lütfen tıklayın - Erzincan İli Kültür Ve Eğitim Derneği

Tandırbașı
Derneğimiz
Vakfimiz
Dergimiz
Av. Bekir EKİNCİ
Dernek Başkanı-Vakıf Saymanı
TANDIRBAŞI
Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği ve
Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Vakfı
Yayın Organı Sahibi:
Dernek Adına
Vakıf Adına
Bekir EKİNCİ
Cemal AYTEMİZ
***
Yazı İşleri Müdürü:
Bekir EKİNCİ
***
13 Şubat Kurtuluş Özel Sayısı (2009)
***
Yönetim Yeri: Necatibey Cd. 56/18
ANKARA
Tel: 231 92 39
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler
yazarına aittir.
Dergimiz Ücretsizdir
Baskı
Presmat: 0312 397 16 29-30
www.cangrubu.com
ERZİNCAN’IN DÜŞMAN İŞGALİNDEN
KURTARILIŞININ 91. YILDÖNÜMÜNDE
HEMŞEHRİLERİMİZİN KURTULUŞ
BAYRAMINI KUTLUYORUZ
Geçen yıl, Derneğin 60 ıncı, Vakfın ise 10 uncu kuruluş yıldönümleriydi.
Sivil toplum kuruluşları bakımından bu süre iftihar edilecek bir süredir.
Derneğimizin bu 60 yıl içinde neler yaptığına baktığımızda, kısıtlı olanaklarına
rağmen ilk başlangıcından bu yana Erzincan’lı ve Erzincan’dan gurbete çıkan
öğrencilere eğitim öğretim yardımı ve yurtta barındırma gibi hizmetler verebilmiştir.
Birikimleriyle, hizmetlerini çoğaltabilmek amacıyla ,sahip olduğu binalarıyla
1998 yılında Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Vakfı’nı kurmuştur. Dernek ve Vakıf bu
biçimde doğan çalışma birlikteliğini 1998 yılından bu yana
devam ettire
gelmektedirler.
Bu birliktelik içinde Kurtuluş, Cemal Gürsel caddesi 42 noda bulunan eski bina
yıktırılarak yerine 11 katlı bir yeni bina yaptırmışlardır. 2007 de biten bu bina, yurt
olarak planlanmış ve 60 oda, yemekhane, çalışma ve dinlenme salonları, çamaşır ve
ütühane, mutfak gibi üniteleri içeren, ve zeminde de bir işyerinden oluşmaktadır.
Ankara’daki yurt sayısı ve öğrenci kapasitesi açısından değerlendirmeler
sonucu, binamızın “kız öğrenci yurdu” olarak kullanılması uygun bulunmuş ve
Erzincan’dan gelecek Erzincanlı Kız öğrenci sayısının toplam 120 kişilik ( tek kişilik,
iki kişilik odalar biçiminde) yurdu doldurmayacağı dikkate alınmak suretiyle bina
toplan kiraya verilmiştir.Dernek ve Vakfımız,kiraya verdiği bu yerde Erzincan’lı
öğrenciler için kontenjan sağlanmış ve Erzincan’dan Ankara’ya eğitim için gelen ve
Vakfa başvuran kız öğrencilerimiz, büyük oranda ücret indirimi ile bu yurda
yerleştirilmişlerdir. Bu bina ile elde ettiğimiz gelirlerle, şimdilik Erzincanlı, Erzincan
nüfusunda kayıtlı , Erzincan liselerinden mezun olmuş başarılı ve muhtaç 40 fakülte
öğrencisine burs verilmektedir.
Yine Erzincan’ da ki eğitim ve öğretim kurumlarıyla işbirliği yapmak suretiyle
buralarda , seminer, panel gibi eğitim ve öğretime yönelik hizmetlerle eğitim
kurumlarına maddi ve manevi katkıda bulunulacaktır.
***
Amaçları aynı olan Derneğimiz ve Vakfımız, Erzincan’a yönelik tüm eğitim
ve sağlık hizmetlerini vermeye ve bu hizmetlerini ilimize taşımaya
devam
edeceklerdir..
Dernek ve Vakıf birer sivil toplum kuruluşudurlar. Sivil toplum kuruluşları
faaliyetlerini, yöre insanlarının maddi ve manevi katkılarını alarak devam ettirebilirler.
Salt mevcutla hizmet vermenin mevcudun bitmesiyle sınırlı kalacağı düşünüldüğünde,
Ankara’daki binamızı yaparken “bu binamıza bir tuğlada sen koy, seninde burada bir
tuğlan bulunsun” sloganımızı, “hizmetlerimizin daha etkin ve daha fazla olabilmesi
için bu hizmetlere sende katıl..” sloganıyla, yardımsever dost ve hemşerilerimize
çağrıda bulunuyoruz.
***
Yılda bir kez çıkarabildiğimiz “Tandırbaşı” dergimiz bu yılda beğeneceğinizi
sandığımız yazılarla yayınlanmaktadır. Dergimizde Erzincan’ı ilgilendiren yazılara yer
verilmeye özen gösterilmiştir. Eli kalem tutan dost ve hemşerilerimizin bu yayınımıza
katkıda bulunmaları bizleri sevindirecektir. Gelecek sayılarımızda yayınlanmak üzere
Erzincanımızın tarihi, kültürel değerleriyle ilgili yazılarla, anı, haber,şiir gibi
yazılarınızı bekliyoruz.
Sizleri de bu hizmetlerin içinde görmek umuduyla, desteğinizi ve yardımlarını
bekler, düşman İşgalinden kurtarılışımızın 91 ıncı yılını kutlar, şehitlerimize rahmet
dilerim.
Saygılarımla
Tandırbașı
91.KURTULUŞ GÜNÜ VE VAKFIMIZ
Prof. Dr. Cemal AYTEMİZ
Vakıf Başkanı
Erzincan’ın Rus ve Ermeni işgalinden
kurtarılışının 91. yıldönümü hepimize kutlu olsun.
İşgal sırasında binlerce
Erzincanlıyı
katleden, işkencelerden geçiren, talanlar yapıp
soyup soğana çeviren, ellerindeki her şeyini alan
Ermenilerden kurtuluşumuz, kurtuluş günümüz.
Aradan geçen bunca yıla karşın, Ermenilerin
halâ ithamlardan, yalanlardan, iddialardan ve
topraklarımız üzerinde hak iddia edişlerinden
vazgeçmemiş olmaları , kurtuluşumuzu bir kez
daha önemli yapmakta ve daha büyük anlam
kazandırmaktadır.
Biz Türkler, Ermenilerin bizlere yaptıkları
katliamları unutmaya çalışarak ileriye bakarken,
onlar, haksız oldukları hâlde, eskileri tekrar tekrar
ısıtıp önümüze koymakta, yalan ve iftiralarını
sürdürmektedirler. Bunun için, işin aslını bilmemiz
gerekir. Hele, Erzincanlı olarak bizler, olayların
detayına kadar inerek ve haklı olduğumuz
davamızda, haksızlığa düşürülmemek için,
bilinçli, bilgili ve gerçekleri ortaya koyacak
biçimde, bu sahtekârların ve onlara inanmış
Avrupalıların ve Amerikanın önüne kale gibi
dikilmeliyiz. Hakkın, doğrudan yana, gerçeklerden
ve tarihten yana olduğunu göstermeliyiz. Bu
günümüzü tekrar kutluyorum.
***
Geçen Tandırbaşı’ ndada uzun uzadıya
anlattığımız, Dernek ve Vakıf ile birlikte
Ankara’da yaptırdığımız “ Erzincanlılar Kültür
ve Sağlık Sitesi” binası inşaatını bitirerek kiraya
verdiğimizi anlatmıştım. Bunu tekrar burada dile
getirmeyeceğim.
Erzincanlılar Kültür
ve Sağlık Sitesi,
binamızın normal katları
üniversiteli kız
öğrenciler için yurt olarak planlanmış olduğu için,
burasının Kız Öğrenci Yurdu biçiminde
2
çalıştırılması gerekmekteydi. Dernek veya Vakıf
bu işletme işini yüklenebilecek ihtisasa sahip
bulunmadığı için binamız toptan kız yurdu olarak
kiraya verilmiştir. Kiracımız zemin katta bulunan
işyerini ise işyeri olarak market olarak
çalıştırmaktadır.
Kiracı ile yaptığımız anlaşmada Erzincanlı
kız öğrencilerimizin burada kalabilmeleri için belli
oranlarda kontenjan alınmış ve vakfımız burada
kalacak öğrencilerimizin yurt ücretinin bir kısmını
karşılamaktadır. Yurdun konumu Ankara’daki tüm
üniversitelere gidiş gelişler açısından, olağan üstü
elverişlidir.
Dost ve hemşehrilerimizin
katkılarıyla
Ankara’da eğitim amacımızın gerçekleştirilmesinin
örneği olan bu yurt binamızın kısa zamanda
bitirilerek hizmete açılmış olması Vakıf ve Dernek
yönetimlerimiz olarak böyle bir yükün altından
kalkmış olmanın rahatlığını ve mutluluğunu
yaşıyoruz. Kolay iş değildi. Neredeyse hiçten var
edilmişti. Önemli bir projeyi tasarlamak ve
bitirmek, büyük öz veride bulunmakla, çalışmak
ve koşuşturmakla mümkün olmuştur. Bunu inşaat
yapmış veya yaptırmış olanlar çok daha iye takdir
edeceklerdir.
***
İnşaatımız sırasında yapmış olduğumuz
borçlanmalarımız kısa zamanda bitirilme noktasına
gelmiştir.Bundan sonra, vakfımız daha önemli
çalışmalar yapmayı, sosyal aktiviteler planlamayı
ve atılımlarda bulunmayı planlamaktadır.
Dernek ve Vakfımız hemen hemen aynı
oylan amaçlarının gerçekleştirilmesinde, sizlerinde
destek ve önerilirinizi bekliyor ve Kurtuluş
günümüzü kutluyodr, bu uğurda şehit olanları
rahmetle anıyorum.
Saygılarımla.
Tandırbașı
Atatürk’ün DEV Portresi
Erzincan Dağlarında
Özcan TOKYÜREK
Erzincan’a her giden 7500 m2 alanı
kaplayan DEV ATATÜRK portresini görür ve
onu hayranlıkla seyreder. Bu arada bu
portrenin nasıl ve ne zaman yapıldığını da
düşünür ve öğrenmek ister.
176 metre uzunluğunda, 43 metre
yüksekliğinde ve 7500 m2 alanı kaplayan bu
portre 1982 yılında yapılmış. Dünyanın bu en
büyük portresi Erzincan’da kısa dönem askerlik
yapan ressam Mustafa Aydemir tarafından
tasarlanmış ve nakış gibi dağlara işlenmiş. Bu
portre Tugay Komutanı rahmetli Hidayet
Güngör paşanın önderliğinde Albay Yılmaz
Bahar, Albay Eyüp Aslan’ın yardımları ile
hayata geçirilmiş. 29 günde tamamlanan bu
eserin yapımında günde 100 kişi olmak üzere 3
bin kişi çalışmış.
Portre civarın 7 dağından toplanan
taşlarla yapılmış, sadece beyaz ve siyah renk
kullanılmış ve her iki renkten de 100’er ton
boya harcanmıştır. 10.000 metre yükseklikten
görülen bu portre yurtdışında yayınlanan
“Mustafa Kemal Atatürk” kitabına da girmiş ve
yayınlanmıştır.
Üzülerek belirtmek isterim ki bizler bu
portreyi görmemize rağmen bunun kimler
tarafından yapıldığını, nasıl yapıldığını merak
dahi etmemişizdir. Hâlbuki sadece görmek
değil araştırmak da her uygar insanın görevidir.
Bu portreyi Erzincan’da gören Dr.
Sezgin Aytuna kolları sıvamış kullanılan
taşların jeolojik yapısını dahi incelemiş. Ön
bulgularına göre de bu taşların yaşının, kretase
olduğunu, 100 -125 milyon yıllık otiyolitik Melanj
(derin deniz çökelleri) olduğunu saptamış.
Dr. Sezgin Aytuna bununla da
kalmayarak 27 yıl önce yapılan bu büyük
muhteşem ATATÜRK portresinin Erzincan’da
dağlara
yapıldığından
kimsenin
haberi
olmadığı düşüncesi ile bu eseri tanıtmak için
bir belgesel yapmak üzere çalışmalara
başlamış.
Bu arada portreyi yapan ressam
Mustafa Aydemir’e de ulaşmış. Aydemir,
sezgin Aytuna’ya aşağıdaki e-mail’i göndermiş:
“Sezgin Bey, 26 yıl sonra da olsa, hiç
olmazsa ülkesinin dağlarına yapılmış bir
portreyi merak eden, bunu önemseyen ilk insan
olmanızdan dolayı sizi kutluyorum. Biliyor
musunuz
ki
değil
bütün
Türkiye,
Erzincanlılarımız bile bu portreyi merak
etmemiştir. Doğal ki bunu ilk hayal edeni, kafayı
bu portreye takanı ve bunu oraya çakanı da,
oysa hepimiz biliyoruz ki uygarlığın temeli
merak etmektir. Bizler hiçbir şeyi merak
etmediğimiz içindir ki bilimde, keşifte, sanatta,
ekonomi ve yaşam standartlarında bu kadar
geri kaldık. Bu portreyi ben 1982 yılında kısa
dönem askerliğimde (29 günde) yaptım. Toplam
3000 gönüllü asker bu portrenin yapımında
çalıştı. �imdi bilmiyorum ama yapıldığı zaman
dünyanın en büyük portresi idi. Portrenin boyu
176 metre, alanı 7500 metrekaredir. Sadece
beyaz ve siyah renkler için 100′er ton boya
harcanmıştır. Ama işin ilginç yanı tüm portre
için hiç para harcanmamıştır. Sizin gördüğünüz
resim, benim hayalimin ( veya projemin) sadece
1. kısmı idi. Oysa ben orada, o resmin askerler
ve kent üzerindeki moral etkisini düşünerek
3
Tandırbașı
hareketli ve sesli bir portre tasarlamıştım. Bu da
Dünyadaki böylesi ilk uygulama olacaktı, ama
bunun için minik sayılabilecek bütçeyi
genelkurmay maalesef çıkartamadı ve resim
öylece kaldı. Portrenin kendisi bir yana, yapımı
ve yapım aşamaları gerçekten bir belgesele
konu olacak kadar ilginçtir. Portre kireç
taşından degil, civarın 7 dağından elle toplatılan
taşlarından yapılmıştır. Dağın kendisi gevşek
toprak zemindir, ayrıca engebeli ve hayli diktir.
Erzincan deprem riskli bir ilimiz olduğundan,
dağda uyguladığım (o muazzam ağıllığın yıllar
içinde kaymasını önleyecek) statik mühendislik
tedbirleri sanıyorum ressamlığımdan daha fazla
önem arz etmiştir. Ben bu resmin yapımını
özellikle bana inanan ve bana bu imkânı veren
o zamanki tugay komutanımız (şimdi rahmetli)
Hidayet
Güngör'e
ve
Erzincanlı
tabur
komutanımız ( şimdi kendisi emekli albaydır)
Yılmaz Bahar'a borçluyum. Sonra sırasıyla
Eyüp Teğmenimiz gibi nice idealist subayımız
ile dağın zor şartlarında çalışan binlerce
askerimize tabii ki. Paşamız, resim bitince ödül
olarak, benim (ve ekibimin) tezkerelerini
imzalayıp bizlere verdi. Ayrıca benim bu
portreye imzamı atmamı emretti. İlk defa bir
emre karşı gelerek bunların hepsini reddettim
ve askerliğimden normal süresinde terhis
oldum. Çünkü ben bu resmi bir ödül almak için
değil, özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz kişiye
minik bir borç ödeyebilmek için hayal etmiştim.
Ayrıca bu resme küçük bir taş koyanı o resme
gönlünü bağlayanı da düşünerek ona bir
imzayla tek başıma sahip çıkmak istemedim.
Bugün de olsa aynı şeyi yaparım. Sezgin Bey
bu portreyle ilgili anlatılacak elbette çok şeyler
var. Ben size sadece ön bilgi olarak bunları
geçiyorum. Umarım belgesel fikriniz hayata
geçer ve milletimizin bu portreden haberi olur.
En kısa sürede tanışacağımızı ümit ederek
sizlere en derin sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
Ayrıca
Eyüp
Teğmenimizle
(albayımızla)
yeniden
karşılaşmak
ve
görüşmekten mutluluk duyarım. Selamlar,
Mustafa Aydemir.”
Bu arada bu konuyu internet’e de
taşıyan Sezgin Aytuna’ birçok e-mail gelmiş
bunlardan bir kaçını okuyalım:
4
Bülent Başol: “1982’den beri orada
duran devasa bir eserden kimsenin haberinin
olmaması enteresan. Sezgin'e çok teşekkürler.”
Latif Vrana: “Belki biraz yaşlandık
ama.. bu resmi ve yapımcı Sn. Mustafa
Aydemir ve arkadaşlarının yaşadıklarını ve
anlattıklarını okuyunca gözlerim yaşarıyor. Olay
salt bir Atatürk resmi çizmekten ziyade Atatürk
ve Kemalizm için neler yapabileceğimizin canlı
bir kanıtıdır. Askerlikte kimileri için en büyük
ödül olabilecek erken terhisi elinin tersi ile
itecek kadar� Zaten bu insanlar olmasaydı,
oluşamasaydı ülkemiz bu noktaya gelemezdi.
Kendilerine en derin saygılarımızı sunmaktayız.
Bu konuyu gündeme taşıyan Sn. Sezgin Bey’e
de teşekkür ederiz.”
Hatice Efe: “Emeği geçenlerin hepsini
kutluyorum. �ahane bir eser. Bence de
Türkiye'nin tanıtım broşürlerinde yer alması
lazım. Bu eserde emeği geçen bütün
komutanlarımıza ve askerlerimize yürekten
teşekkürler. Ayrıca bu eseri hepimize ileten
Sezgin Bey'i de kutluyorum.”
Fulya:
“Emeğiniz,
ruhunuz
ve
sevginiz için bizler size teşekkürü bir borç biliriz.
Güzel memleketimin taşına t€oprağına daha
niceleri kısmet olsun�”
Cengiz CELEBI: “Böyle bir eserden
bugüne kadar bihaber olmak beni bir TÜRK
olarak utandırdı. Ama sayenizde bu eseri
görmüş
olduk.
Bu
şaheseri
meydana
getirenlerin eline ve yüreğine sağlık olsun.
Sezgin
ağabey,
bu
konuda
bizleri
bilgilendirdiğiniz için sizi de tebrik ederim.”
Dergimizin kapağına koyduğumuz bu
DEV ATATÜRK portresini tanıtmak herhalde biz
Erzincanlılara da düşse gerek.
HAYDİ işbirliği, gönül birliği ile görev
başına.
Gelecek Sayımızda yayınlanmak
üzere göndereceğiniz yazılar A4
Kağıdına yazılmalı ve iki sayfayı
geçmemelidir.
Tandırbașı
ERZİNCAN
ÜNİVERSİTESİ
“Anadolu’da Bir Dünya Üniversitesi”
Erzincan’ın etrafı dağ,
Dağlar bizim dağlarımız,
Erzincan’ın ortası bağ,
Bağlar bizim bağlarımız.
“Anadolu’da bir dünya üniversitesi” olma
özülküsüyle yola çıkan Erzincan Üniversitesi, 3.
yılında birey merkezli bir eğitim anlayışıyla, bilimi ve
aklı esas alarak ülkemizin değerleri ve hedefleri
doğrultusunda üstün nitelikli fertler
yetiştirmek;
uluslararası ölçekte bilim ve teknoloji üreterek
bölgenin ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına
katkıda bulunmak ve toplumun sorunlarını çözmeye
yönelik çalışmalar yapmak hedeflerini adım adım
gerçekleştirmektedir.
Dünyanın neredeyse küçük bir köy haline geldiği
küreselleşme çağında, ulusların birbirleriyle olan
bilim, kültür, sanat ve medeniyet alışverişini
yapabilecekleri ortamların başında üniversiteler
gelmektedir. Üniversitemiz, kuruluşunun üzerinden
fazla bir zaman geçmemiş olmasına rağmen,
uluslararası iletişimde de önemli adımlar atmış,
Erasmus ve Sokrates programlarıyla 6 ülke ile
karşılıklı anlaşma imzalamış, öğretim üyesi ve öğrenci
değişimlerini başlatmış, eylül ayı içerisinde Magna
Charta, aralık ayında da Black Sea Network sürecine
dahil olmuştur. Bütün bu çalışmaların meyveleri
önümüzdeki yıllarda alınmaya başlanacaktır.
Erzincan Üniversitesi üç yıllık bir üniversite
olmakla birlikte temeli 1976 yılında Milli Eğitim
5
Tandırbașı
Bakanlığına bağlı olarak kurulan ve daha sonra 41
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Atatürk
Üniversitesi’ne
bağlanan
Erzincan
Meslek
Yüksekokulu ve aynı tesis içinde faaliyet gösteren
Erzincan Eğitim Yüksekokulu ile atılmıştır.
Üniversitemizin kuruluşundan bu yana çok hızlı bir
ilerleme kaydetmesinin altında bu köklü geçmiş
yatmaktadır.
Başarıya ulaşabilmek için öncelikle bir hedef
belirlemek; hedefin başarıya ulaşması ve bu başarının
da günün gelişen şartlarına ayak uydurarak devamı
için stratejik planlama yapmak bir zorunluluktur. Bir
kurumda stratejik planlamanın olması kendi özgörev,
özülkü ve hedeflerini belirleyerek, bu hedeflere nasıl
ulaşılabileceğine dair performans göstergelerini
saptaması, kurumların hem işleyişte hem de sonuçların
kontrolünde özdenetime sahip olmasını beraberinde
getirdiği gibi kurumun bütçesinin saptanan performans
göstergeleri doğrultusunda planlanmasını da ortaya
koymaktadır. Erzincan Üniversitesi, 2010-2014
yıllarını kapsayan I. Dönem Stratejik ve Gelişim
6
Planını geniş katılımla yoğun çalışmalar sonucu
hazırlayarak DPT’ye göndermiş, böylelikle yol
haritasını belirlemiştir.
Yeni açılan birimlerimizle birlikte, Erzincan
Üniversitesi 2008-2009 döneminde Tıp, Hukuk,
Eğitim, Fen Edebiyat, Mühendislik ve İktisadi ve İdari
Bilimler olmak üzere 6 Fakülteye, Sağlık, Sivil
Havacılık, Yabancı Diller, Turizm ve Otel
İşletmeciliği olmak üzere 4 yüksekokula ve merkez ve
ilçelerinde 11 meslek yüksekokuluna ulaşmıştır. Bu
birimlerimizde 300 akademik, 221 idari personel 7 bin
civarında öğrenciye hizmet vermektedir.
“Üniversitelerin yerleşkesi ve binaları, ekonomi,
ekoloji ve estetik özellikleri bakımından mimarinin en
iyi örneklerinden olmalıdır.” ilkesinden hareketle
Yalnızbağ Yerleşkesinde tasarım, mimari ve peyzaj
belirlemelerinde uzun soluklu çalışmalar yapılmış ve
Erzincan’ın karakteristiği yansıtılmıştır. Yalnızbağ
Yerleşke Tasarımı Devlet Planlama Teşkilatı
tarafından bütün yönleriyle en iyi yerleşke projesi
olarak ilan edilmiş ve örnek gösterilmiştir.
Tandırbașı
Yerleşkedeki, yaklaşık maliyetleri 34 milyon TL
olan Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi
binalarının ihaleleri yapılmıştır.
Yine 1991 yılında ihale edilip 2001 yılından beri
yargı süreci yaşayan Hukuk Fakültesi amfi grupları
için DPT’den 2,5 milyon TL ek ödenek çıkartılmış,
inşaat tamamlanmış, hizmet aşamasına gelmiştir.
Özelleştirme kapsamında olup da üniversitemize
devredilen Tekel İşletmesi’ne ait yerleşkede bulunan
binalardan birincisi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü
Müzik Eğitimi Anabilim Dalı’na, ikincisi Türk
Uygarlık Müzesi ve Sanat Galerisine hizmet verecek
şekilde ulusal mimarimize ve aslına uygun olarak
dönüşümü için ihale edilmişler ve bunlardan ilki
hizmete açılmıştır.
Merkez ve ilçelerimizdeki birimlerimize ait eski
binalarımızdaki bakım ve onarım çalışmaları devam
etmektedir. Refahiye Meslek Yüksekokulumuz kültür
merkezine kavuşmuş, Kemah’ta hayırseverler ve
vakıflarca yaptırılan yüksekokul binası ve öğrenci
yurdu bitme aşamasına gelmiş, Kemaliye’de boş bir
fabrika binasının 4 yıllık lisans eğitimi verecek olan
Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokuluna hizmet
vermeye yönelik dönüşüm tadilatı hayırsever işadamı
ve Erzincan Üniversite Vakfı Başkanı Sayın Hacı Ali
AKIN tarafından yaptırılmıştır.
2008–2009 eğitim öğretim yılında, önceden
öğrencisi olan birimlerimizin dışında bu yıl Tıp
Fakültesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ile
Turizm ve Otel İşletmeciliği Meslek Yüksekokulu’na
ve mevcut birimlerimizde açılan yeni programlara
öğrenci alınmıştır.
Üniversiteler toplumun istek ve ihtiyaçlarını
karşılamak üzere yeni programlar açmalı, bilgiye
dayalı ekonominin ve sanayinin ihtiyaç duyduğu
yetenekleri
yetiştirmelidir.
Üniversitemiz,
üniversitelerin her ile yayıldığı bu dönemde diğer
üniversiteler ile rekabet etme ve mezunlarına iş
bulma avantajı sağlamak için geleceğin mesleklerini
dikkate alarak yüksekokul, bölüm ve programlar
açmaktadır. Bunlardan biri ülkemizde 4.sü olacak
Sivil Havacılık Yüksekokulu’dur. Sayın Ulaştırma
Bakanımızın katkılarıyla Çelebi Holding A.Ş. ile
imzaladığımız bir protokol dahilinde yaklaşık 8,5
milyon dolarlık bir yatırımla yüksekokul binasının
yapımı, donanımı tama men söz konusu şirket
tarafından gerçekleştirilecektir. Bu amaç doğrultu-
sunda ilk kazma vurulmuş, yüksekokul binasının
temeli atılmıştır.
Meslek Yüksekokullarımız bünyesinde açılan
Acil Durum ve Afet Yönetimi, Raylı Sistemler Yol ve
Raylı Sistemler İşletmeciliği, GSM İletişim
Hizmetleri, e-Ticaret, Posta İşletmeciliği gibi
programlar ülkemizde ilk veya özellikli olarak açılan
programlarımızın örnekleridir.
Geleceğin bilim adamlarını yetiştirmek amacıyla
üniversitemiz bünyesinde açılan Sosyal Bilimler ve
Fen Bilimleri Enstitülerinde toplam 430 öğrenciye
lisansüstü eğitim verilmektedir
Yine üniversitemizde, bölgemizin ve ülkemizin
sorunlarını tespit edip, çözüm önerilerini sunmak için
Doğu Anadolu Deprem Araştırma, Türk Halk Bilimi
Araştırma,
Biyoçeşitlilik
Araştırma,
Stratejik
Araştırmalar, Yukarı Fırat Havzası Araştırma ve
Uygulama, Bilgisayar Bilimleri Uygulama ve
Araştırma, Proje Koordinasyon ve Eğitimi,
Uluslararası İlişkiler ve Teknokent olmak üzere
toplam 9 merkez kurulmuştur.
Üniversitemiz güçlü bir bilgi işlem alt yapısına
kavuşturulmuş, fiziki mekânlarımızın dağınıklığına
rağmen bütün birimlerimizin hızlı bir internet
bağlantısı ile bu imkânlardan faydalanabilme şartları
oluşturulmuştur.
Bilgi ekonomisinde ülkelere ve üniversitelere
üstünlük sağlayacak bilgi kaynaklarına ulaşma
çabalarına destek olmak amacıyla üniversitemiz,
10’un üzerinde veri tabanına abone olmuştur. Merkez
kütüphanemiz de hızla büyüme ve zenginleşme
sürecindedir.
Üniversite
hayatı,
bireylere
diploma
kazandırmanın yanında, bireylerin kendilerini
tanımaları içinde fırsatları içinde barındıran bir
süreçtir. Bu sürecin sonunda ne istediğini bilen,
hedeflerine
ulaşabilmek
için
‘
meraklı,sabırlı,çalışkan’ olunması gerektiğinin
farkında olan kişiler tetişmektedir. Ülkemizin
kültürel birikimi tarihimiz, edebiyatımız ve
sanatımızla olduğu kadar, insanlarımızın
okumasıyla da doğrudan bağlantılıdır. Bizler,
asıl görevinin, geçmişiyle olan bağlarını
koparmadan geleceğini bina etmek olduğunun
farkına varan eğitimli bir toplum için gayret
gösteriyoruz.
7
Tandırbașı
ERZİNCAN’IN KONUŞMA DİLİ
Türkçenin halk düzeyindeki konuşma şekilleri
Erzincan şivesi, Erzurum şivesi, Konya şivesi vb.
biçiminde adlandırılsa da bu tür konuşmaların doğru,
bilimsel terim karşılıkları “ağız” olmalıdır. Erzincan
ağzı, Erzurum ağzı, Konya ağzı biçimindeki
adlandırmalar daha doğrudur. Ağızlar genelde il
sınırlarını da taşan özellikler gösterdiklerinden,
Erzincan yöresi ağızları, Erzurum yöresi ağızları, Konya
yöresi ağızları demek de yine yerindedir.
Ağızlar bir dilin önemli kaynaklarıdır. Orada
halkın dili ve edebiyatı vardır. Bunun için de dili
besleyen kılcal damarlar olarak ağızlar çeşitli yönleriyle
araştırılmakta; ana dilin önemli ses, söz, anlam, anlatım,
deyim, terim gücü ortaya konulmaktadır. Bu önemli
ses, söz, anlatım gücünün arkasında da önce o dilin ses
yapısından
seslerin
birbirini
etkilenmesinden
kaynaklanan iç sebepler vardır. En az çaba yasasına,
kolay söyleyiş eğilimlerine bağlı olarak dilin ses
yapısında değişiklikler olabilir. Depremlere, savaşlara
bağlı zorunlu göçler; askerlik, evlilik nedeniyle oluşan
yer değiştirmeler de dış sebepler olarak konuşma
dilindeki değişikliklere ortam hazırlamıştır. 24 Oğuz
boyundan 23’ü Anadolu’ya, onların da büyük bir kısmı
Erzincan’a gelmiş; gelenlerin kimisi başka yörelere
göçerken kalanlar da yeni gelen boylarla karşılaşmış,
karışmış buna bağlı olarak da örneğin Erzincan’da farklı
Oğuz boylarına ait dil özellikleri tabakalaşmıştır.
Erzincan ilinin fiziki özellikleriyle, bu ağzı
oluşturan ana ağız, ağız ve alt ağız gruplarının
özellikleri arasında belirgin örtüşmeler vardır. Birçok
geçit ve boğazlarla birbirine bağlanan Erzincan
yöresinde dil bakımından da Tercan ve Çayırlı yönünde
Erzurum; Kemah, İliç ve Kemaliye yönünde Elazığ,
Malatya; Refahiye yönünde de Sivas ili ağızlarıyla
benzeşen özellikler oluşmuştur.
28
Prof. Dr. Mukim SAĞIR
Erzincan ili ağızları ses temelli ağız
özelliklerine göre; üç ana ağız, altı ağız, altı da alt ağız
grubuna ayrılmaktadır:
1.
A.
a.
b.
DOĞU ANA AĞIZ GRUBU,
Çayırlı-Tercan ağız grubu,
Çayırlı alt ağız grubu,
b.Tercan ağız grubu,
B. Erzincan merkez ağız grubu,
2. ORTA ANA AĞIZ GRUBU,
A. Refahiye ağız grubu,
a. Refahiye merkez alt ağız grubu,
alt ağız grubu,
B. Kemah ağız grubu,
a. Tan-Kardere ağız grubu,
b. b. Tan-Kardere hariç ağız grubu
3.
A.
B.
b. Refahiye
BATI ANA AĞIZ GRUBU,
Kemaliye ağız grubu,
İliç ağız grubu.
Bu ağız gruplarının belirgin özellikleri şunlardır:
1. DOĞU ANA AĞIZ GRUBU:
Doğu Anadolu ağızlarının özelliklerini de gösteren
genel husus teklik I. ve II. şahıs ve iyelik eklerinin düz
geniş ünlülü olmasıdır. Kısmi taşmalar hariç Erzincan
merkez ve Tercan, Çayırlı ağızları bu özelliği taşırlar:
geliyem, eyiyem, hasdeyem vb.
A. Çayırlı-Tercan Ağız Grubu:
Şimdiki zaman kip ekinin “-r” biçiminde
kullanılması, ince sıradan kelimelere kalın sıradan
eklerin gelmesi ayırıcı özelliktir.
a- Çayırlı Alt Ağız Grubu:
Geniş zaman çokluk I. şahıs şahıs ekinin yuvarlak
ünlülü olması ayırıcı özelliktir. Eski Anadolu
Türkçesinde olduğu gibi uyumdan kaçış eğilimi vardır:
gıraruh (kırarız), baharuh (bakarız) vb.
b- Tercan Alt Ağız Grubu:
Geniş zaman çokluk I. şahıs şahıs ekinin düz ünlülü
olması sebebiyle Çayırlı alt ağız grubundan ayrılır.
Tandırbașı
Düzlük-yuvarlaklık uyumu bu grupta önemli bir
disiplindir: bülirıḫ (biliriz), giderıḫ
B. Erzincan Merkez Ağız Grubu:
Şimdiki zaman kip ekinin “-y”; dar ünlülü kapalı
eklerin de düzlük-yuvarlaklık uyumundan kaçan
örnekleri ağız grubunun özellikleridir: geliyem
(geliyorum),
eyiyem
(iyiyim),
gaynadıyuh
(kaynatıyoruz), içiyük (içiyoruz), eziük (eziyoruz),
gılıyuh (kılıyoruz) vb.
2. ORTA ANA AĞIZ GRUBU:
Zamir kökenli I. ve II. şahıs eklerinin kapalı “e”
biçiminde olması ağız grubunun genel özelliğidir:
A. Refahiye Ağız Grubu:
İnce “g” ve “k” seslerinin yerine kalın
biçimlerinin kullanılması ayırıcı özelliktir: kor (kör),
kopek (köpek), kate (kete), şekar (şeker), böyünku
(bugünkü), şokur (şükür), gul (gül), gulüm (gülüm) vb.
a- Refahiye Merkez Alt Ağız Grubu:
Şimdiki zaman kip eki “-yı, -ye” şeklinde düz ünlülü
kullanılmaktadır:
alıyim
(alıyorum),
göriyim
(görüyorum) vb
b.Refahiye Alt Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip eki
“-y/ -ye” şeklindedir: alıye (alıyor), ohıye (okuyor),
gorhey (korkuyor) vb.
B. Kemah Ağız Grubu: -k > -yh
İnce “k” sesinin “-yh” şeklinde görülmesi önemli
bir karakterdir: geldiyh (geldik), kemiyh (kemik),
geyiyh (geyik), keserdüyh (keserdik) vb.
a. Tan-Kardere Alt Ağız Grubu:
Şimdiki zaman kip ekinin sonundaki akıcı-sızıcı “r”
sesi genelde düşmez: oluyer, yiyir, gediyer, soğiyir vb.
b. Tan-Kardere Hariç Alt ağız Grubu:
Şimdiki zaman kip ekinde “r” sesi genelde düşer,
“e” ünlüsü de kapalı “e” ya da “i” olarak kullanılır: alıye
(alıyor), geziyi (geziyor), dürüye (duruyor), alçalıyi
(alçalıyor) vb.
3. BATI ANA AĞIZ GRUBU:
İç Anadolu ağızları özellikleri gösterir. I. II. tekil
şahıs ekleri düz-dar, yuvarlak-dardır. Düz-dar ünlülerin
son seslerde ince olarak kullanılması da bölgenin
özelliğidir: alıysin (alıyorsun), deyiysin (diyorsun),
yaşlandi (yaşlandı), gelicim (geleceğim), bulacim
(bulacağım), alursiz (alırsınız), satersiz (satıyorsunuz)
vb.
ERZİNCAN
AĞIZLARININ
GENEL
ÖZELLİKLERİ:
1. Kapalı “e” geniş yer tutmaktadır: eyi, eşitmek,
getmek, ehram, Esmayel (İsmail), başem (başım) vb.
2. Ses düşmeleri ve hece kaynaşmalarına bağlı
olarak uzun ünlüler vardır: aşam (akşam), baah
(bakalım), seer (sefer), see (sana), sounda (sonunda)vb.
3. Ön seste Eski Türkçeye ait tonsuz ünsüzler
korunmaktadır: toḫumaḫ (dokumak), kömleg (gömlek)
vb.
4. Dudak ünsüzleri yanlarındaki dar ünlüleri
yuvarlaklaştırmaktadır: dövlet (devlet), söferber
(seferber), buban (baban), pilov (pilav), punar (pınar)
vb.
5. Geniz ünsüzü “n” korunmamaktadır.
6. İlk hece ünlüsünün geniş yuvarlak olması
bölgenin özelliğidir: böyümek, yörümek, möhör
(mühür), mühim (möhim), mörekep (mürekkep) vb.
7. İyelik ekinden sonra “-i” hâl ekinin
düşürülmesi ayırıcı özelliktir: paran (paranı), gızın
(kızını) vb.
8. Kalın “k” seslerinin kalın “g” ya da hırıltılı “h”
olması genel özelliktir: gız (kız), garartı (karartı),
Angara (Ankara), çıhmah, oh (ok), hadar (kadar), bahça
(bahçe), peyhamber (peygamber) vb.
9. –nl- > -nn- benzeşmesi bölgenin genel
özelliğidir: gidenner, yegenner, annı şannı, unnu (unlu),
annamah (anlamak) vb.
10. Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi, Kıpçak,
Uygur-Kıpçak ve Oğuz-Kıpçak Türkçelerinin de
izlerine rastlanmaktadır: yalah (yalak), tüssü (tütsü),
tekmük (tepük), guymah (kuymak) vb.
KAYNAKLAR:
1. Mukim SAĞIR, Erzincan ve Yöresi Ağızları,
TDK Yay., Ankara 1995
2. Mukim SAĞIR, Erzincan İli Ağızları, TDK,
TDAYB 1989, Ankara 1994, s. 161-170
9
Tandırbașı
BÖLGELER ARASI GELİŞMİŞLİK FARKI
VE ERZİNCAN EKONOMİSİ
Muzaffer ÇAKIR
Erzincan Ticaret ve Sanayi Odası
Erzincan Kalkınma Vakfı (Erzin.Vak) Eski Başkanı
Bir ülkenin gelişmişliği; top yekün
kalkınmışlığı ,bölgeler arasındaki gelişmişlik
farkının ortadan kaldırılması ile mümkündür.
Bu gerçeği bilen, gören,gelişmiş ülkelerin bir
çoğu yıllarca bölgeler arası gelişmişlik farkını
asgariye indirmek için büyük mücadeleler
vermiş ve bunu başarmışlardır.
İtalya’da Güney İtalya, Amerika’da
Tenese Vadisi, Fransa’da Batı Fransa Modeli
birkaç örnektir.
Ülkemizde
de
Doğu
Anadolu,
Güneydoğu Anadolu için benzer projeler
uygulanabilir.
Kaldı ki, Türkiye bu gerçeği biliyor.5
yıllık kalkınma planlarında yazılıp çiziliyor.
Ancak,uygulamalara bakıldığında çok
yavaş ilerlediğimiz görülmektedir.Daha 19331937 yılları arası (ilk planlı kalkınma
dönemidir.)Büyük Atatürk diyor ki;”Sanayiyi
ülke
sathına
homojen
olarak
yaymazsanız,Nüfusu da Homojen olarak
yayamazsınız.”
Bu düşünceden hareketle, Sümerbank –
Etibank kuruluyor.Bakıyorsunuz,Erzincan da
İplik Fabrikası kurulmuş.Erzincan da Pamuk
yetişmiyor ama bu fabrikanın Erzincan
Ekonomisi için ne denli önemli olduğunu
fabrika kapanınca daha iyi anlıyoruz.
Benzer Yatırımlar bölgeden göçleri
önlemiş bölge insanının iş ve aş bulmasına
vesile olmuştur.
Daha sonra bu prensip unutulmuş ülke
sanayisi, Körfez bölgesine ve İstanbul’a
yığılmaya başlamış. Bunu takiben yöre insanı
210
buradan pay almak için göçmüş, göçmüş,
göçmüş.
Ülkemiz de kişi başına düşen Milli
gelir 2000 dolar civarındayken, Körfez
bölgesinde 8000 dolar, Doğu Anadolu da 300400 dolar arasındaydı.
Bugün
kişi başına gelir 10.000 dolar
seviyesine çıkmış,ama doğu illerinde bu rakam
1000-2000 dolar arasındadır.
Bu
göstergeler,Bölgeden
EmekSermaye ve Beyin göçünün devam edeceği
anlamına gelir.
Esasen geri kalmışlık sadece Ekonomik
değil, Sosyal-Kültürel ve hatta coğrafiktir.
Tabiatıyla bu problemlerin çözümü
sadece merkezi yönetimin sihirli değneğiyle
çözülmüyor.Yerel yöneticilerin büyük gayreti
ve çabası gerekiyor.
1984 yılından itibaren (ERZİNCAN
TİCARET ve SANAYİ ODASI BAŞKANI
olduğum yıl) Bölge T.S.Odalarıyla pek çok
toplantılar yaptık, Atatürk Üniversitesi
öncülüğünde
çalışmalar
yaptık,projeler
ürettik.Bu projelerin en önemlisi DOĞU
ANADOLU PROJESİ(DAP)dir.
Bu proje kapsamında 16 ilin Valisi,
Belediye Başkanları,Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanları defalarca bir araya gelip toplantılar
düzenledik.
Sonuçta DTP de projeyi kabullenip,
Doğu Anadolu da’ki 5 üniversiteye görev
verildi:
Bunlar; Atatürk.100.yıl,İnönü,Fırat ve
Kafkas Üniversiteleri olup, çok ciddi
çalışmalar yaptı.
Tandırbașı
Bölgenin yer altı ve yer üstü kaynakları, enerji
ve sulama, potansiyeli, tarım hayvancılık
sanayi ve ticaretin gelişmesi için önemli
raporlar hazırlandı.
Bu çalışmalar kitaplaştırılarak ilgili
kurumlara iletildi. Artık DAP bölge teşkilatı
kurulacak uygulama başlayacak,doğunun
makus
talihini
yeneceğiz.Göçler
duracak,bölgede sanayileşme hızla artacak,
bölge insanının gelir seviyesi yükselecek,
insanımızın yüzü gülecek diye bekledik
durduk.
Bugün bölgenin meselelerine daha ciddi
yaklaşıldığını görüyor, ciddi başarılar ve
sonuçlar umuyoruz.
ERZİNCAN EKONOMİSİ:
Erzincan’ı bölgenin meselelerinden ayrı
düşünmek, mümkün değil. Yani Erzincan’ın bölge
kalkınmasıyla
birlikte
müteala
etmek
durumundayız.
Ancak, Erzincan alt yapısı, ulaşımı, insan
yapısı, iklimi, OSB’si, havaalanı,üniversitesi ile
diğerlerinden daha şanslı ve avantajlıdır.Eğer,yerel
yöneticiler,geçmişte yaptığımız gibi birlik ve
beraberlik içinde çalışmalar yapar, yeni projeler
üretirse, siyasilerimize bu yönde destek olurlarsa
büyük başarılara imza atabilirler.
Bu dönem, her dönemden daha
şanslıyız.Çünkü
alt
yapımız
tamamlanmış,.Organize
Sanayi
Bölgesi
tamamlanmış,ulaşım problemi yok,Üniversitemiz
açılmış.
Biz yıllarca bu problemin çözülmesi için
uğraştık.
Sanayileşmenin,
üretimin,istihdamın,modern tarım ve hayvancılığın
geliştirilme zamanıdır.
1999
yılında
alt
yapısını,
(su,
kanalizasyon,yollar,dahili
elektrik
şebekesi)
tamamladığımız Organize Sanayi Bölgesinde
(OSB) 33’ü faal,8’i yatırım aşamasında, 23’ü proje
safhasında.
64
firma
üretmekte
ve
üretime
hazırlanmaktadır. Yeterli mi? Hayır.
Zira, OSB’de 4000 m2 ile 40.000 m2
arasında değişen 256 sanayi parseli bulunmaktadır.
Geçtiğimiz 9 yılda, yatırımcı sayısı, bu kadar az
olmamalıydı. OSB dolduğunda, yani 256 yatırım
gerçekleştiğinde, 12-15 bin civarında işçi istihdamı
öngörülmektedir.
Sadece istihdam açısından baktığımızda
bile Erzincan’ın büyük ölçüde sanayileşmesi
gerçekleşecek, insanımızın gelir seviyeleri
yükselecek, göçler duracak ve hatta tersine göç
almaya başlayacaktır.
Biraz gayret, biraz ciddiyet, biraz samimi
destek ve güven vererek küçük sermayelerin
birleştirilip yatırıma yönlendirilmesi gerekli.
1996 yılında kurduğumuz Erzincan
Kalkınma Vakfı, bu manada çok ciddi çalışmalar
yaptı ve devam ediyor.
Erzincan T.S.O ‘nun ciddi gayretleri var.
Mevcut teşvikle, batıdan yatırımcı
getirmek zor. Ya yeni ve cazip teşvikler
uygulanmalı, ya da yerel yatırımcıların, yatırıma
özendirilmesi ve teşvik edilmesi gerekir.
Dileğim; gelişmiş Türkiye , geri
kalmışlığını
yenmiş
Doğu
Anadolu
ve
sanayileşmiş
doğunun
parlayan
yıldızı,
ERZİNCAN.
BAŞ SAĞLIĞI
Değerli Hemşerimiz E.Kr.Plt.Alb
Süleyman Kıyak
Elim Helikopter kazasında Hakkın rahmetine
kavuşmuştur.
Ailesine ve hemşehrilerimize
Başsağlığı dileriz.
Dernek ve Vakıf Yönetim Kurulları
11
Tandırbașı
ERZİNCAN’IN KALKINMA
ARAYIŞLARI
Şefik ARAS
Gazeteci Yazar
Erzincan’ın ekonomik, sosyal, kültürel
alanlarda kalkınması uzun yıllardan buyana hep
gündemde oldu..
Kalkınmanın ve gelişmenin reçetesinin ne olduğu.
Nasıl bir yol ve yöntem izlenmesi gerektiği. hangi
sektörler öncelik verileceği çeşitli platformlarda
tartışıldı..
Planlı döneme girildiği 1960’larda başlayan
kalkınma ve gelişme arayışı, aradan 50 yıla yakın
bir süre geçmiş olmasına rağmen devam ediyor..
ve öyle anlaşılıyor ki , konu bundan böylede
gündemde olacak.. Çünkü değişen ve gelişen
Dünya ve Ülkemiz koşullarında ,gelişmeye
kalkınmaya bir sınır koymak mümkün değildir..
Gelişen teknolojiler ve onun ürünlerinden istifade
etmek arzusu, toplumun önüne yeni ihtiyaçlar
koyuyor..
Kuşkusuz, artan ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların
karşılanmasında gerekli olan parasal kaynağın
bulunmasını..
İnsafların
gelir
düzeyinin
yükselmesini zorunlu kılıyor.. ve işte bu noktada,
İlin kalkınması, gelişmesi, bireylerin gelir düzeyini
yükseltecek yolun, yöntemin bulunması önem
kazanıyor..
Erzincan’ın kalkınmasının konuşulup tartışıldığı
uzun süreçte." Bölgenin ve illerinin kalkınmasının
tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile mümkün
olacağı söylendi.. Gelmiş geçmiş hükümetlerin
olaya bakışı böyle olmuştu. Bugünde böyledir...
DPT, çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda, aynı
görüşü paylaştığını ifade etti. En yetkili ağızlardan,
Bölgelin ve Erzincan’ın kalkınmasının tarım ve
hayvancılığın geliştirilmesi ile gerçekleşebileceği
belirtildi. .
Oysa geriye dönüp bakıldığında, Bölgenin ve
Erzincan’ın kalkınmasında umut bağlanan tarım ve
hayvancılığın gelişmesi şöyle dursun. son 30 yılda
bu sektörün gerilemekte olduğu görüldü.. Bu
gerçek, ilgili kuruluşların rakamlar vererek yaptığı
212
açıklamalardan ve istatistik verilerden kolayca
anlaşılıyor..
Bu durum karşısında, Erzincan’ın kalkınması ve
gelişmesi olayında, başka sektörlerinde devreye
sokulmasının gerektiği, mahalli yönetimler ve 3
sivil Toplun örgütlerince savunulur oldu. İş ve
istihdam sağlayıcı yatırımlar yapılmasına ihtiyaç
bulunduğu ağırlıklı olarak vurgulanmaya başladı..
Sanayinin ve turizmin geliştirilmesi gündeme
geldi..
Peki ama" Üretime ve istihdama dönük yatırımları
kim nasıl yapacak..Erzincan’ın böyle bir gücü
olmadığı biliniyor.. Ne bireyse olarak ve nede
küçük sermaye yada tasarrufların bir araya getirilmesi ile kurulacak şirketlerin fabrikalar kurması,
işletmeler açılmasının gerçekleşemeyeceği şimdiye
kadar bu yönde yapılan girişimlerden olum sonuç
alınamamış olmasından bellidir.. Geriye kalıyor
devletin uygulamaya koyduğu teşviklerden
yararlanılarak Erzincan’a yatırımların gelmesi...
İtiraf etmeliyiz ki , kalkınmada öncelikli yörelere
bir umut olarak sunulan teşvik tedbirlerinden, ne
Bölgemin ve nede Erzincan umduğunu bulmuş
değildir.. önce 36 il, sonraları 49 ilin yararlanması
öngörülen teşviklerden, Doğu ve Güney doğu
bölgesinin yararlanamadığı.. Yatırımların teşvik
kapsamı içinde bulunan diğer bölgelere ve illere
yöneldiği görüldü. .Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
yaptığı araştırmadan da çıkan sonuç bu oldu..
Uygulamaya konulan teşvik tedbirleri ile birlikte,
Erzincan Organize Sanayi Bölgesine i ş ve
istihdam
sağlayıcı
yatırımların
yapılması
beklenmişti. .. Ama öyle olmadı Hazır alt yapıya
ve uygun .. . Koşullarla yatırımcıya arsa imkânı
Sunulmuş olmasına rağmen, 274 parselin
bulunduğu Erzincan organize sanayi bölgesinde
teşvik uygulandığı 8 yıl içerisinde, üretime geçen
yatırım sayısı sadece 32 oldu..Halen inşaat halinde
Tandırbașı
8 yatırımın, proje safhasında ise 23 girişimin
olduğu, yetkililerin açıklamalarından anlaşılıyor..
Erzincan’ın içinde bulunduğu, Bölgemizdeki
ticaret ve Sanayi Odaları, teşviklerden Bölgenin
yaralanabilmesi için, teşvikin bölgesel ve sektörel
bazda verilmesi gerektiğini savunuyor, Bu ortak
talebin ilgili mercilere iletildiği, ancak aradan
geçen
zaman
içerisinde
olumlu
sonuç
alınamadığına işaret ediliyor., Bölgesel sektörel
bazda verilecek teşviklerle yatırımların, Bölgeye
gelebileceği belirtiliyor..
Erzincan’ın kalkınması ve gelişmesinde etkili
olacak diğer bir sektörün turizm sektörü olduğu
inancı son yıllarda giderek güç kazandı.. Ergan
Dağı projesiyle gündeme giren turizm sektörünün,
projenin gerçekleşmesiyle, Erzincan’ın kış sporları
merkezi olacağı ve bu yoldan. Yöreye gelişme
yolunda katkı sağlanmış olacağı kabul ediliyor. .
Turizme umut bağlanırken", Erzincan Ergan
bölgesindeki doğal yanın, bir kış sporları merkezi
olması için yeterli koşullara sahip bulunduğuna
dikkat çekiliyor., yerli ve yabancı uzmanların bu
konudaki görüş ve düşüncelerine önem veriliyor..
Nitekim İstanbul Ticaret Odası tarafından
uzmanlara hazırlatılan " Doğu Anadolu Kış
Olimpiyatları konusunda şöyle deniliyor::
Erzincan Ergan dağı için hazırlanan proje
kapsamımda, dünya üzerinde uydudan alınan
fotoğraflardan yapılan incelemede; Pist imkanları
itibarıyla dünyadaki en iyi üç dört yerden biri olduğu ifade edilmektedir..
Erzincan Ergan dağında oluşacak konaklama tesisi
1350 metre en yüksek tepesi ise 3290 metredir..
Yani, kot farkı 1940 metre ile tüm kayak
pistlerinin lideri durumundadır. .Bu yönü ile de
bütün dünya kayakçılarının cazibe merkezi
olacaktır.
Erzincan Ergani dağı için kullanılan bu ifadeler,
projenin önemini ortaya koyuyor olmalıdır.,
projenin gerçekleşmesi halinde Erzincan’ın
kalkınması, gelişmesi olayına önemli katkısı
olacağını göstermektedir.. Bu Özellik, projenin
hayata geçirilmesi çabalarının etkili bir şekilde
devam ettirilmesinin lüzumuna da işaret ediyor olsa gerektir. . .
Bilineceği gibi; üniversiteler kış oyunlarının 20II
yılında Erzurum’da yapılması kararlaştırılmış
bulunuyor. Bu etkinlik dikkate alınarak, Ergan
projesinin o tarihe kadar gerçekleşmesi ve kış
oyunlarının birkaç ayağının Erzincan da
yapılmasının sağlanması gerekmektedir. ve bu
yönde çabaların varlığından söz edilmektedir. Bu
çerçevede kayak merkezinin kabinli taşıma
sistemlerinin ihale hazırlıklarının sürdürüldüğü
ifade ediliyor. Ergan Dağı Bölgesi’nin bakanlar
Kurulu kararı ile turizm koruma ve geliştirme alanı
olarak ilan edilmiş olması, Önemli bir aşama
olarak görülüyor.
Erzincan’ın gelişmesi ve kalkınması olayında,
önemli etkisi ve katkılı olacağına inanılan diğer bir
oluşum, üniversitedir.. Erzincan Üniversitesinin
açılmış olması, son yılların en anlamlı
kazanımlarından biridir.. Zira, Üniversitelerin
Ülkenin ve bulunduğu yörenin, ekonomik, sosyal,
kültürel hayatında önemli bir yerinin olduğu kabul
ediliyor.. Erzincan’ın da üniversiteden her alanda
yararlanacağına inanılıyor..
Erzincan Üniversitesinin kısa sürede, gerek fiziki
yapılanmada gerekse yeni fakülteler, yüksek
okullar açılmasında ve hızlı yükselen öğretim
kadrosuyla, öğrenci kadrosuyla gösterdiği geliş ve
beklenen faydanın şimdiden görülmeye başladığını
kanıtlıyor.
Sonuç
olarak:
Çok
yönlü
ve
çok
katılımlı,"devletin, Özel kesimin destek vereceği
projelerin hayata geçirilmesiyle ancak Erzincan’ın
kalkınman olabileceği gerçeği ortaya çıkmış
bulunuyor.
Ankaradaki Eviniz
ERZİNCANLILAR EVİ
Sümer Sok.5/1 Kızılay Ankara
Tel: 0312.231 92 39
13
Tandırbașı
1939 ERZİNCAN DEPREMİ YIL DÖNÜMÜ DOLAYISIYLA:
BAZI HATIRLATMALAR
İnş. Müh. Bircan EKİNCİ
İMO. Erzincan İl Temsilcisi
26 Aralık 1939 gününü 27 Aralık 1939
‘a bağlayan gece ,yakın tarihimizin en müessif
depremlerinden biri Erzincan ve çevresinde
oluşmuş , şiddeti Richter ölçeğine göre 8 olan
deprem sonucunda toplam 32962 kişi hayatını
kaybetmiş ve çok büyük yıkım meydana
gelmiştir.
Kuzey Anadolu aktif fay hattı üzerine
kurulmuş Erzincan, 1939’dan önce ve daha
sonra ‘da (En son 13 Mart -1992) birçok
depremler yaşamış can ve mal kayıpları
olmuştur.Bir doğa olayı olan depremi
önümüzdeki süreçlerde
de devamlı
yaşayacağız.Erzincan şehrimizin kurulu olduğu
ova , iklim ve toprak bakımından son derece
müsait ve kavşak mahiyetinde ana ulaşım
yolları üzerinde olduğundan insanlar tarih
boyunca yıkıcı olan depremlere rağmen burada
yaşamaya devam etmişlerdir.
Her yıkıcı depremden sonra şehrin
yerleşim yeri değişmiş ve zemin açısından
şehrin yerleşimine uygun yeni yerler
seçilmesine çalışılmıştır.
1939 ‘da yıkılan şehrin yerine yapılan
jeolojik çalışmalarda şu anda organize sanayi
bölgesinin konuşlandığı yer ve daha batısının
yerleşime uygun olacağı tespit edilmesine
rağmen maalesef şehir tamamen tarım arazisi
olan bugünkü yerine inşa edilmiştir.
Son
senelerde yapılan
bilimsel
araştırmalarda zemin yapısının ,deprem
sırasında binalardaki davranışı ile ilgili çok
önemli etkileri olduğu saptanmıştır.Buna
rağmen 13 Mart 1992 depreminde 1939 ‘a göre
daha az can kaybı olması ve daha az yıkım
olması
inşaatlarda
yeni
teknolojilerin
uygulanması sayesindedir.1992 depremi bu
teknolojilerin ve inşaatlarda kullanılan
malzeme kalitelerinin de yanlış kullanıldığında
214
nasıl davranış göstereceğinin bir uygulaması
olmuştur .Ve ders alınacak birçok veriler
sunulmuştur.
13 Mart 1992 Erzincan Depremi ve
daha sonra meydana gelen Japonya /Kore ve
ABD calofornia depremleri benzer özellikleri
arz ettiğinden yapılan araştırmalarda o tarihe
kadar bilinen depremle ilgili birçok kavram ve
varsayımlar yeniden değerlendirilmiş ve
değiştirilmiştir.
Dünya üzerinde depremle karşı karşıya
kalan ve depremi devamlı yaşayan birçok ülke
vardır.Gelişmiş ülkeler ; insan hayatını ve
ekonomilerini daha hassas düşündüklerinden
yerleşim yerlerini seçmeye ,inşaatlarını
şartname
ve
yönetmeliklere
uygun
yapmaya,eşyalarını deprem
hareketlerine
uygun yerleştirmeye kadar işlerini gayet ciddi
yapmakta ve buralarda can ve mal kaybı yok
denecek kadar az olmakta ve çok şiddetli
depremlerden sonra bile çoğu kez hiçbir
onarım
yapmadan
binalarında
oturabilmektedirler.
Deprem bir tabiat olayı ,afet ise
insanlardan kaynaklanan
bir
hatalar
manzumesi olduğu bilinci içerisinde depremle
yaşamaya devam etmektedirler.
Aktif fay hattı üzerindeki bütün
yerleşim yerlerinde deprem her türlü tabiat
olayı(yağmur,kar,fırtına v.s.) gibi günlük
yaşantıda yerini almalı, nasıl yağmur
yağdığında etkilenmemek için çatılardaki kırık
kiremitler aktarılıyorsa, dışarıda olunduğu
zaman şemsiye kullanılıyorsa depreme karşı da
alınması gereken ve uygulandığı zamanda
hiçbir zarara sebebiyet vermediği örnekleri ile
ispat edilmiş tedbirleri,inşaatları yaparken
almamamız çok kolaydır ve mevcut yasa ve
mevzuatta bunu önermektedir.Yapılacak tek
Tandırbașı
şey ,tavsiye edilen esaslara dikkat edip titizlikle
uygulamaktır.
Mevcut binaların da depreme karşı
mukavemetleri muhtelif metotlarla test
edilebilmekte ve gereken hallerde takviye ve
güçlendirme
yapılabilmektedir.Takviye
güçlendirme
konularında
son
yıllarda
teknolojik ve ekonomik birçok model
geliştirilmiştir.
Oturduğumuz binalar daha önceki
depremleri yaşamış yıkılmamış ve hasar
görmemiş gibi duruyorsa da mutlaka gözden
geçirilmelidir.yapılıyorsa
,depreme
karşı
davranışının test edilmesi ve daha sonra
gereken işlerinin yapılması da bu şekilde
müteala edilmelidir ve bu diğer işlerden daha
önemlidir.Bu konuda üçüncü bir kurum ve
kuruluştan bir yaptırım beklenilmemelidir ve
zaten böyle bir yasal oluşum da yoktur.
Zamanında yapılan ufak müdahale ve
iyileştirmeler daha sonraki telafisi mümkün
olmayan yıkım ve can kaybını neredeyse sıfıra
indirir.
Odamız ;Erzincan’ın deprem riskini dikkate
alarak hem ilgili birimleri ve hemde
hemşehrilerimizi bilgilendirmek amacı ile
konferanslar düzenlemektedir.
Bu cümleden olarak ; konunun Türkiye
ve
Dünya
ölçüsündeki
uzmanlarından
Ortadoğu Teknik Üniversitesi hocası Prf. Dr.
Tuğrul Tankut Erzincan’a davet edilmiştir.
Erzincan Üniversitesi ve İnşaat
Mühendisleri
Odası
Erzincan İl
Temsilciliğimizin ortaklaşa
düzenlediği
toplantıda Prof.Dr. Tuğrul Tankut tarafından
Binaların
Deprem İçin
Güçlendirilmesi
konulu konferans icra edilmiştir. Oda olarak
benzer
etkinlikler
sürdürülmesi
çabası
içindeyiz.
Depremle yaşamaya mecbur olan ve
depremlerden çok etkilenen hemşerilerimizin
bu güzel şehirde huzur,mutluluk ve güven
içinde yaşamalarını diliyor ve artık Depremi
kendi elimizle afete çevirmeyelim sloganını
özellikle vurgulamak istiyorum.
BUGÜN 13 ŞUBAT
BAYRAM GÜNÜDÜR
Rıfkı KAYMAZ
Yıllar önce düşman, yurttan atılmış,
Sevin Erzincanlım, düğündür bugün!
Yüreklere ap-ak sevinç katılmış,
Sevin Erzin9canlım, düğün günüdür!
Bugün on üç Şubat, bayram günüdür.
Yürekler bilenmiş bir kış gününe…
Halit Paşa, düşmüş asker önüne.
Rusu,Ermeni’yi katmış önüne,
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür.
Halit Paşa, bayrak olmuş en önde…
Hiddetlenmiş, coşmuş, taşmış bugün de
Asker , yiğit, Erzincanlı düğünde,
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür.
Gözler ışık, ışık yanıyor bugün,
Hemşehrim o günü anıyor bugün.
Yiğit Halit’leri tanıyor, bugün,
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür.
Aradan şu kadar seneler geçmiş…
Dedeler,amcalar, nineler geçmiş.
Ecdadım, bu güzel ovayı seçmiş,
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür.
Dört yanını siper etmiş dağların,
Coşkun sular, yeşil yeşil bağların.
Gerilerde kalmış acı çağların.
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram gün
Bugün On Üç Şubat, dostlar gülelim!
Bugünü bir bayram günü bilelim!
Ecdadın ruhuna dua edelim!
Sevin Erzincanlım, düğün günüdür!
Bugün On Üç Şubat, bayram gün
15
ERZİNCANDA İZ BIRAKANLAR:
Tandırbașı
HEMŞERİMİZ UĞURHAN TUNÇATA
Dr.Cemal AYTEMİZ
“Ölümünün gönüllerimizde bıraktığı üzüntü
ve yankılama devam
ediyor.
Ondan
ayrıldığımıza
inanamıyor, inanmak
bize zor geliyor. Çünkü
O, ilginç kişiliği ve
özellikleriyle bir büyük
beyin
idi.
Değişik
düşünceleri
üreten
bir
makineyi
andırıyordu. Ne yazık ki artık o beyin, o
makine durdu. GAMA’ nın başarısı için
uğraşırken, Türkiye koşullarında yeni olan
düşünceleri
uygulamaya
çalıştı.
Bir
müteahhitlik şirketi için, bilinen çalışma
yöntemlerinin ötesine geçmeye ve yenilikler
yaparak başarıya ulaşmaya çalıştı. Sadece
Türkiye değil, dış ülkelerde de işler yapmayı
amaçladı.Şirkete
yabancı dil
ile iş
yapabilme yetenek ve geleneğinin oluşması
için, önemli kararlara imza attı. Yaşamında,
sadece şirketin işleriyle yetinmiyordu; çünkü,
beyni bir anda bir çok konuyla ilgilenmek
üzere kurgulanmıştı.Ülkenin sorunlarıyla
yakından ilgileniyor, çözümler üretiyordu.
Sosyal ekonomik, teknolojik, sanatsal hatta
siyasal nitelikte
çalışmalar yapıyor,
geliştirdiği düşünceleri, ilgili makam ve
kişilere iletiyordu.Atatürk’ü iyi incelemiş ve
özümsemiş olarak savunur, düşüncelerinin
aksaksız
uygulanmasını
dilerdi.
Cumhuriyetin
temel
ilkelerine
bağlı,
sapmalara cesaretle karşı koyan, bir çok
akademisyenin bilgisine sahip bir beyin idi”
GAMA İNŞAAT Bülteni böyle yazmıştı. Bu
hemşerimizin ardından
.Uğurhan Tunçata,
Erzincan’ın
Işıkpınar Köyü (Vasgirt K.) Dingoğlu
216
ailesinin, tek erkek çocuğu olan , malül
harita (e)Yarbayı Ahmet Turan Tunçata’
nın oğluydu. Turan Tunçata, Üsteğmen
iken Erzurumlu bir ailenin kızı Naciye
Sultanla evlenir. Dingoğlu lakaplı Turan,
soyadı kanunu çıktığı zaman subay olarak
başka bir ilde
görevliyken, Tunçata
soyadını almıştır.
Uğurhan Tunçata, Turan beyin ikisi
kız, beş çocuğundan üçüncüsüdür.
Ankara’da ki Erzincanlılar Kültür ve
Sağlık Sitesinin inşaatı yapımı için
vakfımıza büyük yardımlarda da bulunan
rahmetli U. Tunçata 1928 yılında
Ankara’da doğmuş, İlk ve lise öğrenimini
Ankara’da
Atatürk
Lisesinde
tamamlamıştır. Uğurhan, İstanbul Teknik
Üniversitesinden Yüksek İnşaat Mühendisi
olarak 1951 yılında
mezun olmuş,
Amerika’da staj ve doktora yapmıştır.
Hayata,
Diyarbakır Karayolları
mühendisi
olarak
atılmış, özellikle
Diyarbakır Hava Alanı ve diğer hava
limanlarında
kontrol
mühendisliği
yapmıştır. Memurluktan istifa eden,
U.Tunçata, İlkokuldan ve üniversiteden
arkadaşı olan
Erol Üçer ve Yüksel
Erimtan’ la birlikte
iş adamı Raif
Mumcu’ yu da aralarına alarak, 1956
yılında, Ankara’ da, dört ortaklı GAMA
şirketini kurar.
Uğur Bey şirketin kuruluşundan
hemen sonra, dayı kızı Özden Hanım ile
evlenir. Bir yıl sonra 1957 yılında Ömer,
1963 yılında Arzu isimli çocukları dünyaya
gelir.
Bu arada büyümesini sürdüren
Gama, tüm çalışanlarını şirket üyesi yapar.
ODTÜ. den mezun olmuş, istikbali olan,
Tandırbașı
genç mühendisler Gama’ya alır, kadrosunu
genişletir. İlk önemli işleri Samsun’daki
Yeşilırmak üzerine kurulan Büyük ve
Küçük Uğurlu Barajlarının yapımı
olmuştur.
Şirket büyümesini geliştirerek kısa
zamanda yabancı ortaklıklar da sağlayarak
,Dünyanın sayılı şirketleri arasında
katılırlar. Hızla büyüyen şirket, yurt içi ve
dışında önemli projeleri gerçekleştirir.2003
yılına gelindiğinde, Gama, Türkiye’nin 500
büyük sanayi kuruluşu arasına girmiştir.
2005 yılında Uğurhan Tunçata
Ankara vergi şampiyonu olmuştur.Tunçata,
önemli bir Japon şirketiyle
ortaklık
oluşturmuş, bu ortakla birlikte, İstanbul
Boğaz Tüneli
proje ve tasarımlarının
(Marmaray Tüp Tünel’ in)
ihalesini
almışlardır.
Uğurhan
çok
yorulmuş
ve
yaşlanmıştır. Kendi isteği ile şirketin
başkanlığını sınıf arkadaşı Erol Üçer Beye
devreder. Kendisini daha çok hayır işlerine
vakfetmiştir.
Ülke
kalkınması
ve
problemlerinin çözümüne katkı sağlamak
amacıyla, kafasını yorar. Öyle ki hukuk
düzenindeki eksiklikleri sorgulayan bir
hukuk
kitabı
bile
yazmıştır.Yine
demokratik ve hakça bir düzenin
kurulabilmesi için, arayışlara girmiş, görüş
ve düşüncelerini , Sesleniş ve Sorgulama
adlı kitaplarında ortaya koymuştur. Bu
kitaplardan
birer
adedini,
tüm
parlamenterlere de göndermiştir.
Kalkınmakta olan ülkemizin en
önemli sektörü turizm için gerekli olan
lisanı öğrenmek ve bazı incelemelerde
bulunmak üzere Amerikaya gönderilen 230
Kaymakamın buradaki incelemeleri ve
lisan öğrenmelerini Amerika daki oğlu
Ömer
Tunçata’yı
yardım
için
görevlendirir. Bu vesile ilede Ömer
Tunçata ve kendisi zamanın Erzincan
Valisi Merhum Recep Yazıcıoğlu ile
tanışır..
Gün
gelmiş,
rahmetli
Recep
Yazıcıoğlu
Erzincan’a
vali
olarak
atanmıştır
Uğur Bey, Erzincan’a ilk gidişinde
vali’ ye çıkar ve gıyaben tanıdığı, ancak
hiç görmediği vali ile tanışırken, kendisini
Amerika’daki Ömer Tunçata’nın babası
olarak tanıtır.
Yazıcıoğlu
ile
görüşmelerinde
Erzincan’ın Eğitim ve Sağlık alanında ki
ihtiyaçlarına katkıda bulunmak is tediğini
söyler veValinin önerisiyle Erzincan
Meslek Yüksek Okuluna bir MOTOR
ATELYESİ ile gerekli alet ve edavatın
alınmasına büyük oranda katkı sağlamakla
başlar..
Bu arada Tunçata , eskiden beri
kafasında tasarladığı ve gerçekleştirmek
istediği ‘Bir İl’i Kalkındırma Projesi” nin
uygulanması için seçtiği Sinop ilinden
vazgeçer ve bunu Erzincan Depreminde
Kaybolan halası Ayşe Hanımın ve Erzincan
toprağında yatmakta olan , baba annesi ve
dedesinin (İsmail ustanın) de yattığı
Erzincan’a kaydırır. Böylece Tuncata’nın
Erzincan yatırımları başlar.
İlk etapta,”Erzincan İlinde İş Gücü
Potansiyeli,
sosyo-ekonomik
yatırım,tarım ihtiyacı ve Öncelikleri”
nin araştırılmasına karar verilir. Bunun için
arkadaşımız Hüseyin AĞCA görev alır.
Valilikle, 3. Ordu ile yapılan temaslar
sonucu, hemen hemen Erzincan’ın yerleşik
aile reislerinin % 100 ne ulaşılır ve
Temmuz 1998 yılında başlanılan bu anketaraştırmanın tüm maddi finansmanını
Tunçata karşılar.(Bunun öyküsü Tandırbaşı
13 Şubat 1999 sayısında okunabilir.)
Türk Eğitim Vakfı Başkanı Suna
Kıraç’ın Erzurum’a yapacakları bir gezinin
Erzincan’ada kaydırılmasını için Teknik
17
Tandırbașı
Üniversiteden arkadaşı olan Suna Kıraç’ın
eşi İnan Kıraç’dan rica eder. Suna Kıraç
Erzincan’a de uğrar ve Valinin rica sı
üzerine Koç’un ürettikleri araçların arızalı
motorlarının Erzincan Meslek Yüksek
Okulun’da tamir edilmesine başlanır..
Yine Uğur Bey, Eğitim Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Muharrem Güleryüz’ün ,
Fakültenin ihtiyaçları için büyük oranda
yardım yapmanın yanında, Suna Kıraç’ dan
da Bilgisayar Laboratuvarına bilgisayar
bağışlattırır,
İş
adamı
girişkenliğiyle
Erzincan’daki Hastanedeki yoğunluğu
görerek, buna bir çare düşünmüş ve gezip
gördüğü 34 sağlık ocağının bakım ve
tamire muhtaç olduğu, bunun için Sağlık
bakanlığı buralarda verilen sağlık hizmeti
için 287 milyon Tl.harcandığı , oysaki
hizmetin kişilerin ayağına götürülmek
suretiyle bu miktarın aşağı çekileceğini
tespit etmiş ve 3.Ordu Komutanlığından
temin edilen bir ambulans sağlık ekibiyle
2,5 ayda 251 bin kişi taramadan geçirilmiş
ve bunların giderleri de Tunçata ca
karşılanmıştır.
Bu arada Sağlık ocaklarındaki
Rontgen, Tomografi gibi aletlerin tamir ve
bakımınıda Ankara’dan gönderdiği ekipte
sağlıyor.
Erzincan Süt Fabrikası :
Halkın ortaklığıyla kurulmuş olan
Erzincan Süt Fabrikası zaman içinde
çalışamaz hale gelmiş atıl olarak
bekletilmektedir.Şirketin
ortak
ve
yöneticilerinden
bir
grup
konuyu
görüşmek ve yardım almak amacıyla
Tunçata’yla görüşürler (Erzincan’da) 21
milyar ödenmesi gereken borçları vardır.
39 milyarda batmış sermaye. Vali’nin de
katıldığı toplantıda Sn. Tunçata, önce
borçlarınızı ödemeniz gerekir; eğer
18
ERZİNCANDA İZ BIRAKANLAR:
borçlarınızı öderseniz yardımcı olabilirim
der; ancak ödeyemeyiz diyerek ayrılırlar.
Uğur bey bu işe el koyar ve eski
dostu olan Selçuk Yaşar’ a telefonla süt
fabrikasının durumunu
anlatır ve bir
inceleme yapmalarını rica eder.
Bu
fabrikayı nasıl işletmeye açabiliriz ? Ne
yapmalıyız? İsterseniz sizin adınıza,
ürünlerinizin ham maddesini üretebiliriz
diye de ekler. Yaşar Durmuş adını duyan
sütçüler, bu defa yeniden gelirler ve bu
parayı toplayabileceklerini bildirirler. Sn.
Selçuk’ta, kendi özel uçağı ile bir ekip
gönderir, gerekli incelemeler yapılır.
İşletmenin faaliyete geçmesi için 100
milyara ihtiyaç vardır. İşletmenin 21+ 39=
60 milyarı vardır. 40 milyar Tunçata
yardım eder ve Selçuk beyin ekibi, bir çok
parçaları
değiştirilerek,
tamirat
tamamlanır.
İlk yıl, günde 500 lt süt işleyen
fabrikanın kapasitesi, iki yıl sonra artar
ve kapasite günde
32 tona
çıkar.
Köylülerin sütü toplanmakta, ilçelere kadar
süt tankerleri süt toplamaya gitmektedirler;
ancak fabrikanın kendi kaynağı yoktur. Bu
nedenle fabrika yeteri kadar süt bulmakta
zorlanır. Bu arada Selçuk Yaşar’ a verilen
peynir yağ vs karşılığı olan 273 milyar TL.
lık alacak birikmiş ve alınamamaktadır.
Köylülerin
süt paralarının ödenmesi
güçleşmiştir. Selçuk Bey’in
ödeme
güçlüğüne düşmesiyle mahkemelik duruma
gelinmiştir. Tunçata yönetim
kuruluna
bazı önerilerde bulunur ve mahkemeden
vazgeçilir. Kazançtan bu zarar kapatılır.
Fabrika iyi bir start almıştır, Toplanan
sütler işlenmektedir. Bu defa köylüler, süt
için daha fazla
para istediklerinden
fabrikaya süt girişi azalır, verim düşer.
Tunçata, bu defa fabrika, kendi
sütünü
kendisi üretsin ilkesiyle,
bir
mandıra kurulma sına karar verir. İlk iş
olarak Fırat yakınında Milli Emlak’ a ait
Tandırbașı
600 dönüm araziyi satın alır. “Balacan
Damızlık Üretim Çiftliğini” kurar. 550
dönümü hayvan yemi yetiştirilmesi için
ayrılır ve ekilmeye başlanır. 50 dönüm
üzerine iki ayrı modern ahır (Avrupai
ölçülerde) 1000 tonluk slaş çukuru, çeşitli
depolar ve idare binaları yaptırılır.
İlk elden
2004 yılında 60 adet
Holştayn süt ineği alınır. Suni dölleme
uygulanan hayvanlardan beklenen verim
alınamaz. Kayseri’den, yerli ırktan tanesi
3.5 milyara 350 Kg ağırlığındaki boğalar
satın alınır. 180 Cm yüksekliğinde ve 1570
Kg. ağırlığa gelen boğalar bu işi başarıyla
yaparlar. Mandıra bir yandan süt üretimi
yaparken diğer yandan erkek danaların
ağırlıkları 350-500 Kg. geldiğinde,
kasaplık olarak satılmaya başlanmıştır.
İneklerden, ortalama günde 20 Kg süt
alınmaktadır. Ayrıca köylüye düve satışı
da
yapılır. Bazı
kooperatiflere ve
köylülere 100 ün üzerinde gebe düve
satılmıştır;
amaç
köylüleri
kalkındırmaktır.
Sütler, “Balacan Süt
Mamulleri Sanayii ve
Ticaret A.Ş.de
işlenmektedir” 2003 yılında yeniden revize
edilen fabrika 8 saatte 30 ton işleyecek
kapasiteye yükseltilmiştir. Fabrika 2007
yılında 1 100 000 litre süt işleyerek
yoğurt, kaşar peyniri, beyaz peynir, tere
yağı ve ayran üretimi yapmıştır. Halen
çiftlikte 55
düve bir çok dana
bulunmaktadır.
Çiftlik arazisinin alınması, tesisin
kurulması için
1,6 trilyon TL
harcanmıştır. Bir gün konuşmamızda Uğur
Ağabey, şimdiye dek ne kadar harcama
yaptın diye sorduğumda 2.5 milyon dolar
olmuştur, daha da edeceğim demişti.
Amacı
bütün köylüleri ortak yapıp
üretimlerini kendileri yaparak gelir sahibi
yapmaktı. Ne yazık ki bu değerli
hemşerimizi ve ağabeyimi kaybetmiş
bulunuyoruz. Ölmeden kısa bir süre önce
Sn. Ağca ile ziyaretine gitmiştik. Artık
yaşlandığını Erzincan’la ilgilenemediğini,
oradaki şirketin devam etmesini ve
Erzincanlılara bir kazanç kapısı olan bu
kuruluşların
çalışmasını
istediğini
bildirmişti. Bunun için bize bir teklif
sunmuştu. Teklifinde, sahibi olduğu
şirketin yönetimini, Erzincanlılar Kültür
ve Sağlık vakfına vereceği noter yetkisiyle,
tarafımızdan
yönetilmesini
istiyordu.
Özellikle benim ve Ağca Hocanın bu
görevi üstlenmemizi önemle vurgulamıştı.
Bizde bazı hazırlıklar yapmış, bu işin nasıl
yapılabileceğini, hukuki ve ticari açıdan
nasıl olacağını araştırmaya başlamıştık.
Görüştüğümüz zaman oldukça sağlıklı
görünüyordu. Kısa zamanda öleceğini hiç
aklımıza getirmemiştik. Ne yazık ki
kaybıyla ilgili haberi aldığımda, iş işten
geçmişti.
Vefatından sonra, eşiyle konuştum,
Uğur beyin yapmış olduğu, benim için emir
olan isteğini
elimizden geldiğince
yürüteceğimizi
söylememe
karşın,
bilemediğim,
anlayamadığım
bazı
düşünceler var olmalı ki, Cemal; biz her
şeyi hallettik diyerek, konuşmamız
sonlanıverdi.
Bana, her konuştuğumuzda, hayatta
en yakın akrabam sensin Cemal diyen
amcazademe, Uğur ağabeyime, Tanrıdan
rahmet diliyorum. Kabri nur ile dolsun,
mekanı cennet olsun. Bu yazıda yazmaya
çalıştığım hizmetler, rahmetli Tunçata’ nın
sadece Erzincan’la ilgili yaptıklarıydı.
O’nun vatanı ve Türk halkı için daha ne
kadar çok çalışmalar yaptığını biliyorum.
Onlar
ayrı bir yazının konusudur.
Dürüstlük ve yardımseverlik denince, her
zaman aklıma ilk gelecek isim Uğur
ağabeyim olacaktır.Vatanına aşık , insanı
seven, Tanrının hamiyet perver bir
kuluydu. Nur içinde yatsın.
19
Tandırbașı
İNTERNETTE ERZİNCAN
Bilişim dünyasındaki gelişmeler, basılı yayınların
elektronik ortamda da yayınlanmasına, iletişimin bu
ortamda en kısa zaman içerinde gerçekleşmesine
imkân sağladı.
Cep telefonlarıyla toplumda adeta unutulan
mektuplaşma, sanal dünya imkânlarının gelişmesi ve
yaygınlaşmasıyla bir tür olmaktan çıkıp e-posta’ya
dönüştü. Yayınlar, bilgiler kurulan sitelerle dünyanın
dört bir yanına bir saniye içinde aktarılır oldu.
Teknolojideki bu gelişmeler, kişisel ve kurumsal
internet sitelerinin yaygınlaşmasını doğurdu. Resmî
kurumlar,
belediyeler
resmî
işlemlerini,
başvurularını, duyurularını, bilgi aktarımlarını kendi
siteleri eliyle sanal ortamda sunar oldu.
Gazeteler, elle dizilen kurşun harflerden, filmle
ofset baskılara geçti. Sanal ortama aktarılan
gazeteler, bilgisayar başında istenilen süreli
yayınlara ulaşma imkânı doğurdu
Kısacası dünya, insan ve toplum; iletişimde,
bilişimde dev adımlar atarak yeni bir dünyaya
dönüştü.
Artık her şeye; bilgisayarla, klavyeyle ulaşmak
kolay.
Oturduğumuz yerde istediğimiz bir gazetenin
sayfalarında dolaşmak, dünyanın dört bir yanına
istediğimiz bir haberi, resmi, görüntüyü anında
ulaştırmak mümkün. Elektronik bir dünyada
yaşıyoruz artık.
Dünyamızı, hayatımızı kuşatan böylesi bir
dünyada Erzincan, Erzincanlı nerelerde? Hangi
Erzincan sitelerine ulaşıyor, hangi haberleri hangi
sitelerden okuyoruz? Erzincan’ımızın kültürel,
sanatsal, turizm değerlerini hangi siteler internet
dünyasına sunuyorlar?
Erzincan’da günlük olarak yayınlanan Doğu
Gazetesi, www.doğugazetesi.com.tr’den yayınını
gerçekleştiriyor. Günlük haberler yanında köşe
yazarlarıyla okuyuculara ulaşıyor. Gazetede, yılların
gazetecisi Şefik Aras ağabey, gazetenin sahibi
H.İbranim Özdemir ve Rıfkı Kaymaz belirli
sürelerde yazılarını yazıyorlar.
www.erzincan.net, www.erzincan.com ile günlük
Erzincan Net gazetesine ulaşıyoruz. Gazete yazar
kadrosunu ana sayfada veriyor: Rıdvan Aydemir,
Prof. Dr. Osman Demirdoğan, Uzm. Psikolog
220
Rıfkı Kaymaz
Danışman Yener Özen, Prof. Dr. Hüseyin Şenocak,
Dr. Mesut Turan, Dr. Bülent Dabanlıoğlu, Opr. Dr.
Halil Gök, Dt. Serdar Çetinkaya, Necmettin Ünal,
Mustafa Çetiner, Aydın Yalvaç, Av. Can Tekin,
Fatih Gürbüz, Ferruh A. Yerli, İlhan Deniz, Levent
Baydar, Mehmet Boran, Fehmi Gezginci, Yılmaz
Ünal yazılarıyla okuyuculara ulaşıyorlar.
1419 üyesiyle www.vatan24.com’da forum,
galeri, sohbet köşeleri var. Bu sitede yazanlar:
Yılmaz Garip, Rıfkı Kaymaz, Mehmet Altan ve
Fikri Akyüz. Siteden Erzincan dörtyolu her an canlı
olarak izlemek mümkün.
www.cayirli.net sitesinin 1716 üyesi var. Forum,
müzik, radyo, fıkra köşeleriyle yayınlanan sitede
Yılmaz Garip ve Rıfkı Kaymaz da belirli sürelerle
yazıyorlar.
www.erzincanliyiz.biz
“memleket
hasreti
çekenler”e sesleniyor. Sitede ticarî işletmeler, ilgili
dost siteler tanıtılıyor, duyurular yapılıyor. Sitenin
fotoğraf, müzik ve viedo arşivi de bulunuyor.
Habercan
Gazetesi’nde
Hüseyin
Aslan,
Muammer Yıldıztaşı, Hikmet Köksal, Fatih
Gülnahar, Murat Akdemir, Burhan Altunbilek, Dilek
Tihan, Levent Boydaş köşe yazarı olarak
www.gündem24gazetesi.com ‘da okuyucularına
sesleniyorlar.
Özsöz Gazetesi, www.ozsoz.com’da okunuyor.
Köşe yazarları: Erdem Özsoy, Lütfi Özgünaydın,
Bekir Pamir, Y.Bahadır Ulucan, Mustafa Özmen,
Hamdi Ülker ve İhsan Ünlü.
Erzincan
adını
taşıyan
bir
site
www.erzincan24.com’da Şefik Aras, M.Beşir
Buyruk, İhsan Ünlü, Fatih Buyruk, Faruk Canbaba,
Esra Kirik, Erkam Nar, Âdem Yılmaz yazıyorlar.
www. habererzincan.com, www. habermerkezi.com
haber sitelerimizden ikisi.
www.nehaber24.com’un
yazarları
Selçuk
Özdemir, Erkam Nar, H.İbrahim Özdemir, Hüzün
Yücel, Fatih Gülnahar ve Murat Akdemir.
www.yenierzincan.com’un yazarları ise şöyle:
M.Beşir Buyruk, Faruk Canbaba, Nevzat Laleli.
Can Erzincan Gazetesi bayilerde de okuyucusuna
ulaşıyor. Gazetenin sitesi: www.canerzincan
gazetesi.com Site yazarları: Recep Aktaş, Hüseyin
Tandırbașı
Şenocak, Namık Nas, Ümit Ülgen, Bülent Buz,
Alperen Türkoğlu.
“Kentin
ilk
internethaber
sitesi”
www.erzincanhaber.com’da
haberler
yanında;
Muammer Yıldıztaşı, Y.Bahadır Ulucan, Dr. Köksal
Papuçcu, Pınar Dağ, MevlütPeker, Oğuz Yetkin,
İbrahim Çankaya, Op.Dr.B.Ali Mamik’in yazıları da
yayınlanıyor.
Erzincan dernekleri de siteleri ile üyeleriyle
iletişimlerini sürdürüyorlar. Hemşehri birlik ve
beraberliğinin sıcaklığını devam ettirmek istiyorlar.
Erzincan’ımıza önemli yatırımlar yapan değerli iş
adamlarımızın önemli bir derneği var. Erzincanlı
Sanayici ve İş Adamları Derneği: Ersiad. Derneğin
sitesi: www.ersiad.org Yine önemli bir derneğimiz;
Erzincan Kültür ve Eğitim Vakfı: EKEV. Vakfın
sitesi: www.ekev.org Kemaliye Kültür ve Kalkınma
Vakfının sitesi:www.kemav.org Yine bir Kemaliye
derneği: Kemaliye Folklor ve Turizm Derneği.Site:
www.keftud.org
İnternette dünyasında Erzincan eğitim, kültür,
yardımlaşma, dayanışma, turizm ve tanıtma
amacıyla hizmet veren pek çok dernek var. Bunların
isimlerini tek tek buraya alamıyorum.
İnternet dünyasından pek çok köyümüzün
sitesine de ulaşıyoruz: www.3pinar-erzincan.tr.gg;
www.agilkoyu.net; www.akbudak.net;
www.altkoy.net; www.baglica.getforum.org;
www.catalcak.com; www. cigdemlikoyu.org;
www.citkoyu.com; www.distaskoyu.com;
www.dostalkoyu.com; www. ekincikoyu.com;
www.ekmekli.com; www.elaldi.com;
www.erecekkoyu.com; www.ergukoyu.com
www.erzincanbaglicakoyu.tr.gg; www.
erzincanmerketlikoyu.com;
www.ekecikder.comwww.golkoyu.com;www.gozay
dinkoyu.org;www.harmankayakoyu.com;www.heyb
elikoyu.com;www.kacakkoyu.org;www.
kemahdogankaya.com; www.kemahoguzkoyu.com;
www. kozlupinar.sitemynet.com;
www.mantarlikoyu.com; www.percemkoyu.com;
www.sahorenkoyu.azbuz.com; www.sariguney.net;
www.yalincakoyu.com; www.yucebelenkoyu.com;
www.catalcam.com; www.akbudak.net
Erzincan radyo ve TV siteleri: www.erzincan.tv;
www.erzincanfm.com;
www.2000radyo.com;
www.habererzincan.com (inci radyo);
Erzincanlılar,
sanal
dünyada
forum
sitelerinde
buluşup
görüşüyor,
yazışıyorlar.
www.erzincanforum.net sitesinde olduğu gibi.
İlçe tanıtımlarını amaçlayan sitelerimizden
birkaçı
şöyle:
www.tercan.org;
www.kemahlilar.com;www.kemahlilar.org;
www.tercanli.com;www.bayirbag.com;
www.refahiyeliyim.com; www.kavakyolu.tr.gg;
www.otlukbelim.com sitesi’nde Ernail Büyük,
Yusuf albayrak, Dr. Mesut Turan, İhsan yıldız,
Hüseyin Şenocak ve Abdurrahman Keleş’in
yazılarını okuyoruz.
Erzincanspor çalışmalarını bir siteden sunuyor:
www.erzincanspor.net
Değerli hemşehrimiz, akademisyen, sanatçı Avni
Öztopçu’nun;
www.mimoza.marmara.edu.tr uzantılı Selüke
belgeliği
özenle
hazırlanmış
bir
site:
http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/ERZiNCAN/sel
uke/index.html
Yazar
hemşehrimiz
Günay
Güner’in,
www.gunaygüner.blogspot.com; Sedat Sevim’in
www.sedatsevim.com gibi sitelerini de burada
anmak istiyorum.
Ücretsiz alanlarda güzel Erzincanımızı tanıtmak
isteyen, kendi gayretiyle bir şeyler üretmek isteyen
hemşehrilerimizin
de
siteleri
var:
www.erzincangundem.blogcu.com;
www.blogosfer.com/yenierzincan;
www.erzincansitesi.azbuz.com
www.azbuz.com,
www.blogosfer.com,
www.blogcu.com gibi alanlardan kendi köylerini
tanıtmak isteyenler kendi köy isimlerinin ardından
bu site isimleriyle birlikte bu sitelerden ücretsiz
yararlanabilirler. Bilgisayar ve internete ilgi duyan
gençlerimizin bu sitelerin hazır şablonlarıyla kendi
köylerini hazırlayabilir ve yayınlayabilirler.
Erzincan ve Erzincanlılara yönelik mail
gruplarına üye olarak Erzincan’la ilgili bilgi ağıyla,
bu grup eliyle haberleşmeyi de hemşerilerimize
öneriyoruz.
Erzincan’ımız ile ilgili siteler yalnızca bunlar
değil. Dikkatimizden kaçan sitelerimiz de olabilir.
Resmî kurumların, Erzincan yerel yönetimlerinin
sitelerini buraya almadık.
Bu yazımızda, güzel Erzincan’ımızın, kültür,
sanat ve turizm değerlerini internet dünyasına
taşıyan sitelerimizi tanıtmak ve bu sitelerle buluşan
güzel insanlarımızı bir arada anmak istedik
21
Tandırbașı
YAZLIKÇI ERZİNCANLILAR
Dr. Aydın AYTEMİZ
İnsanların yaşam sıkıntıları arttıkça, biraz
dinlenme , sıkıntılardan uzaklaşma, moral toplama
ve güç bulma açısından, hem gezme hem de tatil
yapma, amacıyla
mekan tebdili yapmayı
benimsemişlerdir. Çoğunluk, deniz kenarlarını,
akın ederek tatillerini, ya kamplarda, ya da
kendilerine ait yazlıklarında geçirmektedir. Öyle
ki, son yıllarda
tatilcileri taşımakta, özel
otomobiller, trenler, uçaklar ve otobüsler yeterli
olamıyor. Her yaz yaşanan
binlerce trafik kazasına karşın.
Yazlıkçılar denilen grup,
sahillerimizde, sade ve sadece on
beş, bilemediniz, bir iki ay
kalabilmek için çoğu sahip
oldukları betonlaşmış, bir çoğu
denizden
uzak
evlerinde
dinlemeye çalışıyorlar. Mutluluğu
buralarda
arıyorlar.
Mimari
konfordan ve estetikten yoksun
hatta
denizi
bile
görmeyen, katar dizisi gibi
dizilmiş bu evlerde gerçekten
dinlenebiliyorlar mı? bu da yanıt
arayan, bir soru olarak duruyor.
Halkımız
mülk sahibi
olmayı çok seviyor; aman bir
yazlığımız, bir evimiz olsun da,
nasıl olursa olsun düşüncesinde. Bir çoğu, kısıtlı
bütçeleriyle, bir kooperatife üye olmuş, bir mülk
edinmiş, durumu iyi olanlar, villalar yaptırmış,
milyonları buralara gömmüş, sırf dinlenmek tatil
yapmak için. 15 ile 30 gün kalacakları bu villalara
bu kadar parayı gömmek doğru mu? Bu da ayrı
bir tartışma konusu. Günümüzde artık herkesin
dinlenmeye hakkı olduğu bir gerçek. Son elli yılda
gittikçe artan yazlıkçılık, neler getirecek, nerelere
uzayacak bunu da göreceğiz.Yazlıkçılık sadece
deniz sahilleriyle de kalmadı, şimdilerde birde
orman içi sayfiyeler, dağ evleri eklendi.
Erzincanlıların Ayrıcalığı:
Türk insanının, hatta dünya milletlerinin
çoğunun, yaz turizmini ve dinlenmeyi bilmedikleri
dönemlerde, Erzincan insanı bunu biliyor ve
222
uyguluyordu. Benim 60 -65
sene önce,
çocukluğumda yaşadığımız, köye göçme ve yaz
aylarını
köylerde
geçirme
geleneğimizin
evveliyatı,
sanırım çok daha gerilere gidiyor
Çoğu Erzincanlının, yaz aylarını geçireceği, şehrin
sıkıntılı havasından kurtulacağı, meyvesiyle,
sebzesiyle, beslediği ineğiyle, tavuğuyla asude bir
hayat geçirecekleri köyleri, çiftlik hayatları vardı.
Bilemiyorum; ama dedelerimiz bu ihtiyacı çok
önceleri hissetmiş, köylerini sayfiye yeri olarak
değerlendirip, yaşamlarını ona göre tanzim mi
etmişlerdi? Yoksa, ters yönde bir gelişim mi, bu
alternatifi yaratmıştı? Yani, ziraatçı olan ve
köylerde yerleşik insanlar, şehirler gelişip, iş
hayatı arttıkça mı? Köylerden şehre inmiş, yine de
oraları da elden çıkartmamışlardı. Bu suretle, hem
şehirli, hem köylü olmuşlardı.
Yılın çok büyük bir bölümünü şehirde
geçirenler, sadece yaz aylarında
sayfiye yeri
olarak köye taşınma adetini gelenekleştirmişlerdi.
At arabalarına yüklenen gerekli eşyalar, şehirden
köye götürülür, yaz boyunca orada kullanılırdı.
Taşımacılık at arabalarıyla yapılırdı. Ev halkı ya
faytonlarla gider, ya da yüklerin üzerine oturarak
taşınırlardı. 1939 Deprem sonrası yılların birinde,
Tandırbașı
baba köyü olan Fidanlı (Hah) köyüne taşınırken,
köye girişte, bir derenin içinden geçişimizi, yükle
dolu
ve üzerinde oturduğumuz arabamızın
neredeyse devrileceğini görüp ne kadar çok
korkmuştum.
Bizim asıl köyümüz, dede mirası Sarıgöl
Köyüydü. Yaz aylarında oraya taşınırdık. Evimizin
önünden, hiç kesilmeden akan suyun, çağıltıları
arasında, bahçelerde, ağaçların gölgesinde, sebze
maşaraları ve çiçek tarhlarının arasında hem
çalışır, hem tatil yapardık. Biz çocuklar meyve
ağaçlarının üzerinden inmez, her şeyin turfandasını
ilk yiyen bizler olurduk. Bir üretim merkezi olan
köylerimiz, son yıllarda turizmde önerilen ve geniş
bir tatbikat alanı bulan, kendi elinle ineğini
sağacağın, sebzeleri toplayacağın, atlara bineceğin,
tavukların altından yumurta alacağın çiftlik
turizmine
doğru
yönelmektedir.
Aynen
Erzincanlının köy yaşamı gibi.
Köydeki mahallemiz, Beyler Mahallesi
olarak tanınıyordu. Erzincan’ın nam yapmış
beyleri, bizim komşularımızdı. Sami Beyin
oğulları Rauf ve Nusret Bayındır kardeşler,
İstanbul’dan gelen,
Kasap Ziya Efendilerin
çocukları Hilmi Beyler, Zeki Beyler, E. Albay
Emin Kebapçıoğlu ve doktor oğlu Zeki Beyler,
Halil Beyin kızı Nursa ve teyzesi yazlıkçı
komşularımızdı. Yine de şehirden gelenler
çoğunluktaydı.
Yazlıkçılık çok seviliyordu. Şehrin yorgun,
argınları
bir yandan dinleniyor, bir yandan
çalışıyor bahçelerindeki meyve ve sebzeleri
değerlendiriyorlardı. Taze ve günlük gıdalarla
besleniyor sağlıklarına sağlık katıyorlardı. Bunun
yanında
ev
ekonomisine
de
katkıda
bulunuyorlardı. Bilemiyorum, son yıllarda,
Erzincanlılar yine yazlıkçı olarak köylerine
gidiyorlar mı? Ankara’dan bazı arkadaşlarımızın
yaz aylarında Erzincan’daki köylerine gittiklerini,
tatillerini orada geçirdiklerini biliyorum; ama ben
Erzincan’da kendi köyümüze gittiğimde, bir iki
komşumuzun dışında kimseyi görmüyor, kimseyi
bulamıyorum. Komşularımızın çoğu bahçelerini
evlerini satmışlar, terk etmişler. O sevdiğimiz
komşularımız yok olmuş. Güzelim bahçelerin
yerinde yeller esiyor. Oralar, çevre il ve ilçelerden
gelen, ağaç sevgisi , sebze değeri bilmeyen
insanlarla dolmuş. Bahçelerden, yeşilliklerden,
eser kalmamış. O asırlık ağaçlar kesilmiş yok
olmuş. Bahçeler tarla haline gelmiş, devamlı akan
sular bile kesilmiş. Eskiyle kıyaslanacak hiçbir şey
kalmamış. Erzincan’a gittiğimde, yaşadığımız o
güzel günleri, bulamıyor, o bizim hoşlandığımız
güzellikleri
göremiyorum. Büyük üzüntü
yaşıyorum. Bu yüzden oralara gitmiyorum; hatta
yakınından bile geçmiyorum.
Erzincan’dan edindiğim bilgilere göre,
günümüzdeki yazlıkçılık durumu, yüreğimi biraz
olsun ferahlattı. Bahçeli Köye,700, Yayla Başına
500, Bayırbağ 300, K Kaya 400, Uluköy’e 400
civarında yazlıkçı taşınmaktadır. Ortalama 500
ailenin hala yazlıkçılığa devam ettikleri ve bunların
kış aylarını şehirde geçirdikleri anlaşılmaktadır.
Bir çok hemşerimiz de, Işıkpınar, Sarıgöl
gibi köylerde, sahip oldukları bahçelerine
yaptırdıkları villa ya da evlerinde, yaz kış
oturarak, yazlıkçılığı böyle sürdürmektedirler.
BİR GEZİNİN
ARDINDAN
Erzincan’ımıza 150-160 Lise mezunu
gittik, gördük, döndük.
Bu
arada
mezun
olduğumuz
Lise’mizinde 60. yılını davetsiz olarak
biz kutladık.
Nutuk söyledik, kucaklaştık, söyleştik,
hasret giderdik, vedalaşıp ayrıldık.
Gırlevik, Cimin, Ekşi Su,Vasgirt
Hepsi ve her şey çok güzeldi, hoştu
yedik, içtik, gezdik tozduk….
Ama, biz Erzincanda ,
Hele hele feyz aldığımız bu okulumuzda ,
Ne gibi , bir hatıra, hatırlanacak bir anı
Bıraktık acaba?
B.EKİNCİ
23
Tandırbașı
ERZİNCAN YÖRESİNDE OYNANAN ESKİ SOKAK OYUNLARI
SOKAKTA OYUN OYNAYAMAYAN
COCUKLAR GİTTİKÇE YALNIZLAŞIYOR
Sokak aralarında, top sahalarında, boş
arsalarda çeşitli oyun oynayarak bedensel ve zihinsel
kabiliyetlerini geliştiren ve eve mutlu bir yorgunlukla
dönen çocuklarımız yok artık. İnternet kafelerin
duman kokulu salonlarını dolduran çocuklar en
yakınındaki arkadaşıyla bile konuşmadan sanal oyun
oynuyor. Televizyon ve internet kablolarıyla adeta
eve bağlanan küçükler, büyüyünce hem fiziksel hem
de ruhsal sorunlar yaşıyorlar.Dışarıda arkadaşlarıyla
oynamadığı için paylaşmayı bilmiyor. İletişim
gücünü kaybederek içine kapanık hale geliyor.
Sokakların güvensizliği ve oyun alanlarının
azlığı çocukları eve kapanmak zorunda bırakıyor.
Çocuklar apartman dairelerine sıkıştı.. Hatta bir
şeyleri kırar döker diye salona ve mutfağa dahi
sokulmadan küçük bir odanın içinde büyüyorlar.
Kısmen bir psikoloğun konuşmasından almış
olduğum
yukarıdaki
pasajdan
maksadım,
geleceğimizin can suyu olan cocuklarımıza hayat
verecek uygun ortamları ve şartları hazırlamak için
aileyi ve ilgilileri bu konuda düşünmeye sevk
etmektir.
Aşağıda ele almak istediğim konu;
Erzincanın yaşlı kuşağının çocukluk yıllarını,
bugünkü çocuklarımızdan daha şanslı kılan sokak
oyunları hakkında bilgi toplamak ve bu bilgileri
Erzincan’ın kültürünün folklor kaynağı içine dahil
etmek için fırsat yaratmaktır.
3 yıl önceki Tandırbaşı dergimizde; “ Tandırı
görmemiş ve işlevlerini yaşamamış olan gençlerimize
ve çocuklarımıza ,”Tercan da tandırbaşı” konusunu “
işlemiş ve unutulmuş olan bu kültürümüzün
hatırlanmasını
ve
öğrenilmesini
sağlamaya
çalışmıştım.
Tercan’da yetişmiş olan ve bugün 60-70
yaşlarındaki akraba ve dostlarla bir araya
geldiğimizde, Tercandaki eski sokak oyunlarını
anımsamaya çalıştık. Bu yazının bünyesini asgaride
tutmak için, ben sadece o günkü sokak oyunlarının
isimlerini ve özet tariflerini vermeğe çalışacağım.
Benim vereceğim bilgilere diğer ilçelerimizden ve
Erzincanın içinde o günleri yaşamış olanlardan
toparlanabilecek bilgilerle, ilerisi için kıymetli bir
arşiv oluşturabiliriz diye düşünüyorum.
Tercan’daki sokak oyunlarından aklımızda
kalanları şöyle sıralayabilirim:
1.Kol Topu:
Bugün Dünyanın birçok ülkesinde oynanan
kriket oyununa benzer bir oyundur. Yün veya
çaputtan yapma, elma büyüklüğünde bir topa 50-60
santimlik bir sopa ile vurularak, ebe ve kovalayıcının
yarışma sporu. Bu oyun bir çok cocuğun birlikte
oynadığı kolektif bir oyundur.
2. Aşık-Aşuh – aşşık oyunu:
Tarihi çok eski bir çocuk oyunu olan ve
günümüzdeki çocukların pek oynamadığı aşık oyunu
Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divan ü lügat-it
Türk’te geçmektedir.
Koyun, keçi ve oğlak gibi küçükbaş
hayvanların ön ayaklarının diz kapağından çıkan bir
kemikle oynanan ve oynayanlar arasında, sevgi ve
rekabeti hakim kılan, başarıda kabiliyet isteyen en
zevkli sokak oyunudur. Aşık oyunu, tarihi bir Türk
oyunu olup, daha ziyade Türkiye ve Türkistanda çok
yaygındı. Giderek yerini misket oyununa bırakmıştır.
Sokakta veya evlerin damlarında oynanan aşık
oyununu sadece erkek çocuklar oynar.Aşşık’ın oyun
şeklinin birçok türleri vardır. Bunlardan bazıları;
Alçilerim, şekbene, sorikot, katkat, lez gibi…
Aşıkların yerde duruş şekillerine göre yüzeyleri; çiğ ,
töğ, şeğ, mire ve alçı gibi isimler alırlar. Üst ve
alttaki çıkıntılı kısımları eğelenerek, veya aşığın “
çiğ” kısmına kurşun dökülmek suretiyle aşşık’a bir
kimlik kazandırılır. Heneke veya sağa denen aşık,
sahibinin eline yatkın baş aşıktır. Her oyuncunun bir
henekesi ( sağa) sı vardır. Aşıklar sahiplerinin
zevklerine ve yaratıcılıklarına göre boyanır. Soğan
kabuğu veya kök boyalar aşıklara bir cazibe
kazandırır. Oyuncu aşık’ı yere sektirdiğinde, karnı
veya sırtı yere değmeden dik durması halinde aşık
mire gelmiş olurki, bu atıcıya önemli avantaj sağlar.
Aşıkları biten çocuğa “ uduzdu veya yuduzdu” denir.
İnternette aşık hakkında birçok bilgi bulmak
mümkündür.
3. Anonim karekterdeki oyunlar:
224
Tandırbașı
Bu oyunlar Türkiye’de her yerde oynanan
oyunlardandır.
Bunlar, “Birdirbir, Hamam kubbesi, uzun
eşek, Beştaş, cüz, çelik çomak (çelik çubuk),
saklambaç ,körebe “ gibi oyunlardır.
4. Tercanda oynanan Çocuk oyunları:
Cıttıli (saklambaç),
Gakkıl,( ana araçlar sopa ve teneke kutudur)
Yerli degenek,( ana araç, sopadır)
Sivdi sivdi,
Koç,( ana araçlar yuvarlak ve yassı taşlardır)
Leppik, ( ana araç düz, ince taşlardır)
Alman-Rus oyunu( ikinci cihan harbi
günlerinde yaratılmış bir oyun olup, çocukların
devletlerle ilgili bilgilerini arttırırdı),
Dükkancılık ( Tükan Tükan). Bu oyunla
çocuklar ticaret yapmaya, yöneticiliğe, alışveriş
yapmaya alışırdı.
Askercilik ( esger esger): Çocuklar bir askeri
birlikteki her şeyi taklit eder, askeri rütbeleri ve
askeri birlik yapılarını kusursuz öğrenir ve düşmana
karşı savaşmanın eğitimi yapılırdı.
Sigara paketlerinin kapakları ile oynanan
oyunlar.
oyunları vardır. Bunların hepsini birleştirip, Erzincan
tanıtan kitapların ilgili kültür bölümlerine ilave
edebiliriz. Zira bunları yaşayanları ileride bulmak
çok kolay olmayacaktır.
Bir sonuç çıkarmak gerekirse;
Yaşıtlarımız şunda fikir birliği içindeyiz:
İkinci dünya savaşının bütün olumsuzluklarını
yaşamış bir nesil olmamıza rağmen, sokaktaki o
birlik ve beraberliğimiz sayesinde , dostluklarımız ve
dayanışmamız halen devam etmektedir. Bir araya
geldiğimizde, konuşacak ve paylaşacak çok konular
bulabiliyoruz. Daha çok kelimeyle konuşabiliyoruz.
Yoksul yılların çocukları olmamıza rağmen, sokağın
verdiği can suyu ve enerji ile
sağlıklı nesil
sayılabiliriz.
Bu vesileyle Güzel Erzincan ve Tercan’ın
kurtuluş bayramlarını kutlar saygılar sunarız
Hazırlayanlar :
Nezir Şener (Emekli müzik öğretmeni)
Remzi Şener ( [email protected])(
emekli general)
5. Kız Çocuklarının Oyunları:
Çizgi taşı, ve evcilik oyunları. Bu oyunlar kız
çocuklarının kendilerinin yaptıkları bebeklerle
oynanır ve bu oyunlarda ilerde anne olmanın
sorumluluğuna alışırlardı. Bu el yapımı bebeklere (
Hemeçcik) adı verilirdi. Buradaki H harfi Ğ ile
söylenirdi.
Değerli Hemşerimiz
İşadamı
Hayırsever
6.Son olarak “Kurtuluş günü oyunu” :
Tercan’ın düşman işgalinde kurtuluş tarihi
olan 17 şubat günleri, rahmetli Hamdi Dumlu
hocamızi kurguladığı “Tercan’ın kurtuluş günü
gerçek bir savaş havasında kutlanır. Her 17 Şuıbatta
bütün Tercan halkı gerçek bir kurtuluş mücadelesini
bütün heyecanıyla yaşar.
İşte biz çocuklarda bu bayramlardaki
gözlemlerimizi kendi aramızda yarattığımız bir
senaryo dahilinde o günleri yaşıyormuşcasına
kurtuluş bayramı oyununa dönüştürmüştük.
Yukarıda özetlenen sokak oyunlarının nasıl
oynandığının ayrıntılarını ve şekillerini bu sayfalara
sığdırmak mümkün olmadığından, sadece ana
başlıklarla sıralamakla yetindik.
Biliyorum ki, Güzel Erzincan’ımızın içinde
veya kasaba ve köylerinde yaşamakta olan eski
nesillerin de bu yazıya katacağı Erzincan Sokak
BAŞ SAĞLIĞI
UĞURHAN
TUNÇATA
Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Ailesine ve hemşehrilerimize
Başsağlığı dileriz.
Dernek ve Vakıf Yönetim Kurulları
Tandırbașı
TANDIRBAŞI
Fahri TAŞ.
“ TANDIRBAŞI…” Telaffuz ettikçe daha
bir anlam kazanan, özellikle de biz gurbetteki
Erzincanlıların hayalinde bin bir güzelliği, bin bir
hatırayı çağrıştıran bir kelime Tandırbaşı.
Bundan çeyrek asır önce (Şimdilerde
neredeyse yarım asır önce) elinizde tuttuğunuz bu
dergiyi çıkarmaya karar veren hemşerilerimizden,
ağabeylerimizden kim veya kimler bu adı
bulmuşlar ve dergimize vermişlerse, hepsini bir
kere daha şükranla, saygıyla anıyoruz.
Tandırbaşı’nın ne demek olduğunu, ya da
neler çağrıştırdığını bilmeyen hemşerilerimizin
olabileceğini sanmıyoruz.”
Değerli okuyucular, yukarıdaki satırları
Tandırbaşı Dergisi’ nin, on üç yıllık aradan sonra
yayınına yeniden başladığı Şubat/1990 tarihli
sayısında kaleme almıştık. İlk sayısı Şubat 1966’da
yayınlanan ve artık geleneksel hale gelen 13 Şubat
Kurtuluş Gecesi’nin tamamlayıcısı olan Tandırbaşı
Dergisi’ni bir kere daha sizlere hatırlatmak, genç
kuşaklara da tanıtmak istedik.
Dergi, dernek tüzüğünde belirtilen:”İlimizin
tarihî, turistik ve kültürel değerlerini tanıtmak,
yaşatmak, sahip çıkmak,hemşerilerimizin sosyal,
kültürel ve fikrî gelişmelerine katkıda bulunmak”
amacıyla, her yıl en az bir sayı olmak üzere
yayınlanması düşünülmüş.
Dergi, 1975 yılına kadar zengin içeriklilerle
okuyucularına ulaşmış. 1975 yılında dernek
yönetimindeki değişiklikler sonucu amacından ve
geleneksel yayın anlayışından uzaklaştırılmış.
Birtakım açık olmayan niyetlerin ve ideolojik
görüşlerin aracı haline getirilmiş. Şekli, kapak
resimleri, sayfa sayısı ve yayın periyodu tamamen
değiştirilmiş.
1975 yılında Ekim, Kasım, Aralık aylarında
çıkan üç sayıda içeriğin tamamen değiştiğini
görüyoruz. O zamana kadar çıkan dokuz sayıda
herhangi bir ideolojik yazıya rastlanmazken,
Ekim/1975 sayısında “ÇIKARKEN” başlıkla yazıda
şöyle dinilmektedir:” Derneğimiz ve bununla birlikte
Tandırbaşı Dergisi bu sayıdan itibaren önemli bir
görev üstlenmiştir.” Bir sonraki sayıda ise:
“OKURLARIMIZA” başlıklı yazıda:” 27 yıllık bir
226
geçmişten sonra yeni bir ruhla Ekim ayı başında
yayın hayatına başlayan Tandırbaşı’nın büyük
eksiklikleri ve hataları olduğunu şu kısa dönemde
gördük. Bu hata ve eksiklerimiz üzerine sünger
çekmek gibi bir sorumsuzluğu taşımıyoruz. Tam
tersine devrimci eleştiri metodunu ilkin kendimiz
için
kullanmak
gerekliliğine
inanıyoruz.”
Aralık/1975 sayısında ise yine:”OKURLARIMIZA”
başlıklı yazının son bölümünde :” İşçilerinköylülerin-gençliğin
günlük
çıkarları
için
mücadeleden kaçınmak veya bu mücadeleyi
küçümsemek yahut hiç tanımamak gerici bir burjuva
anlayışıdır. Aynı şekilde ilerici, demokratik ve
ekonomik mücadeleyi, iktidar mücadelesi olarak
görmek de ezenlerin iktidarının başka biçimlerde
devamına hizmet etmektir.” Denilerek.çoğunun
yazarı belli olmayan yazılarla doldurulmuş.
1977 yılının ilk sayısında ise: “Tandırbaşı,
halkımızın ekonomik, demokratik isteklerinin
mahallî emperyalist, kapitalist sömürünün ve onun
yönetim biçimlerinden Faşit Devlet’in teşhir aracı
olmaya çalışacaktır. Bu görevin yerine getirilmesi
tüm ezilenlerin birliğine ve yardımına bağlıdır.
Tandırbaşı, öz eleştiriye-samimi ve yapıcı eleştiriyesonuna kadar açıktır. Yaşasın tüm ezilenlerin
birliği…” denilerek gerçek niyetlerin ortaya
konduğunu görüyoruz. Bu niyetleri ortaya koyanlar,
ne yazık ki yazdıkları yazıların altına imzalarını
koyamamış, bütün vebali Tandırbaşı’na yüklemişler.
Daha sonra da, gerçek sebebini tam bilemiyoruz ama
dergi artık yayınlanamamış.
Değerli okurlar, bilindiği üzere o yıllarda
ülkemiz kısır siyasi çatışmalarla bir kaosa
sürüklenmiş ve neticede 12 Eylül 1980 ihtilalı
gerçekleştirilmiştir. Bu arada başta siyasi partiler
olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun da
faaliyeti durdurulmuş, mal varlıkları da kayyumların
yönetimine verilmiştir.
1975 ve 1980 döneminde yukarıdaki fikirlerin sahibi
olan yöneticiler, bu fikirleri eyleme dönüştürmüşler
ve Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği’nin,
Sıkıyönetimce kapatılmasına sebep olmuşlardır..
Bu
yöneticiler
Mahkemelerce
aranmış
bulunamamış ve Sıkıyönetim Uygulamaları ve
Tandırbașı
yasalar gereği, Derneğin Mahkemece kapatılması
yoluna gidilmiş, ancak eski başkan Av. Bekir Ekinci
‘in uğraşıları ve takipleri sonucu, derneğin devam
ettirilebilmesi için yönetim kurulu yerine, DSİ.de
memur Casim Ağca’nın
Derneğe bir kayyum
atanması suretiyle çözümlenmiştir..
Casim Ağca, bu sürecin hikâyesini
Tandırbaşı Dergisi’nin Şubat/1990 sayısında
anlatmaktadır.
Tandırbaşı Dergisi. 1992-1996 yılları
arasında da başta ekonomik sebepler olmak üzere
çeşitli sebeplerle altı sayı yayınlanamamış.
Anlatmaya çalıştığımız çalkantılı dönemler
de dahil, Tandırbaşı Dergisi yılda bir sayı da çıksa,
yayınlandığı 31 sayı boyunca önemli görevler
üstlenmiştir. Bu yazıyı hazırlarken hemen bütün
sayıları
tek
tek
inceledim
ve
şunu
gördüm.Erzincan’la ilgili akla gelebilecek her konu
az ya da çok Tandırbaşı sayfalarında yer almış
Erzincan üzerine düşünen, araştıran, inceleyen yazı
sahipleri pek çok konuda tespitler yapmışlar,
fikirlerini beyan etmişler, yol göstermişler.
Tandırbaşı’nın sayfaları çoğu zaman Erzincan
üstüne söylene şiirlerle donatılmış. Zaman zaman
bizleri gülümseten fıkralara, anekdotlara yer
verilmiş. Sadece adını duyduğumuz ama kendileri
hakkında bilgimiz olmayan pek çok değerli
hemşerimiz ve hizmetleri yine bu sayfalarda
tanıtılmış. Erzincanlı olmayıp ta Erzincan’da
bulunan, Erzincan’ı gönülden seven insanların
yazılarına da çokça rastladık. Genç kuşakların hiç
görüp, yaşayıp tanımadığı eski Erzincan şehrinden,
depremlerden, yöresel gelenek ve göreneklerden
tutun da, günümüz modern Erzincan’ının geçmişini,
gelişimini hatta geleceğini konu alan pek çok yazı
var. Son on yılın önemli kültür ve sanat olayları ve
bütün Erzincanlıların özlemi olan Erzincan
Üniversitesi ile ilgili yazılara da epey yer verilmiş.
Bütün bunların yanı sıra ta 1948 yılında kurulan ve
“Kamu Yararına Çalışır Dernek” unvanına sahip
“Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği”(
ERZİNCANDER) ile 13 Ocak 1998 de kurulan
“Erzincanlılar Kültür v e Sağlık Vakfı”
(
ERKÜSAV ) ‘ın çalışmaları derginin her sayısında
yer almış. Dernek ve Vakıf , hemen hemen aynı
amaçlara hizmet ettikleri için, faaliyetlerini de
birlikte yürütmüş ve Tandırbaşı Dergisini de birlikte
çıkarmışlardır.
Dile kolay, derginin ilk yayınlandığı yıl
(1966) doğan çocuklar bugün 43 yaşında. Kısacası
“Tandırbaşı Dergisi”nin elinizde bulundurduğunuz
33. Sayısı da dahil, Erzincan’la ilgili araştırma
yapacaklar için, Erzincan’ı tanımak isteyenler için,
Nostaljik duygular yaşamak isteyenler için
bulunmaz bir kaynak, hatta bir hazine.
Tandırbaşı Dergisi elbette ki pek çok
hemşerimizin maddi ve manevi desteklerliyle ve
daha da önemlisi yoğun emekleriyle çıktı ve bu güne
ulaştı. Derginin kapakları genellikle Erzincan’la
ilgili güzel fotoğraflarla süslenmiş. Yapabildiğim
tespitlere göre derginin Yazı İşleri Sorumluluğunu
ilk 10 sayıda Avukat Bekir Ekinci,1975-1977
döneminde ayda bir kez çıkan 7 sayıda sayıda
İbrahim Şimşek, 3 sayıda Murat Cano, 1990-2008
döneminde 2 sayıda .Hüseyin Ağca ve 2 Sayıda da
Fahri Taş ve 6 sayıda yine Bekir Ekinci üstlenmiş.
1976 ve 1977 yıllarında yayınlanan iki sayıda ise
sorumlu yazı işleri müdürü yok.
Bu güne kadar çıkan sayılarda 195 değişik
yazı sahibinin 260 yazısı yayınlanmış. Okuyarak,
araştırtarak, emek vererek bu yazıları hazırlayanlara,
tarihimizin ve kültürümüzün gelecek kuşaklara
aktarılmasına vesile olan yazı sahiplerine,
Tandırbaşı dergisinin yayınlanmasında emeği geçen
herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Aramızdan
ayrılanlara Allah’tan rahmet, hayatta olanlara da
sağlıklı uzun ömürler diliyoruz. Şubat/1990
sayısındaki dileğimizi burada bir kere daha
tekrarlamak istiyoruz:
“Evet değerli hemşerilerimiz, istiyoruz ki,
TANDIRBAŞI Dergisi Erzincan’la ilgili her türlü
meselenin yazılıp çizildiği, konuşulup tartışıldığı
bir yer olsun. Hemşerilerimizin tecrübeleri,
fikirleri, görüş ve düşünceleri sorunların
çözümünde yol gösterici olsun. Pek çok kültür
değerimiz yok olup gitmeden, Tandırbaşı’nın
sayfalarına aktarılsın ve ebedileşsin. Erzincan’la
ilgili inceleme ve araştırma yapan hemşerilerimizin
yazıları Tandırbaşı’nın sayfalarını süslesin.
Kısacası, eski Tandırbaşı ortamını bu derginin
sayfalarında yaşayalım ve gelecek nesillere bir
şeyler bırakalım.”
27
Tandırbașı
ERZİNCANDA 31 MART VAKASI
Tarihimizde 31 Vakası olarak geçen
olay, bir irticai-harekettir. Eski Rumi tarihinin
31 Mart’ına( 13 Nisan 1909) rastladığı için
“31 Mart Vakası” denmektedir.
Rumeli’
inde
“
Nigehan-ı
Meşrutiyet” ( Meşrutiyetin Bekçileri) adını
alan ve hürriyet rejimi için emin kuvvet olarak
İstanbul’a getirilen Avcı Taburları, 31 Mart
günü sabaha karşı taburdaki subaylardan bir
kısmını ağaçlara bağlamış ve bir kısmını da
odalarında hapsettikten sonra sokağa çıkarak
“Padışahım çok yasa, şeriat isteriz” naralarıyla
Ayasofya meydanın daki Osmanlı Mebusan
Meclisi önünde toplanmışlardır. 200 Kadar
hoca’da tekbir getirerek bu asilere katılmış ve
onbaşı ve çavuştan seçtikleri kumandanlar ,
Hamdi Yaşar adlı çavuşun Başkumandanlığı
altında , isyanın umumi olmasını ve halkın
katılmasını temin etmeye çalışıyorlardı. 5-6
bin kişiyi bulan bu asiler grubu Milli Meclisi
sarmış ve açılan yaylım ateşi sonucu Laskiye
Mebusu Mehmet Arslan bey ile Adliye Nazırı
Nazım Paşa öldürülmüş, Bahriye nazırı Rıza
paşa ise yaralanmıştı. Harbiye nazırı Ali Paşa
ve ileri gelen kumandanlar kenara çekilmiş,
asiler Donanmadan Asar-ı Tevfik Zırhlısı’nın
suvarisi ve Bahriye Silahendez Taburu
kumandanı Binbaşı Ali KubuliBey’i alarak
Padışah Abdulhamit’in bulunduğu saraya
götürüp orada “şeriat isteriz , padişahım çok
yaşa”
bağırmaları
arasında
süngülerle
öldürmüşlerdir.
İstanbul’da terör estiren asiler,
Hükümetin değişmesini, şeriat hükümlerinin
hemen tatbik edilmesi, bazı milletvekillerinin
sınır dışı edilmesi, mektepli subayların yerine
alaylı subayların getirilmesi gibi birçok istekte
bulunmuşlardır.
İstanbul’da ki bu ayaklanma devam
ederken, yurdun birçok yerinde ve özellikle
ordu merkezlerinin bulunduğu
Doğu
228
bölgesinde, Erzincan ve Erzurum’da da benzer
olayların olduğu ve isyanın buraları da
etkilediği görülmüştür.
Erzincan ve Erzurum olaylarının
nasıl bastırıldığı, 3 ncü Cumhurbaşkanı
merhum Celal BAYAR “BEN DE YAZDIM
“
kitabının 158-160 sahifesinde söyle
anlatılmaktadır:
“İstanbul’da
başlayan
isyan
memleketin hemen hemen her tarafında ve
bilhassa askeri garnizon bulunan yerlerde tesiri
göstermişti. Doğu Bölgesi’ n de Erzincan ve
Erzurum’daki tesiri daha büyük olmuştu.
Erzincan da 31 Mart’tan az evvel: “İsyan
olacak, askeri okul öğrencileri ve mektepli
subaylar öldürülecek, Ermeniler ortadan
kaldırılacak ve nihayet şeriat istenecek”
şeklindeki
sözler,
kulaktan
kulağa
fısıldanıyordu.Denildiği gibi 31 Mart günü (13
Nisan 1909) asker burada da ayaklandı.
Erzincan garnizonundaki bütün birlikler,
Sancaklarına “Kura-ı Kerim” bağlanmış
olduğu halde ellerinde silahlarıyla şehir
içinden geçerek Koşu Alanı’ nda toplandı 1520 tabur arasındaki bu asi kuvvetin kumandanı
, bir suvari baş çavuyu idi.Başlarında subayları
yoktu. Yalnız Kurmay Yüzbaşı Kemalettin
Sami Bey’in de
(Milli mücadelede
kumandan, daha sonra mebus ve diplomat
Kemalettin Sami Paşa’dır) bunlar arasında yer
aldığı görülüyordu. O da şeriat istiyordu. Ölüm
pahasına da olsa sonuna kadar kendileriyle
beraber olduğunu temin etmiş ve buna
arkadaşlarını inandırmıştı. Hakikatte genç
yüzbaşı
irticaın
düşmanı,
Meşrutiyet
İnkilabı’nın en hararetli taraftarlarındandı.
Ordu kumandanının kendisine verdiği vazifeyi
yerine getirmek istiyordu. Bu arada şunu da
kaydetmek lazımdır ki Merkez Taburu, isyana
Tandırbașı
katılmamıştı. Üzerine varılır, zorlanırsa silahla
karşı koyacağı anlaşılıyordu.
4. Ordu Kumandını Müşir İbrahim
Paşa, yanında Erzincanlıların çok sevdiği ve
saydığı din adamlarından Şeyh Hacı Fevzi
Efendi ( Fevzi Efendi, Sivas Kongresine
katılmış ve daha sonra Birinci Büyük Millet
Meclisi’nde Erzincan’ı temsil etmiştir.) olduğu
halde topluluğun bulunrduğuv yere geldi.
Asilerin kumandanı olan Başçavuş ve Yüzbaşı
Kemalettin Sami Bey tarafından karşılandı.
Aralarında bir konuşma oldu. Fakat bir
anlaşmaya varılamadığı için Başçavuş birden
elindeki “filinta”yı Paşa’nın göğsüne çevirdi.
Bu hali görenler dehşet ve hayret içinde
neticeyi bekliyordu. Paşa, fena bir söz
sarfederek adamı kırbaçlamaya başladı.Bu
cesur davranışı ile Paşa, hem hayatını kurtardı
ham de karşısındakilere karşı manevi bir
hakimiyet elde etmiş olarak doğrudan doğruya
asilerle konuşmak imkanını buldu.
Ordu kumandanı İbrahim paşa ve
Şeyh Fevzi Efendi, asilere istediklerinin
yapılacağını söylediler. Yalnız, Ermenilere
ilişmekten “ Hüküme’ti müşkül duruma
düşüreceği için vazgeçmelerini tavsiye ettiler.
Daha esaslı konuşmak ve anlaşmak için ertesi
günü bütün kumandanların (çavuş ve
onbaşıların) Müşirlik Dairesi’ne gelmelerini
telkin ettiler. Bunun üzerine asker, kışlalarına
dönmeye razı oldu. Yalnız suvariler, yol
üzerindeki İttihat ve Terakki Kulübü ile diğer
bir siyasi kulübün levhalarını kılıçlarıyla
parçaladılar.
Ertesi günü Müşirlik Dairesi’nin
önünde 150-200 keder silahlı askerlerin
sıralandıkları görüldü. Bunlar, asilerin bir gün
önceki kumandanları, çavuş ve onbaşılardı.
Müşir Paşa’ya verdikleri randevuya sadık
kalmışlardı Paşa da meydana çıktı. Ufak bir el
işareti yaptı. Binanın iki tarafından ortaya
çıkan askerlerin yıldırım suratıyle, asileri
çevirdikleri görüldü. Silahları ellerinden alındı.
Bu başarıdan sonra Paşa, kışlalarına gidip
askerlerle doğrudan temas etti. Nasihatlarıyla
hepsini yola getirdi. Subayların kumandasında
disiplin talimlerine başladı. ( Kara kuvvetlerini
kumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in
Erzincan’da askeri orta okulda öğrenci iken
bizzat şahit olduğu bu olay- kendisinin
notlarından alınmıştır.)
Bundan sonra ordu kumandanı
Erzurum’a gitmiş ve hayli alevlenen bu ihtilal
teşebbüsünü yönete Tümen
kumandanı
Korgeneral Yusuf paşadır.( Bu paşa
İstanbul’da Divan-ı Harbi’ kararıyla idam
edilmiştir.) Ordu kumandanı Müşir İbrahim
Paşa Erzincan’da olduğu gibi burada da
Asilerle yaptığı görüşmeler sonunda kan
dökülmeden bu isyanı bastırmış ve İstanbul’a
ki Sadrazamlığa çektiği telgrafla “İstanbul’da
türeyen müstebit ve mürtecilerin, Meşrutiyet
İdaresinin şeklini değiştirmeye teşebbüs
ettikleri işitilmiştir. 4. Ordu, bu yıkıcı hareketi
şiddetle protesto eder. Kanun-i Esasi-‘nin ve
Meşrutiyetin korunması için vatanperverane
bir duygu ile kanının son damlasını akıtmaya
azimli olarak İstanbul üzerine yürümeye karar
vermiştir. Trabzon’a yeter miktarda deniz
vasıtası yetiştirilmesini istirham ederim.”
Talebinde bulunmuştur.
Derleyen : Bekir EKİNCİ
DERNEK – VAKIF YAYINLARI
Büyük Güçler ve Ermeni Kıskacındaki
ERZİNCAN’IN ALBAYRAĞA
KAVUŞMASI
Prof.Dr.Enver Konukçu
***
ERMENİLER VE ERZİNCAN
MEZALİMİ
Pr.Dr.CemalAYTEMİZ
29
Tandırbașı
ERZİNCAN LİSESİ’NİN 60. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ
Metin TOMBUL
Değerli kardeşim Fahri TAŞ’ın; “Erzincan
Lisesi 60 yaşında” adlı eserinden aynen alıyorum:
“Yazın otlar ve gelinciklerle, kışın karla kaplı
tarlaların ortasında, yüzünü Kazankaya’ya, üç
bacağını Kırklar Tepesi’ne uzatan tek katlı binayı ilk
defa 1948 yılının Ağustos ayında gördüm.”
Profesör Dr. Sayın Gürbüz ERDOĞAN, elli yıl
öncesinin lise binasını böyle hatırlıyor. Gerçekten de,
bugün yerinde Merkez İlköğretim Okulu ve Melikşah
İlköğretim Okulu’nun bulunduğu bölge, depremden
sonra kurulan muvakkat şehre oldukça uzak, tarlaların
içerisinde, yazın tozlu, kışın çamurlu bir bölge imiş.
İşte bu yöreye yapılan ve 15 Ekim 1946 günü hizmete
giren Ortaokul binasının tabelası 30 Eylül 1948 günü
LİSE olarak değiştirilir.
Artık ERZİNCAN LİSESİ resmen açılmıştır.
Erzincan bir “Lise” ye kavuşmuştur. Ve bundan böyle,
ortaokulu bitirip de tahsiline devam etmek isteyenler,
“Hangi şehirdeki liseye gideyim?” endişesinden
kurtulmuşlardır.
Erzincan Lisesi’nin 60. Kuruluş yıldönümü bu
yıl büyük bir tesadüf eseri olarak “Ramazan
Bayramı”nın arifesine denk geldi. Türkiye’nin dört bir
yerinden
kutlamalara
katılmak için gelecek
olanlar
da
ne
yapacaklarını şaşırdılar.
Bu nedenle “Kutlama
Komitesi” yerinde bir
karar alarak, kutlamayı
bayramdan
sonraki
Pazartesine; yani 6 Ekim
gününe aldı. Bu karar
herkese rahat bir nefes
aldırdı. Bayramı eşi dostu
ve
çoluk
çocuğuyla
birlikte
geçirmek
isteyenler problem yaşamadan ilk iki günü evlerinde
kutlayıp, üçüncü günü Erzincan’a geldiler. Erzincan
Garı bir kez daha tarihin muhteşem günlerinden birini
yaşadı. İstanbul’dan kalkan özel tren, Ankara’dan da
değerli yolcularını alarak bozkırın ortasında ağır ağır
adımladı Anadolu’yu… Ve 3 Ekim Cuma günü saat
14’ü gösterirken çocukluk ve gençlik yıllarından aşina
olduğumuz acı düdüğünü öttürerek girdi Erzincan
Garı’na büyük bir karşılama kitlesinin meraklı bakışları
arasında. Davul – zurna çalıyor, kameralar görüntü
230
alıyor. İnsanlar birbirine sarılıp öpüşüyor, kahkahalar
önce havada uçuşup sonra yere düşüyor.
Büyük bir kalabalık da Lise’nin bahçesinde
trenle gelecekleri bekliyor, konuşup gülüşüp,
şakalaşarak. Derken Lise’nin bahçesi ana baba gününe
dönüyor bir anda. 40 yıllık, 45 yıllık hatta 50 yıllık
özlemler gösteriye çıkıyor.
Sarılmalar… Sarılmalar… Sarılmalar…
Öpüşmeler… Öpüşmeler… Öpüşmeler…
Bu mutluluğu yaşayanlara da, yaşatanlara da helal
olsun…Ve 6 Ekim Pazartesi sabahı. Uzun bayram
tatilinin ardından okul tekrar açılıyor. Öğrenciler tören
alanında yerlerini almışlar ama karşılarında hiç
görmedikleri, hiç tanımadıkları yaşlı başlı, kelli felli
erkekler, olgun görünümlü modern hanımlar olan
büyük bir kalabalığın şaşkınlığını yaşıyorlar. Sonunda
bu ellisini çoktan devirmiş, rotayı olgunluk dönemine
çevirmiş insanların “Eski Mezunlar” olduğunu
öğreniyorlar. Merasim başlıyor, komut veriliyor.
Bayrağı her zamanki gibi yine Baba Turan tutuyor.
Alanı dolduran kalabalık coşkuyla söylüyor “İstiklal
Marşı”nı. Ardından etkinlikler bir bir devam ediyor.
Bizim gurupta organizeyi yapan iki kahraman
var. Onlar geçen yılki
toplantının ardından dediler
ki: “Erzincan Lisesi’nin
2008’deki
60.
Yıl
Kutlamaları’nda
Erzincan’da
toplanalım
kutlamayı
okuduğumuz
lisenin önünde öğrencilerle
ve
öğretmenlerimizle
birlikte yapalım.” Bu fikir
herkes tarafından kabul
gördü. Günlerin ve ayların
bir an evvel geçip gitmesini
sabırsızlıkla bekledik.
Olayları çok yakından takip ettiğim için,
organizasyonun
her
aşamasında
karşılaştıkları
güçlüklerden
ve
üstesinden
geldikleri
olumsuzluklardan günü gününe olmasa bile haftası
haftasına haberdardım. İşleri rayına oturtmak en az ikiüç ay sürdü. Nerdeyse üç yüz elli kişiye ulaştılar kolay
değil bu, zaman alıcı bir şeydi üstelik. Programı
oluşturmak ve uygulamaya koymak belki daha da
zordu. Sağ olsunlar zoru başardılar ve hiçbir
olumsuzluk yaşamadan, büyük bir topluluğu bir araya
Tandırbașı
getirmeyi, tutmayı ve mutlu etmeyi becerdiler.
Erzincan’daki organizasyonda emekleri geçen,
zamanlarını bize fedakârca ayıran Eczacı Saldıray
BAYDEMİR ve Emekli öğretmen, ressam Yaşar
METE kardeşlerimizin çabaları ve katkılarını da
vurgulama gerektiği inancındayız.
Bizleri konuk eden, ağırlayan, bağrına basan
insanlara teşekkür borcumuz olduğunu biliyoruz ama o
kadar çok ki hangi birine teşekkür edeceğimizi
şaşırdık. Belediye Başkanı Mehmet BUYRUK
kardeşimize mi, bayrağı bugün gururla taşıyan Lise
müdürü Ali Fuat BAŞ kardeşimiz ve öğretmen
arkadaşlarına mı, Değerli medya ve basın kuruluşlarına
mı? Allahınızı severseniz biraz yardımcı olun biz kime,
kimlere teşekkür edeceğiz. En iyisi bizden birileri olan
tüm Erzincan halkına teşekkür edip kurtulalım bu
yükten.
Sevgili Fahri TAŞ ve Sevgili Turan YILMAZ;
Yüreklerinden sevinç, gözlerinden mutluluk fışkıran,
arzulu, istekli, neşeli, hayat dolu, yüz ellinin üzerinde
insanı Türkiye’nin çeşitli kent ve beldelerinden,
işlerinden güçlerinden, ailelerinden koparıp doğunun
peşinde, daima yeni bir şeyler yaratma çabasındadır…
Erinmez, üşenmez. Aktivitesine ben yetişemedim,
yetişebilene aşk olsun. Görev tutkunu bir insan. Onun
adı Fahri TAŞ. Gönül dostu, can arkadaş.
Diğerini ise üzerinden kırk beş yıldan fazla
zaman geçtiği halde hâlâ anlayabilmiş değilim. Yahu
kardeşim senin özel hayatın yok mu? Nedir hep
başkaları için kendini feda etmeye çalışman. Bir değil,
iki değil bu gidişle sonu gelecek gibi de değil. Yoksa
seni ayakta tutan, insanlara olan sevgin ve onları mutlu
etme çılgınlığın mı?.. Devam et, bildiğin ve inandığın
yolda gitmeye devam et Baba Turan!..
Peki hanımlar, beyler siz niye kiminiz paçaları,
kiminiz etekleri tutuşmuşçasına koşa koşa bindiniz
trene, uçağa, otobüse, soluğu Erzincan’da aldınız?..
İşiniz gücünüz yok mu sizin? Eviniz barkınız, çoluk
çocuğunuz yok mu? Yemin olsun sizi hiç mi hiç
anlayamıyorum. Pes ki pes.
Ya sendeki o büyük sevgiye ne demeli Fikret
KORKMAZ hocam? Her seferinde muhterem eşin
Yurdanur Hanımı da ta Trabzonlardan getirerek bizi
mutlu etmen hangi kelimelerle ifade edilebilir?..
bu şirin kentinde nasıl bir araya getirdiniz? Vallahi
ikinize de pes!..
Ben ona Evliya Çelebi derim. Hep değişik
yerlerde, aradığınızda bulabileceğinizi zannettiğiniz
yerlerden menzil menzil uzaklardadır. Daima sürpriz
Bizimle öğretmen değil de; bir kardeş, bir arkadaş gibi
birlikte olmana, gülüp eğlenmene ne demeli. Baş
muavin olduğun için zaten derslerimize de girmezdin.
Üstelik biz Almanca şubesinde de değildik. Gönül
31
Tandırbașı
kapılarını bizlere açıp hepimizi evladın veya küçük
kardeşin gibi sevdiğin için sana da pes...
Ya
siz;
gündüzlerimiz
yetmiyor
gibi
gecelerimizi de paylaştığımız çocuklar! Çoğunuz
Erzincanlı bile değildiniz ama Erzincan’ı ve
Erzincanlıları sevdiniz, benimsediniz, kendinizi
Erzincanlı hissettiniz. Hepiniz değişik nedenlerle
aramızda olmuş, ailenizin konumu dolayısıyla
paylaşmıştınız bizimle sınıfları, sıraları. Topu topu üç
yıl, beş yıl. Daha sonra okul bitmiş, herkes kendi
yoluna gitmişti. Bizi de, birbirinizi de, o çılgınlık
günlerini de unutabilirdiniz, hafızanızdan silip
atabilirdiniz. Nasıl olsa yaşamın labirentlerinde bir
daha karşılaşma şansınız çok azdı. Niye halen daha
görüşüyorsunuz, sarılıp öpüşüyorsunuz, değişik
şehirlerden birkaç günlük birliktelik için dünyanın
fedakârlığını yapıyorsunuz anlamıyorum. Dostluk,
arkadaşlık bu kadar önemli, bu kadar kıymetli mi? Size
de pes arkadaş…
Canımı acıtan, buruk bir sancı var yüreğimin bir
yerlerinde. Ben sevgili müdürümüz Hidayet PASİN’in
okuldaki törende öğrencilerin karşısında bizlerle
birlikte olmasını isterdim. Ben Ümit GÜNGÖR
öğretmenimi eşi Güler öğretmenimizle birlikte tüm
yakışıklılığıyla beyaz eşofmanlarını giymiş olarak
aramızda görmek isterdim. Ben Mustafa YILDIRIM
öğretmenimizi eşi Gülsevin öğretmenimizle birlikte o
güleryüzlü tavrıyla törende komut verirken görmek
isterdim. Resim öğretmenimiz sevgili Nurettin
ELBAŞI’yı o her zamanki bağışlayıcı tavrıyla çok
aradım. Keşke coğrafyacı Ferda EVİRGEN
öğretmenimiz de bizimle birlikte olabilseydi. Allahtan
ki; Hüseyin AĞCA öğretmenimiz ve saygıdeğer eşi
Neriman ablamız bizimle beraberdi. Keşke bizi biz
yapan, üzerimizde anamız babamız kadar hakları olan
diğer öğretmenlerimizin de sağlıkları müsaade etseydi
de Erzincan’da geçen güzel günleri paylaşabilseydik.
İnşallah bir dahaki sefere. Erzincan Lisesi’nde
öğretmen olarak görev yapan tüm öğretmenlerimize
kendim ve arkadaşlarım adına sağlıklı yıllar, uzun
ömürler diliyorum. Hepsinin ellerinden tüm
arkadaşlarım için binlerce kez öpüyorum. Onları çok
özlemişiz meğer…
Kaderin yaptığı azizliğe bakın ki bir çoğumuz
okuduğumuz sınıflarda seneler sonra öğrencilere ders
vererek akla havsalaya sığmayacak büyüklükte
mutluluk duyduk.
Lise Müdürü Ali Fuat BAŞ sana da pes…
Şu saçma yazıyı okudunuz ya, size de pes!..
ERZİNCAN’DA DÖRT
MEVSİM
Ayrı bir güzeldir mevsimler Erzincan’da
Bir tablo gibi işlenir ovasına, dağına.
Karlar düşerken Munzur’un bağrına
Yeşil ile beyaz kucaklaşır ormanlarında.
Yaman olur kışın boranı,ayazı
Buz tutar, kristal olur süsler saçakları.
Bu mevsimde görsen Sakaltutan’ı
Geçit vermez,buz tutar yolları.
Düşmeye başlarken cemreler havaya,suya,toprağa
Hayat yürür bereketli topraklardan dallara.
Çiçek kokuları yayılırken bahçelerden sokaklara
Coşkuyla akar Karasu ovada bir uçtan bir uca.
Yaz günleri sıcak çöker düz ovaya
Piknikler kurulur Refahiye, Eşgisu, Beytahtı’ nda.
Huzur verir köpük köpük su Çağlayan’da
Sıcak ile yeşil dansa kalkar yaz aylarında.
Sonbaharda resmedilir yeşil ile sarı Refahiye dağlarında
Bağ bozumu vaktidir Üzümlü, Bayırbağ’da.
Badem, çemiç, bastığıyla
Bitmeyen şarkıdır lezzet pınarlarında.
Dr. Metin ÖZBEK
32
Tandırbașı
ERMENİLERE NE OLDU?
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
Marmara Üniversitesi
Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin 1915 yılında
yaşadıkları acılar, torunları sayesinde dünya
çapında bir soykırım propagandasının konusu oldu.
Amme efkârı da hemen yanlarında yer aldı. Buna
mukabil Türkler, geç de olsa savunma vaziyetine
geçti. Hâdisenin Rus cephesine yakın Ermenilerin
emniyet mülahazasıyla yer değiştirilmesinden
ibaret olduğunu; asıl katliamı Ermenilerin
gerçekleştirdiğini
tekrarlayıp
durdular.
Bu
hususlarda çok konuşuldu. Her iki tarafın da ajite
ettiği mesele kör döğüşüne dönüştü. Kangren
hâlini aldı. Olup bitenlerin altında yatan gerçeklere
fazla kafa yoran olmadı. Yoranlar da yormamış
gibi davranmayı tercih etti. Sloganlarla konuşuldu.
Ancak açıktır ki, bunlar meseleyi çözmeye
yaramadı. Üstelik bundan daha ziyade Türkiye
zarar gördü. Dışarıda tecrit ve tenkit; içeride
huzursuzluğa sebebiyet verdi. Üzerinden bir asır
geçmiş hâdiseyi, artık daha realist ve
saplantılardan arınmış şekilde ele almak gerekiyor.
Bir takım ön kabuller ve peşin hükümler
bırakılırsa, bu tavrın imparatorluk sahibi bir
milletin vakar ve haysiyetiyle daha uyumlu olduğu
görülecektir.
**
Türklerin Anadoluya
gelmeye başladığı
sıralarda, Anadolu’nun doğusunda Ermeniler
yaşıyordu.
Ortodoks
Bizanslılar,
kendi
mezheplerinden olmayan Ermenileri baskı altında
tutardı. Bu sebeple Ermeniler, Bizanslılara karşı
Türkleri desteklediler. Türk fethinden sonra diğer
yerli halklar gibi, bunlara da vatandaş statüsü
tanındı. Çoğu sanat sahibi bir millet olan
Ermeniler, Türklerin gelişiyle Anadolu’ya yayılıp
şehir ve kasabalarda faaliyet gösterme imkânı
buldular. Hatta o zamana kadar gelmelerine izin
verilmeyen İstanbul’a Sultan Fatih tarafından
yerleştirilip, burada bir de Ermeni Patrikhanesi
kuruldu.
Ermeniler, toplu halde Hıristiyan olan ilk
halktır ve IV. asırdan beri Gregoryen
mezhebindedir. Misyoner faaliyetleri neticesinde
XVIII. asırdan itibaren bazıları Katolik, çok azı da
Protestan olmuşlardır. 1914 senesinde Osmanlı
ülkesindeki Ermeni nüfusu 67 bini Katolik olmak
üzere 1.230.000 civarında idi (nüfusun % 6,6’sı).
2
**
Son asırda Ruslar, kendilerine yakın gördükleri
ve Anadolu’daki emellerine yardım edeceğini
düşündükleri Gregoryen Ermenileri himaye
siyasetine başladılar. Kafkasya’nın Ruslar eline
geçmesinden sonra Rus destekli olarak kurulan
Taşnak ve Hınçak partileri, milis teşkil ederek,
Ermeniler arasında ihtilal tahrikinde bulundular.
[Bugün ki PKK gibi.] Yerli halkı taciz ederek
gençleri kendi içlerine çekmeye çalıştılar.
Anadolu’nun
muhtelif
yerlerinde
patırtılar
[Osmanlı makamlarının bu tip olaylara verdiği
isimdir.) çıkmaya başladı. O zaman hükümeti
ellerinde
tutan
İttihatçılar,
bunlarla
baş
edemeyince, tertipleyenleri bulup cezalandıracak
yerde, hıncını isyanla alâkası olmayanlardan
çıkardı. Halbuki Osmanlı hukukunun anayasası
mesabesindeki Kur’an-ı kerimde “Kimse kimsenin
suçunun cezasını çekmez” der. İttihatçılar, kendi
siyasî zaaflarını, hep cinayetlerle örtbas etmeye
kalkışmıştır. Siyasetlerine muhalif olan devlet
adamı, asker ve gazetecilerden öldürttükleri ya da
sürgüne göndererek hayatlarını kararttıkları gibi;
Türk, Ermeni ve Arap Osmanlı vatandaşlarına da
çok kara günler yaşatmışlardır. Asırlarca sessiz
sedasız yaşayan ve “millet-i sâdıka” diye tanınan
Ermenilerin niye kıyama kalktıklarını kimse
düşünmemiş; bundan dolayı o zamanki idarecilerin
basiretsizlikleri görmezden gelinmiştir.
**
Cihan Harbinin patlak vermesi üzerine,
iktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası, Rus
cephesine yakın yerlerde yaşayan Ermenilerin,
düşmana yardım edebilecekleri
ve etmeleri
gerekçesiyle Suriye’ye tehcirine [göçürülmesine]
karar verdi. 14 Mayıs 1915 tarihli “Sevk ve İskân
Kanunu” ile bu tehcir gerçekleştirildi. Rumeli ve
Anadolu’nun Rus cephesine yakın veya uzak
bölgelerinden kadın, erkek, çoluk, çocuk, genç,
ihtiyar, hasta, sağlam, yüz binlerce Ermeni, köy ve
şehirlerinden yaya olarak istasyon merkezlerine
getirildi. Buralardan trenlerle veya yaya olarak
güneye sevk edildi. Genç erkekler bunu önceden
işitip, Rusya’ya kaçmaya muvaffak olmuşlardı.
Bunlardan bir kısmı da Osmanlı ordusunda asker
idi.
Gelin görün ki, sadece Anadolu’nun
33
Tandırbașı
doğusundakiler
değil,
her
nedense
Rus
cephesinden çok uzak bulunan İzmit, Samsun,
Afyon, Yozgat gibi şehirlerdekiler de tehcire tabi
tutuldu. İstanbul ve İzmir Ermenileri ile Amasya
ve Kayseri gibi yerlerdeki bazı Ermeni aileler
sürgünden istisna edildi.
Anadolu’nun Rus cephesine yakın veya uzak
çeşitli bölgelerinden takriben 900 bin kişi tehcir
edildi. Sürgünler, Suriye şehirlerinde % 5’i
geçmemek üzere iskân edilecekti. Ancak bunların
ancak yarısı Suriye’ye varabildi. Mühim bir kısmı
yolda soğuk, açlık ve hastalıktan; bir kısmı da çete
baskınlarında öldüler. İttihat ve Terakki erkânı, bu
tehcirde Ermenilere çok eziyet edildiğini, tehcir
kervanına mezalim icra eden çetelerin, mahallî
idarecilerin emrinde hareket ettiklerini itirafa
mecbur kaldı. Ermenilerin götüremediği 10 bin
kadar çocuk, Müslüman ailelere verildi.
**
O sıralarda Kilikya ve Suriye’de Haçlı
Seferleri sırasında olduğu gibi bir Ermeni krallığı
kurulması ve başına da sultan olarak Suriye valisi
ve İttihatçıların önde gelenlerinden Cemal
Paşa’nın
geçirilmesi
hususunda
Rusların
hükümetle anlaştıkları rivayet edilmişti. Güya
tehcir de bunun için gerçekleştirilmişti ama,
İngilizlerin karşı çıkması sebebiyle proje
gerçekleşememişti.
Ermenilerin sürülmesi, aslında öteden beri
İngilizlerin safında yer almış bulunan Yahudi
lobisinin bir zaferi olarak görüldü. İki asırlık
rekabet neticesinde Ermenilerden boşalan meydan
bunlara kaldı. Sultan Hamid’e tahttan indirildiğini
tebliğ eden meşhur Musevî mebus Emmanuel
Karaso, Sadrıazam Talat Bey’in sırdaşı ve
bankeriydi. Hatta Talat Bey (Paşa) yurt dışına
kaçarken, bütün servetini buna emanet etmişti.
Siyonist teşkilatına yakınlığı rivayet olunan
Masonlarla İttihat ve Terakki fırkasının irtibatlı
bulunduğu söyleniyordu..
Hemen hepsi sanat sahibi olan Ermenilerin
sürülmesi ile memleket ekonomisi hayli zaafa
uğradı. Ermenilerden kalan 40 küsur bin
gayrımenkul de hazineye intikal ederek İttihat ve
Terakki ricali tarafından el konuldu.. Kalanlarda
etraflarına verildi. Onlar da bu araziyi satarak
servetlerine servet eklediler. Bu sayede geniş
toprakları ellerinde tutan bazı köy ağaları türedi.
**
Tehcirin intikamı gecikmedi. 1916 yılında Rus
işgal kuvvetleriyle Anadolu’ya giren Kafkasya
34
Ermenileri, sürülen yakınlarının intikamını almak
için katliama başladılar. Doğu Anadolusunda
yaşayan, güçlerinin yettiği Türkleri, kadın, erkek,
çocuk, yaşlı demeden katlettiler. Şu anda yer yer
ortaya çıkan toplu mezarlar hep bu katliamlardan
kalmadır. Yani Ermenilerin yaptıkları bu
katliamların çoğu, hep sürgünden sonrasına aittir.
1918 yılına aittir. Halbuki o tarihte Anadolu’nun
doğusunda tek bir Ermeni kalmamıştı. Bu
cinayetlerin sorumlusu da Ermeni halkı değil,
Cihan Harbinde Ruslarla beraber Anadolu’ya
gelen Ermeni çeteciler idi. Bir başka deyişle tehcir,
emniyeti temine yetmemiş; bilakis 1918
katliamlarına sebep teşkil etmişti. Mamafih nasıl
bir avuç serserinin isyan çıkarması topyekûn
sürgünü haklı çıkarmazsa, sürgün de bu katliamları
haklı kılmaz. Çün ki zarara zararla mukabele
edilmeyeceği umumî prensiptir. Ancak kavgayı
önce başlatmak da az kabahat mıdır?
Kırım’dan bu yana kaybedilmiş binlerce
kilometrekarelik vatan topraklarından hicrete
mecbur kalan ve bu uğurda çok acı çekmiş
insanların torunları olarak topyekûn sürgünü, hele
kadın, çocuk ve yaşlılardan alınan bir intikamı
savunmak hayli şaşırtıcıdır. “Dünyada örneği var!
Amerika da yapmış, Norveç de!” demek de
kimseyi temize çıkarmaz. Sui misal emsal olmaz,
yani kötü örnek, örnek olmaz sözü meşhurdur.
Devlet, suç teşkil eden işlerin faillerini arayıp
bulur ve cezalandırır. Bundan dolayı başkalarından
intikam almaz. İslâm-Türk kültürünün hâkim unsur
olduğu Osmanlı Devletinde hiçbir zaman başka din
ve ırk mensuplarına karşı -bugün yükselişi
endişeyle
izlenenşovence
yaklaşımlara
rastlanmamıştır. Bu dikkate değer bir noktadır. Ne
gariptir ki, bugün en şuurlu muhalifleri bile,
kendilerini bir imparatorluğu batıran İttihatçıların
kabahatlerini
savunmak
mecburiyetinde
hissetmektedir.
**
1915 senesinde yaşanan hâdiseler, genosit
(soykırım) olarak izah edilebilir im? Buna cevap
vermek güç. Mamafih dünyada sırf bir ırka veya
dine mensup olduğu için yapılan topyekûn sürgünü
genosit sayma olarak temayülü vardır. Osmanlı
kayıtları 1915’ten önce olanları patırtı, kıtal veya
mukâtele; 1915’te olanları da tenkil ve tehcir
olarak vasıflandırmaktadır. Kıtal, karşılıklı
öldürmek; tenkil nakletmek, tehcir de göç ettirmek
demektir. Adı ne olursa olsun, bazı üzücü hâdiseler
yaşanmış ve bundan dolayı insanlar acı çekmiştir.
Tandırbașı
Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Ama bu
acıları politika malzemesi yapmak da çok yanlıştır.
“Arşivler açık, tarihçiler gelsin baksınlar!” demek
de meseleyi çözmez. Çünki arşivler umumiyetle
zamanın idarecilerinin isteğine göre düzenlenmiş
vesikaları ihtivâ eder. Üstelik bugün devlet
arşivlerinin ancak bir kısmı incelenmeye açıktır.
Ermeni tezini destekler gibi görünen bir vesika
ezkaza bulununca, sahte damgası basılırsa; Ermeni
tezinin de objektif olarak ele alındığı ilmî
toplantılar reaksiyonla karşılaşırsa; böyle bir
ortamda gerçeklerin ortaya konarak meselenin
çözülmesi mümkün olabilir mi?
**
Kanaatimizce bu konuda dünya umumî
efkârına şunlar söylenebilir:
1-Öncelikle “Birinci Cihan Harbi sıralarında
Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve Arap aslından
Osmanlı vatandaşlarının yaşadığı sıkıntı ve çektiği
acılar için üzgünüz. Ancak bunlardan biz sorumlu
sayılamayız. Bunlar yasal olmayan yollardan
iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası ile onun
akıl hocası Almanya’nın başının altından çıkmıştır.
O günlerde yapılanları bugün tasvip etmek
mümkün değildir. Çünki neticesinde koca bir
imparatorluk batmıştır. Üstelik bu işten esas zararlı
çıkan da Türkler olmuştur” denebilir. Dünya amme
efkârı bu kadarını bile beklemediği için
muhtemelen Türkiye’ye karşı ithamcı tavrından
vazgeçecektir. “Biz kimseyi öldürmedik!”, hatta
“Biz kimseyi sürgüne göndermedik” demekle iş
hallolmuyor. “O halde bu topraklarda yaşayan bir
milyona yakın Ermeni nerede?” diye sorarlar ve
bundan sonra söylenenleri kimse ciddiye almaz.
2-Harb kaybedilip, İttihat ve Terakki hükümeti
çökünce ileri gelenleri yurt dışına kaçmıştı. Bu
işlerin baş mesullerinden Talat Paşa ve Bahaddin
Şakir Berlin’de, Cemal Paşa Tiflis’te, Said Halim
Paşa Roma’da, Enver Paşa da Tacikistan’da
Ermeni komitacılarınca vuruldu. 1919 yılında
İstanbul’da kurulan divan-ı harb, geride kalan
İttihatçı erkânını muhakeme edip çeşitli cezalara
çarptırdı. Dolayısıyla bu hâdisenin adlî dosyası
kapandı. Bir suçu işleyen cezasını gördükten
sonra, artık onun yakınlarını hâlâ bu işten sorumlu
görmek hukuk açısından mümkün olamaz. Öte
yandan bu mahkeme kararlarını geçerli saymamayı
vatanseverlik
icabı
zannetmek,
meselenin
çözümünü zorlaştırmaktan başka işe yaramaz.
3-Eğer bu hâdiselerden ötürü tazminat ve
toprak talebi gündeme gelecek olursa, Cihan
Harbi’nden sonraki milletlerarası anlaşmalarla bu
gibi talepler için muayyen bir müddet tanındığını,
bu müddetin geçmesiyle talep imkânının düşmüş
sayılacağı dile getirilebilir. Öte yandan bu
olaylarda zarar gördüğünü ispatlayanlara tazminat,
hatta toprak vermek, koca ülkenin ne haysiyetini,
ne de güvenliğini sarsar. Hatta ekonomik ve politik
faydası bile olabilir. Anadolu’nun doğusunda eski
Ermeni köylerindeki kıraç topraklara gelip
yerleşecek Ermeni de zor bulunur. Bu hususta
diplomatça davranmak, kaybedilen eski vatan
topraklarındaki Türk talepleri için de elverişli bir
zemin hazırlamaya yardım edebilir.
4-Bugün Halep, Şam, Amman ve Beyrut başta
olmak üzere Ortadoğu’nun hemen her şehrinde
Ermeniler yaşamaktadır. Fransa, İsviçre ve
Amerika’da da mühim sayıda Ermeni yaşar.
Azınlık psikolojisiyle izah edilebilecek şekilde
hemen hepsi parlak bir sosyal mevki kazanmıştır.
Bunlar aralarında Türkçeyi ve Türk âdetlerini hâlâ
yaşatır; hatta Türkiye’yi vatanları olarak görürler.
Türkiye’den gidenler bunlardan umumiyetle
hüsnükabul görürler. Bunlar Türkiye için yurt
dışında mühim bir lobi faaliyeti yürütebilir.
5-Bugünki Ermenistan, eski Türk toprakları
üzerinde kurulmuş bir devlettir. Başşehir Erivan
(Revan), ahâlisinin kâmilen Türk olduğu eski bir
vatan parçası idi. Kimsenin aklına bugün orada
Ermenilerin ne aradığı, buraya niçin Ermenistan
dendiğini sormak gelmiyor. Tarihte insanlar,
ülkeler ve halklar değiştiği gibi, düşmanlıklar da
dostluğa dönüşebilir. Ermenistan, Türkiye’nin
hinterlantında bir ülkedir. Sınırlarını kapatmak
Türkiye’nin menfaatine değildir. Ermenistan ve
Ermeniler her bakımdan Türkiye’ye muhtaçtır. Bir
adım atana, bin adım geleceklerine şüphe yoktur.
Türkiye, tarihî ve çoğu hayalî düşmanlıkları bir
tarafa bırakıp eski imparatorluk mirasına sahip
çıkarak eski Osmanlı halklarını ve Osmanlı
toprakları üzerinde kurulan devletçikleri himaye
altına almak suretiyle Ortadoğu, Kafkasya ve
Balkanlarda hatırı sayılan bir güç hâline gelebilir.
Böylece pek çok ekonomik, sosyal ve diplomatik
meselesini aşabilir. Türkiye’nin XXI. asırda dünya
üzerindeki yerini alması, İttihatçıların kirli
mirasını savunarak değil, ancak üniversel
değerlere sarılarak mümkün olabilir.
35
Tandırbașı
Erzincan dolu dolu
bir yıl yaşadı
Kemal ARDUÇ
2008 yılında Erzincan’da düzenlenen kültürel ve
sanatsal etkinlikler Erzincanlıya ışık tutarak farklılık
kazandırdı. Kurum ve kişilerin sergilediği kültürel ve
sanatsal değerler ayrıca geleceğe ışık tuttu.
Erzincan’da 2008 yılında düzenlenen,
hafızalarda yer eden kültürel ve sanatsal
etkinlikler, Erzincanlının ilgisini çekti. Yıl
içerisinde; bazısı geleneksel olmak üzere, bazısı
ise ilk kez gerçekleştirilen ve unutulmayan
kültürel sanatsal etkinlikler şöyle; Erzincan
Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından
Ahilik Haftası Münasebeti ile kaybolmaya yüz
tutan el sanatlarının sergisi açıldı. Erzincan’da
İlk kez düzenlenen sergi davetliler tarafından
beğeniyle gezildi.
Öte yandan Erzincan Belediyesi’nin
Ramazan ayında geleneksel hale getirdiği ve
cumhuriyet Meydanı’nda açtığı kitap fuarı yine
Erzincanlının büyük beğenisini kazandı.
Düzenlenen sergilerin yanı sıra unutulmayan ve
kaleme alınan eserlerde Erzincan adına kültürel
ve sanatsal alanda yerini aldı. Bunlardan;
Erzincan da bulunan mezarlıklar ve mezarlıklar
içerisinde kabri bulunan onlarca önemli
şahsiyet bir kitapta toplandı. Terzibaba ve
Erzincan Mezarlıkları ismi ile doğu yayınları
tarafından hazırlanan kitap Erzincanlı okurların
hizmetine sunuldu. Gazeteci Yazar Halil
ibrahim Özdemir’in objektifinden, Erzincan
Belediyesi
Mezarlıklar
Müdürü
Ünal
Tuygun’un kaleminden uyarlanan kitap, kültür
ve sanat alanında ki yerini aldı.
Erzincan Kültür ve Turizm Müdürü
Metin Çankaya, Erzincan bakırının tarihi
hakkında önemli açıklamalarda bulunarak,
bakır sanatının günümüzdeki yerini anlattı.
Erzincan’da hediyelik eşya denildiğinde akla
36
ilk gelen Erzincan Bakırı olduğunu söyleyen
Kültür ve Turizm Müdürü Metin Çankaya,
Erzincan’da bakırcılığın tarihinin çok eski
yıllara
dayandığını
söyledi.
“Urartu
medeniyetleri eserlerini Altıntepe kazılarından
anlaşıldığına göre, Urartu döneminde Erzincan
bakır işletmeciliği üretimleri Atina pazarlarında
aranan mal olarak değer kazanmıştır. Bakır
levha işlemesinin yanısıra Erzincan ve
yöresinde çok çeşitli türde araç-gereç, mutfak
eşyası yada hamam takımları yapımında
kullanılmaktaydı. Erzincan'dan ülke dışına
satılan
bakır
eşya
büyük
miktarlara
ulaşmaktaydı. Paris, Viyana ve Philadephia
uluslararası fuarlarında sergilenen Erzincan
yöresi bakır eşyaları büyük ün kazanmıştır”
diye hatırlatmalarda bulundu.
Hemşehrimiz Rıfkı Kaymaz Ankara
Polatlı’da Bakır Üzerine Hat, Tuğra ve Süsleme
Sergisi adıyla bir sergi açtı. Erzincan’da bir çok
okulun bir araya gelerek Öğretmenlerin ve
öğrencilerin hazırladığı yörelerden kareler adlı
fotoğraf sergisinin 2. si 2008 yılında
Erzincanlıların beğenisine sunuldu.
Erzincan’ın kültürel ve tarihi değerleri buradaki
sergide yerini almasını bildi.
düzenlenen kültürel ve sanatsal bir çok
etkinlikle 2008 yılını dolu dolu geçiren
Erzincan, bir çok misafire de ev sahipliği yaptı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve
Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından Erzincan
Kültür
ve
Turizm
Müdürlüğü’nün
organizasyonu ile Erzincan’da “Yaygın Turizm
Eğitimi’’semineri verildi.
Erzincan’dan Türkiye’ye örnek olan bir diğer
etkinlik ise Erzincan Lisesi´nin kuruluşunun 60.
yıl dönümü kutlamaları oldu. Erzincan Lisesi
eski mezunlarını bir araya getiren bu proje;
Erzincan Lisesi eski mezunları buluşturuldu.
Bu çalışma ile bir çok önemli davetliyi
ağırlayan Erzincan, renkli günlerinden birini ve
bir yılını daha geçirmiş oldu.
Tandırbașı
KISA KISA
*Erzincan Lisesinin Açılışının 60. Yılı
etkinlikleri
münasebetiyle
düzenlenen
ERZİNCANLI
SANATÇILAR
KARMA
SERGİSİ 3-9 Ekim 2008 tarihleri arasında
Erzincan İl Kültür Müdürlüğü Sergi Salonunda
açık kaldı. Sergide Fotoğraf sanatçıları: Yusuf
Ziya Ademhan, Sıtkı Fırat ve Halil İbrahim
Özdemir, Ressamlar: Birgül Akbaba, Tülay
Cantosun, Doç. Dr. Mehmet Kavukçu, Rahime
Kaya, Yaşar Mete, Yrd. Doç. Dr. Avni
Öztopçu, Betül Öztürk, Dr. Köksal Papuççu,
Hasan Rüzgar, Saadet Taş, Ayla Tokyürek,
Saadet Söyleyici Yasa ve Selami Yazıcı, Hattat:
Refet Kavukçu, Yusuf Erzincani, Selim
Türkoğlu, Bakır üzerine hat ve süsleme
çalışmalarıyla
Rıfkı
Kaymaz,
portre
çalışmalarıyla Turan Turgay’ın eserleri
sergilendi. Sergi davetiyesinde isimleri bulunan
sanatçı Lütfi Özgünaydın ve Cemalettin
Küçüker ise sergiye katılamadı.
* Günümüz usta hikâyecilerinden Mustafa
Kutlu’nun
Huzursuz Bacak isimli hikâye
kitabı,
*Fahri Taş’ın 60. Yılında Erzincan Lisesi” ve
Erzincan Lisesi Mezunlar Albümü,
*Özcan Tokyürek’in Erzincan’a Girdim Ne
Güzel Bağlar,
*Usta fotoğraf sanatçısı Sıtkı Fırat’ın Saklı
Cennet Kemaliye isimli kitap-albümü,
*Doç. Dr. Kadir Polater’in Kur’an Açısından
Adalet ve Zulüm,
*Ünal Tuygun ve Halil İbrahim Özdemir’in
Terzi Baba ve Erzincan Mezarlıkları,
*Rıfkı Kaymaz’ın (S.Er ve Z.Yılmaz ile
birlikte)
Türk Bilmecelerinden Seçmeler,
Tekerlemeler, Türk Ninnilerinden Seçmeler
isimli eserleri Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları
arasında 2008 yılında yayınlandı.
Bu haberin geldigi yer: Doğu Gazetesi,
Erzincan Gazetesi, Erzincan Haberleri
http://www.dogugazetesi.com.tr
BU ŞEHİR BENİ
UNUTMUŞ
Metin Tombul
92 Depreminin ardından Erzincan yeniden
yapılandı. Yıkılan binaların yerine daha sağlam
ve depreme dayanıklı binalar yapıldı. Biz
gurbette olduğumuz için çekilen acılar, yaşanan
hayat mücadelesi fazla etkilemedi. Her zamanki
gibi yine ateş düştüğü yeri yaktı. Yüreklerine
kızgın demirler basarak kaybettiklerinin acısına
tahammül etmeye çalışan insanların büyük bir
kısmı içlerindeki yangınla birlikte başka
kentlere göç ettiler. Görmezsen acın her gün
yeniden depreşmez düşüncesiyle toplayıp
denklerini gurbette aldılar soluğu. İyi mi ettiler,
kötü mü ettiler bilinmez. Zaman gösterecekti.
Bizim güzel bir atasözümüz var der ki:
Acıyan ne demez, acıkan ne yemez? O
gün ne gerekiyorsa denildi ve yapıldı.
Eşyanın
Tabiatı
Kanunu
hiç
değişmediğini yine gösterdi ve gidenlerin
yerlerine dışarılardan başkaları geldiler. Büyük
bir göç oldu. Deprem sonrası vatanına sahip
çıkıp kalmayı yeğleyenler bu ani saldırıya karşı
koyamadılar. Şehir yabancılarla doldu, çehresi
değişti. Yaşam şekilleri, örf ve adetleri birbirine
uymayan kozmopolit bir topluluk çıktı ortaya.
Deprem sonrası 96 yazında gittiğim
Erzincan’ı tanıyamadım. Burası benim 79’da
bıraktığım yer olamazdı. Ben Vakıflar
Pasajı’nın önünden parkın oraya bir saatte
giderdim eskiden. Her dükkânın önünde durup
hatır sormadan gidemezdim. Adım başında bir
37
Tandırbașı
tanıdık, bir arkadaş rast gelirdi. Lâflardık
ayaküstü. Gülüşür, şakalaşır, sohbet eder, hal
hatır sorardık.
O sefer yine aşağıdan yukarı doğru
yürümeye başladım. Trabzon Caddesi aynıydı
ama yürüyen, gidip gelen insanlar o eski
tanıdığımız insanlar değildi. Sanki estetik bir
müdahaleyle hepsinin simasını değiştirmişlerdi.
Yanlış yerdeymişim gibi geldi bana önce, sonra
toparladım kendimi ve esnafa baktım.
Mağazalar da değişmiş insanlarla birlikte.
Selam verecek birilerini arayarak
yürüdüm yukarı doğru. Yahu ne çabuk geldim
ben parkın önüne. Karşı kaldırıma geçeyim de
postanenin önünden aşağı yürüyeyim belki bir
tanıdık çıkar diyerek yürüdüm. Heyhat orası
daha da yabansı, daha da tanınmaz olmuş.
Belediye binasının önüne gelince sırtımı emin
bir yer diye o koskoca taş binaya verip çevreme
baktım yılgın ve üzgün gözlerle. “Vah beni”
dedim büyükannemin ben elimi bıçakla
kestiğim zaman söylediği gibi “Vah beni çoğ
acıy mı, canım çıha?” Hem de nasıl böygana,
hem de nasıl acıy… “Bu hallerini de mi
görecektim Erzincan?..
İnanır mısınız sanki biri beni sırtımdan
vurmuş da ben yeni hissediyorum gibi geldi.
İçlendim, duygulandım bir şeyler yazmam
gerektiğini
hissettim
ama
yazamadım.
Parmaklarım isyanlardaydı, yüreğimle birlikte.
Beynim isyanlardaydı…
Aradan altı ay geçti kendimi Antalya’da
zor toparladım ve aşağıdaki şiiri yazdım.
Yanlışım varsa düzeltin, eksiğim varsa varın siz
tamamlayın:
38
BU ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ
Kalmamış ne bir dost, ne bir aşina
Sıla da, gurbete benziyor gardaş.
Vermesin Allahım dostlar başına
Balımız şerbete benziyor gardaş...
Seneler geçince değişmiş yüzler
Silinmiş maziden o eski izler
Anlamsız anlamsız bakıyor gözler
Özlemler, hasrete benziyor gardaş...
Sevginin üstüne nefret kaplanmış
Güzel duygulara hançer saplanmış
Bunca yabancı yüz nerden toplanmış
Simalar hayrete benziyor gardaş...
Sevinçler matemi andırır olmuş
Dostlar birbirini kandırır olmuş
Ağustos sıcağı dondurur olmuş
Vuslatlar, firkate benziyor gardaş...
Yürekler vefayı kenara itmiş
Yüzlerden o eski tebessüm gitmiş
İnsanlarda yaşam tutkusu bitmiş
Neşeler, kasvete benziyor gardaş...
Geçmişi korkunç bir canavar yutmuş
Bakışlar taş gibi, kalpler buz tutmuş
Anladım bu şehir beni unutmuş
Gerçekler, gıybete benziyor gardaş...
03.02.1997/Erzincan
Tandırbașı
BİZ BİZE
Biz Erzincan’lılar nedense Erzincan için
yapılan faaliyetlerle ve Erzincan’ımızla
fazla ilgilenmeyiz. Bunda biraz çekingenlik
ve birazda sorumluluktan kaçma gibi
gözüken bu ilgisizlik, yeni değil. Çevre il ve
ilçelere baktığımızda birbirleriyle olan
kaynaşmalara ve tüm faaliyetlerin içinde
olmaları, hatta maddi destek gerektiğinde
de imkanlarını seferber eden davranışları
maalesef bizde yok.
için yapılanlara katılmama ilgisizliği yeni
değil.
Neden Erzincan’ lı bir araya gelemez
ve birlikte bir şeyler yapmak ve üretmek
istemezler acaba !
TANDIRBAŞI
Erzincanlı, maddi külfet yüklemeyen
ziyafette, düğünde ve bayramda bir araya
gelmeyi sever ama, yük yükleyen
etkinliklerde hep uzakta kalır. Hatta bazı
ilçelerimizde
yoğun
biçimde
olan
Erzincan’lıda görülmez.
Buna ilgisizlik adına koysak yerinde
olur. Bu ilgisizlik ve birliktelikten kaçıs,
bundan 30-35 yıl öncede aynı imiş. Biz
Erzincanlılar
bu
ilgisizlikten
kaynaşmamaktan,
faaliyetlere
katılmamaktan
şikayet
edegelmisiz..
Erzincan’ı sevmek, Erzincan’ ı özlemek ona
hasret duymak, sözde değil eylemden öteye
geçmeli aldığını birazda veren olmalı .Buda
gösterişle, salt manen katılmakla değil ,
imkanlarla
okuduğumuz,
yetiştiğimiz,
suyunu
içip
havasını
aldığımız
Erzincan’ımız için maddi imkanlarımız
ölçüsünde katkılarla yapılabilmeli..
Bundan 38 yıl önce, İstanbul’da okuyan
genç öğrencilerimiz kurdukları Erzincan
Yüksek Öğrenim Öğrenci Cemiyeti adına
çıkardıkları HASRET adlı bir Derginin 21
Nisan 19971
tarihli nüshasında
bu
ilgisizlikten yakınmışlar ve sayfalarında
şikayette bulunmuşlardır. Demek ki
Erzincan’a ve Erzincanlılardaki Erzincan
39
Tandırbașı
40