Değer Dergisi - Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü

Değer
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Sesleniş Gazetesi Ekidir
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
Şubat 2014 Yıl: 1 Sayı: 2
04
Sevgi
Nedir?
08
12
Güleryüzlü
Olmak
Yunus
Emre
20
Ertuğrul
Fırkateyni
17
DEĞİŞEN
YAŞAMLAR
Ücretsizdir
Kırma dostun kalbini;
Onaracak ustası yok.
Soldurma gönül çiçeğini;
Sulamaya ibrik yok.
Sevgi;
paylaşmaktır.
Şubat 2014
D eğer
EDİTÖR'DEN
Modernizmin insan üzerindeki yıkıcı etkilerinden bahsederken sevginin değerini yitirmesi en çok vurgulanan hususlardan biri olmalıdır. Sevgi, zamanımız insanının en çok aradığı, varlığına en çok muhtaç olduğu değer haline gelmiştir. Maddi ihtiyaçları karşılanan, iletişim imkanları ile dünyanın herhangi
bir yerinden arkadaşlar edinebilme şansını yakalayan modern çağ insanının mutsuz bir hayat sürmesi, sosyal hayatta yalnızlaşması, mutluluğun anahtarlarından biri olarak kabul edilen sevginin önemini
gözler önüne sermektedir.
Buradan hareketle Yunus'un "Yaratılanı severim yaratandan ötürü" ifadesi sevginin her şeyi kapsayabilecek bir değer olduğunu kabul ederek dergimizin bu sayısının temasını "sevgi" olarak belirledik.
Büyük bir sevinç ve heyecanla derginizin ikinci sayısını yayım hayatına kazandırmanın haklı gururunu
yaşıyoruz.
Dergimizde bu ay; Ceza infaz kurumlarımızda özellikle kadınlara yönelik çalışmaları ile sevgi annesi olarak tanınanProf. Dr. Öznur Özdoğan ‘’Sevgi Nedir?’’ başlıklı makalesi ile sevginin sıcaklığını
bizlere hissettirirken, değerler eğitimi konusunda ülkemizin önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Hayati
Hökelekli ise “Herşey Merhamete Muhtaçtır” yazısı ile varlığın mayasının sevgi ve merhamet olduğu
hususuna dikkatlerimizi çekecek.
Sevginin her şeyi ile vücud bulduğu, hayatını sevgi ve aşka adamış, ölümü bile “Ölen hayvan imiş,
Aşıklar ölmez” diyerek karşılayan, Mevlana’nın “Nereye vardıysam bu Türkmen kocasının izlerini
önümde gördüm” diyerek manevi mertebesini tayin ettiği, haçlı seferlerinin acıları daha silinmeyen
memleketin bir yandan Moğol istilası öte yandan beylikler arası iktidar kavgaları ile geçirdiği zor günlerde karış karış dolaştığı Anadolu’nun insanının ruhuna sevgi nefeslerini işleyen Hak aşığı Yunus
Emre’nin hayatından bir kesit sunduk.
Tarih bölümümüzde bu ay Türkiye ve özelde Japonya genel anlamda ise tüm Uzakdoğu arasında bir
dostluk ve sevgi köprüsü olup hatıralardaki yerini sıcaklığı ile koruyan Ertuğrul Fırkateyni’nin hüzünlü
hikayesini kaleme aldık.
Bu ay dergimize Diyarbakır şehrimizi konu ettik. Diyarbakır’a kısa bir gezi düzenlerken birçok güzelliğini gözler önüne serme gayreti içinde olduk.
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez ‘’İnsanlık Onuru’’ yazısında insanlık onurunun
ilahi ve beşeri yönlerini ele alarak bizlere ışık tuttu.
Dergimizi bilim, kültür, sanat, tarih, edebiyat ve diğer alanları ile doludolu hazırlama gayreti içinde
olduk.
Sizleri dergimizle başbaşa bırakırken bir sonraki sayımızda "Vatanseverlik" teması ile karşınızda olmayı umuyoruz.
Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle…
1
D eğer
D eğer
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Yıl: 1 Sayı: 2 Şubat 2014
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
YAYIN KURULU
Burhanettin ESER
(Yayın Kurulu Başkanı)
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı
Vehbi Kadri KAMER
Eğitimden Sorumlu Daire Başkanı
Mustafa DOĞAN
Tetkik Hakimi
Ramazan GÜNŞAN
Şube Müdürü
Alpaslan DEMİR
Tuncay KARACA
Evren TANRIKULU
Metin KARTAL
Mustafa Serdar ÖZGÜN
Süleyman KARAKUŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Naci BİLMEZ
Editör
İlhan GÜLER
Grafik Tasarım
Fatih ŞAFAK
Sahibi
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına
Ali Turan KARADAĞ
Kurum Müdürü
Baskı
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası
İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı
Şaşmaz / Ankara
Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi: 05/02/2014
İletişim
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA
Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91
e-posta: [email protected]
Web: www.cte.adalet.gov.tr
Sesleniş Gazetesinin
Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir
2
Şubat 2014
İÇİNDEKİLER
06
07
08
15
17
24
28
26
44
47
49
BAL ARILARINDAN
MİMARLIK HARİKASI...
HAYVAN SEVGİSİNİN
BEŞ FAYDASI
GÜLER YÜZLÜ
OLMAK
DEĞERLER MİNİKLERE
NASIL ÖĞRETİLİR?
HERŞEY SEVGİYE
MUHTAÇ
KAÇ SENE
GEÇTİ
DOĞAYI ANLAMA
SANATI
İNSANLIK
ONURU
DEĞİŞEN
YAŞAMLAR
MİGREN TEDAVİ
EDİLEBİLİR Mİ?
PİRAMİDLERİN
SAKLADIĞI SIR
Şubat 2014
D eğer
20
BİR DOSTLUK KÖPRÜSÜ;
ERTUĞRUL FIRKATEYNİ
4
SEVGİ NEDİR?
18
ŞEFKATLE MÜKELLEFİZ
12
YUNUS EMRE
40
DİYARBAKIR
3
Toplum
D eğer
Şubat 2014
Sevgi
nedir?
“Eğer yüreğinde sevgi yoksa, hiçbir yere kımıldama. Kendini eşyalarınla, kendinle, istediğin
herhangi bir şeyle oyala; fakat insanlarla değil. Yaşamak için, sadece acıktığın zaman yemek
yiyebilirsin. İnsanlara yararının olması için, sevgiyi hissettiğin zaman onlarla ilişki kurmalısın.”
(Tolstoy)
4
Şubat 2014
D eğer
Prof. Dr. Öznur Özdoğan
S
evgi, insanın kendisinin ve bir başkasının ruhsal gelişimini desteklemek amacıyla benliğini genişletme
arzusudur. Sevgiyi yaşamaya önce kendimizi severek başlayabiliriz. Mahkûmlara
anlattığım, onları derinden etkileyen ve
mektuplarında yakınlarıyla paylaştıkları “KUSURLARIMIZ” başlığını taşıyan
aşağıdaki hikâyeyi, sevgi gücümüzü büyütmemizde yararlı olacağına inandığım
için burada da paylaşmak istiyorum:
Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı
bir sopanın ucunda taşıdığı iki kovayla su
taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova, her seferinde patronun
evine uzanan yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova, içine konan suyun sadece yarısını ulaştırabilirmiş. Bu durum
iki yıl boyunca böyle devam etmiş. Sucu
patronun evine sadece bir buçuk kova su
götürebilmiş. Sağlam kova başarısından
gurur duyarken, çatlak kova görevinin
sadece yarısını yerine getirmekten dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda
çatlak kova sucuya seslenmiş: “Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek
istiyorum.” Sucu, “neden?” diye sormuş.
Niçin utanç duyuyorsun? Kova cevap vermiş. Sen bu kadar çalışıyorsun ve benim
kusurumdan dolayı emeklerinin karşılığını alamıyorsun”. Sucu şöyle demiş: “Patronun evine dönerken, yol kenarındaki
çiçekleri fark etmeni istiyorum”. Gerçekten de tepeye tırmanırken, patikanın bir
yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi
görmüş, fakat yolun sonunda suyunun yarısını kaybettiği için, yine kendisini kötü
hissetmiş ve sucudan özür dilemiş. Sucu
kovaya sormuş: “Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın
tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin
mi? Bunun sebebi, benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır.
Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen
onları suladın. İki yıldır, ben bu güzel çiçekleri toplayıp patronun masasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde
böyle güzellikleri yaşayamayacaktı”.
Hepimizin kendimize has kusurlarımız var. Aslında hepimiz bir bakıma
çatlak kovalar değil miyiz? Yaradanımızın
büyük planında hiçbir şey ziyan edilmez.
O nedenle, kusurlarımızdan, eksik yanlarımızdan korkmayalım. Onları sahiplenelim. Kusurlarımızda gerçek gücümüzü
bulursak, biz de güzelliklere sebep olabiliriz.
Kendinizi sevin ki yaşantınız güzelleşsin. Kalbinizi, vücudunuzu ve aklınızı
güçlendirecek her türlü metodu deneyin.
İçinizdeki Gücü harekete geçirin. Manevi
bir bağlantı bulun ve bunu elden kaçırmamaya gerçekten çaba gösterin. Eğer korkunun sizi tehdit ettiğini hissederseniz,
bilinçli bir biçimde nefes almaya başlayın.
Korktuğumuz zaman genellikle nefesimizi tutarız. Bu nedenle derin derin nefes
alın. Nefes almak, içinizde boş bir yer açar,
kaynağıdır. Sevgi sayesinde, bize kötü
davrananı bile, gene değerli kişi olarak
görebiliriz. Sevgi sayesinde, kötü davranışı bir kenara itip, bunu yapan kişiyi davranışından ayrı olarak göz önüne alabilir,
gene de abartılı hareket etmiş olmayız.
Kötü davranan ile kötülüğe uğrayan arasındaki sınırları silmeye çalışır, kötü davranışın nede-nini anlamasak bile, bunun
için büyük çaba harcarız. Bu çaba sırasında, sevdiğimizle bir araya gelir, inancımızı yeniler; birbirimizi daha iyi anlar
ve gücümüzü artırarak geleceğe yeniden
işte bu sizin gücünüzdür. Belkemiğinizi
dikleştirir. Göğsünüzde açılan yer kalbinizin genişlemesine olanak sağlar. Nefes
alarak engelleri yıkıp açılmaya başlarsınız.
Kasılıp büzüleceğiniz yerde genişlersiniz.
Sevginiz akmaya başlar. "Beni Yaratan
Güçle bağlantı kuruyorum. Güvencedeyim. Yaşantımda her şey çok güzel," deyin.
Korku sevginin karşıtıdır. Ya severiz
ya da korkarız. Nefret tutkunun zıttıdır.
Yaşam sürecinde maneviyatımıza
güvenip Yaratıcımızla bağlantı kurarsak,
korkularımızı, öfkelerimizi geldikleri gibi
hızla yok edebiliriz. Yaşamda her şeyin
doğru zamanda oluşmasını sağlayan ilahi
adalete güvenmeliyiz.
Sevgi, bağışlamanın tek ve en büyük
güvenle bakarız.
Bağışlama, kendimizi geçmişin etkisinden kurtarmak, geleceği daha akılcı
yoldan yenilenmiş umut ve inançlarla karşılamaktır. Bağışlama çoğu kez koşulsuz
bir sevgi hediyesi olarak adlandırılır. Bunun ifade ettiği anlam; seni bağışlayacağım. Çünkü yaşamı dolu dolu sürdürmeyi
umut ediyorsam seni bağışlamaya zorunluyum, şeklinde olacaktır.
Hz. Muhammed: "Ben merhamet
edici ve barışçı olarak gönderildim.” (ElCami's Sağir, 1. s. 427, akt: Sakallı, 1996, s.
17) sözleriyle kendisini tanımlamaktadır.
* Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı
5
D eğer
Bilim
Sağlık
Bilim
Şubat 2014
Gençlik
Hipertansiyon, kalp
kasını kalınlaştırıyor
Dünyanın en soğuk
bölgesi
Çeyrek yaş bunalımının
ilacı, farklı yaş grupları
Hipertansiyonun en büyük sebebi
kalp yetmezliğine kadar giden kalp
kası kalınlaşması. Uzmanlar, düzenli
sağlık kontrolü, erken tedavi, ideal
vücut ağırlığı, az tuz tüketimi, alkol
ve sigaradan uzak durmanın, hipertansiyondan korunmada etkili olduğunu belirtiyor.
Uydular yardımıyla tespit edilen dünyanın en soğuk noktası -93,2 derece olarak
ölçüldü. Antarktika’nın merkezinde yer
alan en soğuk nokta 10 Ağustos 2010 tarihinde tespit edildi. Daha önceki en soğuk nokta ölçümü, -89,2 derece ile yine
Antarktika’daydı. Bu ölçüm, 21 Temmuz
1983 yılında Rusya’daki Vostok üssünde
tespit edilmişti.
26-30 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 73 ‘ü çeyrek yaş bunalımı yaşıyor.
İngiltere’de yapılan araştırmaya göre
gençlerin kariyer sahibi olmak istemeleri, ünlülere özenmeleri, iş bulma süreci,
kendilerini kanıtlama gayretlerinin sebep olduğu stres için en iyi çözüm, farklı
yaş gruplarıyla vakit geçirmek ve gönüllülük faaliyetlerine katılmak.
Bal arılarından mimarlık
harikası: Petekler
Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz açıyı kullanarak petekler yapar. Kovan etrafında yüzlerce arı bulunmasına rağmen bunların tek bir tanesinin bile hata
yapması söz konusu değil.
T
am olarak 109 derece
28 dakikalık birbirine
bitişik altıgen şekiller
yapmak söz konusu olduğunda, bu şekilleri belirtilen
açıda, kusursuz olarak yapabilmek için çeşitli açıölçerlere ve
düzgünlüğü sağlayabilmek için
cetvellere ihtiyaç vardır. Bir insan
için bu şekilleri çizerken arada
yanlışlık yapma ihtimali çok büyüktür. Ayrıca çeşitli düzeltmeler
yapmak, gerekirse bazı altıgenleri baştan çizmek ve buna muhtemelen oldukça uzun bir vakit
ayırmak gerekecektir. Şaşırtıcı
olan, insan, akıllı ve şuurlu bir
varlık olarak tüm bunlarla uğraşırken, aynı çalışmayı bal arılarının hiçbir açıölçer veya cetvel
kullanmadan hatasız ve aralıksız şekilde gerçekleştirmeleri.
Bal arıları, dünyanın her yerinde bu kusursuz açıyı kullanarak
petekler yapar. Kovan etrafında
yüzlerce arı bulunmasına rağmen bunların tek bir tanesinin
bile hata yapması söz konusu
değil. Bu canlılar, peteklerini inşa
ederken tam olarak 109 derece 28
dakika ve 70 derece 32 dakikalık
iki açı kullanır. Hesapta en ufak
bir sapma olmaz. Peteklerin uçlarını ise 13’er derece yükselterek
inşa ederler. Bu önemlidir, çünkü
bu eğim sayesinde bal, petekten
dışarıya akmaz. Bir arının böylesine usta ve yetenekli olması
mümkün müdür? Bir arı, insandan daha iyi hesap yapabilme kabiliyetine sahip midir? Elbette arı
ne matematik bilgisine ne
de üstün yeteneklere
sahip. Peki, bu kusursuz peteği oluşturmayı tesadüfen
WWW.yenibahardergisi.com
6
mi öğrenmiştir? Milyonlarca
yıldır, her balarısı, tesadüfen bu
yetenekle doğmuş olabilir mi?
Kuşkusuz insanın sahip olmadığı bu yeteneğe, bir arının tesadüfen sahip olması mümkün değil.
Bu canlıları, üstün özellikleri ile
birlikte meydana getiren, canlılara Kendi fazlından ilim
veren, sonsuz kudret
ve güç sahibi Yüce
Allah’tır.
Şubat 2014
D eğer
İletişim
Erkekler görünüme
kadınlar duyguya önem verir
Erkekler iletişimde daha çok görünene
ve somut olana, kadınlar ise duygulara
değer veriyor. Bu tezi destekleyen Psikolog Gürdal Görhan, erkeklere, sıkıntısını
anlatmaya çalışan eşlerine hemen yardımcı olmak için konuşmaya başlamak,
akıl vermek yada ‘’Üzülme geçer.’’ gibi
teselli edici yaklaşımlar yerine dinlemeyi ve anlamayı denemelerini öneriyor.
Beslenme
Teknoloji
Balık eklem iltihabı
riskini azaltıyor
İstediğin rüyayı gösteren gözlük
Haftada en az bir kez somon ya da uskumru gibi yağlı bir balık yemenin, eklem iltihabı riskini önemli oranda azalttığı belirlendi. "Annals of the Rheumatic
Diseases" dergisinin son sayısında yayımlanan çalışmaya göre, Omega-3 açısından zengin bir beslenme biçimi, kalp
ve beyni korumanın yanı sıra vücutta
enfeksiyon oluşumunu da engelliyor.
'Reeme’ adında geliştirilen cihaz, ‘luciddream’ yani açık rüya olarak ifade edilen bir
rüya gözlüğü. Gözlüğün iç kısmında bulunan 6 adet LED lamba ile kullanıcıların
kapalı olan gözlerine sinyal gönderiliyor.
Böylece kullanıcılar, görmek istedikleri rüyaya konsantre olarak uykuya dalıyor. Uyku
halindeyse kullanıcılar, bilinçli olarak istedikleri rüyayı görebiliyor.
Hayvan sevgisinin
beş faydası
Figen Karaceylan Çakmakçı*
H
ayvan sevgisi çocuklarda ince motor gelişimi, sorumluluk duygusu, zihinsel gelişim, özgüven ve
sosyal beceri gelişimi ve empati gelişimine büyük
katkısı vardır..
Çocuğun sevgiyi tanımasında hayvanların önemli etkisi
bulunmaktadır. Çocuğun bir hayvana sahip olmasının psikolojisini olumlu yönde etkilemektedir. Çocuğun hayvanla
temas halindeyken canını yakmadan tutması, sarılması ve
dengeli bir şekilde dokunsal temas kurabilmesi 'ince motor gelişimine' büyük katkısı oluyor. Evcil hayvan besleyen
bir çocuğun ona hergün yem vermesi gerektiğini bilmesi
sorumluluk duygusunu geliştiriyor. Hayvanının büyürken
bedenindeki değişiklikleri gözlemlemesi 'zihinsel gelişimine' olumlu katkı sağlıyor. Onun bir takım ihtiyaçlarını
karşılaması, ona sahip olma duygusu 'özgüven ve sosyal
beceri' gelişimini olumlu yönde etkiliyor. Empati kurma
özelliği gelişiyor.
Hayvanlar, doğumundan başlayarak çocukların hayatına oyuncaklarla girmektedir. Peluşlar, banyoda yüzen
ördekler, plastik çiftlik hayvanları, yürüyen ve konuşan
motorlu oyuncaklar. Özel bir bebek ve ayıcık çocukların
annelerinden sonra en yakın arkadaşı. Evcil hayvanlarda
çocuğun yaşamında oyuncaklardan fazla etkili olabilir. Çocuğunuzu dışarıya çıkardığınızda sokaktaki kedi ve köpeklere karşı nasıl sevgi gösterdikleri ve dokunmak istediklerini tanık olmuşuzdur.
* Psikiyatri Uzmanı.
www.turkcebilgi.org
7
Kişisel Gelişim
D eğer
Şubat 2014
Güleryüzlü olmak...
Çevrelerine tebessümle bakan, güleç insanlar bazen yanlış anlaşılsalar da gönüllerindeki insana saygı ve sevginin yansıması yüzlerine aksetmektedir.
Zülküf Güneş*
Güleryüzlü olmak insanlar arasında olumlu bir atmosferin oluşması ve
iletişim kanallarının açılması için gereklidir. Asık suratlı veya alaycı insanlarla kimse zorunlu olmadıkça iletişime geçmek istemez.
Çevrelerine tebessümle bakan,
güleç insanlar bazen yanlış anlaşılsalar
da gönüllerindeki insana saygı ve sevginin yansıması yüzlerine aksetmektedir. Gülmek kahkahalarla insanlara
alay etmenin aracı olmamalı, gönüldeki iyiniyetin, sevginin ve muhabbetin
dışa yansıması olmalıdır.
İnsanlara içinizden geldiği şekilde
rol yapmadan gülümsediğinizde onlarında size güldüğünü göreceksiniz.
Yüzünüzü asarsanız çevrenizdeki
insanlar da yüzlerini asacaklardır. Tıpkı aynanın karşısındaki yüz ifadenizin
aynısının size dönmesi gibi…
İçten bir gülümseme, insanlar
tarafından kabul edilmenizi sağlar.
Ne kadar samimi olduğunuzu ortaya
koyar. Size içten davranan insanlara
güvenirsiniz. Güven hisleri aranızda
sevgi bağlarının oluşmasını sağlar.
İçten bir gülümseme bu güven hislerinin oluşmasının en etkili yollarından
biridir.
Güleryüzlü insanlar, mutluluk
hisleriyle yaşarlar. Asık suratlı olan insanlar servet sahibi olsalar bile huzur
ve mutluluk adına istedikleri sonuca
ulaşamayacak ve çevrelerinde kimseyi bulamayacaklardır. İnsanın sosyal
zekasının güçlü olması, güleryüzlü
olmasını gerektirir. Olumlu ve etkili
iletişim içten bir gülümsemeyle başlamış olur. İletişimde devamlılığı sağlar.
İçten bir gülümseme, insanların bilinçaltında gereksiz korkuların
oluşmasının önüne geçer. Birbirlerini tehlike olarak algılamayan bireyler,
yakın arkadaşlıklar ve derin dostluklar
8
kurabilirler.
İnsanlarla karşılaştığınızda güleryüzle selamlayın, onlardan ayrılırken
de güleryüzle vedalaşın. Sevdiğiniz insanları incitecek bir şekilde asıksuratla
ayrılmayın. Kendinizi daha iyi hissetmekle birlikte karşınızdaki insanın da
iyi hissetmesini sağlamış olursunuz.
İnsanlardan ayrılırken, bir daha karşılaşmayabileceğinizi düşünerek ayrılın…
Çok malınız olmayabilir ama gülümseyen bir simaya sahipseniz hayat
da size gülecek şikayet etmeden huzurla yaşayabileceksiniz.
İçten bir gülümseme,
insanlar tarafından kabul edilmenizi sağlar.
Ne kadar samimi olduğunuzu ortaya koyar.
Size içten davranan
insanlara güvenirsiniz.
Güven hisleri aranızda
sevgi bağlarının oluşmasını sağlar.
* Psikolojik Danışman
http://evrenselterapi.blogcu.com
Şubat 2014
D eğer
Kendini sevmek...
direk olarak sizin kendiniz hakkındaki inançlarınız, tutumlarınız ile
ilgilidir. Karşınızdaki insan size istediğiniz değeri vermiyor çünkü
Çağımızın metropol insanı olarak içine düştüğümüz yanılmasiz kendinize yeterli değeri vermiyorsunuz.
lardan biri de maalesef kendimizi sevdiğimizi, kendimize saygı
Kendine değer vermek, kendini sevmek ile alakalı bir duyduyduğumuzu sanmakta oluşumuzdur. Kendini sevmek, insanın
gudur. Kendini sevmek ilk başta kendini her halin ile kabul edip,
yaşamında karşılaştığı birçok sorunun çözümü ve çektiği acıların
kendine yetebilmek demektir.
ilacı demektir. Kendini sevmek, bir insanın kendine verebileceği
Hayal kırıklığı ve sorunların ortaya çıkması, gerçekte sizi iyien yüksek değer ve en güzel hediyedir.
leştirmek ve kendi bütünlüğünüzde neyin eksik olduğunun işaretİster özel yaşamınızda olsun, ister iş hayatınızda olsun, yaşalerini vermek için Evren tarafından size sunulan birtakım sinyaldığımız birçok ilişkide sorunlarla karşılaşmaktasınız ve tüm bunlerdir. Hayal kırıklıkları ve sorunların ortaya çıkması çok normaldir
ların sorumluluğunun da karşınızdakilerde olduğunu düşünmekçünkü siz başkalarından bektesiniz. Bense, size belki de şu ana
lenti içine girerek kendi bütünkadar hiç aklınıza getirmediğiniz
lüğünüzü parçalamaktasınız.
Kendine değer vermek, kendini sevmek
bir şeyi söylemeye çalışacağım.
Başka insanlardan beklentileriile alakalı bir duygudur. Kendini sevmek
Yaşadığınız ilişkilerin çoğunda,
niz, gerçekte sizin kendiniz ile
suç ta, sorumluluk ta çoğu zaman
ilk başta kendini her halin ile kabul edip,
alakalı içsel eksikliklerinizin bir
sizdedir ve tüm bu sorunların gökendine yetebilmek demektir.
göstergesidir. Kendini sevmek,
rünmeyen yüzünde de “kendinizi
kendi değerini bilmek ve kenyeterince sevmemek” yatmaktadır.
dini ruhsal olarak kimseden bir
Oysa siz kendinizi sevdiğinizi sanışey beklemeden tatmin edebilmek demektir..
yordunuz değil mi?
Gerçekte birçok problemin, birçok üzüntü ve acının altında
İkili ilişkilerinizde birtakım sorunlar yaşıyorsunuz, örneğin kar- “kendini sevmemek” yatar. İlişkilerin birçoğunda yaşanan soşınızdaki insanın size değer vermediğini düşünüyorsunuz; daha runlar, temelde kendinizi ne derece sevdiğinizin göstergesinden
önceki bir yazımızda demiştik ki diğer insanlar bizim için birer ay- başka bir şey değildir. Kıskançlık bile, kendinizde olan özgüven
nadır. Gerçekte siz kendinize ne kadar değer veriyorsanız sizin eksikliğinin dışa vurumundan başka bir şey değildir. Kendinizi
dışınızdaki insanlar da size aynalık yaparak sizin kendinize verdi- sevdiğinizde eskiden sizi üzen ve acı veren birçok olay, üzerinizğiniz değeri yansıtmak için, size aynı derecede değer verecektir.
deki eski etkisini kaybetmeye başlar. Çünkü, dış koşulların sizi
Siz kendinize yeterli değeri vermediğinizde, diğer insanlardan etkilemesine izin vermeyecek kadar kendinizi sevmekte ve kensizin kendinize veremediğiniz bir şeyi size vermelerini nasıl bek- dinizi üzmeyecek kadar kendinize değer vermektesiniz. İçsel huleyebilirsiniz? Tüm ikili ilişkilerde ortaya çıkan sorunlar gerçekte zurunuz gerçekte başkaları tarafından size verilen ya da sizden
alınan bir duygu değil, sizin kendinizi sevme boyutunuzla alakalı
bir duygudur.
Kendini sevmek, dışarıdan gelen birçok acı ve üzüntünün sizi
etkilemesine izin vermemek demektir. Çünkü siz kendiniz için en
önemlisiniz ve kendinizin koruyucu meleğisiniz. Başkalarını sevmek, ancak kendini sevmekle başlayacak bir süreçtir. Kendinizi
sevmeden hiç kimseyi sevemezsiniz.
Dr. Faruk Budak
http://fabe.biz
9
Aile
D eğer
Şubat 2014
Ailede sevgi
SEVGİnin gelişim yeri, her duygumuzun ilkokulu olan ailedir.
SEVGİ ile örülmüş o duvarlar, SEVGİnin o sıcak renklerini yansıtır
tüm aile bireylerine… Ailedeki fertlerin, yüreğine SEVGİ tohumları
itina ile serpiştirilmeli… Sonra filizlendirilip özenle beslenmeli…
Tülay Çankaya
A
ile güçlü beraberliklerin
başlangıç
noktasıdır.
Her aile kendine ördüğü duvarların arasında kendine has rengi ve tadıyla vardır.
Yaşadığı mekân, alışkanlıkları
ve kuralları ne olursa olsun her
ailede sahip olunması gereken
kavramlardan biridir SEVGİ…
İnsan, SEVGİyle yaşar. SEVGİ, varlığın yaratılış sebebidir.
Çünkü varlığı var eden Allah,
onu, SEVGİyle yaratmış, sevmiş ve sevilmeyi istemiştir.
SEVGİnin gelişim yeri, her
duygumuzun ilkokulu olan ailedir. SEVGİyle örülmüş o duvarlar, SEVGİnin o sıcak renklerini
yansıtır tüm aile bireylerine…
Ailedeki fertlerin, yüreğine SEVGİ tohumları itina ile serpiştirilmeli… Sonra filizlendirilip özenle beslenmeli… Köklerinden gelen SEVGİyle
beslenen bu en minik topluluk, en kocaman
ortaklıklardan daha güçlü ve daha zengindir…
SEVGİ kozasında yaşayabilen ailelerin nefes
alması daha rahat, daha temiz ve daha derin
soluklu olur. Birbirine sımsıkı kenetlenmiş bir
SEVGİ toplumunun temelleri burada atılmaya
başlanır… Aile temelinde eksik kalmış bir taş,
gelecekte toplumda ortaya çıkacak bir hastalık
demektir.
çukurlarından bir çukurdur. Evi cennetten bir
köşe yapan şey SEVGİ, cehennemden bir çukur yapan şey ise SEVGİsizliktir. Yüreklerindeki saygı ve SEVGİyi aralarında paylaşarak çoğaltan ailelerde, her yeni günün başlangıcında
güneş gibi doğar tüm umutlar… Bu güneş karşısında çirkinlikler, aydınlıktan korkar ve kaçar.
Hem SEVGİnin olduğu yerde çirkinlik ve kötülük
barınamaz ki… SEVGİnin cennetten bir köşeye
dönüştürdüğü evlerde yetişen çocuklar, kendisiyle barışık, kendine ve başkalarına güvenen
ve güvenilen, umutlu, hoşgörülü ve mutlu birer
insan olarak hayata atılırlar.
Aile sıcaklıktır, saygıdır… En önemlisi de
SEVGİdir… Aileyi içerisinde barındıran ev, ya
cennet köşelerinden bir köşe, ya da cehennem
İlk önce SEVGİyi öğretelim çocuklarımıza…
Yaşayarak, birbirimizi severek… Ve onları çok
sevip, onlara gerekli ilgiyi göstererek. Hani bir
10
Şubat 2014
D eğer
söz vardır: ’’Ne kadar ilgi; o kadar SEVGİ’’…
Ben de diyorum ki:’’Ne kadar SEVGİ; o kadar
ilgi’’…SEVGİ ve ilgi… Biz aileler, çocuklarımıza korkuyu her şekilde öğretmeyi başarıyoruz.
Bir yaramazlık yaptıkları zaman belki de farkında olmadan sözlerimizle ve hareketlerimizle
onlara korkuyu çok güzel öğretiyoruz. Ancak
SEVGİ… Nedense SEVGİyi öğretmede eksik
kalıyoruz… ’’Akşam baban gelince görürsün’’
diyerek babasından korkmasını öğrettik ama
babasını sevmesini öğretemedik… ’’Sen de
Ayşe gibi, Ali gibi çalışsana derslerine’’ diyerek çekememezliği, hırsı, rekabeti öğrettik ama
sevgiyi, dostluğu, paylaşımı ve fedakârlığı öğretemedik… Allah’ı bile öğretmeden, anlatmadan, çocuğumuz O’nun korkulması gereken bir
varlık olduğunu öğrendi SEVGİsinden önce.
Onu severek ve ona sevdirerek hayatı öğretemediğimiz için, maske taktı yüzlerine çocuklarımız, biz arkamızı döndüğümüzde çıkarttıkları… Hâlbuki köklerinden gelen SEVGİ ve ilgiyle
beslenseler çocuklarımız, SEVGİ harcıyla karılmış sağlam aile temelleri içinde, sağlıklı bir
topluma umutla yürüyecekler…
Haydi artık! ilk fırsatta bakalım ailemizdeki
fertlerin gözlerine sevgiyle… Ve yakalayalım o
güçlü SEVGİ ışıltısını… O ışıltı, ailemizin hiç
bitmeyen tükenmeyen kaynağıdır… Hem bedavadır biliyor musunuz o SEVGİ tohumları,
ne milyarlar harcamanız gerekir, ne de gece
gündüz çalışmanız… Bedavadır SEVGİ, SEVMEK, SEVİLMEK…
Yüreğimizden ve ailemizden SEVGİ hiç eksik olmasın dileğiyle…
www.amasyamuftulugu.gov.tr
SEVGİ DOLU BİR ÇOCUK
YETİŞTİRMEK İÇİN
• Sabahları güler yüzlü olun ve
GÜNAYDIN demeyi unutmayın
• Çocuğunuzun arkadaşları ve kardeşleriyle sevdiği bir oyuncağını paylaşmasını teşvik edin
• Birlikte bir hastayı ziyaret edin.
• Size ve arkadaşına sevgisini ifade
etmesine sağlayın, bunun için önce siz
ifade edin. Yardıma ihtiyacınız olduğunda onlardan yardım isteyin
• Çocuğuz da olumlu yardımlaşma davranışları gördüğünüzde onu motive
edin
• Akrabalarınızı birlikte ziyaret edin.
• Çocuğunuzun sevdiği arkadaşına birlikte hediye alın.
• Birlikte bir yardım kurumunu ziyaret
edin.
• Sevgiyi ifade etme ilgili davranış örnekleri, hikâyeleri anlatın.
• Hayatta mutlu olmanın başkalarını
mutlu etmek olduğunu sıklıkla vurgulayın.
11
Yunus
Emre
Örnek Hayatlar
Y
unus Emre (d. 1240 - ö.
1321), Anadolu´da Türkçe
şiirin öncüsü olan mutasavvıf bir halk şairidir. Büyük bir
Türk İslam düşünürüdür.
Hayatı
Hayatı ve şahsiyeti hakkında
pek az şey bilinen Yunus Emre,
Anadolu Selçuklu Devleti´nin dağılmaya ve Anadolu´nun çeşitli
bölgelerinde küçük-büyük Türk
Beyliklerinin kurulmaya başladığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği´nin kurulmaya başladığı 14. yüzyılın ilk çeyreğinde
Orta Anadolu havzasında doğup
yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı
Bektaş-ı Veli Dergâhında çile
doldurmuş ve dergâha hizmet
etmiştir.
Yunus´un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve
yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla
perişan olduğu yıllardır.13. yy´ın
ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve
inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır.
İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ
12
D eğer
Şubat 2014
Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul
görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir;
kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya,
düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı
Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve
irfan kutuplarıyla birlikte Yunus
Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini,
her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek
Türk-İslam birliğinin oluşmasında
önemli vazifeler yapmıştır.
Yunus Emre, işlediği konularla
Anadolu´da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yunus Emre, yalnız halk ve
tekke şiirini değil, divan şiirini de
etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu
sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı.
Tasavvufla, İslam düşüncesiyle
beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah´la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama
bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi
gibi konuları ele aldı. Çağına hâkim
olan düşünüş biçimini ve kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle
dile getirdi; kendinden önce yetişmiş
İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir
öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla
tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi
inançlarını zenginleştirdi, kendi adına
bağlanan tekke şiirinin Anadolu´daki
ilk temsilcilerindendir.
Türbesi
Bir garip öldü diyeler / Üç gün
sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin diyen
Yunus,belki de doğduğu ve yaşadığı
topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir. Türkiye’nin pek çok yerinde
Yunus Emre’nin mezarı olduğu iddia
edilen pek çok mezar ve türbe vardır.
Bunlardan başlıcalar şöyle sıralana-
Şubat 2014
D eğer
bilir: Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman’da
Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre
Sultan köyü; Erzurum, Duzcu
köyü; Isparta’nın Keçiborlu ilçesi
civarı; Aksaray; Afyon’un Sandıklı ilçesi; Ordu’nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü.
Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli
kabarıktır. Bazı belgeler, Yunus
Emre’nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy’de olduğuna
işaret etmektedir. Nitekim, 1970′li
yılların başında Sarıköy’deki mezarın Yunus’a ait olduğuna kesin
gözüyle bakılarak bu köye Yunus
Emre adı verildi ve oradaki bir
bahçe içine anıt dikildi. 1980′li
yıllarda ise, 1350′de yapılmış
olan Karaman’daki Yunus Emre
Camii’nin yanındaki mezarın
onun gerçek mezarı olduğu iddia
edildi. Aslında bu durum, Yunus
Emre’nin insanlar tarafından ne
kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir.
Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus
Emre, “gönül kırmamak” konusuna ayrı bir önem verir ve “üstün
bir değer” olarak şiirlerinde bu
konuyu özenle işler. Bu arada
Yunus Emre’yi öne çıkaran bir
başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır.
Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur,
aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi
eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır.
Yunus Emre aynı zamanda
bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda
Mevlana’nın bir benzeridir. O’nun
Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil
olan Türkçe’nin Batı’da Farsça
kadar bilinmemesi, öte yandan
da Türk aydınlarının O’nu ihmal
etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle
13
D eğer
özdeşleşmiş “sevgi felsefesinin
bir parçası ve hatta sonucudur.
Nitekim Yunus’un insan sevgisini
ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi;
“Yaradılanı
hoş
gör
/
Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus
Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf
farkı gözetilmeksizin sevilmeyi
hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan
gelmektedir; öyleyse insanlar
hiçbir şekilde birbirlerinden bu
anlamda ayrılamazlar.
Yunus Emre'nin insan sevgisi
Yunus Emre her şeyden önce
gönül insanıdır. Sevgi aşığıdır.
Onun tek istediği sevgiye balı
olan her şeydir. İnsanın ilk önce
gönlüne önem verir. Bir gönül
yıkmayı büyük günah sayar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yunus
Emre genel felsefesi insan ve
aşk özellikle ilahi aşk üzerinedir.
Günümüzde herkes bir demokrasi havarisi kesiliyor. Özgürlükler deniliyor, temel hak ve hukuk
deniliyor. Yunus Emre bunu asır
öncesinden halletmiştir. Çünkü
“Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı bütün mahlukatı bütünü mevcudatı
kısaca yaratılmış olan her şeyi
sevmemiz gerektiğini söylüyor.
İnsanların kimlikleri ve milliyetleri önemli değildir, hatta ve hatta
dinleri de önemli değildir Yunus
Emre için. Önemli olan yaratılmış olması ve onu da bir yaratanının bulunması yani Yüce Allah
tarafından yaratılmış olmasıdır.
İnsan değer verilmiş yaratılmıştır. İnsan ne kadar kötü olsa da
ne kadar istemediğimiz düşmanımız olsa da Hakkın hatırı için
Yaratanının hatırı için sevmek
zorundayız, ve biz de bir yaratılmış olduğumuz için sevilmek
zorundayız. Zaten yine Yunus
Emre “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalamaz” diyerek
insanın dünyada ki amacının ne
olması gerektiğin açıklıyor.
Yunus Emre’de insanın dili
14
dini önemli değildir.Yunus Emre
için bütün insanlar birdir. Aynı
gözle insan gözüyle bakılmasını
ister. Bu bakımdan insanlar eşittir ona göre.
"Yetmiş iki millete bir göz ile
bakamayan, Şer’in evliyasıyla
hakikatte asidir”
Eserleri
Divanı Lügat-üt Türk Yunus
Emre´nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle
ve hece ölçüsüyle yazılmıştır.
Ayrıca Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi
nüshası, Kahraman nüshası,
Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî
nüshası, Bursa nüshası diye 7
ye ayrılır.
1. Divan
Bu eserinde şiirleri toplanmıştır. Şiirlerinin kimileri hece,
kimileri ise aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bu şiirlerde derin bir
Allah, peygamber ve insan
sevgisi vardır. Hatta "Yaratılanı
severiz yaratandan ötürü" dizesinden de anlaşılacağı üzere
Yunus bütün varlık âlemine sevgiyle yaklaşmıştır. Yunus´un bu
sevgi ve hoşgörü iklimi sadece
Anadolu´da etkili olmamıştır.
Günümüzde Yunus Emre, sevgi
ve hoşgörüsüyle dünyaca tanınan bir şahsiyet olmuştur.
2. Risaletü´n - Nushiyye
1307´de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında
yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî,
ahlaki bir kitaptır. "Öğütler kitabı"
anlamına gelmektedir.
Kaynakça
Öztelli, Cahit. Yunus Emre.
Özgür Yayınları, 1984. ISBN
975-447-018-9
Tatcı, Mustafa. Yunus Emre
Dîvânı. Akçağ Yayınları, 1998.
ISBN 975-338-232-4
Güneş, Burhan. Halk Şiiri Antolojisi. İlke Kitabevi, 2003. ISBN
975-7923-22-2
yunusemre.info
Yunus
Emre´nin hayatı ve kişiliği
http://mebk12.meb.gov.tr
Şubat 2014
GÖNÜLLER YAPMAYA
GELDİM
Benim bunda kararım yok,
Bunda gitmeye geldim
Bezirganımmataım çok,
Alana satmağa geldim.
Ben gelmedim da'vi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmağa geldim
Dost eşruğu deliliğim,
Aşıklar bilir neliğim
Devşuruben ikiliğim,
Birliğe bitmeye geldim
Yunus Emre aşık olmuş,
Ma'şuka derdinden olmuş
Gerçek erin kapısında
Ömrüm harcamaya geldim.
Yunus EMRE
YUNUS EMRE'DEN
ÖZLÜ ÖZLER
Bir bahçeye giremezsen, durup
seyran eyleme. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme.
Maharet güzeli görebilmektir,
sevmenin sırrına erebilmektir.
Cihan, Alem herkes bilsin ki
şunu; En büyük ibadet sevebilmektir.
Sen doğru olda varsın sanan eğri sansın. Lâkin sakın
unutma ki; Sen kendini birşey sanmadığın sürece doğru
insansın.
Sabır saadeti ebedi kalır Sabır kimde ise o nasib alır.
Cümleler doğrudur sen doğru
isen, Doğruluk bulunmaz
sen eğri isen.
Şubat 2014
D eğer
Çocuk
Değerler miniklere
nasıl öğretilir?
Çocukların ilk yıllarında sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara manevi değerler öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü...
G
ünümüzde değerler gitgide daha fazla kıymetini yitiriyor. Yardımseverlik, başkalarını önemsemek, nezaket veya sorumluluk ifadeleri anlamsız kelimeler haline geldi. Peki bu durumda çocuklarımıza 'teşekkür ederim',
'birşey değil' demeyi ya da yalan söylememeyi nasıl öğreteceğiz? Kesin olan, doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmeyen
çocukların ileride zorluk çekecekleri.
Küçük Serra'nın kahvaltı tabağı bin parçaya bölünmüş
halde mutfak zemininde duruyor. Anne - babası ona bunun
nasıl olduğunu sorduğunda, onlara ilginç bir hikaye anlatıyor:
"Yabancı bir çocuk mutfağa geldi ve tabağımı yere attı!" Ebeveynler endişeli, acaba minik kızları bir yalancı olma yolunda
mı?
Çocukların bazen anne - babalarının istedikleri gibi davranmamaları, onların potansiyel birer suçlu olduklarını göstermez. Çünkü her çocuk bir değer sisteminin içinde büyümeli ve yetişkinlerin olaylara yaklaşım biçimlerinden kendi
tecrübelerini edinmeli. Genelde yalan söyleyerek karşılarındaki insanın düşünce dünyasına girmeye çalışırlar ve ne yazık
ki küçük çocuklar tüm insanların kendileri gibi düşündüklerini sanırlar. Yaklaşık 4 yaşından sonra diğer insanlardan farklı
düşünceler geliştirirler. Uzmanlara göre; bilinç bu yaşta oluşmaya başlıyor. Bundan dolayı çocukların ilk yalanlarının bu
'roller oyunu'nun dönemine denk gelmesi bir tesadüf değil.
Bu dönemde sadece başkalarının düşüncelerini benimsemekle kalmayıp aynı zamanda onların kişiliğine de bürünmeye
çalışıyorlar. Baba - anne - çocuk dünyasında günlük olarak
yaşananları daha sonra oyuncak ayılar, bebekler veya komşunun köpeği ile tekrar canlandırıyor ve bu yaşta uçsuz bucaksız
bir hayal dünyasına sahip oluyorlar.
Çocukların ilk yıllarında sürekli onları eleştiren, zorla onları değiştirmeye çalışan ve onlara milli ve manevi değerler
öğreten ebeveynlere ihtiyaçları yok. Çünkü istenilen sosyal
düşünce ve davranış biçimini özümseyebilmek için kendilerini güvende hissetmeleri gerekir. Oldukları gibi sevildiklerini
ve anlaşıldıklarını bilmeliler. Sürekli doğru olmayan davranışlarda bulunduğunu hisseden çocuk zamanla içine kapanır
ve bir süre sonra artık erişilemez hale gelir. Bu, çocuğunuzun
her şeyi yapmasına izin vereceğiniz ve üstüne bir de doğru
olmayan davranışları için onu ödüllendireceğiniz anlamına
gelmiyor.
Hemen tepki göstermeyin
Ebevenyler çocuklarına, yanlış bir şey yaptıklarında mutlaka uygun bir dille söylemeliler. Ancak yolunda gitmeyen
şeyler için büyük hayalkırıklıkları yaşamak için henüz erken.
Anne - babaların, çocuklarının davranışlarının bir suç değil
de, bir gelişme safhası olduğunu bilmeleri onları rahatlatır.
Her çocuk doğru davranmak ister. Hiçbir şey onun için anne
- babası tarafından kabul görmek kadar önemli değildir. Tüm
davranışlarını onları mutlu etmeye ve takdir almaya odaklar.
Tabii buna karşılık onların hoşuna gitmeyecek her türlü eylemi de sakınır. Elbette bunların terbiyeli olmakla hiç ilgisi yok.
15
D eğer
Çünkü bu yaştaki çocukların davranışlarında henüz bir anlam
mevcut değildir. Gelişim döneminin onlara getirdikleri çerçevesinde hareket ederler. Dünyaya karşı sınırsız bir merak içinde, elleri ile onu tanımak, ağızları ile onu kavramak isterler.
İstenmeyen bir davranışın sonucunda gelen bir şaplağa veya
başka bir cezaya karşı çocukta, davranışları ile annesinin elini
bağdaştıran bir korku gelişir. Sonuç olarak, çocuk istenildiği
gibi davranır! Ama onu anlayışla karşıladığınızı ve davranışını anladığınızı bu şekilde öğretemezsiniz.
Sizi örnek alırlar
İlk etapta anne - babanın oluşturduğu örnek, çocukların
duygu ve düşüncelerini geliştiriyor. Otobüste giderken engelli
bir kadının bindiğini görüp sizden yer istemediği halde yerinizden kalkıyorsanız, kişiliğinizi ortaya koymuş olursunuz.
Bu davranış çocuğunuzun ileride yaşam biçimini belirlemesinde yardımcı olur. Elbette onun örnek alacağı tek insan siz
değilsiniz, ama ilk yıllarında en önemli kişi siz olacaksınız.
Düşünceleriniz ve davranışlarınız çocuğunuz tarafından
özümsenir ve onda gelişir. Burada önemli olan ne kadar mükemmel olduğunuz değil, çocuğunuzun sizi gördüğü dünyada
ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunuzdur. İşte bu da onun görüp
daha sonra benimseyeceği temel davranış biçimidir.
• İlk yıllarda, düşündükleriniz ve hissettikleriniz çocuklarınız için yol gösterici olacaktır. Çocukların çok hassas antenlere sahip olduklarını unutmayın: Söylediklerinizle, demek
istedikleriniz uyuşmadığında bunu kolayca anlayabilirler.
• Çocuğunuzu toz pembe bir gözlükle görmeye çalışın.
Onun güzel yanlarına odaklanın, yolunda gitmeyen davranışlarını görmemeye çalışın.
Sık sık ona, onu olduğu gibi
sevdiğinizi ve kabul ettiğinizi
gösterin. Değerlerin temelini oluşturmak için, ona ilk
yaşam yıllarında anlayış ve
güven gösterin ve onu sınırsız
sevin.
• Ona yetişkinlerin değerler sistemine alışabilmesi için
zaman tanıyın. Çocuğunuzu
sevdiğiniz ve dikkate aldığınız takdirde sizin davranışınızı örnek alacaktır. Onu
döverek veya başka türlü cezalar uygulayarak ancak tam
tersini elde edebilirsiniz.
• Önemli olan, milli ve
manevi değerleri günlük yaşamınızda uygulamanız. Bir
çocuk, ailesinde kimsenin
diğerinin sözünü bölmediğini
ve yanlış davranışların alay
konusu olmayacağını görürse
16
Şubat 2014
bu yaklaşımı benimser.
• Büyüdükçe çocuklar arkadaşlarından ve televizyondan
da etkilenmeye başlar. Öğrendiği bazı davranış şekilleri sizin
vermek istediklerinizle örtüşmeyecektir. Bundan dolayı bu
tarz faktörlerin etkilerini azaltmaya çalışın.
Kaynak: ailemveben.com.tr
Şubat 2014
D eğer
Toplum
Herşey sevgiye muhtaçtır
Prof. Dr. Hayati Hökelekli *
Denilebilir ki, dünya merhamet yasası ile ayakta
durmaktadır. Çünkü yaratılmışlık, tüm mümkün varlıklar için bir eksiklik, zayıflık, fânilik, muhtaçlık,
kırılganlık, ölümlülük, demek olduğuna göre merhamet olmadan hayat olmaz. Bu dünya hayatında
zorluk, acı ve keder, korku, yoksulluk ve yoksunluk,
haksızlık, tüm insanları birleştiren ortak paydadır.
Herkesin kendi ölçüsünde bunlardan bir nasibi vardır. Yaratılan hiçbir varlık kendi varoluşunun ve bütünlenmesinin temelini kendinde bulamaz. Kendi
hayat ve kemal garantisini kendi kendisine sağlayamaz. Yardıma, korunmaya, ilgi ve desteğe başvurmadan varlığını koruyup geliştiremez. Onun için
herkes ve her şey merhamete muhtaçtır.
Merhamet, herkesin iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymadır. Merhamet tüm insanlar
ve tüm canlılar için dünyayı güvenli bir yer kılma duyarlılığına sahip olmadır. Herkese ve her şeye anlayış, acıma ve şefkatle yaklaşmadır. Onları esirgeyip
koruma, üzerlerine titremedir. Tüm canlı varlıkların
hürriyet ve güven içinde gelişip serpilmesine yardımcı olmak, varlıklarının devamı için güç ve destek vermek merhametin temelini oluşturur. Bizim
sahip olduğumuz imkânlara, hak ve hürriyetlere
başkalarının sahip olmayışı içimizde onlara karşı
bir acıma duygusu uyandırdığında, bunun adı merhamettir. Merhamet, başkasının güçsüzlük, sıkıntı
ve derdine ilgi duyma, onun durumuna acıma ve
şefkat gösterme, onunla birlikte ıstırap çekmedir.
Layık olmadıklarını sandığımız bir kötülükten ıstırap çektiğini gördüğümüz kimselere karşı duyduğumuz şefkat, iyi niyetle karışık bir üzüntüdür. Dert ve
sıkıntı içerisinde olan kişinin derdiyle dertlenme,
üzüntüsüyle üzülme ve ona yardımcı olmaya çalışmadır. Merhamet, yaratıklardan hiç birine zulüm ve
haksızlığı reva görmeyip, içlerinde zararlı olmayan
güçsüzlerin zayıf hallerine acıyıp, imdat ve yardımlarına yönelmedir.
Merhametli insan, başkalarından apayrı bir ben-
lik ve kişilik olduğunu bilmekle birlikte, başkalarının hal ve durumlarını içten sezinleyerek onlara
eşduyum (empati) gösterir. Bir bakıma onlarla özdeşleşme süreci yaşar. İnsanlara merhametle yöneldiğimizde, onların daha iyi hayat şartlarına kavuşmasını, hatta bizim gibi olmasını isteriz. Böylece
merhamet aynı zamanda hem adalet hem de eşitlik
duygusunun kaynağıdır. Aralarında elbette ki bir
fark vardır. Merhamet, iyilik yapmaya, başkalarının
durumuna ilgi gösterme ve yardım yapmaya bizi yönelten bir duygudur. Bu ilgi ve yardım, akli, mantıki,
hukuki bir ölçü ve ilkeye göre yapıldığında da adalet ortaya çıkar.
Merhamet, karşı tarafın kimlik ve kişiliğini gözetmeden herkese eşit dağıttığımız bir acıma duygusudur. Istırapta eşitlik yoktur, fakat merhamet bize
ıstırap ihtimalinin eşitliğini öğretiyor. Bir başkasının
başına gelen benim de başıma gelebilir. Merhamet,
insanların eşitliği anlayışına dayanıyor. İnsan olarak hepimiz ıstıraba karşı duyarlıyız, acı hepimizi
kırılganlaştırıyor. Her bireyin insanlığının eşit değer
taşıdığı bir dünya anlayışı içerisinde ancak merhamet barınabilir. Merhamet sahipleri, diğerinin yaşadığı ıstırabın ne kadar acı verici olduğunu düşünebilen insanlardır.
Merhamet, başkasının ıstırabına katılmaktır.
Merhamet, ahlaki olarak acı verici bir ıstıraba üzülmektir. Merhamet bu üzüntünün kendisidir, daha
doğrusu bu üzüntü merhametin başlangıcı ve en küçük birimidir. Merhamet, başkasının ıstırabını paylaşmaktır. Kötülük yapan bir kimsenin içindeki kine,
üzüntüye, sefalete rağmen, onun ıstırabı ya da deliliği karşısında merhamet duymak, onun içini kemiren kötülük karşısında masum olmaktır. En azından
kine kin eklemeyi reddetmektir. Böylece merhamet, başkasının ıstırabından zevk alan ve en büyük
kötülük olan acımasızlığın ve bunu dert etmeyen ve
tüm kötülüklerin ilkesi olan bencilliğin tersidir.
* Uludağ Üniv. Öğretim Üyesi
17
Toplum
D eğer
Şubat 2014
Bir annenin, evlâdının mutluluk
ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o kadar kuvvetlidir ki, onların rahatı için ruhunu
feda eder derecesine getirir. Zaten
şefkat duygusu gelişmiş insanlar,
yardımsever, merhametli ve dayanışmacı değil midir?
Buket Davulcu
A
nne şefkati nasıl da sarıp sarmalar insanı. Annelik ile
abideleşen bu hissiyata bugün insanlığın ne kadar da
ihtiyacı var. Rahman’ın tecelli ettiği kâinat, bize bu duyguyla mükellef olduğumuzu en güzel biçimde hatırlatıyor. Ancak şefkat de körelip tükenebiliyor. Bize düşense onu yeniden
canlandırmanın peşine düşmek.
İnsan ve kimlik konulu bir sunum yapıyordu genç öğrenci.
Belli ki iyi hazırlanmıştı. Kadın ve kimlik konusuna geldiğinde
sınıftaki kızlar dikkat kesildi: “Önce bir itirafla başlayayım bu
bölüme. Kadın deyince ilk önce aklıma annem gelir. Evet, annelik kadının bir kimliği. Ben kadınları bir sebepten dolayı çok
kıskanırım.” Konudan biraz uzaklaşmıştı ama bir erkekten bu
itirafları duymak hayli heyecan vericiydi kızlar için. Öğrenci,
“Onlar birer ‘şefkat kahramanları’. Biz erkeklerde de bu duygu var ama hiçbir zaman bir kadınınki kadar abideleşemiyor.”
dediğinde yüzlerde bir tebessüm belirdi. Bu itirafla devam etti
konuşmasına: “Ben haylaz bir çocuktum. Çok da uslandığım
söylenemez. İstemeden de olsa annemi üzerim ara sıra. Ama o,
o kadar şefkatli ki beni hep affeder.”
Haksız değildi sunum yapan öğrenci. Annelerin şefkati karşılıksız, şartsız, özverili, fedakâr ve sevgi yüklüydü. Allah’ın kadında ‘abideleştirdiği’ bu duygu aslında her insanda zaman zaman tecelli ediyor. Bazen bir çocuğa ya da çaresiz birine bazen
de minik bir kediye karşı beliriveriyor içimizde. Biraz sevgi biraz
da merhamet var sanki mayasında bu hissin. Şefkatteki lezzet
de bir başka oluyor. Hem bir şefkat ve merhamet sahibi, şefkat ettiği mahlukların istirahatleri derecesinde hakikî bir lezzet
alır. Meselâ, bir annenin, evlâdının mutluluk ve istirahatlerinden şefkat vasıtasıyla aldığı lezzet o kadar kuvvetlidir ki, onların
rahatı için ruhunu feda eder derecesine getirir. Zaten şefkat
duygusu gelişmiş insanlar, yardımsever, merhametli ve dayanışmacı değil midir? Hatta kâinat bile sanki aynı bilinçle hareket eder. “Güneş hangi şefkatle bizi ısıtır, toprak hangi şefkatle
bize nimetler sunar?” Allah’ın engin rahmeti tüm bu soruların
cevabını veriyor esasında. Zira O’nun şefkati, zayıftan güçlüye
her canlıya yetişiyor.
İnsanın benliğini kuşatan, onu iyiliğe, hayra teşvik eden bu
duyguyu canlı tutabilmesi için onu ‘beslemesi’ gerekiyor. Top-
18
Şefkatle
lumdaki suç oranının yüksek olması, insanlar arasındaki ilişkilerin giderek bencilleşmesi, şefkat, fedakârlık ve merhamet
gibi hasletlerin körelmesinden kaynaklanıyor. Hal böyle olunca
“Toplum olarak gitgide ‘şefkat’ duygusundan uzaklaşıyoruz
muyuz?” sorusu düşüyor aklımıza. İnsan bencilleştikçe vicdanının sesini dinlemez olur. Merhametsizlik, zaman içinde vicdanı sessizleştirir. Şefkatin olmadığı yerden insanlık göç eder.”
sözleriyle nazara veriyor.
Şefkatin kendini belli ettiği yürekte; sevgi, merhamet, acıma, koruma ve kollama hisleri uyanır. Peşinden de paylaşma,
fedakârlık ile yardım duyguları sökün eder. Fakat sadece “Ben!”
diyen ve yalnız kendi çıkarları peşinde koşan kişi, şefkatle mükellef olduğunu unutur. Çünkü nefsî bir yarışta soluk soluğa
kalmış insan için bu meziyet, ayak bağından farksızdır. Bu sebeple enaniyetinin etrafında dönen nefsin en hoşlanmadığı duygu şefkattir. Kişi, onu egale etmezse, daha çok kazanmak için
giriştiği haksız rekabetleri ve başkalarını görmezden gelen vur-
Şubat 2014
D eğer
Şefkatli ve
merhametli
olsun diye…
mükellefiz
dumduymaz davranışlarını sürdüremez. Yavrusunu yemeye niyet eden kedinin onu kuzguna benzetmesi gibi şefkati aşağılar,
ilkel görür, acizlik olarak değerlendirir. Dolayısıyla şefkatten kaçanlar için bu duygu aslında acziyet anlamına geliyor. Bu bakış
açısı ile de onu hayatlarından soyutluyorlar. Bu sebeple kişinin
mutlaka şefkati besleyecek ve yenileyecek çareler bulması gerek.
Öncelikle bu hissiyatımızı öne çıkaran bir tutum içinde olmamız gerekiyor. Ardından aileden eğitim sistemine bir dizi değişikliğe ihtiyacımız olduğunu tavsiye ediyor: “Eğitim sistemimiz,
temel insanî değerlerden biri olan şefkati, ana sınıfından itibaren yavrularımızın gönül gündemlerine yerleştirmeli. Tabii ki
önce evde, ailede çok ciddi ve bilinçli bir şefkat eğitiminin muhatabı olmalı çocuk.” Çünkü birbirini seven ve şefkatle kavrayıp
kuşatan anne-babalar, çocuklarına en isabetli ve en etkili şefkat
dersini vermiş olur. Böylelikle, evde ve okulda benimsetilen her
duygu gibi şefkat de toplumun bütün katmanlarına yayılıp varlığını hayatın her anında ve alanında hissettir.
Çocuğunuzun yardımsever, merhametli, şefkatli, vicdan sahibi olmasını istiyorsanız öncelikle bunu
sözlerinizle, davranışlarınızla gösterin. Çocuklarınızın merhametli vicdanlı olmasını istiyorsanız size
pratik birkaç tavsiye:
• Aile içinde birbirinize şefkatli davranışlarda
bulunarak model olun. Sevgi dolu ve sıcak bir aile
ortamı içinde büyüyen çocuklar başkalarının duygularına daha duyarlıdır. Uyuyan yabancının üstünü örtün, çocuğunuz düştüğünde ona bağırmayın,
'çok mu acıdı?' diyerek sarılıp acısını hissettiğinizi
ona fark ettirin.
• Çevrenizde yardımsever davranışlarda bulunun. Fakirlere, muhtaç olanlara yardım edin; küçülen kıyafetlerinizi, oyuncaklarınızı çocuğunuz ile
birlikte seçip verin.
• Tabiatı ona sevdirin. Tabiat ile bütünleşmesinde ona yardımcı olun. Evinizdeki çiçekleri sulama
vazifesini verin. Çiçekleri koklayın ve hatta çiçeklerle konuşun.
• Hayvanları sevdirin ve besleyin. Birlikte aç bir
köpeği, susamış kediyi besleyin; artan yemeklerinizi poşetleyip sokaktaki hayvanlara verin. Karıncaları ezmeyin.
• Onun paylaşmanın güzelliğini, sevincini içinde hissetmesine vesile olun. Beslenme çantasına
arkadaşlarıyla paylaşması için ara sıra sürprizler
hazırlayın.
• Şefkatli ve merhametli davranışları onun karakteriyle özdeşleştirin. "Sen şefkatli, güzel düşünen bir çocuksun" gibi.
• Davranışlarının başkaları üzerinden etkilerini
anlatın. Arkadaşına zarar verdiğinde veya haksız
bir davranışta bulunduğunda "Sen onun yerinde
olsaydın ne hissederdin?" sorusunu sorun. Haksız
davranmasına izin vermeyin. Kurallarınızı açık ve
net koyun.
• Duygularını anlayın ve ifade etmesinde yardımcı olun, duygularını anladığınızı ona hissettirin
ve bol bol duygularıyla ilgili sözcükler kullanın. "Çok
kızgın gözüküyorsun, bir şey mi oldu?" gibi...
• Akrabalarınızla ilişkilerinizi güçlendirin. Dayı,
hala, amca, teyzeleriyle düzenli görüşmesine fırsat
tanıyın.
• Karşılık beklemeden iyilik yapmanın bir erdem
olduğunu ona davranışlarınızla ve sözlerinizle ifade
edin. Siz de karşılık beklemeden iyilikler yapın.
http://mebk12.meb.gov.tr
www.yenibahardergisi.com
19
Tarih
D eğer
Bir Dostluk Köprüsü
Şubat 2014
Ertuğrul Fırkateyni
EY GAZİ
‘Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı
Hep ahâlî sahillerde bakakaldı
Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı
Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a.
Üç direkli fırkateyndir gemimiz
Kimimiz, bekârız, evlidir kimimiz
Gayret edin çocuklar caponya’dır yolunuz
Hak selâmet versin şanlı Ertuğrul’a.’
20
Şubat 2014
D eğer
ğını, Asya’daki Müslümanların da İngiliz sömürgesindense, Osmanlı’yı benimseyebileceğini bu yolTemmuz 1889 günü öğle saatlerinde
la gösterecekti. Fakat bunu yaparken Türk-Japon
Haliç’te büyük bir coşku vardı. Büyük bir
münasebetlerinin gelişmesini istemeyen Rusları
kalabalık Ertuğrul Gemisi’ni seyrediyorrahatsız etmek de istemiyordu.
dı. Bayraklarla donatılmış geminin askerleri güBöyle bir ortamda Ertuğrul gemisi; Albay Osman
vertede toplanmış, mızıkalar ‘Ey Gazi’yi çalıyordu.
Paşa komutasında, 54’ü subay, 553’ü er olmak üzeYelkenleri açılmamış gemi, çarkını işleterek yürüre toplam 607 mürettebatıyla 14 Temmuz 1889’da
yordu.
İstanbul’dan demir aldı. Sırasıyla, İstanbul, MarmaNağmeleri İstanbul’un her köşesine yayılıyordu.
ris, Süveyş, Port-Sait, Cidde ve Aden’e uğrandı ve
Geminin Sarayburnu’ndan kıvrılarak gözden kay20 Ekim’de Bombay’a varıldı. Halkının yarısı Müsbolmasıyla bu sevinç yerini, hüzne ve hıçkırıklara
lüman olan Bombay’da Sultan Abdülhamid’e duyubırakmıştı. Ertuğrul mürettebatı sevdiklerinden aylan sevgiden dolayı Ertuğrul Gemisi’ne ve müretterılmış olmanın hüznüne rağmen, Asya’daki Müslübatına büyük ilgi gösterildi. Gemiyi bir hafta içinde
man kardeşlerini görecek olmanın ve onlara halife150.000 kişi ziyaret etti.
nin selâmını götürmenin
Bunların arasında Müslüheyecanıyla doluydu.
man olmayan, ama İngiErtuğrul mürettebatı sevdiklerinden
Maddî imkânsızlıkların
lizlerden bıkmış mihraceayrılmış olmanın hüznüne rağmen,
yanısıra, her an bir savaş
ler de vardır. Ertuğrul’un
olma ihtimaline karşılık
Asya’daki Müslüman kardeşlerini
Hindistan’a
geleceği,
Ertuğrul gibi bir geminin
görecek olmanın ve onlara halifeMüslüman toplum araAsya’ya gönderilme kanin selâmını götürmenin heyecasında bir efsane gibi yararı çok zor verilmişti. Fayılmış, Lahor; Delhi ve
nıyla
doluydu.
kat, siyasî bir deha olan
Haydarabad’dan on binİkinci Abdülhamid Han,
lerce Müslüman Bombay’a
bütün zor şartlara rağmen
akın etmişti. Bombay’da yagemiyi, Avrupa’nın Osmanlı’yı hasta adam olarak
yımlanan iki gazetede Ertuğrul hakkında makaleler
tasvir ettiği bir zamanda Japonya’ya göndermeyi
yayımlanmış; mürettebatın cuma günü camilerde
çok istemişti.
namaz kılması, kıyafetlerinin ve ahlâklarının güzelBu gezinin görünüşteki sebebi, 1880 yılında bir
liği halk üzerinde büyük tesir uyandırmıştı.
Japon ticaret gemisinin İstanbul’a yaptığı ziyareBurada özellikle İngilizlerin Türk subaylarına
te mukabelede bulunulması ve Deniz Harp Okuyemek vermiş olması dikkat çekmektedir. İngilizlelu öğrencilerinin Japon sularında tatbikat gerçekrin Osmanlı gemisini sıcak karşılamasının sebebi,
leştirmesiydi. Diğer yandan, bu gezi Osmanlı ile
gemiyi Müslüman halkın yanısıra ateşperestler ve
İngiltere’yi karşı karşıya getiren hilâfet meselesinputperestler de ziyaret ettiğinden, halk üzerinde iyi
de, sultanın İngiltere’ye karşı da elini güçlendirebir izlenim bırakmak ve buradaki Müslüman halkı
cekti.
kendisine düşman etmemekti.
Abdülhamid Han, İngilizlerin Osmanlı’yı bölme
Bombay’dan ayrılan gemi, 1 Kasım’da Seylan’ın
oyununa karşılık Japonya’ya bu gemiyi göndere(Sri Lanka) başkenti Kolombo’ya ulaştı. 300.000
rek Osmanlı Sancağı’nı Kızıldeniz, Hint Okyanusu
nüfuslu Kolombo’da yaklaşık 200.000 kişinin geve Japonya sularında dalgalandırarak, Asya’da İnmiyi ziyaret ettiği, geminin etrafının kayıklarla dolu
giliz idaresi altındaki Müslüman toplumlarının nabolduğu ve Bombay’da olduğu gibi Kolombo’da
zını yoklamak istiyordu. İslâm dünyasının sadece
Araplardan ibaret olmadı-
Kürşat Yaman*
14
21
D eğer
da Sultan adına hutbeler okunduğu belirtilmektedir. Gemi Bom-bay’dan ayrılırken kaza yaptığından Singapur’a varmak için acele edilmeliydi.
15 Kasım 1889’da gemi Singapur’a ulaştı. Burada Kaptan Albay Osman Bey gemiyi sağ sâlim
Singapur’a ulaştırdığı için terfi ettirilerek mirlivalığa
(tuğgeneral) getirildi. Ertuğrul, Singapur’da tamir
edildiğinden ve Japonya’ya gitmek için en uygun
mevsim beklendiğinden 4 ay kadar Singapur’da
beklemek mecburiyeti hâsıl oldu. Bu zaman zarfında mürettebat Singapur halkı tarafından son derece samimi hislerle ağırlandı.
29 Ekim 1889’da Singapur’dan İstanbul’a çekilen telgrafta gemiyi Malaka, Sumatra ve Cava’dan
Müslümanların ve bazı prenslerin ziyaret ettiği bildiriliyordu. Mürettebat her gün ziyafetlere davet
ediliyordu. HattâSumatra, Cava ve Siyam Müslümanları, Felemenklilerin yaptığı mezalimi dile getiren iki yazıyı Osman Paşa’ya vermişler ve Osmanlı
Devleti’nden yardım istemişlerdi. Bunun yanısıra
halk, Ertuğrul’u sanki mukaddes bir yer olarak görüyor, hattâ şükranlarını sunmak için gemide secdeye varıp dua ediyor, Singapur sularındaki gemilere
de Osmanlı sancağı çekiliyordu. 22 Mart 1890’da
Singapur’dan hareket eden Ertuğrul, Saygon’a
uğradı, 26 Nisan’da Hon Kong’a vardı. Buradan
22 Mayıs’ta Nagasaki’ye, 26 Mayıs’ta Kore’ye ve
7 Haziran’da son durağı olan Yokohama’ya ulaştı. Japonya’ya 6 ayda ulaşması plânlanan gemi
Yokohama’ya ancak, 11 ayda varabilmişti. Başta geminin çeşitli kazalar yapması olmak üzere,
maddî imkânsızlıklar ve salgın hastalıklar yolculu-
22
Şubat 2014
ğun uzun sürmesine sebebiyet vermişti.
Osman Paşa, 13 Haziran 1890’da imparatora,
padişahın mektup, nişan ve diğer hediyelerini takdim etti. İmparator Meiji de, o gece verilen yemekte, Osmanlı nişanını taktı. Ayrıca Osman Paşa’ya
‘Sulilovan’ nişanının büyük kordonu ve yanındaki
subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha sonraki
rütbeleri hediye edildi. Türk heyeti ayrıca imparatoriçeye de taç ile murassa gerdanlığı sundu.
Heyet, burada bulunduğu zaman zarfında karşılaştıkları muameleden son derece memnun kaldı. Bu arada Osman Paşa Tokyo’da yabancı devlet
elçileriyle resmî temaslarda bulundu.
Dönüş tarihi yaklaştığında Yokohoma-İstanbul
rotası üzerinde farklı görüşler ortaya atıldı ve bunlar İstanbul’a soruldu. Ayrıca ekim ayına kadar tayfun mevsimi olduğu da gözönünde bulundurularak,
dönüşte Japonya’nın Uraga, Hyogo ve Nagasaki,
hattâ Çin’in Şangay gibi limanlarına uğrayıp buralarda birer ay bekleyerek tayfun mevsimini bu şekilde geçirmek fikri ağır basmaktaydı. Bunun yanı
sıra Japonya’ya gelirken uğranılamayan, kalabalık bir Müslüman ahâlîye sahip Kalkuta’ya, Felemenk limanlarına ve Sunda adasına uğranmanın
da münasip olacağı kanaati hâsıl oldu. O zamanlar
Hollanda sömürgesi olan Açe’ye de uğranmak istenmesine rağmen, bu ziyaretin Hollanda-Osmanlı
münasebetlerini bozacağı düşüncesiyle bundan
vazgeçildi.
Ertuğrul 15 Eylül 1890’da Yokohoma’dan
İstanbul’a doğru yola çıktı. Ancak Yokohama’dan
Kobe’ye giderken Kashinozaki fenerini geçtiği sı-
Şubat 2014
D eğer
rada kayalıklara çarparak battı. Kaza Osmanlı ve
Japon basınının yanısıra bütün dünya basınında
geniş yer buldu. Bu hazin hâdisede Ertugrul mürettebatından sadece 69 kişi kurtulabildi; 538 kişi
şehit oldu. Kazadan kurtulan gazilerimize ilk yardımı tam bir misafirperverlik örneği gösteren fakir
köylüler yaptı.
İmparator Meiji, kazadan kurtulanlara çeşitli hediyeler sundu ve iki kruvazörünü tahsis ederek onları İstanbul’a gönderdi. Abdülhamid’e de hediyeler getiren bu kruvazörler bir ay İstanbul’da kaldı.
Daha sonra da Yakın Doğu Ticaret Komitesi Şefi
Torajiro Yamada, Tokyo zenginlerinden toplanan
parayı 1891’de İstanbul’a getirdi. Yamada ile bir
diğer vazifeli Sultan Abdülhamid’in isteği üzerine,
Türk subaylarına Japonca öğretmek için kaldılar
ve kendileri de Türkçe öğrendiler. Yirmi iki sene
İstanbul’da kalarak, Japon kültürünü tanıtmaya, iki
ülke münasebetlerini geliştirmeye çalışan Yamada
aynı zamanda Beyoğlu’nda açılan ilk Japon hediyelik eşya dükkânının da ortaklarından oldu.
Şehitler için Oshima halkı tarafından bir taş kitabe dikildi. Wakayama’da ise, bir kabristan yapıldı
ve bu münasebetle buranın valisine ikinci rütbeden
Osmanlı nişanı verildi. 1900 yılında şehitlere ve şehitliğe ait fotoğrafları Yamada getirdi. Kitabe ikinci
defa, 1929 yılında Türk-Nippon Ticaret Derneği’nin
yardımıyla düzeltildi. Ertuğrul Kitabesi’nin üçüncü
düzenlenmesi de 3 Haziran 1937’de gerçekleştirildi. Günümüzde çok sayıda Japon, Ertuğrul trajedisinden haberdârdır. Hüzünlü olsa da, iki millet
arasındaki dostluğu başlatan hâdise her yıldönümünde yâd edilir. Şehitler için dikilen âbideleri Japonlar akın akın ziyaret etmektedir.
Yolculuk tamamlanamamasına rağmen şehitlerimiz kendilerine verilen vazifeyi yerine getirdiler.
Bazı Avrupa ülkeleri tarafından Abdülhamid’in Japonya ile münasebet kurma teşebbüsü ‘Japonları
İslâm’a dâvet’ şeklinde yorumlandı. Bunun sebebi,
yol güzergâhındaki hemen bütün ülkelerde yaşayan milletlerin Sultan’a ve onun şahsında Osmanlı
Devleti’ne gösterdiği sevgiydi ve Avrupa’yı asıl korkutan da buydu. Ertuğrul yolculuğunu tamamlayabilseydi tesiri daha büyük olacaktı.
Büyük bir trajedi olan bu kaza Türk-Japon münasebetlerinin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Zaman içerisinde bu münasebetler tam bir dostluğa dönüşmüştür.
Şehitlerimiz bizlere yüz yılı aşkın bir zaman
öncesinden çok önemli bir miras bırakmışlardır.
Bizlere düşen vazife ise, bu dostluğu daha ileriye
götürmek olmalıdır.
* Tarih Dergisi-Şubat 2007
Kaynaklar
- Osmanlı Araştırmaları
(http://os-ar.com/modules.php?name=AvantGo
&file=print&sid=11531)
- Çetinkaya Apatay, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü. XIX.yy’dan Bugüne Türk-Japon İlişkileri, Milliyet Yay.,ist., 1998.
- http://www.kokueki.com/swf/toruko.htm
23
D eğer
Tarih
Kaç sene geçti?
KAÇ SENE
Şubat 2014
GEÇTİ?
Türk kadınının, milletvekilliği seçimlerinde ilk
kez seçme seçilme hakkını kazanmasının
üzerinden 79 sene geçti.
1 Şubat 1935
1 Şubat 1935
Islahat Fermanı yayınlanması üzerinden 158 sene geçti.
Ayasofya’nın , müzeolarak halkın ziyaretine açılması
üzerinden 79 sene geçti.
19 Şubat 1451
18 Şubat 1856
Çanakkale Savaşları'nın başlamasının üzerinden 99 sene geçti.
Osmanlı Padişahı II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) tahta
geçmesi üzerinden 561 sene geçti. (19 Şubat 1451)
7 Şubat 1973
18 Şubat 1856
Timur ailesine mensup asil bir Türk ailesinin çocuğu
olan büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi Ali Şir Nevai doğumunu üzerinden 573 sene geçti. ( 9 Şubat 1441)
TBMM'de kabul edilen bir yasa ile "Maraş" iline "kahramanlık" unvanı verilerek ilin adının "Kahramanmaraş" olması
üzerinden 41sene geçti.(7 Şubat 1973)
24
9 Şubat 1441
Şubat 2014
D eğer
Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından Sultan II. Abdülhamit Han ölümü üzerinden 96 sene geçti.
15 Şubat 1517
10 Şubat 1918
Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve
Romanya'nın aralarında Balkanlarda kendi
hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekeffül etmek için Balkan Antantı imzalanması üzerinden 80 sene geçti.
Yavuz Sultan Selim Han Türk ordularının başında Ridaniye Meydan
Savaşı'nı kazanarak büyük törenle Kahire'ye girmesi üzerinden 497
sene geçti.
24 Şubat 1793
9 Şubat 1934
İlhanlılar Devleti'nin kurucusu büyük Moğol
hükümdarı Hülagü Han ölmesi üzerinden
748 sene geçti.
III. Sultan Selim Nizam-ı Cedid” denen yenileşme ve batılaşma hareketini fiilen başlatılması üzerinden 221 sene geçti.
24 Şubat 1918
8 Şubat 1266
Elektrikli Tramvayın İstanbul'da ilk kez
açılışının üzeriden 99 yıl geçti.
Güzel ve kahraman Trabzon şehrimizin I. Dünya Savaşı'nda işgali
altına düştüğü Ruslardan kurtarılmasının üzerinden 96 sene geçti.
2 Şubat 1904
25
Din
D eğer
Şubat 2014
İnsanlık Onuru
BİR
DUA
Allah’ım!dünyada ve ahirette Senden
esenlik isterim; Allah’ım, dinim, dünyam, ailem ve malım konusunda Senden af ve esenlik isterim. Allah’ım, ayıplarımı ört. Korkularımdan beni
emin eyle. Önümde, ardımda, sağımda, solumda,
üstümde olanlardan beni koru. Altımdakilerden de Senin azametine sığınırım.” Ebû Davud)
Prof. Dr. Mehmet Görmez*
R
ahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Sevgili Peygamberimizin (sas) insanlığa getirdiği mesajın varlık anlayışında insan, yaratılmışların en saygını (eşref-i mahlukât) ve varlığın özüdür
(zübde-i âlem). İnsanın fıtrat ve yaratılış itibariyle onurlu
bir varlık olması, İslâm’ın varlık, bilgi ve değer anlayışını şekillendiren en temel unsurlardan biri olmuştur. Bununla birlikte insanoğlunun, son iki yüzyılda bilimsel ve
teknolojik alanlarda gösterdiği olağanüstü ilerlemeyi, ne
yazık ki insan onurunun korunması ve yüceltilmesi konusunda gösteremediği bir gerçektir.
Geride bıraktığımız yüzyıl, daha şimdiden insanlık
onurunun had safhada zedelendiği talihsiz bir zaman
dilimi olarak anılmaktadırw. Ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, şiddet, işkence, terör, savaş, gelir adaletsizliği, zulüm, sömürgecilik, eğitim eşitsizliği, emeğe saygısızlık,
istismar, kürtaj, açlık ve kıtlık gibi onur kırıcı küresel sorunların kıskacındaki insanlık, tarihte görülmemiş bir sınavdan geçiyor. Göğün kapılarına sırt çeviren insanoğlu,
kendi eliyle ürettiği yapay sorunların açılmak bilmeyen
kapıları önünde yorgun ve bitkin bir hâlde bekliyor. Bilim
ve tekniğin son imkânlarıyla ürettiği en modern anahtarlar, kilitli kapıların açılmasında ona yardımcı olmuyor.
Kendi ürettiğinin esiri olan insanlık, kendini hapsettiği
karanlık zindanlardan çıkış yolları arıyor. Bu yüzden de
özlediği aydınlığı, peşinde koştuğu idealleri ‘nerede’ ve
‘nasıl’ araması gerektiğini yeniden düşünmesi gerekiyor.
İşte bu sebeple Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle “Hz.
Peygamber ve İnsan Onuru” temasının hem ülkemiz in-
26
sanının hem de bütün insanlığın gündemine taşınması
son derece önem arz etmektedir.
İslâm’ın, insan onurunu merkeze alarak tesis ettiği
insan anlayışının esaslarını Hz. Peygamberin (sas) çağlar üstü örnek hayatında, sünnet-i seniyyesinde, söz ve
davranışlarında, en genel hatlarıyla da Veda Hutbesi’nde
görmek mümkündür. Rahmet Peygamberi (sas), on
binlerce insana hitaben yaptığı o tarihî konuşmasında
insanların canlarının, mallarının ve ırzlarının yani kişilik
değerlerinin ve insanlık onurlarının dokunulmaz olduğunu bildirmiştir. Böylece o, İslâm’ın, insanın yaşama ve
Şubat 2014
BİR
HADİS
D eğer
Hz. Allah şöyle buyurmuştur: " Ben¸ kulumun zannettiği gibiyim. Beni andığı zaman¸ muhakkak
onunla beraberim. Eğer beni kendi kendine anarsa¸ ben de onu Zat'ımda anarım. Beni bir topluluk içinde anarsa¸ ben de onu andığı topluluktan daha hayırlı bir toplulukta anarım.”
(Buhârî¸ Tevhîd¸ 15)
mülkiyet hakkı ile manevî kişiliğine ilişkin bütün haklarını
aynı ölçüde güvence altına aldığını ilan etmiştir. Sevgili
Peygamberimizin (sas) tanımıyla iyi Müslüman, din kardeşinin canına ve malına olduğu gibi kişilik onuruna da
saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören
kimsedir.
Şurası iyi bilinmelidir ki onurlu olarak yaratılan insanı
onurlu veya onursuz kılan temel ölçüt de davranışlarıdır.
Davranışları kendisini onurlandırmayan kimseyi haricî
hiçbir aidiyet onurlandıramaz. İnsan, ırk, renk, zenginlik,
soy-sop gibi maddî, izafî ve geçici ölçülere göre değer-
lendirilmemelidir. “Nice kapılardan kovulmuş üstü başı
perişan insan vardır ki, Allah’a yemin etse Allah onu yemininde haklı çıkarır” (Müslim, Birr ve sıla, 138) buyuran
Sevgili Peygamberimiz (sas), insan onurunu maddî ölçütlerle değerlendirmenin yanıltıcı olabileceğine işaret
etmiştir. İnsan bizatihi değerli ve onurlu bir varlıktır. Efendimizin (sas) nazarında onun siyahı da değerlidir beyazı
da; fakiri de onurludur, hizmetçisi de.
İnsan onurunun beşerî ve ilahî yönü birbirinden ayrı
tutulamaz. Bütünüyle insanı merkeze alarak aşkın hiçbir gerçekliği tanımayan bir bakış açısı, insanı bir bütün
olarak kuşatmaktan uzak olacaktır. İnsan ve insan onuru, maddesi ve manasıyla; bedeni ve ruhuyla bir bütündür, parçalanamaz. Hiçbir insancıl düşünce ve ideoloji,
İslâm’ın insan onuru konusundaki ayrıcalıklı konumuna
alternatif oluşturamaz. Aşkın değerlerden soyutlanmış,
metafizik ilkelere bağlı olmayan bir ‘insan onuru’ insana
hak ettiği değeri veremediği gibi insanı daha da onursuz
bir hale getirmektedir.
Sevgili Peygamberimizin (sas) kutlu doğumu vesilesiyle bir kez daha hatırlatmak gerekir ki insanın ucuzladığı, bir meta haline dönüştüğü, insan onurunun göz ardı
edildiği, zedelendiği, ayaklar altına alındığı, insanlığın
kaybolmaya yüz tuttuğu, insanı onursuzlaştırma, itibarsızlaştırma, değersizleştirme ve değerlerinden soyutlama gayretlerinin küresel ölçekte politikalar haline geldiği
günümüzde bütün âlemleri onurlandırmak için gönderilen rahmet yüklü adalet, hikmet yüklü ahlâk peygamberinin onur mücadelesini ve insana bakışını yeniden keşfetmeye ve bu keşfimizi toplumun bütün katmanlarına
açmaya her zamankinden daha fazla muhtacız.
Hiç kuşkusuz Peygamber Efendimizin (sas) örnekliği
ve rehberliği, insanlığın bugün içine düştüğü her türlü
badireyi atlatması, zedelenen insanlık onurunun tekrar yücelmesi ve özlenen aydınlığa kavuşması yolunda
yegâne melcedir. Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın, gönül
coğrafyamızdaki kardeşlerimizin ve tüm İslâm âleminin
Kutlu Doğum Haftasını tebrik ediyor; haftanın, özellikle Suriye’de, Irak’ta, Arakan’da, Afrika’da, Somali’de,
Mali’de, Filistin’de ve dünyanın muhtelif yerlerinde çiğnenen ve zedelenen insanlık onurunun yeniden yücelmesine ve korunmasına vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
* Diyanet İşleri Başkanı
27
Farkındalık
D eğer
Şubat 2014
Doğayı anlama sanatı
Doğa, bizden olumlu geri bildirimler beklemektedir. Hepimiz, bir diğerimizden beklentiler, istemler ya da ihtiyaçlar içerisinde iletişim halindeyiz.
Ve bu beklenti, istem ya da ihtiyaçları talep ederken, her zaman haklıyız!
Mehmet Fatih Hanoğlu*
şeklinde” solmakta olduğunu bize belirtirken, biz
Her varlık, çevresinde var olan diğer varlıklarla bu tepkiye bilinçli ya da bilinçsiz bir karşılık ver-kendi üslubuyla- iletişim halindedir. Gözle görül- mediğimizde bitkinin uğrayacağı akıbet belirgindir.
Olumsuz bir geri bildirim vererek, bitkiyi sulameyen bir bakteriden, hareket edemeyen bir bitkimak
yerine topraktan da sökebiliriz…
ye tüm evren, “Kendinde var olmayanı bir arayış
Doğa,
bizden olumlu geri bildirimler beklemekya da kendinde var olanı bir bildiriş şeklinde” bu
tedir.
iletişimi farklı şekillerde yaşamaktadır.
Hepimiz, bir diğerimizden beklentiler, istemler
Bu farklı iletişim şekillerine ne kadar yakından
bakarsanız, sınırların var olduğunu ve hangi an- ya da ihtiyaçlar içerisinde iletişim halindeyiz. Ve
lamları ihtiva ettiğini (içerdiğini) de görmeniz o ka- bu beklenti, istem ya da ihtiyaçları talep ederken,
her zaman haklıyız!
dar kolay olacaktır.
Peki, doğanın bekİletişimde başarılentileri,
istemleri ve
sızlık, sadece insanİletişimde başarısızlık, sadece inihtiyaçları?
larda olan/yaşanan bir
sanlarda olan/yaşanan bir olgu deO kadar haklıyız ki
olgu değildir. Bu başağildir.
Bu
başarısızlıklar
türler
arası
birbirimizi
bile bazen
rısızlıklar türler arası
üzüyor
ya
da
tepki verfarklılıklar gösterse de doğada var
farklılıklar gösterse de
meyerek
kızdırabiliyodoğada var olan ortak
olan ortak bir paydayı gözler önü- ruz. Doğanın da dilinbir paydayı gözler önüne koyar: “geri bildirim eksikliği”.
de var olan bu tepkiler,
ne koyar: “GERİBİLDİbizim doğaya verdiğiRİM EKSİKLİĞİ”.
miz
etkilerle/geri
bildirimlerle
de bağıntılı olarak
“İletişimde başarısızlığın en önemli sebeplerinartmaktadır.
den biri, geribildirim eksikliğidir.”
Örnekle;
Geribildirim Nedir?
“Sel, felaket değildir, felaket olsan sele neden
Geribildirimi iletişimin pasif bir formu ya da bir
soruya, bir bilgiye veya bir davranışa verilen yanıt, olan geri bildirim eksiklikleridir.”
Bu ve benzeri durumların tek nedeni biz olmatepki olarak tanımlayabiliriz.
sak
da en büyük nedeni olduğumuz yadsınamaz.
Size geribildirimin ve doğayla ilişkisinin ne olDoğanın
var olan düzenini anlamak, anlamlandırduğu hakkında daha iyi anlaşılacağını umduğum
mak
ve
tanımlamak
için doğaya karşı geri bildirimbirkaç örnek sunmak isterim.
lerimizin olumsuz ya da eksik olmamasına dikkat
“Okuduklarınızda zevk alıyor musunuz?”
Yukarıda yazılı olan soruya “Evet” ya da “Ha- etmeliyiz.
Makaleme son verirken, Aşık Veysel’in Kara
yır” gibi verilebilecek binlerce cevap olduğunun
Toprak
adlı eserinden sadece üç mısrayı sizlerle
bilincindeyim. Lakin sadece bir tane dahi cevap
paylaşmak
ve sizleri geribildirimler hakkında düverseniz soruyu soran kişi, olumlu ya da olumsuz
şündürmek
istiyorum.
bir geri bildirim almış olacaktır.
“Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi
İşte bu soruya cevap vermeme ihtimaliniz/duYemek verdi, ekmek verdi, et verdi
rumunuz da “Geribildirim Eksikliği” yaratmaktadır.
Kazma ile döğme döğmeyince kıt verdi…”
Tüm canlıların ortaklaşa kullandığı olumsuz payda da işte budur.
Sararmakta olan bir bitki, “Kendinde var olmayanı bir arayış ya da kendinde var olanı bir bildiriş
28
* Rota Bilim Araştırma & Geliştirme Kurumu
Yöneticisi
www.makalemarketi.com
Şubat 2014
D eğer
İLKBAHAR
Yüzümü bulutlara kaldırıp
Dua eder gibi mırıldanıyorum
Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum
Rüzgarla, ilkbaharla
Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi
Rüyada mıyım, gerçek mi bu
Hem var gibiyim, hem yok gibi
Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde
Başakların sonsuz salınışı
Burada, kendimle başbaşa
Ömrümü böylece tamamlayabilirim
Bir kuşu dilinden hiç öpmedim
Belki bir gün öpebilirim
Belki bir gün rüzgar olurum ben de
Eserim başakların üzerinden
Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim
Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden
Ataol Behramoğlu
29
Edebiyat
D eğer
Şubat 2014
Kitap okumanın önemi
Türkiye’de kütüphane sayısı 1.412, kahvehane sayısı 570.000. Buna göre 49.000
kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir.
Okuyarak olayların ve gelişmelerin
iç yüzünü öğrenen bir kişi, öncelikle
kendine olan güvenini artırır. Bu ise aynı
zamanda düşünce ufkunu geliştirip, geniş bir görüş açısı sağlayarak, olayları
inceleme yeteneği kazandırır. Ayrıca
okuyan kişiler çok okumanın beraberinde getirdiği zengin kelime dağarcığına
sahip oldukları için, hikmetli ve etkileyici konuşarak hitap ettikleri kişilerde
etki de uyandırırlar. Bu etki ise insanlarla ilişkileri güçlendirmekte, kişiye daha
sosyal bir karakter kazandırmaktadır.
Dahası, geniş kelime dağarcığı, insanın
daha fazla kavramla düşünebilmesini
de sağlar. Yani düşünce kapasitesini ve
kültür düzeyini artırır. Boş zamanlarını,
çoğu zaman hiçbir yararlı bilgi aktarmayan televizyon karşısında geçirmek
yerine kitap okuyarak değerlendiren
bu kişiler, edindikleri bilgi ve kültür
sonucunda aynı zamanda toplum içinde etkin bir kişiliğe sahip olurlar. Tüm
30
bu özellikler, kişilerin öncelikle kendileri
için okumaları gerektiğinin çok önemli
bir göstergesidir. Okuyarak kendini geliştiren kişiler ise elbette çevrelerinde gelişen olaylara da hakim olacak ve toplum
içinde eğitim seviyesinde zamanla bir
ilerleme sağlanacaktır.
Okuyarak Zaman Kazanmak
Genellikle iş sonrası veya evde televizyon karşısında amaçsızca, kanal kanal
dolaşarak boşa geçirilen zamanlar, kitap
okuyarak geçirilebilecek en verimli zamanlardır. Bunun yanı sıra otobüs, tren,
taksi ve uçak gibi ulaşım araçlarında seyahat ederken zorunlu olarak geçen boş
zamanlar da kitap okuyarak değerlendirilebilecek anlardır. Özellikle bekleme
yapılan yerlerde kitap okumak, geçirilen
zamanı hem zevkli hale getirecek hem de
kişinin yeni bir şey daha öğrenmesine vesile olacaktır.
Bu konuda gelişmiş ülkelerin çizdiği
tablo oldukça etkilidir. Sahip olunan her
boş anda yanlarında bulunan kitabı okuyan Batılılar, kitap okuma alışkanlığının
en güzel örneklerini sergilemektedirler.
Türk milleti olarak ne yazık ki okuma
alışkanlığımız yok denecek kadar azdır.
Yapılan tüm araştırmalar bu gerçeği ortaya koymaktan çekinmiyor. Japonlar yılda
25, İsveçli yılda 10 ,Fransız yılda 7 kitap
okurken maalesef 6 Türk yılda bir kitap
okuyor.
Niçin az okuduğumuz konusunda
aşağıda verdiğimiz bilgiler sanırım yeterli olacaktır;
Millî Eğitim Bakanlığı’nca yapılan
bir ankete göre insanımızın okuma sebepleri şu şekilde sıralanmaktadır:
1- Kitap okuma alışkanlığının olmaması: % 50,2
2- Yeterince zaman bulunamaması:
% 16,6
3- Boş zamanlarında yoğun olması:
% 10,6
4- Tv, video ve sinemanın tercih edil-
mesi: % 10,5
5- Kitap fiyatlarının yüksek olması:
% 4,6
6- Dersleri sebebiyle okuyamama: %
3,4
7- Diğer sebepler: % 1,9
8- Cevap yok: % 2,27
Okuyarak cahilliğin ayazından kurtulmalıyız!
Bazı İstatistikler
- Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. sırada yer almaktadır.
- Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde
kalmış durumdadır.Japonya’da toplumun
%14’ü, Amerika’da % 12’si, İngiltere’de
ve Fransa’da %21’i düzenli kitap okurken Türkiye’de yalnız 10.000 kişide 1
kişi düzenli kitap okuyor.
- Türkiye’de 1 kişinin kitap okumaya
ayırdığı zaman dünya ortalamasının üçte
biri. Kişi başı kitap harcamasında dünya
ortalaması 1.3 dolar iken, Türkiye’de bir
kişi kitaba yılda ancak 0,45 dolar harcıyor.
- Türkiye’de kütüphane sayısı: 1.412
- Kahvehane sayısı: 570.000 - Buna göre
49.000 kişiye bir kütüphane düşerken,
122 kişiye bir kahvehane düşmektedir.
- Türk halkı kitap okumaya yılda
ortalama 6 saat ayırıyor. Türkiye kitap
okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin
gerisinde kalmış durumda. Türkiye’de
100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor.
Türk toplumu bu bilgi çağında kendine
iyi güzel bir yer edinmek istiyorsa işe
kitap okumakla başlamalı, bu sayede tartışıp, sorgulayarak bilim üretmeli, muasır
medeniyetler seviyesine ulaşabilmelidir.
Maddi alemden sıyrılıp ,dördüncü boyuta geçmek, aklın sınırlarını aşıp manevi
yolculuğa çıkmak ,bizi çevreleyen karanlığı yırtıp aydınlığa çıkmak istiyorsak
mutlaka okumalıyız!
Kaynak: www.e-okul.meb.com
D eğer
Şubat 2014
Edebiyat
Deyimler
ÇİZMEYİ AŞMAK
Söyleyişte daha ziyade "Çizmeyi aşma!", yahut "Çizmeden yukarı çıkma!" biçiminde
emir kipiyle ve boyundan büyük bir işe girişildiğini ima eder mahiyette kullanılan bu deyimin
hikâyesi şöyledir:
Milâd-ı İsa'dan üç asır evvel Efes'te Apelle (Apel) isimli bir ressam yaşarmış. Büyük
İskender'in resimlerini yapmakla şöhret bulan Apel'in en büyük özelliği, yaptığı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek
yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş.
Günlerden birinde bir kunduracı, Apel'in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış. Önce resimdeki Çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış. Apel, bunları dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet
sonra adam, resmin üst kısımlarını da eleştirmeye ve hatta teknik yönden, sanat açısından
renklerin kontrastı ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca Apel,
perdenin arkasından bağırmış:
— Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı çıkma!
ELİ KULAĞINDA
Eskiden birisi yanındakine,
— Ezan okundu mu, dediğinde, eğer
vakit çok yakın ise,
— Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş.
Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında "(Henüz olmadı ama) eli kulağında!"
deriz. Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadet'e,
Bilal-i Habeşî'ye kadar uzanır. İslâmiyet
yayılmaya başlayıp da Müslümanların sayısı
artınca, namaz için onları bir araya toplamak
üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi
güzel olduğu için de Habeşistanlı eski köle
Hz. Bilal, bu vazifeye seçilmişti. Ne var
ki Medine'deki müşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz
insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın
diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp
Bilal-i Habeşî ile alay ettirmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Bilal, ellerini
kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı. Bilâhare müezzinler,
ellerini kulaklarına tıkamayı bir tür
Bilal-i Habeşî sünneti gibi gördüler
ve ezanı öyle okudular
İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK
Giyim kuşamına özen göstermiş, şık ve süslü
kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık
"iki dirhem bir çekirdek" sözü kullanılır.
Bu yakıştırma, ağırlık ölçüsü olarak okkanın
kullanıldığı eski devirlerden kalmadır. Belki biliyorsunuz, bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar.
Okkanın dört yüzde birine, dirhem adı verilirdi. Şimdiki gram
ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem
denilmesi hatalıdır.) Dirhem, daha ziyade hassas teraziler
için kullanılan bir ölçüdür. Ancak sarraflar, dirhemden daha
hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna
çekirdek denir ki toplam, 5 santigram karşılığıdır.
Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir
Osmanlı altını, toplam iki dirhem ve bir
çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda
süslenmiş kimselere, iki dirhem bir çekirdek
yakıştırmasında bulunanlar, mecaz yoluyla
onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir
nüktedir
Kaynak: Prof. Dr. İskender Pala, "İki Dirhem Bir Çekirdek".
31
Edebiyat
Derviş kaşıkları
Bir gün ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü
edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye
sormuşlar...
Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce "Sevgiyi dilden
gönüle indirememiş olanları çağırarak" onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıklarıdenilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların
ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan
götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş, "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri
sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığınıçorbaya daldırıp, sonra karsısındakine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan...
"İşte" demiş ermiş, "Kim ki gerçek sofrasında yalnız
kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve
kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da doyurulacaktır şüphesiz. Ve şunu da unutmayın, gerçek sevgi pazarında
alan değil, veren kazançtadır daima."
Sevgi
Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına…
Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara…
İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir
uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?
“Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz?
Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime…. Ya da
ben başkalarının?..
“Aynadakinin ne kadarı ben’im, ne kadarı oynadıklarım?
Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin
akıp giden kumlarının her bir zerresine….
Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca
yıldan damıtılıp gelen..
Yine bir tek o kalacak, yaşanacak
yıllarından geriye…
Bir tek sevgi olacak bunca
telaştan artakalan ötesi yalan…
Can Dündar
32
D eğer
Bülbül ile Bağban
Şubat 2014
Bahçıvan,bir sabah bağında güzel bir gül açtığınıgördü.Baktı,seyretti,hoşlandı,gönlü ısındı ve
onu,sanki aşık olmuşçasına koruyordu.Gözünden
kıskanıyor,esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!..Bülbülün biri gülün dalına
konmuş,yapraklarını bir bir koparıyor,zedeleyip
yaralıyor.Önce bülbülü kovaladı.
Ama gülü boynunu bükmüş,mahzunlaşmıştı.
Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığındı,gülün daha kötü hırpalandığını
gördü.
Bu sefer bülbüle kast etmek istedi.Ama bülbül
uçup gitmişti.Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı.
Üçüncü gün bülbül yine gelecekti.Ona bir tuzak
kurdu,bülbülü yakaladı.Ne çare bülbül tuzağa
düşesiye kadar gülün bütün yapraklarınıyok
etmişti,sevgiliye kıymıştı.Üstelik de girdiği kafesten hahçıvanaşöyle diyordu:
-A insafsız adam!..Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın?Eğer sesimi beğenmediğin için beni
hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil
miyim?!..Eğer başka bir suç işlediysem bunu
bilmek elbette benim hakkımdır,söyle,neden bu
kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı,gülünü kopardığıiçin
kendisini cezalandırdığını söyledi.Bu sefer bülbülsesini daha dayükseltti:
-Yanişimdi sen,yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva
gördün?..Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!..
Bu seninki adalet midir?!..
Bağcı merhamete geldi,bülbülü bıraktı.Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
-Ey iyi kalpli aşık,mademki sen bana hürriyetimi verdin,ben de sana hazine vereyim.Bahçenin
falanca yerimni kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu.Sevindi,yeni
gül bahçeleriyapmaya ahd etti.Bu arada bülbülü
affetti,her seher şakıyışlarınılezzetle dinlemeye
başladı.Ve bir sabah merakını yenemeyip ona
sordu:
-Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı
gözünün önündeyken nasıl bilmedin?
-"Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi"diye
başladı söze bülbül."Kadere karşı hikmet gözü kapanır.Kişi ne kadar açık göz olursa olsun kazaya
karşı kördür."
Şubat 2014
D eğer
Edebiyat
AY IŞIĞI
Ben uzaklardan beklerdim,
Sayarak günlerimi.
Bu gece penceremden düşen ay ışığında,
Birden yanıbaşımda buldum
Bir ağaç gibi çiçeklenmiş
Anladım almış yürümüş
Sarmış bu sevda içimi
II
Gece yarısı elbiselerim,
Ayakkabılarım üstüne
Düşen ay ışığı,
İnsan böyle mi olur
Sevdaya tutuldu mu?
Bütün eski kitapları okudum,
Yaşlanmış güzellere sordum,
Mutluluk bu mu?
Ama bu sarışın
Ötekine hiç benzemiyor.
Ah, daha yeni yeni anladım
O küçük elleri, gülen gözleriyle
Beni bu kadar seviyor...
Kalmadı başka korkum
Düşünmeden eline bıraktım kendimi
Bütün dostlarım söylüyor
Bu sefer mutlaka tutuldum
III
O yanından döndüğüm, gece yarıları
Güler, konuşurdum, kendi kendime
Tutmasam, kucaklayabilirdim ağaçları.
Kimbilir, gelen geçen
Görünce ne derdi halime.
Sizin de, seviştiğiniz, kardeşler
Mevsim bahara rastlarsa
Benim canım açılmak isterdi
Mutlaka bir başkasına
Öperdim evde ilk karşıma çıkanı.
Uzakta, şimdi çok uzakta...
O nar tanesinden taze
Kuş tüyünden hafif geceler
Kalbim ümit içinde yüzer
Dünyam yıkanır ay ışıklarıyla...
Necati CUMALI (1921-2001)
33
D eğer
Edebiyat
Şubat 2014
BİR GÜN ANLARSIN
Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın.
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz
Ama yorgun
Ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın
Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden
Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.
Ümit Yaşar Oğuzcan
34
Şubat 2014
D eğer
Edebiyat
Bir Hikaye...
NEYLESİN SULTAN MAHMUT
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes
bir şeyler istiyor. Tıkandı Baba, çay getir!..
Tıkandı Baba, kahve getir!.. Bu durum Sultan Mahmut’un
dikkatini çekmiş.
– Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
– Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
– Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya; Bir gece
rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı
ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu.
“Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim.
Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken
çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar
aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç
akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat
göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O
gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi
attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye
çalışıyoruz.
Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna
devam edeceksiniz” demiş. Sultan Mahmut’un adamları peki
demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı
almış, bakmış baklava nefis.
– “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi
bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve
işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya. Taze baklava, güzel baklava!
Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş.
Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı
satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın.
Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her
dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir
mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adam-
ları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı
Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak
için aynı yere gitmiş. Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba
baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden
alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar.
Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da
her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan
bir ay geçince Sultan Mahmut:
“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı
Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri
girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı
baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
– “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.
– Geldi sultanım!
– Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
– Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız,
duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı
Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin
hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir”
demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin
içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda,
düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne
yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.
“Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir
tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş. Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı
alıp Üsküdar’a götürmüşler. Baba hele şuradan bir taş beğen
bakalım, demişler.
Baba, “niçin?” demiş. Askerler: “Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman
bir kayayı beğenip almış eline. “Ne olacak şimdi” demiş.
“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş. Adam taşı
kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş.
Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a
haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:
“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN
MAHMUT!”
www.kisiselbasari.com
35
Edebiyat
D eğer
Şubat 2014
Sevgi ile dolmak
Sevgi, vermektir. Verebilmek, isteyerek vermek, bir potansiyelin, gücün, kuvvetli
oluşun ifadesidir. Vermek almaktan daha üstündür. Ama yalnız madde planında
değil ilgi, bilgi, anlayış, sevinç gibi madde ile ölçülemeyen şeyleri vermek muhatabı ve çevreyi de vermeye özendirir. Üstelik bu verme fiili, anlamak için değildir.
Taha Tahsin
Ne çıkar öfkeden, kinden? Bir bal peteği
misali sevgi ile dolmak varken.. Daha sevmesini öğrenmeden nefret etmek neden? Çünkü
sevmek zor, bir sanat sevmek. Kötü duyguları
bastırmak, sevgiyi onların üstüne çıkarmak ve
iktidar yapmak kolay değil. Nefret etmek gayet
basit. Nefret ettiğimiz takdirde nefret edilmeye mahkûmuz. İçimizi yakıp kavuran kinden
ne fayda. Hırs ve intikam bize Cehennemi bir
halet-i ruhiye yaşatmıyor mu? Öyleyse Cehennemimizi biz hazırlıyoruz. Ya km, ya din; ikisi
bir arada bağdaşmıyor. Sevmek bir nevi genişliktir. Üstünlüktür sevmek. Bağışlamak ve karşılıksız vermek; sevginin ve gönül genişliğinin
tezahürleridir. Dar kaplı olmak niye?
Serâpâ sevgi ile dolmak en güzel şey! Sevgi
bir silahtır. Her düşmanı mağlup eden bir silah.
Evet sevgi sütunu kesilmek ve benliğinde yabancı duyguları barındırmamak ne güzel. Ufuklar kadar geniş, güneş gibi parlak bir gönül aydınlığına kavuşmak bizim elimizde. Gök kubbe
gibi sevgi arşı haline gelmek; diğer insanlara kıyasla göğün yere üstün olduğu gibi üstünleşmek
demektir.
Sevebilen insan kuvvetli insandır. Bağışlayan daha bir mutlu. Çirkin, kötü, rahatsız edici
duyguların zebunu olmak, şerlerin cehenneme
aktığı gibi, cehenneme gitmek için kendimize
yol yapmaktan başka nedir? Açık, berrak, şef-
36
faftır muhabbet, kin, öfke, haset, hırs gibi kesif
ve karanlık değildir. O halde kendimizi karanlığa mahkum etmemiz neden?
Gerçek sevgi hınç bırakmaz. Muhabbet sevilende kusur göstermez. Sevilen bir insana ise,
hata ve kusurlarından dolayı hiddet değil, merhamet ve şefkat duyarız ki, bu da dilek ve temenni hükmüne geçer.
Akan suyun şırıltısını, kuşların cıvıldaşmalarını, kuzuların melemelerini, güzel kokuyu, çiçeği baharı, yazı, ay ve güneşi kim sevmez? Bir
deniz manzarası, bir ormanı, lacivert gözlü bir
geceyi, aydınlık bir günü kötü ve çirkin bulan
bir mizaca tesadüf edilmez. Demek ki yaradılış
itibariyle her insan “güzel”e şıktır. Aşk ise şiddetli sevgidir. Yaratılmış güzelleri, güzellikleri
hayranlıkla seven kişi; bu güzelleri ve güzellikleri yaratan “Cemil-i Mutlak”ı nasıl sevmez?
Mahlûkatı, onlardaki hüsün ve cemli, yaratıcı hesabına sevmek. Sonra sevmeğe, yakın
çevremizden başlamak.. Zira yakınımızdakileri
sevmezsek, sevemezsek, uzağımızdakileri de
sevemeyiz.
Sevgi bir takas muamelesi değildir. “Sev
beni seveyim seni” demek “Al gülünü ver gülümü” demek gibi, daha amiyane bir tabirle
alış-veriş yapmak olur. Oysaki kişi sevdiği için
sevildiğini kabul etmelidir. Sadece yalnız bir
anne şefkati ile sevmek, kişinin değerlendirme
melekesini dejenere eder, öyleyse babalık yanı-
Şubat 2014
D eğer
mızı hakim kılarak, o yanımızın çevresinde ve mutlu olamayışımızı başka sebeplerle izah etanne şefkatini de ihtiva eden bir biçimle sev- memiz yanlış olur. Kişi sevdiğini söylediği
meliyiz.
kimseler için, vecibelerini yerine getirmiyor,
Şu hırçın, keşmekeş, asabı dünyada herke- bununla beraber fedakârlıklarda bulunmuyorsa,
sin, hepimizi aydınlık çehrelere, ümit ve şevk bu takdirde pek de inandırıcı olamaz. “Kişi sevveren, yüzlerce, yaşamak idrak istek ve sevin- diği ile beraberdir.”
cini veren sımalara ne kadar ihtiyacımız var?
Sevgi, vermektir. Verebilmek, isteyerek verAf eden, bağışlayan, veren, verebilme kapasite- mek, bir potansiyelin, gücün, kuvvetli oluşun
si, hacmi yüksek insanlara ne kadar muhtacız? ifadesidir. Vermek almaktan daha üstündür.
O halde istediğimiz portreyi evvela kendimiz, Ama yalnız madde planında değil ilgi, bilgi,
kendi benliğimizanlayış,
sevinç
de oluşturmalıyız.
gibi madde ile ölBaşkalarını kendimizden az seviyorsak,
İyi
dostlar
çülemeyen şeyleri
pek mutlu olamayışımızı başka sebepedinmek istiyorvermek muhatabı
lerle izah etmemiz yanlış olur. Kişi sevsak önce iyi bir
ve çevreyi de verdiğini söylediği kimseler için, vecibeledost olmalıyız.
meğe özendirir.
rini yerine getirmiyor, bununla beraber
Çünkü pervaneÜstelik bu verme
fedakârlıklarda bulunmuyorsa, bu takler ışık neşreden
fiili, anlamak için
dirde pek de inandırıcı olamaz.
lambaların etradeğildir.
fında
dönerler.
Sevgiyle dolu
Yanmayan ampullere pervaneler itibar etmezler. bir dünya için kırıcı değil, kurucu olmak zoZıtların ahengiyle dönen bir dünyada yaşa- rundayız. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde
dığımıza göre çirkinle ve çirkinliklerle de kar- muhayyel dünyalara kaçmaya gerek kalmaz.
şılaşacağımız pek tabiidir. Onları da sevmek Gözlerinin içi gülen insanların dünyası ütopik
gibi bir mükellefiyetimiz yok. Yalnız çirkinler dünyalardan trilyon kere daha güzeldir. Onun
ve kötüler; güzel ve iyileri sevmemizin kamçı- için fikir ve ruh dünyamızı inancın, vahyin disıdırlar.
riltici iksiri ile yıkayarak gerçek sevincini bulSevgiden, kadife bir dünya kurmak bizim muş insanlar haline gelmeliyiz. İnancın sonrası
elimizde. Düşmanlıklar bile tebessümle dost- hareket ve aksiyondur. Kuvveden fiile çıkan iyi
luklara dönüşebiliyor. Hoşgörü ve iyi niyeti- niyet ve düşüncelerimiz, bize mutluluğun eşmizin tezahürü olan davranışlarımızla, en sarp siz tat ve lezzetini taşıyan meyveleri devşirme
engelleri aşabilir, katı yürekleri fethedebiliriz.
imkânını bahşedecektir.
Başkalarını kendimizden az seviyorsak, pek
www.sizinti.com.tr
37
D eğer
Kitap
Şubat 2014
Kitap Tanıtımı
SERENAD
Zülfü Livaneli
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten
Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.
1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün
onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz,
dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele
alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi
sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
BEŞ SEVGİ DİLİ
Gary Cahapman
Siz eşiniz ile oturup konuşmak istiyorsunuz, ama o size çiçek gönderiyor. Siz ev yemeği yemek istiyorsunuz, ama o size sarılarak doyuyor. Sorun sevginizde değil, sevgi dilinizde! Dünyaca ünlü Dr. Gary Chapman, farklı insanların sevgilerini nasıl farklı şekillerde ifade ettiklerini
ortaya koyuyor ve bunları şöyle sıralıyor:Kaliteli Zaman, Onay Sözleri, Hediye Alma, Hizmet
Eylemleri, Fiziksel Temas.
ÇİÇEKLER SUSAYINCA
Ahmet Günbay YILDIZ
Cıvıl cıvıl çocukluk çağından gençliğin umut dolu günlerine doğru uzanan hayat çizgisinde nice insanlar kaybolup gitmiştir.Toplumun acımasızca öğütülen dişlileri arasında sıkışıp kalan, kötülerin tuzaklarına düşerek çirkin emellerine kurban giden bir genç kızın romanı. Pırıl pırıl sevecen bakan gözleriyle herkesi güzel gören
nice genç kızlar ve delikanlılar kötülerin tuzaklarına ve çirkin emellerine kurban gitmiştir. O kalpleri güzelliklerle
dolu çocukların mutlu olmaya hakları yok muydu? Neden ağlayarak karanlıklara karışıp gittiler? Bu dünyada
mutlu olmanın yolu yok mu?İşte gerçek hayatın içinden alınan bir kesit. Roman kahramanlarımız da bu soruları kendilerine ve çevrelerine sordular. Siz de yaşadığımız bu üdnyada geçek saadeti arıyorsanız bu muhteşem romanı okumalısınız. Çünkü bugüne kadar binlerce kiş bu eseri okudu ve sorularının cevabını buldu.
Siz de memnun olacaksınız.
AŞK
Elif ŞAFAK
Doğan Yayınları
"Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde.. Ella Rubinstein (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi, düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği
vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı
tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir
döneminde eline aldığı bu kitap, hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak, dünyevi aşkı keşfetmek adına
zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır. Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali,
yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar, acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar,
ödediğimiz bedeller…
38
Şubat 2014
D eğer
YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ
Canan TAN
Altın Kitaplar
"Biliyorum, imkânsız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime..." demişti Murat.
"Çünkü, Yüreğim Seni Çok Sevdi!.." Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını.
"Yüreğim seni çok sevdi, o yürek talan, o yürek yangın yeri, o yürek seni istiyor, bir tek seni..." Aslı ile Murat’ın
İstanbul-Bursa-Amerika üçgeninde yaşadıkları destansı aşkın öyküsü. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği
kadar gerçek...
AİLEDE SEVGİ İLETİŞİMİ
Vehbi VAKKASOĞLU
Nesil yayınları
Bu eserle, eşler birbirini sevmeyi öğrenecek. Bu eserle eşler, bütün meselenin bir gönle girmek olduğunu
anlayacak; eş sevgisinin cinsellikten ibaret olmadığını görecek. Bu eserle, eşler, mutluluğu maddenin ötesinde bulacak, evlilik hazırlığının sadece eşyadan ibaret olmadığını kavrayacak. Bu eserle, sevgi iletişimi
kurma uzmanları yetişecek. Bu eserle, gönüller, sadece sevgiye ayarlanacak; yüce ve kutsal bir sevgiye
yelken açacak. Bu eserle, aşk, dünya boyutlarını aşıp yücelecek ve kalplere benzersiz bir hazzı tattıracak.
Bu eserle, sevgisizlikler ve boşanmalar azalacak.Bu eserle kaynanasını seven gelinler, damatlar; gelinlerini ve damatlarını seven kaynanalar çoğalacak.
AYNALAR KORİDORUNDA AŞK
Mustafa ULUSOY
Aşk insanın kalbini doldurmaya yeter mi? Caddede bir terapist yürüyor; insanları gözlemleyen ve yaşadıkları
mutsuzluğun nedenlerini anlamaya çalışan bir terapist. Dr. Mavi, Aynalar Koridorunda Aşk’ın kahramanı. Hepimizin yaşadığı duygusal karmaşaları tecrübe eden, varoluşun özünü anlamaya çalışan Beyaz, Kırmızı, Gri
ve Sarı da. Ve vitrindeki aksini inceleyen yüksek ökçeli kırmızı ayakkabılı kadın, etrafın ilgisini çekmek için sarmaş dolaş gezen sevgililer, önündeki arabayı sollayamayınca kendini değersiz hisseden BMW sürücüsü. Birer
varoluş mabedi haline gelmiş kafeler, restoranlar ve buraları dolduran insanlar. Milyonlarca imge. İmgelerde
varoluşunu arayan insanlar...
SEVGİNİN SON DİLEĞİ
Debbi Macomber
Michael, genç yaşta kanserden kaybettiği eşinin bıraktığı ve ölümünden bir yıl sonra okumasını istediği
mektupla neye uğradığını şaşırır. Hayatını yalnızca sevdiği kadına adayan Michael, eşinin şok etkisi yaratan istekleri karşısında yaşamına nasıl devam edeceğini bilemez. Onun sağduyusundan bir an olsun şüphe duymayan Michael, kendisine yeni bir hayatın kapılarını açacak maceraya ister istemez dahil olur.
Okurlarını her zaman aşka, umuda ve yeni başlangıçlara sürükleyen Debbie Macomber, Sevginin Son
Dileği’nde kaybedilenlerin ardından hayata tutunmaya çalışan insanlara mutluluğun işaretini sunuyor.
SENDEN BAŞKA YOK
Marian Keyes
New York'a geri dönüp onu bulmak zorundaydım. Orada olmama ihtimali de vardı ama şansımı denemek
zorundaydım çünkü tek bir şeyden emindim: Burada değildi. Anna Walsh resmen bir harabe. Anne ve babasının Odadan İyidir diye tabir edilebilecek evinde, Dublin'i terk edip New York'a dönebilmenin hayaliyle yaşıyor. Arkadaşlarına dönmek. Dünyanın En Muhteşem İşine dönmek. Ve hepsinden ötesi, Aidan'a dönmek.
Fakat ailesinin başka düşünceleri var (kendi başağrıları dışında yani). Ve sanki Aidan da onunla tekrar
temasa geçmekten kaçınıyor gibi. Nedendir bilinmez! Anna'nın bu kadar çok sevdiği dünyasını ne parçalamış olabilir? Ayrıca her şeyi yeniden yerli yerine oturtacak olan kişi gerçekten de Aidan mı acaba?
39
Gezi
D eğer
Şubat 2014
Medeniyetlerin beşiği
Tarihin canlı tanığı
DİYARBAKIR
Diyarbakır tarih, kültür ve medeniyet kenti olmanın yanı sıra aynı zamanda bir sevgi kentidir. Bu sevgiyi surlarındaki motiflerinde de görmek mümkündür. Diyarbakır ülkemizdeki
kültür ve tabiat varlıkları itibariyle ilk 5 kentin içerisinde yer almaktadır.
İ
smini medyada sık sık duyduğumuz Diyarbakır şehri…
Acaba bu şehir hakkında bildiklerimizin ne kadarı gerçek,
ne kadarı sanal?… Gerçekte ne biliyoruz Diyarbakır hakkında?... Acaba bilmemiz gerekenlerin, bildiklerimizden birkaç yüz kat fazla olduğunu biliyor muyuz? Daha düne kadar
nasıl bir şehir olduğunu bile biliyor muyuz?
Nice medeniyetler görmüş oysa, tarihi binlerce yıl öncesine uzanan bu kadim şehir… Hurri-Mitanni Krallıklarından
Asur Urartulara… Perslerden Makedonyalılara… Selevskos,
Büyük Tigran ve Partlardan Romalılara… Sasanilerden Bizanslılara… İslam ordularının fethinden sonra Emeviler’den
Abbasilere… ŞeyhoğullarındanBüveyhoğullarına… Mervanilerden Selçuklulara… Nisanoğulları’ndanİnaloğullarına…
Artuklulardan Eyyubilere… İlhanlılar ve Akkoyunlulardan
Safevilere… Osmanlılardan Cumhuriyete…
Dört bir yanında, bir çoğunun ismi Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiş Peygamber makam ve kabirleri… Hz. Yunus, Hz. Zülkifl, Hz. Elyesa, Hz. Harun, Hz. Harut, H. Enûş, Hz. Hallak…
40
Neredeyse her sokağında Sahabe ve Evliya türbeleri… Şehid
Sahabeler Hz. Süleyman bin Velid, Sultan Şücaeddin, Sultan
Sa’saa, Sa’d bin EbiVakkas gibi daha yüzlerce sahabe bulunan,
hafızalarda bugün bile Aziz MahmudUrmevi dergâhından zikir sesleri, Celal Güzelses’ten ilahiler ve türkülerin çınladığı,
minarelerinden ezanın beş vakit beş ayrı makamda okunduğu,
Diyarbakır Cami-i Kebir’i gibi İslam aleminin en önemli mabedlerinden birine sahip olan mübarek şehir…
Bu şehir Diyarbekir… Amid’imiz, Diyarbakır’ımız…
Türk, Kürt, Acem ve Arap, nice farklı kavimlerden tüm
Müslüman ahalisiyle; Ermenisi, Süryanisi, Rumu, Keldanisi,
Katoliği, Protestanı, Yahudisiyle; her ırk ve inançtan insanların yüzyıllarca kardeşçe, hoşgörüyle, saygı ve sevgiyle, birlikte yaşadığı barış ve esenlik şehri… Bu şehir Diyarbekir…
Diyarbakır tarih, kültür ve medeniyet kenti olmanın yanı
sıra aynı zamanda bir sevgi kentidir. Bu sevgiyi surlarındaki
motiflerinde de görmek mümkündür. Diyarbakır ülkemizdeki
kültür ve tabiat varlıkları itibariyle ilk 5 kentin içerisinde yer
almaktadır. 600’ den fazla tescilli kültür ve tabiat varlığına sahip olan bu kadim şehrin turizm potansiyelinin iyi tanıtılması
da bu kentin dinamiklerinin birinci ödevi olmalıdır.
Mezopotamya’nın kuzeyinde, bin yılların kültür denizinde demlenmiş, uygarlığın en büyük ve en güzel havzalarından biridir Diyarbakır.
Bazalt adı verilen, siyah taştan bir tabaka üstüne kurulu
Diyarbakır. Kentin tarihi mimarisine de yansıyan bu kara taşının tersine, köklü geçmişinin görkemi çağlar boyunca bilgeliğin kenti kılmış Diyarbakır’ı. Bilgeliğin getirdiği erdemle
olsa gerek, kimliğini oluşturan onlarca medeniyetin izlerini
yaşatarak vefasını göstermiş Diyarbakır.
Şubat 2014
D eğer
AMİDA’DAN DİYARBAKIR’A
DİCLE’NİN SEVGİLİSİ
Bir kentin isimleri, mazisinin bin yıllar öncesine uzanışının
İlk görüşte hayran olacağınız, büyülü bir güzelliğe sahip bu
ve kurulduğu günden beri cazibe merkezi olmayı sürmesinin is- nehir. Diyarbakır Dicle’siz, Dicle’de Diyarbakırsız düşünülemez.
patıdır. Her bir isim bir öyküdür, kenti zenginleştiren bir efsanedir Diyarbakır için Dicle’nin sevgilisi diyebiliriz. Uygarlığın geliştiburada.
ği bu toprakları, kardeşi Fırat’la bir olup besliyor. Diyarbakır’ın
Antik çağlarda Greklerin ‘Amida’ adıyla andıkları şehir bu binlerce yıllık tarihinin, efsanelerinin tanığıdır Dicle. Kıyılarında
adı ufak değişikliklerle yüzyıllar boyunca korudu. Müslüman insanoğlunun ilk buğdayı yetiştirdiği, yerleşik yaşama geçmenin
Arapların MS. 8.yüzyılda bölgeyi fethetmelerinin
en erken örneklerini verdiği ve bir medeniyet anlaardından Amid adı bölgeye yerleşen Bekr
yışı getirdiği nehirdir.
Şehrin
bin Vail (BenûBekr, Bekiroğulları)
Akıp geçtiği coğrafyaya hayat,
kabilesine nispetle Diyar-ı Bebolluk ve bereket taşır. Nehrin
önemli merkezlerinden
kir adıyla meşhur oldu. Ama
suları baharda coşar ve baDağkapı’daki Ulu Cami Anadolu’nun
İslam uygarlıkları dönemzen yatağına sığmaz, taşar
lerinde Amid adı da yaşailk Ulu Camii olma özelliğine sahip. Şam’daki ama yazın durulur, dingin
dı. Cumhuriyet döneminBereketli ovaların
Emevi Camii ile benzeşen bir mimariye sahip akar.
de Diyarbakır adıyla il
toprağı onun sularıyla
olan yapının tarihi antik Yunan, Roma
oldu kent. Tarihsel süreçte
coşar. Güneşin cömertçe
kentin adı ne olursa olsun,
ısıttığı
bu coğrafyaya aynı
ve Bizans dönemlerine değin
bir bilim, ticaret ve kültür merbonkörlükle karşılık verir. Suuzanmakta.
kezi oluşu değişmeyen yegâne
yunu içirir, insanları serinletir ve
özelliği olageldi.
yeri gelir elektrik olur, aydınlatır kenti.
13 BİN YILIN TARİHİ
Mervaniler Dönemi’nin kente armağanı olan On
Diyarbakır yeryüzünde insan yaşamının kesintisiz sürdüğü Gözlü Köprü’nün altından akar gider Basra Körfezi’ne doğru.
nadir kentlerden biri. Kentin ilçelerinden Silvan (Meyyafarikin),
Ulu Cami (Merkez)
Eğil ve Ergani yörelerinde yürütülen bilimsel çalışmalarda yerİslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinmekteleşik yaşam izlerinin M.Ö. 11 bin yılına değin uzandığı anlaşıl- dir. Diyarbakır İslam ordularınca fethedildikten sonra, ildeki en
dı. Hayvanların evcilleştirilmesi, tarım yapılması gibi insanlık büyük Hıristiyan tapınağı Mar-Tama kilisesi, M.S. 639 yılında
tarihinin önemli köşe taşları bu coğrafyayı daha da seçkin kılan camiye çevrilmiştir. 1091′de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah
özelliklerinden.
zamanında tamir ettirilmiştir. 1115 tarihinde meydana gelen dep-
41
D eğer
rem ve yangında büyük hasar gören cami, 1240 yılında halkın
yardımıyla onarılmıştır. Avlusundaki şadırvanları, çeşitli devirlere ait kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan bu ilk İslam yapısı, kara taşlarla inşa edilmiştir.
Anadolu’nun en eski camisi olan Ulu Cami, çevresindeki iki
medrese ve diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkat çekmektedir. Plan olarak 705-715 yıllarında
inşa edilen Şam’daki Ümmiye ve Emevi camilerine benzemektedir.
HAMRAVAT SUYU’NUN ÖYKÜSÜ
Diyarbakır’da suyun anası Dicle’dir ama Dicle’nin de çocuğu, yani kolları çoktur. Lezzetli içimi ile meşhur olan bu suyun
ünü zamanında İstanbul’a, ta Osmanlı Sarayı’na kadar ulaşmış.
Suyun şöhretinin aktarımını Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi’ye
bırakalım:
“….Eski bilginler, bu Hamravat Suyu içine pamuk koyup
sonra yine tartmışlardır….İstanbul’da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile bu
42
Şubat 2014
DiyarbekirHamravatSuyu’nun pamukları beraber tartılmıştır. Bu
kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına
delalet ederdi.
Bu HamravatSuyu’nun safra, soda ve balgamı mahveylediği
tecrübe ile malumdur. Hatta Osmanoğulları’ndan İbrahim Han
bu suyun vasıflarını duyunca, “Elbette bana Diyarbekir’denHamravat Suyu gelsin!” diye hatt-ı şerif ile dergâh-ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir’e gelmiştir. O zaman efendimiz
Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi.
Paşa, padişah emrini görünce baş üstüne deyip, onar okka su
alır, altı adet gümüşten ve altı kurşundan ve altı adet tutyadan ve
altı adet çam boduçlarından, toplam olarak 24 adet gümgümlere
sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip, gelen kapıcı-başıya on
kese de ihsan verip teslim eyledi. On altı kese dahi gümgümlerin
masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Han’a gönderdi.
Şubat 2014
D eğer
Allah’ın hikmeti bu soğuk saf su İstanbul’a girdiği gün, yeni
padişahın tahta oturduğu gün olup, bu Hamravat Suyu, Sultan
İbrahim’in oğlu Dördüncü Mehmet Han’a nasip olmuştur.
1056 Recebinin on sekizinci Cumartesi günü, ikindiden sonra
tahta oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası
bu Hamravat Suyu Diyarbekir’in yüzsuyudur.” (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970.)
EL-CEZERİ
Bilimler tarihinin en önemli isimlerinden olan büyük mühendis ve mucit Ebu’lİzz el Cezeri’nin Diyarbakır’daki yeri ayrı. 12.
yüzyılın bu değerli bilgini birçok önemli buluşuna Diyarbakır
Artuklu Sarayı’nda imza attı. Mekanik robotların yanı sıra, saat
modellerinden hassas terazilere kadar çalışmalar gerçekleştiren elCezeri, Leonardo da Vinci’den 150 yıl önce çalışmalarını bir kitap
haline getirdi. Dicle Üniversitesi, robotik biliminin babası sayılan
el-Cezeri’nin çalışmalarından oluşan modellerin Diyarbakır’da
sergilendiği bir müze oluşturulması için çalışmalar yapıyor.
İNANCIN KENTİ
Diyarbakır’a su ve iklim insanı, insan da medeniyeti ve kültürü getirmiş. Tek tanrılı dinlerin tamamının kutsal değerlerinin
yaşadığı kentte, Zerdüşt, Yezidi ve pagan kültürlerinin de izleri bulunuyor. Şehrin önemli merkezlerinden Dağkapı’daki Ulu Cami
Anadolu’nun ilk Ulu Camii olma özelliğine sahip. Şam’daki
Emevi Camii ile benzeşen bir mimariye sahip olan yapının tarihi antik Yunan, Roma ve Bizans dönemlerine değin uzanmakta.
Medrese bölümündeki mihrabın her iki yanındaki döner sütunlar
ise Diyarbakır’daki mimari şaheserlerden sadece biri.
Ulu Cami’nin yanı başındaki Nebi Camii ise, Anadolu’da
Akkoyun’lu döneminden kalan az sayıdaki eser arasında. Meryem Ana ve Keldani Kilisesi dışında yirmi civarında kilisenin
bulunduğu Diyarbakır’da Yunus Peygamber’in ve Hristiyanlığın
en önemli isimlerinden Aziz George’un da makamı dikkat çekiyor. Diyarbakır İslam tarihi açısından da özel bir öneme sahip.
Mekke ve Medine’nin ardından İslam dünyasında en fazla sahabe barındıran kent 541 sahabeye ev sahipliği yapıyor. Diyarbakır
genelinde peygamber makamı ve ziyaret yerleri de kentin inanç
dünyasını zengin kılıyor.
SANAT ŞAHESERİ SURLAR
Yapımına ilk olarak ne zaman başlandığı tam olarak bilinmese de, ilk şeklinin Helenistik dönemlerde verildiği düşünülüyor.
Uzunluğu altı kilometreye yaklaşan surları bir sanat şaheseri kılan
unsurlar ise ortaçağda Artuklu ve Eyyubi egemenliği sırasında eklenen burç ve kraliyet sembolleri ve yazı sanatının muhteşem örnekleri ile meydana getirilmiş. Kuş bakışı bakıldığında kenti adeta
bir kalkan balığı şeklinde sarmalayan surların 5 adet çıkış kapısı
ve 16 adet de burcu var.
DİYARBAKIR HANLARI
Çağlar boyunca ticaret yollarının kesiştiği bir cazibe merkezi olan Diyarbakır hanları kentte mutlaka görülmesi gereken
yerler arasında. Yapım tarihleri yüzyıllarla ifade edilen hanlar
özgün mimarileri ve geniş avluları ile dikkat çekiyor. Tamamı
Osmanlılar döneminden kalan hanlar günümüzde genellikle
alışveriş ve konaklama amaçlı kullanılıyor. Hemen hepsinin
birer öyküsü olan bu hanlar arasında Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı, Çifte Han ve Sülüklü Han’ı görmek için birkaç saat
ayırmanızda yarar var. Özellikle Hasan Paşa Hanı’nda yöresel
kahvaltı salonlarında hem göze hem de damağa hitap eden eşsiz
lezzetleri tadabilirsiniz.
DİYARBAKIR VE GÜL
Günümüzde pek bilinmiyor olsa da, Diyarbakır’da gül yetiştiriciliğinin geçmişi Asur dönemine kadar uzanır. Gülün onlarca
çeşidinin yetiştirildiği kent Osmanlı döneminde gülistanlıklar kurulan, yetiştirilen güllerden gülyağı ve gülsuyu elde edilen önemli
bir merkezdi. Matrakçı Nasuh’un 16.yüzyılda meydana getirdiği
‘Beyan-ı Menazir-i Sefer-i Irakeyn’ adlı eserinde resmedilen bir
minyatürde şehrin surlarının dışında büyük gül bahçeleri resmedilir.
Evliya Çelebi’de Seyahatnamesi’nde Diyarbakır güllerinden
söz ederken: ‘Büyük nehrin aktığı toprakların iki tarafı da “gül
bahçeleri” güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir. Buralar vilayet halkının altı ay boyunca Diyarbekir’in Dicle fasıllarını yaptıkları mesire yerleridir’ der.
Kaynak: http://diyarbakiransiklopedisi.com
43
Değişim
D eğer
Şubat 2014
DEĞİŞEN YAŞAMLAR
Erkek berberliği kursunu başarı ile bitirir.
O.Y artık berberdir.
O ilk günlerindeki çekingenliği, ürkekliği
gitmiş; kendine güveni olan, hatasını anlayan, hayata tutunmak
için çaba gösteren biri
olmuştur. O
artık
berber O.Y'dir.
44
O.Y. köyünde çiftçilikle uğraşan, ekmeğini topraktan kazanan birisidir. Kader bu ya O.Y. bir suçtan dolayı 10.03.2001 yılında Ceza İnfaz Kurumuna girer. Oldukça tedirgin, bilinçsiz, ürkekdir. Kurumun öğretmeni
ve diğer personelin yardım ve ilgileri sonucunda , Ceza İnfaz Kurumunda, Kitap okuyabileceğini, Okullara gidebileceğini, Meslek kurslarına
katılarak bir meslek sahibi olacağını öğrenir. O.Y. Zaman geçtikçe Ceza
İnfaz kurumunun şartlarına alışır ve kendini adapte eder. Cezasını infaz
ederken dışarı çıktığın da bir daha dönmemek için Kurumun tüm imkanlarından faydalanmaya karar verir. Kendini geliştirmeye başlar önce
Açık Öğretim Ortaokuluna kayıt yaptırır. Sınavlara girer, sürekli kütüphaneden kitap alır ve okur. Sonun da orta okulu bitirir. Kurumda açılan
meslek kurslarına kayıt olur ve devam eder. Erkek berberliği kursunu
başarı ile bitirir. O.Y. artık berberdir. O ilk günlerindeki çekingenliği, ürkekliği, gitmiş kendine güveni olan, hatasını anlayan hayata tutunmak
için çaba gösteren biri olmuştur O, artık berber O.Y'dir. Zile M Tipi Ceza
infaz Kurumundan 2006 yılında Niğde Açık Ceza İnfaz Kurumuna gider.
Zile M Tipi Ceza infaz Kurumu ve diğer gittiği Kurumlarda berberlik yapar. Bu şekilde farklı Açık Ceza İnfaz Kurumlarında Cezasını tamamlayarak 2011 yılında tahliye olur. Tahliye olur ancak kendine bir iş bulması
gerekmektedir. Köyüne dönmek çiftçilik yapmak imkanı yoktur artık. O
anda Ceza İnfaz Kurumunda almış olduğu berberlik sertifikası ve yapmış
olduğu berberlik aklına gelir. Sorar araştırır. Sertifikası olması nedeniyle
ilçe kaymakamlığına müracaat eder. Sıfır faizli istediği şekildeki taksitlerle geri ödemeli 15.000 ( On beş bin ) Lira kredi alabileceğini öğrenir. O.Y.
çok sevinir, Şansı dönmüştür. O.Y. krediyi alır, ilçe’nin en güzel çarşısında kendine bir dükkan açar. Geçenlerde O.Y.nin dükkanının önünden
geçerken yanına uğradım. Beni görünce çok memnun olmuş bir tavırla
çay içmeden bırakmayacağını söyledi. Ben de kıramadım çayını içtim.
Çayımızı yudumlarken O.Y.ye sordum: İşler nasıl, hayatından memnunusun?. Allah Devletimizden ve sizlerden (Adalet Bakanlığı çalışanlarından) razı olsun. Ben pişman oldum, her şeyi Cezaevinde öğrendim.
Cezaevi sayesinde hayatı öğrendim, iş sahibi oldum. Şu anda ceza infaz
kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklular, imkanları çok iyi değerlendirsinler, kitap okusunlar, eğitim faaliyetlerine katılsınlar; bu fırsatları iyi
değerlendirsinler, zira geçmez denilen yıllar geçiyor, bitmez sanılan ceza
bitiyor. Bu sözleri duyunca O.Y.nin suçundan dolayı pişmanlığını, topluma kazandırılmış halini, işini görünce; çorbada tuzu olan birisi olarak
ben de oldukça memnun bir şekilde oradan ayrıldım.
O.Y. şimdi kendi işini yapan parasını kazanan, evine ekmek götüren
bir berberdir. Her fırsatta, her sohbette, Allah’a şükrederek, Devlet yetkililerine, kurum çalışanlarına dualar etmektedir.
D eğer
Şubat 2014
Bilgi
GERÇEKLER
“Radyonun geleceği yok.” Lord Kevin – İskoçyalı fizikçi
“Artık yeni hiçbir şey yok. İcat edilebilecek her şey icat edildi.” Charles H. Duell – Amerikan Patent Dairesi
Başkanı (1899)
“Denizaltıların savaşta ne işe yarayabileceklerini anlayamadım. En fazla, mürettebatın
boğularak ölmesine sebep olabilirler.” H. G. Wells – Yazar (1901)
“Atlar her zaman kullanılacaktır. Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir.” Henry
Ford´un kredi talebi üzerine otomotiv sektörünün geleceği konusunda ekspertiz veren bir banka müdürü (1903)
“Uçaklar hoş oyuncaklar, ama askeri bir değerleri yok.” Mareşal Ferdinand Foch – 1.
Dünya Savaşı´nda Fransız Orduları Başkomutanı
Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan silinecektir. İnsanlar her akşam böyle bir kutuya
bakmak istemez.” Daryik F. Zanuck – Twenty Century Fox´un başkanı (1944)
“Bilgisayarlar, gelecekte belki sadece 1.5 ton ağırlığında olacaklar.” Popular Mechanics Dergisi (1949)
Artistlerin konuşmalarını kim duymak ister ki?”
Harry M. Warner – Film endüstrisi yöneticisi (O sıralarda yeni icat edilen sesli film hakkındaki yorumu,1927)
“Sound´larını beğenmedim. Ayrıca, gitar gruplarının modası geçti.” Decca
Record Plak Firmasının bir yöneticisi (Beatles hakkındaki yorumu, 1962)
OKYBLYRMSUNZ
Bir ignliiz üvünsertsinede ypalın arşaıtramya gröe, kleimleirn hrfalreiinn hnagi srıdaa yzalıdklraı ömneli dğeliimş.Öenlmi oaln brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış.Ardakai hfraliren srısaı krıaışk oslada ouknyuorumş.Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil bri btüün oalark oykuorumuşz.
BAKIN NASILDA DÜZGÜN OKUDUNUZ DEĞİL Mİ ?
Kaynak: http://kisiselbasari.com
45
Kişisel Gelişim
D eğer
Şubat 2014
Affetmek stres ve öfkeyi azaltıyor
Affetmek, istismarın genel bir kabulü ya da boyun eğmek gibi algılanmadığı sürece, çoğu zaman ruhsal yapımızı koruyan bir davranış biçimidir.
Stresin vücudunuzda yarattığı zarar zannettiğinizden büyük olabilir. Çünkü strese bağlı olarak meydana gelen metabolik değişiklikler, özellikle damar
duvarlarına ciddi zarar veriyor. Bu da kalp damarlarında plak oluşumuna ve dolayısıyla kalp krizine yol
açabiliyor. Bu zararların ortadan kaldırılabilmesi için
kronik stresi önlemeye yönelik çalışmaların arttığına
işaret eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Onur Özalmete, affetmenin stresi azalttığını, dolayısıyla kalp sağlığını
koruduğunu söyledi.
“Düşman olan stres değil, onun nasıl yaşandığıdır” diyen Dr. Özalmete’nin stresin sağlık üzerinde yarattığı etkiyle ilgili söyledikleri şöyle: “Anlık
stres, canlıları koruyan birçok fiziksel mekanizmayı
düzenliyor ve tehlikeli durumlarla başa çıkmamızı
sağlıyor. Oysa kronik stres, hormonal ve sinirsel değişimler yoluyla bedene zarar veren bir etkene dönüşüyor.”
Kronik stresle birlikte sürekli yüksek düzeydeki adrenalin, kortizol ve türevi olan hormonların
özellikle kalp-damar sistemine zarar verdiği birçok
deneysel çalışma ile gösteriliyor. Kronik stresin en
önemli kaynaklarından birinin ilişkilerde yaşanan
zorluklar olduğunu vurgulayan Özalmete, kişinin bir
süre sonra öfkeyi kendi bedenine yöneltebildiğini
dile getirdi.
KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR
Bu davranışın erken çocukluk döneminde annebebek ilişkilerinde edinilen alışkanlıklara bağlı olduğuna değinen Dr. Özalmete, şöyle devam etti: “Çoğu
bebeğin annesine kızınca yemek yemeyi reddetmek,
fiziksel olarak kendine zarar vermek gibi aslında yine
kendisine zarar verecek davranışlar geliştirdiği gözlenir. Eğer bebeğin bu davranışları anne tarafından
yeterince iyi ele alınır ve duygusal işlemden geçirilirse, öfkenin bebeğe geri dönüşü zararsız bir düzeye
çekilebiliyor. Çocukların öfke ile baş etme yetenekleri yeterince gelişmediğinde ise erişkinlik döneminde
kişilerarası ilişkilerde tekrarlayan zorluklarla karşılaşıyor. Bu zorlukların yarattığı kronik stresin etkileri için bir atasözümüz bile var; keskin sirke küpüne
zarar.”
AFFETMEK KARŞINIZDAKİNE DEĞİL,
KENDİNİZE İYİLİKTİR
İlişkilerdeki stresin etkileriyle baş etmek için tercih edilecek yöntemlerden birinin de affetmek ol-
46
duğunu kaydeden Dr. Özalmete’’ye göre affetmek,
ruhsal yapıyı koruyan bir davranış. Dr. Özalmete’nin
bu konudaki görüşleri şöyle: “Affetmek, istismarın
genel bir kabulü ya da boyun eğmek gibi algılanmadığı sürece, çoğu zaman ruhsal yapımızı koruyan bir
davranış biçimidir. Çünkü başkalarına yönelik olumsuz duygusal aktarımlar, bir süre sonra öfkenin kendimize yönelmesine neden oluyor. Farkında olmadan
kendimizi tahrip etmeye başlıyoruz. Tıpkı bir bebeğin kendini tırmalaması gibi, stres hormonlarıyla
yaşamsal sistemlerimizi tırmaladıkça özellikle kalpdamar sisteminde kalıcı tahribatlara yol açabiliyoruz.
Bu nedenle öfkeyi uzun süre taşımamak adına yeri
geldiğinde affetmeyi öğrenmek gerekiyor.”
Kaynak: www.ilgin.gen.tr
Şubat 2014
D eğer
Sağlık
Şiddetli ve çekilmez baş ağrılarının
ilk sıralarında yer alan
MİGREN TEDAVİ
EDİLEBİLİR Mİ?
Şiddetli baş ağrıları migrenin habercisi mi? Migrenden kurtulmanın ya da
bu ağrıları azaltmanın bir çaresi yok mu?
Başınıza sık sık zonklamalar şeklinde ağrılar girmeye başlar. Sanki biri
başınızı avucunun içine almış var gücüyle sıkıştırıyordur. Yanınızda kısık sesle
konuşup duran birilerine dahi tahammülünüz yoktur. Koku duyarlılığına mide
bulantısı (hatta bazen istifra) da eklenince, iyice bitkin düşersiniz. En düşük
voltajdaki ışık bile size düşmanken, bir de gündüzse güneşe perde çekip ışıktan
kurtulma gibi hayallere sarılırsınız. Tek istediğiniz yorganın altında uyumak,
uyumak, uyumak… Bunların hepsinin işaret ettiği muhtemel hastalığı nasıl
anlar, onunla nasıl başa çıkarız acaba? Önce adıyla başlayalım: Migren…
Migren, beyin zarında ve damarlarında bir çeşit iltihaplanma ve bunun
sonucu olarak duyulan baş ağrısı, beyinde aşırı bir duyarlılık hali. Ailemizde
migren olması bizim de mutlaka olacağımız anlamına gelmiyor ancak genetik
mirasımız bu rahatsızlığa yakalanma riskimizi 1,5-2 kat artırabiliyor. Ülkemizde bu hastalıktan muzdarip olanların sayısı ise azımsanmayacak derecede.
2008’de yaptıkları araştırmanın sonuçlarını bizimle paylaşan Liv Hospital Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, Türkiye’de migren oranının yüzde 16,4
olduğu bilgisini veriyor. Daha çarpıcı olan ise, her 12 erkekten biri migrenken,
kadınlarda bu durumun 4 kişiden biri şeklinde tezahür etmesi. Kadınlarla erkekler arasındaki bu durum aslında hormonlarla ilgili. Migren hastası kadınların yüzde 60’ında baş ağrısı atakları regl dönemlerinde meydana geliyor. Hatta
hamilelik döneminde adet görülmediğinden, hastalar iyileşme gösterebiliyor.
Ancak doğum sonrası migren bulguları tekrar geri dönüyor. Aynı nedenlerle
kadınlar menopoza girdiklerinde de migren atakları seyrekleşiyor. Migreni
tetikleyen unsurları azaltmak bizim elimizde. Migreni tetikleyen tek unsur
hormonlar değil elbette. Bu hastalığa genetik yatkınlığımız olsa da çevresel
tetikleyici faktörlerden korunmak elimizde. Örneğin ışığa karşı hassasiyetimiz
varsa, fazla ışıkta ya da güneşte kalmak migren atağına yol açabilir. Birçok
hastalıkta olduğu gibi, öğün atlamak, uykusuzluk ya da fazla uyku hali, kendimizi fiziksel olarak çok yormak ve tabii çağımızın olmazsa olmazı stres (ani
duygu değişimleri de buna dâhil) yine migrenin başta gelen sebepleri arasında.
Ayrıca rüzgâr, lodos ya da hava değişiklikleri de başımızı ağrıtabilecek düşmanlardan. Bunların yanı sıra sigara kokusu, bazı deodorant veya kolonyalar
gibi keskin kokular yine bir krizi çağırabilir. Hepsiyle birlikte ataklarda doğum
kontrol haplarının ve kişiden kişiye değişen migren tetikleyici gıdaların etkisini
de unutmamak lazım. Bu gıdaların tespiti hastanede doktorlar tarafından çeşitli
testlerle yapılabiliyor.
Migren olduğunuzu nasıl anlarsınız?
• 4 saatle 3 gün arasında değişen zonklayıcı baş ağrılarınız varsa,
• Şiddetli ağrılar sebebiyle işe ya da okula gidemediğiniz olduysa,
• Ağrılarla birlikte mide bulantısı veya kusma başgösteriyorsa,
• Işık, ses ve kokuya karşı duyarlılığınız keskinleşiyorsa, migren olma
ihtimaliniz yüksek demektir. Bu belirtiler sizde varsa bir nörologa başvurmanızda fayda var.
Migren hastaları için ataktan korunma yolları
Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş, migren ağrılarını en aza indirmek için uygulayabileceğimiz yöntemleri şöyle sıralıyor:
• Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Çünkü başınız soğuğu daha çok
hissedeceğinden migreniniz tetikleyebilir.
• Duşunuzu gece alın ve saçınızı iyice kurutun.
• Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok
soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli
• Rüzgârda durmamaya çalışın. Başa doğrudan gelen rüzgârı önlemek
çok önemli.
• Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli
çalıştırmayın.
• Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı
açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde bile lodosun etkisini yaşama ihtimaliniz var.
• Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Ama yine de arabada içeri
hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın.
Kaynak: Hatice Tuba Çetinkaya
47
D eğer
Bilim-Teknoloji
Şubat 2014
3 BOYUTLU
ÇİZİM YAPAN
KALEM ÜRETİLDİ
D
ünyada yeni yeni uygulanmaya başlanan üç boyutlu yazıcı
teknolojisi üzerinde çalışan bilim insanları Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Teknokent'te nesneleri üç boyutlu çizme imkanı
sağlayan kalem yaptı. PAÜ Teknokent'te Ar-Ge çalışmaları yapan Elektrik Elektronik Mühendisi Ali Boz, projeyle ilgili yaptığı
açıklamada, söz konusu kalemle ilgili çalışmaların birkaç yıldan
beri devam ettiğini, prototipi yaklaşık 4 ay önce tamamlayıp,
TÜBİTAK'a proje olarak sunduklarını söyledi. Bu kalemin hiçbir
bilgisayar programına gerek kalmadan 10-12 yaşından itibaren
her birey tarafından rahatlıkla kullanabildiğine işaret eden Boz,
"Adeta elle tutulabilen lazere elle dokunuyorsunuz gibi. Bu keyifli cihazı Türkiye'de üretmek isterdik ancak ilk etapta prototipini yapabildik. Türkiye'de tanınmadığımız için ABD'de bir firma
ile anlaştık. Üretim için bu firmayla görüşüyoruz." Boz, havada
nesneler çizebilen üç boyutlu kalemin, içinde yer alan ve çabuk
H
KAR MUCİZESİ
Hiç biri birbirine benzemiyor
B
ilindiği üzere, kar
yağmur gibi çok küçük su damlacıklarından
meydana gelir. Bu küçük
su damlacıkları serbest
akan buhar molekülleri
olup, havada milyonlarca
bulunur.
48
kuruyan plastiği kalemin ucundan sızdırarak istenen şeklin meydana getirildiğini anlattı. Kalemin sıcak silikon tabancası gibi çalıştığına anlatan Boz, "Kalemden çıkan plastik havayla buluşunca hemen sertleşiyor. Adeta kağıda yazı yazmak gibi bir şey. Ne
düşünüyorsak kalem yardımıyla hemen çizme şansımız oluyor.
Elle tutulabilir olduğu için de pratik. Bunu hemen her alanda kullanmak mümkün" diye konuştu. Beş yıl içinde çocukların şu ana
kadar kullandığı normal kalemin ve suyu boyaların yerine artık
görsel üç boyutlu eğitim materyallerinin kullanılacağını savunan
Boz, "Çocuklarımız artık rahatlıkla eliyle dokunabilip yazabileceği materyale sahip olacak. Bu kalemi eğitim camiasının, mühendislerin, mobilyacıların kısaca herkesin kullanımına sunmaya
çalışıyoruz" dedi. PAÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bora Boz ise amaçlarının 3D teknolojisini kullanarak sanal gerçeklik odaları yapmak olduğunu kaydetti.
ava sıcaklığı azaldığında, buhar
moleküllerinin hareketi yavaşlar
ve bütün moleküllerin sahip olduğu
(itme-çekme) kuvveti sayesinde birleşirler ve akabinde bulut veya sis
olarak görülürler. Birleşmeden sonra, donma sıcaklığının altında bizim
kristal adını verdiğimiz şekli alırlar ve
burada kar kristalleri muayyen (belli
belirsiz) ve lâtif şekiller alarak enteresan ve şaşılacak bir duruma getirirler.
Başlangıçta bu kristaller simetrik ve
geometriktirler. Kristallerin çoğalmaları ve büyümelerini teşkil için bir yardımcı maddeye ihtiyaçları vardır. Bu
yardımcı maddeler havada bol miktarda bulunmaktadır. Bu parçacıklar
sadece yeryüzündeki toz ve dumanlar,
volkanik küller, toz serpintileri olmayıp, aynı zamanda uzay dışındaki
meteor tozlarıdır. Normal olarak, biz
bütün bu parçacıkların farkına varmayız, fakat onların bazılarının mevcudiyetini güneş şuaları ile rahatlıkla görebiliriz. Bu teşkilde cüce diskler veya
buz ibreleri olarak inşa edilirler ve kar
kristalleri olarak ortaya çıkarlar. Çeşitleri sonsuzdur, her zaman olmasa
bile çoğu zaman hegzagoneldirler (altıgen) ve aynı zamanda her biri küçük
bir yıldız şeklindedir. Kristal eğreltio-
tunun kompozisyonuna benzediğinde,
6 noktalı yaprağa sahip olur; eğer yel
değirmenine benziyorsa, 6 kanada sahip olur; eğer bir deniz yıldızına benzerse, 6 şemsiye teline sahip olur; eğer
köknara benzerse 6 mükemmel simetrik gövdeye sahip olur. Ancak teknoloji ve metodolojinin ilim ve sanatla
izdivacı sonucu (mesela fotomikrografı vs. yardımıyla) kar kristallerinin
bütün parlaklığı (harikası)ortaya çıkarılabilmiştir. Wilson Bentley adlı ilim
adamı hemen hemen hayatının büyük
bir kısmını kar çalışmalarına vakfetti.
1885'de fotomikrografik kameranın
keşfi ile, 20 yaşında iken, Wilson, 46
sene devamlı tek başına Amerika'daki
yeni İngiltere dağlarında kar fotoğrafları çekti. Takriben 3000 seçkin fotoğraflarını "Kar Kristalleri" adı altında
yayınladı. Böylece ilk defa insanlığa
kar tanelerini bütün güzellik ve harikalarıyla tanıttı. Bentley elindeki
5300 kristal fotoğraflarından birbirinin aynı olan hiçbir kar kristaline
rastlayamadı. Bu Kâinatın San'atkârı
için milyarlarca kar kristalini ayrı ayrı
yaratmanın hiç de zor olmadığını ilmî
tetkikleriyle ispatlıyordu.
Kaynak: http://heryermucize.com
Şubat 2014
D eğer
Piramitlerin sakladığı sır
K
ahire'nin 250 km. doğusunda Gize'de dünyanın en
esrarlı yapıları olan piramitler 5.000 yıldan beri
sırlarını muhafaza ediyorlar. İlk çağlardan beri
dünyanın yedi hârikasından birisi sayılan piramitler yalnız
mîmârî açıdan değil, yapılış gâyeleri ve biçimleriyle de dikkatleri çekmeye devam ediyorlar. Yapanlar, yaklaşık 57.000
m2 lik bir sahada her birisi 54 ton gelen büyük kireçtaşı
bloklarının, üstelik aralarında yarım mm lik bir açıklık bile
bırakmadan üst üste koyarlarken acaba ne düşünmüşlerdi?
Bu mevzuda şimdiye kadar pek çok şey yazılıp söylendi.
Ancak hâlâ piramitlerin üstlerini örten esrar perdesi aralanamadı. Bu yazıda mevzûya değişik bir bakış açısı getirilecektir.
38 °C sıcakta bunalmış ve üstelikte yolunu şaşırmıştı Mösyö Bovis. Meraklı bir Fransız turisti olmaktan öte meziyeti yoktu. Keops piramidinin içinde şaşkınşaşkın bir oraya
bir buraya gidip gelirken yolda, rastgele ölü kediler gördü.
Herhalde bunlar da onun gibi yollarını şaşırıp ölmüşlerdi.
Ancak kedilerin tuhaf bir halleri vardı. Rutubet ve sıcağa
rağmen hiç de kokmuş ve çürümüşe benzemiyorlardı.Ortalıkta ne bir leş kokusu ne de rüzgâr vardı. O halde hayvanları böyle mumyalaşmış gibi tutan sebeb ne idi? İnatçıve
meraklı karakteri Mösyö Bovis'e şu soruyu sordurdu! Acaba, Firavunların cesedlerinin bozulmaması için piramitlerin
biçimleri bir nevi garanti mi oluyordu?
Bu şaşırtıcı soruya cevab bulmak için Paris'e döndüğünde
Keops Piramidinin küçük bir modelini yaptı. Yönünü kuzey-güney doğrultusuna göre ayarladıktan sonra içine tabandan tepeye kadar olan yüksekliğin 1/3'ü uzaklığındaki
noktaya ölü bir kedi yavrusu koydu. Bir, iki, beş gün derken
İnanılması güç bir olay cereyan ediyordu. Günler geçmesine rağmen kedi yavrusunda ne bir kokma ve bozulma ne
de çürüme emaresi yokdu. Sanki mumyalanmıştı. Denemelerine büyük bir merakla devam ediyordu. Şimdi çabuk
bozulan organik materyallerle çalışmaya başlamıştı. Et, süt,
balık, yoğurt, yumurta gibi gıdalar piramidin içine girince
"konserve" oluyorlardı. Sonunda şu neticeye vardı: Piramidin içindeki boşluğun biçimiyle, bu boşlukta oluşan fizikokimyasal ve biyolojik olaylar arasında bir alâka mevcuttu.
Meselâ: Biçim teşekkülü, yoğurdun mayalanma müddetini
hızlandırmakta ve bîr katalizör vazifesi görmekte idi.
Bu araştırmanın raporları yayınlandığı halde o yıllarda
pek dikkat çekmeden bir köşede kalmışdı. Prag'lı mühendis
Karel Drbal'ın harekete geçmesine kadar. Genç elektronikçi
askerde iken arkadaşlarının birbirlerine sık yaptıkları bir şakayı şimdi daha iyi hatırlıyordu. Gizlice ay ışığına bırakılan
traşbıçakları pencere kenarında polorize ışığın tek yönlü titreşmesinden dolayı keskinliğini kaybediyor ve köreliyordu.
Piramitlerde de böylesine bir güç saklı olamaz mıydı? Derhal, Zenit marka bir traş bıçağı alıp piramit modelinin altına
yerleştirdi. Netice fevkalâde idi. Aynı bıçakla beş kez, üstelik her defasında da sanki yeniymiş gibi traş olabiliyordu.
Değişik markalar da aynı neticeyi verdi. Elli hatta altmış
defa kullanıldıkları halde körelmeyen traş bıçaklarına sahipti artık. Demek ki, piramidin içindeki alan, kristallerin
orjinalşekillerine dönmelerini mümkün kılıyordu. 1959'da
müracaat ederek 91/304 numarayla piramit şeklindeki traş
bıçağıbileyicisinin patentini aldı.
Artık, meseleye bu yönüyle bakanlar çoğalmışdı. Prof. L.
Turanne, "Ondes des Formes" adlı kitabında dairelerin, yan
dairelerin ve piramitlerin Güneşve kâinattaki değişik enerji
nevileri için farklı tipte çalışan rezanatörler olduklarını yazıyordu.
Kaynak:
1- Muses C. A. "TranceınductıontechnioueınancıentEgyptConscıounessandrealıty. Newyork-Dutton 1972.
2- Ostrander S. Schroeder C. "PsychıcDıscoverıesbehındtheIronCurtaın. Inpact. UNESCO.
3- T. Arabaları, Daniken E.V.
http://fcaynak.com
49
Nükte
D eğer
Şubat 2014
Fıkra
DİŞİ ASLAN
Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk
doğurabilir diye çekişmeye başlarlar. Hep
birlikte dişi aslana gidip, danışırlar:
“Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?”
“Bir.” diye yanıtlar dişi aslan. “Fakat ben
ASLAN doğururum.”
AVCI
Bir avcı, evine gelen misafirlerine eski bir ayı
postunu göstererek der ki: "Bu ayıyı Bolu ormanlarında vurmuştum."
Misafirlerden biri, bu palavraya inanmayıp
sorar: "Nasıl olur? Bu kutup ayısıdır. Bolu'da
bulunmaz."Avcı gülümseyerek cevap verir:
"Kardeşim ayı bu. Buranın kutup olmadığını,
Bolu ormanları olduğunu nereden bilsin?"
YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ
Gecenin bir yarısında Hoca'nın evinin önünde iki
kişi kavgaya tutuşunca Hoca meraklanmış. Karısının itirazını dinlemeden dışarı çıkmış. Üstüne de
serinlikte üşümemek için yorganını almış.
Adamlara:
- Yahu durun, neden kavga ediyorsunuz? demeye fırsat kalmadan biri Hoca’nın sırtındaki yorganı
kaptığı gibi kaçmış, öteki de başka bir yöne sıvışmış. Hoca eve eli boş dönmüş. Karısı sormuş:
- E Hocam kavgayı ayırabildin mi?
Hoca:
- Hayır hanım. Yorgan gitti, kavga bitti, demiş.
FARELERİN TOPLANTISI
Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar. Pek
çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez. En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı
önerir. Boylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına
varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır. Bu arada bir köşede
sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı
olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir.
-“Fakat, der, kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan
kim kedinin boynuna çan asacak?”
50
ANNECE TERBİYE
Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğlu ve yeni gelini için yine mutfağına
kapanmış, yemek yapıyordu. Aynı akşam yemeğe eski
bir aile dostu da davetliydi. Beklenen misafirler gelip
sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar.
Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler ise neredeyse hiç
pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu,kadıncağıza
durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek sırasında pek iştahlı göründükleri söylenemezdi. Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise
biraz daha kaldıktan sonra gitmeyi düşünüyordu. Oğlu
ve gelini gittikten sonra, yaşlı kadına: “Senin harika bir
aşçı olduğunu adım gibi biliyorum.
Bana söylermisin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var.”
dedi. Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi: “Hayır,
hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra
oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp
karısının kalbini kıramayacak.” Alıntı.. Yüreğinde öyle
bir umut taşı ki onu senden kimse alamasın,kalbin öyle
sevgiyle dolsun ki isteyen değil hakeden alsın…
Çalınan Her Kapı Hemen Açılsaydı; Ümidin,Sabrın
ve İsteğin Derecesi Anlaşılmazdı,Bir Kelebek Avcısı Bile
Çalıların Yırttığı Ayaklarla Koşmak Zorundaysa,Hayatın
Anlamını Eliyle Koymuş Gibi Bulmak Kimin Harcı?
Şubat 2014
D eğer
Bilgi
» Gülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42 kasımızın çalışması gerektiğini,
» Bir çift farenin yılda 500,üç yılda 20 milyon tane yavru meydana getirdiğini,
» Fillerin suyu hortumuyla içmediğini,sadece hortumuyla çekip ağzına püskürttüğünü,
» Son 4.000 sene içerisinde herhangi bir hayvanın evcilleştirilmediğini,
» İnsanların ölümüne en fazla sebep olan hayvanın sivrisinek olduğunu,
» Bir insanın,gözünü günde ortalama 100.000 kez kırptığını,
» Arıların buldukları çiçeklerin yerlerini diğer işçi arıların arı dansı denilen bir işaret dili ile anlattıklarını,bu
dans sırasında yapılan hareketlerin çiçeğin uzaklığını ve yönünü anlattığını,
» Bütün kar tanelerinin altıgen olduklarını,her yağışta düşen milyarlarca kar tanesinden hiçbirinin diğerine benzemediğini,
» Ağaçların büyürken gövdelerinin her yıl genişlediğini,bu genişlemelerin gövdeye her yıl bir halka kazandırmış olduğunu,ve bu halkaların sayılarak ağacın yaşının bulunabilineceğini,
» 1 insan uyurken 400 kere şekil değiştirir
PSİKOLOJİK TEST
Öykünün kahramanı bir genç kız. Bu genç kız, kendi
annesinin cenaze töreninde daha önce kim olduğunu hiç
bilmediği bir genç adamla karşılaşıyor. Bu genç adam
kızın rüyalarının adamı ve kız görür görmez adama aşık
oluyor. Aradan bir kaç gün geçi yor. genç kız kız kardeşini olduruyor. Polis neden öldürdüğünü sorduğunda,
genç kız cevap veriyor? kızın kızkardeşini öldürme sebebi nedir? Aşağıdaki cevaba bakmadan cevap verin.
Cevap: genç kız, adamın cenazeye geleceğini ve adamı
orada göreceğini umuyor.
Bunu doğru cevapladıysanız, polise gidip sizi hapsetmelerini isteyin.
Bu unlu bir Amerikan psikoloji testiymiş. Öldürebilme zihniyetine sahip kişiler buna doğru cevap verirlermiş. Seri
katillerin çoğu bu teste hiç düşünmeden doğru cevabi
vermişler. Doğru cevabi bulamadıysanız, ne iyi.
51
Bilgi
D eğer
Şubat 2014
İ lginç bilgiler
Yumurtanın niçin bir tarafı
yuvarlak, diğer tarafı sivridir?
Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık bakımından
çok zayıf olurdu. En dayanıklı geometrik şekil küredir
ama bu şekildeki yumurta yuvarlanacak olursa nerede
duracağı belli olmaz. Yumurta yuvarlanınca düz gitmez. İnce tarafı üstünde dairesel bir yol çizer. Başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani düz bir yerde
kaybolması olanaksızdır. Yumurta, tavuğun yumurta
kanalında küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kasların büzüşerek hem yumurtayı
ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik biçimini sağlarlar. Yumurtanın şeklinin nedeni de budur.
Sürüngenlerde bu düzenek olmadığından yumurtaları
küresel biçimdedir.
Ateş böceği
nasıl ışık saçıyor?
Aslında bu böceğin verdiği ışığın ateşle de sıcaklıkla da bir ilgisi yoktur. Bilimsel adı "Soğuk Işık"tır.
Bu ışık olayı, moleküler seviyede kimyasal bir işlemdir. Bazı moleküllerin ayrışarak daha yüksek enerjili
hale geçebildikleri ve bu fazla enerjiyi ışığa dönüştürebildikleridir.
Ateş böceğinin karın bölgesindeki ışık organında bulunan guddelerden ışık elde etmede rol
alan iki ana kimyasal madde üretilmektedir. Fakat onlar da tam olarak ışık vermeye yetmediği
için böceğinışık bölgesine yakın solunum organının ışık verme anında burayı oksijenle beslemesi
gerekmektedir.
Huzur ve mutluluk kaynağı: 10 taş
Evrende onlarca değerli taş vardır. Bu
taşların her birinin farklı özellikleri, farklı
görevleri vardır. Bu taşlar sayesinde negatif enerjiyi üzerimizden kovabilir pozitif
enerjiyi çekebiliriz. Huzuru ve mutluluğu
bulabiliriz.Konsantrasyonumuzu arttırabiliriz.
Akik Taşı: Bedeni ve zihni her türlü tehlikeden korur. Uyumsuzlukları ortadan
kaldırır. Cesaret verir. Metabolizmanın
düzgün çalışmasını sağlar. Tüm burç
özelliklerine uyar.
Ametist Taşı: Strese, migrene iştahsızlığa, göz ağrılarına, akciğer hastalığına
ve bağışıklık sistemine iyi gelir.
Aquamarin Taşı: Beden ve zihin ilişkisini kuvvetlendirir. Duyarlılık sezgisini
arttırır. Aile saadetini güçlendirir.
Avanturin Taşı: Beden, ruh ve zihnin
dengeye gelmesini ve kişinin rahatlık
hissetmesini sağlar.
Kaplangözü Taşı: İşe ve derse konsantre olunmasını-
52
sağlar. Her çalışma masasında bulunması gereken bir taştır.
Florit Taşı: Konsantrasyonu kuvvetlendirir. Algılamayı çabuklaştırır. Özellikle
öğrencilerin kullanması gereken bir taştır.
Kolsedan Taşı: Düşünceyi kuvvetlendirir.
Özellikle satranç oynayanların kullanması
gereken bir taştır. Hafızayı kuvvetlendirir.
İyi konuşmayı sağlar.
Malahit Taşı: Sakinlik neşe verir. Tansiyonu dengeler. Hücreleri yenileme özelliği
vardır. Kalbi kuvvetlendirir.
Zümrüt Taşı: Hücre yenileyici özeliği vardır. Ruhsal gelişmeyi güçlendirir. Derin
gevşeme, rahatlık sağlar.
Aytaşı: Lenfotik sistemdeki düzensizlikleri ortadan kaldırır. Duyguları dengeler.
Sezgileri güçlendirir. Kramplara iyi gelir.
Yıldızı düşük olanlara destek verir. Yengeç, terazi, akrep, kova ve balık bucundan olanların mutlaka takması gereken bir taştır.
Kaynak: hepsi10numara
Şubat 2014
D eğer
Bulmaca
ÇENGEL BULMACA
Bulmaca: Mehmet Acar
53
D eğer
Bulmaca
Şubat 2014
KARE BULMACA
SAĞDAN SOLA
(1) Ambulans – cömert, olumlu, şerefli – imdat (2) Üstün karşıtı – bir nota – bisiklet ayaklığı –
üretim – ithal edilecek mallara getirilen sınırlama (3) Tersi (bir nida) – iyotun simgesi – hamle
– tavuk kemiğini kırarak oyun oynamak, kazanmasına – beyaz (4) izin onay – ilave – askerin bıçağı
– bir bağlaç – Amarikyumun simgesi (tersi) (5) Aramak – TV gereci – gönül kazanmaya çalışmak
– bir balık (6) Bir nida – bir kuş – çocuk doğuran (7) başbuğa verilen ad Kazaklarda – ilk insan
– sözcük, kelime – Hal’in sessizleri, (8) Ağırlık ölçmeye yarar – bir ay adı – terazi gözü – savaş (9)
Kok’un sessizleri – silindir biçimine getirme – bağnaz – üzerine basıldığında çöken toprak (10)
Hareket – öz su – Bir göz rengi (tersi) – mutfak gereçlerinin konulduğu yer (11) İnce keskin ses
– Sırlı cam (tersi) – adet – dönem (12) iyi pekiyi – bir kumaş – dini tören – Eskişehir’in bir ilçesi
(13) Tersi (sonraki) – deste, bağlam – uyarıcı alet – Malatya’nın kısaltılışı (14) Beyaz – söylenti
– dekor olarak kullanılan – bir haber ajansı (15) Mecal – eşeğin çıkardığı ses – çavuş kuşu – çocuk doğuran kadın (16) Bir hastalık – sayıları gösterir – hoş güzel – boyut (17) Bir hayvan – bir
soru – kalsiyumun simgesi – nikelin simgesi – saha, meydan (18) Akıl – bitki – ata – çözünülme
özelliği olan besinlerde olan (19) Bir bitki – olmamış – gelin eline yakılır – bir şeker (20) Bir
ilimiz – tersi (limonluk) – tersi (şifa) – tersi (ziyan) (21) Getirim – adanılan şey – lezzetli – bir kar
fırtınası – sicim (22) Nar’ın sessizleri – üst karşıtı – geçerli olan (23) Tümör – tersi (bir isim) –
kalp – bir yağış türü – bir nota (24) İki dağ arasındaki çukur arazi veya geçit – Sakarya’nın bir ilçesi
– yardımlaşma – tersi (bir nota) – bir hayvan (25) bayağı – bir peygamber – elektrik birimi – gelir
(26) Bir nota – ezilmiş – kırmızı – karakterist – pervane (27) Karadenizli – titanın simgesi – tersi
(kemiklerin toparlak ucu) – inanç – İzmir’in ilçesi (28) Bir bayan adı – acıklı – boru sesi – fitne
(29) tersi (boru sesi) – kabul etmeme – tersi (yetersiz) – bir erkeğin nikahsız olarak aldığı kadın
– yansıma yankı (30) bir toprak – bir ilçemiz – tümör – bir ilçemiz – bir soru (31) Leke – işaret
– turunçgiller – bir ekmek – bir cetvel (32) Eleme gereci – bir bitki – bir bayan ismi – tersi (aruz
vezni) (33) Kaya parçası – haberci – vilayet – bir bayan ismi – kızartma gereci .
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
(1) Bir edebiyatçımız – şenlik – bilya ve ya Ankara oyun havası (2) Renk ala – terslik – gemi ve
uçaklarda kullanılan cihaz – hak – tersi (bir halife) (3) Net’in sessizleri – mesafe – açıklama- şan –
ud çalan – kırmızı – çocuk bakım evi (4) Açıklama – utanma duygusu – Zıt’ın sessizleri – bir kadın
giysisi – öncesiz, eski (5) Akıl – tersi (kuzu sesi) – bir tarla gereci – tersi (gelecek) – Muğla’nın
ilçesi – Kaz’ın sessizleri – lityumun simgesi (6) tersi (iridyumun simgesi) – Karadeniz’de kayık adı – alt tabaka – Soy’un sessizleri – tutturacak kıskanç – köpek – işaret veren bir araç (7)
Erzincan’ın bir ilçesi – beyaz – dilemma – uzaklığı gösterir (8) Bir haber ajansı – tersi (tarın gereci) – bir hayvan – arkadaş, yakın dost - balta – şahit (9) Bir nota – tersi (zeka) – sanki – idare eder
anlamında – eskiz – taneli bir meyve (10) Etrafı suyla çevrili kara parçası – nikelin simgesi – bir
erkek ismi – ince, nazik – yuvarlak halde destelenmiş – tavla gereci (11) Tersi (güneş doğmadan
önceki alacakaranlık) – takımın kısaltması – yapma, yerine getirme , tersi (bir nota) – bir haber
ajansı – cerrahi müdahale – çağırma (12) Cilalama – bir erkek ismi – Selyum’un simgesi – temel,
esas – vücuttan akan tuzlu sıvı – ebat (13) Damarlarda bulunan – safi – bir cetvel – zorunlu – ivedi
(14) Tersi (il) – anlak – isim – kiralayan kimse – bir bağlaç - desen (15) Oruca başlama zamanı
– bataklık gazı – odun yakılan gereç – aza yakın – bir meyve – matem (16) Kalsiyumun simgesi –
dolaşma – kale direklerine asılan – iltihap – en uygun durum, zaman – düzenekler bütünü – ilavesi
(17) Bir uzvumuz – tümör – kir izi – Gazitantep ilinin ilçesi – fiyat göstergesi – lütesyumun simgesi – bir kan grubu (18) Sodyumun simgesi – bir içecek – meleke – acil – aktinyumun simgesi
– kısrak ve erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan hayvan – bir cetvel (19) harita kitabı – bir ilçemiz
– bir tür asalak – kedi, köpek yavrusu (20) Alınmamış para, matlup – bir tür çalgı – sicim – tersi
(çok sarhoş) (21) Bir erkek ismi – temiz – bir tür dayak şekli – oymak – ümit (22) Bir erkek ismi
– kadın köle, cariye – onarım – fabrika yapımı her türlü kumaş (23) Çizgi, mihver – maç yöneten,
çağırma, bağırma, seslenme – yetersiz – raf – tersi (bir ilimiz) (24) Bir nota – üst’ün karşıtı – tanrı
ile ilgili – adak – kesilmiş olan – (25) Bir kumaş – bir bayan adı – değersizleşme, zarar – hidrojenin
yerine maden alarak tuz oluşturan hidrojenli bileşik (26) Karadeniz sandalı – abide – futbolda
terim – tükenmek – tersi (ilave) – zaman gösteren – otlak
Bulmaca:Oğuz Alıcı - Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu
SUDOKU BULMACA
KOLAY SUDOKU
54
Şubat 2014
D eğer
55
Bulmaca
ZOR SUDOKU
D eğer
GEÇEN AYKİ SAYIDAKİ
BULMACALARIN CEVAPLARI
KARA BULMACA
56
Şubat 2014
Hangi tohum
toprağa düştü de
yeşermedi ki..
Mevlana
CEZA VE TEVKİFEVLERİ GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ
2014
Küsmek ve darılmak
için bahaneler aramak
yerine, sevmek ve
sevilmek için çareler
arayın...