç şekillenmeye karşı kendine has özellikler
göstereceğinden litolojik yapının açıklığa kavuşturulması gerekir.
9
Tektonik Bakımdan Yapı; Kayaçların meydana getirdiği tabakaların
özelliklerini tektonik yapı ifade eder. Tektonik bakımdan çeşitli yapı tipleri
bulunmaktadır. Bunlar ise aşağıdaki gibidir;
1. Yatay Yapı
2. Monoklinal Yapı
3. Kıvrımlı Yapı
4. Faylı Yapı
5. Dom Yapısı
6. Diskordant Örtülü Yapı
Süreç; Yüzey şekilleri üzerinde mekanik ve kimyasal yolarla değişiklikler meydana
gelmesine sebep olan olayları ifade eder. Bu süreçler bazı etkenlerin kontrolünde
gerçekleşir. Akarsular, buzullar, dalgalar, rüzgârlar, akıntılar birer etkendir. Kayaçların
ayrışması, parçalanması, taşınması, taşınan unsurların birikmesi ve depolanması ise süreçtir.
Etken ve süreçler iki farklı şekildedir. Bunlar;
1. İç Etken ve İç Süreçler
2. Dış Etken ve Dış Süreçler’dir.
Belirtildiği gibi kuvvet kaynağını yeryuvarın iç kısmından alan etken ve
süreçlere, iç etkenler ve iç süreçler adı verilir. Yerkabuğunun çeşitli hareketleri, kıvrılmalar, kırılmalar, epirojenik çanaklaşma, kubbeleşme veya çarpılmalar ve volkanizma
iç etken ve süreçleri meydana getirir. İç kuvvetler, kaynaklarını yerin derinliklerinden
almak ve genellikle yapıcı olmak gibi ortak karakterler göstermekle birlikte, bunların
10
oluşum şekilleri ve yerkabuğunu şekillendirmedeki etkileri aynı değildir. Bu bakımdan
iç kuvvetlere bağlı olarak meydana gelen süreçler epirojenez, orojenez, kırılma,
faylanma, deprem ve volkanizma olmak üzere gruplandırılabilir.
Kuvvet kaynağını yeryuvarın iç kısımlarından almayan etken ve süreçler ise, dış
etkenler ve dış süreçler adı altında ifade edilen fiziksel parçalanma, kimyasal ayrışma,
yeraltısuları, akarsular ve seyelân, buzullar, dalgalar ve akıntılar, rüzgâr ile canlılar’
(bitkiler, hayvanlar ve insanlar) dır.
İç etmen ve süreçlerin oluşturduğu yerşekillerini aşındırarak ortadan kaldırmaya
ve yer aldıkları sahaları alçaltıp düzleştirmeye çalışan bu aşındırma etmen ve
süreçlerinin, yerkabuğu ve dolayısıyla onun malzemesi üzerindeki etkileri, birbirinden
farklı olarak meydana gelir. Diğer bir ifade ile belirtilen dış etmen ve süreçlerin
hepsinin yeryüzünde etkin olmadığı, etkin etmen ve süreçlerin ise farklı derecelerde
olduğu söylenebilir.
Zaman; Bugün hâlihazırda etrafımızda gördüğümüz yerşekilleri uzun bir jeolojik
geçmiş boyunca ancak oluşmuşlardır. Yerşekilleri belirli bir zaman dilimi içerisinde oluşur,
gelişir ve ortadan kaybolur. Bir vadinin akarsularca işlenmesi ve oluşması birkaç yüz bin yılı
kapsar. Örnek olarak 4000 metre yükseltiye sahip bir dağı ele alacak olursak dış olaylarla
yılda 0,5 milimetre aşınan bu yüksek kütle 8 milyon yıl sonra deniz seviyesine indirgenmiş
olur.
Diğer bir ifade ile zaman jeomorfolojik oluşum ve gelişimi kapsar ve değişik
yerşekillerinin oluşmasına imkân veren farklı litolojik istifler çok yönlü şekillendirici
faktörler denetiminde, geçmişten günümüze yerkabuğunun geçirdiği jeomorfolojik
gelişimi, başka bir ifade ile jeomorfolojik tarihçeyi kapsar. Türkiye’de her ne kadar
bugün var olan yerşekilleri büyük oranda en azından Miyosen'den beri gelişimini
sürdüre gelen rölyef sistemlerinden meydana geliyor olsa dahi, bu oluşum esasında ilk
litolojik birimin oluştuğu zamana kadar götürülebilir. İlk litolojik birimin oluşmasıyla
jeomorfolojik gelişim başlamışsa da sonradan etkin olan etmen ve süreçlere bağlı olarak
bu şekiller ortadan kaldırılmış ve yenileri oluşmuştur. Bu aşınım döngüsü süreci
11
günümüze kadar sürekli olarak tekrarlanmış ve günümüzde de bu süreç hala devam
etmektedir.
Big Bang modeline göre günümüzdeki evren 13,7 milyar yıldan biraz daha fazla
zaman önce son derece yoğun ve sıcak bir halden büyük bir patlamayla ortaya çıkmıştır.
Yapılan radyometrik ölçümlere göre de yerkabuğunun oluşumundan bugüne kadar geçen
süreyi 4,6. 109 yıl olarak vermektedir. Bu uzun dönem içerisinde yeryuvarı üzerinde
henüz yerkabuğunun oluşmadığı, ısının çok yüksek olduğu kozmik bir evreden çok
çeşitli ve değişik yerşekillerinin mevcut bulunduğu günümüze kadar gelinmiştir.
Bu bakımdan yerkabuğunun ve onun üzerindeki ilk yerşekillerinin başlangıcı
esas olarak sedimanter evre’nin başlamasına kadar götürülebilir. Prekambriyen olarak
bilinen bu zamanda kabuğun oluşup dış etkenlerle şekillenmeye başlaması ile birlikte,
ilk kıta çekirdekleri de meydana gelmiştir.
Birinci zaman Paleozoyik’te, karaların giderek yüzölçümü artmış, Pangea
adındaki tek kıta parçası oluşmuş, Kaledoniyen ve Hersiniyen Orojenezleri meydana
gelmiş, kıta içi gerilim hareketleri başlamış ve ilk rift sistemleri oluşmuştur. Bu
zamanda buzullaşma hareketlerinin yanı sıra, şiddetli ısı artışı da meydana gelmiş
böylece, Nemli Tropikal İklim ekvatorun her iki yanında büyük yayılış göstermiştir.
Yaklaşık 200 milyon yıl önce İkinci zaman, Mezosoyik’te, Pangea iki parçaya
ayrılmış, takip eden dönemde iki kıta parçası da giderek parçalanmış ve birbirlerinden
uzaklaşmışlardır. Bu zamanın bir devri olan Kretase’de Nemli Tropikal kuşak kutuplara
doğru genişlemiştir. Alçak ve çukurluk sahalar sıcak denizlerin istilasına uğramışlardır.
Bundan sonra, bugünkü büyük sıradağların birçoğunun meydana geldiği Üçüncü
Zaman, Senozyoiyik’te Alp Orojenezi ile büyük kıvrımlı sıradağlar oluşmuştur.
Arkasından Kuvaterner’de tektonik hareketlerin yanı sıra büyük buzullaşmalar meydana
gelmiş, karalar yüzölçümünün büyük bölümü buzul örtüleri altında kalmıştır. Yaşanan
buzul dönemleri arasında iklim de ısınmalar meydana gelmiş ve buzullar erimiştir.
Tekrar soğumayla birlikte buzullaşmalar oluşmuştur. Böylece öztatik kökenli olarak
deniz seviyelerinde yükselme ve alçalmalar meydana gelmiştir.
Yaşanan bu milyonlar yıl içerisinde, büyük tektonik hareketlere bağlı olarak
geniş kara parçalarını etkileyen yükselmeler, alçalmalar, kıvrılmalar, kırılmalar,
çanaklaşmalar, kubbeleşmeler meydana gelmiş, volkanik faaliyetler zaman zaman
12
suların altında zaman zamanda suların üzerinde etkinliğini sürdürmüştür. Böylece
Büyük kara parçaları ve yükseltiler oluşmuştur. Sular gerek öztatik gerek tektonik
nedenlerle zaman zaman yükselerek karaları işgal etmiş zaman zaman da alçalarak
karalardan çekilmiştir. Bu hareketlere bağlı olarak yeryuvarın jeomorfolojik gelişimi
birçok sahada kesintiye uğramış, yeni oluşum ve gelişim devreleri ile çok farklı
yerşekilleri oluşmuştur.
Atmosfer koşullarına bağlı olarak farklı iklim bölgelerinde farklı aşındırma
etmen ve süreçleri hâkim olmuştur. Bu bölgeler kendilerini aşındıran farklı aşındırma
etmen ve süreçlerine bağlı olarak yerşekli bakımından değişik görünüm kazanmıştır.
Nemli bölgelerde akarsular,
kurak bölgelerde rüzgârlar, soğuk iklim bölgelerinde
buzullar faaliyetlerini sürdürmüştür. Bununla birlikte yer yer aynı bölgede farklı etmen
ve süreçler değişik zamanlarda rol oynayarak polijenik topografyaların oluşmasına
imkân vermiştir.
Genel olarak son 10000 yılında insanla tanışan ve yaklaşık 4570 milyon yılı
geride bırakan yeryuvarı; bu uzun kronolojisi boyunca kıvrılma, kırılma gibi tektonik
hareketler, magma çıkışlarına sahne olan volkanik faaliyetler, iklimde ısınma ve
soğumalar ile bunların ortaya çıkardığı klimatik koşulları doğal süreçler olarak yaşamış
ve yaşamaktadır. Bu koşulların kontrolünde ise yerşekilleri oluşup gelişmektedir.
Jeologlar ve jeomorfologlar Dünya'nın jeolojik tarihini açıklamak için Jeolojik
Zaman Tablosu saptamışlardır. Bu tasnif yapılırken önemli jeolojik olaylar, yeni
canlıların var olması, iklimdeki değişimler gibi hususlar dikkate alınmıştır. Ana çizgileri
ile 4,6 milyar yıllık geçmişi gösteren sadeleştirilmiş jeolojik zaman tablosu aşağıdaki
gibidir;
Jeolojik Zaman Cetveli
13
Süre
Zaman
Devir
Devre-Çağ
Eon
Era
Period
Epok
Holosen
Kuvaterner
Senozoik
Tersiyer
Fanerozoik
Mezozoik
Paleozoik
Arkeen
Hadeyan
10. 000 yıl
Pleistosen
1.600.000 yıl
Pliyosen
5.300.000 yıl
Miyosen
24.000.000 yıl
Oligosen
37.000.000 yıl
Eosen
58.000.000 yıl
Paleosen
65.000.000 yıl
Kretase
144.000.000 yıl
Jura
208.000.000 yıl
Triyas
245.000.000 yıl
Permiyen
286.000.000 yıl
Karbonifer
360.000.000 yıl
Devoniyen
408.000.000 yıl
Silüriyen
438.000.000 yıl
Ordovisyen
505.000.000 yıl
Kambriyen
570.000.000 yıl
2,5 milyar yıl
Proterozoik
Kriptozoik
Günümüz
Prekambriyen
3,8 milyar yıl
4,6 milyar yıl
14
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Jeomorfolojinin kelime anlamı yerşekilleri bilimidir. Aşağıdakilerden hangisi Jeomorfolojiyi ifade eden bir terim değildir? A )
Yüzey şekli B )
Rölyef şekli C )
Kartografya D )
Yeryüzü şekli E )
Topografya 2.
Gerek deniz altında gerekse deniz üstünde bulunan yerkabuğunda iç ve dış etmen süreçler tarafından meydana getirilen yer şekillerini inceleyen bilim dalı aşağıdakilerden hangisidir? A )
Klimatoloji B )
Jeomorfoloji C )
Pedoloji D )
Jeoloji E )
Hidroloji Cevaplar: 1c – 2b
15
3.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
3. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste ölçeği bakımından yerşekilleri ortaya konulacaktır. Ayrıca küresel
boyutta Dünyanın ana yerşekilleri belirtilecektir. Kıtalar ve okyanus tabanlarında
bulunan çok büyük yerşekilleri açıklanacaktır. Bunlardan kıvrımlı sıradağlar, yüksek
platolar ile ovalar ve büyük havzalar değerlendirilecektir.
BÖLÜM 3:
GİRİŞ
3.1.ÖLÇEĞİ BAKIMINDAN YERŞEKİLLERİ
3.2. YERYÜZÜNDEKİ RÖLYEFİN ANA ÇİZGİLERİ
3.2.1. KITALAR ÜZERİNDEKİ YERŞEKİLLERİ
3.2.2. OKYANUS TABANLARININ YERŞEKİLLERİ
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
1
Yerşekilleri farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Bunlar yapısal, klimatik veya
bölgesel olabilecekleri gibi büyüklükleri bakımından ve küresel olarak da ele alınabilir.
Bu bakımdan yapılacak sınıflandırmalar aşağıdaki gibidir.
3.1.ÖLÇEĞİ BAKIMINDAN YERŞEKİLLERİ
Ölçeği bakımından yerşekilleri en küçük çizikten, oluktan başlayarak levhalara
kadar değişen büyüklükte bulunur. Büyük yer şekilleri kendisinden daha küçük yer
şekillerini de ihtiva eder (Tablo 1).
Tablo 1. Ölçeği Bakımından Yerşekilleri
Mekânsal
Boyutları
Yerşekli Örnekleri
Başlıca
Ölçek
Micro
kontrol
Eden
Etmen ve Süreç
Uzunluk
Alan
(km)
(km²)
< 0,5
<0,25
Küçük
Yapısal
Flüvyal
Glasyal
Kurak
Dış
Kuvvet
Kuvvet
Çok
Küçük
Küçük
Lokal ve sığ
Mikro iklim,
küçük fay
havuzcukl
moren
depremler,
hava olayları
ar,
sırtları
volkanik
yüzeyleri
Ripilmark
İç
oluklar,
aktiviteler
kanallar
Meso
0,5-10
Orta
Makro
10-10³
Büyük
0,25-
Küçük
Menderesl
Küçük
Yerel
iklim,
10²
volkanlar
er
buzul
Kumullar
bölgesel
kısa
süreli
vadileri
izostatik
iklim
hareketler
değişimi
Bölgesel
Bölgesel
yükselme ve
iklimler,
alçalmalar,
Uzun
10²-
Blok-
Büyük ve
Zirvelerdek
Kum
106
havza
sürekli
i büyük
denizleri
fayları
akarsuları
buz
n taşkın
kütleleri
Lokal
ve
süreli
iklim
ovaları
değişimleri,
osilasyonlar
Mega
Çok Büyük
>10³
>106
Kıtalar ve
Dünyanın
Kıtasal
büyük
en büyük
buzullar
büyük
bölgeleri,
kıvrımlı
akarsuları
(Şekil 1)
yükselme ve
Uzun
dağ
na ait
alçalmalar,
iklim
büyük
Büyük
salınımları,
drenaj
izostatik
Buzul çağları
sıraları
havzaları
Ergler
Uzun
süreli
Büyük iklim
süreli
hareketler
2
Şekil 1 . Antarktika Kıtası ve Buzul Örtüsü
3.2.YERYÜZÜNDEKİ RÖLYEFİN ANA ÇİZGİLERİ
Dünyanın en büyük yer şekli plakalardır (Şekil 2). Plakaların bazı kısımları su
yüzeyindedir. Bunlar kıtalara karşılık gelir. Diğer kısmı ise okyanusların altında
bulunur. Okyanusun altındaki kısımlar ise okyanus ve denizaltı morfolojisini meydana
getirir. Bu bakımdan yerküremiz sular ve karalardan müteşekkil iki ünite olarak dikkat
çeker. Dolayısıyla okyanus çukurları ve bunlar arasındaki kıtalar en büyük yer
şekillerini teşkil eder (Şekil 3, Şekil 4).
3
Şekil 2. Dünyanın Başlıca Plaka Sınırları
Şekil 3. Dünyanın Başlıca Plakaları, Diverjans ve Konverjans Levha Sınırları
4
Şekil 4 . Okyanuslar ve Bunların Arasında Kalan Kıtalar
Yerküremizin toplam yüzölçümü 500.960.083 km² olup bunun % 75,45’i
okyanusları, %24,55 i ise kıtaları meydana getirmektedir. Bu bakımdan karalardaki
yerşekillerinden daha büyük kısmı yaklaşık 3 misli okyanusların altındadır (Tablo 1).
Tablo 1. Kıta ve Okyanusların Yüzölçümleri
Okyanuslar
Yüzölçümleri
Kıtalar
(km2)
Yüzölçümleri
(km2)
Arktik Okyanusu
14.056.000
Avrupa
10.180.000
Atlantik Okyanusu
106.400.000
Afrika
30.221.53
Hint Okyanusu
73.556.000
Antarktika
14.000.000
Pasifik Okyanusu
165.200.000
Asya
44.579.000
Güney Okyanusu
18.800.000
Amerika
42.549.000
Avustralya
8.617.930
Okyanuslar Toplamı
378. 012.000
Kıtalar Toplamı
122.948.083
5
Karalar daha çok ekvatorun kuzey tarafında, denizler ise ekvatorun güneyinde
yer almış bulunurlar. Karalar kuzey yarımkürede dağılmış fakat güney yarımkürede
güney kutbuna doğru daralmış olarak bulunur. Kıtaların ortalama yükseltisi 850
metredir. Okyanuslarda ise ortalama derinlik 3800 metredir. İki ortalama değer
arasındaki fark 4650 metredir. Fakat karaların en yüksek noktası ile denizlerin en derim
noktası arasındaki fark ise hemen hemen 20000 metreyi bulur.
3.2.1. Kıtalar Üzerindeki Yerşekilleri
Kıtalar üzerinde esas olarak dağlar, ovalar ve platolar ana yerşekilleri olarak
yerini alır. Ovalar en yaygın yerşekilleridir (Şekil 5). Bunu platolar ve dağlar takip
eder. Bununla birlikte kıtalarda üç mega yer şekli bulunur. Bunlar kratonlara karşılık
gelen yüksek platolar, büyük kıvrımlı dağlar ile ovalar ve havzalara karşılık gelen kıta
platformlarıdır.
Alçak Ovalar
Alçak Dağlar
Yüksek Ovalar
Orta Yükseltide Dağlar
Platolar
Yüksek Dağlar
Şekil 5. Dünyanın Başlıca Yerşekilleri
6
Yüksek Platolar
Kratonlar olarak bilinen eski kıta çekirdekleri veya kıta kalkanları yüksek
platoları oluştururlar. Ortalama yükseltileri 1000 metreyi geçmez. Dünyanın en yaşlı
kayaçları buralarda görülür Metamorfik şist, gnays, mermer, kuvarsit gibi metamorfik
kayaçlarla bunların arasına sokulmuş granit, diorit gibi katılaşım kayaçlarından
müteşekkildirler. Çeşitli tektonik hareketlere maruz kalarak kıvrılma özelliğini yitirmiş,
sertleşmiş, duraylı kütleleri meydana getirirler. Bu nedenle sonraki orojenez
devrelerinde tekrar kıvrılmaya maruz kalmamışlar, yer yer kırılmış ve epirojenik olarak
kubbeleşmiş veya çanaklaşmışlardır. Bu arada yeni orojenik hareketlerle meydana gelen
kıvrımlara kalıp hizmeti görmüşlerdir. Gerçekten Kaledonien ve Hersinien orojenezleri
ile meydana gelen kıvrımlı yerey bu kıta çekirdeklerini kuşatarak onlara eklenmişlerdir.
Böylece eski karaların sahası genişlemiştir. Kıta çekirdeklerinin üzeri, genellikle,
Paleozoik veya daha genç yaştaki tortul tabakalarla örtülü bulunur. Bu örtü tabakaları,
katı ve durağan bir temel üzerinde yer aldıklarından, yatay durumlarını korurlar veya
tektonik hareketlerle çok az deformasyona uğramışlar, hafifçe eğimlenmiş veya
kıvrılmışlardır. Asya, Avustralya, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Afrika kıtaları
her biri kendi çekirdeğini oluşturan kratonlara sahiptir. Bunlar Prekambrien
kıvrımlarından oluşmuşlardır ve yeryüzünde görüldüğü başlıca sahalar şunlardır:
•
Avrupa'da İsveç'in büyük bir kısmını Finlandiya'yı, Baltık Denizi'ni ve Doğu
Avrupa'yı içine alan Fenno-Sarmatya (Bunun Botni körfezi çevresindeki İsveç
ve Finlandiya'yı içine alan kısmına Baltık Kalkanı denir), Hebrid adaları
•
Asya'da Angara kalkanı, Hint kalkanı, Arabistan - Suriye platformu
•
Afrika kalkanı
•
Avusturalya kalkanı
•
Kuzey Amerika'da, Hudson körfezi çevresinde, Kanada'nın büyük bir kısmını ve
Grönland adasını içine alan Kanada kalkanı
7
•
Güney Amerika'da Brezilya kalkanı (Amazon kalkanı), Güyan kalkanı ve
Arjantin'in güneyinde Platyan kalkanı
•
Antarktik kalkanı
Büyük Kıvrımlı Dağ Sıraları
Çok sayıda kıvrımlı dağ sistemleri kıtaların üzerinde bulunurlar. Bunların
yükseltileri 1000 ila 6000 metre arasında değişen yükseltiye sahiptirler. Bunlar
genellikle Kratonların kenarında yer almaktadır. Bu sistemler plakaların çarpışmaları ile
oluşmuştur. İki kıtanın çarpışması ile kıta içi kıvrımlı dağlar oluşur. Alp-Himalaya
sistemi bu şekildedir. Bir okyanusal bir kıtasal levhanın çarpışmasıyla da kenar
kıvrımları oluşur. Alaska, Kayalık ve And Dağları gibi. Bu iki sistem dünyanın en
büyük kuşağı olarak da belirtilebilir. Başlıca kıvrım sistemleri aşağıdaki gibidir;
Kaledonien kıvrımları; Yukarıda da belirtildiği gibi kıta çekirdeklerinin
etrafında yer alırlar.
Avrupa'da, güneyindeki küçük bir kesim dışında bütün İrlanda, orta İngiltere,
İskoçya, İskandinavya dağları
Asya'da, Baykal gölü çevresinde yer alan dağlık saha
Kuzey Amerika'da, Kanada kalkanının güney kenarı;
Güney Amerika'da, Brezilya'nın güneydoğu kısımları
Hersinien kıvrımları; Avrupa'da birbirinden farklı iki doğrultu gösterirler.
Bunlardan SE-NW doğrultusunda olanı Armoriken doğrultusu, SW- NE doğrultusunda
olanı ise Varisk doğrultusudur.
Avrupa'da Galler, Güney İrlanda, Armoriken masifi, Masif Santral, Arden'ler,
Voj'lar, Karaorman, Bohemya masifi, Harz, İspanya Mesetası
Asya'da Ural dağları, Tien- Şan dağları
Afrika'da Fas Mesetası, Kap dağları
Kuzey Amerika'da Appalaş dağları
8
Alp kıvrımları; En son orojenezdir ve bu nedenle izleri henüz yenidir. En
büyük yayılış alanına sahip kıvrımlardır.
Avrupa'da Betik dağları, Pirene dağları, Alp dağları, Apeninler, Dinar
dağları, Pindus dağları, Karpatlar, Balkan dağları
Asya'da Kuzey Anadolu dağları, Toroslar, Kafkasya dağları, Zagros dağları,
Himalaya dağları, Altay dağları, Birmanya dağları, Endonezya adaları, Filipinler,
Japonya adaları, Kamçatka dağları
Kuzey Amerika'da Kayalık dağlar
Güney Amerika'da And dağları
Afrika'da Atlas dağları Alp kıvrımlarının görüldüğü yerlerdir (Şekil 6).
A:Prekambrien kıvrımları sahası (Eski kıta çekirdekleri veya kalkanları); B:Kaledonmien ve Hersinien
kıvrımları; C: Alp Kıvrımları
Şekil 6. Kratonlar ve Kıvrım Kuşakları
Alp – Himalaya kuşağı Batı Avrupa’daki Pirenelerle Fas’taki yüksek atlas
silsilesinden başlar. Tel Atlaslarını, Alpleri, Apeninleri, Karpatları, Dinarik Alpleri,
9
Balkan ve Rodop Dağlarını, Kuzey Anadolu ve Güney Anadolu Kıvrım sistemlerini,
Kafkasları, Elbruz dağlarını, Zağros ve Güney İran silsilesini, Hindikuş dağlarını,
Karanlık ve Tanrı dağlarını, Himalayaları Çin silsilesini içine alır. Alaska ve And kuşağı
ise Kuzey güney istikamette Amerika kıtasının batısında yer alır. Alaska silsilesi,
Kayalık dağları, Sahil kıvrımları, Sierre Nevada dağları, Güney Amerika’da And dağları
bu kıvrıma dâhildir. Bu iki büyük sistem kuzeyde birleşir ve tek bir hat meydana getirir
(Şekil 7).
Şekil 7. Alp-Himalaya ve Alaska-And Kıvrım Kuşakları
Kıta Platformları
Yerkabuğunda çok yüksek karalar, silsile ve platolar, tek dağlar ve çok büyük
derinlikler ile kıta kenarlarında kıta basamakları veya yamaçları da yer alır. Deniz
seviyesinden yaklaşık 1000 metreye kadar çıkan bu seviyelerde genellikle ova ve
havzalar yer yer de platolar bulunur. Yine deniz seviyesinden -200 metreye kadar ine
ikinci bir basamak mevcuttur. Burası adaların üzerinde yükseldiği kıta şelfi veya
sahanlığıdır. +1000 ila -200 metre arasındaki sürekli bu yamaca kıta platformu ismi
verilir. -200 metreden başlayarak hemen hemen - 5000 metre derinlere kadar inen bir
10
yamaç daha söz konusudur. -2500 metre sevşyesine kadar olan kısım kıta yamacıdır.
Kıta yamacının genişliği ise hemen hemen 500 km yi bulur. Kıta yamacının altında 5000 metreye kadar inen yamaçlar ise derin deniz platformu olarak isimlendirilir.
Bunlardan aşağıda ise derin deniz hendekleri yer alır. Aktif ve pasif olmak üzere iki
temel tipi bilinmektedir. Aktif kıta kenarları Pasifik okyanusunda dikkat çeker.
Genellikle tektonik olarak aktif bölgeler de görülür. Depremler, okyanus hendekleri ve
volkanlar ile ilişkilidirler. Pasif kıta kenarları oldukça geniş bir sahada tektonik
bakımdan sakin bölgelerde bulunur.
Bunlardan başka kıtaların içindeki büyük havzalarda önemli yerşekillerindendir.
Aral Gölü, Hazar Gölü, Orta Avrupa havzaları Alp kuşağının kuzeyinde bulunur. Ganj
ve İndus ile Mezopotamya ise Himalaya kuşağının güneyinde bulunur. Kuzey
Amerikada Missisipi havzası, Güney Amerikada Orinoko, Amazon, Parana havzaları
ovalara ve alçalan çukur sahalara karşılık gelir. Güney Afrika’da Kongo havzası kıtanın
çukur kısmını teşkil eder. Buralar sedimentlerin hala depolandığı sahalardır. Bu
depolanmaya bağlı olarak çökme gerçekleşmektedir.
3.2.2. OKYANUS TABANLARININ YERŞEKİLLERİ
Okyanus havzaları ve tabanlarında da yerşekilleri bulunur. Karalardan yaklaşık
3 kat daha büyük yüzölçüme sahip bulunan okyanuslarda bu bakımdan
kıtalardakilerden daha büyük ve etkileyici yerşekillerinin mevcut olduğu söylenebilir.
Okyanus diplerindeki sıradağlar, deniz altı dağları, eşikler ve kanyon şeklindeki deniz
altı olukları dikkat çeker.
Okyanus tabanlarında da tektonik etken ve süreçler rol oynamaktadır. Levha
sınırlarında volkanik aktivite ve tektonik faaliyetler çok etkindir. Diverjans levha
sınırlarından çıkan lavlar büyük deniz altı dağlarının ve hatta geleceğin kıtalarını
oluşturmaktadır. Bunlar okyanus ortası sırtlarıdır.
Atlas okyanusunun ortasındaki
oluşum buna örnek teşkil eder. Okyanus ortası sırtı Dünya yüzeyinin % 23'ünü
oluşturmaktadır (Şekil 8).
11
Şekil 8. Atlas Okyanusu Orta Sırtı (Dorsali)
Kıta şelfleri ve yamaçları esasında okyanusların içinde yer alır. Bunun yanı sıra
denizaltı kanyonları dikkat çekicidir. Bunlar genellikle “V” şekillidir. Kıta şelfinden
1500 metre derinliğe kadar inmektedir. Birçok kanyon Kongo, Hudson gibi büyük
nehirler ile ilişkilidir. Bunların abisal bölgelerde abisal fanlar oluşturduğu gözlenir.
-4000 metreden aşağıda okyanus tabanları yer alır. Okyanus tabanı tüm
yeryüzünün % 30 unu teşkil eder. Okyanus tabanı genellikle incedir. (ortalama 5
kilometre kalınlığında) Yoğunluğu 3-3,5 gr/cm³ olan Bazaltik kayaçlar bulunur. Ayrıca
sayısız volkan konileri mevcuttur. Bunların sayısının 10.000 i aştığı ifade edilmektedir.
İki okyanusal levhanın çarpıştığı konverjans levha sınırlarında derin okyanus
çukurları oluşur. Batı Pasifikte -11000 metreye kadar inen uzun, dar, dik yamaçlı
depresyonlar bulunmaktadır. Bunlar okyanus çukurları olarak isimlendirilirler. Atlas
12
Okyanusu'nda 3, Hint Okyanusu'nda 1 ve Pasifik Okyanusu'nda 22 adet okyanus
hendeği bulunmaktadır (Şekil 9).
Şekil 9. Dünyanın Başlıca Derin Okyanus Hendekleri
13
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Aşağıdakilerden hangisi orojenik safhalardan biri değildir? A )
Hüron B )
Kaledonyen C )
Kambriyen D )
Hersinyen E )
Alp 2.
Aşağıdakilerden hangisi kıtalar üzerindeki ana yer şekillerinden biri değildir? A )
Dağlar B )
Okyanus Hendekleri C )
Platolar D )
Ovalar E )
Kıta platformları Cevaplar: 1c – 2b
14
4.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
4. BÖLÜM
ÖZET: Yapı hem yüzeyi oluşturan kayaçların, hem de onların meydana getirdiği
tabakaların özelliklerini ifade eder. Bu bakımdan yapının hem litolojik hem de tektonik
anlamı olduğu daha önce vurgulanmıştı. Bu başlık altında tektonik yapıya veya tabaka
özelliklerine bağlı olarak meydana gelen yapısal yerşekilleri üzerinde durulacaktır.
Ayrıca yatay yapı, monoklinal yapı, kıvrımlı yapı, diskordant örtülü yapı ve dom yapısı
ile bu yapı tipleri üzerinde gelişen yerşekilleri belirtilecektir.
BÖLÜM 4:
GİRİŞ
4.1.
BAŞLICA YAPI TİPLERİ VE YERŞEKİLLERİ
4.1.1. YATAY YAPI
4.1.2. MONOKLİNAL YAPI
4.1.3. KIVRIMLI YAPI
4.1.4. FAYLI YAPI
4.1.5. DOM YAPISI
4.1.6. DİSKORDANT YAPI (DİSKORDANT ÖRTÜLÜ YAPI)
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Jeolojik devirler esnasında oluşmuş bulunan tabakaların, oluşturdukları sırada ve
ondan sonraki etkenler sonucunda almış oldukları son duruma yapı (strüktür, bünye)
denilmektedir. Yapısal etkilerle meydana gelen şekillere de yapısal şekiller veya
1
strüktüral şekiller denilmektedir. Bu şekiller hem tabakaları hem de bunların oluşumuna
imkân veren etmen ve süreçleri ifade ederler. Örnek olarak tortul tabakaların ilksel
durumları yatay, tabaka temas yüzeyleri ise birbirine paraleldir. Ancak gerek yatay
yöndeki gerek se dikey yöndeki tektonik hareketlere bağlı olarak bu ilksel durum
bozulur ve farklı yapılar oluşur. Alpler, Juralar, Toroslar, Pontidler bu şekildedir.
Böylece yapı çeşitleri dolayısıyla da yerşekilleri çeşitlenmiş olur.
4.1.Başlıca Yapı Tipleri ve Yerşekilleri
• Yatay Yapı,
• Monoklinal Yapı,
• Kıvrımlı Yapı
• Faylı Yapı
• Dom Yapısı
• Diskordant Yapı (Diskordant Örtülü Yapı) başlıca yapı tipleridir.
4.1.1. Yatay Yapı
Yatay Yapı birbiri üzerinde yer alan farklı yapıdaki tabakaların yatay veya yataya
çok yakın durduğu yapı şeklidir. Bu tabakaların en eskisi en altta, en yenisi en üstte
bulunur.
Yatay yapılı sahalarda;
• Kornişli Vadi,
• Yapı Platformu,
• Yapı Platosu,
• Mesa,
• Büt gibi yerşekilleri bulunur (Şekil 1, 2, 3).
2
Yapı Platosu
Kornişli Vadi
Şekil 1. Yatay Yapılı Bir Saha (Burada farklı renklerin her biri farklı bir kayaç
tabakasına işaret etmektedir. Tabakaların hepsinin yatay bir konumda olduğu dikkat
çekmektedir).
Büt
Mesa
Büt
Kornişli Vadi
Şekil 2. Yataya Yapılı Sahadan Bir Kesit
3
Büt
Mesa
Şekil 2. Yataya Yapılı Sahaların Karakteristik Yerşekillerinden Mesa ve Büt
4.1.2. Monoklinal Yapı
Monoklinal Yapı birbiri üzerinde yer alan farklı dayanıklıktaki tabakaların bir
yöne doğru eğimli olduğu yapı tipidir. Buna bağlı olarak yerşekilleri de disimetriktir.
Eğim yönünde akan akarsuların sert tabakaları kestiği yerlerde kornişli vadiler görülür..
Monoklinal yapılı bir sahada tabakaların eğimi yönünde ilerledikçe yaşlı tabakalardan
genç tabakalara geçilir.
Monoklinal yapının özel yerşeklini kuestalar meydana getirir. bunlar 3 kısımdan
müteşekkil disimetrik yerşekilleridir (Şekil 4).
1. Kuesta cephesi
2. Kuesta sırtı
3. Subsekant depresyon
4
Kuesta Cephesi
Kuesta Sırtı
Subsekant
Depresyon
Yumuşak, Dirençsiz
Tabakalar
Sert, Dirençli
Tabakalar
Şekil 4. Monoklinal Yapılı Sahadan Bir Kesit
4.1.3. Kıvrımlı Yapı
Kıvrımlı yapıda yatay olan tabakalar yan basınçlara maruz kalarak kıvrılmışlardır.
Bir kıvrımda tabakaların yukarıya doğru kıvrılıp yükselmesiyle dış bükey bir şekil almış
kısmına antiklinal, buna karşılık aşağıya doğru kıvrılıp alçalmasıyla oluşan iç bükey
şeklini almış kısmına da senklinal ismi verilir (Şekil 5). antiklinalleri doruk
noktalarından ikiye böldüğü varsayılan düzleme antiklinal eksen düzlemi, bu düzlemin
topoğrafya yüzeyi ile yaptığı ara kesite antiklinal ekseni; senklinali ikiye böldüğü
düşünülen düzleme senklinal eksen düzlemi, bu düzlemin topoğrafya yüzeyi ile yaptığı
ara kesite senklinal ekseni denir.
5
Senklinal
Antiklinal
Şekil 5. Monoklinal Yapılı Sahadan Bir Kesit
4.1.4. Faylı Yapı
Bir düzlem boyunca birbirine göre yer değiştiren yerkabuğu bloklarının meydana
getirdiği yerşekline fay denir. Bir fayda yer değiştirme hareketinin meydana geldiği
düzleme fay düzlemi, üzeri çizikli ve cilalı fay düzlemine fay aynası, fay düzleminin
meydana getirdiği dikliğe fay dikliği, aynı düzlemin topografya ile yaptığı ara kesite fay
çizgisi, fay düzlemi boyunca alçalmış olan bloğa alçalmış blok, yükselmiş olanına
yükselmiş blok, iki blok arasındaki seviye farkına ise düşey atım veya fay yüksekliği
(reje) adı verilir. Fay düzlemi düşey değilse bu düzlemin üstünde yer alan bloğa tavan
bloğu, altında yer alanına ise taban bloğu denir. Blok Havza faylanmalarında yükselen
blok Horst, alçalan blok ise Graben olarak isimlendirilir (Şekil 6, 7,8).
6
Şekil 6. Faylı Yapıya Ait Bir Kesit
Şekil 7. Faylı Yapı
7
Şekil 8. Faylı Yapıda Yerşekilleri
4.1.5. Dom Yapısı
Yatay kesitleri daire veya elipse benzeyen kubbe şeklindeki tek antiklinallere dom
denir. domların oluşumunda çeşitli etmenler rol oynamaktadır. Domlar, tektonik
hareketler sonucu meydana gelebildikleri gibi magma intrüzyonu sonucu da
oluşabilirler. Domlar topografya yüzeyinde yayvan ve az yüksek bir kabartı şeklinde
olabileceği gibi yüksek bir tepe veya dağ görünümünde de belirebilir (Şekil 9).
8
Şekil 9. Domlu (Kubbeli) Faylı Yapı
4.1.6. Diskordant Yapı (Diskordant Örtülü Yapı)
Kara halinde iken deniz ve göllerle işgal edilen sahalarda topografya yüzeyi, bu
deniz ve göllere ait depolarla kaplanır. Eskiden aşınımın hâkim olduğu sahalar artık bir
birikme ortamıdır. Böyle bir saha tekrar kara haline geldiğinde altta kıvrımlı, kırıklı,
monoklinal gibi herhangi bir yapıda olabilen temel ile onun üzerinde yer alan örtü
tabakalarından müteşekkil bir yapı tipi meydana gelir. Bu yapıda temel ile örtü
tabakaları arasında bir uyumsuzluk, diskordans vardır. Bu nedenle bu tür yapılara
diskordant örtülü yapılar ya da kısaca diskordant yapılar denir (Şekil 10,11,12).
9
Üstteki Tabakalar Yatay
Alttaki Tabakalar Eğimli
Şekil 10. Diskordant Örtülü Yapı
Şekil 11. Diskordant Örtülü Yapı (Altta Kıvrımlı, Kırıklı Tabakalar, Üstte ise Yatay
Tabaka Bulunmaktadır)
10
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Yatay yapı, birbiri üzerinde yer alan farklı yapıdaki tabakaların yatay veya yataya çok yakın durduğu yapı tipidir. Bu tabakaların en eskisi en altta, en yenisi ise en üstte bulunur. Yatay yapılı bir sahada aşağıdaki yer şekillerinden hangisi bulunmaz? A )
Kornişli vadi B )
Kuesta C )
Mesa D )
Büt E )
Yapı platosu 2.
Birbiri üzerinde yer alan farklı dayanaklıktaki tabakaların bir yöne doğru eğimli olduğu yapı tipi aşağıdakilerden hangisidir? A )
Monoklinal yapı B )
Yatay yapı C )
Kıvrımlı yapı D )
Dom yapı E )
Diskordant yapı Cevaplar: 1b – 2a
11
5.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
5. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste Morfoklimatik bölgeler üzerinde durulacaktır. Kurak, yarı kurak,
buzul, buzul çevresi ve flüvyal bölgelerin sahalarının belirlenmesinde kullanılan
yaklaşımlar kısaca açıklanacaktır.
BÖLÜM 5:
GİRİŞ
5.1. MORFOKLİMATİK JEOMORFOLOJİ
5.2. MORFOKLİMATİK BÖLGELER NASIL BELİRLENİR?
5.2.1. PELTİER (1950) SINIFLANDIRMASINA GÖRE MORFOJENETİK
BÖLGELER
5.2.2. WİLSON (1968) SINIFLANDIRMASINA GÖRE MORFOJENETİK
BÖLGELER
5.2.3. CAİLLEUX VE TRİCART (1958) SINIFLANDIRMASINA GÖRE
MORFOJENETİK BÖLGELER
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Yerşekilleri, çeşitli iklim bölgelerinde, bu iklimlerin özelliklerine bağlı etmen ve
süreçlere göre şekillenmektedir. Ayrıca dış süreçler büyük oranda iklim tarafından
1
belirlendiği gibi bunların etkinlik, süre ve derecesi de gene iklime bağlı olarak
şekillenmektedir.
Örneğin; su sıfır derecenin üzerinde ve her derecede buharlaşır. Sıcaklık
değerleri arttıkça buharlaşma oranı da artar. Bu bakımdan yerşekillerinin oluşup
gelişmesinde önemli role sahip akarsular, diğer özelliklerinin yanı sıra, taşıdıkları su
miktarına bağlı olarak da etki ederler. Bu su miktarı ise büyük oranda iklime bağlıdır.
Ayrıca sıcaklık arttıkça kimyasal ayrışma da artar. Buna karşın sıcaklık farklılıkları
arttıkça mekanik parçalanma da artar. Özellikle şiddetli günlük ve mevsimlik sıcaklık
farkları (termik genlik) mekanik parçalanma üzerinde önemli rol oynar.
İklim elemanlarından yağış inceleme alanındaki aşındırma, taşıma ve biriktirme
faaliyetinin hızı ve şiddeti üzerinde önemli bir etkendir. Bu bakımdan drenaj sistemi de
büyük oranda yağışa bağlı olarak gelişme göstermektedir. Su seviyesinin artması
akarsuların tahrip gücünü de arttırmaktadır. Böylece akarsular daha fazla alüvyon
taşıdıkları gibi, tane boyutu daha büyük olan malzeme de taşıyabilmektedir.
Mekanik parçalanma bakımından en önemli etken sıcaklık farklarının fazlalığı ve
don olaylarıdır. Don özelliklerinin ve süresinin araştırılması, parçalanmanın tipi ve
etkinliğini belirlemede faydalı olmaktadır.
Bunlardan başka uzun süre zemin üzerinde kalan kar bu yüzeyleri dış etkilerden
kısmen koruma görevi görür. Buna karşın kayaçlarda mekanik olarak parçalanmaya da
neden olur. Kar olayının yoğun olduğu sahalarda günlük ve yıllık sıcaklık farkları
büyük değerlerdedir. Bu koşullar ise kayaçların dirençlerinin azalmasına, çatlak
sistemlerinin gelişmesine neden olmaktadır. Devamlı ve şiddetli rüzgârlar mekanik
parçalanma ile ayrışmış küçük boyutta taneleri taşıma özelliğine sahip bulunmaktadır.
Anlaşıldığı üzere iç etmen ve süreçlerin oluşturduğu yerşekillerini aşındırarak
ortadan kaldırmaya ve yer aldıkları sahaları alçaltıp düzleştirmeye çalışan bu aşındırma
etmen ve süreçlerinin, yerkabuğu ve onun malzemesi üzerindeki etkileri, birbirinden
farklı olarak meydana gelir. Diğer bir ifade ile belirtilen dış etmen ve süreçlerin hepsinin
dünyanın her tarafında etkin olmadığı, etkin etmen ve süreçlerin ise farklı derecelerde
olduğu bu bakımdan dış etmen ve süreçlerin neler olduğunun ve şekillenmede hangi
süreçlerin ne derece etkin olduklarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu ise bölgenin
hangi
morfoklimatik
bölge
içerisinde
kaldığının
belirlenmesi
ile
açıklığa
2
kavuşturulabilir.
5.1. Morfoklimatik Jeomorfoloji
İklimin etkisiyle oluşan ve gelişen yüzey şekillerini inceleyen bilim dalı Klimatik
jeomorfoloji’dir. Morfojenetik Bölgeler veya Morfoklimatik Bölgeler Klimatolojik
Jeomorfolojinin çalışma alanıdır.
Kurak, yarı kurak, buzul, buzul çevresi ve flüvyal bölgeler morfoklimatik
bölgelerdir ve bunların her birinde kendine has topografya şekilleri görülür (Foto
1,2,3,4,5).
Foto 1. Yarı Kurak Bölgelerden Görünüş
3
Foto 2. Kurak Bölgelerden Görünüş
Foto 3. Glasyal (Buzul) Bölgelerden Görünüş
4
Foto 4. Zirveler Glasyal (Buzul), Etekler ise Periglasyal (Buzul Çevresi)
Foto 5. Flüvyal Bölgelerden Görünüş
5
Foto 6. Flüvyal Bölgelerden Görünüş
5.2. Morfoklimatik Bölgeler Nasıl Belirlenir?
Morfoklimatik Bölgeler iklime bağlı oldukları için iklim bölgeleri ile paralellik
gösterirler (Şekil 1)
Tropikal Kurak Ilıman
Soğuk
Buzul
Şekil 1. Köpen İklim Sınıflandırmasına Göre Global İklim Tipleri
6
Bununla birlikte morfoklimatik bölgelerin sınırlarını belirlemek için bazı
yaklaşımlar da söz konusudur. Bunun için; iklim elemanlarını ve bunlardan yıllık
ortalama sıcaklık ve yağışın kullanılarak çeşitli süreçlerin belirlenmesini sağlayan
Peltier (1950) ve Wilson (1968) yaklaşımları ile, iklim, bitki örtüsü ve toprak gibi
faktörlerin bir arada değerlendirildiği ve daha sağlıklı sonuçların elde edildiği Cailleux
ve Tricart (1958) gibi sınıflandırma sistemleri kullanılmaktadır.
5.2.1. Peltier (1950) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler
Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,2 Cº, yıllık yağış toplamı ise 506,9 mm olan
Bir Bölge (Safranbolu) Savan Morfoklimatik Bölgesi’nde kalmaktadır (Şekil 2).
Yıllık Yağış Toplamı (cm)
Şeklil 2. Peltier (1950) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler
7
5.2.2. Wilson (1968) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler
Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,2 Cº, yıllık yağış toplamı ise 506,9 mm olan
Bir Bölge (Safranbolu) Yarı kurak Morfoklimatik Bölgesi’nde kalmaktadır (Şekil 3).
Şekil 3. Wilson (1968) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler
5.2.3. Cailleux ve Tricart (1958) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik
Bölgeler
Yeryüzünün iklim, vejetasyon ve toprak kuşaklarına göre yapılan morfojenetik
bölge sınıflandırmasıdır. Burada öncelikli olarak yağış etkinliğinin belirlenerek, örnek
sahanın nemli veya kurak bölgelerden hangisinde yer aldığının tespit edilmesi
gerekmektedir. Kurak ve yarı kurak bölgelerle nemli bölgelerinin sınırlarının
saptanmasında sıcaklık, buharlaşma, terleme, yağış rejimi, sızma ve yağış miktarı gibi
faktörlerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Yine örnek saha olarak Safranbolu tercih
edilecektir.
Bunun için Erinç (1965) yağış etkinlik formülü kullanılmıştır. Bu ise gelir
kaynağı olarak yağış, buharlaşma bakımından gideri belirleyen temel faktör olarak da
8
P
sıcaklığa dayanan İm=
formülüne göredir. Burada; İm: Yağış etkinliği, P: Yıllık
Tom
yağış miktarı (mm), Tom: Yıllık ortalama maksimum sıcaklık (Cº)’tır.
Sonuçta İm 8’den küçük ise Tam Kurak, 8–15 arasında ise Kurak, 15–23
arasında Yarı Kurak, 23–40 arasında Yarı Nemli, 40–55 arasında Nemli, 55’den büyük
ise Çok Nemli olarak sınıflandırılmaktadır.
Safranbolu için; İm =
P
506,90
=
=27,55 olarak bulunmuştur. Dolayısıyla
Tom 18,40
burası yarı nemli iklim tipi ve kuru orman örtüsünün bulunduğu alanlara dâhil
olmaktadır.
Aylık sıcaklık ortalaması en yüksek olan Temmuz ayının değerleri; 21,8 C°,
Ortalama en soğuk ay ise 2,8 C° ile Ocak ayıdır. Bu değerlere göre termik amplütüd 19
Cº’ dir. En az yağışlı ay olan Ağustos (20,50 mm) ve en çok yağışlı ay Ocak (60 mm)
arasındaki miktar oranı ise
1
’tür.
2,93
Bu değerlendirmelere göre Safranbolu Karadeniz kıyılarındaki nemli kuşak ile iç
kısımlardaki kurak bölge arasında bir geçiş sahası özelliği taşımaktadır.
Yıllık yağış toplamı ile yıllık sıcaklık ortalamasından da anlaşıldığı gibi
Karadeniz kıyılarına ait iklim özelliklerinden farklı bir iklim söz konusudur. Burada
aylık ve mevsimlik sıcaklık farkları daha büyük değerler göstermektedir. Bitki
örtüsünün esası orman olmakla birlikte Karadeniz kıyı kuşağına göre daha kurakçıl bir
karakter taşır ve orman altı formasyonu bakımından daha fakirdir ve hatta orman örtüsü
dağlık alanlar hariç büyük oranda tahrip edilmiş olarak bulunur. Toprak tipi yüksek
kesimlerde podzolik diğer kısımlarda ise yaygın olarak kahverengi orman toprağı
karakterindedir.
Bu değerlendirmeler ışığında, orman örtüsünün kapalılık değerlerinin düşük ve
yıkanmanın az olduğu kısımlarda orta derecede kimyasal ayrışma ve mekanik
parçalanma söz konusudur. Ancak orman örtüsünün tamamen tahrip edildiği sahalar ise
seyelan etkisinin şiddetli olduğu kısımlardır. Dolayısıyla bu sahada akarsuların
şekillenmede etkisinin olduğu anlaşılmaktadır.
Orta değerin biraz altında düşük derecede bir kimyasal ayrışma, zayıf don etkisi
nedeniyle yine orta değerlere yakın mekanik parçalanma görülmektedir. Ayrıca kütle
9
hareketlerinin de orta değerden biraz düşük olduğu dikkat çekmektedir. Flüvyal aşınım
etkisinin yüksek olduğu yarı kurak, yarı nemli olan Safranbolu’da rüzgâr etkisi ise orta
dereceden biraz yüksek olarak etkili olmaktadır (Şekil 4). Ayrıca süreçlerde devresellik
yani kurak mevsimlerde mekanik parçalanma, sıcak mevsimlerde kimyasal ayrışma
etkindir.
10
Şekil 4. Peltier sınıflandırmasına göre, bazı süreçlerin yayılışı ve şiddeti ile sıcaklık ve
yağış arasındaki ilişkiler ve inceleme alanındaki etkinliği
11
Burada hatırlanması gereken bir hususta söz konusu sahada yükseltinin
durumudur. Hatırlanacağı üzere her 200 metre yükseldikçe 1 derece sıcaklıkta azalış
olmaktadır. Dolayısıyla belli bir yükseltiden sonra zirveler kalıcı kar sınırının üzerine
çıkar ise buzul çevresi ve buzul bölgelerine geçilmiş olur. Yükseltinin etkisine
dayanılarak yapılan Morfoklimatik katlar sınıflandırmasına göre de en yüksek zirvesi
1755 m olan Safranbolu’da glasyal ve periglasyal katların oluşması için yeterli yükselti
değerleri mevcut değildir. Bu bakımdan düşey doğrultuda tek katın varlığı görülür.
Ancak burada ifade edilmesi gereken bir özellikte yükseltiye bağlı olarak sıcaklık
değerlerinin azalması, buna karşın yağış değerlerinin ise artış göstermesidir. Kullanılan
verilerin ait olduğu Safranbolu meteoroloji istasyonun 400 metrede olmasına karşın
sahadaki yükselti değerleri 1755 metreyi bulmaktadır. Böylece sahada yağış
değerlerinin artışı ve sıcaklık değerlerinin düşüşü ile birlikte daha nemli morfoklimatik
katların varlığı söz konusudur.
Yine, mevcut topografya şekillerinin oluşumunun salt bu günkü iklim koşulları
ile açıklanması mümkün olmadığı gibi, bugün görülen rölyef şekillerinin, yalnızca
günümüz iklim koşullarına bağlı olarak gelişmiş oldukları da söylenemez. Jeolojik
mazide, meydana gelmiş olan iklim değişiklikleri, diğer bir ifade ile süregelen değişik
iklim şartları, şekillendirme sürecinin de değişiklikler göstermesine yol açmış olabilir.
Bu bakımdan geçmiş iklim özelliklerinin de etkisini göz önünde bulundurma
zorunluluğu Paleoklimatolojik özelliklerin değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Geçmiş dönemlere ait iklim verilerinin olmayışı bu dönemin iklim özellikleri hakkında
kesin bir değerlendirme yapmamız için engel teşkil etmektedir. Bununla beraber bu
konudaki
tespitlerimiz
eski
yerşekillerinin,
paleontoloji
vb
özelliklerin
değerlendirilmesine dayanmaktadır.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus da morfojenetik bölgelerin sınırlarının kesin
olmadığı, diğer bir ifadeyle bir morfojenetik bölgeden komşu bölgeye geçerken arada
geçiş alanlarının yer almasıdır.
Yine bir morfojenetik bölgede yalnız bir etmen söz konusu değildir, fakat baskın
veya egemen etmenden söz edilebilir. Söz konusu saha sadece bir morfojenetik bölge
içinde kalışa Monojenik birden fazla morfoklimatik bölge içinde kalırsa Polijenik
topografyalardan söz edebiliriz. Bu bakımdan İstanbul ve çevresi tamamen flüvyal
12
koşulların kontrolündedir. Dolayısıyla İstanbul’un morfolojisi monojeniktir. Fakat
Uludağ ve çevresinde flüvyal, glasyal ve periglasyal koşullar etkili olmuştur.
Dolayısıyla Uludağ’ın morfolojisi ise Polijeniktir.
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A )
İklimin etkisiyle oluşan ve gelişen yüzey şekillerini inceleyen bilim dalı klimatik jeomorfolojidir. B )
Morfoklimatik bölgeler iklime bağlı oldukları için iklim bölgeleri ile paralellik gösterir. C )
Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,20, yıllık yağış miktarı ise 506,9 mm olan bir bölge yarı nemli morfoklimatik bölgede kalmaktadır. D )
Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,20, yıllık yağış toplamı 506,9 mm olan bir bölge buzul morfoklimatik bölgesinde kalmaktadır. E )
Morfojenetik bölgeler veya morfoklimatik bölgeler klimatolojik jeomorfolojinin çalışma alanıdır. 2.
Kurak ve yarıkurak topografyalarla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? A )
Yıllık yağış miktarı azdır. B )
Asıl yayılış alanları subtropikal kuşaktadır. C )
Tropikal bölgelerle orta iklim kuşağının karasal özellikler gösteren sahalarında da yer alırlar. D )
Yıllık yağış miktarı 700 mm nin altında olan tüm sahalar kurak ve yarıkuraktır. E )
Taşların fiziksel parçalanması fazladır. Cevaplar: 1d – 2d
13
6. Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
6. BÖLÜM
ÖZET:
Bu derste Fiziki Coğrafya konsepti içerisinde morfoklimatik bölgelerden
kurak, yarı kurak, glasyal, periglasyal ve flüvyal topografyaların genel özellikleri ile
bunlara ait yerşekli örnekleri verilecektir.
BÖLÜM 6:
GİRİŞ
6.1. KURAK VE YARIKURAK TOPOGRAFYALAR
6.2. GLASYAL TOPOGRAFYALAR
6.3. PERİGLASYAL TOPOGRAFYALAR
6.4. FLÜVYAL TOPOGRAFYALAR
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
İç etmen ve süreçler tarafından oluşturulan büyük yerşekilleri dış etmen ve
süreçler
tarafından
işlenerek
şekillendirilir.
Bunlardan
iklime
bağlı
olanlar
Morfoklimatik yerşekillerini teşkil eder. Ekvatordan kutuplara ve deniz seviyesinden
1
zirvelere doğru farklı iklim katları bulunur ve bu çeşitlilik altında farklı yerşekilleri
görülür. Bunlar ana çizgileri ile ele alınarak üzerinde durulmuştur.
6.1. KURAK VE YARIKURAK TOPOGRAFYALAR
•
Bu bölgelerde yıllık yağış miktarları yetersizdir.
•
Yetersiz olan bu yağış miktarları da, özellikle sıcaklık ve buna bağlı buharlaşma
fazlalığı nedeniyle, büyük ölçüde kayba uğramaktadır.
•
Asıl yayılış alanları subtropikal kuşaktadır.
•
Tropikal bölgelerle orta iklim kuşağının karasal (kontinental) özellikler gösteren
sahalarında da yer alırlar.
•
Çok geniş ve hemen hemen kesintisiz bir kurak ve yarıkurak saha, yaklaşık
olarak Afrika'nın kuzey yarısını, Arabistan yarımadasını ve Orta Asya'yı içine
alacak
şekilde
Eski
Dünya
Karaları
üzerinde
güneybatı-kuzeydoğu
doğrultusunda uzanır.
•
Diğer önemli kurak ve yarıkurak sahalar Kuzey Amerika ile Güney Amerika
kıtalarının subtropikal iklim özelliklerine sahip batı kısımları, Afrika Kıtasının
güneybatısı ve Avustralya'nın batı ve iç bölgeleridir
Kurak ve Yarıkurak Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve
Süreçler
•
Fiziksel Parçalanma ve Kimyasal Ayrışma
•
Rüzgâr
•
Seyelan
Kurak ve Yarıkurak Topografyaların Görüldüğü Yerler
•
Şili ve Peru kıyıları,
•
Güney Arjantin,
•
Güneybatı Afrika,
2
•
Kuzey Afrika,
•
Arabistan,
•
İran,
•
Meksika’nın İç Kısmı,
•
İç Asya,
•
ABD’nin batı kısımları, Kaliforniya,… (Şekil 1).
•
Şekil 1. Kurak ve Yarıkurak Sahalar
Kurak ve Yarıkurak Bölgelerin Yerşekilleri
•
Deflasyon Çukurları
•
Yardanglar
•
Tanık (Şahit) Tepeler
3
•
Hamada ve Regler
•
Façetalı Çakıllar (Ventifactlar)
•
Bolsonlar
•
Playalar
•
Pedimentler
•
Bahadalar
•
İnselbergler
•
Kanyonlar
•
Enine Kumullar; Kum denizi, Barkanlar, Parabolik kumullar
•
Boyuna Kumullar; Seyfler, Gassiler
•
Yıldız Kumulları
•
Ripplemarklar, Kurak ve Yarıkurak Bölgelerin başlıca yerşekilleridir (Foto
1- 11).
Foto 1. Namib Çölü (Arkada Barkanlar dikkat çekiyor)
4
Foto 2. Gobi Çölü
Foto 3. Libya Çölü
5
Foto 4. Yardanglar
Foto 5. Tanık Tepe
Foto 6. Reg
6
Foto 7. Ventifakt
Foto 8. Bolson (Havzanın merkezinde playa bulunmaktadır)
7
Foto 9. İnselberg
Foto 10. Bir Kum Denizi (Erg) ve Üzerindeki Barkanlar
8
Foto 11. Yıldız Kumulu
6.2. GLASYAL TOPOGRAFYALAR
Glasyal topografyalar buzullar tarafından oluşturulan şekillerdir. Bunun için
buzul topografyası ismi de verilir. Buzullar normal buzdan farklı, kendilerine has
özellikleri olan buz kütleleridir. Bunlar, rekristalize (yeniden kristalleşmiş) kardan
müteşekkildirler ve akış hareketine sahip bulunurlar. Günümüz karalarının % 10'a
yakın bir kısmı buzullarla örtülü bulunmakta ve bu sahalarda, esas olarak, buzul
aşındırma ve biriktirme faaliyetlerine bağlı olarak meydana gelmiş yerşekiIleri yer
almaktadır. Bunlara ait genel özellikler ise aşağıdaki gibidir.
Glasyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve Süreçler;
•
Fiziksel Parçalanma
•
Buzullar
9
Glasyal Topografyaların Görüldüğü Yerler
•
Arktik Adalar (Grönland Adası, İslanda, Jan Mayen Adası, Spitsberg Adaları,
Franz Josef Adaları, Novaya Zemlya Adaları, Severneya Zemlya Adaları ve
Kanada'nın kuzeyindeki Baffin, Bylot, Ellesmere gibi adalar,
•
Antarktika,
•
Kuzey Amerika’da Chugach, Steller, Miller, Augusta, Logan, St.FJias gibi
Alaska Dağları, Kayalık Dağları, Kaskad Dağları,
•
Güney Amerika’da And Dağları
•
Avrupa'da İskandinavya Dağları, Alp Dağları, Pirene Dağları
•
Asya'da Kafkas Dağları, Elbruz Dağları, Zagros Dağları, Himalayalar ve
Sibirya'nın kuzeydoğusundaki alanlar, Çerski ve Koryak dağları
•
Afrika'da Klimanjaro, Kenya ve Ruwonzori dağları,
•
Türkiye "de ise buzulların yer aldığı başlıca sahalar, Büyük Ağrı Dağı, Buzul
Dağı, Kaçkar Dağı, Erciyes Dağı başlıca buzul sahalarıdır (Şekil 2).
Şekil 2. Glasyal Sahalar
10
Glasyal Bölgelerin Yerşekilleri
Aşındırma Şekilleri
•
Çizik, Oluk ve Çentikler
•
Hörgüçkayalar
•
Sürgüler
•
Buzu Vadileri
•
Asılı Vadiler
•
Fiyordlar
•
Sirkler
•
Sirk gölleri (Tarn)
•
Horn (Boynuz)
•
Aret (sırt)
Biriktirme Şekilleri
•
Morenler; taban morenleri, yan morenleri, orta morenleri, cephe morenleri ve
ablasyon morenleri
•
Drumlinler
•
Cephe Moreni Sırtları
•
Kameler
•
Asar veya Eskerler
•
Ketlle veya Söller
•
Sandurlar (Foto 12- 20)
11
Foto 12. Çizik ve Çentikler
Aret (Sırt)
Asılı Vadi
Foto 13. Asılı Vadi, Aret (Sırt)
12
Foto 14. Sirk Gölü
Foto 15. Aret
13
Foto 16. Sirk
Foto 17. Morenler
14
Foto 18. Cephe Morenleri ve Cephe Moreni Sırtı
Foto 19. Asar
15
Foto 20. Drumlinler
6.3. PERİGLASYAL TOPOGRAFYALAR
Buzul çevresi bölgeler veya Periglasyal bölgeler morfojenetik bölgelerden birini
teşkil ederler ve buzul sahalarıyla sürekli kar sahalarının çevrelerinde yer alırlar.
Periglasyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen Ve Süreçler
•
Etkin Fiziksel Parçalanma
•
Orta ve Kuvvetli derecede Rüzgar
•
Kütle Hareketleri
•
Karlar
•
Zayıf Akarsu etkisi
Periglasyal Topografyaların Görüldüğü Yerler
Kuzey yarımkürede, iğne yapraklı ormanların (konifer ormanların) kuzey
sınırının ötesindeki tundra adı verilen soğuk steplere karşılık gelirler (Avrasya'da,
kabaca kuzey kutup dairesinin kuzeyi; Kuzey Amerika'da ise, 60. Paralelin kuzeyi). Bu
sahaların dışında, ayrıca, yüksek dağlık kütleler üzerinde ve orman üst sınırının
yukarısında yer alan Alpin bitkiler katı da buzul çevresi bölgelere dâhildir.
16
Periglasyal Bölgelerin Yerşekilleri
•
Erime Çukurları (Alla)
•
Pingolor
•
Tufur
•
Buz Kamaları
•
Buz Çivileri
•
Yoğurulmuş Topraklar
•
Çelenkli Topraklar
•
Poligonal Topraklar (Taş Poligonları)
•
Taş Kümeleri
•
Şeritli Topraklar veya Taş Şeritleri
•
Soliflüksiyon Taraçaları
•
Periglasyal Kaldırımlar (Şekil 21-26).
Foto 21. Erime Çukurları Allalar
17
Foto 22. Periglasyal Kaldırımlar
Foto 23. Pingo
18
Foto 24. Taş Kümeleri
Foto 25. Taş Halkaları
19
Foto 26. Periglasyal Kaldırımlar
6.4 FLÜVYAL TOPOGRAFYALAR
Akarsuların aşındırma, taşıma ve biriktirme faaliyetleri sonucu meydana gelen
yerşekillerinin tümü flüvyal topografyaları meydana getirir.
Flüvyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve Süreçler
•
Kimyasal Ayrışma
•
Fiziksel Parçalanma
•
Erozyon
•
Kütle Hareketleri
•
Akarsular
•
Seyelanlar
20
Flüvyal Topografyaların Görüldüğü Yerler
Akarsular,
yerşekillerinin meydana gelmesinde rol oynayan dış etmenlerin
yeryüzünde en geniş sahaya yayılmış olanıdır.
De Martonne’ e göre; Denizlere dökülen (92 milyon km²); İç Havzalara Dökülen
(14 milyon km²) Toplam (106 milyon km²) alana sahip bulunur.
Bu değer kabaca karalar yüzölçümünün 2/3 üne karşılık gelir. Böylece akarsuların
yer aldığı bütün sahaların toplam alanı 106 milyon km2 dir ve karalar yüzeyinin %
71'ini teşkil eder. Ancak akarsuların hâkim aşındırma etmeni olarak yer aldığı sahaların
alanı, diğer bir ifade ile akarsu topografyasının asıl görüldüğü flüvyal morfojenetik
sahanın alanı yaklaşık olarak 50 milyon km² dir. Bu karalar yüzeyinin % 33,3'ünü
meydana getirir. Bu sebeple onların meydana getirdiği yerşekilleri de yeryüzünde çok
yaygın olarak bulunur. Kısaca Dünyada akarsuların etkin olduğu sahalarda akarsulara
ait yerşekilleri bulunur.
Flüvyal Bölgelerin Yerşekilleri
Aşındırma Şekilleri
•
Vadiler,
•
Aşınım Yüzeyleri,
•
Peneplenler,
•
Yerlikaya Taraçaları,
Biriktirme Şekilleri
•
Birikinti Konileri,
•
Birikinti Yelpazeleri,
•
Dağ Eteği Ovaları (Piedmont Ovaları),
•
Dağ İçi Ovaları,
•
Taban Seviyesi Ovaları,
•
Deltalar,
•
Alüvyal Taraçalar başlıca yerşekilleridir (Foto 27- 32)
21
Foto 27. Akarsu Vadisi
Foto 28. Aşınım Yüzeyi
22
Foto 29. Taraçalar
Foto 30. Birikinti Yelpazesi
23
Foto 31. Dağ Eteği Ovası
Foto 32. Alüvyal Taşkın Ovası
24
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Aşağıdakilerden hangisi kurak ve yarıkurak bölgelerin yer şekillerinden biri değildir? A )
Yardang B )
Tanık tepe C )
Hamada D )
Fiyord E )
Bahada 2.
Aşağıdakilerden hangisi glasyal topografyanın görüldüğü yerlerden biri değildir? A )
Antarktika B )
İskandinav dağları C )
Arktik adalar D )
Himalayalar E )
Amazon havzası Cevaplar: 1d – 2e
25
7.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
7.
BÖLÜM
ÖZET: Bu derste kıyı, karst ve volkan morfolojisine ait temel özellikler ile bunların
kontrolünde oluşup gelişen yerşekilleri üzerinde durulacaktır.
BÖLÜM 7:
GİRİŞ
7.1. KIYI TOPOGRAFYASI
7.2. KARST TOPOGRAFYASI
7.3. VOLKAN TOPOGRAFYASI
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Kıyı, Kart ve volkanik yerşekilleri belirli bir iklime bağlı olmaksızın oluşan
topografya şekilleridir. Bu topografyalara ait yerşekillerini, kıyının, karstın veya
volkanizmanın var olduğu her iklim altında görmek mümkündür. Ancak burada iklimin
1
kıyı topografyası üzerindeki etkisi, örnek olarak soğuk iklim bölgelerinde denizin
donması ve dolayısıyla dalga aşındırmasının durması: kurak iklim bölgelerinde, allojen
akarsuların dışında, akarsularla kıyılara taşınan yük miktarının az olması ve buna bağlı
olarak kıyılardaki biriktirme şekillerinin fakirliği; çözülme ve kütle hareketlerinin
nitelik ve etkinlik derecelerinin saptanması gibi hususlarda kendisini gösterir.
7.1. KIYI TOPOGRAFYASI
Kıyı bölgelerindeki yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde, esas olarak
dalgaların aşındırma, taşıma ve biriktirme faaliyetlerinin rolü görülür. Dalga aşındırması
gerek su kütlesinin, gerekse, bu su kütlesiyle birlikte taşınan kum, çakıl, blok gibi
unsurların kıyılara çarpması ve onları tahrip etmesi yoluyla gerçekleşir. Kıyı
bölgelerindeki yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan diğer etmenlere
örnek olarak akıntılar, canlılar, rüzgâr, deniz buzları ve karasal etmenler gösterilebilir.
Örneğin akıntılar kıyılarda aşındırma faaliyetlerinde bulundukları gibi bol miktarda
yük taşıyıp biriktirerek biriktirme şekillerinin oluşumlarına da imkân sağlarlar. Uygun
koşullarda, canlılar (alg ve liken gibi bitkilerle bazı gastropoda türleri gibi hayvanlar)
tarafından meydana getirilen çeşitli, küçük biyojenetik yerşekilleri görülmektedir.
İnsanlarda, çeşitli yollardan kıyı şekillenmesi üzerinde etkili olurlar. Gerçekten insanlar
kıyılarda inşa ettikleri rıhtım, dalgakıran, liman gibi tesislerle kıyıların şekillerini
değiştirdikleri gibi buralardaki doğal jeomorfolojik gelişim sürecinde bir takım kesinti
ve bozulmalara da yol açarlar. Rüzgârlar, kıyı kumullarının oluşumlarında rol oynarlar.
Deniz buzlarından bankizler, oluşumları sırasında kıyılara basınç yaparak onları tahrip
ettikleri gibi çarpma yoluyla da aşındırmada bulunabilirler. Sel ve seyelân suları falezleri
yarıp parçalayarak onların alçaltılıp yatıklaştırılmaları ve geriletmelerinde rol oynarlar.
Akarsuların kıyıya bol miktarda alüvyon getirmeleri ve bunların uygun koşullarda kıyıda
birikmeleriyle taban seviyesi ovaları veya delta ovaları meydana gelir.
Kıyı Bölgesinin Profiline Göre Kıyılar
•
Alçak kıyılar
•
Yüksek kıyılar
2
Genelleştirilmiş Kıyı Tipleri
•
1.Fiyordlu Kıyılar
•
2.Skayerli (Skyerli) Kıyı
•
3.Rialı Kıyı
•
4.Koylu, Haliçli Kıyı
•
5.Limanlı Kıyı
•
6.Kalanklı Kıyı
•
7.Setli veya Lidolu (Kordonlu ve Lagünlü) Kıyı
•
8.Alüvyal Birikimli (Delta) Kıyıları
•
9.Boyuna (Pasifik Tipi) Kıyı
•
10.Dalmaçya Tipi Kıyı
•
11.Faylı Tektonik Kıyı
•
12.Enine Yapılı (Atlantik Tipi) Kıyı
•
13.Verev Yapılı Kıyı
•
14.Diskordant Yapılı veya Sürempoze Kıyı
•
15.Volkanik Kıyı
•
16.Mercan ve Resif Kıyı
Gelişim Dönemi Bakımından Kıyılar
•
Genç Kıyılar
•
Olgun Kıyılar
•
Yaşlı Kıyılar
Kıyı Bölgesinde Rölyefin Elemanları (Başlıca Yerşekilleri)
Aşınım Şekilleri
•
Falez (Yalıyar):10 M, 20 M, 30 M, 50 M…
o Çamur Akıntılı Falez
3
o Heyelanlı Falez
o Farklı Dirençteki Tabakalarda Falez
o Dirençli Kayaçlarda Falez
o Sözde Falez
o Ölü Falez
•
Abrazyon Platformu
•
Abrazyon Ovası
•
Denge Profilindeki Kıyı
•
Progradasyon Sahası
•
Çentikli Kıyı
•
Cepli Kıyı
•
Düzenlenmiş Kıyı
•
Boğaz
•
Oyuk, Asılı Kayaç
•
Aşınım Artığı Kayaç
Birikim Şekilleri
• Art Kıyı Seti
• Ön Kıyı Seti
• Kıyı Oku
o Kancalı Ok
o Birleşik Ok
• Birikim Platformu
• Bağlama Seti
o Kıyı Kordonu
o Koy Seti, Koy Dili
o Koy Ortası Seti
• Tombolo
• Tek Tombolo
• Birleşik Tombolo
4
• Çifte Tombolo
• Delta
• Basit Delta
• Birleşik Delta
• Koy İçinde Delta
• 8.Yalıtaşları
• Kıyı Kumulları
• Lagün
• Plaj
• Kumlu Plaj
• Çakıllı Plaj
• İlmik
• Marsh
• Bataklık
C. Antropojenik Kıyı Şekilleri
• Liman
• Dalgakıran, Mendirek
• Havuz
• Karayolu
• Deniz Duvarları
D.Biyoerozyon Şekilleri
• Track; Sürtünme İzleri
• Pit; Küçük Çukurlar
• Rock Pool; Kaya Havuzcukları
• Notch; Çentik
E.Gelişim Sürecini İfade Eden Şekiller
• Boğulmuş Kıyılar
• Kıyı Taraçaları ( 10 M, 20m,30m,…) (Teras, Seki)
o Sicilien Taraçaları
5
§ Tyrrhenien I Taraçaları
o Tyrrhenien II Taraçaları
o Pleistosen Taraçaları…
• Asılı Vadiler
• Eski Kıyı Çizgileri
F. Kıyıların Litolojik Yapısı
• Kil
• Kum
• Çakıl
• Kayaç
• Kireçtaşı
• Kumtaşı
• Andezit
• Bazalt
• Aglomera
• Tüf
• Tebeşir
• Fliş
• Marn
• Kuvarsit
• Şist
• Granit… (Şekil 1; Foto 1-12).
6
Foto 1. Koy, Burun, Plaj, Falez İçeren Bir Kıyı Örneği (Ayrıca kıyıda beşeri
müdahalelerde dikkat çekmektedir)
Foto 2. Aşınım Artığı Kayaçlar İle Çakıllı Kıyılar
7
Foto 3. Önde Plajlı Alçak Kıyı Arkada ise Falezli Yüksek Kıyılar Uzanmakta
Foto 4. Kıyı Oku
8
Foto 5. Kıyı Seddi ve Lagün (Küçükçekmece Lagünü)
Şekil 1. Kıyı Seddi ve Küçükçekmece Lagünü
9
Foto 6. Tombolo
Foto 7. Killi Kıyı
10
Foto 8. Kıyı Kordonu
Foto 9. Kıyı Kordonu ve Küçükçekmece Lagün
11
Foto 10. Kıyı Kordonu ve Lagün
Foto 11. Lagün
12
Foto 12. Tombolo
7.2.KARST TOPOGRAFYASI
Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde kayaçların önemli rolleri vardır.
Onların fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki farklılıklar, farklı yerşekillerinin meydana
gelmelerine sebep olabilir. Kalkerlerin çözülme özelliklerine (ya da suda çözünme
özelliklerine) bağlı olarak meydana gelen yerşekillerinin oluşturduğu karst topografyası
buna güzel bir örnek teşkil eder. Bu topografyaya ait yerşekilleri, daha az yaygın ve
daha az gelişmiş bir şekilde jips, dolomit, tebeşir ve kayatuzu gibi suda eriyebilen
kayaçlar üzerinde de meydana gelir. Kartlaşmanın ve dolayısıyla karst topografyasının
gelişebilmesi için bir takım koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bugün kalkerlerin
bulunduğu her sahada karst topografyasına ait yerşekillerinin görülmeyişi, hiç değilse,
onların tam olarak gelişmiş bulunmamaları bunun bir kanıtıdır. Karstlaşma üzerinde
etkili olan etmenler, esas olarak,
• Kayaç Cinsi,
• İklim,
• Tabakalanma Özellikleri,
• Jeomorfolojik Özellikler,
• Zaman’dır.
13
Başlıca Karstik Yerşekilleri
•
Lapya
•
Obruk
•
Düden
•
Dolin
•
Uvala
•
Polye
•
Mağara
•
Kör ve Kuru Vadi
•
Çıkmaz Vadi
•
Doğal Tünel ve Köprü
•
Traverten
•
Sarkıt
•
Dikit
•
Damlataşı Sütunu
•
Traverten Taraçası
•
Traverten Konisi
•
Traverten Seti
•
Traverten Seti Gölü
•
Birikme Filonu
•
Kalker Kabuk (Foto 13- 19).
14
Foto 13. Traverten
Foto 14. Kuleli Karst
15
Foto 15. Obruk
Foto 16. Lapyalar
16
Foto 17. Karrenfeld (çapır arazi)
Foto 18. Gölova (Polye)
17
Foto 19. Sarkıtlar
7.3. VOLKAN TOPOGRAFYASI
Volkanizma yerin iç kısmında yer alan magmanın, yerkabuğu içine doğru
sokulması veya yeryüzüne doğru yükselmesi sürecidir. Bu sürece bağlı olarak meydana
gelen
yerşekillerini
içeren
topografyaya
volkan
topografyası
denir.
Volkan
topografyasının oluşumunda, aşınım şekillerinin (barrancoslar ve aşınım kalderaları
gibi) dışında, iklimin etkisi yoktur. Volkanik yerşekillerini, çeşitli İklimler altında ve
dolayısıyla çeşitli morfojenetik bölgeler dâhilinde görmek mümkündür.
Volkanların yaklaşık olarak % 75'i Büyük Okyanus'un kenarlarında Ateş
Çemberi olarak adlandırılan kuşakta yer almaktadır. Yeryüzünün volkanların çok
bulunduğu diğer yerleri, Afrika'nın doğusu, Alp-Himalaya kuşağı ile Atlas
Okyanusu'nun Asor Adaları, Kanarya Adaları, Antil Adaları ve İzlanda gibi bazı
kesimleridir (Şekil 2).
18
Şekil 2. Dünyadaki Başlıca Volkan Sahaları
Başlıca Volkanik Yerşekilleri
•
Diatrema,
•
Kaldera,
•
Somma,
•
Volkan,
o Piroklastik Volkan
o Lav Volkanı
o Stratovolkan
•
Krater ve Kaldera
•
Volkanik Dom ve Kule
•
Lav Akıntıları ve Lav Örtüsü
•
Lav Tünelleri
•
Barrancos
•
Planez
•
Aşınım Kalderası
•
Neck ve Dayk
•
Plato, Kornişli Vadi ve Mesa (Şekil 3; Foto 20- 23).
19
Şekil 3. Stratovolkan
Foto 20. Krater
20
Foto 21. Maar
Foto 22. Maar
21
Foto 23. Volkanik Dom
22
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Aşağıdakilerden hangisi kıyılarda oluşmuş birikinti şekillerinden biri değildir? A )
Falez B )
Tombolo C )
Kıyı oku D )
Delta E )
Kıyı kordonu 2.
Karstlaşmanın ve dolayısıyla karst topografyasının gelişebilmesi için birtakım koşulların birlikte meydana gelmesi gerekir. Buna göre derinlik karstlaşması üzerinde aşağıdakilerden hangisi etkili değildir? A )
İklim B )
Kayacın yapısı C )
Tabakaların özellikleri D )
Jeomorfolojik özellikler E )
Rüzgâr Cevaplar: 1a – 2e
23
8.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
8. BÖLÜM
ÖZET:
Bu derste Hidrografyanın tanımı yapılacaktır. Kapsamı ve özellikleri ortaya
konulacaktır. Hidrografyanın alt ve ilişkili olduğu yan bilim dalları belirtilecektir.
Ayrıca Hidrografya biliminin gelişme süreçleri ve bu süreçte rol oynayan önemli isimler
belirtilecektir.
BÖLÜM 8:
GİRİŞ
8.1. HİDROGRAFYA NEDİR?
8.2. HİDROGRAFYAYI OLUŞTURAN VE HİDROGRAFYA İLE İLİŞKİLİ
BİLİM DALLARI NELERDİR?
8.3. HİDROGRAFYA BİLİMİNİN GELİŞME SÜRECİ
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için en çok ihtiyaç duyduğu unsurlardan
biri ‘su’ dur. Su insan yaşamında, tüm canlılarda, kısacası doğada vazgeçilmez değerli
1
doğal kaynaklardan biridir. Günümüzde nüfusun artması, çoğalan sanayi tesisleri gibi
sebepler su ihtiyacının sürekli olarak artmasına neden olmaktadır. Çoğu gelişmekte olan
ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de meydana gelen hızlı nüfus artısı, çarpık kentleşme
ve sanayileşme, yaşamımızı sürdürebilmemiz için gereken ‘su’ kavramını değiştirmiştir.
‘Su’ kavramı tek başına yetersiz hale gelmiş ve önüne ‘temiz - kullanılabilir’ terimlerini
ekleme gerekliliği doğmuştur. Son yıllarda sıkça bahsedilen ve yaygın bir sorun haline
gelen iklim değişimleri ve bu iklim değişimlerinin olumsuz etkileri karşısında daha da
önem kazanan su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ulusal ve uluslararası gündemin
en önemli maddesi durumundadır. Birleşmiş Milletler, 2005 – 2015 döneminde
çalışmalarının ana temasını ‘yasam için su’ seklinde tanımlamıştır. Su kaynaklarının
sürdürülebilir yönetimi her şeyden önce etkin bir korumayı gerektirmektedir.
Artan nüfus artışı ve olası kuraklıklar nedeniyle dünyamızda su açığı ortaya
çıkmaktadır. Bu talebe cevap verebilmek için planlanan yüzey su kaynaklarının devreye
sokulmasının yanı sıra hâlihazır kaynakların korunması ve verimli kullanılması önem arz
etmektedir. Su ihtiyacını karşılamak için suyun bol olduğu yerlerden az olduğu yerlere
taşınması ve su biriktirme hazneleri oluşturulması gibi önlemler tartışılmaktadır. Fakat
en etkili yol suyun geçmişteki davranışını inceleyip gelecekteki davranışını tahmin
etmektir. Zaman içerisinde su miktarındaki değişimin bilinmesi depolanan ve
depolanacak suyun daha dikkatli olarak kullanılmasına ve planlanmasına yardımcı
olacaktır.
Planlama da su kaynaklarının miktar ve kalite açısından etkin bir koruma ve
yönetim modelinin oluşturulması, su kaynağının bulunduğu sistemin, lito-stratigrafi,
tektonik, morfolojik fiziksel parametreleri ile iklim, akarsular, kaynaklar, yeraltısuları
2
ve göller gibi dinamik özelliklerinin belirlenmesi, bunların ilişkilendirilmesi ve bu
ilişkilerin bir hidrografik model çerçevesinde analiz edilmesi gerekmektedir. Bütün
bunlar hidrografya bilimini tartışmasız önemde bir konuma çıkarmaktadır.
Görüldüğü üzere iki Hidrojen ve bir Oksijenden oluşan su (Şekil 1) dünyada
günden güne petrolden daha kıymetli bir zenginlik haline gelmektedir. Günümüzde,
dünya çapında çok özel öneme sahip olan taze ve içilebilir su kaynakları maddi değerle
ifade edilemeyecek kadar paha biçilmez bir öneme sahiptir (Şekil 2).
Şekil 1. Suyun İçindeki Hidrojen ve Oksijen ile bunların bağlarını ifade eden
3 Boyutlu Modellemesi
3
Şekil 2. Çevremizde görmeye alıştığımız suyun önemini ifade eden bir görüntü
8.1.
HİDROGRAFYA NEDİR?
Hidro; Su
Graphein; Tasvir anlamına gelmektedir.
Bu terimler ışığında Hidrografya yeraltısularını, kaynakları, akarsuları, gölleri,
denizleri ve okyanusları dolayısıyla tüm yerküre üzerindeki suları inceleyen bir bilim
dalıdır. Hidrografya kamsam olarak Fiziki Coğrafyanın bir alt disiplinidir ve görüldüğü
üzere suların coğrafyasıdır (Şekil 3).
4
Şekil 3. Hidrosferi meydana getiren sular Hidrografyanın konusu içindedir.
Coğrafyanın sularla ilgili konularını inceleyen Hidrografyayı Kara Hidrografyası ve
Deniz Hidrografyası olmak üzer iki kısma ayırmak mümkündür. Karalar üzerindeki ve
içindeki yeraltısuları, kaynaklar, akarsular, göller ve buzullardan oluşan sular Kara
Hidrografyası dâhilindedir. Okyanus ve denizleri meydana getiren sular ise Deniz ve
Okyanus Hidrografyasını meydana getirir.
Suların fiziksel, kimyasal özelliklerinin yanı sıra onların dağılışlarını, bulundukları
ortamları, suların hareketlerini, bunların nedenlerini ve insan ile olan ilişkilerini inceler.
Ayrıca su taşkınları ve çekikler gibi konularda Uygulamalı Hidrografya kapsamında
hidrografyanın konuları dâhilindedir. Bunun yanı sıra enerji üretimi konusunda da
önemli bir konuma sahip bulunan sular beşeri ve ekonomik hayat içinde de tartışmasız
öneme sahiptir. Ayrıca sınır aşan ve sınır oluşturan sular, uluslararası akarsu havzaları
ve havza yönetimi gibi su konuları hidropolitik kapsamında uluslararası siyasete konu
olmaktadır. Termal sular sağlık açısından dikkate değerdir. Bu bakımdan tıp ve sağlık
turizminin konu olmaktadır. Aynı şekilde raftingden yüzmeye kadar birçok sportif
faaliyetlerde su ile ilişkilidir. Bunlardan başka tarım ve hayvancılık ta suya bağımlı
5
bulunmaktadır. Aynı şekilde insanlar ve tüm fauna ve flora unsurları da suya bağımlıdır.
Bu bakımdan balıkçılıktan, hububat tarımına ve diğer tüm gıdalara kadar geniş bir
yelpazede suyun vazgeçilmez olduğu açıktır. Son olarak akarsularda, göllerde,
denizlerde ve okyanuslarda gerçekleştirilen ulaşım da kayda değer bir konu olarak sular
coğrafyasının kapsamı dâhilindedir.
8.2. HİDROGRAFYAYI OLUŞTURAN VE HİDROGRAFYA İLE
İLİŞKİLİ BİLİM DALLARI NELERDİR?
Hidroloji: Su Bilimi
Meteoroloji; Atmosfer Bilimidir. Yağış, sıcaklık, basın ve rüzgâr gibi atmosfer
olaylarını kapsar.
Hidrometeoroloji; Su ile Meteorolojik olaylar arasındaki ilişkileri inceler.
Hidrojeoloji; jeolojik bilimler ile su arasındaki ilişkileri inceler. Özellikle yeraltısuları
ve jeoloji arasındaki ilişkiler hidrojeolojinin konusunu meydana getirir.
Hidroekoloji; Flora, fauna ve insan müdahalesi ile bu koşullarda ortaya çıkabilecek
değişiklikler hayatta kalması için gerekli su habitatları ile ilgilidir.
Organizmalar ve hidrolojik çevrim arasındaki etkileşimler hidroekolojinin
konusu dâhilindedir.
Hidrokimya; suyun kimyasal özelliklerini inceler.
Hidroinformatik; Hidroloji ve su kaynakları uygulamaları için bilgi teknolojileri
uygulamalarını içerir.
Hidrooizotop; Suyun atomik ve izotop yapılarını inceler.
Oseonografya (Oşinografi); Okyanus ve denizlerdeki suları inceleyen bilim dalıdır.
Limnoloji; Göllerdeki suları inceleyen bilim dalıdır. Göllerdeki suların biyolojik,
kimyasal, fiziksel, jeolojik ve diğer özelliklerini kapsar.
6
Bunlardan başka; tarım ve hayvancılık, ormancılık, su ürünleri, taşkından
korunma, akarsu taşımacılığı, su enerjisi üretimi, su temini ve üretimi, akarsu
jeomorfolojisi, kıyı jeomorfolojisi, buzul ve buzul çevresi jeomorfolojisi, karst
jeomorfolojisi, havza yönetimi, su mühendislik yapıları gibi konularda sularla yakın
ilişki içinde bulunmaktadır.
8.3. HİDROGRAFYA BİLİMİNİN GELİŞME SÜRECİ
Son yüz yılda analiz ve mühendislik konularını da içeren Hidrografya ilk çağdan
beri bilinen bir disiplin olmuştur. İlk çağlardan beri insanlar günlük hayatlarını
sürdürebilmek için özellikle nehir ve göl kenarlarında yerleşim bölgeleri kurmuştur.
Böylece suyun içme, tarım ve ulaşımda sağladığı faydaların yanında ticaret
faaliyetlerini de geliştirmiştir. İnsanlar su enerjisinden yararlanarak yelken açıp
gemilerin hızlı seyir ve seferlerini temin etmek, sular yardımıyla değirmenler kurarak
tahılları öğütmek ve un üretmek için sürekli su kuvvetinden yararlanmışlardır.
Yaklaşık MÖ 4000 yıllarında çorak toprakların tarımsal verimliliğini artırmak
için akarsular üzerinde barajlar inşa edilmiştir. Mezopotamya’da yerleşmeler su
baskınlarından korunsun diye yüksek toprak duvarlar ile koruma altına alınmıştır.
Çin’de hala ayakta bulunan su kemerleri ve su kontrol yapıları su ile ilgili eski
çalışmalara örnek teşkil eder. Yaklaşık 1200 yıllarında Diyarbakır’da Artuk Türkleri
zamanında yaşayan Ebul İz El-Cezeri’nin yaptığı suyla ilişkili otomasyon araçları,
günümüzde Sibernatik (Kendi kendine çalışan mekanizmalar) araçların başlangıcı
sayılabilir.
Yağış, sıcaklık ve buharlaşma gibi faktörlerdeki değişimlerin suyun bolluğunu
ve kıtlığını etkilediği anlaşılmış ve bu atmosfer olayları izlenmeye ve değerlendirilmeye
başlanmıştır.
İbn-i Sina suyun yerşekillerinin oluşum ve gelişimine etki ettiğini ve yeryüzünü
şekillendirdiğini yaklaşık 1000 yıl önce ifade etmiştir. Benzer yaklaşımları son bir kaç
yüz yılda Marcus Vitruvius, Leonardo da Vinci, William Morris Davis ve Bernard
Palissy gibi batılı bilim adamlarının da ileri sürdüğünü görmekteyiz.
7
Yağış, akış ve drenaj alanı ölçümleri yapan Pierre Perrault, akarsularda akış ve
hız kontrolleri yapan Edme Marriotte, Nehirlerde buharlaşma miktarları ve denize akan
su miktarları üzerinde bütçe hesapları yapan Edmund Halley modern Hidroloji biliminin
öncülerinden bazıları olarak sayılabilir.
18. yüzyılda Daniel Bernoulli, Bernoulli piyezometresini ve Bernoulli
denklemini geliştirmiştir. 19. Yüzyılda yeraltısularında akış ve hız konusunda bilgi
veren Darcy yasası, Dupuit-Thiem formülü ve Hagen-Poiseuille kapiler akışı denklemi
geliştirilmiştir.
20. yüzyılda Kamu kurumları kendi hidrolojik araştırma programlarını başlatmış
ve böylece amprik formüller ileri sürülmüş ve rasyonel analizler gerçekleştirilmiştir.
Leroy Sherman'ın birim hidrografı, Robert E. Horton infiltrasyonu teorisi ve C.V.
Theis’in akifer testi ve kuyu hidroliği denklemleri bu bakımdan dikkate değerdir.
1950'lerden bu yana hidroloji çalışmaları daha çok analizlere dayanmaktadır.
Hidrolojik analiz süreçleri daha çok bilgisayar tabanlı ve özellikle Coğrafi Bilgi
Sistemleri (CBS) kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Bunlara ek olarak su üzerlerinde
kurulan bentler, barajlar, köprüler gibi mühendislik yapıları, suda hareket eden araçların
geliştirilmesi, sulardaki kirlilik ve önlenmesi gibi konularda yine su bilimi ile ilişkili
hususlar kapsamındadır.
Su taşkınlarına ait özelliklerin saptanmasında, önceleri,
genellikle mahalli
soruşturma ve incelemelere göre elde edilen bulgular değerlendirile gelmiştir. Son
dönemlerde ise yer yer bununla beraber birtakım analitik yaklaşımlar da söz konusudur.
İlk analitik çalışmalara örnek olarak, 1889 yılında Kuichling tarafından ileri
sürülmüş ve 1968’de geliştirilmiş olan rasyonel metod verilebilir. 1914’te Fuller,
1924’de Foster, 1930’da Hazen’ in ortaya attığı formül ve 1932’de Sherman’ın
geliştirdiği birim hidrograf kavramı o zamana kadar olan çalışmalara yenilik getirmiştir.
1936’da Slade, 1938’de Snyder ilk sentetik birim hidrografın adımını atmıştır. 1941’de
Gumbel ve daha sonra Frechert, 1952’de Taylor ve Schwarz, 1954’de Soil Conservation
Service’nin geliştirdiği üçgen birim hidrograf ve 1957’de Mockus’un uygulamaları
taşkın çalışmalarının gelişmesinde önemli adımlar olmuştur. 1959’da Hickok, Keppel
8
ve Rafferty boyutsuz birim hidrograf kavramını ortaya atmışlar ve aynı yıl Nash
tarafından geliştirilerek yağış ve akış arasındaki ilişkileri ifade etmede kullanılmıştır.
1961’de Gray küçük drenaj alanlarında sentetik birim hidrograf metodu, 1961’de Potter
yöntemi uygulama alanına girmiştir. 1962’de Chow SCS yöntemini yeniden
düzenlemiş, aynı yıl Reich Pearson-III dağılımından küçük havzalar için proje
hidrografları geliştirmiştir. 1963 yılında Wu, Nash, Edson ve Gray yöntemlerine benzer
şekilde gamma dağılımı ile bir çalışma ortaya koymuştur. Reich ve Hiemstra 1965’de
küçük drenaj alanlarında maksimum taşkın tahmin çalışmasını yapmış, 1966’da
Grawfort ve Linsley bilgisayar ortamında Stanfort modelini geliştirmiştir. 1967’de
Newton ve Vinyard karmaşık yağışlardan yine bilgisayarla birim hidrograf çıkarmış,
1968’de Mc Sparsan, Moore ve Bell taşkın hidrografı çalışmaları yapmışlardır. Aynı yıl
Schultz bilgisayar ortamında yağıştan Hyreun modelini taşkın hidrografına ait bir
çalışma olarak ortaya koymuştur. 1969’da Merva, Brazee, Schwab ve Curry küçük
yağış alanları için birtakım çalışmalar yapmışlar ve aynı yıl Surkan, sentetik
hidrograflar geliştirmiştir. Yine 1969’da Holton bazı bağıntılar tespit etmiş, Hudlow ve
Clark yağış alanı, akarsu boyu, havza merkezinin havza çıkışından uzaklığı ve eğimi
kullanarak ve Snyder metodunu bilgisayara uygulayarak birim hidrograf elde
etmişlerdir. Aynı yıl Fogel özellikle konveksiyonel yağışlardan oluşan taşkınlar için bir
bağıntı ortaya atmıştır. 1964 de Weiss, her gün 07,00 den yine 07,00 ye kadar olan
yağışların günlük en yüksek yağışı vermesi için belli bir katsayı ile çarpılmasının
gerektiğini ileri sürmüştür. 1970 yılında Cordery, zeminin yağış öncesi nem durumu ile
sızma arasında bir bağıntı elde etmiş, 1971 de Fleming ve Franz eski yöntemlerden
başlıcalarının karşılaştırmalarını yapmışlardır.
Bir drenaj alanından gelmesi beklenen taşkınların hesabı için, günümüze dek
yukarıda belirtilen teorik, amprik veya bunların karışımı olarak pek çok formül ortaya
atılmıştır. Ancak bunların çoğunluğu denendikleri drenaj alanlarının özellikleri ile iklim
şartları aynı olmadığından, aynı büyüklükteki drenaj alanları için her birinin verdiği
sonuçlar da farklı olmaktadır. Ayrıca yukarıda belirtilen formüllerin çoğunluğu sadece
drenaj alanı büyüklüğünün fonksiyonunu esas aldığından, drenaj alanındaki bazı
özelliklerin dikkate alındığı formüllerin dahi hemen çoğunda olasılık ve yinelenme
9
olgularına yer verilmediğinden, bu gün artık kullanılmamaktadırlar. Örnek olarak
Hofbauer, Kresnik, Myers, Iskowki formülleri verilebilir.
Bunlardan havza alanı ve ana yer şeklilerine göre ortaya atılan Hofbauer
formülü (Qp=60β√A) şeklindedir.
Qp: Taşkına neden olabilecek birim zamandaki su miktarı (m³ /sn)
β: Yerşekillerini karakterize eden sabit katsayı değeri (ova:0,25-0,35;
plato:0,35-0,50; dağ:0,50-0,70).
A: Havza alanı (km²)
Yalnızca alanın büyüklüğüne dayanan bir diğer yaklaşımda Kresnik’e aittir.
Ona göre taşkın formülü (Qp=XA.32/0,5+√A) şeklindedir. Burada X genellikle 1 olarak
alınmaktadır. A ise havza yüzölçümünü belirtmektedir.
Yine alana bağlı ortaya konulan bir formül (Qp=0,0176C√A) Myers’e aittir.
Formülde kullanılan C genellikle 2500’dür. A ise alanı ifade etmektedir.
Son olarak değişik katsayılar ile yağış miktarının da hesaba katıldığı Iskowki
formülü (Qp=Ch.m.h.A)’ne değinilecektir.
Ch: Havza katsayısı( bataklık, havza tabanı için:0,017-0,030; dalgalı
arazi:0,035-0,125; Yüksek dağlar:0,080-0,800).
m: Yağış alanı indeksi (havza alanı 100 km² ise m:7,40; 1000 km² ise m:4,70;
10000 km² ise m:3,017)
h: Yıllık ortalama yağış (m)
Görüldüğü gibi artık kullanılmayan bu formüllerin,
bugünkü yaklaşımlara
kaynak teşkil ederek onlar için temel oluşturduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Belirtildiği gibi son 20 yıl içinde ise, Coğrafi Bilgi Sistemleri, Uzaktan Algılama
Teknikleri ve İstatistik Yöntemleri ile taşkın çalışmaları daha objektif ve güvenilir hale
gelmiştir.
Gelişmiş ülkelerde artık bu çalışmalar taşkın şeklinde bir başlık altında
değerlendirilmesinin yanı sıra, yukarıda belirtilen modern teknikler ışığında “Su
Yönetimi” başlığı altında da sıkça kullanılmaktadır. Örnek olarak Clark’ın ortaya
koyduğu “Su Yönetimi ve Hidrolojiye CBS Tabanlı Bir Yaklaşım” adlı makalesi
verilebilir. “Taşkın Alanları ve Depresyonlar Boyunca Raster Sayısal Yükselti
Modelleri Kullanılarak Drenaj Analizinin Otomatik Olarak Belirlenmesi” adlı makalede
10
aynı doğrultuda değerlendirmeler yapılmıştır. Sayısal yükselti modelleri kullanılarak
benzer çalışmaların çokça yapıldığını görmekteyiz. Bu çalışmalarda topografya objektif
olarak analiz edilmiş ve buna bağlı olarak birçok tespit yapılmıştır. Özellikle büyük
akarsu havzalarında ortalama ölçümler, akarsu ağlarının gücü ve havza etki faktörleri ile
taşkın süreleri ortaya konulmuştur.
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Aşağıdakilerden hangisi Kara Hidrografyasının unsurlarından biri değildir? A. Akarsular B. Kaynaklar C. Yeraltısuları D. Göller E. Okyanuslar 2.
Yeraltına sızan suların bir kısmı, yerin nispeten derin kısımlarına sokularak orada bulunan geçirimli kayaçların gözenek, yarık, çatlak gibi boşluklarını tamamen doldurmuş bir şekilde bulunur. Alt kısımlarından, geçirimsiz kayaçların teşkil ettiği bir zonla sınırlanan bu su tabakası, dar anlamda yeraltısuyu veya taban suyu olarak adlandırılmaktadır. Yeraltında su birkaç zonda bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, asıl yeraltısuyunun yani alttan geçirimsiz zon ile sınırlanan su kütlesinin yer aldığı ve buradaki kayaçların bütün boşluklarının su ile dolu olduğu suya doygun zondur. Bu zon aşağıdakilerden hangisi ile isimlendirilmektedir? A. Satürasyon B. Aerasyon C. Kılcal D. Higroskopik E. Tünemiş Cevaplar: 1e – 2a
11
9.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
9. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste Kara hidrografyası açıklanacaktır. Kara hidrografyasını oluşturan
unsurlar ve temel özellikleri değerlendirilecektir. Bunlardan yeraltısuları, akifer ve
akifer tipleri, kaynaklar ve kaynak tipleri üzerinde durulacaktır.
BÖLÜM 9:
GİRİŞ
9.1. YERALTISULARI
9.2. AKİFER VE AKİFER TİPLERİ
9.3. KAYNAKLAR
9.4. KAYNAK TİPLERİ
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Kara yüzeyleri ve içindeki sular kara hidrografyasını meydana getirir. Bunlar
yeraltısuları, kaynaklar, akarsular ve göllerdir. Bunlar aynı zamanda tatlı su
1
kaynaklarıdır. İnsanların ilişkileri daha çok bu sularla gerçekleşir. Günlük su
kullanımından, karstik sahalardaki şekillendirmeye veya flüvyal bölgelerdeki
şekillenmeye kadar karasal sular dikkate değerdir. Bunların gerek yüzeyde gerekse
yeraltında bulunmaları zeminin jeolojik özellikleri ile ilgilidir. Suyun yeryüzünden
yeraltına geçmesine sızma (infiltrasyon) denir. Yağış sırasında ve birim zamanda
zemine sızabilecek maksimum yağmur suyu miktarı sızma kapasitesini teşkil eder ve
suyun bir saatteki yüksekliği veya hacmi olarak ifade edilir.
Herhangi bir sahadaki sızma kapasitesi değeri; o sahaya düşen yağmur
miktarından; akış, buharlaşma, terleme, bitki örtüsü tarafından tutulma (intersepsiyon),
göllerime ve kullanma gibi çeşitli yollarla olan toplam su kaybını çıkarmak suretiyle
bulunabileceği gibi, laboratuarlarda meydana getirilen ve infiltrometre veya Lizimetre
adı verilen küçük modeller üzerinde de saptanabilir.
Sızma kapasitesi, boşlukların daha çok olması veya diğer bir deyişle açık
olması nedeniyle, yağış başlangıcında fazladır. Fakat o, boşlukların bir kısmının, gerek
sızan sular veya yukarıdan taşınan küçük unsurlarla doldurulmaları ve gerekse, toprağın
bünyesinde yer alan killerin suyla temas sonucu şişmeleri sonucunda tıkanmalarıyla,
hızla azalır. Ortalama olarak birkaç saat sonra, sızma kapasitesi, sabit bir değer kazanır.
Yerüstüsularının yeraltına sızması ve sızma kapasitesi üzerinde çeşitli etmenler
rol oynar. Sızma her şeyden önce yerçekimi ve kapilarite kuvvetlerinin etkilerine
bağlıdır. Özellikle yerçekimi kuvveti önemli bir rol oynar. Gerçekten bu kuvvet olmasa,
diğer bir ifade ile suyun herhangi bir ağırlığı bulunmasa, onun yerin derin kısımlarına
doğru hareketi de söz konusu olamaz. Kapilarite kuvveti ise, yüzey sularının sınırlı bir
miktarının kılcal boşluklarla belirli bir derinliğe kadar sokulmasını sağlar.
Sızmanın meydana gelebilmesi ve miktarı üzerinde, ayrıca, zemini meydana
getiren kayaç ve toprakların gözenek, yarık, çatlak gibi suyun geçmesine olanak
sağlayacak nitelikte bir takım boşluklar içermesi ve dolayısıyla geçirimli olması
gerekir. Herhangi bir kayaçta yer alan tüm boşlukların hacminin, kayacın toplam
hacmine oranına gözeneklilik (porozite) denir ve yüzde (%) olarak ifade edilir. Örneğin
boşlukların toplam hacmi 100 olan bir kayaç parçasının toplam hacmi 1000 ise, bu
kayacın gözenekliliği % 10'dur.
Gözeneklilik farklı kayaç ve topraklarda farklı değerler gösterir. Çünkü bu
2
hususta rol oynayan çeşitli etmenler kayaçtan kayaca ve topraktan toprağa değişir.
Örneğin tortul kayaçlarda gözeneklilik; kayacı oluşturan unsurların şekillerine,
tertiplenme düzenlerine (tekstür), elenme derecelerine, çimento ile birbirlerine bağlı
bulunup bulunmamalarına, yıkanma sonucu mineral gibi bir takım unsurların eritilerek
uzaklaştırılmalarına veya unsurlar arasındaki boşlukların sızan suların çökelttiği yeni
mineraller veya küçük unsurlarla doldurulmalarına, kalker gibi suda eriyebilen
kayaçlarda erime sonucu oluşan galeri, mağara gibi boşlukların varlığına ve basınç veya
gerilmeler sonucu oluşan bir takım kırık ve çatlaklar içermelerine bağlı olarak değişir.
İyi elenmiş, yani, unsurları hemen hemen aynı boyutta olan, çimentosuz çakıl,
kum ve silt depoları yüksek gözenekliliğe sahiptirler. Depoyu meydana getiren unsurlar
iyi elenmemişse, diğer bir deyişle, iri unsurlar arasındaki boşluklar küçük unsurlarla
doldurulmuşsa, gözeneklilik azalır. Unsurların doğal bir çimento maddesiyle
birbirlerine bağlanmaları, onların aralarındaki boşlukları ortadan kaldıracağından
gözeneklilik düşüktür. Erimelere ve kırılma veya çatlamalara bağlı olarak bir takım yeni
boşlukların meydana gelmesi veya mevcut boşlukların genişlemesi gözenekliliği arttırır.
Kuruma çatlakları, ölü bitki köklerinin yerlerine karşılık gelen boşluklar veya
hayvanlar tarafından açılan oyuk, delik, tünel gibi boşluklar toprakların gözenekliliğini
arttırır. Buna karşılık, toprağın, yağmur damlalarının darbe etkisiyle veya hayvanlar vs
tarafından çiğnenerek sıkıştırılması,
var olan boşlukların hacmini küçülteceğinden,
hatta onların bir kısmını tamamen ortadan kaldıracağından gözeneklilik değeri azalır.
Geçirimlilik ise, hem gözenekliliğe hem de boşlukların boyut ve niteliklerine bağlı
olarak değişir. Gözeneklilik ne kadar yüksek ve boşluklar ne kadar büyük ve birbirleri
ile bağlantılı İse geçirimlilik de o oranda fazladır. Diğer bir ifade ile çok sayıda ve
suyun geçmesine olanak verecek nitelik ve boyutta boşluk içeren zeminler çok
geçirimlidirler; bu tür zeminlerin sızma kapasiteleri de yüksektir. Buna karşılık, Örneğin
killi topraklarda, çok küçük olan boşluklar, suyla temas eden kil zerrelerinin şişmeleri
nedeniyle, hızla kapanırlar ve sonuç olarak sızma üzerinde olumsuz etki yaparlar.
Sızma üzerinde rol oynayan etmenlerden biri yağışların özelliğidir. Yağışların
sürekli ve az şiddette olması sızmayı arttırır. Aynı yağış miktarı, diğer koşullar aynı
kalmak üzere, bir yere çiseleme bir başka yere ise sağanak şeklinde yağsa, çiseleme
3
yağışın olduğu yerde sızma miktarı daha fazladır. Sağanak yağışlarında sızma miktarı
azalır. Çünkü bu tür yağışlar sırasında, suyun büyük bir kısmı, yerüstüsuları şeklinde
topografya yüzeyinin eğimi boyunca akar gider.
Topografya yüzeyinin eğimi, dolaylı yoldan sızma üzerinde etkili olur. Eğim ne
kadar fazla ise, düşen yağışın büyük bir kısmı yüzeysel akışa geçeceğinden sızma
olanağı bulamaz.
Zeminin yağışlardan önceki nem içeriği de sızma üzerinde etkili olur. Zemin
nem bakımından zengin ise sızma miktarı azalır. Yağışlardan önce zeminin donmuş
bulunması da sızmayı olumsuz yönde etkiler.
Yoğun şehirsel yerleşmelerin yer aldığı zeminlerde sızma miktarı minimum
değerdedir. Zeminin bitki örtüsü ile kaplı bulunduğu yerlerde, yerüstü akışı nispeten
engelleneceğinden, diğer koşullar da elverişli ise, sızma artar. Ayrıca, bitki örtüsü
zemini yağmur damlalarının darbe etkisinden korur ve böylece, gözeneklilik oranı
yoluyla da, sızma üzerinde etkili olur. Yağmur damlalarını toprağa kolayca sızabilecek
ince zerreciklere parçalar. Bitki örtüsü, aynı zamanda, ilkbahar mevsiminde karların
erimesini yavaşlatır; sızmayı teşvik eder.
Bu bilgiler ışığında sahada geçirimlilik söz konusu ise yeraltısuları ve kaynaklar
bakımından elverişli koşulların söz konusu olduğu söylenebilir. Geçirimsiz sahalarda ise
yerüstüsuları diğer bir ifade ile akarsular ve seyelenlar için uygun koşulların olduğu
ifade edilebilir.
9.1. YERALTISULARI
Yeraltısuları okyanuslar - denizler, atmosfer ve karalar arasında var olan su
dolaşımının (hidrolojik devrenin)
bir unsurunu meydana getirir. Yağmur şeklinde
karalar yüzeyine düşen yağışların bir kısmı ile kar şeklindeki yağışların oluşturduğu kar
örtüleri ve buzulların erime devrelerinde hâsıl olan suların bir kısmı, uygun koşullarda
yeraltına sızar ve geniş anlamda yeraltı sularını oluşturur. Yeraltına sızan suların bir
kısmı, yerin nispeten derin kısımlarına sokularak orada bulunan geçirimli kayaçların
gözenek, yarık, çatlak gibi boşluklarını tamamen doldurmuş bir şekilde bulunur. Alt
kısımlarından, geçirimsiz kayaçların teşkil ettiği bir zonla sınırlanan bu su tabakası, dar
anlamda yeraltısuyu veya taban suyu olarak adlandırılmaktadır. Yeraltında su birkaç
4
zonda bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, asıl yeraltısuyunun yani alttan geçirimsiz zon
ile sınırlanan su kütlesinin yer aldığı ve buradaki kayaçların bütün boşluklarının su ile
dolu olduğu suya doygun (satürasyon) zonudur. İkincisi, su tablası ile yeryüzeyi
arasındaki zonda asılı olarak bulunan suların bulunduğu havalandırma (aerasyon)
zonudur (Şekil 1).
Havalandırma Zonu
Suya Doygun Zon
Temel Kayaç
Şekil 1. Yeraltısuyu ve Zonları
Yeraltısularının esas kaynağını meteorik sular (vadoz sular) meydana getirir. Bu
sular, atmosferden gelen sulardır ve gerek sıvı (yağmur) gerekse katı (kar, dolu) haldeki
yağışlarla karalar yüzeyine düşer. Karalar yüzeyine düşen bu meteorik sular, daha sonra,
5
gerek doğrudan doğruya gerekse yer yüzeyinde var olan akarsu, göl, baraj gibi su
kütlelerinin tabanlarından olmak üzere dolaylı bir şekilde, zeminde mevcut boşluklardan
yeraltına geçerler ve oradaki yeraltısularını beslerler. Alüvyal depolar, gevşek ve
çimentosuz kumtaşları, alüvyal ovalar, karstik araziler, deniz ve göl kıyıları yeraltısuyu
bakımından zengin alanlardır.
Yeraltısularının miktarını; esas olarak beslenme (gelir) ve boşalma (gider)
unsurları belirler.
Beslenme (Gelir) Unsurları olarak;
• Yağıştan sızma,
• Akıştan sızma,
• Kar erimesi, sızması,
• Buz erimesi, sızması,
• Göl tabanlarından sızma,
• Yapay beslenme olarak ifade edilebilir.
Boşalma (Gider) Unsurları ise;
• Buharlaşma (Evoporasyon)
• Terleme (Transipirasyon)
• Kaynaklar ile boşalma
• Su çekme ile boşalma
• Akarsu tabanlarına olan kaçaklar
• Göl tabanlarına olan kaçaklar’dır.
9.2.AKİFER VE AKİFER TİPLERİ
Aqua; su, Ferre; taşımak olan ve bu iki terimden oluşan akifer içlerinde
yeraltısuyu bulunduran veya taşıyan jeolojik birim veya ortamlara verilen isimdir.
Türkçe olarak su taşıyan veya su veren şeklinde adlandırılabilecek olan akiferler,
6
içlerine suyun serbestçe girebileceği ve hareket edebileceği boyut ve miktarda, birbirleri
ile bağlantılı boşluk içeren kayaçlardan oluşmuş geçirimli kesimlerdir Altlarından
geçirimsiz veya yarı geçirimsiz bir zonla sınırlandırılmış bulunurlar. Boşluksuz veya
kısmen boşluklu oldukları halde, bu boşlukların su taşıyacak nitelikte olmamaları
nedeniyle, yeraltısuyu bulundurmayan kütleler de vardır. Bunlara akifüj ismi verilir.
Üç tip akifer sınıflandırması yapılabilir. Bunlar;
1. Serbest akifer
2. Tünemiş akifer
3. Tutuklu akifer (mahpus akifer)
Serbest Akifer; asıl yeraltısuyunu (taban suyunu) içeren ve üst sınırı su tablası
tarafından meydana getirilen akiferdir (Şekil 2).
Tünemiş Akifer ana serbest akiferin üst kısmında, ondan ayrı ve çok daha küçük
sahalı bir serbest akiferdir (Şekil 2). Tünemiş akiferler havalanma zonunu oluşturan
geçirimli unsurların arasında yer alan geçirimsiz seviye veya tabakalara (kil seviyesi, kil
merceği veya kil tabakası gibi) bağlı olarak oluşurlar. Bu yerel geçirimsiz seviyeler,
yeraltına sızan suların ana akifere inmelerine engel olur ve onların bir kısmını kendi
üzerlerinde toplarlar.
7
Şekil 2. Serbest ve Tünemiş Akifer
Tutuklu Akifer (Mahpus Akifer) geçirimsiz iki tabaka arasında yer alır (Şekil 3).
Basınçlı akifer veya artezyen olarak da bilinen bu akiferin taşıdığı su geçirimsiz
tabakalar arasında hapsedilmiştir ve bu nedenle tutuklu su adını alır.
Şekil 3. Mahpus Akifer
8
9.3. KAYNAKLAR
Yeraltısularının, doğal olarak, yer yüzeyine çıktıkları yerlere kaynak denir
(Şekil 4). Yeraltısularının doğal yollardan yer yüzeyine çıkmaları, su tablasının
topografya yüzeyi tarafından kesilmesi yolu ile olabileceği gibi, artezyen
kaynaklarında olduğu şekilde, tutuklu yeraltısularının kendilerine ulaşan kırık
veya fay düzlemleri boyunca yükselmeleri yolu ile de olabilir. Farklı formasyon
sınırları boyunca veya farklı tabaka sınırlarınmdan da yeraltısuları yeryüzeyine çıkabilir
(Şekil 5)
Şekil 4. Kaynak
Şekil 5. Kaynak
9
9.4. KAYNAK TİPLERİ
Kaynaklar;
• Akifer tipine veya bu bakımdan ayrılabilen yeraltısuyu tipine;
• Karstik sahalardaki, erimelere bağlı yeraltı boşluk, galeri veya su
yollarından gelip gelmemelerine;
• Kırılmalar veya faylanmalara bağlı bulunup bulunmamalarına;
• Akım (debi) miktarlarına;
• Rejimlerine;
• Sularının sıcaklıklarına,
• Suların kimyasal bileşimlerine
• Suların yeryüzüne çıkış tarzlarına göre sınıflandırılabilir.
Akifer Tiplerine Göre Kaynaklar
Akifer tiplerine veya bu akiferlerde yer alan yeraltısuyu tiplerine göre
ayrılabilecek kaynaklar şunlardır:
•
Serbest akifer kaynakları veya serbest yeraltısuyu kaynakları,
•
Tünemiş akifer kaynakları veya tünemiş yeraltısuyu kaynakları
•
Artezyen kaynakları.
Karstik Kaynaklar
Bunlar, karstik sahalarda, kalkerlerin çatlak, yarık, düden (ponor, subatan,
suyutan), obruk (aven, jama) gibi boşluklarından yeraltına sızan suların, gerek derin
kısımlarda yer alan ve kalkerlerin erimesine bağlı olarak meydana gelen nispeten geniş
suyollarında, gerekse, herhangi bir geçirimsiz zon üzerinde toplanmaları ve daha sonra
yeryüzüne çıkmalarıyla meydana gelen kaynaklardır.
Fay Kaynakları
Bunlar, yeraltısularının, kırılmalara veya faylanmalara bağlı olarak yeryüzüne
çıktıkları kaynaklardır. Artezyen kaynaklarında açıklandığı gibi, şayet tutuklu
10
yeraltısuyu, kendisine ulaşan bir kırık veya fay düzlemi varsa, bu düzlem boyunca yol
bularak yeryüzüne çıkabilir. Suyun bu çıkışı faylanmaya bağlı olduğundan bu tür
kaynaklar aynı zamanda fay kaynağıdırlar.
Akımlarına (Debilerine) Göre Kaynaklar
Kaynaklar akım miktarları bakımından büyük değişiklik gösterirler. Akım
miktarı az olan cılız kaynaklar olduğu gibi çok yüksek akımlı kaynaklar da vardır
Sıcaklıklarına Göre Kaynaklar
Kaynak sularının bir kısmı soğuk, bir kısmı ise, ılık veya sıcaktır. Suları ılık
veya sıcak olan kaynaklar sıcak kaynak veya termal kaynak olarak adlandırılırlar.
Sıcak kaynakların büyük bir kısmının kökenini meteorik sular meydana getirir.
Suyun Çıkış Tarzına Göre Kaynaklar
Bu bakımdan ayrılabilecek kaynakların en tipik olanlarını gayzerler meydana
getirir. Gayzerler suları aralıklı ve kuvvetle fışkırarak çıkan sıcak kaynaklardır (Foto
1).
Suları aralıklı olarak yeryüzüne çıkan kaynaklardan bir diğeri, karstik
kaynaklarda söz konusu edilen, aralı kaynaklardır.
Foto 1. Gayzer
11
Kimyasal Bileşimlerine Göre Kaynaklar
Kaynak suları; kökenlerini yeraltısuları meydana getirdiğine ve bu sular da
içlerinde oksitler, klorürler, karbonatlar, sülfatlar, gibi erimiş ya da çözünmüş halde
çeşitli kimyasal bileşikler içerdiklerine göre çok ender olarak saf halde bulunurlar.
İçlerinde erimiş halde mineral maddeler bulunan sulara maden suyu denir. Maden
sularının içindeki erimiş mineral madde miktarı 1 gr/lt'den daha fazladır. Maden suları
soğuk veya sıcak olabilir.
Kimyasal bileşimlerine göre ayrılabilecek başlıca kaynak tipleri şunlardır: tatlı
kaynaklar: bunların içlerinde yer alan erimiş madde miktarı son derece azdır; tuzlu
kaynaklar: suyu tuzlu olan kaynaklardır; kireçli kaynaklar: içlerinde bol miktarda
kalsiyum karbonat bulunan kaynaklardır; kükürtlü kaynaklar; demirli kaynaklar;
arsenikli kaynaklar.
12
ÇALIŞMA SORULARI
1.
İçlerinde yeraltısuyu bulunduran veya taşıyan jeolojik birim veya ortamlara verilen isim aşağıdakilerden hangisidir? A. Aquasefer B. Akifer C. Akifüj D. Suveren E. Sututan 2.
Yeraltısularının, doğal olarak, yer yüzeyine çıktıkları yerler aşağıdakilerden hangisi ile isimlendirilmektedir? A. Kaynak B. Akıntı C. Çeşme D. Kuyu E. Su veren Cevaplar: 1b – 2a
13
10.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
10. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste karasal sulardan akarsular üzerinde durulacaktır. Akarsuların tipleri,
debileri, rejimleri, havzaları, ağları açıklanacaktır.
BÖLÜM 10:
GİRİŞ
10.1. AKARSULAR
10.2. AKARSU TİPLERİ
10.3. AKARSULARDA AKIM
10.4. AKARSULARDA REJİM VE REJİM TİPLERİ
10.5. AKARSU AĞLARI
10.6. AKARSU HAVZALARI
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Su hayatın bir parçasıdır ve onsuz hayat olmaz. İnsanlar suyu çeşitli amaçlarla
kullanırlar ve onun elde edilmesinde doğal su kaynakları olan akarsulardan geniş çapta
1
yararlanırlar. Bu yararlanma yollarının başında, içme ve evlerde kullanma suyunun
sağlanması gelir. Bunun yanı sıra, akarsular, endüstrinin su gereksiniminin
karşılanmasında da kullanılırlar. Örneğin, 1 kilogram kağıt elde etmek için 800 litre ve
1 kilogram çelik üretimi için 260 litre suya ihtiyaç vardır.
Akarsular büyük bir güç kaynağıdırlar. Onlar vasıtasıyla beyaz kömür adı
verilen elektrik enerjisi elde edilir. Yurdumuzda, üzerlerinde barajlı ve barajsız (nehir
ve kanal tipi) hidroelektrik santralleri kurularak elektrik enerjisi elde edilen çeşitli
akarsular vardır.
Akarsular sulamalı tarım ve hayvancılık için gerekli olan suyu da sağlarlar.
Akarsulardan, bütün bu hizmetlerinin dışında, ulaşım, turizm, spor, rekreasyon ve
balıkçılık gibi alanlarda da yararlanılır.
Bu kullanım faydalarına ek olarak akarsular yerşekillerinin oluşum ve
gelişimlerinde de önemli bir yere sahip bulunurlar.
Akarsuların bazı teknik özellikleri bulunmaktadır. Bunlar ana hatları ile
aşağıda açıklanmıştır.
10.1. AKARSULAR
Doğal bir yatak içinde akan su kütlelerine akarsu ismi verilmektedir. Akarsu
terimi, doğal bir yatak içinde akan küçük, büyük bütün su kütlelerini kapsamına alır
(Foto 1, Foto 2). Akarsular, yeraltısuları gibi, okyanuslar-denizler, atmosfer ve karalar
arasında var olan hidrolojik devrenin bir unsurunu meydana getirirler. Yağmur suları ile
kar ve buzul suları, topografya yüzeyinin eğimini takip ederek akar. Topografya
yüzeyinde akan bu suların bir kısmında akış bütün yüzeyi örtü gibi kaplayacak
şekildedir. Bu tür akışa seyelan denir, Diğer kısmında ise akış, belirli bir çizgi, bir yatak
boyunca gerçekleşir. Suların belirli bir çizgi veya bir yatak boyunca akmasıyla akarsular
meydana gelmiş olur.
2
Foto 1. Ova üzerinde menderesli akışa sahip akarsu
Foto 2. Plato üzerinde dar ve derin vadisi içinde akarsu
3
Akarsuların oluşumlarında iklim, zeminin litolojik özellikleri, jeomorfolojik
özellikler, yeraltısuları ve kaynaklar, göl gideğenleri olmak üzere çeşitli etmenler rol
oynamaktadır.
10.2.
AKARSU TİPLERİ
Akarsular uzunluk, akım miktarı, akış şekli ve akış süresi gibi çeşitli özelliklerine
göre sınıflandırılabilirler. Böylece;
• Kısa akarsu
• Uzun akarsu
• Düşük akımlı akarsu
• Yüksek akımlı akarsu
• Düzgün akışlı akarsu
• Menderesli akarsu
• Sürekli akarsu
• Süreksiz akarsu gibi çeşitli tipler ayırmak mümkündür.
Bunlardan sürekli akarsular bütün bir yıl akışa sahip olan akarsulardır. Süreksiz
akarsular ise, yılın belirli zamanlarında akarlar. Yağışlı mevsimlerde akıp kurak
mevsimlerde kuruyan akarsular bu tiptendir. Bunlara mevsimlik akarsular ismi de
verilir.
10.3.
AKARSULARDA AKIM
Akarsuyun herhangi bir yerdeki enine kesitinden 1 saniyede geçen su hacmine
akım (debi) denir ve m3/sn olarak ifade edilir
Akarsuların akım değerleri çeşitli yollarla tespit edilir. Bunlardan biri, akarsu
üzerinde doğrudan doğruya yapılan ölçmelerdir. Akım, yukarıda görüldüğü gibi, su
kütlesinin enine kesitinin alanı ile hızın çarpımına eşit olduğundan (Q=A.V), bu
ölçmelerde, akarsuyun akım miktarı saptanacak yerindeki enine kesitinin hızı tespit
edilir. Bu hız değeri, akarsuyun o yerdeki enine kesitinin alanıyla çarpılır. Elde edilen
değer akımı verir.
4
Bir akarsuyun herhangi bir noktasındaki akım değerini tespit etmek için
anahtar eğrilerinden de yararlanılır. Bu eğriler akarsuyun o noktadaki su seviyesi ile
akım miktarı arasındaki ilişkiyi gösteren eğrilerdir ve akım miktarının tespitinde
kolaylık ve çabukluk sağlarlar. Burada belirli su seviyeleri belirli akım miktarlarına
karşılık gelir. Dolayısıyla akım miktarını tespit etmek için sadece su seviyesini bilmek
yeterlidir. Su seviyesinin değeri tespit edildikten sonra, ordinatta yer alan bu değere ait
noktadan bir dikme çıkılır. Dikme anahtar eğrisini bir noktada keser. Bu noktadan apsis
eksenine indirilen dikme ile eksenin kesişme noktasındaki değer akım miktarını verir.
Fakat anahtar eğrilerinin çizilebilmesi için önceden yeterli sayıda ölçmenin yapılması
zorunludur. Ayrıca, anahtar eğrisinin ait olduğu noktadaki yatak derinliğinin, akarsuyun
yaptığı aşındırma veya biriktirme faaliyetleri sonucu değişmemesi gerekir. Böyle bir
durum meydana geldiğinde, yeni bir anahtar eğrisi meydana getirilir. Yamaçların
aşınım sonucu geriletilmeleri de su seviyesinin değişmesine yol açar. Bu durum da yeni
bir anahtar eğrisi yapılmasını gerektirir.
Akım değerleri zaman içinde azalır ve çoğalır. Bu nedenle akım değerleri
ortalama olarak ifade edilir. Bir gün içindeki akım değişmelerinin ortalamasına günlük
ortalama akım; ayı teşkil eden günlerin ortalama akım miktarlarının toplanıp gün
sayısına bölünmesiyle elde edilen akıma aylık ortalama akım; aylık ortalama akımların
toplanıp, yılın ay sayısı olan 12'ye bölünmesiyle bulunan akım değerine ise, yıllık
ortalama akım denir. Uzun yıllara ait ortalama akım miktarlarının toplanıp yıl sayısına
bölünmesiyle de uzun süreli ortalama akımlar elde edilir. Akım akıma etki eden
faktörlerin kontrolünde sürekli olarak değişir.
Akıma etki yapan etmenler şunlardır:
•
İklim
•
Jeomorfolojik Özellikler
•
Zeminin Litolojik Özellikleri
•
Bitki Örtüsü
•
Yeraltısuları
•
Kaynaklar
•
Göller
•
İnsan
5
10.4.
AKARSULARDA REJİM VE REJİM TİPLERİ
Bir akarsuyun akım miktarı, yıl içinde, daima aynı değerde kalmaz; zaman
zaman azalır ve çoğalır. Akım miktarının yıl içinde gösterdiği bu değişmelere rejim
denir. Rejim yıl içindeki akım değişmeleri olduğuna göre, akımın az veya çok
olmasında etkili olan etmenler, diğer bir ifade ile akıma etki eden etmenler, rejim
üzerinde de etkilidirler ve rejim tiplerini tayin ederler.
Akım miktarındaki artma ve azalmaların, her yıl, belirli dönemlerde
gerçekleştiği rejim tipine düzenli rejim denir. Akım miktarındaki artma ve azalmaların
yılın hangi dönemlerinde meydana geleceğinin belli olmadığı rejim tipine ise düzensiz
rejim denir. Düzenli rejim kavramı, yıl içinde, akım miktarında görülen artma ve
azalmaların önemsiz olduğu, akım miktarının hemen hemen aynı kararda kaldığı rejim
tipi İçin de kullanılmaktadır.
Rejim üzerinde sadece bir etmen hâkim rol oynuyorsa bu rejim tipine basit
rejim, birden çok etmen rol oynuyorsa, bu rejim ipine de karmaşık rejim ismi verilir.
Basit rejimli akarsuların akım miktarlarında ve dolayısıyla seviyelerinde, yıl içinde, bir
yükselme bir de alçalma görülür. Buna karşılık karmaşık rejimli akarsularda, yıl
içindeki yükselme ve alçalma sayıları birden fazladır.
Basit ve karmaşık rejimlerin çeşitli tipleri vardır. Bunlardan başlıcaları
aşağıdaki gibidir;
6
1. Basit Rejimler
a. Buzul Rejimi
b. Kar Rejimi
c.
i.
Karlı-dağ rejimi
ii.
Karlı-ova rejimi
Yağmur Rejimi
i.Yağmurlu-Okyanus Rejimi
ii.Yağmurlu-Akdeniz Rejimi
iii.Yağmurlu Tropikal Rejim
2.
10.5.
Karmaşık Rejimler
a.
Yağmurlu Karmaşık Rejim
b.
Karlı-Yağmurlu Karmaşık Rejim
c.
Yağmurlu Karlı Karmaşık Rejim
AKARSU AĞLARI
Karalar yüzeyine düşen yağmur sularının sızma, buharlaşma vs. yollarıyla
kayba uğrayan kısmından geriye kalanı, topografya yüzeyinin eğimini takip ederek
alçak yerlere doğru akar. Bu akış, bazen, adeta bütün topografya yüzeyini
kaplarcasınadır. Buna seyelan ismi verilir. Suların bu şekilde değil de belirli bir
çizgi boyunca toplanıp akması sonucu ise, akarsular meydana gelir.
Bazı bölgelerde akarsu ağları çok gelişmiştir. Bu bölgelerde yer yüzeyinde
çok sayıda akarsu bulunur. Bazı bölgeler ise, akarsu bakımından fakirdir. Bir
bölgenin akarsu bakımından zengin veya fakir oluşu, akarsu yoğunluğu (akarsu
sıklığı) ile saptanır. Akarsu yoğunluğu, herhangi bir bölgede, birim alanda (örneğin
1 km2 de) yer alan akarsuların toplam uzunluğudur.
Akarsu yoğunluğu üzerinde, iklim, zeminin litolojik özelikleri, jeomorfolojik
özellikler, bitki örtüsü, süre ve insan gibi çeşitli etmenlerin rolleri vardır.
7
Akarsu ağlarının oluşum ve gelişimlerinde çeşitli etmenler rol oynar ve onlar,
rol oynayan etmenler ve etkinlik derecelerine bağlı olarak çeşitli tipler gösterirler. Bu
hususta en önemli roller yapı (litolojik-tektonik) ve topografya özelliklerine aittir.
Gerçekten farklı yapılar üzerinde farklı akarsu ağları meydana gelmektedir (Şekil 1).
Şekil 1. Akarsu ağları
A.
Dandreitik, B. Ortogonal, C. Romboidal, D. Halkalı, E. Radyal, F. Sentripetal, G. Paralel, H. Kancalı
8
Homojen yapılı sahalarda dandritik akarsu ağı görülür. Bu tip akarsu ağının
havadan, kuşbakışı görünüşü bir ağaca benzer (Şekil 2, Şekil 3).
Şekil 2. Dandritik akarsu ağı
Şekil 3. Dandritik akarsu ağı
(Shaanxi, China)
Monoklinal yapılı sahalarla muntazam kıvrımların yer aldığı sahalarda kafesli
akarsu ağı tipi gelişir. Aynı tip akarsu ağı birbirlerini kafes şeklinde kesen kırık veya
fayların yer aldığı sahalarda da görülür. Kafesli akarsu ağı iki tipe ayrılır: 1- Ortogonal
9
kafesli akarsu ağı ve 2- Romboidal kafesli akarsu ağı.
Tepe kısımları aşındırılarak ortadan kaldırılmış antiklinaller ile domlar
(boşaltılmış antiklinaller ve domlar) üzerinde halkalı akarsu ağları ve eliptik akarsu
ağları gelişir. Bu akarsu ağlarının kuşbakışı görünümleri halka veya elips şeklindedir.
Çevrelerinde alçak sahalar bulunan yüksek kütleler üzerinde radyal akarsu ağı
(ışınsal akarsu ağı) gelişir. Örneğin volkan konileri üzerinde durum böyledir. Radyal
akarsu ağında merkezde yer alan yüksek noktadan doğan akarsular, eğimi takiben
aşağıya ve çevreye doğru gittikçe birbirlerinde uzaklaşarak ilerler.
Merkezde alçak, çevrede yüksek sahaların bulunduğu yerlerde ise, durum,
radyal akarsu ağında olduğunun tamamen tersidir. Bu gibi yerlerde akarsular, çevredeki
yüksek sahalardan iç kısımda yer alan ve kendilerine taban seviyesi görevi yapan alçak
sahaya doru akarlar ve gittikçe birbirlerine yaklaşırlar. Kapalı havzalar, kalderalar,
karstik depresyonlar gibi çevresi yüksek merkezi kısmı alçak olan yerlerde durum bu
şekildedir. Bu tip akarsu ağlarına sentripetal akarsu ağı ismi verilir.
Akarsuların birbirlerine paralele olarak bulundukları ağ tipi paralel akarsu
ağını meydana getirir. Aynı yönde ve düzgün eğime sahip yamaçlar üzerinde görülen bu
akarsu ağı tipinde, henüz, akarsuların yapıya uymaları söz konusu değildir. Zamanla
akarsuların yapıya uyması ve subsekant kolların gelişmesiyle akarsu ağının paralel
görünümü bozulabilir. Akarsu ağlarının bir kısmında, ana akarsuya bağlanan kolların
çoğunluğu, onun akış yönünün tersi yönde bir akışa sahip bulunurlar. Böylece ana
akarsu, bu kollan aldığı kısımlarında, onlarla birlikte birer kanca görünümünü kazanır.
Bu nedenle bu tip akarsu ağlarına kancalı akarsu ağı adı verilir.
Şekil 4. Paralel akarsu ağı
10
Akarsu ağları, zamanla, bir takım değişmelere uğrayabilirler. Bu değişmeler,
kendilerini oluşturan bir kısım vadilerin kurumaları, tıkanarak göl veya bataklık haline
geçmeleri veya parçalanmaları gibi çeşitli şekillerde meydana gelirler. Akarsu
ağlarındaki bu değişmeler, esas olarak, tektonik hareketler, iklim değişmeleri, kapma
olayları, volkanizma, heyelanlar, birikinti konilerinin oluşumu ve karstlaşma gibi etmen
ve süreçler nedeniyle meydana gelirler.
10.6.
AKARSU HAVZALARI
Herhangi bir akarsuyun kolları ile birlikte yayılmış olduğu sahaya veya başka bir
ifade ile, bir akarsu tarafından suları boşaltılan sahaya akarsu havzası ismi verilir (Şekil
5). Akaçlama havzası olarak da adlandırılan akarsu havzalarının içinde, ana akarsuyun
kollarına ait akarsu havzaları da ayrılabilir. Bunlar ikincil akarsu havzalarını meydana
getirirler (Şekil 6).
Şekil 5. Akarsu havzası
11
Şekil 6. Ana ve tali (ikincil) akarsu havzaları
(Iberian Yarımadası, Castilla)
Akarsu havzaları, bir ülkede veya bir kıtada, ana akarsuların dökülmüş
oldukları taban seviyelerine göre de ayrılmaktadırlar. Bu bakımdan akarsu havzalarını
İkiye ayırmak mümkündür. Onların bir kısmı dışa akışlı (ekzoreik), bir kısmı ise içe
akıştı (andoreik) sahalar halindedir. Dışa akışlı sahalarda yer alan akarsular denize kadar
ulaşırlar ve dolayısıyla bu sahaların sularını denize boşaltırlar. İçe akışlı sahalardaki
akarsular ise, denize kadar ulaşamazlar. Akarsuların denize ulaşamamaları kapalı
havzalarda bulunmalarından ileri geldiği gibi, kurak iklim koşullarına bağlı da olabilir.
Akarsu havzaları bazı özelliklerine göre sınıflandırılabilirler.
12
Bunlar;
•
Havzanın şekli
•
Havzanın alanı
•
Havzanın ortalama yükseltisi
•
Havzanın eğimi
•
Havzanın yapısal özellikleri
•
Havzanın bitki örtüsü
•
Havzanın akarsu ağı tipi
•
Havzanın akarsu yoğunluğu
•
Havzadaki akarsuların çatallanma oranı
13
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Doğal bir yatak içinde akan su kütlelerine verilen genel isim aşağıdakilerden
hangisidir?
A. Çay
B. Seyelan
C. Akarsu
D. Dere
E. Nehir
2.
Akarsu havzaları, bir ülkede veya bir kıtada, ana akarsuların dökülmüş oldukları
taban seviyelerine göre de ayrılmaktadırlar. Akarsular denize kadar ulaşamazlar
ise alacakları isim aşağıdakilerden hangisidir?
A. Eksoreik Havza
B. Areik Havza
C. Andoreik Havza
D. Allojen Akarsu
E. Yarı kapalı havza
Cevaplar: 1c – 2c
14
11.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
11. BÖLÜM
ÖZET:
Bu derste göller, üzerinde durulacaktır. Oluşum tiplerine göre göller
sınıflandırılacak ve açıklanacaktır.
BÖLÜM 11:
GİRİŞ
11.1. GÖL NEDİR?
11.2. GÖLLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
11.3. GÖL TİPLERİ
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Yeryüzünün % 29 luk kısmı karalardan oluşur. Bu kara parçalarının üzerlerinde
de, irili ufaklı su kütleleri yer alır. Göller içme ve kullanma suyu gereksiniminin
karşılanması, enerji elde edilmesi, balıkçılık, avcılık, turizm, ulaşım, spor ve eğlence
1
gibi çeşitli alanlarda insanların faydalanmasına açıktır.
Göller sularının fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından, oluşum ve
kökenleri bakımından değişik özelliklere sahip bulunur. Bunların bir kısmı aşağıda
açıklanmıştır.
11.1. GÖL NEDİR?
Karalar üzerindeki çukur yerleri veya çanakları doldurmuş olan su kütlelerine
göl adı verilmektedir. Karayla çevrili, oldukça derin ve geniş su alanlarıdır. Arazi yapısı
bakımından akıntısı bulunan veya bulunmayan çukur yerlerde, zamanla su birikmiş ve
göller teşekkül etmiştir. Göl çukurları, birbirine benzemeyen çeşitli olaylar sonucunda
ortaya çıkmıştır. Eski vadi buzullarının aşındırdıkları yerlerde, kraterlerin ağızlarında,
kalkerlerin geniş sahalar kapladıkları bölgelerde, tektonik olayların hazırlamış olduğu
depresyonlarla suların dolması ile göller meydana gelmiştir.
11.2. GÖLLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Göllerin yüzölçümleri birbirlerinin aynı değildir. Çok geniş alan kaplayan
büyük göller olduğu gibi küçük göller de vardır (Tablo 1).
Asya Kıtası'nda yer alan Hazar Gölü 436.400 km2 lik alanıyla dünyanın en
büyük gölüdür. Kuzey Amerika Kıtası'nda, ABD-Kanada sınırında yer alan Superior
Gölü 82.700 km2 lik bir yüzölçümüne sahiptir ve dünyanın ikinci büyük gölünü
meydana getirir. Van Gölü'nün yüzölçümü 3713 km2 dir ve yurdumuzun en büyük
gölünü teşkil eder. Moğan Gölü ise küçük bir gölümüzdür ve 6 km2 lik bir alan kaplar.
Bazı göllerin yüzölçümleri mevsimlik değişmeler gösterir. Beslenmenin az,
buharlaşma ve/veya diğer yolarla su kaybının fazla olduğu kurak devrelerde yüzölçümü
çok küçülen göller vardır. Afrika Kıtası'nda, Büyük Sahra Çölü'nün güney sınırı
yakınında yer alan Çad Gölü ile yurdumuzun İç Anadolu Bölgesi'ndeki Tuz Gölü
bunlara tipik örneklerdir. Bunlardan Çad Gölü'nün yüzölçümü 10.000-26.000 km2 ler
arasında değişir. 1620 km2 lik yüzölçümüne sahip olan Tuz Gölü ise, yaz mevsimi
2
sonlarında, yaklaşık olarak, 200 km2 lik bir alan kaplar. Hatta bazı yıllar, arada yer yer
küçük su birikintilerinin bulunduğu bir tuz çölü haline dönüşür.
Tablo 1. Yeryüzünün başlıca göllerinin yüzölçümleri
Göller, yüzölçümleri bakımından farklı oldukları gibi, yağış alanlarının yani
havzalarının büyüklüğü, yer aldıkları çanakların kökeni, şekilleri, kıyı çizgilerinin
uzunlukları, derinlikleri, yükseltileri, süreklilikleri ve sularının fiziksel-kimyasal
özellikleri bakımlarından da birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler.
3
Diğer bir deyişle havza büyüklüğü bakımından göller arasında büyük farklar
vardır. Bazı göllerin yağış alanları çok geniştir. Bu göller çevrelerinde yer alan çok
geniş alanların sularını kendilerinde toplarlar. Bazı göllerin yağış alanları ise küçüktür.
Bir kısım göller tektonik kökenli çanaklarda yer alırlar, Bir kısmı akarsu ve
buzul vadileri ile koy veya körfezlerin doğal setlerle kapanmaları sonucu oluşmuşlardır.
Bazı göller eski buzul vadilerinin aşın oyulmuş ve çukurlaştırılmış kısımlarının sular
tarafından işgal edilmeleriyle teşekkül etmişlerdir. Bunların yanı sıra bir kısım göller
eski sirklerin ve kraterlerin sularla dolması; diğer bir kısmı ise karstik çukurlarda suların
birikmesiyle meydana gelmişlerdir.
Göl çanaklarının taban kısımları düz olabildikleri gibi engebeli de olabilirler ve
dolayısıyla çukur, tümsek veya tepeler içerebilirler.
Göllerin şekilleri de değişiktir. Göl çanaklarının morfolojik özeliklerine bağlı
olarak, uzun, ana hatlarıyla çubuğa benzer şekilli göller bulunduğu gibi oval veya daire
şeklinde göller de vardır. Bazı göllerin kıyıları çok girintili çıkıntılıdır. Bazı göller halka
şeklindedir. Diğer bazı göller ise, bir kısmı kopmuş halka veya at nalına benzer.
Göllerin bazıları çok derindir. Yeryüzünün en derin gölü olan Baykal'ın en
derin yeri 1741 metreyi bulur. Derinlik bakımından ikinci gelen Tanganika Gölü'nün
maksimum derinliği ise 1435 m'dir (Tablo 2).
Tablo 2. Yeryüzünün başlıca derin gölleri
4
Bazı göl çanaklarının tabanları deniz seviyesinden daha aşağıda bulunur. Bu
özelliği taşıyan göl çanaklarına kriptodepresyon adı verilmektedir (Tablo 3).
Tablo 3. Bazı krtiptodepresyon göller ve kriptodepresyon derinlikleri
Buzullar tarafından yereyin aşırı kazılması sonucu da kriptodepresyonlar meydana
5
gelebilir. Fiyord gölleri ile bazı subalpin göllerin çanakları bu şekilde oluşmuştur.
Fiyord göllerine örnek olarak Norveç'teki Hornindals, Sals ve Mjös gölleri; subalpin
göllere örnek olarak da İtalya'da, Po Nehri'nin kuzeyden aldığı kollan üzerinde bulunan
Garda, Como ve Maggiore gölleri gösterilebilir. Bir kısım kriptodepresyonlar maar ve
kalderalara karşılık gelirler. Bunlara örnek olarak da Japonya'daki Tazawako ve Toyako
gölleri ile Nikaragua'daki Apoyo Gölü çanakları verilebilir.
Bazı kriptodepresyonlar ise, karstlaşma olayına bağlı olarak meydana
gelmişlerdir. Bunlar tabanları deniz seviyesinden daha alçakta olan karstik
depresyonlara karşılık gelirler. İşkodra Gölü'nün yer aldığı kriptodepresyon bu
şekildedir. Kriptodepresyonların diğer bir kısmı ise, uzun bir şekilde kara İçine sokulan
körfezlerin uç kısımlarının doğal setlerle denizden ayrılmaları yoluyla oluşmuşlardır.
Sapanca Gölü'nün yer aldığı çanak bu tipe güzel bir örnektir.
Göllerin yükseltileri de birbirinden farklıdır. Örneğin deniz kıyısında yer alan
lagünlerde su seviyesi deniz seviyesinde veya ona çok yakın bir seviyede bulunur. Buna
karşılık yüksek kütlelerin üzerinde yer alan göllerin yüzey yükseltileri büyük değerlere
erişir. Örneğin Tibet'te bulunan P'u-Mo Ts'o Gölü'nün yükseltisi 5025 m, Montcalm
Gölü'nün yükseltisi ise, 4949 metredir. Güney Amerika'da, And Dağları üzerindeki
Titicaca Gölü'nün seviyesi denizden 3812 m yüksekte bulunur (Tablo 4). Buna karşılık,
Lut, Taberiye, Harun ve Hazar gölleri gibi bazı kriptodepresyon göllerinin seviyeleri
deniz seviyesinin aşağısındadır (Tablo 5).
Tablo 4. Yeryüzünün başlıca göllerinin yükseltileri
6
Tablo 5. Su seviyeleri deniz seviyesinden aşağıda olan başlıca kriptodepresyon gölleri
Göllerin sürekli olanlarının yanı sıra, beslenmenin su kaybından az olduğu
7
devrede kuruyanları da vardır, Bu tür göllere süreksiz göl ismi verilmektedir. Bazı
göller kurak devrelerde bataklık halini alırlar.
Göller sularının fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından da bir takım
farklılıklar gösterirler. Suları tatlı olan göller olduğu gibi, tuzlu veya acı göller de vardır.
Örneğin yurdumuzdaki Beyşehir, Eğirdir (Eğridir), İznik ve Kuş (Manyas) göllerinin
suları tatlı; Van Gölü'nünki tuzlu-sodalı ve Tuz Gölü'nünki ise çok tuzludur. Esas
olarak, gideğeni bulunmayan göllerin suları az veya çok tuzludur. Buna karşılık
sularının fazlasını dışa akıtan göller tatlı sulara sahip bulunurlar.
11.3. GÖL TİPLERİ
Göllerin sınıflandırılmalarında, daha çok, onların yer aldıkları çanakların
oluşum şekilleri dikkate alınmaktadır. Bu bakımdan gölleri iki büyük gruba
ayırmak mümkündür. Ayrıca günümüze ait olmayan, önceki jeolojik devirlerde
meydana gelmiş, eski iç denizler gibi çok geniş su kütlelerinin kalıntılarına karşılık
gelen Relikt göller de diğer bir grubu oluşturur.
1. Yerlikaya gölleri
2. Set gölleri
3. Relikt göller
Yerlikaya Gölleri tektonik hareketler, volkanizma, karstlaşma gibi olaylar ile
aşındırma etmenleri tarafından yerlikayada meydana getirilen çanakların sular
tarafından doldurulmalarıyla oluşmuş göllerdir. Bunlar;
• Tektonik göller,
• Karstik göller,
• Krater gölleri,
• Buzul aşındırmasına bağlı göller,
• Meteorit gölleridir.
Set Gölleri çeşitli kökendeki doğal setlerin, vadi, tektonik oluk veya koy gibi
8
çevrelerine göre alçak olan yerlerin ön kısımlarını tıkamaları sonucu oluşan göllerdir.
Setin gerisinde suların toplanmasıyla meydana gelirler. Doğal setlerin yanı sıra insanlar
tarafından yapılan yapay setler yani barajlar da vardır. Bunların gerisinde toplanan sular
ise yapay set göllerini veya baraj göllerini oluştururlar.
Set gölleri, setin kökenine göre, çeşitli tiplere ayrılırlar. Bunlar;
•
Volkan ve lav seti gölleri
•
Alüvyon seti gölleri
•
Moren seti gölleri
•
Buzul seti gölleri
•
Heyelan seti gölleri
•
Lagünler
•
Resif gölleri
•
Traverten seti gölleri
•
Yapay set gölleridir.
9
ÇALIŞMA SORULARI
1. Bazı göl çanaklarının tabanları deniz seviyesinden daha aşağıda bulunur. Bu
özelliği taşıyan göl çanaklarına verilen isim aşağıdakilerden hangisidir?
A. Relikt
B. Endemik
C. Tektonik
D. Glasyal
E. Kriptodepresyon
2. Aşağıda belirtilen göl gruplarından hangisi diğerlerinden farklıdır?
A. Tektonik göller
B. Karstik göller
C. Alüvyal set gölü
D. Krater gölleri
E. Meteorit gölleri
Cevaplar: 1e – 2c
10
12.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
12. Bölüm
ÖZET: Bu derste denizel hidrografya üzerinde durulacaktır. Okyanuslar ve denizler
tanıtılacak, buralardaki suların kimyasal özellikleri vurgulanacak, bu sulardaki gelgit,
dalga ve akıntılar hakkında bilgi verilecektir. i
BÖLÜM 12:
GİRİŞ
12.1. OKYANUSLAR VE DENİZLER?
12.2. OKYANSULARDA SICAKLIK DAĞILIŞI
12.3. OKYANUS AKINTILARI
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Yeryüzünün % 71'e yakın bir kısmı sularla kaplı bulunmaktadır. Geniş ve derin
çanakları doldurmuş olan bu su kütlesi okyanus ve denizleri oluşturmaktadır.
Okyanus ve denizlerin suyu tuzlu olarak bulunur. Ulaşım, balıkçılık, spor gibi
1
kullanım alanları bulunmaktadır.
Ayrıca okyanus altındaki yer şekilleri, canlılar hala merak konusudur.
Buralardaki suların özellikleri de dikkate değerdir. Bu bakımdan bazı özellikleri
aşağıdaki gibidir.
12.1. OKYANUSLAR VE DENİZLER
Deniz, bir okyanus ile bağı olan ve büyük bir alanı kaplayan ve genellikle tuzlu
olan su birikintisidir. Kıtalar arasındaki büyük çukurlarda kalan geniş ve derin su
kütlelerine okyanus denir. Okyanuslar diverjans levhalara ve transform fay
mekanizmalarına bağlı olarak sürekli olarak büyümektedir.
Bu suların kimyasal bileşiminde tuzlar (Tablo 1) ve erimiş gazlar (Tablo 2)
bulunur.
Tablo 1. Deniz suyunda bulunan başlıca tuzlar
İsmi
Litrede gr.
%
Klor
18,98
55,04
Sodyum
10,556
30,61
Magnezyum
1,272
3,69
Sülfatlar
2,649
7,68
Potasyum
0,380
1,10
Kalsiyum
0,400
1,16
Bikarbonatlar
0,140
0,41
Stronsiyum
0,013
0,04
Tablo 2. Deniz suyu ve atmosferdeki başlıca gazlar
İsmi
Atmosferdeki oranı
Deniz suyundaki Oranı
Azot
78,09
62,6
Oksijen
20,95
34,2
2
Argon
0,93
1,6
Karbon dioksit
0,03
1,5
Okyanuslardaki suyun yoğunluğu da her yerde aynı değildir ve farklı değerlere
sahip bulunur. (Şekil 1)
Şekil 1. Okyanusların yoğunluk haritası (kg m -3)
12.2. OKYANSULARDA SICAKLIK DAĞILIŞI
Okyanusların yüzeyinde sıcaklık genel olarak ekvatordan kutuplara gidildikçe
azalır (Tablo 3, Şekil 2). Bu özellik Dünyanın yuvarlaklığı, dünya ekseninin eğik duruşu
vb. gibi platener sebeplerden ileri gelmiştir.
Tablo 3. Okyanus yüzeyinde enlemlere göre sıcaklık durumu
3
Enlem
Kuzey Yarımküre
Güney Yarımküre
90
1,7
1,7
80
1,7
1,7
70
0,7
1,3
60
4,8
0
50
7,9
6,4
40
14,1
13,3
30
21,3
19,5
20
25,4
24
10
27,2
25,8
0
27,1
27,1
Şekil 2. Okyanuslardaki yüzey sıcaklığı ( C° )
Bu tabloda Ekvator’dan kutuplara doğru sıcaklık azalışı açıkça belli olmakta,
aynı zamanda Güney Yarımkürede sıcaklığın daha düşük olduğu da görülmektedir. Bu
durum güneydeki denizlerin kutup bölgesine geniş ölçüde açık olmalarından ileri
gelmiştir.
Atlantik Okyanusunda Ekvator’dan kutuplara doğru sıcaklık azalması, açıkça
görülmektedir. Atlantik Okyanusunda Ortalama Yıllık İzotermler; Kuzey yarımkürede
45. paralel dairesinin ötesinde izotermlerin gidişi, okyanusun doğu kısmının batıya
4
nazaran daha sıcak olduğunu gösterir. Gerçekten, izotermler Ekvator’un hemen
kuzeyinde güneydoğu kuzeybatı doğrultusunda iken 45. paralelden ötede izotermlerin
gidişi oldukça muntazamdır ve bu durumları ile kuzeydekinden epeyce farklı bir
sıcaklık dağılışını gösterirler. Burada Arjantin kıyıları açıklarındaki sıcaklık düşüklüğü
dikkati çekmektedir.
Atlantik Okyanusunda bu tarzda sıcaklık dağılışında, deniz akıntıları ile dipten
yüzeye çıkan sular başlıca etkiyi yapmaktadır. Afrika kıyılarında Fas’tan Morintanya’ya
kadar ve Angola’da Kap’a kadar olan kesimlerde denizin yüzeyinde sıcaklık aynı
paralel dairesi arasında bulunan batı taraftaki sulara nazara düşüktür. Bunun sebebi bu
kıyılarda soğuk yerlerin sularını getiren akıntılar da burada sıcaklığın düşmesine yardım
etmektedir.
Diğer taraftan, 50. paralel kuzeyinde Batı Avrupa açıklarında deniz sıcaklığının
70. paralele kadar 5°C'nin altına düşmemesi, hareket yeri Ekvator olan Gulf-Stream
sıcak su akıntısından ileri gelmektedir. Buna karşılık Labrador kıyıları boyunca güneye
doğru ilerleyen ve Kuzey Kutup bölgesinin soğuk sularını New York açıklarına kadar
getiren soğuk akıntı, sıcaklığın doğuya nazaran daha düşük olmasına sebebiyet
vermiştir. Newfoundland açıklarında bu durum çok bariz olarak görülür. Burada 50.
paralel üzerinde denizin yıllık ortalama sıcaklığı 3°C'dir. Hâlbuki İngiltere’nin hemen
güneyinde, aynı paralel üzerinde sıcaklık 12°C'dir.
Kuzey Amerika kıyılarında kara tarafından gelen rüzgârların etkisi ile açığa
sürüklenen suların yerine dipten soğuk duvara girildiği zaman denizin sıcaklığı 10
derece kadar azalmaktadır.
Bütün bu özellikler yılın her mevsiminde görülür. Fakat yaz esnasında denizler
kışa nazaran daha sıcaktırlar. Mesela Ağustos ayında 15°C izoterm eğrisi İrlanda
kıyılarından geçmektedir. Şubat ayında ise Fas kıyılarındadır.
Atlantik Okyanusunun güney yarımkürede kalan kısmında yıllık sıcaklık
değişmeleri daha azdır. Bilhassa 40. paralel dairesinin güneyinde Ağustos ve Şubat
ayları arasındaki sıcaklık farkları iyice azalmıştır.
Ekvator’un iki tarafında 5. paralel daireleri arasında kalan kesimlerde denizin
sıcaklığı bütün yıl boyunca 27°C civarındadır. Yalnız kıyı yakınlarında yaz ile kış
arasında 3°C kadar bir sıcaklık farkı görülür.
5
Okyanusların yüzeyinde sıcaklık dağılışı üzerinde akıntıların ve dip sularının
etkilerini daha açık olarak görmek için yüzeye ait anomali değerlerine bakmamız
gerekmektedir.
Termik anomali bir paralel dairesinin ortalama sıcaklığını, o paralel üzerinde
bulunan bir yerin ortalama sıcaklığı ile karşılaştırarak bulunmaktadır. Böyle bir
karşılaştırma o yerde coğrafi enlemin etkisini bertaraf etmek ve sıcaklık üzerinde etkisi
olan diğer faktörü bariz olarak belirtmek için yapılmaktadır. Paralel dairesinin ortalama
sıcaklığı ile paralel üzerindeki bir yerin ortalama sıcaklığı eşit olduğu takdirde anomali
mevcut değildir. Yani kozmik faktörlerin etkisi hâkimdir. Fakat gerçek ortalama
sıcaklık paralel dairesinin ortalamasından fazla ise pozitif bir anomali mevcuttur. Yani
burada, bulunan paralelin gerektirdiğinden daha yüksek bir sıcaklık vardır. Buna
karşılık gerçek ortalama paralel dairesinin ortalama sıcaklığından düşük ise negatif
anomali vardır. Bu takdirde, bulunan paralelin getirdiği sıcaklıktan daha düşük bir
sıcaklık mevcuttur.
Atlantik Okyanusunda genellikle pozitif termik anomali sahaları batıda 35.
paralel kuzeyinde, doğu da ise 43. paralel güneyinde bulunmaktadır. En önemli
anomalilere Kuzey Amerika’da New Foundland açıklarında, Afrika’nın Moritanya ve
Altın Sahili açıklarında rastlanır. Bu yüksek anomaliler Labrador ve Kanarya soğuk
akıntılarının en fazla etkilediği yerlere tekabül eder.
Pozitif anomali sahaları batıda 35. paralel güneyinde okyanusun batı yarısını,
doğuda 43. paralel kuzeyinde okyanusun doğu yarısını kaplamaktadır. Sıcak akıntılarla
ilgilidir.
Güney yarıkürede okyanusun doğu yarısı Benguela soğuk akıntı etkisiyle negatif
anomali sahasıdır. Okyanusun batı yarısı Brezilya sıcak akıntısı etkisiyle pozitif anomali
sahasıdır. Yalnız Arjantin-Uruguay-Brezilya açıklarında soğuk Falkland akıntısının
etkisi altında bir negatif anomali sahası teşekkül etmiştir. Kuzeyde olduğu gibi güneyde
de negatif anomaliler daha kuvvetlidir. Namib açıklarında –9 gibi önemli bir negatif
anomali vardır.
Pasifik Okyanusunda Sıcaklık Dağılışı ise yüzeyde sıcaklık dağılışı bakımından
Pasifik
Okyanusunun
Ekvator’un
iki
tarafında
bulunan
kısımları
arasında
Atlantik’tekine benzeyen özellikler vardır. Fakat bu okyanusun daha geniş oluşu ve
6
kuzey kutup havzasına pek dar bir boğaz ile bağlı bulunuşu, ayrıca buradaki kenar
denizlerin özel durumları her iki okyanus arasında bazı farkların belirmesine imkân
hazırlamıştır.
Genel olarak Pasifik Okyanusunun Ekvator kuzeyinde bulunan kısmı güneye
nazaran daha sıcaktır. Bunu termik Ekvator’un durumu da açıkça göstermektedir.
Gerçekten, termik Ekvator okyanusun doğu yarısında bütün sene kuzey yarı kürede
bulunur. Okyanusun 170. meridyen batısında kalan diğer yarısında termik Ekvator
yalnız kış mevsiminde Ekvator’un güneyindedir.
Diğer taraftan yıllık ortalama izotermler, okyanusun kuzey yarı kürede bulunan
kısmında 45. paralel dairesi ötesinde doğu tarafların batıya nazaran daha sıcak olduğunu
göstermektedir. Bu durum Atlantik'te olduğu gibi, sıcak ve soğuk akıntılarla ilgilidir.
Pasifik Okyanusunda yıllık ortalama izotermlere göre Pasifik Okyanusunun
büyük bir kısmında yıllık sıcaklık farkı 5°C den azdır. Ekvatorun iki tarafında 20.
paralel dairelerine kadar olan geniş bir saha dâhilinde yüzey sularındaki yıllık sıcaklık
farkı 2°C'yi bile bulmamaktadır. Fakat kuzey ve batı taraflarında yıllık sıcaklık farkları
bunlardan daha fazladır.
Pasifik Okyanusunda yüzey sıcaklığı kış ve yaz esnasında şu tarzda bir dağılış
gösterir:
Şubat ayında kuzey yarıkürede 15-45 paralelleri arasındaki kesimde sıcaklık
dağılışında büyük bir düzen vardır. Kıyılar yakınındaki sapmalar dışında izoterm
eğrileri doğu-batı doğrultusunda uzanırlar. Fakat 45. paralel dairesinin kuzeyinde durum
değişir. Bu kısımda okyanusun doğu tarafları batısından daha sıcaktır. Okyanusun
doğusunda Alaska körfezi güneyinde Şubat ortalama sıcaklığı 3°Colduğu halde, batıda
Kamçatka açıklarında –1°C'dir.
Ağustos ayında kuzey yarımkürede okyanusun batı kısmında 40. paralel
dairesine kadar olan kesimde sıcaklık doğuya nazaran daha fazladır. Fakat 45. paralel
kuzeyinde durum bunun aksi olur. Burada okyanusun doğu kısmı batıdan daha sıcaktır.
Bu ayda okyanusun kuzeyinde en düşük sıcaklığı temsil eden 10°C izotermi Aleut
adaları dizisini takip ederek uzanmakta ve Kamçatka kıyıları boyunca güneye dönerek
46. paralel dairesine kadar sokulmaktadır.
7
Güney yarımkürede okyanusun batı yarısı daha sıcaktır. Avustralya kıyıları
açıklarında 31. paralel civarında şubat ayında sıcaklık 25+ dir. Halbuki aynı derecedeki
sıcaklığa okyanusun doğu tarafında 5. ve 10. paraleller üzerinde rastlanmaktadır.
Okyanusun doğu ile batısı arasındaki bu sıcaklık farkları Ağustos ayında da bariz olarak
görülür.
Atlantik Okyanusunda olduğu gibi Pasifik Okyanusunda da sıcaklık dağılışı
üzerinde akıntıların ve dipten gelen soğuk suların etkisi vardır. Okyanusun batısına,
yani Asya, Adalar ve Avustralya kıyılarına doğru ilerleyen bir sıcak akıntı ile kuzey
kısımlar da Amerika kıyılarına yönelmiş bir diğer sıcak akıntı mevcuttur. Bu sonucu
okyanusun doğu kısmının yüksek dereceli enlemlerde normalinden daha sıcak olmasına
imkan vermiştir. Fakat etkisi Gulf-Stream inki kadar kuvvetli değildir. Okyanusun
kuzeyinde Bering boğazı yoluyla Japonya ve Kore kıyılarına kadar sokulan soğuk akıntı
ise sıcaklık üzerinde negatif etki yaparak suların normalinden daha düşük değerler
göstermesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca Kaliforniya ve Peru açıklarında soğuk akınılar
ile dipten yüzeye çıkan soğuk sular da mevzii olarak önemli sıcaklık düşüklükleri
meydana getirmişlerdir.
Pasifik Okyanusundaki Termik Anomali Sahaları ise Peru kıyıları açıklarında –8
°C'lik Kaliforniya açıklarında –6°C'lik negatif anomali sahaları vardır. Bunların
mevcudiyeti soğuk suların bulunuşuna bağlıdır. Kamçatka kıyılarındaki –1°C'lik zayıf
bir negatif anomali sahası da soğuk akıntılarla ilgilidir. Bunlara karşılık, Alaska
açıklarında 11°C'yi bulan pozitif anomali sahası ile güney Japonya açıklarında 5°C'lik
pozitif anomali sahası mevcuttur. Bunların teşekkülü sıcak akıntılara bağlı
bulunmaktadır.
Hint Okyanusunda Sıcaklık Dağılışı bakımından coğrafi konumun etkisiyle
sıcak bir okyanus özelliği kazanmıştır. Okyanusun büyük bir kısmında sıcaklık
27°C'den aşağı değildir.
Hint Okyanusunda yıllık sıcaklık farkları önemsizdir. 60. paralel doğrultusunda,
Ekvator’un iki tarafında oldukça geniş bir saha içinde yıllık sıcaklık farkı 2°C'den azdır.
Bunun dışında kala kısımda da yıllık fark 2°C ila 6°C arasında değişir.
8
Hint Okyanusunun Ekvator kuzeyinde bulunan kısmı daha sıcaktır. Burada geniş
bir saha içinde sıcaklık 28°C'nin altına düşmez. Ekvator güneyinde okyanusun daha
geniş oluşu ve Antarktik Okyanusuna açık bulunuşu sıcaklık şartlarını değiştirmiştir. Bu
kısımda sıcaklık Ekvator’dan 30. paralele kadar yavaş bir biçimde azalır ve 28°C'den
20°C'ye düşer. Fakat daha güneyde süratli bir soğuma kendini gösterir. 50. paralel
civarında sıcaklık 3,5 derecededir.
Hint Okyanusunda termik Ekvator’un durumu da ayrıca dikkate değer. Şubat
ayında termik Ekvator Afrika kıyılarında 10. güney paralel dairesine iyice yaklaşmıştır.
Doğu tarafta Sumatra Adası açıklarında termik Ekvator gerçek Ekvator’a intibak ederse
de, ada yakınında termik Ekvator’un birdenbire güneydoğusu doğrultusunu aldığı ve 10.
paralel dairesinin güneyine geçerek Yeni Gine adasının güneyine kadar uzandığı
görülmektedir. Ağustos ayında ise termik Ekvator Malaka yarımadası civarında 10.
kuzey paraleline yaklaşmış, batıda Afrika kıyıları arasında Ekvator’un biraz güneyine
geçmiştir.
Hint Okyanusu soğuk akıntıların etkisinden uzak olduğu için devamlı negatif
anomali sahaları yalnız güneyde Avustralya ile Güney Afrika arasında bulunmaktadır.
Okyanusun batı tarafında Somali ve Arabistan arasında Mayıs’tan Eylül’e kadar olan
devre zarfında negatif anomali sahaları teşekkül eder. Bu devrede Somali kıyılarından
Hindistan’a doğru esen muson rüzgarları suları doğuya sürükleyerek, derinlerden soğuk
suların yüzeye çıkmasına sebebiyet vermektedir. Bunun neticesi olarak Somali
kıyılarında –5°C'lik bir negatif anomali sahası meydana gelmiştir.
12.3. OKYANUS AKINTILARI
Okyanuslardaki sular gelgit, dalgalar ve akıntılar nedeniyle sürekli hareket
halindedir. Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 70'ini kaplayan okyanus suları,
yeryüzünde, belirli bir düzende sürekli hareket eder. Küçük akıntıları gelgitler oluşturur.
Ancak başlıca akıntıların nedeni rüzgârlardır. Rüzgârlar deniz yüzeyinde estikçe su
parçacıklarını da beraberlerinde sürükler. Bu nedenle başlıca önemli okyanus akıntıları
yeryüzündeki rüzgârlara bağlıdır.
9
Okyanusların üst iki metresi tüm atmosfere daha fazla yakın olduğu için daha
sıcaktır. Örnek olarak tropikal sular 25 C° olup sıcak sular grubundadır. Aynı sahada
1000 metre aşağıda sıcaklık 5 C° ve bunun da altında 1-2 C° dir (Şekil 3). Bu katmanlar
Epilimniyon, termoklin ve Hipolimniyon olarak tanımlanır. Bu tabakalar tuzluluk,
basınç ve yoğunluk farkı ile rüzgâr ve akıntıların etkisiyle karışır.
Sıcaklık
Derinlik (m)
Şekil 3. Derinliğe bağlı olarak sıcaklığın değişimi
Esas olarak okyanuslarda iki tip akıntı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi daha
çok rüzgârların hareketlerinden etkilenmekte olan yatay yöndeki hareketlerdir. İkincisi
ise düşey hareketlerle başlayan termohalin (termoklin) dolaşımıdır. Çok geniş ve ağır
akışlıdır.
Yatay yöndeki okyanus akıntıları dairesel bir yol izler. Bu dairesel hareket bir
okyanusun yarısını kapsayacak kadar büyüktür. Yüzeyde, okyanus suları ekvatorda
Alizeler'e bağlı olarak batıya, orta enlemlerde ise batı rüzgârlarının önünde güneydoğu
10
ve kuzeydoğuya doğru sürüklenir. Daha sonra bu sular okyanusların doğu kıyılarını
izleyerek ekvatora döner.
Yüzey okyanus akıntıları genellikle düzenli bir akışa sahiptir fakat yer yer bazı
akıntılar genellikle okyanus tabanının şeklinden etkilendiği için türbülans gösterebilir,
sığ ve geniş akıntıların aksine dar ve derin akıntı halini alabilir.
Yüzey okyanus akıntıları çok büyük olabilir. Kuzey Atlantikteki Gulf Stream
akıntısı Mississippi Nehrine göre 4500 kat daha fazla su taşır. Her saniyede doksan
milyon metreküp su taşınmış olur.
Yüzey okyanus akıntıları aynı zamanda dünya sisteminde bir yerden diğer bir
yere ısı taşır. Bu durum bölgesel iklimi etkiler. Güneş ekvator ve çevresinde daha fazla
ısıtma yapar kutup bölgelerine göre. Sıcak akıntılar ise ekvatordan kutuplara doğru
hareket eder. Böylece yüksek enlemlere sıcaklık getirir (Şekil 4).
------ Sıcak akıntı
------ Soğuk akıntı
Şekil 4. Okyanus akıntıları ve sıcaklık ilişkisi
Yüzey okyanus akıntıları döngüler ve girdaplar oluşturabilir. Bu durum okyanus
üzerinden hareket eden gemiler için önem arz eder. Bu bakımdan rota planlaması
denizciler için önemlidir. Bu durum aynı zamanda ekosistemler ve deniz yaşamı için de
önemlidir.
Bu akıntılar batıda rüzgârların ve dünyanın dönüş yönüne bağlı olarak daha dar
bir alanı kapsar ve daha hızlı hareket eder. Buralarda hızları günde 160 kilometreye
ulaşır. Kıtaların doğu kıyılarında bu biçimde oluşan güçlü akıntılar arasında Atlas
11
Okyanus'undaki Gulf Stream ve Büyük Okyanus'un kuzeyindeki Kuro Şiyo akıntılarını
sayabiliriz. Antarktika kıtasını çevreleyen su kütlesindeki sürekli genişlemeden dolayı,
burada sık esen rüzgârlar dünyanın çevresinde doğuya doğru yol alan Kutup Çevresi
Akıntısı'nı doğurur.
Okyanusun derinliklerinde akıntıların hareketleri daha değişiktir. Bu farklılığı,
Dünya'nın dönüşünden kaynaklanan Coriolis (koriyolis) kuvveti oluşturur. Okyanus
akıntısında suyun her katmanı, bir üsttekine göre, saat yelkovanı yönünde biraz daha
fazla kıvrılır. Güney yarıkürede bu hareket tersine olur.
Coriolis kuvveti, dönen bir cisim üzerinde hareket eden bir nesnenin
doğrultusundan sapmasına neden olan bir kuvvet olarak tanımlanabilir. Kendi
çevresinde dönen yerküre üzerinde boylamlar boyunca, kuzey-güney doğrultusunda
hareket eden bir cisim ilerledikçe kuzey yarıkürede saat yönünde, güney yarıkürede ise
saatin tersi yönde sapar. Bu kuvveti ilk tanımlayan Fransız Gustave-Gaspard Coriolis
olmuştur. Dünyada bu gücün etkisini esen rüzgârların izledikleri yolda, okyanus
akıntılarında gözlemleyebiliriz.
Yüzey okyanus akıntıları gyres denilen geniş yuvarlak desenler oluşturur.
Gyresler koriolis kuvvetinin etkisiyle Kuzey Yarımküredeki okyanuslarda saat yönünde,
Güney Yarımküredeki okyanuslarda ise tersi yönde hareket eder. Yüzey okyanus
akıntıları Dünya'nın kutup yakınlarında sat yönünün tersi istikamette akma
eğilimindedir (Şekil 5).
12
Şekil 5. Okyanus akıntıları ve yönleri
Okyanus akıntılarında bu etki derinlere gittikçe artar. Akıntı 90 metre derinde,
yukarıda esen rüzgâra tam zıt yönde hareket edebilir. 90 metrenin altında ise rüzgâr
etkisini tamamen yitirir.
Büyük deniz dibi akıntılarının birçoğunu da sıcaklık farkları oluşturur. Soğuk su
sıcak sudan daha ağırdır. Bu nedenle, kutuplardaki soğuk su denizin derinliklerine iner
ve alttan ekvatora doğru hareket eder. Okyanus dibindeki akıntıların izledikleri yol
yüzeydekinden oldukça farklıdır.
Deniz akıntılarının bir başka nedeni de tuzluluk farklarıdır. Tuzlulukları farklı
iki denizi ya da bir denizle bir okyanusu birbirine bağlayan boğazlarda, suyun
yüzeyinde ve dibinde ters yönde hareket eden akıntılar oluşur. Marmara Denizi'ni
Ege'ye bağlayan Çanakkale Boğazı'nda Marmara' dan gelen daha az tuzlu sular üstten
Ege Denizi'ne akarken; Ege'nin daha tuzlu suları alttan Marmara'ya geçer. Akdeniz'i
Atlas Okyanusu'na bağlayan Cebelitarık Boğazı'nda da benzer bir durum vardır.
Akdeniz'in tuzlu suları ile okyanusun tuzu az suları Cebelitarık'ta birbirine zıt yönde, üst
üste iki akıntı oluşturur.
Karalardan esen sürekli rüzgârlar karadan uzakta bir yüzey akıntısı doğurur. Bu,
okyanusta dipten üste doğru bir hareket oluşturur ve çok sayıda balığı besleyebilecek
besinler suların yüzeyine çıkar. Peru'da hamsi balıkçılığı buna dayanır.
13
Dünya'nın spin (dönmesi) ve koriyolis etkisi nedeniyle okyanus yüzeyinde su
öncelikle rüzgârlar tarafından taşınır. Rüzgârlar yüzey okyanus akıntıları oluşturarak
okyanusun üst 400 metresinde suyu hareket ettirebilmektedir. Bunun dışında sıcaklık ve
tuzluluk farkına bağlı olarak ta sularda hareket meydana gelir. Böylece okyanuslarda
akıntılar oluşur (Şekil 6). Bunların başlıcaları;
Kuzey ekvator akıntısı
Güney ekvator akıntısı
Ekvator karşı akıntısı
Gulf stream akıntısı
Brezilya akıntısı
Benguela akıntısı
Falkland akıntısı
Ekvatoral akıntılar
Kuzey pasifik akıntıları (Kuro Shio, Oya Shio, Aleut akıntısı, Kaliforniya
akıntısı)
Güney pasifik akıntısı (Peru veya Humbolt akıntısı) dır.
Şekil 6. Başlıca okyanus akıntıları
14
Bunların dışında kıyılarda kırılan dalgalar kıyı boyunca ilerleyen akıntıların
teşekkülüne sebebiyet vermektedir. Kıyıya verev olarak gelen ve kırılan dalgalar plaj
üzerinde kırılmanın neticesi olan bir ilerleme yapmakta ve geriye dönerek plajın eğimi
boyunca hareket etmekte, denize karışmaktadır. Bu tarzdaki kırılma ve geri çekilmeler
plaj boyunca bir akıntı meydana getirir. Dalgalar kıyıya ne kadar verev gelirse ve plaj
ne kadar eğimli olursa akıntılar da o kadar süratli olmaktadır. Akıntının hareket
doğrultusu da dalgaların kıyıya yaklaşma ve kırılma durumuna bağlıdır. Mesela kıyıya
kuzeydoğu doğrultusundan verev olarak gelen dalgalar batıya doğru hareket eden
akıntıların teşekkülüne sebebiyet verir.
Dalgalar kıyıya karşı geldikleri takdirde dip taraftan açığa doğru su hareketleri
olmaktadır. Daha ziyade büyük dalgaların görüldüğü zamanlarda plajlara cepheden
yaklaşarak kırılan dalgalar geriye doğru su hareketleri meydana getirmekte ve plaj
materyalinin bir kısmını da açıklara sürükleyerek plaj zayıflamalarına da sebebiyet
vermektedir.
15
ÇALIŞMA SORULARI
1. Dünya'nın spin (dönmesi) ve koriyolis etkisi nedeniyle okyanus yüzeyinde su
öncelikle rüzgârlar tarafından taşınır. Rüzgârlar yüzey okyanus akıntıları
oluşturarak okyanusun suyunu hareket ettirebilmektedir. Bunun dışında sıcaklık
ve tuzluluk farkına bağlı olarak ta sularda hareket meydana gelir. Böylece
okyanuslarda akıntılar oluşur. Aşağıdakilerden hangisi bu akıntılardan değildir?
A. Gulf stream akıntısı
B. Brezilya akıntısı
C. Benguela akıntısı
D. Falkland akıntısı
E. Penck Akıntısı
2. Aşağıdakilerden hangisi Kuzey pasifik akıntılarından birisi değildir?
A. Kuro Shio
B. Oya Shio
C. Aleut akıntısı
D. Kaliforniya akıntısı
E. Peru akıntısı
Cevaplar: 1f – 2e
16
13.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
13. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste klimatolojinin tanımı yapılacaktır. İklim, iklime etki eden faktörler
ve iklim elemanları açıklanacaktır.
BÖLÜM 13:
GİRİŞ
13.1. KLİMATOLOJİ NEDİR?
13.2. İKLİME ETKİ EDEN FAKTÖRLER
13.3. İKLİMİN ELEMANLARI
13.4. DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ
ÇALIŞMA SORULARI
GİRİŞ
Meteorolojik olaylar, insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş,
insanlar günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten olayların nedenlerini zamanın
koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır. Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler
1
yaparak hava olaylarını önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlar,
bunların olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden de kurtulma ve korunma
yollarını aramışlardır.
Meteoroloji, insanlık tarihi kadar eski bir bilim olmasına karşın, gerçek
kimliğine 19. yüzyıl sonlarına doğru kavuşmuştur. İlk meteorolojik haritalar 1869
yılında Cleveland Abbe ve Alexander Buchan tarafından yapılmıştır. 1882 yılında Elias
Loomis, ilk dünya yağış dağılım haritasını, 1887 yılında ise Julius Hann, ilk meteoroloji
atlasını hazırlamışlardır.
Günümüzde
meteorolojik
hizmetler
tamamen
bilimsel
yöntemlerle
ve
uluslararası işbirliği içerisinde yürütülmektedir. Bugün dünyada, 24 saat sürekli çalışan
on bin civarında kara istasyonu, açık denizlerde görev yapan altı binden fazla gözlem
gemisi ve yüksek hava sondajları yapan binden fazla meteoroloji istasyonu vardır.
İnsan ve faaliyetleri hava olayları ile sıkı sıkıya bağlıdır ve ondan fazlasıyla
etkilenmektedir. Dolayısıyla iklim, doğal çevreyi ve insan hayatını etkileyen bir
faktördür. Akarsuların oluşumu, onların debileri, rejimleri, taşkın ve çekik özellikleri,
veya göllerin oluşumu,ve özellikleri iklime bağlıdır. Doğal bitki örtüsünün türü,
yayılışı iklime bağlıdır. Bunların yanısıra iklim, tarım faaliyetlerini de etkileyen en
önemli faktördür. İklim, insanların yasayışını, kültürünü, giyimlerini, fizyolojik
özelliklerini ve ekonomik faaliyetlerini etkilemektedir. Bu örnekleri arttırabiliriz.
Dolayısıyla meteoroloji ve klimatoloji son derce önemli bir konuma sahip bulunur.
13.1. KLİMATOLOJİ NEDİR?
Climate, İklim; Logos-Loji ise bilimdir. Dolayısıyla klimatoloji iklim bilimi
anlamına gelmektedir. İklim bilimi ya da klimatoloji, atmosfer içerisinde meydana gelen
uzun dönemlerdeki hava olayları ile yeryüzünde görülen iklim tiplerini inceleyen bilim
dalıdır. Yeryüzünde görülen başlıca iklim tiplerini, oluşum nedenlerini, özelliklerini ve
insan yaşamı üzerine etkilerini, iklim elemanlarını (sıcaklık, basınç ve rüzgârlar,
nemlilik ve yağış) konularını inceleyen Fiziki Coğrafyanın bir alt dalıdır. Asgari olara
30 yıllık hava durumu ortalamaları alınarak iklim hakkında ancak sağlıklı bilgiler
oluşturulabilir.
Klimatoloji iklim bilimidir ve konusu olan iklim, geniş bir sahada uzun yıllar
2
boyunca görülen atmosfer olaylarının ortalama hâlidir. İklim coğrafi yeryüzünün
şekillenmesi ve tüm yaşamı çok yakından kontrol etmektedir. İklim bilimi, hava
olaylarını yakından tanımak için meteorolojinin verilerinden geniş ölçüde yararlanır.
Meteorolojinin yaptığı gözlemleri alır ve insan, canlı yaşamı açısından inceleyerek
açıklamaya çalışır.
13.2. İKLİME ETKİ EDEN FAKTÖRLER
Yer yüzünde sıcaklık dağılışını etkileyen en önemli faktör, Güneş ışınlarının geliş
açısıdır. Güneşten birim alana düşen enerji miktarı, Güneş ışınlarının geliş açısına göre
değişir. Güneş ışınlarının yere değme açısı büyüdükçe, birim alana düşen enerji miktarı
artar ve sıcaklık değeri yükselir. Güneş ışınlarının yere düşmesi azaldıkça birim alana
düşen enerji miktarı azaldığından sıcaklık değerleri düşer. Güneş ışınlarının yere değme
açısı zamana ve yere göre farklılık gösterir.
Yerin geoid şekli, her enlemim güneş ışınlarını farklı açılarla almasına neden olur.
Güneş ışınları Dünya'nın yörüngesine paralel olarak gelir. Ekliptik'e paralel gelen ışık
demetleri, Ekvator çevresine dik açılarla düşerken, kutuplara goğru gittikçe daha dar
açılarla düşer. Güneş ışınlarının geliş açısının değişimine bağlı olarak, aynı güçte enerji
taşıyan ışık demetleri Ekvator çevresini daha fazla ısıtıp aydınlatırken, kutuplar
çevresinde daha geniş alanları ısıtıp aydınlatır. Böylece birim alana düşen enerji miktarı
Ekvator'dan kutuplara doğru gittikçe azalır ve buna bağlı olarak sıcaklık değerleri düşer.
Dünyanın yörüngesinden geçen ekliptik düzlemi ile Ekvator düzlemi çakışık
değildir. Aralarında değişmeyen 23° 27' lık bir açı vardır. Bu açı nedeniyle Güneş
ışınlarının dik düştüğü noktalar yıl içinde Ekvator'dan eğrilik açısı kadar kuzeye ve
güneye kayar. Böylece Güneş ışınları, dönencelere yıl içinde bir defa dönenceler
arasına ise iki defa dik düşer. Güneş ışınlarının dik düştüğü noktaların yıl içerisinde
değişmesi, Dünya üzerinde diğer herhangi bir noktada da Güneş ışınlarının geliş
açısının değişmesine neden olur.
Böylece herhangi bir noktaya güneş ışınlarının dik geldiği dönemlerde sıcaklık
değerleri arttığından yaz yaşanır.
Dünya'nın şekline bağlı olarak tam yarısı karanlık, bir tam yarısı da aydınlıktır.
Dünya'nın 24 saat içinde ekseni çevresindeki dönüşünü tamamlaması, karanlık taraf ile
3
aydınlık tarafın yer değiştirmesine neden olur. Güneş'ten doğrudan alınan enerji geceleri
sıfıra indiğinden, ışıma nedeniyle ısı enerjisi sürekli kaybedildiğinden sıcaklık değerleri
sürekli olarak düşer. Gün içerisinde en düşük sıcaklık bu nedenle gecenin son anıdır.
Güneş'in ufukta görünmeye başlamasıyla sıcaklık değerleri tekrar yükselmeye başlar.
Günün en sıcak anı ise, güneş ışınlarının en dik açıyla geldiği öğle vakti değildir. Öğle
vakti, birim alana düşen enerji miktarının en yüksek olduğu andır. Ancak bu andan
itibaren birim alana düşen enerji miktarı azalmasına rağmen, kazanılan toplam enerji,
kaybedilen enerjiden yüksektir. Bu nedenle sıcaklık değerleri yükselmeye devam eder.
Bir diğer faktör jeomorfolojik özelliklerden bakıdır. Herhangi bir noktanın güneş
ışınlarına olan konumuna bakı denir. Güneşe dönük yamaçlar, Güneş ışınlarını daha dilk
açıyla alacaklarından, sıcaklığı etkileyen diğer şartların eşit olduğu değer bir yamaca
göre daha yüksek sıcaklıklara sahiptir. Güneş'e dönük olmayan yamaçlar ise Güneş
ışınlarını daha dar açıyla alacaklarından, sıcaklık değerleri daha düşüktür. Dönenceler
arasında dağların her iki yamacı yılın bir döneminde güneş ışınlarını daha dik açıyla
aldığından, bakının etkisi belirgin olarak görülmez. Kutuplara yakın bölgelerde güneş
ışınlarının çok dar açıyla gelmesi bakının etkisini azalttığından, dağların her iki yamacı
da düşük sıcaklıklara sahiptir.
Jeomorfolojik özelliklerden bnirisi olan yükseltide iklim üzerinde etkili olur.
Yeryüzü şekillerinin yükselti ve bakı gibi özellikleri, sıcaklığı önemli ölçüde etkiler.
Sıcaklık atmosferde yükseldikçe düşer ve yükseklere çıkıldıkça atmosferin yoğunluğu,
nem oranı ve kalınlığı azalır. Bu nedenle yüksek kesimler güneşten daha fazla enerji
aldıkları halde ışıma ile daha fazla enerji kaybettiklerinden sıcaklık değişimi daha
fazladır. Gündüz kısa sürede ısınan bu yerler gece hızlıca soğur. Böylece her ikiyüz
metrede 1 C° sıcaklık azalması gerçekleşir.
Karasallık ve denizellikte iklim üzerinde etkili olur. Kara ve denizlerin özgül
ısıları farklıdır. 1 gr ağırlığında bir cismin 1 C° sıcaklığa ulaşabilmesi için gerekli olan
enerji miktarına özgül ısı denir. Kara ve denizlerin özgül ısılarının farklı oluşu, aynı
miktar ısı enerjisine de farklı sıcaklık değerlerine sahip olur. Örneğin, suyun ısınma ısısı
karalardan fazladır. Bu nedenle aynı sıcaklığa, karalara göre daha geç ulaşırlar, aynı
zamanda daha geç soğurlar. Kara ve denizler arasındaki ısınma ve soğuma süreleri
arasındaki fark, gündüz ve yaz mevsimde karaların daha çabuk ve daha fazla
4
ısınmasına, gece ve kış mevsiminde ise daha hızlı ve daha fazla soğumasına neden olur.
Sonuç olarak, karalar ile denizler arasında her zaman bir sıcaklık farkı oluşur.
Bu durum üzerinde atmosferdeki nem miktarı da etkili olmaktadır. Nemin ısınma
ısısı yüksektir. Bu nedenle nemin fazla olduğu yerlerde günlük ve yıllık sıcaklık
değişimi daha azdır. Nem, yer yüzüne çarparak geriye yansıyan güneş ışınlarını daha
fazla absorbe eder. Ayrıca koruyucu bir örtü oluşturarak sıcaklığın uzaya kaçmasını
önler. Denizel sahalar nem bnakımından zengin karasal alanlar ise karasalllaşma
derecesine bağlı olarak daha azdır. Nem bir yerin fazla ısınmasını ve soğumasını önler.
Sıcaklık dengesini sağlar. Nemliliğin fazla olduğu bir yerde hava geç ısınır, geç soğur.
Sıcaklık farkı az olur. Nemlilik az ise hava çabuk ısınır, çabuk soğur. Sıcaklık farkı
fazla olur. Yükseklere çıkıldıkça nem oranı azalır. Bu sebeple yüksek bir yerde hava
çabuk ısınır, çabuk soğur.
İklim üzerinde okyansulardaki sıcak ve soğuk su akıntılarının da etkisi
bnulunmaktadır. Okyanus akıntıları, ilk harekete geçtikleri denizlerin sıcaklıklarını,
ulaştıkları
alanlara
taşırlar.Buna
bağlı
olarak
dünya
sıcaklık
dağılımını
etkilerler.Öncelikle farklı iklim bölgeleri arasında görülen akıntılar sıcaklıkları daha
belirgin olarak değiştirirler.
Hava kütleleri üzerinde bulunduğu yüzeylerin sıcaklıklarından etkilenir. Hava
kütleleri, sahip oldukları sıcaklıkları ulaştıkları alanlara taşırlar. Bu nedenle, hareket
halindeki hava kütlesi sıcaklık dağılışını doğrudan etkiler. Enlem-sıcaklık ilişkisine
bağlı olarak yüksek enlemlerden alçak enlemlere doğru esen rüzgarlar, sıcaklık
değerlerini düşürürken alçak enlemlerden yüksek enlemlere doğru esen rüzgarlar
sıcaklığı arttırıcı etki yaparlar. Fön karakteri kazanmıs rüzgarlar da en son ulaştıkları
alanlarda sıcaklığı arttırırlar. Türkiye ye güneyden gelen Basra kökenlki sıcak hava
kütlesi sıcaklığı arttırırken kuzeyden gelen Sibirya kökenli soğuk hava kütleleri ise
soğutucu etki yapmaktadır.
13.3. İKLİMİN ELEMANLARI
Sıcaklık, yağış, basınç ve rüzgar gibi atmosfer olaylarına iklim elemanları denir.
Bir cismin sahip olduğu ortalama kinetik enerjiye sıcaklık denir. Isı ise bir enerji
çeşididir. 1 gr suyun sıcaklığını 1 C° yükselten enerji miktarıdır. Yeryüzündeki
5
sıcaklığın kaynağı Güneş’tir. Yeryüzünün Güneş’ten aldığı ısı miktarına sıcaklık denir.
Termometre ile ölçülür. Sıcaklığın birimi santigrat derece (°C) dir. En önemli iklim
elemanıdır. Güneş etrafına yaydığı ışınlara güneş radyasyonu denir. Güneş ışınları dalga
demetleri halinde yer yüzüne ulaşır. Dalga demetleri, çevreyi aydınlatan ve renklerin
algılanmasını sağlayan ışık ışınları, ısı enerjisini taşıyan kızıl ötesi ışınlar ve bitkilerde
özümlemeyi sağlayan mor ötesi ışınlarından oluşur. Güneş'ten atmosferin üst katlarına
gelen ışık demetlerinin tamamı yeryüzüne ulaşmaz. Bir kısmı atmosfere, bulutlara ve
yer yüzüne çarparak geriye yansır. Işınların geriye yansıması olayına albedo denir.
Albedo her zaman sabit değildir. Güneş ışınlarının su, kar, buz gibi pürüzsüz yüzeylere
değdiği yerlerde ve dar açıyla geldiği dönemlerde albedo fazla iken, dik açıyla geldiği
dönemlerde ve pürüzlü yüzeylere çarptığı yerlerde azalır. Güneş ışınlarının yaklaşık %
33'ü albedoya uğrar. Güneş ışınlarının albedodan arta kalan % 67'si atmosferi ve
yeryüzünü ısıtır, aydınlatır.
Atmsofere ulaşan güneş ışınlarının; % 25'i yoğunluk farkından ve bulutlara
çarparak uzaya yansır, % 25'i atmsofer içinde difüzyon yoluyla dağılır, % 15'i atmsofer
tarafından absorbe edilir, % 8'i yeryüzüne çarpınca uzaya yansır ve % 27'si yer yüzü
tarafından ancak tutulur.
Güneş ışınlarının atmosfer içinde kırılıp dağılmasına difüzyon denir. Difuzyona
ugrayan ışınlar, gölgede kalan kısımların ve gecelerin çok soğuk olmasını önler. Aynı
zamanda gölgelerin yarı aydınlık olmasını sağlarken, gökyüzünün de mavi görünmesini
sağlar. Yükseklere doğru çıkıldıkça tutulma azaldığından sıcaklık düşer. Sıcaklık
düşmesi ortalama her 200 m de ortalama 1 °C kadardır. Kış mevsiminde bazı günler
soğuk hava kütleleri alçalır, alçak kesimlere ve vadi içlerinde sıkışırlar. Buralarda alçak
kesimler soğukken, yükseklerde daha sıcak hava kütlelerine bulunabilir. Bu olaya
sıcaklık terselmesi ismi verilir.
Sıcaklığın dağılışı izoterm haritaları ile gösterilir. Aynı sıcaklığa sahip noktaların
bir çizgi ile birleştirilmesi ile izotermler veya eş sıcaklık eğrileri oluşur. İzoterm
haritaları iç içe kapalı eğrilerden oluşur. Komşu iki izoterm arasındaki sıcaklık farkı
sabittir. İzotermelrin sıklaştıkları yerlerde kısa mesafelerde sıcaklık farkı artarken,
izotermlerin uzaklaştığı yerlerde aynı mesafedeki sıcaklık farkı da azalır. İzoterm
haritalarında termometreden ölçülen gerçek sıcaklıkların yanısıra, indirgenmiş sıcaklık
6
değerleri de kullanılır. Gerçek sıcaklık değerleri ile çizilen haritaya gerçek izoterm
haritası denir.
Yağış ise bir diğer iklim elemanıdır. Havadaki nemin doyma noktasını aşıp, su
damlacıkları, buz kristalleri veya buz parçacıkları şeklinde yoğuşmasına yağış denir.
Gerek havanın yükselerek soğuması gerekse de havanın doyma noktasına ulaşması ile
yağış meydana gelir. Çiğ, kırağı ve kırç subuharının yer üzerinde yoğuşması ile
oluşurlar.
Çiğ havanın açık ve durgun olduğu gecelerde, havadaki su buharının soğuk
cisimler üzerinde su damlacıkları biçiminde yoğuşmasıdır. İlkbahar ve yaz aylarında
görülür.
Kırağı, soğuyan zeminler üzerindeki yoğuşmanın buz kristalleri şeklinde
olmasıdır.
Kırç, aşırı soğumuş su taneciklerinden oluşan bir sis uzun süre yerde kaldığında,
su taneciklerinin soğuk cisimlere çarparak buz haline geçmesidir.
Yağmur, kar ve dolu ise subnuharının Atmosferde (Troposferde) yoğuşması ile
oluşur.
Yağmur, bnuluttaki su taneciklerinin damlalar halinde birleşerek yeryüzüne
düşmesidir.
Kar, havadaki su buharının 0 C°'nin altında yoğunlaşarak ince taneli buz
kristallerine dönüşmesidir.
Dolu, dikey yönlü hava hareketlerinin çok güçlü olduğu bulutlarda, sıcaklığın
birdenbire 0 C°'nin altına düşmesiyle su tanecikleri donması ile oluşan yağıştır.
Yağış Miktarı plüviyometre ile ölçülür, kg/m² ya da mm olarak ifade edilir.
Hava kütleleri, yer şekilleri, denizelik ve karasallık, akıntılar yağış miktarı
üzerinde etkili olan faktörlerdir.
Bir yerin yağış alabilmesi için uygun hava kütlelerinin ve buna bağlı cephe
sistemlerinin etkisi altında bulunması gerekir. Hava kütlesi nemli ise yağış miktarı artar.
Türkiye'de kış yağışlarının fazlalığı İzlanda Gezici Alçak Basıncı'nın kışın daha etkili
olmasının bir sonucudur.
Deniz seviyesinden yükseldikçe yağış miktarı artar. Kabnaca 2000 metreden
itibnaren ise yağışlar azalır ve karakteri değişir. Çünkü içindeki nemin büyük bölümünü
7
yamacın orta bölümlerine bırakan hava kütlesi zirveleri ve sırtları kuru olarak geçer.
Denizden uzaklaştıkça yağış miktarı azalmaktadır. Çünkü, nemli hava kütleleri,
içindeki nemin büyük bir bölümünü kıyı kesimlerinde bırakır ve içerilere daha kuru
olarak sokulur.
Sıcak su akıntılarının etkisiyle ısınıp nemlenen hava kütleleri serin kara üzerine
geldiğinde yağış bırakır. Örneğin, İngiltere ve Japonya kıyılarında yağış miktarının fazla
olmasında sıcak su akıntıları etkilidir. Soğuk su akıntılarının geçtiği kıyılarda ise yağış
miktarının azaldığı görülür.
Oluşumu bnakımından üç tip yağış bulunmaktadır. Bunlar;
• Frontal (Cephe) Yağışı
• Orografik (Yamaç) Yağışı
• Konveksiyonel (Yükselici Hava Hareketleri) Yağışıdır.
Sıcak ve soğuk hava kütlelerinin karşılaşma alanlarında oluşan yağışlar Frontal
(Cephe) yağışlarıdır (Şekil 1). Yeryüzündeki yağışların önemli bir bölümünü bu tip
yağışlar oluşturur. Akdeniz iklim bölgelerinde kış aylarında cephesel yağışlar görülür.
Soğuk Hava
Sıcak Hava Kütlesi
Soğuk Hava Kütlesi
Soğuk Hava
Yağış
Sıcak Hava
Şekil 1. Frontal yağışın şematik gösterimi
Nemli hava kütlelerinin bir dağ yamacına çarparak yükselmesi sonucunda oluşan
yağışlar Orografik (Yamaç) yağışlarıdır (Şekil 2) Orografik yağışlar en çok kıyıya
paralel uzanan dağların denize dönük yamaçlarında görülür.
8
Şekil 2. Orografik yağışın şematik gösterimi
Isınarak yükselen havanın soğuması ile oluşan yağışlar yükselici hava
hareketlerina bnağlı olarak oluşan (Konveksiyonel) yağışlardır (Şekil 3). Ekvator
çevresinde yıl boyunca orta enlemlerde ilkbahar ve yaz aylarında bu tip yağışlar
görülür.
Şekil 3. Konveksiyonel yağışın şematik gösterimi
Yer çekiminin etkisi ile yer küreyi çepeçevre saran gaz kütlesinin ağırlığına, ya da
atmosferi oluşturan gazların üstünde bulunduğu yüzeylere yaptığı etkiye hava basıncı
denir. Basınç barometre denilen aletle ölçülür.Hava basıncı, ilk kez 1643 yılında
Torriçelli tarafından civalı bir barometre ile ölçülmüştür. 45 derece enleminde, 0 C°
9
sıcaklıkta, 0m deniz kıyısında ölçülen 760 mm veya 1013 mb basınç normal atmosfer
basıncı kabul edilir. 1013 milibardan daha yüksek basınçlara yüksek basınç (antisiklon),
daha düşük değerlere alçak basınç ismi verilir. Atmosfer basıncının yer yüzündeki
dağılışı üzerinde bazı faktörler etkilidir.
Hava basıncının ortaya çıkmasında etkili olan en temel faktör yerçekimidir.
Dünya'da yerçekimi olmasaydı, Dünyayı çepeçevre saran ve Dünya yüzeyine etki yapan
bir hava küre olmayacaktı.Yer çekiminin etkisiyle havaküre, Dünya yüzeyinin her
yerine sabit bir etki yapar. Ancak Dünya'nın şeklinden dolayı yer çekimi her yerinde
aynı değildir. Ekvator'dan kutuplara doğru gittikçe yer çekimi artar. Bu nedenle
yerçekimi alçak enlemlerden yüksek enlemlere gittikçe küçük değişimler gösterir.
Atmosferde ağır gazlar alt katlarda, hafif gazlar daha üst katlarda bulunur. Ayrıca
yer çekiminin etkisiyle, yükseklere doğru ağırlığı ve yoğunluğu azalan atmosferin yere
yaptığı etki azalır. Atmosferin en alt katında yer alan Troposfer katında yaklaşık her
10,5 m de, hava basıncı 1 mb değişir. Her hangi bir noktanın yükseltisi sabit
olduğundan yükseltiye bağlı olarak yıl içerisinde basınç değişimi olmaz.
Sıcaklık değiştikçe atmosferin yoğunluğu değişir.Yoğunluğun değişmesi de
basıncın değişmesine neden olur. Her hangi bir yerde sıcaklığın artması ile hava
moleküllerinin titreşimleri artar, moleküller birbirinden uzaklaşır. Genişleyip hafifleyen
hava kütlesinin yere yaptığı etki azalır, yani alçak basınç alanları oluşur. Bu merkezlere
termik alçak basınç merkezi denir. Sıcaklığın artması basıncın düşmesine neden
olurken, sıcaklığın azalması basınç değerlerinin yükselmesine neden olur. Sıcaklığın
düşüşüyle hava kütlesi yoğunlaşır, ağırlaşır ve alçalarak sıkışır. Alçalan hava kütlesinin
yere yaptığı etki arttığından termik yüksek basınç merkezi oluşur (Şekil 4).
Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşüne bağlı olarak ortaya çıkan savrulma
kuvveti veya merkezkaç kuvveti, hava kütlelerinin bazı enlemlerde yığılıp sıkşmasına,
bazı enlemlerde de yükselerek gevşemelerine neden olur. Dünyanın dönmesi ile
Dinamik kökenli olarak sürekli basınç kuşakları oluşur.
10
Şekil 4. Termik ve dinamik kökenli basınç sahaları
Yüksek Basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru olan, yatay yönlü hava
hareketlerine rüzgar denir (Foto 1). Rüzgarların hızı anemometre adı verilen aletlerle
ölçülür. Rüzgarların oluşmasının nedeni komşu iki yer arasındaki basınç farkıdır. İki yer
arasındaki basınç eşitlenince rüzgar durur.
Foto 1. Rüzgarın Esmesi
11
Rüzgarlar başlıca üç gruba ayrılır:
• Sürekli rüzgarlar
• Mevsimlik rüzgarlar
• Yerel rüzgarlar
Sürekli Rüzgarlar yıl boyunca aynı yönde esen rüzgarlardır. Diğer bir deyişle
daimi yüksek basınç alanlarından daimi alçak basınç alanlarına doğru esen rüzgarlardır.
Dünyanın günlük hareketinin etkisiyle hareket ettikleri yönün kuzey yarımkürede
sağına, güney yarımkürede sola saparlar. Sürekli rüzgarlar; alizeler, batı rüzgarları ve
kutup rüzgarları olmak üzere üçe ayrılır.
Alizeler, 30° kuzey ve 30° güney paralelleri çevresindeki dinamik yüksek basınç
kuşağından ekvatordaki alçak basınç kuşağına doğru yıl boyunca esen rüzgarlardır.
Dünyanın günlük hareketine bağlı olarak kuzey yarımkürede kuzeydoğudan, güney
yarımkürede güneydoğudan eserler. Alizeler, tropikal kuşaktaki karaların doğu
kıyılarına yağış bırakır. Sıcak kuşaktaki okyanus akıntılarının oluşmasında ve
yönlerinde etkilidir.
Batı Rüzgarları, 30° enlemlerindeki dinamik alçak basınç kuşaklarından 60°
enlemlerindeki dinamik alçak basınç kuşaklarına doğru esen rüzgarlardır. Dünyanın
ekseni etrafındaki hareketinin etkisiyle kuzey yarımkürede güneybatıdan, güney
yarımkürede kuzeybatıdan eserler. Orta kuşak karalarının batı kıyılarına bol yağış
bırakırlar. 60° enlemlerinde kutup rüzgarları ile karşılaşarak cephe yağışlarına yol
açarlar. Orta kuşaktaki okyanus akıntılarını ve yönlerini etkiler.
Kutup Rüzgarları, kutuplardaki termik yüksek basınç alanlarından 60°
enlemlerindeki dinamik alçak basınç alanlarına doğru esen soğuk rüzgarlardır.
Mevsimlik Rüzgarlar ise birbirine komşu olan büyük kara parçaları ile
okyanusların yıl içerisindeki farklı oranda ısınma ve soğumalarına bağlı olarak oluşan
basınç alanları arasında eserler. Muson rüzgarları bnuna en iyi örnektir. Yaz
mevsiminde çabuk ısınan Asya içlerinde alçak basınç alanı oluşur. Geç ısınan Hint
okyanusu ise yüksek basınç alanı halindedir. Bu nedenle denizden karaya doğru rüzgar
eser. Buna Yaz Musonu denir. Mayıs-Ekim ayları arasında etkili olur. Yaz musonları
deniz ve okyanuslardan kaynaklandıkları için bol nem taşır ve etkili olduğu yerlere bol
yağış bırakırlar.
12
Kış mevsiminde Asya’nın iç kısımları çok soğur ve burada güçlü bir yüksek
basınç alanı oluşur. Güneyindeki Hint Okyanusu ile güneydoğusundaki Büyük Okyanus
ise geç soğudukları için birer alçak basınç alanı halindedir. Bu basınç farklılığı, kış
mevsiminde Asya içlerinden Hint ve Büyük Okyanus’a doğru esen rüzgarların
oluşmasına neden olur. Bunlara kış musonları adı verilir. Kış musonları karadan
geldikleri için soğuk ve kurudurlar. Bu nedenle yağış getirmezler. Ancak okyanusu
geçerken nem aldıkları için Asya’nın güneydoğusundaki adalara yağış bırakırlar.
Yerel Rüzgarların bir kısmı, genel hava dolaşımına bağlı rüzgarların yerel olarak
bazı değişikliklere uğramasıyla oluşur. Bazıları da tamamen yöresel basınç farkları
sonucunda oluşurlar. Meltemler, Fön Rüzgarları, Sirokko, Hamsin, Samyeli, BNora,
Mistral bnuna örnek verilebilir.
Meltemler birbirine yakın iki ayrı özellikteki alanın, gün içerisinde farklı derecede
ısınıp soğumasına bağlı olarak oluşur ve gece ile gündüz arasında yön değiştirir.
Gündüz, karalar daha fazla ısınarak alçak basınç alanı oluşur. Denizler ise daha serin
olduğu için yüksek basınç alanıdır. Bunun sonucunda denizden karaya doğru serin bir
rüzgar eser. Buna deniz meltemi denir. Deniz melteminin ege kıyılarındaki adı
İmbat’tır. Deniz meltemi yağış getirmez. Gece ise, karalar daha fazla soğur ve yüksek
basınç alanı oluşur. Denizler daha sıcaktır ve basınç azdır. Bunun sonucunda da,
karadan denize doğru rüzgar eser. Bu rüzgarlara kara meltemi denir.
Yanyana bulunan dağlarla alçak düzlüklerin gün içinde farklı ısınma ve soğumalarına
bağlı olarak dağ ve vadi (yamaç) meltemleri oluşur. Gündüz, dağ yamaçları vadilerden
daha çok ısındığı için basınç azdır. Bu nedenle rüzgar, vadiden yamaç yukarı eser. Bu
rüzgara vadi meltemi denir. Gece ise yamaçlar vadilere oranla fazla soğuduğu için
rüzgar dağdan vadiye doğru eser. Bu rüzgara dağ veya yamaç meltemi denir.
Fön Rüzgarı ise yamaç boyunca yükselen hava kütlesinin bir dağı aşarak diğer
yamaçta alçalmasıyla oluşur. Yükselen hava her 100 m’de 0,5 °C soğur. Oysa dağın
diğer yamacında alçalmaya başlayınca her 100 m’de 1°C ısınır. Bunun nedeni kuru
havanın alçalırken sürtünmenin de etkisiyle daha çok ısınmasıdır. İşte bu hava akımına
fön rüzgarı denir.
13
Sirokko, Büyük Sahra’dan kaynaklanan Cezayir ve Tunus üzerinden Akdeniz’e
doğru esen sıcak ve kuru bir rüzgardır. Akdeniz’i geçerken nem alarak İspanya, Fransa
ve İtalya’nın güney kıyılarına yağış bırakır.
Hamsin, Afrika’nın kuzeyindeki kara içlerinden Libya ve Mısır’ın kıyıya yakın
bölgelerine doğru eser. Sıcak, kuru ve bunaltıcıdır.
Samyeli (Keşişleme), Türkiye’nin güney bölgelerinde esen sıcak bir rüzgardır.
Sıcak, kuru ve bunaltıcıdır. Özellikle yaz aylarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde
buharlaşmayı aşırı derecede artırarak kuraklığa neden olur.
Bora, Dalmaçya kıyılarında, Dinar Alpleri’nden Adriyatik Denizi’ne doğru esen
soğuk ve kuru rüzgarlardır.
Mistral, Fransa’nın Rhone vadisini izleyerek Akdeniz’e doğru esen soğuk ve kuru
rüzgardır.
Krivetz, Romanya’da aşağı Tuna ovasından Karadeniz’e doğru esen soğuk ve
kuru rüzgardır.
Sıcak kuşakta, ani basınç farklarından kaynaklanan ve hızları saatte 100-150
km’ye kadar çıkabilen tropikal rüzgarlar da yerel rüzgarlardadndır. Daha çok
okyanuslar üzerinde oluşurlar. Sarmal hava hareketleri halinde olduklarından, genellikle
hortumlara neden olurlar. Tropikal rüzgarlara, Asya kıyılarında Tayfun, Meksika
Körfezi kıyılarında Hurricane, Afrika’nın bazı kesimlerinde ve Latin Amerika
kıyılarında da Tornado adı verilir.
13.4. DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ
Dünya'nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir iklimi bulunmaktadır. Ancak,
benzer iklim kuşaklarına sahip alanlar büyük iklim kuşakları oluşturur. Büyük iklim
gruplarına makroklima adı verilmektedir. İklimler kabaca ekvatordan kutuplara doğru
sıcak, ılıman ve soğuk
olmak
üzere üç guruba ayrılabilir (Şekil 5).
Ekvatoral,
Subtropikal, Muson ve Kurak İklimler Sıcak İklim grubu içindedir. Akdeniz,
Okyanusal, Karasal ve Yarıkurak İklimler ise Ilıman İklim kuşağı içinde kalmaktadır.
Tundra ve Kutup İklimleri ise Soğuk İkimler dahilindedir.
14
Soğuk Kuşak
Ilıman Kuşak
Sıcak Kuşak
Sıcak Kuşak
Ilıman Kuşak
Soğuk Kuşak
Şekil 5. Dünyadaki en temel iklim bölgeleri
İklimlerin sınıflandırılmasında sıcaklık, yağış miktarı, yağış rejimi ve yağış buharlaşma ilişkisi gibi ölçütler dikkate alınır. Buna göre ise en fazla kabul gören
yaklaşım Köppene aittir (Şekil 6).
Tropikal
Kurak
Ilıman
Soğuk
Kutup
Şekil 6. Köppen’e göre Dünya iklim bölgeleri
15
Ekvatoral İklim, yıllık sıcaklık ortalaması 25 °C ’nin üstündedir. Yıllık ve günlük
sıcaklık farkı en az olan iklimdir (1–2 °C civarında). Bu durumun nedeni Güneş
ışınlarının bütün yıl dike yakın açıyla düşmesi ve nemliliğin fazla olmasıdır. Ekvator
çevresinde 0˚ ve 10˚ enlemleri arasında görülür. Ekvatoral iklim, Amazon ve Kongo
havzalarının büyük bir kesiminde, Gine Körfezi kıyılarına yakın bölgelerde, Endonezya
ve Malezya’nın büyük bir bölümünde etkili olmaktadır. Her mevsim düzenli yağış alır.
Fakat en fazla yağış güneş ışınlarının Ekvatora dik geldiği tarihlerde görülür.
Buharlaşma arttığı için. Yağışlar oluşum bakımından Konveksiyonel yağışlarına
örnektir. Yıllık yağış miktarı 2000 mm‘nin üstündedir. Bitki örtüsü bütün yıl yeşil kalan
sık ve uzun boylu yağmur ormanlarıdır. Yağışların fazla olması ve yüksek sıcaklık
kimyasal çözülmeyi artırmıştır. Topraklar fazla yıkandığı için verimi düşüktür ve
kırmızı renkli Laterit topraklarıdır.
Subtropikal İklim 10˚-30˚ kuzey ve güney enlemlerinde görülür. Sudan, Çad,
Nijerya, Mali, Moritanya, Brezilya, Venezuela, Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi
ülkelerde etkili olmaktadır. Sıcaklık ortalaması bütün yıl 20 °C’nin üstündedir. Bu iklim
bölgesinde güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer. Güneş ışınlarının dik geldiği yaz
dönemi Konveksiyonel yağışlı, kışlar kuraktır. Yıllık yağış miktarı 1000–1200 mm
arasındadır. Bitki örtüsü savan adı verilen otsu bitkilerden ve yer yer akasya ve baobap
ağaçlarından oluşur. Savanlar uzun süre yeşil kalan, gür ve uzun boylu ot
topluluklarıdır. Savan bitki örtüsü içinde yeraltı sularının yüzeye çıktığı yerlerde ve
akarsu boylarında Galeri ormanları görülür.
Muson İklimi yıllık basınç farkına bağlı olarak oluşur.Güney Hindistan, Güney
Çin, Güneydoğu Asya, Japonya ve Mançurya gibi bölgelerde görülür. Bu alanlar Muson
rüzgârlarının etkisi altındadır. Yıllık ortalama sıcaklık 15 – 20°C dir. Yıllık sıcaklık
farkı 10°C civarındadır. Alçak enlemlerde sıcaklık yüksektir. Kuzeye doğru kışlar daha
sert geçer. Muson rüzgârlarının esme yönüne paralel olarak yazlar yağışlı kışlar kurak
geçer. Yıllık yağışların % 85'i yaz aylarında düşer.Yıllık yağış miktarı ortalama 1000 1500 mm civarındadır. Kıyı bölgeleri ve dağların denize bakan yamaçlarında yağış
miktarı artar. Örneğin Hindistan’ın kuzey doğusunda yer alan Çerapunçi 12000 mm
yağış ile dünyanın en fazla yağış alan yeridir. Kıyı kesimlerinde kışın yaprağını döken
ormanlar, kuzeye doğru ise savanlar görülür.
16
Kurak İklim dönenceler civarında kıta içlerinde etrafı dağlarla çevrili çukur
alanlarda görülür. Afrika’da B. Sahra, Ortadoğu’da Necef, Asya’da Gobi, Taklamakan,
Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Güney Afrika’da Kalahari ve Namib, Güney
Amerika’da Patagonya, Atacama ve Peru yeryüzündeki başlıca çöl alanlarıdır. Gece ile
gündüz arasında sıcaklık farkları çok fazladır. Günlük sıcaklık farkının 50°C yi bulduğu
zamanlar olmaktadır. Çöllerdeki nem yetersizliği, günlük sıcaklık farkının büyümesine
zemin hazırlamıştır. Yağışlar yok denecek kadar azdır. Yıllık yağış miktarı genellikle
100mm’ den azdır. Doğal bitki örtüsü bazı kurakçıl otlar ve kaktüs gibi bitkileridir.
Bitki örtüsü çok zayıftır. Susuzluğa dayanıklı bitki türleri görülür.
Akdeniz İklimi Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, Avustralya’nın güneybatısı, G.
Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika’da
Kaliforniya çevresinde etkilidir. Türkiye de genel olarak bu iklim kuşağının etkisi
altındadır. Yıllık ortalama 18°C’dir. En sıcak ay ortalaması 28–30°C, en soğuk ay
ortalaması 8–10 °C’dir. Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600–
1000 mm arasındadır. Yaz ayları kurak kış ayları yağışlıdır.Yaz sıcaklığı güneş
ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır. Kıyı
kesimlerde ılıman geçen kışlar iç kesimlere doğru sertleşir. Kar yağışı ve don olayı çok
ender görülür. Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu
ikimde görülür. Karakteristik bitki örtüsü, kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle
ortaya çıkan makilerdir. Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı,
kuraklığa dayanabilen, çalımsı bodur bitkilerdir. Akdeniz ikliminde yağışın az çok
yeterli olduğu orta yükseklikteki yamaçlarda iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar
(Kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları gibi) yer alır.
Okyanusal İklim, 30° - 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür.
Okyanusal iklim Batı Avrupa, Batı Kanada ve Güney Alaska kıyılarında, Güney Şili,
Avustralya’nın kuzeydoğusu ve Yeni Zelanda’da etkili olmaktadır. En sıcak ay
ortalaması 24–25 °C, en soğuk ay ortalaması 5-6 °C dir. Yıllık ortalama 13–15 °C dir.
Kıtaların batı kıyılarındaki sıcak su akıntıları ve nemli batı rüzgârları iklimin
oluşumunda önemli rol oynarlar. Yıllık sıcaklık farkları 10–15˚ ‘yi geçmez. Her mevsim
yağışlıdır. Nemlilik fazla olduğu için yıllık yağış miktarı 1500 mm civarındadır En fazla
yağış Sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür. Yağış oluşumu yamaç yağışı
17
şeklindedir. Bitki örtüsü kışın yaprağını döken yayvan yapraklı ormanlardır. Ormanların
tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur.
Karasal İklim 30° - 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisinden uzak iç
kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülmektedir. Karasal iklim, Sibirya, Kanada
ve Doğu Avrupa’da geniş bir yayılış sahasına sahiptir. En soğuk ay ortalaması –10 °C
civarındadır. Bazı günler –40 °C ye kadar sıcaklığın düştüğü de gözlenebilmektedir.
Yıllık sıcaklık ortalaması 0–10 °C dır. En sıcak ay ortalaması 20 °C civarındadır. Kışlar
çok soğuk geçer ve uzun sürer. Yazlar ise sıcaktır. Yıllık sıcaklık ortalaması 0 – 10°C
arasında değişir. Yıllık sıcaklık farkı 20 – 40°C dır. Kar ortalama 80–90 gün toprak
üstünde kalır. Denizden uzaklaşıldıkça ve kutba doğru gidildikçe sıcaklıklar çok düşer.
Dünyanın kışları en soğuk ve yıllık sıcaklık farkının en fazla olduğu bölgeleri bu iklim
alanının denizlerden uzak ve daha kuzeyde olan iç kesimleri ile yüksek kesimlerdir.
Yıllık yağış miktarı 500 – 600 mm dolayındadır. En fazla yağış yazın, en az yağış kışın
düşer. Kış yağışları daha çok kar şeklindedir. Doğal bitki örtüsü iğne yapraklı
ormanlardır. Yağışın azaldığı kesimlerde de bozkırlar görülür. Sibirya ve Kanada da
iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Kıyıya yakın olan daha ılıman
kesimlerde yayvan ve iğne yapraklı ormanlar yaygındır. Kışların çok soğuk geçtiği iç ve
yüksek kesimlerde soğuğa dayanıklı iğne yapraklılar geniş yer kaplar. Yüksek
kesimlerde üstünde alpin kat denilen dağ çayırları yer alır.
Yarıkurak İklim geçiş iklim özelliği gösterir. Yaru kurak iklimlerde yıllık
ortalama sıcaklık 10° - 12°C, sıcaklık farkı ise 15 - 30°C’dir. Yıllık yağış miktarı 250 500 mm’dir. En fazla yağış ilkbaharda ve yazın düşmektedir. Doğal bitki örtüsü yağışlı
mevsimde yeşeren, kurak mevsimde sararan step’tir.
Tundra İklimi İskandinavya Yarımadasıyla, Kanada’nın kuzeyinde, Sibirya’ da ve
Grönland Adası’nın kıyı kesimlerinde görülür. En sıcak ay ortalaması 10 °C yi geçmez.
Kışın sıcaklık –30, -40 °C'lere kadar iner. Toprak yılın büyük bir kesiminde donmuş
haldedir. Kışlar çok soğuktur. Sadece yazın sıcaklığın artması ile toprağın üst
kısmındaki buzlar erir ve bataklıklar oluşur.Yıllık yağış miktarı 200–250 mm
civarındadır. Bitki örtüsü yosun ot ve cılız çalılıklardan oluşan Tundra bitki örtüsüdür.
Düşük sıcaklıklara dayanabilen otlar çalılar ve yosunlardan oluşur.
18
Kutup İklimi Dünyanın sürekli olarak karlar ve buzlarla kaplı olan kutup
bölgelerinde görülen iklim tipidir. Kuzey Kutbu çevresinde Grönland Adası’nın iç
kısımlarında ve Antarktika’da etkilidir. Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C nin
altındadır. Sıcaklık, çoğu zaman -40°C ye, hatta daha altına iner. Yıllık sıcaklık farkı
30°C dolaylarındadır. Güneşlenme süresi çok uzun olmasına rağmen sıcaklık
yükselemez. Çünkü güneş ışınları yıl boyunca bu bölgelere eğik açılarla gelir. Sıcaklık
düşük olduğundan buharlaşma ile atmosfere karışan nem azdır. Dolayısıyla yağışlar son
derece az ve her zaman kar şeklindedir. Ortalama yağış yıllık 200 mm civarındadır. Bu
sebeple kutup iklimine soğuk çöl iklimi de denir. Zemin buzlarla kaplı olduğu için bitki
örtüsü yoktur.
19
ÇALIŞMA SORULARI
1. Kutuplar hangi basınç alanıdırlar?
A. Termik alçak basınç
B. Termik yüksek basınç
C. Dinamik alçak basınç
D. Dinamik yüksek basınç
E. Termik normal basınç
2. Aşağıdaki rüzgarlardan farklı olanı hangisidir?
A. Sirokko
B. Hamsin
C. Alize
D. Bora
E. Mistral
Cevaplar: 1b – 2c
20
14.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü
14. BÖLÜM
ÖZET: Bu derste kıyı, karst ve volkan morfolojisine ait temel özellikler ile bunların
kontrolünde oluşup gelişen yerşekilleri üzerinde durulacaktır.
GİRİŞ
Fiziki Coğrafyanın önemli bir alt disiplini de Biyocoğrafyadır. Biyocoğrafya
çevreyle çok yakın olarak ilişkilidir. İklim, sular, toprak, yerşekilleri Biyocoğrafya’yı
etkilemektedir. Dolayısıyla Biyocoğrafya diğer koşulları yansıtan bir özelliğe sahiptir.
Bitkiler ekosistemin temeli olup, canlılığın kaynağını oluştururlar. Bu bağlamda,
yaşamın sürdürülebilirliği, bitki örtüsünün sürekliliğine, arttırılmasına, insanoğlunun
bitkileri yakından tanıyarak önemini kavramasına ve çoğaltılması yönündeki çabaları ile
doğru orantılıdır. Hızla artan nüfus, çarpık kentleşme ve yanlış sanayileşme ve çevre
kirlenmesi ile ekosistemin dengesi bozulmuştur. Bu aşamada, doğal bitki materyali
kaynakları olan başta ormanlar olmak üzere savan, maki, step, çöl, tundra ve alpin
çayırlar ile bataklıklarda yetişen bitkilerin işlevleri büyük önem kazanmıştır. Bitkiler
insanoğluna, doğrudan doğruya sağladığı gıda, barınma ve beslenme gibi binlerce somut
yararlarının dışında, yeşil bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez işlevi sonucu, yaşamın
kaynağı olan soluduğumuz oksijeni üretmektedir.
14.1. BİYOCOĞRAFYA NEDİR
Biyocoğrafya canlı türlerin, organizmaların ve ekosistemlerin coğrafi olarak
dağılışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.
Biyocoğrafya, canlıların (bitkilerin ve
hayvanların) dünya üzerindeki dağılış sebeplerini ve bunların değişimlerini nedenleriyle
birlikte ele alıp inceler (Şekil 1). Dolayısıyla türlerin coğrafi dağılımını araştıran ve
türlerin yeryüzü üzerindeki konumlarını haritalandırarak burayı nasıl yaşam alanı
1
edinmiş olabilecekleri sorusuna cevap arayan bir disiplindir.
Şekil 1. Canlı türleri
Biyocoğrafya ekoloji, botanik, zooloji, fizyoloji, biyoloji, jeoloji, klimatoloji,
pedoloji, hidrografya gibi fiziki coğrafya bilgilerini bir çatı altında toplayan bir
yaklaşıma sahiptir.
Coğrafi bölgelerde türlerin dağılış kalıpları genellikle etkili
faktörlerin jeolojik tarihçe boyunca gerçekleşen kombinasyonu ile açıklanabilir:
Bunların başlıcaları kıtaların kayması, buzullaşma, deniz seviyesi değişimleri, akarsu
ağlarına olan uzaklık, yeraltısuları ile olan ilişki, yaşanan izolasyonlardır. Modern
Biyocoğrafya genellikle organizmanın dağılımını etkileyen faktörleri ortaya koymak ve
gelecekteki eğilimleri tahmin etmek üzere değerlendirmeler yapmaktadır.
Edward O. Wilson, Alexander von Humboldt, Hewett Cottrell Watson,
Alphonse de Candolle, Alfred Russel Wallace, Philip Lutley Sclater bu sahadaki önemli
isimlerdir.
Biyocoğrafya; Fitocoğrafya (Vejetasyon Coğrafyası) ve Zoocoğrafya olmak
üzere iki alt gruba ayrılmaktadır.
Biyocoğrafya canlıların genel dağılışını bitki ve hayvan topluluklarını meydana
getiren taksonları ayrı ayrı flora ve faunayı sistematik ve dünya üzerindeki dağılışları
bakımından ekolojik yönden değerlendirir. Zoocoğrafya ise hayvanların dağılışını
inceler.
2
14.2. VEJETASYON (BİTKİ) COĞRAFYASI
Vejetasyon Coğrafyası (fitocoğrafya, Bitki Coğrafyası) yeryüzünün bitki
örtüsünü, bitki topluluklarının dağılışını, bu dağılışı etkileyen faktörleri, insan, hayvan,
iklim, toprak, yeryüzü şekilleri ve diğer çevresel etkenlerle karşılıklı etkileşimini
inceleyen bilim dalıdır. Yeryüzünün bitki örtüsünü, bu örtünün çevre ile ilgisini
araştıran bir disiplindir. Bu bilim, bitki bilimi (Botanik) ile coğrafya arasında yer
tutmakla beraber, coğrafyanın araştırma yollarına uyması derecesinde onun bir kolu
durumunda bulunur. Bitki coğrafyasının konusu iklim, toprak ve başka canlılarla
doğruca ilgisi bulunan, çok çeşitlilik gösteren bitkilerin yaşayışını incelemek, çok
sayıdaki tek tek olayların ortak sebeplerini arayıp bunları toplu olarak göz önüne
almaktadır. Bitki coğrafyasının bazı alt dalları bulunmaktadır. Bunlardan biri floristik
bitki coğrafyasıdır. Bunda bir bölgede yetişen bitki türleri, bunların yayılış yerleri
incelenir. Yerli bitkilerle oraya sonradan gelme yabancı bitkiler ayırt edilmeye çalışılır.
Bu dallardan ikincisi ekolojik bitki coğrafyası Bunda bitkinin iklim, toprak, yeryüzü
şekilleri, başka canlılarla ilişkisi araştırılır.
Her bitkinin kendine has bir iklim özelliği vardır. Başka bir ifadeyle benzer
iklim şartlarında benzer bitki türleri görülür. Farklı bölgedeki iklimin benzerliği doğal
bitki örtüsünün benzerliğini ıspatlar. Yer şekillerinin kısa mesafeler dâhilinde değişmesi
bitki örtülerinin de kısa mesafeler dâhilinde değişmesini sağlar. Bitki örtüleri yeryüzüne
dağılışlarında aralıksız kuşaklar oluşturmazlar. Enlem farkı arttıkça ve farklı
enlemlerden oluştukça bitki örtüsü de çeşitlenir. Bunlara ek olarak burada belirtilmesi
gereken bir kaç hususta endemik, relikt, kozmopolit kavramlarıdır.
Jeolojik Dönemler boyunca meydana gelen büyük çaplı iklim değişmeleri çeşitli
iklimlerin etki alanlarını büyük ölçüde değiştirerek bitki türlerinin dağılışı üzerinde
etkili olmuştur. Ülkemizde özellikle Kuvaterner devrinde yaşanan iklim değişiklikleri
bitki örtülerinin yayılış alanlarında değişiklikler meydana getirmiştir. Bunun sonucunda
ülkemizde, soğuk ve nemli iklim şartlarının egemen olduğu dönemlerde kuzeyde var
olan bitkiler güneyde, sıcak iklim şartlarının egemen olduğu dönemde ise güneyde
yaşayan bitkiler kuzey kıyılarımızda yaşama imkânı bulmuşlardır.
Ülkemiz arazisin oldukça dağlık ve engebeli olması geçmiş yer değiştirmelerden
3
etkilenen çeşitli bitki türlerinin günümüzde kendi yaşam alanlarının dışında varlıklarını
sürdürmelerine imkân vermiştir. Bunlara kalıntı (relikt) bitkiler denir.
Dünya’nın belli bölgelerinde, belli ekolojik özelliklere sahip ortamlarda
yetişebilen, yetişme alanı oldukça dar olan bitkilere endemik bitki denir. Dolayısıyla bir
tür bir yerde bulunuyor başka bir yerde bulunamıyorsa buna endemik tür denir.
Ülkemiz endemik bitkiler açısından oldukça zengindir. Türkiye’de 3022
civarında endemik bitki çeşidi olduğu sanılmaktadır. Endemik türler açısından en
zengin alan, Amanos Dağları’dır. Bunun dışında, Ege Bölgesi’nin güney kesimleri,
Akdeniz Bölgesi’nin batısında bulunan dağlar, Uludağ, Kaz Dağı, Erciyes Dağı, Rize ve
Artvin çevresinde yer alan dağlar, Munzur Dağları ve Ilgaz Dağlarıdır.
Yeryüzünde oldukça geniş alanlara yayılmış farklı yetişme koşullarında varlığını
sürdürebilen bitki türleri Kozmopolit bitkiler olarak isimlendirilmektedir.
14.2.1. VEJETASYONUN YETİŞME ORTAM ŞARTLARI
Bitki örtüsünün dağılışını etkileyen en önemli faktör iklimdir. İklim ve bitki
topluluklarının dağılışı arasında sıkı bir ilişki vardır. Işık, sıcaklık, yağış, basınç ve
rüzgârlar bitki örtüsünün yetişme ortam şartları üzerinde etkilidirler. Kutup ikliminin
egemen olduğu alanlar dışında bütün iklimlerin kendine has karakteristik bitki örtüsü
vardır. Farklı bölgeler arasında benzer iklim şartlarının yaşanması bitki çeşitleri
açısından benzerlik olduğunu gösterir. Farklı bitkiler yetişebilmek için farklı miktarda
sıcaklık ve neme ihtiyaç duyarlar. Sıcak ve nemli bölgelerde bitki örtüleri çeşit
bakımından daha zengin ve daha gür topluluklar şeklindedir. Bitki kuşakları genel
olarak sıcaklık kuşaklarına uyum gösterirler. Bitkilerin gelişebilmesi için belli bir
sıcaklığın olması gerekir. Sıcaklık bir yerdeki bitki türlerini belirler örneğin ağaçların
iğne yada geniş yapraklı olmasını belirler. Bunma bağlı olarak bitkiler;
•
Sıcaklık isteği yüksek olanml bnitkiler (Megatermler)
•
Sıcaklık isteği orta derecede olan bitkiler (Mezotermler)
•
Sıcaklık isteği düşük olan bitkiler (Mikrotermler)
•
Sıcaklık
isteği
düşük
olan
bitkiler
(Heksistotermler)
şeklinde
sınmıflanmdırılırlar.
Sıcak orta kuşakta her tür bitki yetişme alanı bulabilirken soğuk kutup
4
bölgelerinde ve yükseklerde düşük sıcaklık şartları nedeniyle bir çok bitkiye rastlanmaz.
Işık vasıtasıyla bitkiler fotosentez yaparlar. Bu bakımdan bitkiler;
•
Güneş bitkileri,
•
Gölge bitkileri olarak sınıflandırılırlar.
Yağış miktarı ve yağışın oluştuğu dönem bitki türleri ve bunların dağılışı
açısından büyük öneme sahiptir. Yağış bir yerdeki bitki yoğunluğunu yani bitkilerin ot,
çalı veya ağaç olmasını ve bunların miktarının az ya da çok olmasını belirler. Her
bitkinin istediği su miktarı farklıdır. Yağışlı bölgelerde gür bitki toplulukları görülürken
kurak bölgelerde bitki örtüsü seyrekleşir, çöllerde kurakçıl ve seyrek bazı otlara ve
çalılara rastlanır. Su ihtiyaçlarınma göre bitkiler aşağıdaki gibi sınıflandırılırlar;
•
Hidrofitler
•
Higrofitler
•
Mezofitler
•
Kserofitler
•
Kseofiller
•
Halofitler
Bitki örtüsünün yetişme ortam şartlarını teşkil eden bir diğer unsur topraktır.
Toprağın özellikleri kendisini oluşturan ana kaya, iklim ve diğer faktörlerin etkisiyle
meydana gelir. Bu nedenle toprağın kalınlığı onu oluşturan ana kayanın özellikleri ve su
tutma kapasitesi yer yer farklılık gösterir. Bitkiler ancak yaşama imkânı buldukları ve
kendi ihtiyaçlarına uygun toprak yapılarında varlıklarını sürdürebilirler. Bitkiler
kökleriyle toprakta tutunur ve gıdalarını topraktan alırlar. Bu nedenle yeterli kalınlıkta
toprak örtüsü olmayan yerlerde bitkilerde yaşayamaz.
Bitki türlerinin dağılışında, yükselti, bakı ve eğim gibi jeomorfolojik özelliklerde
büyük rol oynar. Dağ sıraları ve dağların uzanışı bitki örtüsünün yayılışını etkiler.
Kıyıya paralel uzanan dağlar deniz etkisini iç kesimlere sokmadığı için iç kesimler bitki
bakımından fakirleşirken, dağların denize bakan yamaçları daha zengin bitki örtüsüne
sahip olur. Yüksekliğin artması, sıcaklığın düşmesine neden olmaktadır. Bu durum
çeşitli bitkilerin belli yükseltilerde yetişebilmesine neden olur. Yükselti, bitkilerin
5
yaprak, kök ve gövde gibi ana özellikleri üzerinde etkili olur. Yükseklere çıkıldıkça
sıcaklıklar azaldığı için bitki örtüsü türü ve yoğunluğu azalır. Belli bir yükseltiden sonra
artık bitki yetişmez. Yükselti arttıkça sıcaklığın yanı sıra nem de azalır. Bu durum, bitki
hayatını büyük oranda etkiler. Bitkiler belli bir yükseklikten sonra cılızlaşır ve doğal
olarak ortadan kalkar. Bitki toplulukları, yükseklik arttıkça sıcaklık ve nem miktarının
azalmasına bağlı olarak, geniş yapraklı ormanlar, karışık ormanlar, iğne yapraklı
ormanlar ve dağ çayırları biçiminde kuşaklar meydana getirir. Aynı miktarda yağış alan
bir yamaçta, yükseklik arttıkça bitki örtüsünde değişme meydana gelmesi sıcaklığın
azalmasından kaynaklanır. Sıcaklık şartları aynı ise, bitkisel farklılaşma nem miktarının
değişmesiyle ilgilidir.
Eğim doğrudan toprak özelliklerini, dolaylı olarak da bitkilerin yetişmesini
etkiler. Ayrıca eğim güneş ışınlarının herhangi bir noktaya düşme açısı üzerinde etkili
olarak, sıcaklık seviyesinde rol oynar. Eğimli yamaçlarda gür bitki örtüsü görülür çünkü
düz alanlar insanlar tarafından işgal edilmiştir.
Herhangi bir sahanın Güneş’e göre konumu olan bakı vejetasyon yetişme
şartlarını etkiler. Bu bakımdan bakı bitki örtüsünün yayılışında en önemli faktörlerden
birisidir. Güneş ışınlarını direk alan yamaçlarda ısınma ve buna bağlı buharlaşma fazla
olduğundan topraktaki nem oranı düşer. Güneş ışınlarını direk almayan yamaçlarda
toprak nemliliği daha fazla olur. Güneşe dönük yamaçlar uygun sıcaklık şartları
sayesinde hem bitki türü hem de bitki yoğunluğu bakımından daha zengindir. Dağların
Güneş'e bakan yamaçlarında bitkilerin olgunlaşma süreleri daha kısadır. Ormanın ve
ağacın yetişme sınırı daha yüksektir.
Bitki yetişme ortam şartlarından birisi de insan ve hayvanlardır. Bunlar biyotik
faktörler olarak bilinir. İnsanlar tarafından meydana getirilen orman tahribatları,
ormanlarda ve otlak alanlarında aşırı hayvan otlatılması doğal bitki örtülerinin büyük
miktarda zarar görmesine sebep olur. Arazi kullanımında yanlış yöntemlerin
kullanılması, toprak örtüsünün ve sonuç olarak bitki örtülerinin yok olmasına neden
olmaktadır. Yeraltı sularından aşırı ve yanlış yararlanma yöntemleri nedeniyle toprak
yapısı bozulmakta mevcut doğal bitki örtüleri büyük zarar görmektedir. Yerleşme
alanları, sanayi alanları ve ulaşım hatlarının yer tercihinde sadece maliyet hesaplarına
bakılması doğal bitki örtülerinin ve bu alanlardaki canlı yaşamının geri dönülmez
6
şekilde yok olmasına neden olmaktadır.
14.2.2. BİTKİ TOPLULUKLARININ SINIFLANDIRILMASI
Herhangi bir yerin iklim, toprak, arazi yapısı ve diğer tüm özelliklerinin
meydana getirdiği, mevcut alanın karakterini yansıtan bitki örtüsüne o yerin doğal bitki
örtüsü denir. Ağaç toplulukları ve ot toplulukları doğal bitki örtüsünü meydana getirir.
Ormanların temel unsuru ağaçtır. Ağaçların oluşturduğu topluluklara orman
denir. Ormanlar bol yağış ve toprak neminin yüksek olduğu sıcaklık koşullarının uygun
olduğu ortamlarda zengin olarak görülen bitki topluluklarıdır. Yağış, sıcaklık ve toprak
şartlarının elverişli, yetişme devresinin uzun olduğu her yerde ağaç yetişir. Yağış azlığı,
şiddetli buharlaşma ağaç yetişmesine engel olur. Ekvatoral Yağmur Ormanları, Muson
Ormanları, Orta Kuşağın Karışık Ormanları, Tayga Ormanları önemli ormanlardır.
Yaprak biçimine göre genmiş yapraklı ormanlar ve iğne yapraklı ormanlar olmak üzere
iki tipe ayrılır. İğne yapraklı ormanlar düşük sıcaklık koşullarına uymuş, nemli-soğuk
iklim bölgelerinde yaygın olan ormanlardır.
Geniş yapraklı ormanlar genellikle kışın yapraklarını döken ağaçlardan oluşan
ormanlardır. Ekvatoral ve okyanus ikliminin etki olduğu alanlarda yaygın olarak
görülür. Ormanlardan başka ağaç topluluklarının bir diğer unsurunu çalılar veya makiler
oluşturur.
Makiler Akdeniz ikliminin doğal bitki örtüsüdür. Genel olarak 500 m’ ye kadar
bazı alanlarda ise 1000 m’ ye kadar görülebilmektedir. Asli ormanın tahrip edilmesiyle
gelişmiş ikincil bir bitki özelliği taşır. Kuraklığa dayanıklı, yıl boyunca yeşil kalan, kısa
boylu ağaçlardır. Yaprakları dar, cilâlı ve tüylüdür. Karakteristik özellikleri, kışın
yapraklarını dökmemeleri ve yaz kuraklığına dayanıklı olmak için yaprak, gövde ve kök
sistemlerinin su kaybını önleyecek yapıda olmalarıdır. Genelde Akdeniz ikliminin
hakim olduğu yerlerde ve orman tahribinin yoğun olduğu sahalarda ince gövdeli, sert,
bazen kenarları dikensi, cilalı daimi yeşil yapraklı 2-3 m. boyları olan, çalı görünüşlü ya
da ağaççık şeklindeki bitki toplulukları maki formasyonu olarak adlandırılır.
Başlıca maki türleri;
Zeytin,
Sandal,
7
Kocayemiş,
Defne,
Kermes meşesi,
Mersin,
Yabani zeytin,
Zakkum,
Sandal,
Menengiç,
Karaçalı,
Sakız,
Keçiboynuzu,
Akçakesme,
Süpürge çalısı,
Pırnal meşesi,
Erguvan,
Katran ardıcı,
Tesbih
Laden’dir.
Makinin tahrip edildiği, toprak örtüsünün zayıfladığı alanlarda varlığını
koruyabilen cılız maki türlerine garig denir.
Genel olarak iklim, toprak ve arazi koşullarının ağaç yetişmesine uygun
olmadığı alanlarda oluşurlar. Ağaçlar gibi çok derin kök sistemine sahip değildirler.
Geniş gövdeye sahip olamazlar, bu nedenlerle ancak yağışlı dönemde gelişme imkânı
bulur, kuraklığın egemen olmasıyla yok olurlar.
Dağların yüksek alanlarında, yaz aylarının serin ve nemli geçtiği, orman
örtüsünün son bulduğu üst sınırından sonra ortaya çıkan ot örtüsü Alpin Çayırlardır.
Orta kuşakta, özellikle yağış miktarının düşük olduğu, karaların iç kısımlarında
özellikle ilkbahar yağışlarıyla yeşeren, yaz kuraklığının başlamasıyla ortadan kalkan
steplerde ot topluluğudur.
Subtropikal kuşakta, yazı yağışlı geçen iklim bölgelerinde oluşan uzun boylu ot
8
topluluğu ise savandır.
Kuzey Yarım Küre’de, ılıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru ormanlar
ortadan kalkar. Kutup altı bölgelerinde, kısa süren yaz ayı süresince oluşan sıcaklıklara
bağlı olarak eriyen buzlar bataklıkların oluşmasına neden olur. Bu alanlarda düşük
sıcaklığa uyum sağlamış cılız, seyrek, kurakçıl, otsu bitkiler ve kısa boylu çalılar oluşur.
Bu bitki topluluğuna Tundra adı verilir.
14.2.3. VEJETASYON KUŞAKLARI
Ekvator'dan kutuplara doğru enlemin etkisine bağlı olarak sıcaklık azalır. Belirli
bir noktadan sonra bitkilerin yetişme koşulları ortadan kalkar. Bitki türlerine göre
değişmekle beraber genel olarak bu sınıra, bitki örtüsünün enlem sınırı denir. Orman
örtülerinin kutuplara doğru ve yükseltiye göre oluşabildiği son sınırlar orman üst sınırı
olarak bilinir. Bu sınırın oluşumunda ana neden doğal şartlar olmakla beraber,
insanlardan kaynaklanan nedenlerde etkili olabilmektedir. Orman üst sınırı Ekvator’dan
kutuplara doğru düşer. Orman üst sınırı, Ekvatoral bölgede en yüksek seviyeye ulaşır
3500-4000 m, Subtropikal bölgelerde 3000-3500 m, Ilıman kuşakta 1500-2000 m olarak
gerçekleşirken, Kutup kuşağında 500-1000 m ye iner. Gerek enlemlere bağlı olarak
gerekse de yükseltiye bağlı olarak bazı bitki zonları meydana gelir (Şekil 2). Dünya
üzerindeki iklim tiplerine bağlı olarak bitki örtüsü ekvatordan kutuplara doğru:
•
Daimi yeşil nemli tropikal yağmur ormanları
•
Yaprağını döken yazı yağışlı nemli-kurak tropikal bölgelerin vajetasyonu
(Savan)
•
Subtropikal kurak iklimin vejetasyonu (Çöl bitkileri)
•
Kışı yağışlı nemli-kurak dönemli iklimin vejetasyonu (Maki)
•
Orta kuşağın ılık-nemli iklim bölgelerinin vejetasyonu
•
Ilıman iklimin yaprağını döken vejetasyonu
•
Kurak ılıman iklimin vejetasyonu
•
Soğuk orta kuşak iklimin vejetasyunu
•
Arktik tundranın vejetasyonu
9
Şekil 2. Doğal Bitki Örtüsünün Dağılışı
Lokasyonlarına göre ise bitki coğrafyası aşağıdaki gibi bir diziliş gösterir;
Amazon Havzası, Senegal’den Gine körfezine kadar olan saha Kongo Havzası,
Güneydoğu Asya adaları Ekvatoral yağmur ormanları bölgesidir. Güneydoğu ve Doğu
Asya’da Hindistan, Japonya, Tayland, Vietnam, Endonezya, Doğu Çin,
Kore,
Avustralya’nın kuzeybatısı, Filipinler, Güneydoğu Afrika Muson Ormanları kuşağıdır.
Batı Rüzgarları sebebiyle Ilıman Kuşak karalarının batısında Orta Kuşağın Karışık
Ormanları görülür. Deniz etkisinden uzak kara içlerinde ve ılıman kuşak karalarının
doğu kıyılarında Tayga Ormanları görülür. Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde
Avustralya’nın güneybatısı, Güney Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili’nin orta
kesimleri, Kuzey Amerika’da Kaliforniya çevresinde makiler dikkat çeker. Güney ve
Orta Afrika, Sudan, Güney Amerika‘da Brezilya’daVenezüella, Kolombiya, Peru ve
Bolivya’da savanlar mevcuttur. Ekvatoral iklim ile Kurak iklim arasında (10-20° kuzey
ve güney enlemleri arasında görülür. Step yarıkurak kuşak kara içlerinde görülür.
Çayırlar batı rüzgarları sebebiyle Ilıman Kuşak karalarının batısında ve dağların kalıcı
kar
sınmırının
bnulunduğu yüksek
kesimlerinde
görülür.
Tundralar
Sibirya,
İskandinavya Yarımadasının kuzeyinde, Kanada’nın kuzeyinde, Grönland adasının kıyı
10
kesimlerinmde yaklaşık olarak 70-80 enlemleri çevresinde dikkat çeker. Çöl Bitkileri,
Kızılkum (Özbekistan), Karakum (Türkmenistan), Gobi (Moğolistan), Taklamakan
(Çin), Arizona çölleri, Kuzey Afrika Arap yarımadası, Avustralya’nın iç kesimlerinmde
ki çöllerde yayılış gösterir
14.3. ZOOCOĞRAFYA
Zooco
rafya, yeryüzündeki canlıların co
almakla birlikte bunu geçmi
de
i
imlerle ba
da
ten ba
latıp geli
tırarak bugüne ta
rafik da
ılımını ve ili
im süreci içinde co
ımaya çalı
an co
kilerini konu
rafik hareket ve
rafyanın alt bilimidir.
Canlıların yeryüzündeki dağılımına bakıldığında türlerin genellikle global bir dağılım
ortaya koymadıkları görülür. Türler daha çok belli iklim ve çevre şartlarına sahip
alanlarda kümeler halinde yayılmışlardır. Hayvanların dağılışı bakımından bazı bölgeler
ayırt edilmiştir. Bunlar;
•
Palearktik bölge
•
Oryantal bölge
•
Avustralyen bölge
•
Etiyopyen bölge
•
Nearktik bölge
•
Antartika bölgesi
•
Neotropikal bölge
11
ÇALIŞMA SORULARI
1.
Bitkilerin gelişebilmesi için belli bir sıcaklığın olması gerekir. Sıcaklık bir yerdeki
bitki türlerini belirler. Örneğin ağaçların iğne yada geniş yapraklı olmasını
belirler. Aşağıdakilerden hangisi buna bağlı olarak yapılan bir sınıflandırmaya
dahil değildir?
2.
A.
Megatermler
B.
Mezotermler
C.
Haloterm
D.
Mikrotermler
E.
Heksistotermler
Yağış miktarı ve yağışın oluştuğu dönem bitki türleri ve bunların dağılışı
açısından büyük öneme sahiptir. Yağış bir yerdeki bitki yoğunluğunu yani
bitkilerin ot, çalı veya ağaç olmasını ve bunların miktarının az ya da çok
olmasını belirler. Her bitkinin istediği su miktarı farklıdır. Yağışlı bölgelerde gür
bitki toplulukları görülürken kurak bölgelerde bitki örtüsü seyrekleşir, çöllerde
kurakçıl ve seyrek bazı otlara ve çalılara rastlanır. Aşağıdakilerden hangisi su
ihtiyaçlarınma göre yapılan bir sınıflandırmaya dahil değildir?
A.
Hidrofitler
B.
Higrofitler
C.
Hegzofitler
D.
Mezofitler
E.
Kserofitler
Cevaplar: 1c – 2c
12
13