indirmek için tıklayınız

ÖNSÖZ
Stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden olan Kafkasya, coğrafik olarak batıda Azak Denizi‘nin
güneydoğusunu oluĢturan Taman Yarımadası‘ndan doğuda, Hazar Denizi‘nin batısında bulunan ApĢeron
Yarımadası‘na; kuzeyde Don ve Kuma ırmakları ağzı bölgesinden güneyde Aras Irmağı‘na ve Kars Platosu‘na
kadar uzanan; kuzeyde ―Büyük Kafkaslar‖ güneyde ―Küçük Kafkaslar‖ dağlarıyla kaplı yaklaĢık 440.000
km2‘lik bir alandır. Don Nehri Kafkasya‘nın kuzey sınırını, Aras Nehri ise güney sınırını oluĢturmaktadır.
Kafkasya Doğu-Batı ve Kuzey-Güney eksenlerinde çok önemli bir geçiĢ noktasıdır. Kuzeyde Rusya‘nın
içlerinden baĢlayıp güneyde Anadolu, Ortadoğu ve Afrika‘ya yönelen eski ulaĢım ve ticaret yollarının kesiĢtiği
yerdedir. Doğuda Çin ve Orta Asya steplerinden baĢlayıp batıda Avrupa ve Akdeniz‘e kadar uzanan tarihi ―Ġpek
Yolu‖ da Kafkasya üzerinden geçer.
Kafkasya, kendine özgü coğrafik yapısıyla Asya, Avrupa ve Ortadoğu üzerinden Karadeniz, Akdeniz, Hazar
Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu gibi önemli denizlere giden yolların kavĢağında enerji ve ulaĢtırma
koridorlarının kesiĢtiği yüksek öneme sahip bir coğrafyada yer almaktadır.
Kafkasya bölgesinin en önemli özelliği birçok farklı etnik grubu içerisinde barındırmasıdır. Dağlık yapısı etnik
grupların belirli noktalarda yoğunlaĢmasına sebep olmuĢtur. Kafkasya, içerisinde barındırdığı dil çeĢitliliği ile de
dünyanın ender bölgelerinden birisidir. Dini yapı olarak da sahip olduğu çeĢitlilik bölgeyi dünyanın diğer
bölgelerinden ayırmaktadır.
Jeostratejik öneminden dolayı bölge tarih boyunca Hunlar, Araplar, Bizans, Moğollar, Osmanlı, Ġran ve Rusya
gibi yükselen büyük güçlerin sürekli ilgi alanında olmuĢtur. Büyük güçlerin tarih boyunca bölge üzerinde
denetim ve nüfuz kurma mücadeleleri Kafkasya‘yı etnik, kültürel ve politik anlamda derinden etkilemiĢ ve
ĢekillendirmiĢtir.
Kafkasya bölgesi, ―Kuzey Kafkasya‖ ve ―Güney Kafkasya‖ olmak üzere iki farklı bölgeye ayrılmaktadır.
Kuzey Kafkasya, Rusya Federasyonu‘nun parçası olan Adıgey, Dağıstan, Kabardino-Balkar, KaraçayevoÇerkez, Kuzey Osetya, ĠnguĢetya ve Çeçenistan gibi cumhuriyetlerden oluĢmaktadır. Güney Kafkasya ise
SSCB‘nin dağılması ile bağımsızlıklarına kavuĢmuĢ olan Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan devletlerinden
oluĢmaktadır.
SSCB‘nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya‘da bağımsızlığına kavuĢan devletler ve ortaya çıkan yeni
dengeler; hem bölge devletlerinin hem de bölgede çıkarları olan devletlerin dıĢ politika davranıĢlarına önemli
etkide bulunmaktadır.
Günümüzde Kafkasya, sahip olduğu zengin kaynakları, jeopolitik konumu, jeostratejik önemi ve çok etnikli ve
çok kültürlü yapısı, bağımsızlık mücadeleleri, etnik çatıĢmalar ve Ortadoğu‘dan sonra dünyanın en zengin enerji
kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi havzasına yakınlığı sebebiyle ile öncelikli bir bölgedir.
Jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik öneminden dolayı tarih boyunca büyük güçlerin nüfuz mücadelesinin
alanı olması Kafkasya bölgesi küresel güvenlik açısından öncelikli bir konuma sokmaktadır.
―Yeni Ġpek Yolu Projesi‖, ―Bakü-Tiflis-Ceyhan‖ (BTC) Petrol Boru Hattı, ―Bakü-Tiflis-Erzurum ― (BTE) Doğal
Gaz Boru Hattı ―Bakü-Tiflis- Kars‖ (BTK) demiryolu hattı, ―TRACECA‖ (Avrupa-Kafkasya-Asya UlaĢım
Koridoru), ―INOGATE‖ (Avrupa‘ya Devletlerarası Petrol ve Gaz TaĢımacılığı) ve ―Kuzey- Güney Uluslararası
UlaĢım Koridoru‖ gibi önemli projeler Kafkasya bölgesinin önemini arttıran etkenlerdir. Kafkasya‘nın coğrafik
I
olarak Ortadoğu, Afganistan, Irak ve Ġran gibi sıcak bölgelere olan yakınlığı stratejik önemini daha da
arttırmaktadır.
SSCB‘nin dağılması sonrasında Kafkasya‘da jeopolitik bir güç boĢluğu ortaya çıkmıĢtır. Bu güç boĢluğunu
doldurmak için bölgesel ve küresel güçlerin benzer veya farklı araçlarla bölge üzerinde etkinlik kurma çabaları
dikkat çekmektedir.
Türkiye, karĢılıklı saygı ve içiĢlerine karıĢmamama ilkesinden hareketle, Kafkasya ülkeleri ile iliĢkilerini
çeĢitlendirmeyi ve geliĢtirmeyi hedeflemektedir. Böylece Ġkili ve çok taraflı iĢbirliğini yaygınlaĢtırarak bölgede
barıĢ, güvenlik ve istikrarın tesisine katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Türkiye'nin Kafkasya'ya yaklaĢımı, bölge ülkelerinin katılımıyla kapsamlı iĢbirliğinin kurulması çerçevesinde,
söz konusu ülkelerin bağımsızlıklarının pekiĢtirilmesi, toprak bütünlüklerinin korunması ve ekonomik
potansiyellerinin hayata geçirilmesine önem atfetmektedir. Türkiye, ayrıca bölge ülkelerinin Avrupa-Atlantik
örgütleriyle bütünleĢmelerini aktif biçimde desteklemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluĢundan bu yana akılcı, gerçekçi ve hiçbir ayrım gözetmeksizin Kafkasya ülkeleri ile
kalıcı barıĢ ve istikrarı sağlamak için dostane iliĢkilerini her zaman sürdürmüĢtür. Kafkasya‘daki
çözümlenememiĢ Yukarı Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya ihtilafları, hem bu bölgenin hem de Avrasya‘nın
güvenliği açısından önemli bir tehdit oluĢturmaktadır. Türkiye, Kafkasya ülkelerindeki tüm ihtilafların barıĢçı
yollardan çözümünün bu ülkelerdeki siyasi istikrara ve ekonomik refaha katkıda bulunacağına, ayrıca ikili ve
bölgesel iĢbirliği için yeni ufuklar açacağına inanmaktadır.
Tüm bu nedenlerden dolayı Kafkasya‘da güvenlik ve istikrarın geliĢtirilmesi, sürdürülmesi, yeni güvenlik
anlayıĢlarının benimsenmesi ve karĢılıklı sosyo-kültürel iliĢkilerin geliĢtirilmesi amacıyla; Kocaeli
Üniversitesi‘nin ev sahipliğinde, Umuttepe YerleĢkesi, Prof.Dr. Baki Komsuoğlu Uluslararası Kültür ve Kongre
Merkezi‘nde, Astana Avrasya Ulusal Devlet Üniversitesi, Bilgesam ve Uluslararası Kafkasya Kongresi 26-27
Nisan 2012 terihlerinde düzenlenmiĢtir.
Kongrenin yapılmasını teĢvik eden ve destekleyen rektörümüz Prof.Dr. Sezer ġener Komsuoğlun‘na, dekanımız
Prof.Dr. Abdurrahman Fettahoğlu‘na, üniversitemiz ile iĢbirliğini geliĢtiren ve daima destekleyen Avrasya
Üniversitesi Lisans üstü Öğretim Direktörü Doç. Dr. Aigerim Shilibekova‘ya, Bilgesam BaĢkanı Doç. Dr. Atilla
Sandıklı‘ya, kongre genel sekreterleri araĢtırma görevlileri Bilge Ercan ve Arda Ercan‘a, bildiri sunarak
kongremize bilimsel katkı sağlayan katılımcılara ve izleyicilere çok teĢekkür ederim.
Saygılarımla;
Prof.Dr. Hasret ÇOMAK
Kocaeli Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve
Uluslararası Kafkasya Kongresi BaĢkanı
II
Uluslararası Kafkasya Kongresi Programı /
International Caucasia Congress Program
26 Nisan 2012 PerĢembe / I. Gün - Aprıl 26, 2012/ I. Day
(Büyük Salon) / Opening Ceremony (Main Hall)
10:00- 11:00
AçılıĢ KonuĢmaları
11:00- 12:30
I. Oturum / I. Session
Politika I
(Büyük Salon) / Politics I (Main Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Yusuf BAYRAKTUTAN
* Orkhan Gafarlı, The Role Of The Religion in The Caucasus Region and Societal Security
* Agron Malaj, Clear Picture Of The Main Challanges Of Energy On Which The Caucasus Region
* Rovena Aliraj, Usa & Ue Foreign Policy in Caucasus
* Albert Hıtoalıaj, Russia‘s Foreign Policy From Caucasus To Balkans
12:30- 14:00
Öğle Yemeği / Lunch (Umuttepe Sosyal Tesisleri/ Umuttepe Social Facilities)
14:00- 15:30
II. Oturum / II. Session
Politika II(Büyük Salon) / Politics II (Main Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Baubek Zhumashuly Somzhurek
* Peyman Asadzade, Roya Ġzadi, Azerbaijan-Iran Relations in The Post-Soviet Era
*Jason Strakes, Taming Caucasian Peripheries: Domestic Threat Perceptions And Borderland Administrative
Strategies Ġn Georgia And Azerbaijan
*Sertif Demir, The Analysis Of War In Afghanistan And Its Effect On The Region

Sadece Büyük Salon‘da Türkçe-Ġngilizce simültane tercüme yapılacaktır. / There will be simultaneous
translation for Turkish and English only in the Main Hall.
III
*Haydar Efe, Foreıgn Polıcy Of The European Unıon Towards The South Caucasus
Kültür & Din I (Akdeniz Salonu) / Culture & Religion I (Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Doç. Dr. Atilla Sandıklı
*Zaur Gasimov, The History Of The Caucasus Between Post-Colonialism And Eurocentrism: Baku Of The 20th
Century As An Entangled History
*Ġnci Çağlayan, Ġsmail Gaspıralı: Tercüman Gazetesi Ve ―Dilde-Fikirde Birlik‖ Söyleminin Yeniden Okunması
*Tevfik Sütçü, ―Edebiyatımızın Kafkas Cephesi: Osmanlı-Rus SavaĢlarında 1855 Kars Zaferinin Türk
ġiirindeki Yansımaları‖
*Nebahat Akgün Çomak/Elgiz Yılmaz/Leyla Akgün, Türk-Gürcü Kültürlerarasılık
Necati Aydın, Osmanlı Devletinin Son Yüzyılda Kafkas Politikası Açılımı
Ekonomi I
(Karadeniz Salonu) / Economy I (Karadeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Oktay Alnıak
* DurmuĢ Çağrı Yıldırım, Avrupa Parasal Birliği‘nin Birlik DıĢı Düzeyde Ekonomik Etkileri: Kafkasya Örneği
* Yusuf Bayraktutan/ M. Hilmi Özkaya, Türkiye Ġle Rusya Ve Kafkasya Bölgesi Ülkeleri Arasındaki Ekonomik
Ve Ticari ĠliĢkilerinin Değerlendirilmesi (2000-2010 Dönemi)
*Kerem Karabulut, Alper Yalçın, Türkiye'nin Güney Kafkasya Ülkeleri Ve Ġran Ġle Ekonomik Siyasi ĠliĢkileri
*Caner Sancaktar, ―Rusya‘da Sosyalizmden Kapitalizme GeçiĢ (1992-2000) <Neoliberalizm, Otoriterizm Ve
ÇevreleĢme>"
15:30- 15:45
Kahve Arası / Coffee Break
15:45- 17:00
III. Oturum / III. Session
Kültür & Din II (Büyük Salon) / Culture & Religion II (Main Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Münevver Tekcan
*Nebat Karakhanova, DıĢ Politikada Kültür/Medeniyet Faktörü: Azerbaycan-Türkiye ĠliĢkileri
*Atilla Sandıklı, Kafkas Jeopolitiği Ve Türkiye'nin Kafkasya Politikası
IV
*Mehmet Furkan Çelik,Türkiye‘de Kafkasya Ġle Ġlgili Yapılan Dil Ve Kültür Konulu ÇalıĢmalar Üzerine
Değerlendirme
*Alesker Aleskerli, Resmi Ve Resmi Olmayan Din Algısı Ve Doğurduğu Tehditler
*Çağrı Alagöz, Sovyetlerde Propaganda Aracı Olarak Sinema
Politika III (Akdeniz Salonu) / Politics III (Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Prof.Dr. Abdurrahman Fettahoğlu
*Fuat Hilalov, Rusya DıĢ Politikasında Yeni-Avrasyacılık
*Esma Torun Çelik, Türk-Rus ĠliĢkilerine Yön Veren Etkenler
*M. Oktay Alnıak, Aylin Çelik Turan, Pelin Yılmaz Bolat, Türkiye-Rusya Federasyonu Uzun Süreli Ġyi
ĠliĢkilerin Yararları
*Fatih Özbay, Türkiye - Ermenistan NormalleĢme Sürecinde Rusya'nın YaklaĢımı
Güvenlik Enerji I- (Karadeniz Salonu) / Security I- (Karadeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Doç. Dr. Ali Faik Demir
*Orkhan Gafarlı, Yusuf Çınar, Çağatay Balcı, Kafkasya'da Ġran Ġsrail ÇekiĢmesi Ve Güvenlik Sorunları
*Serap Gürsel, Kafkasya‘da Güvenlik Sorunu Ve Bunun Türk DıĢ Politikasında Yansımaları
*Nalan Özkan Güray, Nükleer Enerji Ve Nükleer Güvenlik Açısından Kafkasya
*Ali Faik Demir, XXI. Yüzyılda Türkiye - Azerbaycan ĠliĢkilerinde Dönüm Noktaları
17:30 Kokteyl/Cocktail Prof. Dr. Baki Komsuoğlu Uluslararası Kültür Ve Kongre Merkezi I. Kat / Prof. Dr.
Baki Komsuoğlu International Culture And Congress Centre I. Floor
19.30 Sırbistan NiĢ Üniversitesi Öğrenci Korosu Konseri / Serbia University Concert
V
27 NĠSAN 2012 CUMA / II. GÜN- APRIL 27, 2012/ II. DAY
10:00- 11:30
IV. Oturum/ IV. Session
Kültür & Din III
(Büyük Salon) / Culture & Religion III (Main Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Tristan LANDRY
* Tristan Landry, Representing The Other‘s Past: The Caucasus Ġn The Mirror Of The Journal
* Ergys Llanaj,Geopolitical Theories Turkey And Eurasia
* David Madsaberidze, Debating The Analysis Of The Post-Soviet Developments: Towards An Improved
Methodological And Theoretical Approach?
*Orkhan Gafarlı, The Role Of The Religion Ġn The Caucasus Region And Societal Security
* Münevver Tekcan, How Multilingualism Defines Caucasia
Politika IV (Akdeniz Salonu) / Politics IV ( Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Füsun ALVER
Füsun Alver, Ermeni Diasporasının Almanya‘daki Faaliyetleri
*Elnur Ġsmayılov , Azerbaycan Ve Ermenistan Arasında Dağlık Karabağ Sorunu Ve Arabulucu Devletlerin
Neo-Emperyalist YaklaĢımları
*Dilara Mehmetoğlu, ―GeçmiĢten Günümüze Dağlık Karabağ Sorunu‖
*Abbas Karaağaçlı, ĠĢgal Altındaki Karabağ‘ın Meçhul Geleceği
11:30- 11.45
Kahve Arası / Coffee Break
11:45- 13:00
V. Oturum / V. Session
VI
Politika V (Büyük Salon) / PoliticsV ( Main Hall)
BaĢkan / Chair: Doç. Dr. Ġrfan Kaya Ülger
Ġrfan Kaya Ülger, Kafkasyada Azınlık Sorunları
*Necati Aydın, Osmanlı Devleti‘nin Son Yüzyılında Kafkas Politikası Açılımı
*Tolga Çikrıkci, Realist Ve Pragmatik DüĢünceler Ekseninde Türkiye‘nin Soğuk SavaĢ Sonrası Güney
Kafkasya Politikası: ―Güç‖, ―Denge‖ Ve ―AĢılamayan Sorunlar‖"
*ArĢ.Gör.Göktürk Tüysüzoğlu, YumuĢak Güç Kuramı Bağlamında Türkiye‘nin Güney Kafkasya Stratejisi
Politika VI(Akdeniz Salonu) / Politics VI(Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Yrd. Doç. Dr. Buket ÖNAL
*Fatih Sezgin, Erdal GiĢi, Muharrem Pakel, Türkiye‘nin AB Üyeliğinin, Kafkasya‘nin Avrupa‘ya
Eklemlenmesine Olasi Etkileri
* M. Özlem Ultan, ―AB‘nin DıĢ PolitikasındaKafkasya Politikası‖
*Pınar ELBASAN, AB'nin Kafkasya Politikası
13:00- 14.00
Öğle Yemeği / Lunch (Umuttepe Sosyal Tesisleri/ Umuttepe Social Facilities)
14:00- 15:30
VI. Oturum / VI. Session
POLĠTĠKA VI I(Büyük Salon) / Politics VII( Main Hall)
BaĢkan / Chair: Doç. Dr. AyĢegül KOMSUOĞLU ÇITIPITIOĞLU
* Nino Okropiridze, Georgian Politic of National Security
* Elton Qendro, Energy Security in Western Balkan A Paradigm For Regional Cooperation
* Erdal Düzdaban, Russian-Georgian Conflict And Its Implications On Territorial Integrity And Policy Of
Georgia Republic
Uluslararası Hukuk I(Akdeniz Salonu) / International Law I (Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Dr. Zaur GASIMOV
*Arda Özkan, NormalleĢme Sürecinde Türkiye Ermenistan ĠliĢkileri: Zürih Protokolleri ve Uluslararası Hukuk
VII
* Murat Yıldırım, Karadenizin Hukuki Durumunun Kafkaslar Üzerine Etkisi
* Mesut ġöhret, Uluslararası Hukukta Diplomatik Tanınma
* Filiz Cicioğlu, Abhazya Cumhuriyeti'nin Yasal Statüsünün Uluslararası Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
Politika VIII (Karadeniz Salonu) / Politics VIII ( Karadeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Vasfi HAFTACI
*Buket Önal, ―Türkiye Gürcistan ĠliĢkileri‖
*Burcu Güçlü Akpınar, Azar‘ın Sürüncemeli Toplumsal Uyusmazlıklar Modeline Göre: Gürcistan - Güney
Osetya Çatısma Analizi
*Azime Telli, Yeni Dünya Düzeni‘nin Domino Etkisi Yaratan Devrimleri: Gül Devrimi ve Twitter Devrimi
*Serdar Kesgin, Gürcistan'ın Ayrılıkçı Örgütler Sorunu ve Gürcü Rus SavaĢı
15:30- 15:45
Kahve Arası / Coffee Break
15:45- 17:00
VII. Oturum/ VII. Session
Politika IX (Büyük Salon) / Politics IX(Main Hall)
BaĢkan / Chair: Doç. Dr. Esma Torun ÇELĠK
*Yavuz Selim Hakyemez, Kuzey Kafkasya‘da Vehhabilik Ve Ayrilikçi Hareketler
* A. Tolga Türker, Kuzey Kafkasya‘da Ġslamcılığın YükseliĢi: Kafkas Emirliği‘nin Analizi
*Sertif Demir, Karadeniz, Kafkasya Ve Hazar Bölgeleri Enerji Kapasitelerinin Türkiye‘nin Enerji Güvenliği
Açisindan Önemi
* Serkan Taflıoğlu, Ġran ve Rusya; Stratejik Ġttifak mı Batı‘ya KarĢı Koz mu?
* Zafer Yıldırım, "Ġran-Ermenistan ĠliĢkileri"
Politika X (Akdeniz Salonu) / / (Akdeniz Hall)
BaĢkan / Chair: Prof. Dr. Recep TARI
*Zeynep Seda Tantekin, Türkiye‘deki Abhaz Diasporası Ve Örgütleri Açısından Abhazya: Kafkas Abhaz
DayanıĢma Komitesi‘nin GörüĢleri
VIII
*Hayri Çapraz, Abaza-Gürcü ÇatıĢmasında Tarihin Ve Küresel GeliĢmelerin Etkisi
*Keisuke Wakizaka, Dünden Bugüne Abhazya Meselesi‘nin Adıge-Abhaz ĠliĢkilerine Etkileri
*Tekin Aycan TaĢcı, Güney Osetya Sorununun Yerel Ve Bölge Açısından Analizi
ORGANĠZASYON
Onursal BaĢkanlar




Prof. Dr. Sezer ġ. Komsuoğlu, Kocaeli Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Erlan B. Sydykov , Astana L.N. Gumilyov Avrasya Ulusal Devlet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Abdurrahman Fettahoğlu Kocaeli Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Dekanı
Doç. Dr. Atilla Sandıklı, BĠLGESAM BaĢkanı
Kongre ve Düzenleme Kurulu BaĢkanı
 Prof. Dr. Hasret ÇOMAK , Kocaeli Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Düzenleme Kurulu









ArĢ. Gör. Dilara MEHMETOĞLU, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Itır ALADAG GÖRENTAġ, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Bilge ERCAN, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Arda ERCAN, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Derya ÖZVERĠ, Kocaeli Üniversitesi
Öğr. Gör. AyĢegül GÖKALP KUTLU, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Mehlika Özlem ULTAN, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Harun ACAR, Kocaeli Üniversitesi
ArĢ. Gör. Yerkebulan Zhumashov Astana Avrasya Ulusal Devlet Üniversitesi
Kongre Genel Sekreterleri
 ArĢ. Gör. Bilge ERCAN, Kocaeli Üniversitesi
 ArĢ. Gör. Arda ERCAN, Kocaeli Üniversitesi
IX
Kongre Bilim Kurulu




































SÖNMEZ KÖKSAL (EMEKLĠ BÜYÜKELÇĠ)
ÖZDEM SANBERK (EMEKLĠ BÜYÜKELÇĠ)
ĠLTER TÜRKMEN (DIġĠġLERĠ ESKĠ BAKANI VE EMEKLĠ BÜYÜKELÇĠ)
GÜNER ÖZTEK (EMEKLĠ BÜYÜKELÇĠ)
PROF. DR. HASRET ÇOMAK ( KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. HÜSEYĠN BAĞCI (ORTA DOĞU TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. OKTAY ALNIAK (BAHÇEġEHĠR ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. ORHAN GÜVENEN (BĠLKENT ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. CEMĠL OKTAY (YEDĠTEPE ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. CENGĠZ OKMAN (YEDĠTEPE ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. ĠLTER TURAN (ĠSTANBUL BĠLGĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. ERSĠN ONULDURAN (ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. ALĠ L. KARAOSMANOĞLU (BĠLGESAM)
PROF. DR. ÇELĠK KURTOĞLU (BĠLGESAM )
PROF. DR. SENBERK SHĠLĠBEKOV (TARAZ DEVLET ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. MÜNEVVER TEKCAN (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. ABDURRAHMAN FETTAHOĞLU (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. VASFĠ HAFTACI (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. AHMET SELAMOĞLU (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. DIKHAN KAMZABEKULY (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. JAMĠLYA NASUPZHANOVA NURMANBETOVA (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. DUMAN RAMAZANOVICH AITMAGAMBETOV (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. SATAY M. SYZDYKOFV (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. BAUBEK ZHUMASHULY SOMZHUREK ( l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
PROF. DR. RECEP BOZTEMUR (ORTA DOĞU TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. MARMANTOVA TAISSIYA VIKTOROVNA (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ.DR. ATĠLLA SANDIKLI (BĠLGESAM)
DOÇ. DR. AYNUR NOGAYEVA ( l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. SAMĠ KARACAN .(KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. OKTAY F. TANRISEVER (ORTA DOĞU TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. ĠRFAN KAYA ÜLGER (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. AĠGERĠM SHĠLĠBEKOVA (l..N. GUMĠLYOV AVRASYA ULUSAL DEVLET ÜNĠVERSĠTESĠ)
DOÇ. DR. FATĠH ÖZBAY (ĠSTANBUL TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ)
YRD. DOÇ. DR. ZAFER YILDIRIM (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
YRD. DOÇ. DR. BUKET ÖNAL (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
YRD. DOÇ. DR. CANER SANCAKTAR (KOCAELĠ ÜNĠVERSĠTESĠ)
X
XI
AÇILIġ KONUġMASI
Doç.Dr. Atilla Sandıklı
BĠLGESAM BaĢkanı
Kafkasya, Kafkas Sıradağları'nın Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya olarak ikiye böldüğü, kuzeyde Don
nehiri ağzı, Maniç Çukurluğu ve Kuma ağzı hattından, güneyde Aras ve Kars Platosu'na kadar uzanan bölgenin
adıdır. Doğal sınırlarını batısında Karadeniz, doğusunda ise Hazar Denizi oluĢturur. Kafkasya‘yı coğrafi açıdan
üç bölgeye ayırmak mümkündür. Birincisi Kafkas Sıradağları‘nın kuzeyindeki bozkırları kapsayan, önemli bir
tarım potansiyeline sahip ―Step Kafkasya‘sı‖ veya ―Bozkır Bölgesi‖, ikincisi ―Büyük Kafkas Dağları‖ Bölgesi
ve diğeri de bu bölgenin güneyinde Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan‘ı içine alan ―Transkafkasya‖ veya
―Küçük Kafkaslar‖ bölgesidir.
Kafkasya; Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının buluĢma noktasında yer almakta ve bu özelliği ile üç kıtayı birbirine
bağlayan ulaĢtırma hatlarını kontrol etmektedir. Rusya‘dan Akdeniz‘e, Ortadoğu ve Basra körfezine bağlantı
yolları bu bölgeden geçmektedir. Kafkasya; Hazar Havzası ülkelerine Karadeniz yolu ile Avrupa içlerine ve
Dünyaya, Dünya ülkelerine Hazar denizi yolu ile Asya içlerine ulaĢma olanağı verir. Böylece sadece kuzeygüney değil, doğu-batı arasında da bağ oluĢturur. Bu nedenle Kafkasya karayolları, demiryolları, deniz yolları ve
enerji ulaĢım hatları üzerinde yer almaktadır.
Hazar kıyıları zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahiptir. Bu zengin kaynakların açık denizlere ve
Avrupa‘ya ulaĢım yolları Kafkaslardan geçmektedir. Bunlar Bakü-Tiflis-Ceyhan, Bakü-Novorossiysk, TengizNovorossiysk petrol boru hatları ile proje çalıĢmaları devam eden Nabucco ve Güney Akım doğalgaz boru
hatlarıdır. Doğu Anadolu bu ulaĢım hatlarını kontrol eden önemli bir coğrafyaya sahiptir ve bu bölgenin
jeopolitik açıdan ayrılmaz bir parçasıdır.
Soğuk SavaĢ sonrasında SSCB‘nin dağılması nedeniyle güç boĢluğunun oluĢtuğu Kafkaslar Rusya ve Batı
menfaatlerinin kesiĢtiği bir bölgedir. Batı NATO vasıtasıyla, Rusya Bağımsız Devletler Birliği vasıtasıyla
bölgedeki menfaatlerini gerçekleĢtirmeye çalıĢmaktadır.
Amerikalı Siyaset Bilimcisi, Samuel P. Huntington, medeniyetler çatıĢması tezinde Kafkasları Hıristiyan ve
Ġslam kültürünün fay hatlarından birisi olduğunu ileri sürmektedir. Bu açıdan bakıldığında Kafkaslar, Rusya
Federasyonu ile Türkiye arasında bir tampon bölge oluĢturmaktadır.
Ayrıca Türkiye-Türk Cumhuriyetleri iliĢkilerinin geliĢtirilebilmesi için Kafkasya Orta Asya‘ya açılan bir
kapıdır. Hazar havzası petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı pazarlarına ve açık denizlere
XII
ulaĢtırılması Kafkasların jeopolitik ve jeostratejik önemini artırmaktadır. Bu nedenle Kafkasların güvenliği ile
güney Kafkasya‘daki devletlerin bağımsızlıkları ve toprak bütünlükleri Türkiye için çok önemlidir.
Türkiye‘nin Kafkasya bölgesi ile köklü tarihi ve kültürel bağları mevcuttur. Kuzey Kafkasya‘dan 1-1,5
Müslüman halk ve yaklaĢık aynı sayıda güney Kafkasyalı Müslüman 19 ve 20. Yüzyılda Anadolu‘ya göç
etmiĢler ve Osmanlı Devletine sığınmıĢlardır. Bu rakamlar bu güne yansıtıldığında Kafkas halklarının çoğunun
kardeĢ halklar olduğu görülmektedir. Türkiye bu nedenle Kafkasya ile ilgilenmektedir ve ilgilenmek zorundadır.
SSCB‘nin
dağılmasından
sonra
Kafkasya‘da
bağımsızlıklarını
kazanan
uluslar
devlet
yapılarını
kuvvetlendirmeye ve bağımsızlıklarını teminat altına almaya çalıĢmaktadırlar. Rusya Federasyonu kendi
içindeki bağımsızlık mücadelelerini bastırdıktan sonra petrol fiyatlarındaki artıĢtan da istifade ederek
ekonomisini düzeltmiĢ ve bölgede tekrar önemli bir güç haline gelmiĢtir. Rusya güçlendikçe bölgedeki etki
alanını tekrar geniĢletmeye baĢlamıĢ ve çevresindeki yeni devletler üzerindeki azalan etkisini her geçen gün
daha da artırmaktadır. Tarihi deneyimler dikkate alındığında Rusya‘nın Kafkalar üzerindeki giriĢimlerinin
gelecek yıllarda daha da artacağı değerlendirilmektedir.
Böyle bir durumda ABD ve AB Kafkaslar üzerindeki çıkarlarını korumak için nasıl bir strateji takip edecektir?
Kafkasya‘nın jeopolitiğinde nasıl bir değiĢim yaĢanacaktır? Türkiye için Kafkasya nasıl bir anlam ifade
etmektedir? Türkiye‘nin Kafkaslara yönelik hedefleri ve politikaları nelerdir? Sorularının yanıtları Kafkaslarda
geleceğe yönelik öngörülerde bulunmamıza önemli katkılar sağlayacaktır. ĠĢte bu nedenlerle bu kongrede icra
edilen oturumlar ve sunulacak bildiriler çok önemlidir. Kongrenin düzenlenmesine fırsat veren sayın rektörümüz
Prof.Dr. Sezer Komsuoğlu‘na, organizasyonun gerçekleĢmesinde büyük emeği olan Prof. Dr. Hasret Çomak
hocama, organizasyonda görev alan Kocaeli Üniversitesi ve BĠLGESAM personeline, oturum baĢkanları ve
bildiri sunanlara, tabii ki siz değerli katılımcılara teĢekkür ederim.
XIII
AÇILIġ KONUġMASI
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
Kocaeli Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve
Uluslararası Kafkasya Kongresi BaĢkanı
Çok değerli konuklar,
Kocaeli Üniversitesi, Astana Avrasya Ulusal Üniversitesi ve Bilgesam tarafından düzenlenen ve Kocaeli Barosu
BaĢkanlığınca desteklenen ―Kafkasya‖ konulu uluslararası kongremize hoĢ geldiniz.
Öncelikle çok seçkin böyle bir topluluğa hitap etmekten mutluluk ve gurur duyuyorum.
Yurtiçi ve yurt dıĢından katılarak kongremize çok değerli bilimsel katkılar sağlayacak konuĢmacılara ve oturum
baĢkanlarına Ģükranlarımı sunarım.
Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya ve Afrika‘da son dönemde meydana gelen geliĢmeler, güvenlik ve tehdit
algılamaları geçmiĢe nazaran çok önemli değiĢikliklere sahip olmuĢtur.
Bu düĢünceden hareketle; üniversitemiz bu bölgelere yönelik uluslararası kongreler düzenlemeyi planlamıĢtır.
Birinci olarak, 28-29 Nisan 2011 tarihlerinde
Bilgesam ile birlikte gerçekleĢtirmiĢtir.
―Uluslararası Balkan Kongresi‖ni ülkemizden 6 üniversite ve
Ġkinci olarak, 1-2 kasım 2011 tarihlerinde ―Uluslararası Orta Doğu Kongresi‘ni; Kazakistan‘ın Astana Avrasya
Ulusal Üniversitesi, Macaristan‘ın BudapeĢte Corvinus Üniversitesi ve Bilgesam ile birlikte düzenlemiĢtir.
Üçüncü olarak, bugün ve yarın ―Uluslararası Kafkasya Kongresi‖ni Kocaeli Üniversitesi, Astana Avrasya Ulusal
Üniversitesi ve Bilgesam ile düzenlemiĢ bulunmaktayız.
Kafkasya‘da birbirine bağlı ve süratle değiĢim gösteren geliĢmeler, birbirinden ayrılmayan sorunlar;
Bölgenin ve dünyanın barıĢ ve istikrarını ciddi Ģekilde etkilemektedir.
Enerjiye olan ihtiyacın her geçen gün artması, enerji kaynakları ve bu kaynaklara ulaĢım yollarının kontrolü için
yapılan güç mücadeleleri bölgeyi ―jeopolitik açıdan‖ önemli hale getirmektedir.
SSCB‘nin dağılması sonrasında Güney Kafkasya‘da bağımsızlığını kazanan devletler ve ortaya çıkan yeni dengeler;
Hem bölge devletlerinin hem de bölgede çıkarları olan devletlerin dıĢ politika davranıĢlarını etkilemiĢtir.
Günümüzde Kafkasya, zengin kaynakları, jeopolitik konumu, jeostratejik önemi, çok etnikli ve çok kültürlü yapısı,
bağımsızlık mücadeleleri ve enerji kaynaklarının bulunduğu Hazar Denizi‘ne yakınlığı nedeniyle öncelikli bir
bölgedir.
Türkiye, Kafkasya ile çok köklü tarihi ve kültürel bağlara sahiptir.
Tarih boyunca dostça iliĢkiler geliĢtirmeyi her alanda benimsemiĢtir.
Kafkasya‘da demokratik ve bilimsel düĢünceyi esas alan devlet yapılarının geliĢmesi, evrensel düzeyde değerlerin
yerleĢmesini sağlayacaktır
XIV
Çok değerli konuklar,
SSCB‘nin dağılmasından sonra Kafkasya‘da jeopolitik bir güç boĢluğu ortaya çıkmıĢtır.
Güç boĢluğunu doldurmak için bölgesel ve küresel aktörlerin benzer veya farklı araçlarla bölge üzerinde etkinlik
kurma giriĢimleri dikkat çekmektedir.
Türkiye, ―karĢılıklı saygı ve iç iĢlerine karıĢmama‖ ilkesinden hareketle, Kafkasya ülkeleri ile iliĢkilerini her alanda
çeĢitlendirmeyi ve geliĢtirmeyi hedeflemektedir.
Türkiye, ikili ve çok taraflı iĢbirliğini yaygınlaĢtırarak bölgede ―barıĢ, güvenlik ve istikrar‖ın tesisine katkı ve
destekte bulunmak istemektedir.
Kafkasya‘da barıĢ ve istikrarı sağlamak ve sürdürülebilir hale getirebilmek için iç ve dıĢ aktörlerin politikalarını
gözden geçirmeleri gerekmektedir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk; TBMM‘de yapmıĢ olduğu bir konuĢmasında; ―barıĢ, ulusları refah ve
mutluluğa eriĢtiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir kez ele geçirilince sürekli özen ve ilgi bekler. Her ulusun ayrı
ayrı hazırlığını gerektirir‖ demektedir.
BarıĢ içinde bir Kafkasya, tüm dünyanın geleceği için çok önemlidir ve vazgeçilmezdir.
Kongremize katılan siz değerli konuklarımıza,
KonuĢmacılara ve oturum baĢkanlarına,
Baro BaĢkanı Sayın Solakoğlu‘na
Kongre‘nin yapılmasını teĢvik eden rektörümüz Prof. Sayın Komsuoğlu‘na,
Üniversitemizle birlikte bu kongrenin yapılmasına onay veren Kazakistan Astana Avrasya Ulusal Üniversitesi
Rektörü Prof. Sayın Sydykov‘a,
Dekanımız Prof. Sayın Fettahoğlu‘na,
Üniversitemiz ile iĢbirliğimizi geliĢtiren ve daima destekleyen avrasya üniversitesi lisans üstü öğretim direktörü
Doç. Dr. Sayın Aigerim Shilibekova‘ya
Bilgesam BaĢkanı Doç. Dr. Sayın Sandıklı‘ya,
Kongre Genel Sekreterleri araĢtırma görevlileri Bilge ve Arda Ercan‘a,
Kongrenin uygulanmasına yardımcı olanuluslararası iliĢkiler topluluğu üyesi öğrencilerimize,
Emeği geçen ve destek veren tüm dostlarımıza,
Çok teĢekkür ederim.
Çok değerli konuklar,
Kongremize katılmakla bizlere en büyük onur ve gururu yaĢattınınız.
Sizlerin vereceği destek ve güçle uluslararası etkinliklerimizi daha çok yoğunlaĢtıracak ve daha çok
yaygınlaĢtıracağız.
Kongremizin çok baĢarılı geçeceğini umuyor ve inanıyorum.
XV
Hepinize sonsuz baĢarılar diler, saygılarımı sunarım.
Ġçindekiler
THE ROLE OF THE RELIGION IN THE CAUCASUS REGION AND SOCIETAL SECURITY .... 1
Orkhan Gafarlı
USA & UE FOREIGN POLICY IN CAUCASUS ................................................................................. 9
Rovena Alıraj
ENERGY TRANSPORTATION LINES AND THEIR PROTECTION ............................................. 13
Agron Malaj
RUSSIAN FOREIGN POLICY FROM CAUCASUS IN THE BALKANS GREAT
GEOPOLITICAL BATTLE: WHO WILL RULE EURASIA? ........................................................... 29
Albert Hitoaliaj
AZERBAIJAN-IRAN RELATIONS IN THE POST-SOVIET ERA................................................... 52
Peyman Asadzade
Roya Izadi
FOREIGN POLICY OF THE EUROPEAN UNION TOWARDS THE SOUTH CAUCASUS ........ 60
Haydar Efe
ĠSMAĠL GASPIRALI: TERCÜMAN GAZETESĠ VE ―DĠLDE, FĠKĠRDE BĠRLĠK‖ SÖYLEMĠNĠN
YENĠDEN OKUNMASI ...................................................................................................................... 88
Ġnci Çağlayan
EDEBĠYATIMIZIN KAFKAS CEPHESĠ: OSMANLI-RUS SAVAġLARINDA 1855 KARS
ZAFERĠNĠN TÜRK ġĠĠRĠNDEKĠ YANSIMALARI ........................................................................ 114
Tevfik Sütçü
TÜRK-GÜRCÜ KÜLTÜRLERARASILIK ....................................................................................... 130
Nebahat Akgün Çomak, Elgiz Yılmaz, Leyla Akgün, Ġnna Ossiptsuk
OSMANLI DEVLETI‘NIN SON YÜZYILINDA KAFKAS POLITIKASI AÇILIMI ................... 153
Necati Aydın
KAFKASYA‘NIN MAKROEKONOMIK GÖRÜNÜMÜ VE TÜRKIYE ILE TICARETI (20002010) ................................................................................................................................................... 167
Yusuf Bayraktutan, M. Hilmi Özkaya
XVI
TÜRKĠYE‘NĠN GÜNEY KAFKASYA ÜLKELERĠ VE ĠRAN ĠLE EKONOMĠK - SĠYASĠ
ĠLĠġKĠLERĠ ........................................................................................................................................ 181
Kerem Karabulut, Alper Yalçın
RUSYA‘DA SOSYALIZMDEN KAPITALIZME GEÇIġ (1992-2000): NEOLIBERALIZM,
OTORITERIZM VE ÇEVRELEġME ................................................................................................ 210
Caner Sancaktar
KAFKASYA JEOPOLITIĞI VE TÜRKIYE‘NIN KAFKASYA POLITIKASI ............................... 249
Atilla Sandıklı
TÜRKĠYE‘DE KAFKASYA ĠLE ĠLGĠLĠ YAPILAN DĠL VE KÜLTÜR ........................................ 261
KONULU ÇALIġMALAR ÜZERĠNE BĠR DEĞERLENDĠRME .................................................... 261
Mehmet Furkan Çelik
SOVYETLERDE PROPAGANDA ARACI OLARAK SINEMA .................................................... 269
Çağrı Alagöz
AVRASYAÇILIK VE RUSYA .......................................................................................................... 281
Fuad Hilalov
TÜRK-RUS ĠLĠġKĠLERĠNE YÖN VEREN ETKENLER ................................................................ 293
Esma Torun Çelik
TÜRKĠYE-RUSYA FEDERASYONU UZUN SÜRELĠ ĠYĠ ĠLĠġKĠLERĠN YARARLARI ............ 321
M. Oktay Alnıak, Aylin Çelik Turan, Pelin Yılmaz Bolat
KAFKASYA‘DA ĠRAN - ĠSRAIL ÇEKIġMESI VE GÜVENLIK SORUNLARI ........................... 326
Orkhan Gafarli, Yusuf Çınar,Çağatay Balcı
NÜKLEER ENERJĠ VE NÜKLEER GÜVENLĠK AÇISINDAN KAFKASYA .............................. 340
Nalan Özkan
YENI LIDERLER DÖNEMINDE TÜRKIYE-AZERBAYCAN ĠLIġKILERINDE KIRILMA
NOKTALARI ..................................................................................................................................... 342
Ali Faik Demir
THE REPRESENTATIONS OF THE CAUCASUS IN SOVIET HISTORICAL JOURNALS (19261945) ................................................................................................................................................... 353
Tristan Landry
ĠġGAL ALTINDAKĠ KARABAĞ‘IN MEÇHUL GELECEĞĠ ......................................................... 363
Abbas Karaağaçlı
THE CAUCASUS. RE-THINKING THE PAST OF A CONFLICT ZONE ..................................... 372
Zaur Gasimov
XVII
REALIST VE PRAGMATIK DÜġÜNCELER EKSENINDE TÜRKIYE‘NIN SOĞUK SAVAġ
SONRASIGÜNEY KAFKASYA POLITIKASI: ―GÜÇ‖, ―DENGE‖ VE ―AġILAMAYAN
SORUNLAR‖ ..................................................................................................................................... 394
Tolga Çikrıkci
YUMUġAK GÜÇ KURAMI BAĞLAMINDA TÜRKĠYE‘NĠN GÜNEY KAFKASYA STRATEJĠSĠ
............................................................................................................................................................ 406
Göktürk Tüysüzoğlu
TÜRKĠYE‘NĠN AB ÜYELĠĞĠNĠN, KAFKASYA‘NIN AVRUPA‘YA EKLEMLENMESĠNE OLASI
ETKĠLERĠ .......................................................................................................................................... 420
Fatih Sezgin, Erdal GiĢi, Muharrem Pakel
1905 DEVRIMI :ETNIK ÇATIġMALAR: DAĞLIK KARABAĞ SORUNU .................................. 438
Dilara Mehmetoğlu
AVRUPA BĠRLĠĞĠ DIġ POLĠTĠKASINDA KAFKASYA ............................................................... 444
Mehlika Özlem Ultan
AVRUPA BĠRLĠĞĠ‘NĠN KAFKASYA POLĠTĠKASI ...................................................................... 454
Pınar Elbasan
THE MAIN ASPECTS OF THE NATIONAL SECURITY OF GEORGIA. .................................... 467
Okropiridze Nino
TRANSIT GEOPOLITICS FROM CAUCASUS TO BALKANS: SOUTHERN GAS CORRIDOR A
STUDY CASE. ................................................................................................................................... 478
Elton Qendro,
THE RUSSIAN-GEORGIAN CONFLICT AND ITS IMPLICATIONS FOR TERRITORIAL
INTEGRITY AND POLICY OF THE REPUBLIC OF GEORGIA .................................................. 491
Erdal Düzdaban
ABHAZYA CUMHURĠYETĠ‘NĠN YASAL STATÜSÜNÜN ULUSLARARASI HUKUK
AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ............................................................................................ 499
Filiz Cicioğlu,Muharrem Saran,Sezai BabakuĢ
NORMALLEġME SÜRECĠNDE TÜRKĠYE - ERMENĠSTAN ĠLĠġKĠLERĠ:ZÜRĠH
PROTOKOLLERĠ VE ULUSLARARASI HUKUK ......................................................................... 508
Arda Özkan
ULUSLARARASI HUKUKTA DĠPLOMATĠK TANINMA: GÜNEY OSETYA VE
ABHAZYA‘NIN MEVCUT STATÜSÜ ............................................................................................ 520
Mesut ġöhret
TÜRKĠYE-GÜRCĠSTAN ĠLĠġKĠLERĠ ............................................................................................. 554
Buket Önal
XVIII
AZAR‘IN SÜRÜNCEMELI TOPLUMSAL UYUġMAZLIKLAR MODELINE GÖRE:
GÜRCISTAN-GÜNEY OSETYA ÇATIġMA ANALIZI.................................................................. 558
Burcu Güçlü Akpınar
YENI DÜNYA DÜZENI‘NIN DOMINO ETKISI YARATAN DEVRIMLERI: GÜRCISTAN GÜL
DEVRIMI VE MISIR LOTUS DEVRIMI ......................................................................................... 574
Azime Telli
GÜRCĠSTAN'IN AYRILIKÇI BÖLGELER SORUNU VE GÜRCÜ-RUS SAVAġI ...................... 611
Serdar Kesgin
ĠRAN VE RUSYA; STRATEJIK ĠTTIFAK MI BATI‘YA KARġI KOZ MU? ................................ 612
M.Serkan Taflıoğlu
ĠRAN-ERMENISTAN ĠLIġKILERI .................................................................................................. 619
Zafer Yıldırım
―TÜRKIYE‘DEKI ABHAZ DIASPORASI VE ÖRGÜTLERI AÇISINDAN ABHAZYA:KAFKAS
ABHAZ DAYANIġMA KOMITESI‘NIN GÖRÜġLERI.................................................................. 624
Kafkas-Abhazya DayanıĢma Komitesi/Zeynep Seda Tantekin
ABAZA-GÜRCÜ ÇATIġMASINDA TARĠH ................................................................................... 630
Hayri Çapraz
DÜNDEN BUGÜNE ABHAZYA MESELESI‘NIN ADIGE-ABHAZ ĠLIġKILERINE ETKILERI640
Keisuke Wakizaka
ĠKĠ FARKLI PENCEREDEN GÜNEY OSETYA SORUNU ........................................................... 663
Tekin Aycan TaĢcı
TÜRKĠYE-ERMENĠSTAN NORMALLEġME SÜRECĠNE RUSYA‘NIN YAKLAġIMI .............. 673
Fatih Özbay
KARADENĠZ, KAFKASYA VE HAZAR BÖLGELERĠ ENERJĠ KAPASĠTELERĠNĠN
TÜRKĠYE‘NĠN ENERJĠ GÜVENLĠĞĠ AÇISINDAN ÖNEMĠ ........................................................ 684
Sertif Demir
THE ANALYSIS OF WAR IN AFGHANISTAN AND ITS EFFECT ON THE REGION.............. 705
Sertif Demir
KAFKASYA‘DA AZINLIK SORUNLARI ....................................................................................... 715
Ġrfan Kaya Ülger ................................................................................................................................. 722
THE GLOBAL GEOPOLITICAL THEORIES TURKEY AND EURASIA………………………………728
Ergys Llanaj
XIX
738
HOW MULTILINGUALISM DEFINES CAUCASIA
Münevver Tekcan
KAFKASYA‘DA
GÜVENLĠK
SORUNU
VE
BUNUN
TÜRK
YANSIMALARI
DIġ
POLĠTĠKASINDA
760
Serap Gürsel
ULUS ÖTESĠ TASARLANMIġ CEMAAT OLARAK ERMENĠ DĠASPORASININ
ALMANYA‘DA POLĠTĠK HALKLA ĠLĠġKĠLER ÇALIġMALARI VE GELENEKSEL VE YENĠ
MEDYAYI POLĠTĠK MÜCADELEDE ARAÇSALLAġTIRMASI
775
Füsun Alver
XX
THE ROLE OF THE RELIGION IN THE CAUCASUS REGION AND SOCIETAL SECURITY
Orkhan Gafarli
Abstract
New threats have begun to put the security system into jeopardy after the terrorist attacks of September 11,
2001. One of the main threats is the fundamentalism that evokes the creation of radical and extremist religious
groups. And the problem of our day is to ensure security of society from those religious threats.
This article analyzes the new social threats and challenges in the Caucasus region. In the first part of this paper
the concept of Societal Security will be considered. The problems of traditional Islam and the reasons for the
disappearance of traditional Islam in the Caucasus will be analyzed in the second part of the paper. Ultimately,
the spread of non-traditional Islam in the Caucasus region, and whether it poses a threat to Societal will be
examined.
Keywords: Societal Security, religious threats, radical Islam, Caucasus region, September 11, 2001,
Security Sector, securitization, traditional and non - traditional islam.
Introduction
Since the events of September 11 2001, a new era has begun for researchers in the security sphere studying
Societal Security, and the beginning of this new period has been associated with the emergence of new threats to
society such as terrorism and extremism.
Worldwide, religion has increased dramatically in importance. This is primarily due to the following: with the
end of the existence of a bipolar world, "geopolitical contradictions are now described in terms of civilization,
which is most often identified with religious, which has produced a variety of global ―cultures‖. Today we talk
about the Western (Christian), Muslim, Buddhist and Chinese (Shinto) civilizations, between which runs a line
of inter-civilizational differences. This situation fundamentally distinguishes modern times from the rest of
human history.
Societal Security
Like the science of Societal Security, political research began to be scientifically studied during the twentieth
century. The development of this science was connected with various schools of international relations. One of
these was the school where the famous English scientist Barry Buzan improved the format of Societal Security
study. Barry Buzan divided Societal Security into five subheadings: 1) Political 2) Economic 3) Environmental
4) Social 5) Military1. Sharing in the sector, it is thought that the state in this situation should consider the
potential threats, and in this situation it should apply ―securitization‖.
In the social section of his division of the security sectors, Buzan explored issues of culture, religion and
language2. More precise processes of identification itself, identity formation of the roles of religion, ethnicity,
1
2
Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Vilde Security: a new framework for analysis pg 21-119
Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Vilde Security: a new framework for analysis pg 119
I
which could be a threat to the security situation, changes the identity of a nation. The role of language,
considered as a threat to language, changes the characteristics of a nation and possibly also the culture.
One of the senior professors of security at the University of Copenhagen, Ole Waever, who in his time
contributed to the development of the theory of the security sector, along with Barry Buzan, has updated this
theory to bring it in line with the postmodern world. In an academic article in the journal Brauch, ―Globalization
and Environmental Challenges,‖3 Ole Waever examines new threats to Societal Security which have come to
light since the terrorist attacks of 11 September 2001 in the United States. Opening a new dispute, Waever
proposes adding a further subheading to the theory of Societal Security – namely, the rise of religious extremism
and the subsequent threat to all societies, especially the U.S. and Europe. He also suggested adding to the
security sector another sector under the name of religion. In his article he also suggests, apart from religion, a
sexual minority sector, but in this article, we will only consider his views on religion.
In his article Ole Waever writes, "Religious communities can act as references for Societal Security, because
they may be identical to groups in society. In various situations, religion formalizes normative power and
institutional structures that are balanced. Therefore religion and the state are mutually connected with the
political sector ............ in this case, if an argument is made against religion, whatever form it may take, these
groups do not view it as a threat to safety, but rather as a threat to their faith. "4
Examining the role of religion, Waever once tried to touch on the problem of religious fundamentalists. Having
analyzed the views of fundamentalists, he tried to show people a way to ensure the safety of their religion from
external threats. Fundamentalists consider globalization, for example, to be a significant threat to religion5. They
divide societal into ―us‖ and ―you‖, and if tomorrow there is a threat to the community which causes you to go
and live together, they will not help you because you are not ―one of them‖.
It is clear that the use of the correct form of the concept of ―Securitization‖ is also very important, and that
depends on the government or government institution in the state. Observations have given rise to the opinion
that the forms and methods of ―Securitization‖ fall into two camps – ―soft‖ and ―hard‖. But which states use
which forms and under what circumstances, is also a very important question. How to answer this question?
Having thought about it, we can build a bridge between two of Barry Buzan‘s concepts. This concept of
separation of Buzan‘s into three types of state 1) Post-modern 2) Modern 3) not comprising a state6; from the
book Regions and Powers. If we divide up the state according to this theory, then security provision should be
appropriate to the type of state. As we have noted, these two concepts can be interrelated. An example of the
concept of a modern state is a positive view. A Modern state is one where there is a strong national identity7. In
3
Waewer, Ole, The Changing Agenda of Societal Security‖, Uluslararası ĠliĢkiler (Ġnternational Realition), (Summer 2008), s. 151-178.
Laustsen ve Wæver, ―In Defence of Religion‖. Bkz, Talal Asad, Genealogies of Religion: Discipline and Reasons of Power in Christianity
and Islam, Baltimore, John Hopkins University Press, 1993; Talal Asad, Formations of the Secular: Christianity, Islam, Modernity, Palo
Alto, Stanford University Press, 2003.
5
Waewer, Ole, ―The Changing Agenda of Societal Security‖, Ġnternational Realition, (Summer 2008), pg. 170.
6
Barry Buzan and Ole Waefer 2003 «Regions and Powers The Structure of International Security‖ pg 22
Cambridge, New York, Melbourne, Madrid, Cape Town, Singapore, São Paulo
7
Bacık, Gökhan, ―The Resistance of the Westphalian System: September 11 and World Politics‖, Uluslararası ĠliĢkiler, Cilt 3, Sayı 10 (Yaz
2006), s. 53-84.
4
2
this process to press lower identifications such as religion, language of ethnic minorities, and ethnic
characteristics are being subjected to pressure and upper identities are being created to create an upper-identity.
Problems arise more closely precisely in these states.
Since gaining their independence following the collapse of the Soviet Union, the fifteen former constituent
countries have faced similar problems due to their shared history of nearly seventy five years. The similar nature
of the problems faced has also manifested itself in relations between states and religious communities in Central
Asia and the Caucasus. Especially in the northern part of the Caucasus, issues concerning religious radicalism
and fundamentalism are more noticeable. In contrast to the North Caucasus, the challenges posed by religious
fundamentalism are relatively mild in the South Caucasus, such as in Azerbaijan.
Traditional Islam in The Caucasus
The Caucasus is a region where religion has for centuries played an important role in society, and for centuries
has shaped the cultural life of the region. The religious component of culture has resulted in a fusion of local
religious customs into a "traditional religion". The very concept and the term "traditional Islam" appeared during
the Soviet era in academic spheres. In giving such a term, they shared local religious movements with others in
the Islamic world.
All religions in the Caucasus have travelled this road, but always within Islam-specific terminology. Prior to the
advent of Islam in the Caucasus, local customs and religious rites were often mixed with Christian ones.
Therefore, in considering Islam, it is necessary to take into account that today‘s form differs from the forms
encountered in other parts of the world. The formation of religion in this region took places over years –
centuries, even. In this process, the religion did not take on those customs and practices which could become a
threat to its foundation or its spiritual theology. But sometimes Islam lost sight of its basic form in certain
regions of the Caucasus.
In the Caucasus there were theological currents such as Maturididy, Mutazidi, Ashshary and the Shiite Imams
school. These currents arose at different times, and changed the thinking of religious people in this region.
The penetration of the Safavid state in the South Caucasus could implement a change of identity. These events,
which have been taking place from the 16th Century right up to the modern day, have left their influence on the
region. It was during these processes that strong religious and cultural bridges were created between the Persians
and the people of the South Caucasus - to be exact, Azerbaijan and Armenia, and eastern Georgia.
Safavidism is a form of Shiitism, but the form of the Shiite Imam schools differed from the other theological
schools. Its roots go deep into the history before and after the death of the Prophet Muhammad (P.B.U.H.).
Today, Iran is the Shiite religious centre. The Iranian clergy holds influence over everywhere inhabited by Shiite
Muslims. Up until now, the South Caucasus area has fallen into the Shiite geopolitical zone8.
The Asharit and Maturid theological schools were very strong in the North Caucasus. But under Ottoman rule,
schools in the Northern Zone began to develop sufia like Nakshibendiya and Gadiria. These schools, at the time
8
Discussions on Shiite axis and Iran, Bayram Sinkaya, Research Assistant in Ataturk University / METU International Relations
Department, Eurasian File 2007, Volume 13, Number 3
3
of their existence in the North Caucasus, were able to form very strong clergies and, at the same time, a political
life in the region. For example, during the Caucasian Wars of the 18th century, the leaders of the war chiefs
were associated with the Sufi schools. In the North Caucasus, the Sunni school of Islam is currently preserved in
a weak form. Even Christianity could coexist simultaneously with Islam in the Caucasus. In Armenia and
Georgia, the majority of the population to date is Christian.
The Soviet Era
The Soviet Union was formed very quickly after the fall of Tsarist Russia. In this new state religion was
forbidden because the government itself was considered atheistic. All mosques and churches began to be closed
as religious schools were also forbidden on Soviet territory.
During this part of the twentieth century, because of the closure of religious schools, Islamic theological schools
began to weaken. Closing the borders of the Soviet Union to the world closed in a state which did not allow
people to have relationships with other countries. Religious theologies lost their connection with religious
centers, and became weaker, and science began to simply disappear. The official ban on the Islamic religion
meant that Islamic practices were only observed secretly in people‘s homes and during funeral rites. This was a
big blow to Islam in the region - sacred ministers became illiterate; religion became detached from its roots. All
this led to the destruction of Islam. In the middle of the 20th century the leadership of the USSR began to allow
clergy to carry out their religious duties, but only within the context of funerals. This historical course destroyed
all religious institutions in the region. Since the disintegration of the Soviet Union, the newly independent states
have allowed clergy to carry out their duties, but these spiritual leaders have not been very educated. People
have not taken them seriously. As a result, the region has become a target for non-traditional religious
movements in the Caucasus.
The North Caucasus
After the collapse of the Soviet Union of the North Caucasian states were unable to gain independence.
Dagestan, Ingushetia, Chechnya, Kabardino-Balkaria, Adygea and North Ossetia remained parts of Russia, but
Chechnya has put up a fierce fight for independence. An interesting situation has developed - in the North
Caucasus, as we have already noted, the majority of the population are Muslims.
After the collapse of the Soviet Union and the disappearance of religious censorship in the North Caucasus, we
have seen the emergence of new religious movements, in particular the events which are found in Arab regions
are found reflected here. One of the movements which differs from the fundamental direction of the movement
is Salafia. Its different directions in the North Caucasus have led to the emergence of terrorism - the North
Caucasus is to this day considered one of the hotspots in the region. The population has a low level of education
and a low standard of living and for years has witnessed the Russo-Chechen conflicts. However, the spread of
Salafia did not come about simply because of poverty and lack of education, but also because religious teaching
did not adequately cover modern reality.
Now we will consider the causes of these events. Religious fundamentalism has created a new danger for the
population and has brought about new sects that have changed people's entire outlook. For example, since 1998,
4
the Chechen people have been fighting for their independence. The Chechen struggle for independence has
turned into a struggle for the formation of Caucasian Amiraty.
Today, all the North Caucasian regions in Dagestan, fundamentalism is being widely developed by Chechnya,
and this will lead in the future to the formation of new hotspots.
Despite this turn of events Russia has continuously kept the North Caucasus under an iron fist, and strengthened
the military form of political rule in the North Caucasus. Various terrorist and insurgent movements have given
Russia no reason to change its method of governance. Authoritarian local government in the North Caucasus has
created conditions for the third generation of terror. In order to create stability in the region, Vladimir Putin has
used a strategy entitled ―Hard Power‖. We must also observe the consequences of the panic and brutal policy of
public security in the North Caucasus, in such regions as Chechnya, Dagestan, Kabardino-Balkaria, Ingushetia
and North Ossetia. Today in the North Caucasus, the "subjects" of the Federation compete in the number of
terrorist attacks carried out. Radical groups collect the unofficial "green tax" from the population of North
Ossetia. This tax allows terrorist organizations to solve their financial problems. The number of terrorist attacks
has been increasing year on year.
It should be noted that during Vladimir Putin‘s presidency Russia created a system of buying security in the
Caucasus, with money. It remains to be seen how security will be provided when the oil and gas runs out, or if
there is a crisis. Assessing the situation, we can conclude that a neo-realist approach to security in such
circumstances is not possible.
The South Caucasus
As a result of a comparative analysis of different regions of the Caucasus, we see that such conditions create the
possibility for radical Islamic movements to emerge. Future development of the situation, in which Muslims are
present in the South Caucasus, can be clarified by analysing comparisons with the situation in the North
Caucasus, such as Chechnya, and the southern part of Azerbaijan, which lies on the border with Iran.
The Southern Caucasus‘ Western aspirations, the poor economic situation among the Muslim population, and
the professed different cultural values year after year, are pushing these societies further and further apart from
each other. In the end, it is clear that this void must be filled with something. In such situations, in accordance
with the historical examples of the Caucasus, the void will be filled with radical Islamic ideology that simply
cannot promise anything to these people. Radical (fundamental) currents of Islam always managed to
successfully promote their propaganda, because ignorance and prejudice had prepared the ground for this.
When compared with other societies, such as Chechnya, which has also been in this situation, even if we
circumvent the political problems, it will be possible to draw conclusions. It is clear that in the nineties the
Chechens were fighting for the independence of their country, but at the same time there experienced ignorance
and prejudice, which were seen as tradition. The struggle for independence which was first fought in the
nineties, over time, the second Russo-Chechen war became a fight for Islam. The radical Islamic currents
manifested themselves in the highest degree - the struggle for independence simply disappeared. This
demonstrates that radical Islamic currents can manifest themselves in such situations. This is a striking example
of how fundamental religion can form a completely new and different national identity in a very short period.
5
The historical Chechen religion was different, in that almost the entire population was Sunni. But Sufi
movements such as Kadaritism have also traditionally existed.
Through this simple comparison I want to give a few examples, which are identical: the prejudices that are
perceived as tradition, lack of education, low social standard of living.
If we do not consider the fight for independence, but simply describe the situation, we find examples in other
regions of the Caucasus. Comparing these examples, we see more similarities, and the religious trends of
Azerbaijan on the territory bordering Iran.
In the Republic of Azerbaijan, the Talysh are concentrated mainly in the Lankaran, Lerik, Masalli, Astara and
Yardimli areas, which are inhabited mostly by Shiites. The southern part of Azerbaijan also experienced these
problems at one time. Today, these same problems still exist.
In the southern regions of Azerbaijan, in the first years of independence starting in 1994, pro-Iranian religious
leaders appeared who for a short time, using the Shia religious movement, created several madrassas and built
mosques.
Graduates of these religious institutions were sent to continue studying in Iranian universities. When they
finished their studies at these universities, they returned and promoted the idea of an Islamic state according to
Iran's example.
Through this propaganda, the religious groups strove to change the very identity of the population. By
strengthening religiosity among the population and propagandising the importance of an Islamic Republic in the
Iranian form, these groups prepared the ground for extremist atmosphere population. And as always, the poorly
educated youth were particularly susceptible to their influence. There were several reasons for this. First, this
region was densely-populated by the Talysh; education among the population was very low; the integration
process, the development of society, and the relationship with the centre were very weak. During the first years
of independence a weak economy and low wages made an attractive place for the promotion of religious groups
in Iran. Not an advanced society, especially the poorly developed culture that had been covered with prejudices
and stereotypes. And all this was perceived at the community level as tradition. The medieval tradition simply
could not survive in the modern period of history among young people. In a short time people began to defy the
local authorities. There were even slogans announcing the independence of the region. Seeing this situation, the
Azerbaijani authorities took several decisions. In a short time, they took control of mosques and madrasas, and
changed legislation regarding religious bodies. They banned the promotion of foreign religious institutions, and
refused to permit graduates of foreign universities to work in the mosques. The Iranian missionaries began to
leave the region; but they left behind their students who had graduated from Iranian universities. These young
people worked as representatives of the Iranian religious leaders, and every month they were paid royalties for
the promotion of their religion.
Similar processes occurred simultaneously in the centre of the country, the capital, Baku, and other regions. But
the most successful propaganda was carried out by Iranian religious groups, in Southern Azerbaijan.
These processes did not occur in one year. They took years, and Shiite radicalism differs from Wahhabism.
Radical Shia, first of all, has a moderate approach and long-term policies that do not happen in one year – it is a
6
long-term process. Iran, at the same time, holds great influence over the Shiite population. An example is an
excerpt from the report of an international organization "Crisis Group" 9:
"While Iran is a source of spiritual guidance immediately after gaining its independence, its influence is limited
today. The Shiites do not have the authority of the clerical hierarchy in
Azerbaijan. There is no ―Marja Al-Taqlid‖ - a religious source which accompanies the faithful; the Azerbaijani
Sheikh Al-Islam is not an interpreter of the sacred law or an absolute dogma. Because of this, the Iranian
religious authorities could theoretically use their great spiritual authority over the Shiites of Azerbaijan, which
may partly explain why the independent religious community rejects the spiritual authority of the official clergy.
The compliance of the religious leader Sheikh Al-Islam also played a role in the government's decision to ban
all Iranian religious missionaries by the year 2000"10.
Private foundations surrounding the important Iranian ―Marja Al-Taqlid‖ distributed scholarships for the
purposes of religious education in Iran of Azerbaijani students. Ayatollah Ali Al-Sistani (now in Iraq) controls
the Ahl Al-Bayt Organization, which is known to promote humanitarian and religious ideas, and also active in
Azerbaijan and among the Azerbaijanis of Georgia (in the border region of Kvemo Kartli. Another respected
―Marja Al-Taqlid‖, Fazil Lankarani, attracted Azerbaijani students to the Iranian theological center of Qom,
which later helped spread his ideas. "11 Azerbaijanis living in the south, with its low standards and especially the
young Muslim population, has been exposed to this Iranian influence. Several of these centers operate in the
Kvemo-Kartli region in Marneuli, and in Tbilisi.
Strenuous work on the part of Iranian Pan-Shiites has led to an increased religious factor in the identity of
Azerbaijanis. The population is experiencing a rise in the intellectual ―Shiite Ummah‖ ideology. In the future
they will present themselves not as Azerbaijanis living in Georgia, but rather as Ummah Shiites. For example,
one of these factors was in Marneuli, where Muslims have taken action to support Bahrain's Shiites when they
expressed their opposition to the local authorities.12
Recommendations and Conclusion
After the Cold War, the Caucasus has been considered one of the hotspots of the world. Exploring the region, I
can draw conclusions that in the near future, if in this region there is a state such as that in Azerbaijan, Georgia
and Russia, if they do not maintain proper internal policies, that the region could become a place for Islamic
movements and an ideological ground for religious fighting. Cracking down on fundamentalist movements is
not the correct policy - the correct policy is maintaining moderate movements so that they are able to handle
these extremist and fundamentalist movements. The correct form of ―securitization‖ is a rational approach to
this problem. Look, for example, at Germany, where schools are beginning to be allowed to teach religious
studies to their older classes. This will allow people to study religion correctly, so that in the future they do not
fall into the hands of fundamentalists and extremists.
9
http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/191_azerbaijan_independent_islam_and_the_state.pdf
http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/191_azerbaijan_independent_islam_and_the_state.pdf
11
http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/191_azerbaijan_independent_islam_and_the_state.pdf
12
http://ahlibeyt.ru/index.php?area=&p=news&newsid=6050
10
7
The South Caucasus can be perceived as modern states where a national identity is being rebuilt. In such a
situation under identity, ethnic, and religious which have historical roots, can manifest themselves in more
radical forms, which is happening today in the North Caucasus, Azerbaijan and Georgia.
Literature
Zəki əl Milad Mədəniyyətlərin toqquĢması və birgə yaĢama seçimi qarĢısında // əl Kəlimə journal
Beyrut, 1996, number 16
əəəə əə əəəəəəə, əəəəə «əəəəəəəəə əəəəəəəəəəə əəəəə əəəəəəəəəə ə
əəəəəəəəəəəə» əəəəə əəəəəə əəə 98. əəəəə əəəə 2008
Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Vilde Security: a new framework for analysis pg 21-119
Discussions on Shiite axis and Iran, Bayram Sinkaya, Research Assistant in Ataturk University METU
International Relations Department, Eurasian File 2007, Volume 13, Number 3
Barry Buzan, Ole Waever, Jaap de Vilde Security: a new framework for analysis pg 119
Waewer, Ole, The Changing Agenda of Societal Security‖, Uluslararası ĠliĢkiler (Ġnternational Realition),
(Summer 2008), s. 151-178.
Laustsen ve Wæver, ―In Defence of Religion‖. Bkz, Talal Asad, Genealogies of Religion: Discipline and
Reasons of Power in Christianity and Islam, Baltimore, John Hopkins University Press, 1993; Talal Asad,
Formations of the Secular: Christianity, Islam, Modernity, Palo Alto, Stanford University Press, 2003.
Repot Ġnternational Crises Grup
http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/191_azerbaijan_independent_islam_and_the_state.pdf
Informatics site
http://ahlibeyt.ru/index.php?area=&p=news&newsid=6050
8
USA & UE FOREIGN POLICY IN CAUCASUS
Rovena ALIRAJ
Ph.D Candidate in Study over Security
Abstract:
In the early 21st century the issue of ―energy‖ has increasingly gained geopolitical importance pertaining to
some of the most influential players in the international sphere. The main global players have made their interest
very public and have confronted each-other regarding the region of Caucasus in order to gain control of one the
richest and geopolitically important regions in the world. Among those that have shown interest, we will discuss
two of the main players such as the United States and the European Union.
Since 1998, Washington has officially called this region of ―great importance‖ though not targeting exclusive
control of the region, but rather a well–balanced equilibrium regionally among global as well as regional
powers. The aforementioned political balance, based on international open–trade policies would insure stability
in the region, the independence of the various post–Soviet Union republics, as well as further regional
development. The United States are targeting the direct inclusion of Turkey for protective measures as well as
the construction of two lines that are still a work in progress.
Meanwhile, the EU is still lacking a political strategy regarding the region. The European declarations of
“balancing out the American global supremacy” in the Euro–Asiatic continent fails, because the EU is very
much present in the region with operations following very contradicting strategies. Regardless, it has been more
and more evident in the geopolitical movements of the EU that there is a tendency of ever–present enlargement
in the region through a distinct policy of creation of new geosystems and the so called macro–regions. Both
these policies are reshaping European geopolitical formation and the geopolitical vectors are oriented in
cooperation beyond physical Europe. However, it seems that Europe could lose the battle for direct access to the
Caucasus, if it will not appear as a single actor in the region.
This analysis will be focused directly on these tendencies, targeting clearer knowledge of possible movements in
the Caucasus region as well as future orientation of energy policies.
Key words: energy policy, U.S, EU, Eurasia, Caucasus, macro – regions, corridor, pipelines.
Introduction:
Energy resources are at the same time economic and political – strategic assets, as for the producing countries as
well for their clients. The emergence of new actors in the market, new alliances and ever changing rules are
increasingly complicating the global energy framework. Thus, access to energy resources has become one of the
most important factors in the policies of many countries and occupies a leading place on their agendas.
International engagement in the Caucasus region has emerged as an issue of great importance in recent decades
because
countries
have
become
increasingly
aware
of
the
imports
of
hydrocarbons.
I
1
International energy trade is in continuous influence by geopolitical considerations in free market disadvantage.
With increased demand, oil and natural gas have become very sensitive strategic commodities to be used as
geopolitical machinations. Meanwhile, global competition for oil and natural gas has been intensified with the
entry of new actors in the market after the dissolution of the former Soviet Union. Supplying countries
increasingly seek to exploit their resources, even for political purposes, while consumers are seeking new ways
to guarantee the sources of supply.
The Caspian region is crucial for controlling the flow of oil and gas. Wherefore, Russian Energy Strategy is
based on the Principe that: gaining control over Central Asian resources implies control over energy production
and transit routes, and profit shares in infrastructure and energy companies in Europe. 2 While, the energy
strategies of Kazakhstan and Turkmenistan present both opportunity and challenge for EU diversification
strategies. In this context, on the one hand, EU and U.S. policy in Eurasia would have a good chance of securing
a substantial part of energy exports to these countries. On the other hand, Russian and especially Chinese
competition for these resources is likely to pose significant challenges for the West‘s strategy, because a
possible coalition between these countries would constitute a dangerous threat to them. The result of this
geostrategic competition at the end will determine the Great Powers that would ensure the control of Eurasia.
U.S. Energy Policy in the Caucasus:
U.S. influence in the Caucasus has been growing, especially after the establishment of South Caucasus countries
in 1991. After the collapse of the USSR, the U.S. has consistently sought “to prevent Russia and Iran from reestablishing dominance in this region, especially with the increasing importance of Caspian energy resources”. 3
It is no coincidence that U.S. policy in the region is aimed at preventing the restoration of Russia‘s monopoly
position. It is perceived as a goal against the Russian policy in itself, even if the official position of the United
States describes the Caspian energy resources as a potential arena for cooperation with Russia.4
Although the U.S. has no vital interests in the region, constantly reformulates its strategies and redefining the
scope of economic, geopolitical and geostrategic policy. In long term U.S. strategy aimed to ensure the stability
of the Central Caucasus (Azerbaijan, Armenia and Georgia) giving support to democratization and regional
integration in order to avoid the collapse of these countries under Russian influence.
Lines of U.S. policy during the past two decades are oriented in three directions. First, during the Clinton
Administration, there is an influence in the region through American Soft Power, materialized in economic and
financial assistance for the development of democracy and free markets. During the administration of G. W.
Bush noted the strong use of Hard Power to achieve the interests in the region and projecting American power in
the world, materialized in the military presence in South Caucasus countries. Finally, the Obama Administration
1
2
3
4
Yergin Daniel, ―Ensuring Energy Security‖, Foreign Affairs, Volume: 85, No. 2, March/April 2006, pp. 69 – 82.
Cornell Svante E. and Nilsson Niklas (eds.), ―Europe‘s Energy Security: Gazprom‘s Dominance and Caspian Supply Alternatives‖,
Central Asia – Caucasus Institute & Silk Road Studies Program, February 2008, p. 10.
Kauzlarich Richard D., ―Time for change? U.S. policy in the Transcaucasia‖, Century Foundation Report, 2001, p. 7.
Larrabee Stephen F., “The Russian Factor in Western Strategy toward the Black Sea Region”, in Asmus Ronald D., Dimitrov
Konstantin and Forbrig Joerg, (ed.), ―A New Euro – Atlantic Strategy for the Black Sea Region‖, Washington, D.C.: The German
Marshall Fund of the United States, 2004, pp. 147 – 156.
I
noted the identification of U.S. interests in the region through the so-called Smart Power, which combines the
two concepts applied by previous administrations, based on promotion between diplomacy and military. This
policy establishes ―prerequisites for the formation of a more balanced regional security system in the South
Caucasus‖.5
According to Janusz Bugajski, key objectives of U.S. interests in South Caucasus and the Caspian basin are
summarized in four main issues: 1 – regional security and to avoidance of further conflict with separatist states;
2 – preventing regional alliances that potentially threaten U.S. interests; 3 – engage these countries in security
issues in the region and beyond, and 4 – underscore the major importance of energy security in and through the
region.6
The Defense Department has identified the South Caucasus as a strategically important region in 1994, because
of the potential to form a surface of secular state, independent and pro–Western, between Russia and the Middle
East.7 But continued instability in the region has risen over any ambition to develop closer security links with
the region.8
Energy issues have attracted the attention of U.S. policy in the mid 90‘s, mainly due to the great development of
energy resources in the region. Investment in these resources was seen as a factor that would encourage
development of the region and would weaken Russia‘s monopolistic positions, which constitute a threat to U.S.
access to these resources. An important part of this strategy are Baku – Tbilisi – Ceyhan (BTC) which links the
Azeri coast of the Caspian Sea with the Mediterranean Turkish coast in passing through the territory of Georgia;
and Baku – Tbilisi – Erzurum (BTE) pipelines, which are initially supplied by deposits of Azerbaijan and in the
future intended to be supplied by the resources of Central Asia. 9 The opening of the BTC is seen by the U.S as a
great strategic victory and with major interest for the West appears the sustainability of Georgia, as a key
condition for the performance of BTC toward Europe. Avoiding Russia and Iran, through the passage of
hydrocarbons directly into the Turkish market, the U.S. presents challenges to avoid a full Russian control over
these resources through the construction of East – West transport axis. This axis will serve as a transport
corridor between Europe and Asia and will provide the link between the Caspian basins to the international
market, following the lines of European program TRACECA.
In this way U.S. support the stability and sustainability of the region states, in order to preserve their sovereignty
over energy resources. This strategy promotes the Caspian – Europe energy corridor, bypassing traditional
hegemonic powers in the region. This corridor has also found support by the governments of the region because
Western countries follow a more soft policy than Russia and Iran.
However, in recent years has been a declining U.S. interest in the region redefining relations with Russia. Such a
distancing is seen in the U.S. passive role in the Georgia – Russia conflict, lack of participation in the
5
6
7
8
9
Kotanjian Hayk, ―Peace and Security Perspectives in the South Caucasus: The Madrid Principles of Karabakh Conflict Settlement are
Based on the ‗War Paradigm‘‖, April 2007, in http://www.harvard-ssp.org/static/files/394/Kotanjan.pdf, (accessed 18/04/2012)
Bugajski Janusz, in CSIS – IND Conference: ―Developing U.S. Strategy in the South Caucasus and Caspian Basin‖, June 24, 2010.
Sherwood – Randall Elizabeth, ―US Policy and the Caucasus‖, Contemporary Caucasus Newsletter, Berkeley Program in Soviet and
Post – Soviet Studies, No. 5, spring 1998, pp. 3 – 4.
Svante Cornell, ―US engagement in the Caucasus: Changing gears‖, Helsinki Monitor, No. 2, 2005.
For European companies‘ participation in these projects, see the official web for BTC and SCP created by BritishPetroleum:
http://www.bp.com/sectiongenericarticle.do.
2
construction of the railway Baku – Tbilisi – Kars, passivity shown in the construction of Nabucco pipelines as
well as positioning in regional conflicts. Showing less and less attention to the region the U.S. allows Russia to
intervene in resolving conflicts, strengthening its position. In this way economic and strategic interests of USA
in Azerbaijan might be at risk by a dominant Russian presence. Azerbaijan, among other things can serve to
strengthen the Tran–Atlantic dialogue between the U.S. and the EU. This is due to a decrease of Azerbaijan
under Russia‘s influence would put Europe under Russian energy resources dependence, a fact that would
directly implicate Trans–Atlantic relationship between Europe and the U.S. 10
In this perspective for U.S. as primary appears the storage of positions in the Caucasian region and
strengthening them through the promotion of more active policies and maintaining the balance between regional
and global powers.
EU policies in the Caucasus Region
The need for an energy policy
One of the strategic objectives of European foreign policy in recent years is the topics related to the energy
security. They are perceived as security and diversification of resources in order to avoid the dependence on
Russian imports. To achieve this goal, the EU needs to adopt a common energy policy fairly broad and accepted
by all member countries.11 The sense of insecurity for energy supplies is related to the crisis of 2006, known as
―gas war‖ between Russia and Ukraine. 12 As a result of the several days‘ interruption of gas flows originating
from Russia, the EU became aware of its fragility in the energy field, which was a result of imports of petroleum
dependency.
Until 2030, it is thought that European dependence on imported petroleum will increase from 50 to 65%,
respectively, an increase from 57 to 94% on gas and from 82 to 93% for oil imports. 13 Therefore, the pursuit of
objectives in terms of security in this context is closely related to a harmonization of foreign and energy policy.
The main element in the EU geopolitics seems to be security and diversification of these supplies. In this
perspective, the energy resources of the Caspian region and Central Asia constitute a potential target and very
good alternative solution for a long period.
During two decades, Europe has moved from an observer in the Caucasian affairs into an actor with interests
more clearly defined in the region. So, EU aimed at enlarging eastward, approaching more and more to
Caucasus. With the membership of Romania and Bulgaria, the EU has become the neighbor of the Caucasus
through the Black Sea. This southeast change is combined with the growing importance of the Caucasus in
10
11
12
13
Cohen Ariel, ―Europe‘s Strategic Dependence on Russian Energy‖, The Heritage Foundation, No. 5, November 2007.
European Commission, ―Towards a European strategy for the security of energy supply‖, Green Paper of the European Commission,
COM (2000) 769, Brussels, 29/11/2000.
Cit. Andoura Sami, “Security of supply and the external dimension of a European energy policy”, in Dehousse Franklin (ed.), ―Towards
a real European energy policy?‖, The Bruxelles Journal of International Relations, The Royal Institute for International Relations,
Egmont, Volume: LX, No. 2, 2007, pp. 67 – 68
European Commission, ―A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy‖, Green Paper of the European
Commission, COM (2006) 105 final, Brussels, 08/03/2006, pp. 1 – 2;
European Commission, ―What is at stake - Background document?‖ Annex to the Green Paper: “A European Strategy for Sustainable,
Competitive and Secure Energy”, Commission Staff Working Document, COM (2006) 105 final, Brussels, 08/03/2006, pp. 10 – 11.
3
world affairs, and has force the EU to identify its interests in the region and to develop strategies for achieving
them.14 These strategies are classified into three groups: good governance, energy and security.
Perception of strategic value of the Caucasus corridor for Central Asia turned the region into an important
―issue‖ for Europe.15 EU energy strategy for diversifying supplies, support exactly the Southern Gas Corridor.
Realization of the TRACECA and INOGATE projects were initiated to meet these needs. Both this projects
complement each other, respectively through renovation and modernization of the regional transportation
system, and analyzing and studying the different possibilities for their transportation from the Caspian to Central
Asia and recently in the European markets. 16 The complete connection between Europe and Asia via the new
Silk Road depends on the segment that passes through the Balkans and specifically Corridor VIII, adopted at the
Helsinki Conference in 1997.
The corridor east – west is supported not only by the EU, but also from the U.S.A through support of South
Balkan Development Initiative (SBDI). This initiative is designed to help Albania, Bulgaria and the Former
Yugoslav Republic of Macedonia to further develop of the transport infrastructure along this corridor, which is
the shortest trade route and more efficiently between Europe and Asia. Through these projects, the EU aims to
solve the issue of insulation condition of the Republics of Central Asia by developing transport corridors that
bypass Russian and Iranian territory. 17
Avoiding Russia and Iran, the EU supports the U.S strategy which identifies Turkey as an energy hub for an east
– west transportation system. Transport networks of energy resources that connect Europe to the west coast of
the Caspian already have been realized, becoming a real opportunity for producers in the East of the Caspian. In
fact, Kazakhstan has already started to export oil through the BTC pipelines, while Turkmenistan has shown
interest in gas export opportunities that are not controlled by Russia. 18 Including these resources in BTC and
BTE projects would represent a concrete implementation of the corridor east – west.
BTC and SCP pipelines have strengthened the economic security of Azerbaijan and Georgia; helping the two
countries to secede from the Russian sphere of influence and being orient towards the West. During recent
years, the attention of the EU towards the Black Sea and Caspian region has increased 19 particularly in
increasing the security of the existing pipeline system in Azerbaijan and Georgia. 20 Through the modernization
14
15
16
17
18
19
20
Cornell Svante E. and Starr Frederick S., ―The Caucasus: A Challenge for Europe‖, Central Asia – Caucasus Institute & Silk Road
Studies Program, 2006, p. 7, in www.silkroadstudies.org, (accessed 13/04/2012).
Ibidem, p. 15.
Raballand Gael, “L‟intégration économique en Asie centrale. Réalité ou chimère?” in ―Le courrier de pays de l‘Est‖, No. 1011, January
2001, p. 59, note 8.
Radvanyi Jean, ―Quand les occident aux poussent les nouveaux États indépendants loin de Moscow. Transports et géostratégie au sud
de la Russia”, in ―Le Monde diplomatique‖, June 1998, pp.18 – 19.
Cornell Svante E. and Starr Frederick S., ―The Caucasus: A Challenge for Europe‖, Central Asia – Caucasus Institute & Silk Road
Studies Program, 2006, pp. 20 – 21, in www.silkroadstudies.org, (accessed 13/04/2012).
Grabbe Heather, “Towards a More Ambitious EU Policy for the Black Sea Region”, in Asmus Ronald D., Dimitrov Konstantin and
Forbrig Joerg, (ed.), ―A New Euro – Atlantic Strategy for the Black Sea Region‖, Washington, D.C.: The German Marshall Fund of the
United States, 2004, pp. 106 – 115.
Chicky Jon E., ―The Russian – Georgian War: Political and Military Implications for U.S. Policy”, Policy Paper, Washington, D.C.:
Central Asia – Caucasus Institute, Johns Hopkins University – SAIS, February 2009, p. 12, in http://www.silkroadstudies.org, (accessed
13/04/2012).
4
of amortized pipelines during the Soviet era, the EU promotes regional integration and facilitation of
hydrocarbon leaks toward its markets, thus providing security for financial institutions and private investors. 21
EU might consider and use the regional pipeline system in the Black Sea as an important component of its
strategy of expansion. In this context, Georgia and Azerbaijan are extremely important as candidate for
membership in the European and Trans–Atlantic structures.22 Economic growth and relative stability of the
Caucasus and Central Asia in recent years have given hope for the development of this transport corridor. 23
For EU the implementation of this project is vital, because constitute a complementary part of the European
Commission project for diversification of energy resources, Nabucco. This project will transport gas from the
Caspian region and Central Asia through Turkey to Europe. Nabucco is an extension to the European markets of
the gas pipeline systems BTE. However, for the realization of this project is necessary to establish a link
between the two Turkish shores of Dardanelles Strait and European transport network up to Austria. 24
The weakness of the EU in implementing energy policies and its inability to formulate a common energy
strategy, in order to reduce the dependence on Russian gas imports, appears in the signing of a series of bilateral
agreements between individual member countries and Russia, as well as European companies willing to
cooperate with Gazprom to achieve personal interests to the detriment of those communitarian. Russia is trying
to maintain and strengthen its monopolistic position in a number of states and, above all, in relations with EU
countries.25 Increasing dependence of Europe from Russian energy and long–term energy agreements between
Russian companies and some European governments have created speculation according to which Moscow is
using ―its energy weapon‖ in efforts to influence foreign and economic European policy. 26 Russian policy has
used this weapon as a tool of political pressure not only in EU countries, but also in countries whose territories
are traversed by the energy transport routes. It is clear that excessive dependence on Russian supplies seriously
threatens European energy security. 27 So, finding energy resources and alternative routes to enter in the
European market has become one of the major issues in energy policy. In this perspective, each debate in the
context of alternative pipelines means that to which of them should be given priority. However, dependence is
mutual because EU is Russia‘s leading importer. This interdependence can be used by the EU to increase
Russia‘s ability to adapt to the rules and norms of the global energy market.
21
22
23
24
25
26
27
Muller Friedemann, ―Energy development and transport network cooperation in Central Asia and the South Caucasus”, in Dwan
Renata and Pavliuk Oleksandr (ed.), ―Building security in the new states of Eurasia: Subregional Cooperation in the Former Soviet
Space‖, East – West Institute, M. E. Sharpe, London, May 2000, p. 195.
Baran Zeyno, “Developing a Euro – Atlantic Strategy Towards Black Sea Energy: The Example of the Caspian”, in Asmus Ronald D.,
Dimitrov Konstantin and Forbrig Joerg, (ed.), “A New Euro – Atlantic Strategy for the Black Sea Region”, Washington, D.C.: The
German Marshall Fund of the United States, 2004, p. 120.
Cornell Svante E. and Starr Frederick S., ―The Caucasus: A Challenge for Europe‖, Central Asia – Caucasus Institute and Silk Road
Studies Program, 2006, p. 19, in www.silkroadstudies.org, (accessed 13/04/2012).
Norling Niklas, “Gazprom‟s Monopoly and Nabucco‟s Potentials: Strategic Decisions for Europe”, Silk Road Paper, Central Asia –
Caucasus Institute and Silk Road Studies Program, Washington – Uppsala, November 2007, pp. 27 – 28, 40, in www.silkroadstudies.org
(accessed 12/04/2012).
Bugajski Janusz, ―Russia‘s Pragmatic Reimperialization‖, Caucasian Review on International Affairs, Volume: 4:1 (2010), p. 9,
http://cria-online.org (accessed 13/04/ 2012).
Belkin Paul, “EU‟s Challenges on Energy Security”, January 30, 2008, in ―European and Security Affairs‖, Magazine over Security,
Institute for Democracy and Mediation, No. 17, Tirana 2010, p. 7.
Poti Laszlo, ―The rediscovered backyard: Central Europe in Russian foreign policy‖, Social Research Center (SRC), 2007, in
http://www.isn.ethz.ch, (accessed 13/04/2012).
5
In general, it appears that European countries are moving slowly to a diversification of energy sources to reduce
dependence on manufacturing specific locations. In fact, every government of the Union seems to have as a
priority energy needs and protect its customers, and only in the second plan aims to build an integrated and
sustainable European energy market. Traditionally, EU has exercised less or not at all impact on energy policy
of individual member countries. However, in March 2007, against the increasing concern about Europe‘s
dependence on Russian energy, as well as face growing public pressure to address global climate change, EU
member countries agreed to establish an ―Energy Policy for Europe‖. 28 The measures taken are part of a larger
group of recommendations published by the Commission in a ―Green Paper‖ in March 2006 and more detailed
action plans that were presented in January 2007 and 2008.29 However, member states continue to pursue
different foreign energy policies, particularly toward Russia, and some European countries remain hesitant to
submit national control over energy markets. 30
European Geopolitics in the Caucasus:
Geographically, the EU can have access to energy resources of Russia, Caspian Sea region, Middle East and
North Africa. From this perspective, for Europe, the key will be to reach an equilibrium point for supply from
each of the regions and better management of relations with their governments. In this way, EU opens additional
opportunities for its strategy of external energy. 31 Document of the EU energy policy of January 2007,
recommended the strengthening of the so–called EU Neighborhood Policy (ENP) to these areas, 32 further
progress of the Black Sea Synergy (BSS) and the Eastern Partnership (EaP), which are a positive development
in EU – Caucasus relations and can be seen as a growing EU engagement in the region. So, Europe has
increasingly paid attention to its involvement in matters relating to the eastern neighbors, establishing new
relations of cooperation and being more active in resolving regional conflicts (mission in Georgia in 2008).
However, these initiatives do not yet constitute a coherent policy. They remain a constant reflection, but rather a
vision on EU relations with South Caucasus states. In this context, it is necessary to reappraise EU policies and
to clarify the framework of its commitment to the region.
For Europe, the Black Sea region serves as a bridge to provide access to the Caucasus. Black Sea belongs to the
same geo–system such as the Caspian Sea and is characterized by tension and friction that create German and
Russian interests, from which first are considered to reflect ―western factor‖, while the second ―eastern factor‖.
After the general developments of the period 1990 – 1999, the geopolitical reality of the western part of Eurasia
has changed in such a degree that allows separation of the Black Sea from the Asian geo–system and its full
integration into European. In this way, the Black Sea has become a European internal lake. 33
28
29
30
31
32
33
Belkin Paul, “EU‟s Challenges on Energy Security”, January 30, 2008, in “European and Security Affairs‖, Magazine over Security,
Institute for Democracy and Mediation, No. 17, Tirana 2010, p. 7.
Ibidem, p. 16.
Ibidem, p. 7.
Ibidem, p. 20.
Youngs Richard, “Europe‘s external energy policy: between geopolitics and the market”, Center for European Policy Studies, Working
Document No. 278, November 2007, in http://www.ceps.eu, (accessed 14/04/2012).
Loucas Ioannis, ―The New Geopolitics of Europe & the Black Sea Region‖, Naval Academy, U.K National Defense Minister‘s Staff, p.
6 – 7, in www.da.mod.uk, (accessed 15/04/2012).
6
According to Ioannis Loucas, redefining the parameters of the European geographical unit affected by the
geopolitical approaches focused on the key policy issues, directly within the scope of European identity in the
political, economic and military. These issues were closely linked on one side with NATO and EU enlargement,
and in turn the formation of a new international system after the Cold War which identified three geosystems, of
which two belong to Europe (geosystem of Eastern Europe and the Caucasus) and Asia (geosystem of Central
Asia). Geosystem in Eastern Europe plays a major role in shaping the European internal structure because it
allows for the first time full implementation of German geopolitical vision of ―Middle Europe‖. While
Caucasian geosystem, plays the primary role in creating a new reality in Europe‘s eastern borders. Seen from the
geostrategic view, Caucasian geosystem increases the dynamics of the eastern border of Europe. Due to the
restructuring of geopolitical dynamics, ―Eastern Europe‖ will not be in the Balkans, but in the area consisting of
Georgia, Armenia, Azerbaijan, Turkey and Cyprus. Internal structure of the new European entity, as well as new
geographic definition of the section ―central‖ and ―southeast‖ of Europe clearly creates new geopolitical realities
of the wider Black Sea, which should be treated about the importance of changes in balances of power in the
region34.
EU is taking a potential configuration as an alternative geopolitical pole compared with the other actors involved
in the competition to influence political developments in the Caucasus and beyond, in Central Asia. Practically
the end of the Cold War changed the status of Black Sea from a closed sea in an open sea. Very important
movements of the EU to have access to the resources of the Caucasus was gaining access to the Black Sea
through the accession of Romania and Bulgaria, and the opening of navigation channels on the Danube River,
which provided the direct connection between Black and North Sea.
For EU is also very important the geographic position of Ukraine, which has a favorable geostrategic position in
three important vectors of the Black Sea: straits of Bosporus and the Dardanelles, the delta of the Danube and
the Crimean peninsula. So, Ukraine is part of the three geopolitical regions: Black Sea, Central and Eastern
Europe. While, sailing channel Danube – Main – Rhein reduces the importance of straits providing new ways of
navigation.35 EU enlargement has a significant impact on regional developments, a fact noted in the interests
expressed by all littoral states to join EU.
In fact, the situation of the Black Sea is very complex due to ―specific spatial architecture”36 produced by
corridor ―sea (Adriatic) – continent (Balkans) – sea (Black Sea) – continent (Caucasus) – sea (Caspian)‖. The
entire region has a potential as creative and destructive, and continues to be in transition period. This fact is not
in the interest of the EU, because to have positive developments scenarios, need consistency and stability of the
region. Black Sea is a border and bridge to new challenges and opportunities of Western institutions. 37 With the
change of status, the Black Sea seems to have taken the same importance that has had the Mediterranean Sea
34
35
36
37
Ibidem, p. 8 – 10.
Antonian Julia, ―Geostrategic evolutions in Black Sea region‖, Euro – Atlantic Studies, p. 84.
Out Perte, “Black Sea from a closed sea to an open sea”, in Antonian Julia, ―Geostrategic evolutions in Black Sea region‖, Euro –
Atlantic Studies, p. 85.
Antonian Julia, ―Geostrategic evolutions in Black Sea region‖, Euro – Atlantic Studies, p. 85.
7
during the Cold War, which was seen by U.S. military as a ―highway‖ for projecting American power ―in the
depths of the heart of the earth‖.38
However, today‘s EU policy focuses not only on naval power. International attention is increasingly focused on
the creation of macro–regions, which represent a new concept for cooperation which affects territorial cohesion
between regions inside and outside the EU. Macro–regions arose as a result of ongoing tensions between
international actors, national, regional and private sector, aiming to identify and achieve common goals.
Such strategies can be seen as a new way to move towards European spatial integration, economic growth in
countries of the macro region, and contribute to establish better relations with neighboring countries and
territories. Such initiatives began with the creation of macro–region of the Baltic Sea, which was followed by
the creation of macro–region of Danube. Strategies based on these macro–regions supported the creation of the
macro–region of Adriatic – Jon and discussions have included the idea of creating similar strategies for the
North Sea, the Atlantic Arc, the Mediterranean and Black Sea.
Creating a macro–region to the Black Sea would ensure the development of cooperation within the region and
between the region as a whole and the EU. This initiative is based on common interests, aims to increase
cooperation and to ensure consistency with policy guidelines. Actions may extend beyond the region, since
many activities remain closely linked to neighboring regions, especially in the Caspian Sea, Central Asia and
South – East Asia. Black Sea cooperation would thus include essential inter–regional elements.39
Creating the macro–region will strengthen the existing cooperation initiatives, which in the energy field are:
Baku initiative, INOGATE Program, TRACECA and improvement of the energy infrastructure. Through the
macro–region of Black Sea, the EU extends its geopolitical vectors on the east and south–eastern coast of Black
Sea, including within the framework of this initiative, Georgia, Azerbaijan, Armenia and Turkey. With this
move EU provides access to the Central and South – West Caucasus region and gains access on the shores of the
Caspian Sea in Azeri coast.
With these moves, Europe not just gains control over the Baltic Sea area, along the European coast, thereby
controls the European ―Marginal Crescent Area‖, but also gains access to the western border of the Heartland.
Control of Eastern Europe is very strategic for the EU, because based on the theory of Mackinder: “Who rules
East Europe commands the Heartland, Who rules the Heartland commands the World–Island, Who rules the
World–Island commands the world.”40
The position of European power in this region would create communication lines that would ensure a
continuous supply of energy resources for the EU and external communication lines to Central Asia. These
communication lines appear vital to the region, because according Spykman, Heartland power would be
paralyzed by the difficulties with internal communication lines and lack of mobility to expand beyond the
38
39
40
Forrest Sherman, deputy chief of naval operations (1947).
European Commission, ―Black Sea Synergy – A new regional cooperation initiative‖, COM (2007) 160 final, Brussels, 11.04.2007, p.
3, in http://ec.europa.eu (accessed 16/04/2012).
Mackinder Halford J., ―Democratic Ideals and Reality: A Study on the Politics of Reconstruction‖, New York: Henry Holt, 1919.
Reprint, New York: Henry Holt, 1942, p. 150.
8
physical barriers along its borders.41 For these reasons, cooperation in the Black Sea region finds broad support
from member states and EU.
By identifying and addressing the challenges of the Black Sea macro–region will depend on European
integration at the regional level. An effective strategy will help the EU and regional countries to break away
from dependence on Russian energy resources respectively and alternative transport road. This cooperation on
the EU could be the best way to get tangible results by overcoming geographical promotes the strengthening of
cooperation to enhance development as the EU and the neighboring territories. Also, cooperation in the Black
Sea could be a possible alternative of future European integration.
Conclusion:
The Caucasus has always been a regional lineup of great geostrategic importance. Interests of great powers face
in this region and international energy policies lines intersect. The Caucasus is a link between East and West,
through the Caspian Sea basins, Black Sea and Mediterranean. Interest expressed by the large states and political
forces show the geopolitical and geoeconomic importance of the region.
Dissolution of the USSR configures geopolitical map of the region by bringing in the international arena new
actors and conflicts. As a result, the Great Powers intervened in the region, even while opposing another power.
These confrontations highlight the ever increasing importance of the Caucasus as an integral socio–economic
entity and unique and promising role in the whole region, seen as a massive source, but still under developed,
with supplies of natural resources and as a crossroads of Eurasian transportation routes. But there are also
sources and potentials to increase the possibility of instability in the region.42 Therefore appears necessary to
identify the country's stability and international role of this region.
U.S. and EU seem to have common interests for the stability of the Caucasus region, but the EU is more
sensitive to this region due to its proximity. Security of South Caucasus region gives a direct impact on
European security.
U.S. presence in the region remains a primary goal of U.S. Foreign Policy. Caucasus region plays an important
role in diversifying energy supply sources, and ensures energy security for Europe while maintaining balance in
Trans–Atlantic relationships. Therefore appears necessary for U.S. review and reorientation of long–term policy
in the region and engage in more bilateral and multilateral relations.
EU aims to achieve its goals through the creation of Black Sea macro–region and its integration in the coastal
countries. Romania and Bulgaria‘s membership gave the status of a Black Sea power, while a possible accession
of Turkey would give the neighbor status. While an involvement of Georgia, Armenia and Azerbaijan in the
strategies of cooperation and EU integration would provide immediate access to the region.
Formulation of a comprehensive energy strategy, which will consider the opportunities and challenges in the
Caucasus is one of the main challenges of the EU and taking into consideration the number and diversity of
actors involved, appears as a task which will not be easily accomplished. The aim of the European Union should
41
42
Spykman Nicholas J., ―The Geography of the Peace‖, New York: Harcourt Brace, 1944, p. 48.
Brzezinski Zbigniew, ―The Grand Chessboard. American Primacy and Its Geostrategic Imperatives‖, Basic Books, New York, pp. 124.
9
focus on joint development of energy policy and its manifestation in the Caucasus as an entity, to protect the
interests of the Union and not to the individual states. To achieve these interests of individual states should be
identified and reflected in those of the Union.
Also, the EU should develop a joint and well–coordinated plan to the further development of effective and
efficient work in macro–regions. European strategies have the capacity to overcome the existing gaps between
European policies in the region and involvement of various interested parties in the field of cooperation. “A
reliable strategy (of energy) needs to show that the EU means business in the region of the Caspian and Black
Sea. Brussels must include energy supply and transit as high priorities ... for the region.” 43
Bibliography:
1.
Andoura Sami, “Security of supply and the external dimension of a European energy policy”, in
Dehousse Franklin (ed.), ―Towards a real European energy policy?‖, The Bruxelles Journal of International
Relations, The Royal Institute for International Relations, Egmont, Volume: LX, No. 2, 2007.
2.
Antonian Julia, ―Geostrategic evolutions in Black Sea region‖, Euro – Atlantic Studies.
3.
Baran Zeyno, “Developing a Euro – Atlantic Strategy towards Black Sea Energy: The Example of the
Caspian”, in Asmus Ronald D., Dimitrov Konstantin and Forbrig Joerg, (ed.), ―A New Euro – Atlantic Strategy
for the Black Sea Region‖, Washington, D.C.: The German Marshall Fund of the United States, 2004.
4.
Belkin Paul, “EU‟s Challenges on Energy Security”, January 30, 2008, in ―European and Security
Affairs‖, Magazine over Security, Institute for Democracy and Mediation, No. 17, Tirana 2010.
5.
Brzezinski Zbigniew, ―The Grand Chessboard. American Primacy and Its Geostrategic Imperatives‖,
Basic Books, New York, 1998.
6.
Bugajski Janusz, ―Russia‘s Pragmatic Reimperialization‖, Caucasian Review on International Affairs,
Volume: 4:1 (2010), in http://cria-online.org.
7.
Bugajski Janusz, in CSIS – IND Conference: ―Developing U.S. Strategy in the South Caucasus and
Caspian Basin‖, June 24, 2010.
8.
Chicky Jon E., ―The Russian – Georgian War: Political and Military Implications for U.S. Policy‖,
Policy Paper, Washington, D.C.: Central Asia – Caucasus Institute, Johns Hopkins University – SAIS, February
2009, in http://www.silkroadstudies.org.
9.
Cohen Ariel, ―Europe‘s Strategic Dependence on Russian Energy‖, The Heritage Foundation, 5
November 2007.
10.
Cornell Svante E. and Nilsson Niklas (ed.), ―Europe‘s Energy Security: Gazprom‘s Dominance and
Caspian Supply Alternatives‖, Central Asia – Caucasus Institute & Silk Road Studies Program, February 2008.
11.
Cornell Svante E. and Starr Frederick S., ―The Caucasus: A Challenge for Europe‖, Central Asia –
Caucasus Institute & Silk Road Studies Program, 2006, in www.silkroadstudies.org.
12.
43
Cornell Svante, ―US engagement in the Caucasus: Changing gears‖, Helsinki Monitor, No. 2, 2005.
Socor Vladimir, ―What role for the Black Sea Region in the European Union‘s Energy Strategy?‖ Eurasia Daily Monitor, Volume: 3
Issues: 43, March 3, 2006, in http://www.jamestown.org, (accessed 14/04/2012).
10
13.
European Commission, ―Black Sea Synergy – A new regional cooperation initiative‖, COM (2007) 160
final, Brussels, 11.04.2007, in http://ec.europa.eu.
14.
European Commission, ―A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy‖, Green
Paper of the European Commission, COM (2006) 105 final, Brussels, 08/03/2006.
15.
European Commission, ―Towards a European strategy for the security of energy supply‖, Green Paper
of the European Commission, COM (2000) 769, Brussels, 29/11/2000.
16.
European Commission, “What is at stake – Background document?” Annex to the Green Paper: ―A
European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy‖, Commission Staff Working Document,
COM (2006) 105 final, Brussels 2006.
17.
Grabbe Heather, “Towards a More Ambitious EU Policy for the Black Sea Region”, in Asmus Ronald
D., Dimitrov Konstantin and Forbrig Joerg, (ed.), ―A New Euro – Atlantic Strategy for the Black Sea Region‖,
Washington, D.C.: The German Marshall Fund of the United States, 2004.
18.
Kauzlarich Richard D., ―Time for change? U.S. policy in the Transcaucasia‖, Century Foundation
Report, 2001.
19.
Kotanjian Hayk, ―Peace and Security Perspectives in the South Caucasus: The Madrid Principles of
Karabakh Conflict Settlement are Based on the ‗War Paradigm‘‖, April 2007, in http://www.harvardssp.org/static/files/394/Kotanjan.pdf.
20.
Larrabee Stephen F., “The Russian Factor in Western Strategy toward the Black Sea Region”, in
Asmus Ronald D., Dimitrov Konstantin and Forbrig Joerg, (ed.), ―A New Euro – Atlantic Strategy for the Black
Sea Region‖, Washington, D.C.: The German Marshall Fund of the United States, 2004.
21.
Loucas Ioannis, ―The New Geopolitics of Europe and the Black Sea Region‖, Naval Academy, U.K
National Defence Minister‘s Staff, in www.da.mod.uk.
22.
Mackinder Halford J., ―Democratic Ideals and Reality: A Study on the Politics of Reconstruction‖,
New York: Henry Holt, 1919. Reprint: 1942.
23.
Muller Friedemann, ―Energy development and transport network cooperation in Central Asia and the
South Caucasus”, in Dwan Renata and Pavliuk Oleksandr (ed.), ―Building security in the new states of Eurasia:
Subregional Cooperation in the Former Soviet Space‖, East – West Institute, M. E. Sharpe, London, May 2000.
24.
Norling Niklas, ―Gazprom‘s Monopoly and Nabucco‘s Potentials: Strategic Decisions for Europe‖,
Silk Road Paper, Central Asia – Caucasus Institute and Silk Road Studies Program, Washington – Uppsala,
Nov. 2007, in www.silkroadstudies.org.
25.
Poti Laszlo, ―The rediscovered backyard: Central Europe in Russian foreign policy‖, Social Research
Center (SRC), 2007, in http://www.isn.ethz.ch.
26.
Raballand Gael, “L‟intégration économique en Asie centrale. Réalité ou chimère?” in ―Le courrier de
pays de l‘Est‖, No. 1011, January 2001.
27.
Radvanyi Jean, ―Quand les occident aux poussent les nouveaux États indépendants loin de Moscou.
Transports et géostratégie au sud de la Russia”, in ―Le Monde diplomatique‖, June 1998.
11
28.
Sherwood – Randall Elizabeth, ―US Policy and the Caucasus‖, Contemporary Caucasus Newsletter,
Berkeley Program in Soviet and Post – Soviet Studies, No. 5, spring 1998.
29.
Socor Vladimir, ―What role for the Black Sea Region in the European Union‘s Energy Strategy?‖
Eurasia Daily Monitor, Volume: 3 Issues: 43, March 3, 2006, in http://www.jamestown.org.
30.
Spykman Nicholas J., ―The Geography of the Peace‖, New York: Harcourt Brace, 1944.
31.
Yergin Daniel, ―Ensuring Energy Security‖, Foreign Affairs, Volume: 85, No. 2, March/April 2006.
32.
Youngs Richard, “Europe‘s external energy policy: between geopolitics and the market”, Center for
European Policy Studies, Working Document No. 278, November 2007, in http://www.ceps.eu.
12
ENERGY TRANSPORTATION LINES AND THEIR PROTECTION
Agron MALAJ
PhD Candidate in National Security at Albanian Military Academy
(PRIVATE COMPANIES‟ PRIORITY)
Abstract
The goal of this paper is to present a clear framework of the main challenges of energy on which the Caucasus
region is facing and how Private Security Companies could be useful to guarantee a specialized and safe
protection. What they offer to market value and their capacities and possibilities to cope with new challenges.
The South Caucasus, after the disintegration of Soviet Union, emerged at the crossroads of strategic energy
supply routes, making the region increasingly important for global as well as regional actors. This role has been
particularly enhanced with the construction of new energy export pipelines, particularly the BTC Baku
(Azerbaijan) via Tbilisi (Georgia) to Ceyhan (Turkey) and the BTE, (Baku via Tbilisi to Erzurum Turkey) that
connect landlocked Azerbaijani energy resources with international markets.
The energy supplies and the choices of energy export routes are closely interlinked with the security dimensions
in the South Caucasus. It is essential for regional security that energy reserves and supply routes are used
appropriately. At the same time, the core imperatives of regional security are domestic political in nature and
depend highly on the establishment of democratic institutions, legitimate governance and the rule of law.
Key words: energy, pipelines, Caucasus, security, private security companies.
Introduction
Along the history and up to now, the most powerful ruling countries must have under their control the countries
with energetically reserves and the roads used for their transportation. Keeping in mind that oil and gas reserves
will last for a period of 50-70 years, the Great Power try to dominate the international arena by controlling the
countries with rich energetically sources and the itinerary of their transportation.
Nowadays 35% of the world oil and 75% of gas is transported through pipelines. Currently the oil pipelines take
313.670 km1 and those of the gas take 1.226.258 km2. Their location in territories with political-economical
instability and in continuous conflict makes these pipelines to be a target for vandalism, sabotaging or steal
which is caused by terrorist groups or organized crime.
Their repair requires a lot of time and billions of dollars. For this reason, the security of pipelines is more and
more taking an initial role in the agenda of the States and other international actors.
This work aims to analyze the current methods of pipelines security in Caucasus region as an important knot in
the transport and deposit of energy sources and also as a continuing conflict area. In focus will be the possibility
of creating an effective collaboration among state and non-state actors (PSC- Private Security Company),
regarding the security issues.
Security private industry – a global tendency
According to the sociologist Max Weber, the State has the monopoly of using force3 in a specific area – and if
the state never had this – it is not that convincing. One of the principal tasks of a State is to provide its citizens
I
with physical security and to prevent the violent conquer of the political power from the inside or the outside.
Due to this, the States traditionally have developed and enforced their obligatory force institutions such as police
and armed forces, so that they could reach these objectives.
The investment in the enforcement of the institutions which guarantee the national security requires continuous
attempts and sufficient sources in disposal to adapt to the new conditions and challenges of security. For many
States, this has not resulted to be an easy battle, and for many of them it has been a failure. During the last
decades it has been noticed that the private sector is a successful actor in this perspective.
The Industry of Private Security (IPS) has been seen as a very efficient actor in security and has served as a vital
relying point for governments all over the world. The present concern on the activities of criminal and terrorist
international groups has attributed to the private security companies extra power especially in protecting the
interests of those States which are concerned for their internal security.
All over the world, IPS are being developed very rapidly. When efficient and ready to respond to all challenges
in a particular area, it gives a great contribution and help to the States for their national security. But when these
private actors are not controlled and are not coordinated, they can be an obstacle in peace construction, in good
government and for the development of the countries in transition or after conflicts.
It takes a special importance, considering that during the last decade, private actors have taken more and more
over the roles that have traditionally been the responsibility of the State for implementation of national security.
Historical overview on private security industry
The continuous growth of private security industry (IPS) it‘s not an unexpected issue. Mercenaries and armed
groups of non-state have been a common feature of the war in the middle Ages. These employment practices of
such groups continued during the early modern period. The Thirty Years War (1618 - 1648) and later on the
Treaty of Westphalia in 1648, made efforts to limit their use and to replace them with modern army.
In the 18th century it was common for major European countries to recruit a large number of private forces
during the war. For example British government, recruited 30,000 soldiers during the Independence War in
America. On the other hand, George Washington used his private army during his rebellion against the British
forces. The use of mercenaries and private contractors was quite common during the Civil War in America
(1861 – 1865) and American – Spanish War (1898)4, which led to the operation of the first major offshore (in
Cuba) by the American Army since the independence declaration. During the 19‘Th century, the monopoly over
all legitimate form of violence was increasingly regarded as a vital feature of the states. However, this did not
end the tendency to delegate some key non–military functions to civilian sector. Civilian contractors became
part of the wars that took place during the 20‘Th century, including two World Wars. This phenomenon was not
restricted either to Western armies, or to the U.S. army. As an example we can mention that during the Second
World War, the Japanese army hired civilian contractors groups known as ―Gonzoku‖ to realize works on
building prisons and maintaining prisoners5. In the United States army, until the time of the Vietnam War, the
delegation of certain military functions to civilian contractors reached such levels as ‗‗Business Week‘‘
described the war in Vietnam as a ―contractors war‖.6
14
The growth of the private security and military industry began in the ‗90s, with the emergence of private
security companies and military with clear corporate structure. The IPS is organized and operates in three
categories: private security companies (domestic and foreign) private military companies (foreign) and the
companies for non–lethal service. Further on there will analyze only the first two categories, whose functions
are related to security issues.
In today‘s changing of security environment, the increased demand for services of this sector, are argued
through the domination of the models of free market states, created after the Cold War, which ejected the
government from its traditional functions. But this is not the only argument. The global reduction of national
armies enabled private companies to recruit ex–military trained personnel, specially the gradual withdrawal of
the Great Powers by the developing countries, enabled these companies to find favorable conditions for
evolution.
What are private security companies?
The Private security sector includes a wide range of actors. Besides a un–official number of illegal operators,
such as mercenaries and area civil defense forces, in it will be included illegitimate organization such as: Private
Security Companies, Private Army Companies, Homeland Security Sectors and Insurance Non–lethal Services.
The efforts to categorize more accurately the private actors in the security sector have been very controversial.
A distinction exists between Military Private Companies (MPC) and Private Security Companies (PSC). MPC
can be defined as private company that provide offensive service, with military influence, while the PSC as
protection services, with the aim to safeguard persons and property. This distinction is problematic especially
for two reasons. Firstly, what is called ―defensive‖ in certain circumstances may turn into ―offensive‖ in other
ones. Secondly, the immediate short and medium – term demands of business have created the opportunities that
companies can adopt new functions and tasks in a very quick time, making the differences between offensive /
defensive or active / passive irrelevant or misleading. In order to avoid the distinction between ―military‖ and
―security‖ from now on we will use the term ―private security company‖ (PSC) in order to present all the
companies within the industry.
Most of the PSC have corporate structure and usually act as legal entities. Some of them are part of large
industrial consortiums which are the richest of the world. They are based on regular financial systems which
move easily in the international arena. Services that they provide are non–police functions and they have a wider
scope of action. In this case we can mention the prevention and detection of unauthorized activities or threaten
of the private property, through patrol, protection of private property, energetic fields (nuclear), military
facilities and security into the airports.
Prevention and detection of stealing, lost, misappropriation or concealment of goods, money, financial bonds,
stocks, records, documents or value papers securities (custody of monetary values during transport) and the
protection of persons (bodyguards) are other activities which are covered easily from this sector.
The action filed of this section may be extended from the participation and the implementation of rules,
regulations, measures, policies and practices adopted to the Company regarding the reduction of criminality,
maintaining public order events (concerts, football matches) informing and capture charges of offenders;
15
transportation and protection of prisons, reporting and responding to incidents and calls, including design,
installation and maintenance of alarm systems; operational support in combat, military advice, training and
maintenance of logistical support, according to the need of a State.
PSC – to operate in an open market, need legal base and to be advertise as professional and reliable enterprise,
however their scope is covered by an atmosphere of confidentiality. Analyzing the size of contracts,
expenditures and interviews with investors, is estimated that the number of SPC‘s that operates in worldwide is
about $ 100 billion and is projected to reach 202 billion in 2013.7 There are precisely the purpose and size of the
private security industry those which make it a powerful force in world affairs.
16
Caucasus region – an area of geostrategic importance
This geographical area lies between the Black Sea and Caspian Sea, in the middle part of the Don River, in north
across the border between Armenia and Turkey and Armenia and Azerbaijan with Iran. Western boundary
coincides with the Black Sea and Azov Sea and the Eastern with Caspian Sea. 8
Landscape is breathtaking. Situated between two seas and the highest mountains of Europe, the Caucasus region
has always been a mysterious and attractive area.
Its reputation was established during the long and slowly occupation of Russian empire during the 19‘Th
century. The Southern borders of the Caucasus are always identified by the Russians as the southern border of
the Russian Empire states in the Caucasus.9
Today, Caucasus is in the spotlight again. The Northern Caucasus republics in the Russian Federation are
always in the news. After two bloody wars, Chechnya is more or less in peace under the strong leadership of its
president, Ramzan Kadyrov, but can easily flare up again. Dagestan has become more and more an uncontrolled
place. The situation appears even more severe in Ingushetia, which is almost in state of anarchy where Russian
security forces use the same brutal methods as well as armed rebel‘s Ingush. The tradition of identifying
southern borders of the Caucasus survived even in the Soviet period. The three union republics Armenia,
Azerbaijan, Georgia where described as Trans–Caucasian. With the collapse of the Soviet Union the three
republics regained their independence, and ―Trans–Caucasus‖ was replaced with more accurate term, ―South
Caucasus‖.10
Today, this region has a greater attention, because it is returned to a cockpit of a new confrontation between
Russia and the West. The main importance to take these small countries is their geographical position. Located
near Turkey, in northern of Iran and in south with Russia, these countries have become an arena where empires
have been met and clashed throughout the history. Russia has never agreed the loss of control over the Caucasus
after the Soviet collapse.
Moscow has reacted harshly on the growing influence of the West in this region. Russia is less neuralgic on two
other countries of the Caucasus (Chechnya and Dagestan), where its influence is stronger. Azerbaijan takes
particular significance because of energy resources, while Georgia gains importance position due to favorable
transport routes. The whole area is crucial to existing and those that are planned for pipelines, particularly for
gas, which could supply Europe avoiding Russia. This explains why the Caucasus is a critical factor in
confronting Russia with the West. In Caucasus conflicts are being developed continuously since the fall of the
Soviet Union. In fact, most of the fights took place in the Caucasus. Georgia was left with its two regions,
Abkhazia and South Ossetia, which loss the control of Tbilisi after two wars in early 1990. Russia supported
their independence in August 2008. Azerbaijan is in conflict with the autonomous region of Nagoro – Karabakh
and the bloody war with Armenia during 1991 – 1994. What became clear was that the oil based economy of
Azerbaijan flourished. The Pipeline Baku – Tbilisi – Ceyhan is carrying one million barrels per day, gas is
flowing to Georgia, Turkey and Russia.11
The region‘s geopolitics has become a crucial crossing point for all kinds of geopolitical and economic
interests12, while the Central Caucasus becomes the center of the problem for the region.13 International
17
Relations of the Central Caucasian countries are largely determined by their historical roots. These roots
significantly affect the main trends of their foreign policy in these countries. 14
Strategic pipelines of the region:
Since about four years Georgia is trying to build its own territorial unity by having under control 1/3 of
territorial space, meanwhile South Ossetia and Abkhazia is out of hand. Beyond the war of protecting a
population and a territory, the war in Ossetia revealed two important elements. Firstly, the war did not happen to
protect Ossetia but for the geostrategic position among visible and invisible parts of the conflict. On one hand
Russia and on the other hand European countries that want to use the reserves and natural resources in Caucasus
and by these they would interrupt their dependence from Russia in gas supply. Secondly, by being in front of an
armed conflict in a country which has aspiration to be a NATO member, USA would find in this war a strong
reason to expand NATO beyond the European continent and to go to the end their project to set the protection of
the missiles in Poland and Czech Republic. In the geographical map of Caucasus must be taken care in the
distinction between North Ossetia and the South one. Both of territories have a special history filled with tragic
events. These territories are settled in the world of Caucasus, 1000 meters altitude and inhabited spaces from
mixed populations have taken a special geostrategic importance lately. The purpose of this war except the
messages that has is for the supervision of oil and gas routes produced in the region. In this troubled region there
are reserves and oil areas of Caspian Sea which seem that are creeping out slowly by the Russian control.
Hence, these small territories in the geostrategic configuration now have an extraordinary importance because
they permit the passage of gas pipelines in Russia and making Gazprom being one of the energetic giants.
Gazprom built in 2006 an oil pipeline that connects Russia with South Ossetia without permission and
agreement of Georgian government.
On the other side, Europeans supported by the USA in Abkhazia have taken in the same time and against
Russians an initiative to build an accompanying road of oil and gas called BTC and BTE. Oil and gas pipelines
linking Baku – Tbilisi – Ceyhanne and Baku – Tbilisi – Erzurum skip Russian and Iran territory by distracting
every energetic relation toward them. For that reason BTC pipelines have a great geostrategic importance
because by skipping Russia is avoided even its dependence which until the last project Russia controlled totally
the hydrocarbons transit to Europe. BCT starts at Azerbaijan‘s capital Baku an important ally of USA after 11
September and ends at Ceyhan harbor in Turkey. It is 1774 km and one of the longest gas pipelines in the
world.15 BTC is designed in such a way that for the next 40 years it will supply Europeans with 50 million tone
oil and twice more with gas. In fact the war between Georgia and Russia started in August 5, 2008 when there
happened a powerful explosion which had not finished yet in August 8 when started the war. The enterprise that
maintains gas‘s infrastructure with a 4 billion dollar contract consist of many important oil companies such as
British Petroleum with 30% of the shares, Italian company ENI with 5%, Uncal with 9%, Itochu with 4% by
making possible that the pipeline be in the possession of American – European.16 Finally we could say that the
war for Ossetia shows that it was an open war to have natural resources without which the world economy
18
would be faced in a chaos bigger than today.17 Thus, geostrategic balances are changing and it is changing even
the nature of international relations.
As a result of particular geographical characteristics of Central Caucasus the transport of energetic sources of
Azerbaijan deepens a lot from the other countries of the region such as Georgia and Armenia. The main
comparative advantage of Georgia is geographical position at the so–called The Great Silk road which is the
central hall that joins Europe with Asia.18
19
Perspective of energy security lines:
Complexity and several problems that are faced during the power transportation emphasize the importance of
technology and materials used for development. It is equally important even the physical security after the total
construction and operation. In a narrow sense and to simplify this analyze, critical infrastructure is every
infrastructure which is necessary for economy and vital for the continuity of life. In energetic field as a critical
infrastructure despite oil pipelines are classified even the large deposits of oil, refineries in oil production,
tankers used for transportation of these sources, oil ports which can be the target part of different attacks.
Effective security of pipelines is closely connected with different systems of monitoring and physical protection.
Depending on pipelines specifications and the characteristics of corridors that they describe protective systems
are classified as follow:
1. Through Armed Forces ( Georgia) ;
2. Through Gendarmeries Forces (Turkey);
3. Through State Guard Forces (Azerbaijan);
4. Through private Security Contractors (USA).
Energy security is under constant threats of people or specified groups who aim to achieve their goals by using
different methods.
For organized crime groups these assets are easily achievable and can be realized with a low cost material but
with a large impact. The storage system and transportation of energetic sources can display problems such as
terrorist and cybernetic attacks, sabotage, theft, vandalism, technical problems, natural disasters, problems
caused by amortization and weather condition.
The actions taken toward infrastructures of energetic sources in the past emphasize the importance of physical
protection with professional forces and within particular disciplines in law. To emphasize riskiness and
consequences of threats, it is necessary to be involved within the context of the events which have changed the
concept of security and protection of pipelines.
Transportation has been always Achilles heel in energetic industry. The possible threats toward pipes, according
to Giacomo Luciani19 are closely connected with the rise of nationalism, military threats, the functioning of
international oil market and location of refineries. But Luciani does not take into consideration the risk from
terrorism.
Terrorist strategists have been always aware about the importance of oil and gas sources and for their political
and financial need. Terrorist organizations have taken attacks on such sources for different purposes. By
attacking oil and gas facilities they can provoke serious economical difficulties and risk the internal stability of
governments on which they are fighting for and enabling their demands for power.
There are listed 90 incidents which their aims were pipelines, power plants and the staff involved in the
discovery, construction and use of these sources. The strategic region of Caucasus with gas and oil pipelines
network can find a good possibility regarding the safety of special importance objects in collaboration of private
20
institutions with state army. Hence based on the importance of this region keeping away from oil and gas
pipelines attacks is one the most important thing.
One reason that favors the protection of PSC is that they have reasonable cost than maintaining financially
regular armies.
Can PSC work as an army?
Some analysts think that PSC offer some priorities comparing to army forces. PSC are faster in action, they
minimize the public disturbance and they also work as counterweight of local army in the states with weak
political institutions.20
How is the law applied in a PSC?
The PSC – employers can be a subject of penal law and civil restriction on the contractor country, on the
operational country and on the country where their employee is born. Anyway the lack of specific rules that
leads PSC it‘s a disadvantage in execution.
It doesn‘t exist yet a model law that can be used as a guide for good practices. In an ideal way such a law must
specify the manners in which PSC actions are a subject of executive control, legislative supervision and juridical
inspections.21
Rules at first must determinate what is a PSC, including a wide list of services that are qualified as military.
Their activities must be set inside and outside the country under the penal and civil obligations. It‘s also
necessary to set up all the steps in the process of contracts managing including subcontracts, financial
auditorium and public procurement.
These rules must include the standard requests of corporations like business registration, personnel training and
database of workers activity and also specify the responsible institution for PSC observation (like: defense
department or custom services or even a special monitoring unit). Other laws applicable in state security
services like the confidence of communications must also be applied on the private security services.
How does PSC work – on different national environments?
The decree of export control of weapons in USA of year 1968 and the following amendment, treats the export of
security services in the same way like the export of other stuff: they declare exactly to whom is being exported
the service but not the way how it‘s going to be used.22 American companies that offer military services to the
foreigners inside or outside the country are forced to have a license from the State Department according to the
Rules of International Transportation of Arms (RTNA) that implements the decree of Arms export control.23
Anyway the process of license it‘s not a standard procedure. There is not a formal observation after the license
is purchased, neither doesn‘t exist provisions to ensure transparency. Special cases are when a contract value is
more than 50 million American dollars, in this cases is required an announcement of congress before it‘s
allowed.24 The responsibility for the observation of license control for the exported services of PSC is done
under the care of officials of embassies outside the country; and custom services are also responsible for guns
and other materials
How is the international right applied on PSC?
Some concords and principles of the right are applied at PSC, although in practice exists few cases of their use.
21
Firstly, civil rights appliance: concords of international civil rights ensure individual petitions and a report
system in which the states can be referred when they take provisions for their citizen‘s protection from the civil
right violations from PSC.
Secondly, penal law appliance: International Criminal Tribunal (ICT) has international jurisdictions for some
crimes, even though this is applied only on individuals, not for companies who hire them. Its jurisdiction is also
limited on crimes that are referred to them from the member states and also limited on the crimes inside state
jurisdictions. For example if a member state refuses to investigate a PSC employer who is suspected for war
crimes that are registered inside its jurisdictions the (ICT) can start the investigation itself.
Thirdly the appliance of state responsibilities: the international customary rights specify the fact that states are
responsible for the activities of non–national actors that work under state name. State that hires a PSC it‘s
automatically responsible for its behaviors. Anyway the state responsibilities affect only states not individuals.
Fourthly, international humanitarian right (IHR): IHR ensures clear rights in military status of PSC employers
even thought only in cases of international and civil conflicts. Like the official solders, even the employers has
the right to have the status of war prisoners if they are qualified over the definition of civil that accompany an
army force. If they are qualified only as civil who are part of a conflict or mercenary they can be persecuted
from the enemy state and they do not have the right to have the protection of normal civil.
At last we can mention, Convention for mercenary: International Convent against recruitment, usage, training
and financing the mercenary (1989) mandates the member states to have obligations to adapt the provisions of
Convention in their national laws and to be effective. Anyway the definition of mercenary from the tractate is
not full and only few states have filled and ratify it.25
What international rules can be proposed for PSC?!
To organize PSC‘ behaviors are proposed several approaches. It has been suggested the general stop of some
activities. Anyway the critical has emphasized that PSC fulfill significant roles and state is not ready to
categorize them as non legal, in general all activities of PSC.
Second proposal is to create an international group to control PSC. Anyway this means that state must deliver
the traditional monopole of military aspect export that seems to be a non hope full solution. Other have
suggested a convention that specifies minimal standards of control and supervision, including licensing system
with a detailed description of services applied by PSC, preliminary announcement before offering and a
registration of individuals that works for PSC; minimal requirements for licensing regarding personnel
employment, corporative structure of the company, competences and policy according to the law for armed
conflicts and civil rights; parliamentary observation or independent observation of PSC activities; and minimal
requests of competition and transparency in procurement and contractor process.
Such a voluntary schema would be very hard to be imposing, but it would have the advantages that national
authorities would control their PSC. Except that there will be some spaces and details on the rules that could be
an obstacle for the agreements in an international tractate.
What other measures are suggested?
22
Supervisory security group‘s media and civil society have been one of the most effective for PSC behavior
control. This made some of the PSC more consciousness for their image and less flagrant violation, but this
trend is not universal. Other measures of self adjustment for PSC include rules of volunteer behavior – like the
International Association of Peaceful Operations (IAPO), a group leaded from the industry – can help in PSC
control, even though they are not a substitution of rules.
All the above mentioned measures can be seen more as additional to each other not as exclusion. In each case
PSC looks like they are going to be part of security environment for a long and non predictable future, and is
present the need for their improvement from national and international measures.
23
How could a PSC offer security in such cases?
The situations nowadays have shown that sabotage tentative and terrorist attacks against these power plants are
growing so the importance of their protection is now a priority. There are many ways to prevent the risk. An
alternative may be building the power plants distant to the populated areas. Another one may be for the state and
government to apply strict rules in project phase. The government is responsible for the technical security of the
natural gas depot premises. After the September 11 2001 attacks there are growing worries that such plants may
become targets of terrorist attacks, sabotage or human faults as well.
Concern about possible terrorist attacks will be a major element in considering and determining the precautions
of the technical security of every petrol deposits premises, but the representatives of the energy industry claims
that functionaries must find equilibration between concern to the possible risk and the need for growing
infrastructure to meet the supplying requests. As for today, special concerns are needed for considering distance
attacks to the national electrical network infrastructure. There is a growing importance of these interventions and
an American Defense functionary declared for The Wall Street Journal: ―If you ruin our electrical distribution
network, very probably we will launch a missile to your kin‖.
The major parts of PSC are focused on the importance of equipments and technology. The utilization of
technology helps for the premises protection, is less expensive avoid the useless static presence of Security
Guard. All PSC are capable of internal communications via radio between patrols and main office of the
company. PCS keep training the employees which are the best specialists in technology and operational areas.
Alarm and detector systems implementations are considered very useful and quite; 100% successful. PSC is
facing growing requests for alarm systems and other technologic equipment implementations to avoid the static
presence of Security Guard Camera, system implementations presents growing needs by the private section. The
coverage with efficient CCTV cameras is at a very satisfying level here in Albania especially these last years as
the technology is going on the right direction. The camera monitoring systems need also prepared individuals
for operating with such systems. The new legislation anticipates special qualifications for these systems as well.
During this research some of PSC owners mention that in banks for example, bank employees were responsible
for camera monitoring. According to the actual legislation PSC have the duty to organize at least the standard
qualification for the private security guards. The biggest PSC in Albania have opened training centers and
invested for this issue. Smaller PSC use qualification centers of bigger companies meanwhile a part of them
recruit trainers for these issues.
Nevertheless there are not clear notes for the fulfillment of the duties of organizing such trainings. There is a
common perception for repetitive trainings and very probably organizing special trainings depending on duties.
A special attention will take the qualification of arm usage and beagles. As for the professional perspective, the
qualification for arms usage should be taken on the same time with the qualification of Security Guard. Before
the qualifications, the individuals have to follow the verification procedure determined by the respectively
institution. The permission from security organs is precondition for the right to be trained and later to use
weapons. About this issue is recommended a minimum period of three months intensive training. However the
question is: which is the most educative training center?
24
PSC various services: operational support in combat, military advice and training, logistic support,
accommodation, security, crime prevention. For every mission or contract they choose fast sufficient people and
with proper experience.
PSC – offer to clients the privacy of data and their deposit. They are contracted not only by governments but
also from international originations, international media and multinational corporations. These companies are
ready to offer latest services of technological devices such as alarm systems, detector services (weapons, drugs,
explosive), IP camera, detective sensors etc. It is the aim of PSC what makes them a powerful force in world
affairs. Adaptation of PSC with new ways in international security management will be depended from the
possibility to expand their capacities toward a higher long-term goal which is determined more from politic than
economy.
CONCLUSIONS:
The capacity of private security sector in order to be legal in the international area is regarded with the
capability of states in managing PSC and their adaptation with good government. PSC today are used for
information collection from the satellites or sophisticated detectors, also used for translation and testing of
results and deliver them into the governmental structure. They are used in the information field using ex–
informative agents and electronic terrorism agents also monitoring websites.
Analysts and experts say that devices for petrol manufacture are expensive. It could be from the inner oil
pipelines that transmit energy, oil pumps to computerizing that is used for it. In some countries just the
protection of pipelines, generations and computer system is a great challenge. In other countries such as Nigeria,
Russia and Central Asia are target oil pipelines.
Attacks and sabotage in oil refineries are often politically motivated. Considering that Caucasus region is a
problematic area with ongoing conflicts and geopolitics interest protection is one of the most important issues.
In the last years even the western countries have increased sustainable energy security measures. Coordination
opportunities and the collaboration with state will be the chance in the perspective of these companies in service
of security and peace.
Many energy experts say that the world increased demands, the attacks toward oil, shortages have given
contribute to the increased of crude oil up to 100$ per barrel this year.
NOTES
1 Basdemir M. and Celikpala M., “Turkiyede Petrol ve dogalgaz Boru Hatlarinin Guvenligi: Uygulanan
Politikalar ve Oneriler Stratejik Arastirma Dergisi”, January 2010, p. 99. 2 Ibidem.
3 Prof. Dr. Ribaj P., “Hyrje në strategji”, Defense Academy ―Spiro Moisiu‖, Tirana, 2009.
4 Rowland R., ―Private Military Contractors Subject to Rule of Law: Second World War Gonzoku Provide
Precedent”, October 2007.
5 Rowland R., ―Private Military Contractors Subject to Rule of Law: Second World War Gonzoku Provide
Precedent”, October 2007.
http:// www.cbc.ca/news/background/iraq/military-contractors.html, June 2008.
25
6 McBride Michael T., “The Proliferation of Contractors on the Battlefield: A Changing Dynamic that
Necessitates a Strategic Review”, U.S Army War College, April 2003, pg. 5.
7 “State of the Peace & Stability Operations Industry Survey 2006”, International Peace Operations
Association (IPOA), Washington 2006, p. 11.
8 Davutogllu A., “Turqi.Thellesia Strategjike”, Logos A, Skopje 2010, pp. 63 – 68.
9 Ismailov and Papava, ―The Central Caucasus: Essays”, p. 10.
10 Gamkrelidze, “Trans-Caucasia or South Caucasus?”
11 Published on ―The Economist‖, in http://www.kohajone.com/html/artikull_32291.html, seen for the last time
in 31.03.2012.
12 Gachechiladze R., “Geopolitics in the South Caucasus: Local and External Players, Geopolitics, Vol. 17,
No. 1 (2002), pp. 113 – 138.
13 Gachechiladze R., “Geopolitics in the South Caucasus: Local and External Players, Geopolitics, Vol. 17,
No. 1 (2002), pp. 113 – 138.
14 Adalian R. P, ―Armenia‟s Foreign Policy: Defining Priorities and Coping with Conflict”, in Dawisha A. and
Dawisha K., ―The Making of Foreign Policy in Russia and the New States of Eurasia”, Armonk: M.E. Sharpe,
1995, pp. 309 – 339.
15 Geneva Center for Democratic Control of Army Forces (DCAF) , www.dcaf.ch
16 Karmon E., “The Risk of Terrorism against Oil and Gas Pipelines in Central Asia”, Landau Network, Como,
10 – 11 December 2001.
17 www.dcaf.ch/publications/backgrounders seen for the last time in 31.03.2012
18 Shevardnadze E, ―Great Silk Route: TRACECA – PETrA. Transport Corridor Europe – Caucasus – Asia.
The Eurasian Common Market. Political and Economic Aspects”, Tbilisi: Georgian Transport System, 1999.
19 June 10, 1989 – Ufa, Russia. Due to the collusion of two trains near a place where were flowing gas pipeline
happened the explosion of this pipeline and as result passed away 645 people.
- October 1, 7 1998 – Nigeria. In the city of Jesse due to an explosion of oil pipeline passed away 1200 people.
- August 1, 2000 – Carlsbad, New Mexico. The explosion caused the death of 12 people from the same family.
- July 30, 2004 – Brussels, Belgium. 30 km in south – west of Brussels after a gas pipeline explosion passed
away 23 people and 122 were injured.
- The rapport of 2007 during 2000 – 2006 in Ceyhan Pipeline had happened 276 thievery and 7 sabotage cases.
The cost of these were 6 million 58 thousand $ for thievery and 4 million 897 thousand $ for sabotage and
reparation cost was 6 million 596 thousand $.
These incidents can be divided according to appropriate continent:
1. Middle East – 16 (Iraq 2, Kuwait 4, Lebanon 5, Saudi Arabia 1, Turkey 4);
2. Africa – 18 (Algeria 3, Angola 6, Congo 1, Mozambique 3, South Africa 2, Sudan 3);
3. Latin America – 29 (Argentina 2, Columbia 19, Ecuador 2, Guatemala 1, Peru 2, Suriname 1, Venezuela 20);
4. North America – 2 (USA 1, Canada 1);
5. Europe – 17 (Belgium 3, Cyprus 1, Germania 7, Norway 1, Spain 4, United Kingdom 1);
6. Asia – 6 (Afghanistan 2, Japan 2, Philippine 1, Thailand 1).
26
See: Luciani G., “Geopolitical Threats to Oil and the Functioning of the International Oil Market”, CESP, Nr.
221, 2010.
20 Singer P. W., “Corporate Warriors: The Rise of the Privatized Military Industry”, 2003.
21 Richards A. and Smith H., ―Addressing the role of private security companies within security sector reform
programmes‖, Security Sector Management Newspaper, 2007.
22 www.dcaf.ch/publications/backgrounders , seen for the last time in 31.03.2012
23 www.dcaf.ch/publications/backgrounders , seen for the last time in 31.03.2012
24 Singer P. W., “Corporate Warriors: The Rise of the Privatized Military Industry”, 2003.
25 Geneva Center for Democratic Control of Army Forces (DCAF) , www.dcaf.ch
BIBLIOGRAPHY:
1. “State of the Peace & Stability Operations Industry Survey 2006”, International Peace Operations
Association (IPOA), Washington 2006.
2. Adalian R. P, ―Armenia‟s Foreign Policy: Defining Priorities and Coping with Conflict”, in Dawisha A. and
Dawlish K., ―The Making of Foreign Policy in Russia and the New States of Eurasia”, Armonk: M.E. Sharpe,
1995.
3. Basdemir M. and Celikpala M., “Turkiyede Petrol ve dogalgaz Boru Hatlarinin Guvenligi: Uygulanan
Politikalar ve Oneriler Stratejik Arastirma Dergisi”, January 2010.
4. Davutogllu A., “Turqia. Thellësia Strategjike”, Logos A, Skopje 2010.
5. Elkhan Nuriyev, ―The South Caucasus at the Crossroads: Conflicts, Caspian Oil and Great Power Politics”,
Berlin: LIT, 2007.
6. Farrell A. E., Zerrifi H. and Dowlatabadi H., “Energy Infrastructure and Security”, Annual Review of
Environmental Resources, Nr. 29, 2004.
7. Gachechiladze R., “Geopolitics in the South Caucasus: Local and External Players, Geopolitics, Vol. 17, No.
1, 2002.
8. Gamkrelidze, “Transcaucasia or South Caucasus?”
9. International Peace Operations Association (IPOA), Washington, 2006.
10. Ismailov and Papava, ―The Central Caucasus: Essays”.
11. Karmon E., “The Risk of Terrorism against Oil and Gas Pipelines in Central Asia”, Landau Network,
Como, 10 – 11 Dhjetor 2001.
12. Kulebi A., “Petrol Boru Hatlarimiz ve Liman Guvenligi”, Bilgesam, 2010.
13. Luciani G., “Geopolitical Threats to Oil and the Functioning of the International Oil Market”, CESP, Nr.
221, 2010.
14. McBride M. T., “The Proliferation of Contractors on the Battlefield: A Changing Dynamic that Necessitates
a Strategic Review”, U.S. Army War.
15. Ribaj P., “Hyrje në strategji”, Military Academy ―Spiro Moisiu‖, Tirana, 2009.
27
16. Richards A. and Smith H., ―Addressing the role of private security companies within security sector reform
programmes‖, Private Security Management Journal, 2007.
17. Rowland R., “Private Military Contractors Subject to Rule of Law: Second World War Gonzoku Provide
Precedent”, October 2007.
18. Shevardnadze E., ―Great Silk Route. TRACECA – PETrA. Transport Corridor Europe – Caucasus – Asia.
The Eurasian Common Market. Political and Economic Aspects” Tbilisi: Georgian Transport System, 1999.
19. Singer P., “The Private Military Industry in Iraq: What we have learned and Where to next?” Geneva,
DCAF, 2004.
20. US Energy Information Administration from Oil and Gas Journal 2007.
Web:
1. http://www.cbc.ca/news/background/iraq/military-contractors.html
2. http://www.kohajone.com
3.
www.dcaf.ch
28
RUSSIAN FOREIGN POLICY FROM CAUCASUS IN THE BALKANS GREAT
GEOPOLITICAL BATTLE: WHO WILL RULE EURASIA?
Albert Hitoaliaj
MSc in International Relations
MSc in Security Studies
Ph.D.c in Security Studies, Academy of Defense, MoD Albania
Table of Contents
Abstract
1. Geopolitical System Headquartered Heartland
1.1 Geopolitical genesis of Eurasia
1.2 From the geopolitical theories into practice
1.3 Geopolitical features and imperatives of Russia
2. Balkans and Caucasus – two bridges on three strategic seas of Eurasia
2.1 Rimland and the two Balkans of Eurasia
2.2 Caucasian geopolitical position, its importance and Russian geopolitical interest
2.3 Balkan geopolitical position, its importance and Russian geopolitical interest
2.4 Eurasians, real-policy of Russia
3. The future of global geopolitical system, Caucasus – Balkan axis.
3.1 Faced with a new global equilibrium?
3.2 Russian geopolitical interests and Turkey‟s key position
3.3 Overlapping interests of the key stakeholders from the Caucasus to Balkans
3.4 The importance of Albanian area as extreme geopolitical of the Balkans-Caucasus axis
“The third Rome, shines like the sun, throughout the whole universe. Two Romes have fallen, and the third one
(Moscow) stands, and a fourth one there shall not be.”1
ABSTRACT
Russia is the largest country in the world, with a unique identity and a wide range of regional and global
interests. Russia‘s relations with the outside world are revealed mainly in the surrounding regions: CentralEastern Europe, Balkans, Middle East (including the Southern Caucasus), Central Asia and the Far East. This
breadth of regional interests has made Russia a major world power since the19th century. In 20-th century, the
communist ideology and nuclear weapons, added new dimensions larger global role for Russia, making it one of
the two world superpowers. After the collapse of Soviet communism, Russia‘s global role is being reorganized
under the influence of numerous factors, local and international. In the historical context the Russian history,
since the creation of the Russian Empire, is the story of an empire that refuses to see itself under any other
inferior status. Formation of the Soviet Union as a result of the 1917 Russian Revolution and the role it has
1
Cherniavsky, Michael. ―Tsar and people: studies in Russian myths‖. Yale University Press, 1961. p.38
I
played in world affairs in the years 1917-1991 strengthened the feeling of being Emperor to Russians and even
their ambition for continental mastery became the ambition for world dominion. The evolution of Soviet foreign
policy under successive leaders, from Lenin through Gorbachev, the Soviet Union way back from a
revolutionary state to a status quo power locked in a protracted global conflict with the West and radical changes
Soviet foreign policy to set in life by Mikhail Gorbachev, have made substantial contribution in determining the
global order. International relations of post-Soviet Russia as the main successor state to the USSR did not feel
overshadowed the empire to Russia, but just how injured this ambition, as currently, territorially, Russia is
shrinking more than ever before. The impact of Russia‘s transition crisis of the 1990s, the status of the country
and its role in the world after the Cold War begins change with the reemergence of Russia as a great power since
2000. Re-establishment and its ambition, the transformation of its relations with other states newly independent
of Eurasia, the United States, Europe, the Muslim world and China in addition to feeling centuries of the empire,
has to push another important factor, most important, most constant: its geography. Geopolitics is the answer to
the ceaseless battle for Russia‘s global dominance; its response to the continued war as the main terrestrial
power against global maritime powers currently only against the power of global marine, USA. Possession of
Eurasia is the globe possession. In this logic will also see the geopolitical developments that occur from the
Caucasus to the Balkans, as part of a major geopolitical system. Geopolitical theories put into practice give an
answer that though not mathematical, has exactly the way of the calculations of geopolitical relations between
the key players. Strategies of these players are vital to the future of our regions.
1. GEOPOLITICAL SYSTEM HEADQUARTERED HEARTLAND
1.1 Geopolitical genesis of Eurasia
Sir Halford Mackinder (1861–1947) is, perhaps, the most well-known and influential of the geopoliticians who
emerged at the end of the nineteenth century. The kernel of his idea was used in justifying the nuclear policy of
President Reagan, and academics and policymakers continue to discuss the merits of his ―Heartland‖ theory.
The political context from which Mackinder wrote was multi-layered. Internationally, he was concerned about
the relative decline in Great Britain‘s power as it faced the challenge of Germany. Within Britain, his
conservatism was appalled by the destruction of traditional agricultural and aristocratic lifestyles in the wake of
industrialization, especially the rise of an organized working class that made claims for social change. His goal
was to maintain both Britain‘s power and its landed gentry through a strong imperial bloc that could resist
challengers while maintaining wealth and the aristocratic social structure. Influenced by the work of Alfred
Thayer Mahan (1840–1914), Mackinder saw global politics as a ―closed system‖—meaning that the actions of
different countries were necessarily interconnected, and that the major axis of conflict was between land- and
sea-powers. He defined the geography and history of land-power by defining, in 1904, the core of Eurasia as the
Pivot Area, which in 1919 he renamed the ―Heartland‖. This area was called the Pivot Area because, in his
Eurocentric gaze, the history of the world pivoted around the sequence of invasions out of this region into the
surrounding areas that were more oriented to the sea. In the past, Mackinder believed sea-powers had
30
maintained an advantage, but with the introduction of railways, he reasoned, the advantage had switched to
land-powers; especially if one country could dominate and organize the inaccessible ―Heartland‖ zone. 2
Mackinder emphasized the fact that he had spoken as a geographer. In his research work he relied only on
protecting the British national interest, but also finding reports that exist between geography and politics.
Mackinder spoke openly and clearly about these reports. His interpretation is the interpretation of geographical
knowledge, historical and political. This is why his theory survived, survives and prevailing strategic
environment even today.
Until recently, the leading analysts of geopolitics have debated whether land power was more significant than
sea power and what specific region of Eurasia is vital to gain control over the entire continent. One of the most
prominent, Harold Mackinder, pioneered the discussion early in this century with his successive concepts of the
Eurasian ―pivot area‖ (which was said to include all of Siberia and much of Central Asia) and, later, of the
Central-East European ―Heartland‖ as the vital springboards for the attainment of continental domination. He
popularized his heartland concept by the famous dictum: Who rules East Europe commands the Heartland; who
rules the Heartland commands the World-Island; who rules the World-Island commands the world.3
1.2 From the geopolitical theories into practice
An important question that has always accompanied the geopolitical strategic assessment of Eurasia has been
what was on the historical assessment of this great continental mass. There is the fact that this terrestrial mass
has always had a special significance and has always been the center of power. History has shown it best.
Ever since the continents started interacting politically, some five hundred years ago, Eurasia has been the center
of world power. In different ways, at different times, the peoples inhabiting Eurasia - though mostly those from
its Western European periphery -penetrated and dominated the world‘s other regions as individual Eurasian
states attained the special status and enjoyed the privileges of being the world‘s premier powers. 4
However, Mackinder is the person who constructed the theory and the final scheme in connection with the
geographical importance of Eurasia, which moved through history. He transformed the throne of the global
domination. His theory then led the foreign policy of states major world powers of the world‘s superpowers.
The World Island was Mackinder‘s term for the combined Eurasian and African landmasses. Mackinder‘s twin
goals were to maintain British global preeminence in the face of challenge from Germany, the country most
likely to ―rule‖ Eastern Europe, and in the process, resist changes to British society. After initially discounting
the role of the United States, in 1924 he proposed a Midland Ocean Alliance with the US to counter a possible
alliance between Germany and the Soviet Union. Following his identification of the ―Heartland‖, roughly
representing the territorial core of the Soviet Union, plus his emphasis on alliance, Mackinder was the
intellectual basis for Cold War strategists and proponents of the North Atlantic Treaty Organization (NATO).
2
3
4
Flint, Colin. (2006). Introduction to Geopolitics. Routledge. f.17
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.38
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.xiii
31
Mackinder‘s contribution is also a good illustration of two prevalent features of ―classic‖ geopolitics. First, he
used a limited and dubious Western-centric ―theory‖ of history to claim an objective, neutral, and informed
intellectual basis for what is in fact a very biased or ―situated‖ view with the aim of advocating and justifying
the policy of one particular country. Plus he disseminated a catchy phrase or saying to influence policy. Second,
Mackinder‘s career is one of many examples of the crossover between academic or ―formal‖ geopolitics and
state policy or ―practical‖ geopolitics: he was a successful academic, founding the Oxford School of Geography
in 1899 and serving as director of the London School of Economics between 1903 and 1908 and a Member of
Parliament.5
Scholar of his chief critic, Spykman, given the views of Mackinder managed to build his famous strategy
coming into the center the control of ―Rimland‖, side area of the ―Heartland‖. Despite his criticism, he also
reinforced the importance of Heartland and Eurasia and clearly showed the differences and relations between
continental power and sea power.
Spykman provided an excellent analysis of the differences between land and sea powers; especially with regard
to the way that each expands: ―Their differing conceptions [...] of the conquest of space indicate one of the
outstanding differences between land and sea powers. A sea power conquers a large space by leaping lightly
from point to point, adjusting itself to existing political relationships wherever possible, and often not
establishing its legal control until its factual domination has long been tacitly recognized. An expanding land
power moves slowly and methodically forward, forced by the nature of its terrain to establish its control step by
step and so preserve the mobility of its forces. Thus a land power thinks in terms of continuous surfaces
surrounding a central point of control, whereas a sea power thinks in terms of points and connecting lines
dominating an immense territory‖ (1938b: p. 224).6
The control of Eurasia became the main intention while a major maritime power, the United States. This goal,
during the Cold War fought former Soviet Union and now Russia sees as a threat. However, the control of
Eurasia and preventing the collapse of this space under the control of a power or powers in alliance group in
common, remains the main orientation of U.S. foreign policy. U.S. sees this effort as a war to protect its vital
interests. In the same way Russia looks well.
American foreign policy must remain concerned with the geopolitical dimension and must employ its influence
in Eurasia in a manner that creates a stable continental equilibrium, with the United States as the political
arbiter. Eurasia is thus the chessboard on which the struggle for global primacy continues to be played, and that
struggle involves geostrategy —the strategic management of geopolitical interests. It is noteworthy that as
recently as 1940 two aspirants to global power, Adolf Hitler and Joseph Stalin agreed explicitly (in the secret
negotiations of November of that year) that America should be excluded from Eurasia. Each realized that the
injection of American power into Eurasia would preclude his ambitions regarding global domination. Each
shared the assumption that Eurasia is the center of the world and that he who controls Eurasia controls the
5
6
Flint, Colin. (2006). Introduction to Geopolitics. Routledge. f.17
Rogers, James. (2011). A New geography of European power? (Egmont papers 42), Academia Press. p.17
32
world. A half century later, the issue has been redefined: will America‟s primacy in Eurasia endure, and to what
ends might it be applied?7
1.3 Geopolitical features and imperatives of Russia
Putin, during a speech addressed to parliament, has called disaster geopolitical the disintegration of the former
USSR. Indeed, it was such, only the Russian continental power, after the naval power was the most important
step righteous triumph global domination.
Putin‘s annual state of the nation address to parliament, (in 2005) was broadcast live on Russian television and
he described the collapse of the Soviet Union as ―the greatest geopolitical catastrophe‖ of the 20th century.8
Dismemberment of the Soviet Union has had a substantial impact upon the geopolitical features of the ―New
Russia,‖ particularly with respect to the contraction of its former ecumene, the loss of some of its mineral-rich
Effective National Territory and Empty Area, and its changed territorial boundaries. Nevertheless, Russia
remains a formidable state, the largest political landmass in the world, extending for five thousand miles from
west to east across eleven time zones and for fifteen hundred miles from its Arctic North to the Black Sea, the
Caucasus, and the mountains of southern Siberia.9
According to the parameters that Russia remains a very powerful state, which has the potential to transform
global power even if they implement alliances that would allow such a thing.
In their writings (Nicholas Spykman‘s America‘s Strategy in World Politics and Hans Morgenthau‘s Politics
among Nations), geography does not have the overwhelming presence of the natural scientific approach of
Mackinder or Haushofer. For Spykman and Morgenthau, the early Classical Realists, geography was a form of
power alongside natural resources, industrial capabilities, national character, and other intangible qualities.
Therefore, although it is ‗‗the most stable factor upon which the power of a nation depends,‘‘ geography must
compete with other variables. In their writings Morgenthau and Spykman distinguish three geographic features:
size, borders, and location. 10
No other national state possesses Russia‘s spatial depth. This factor is reinforced by the massive nuclear arsenal
that is to be modernized at the same time that it is reduced in accordance with U.S.-Russian nuclear arms
agreements. Analysis of Russia‘s geopolitical features leads to the conclusion that in inherent strength will
enable it to recover from its current condition of political and social instability and economic disarray. Even if it
has lost its superpower status, it is likely to reemerge before too long as one of the world‘s major geostrategic
powers.11
Based on its geographical characteristics and geopolitical features, for Russia noticed some geopolitical
necessity. To secure the Russian core of Muscovy, Russia must fulfill its geopolitical imperatives:
7
8
9
10
11
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.xiv
BBC, ―Putin deplores collapse of USSR‖. http://news.bbc.co.uk/2/hi/4480745.stm
Cohen, Saul Bernard. (2003). Geopolitics of the World System. Rowman & Littlefield. p.200
Grygiel, Jakub J. (2006), Great Powers And Geopolitical Change . JHU Press. p.9
Cohen, Saul Bernard. (2003). Ibid
33
• Expand north and east to secure a redoubt in climatically hostile territory that is protected in part by the Urals.
This way, even in the worst-case scenario (i.e., Moscow falls); there is still a ―Russia‖ from which to potentially
resurge.
• Expand south to the Caucasus and southeast into the steppes in order to hamper invasions of Asian origin. As
circumstances allow, push as deeply into Central Asia and Siberia as possible to deepen this bulwark.
• Expand as far west as possible. Do not stop in the southwest until the Carpathians are reached. On the North
European Plain do not stop ever. Deeper penetration increases security not just in terms of buffers; the North
European Plain narrows the further west one travels making its defense easier.
• Manage the empire with terror. Since the vast majority of Russian territory is not actually Russian, a very firm
hand is required to prevent myriad minorities from asserting regional control or aligning with hostile forces.
• Expand to warm water ports that have open-ocean access so that the empire can begin to counter the economic
problems that a purely land empire suffers. 12
Ukraine, a new and important space on the Eurasian chessboard, is a geopolitical pivot because its very
existence as an independent country helps to transform Russia. Without Ukraine, Russia ceases to be a Eurasian
empire.13
Exists the idea that Russian popular perception on the Geopolitics of Eurasia is not very active.
Russian geopolitics has long been a high culture affair of elites competing to dominate an autocratic state with a
weak culture of popular geopolitics that received little attention until recently. It is now becoming apparent that
some longstanding Russian geopolitical traditions like Eurasians have very limited popular support. Eurasian‘s
geopolitical orientation among the Russian population is confined to a small Communist sub-cluster. Also, there
is no apparent popular constituency for the extremist Heartland visions of Alexander Dugin (for Dugin‘s
geopolitics, see Dugin 1997 and Ingram 2001).14
This may be true in certain levels of society, that there is a perception of the whole nation, but it is certain that
the most influential geopolitical schools in Russia are the Eurasian. Now this is a fact and affects Russian
foreign policy, regardless of other power which aims at integration of Russia and not global domination.
Russia is the immediate strategic threat to Europe. Russia is interested not in conquering Europe, but in
reasserting its control over the former Soviet Union.15
2. BALKANS AND CAUCASUS - TWO BRIDGES ON THREE STRATEGIC SEAS OF EURASIA
2.1 Rimland and the two Balkans of Eurasia
The importance of Heartland and the war for control of this region was fixed at strategic and geopolitical theory
by Mackinder and was changed as practice by Spykman. Lateral areas of Heartland would determine the destiny
12
13
14
15
Friedman, George. ―The geopolitics of Russia: Permanent Struggle‖. STRATFOR, (2008). p.6
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books, New York, (1998). f.46
John O‘Loughlin. Gearóid Ó Tuathail (Gerard Toal). Vladimir Kolossov. Russian geopolitical culture in the post-9/11 era: The masks
of Proteus revisited. http://www.colorado.edu/IBS/PEC/johno/pub/nazi_data/Proteus.html
Friedman, George. ―The next 100 years : a forecast for the 21st century‖. Doubleday, (2009). p.77
34
of possession of World Island. In this Lateral area are two very important regions: the Balkans and the region
that Brzezinski called Eurasian Balkans. These two regions are the points in which main Russian land power,
will attempt constantly to have under control in order to control strategic waterways border thereby blocking sea
power.
Perhaps the most important chapter in The Geography of the Peace was Spykman‘s analysis and critique of
Mackinder‘s geopolitical world view. Spykman credited Mackinder with being the first to study in detail ―the
relations between land and sea power on a truly global scale.‖ Mackinder, as early as 1904, had identified the
northern-central core of Eurasia as the ―pivot region‖ or ―Heartland,‖ and viewed this region as a potential seat
for a world empire. He called the coastal regions in Europe, Asia, and the Middle East that bordered the
Heartland ―the inner or marginal crescent.‖ The remaining land areas of the globe were islands such as Great
Britain, Japan, Australia, and North and South America, and Mackinder placed them in the ―outer crescent‖ of
his geopolitical map. Spykman accepted Mackinder‘s geographical concept of the ―Heartland,‖ but he believed
that Mackinder had overrated the region‘s power potential. The key region of world politics was not the
―Heartland,‖ but rather the coastal region bordering the ―Heartland‖ that Mackinder called the ―inner or
marginal crescent,‖ and that Spykman, in The Geography of the Peace, renamed the ―Rimland.‖ 16
Spykman described the Rimland as follows: The Rimland of the Eurasian land mass must be viewed as an
intermediate region, situated…between the heartland and the marginal seas. It functions as a vast buffer zone of
conflict between sea power and land power. Looking in both directions, it must function amphibiously and
defend itself on land and sea. The Rimland included the countries of Western Europe, the Middle East,
southwest Asia, China and the Far East. These countries, combined with the offshore islands of Britain and
Japan, possessed greater industrial and manpower resources than the Heartland, and wielded both land and sea
power. Spykman noted that the three most recent aspirants to world hegemony (Napoleon‘s France, Wilhelmine
Germany, and Nazi Germany) all emerged from the Rimland. In each instance, it was a coalition of powers from
the Rimland, offshore islands, the Heartland, and North America (in the latter two instances) that defeated the
strongest Rimland power. The great threat to U.S. security, warned Spykman, ―has been the possibility that the
Rimland regions of the Eurasian land mass would be dominated by a single power.‖ That is why, Spykman
wrote, Mackinder‘s famous dictum about control of the Heartland leading to rule of the world, should be
changed to: ―Who controls the Rimland rules Eurasia; who rules Eurasia controls the destinies of the world.‖17
American power is that region‘s (Eurasian Balkans) ultimate arbiter...The Eurasian Balkans include nine
countries that one way or another fit the foregoing description, with two others as potential candidates. The nine
are Kazakhstan, Kyrgyzstan, Tajikistan, Uzbekistan, Turkmenistan, Azerbaijan, Armenia, and Georgia—all of
them formerly part of the defunct Soviet Union—as well as Afghanistan. The potential additions to the list are
Turkey and Iran, both of them much more politically and economically viable, both active contestants for
regional influence within the Eurasian Balkans, and thus both significant geostrategic players in the region. At
16
17
Sema, Francis P. ―Spykman‘s World‖. American Diplomacy, Foreign Service Despatches and Periodic Reports on U.S. Foreign
Policy. http://www.unc.edu/depts/diplomat/item/2006/0406/semp/sempa_spykman.html
Spykman, Nicholas John. Sempa, Francis P. (2007) ―America's Strategy in World Politics: The United States and the Balance of
Power‖, Transaction Publishers (reprint), p. xxvii
35
the same time, both are potentially vulnerable to internal ethnic conflicts. If either or both of them were to be
destabilized, the internal problems of the region would become unmanageable, while efforts to restrain regional
domination by Russia could even become futile. 18
Balkans also falls in the area which is conferred by Mackinder to start from the Adriatic and Black Sea and to
end in Baltic. Initial region of this geographical wedge, Heartland isolation, is expanded region of the Black Sea.
Region of ―Great Black Sea‖, which links three seas: Adriatic, the Black and Caspian in the west-east direction,
and that is like a scoring pin that is placed on the map between Central and Eastern Europe, Russia and Middle
East, is at the center of a complex political and diplomatic game, strategic and economical, where the balance of
power between Russia and Western (euro-Atlantic axis) and the competition for strategic resources are dynamic
aspects with high conflict potential. However, this context cannot be comprehended on the basis of a logic that
is based on opposing blocks. Actors such as Turkey, as well as former Soviet republics of Azerbaijan,
Kazakhstan and Turkmenistan have opted an open foreign policy in order to maximize their interests seeing first
the advantages, as strategic partnership with Euro-Atlantic axis and also with Russia - always on the rise - even
with China. Precisely Beijing, this increasing poker with the impetus to diversify as much as possible sources of
supply, it seems as determined by destiny, that in the coming years, to play a major role in energy diplomacy of
Caspian area.19
2.2 Caucasian geopolitical position, its importance and Russian geopolitical interest
Russian Geopolitics of Eurasia gives Caucasus an important role. Eurasians consider it as a troubled and delicate
region. Problems of this region constitute an obstacle to Russian goals.
The Caucasus is the most problematic region to Eurasian integration because its mosaic of cultures and
ethnicities easily leads to tensions between nations. This is one of main weapons used by those who seek to stop
integration processes across Eurasian continent. The Caucasus region is inhabited by nations belonging to
different states and civilization areas. This region must be a polygon for testing different methods of cooperation
between peoples, because what can succeed there can succeed across the Eurasian continent. The Eurasian
solution to this problem lies not in the creation of ethnic-based states or assigning one nation strictly to one
state, but in the development of a flexible federation on the basis of ethnic and cultural differences within the
common strategic context of the meridian zone. The result of this plan is a system of a half-axis between
Moscow and the Caucasian centers, (Moscow-Baku, Moscow-Erevan, Moscow-Tbilisi, Moscow-Makhachkala,
Moscow-Grozny, etc.) and between the Caucasian centers and Russia‘s allies within the Eurasian project (BakuAnkara, Erevan-Teheran etc.).20
18
19
20
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York, f.123-125
Bordonar, Federico; Politica e geopolitica dell'energia nell'area del Grande Mar Nero CSSEO (Centro Studi sulla Storia dell‘Europa
Orientale) Working Paper No. 135, qershor 2008; faqe 13
Dugin, Aleksandr. ―The Eurasian Idea‖.
http://evrazia.org/modules.php?name=News&file=article&sid=1884
36
In the Caucasus and Central Asia, international oil interests and some American Cold Warriors are strong
advocates for involvement of the West in a replay of the ―Great Game.‖ The Great Game was conducted by
Britain a century ago, when it sought to displace Russian influence in Central as well as to penetrate the Black
Sea and the Caucasus. An initial step in the new Great Game took place in 1996, when the United States
provided modest military aid to Georgia and Azerbaijan when these states joined with Ukraine and Moldova to
form a mutual-support group. Uzbekistan was added to the group three years later. Under the acronym GUUAM
(from the first initial of each member‘s name), the organization set the goals of negotiating reduction of Russian
troops within or along their borders and promoting the construction of pipelines that would reduce their
dependence upon Russia for the supply or transit of oil and gas. The dispatch of American military personnel to
Georgia in 2002 to train Georgian troops in antiterrorist tactics is a recent example of U.S. efforts to penetrate
the region. The Great Game strategy has as little likelihood of long-term success today as it had when Britain
sought to undermine Russia‘s strategic interests during the earlier period. Russia has an oven helming
geopolitical advantage in a contest with the West for strategic influence over the Black Sea, the Caucasus, the
Caspian Sea, and interior Central Asian areas. 21
I (Brzezinski) don‘t think he (Putin) has assimilated the fact that the old imperial system cannot be recreated.
He‘s motivated a great deal by nostalgias. He‘s also rational, and he‘s not going to try to create a new Soviet
Union. But he is going to do two things. First, he‘s going to try to isolate central Asia in order to keep the West
out as much as possible. He‘s doing that very effectively by making all of the oil and gas of central Asia funnel
through Russia. Secondly, he‘ll try to subordinate states such as Ukraine and Georgia because they are
geopolitically critical. Ukraine, because if Ukraine goes there‘s no longer any chance of a Slavic Union and
Russia becomes only a national state. Georgia, because it‘s critical in the Caucasus, and the Baku-Ceyhan
pipeline gives us access to the Caspian, which the Russians would like to cut. 22
To promote a stable and independent southern Caucasus and Central Asia, America must be careful not to
alienate Turkey and should explore whether an improvement in American-Iranian relations is feasible. A Turkey
that feels that it is an outcast from Europe, which it has been seeking to join, will become a more Islamic
Turkey, more likely to veto the enlargement of NATO out of spite and less likely to cooperate with the West in
seeking both to stabilize and integrate a secular Central Asia into the world community. 23
2.3
Balkan
geopolitical
position,
its
importance
and
Russian
geopolitical
interest
Balkan has always had strategic importance for the West. He has been the gate to the East. In this gate passed
the Roman power to penetrate in the Heartland and in this gate passed an Eastern power as the Ottoman Empire
to enter to the West. Mackinder defines the Adriatic and the Balkans as a starting point of buffer zone that
would break up Russia and Germany. One of the most strategic points is undoubtedly Istanbul (Constantinople).
21
22
23
Cohen, Saul Bernard. (2003). Geopolitics of the World System. Rowman & Littlefield. 186-187
Zbigniew Brzezinski, moderated by David Ignatius and Brent Scowcroft, America and the world: conversations on the future of
american foreign policy, Basic Books, a member of the perseus books grup, New York, f.166-167
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.203-204
37
Rome, the Mediterranean Power, did not annex the northern shore of the Black Sea, and that sea, therefore, was
itself a part of the frontier of the Empire. The steppes were left to the Scythians, as the Turks were then called,
and at most a few trading stations were dotted by the seamen along the coast of the Crimea. Thus
Constantinople was the point from which Mediterranean sea-power held the middle sea-frontier, as the landpower of the Legions held the western and eastern frontiers along the rivers. Under Rome, sea power thus
advanced into the Heartland, if that term be understood, in a large, a strategically sense, as including Asia Minor
and the Balkan Peninsula. On The Nations of the Modern World: After 1914, Mackinder warned pupils of the
dangers of either Germany or Russia organizing the resources of European Russia and Eastern Europe. He
repeated for students the substance of his arguments in favor of the balkanization of Eastern Europe into a tier of
buffer states, but by 1924 he also adverted to the possibility that Western Europe and North America might act
as ‗a single community of nations‘.24
Obviously seas that drench the Balkans are of particular importance. If the seas are owned by the continental
powers, the naval power would break. Mackinder described as follows the significance of Greece, implying the
importance of the Aegean and Ionian Sea.
Let us now divide our Europe into East and West by a line so drawn from the Adriatic to the North Sea.25
Between the Baltic and the Mediterranean you have these seven non-German peoples, each on the scale of a
European State of the second rank-the Poles, the Bohemians (Czechs and Slovaks), the Hungarians (Magyars),
the South Slavs (Serbians, Croatians, and Slovenes), the Rumanians, the Bulgarians, and the Greeks. [..] The
Greeks were the first of our seven peoples of the Middle Tier to achieve their emancipation from German
control in this War for the simple reason that they are outside the Heartland and therefore accessible to seapower. But in these days of submarines and aero planes, the possession of Greece by a great Heartland power
would probably carry with it the control of the World-Island; the Macedonian history would be reenacted.26
All classical geopoliticans determine geographical conditions as determinant in terms of power and strategy.
History has proven this fact. Segment from Albania to Istanbul, or the old Via Egnatia, is the line that connects
the Dardanelles and the Adriatic. This line has always been necessary to be controlled by any power that
required expansion East - West or conversely.
According to Halil Inalcik, ‗‗Geographic conditions determined the pattern of Ottoman conquest in the Balkans.
They followed the direction of the historic Via Egnatia towards the west, reaching the Albanian coast in 1385,
by way of Serres, Monastirand Okhrida. The local lords in Macedonia and Albania accepted Ottoman
suzerainty. A second line of advance was against Thessaly, with the port and city of Salonika falling in1387; a
third followed the road from Constantinople to Belgrade and, in 1365, the Maritsa valley came, with little
resistance, under Ottoman control...[By the late fourteenth century] the Ottomans controlled the main routes in
the Balkan peninsula.‘‘ Inalcik, Ottoman Empire, 11.27
24
25
26
27
Kearns, Gerry. ―Geopolitics and Empire: The Legacy of Halford Mackinder‖. Oxford University Press (2009). p.174
Mackinder, Halford. ―Democratic ideals and reality‖. Henry Holt and company, New York. p.147, 204
Mackinder, Halford. ―Democratic ideals and reality‖. Henry Holt and company, New York. p.197-199
Grygiel, Jakub J. (2006), Great Powers And Geopolitical Change . JHU Press. p.204-205
38
2.4 Eurasians, real-policy of Russia
The realist paradigm is dominant in present-day Russia. Politically, the realists have belonged to different
groups, although with a predominant orientation towards the democratic camp. The realist conception of global
affairs simply provides them with a common theoretical framework and ideas, which easily cross party lines...
They emphasize the inability of international organizations and international law to present new wars and the
rise of hegemonic power. Instead, they suggest several possible models for the ―neo-anarchical‖ world. Some
Russian realists believe that an era of U.S. unilateralism looms ahead and advise the Russian leadership to
choose sides, either joining the U.S.-led pole as a junior partner (Dmitrieva 2003a) or trying to counterbalance
the American superpower with the help of other power poles, including the EU, China, and CIS (Lukin 2003). 28
The most powerful realist opinion is in Eurasians philosophy and in expansionist geopolitics that they advise.
Neo-Eurasianists consider Russia as a leading continental power, constituting a particular civilization based on
an autarkic and protectionist economy and on the union between Slavic and Turkic peoples. They call for
opposition against ―commercialized‖ maritime (Atlantist) civilization, led by the United States, grounded on a
market economy and on liberal democracy. They believe that Russia is destined to restore a great Eurasian
empire and is ―condemned‖ by its very geographical situation between Europe and Asia to rivalry with the
West, though peaceful coexistence is necessary. They demonize the notion of globalization, interpreting it as ―a
mondialist plot.‖29
Along with realism, its close ―relative‖ - geopolitics - is currently in fashion in Russia... The geopolitical
paradigm was seen by many thinkers as having a solid theoretical basis compared to other IR concepts. Initially
geopolitics in Russia took shape by way of so-called Eurasians (evraziistvo). One of its key postulates is that in
civilization terms Russia has never been part of Europe. Hence, it should choose a ―third way‘‘ between the
West and the East. Globally, Russia should be a bridge between these civilizations. As apparent from the term
Eurasians itself, its geographic frame of reference implied first of all the Eurasian continent. Other regions were
of peripheral interest for Eurasians. Hence, as methodology, Eurasians was close to classical geopolitics
(comparable to Mackinder‘s ―Heartland‖ theory). Eurasians is grounded in the thesis of Russia‘s special mission
in history. According to Stankevich (1992: 94):
Russia‘s role in the world is... to initiate and maintain a multilateral dialogue between cultures, civilizations and
states. It is Russia which reconciles, unites, and coordinates. It is the good, Great Power that is patient and open
within borders, which have been settled by right and with good intentions, but which is threatened beyond these
borders. This land, in which East and West, North and South are united, is unique, and is perhaps the only one
capable of harmoniously uniting many different voices in a historical symphony. 30
28
29
30
Wæver, Ole. Tickner, Arlene B. (2009) International Relations Scholarship Around the World, Volume 1 of Worlding Beyond the
West, Taylor & Francis, 230
John O‘Loughlin. Gearóid Ó Tuathail (Gerard Toal). Vladimir Kolossov. Russian geopolitical culture in the post-9/11 era: The masks
of Proteus revisited.
Wæver, Ole. Tickner, Arlene B. (2009) International Relations Scholarship Around the World, Volume 1 of Worlding Beyond the
West, Taylor & Francis, 231
39
Below we will see some opinions that support geopolitics of possession of the Eurasia from Russian continental
power.
-
Aleksander Dugin
The works of Aleksander Dugin are of particular significance… In April 2001, Dugin set up the Eurasian
Movement, which announced its loyalty to Putin. It became a political party in May 2002. It is said by some
observers to enjoy financial and organizational support from the Kremlin. Dugin has attempted to revive
Eurasians in Russian thinking in recent years. In his book Osnovy Geopolitiki: geopoliticheskiye budushcheye
Rossii, Dugin argues that there is a basic conflict in the world between what is predominantly land based power
and predominantly maritime power… He accepts the terminology of Mackinder, who regarded Eurasia as the
Heartland, the countries on the edge of Eurasia as the Rimland, and the rest of the world (the Americas, southern
Africa and Australasia) as the world island. He advocates the formation of a Eurasian bloc with Russia as its
core. He advocates the formation of a Eurasian bloc with Russia as its core: …Mackinder defined the Russian
Great Space as the ―Geographical Axis of History‖. 31
Geopolitically and strategically however, Dugin sees it as important that Russia engages actively with her
Rimland neighbors. Because of the threat posed by Atlanticist America, Russia‘s ―most important strategic
imperative is the transformation of the ‗Rimland territories‘ into her allies, strategic penetration into the
‗Rimland‘ zones, the conclusion of an all-Eurasian pact, or at the very least, the ensuring of full and strict
neutrality of the greatest possible numbers of the Rimland in the positional confrontation with the Atlanticist
West… He says Russia needs the Rimland in order to become a real sovereign continental force. 32
Dugin therefore calls for the creation of a Eurasian bloc that would comprise not only the near abroad and the
former Warsaw Pact states, but also the states of the continental West (in the first instance, the Franco-German
bloc) and the continental East (Iran, India and Japan).28 He argues: The creation of the Moscow-Berlin-TokyoTehran axis is the long-term political imperative of the whole Eurasian strategy, and this imperative does not
depend on the specific situation of the corresponding states. Such a configuration of continental alliance is the
most stable and complete by principal considerations, and if one succeeds in realizing it, this will signify a
radical and irreversible victory of the Land over the Sea, the establishment over the world of the Order of
Eurasia.33
Dugin regards the formation of such an axis as inevitable, even if its members are currently aligned with other
blocs. Such alignments are only temporary. This axis will also embrace the rest of Europe and the Pacific
region. He also advocates an alliance with the Islamic world, and an additional Moscow-New Delhi axis.
-
31
32
33
Leonid Ivashov
Smith, Mark A. (2005). ―Russian Nationalist Movements and Geopolitical Thinking‖. Defence Academy of the United Kingdom:
Conflict Studies Research Center, Russian Series. p.9
Smith, Mark A. (2005).p.10
Smith, Mark A. (2005).p.10-11
40
Leonid Ivashov, the vice-president of the Academy of Geopolitical Problems, and a former head of the Russian
MOD‘s International Cooperation Department. He argues that the USA will not be able to dominate the
international system, and that ―Russia is potentially capable of becoming a leader of the world, alternative to
that new world order, which the USA and the transnational mafia are imposing‖. 34
-
Viktor Sokolov
Sokolov also, concludes: that in response to US expansion in Central and Eastern Europe and in the CIS and
Baltic countries, Russia has every opportunity for an asymmetric geopolitical parrying of the arising challenges
and threats by forming an anti-American axis from among countries that are openly acting against Washington‘s
world diktat.35
-
Sergey Brezkun
Sergey Brezkun of the Academy of Military Sciences argues that the territory that comprised the USSR in 1975
constitutes what he terms the Russian Geopolitical Space (RGS), as the borders of the USSR should be regarded
as Russia‘s natural borders. Russia should dominate this space. Control over this space makes Russia probably
the only self-sufficient great power… Russia is potentially the richest and most stable country in the world…
Control over the RGS is therefore vital for Moscow. Russia‘s interests conflict with those of the USA, which
needs to conduct an aggressive expansionist foreign policy in order to survive (e.g. to acquire overseas natural
resources)… Like Dugin, Brezkun strongly favors the creation of a Berlin-Moscow-Tokyo axis, where Berlin
would comprise not just Germany, but continental Europe… becoming a nuclear umbrella for Europe and Japan
in confrontation with the USA36
-
Yury A Tikhomirov
Yury A Tikhomirov, in ‗The geopolitical imperatives of the security of the Russian state‘37, argues that Russia
needs to develop a Eurasian bloc if she is to avoid becoming dependent on the USA, and thereby becoming an
object rather than a subject of international politics. He believes that the USA desires to see Russian transformed
into a local-regional military power… Instead, Russia needs, as leader of a Eurasian bloc, to be a continental
military power, with a full range of strategic forces comparable to those of the USA. He comments: the
economically strong, but militarily and politically weak countries of Western Europe and Japan were forced to
subsidies the American economy and industry in exchange for strategic guardianship. In a definite sense Russia
is already at the moment able to offer something analogous to both Europe and Japan, with the additional factor
that it is in the interests of Russia to contribute to the political ―maturing‖ of these two ―potential empires‖, and
not to weaken and firmly control them, as had taken place in the case of American, Atlantic domination.38
34
35
36
37
38
Smith, Mark A. (2005).p.11
Smith, Mark A. (2005).p.11
Smith, Mark A. (2005).p.12
(əəəəəəəəə ə. ə. əəəəəəəəəəəəəəə əəəəəəəəəə əəəəəəəəəəəə əəəəəəəəəəə
əəəəəəəəəəə / əəəəəəəəə ə. ə. // əəəəəəəəəəə ə əəəəə. – 2005. – ə 1)
Smith, Mark A. (2005).p.12-13
41
-
Vladimir Ostankov
A different view on Russia‘s Eurasian orientation is taken by Vladimir Ostankov, head of the Centre for
Military Strategic Studies of the General Staff, advocates a close integration of the former Soviet space, along
with the development of maximum rapprochement with the European Union, forming a common political and
economic space: ‗A permanent balancing between the American and European directions answers the interests
of the Russian Federation. However the hope that special relation with France and Germany will permit Russia
to form a powerful coalition which is not oriented in its policy toward the USA is groundless.‘
Ostankov goes on to argue that the idea of making Russia the bulwark of an anti-US alliance system is even
more fantastic, as it would bring Russia no benefits at all. He is for cooperation with the USA, but cautions that
a long-term alliance with the USA is impossible, and contradictions will emerge between the USA and Russia in
Eurasia, as both powers have competing interests there (he opposes NATO‘s eastward widening). 39
In brief, for the United States, Eurasian geostrategy involves the purposeful management of geostrategically
dynamic status and the careful handling of geopolitically catalytic states, in keeping with the twin interests of
America in the short-term preservation of its unique global power and in the long-run transformation of it into
increasingly institutionalized global cooperation. To put it in a terminology that hearkens back to the more
brutal age of ancient empires, the three grand imperatives of imperial geostrategy are to prevent collusion and
maintain security dependence among the vassals, to keep tributaries pliant and protected, and to keep the
barbarians from coming together.40
3.
THE
FUTURE
OF
GLOBAL
GEOPOLITICAL
SYSTEM
AND
CAUCASUS
–
BALKAN
AXIS
3.1 Faced with a new global equilibrium?
Germany‘s defeat was sealed largely by the two extra- European victors, the United States and the Soviet Union,
which became the successors to Europe‘s unfulfilled quest for global supremacy. The next fifty years were
dominated by the bipolar American- Soviet contest for global supremacy. In some respects, the contest between
the United States and the Soviet Union represented the fulfillment of the geopoliticians‘ fondest theories: it
pitted the world‘s leading maritime power, dominant over both the Atlantic and the Pacific Oceans, against the
world‘s leading land power, paramount on the Eurasian heartland (with the Sino-Soviet bloc encompassing a
space remarkably reminiscent of the scope of the Mongol Empire). The geopolitical dimension could not have
been clearer: North America versus Eurasia, with the world at stake. The winner would truly dominate the
globe. There was no one else to stand in the way, once victory was finally grasped. 41
Mackinder opinion has been questioned many times, but it has resisted time. Since the 90s, with the collapse of
the Soviet bloc, the world seeks a new world order. How would it be? Will change the power relationships or
39
40
41
Smith, Mark A. (2005).p.13
Zbigniew Brzezinski, The grand chessboard, Basic Books, a member of the perseus books grup, New York, f.40
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.5-6
42
changed only the way of dealing? Cohen is one of those who throw ideas for a new equilibrium, for a
composition of integration between maritime and continental powers.
A particularly important part of Cohen‘s geographical imagination has been the desire to recast the region of
East-Central Europe (ECE) away from its Mackinderian geopolitical role as a ‗shatter belt‘ to its place as a
potential ‗Gateway region‘. Drawing upon traditional geopolitical framings of the world into ‗maritime‘ and
‗Eurasian continental‘, Cohen argued in his 1990 presidential address to the Association of American
Geographers that: ‗The most promising geopolitical mechanism now for restoring the balance between the two
realms [the ‗Maritime World‘ and the ‗Eurasian Continental World‘] is the emergence of Central and Eastern
Europe as a Gateway region. Such a region could facilitate the transfer of new energies into the faltering Soviet
core. Extending on the west from the Oder-Neisse Rivers and the Harz and Bohemian Mountains to the
Northern Adriatic Sea, and east to the border of the USSR, the European Gateway will be fully open to
economic forces from the east and west. Its national politics and economic structures are adopting the West
European models, but it will have to find a military posture that does not challenge Soviet security goals. With
the exception of Greece, this region is composed of that middle tier of states between Germany and Russia
whose independence and stability Mackinder (1919) felt to be crucial to Eurasian and world stability‘. (Cohen,
1991: 570) […] ‗The region has the potential for developing as a major source of high quality manufacturers for
its own and the Soviet market, as it benefits from Western capital, equipment, credits, and managerial and
technical know-how… With its technological capacities and Western capital, the USSR may also be able to
develop to the point where it exports quality manufactures—e.g., automobiles and computers, in exchange for
Eastern Europe‘s textiles or machine tools‘ (Cohen, 1991: 572). The question might be raised as to whether East
and Central Europe might not revert to a Shatterbelt rather than become the Gateway region that has been
posited. This is doubtful. The European Community and the Soviet Union would find competition over the
region to be counterproductive. Maritime Europe‘s concerns are Soviet military power. The USSR needs West
European economic help. These concerns and needs balance one another. They are best addressed through
cooperation, not through the competition that makes for shatterbelts‘ (Cohen, 1991: 572).42
But global domination does not look with an irresistible attraction: he it is a battle for survival, where the great
powers do not believe in the power of cooperation, but believe only to the superiority of strength.
Today, the geopolitical issue is no longer what geographic part of Eurasia Is the point of departure for
continental domination, nor whether land power is more significant than sea power. Geopolitics has moved from
the regional to the global dimension, with preponderance over the entire Eurasian continent serving as the
central basis for global primacy. The United States, a non-Eurasian power, now enjoys international primacy,
with its power directly deployed on three peripheries of the Eurasian continent, from which it exercises a
powerful influence on the states occupying the Eurasian hinterland. 43
A. Smith, Imagining geographies of the ‗new Europe‘: geo-economic power and the new European architecture of integration. Political
Geography 21 (2002) 647–670:
Cohen, S. B. (1991). Global geopolitical change in the post-Cold War era. Annals of the Association of American Geographers, 81(4), 551–
580.
43
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.39
42
43
World order supported by Eurasians like somewhat with the geopolitics of Karl Haushofer and vertical divisions
in which to be applied pan-areas. However, even if the Eurasians thought is for a world with divisions, by itself,
the strengthening of Russia through the union of Eurasia as a single block, would lead to a global domination.
Dugi and other Eurasians think the world as follows.
During last few centuries, the idea of European integration has been proposed by the revolutionary faction of
European elites. In ancient times, similar attempts were made by Alexander the Great (integration of the
Eurasian continent) and Genghis khan (founder of history‘s largest empire). Eurasia as three great living-spaces,
integrated across the meridian. Three Eurasian belts (meridian zones); the horizontal vector of integration is
followed by a vertical vector.
Eurasian plans for the future presume the division of the planet into four vertical geographical belts (meridian
zones) from North to South. Both American continents will form one common space oriented on and controlled
by the USA within the framework of the Monroe Doctrine. This is the Atlantic meridian zone.
In addition to the above zone, three others are planned. They are the following:
• Euro-Africa, with the European Union as its center;
• Russian-Central Asian zone;
• Pacific zone
Within these zones, the regional division of labor and the creation of developmental areas and corridors of
growth will take place. Each of these belts (meridian zones) counterbalances each other and all of them together
counterbalance the Atlantic meridian zone. In the future, these belts might be the foundation upon which to
build a multiple world: the number of poles will be more than two; however, the number will be much less than
the number of current nation-states. The Eurasian model proposes that the number of poles must be four. The
Eurasian project proposes this four-zone super-project on a geopolitical strategic level: Eurasians as RussianCentral Asian integration.44
Opposite them is the only global power, U.S. To achieve integration with Asia and Europe, Russia should
achieve reduction of American influence and to realize alliances with powers that already are Americans key
partners like Germany and Japan. But U.S. sees global development otherwise.
In the course of the next several decades, a functioning structure of global cooperation, based on geopolitical
realities, could thus emerge and gradually assume the mantle of the world‘s current ―regent,‖ which has for the
time being assumed the burden of responsibility for world stability and peace. Geostrategic success in that cause
would represent a fitting legacy of America‘s role as the first, only, and last truly global superpower. 45
3.2 Russian geopolitical interests and Turkey‟s key position
Overlapping geopolitical strategy - this will be a correct denomination for relations between Turkey and Russia.
Turkey‘s geopolitical interests are part of those Euro-Atlantic or stated in other words, the maritime powers (Sea
Powers). Turkey‘s geographical position makes it to be a country of fundamental importance for Russian
44
45
Dugin, Aleksandr. ―The Eurasian Idea‖.
http://evrazia.org/modules.php?name=News&file=article&sid=1884
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.215
44
geopolitics, which seeks the creation of Eurasia as a single block. In the battle for global dominance between the
two leading powers of opposite nature: land power (Russia) and sea power (USA), Turkey plays a crucial role.
Establishment of Turkey on the side of sea power and interests that has Russia exactly over areas in which lies
the power of Turkish influence, bring strategic overlap. Turkish influence lies in areas in which Russian
Eurasians strategy considers priority in the battle for domination of Eurasia.
At any meeting or official-unofficial appointment where is emphasized the international importance of Turkey,
cast comes to its geopolitical position. This magic word consistently set as better option of Turkish negotiations.
[...] From a geopolitical perspective, Turkey is located in the central position of the struggle for hegemony and
space-transitional areas linking east-west direction and north-south centers of land and sea power. In Turkey are
expected two important transitional area (the Balkans and the Caucasus), which connect the central Eurasian
land in direction north-south with warm seas and Africa, and a sea transitional area (Bosporus and Dardanelles),
which, then, link these areas with areas of the Middle East and Caspian that are geo-economic resources centers.
While in the east-west direction, the peninsula of Anatolia is the most important link in the area of strategic
peninsulas surrounding the top-Eurasian continent. These features which gathered briefly have been important
throughout history.46
Since this space is one of the most important areas in the battle of global domination, then, naturally was born
the necessity of Turkey, to be an active geopolitical player in this battle. These Turkish efforts can be seen more
as a struggle for vital space than simply an effort to strengthen it. Turkey‘s attitude in fixed position is likely to
be of harm rather than keep it. Rise of Turkey based on a long term strategy, changing balances of the battle for
global dominance and geopolitical weight gives Turkey a great power. The moment of doubt has passed and this
Turkish geopolitical strategy has already been implemented. There are clearly defined foundations of Turkish
geopolitics and the same interrupt priority areas that Russian and American geopolitics.
Within the new international environment where the parameters of the Cold War were annihilated, the role of
Turkish geopolitics had to be re-interpreted. Ago and, specifically, this role should be assessed by overcoming
the strategy of maintaining status quo of the past. [...] This new attitude about geopolitics will directly affect the
basic parameters related to international politics, economy and security of Turkey. The strategy of Turkish
foreign policy for the next 100 years can be summarized as re-adjustment in alternative way of the relations with
centers of the power and as the formation of a hinterland where long-term liaison cultural, economic and
political. When the case is seen from this perspective, Turkey is face to face with the necessity of supporting the
strategy of foreign policy priorities in three areas of tactical importance of geopolitical influence that can be
used in future to be opened in a graduated in the international environment:
1.
Basin near the earth: the Balkans-Middle East-Caucasus.
2.
Basin near the sea: the Black Sea-Adriatic-Eastern Mediterranean-Red Sea-Gulf-Caspian Sea.
3.
Basin near the continental: Europe-North Africa-South Asia-East Asia and the East.
46
Davutogllu, Ahmet. Thellwsia Strategjike. Logos-A, 2010, f.152-153
45
These basins consisting of circular cross generations are the foundation of the geopolitical strategy of Turkish
foreign policy oriented toward the objective of strengthening the international global position by extending in a
graduated zoning area of influence (hinterland). 47
For this reason Moscow-Ankara axis is seen as a geopolitical necessity of Russian Eurasian.
Central Asia must move towards integration into a united, strategic, and economic block with the Russian
Federation within the framework of the Eurasian Union, the successor of the CIS. The main function of this
specific area is the rapprochement of Russia with the countries of continental Islam (Iran, Pakistan, and
Afghanistan). The main regional partner in the integration process of Central Asia is Turkey. The Eurasian Idea
is already becoming rather popular there today because of Western trends interlaced with Eastern. Turkey
acknowledges its civilization differences with the European Union, its regional goals and interests, the threat of
globalization, and further loss of sovereignty. It is strategically imperative for Turkey to establish a strategic
partnership with the Russian Federation and Iran. Turkey will be able to maintain its traditions only within the
framework of a multiple world. Certain factions of Turkish society understand this situation - from politicians
and socialists to religious and military elites. Thus, the Moscow-Ankara axis can become geopolitical reality
despite a long-term period of mutual estrangement. 48
3.3 Overlapping interests of the key stakeholders from the Caucasus to Balkans
From the Balkans to the Caucasus, are wrapped global interests of key players. Axis shows interest in the U.S.,
Russia, Europe, Turkey and an interest from a power somewhat distant, but not disinterested, China. Alliance of
each force to Turkey determine how will report on this shaft. U.S. and Turkey have regional partnership and
common interest, making it impossible thus leading continental power alliance with Turkey.
Basin near the Turkish land includes three zones, territorial boundaries of which are directly related: the
Balkans, Middle East and the Caucasus... As historical experience, as well as the geographical position, Turkey
is an inseparable part of this close basin. Even basic issues that directly affect the foreign policy of Turkey, the
main elements that shape this policy, are natural outcomes of training and development in this basin close to the
land... Even the internal integrity and unity of Turkey are linked directly to factors within this basin. An
Anatolian place which has no impact on developments in the Balkans, Caucasus and Middle East, nor can
maintain geopolitical integrity on this sensitive area, nor can be opened to the world. 49
Turkey‘s evolution and orientation are likely to be especially decisive for the future of the Caucasian states. If
Turkey sustains its path to Europe - and if Europe does not close its doors to Turkey - the states of the Caucasus
are also likely to gravitate into the European orbit, a prospect they fervently desire. But if Turkey‘s
Europeanization grinds to a halt, for either internal or external reasons, then Georgia and Armenia will have no
47
Davutogllu, Ahmet. Strategic Depths. Logos-A, 2010, f.154-155
Dugin, Aleksandr. ―The Eurasian Idea‖.
http://evrazia.org/modules.php?name=News&file=article&sid=1884
49
Davutogllu, Ahmet, Strategic Depths, Logos-A, 2010, f.175
48
46
choice but to adapt to Russia‘s inclinations. Their future will then become a function of Russia‘s own evolving
relationship with the expanding Europe, for good or ill.50
Historical records show explicitly that, to a place in Anatolia-Balkans axis, become stronger in the real sense of
the word, must secure hegemony over the seas and waterways around this axis. 51
3.4 The importance of Albanian area as geopolitical extreme of the Balkans-Caucasus axis
The Adriatic Sea is of great importance for European security. His entry, Strait of Otranto, provides geopolitical
weight to Albania. This strategic position has made Albania a country historically coveted.
One of the little nations overrun by the war has been almost ignored by the outside world. Albania, which the
European powers less than three years ago pledged themselves to protect, has been invaded by the troops of all
the neighboring countries, Greece, Italy, Germany, Austria, Serbia, Montenegro and Bulgaria. […] Albania
occupies such a strategic position that it is coveted by all of the neighboring races, but none of them would be
willing to see it posses‘ by any rival. Hence the surrender of Albania to any one race, or any possible division of
it among several races, would cause such national and racial jealousies to arise in the Balkans, that another
Balkan war would be inevitable which might again embroil all Europe. 52
In 1937, Stadtmüller (1937-38. p.366), a German geographer, stated that Albania‘s geopolitical role for 2000
years had been as a Durchgangsland (gateway) between the Adriatic Sea and the Balkan peninsula. 53
The 2000-year cycle of external dominance by either Adriatic or Balkan powers in Albania was broken with the
rise of Communism after the Second World War. Then the geopolitics of its gateway role changed... 54
According to Mackinder Adriatic, Black and Baltic seas constitute the region that is the key to dominate
Heartland. By blocking a Russo – German alliance, lock possession of Eurasia. Albania is one of the ends of the
Adriatic – Black Sea axis.
The most important point of strategically significance in regard to these Middle States of East Europe is that the
most civilized of them, Poland and Bohemia, lie in the North, in the position most exposed to Prussian
aggression. Securely independent the Polish and Bohemian nations cannot be unless as the apex of a broad
wedge of independence, extending from the Adriatic and Black Seas to the Baltic; but seven independent States,
with a total of more than sixty million people, traversed by railways linking them securely with one another, and
having Access through the Adriatic, Black, and Baltic Seas with the Ocean, will together effectively balance the
Germans of Prussia and Austria, and nothing less will suffice for that purpose. 55
The Balkans has indisputable geopolitical weight in the battle between continental power and sea power for
global domination. In this battle currently, Turkey is a supporting actor maritime power, and has an active
strategy for the region. Despite being in Albania or Kosovo or no residue Ottoman minorities such, Turkey is
50
51
52
53
54
55
Brzezinski, Zbigniew. ―The grand chessboard‖. Basic Books. New York. f.149-150
Davutogllu, Ahmet, Strategic Depths, Logos-A, 2010, f.193
Joseph F. Gould. ―The Independent‖, volume 85-86, (april 1916), New York : S.W. Benedict. p.78-79
Hall, Derek R.; Danta, Darrick R. ―Reconstructing the Balkans: a geography of the new Southeast Europe ( Albania as a gateway.
Dean S.Ruga)‖. Wiley, (1996). p.135
Ibid, Hall, Derek R.; Danta, Darrick R. p.138
Mackinder, Halford. ―Democratic ideals and reality‖. Henry Holt and company, New York. (1919). p.205
47
exploiting cultural and religious proximity in order to achieve the strategic objective of increasing influence in
the Balkans. This is understandable and readable. It seems that runs parallel with U.S. interests, while Russian
interests in the Balkans have never stopped: Serbia is Russia elongation towards the Adriatic. Balkan Slavic
populations have more reason for Russia to claim a historical right of the race as their protector. However, in
current geopolitics, the game that made the global domination of the Balkans provides a load as large as the
Caucasus, and perhaps more. If you will dare to compare, I would say that Albania outside NATO and coalition
naval forces, under Russian influence, would be vital threat to naval powers: this is the same thing with the
threat that Russia would feel that the Ukraine or Georgia would be NATO. Strengthening Albania, in an
unspoken way is to strengthen the axis of Adriatic and Black Sea geopolitics that sees two great main actors in
the alliance: U.S. and Turkey.
Foundations of Turkey‘s political influence in the Balkans are Muslim populations as scraps Ottoman... Now
Turkey seems to own the Balkans opportunities to provide the important achievements of historical experience
based on Ottoman heritage. Specifically, in two countries (Bosnia and Albania), where Muslims, Turkey's
natural allies are the majority, is shown the will to turn this common historical experience in a natural alliance ...
Two important objectives and long-term policy of Turkey in the Balkans as the strengthening of Bosnia and
Albania within a stable structure, and formation of an international legal basis to obtain insurance under the
umbrella of ethnic minorities in the area ... Turkey could gain such a right only in the Balkans only if pursuing
an active Balkan policy that takes into account constantly the cultural and historical factors of the Turkey. In
contrast, In front of Greece, which, by the Patriarchy Phanariots, rises ecumenical claims with a minor Orthodox
minority in Turkey, such as in front of Russia which tends to raise the Slavic-Orthodox influence in the BalkansCaucasus bow, Turkey will not remain only with the loss of influence in the Balkans, but at the same time there
is no support even in the face of the Russian and Greek claims about deltas (note A H: sea straits of Bosporus
and Dardanelles).56
In November of 2000, shortly before undertaking a trip to Brunei, President Putin declared publicly: “Russia
has always perceived of itself as a Eurasian country.”[30] Dugin later termed this statement ―an epochal,
grandiose revolutionary admission, which, in general, changes everything. The prophecy of [French
conspiratologist] Jean Parvulesco has come to pass… There will be a Eurasian millennium [31].‖57
Dugin‘s neo-Eurasians‘ ideology is apparently imperialist and nationalist - nationalist not in the sense that
Russia must have a nation-state; that is, a state that is exclusively (or nearly so) for the Russian nation (ruskii
narod) - but in the sense that the nation can only be itself, can only realize its potential, as a unifying force in an
empire; unlike many other national imperialists. However, Dugin is a philosophical traditionalist who does not
see Russia‘s role as exploitative or repressive, but as unifying in a way that allows for the flourishing of the
many nations and religions of the Eurasian heartland. Like Prokhanov, Dugin views Islam as the natural ally of
56
57
Davutogllu, Ahmet, Thellwsia Strategjike, Logos-A, 2010, f.161-162
Dunlop, John B.. Aleksandr Dugin‘s Foundations of Geopolitics. Princeton University. p.8
http://www.princeton.edu/~lisd/publications/wp_russiaseries_dunlop.pdf: 30 Vladimir Putin, ―Rossiya vsegda oshchushchala sebya
evroaziatskoi stranoi,‖ Strana.ru (November 13, 2000); 31 Posted on May 23, 2001 at: http://www.arctogaia.com/public/putin/htrr.
48
the ―continent‖ in its war with the ―island‖ a view many nationalists are loath to embrace, particularly in view of
the ongoing counterinsurgency against Islamic separatist radicals in the north Caucasus. 58
But the Eurasian, although like the alliance with the Muslim world or another power seem to be contradictory.
Or, a multi-cultural Eurasia is just extending pretext for domination and to enforce.
With regard to the Balkans, Dugin assigns ―the north of the Balkan peninsula from Serbia to Bulgaria‖ to what
he terms the ―Russian South‖ (p. 343). ―Serbia is Russia,‖ a subheading in the book declares unambiguously (p.
462). In Dugin‘s opinion, all of the states of the ―Orthodox collectivist East‖ will with time seek to establish
binding ties to ―Moscow the Third Rome,‖ thus rejecting the snares of the ―rational-individualistic West‖ (pp.
389, 393). The states of Romania, Macedonia, ―Serbian Bosnia,‖ and even NATO-member Greece will all, in
time, Dugin predicts, become constituent parts of the Eurasian-Russian Empire (pp. 346, 383).59
Radical-expansionists consider multipolarity as the need to create a huge Eurasian empire and to conclude an
alliance with such countries like Libya, Iraq, and Iran (Pantin and Lapkin 2002). What has united the CPRF and
the LDPR is opposition to the rapid Westernization of the economy and society. Like the CPRF, the LDPR
protests against the unipolar world dominated by the U.S. and opposed the NATO bombing of Yugoslavia in
support of the Kosovo‘s as potentially de-stabilizing the post-Cold War order (O‘Loughlin and Kolossov, 2002).
But in other foreign and domestic policy arenas, the LDPR positions are starkly different (Tsygankov 2001). 60
General Leonid Grigoreviç Ivashov, vice president of the Academy of Geopolitical Affairs, Moscow, on
05.02.2008, in his article "The problem of Kosovo: Europe is to be connected" shows the views that Europe kept
connected after America from Kosovo, which is an American geopolitical movement
"Now that the "bugaboo" USSR no longer exists, - writes Ivashov, - Europe is threatening to escape U.S.
control, therefore, according to him, to prevent its removal, was developed and is being implemented strategic
plan dubbed "Kosovo". The purpose of this plan, according to Russian General, is the weakening of Europe and
its return under U.S. control. This scenario will be realized by strengthening factor of radical Islam in Europe.
Through it, Ivashov continues, Americans will make it possible to prevent the close cooperation of Russia with
Western Europe and not allow the creation of European-Russian collective security system: will 'kill' the
European market with narcotics, arms trafficking and extremist structures. The independence of Kosovo,
according to him, will lead to displaying the "Euro-Taliban" and his radical core, "Euro-al Qaeda', and of
attempting to collect "Islamic" land in the Balkans and the formation of ideological and spiritual Muslim space,
the territory of Europe (Albania, Bosnia & Herzegovina, the Muslim community in Serbia, Macedonia, Greece,
Bulgaria, also Germany, France, Britain and Belgium). Through the Albanian gate in Balkans, says Ivashov,
Turkey will find its way to Europe and is through this port in Europe will flood our dozens of "drug money".
And to end the cycle of the apocalypse of Europe, Russian General estimates that, after 40-50 years, because of,
58
59
60
Allensworth, Wayne. (2009). ―Russian Nationalism and the National Reassertion of Russia‖, Routledge contemporary Russia and
Eastern Europe series Editor, Marlène Laruelle. Routledge: Dugin and the Eurasian controversy: is Eurasianism ‗patriotic‘?; Wayne
Allensworth. p.109-110
Dunlop, John B., Aleksandr Dugin‘s Foundations of Geopolitics. Princeton University.
http://www.princeton.edu/~lisd/publications/wp_russiaseries_dunlop.pdf. p.21
John O‘Loughlin. Gearóid Ó Tuathail (Gerard Toal). Vladimir Kolossov. Russian geopolitical culture in the post-9/11 era: The masks
of Proteus revisited.
49
as he says, high fertility and immigration Islam, the ratio of Europeans and Muslims will change radically in
favor of the latter. Kosovo, the Russian general says, is the tomb that Europe opens itself. The only force
capable of closing the Albanian door to Europe is comprised Serbs, Ivashov notes. He appeals to CatholicProtestant Europe not to err as in XII-XIII century, when, having won over Orthodox Byzantine and its historic
center and spirits, Constantinople, had paved the way towards the west "randy Muslims" to Ottoman Empire.
Because with the independence of Kosovo, goes with his logic Ivashov, Serbs deprived of their spiritual center
of Orthodoxy and Slavisation, destroying the only obstacle that stands in the itineraries of extremism. And
following his bombastic conclusion after local Serbian-Albanian conflict lies a serious conflict between
civilizations. To resolve this conflict, General Ivashov suggests the only means he knows - the fight. Struggle
during the set, as did Milosevic with his associates, as are doing Vojsllav Seselj, Tomislav Nikolic and all
honest and proud Serbs. Ivashov said the conviction that victory in this war will be on the side of Serbs.61
In the opposite direction, for this region and beyond, reflected the opinion of Davutoglu, about these sensitive
developments that are based on national identity, religion and of course geopolitics and strategy. His work
"Strategic Depth" it closes, leaving open the possibility for Turkey to win the main challenge in this global
geopolitical battle, becoming a central location.
Modernization was the work of a historical process with the Europe in center while globalization, transfers,
inevitably, elements that will be put into action again in the course of history, the achievements of mankind,
starting with Asia... In this process in which will go on the top nations and societies who will provide foundation
an opening in such a historic achievement, Turkey faces the responsibility to form a meaningful new whole
between the historical and strategic depth and to implement this fully within geographical depth. If Turkey is a
country-shaft, will be able to do this, will gain the position of a central country which conducts the overall
unification geopolitical, geo-cultural and geo-economic.62
The Balkans is the "Achilles heel" not only for Europe but also for marine power strategy. Albania, a country so
small of Balkan holes such a geopolitical weight that if the region will be destabilized of the problems that many
of the neighboring countries associate with it, could serve as cause for a battle with the two powers for the final
domination of Eurasia. Southern sector of the geopolitics of Russia for control of Eurasia, according to Dugin,
includes the line: the Balkans, Romania, Moldova, Crimea, Southeast Ukraine, Rostov and Krasnodar regions,
the Caucasus, Central Asia (including Xinjiang), Tibet, Mongolia and Manchuria. 63
What the wiser Chow En-lai told to some visitors coming from NATO (which included Italian Foreign Minister
Giacomo Medici, and the undersigned (Ambassador Robert Ducci)) in the early seventies, which can be
summarized as follows: "the Soviets will not attack you in the areas of Germany: they initially will mesmerize
your mind and soul with this threat. Then they will be free to implement a broad strategy and successive sieges
of Europe. The first siege that passes through Angola and Mozambique will threaten you and your ways of
61
62
63
Lauka, Islam. ―The return of Geopolitics‖, press ―Tema‖, 13.02.2008
http://www.gazetatema.net/?gjuha=0&id=2193
Davutogllu, Ahmet, Strategic Depths, Logos-A, 2010, f.666-667
Dugin, Aleksandr. (1997). ―Osnovy geopolitiki: Geopoliticheskoe budushchee Rossii‖. (The Foundations of Geopolitics: The
Geopolitical Future of Russia). Moscow: Arktogeya
50
Eastern Hemisphere supplies. A second ring will be established to pre-seal the West from the high plateaus of
Ethiopia, Aden and Afghanistan, possibly Iran and Persian Gulf. Your influence in India will be reduced as
much as would be almost zero, Pakistan will find itself in a difficult situation.
While it would have completed all of this, Soviet leaders will begin to build a third ring fencing. This time, they
will seek to introduce under their control the Balkan Peninsula and the Eastern Mediterranean. If this happens,
then the West, as we know, ends at this point. Very little time before that happens, you will witness an
improvement of Soviet-Chinese relations: slowly and measured relationship, but cannot be stopped. You must
call to mind the memory that we never wanted Stalin, nor did it reject the pact with Hitler. The survival of his
people is the first responsibility of a leader. Two later, the war might resume efforts to better conditions. "[...]
Quote from Dante: "Poca favilla gran fiamma seconda," (It.), a small spark can cause a huge fire, might be a
fitting conclusion to contemplate the future of Albania.64
64
Ambasador Ducci, Robert. (1985) Spark that could cause fire (though the Soviets will be able to invade Albania: a script). The Atlantic
Monthly; February 1985; Volume 255, No. 2; pages 16-26.
51
AZERBAIJAN-IRAN RELATIONS IN THE POST-SOVIET ERA
Peyman Asadzade1
Roya Izadi2
Abstract
Azerbaijan-Iran relations after the Soviet Union collapse has been influenced by several factors. The first factor
is the Nagorno-Karabakh Crisis. Azerbaijan claims that Iran has supported Armenia in the Karabakhwar,
Although Iran has rejected this claim and stated her position was neutral in this war. Another factor is related
to the Caspian Sea legal status. Azerbaijan seeks to divide the Caspian sea into national exclusive areas but
Iran strongly opposed this view and ask for more share. Energy and oil are another variable that had a major
impact on relations between Iran and Azerbaijan. The problem of Strengthening of the Azeri Islamists by Iran is
another factor that had affected the relations between Tehran and Baku. Azeri officials are worried about the
growth of Islamism in their country. The other important factor is the Azerbaijan government support of the
Azeri separatists in Iran and its use of Iranian Azeri as leverage for pressing Iran‟s government. Friendly
relations between Baku - Tel Aviv in recent years and Baku's military and security ties with Washington, also
are considered as the sources of threat by Iran. The improvement of Baku-Tehran relations is unlikely in the
near future as long as these problems are unresolved.
Keywords: Iran, Azerbaijan, Caspian Sea, Islamism, Pan-Turkism, Israel, USA.
Introduction
Despite cultural and religious bonds, relations between Iran and the Azerbaijan Republic have never been
friendly. Breakup of Soviet Union became synchronic with Hashemi presidency in Iran. In this period, Iranian
foreign policy became less ideological than before in the Khomeini era. Pragmatic orientation of Hashemi, were
based on pursuit of national interests and expediency of Islamic Republic of Iran. In the case of south Caucasus,
this orientation continued in the Khatami and Ahmadinejad period. in fact, Iran‘s foreign policy in the south
Caucasus, were based on geopolitical necessities. Most important factor in the pragmatic orientation of Iran in
south Caucasus, especially Azerbaijan, is rich resources and foreign policy of this country which were founded
on close ties with Turkey, Israel and USA. In this article we will discuss about limits of a stable relationship of
Iran-Azerbaijan in post-soviet era. The following factors will be referred to bilateral relations.
Karabakh crisis
Caucasus region though confront with spread ethnic variety, but geographical contribution of this nations is not
in harmony with political boundaries. most important ethnic conflict in karabakh happened, after collapse of
union Soviet, between Muslims and Armenians Karabakh region formed in, after union of Azerbaijan and
1
2
. Master Student in Tehran University
. Master Student in Tehran University
I
USSR, days of Union Soviet rule. For major of inhabitants were Armenians they be given Autonomy. Coming
Gorbachev and perestroika and Glasnost inventions, created a Good ground for happening of Karabakh crisis.
In 1988, in consequence of several great demonstrations in center of Karabakh, Supreme Council of Armenia
announced attaching of Karabakh to Armenia, but Kremlin objected. After Union Soviet collapse, strife
betweenArmenians and Azerisincreased, even Armenia Republic occupied 20 percent of Azerbaijan territory;
Crisis configuration shifted as a international Crisis. Though wars stopped in 1994, but efforts of these, two
states, don‘t have any result about political solution, either efforts of international organs and regional
institutions. From beginning of this Crisis and war,Islamic Republic Of Iran has announced his neutral vote, and
even has tried to mediating between these. Inviting these two states ambassadors, and official trips of Iran
authorities in 1991, indicate that Iran is in way of ending to the crisis.
In Karabakh war, Iran sent humanitarian aides to Azerbaijanis who were wounded, though army or civil. Iran,
also, condemned occupying of Azerbaijan territories by Armenia. Gradually, because of not taking serious, Iran
suggestions, by Azerbaijan, and so fading Iran role after entering of western states and United states of America,
about Karabakh crisis, Iran-Azerbaijan affairs go into a new phase. Strife in the affairs get weigh by APF
propaganda about Iran, and also, by nationalistic tendencies of AIB that were about union by Northern- southern
Azerbaijan. This Turkish nationalism was sweet for Azerbaijanis. Azerbaijan Authorities ascribed, repeated
losses of APF, to Iran. APF in first reaction, accused Iran to taking part of Armenia, denied all of agreements of
Tehran multilateral session, and concentrated on continuation of war to Complete liberating of Karabakh.
Discussions transferred to Minsk Group. America, Russia, and Turkey didn‘t let Iran to participate, because
Iran wasn‘t member in Minsk Group. Iran, nevertheless of common religion, history, and culture, gave up
Azerbaijan, because Azerbaijan threatened Iran national totality, and tended to west. Iran got affairs with
Armenia (Gresh, 2006:5). because of Armenia weakness and loss in Karabakh war, Iran dimly protected
Armenia. Iran-Azerbaijan affairs, with strategic contract between Iran-Armenia-Greece, be dark. When Turkey
and Azerbaijan sanctioned Armenia, and this hurt to Armenia economy and Energy, Iran deepened its economic
and commercial relations with that country.
These two was confronted with regional isolation, and for opposition with this condition, needs to
cooperate.Armenia helps Iran to confront with economic treats which appeared with presence of America and
Israel in Azerbaijan.Iran, also, for Armenia is a Good and secure way for access to international markets, and
through decrease its dependence to Russia gas and Oil. (Martiroayan, 2009:1/Tchatouridze, 2008:9)
Legal status of the Caspian sea and oil reserves
Dividing Caspian sea and its legal status is one of effective elements about quality of Islamic Republic of Iran
and Azerbaijan Republic relations. Caspian sea is a territorial sea, and for achieving national interests and public
opinion, specially for Iran that in previous centuries lost many region in north, is important.
Legal status of Caspian sea in accordance with agreements, that in 1921 and 1940 concluded, between Iran and
Union Soviet. Nevertheless, in New condition, collapse of Union Soviet and generating of independent
53
Republics which are neighbor of Caspian sea, there was no any alternative agreement; So Iran-Union Soviet
agreement remained in its place.
With discovering of oil sources in Caspian sea, be felt necessity of agreeing on a new Legal Regime. This
necessity got weigh because Iran and Russia are in opposition with concluding oil agreement between
Azerbaijan and American companies.This necessity show itself through lacks of ruling agreements, which are
Irrelative with andvance which occurred in later fifty years. After collapsing of Union Soviet Socialist Republic
and in regard of increasing coastal countries from 2 to 5, for exploitation of Caspian sea sources, we are
suggested 2 theories:
1. Common Regime theory, which has two condition:
A) equity of rights of these countries, in Caspian sea, as a united territorial expansion needs to working agreeing
with common sovereignty, which stands on the basis of equity principle.
B) Russia wants, these countries, to creating a common Regime, and Iran protects this. Any action for unilateral
exploitation of bed and sub-bed is illegitimate. Mineral sources belong to all of these coastal counties.
2. dividing Regime theory: Caspian sea must be divided to 5 parts, which are separate and equal. Any of states
has a 20 percent lot.
According to Iran, Legal Regime of Caspian sea should be determined in accordance with 1921 and 1940
agreements; and if coastal states persist to dividing, Iran‘s lot Would be, at least, 20 percent of surface and bed.
In opposition, Azerbaijan Republic suggests that surface is common for all of coastal countries, and bed must be
divided in harmony with coastal length. Though Azerbaijan tends to Legal Regime of, for Caspian sea, seas and
lakes, but Iran and Russia object to.
From Iran‘s point of view, one of important factors, in Caspian sea, is Demilitarizing; for this, Iran objected,
Azerbaijan suggest, to establishing of U.S Armies in Abshkhuran Island. Main conflict between these, happened
in 2001. In January 2001, Iran threatened Azerbaijan, if would not withdraw its discovery and exploitation ships
from Alborz oil region, to use force. In February and November 2007, IranAir force planes, entered to
Azerbaijan sky.
The Caspian Sea sizable energy reserves, combined with its unique political stature as eight newly independent
states emerging from the breakup of the soviet union, have catapulted these countries into the limelight of
western media and policy. Five countries surround the Caspian Sea: Azerbaijan, Iran, Kazakhstan, Russia and
Turkmenistan. The south Caspian Sea basing occupies the area of Azerbaijan, Turkmenistan and Iran. Presence
of western company for the exploitation of oil and gas of the Sea, make more complex the regional equations.
Azerbaijan has rich resources in the Caspian Sea. ―The deal of the century‖ was signed in 1994 between the
Azerbaijani government and an oil consortium headed by BP to develop Azerbaijan‘s hydrocarbon resources.
With the BP operated Baku-Tbilisi-Ceyhan pipeline under construction in readiness to take the oil from the
landlocked Caspian to international markets. The Azerbaijan International Operating Company (AIOC) was a
partnership between BP, Unocal, Devon, Exxaonmobil, TPAO, Itochu, Statoil, Delta Hess, Ramco, Lukoil, and
Socar( Belopolsky and Talwani, 2002: 16). Iran was expecting to get a 5% share in the international petroleum
54
consortium, but under the pressure of the US, Iran was excluded. Iran was expecting to get a 5% share in the
international petroleum consortium, but under the pressure of the US, Iran was excluded. Deletion of Iran in the
international petroleum consortium angered Tehran. The bilateral relations deteriorated on July 2001 as a British
Petroleum boat, which was conducting prospecting operations on disputed offshore oilfields under Azerbaijani
authorization, was forced to return to port by an Iranian warship. Isolation of Iran in the Caspian Sea oil
pipeline, in spite of the evident fact that the shortest way to move the Caspian oil to world markets is through
Iran, clearly, has been exasperated Islamic Republic of Iran.
The Idea of Greater Azerbaijan and Iranian Azeri
After the collapse of soviet union, intellectuals and political elites of Azerbaijan started to irredentism and panTurkic rhetoric against Iran‘s territorial integrity. Of course, this claims, was not a new object and was
considered a historical issue. During the Golestan(1812) and Turkamanchay(1828) treaties that signed after IranRussia wars, many cities of Iran in Caucasus - including Baku and Ganje- joined to Russia. Emergence of panTurkism ideology and tendency of some intellectuals to it in Caucasus, increased the political and cultural gap
between Iran and Caucasus. In 1918, independent state of Azerbaijan has been founded, although in 1920 this
region joined to USSR. After the occupation of Iran by the Allies in second world war, Democrat Party of
Azerbaijan(Ferqey-iDemokrate Azerbaijan) by direct support of USSR army, established an autonomous
government in part of northwest of Iran. During this era (1945-1946) for popularization of Azeri ethnonationalism, was published many books and newspapers. After a short time, USSR pulled back their forces from
Iran and democrat party did fall, but it was not the end of story. In the later years, has written many books and
poems in soviet's Azerbaijan about ―south question‖ and ―united Azerbaijan‖. Breakup of USSR, intensified this
nationalistic feelings of Baku political and cultural elites.
AbulfazlElchibey, the leader of popular front of Azerbaijan (PFA) most outspoken defender of ―southern
Azerbaijan‖ and ―united Azerbaijan‖. Propaganda of ultra-nationalistsin Baku, theAzeriIraniantargets that
approximately comprising One third of the Iran‘s population and playeda prominent roleinpolitics
andeconomics of Iran. Elchibey came to powerin 1992. The idea of ―Greater Azerbaijan‖ and ardent demands
for cultural autonomy for the Azeri population of Iran, which would be the first step to unification of the two
Azerbaijan, formed part of Elchibey public discourse and foreign policy strategy (Mahdaviye, 2003: 281).
Azeri extremist nationalistsclaimedthat theIranian government is misbehaving about Iran‘s Azeris. From the
viewpoint of Baku political leaders, ―northern‖ and ―southern‖ Azerbaijan was separated in a historical
conspiracy by Iran and Russia (Hunter, 1994: 220). Anti-Iranian, pro-Turkish and pan-Turkic orientation in the
Elchibey era (1992-1993), had very unsuitable impact in Tehran-Baku relations.this pro-Turkish orientation was
seen as useful for closer relations with the West, since both the US and European countries pointed to Turkey as
their principal partner in their relations with the former Soviet Union. Iran with support of Islamism and
encourage of separatist sentiments among Talysh ethnic minority of Azerbaijan, reacted. Some researcher
believe that Iran secretly sided with Armenia in that newly independent country‘s conflict with predominantly
55
Shi‘ite Muslim Azerbaijan, largely for fear of the latter‘s pan-Turkic rhetoric and developing strategic ties with
the USA and Israel (Abedin, 2010:624). After the fall of Elchibey in June 1993, HeydarAliyevwas elected a
President of Azerbaijan in October 1993. He tooka moremoderateforeign policy about Iran. Despite this shift
from Elchibey pro-Turkish and anti-Iranian orientation to Aliye‘s policy to strengthen ties with Iran, Republic of
Azerbaijan,
implicitly has supported Iranian Azeri separatists organizations. During the Heydar and
Elhamaliyev, Azerbaijanism ideology has replaced pan-Turkism. For example, On 22 December1992, during
Elchibey‘s rule, the Azerbaijan Parliament (MilliMajlis) ratified a law defining the Azerbaijani language as
Turkish language. When HeydarAliyev took over the government Turkish language was replaced by Azerbaijani
language (Tokluoglu, 2006: 742).From the viewpoint ofthe Iranian government there is no difference
betweenPan-Turkism and Pan-Azerbaijanism, Becausebothhave the samefunction about Iranian Azeri.
This nationalistic rhetoric of Baku, not only came face to Iranian government reaction but aroused sentiments of
Iranian civil society. Using the term of ―northern Iran‖ and ―Arran‖ - historical name of Republic of Azerbaijanin Iranian nongovernmental media, has been a part of Iranian civil society reaction to Azerbaijan official claims
against Iran‘s territorial integrity. Also, itshould benoted that Iranian Azeri, always have had a important role in
Iranian history: during the constitutional revolution (1906-1909), khiyabani movement against Iran – Britain
agreement (1919) and the defense of country‘s frontier in Iran-Iraq war (1980-1988). Also, they play a vital role
in economic and political structure of Iran. Many political, cultural and economic elites of Iran society are
Azeri. Although Republic of Azerbaijan by pan-Turkic propaganda has tried encourage ethnic sentiments of
Iranian Azeri, but clearly has been unsuccessful. Lack of enthusiasm from Iran‘s Azeri society to republic of
Azerbaijan, likely originate from lack of economic attractiveness of Baku and their deep-rooted integrity in
society of Iran. The legend of Greater and United Azerbaijan, make Tehran-Baku relations chaotic.
Islamism in Azerbaijan
Majority of the Azerbaijan population are Muslim and majority of the Muslims are shi,a, approximately 75% of
whole population. Moreover, Azerbaijan has religious and historical bonds to Iran which is a shi.a country. On
the other hand, one of basic strategies of Islamic Republic of Iran‘s foreign policy is expansion of Islamism in
Islamic countries. So, Islamic identity of Azerbaijanis, has provided a suitable potential for Islamist regime of
Iran in order to publicize own ideology in this country. Iran, through state and individual activisim, contributed
to the renewal of shiism in Azerbaijan. One of Iran‘s efforts for reinforcement of Islamism, has been support of
Islamic party of Azerbaijan which was established in 1992. This party propagate Islam as the only possible basis
for an Azerbaijan state and has anti-western orientation. Islamic party has a strong standing in some areas of
Azerbaijan, included Nardaran. For example, In connection with the summer 2006 Lebanon War a series of antiIsraeli demonstrations erupted in Nardaran. These demonstrations were later taken to the streets of Baku, before
the national authorities cracked down and arrested several activists. In November 2006 an article claiming that
Islamic values slow Azerbaijan‘s development was published in an Azeri newspaper and it triggered new loud
protests by the Nardaran villagers. They even received Iran‘s support in the form of a fatwa issued by
MujtahidFazilLankarani requesting a death sentence against the journalist (Wilhelmsen, 2009: 730).
56
Iranian media and organizations (like Hoseiniye) are the other tools for attraction of Azeri youth to Islam and
Islamism. Also, the opening of the border and the development of bilateral relationship in terms of cultural
cooperation and education allow Azeri students to go to Iran and inversely to welcome Iranian missionaries in
Azerbaijan. Numerous in the early 1990s, Azeri students went to study religion in Tehran and
Qom and went on pilgrimage to Imam Reza's mausoleum in Mashhad (Balci, 2004: 210).
According to Wilhelmsen― religious -political activity among Shi‘a Muslims in Azerbaijan has its own internal
dynamics; but, as developments in the south of Azerbaijan illustrate, Iranian influence has an impact as
well‖(Wilhelmsen,2009:731). Efforts and propaganda of Islamic Republic of Iran in Azerbaijan, make anxious
the political leaders of Baku. According to Wikileaks documents, IlhamAliye became very worried about rise of
Islamism in Azerbaijan and role of Iran in this complication:
‗Aliyev said that Iranian provocations in Azerbaijan were on the rise. He specifically cited not only the
financing of radical Islamic groups and Hezbollah terrorists, but also:
- the Iranian financing of violent Ashura ceremonies in Nakhchivan,
- the organization of demonstrations in front of the Azeri consulates in Tabriz and Istanbul,
- a violent religious procession recently in Baku,
- the use of the President's photo alongside the Star of David on the Azeri-language Seher TV broadcast into
Azerbaijan, and…‘ (guardian: 2010)
Anxiety of Baku officials about the expansion of Islamism in their country, has caused they think
about management or control of religious feelings in the society. The Azerbaijani State Committee on Religious
Affairs (SCRA) was created in June 2001. After its establishment the SCRA has been given a wide range of
responsibilities and powers. It is present in several districts, making for control in especially ―vulnerable‖ areas
like those bordering Iran. It is clear that the SCRA was established in order to fight religious influence from Iran
(Shi‘a Islam) and from the Gulf Arab countries (Salafism).All organizations wishing to develop religious
activities today have to register
with the Ministry of Justice(Wilhelmsen, 2009: 728).
Undoubtedly, efforts of Iran for politicization of Islam in Azerbaijan, one of factors which has fanned to distrust
space in Tehran- Baku relations.
Azerbaijan ties with USA and Israel
Azerbaijan sees its security in to be released of Russia influence, and joining to west, Euro-Atlantic institutions,
and specially Nato. Iran is in opposite process. Azerbaijan‘s western tendency is cause of objection with passing
of oil-pipe through Iran, and rather than, selection of Baku-Jeyhan oil-pipe. Iranphobiapolitical authorities,
parties, and medias, in addition of Iranphobia lobbies, are trying to creating public strife from Iran,in Azerbaijan
and to propagandize about separatist in Iran‘s Azerbaijan province.
When several of Azerbaijan territories, in Karabakh war, detached, these country for its secure tends to transregional powers like America and Israel. HeydarAliyev‘s acts for entering to western countries as a member is:
57
grounding for western political, cultural, and economic presence in country; and these are for cooperating
Azerbaijan-west political and economic institutions, such as Membership in European Council, dispatching
soldiers to Afghanistan and Iraq, war with Islamic fundamentalist movements. Protecting of Azerbaijan, for its
remarkable oil and gas stores and its strategic condition, is crucial for united states. In 1994, Azerbaijan did start
a common military maneuver.One of aspects of this relations is being about 26/000 Jewish inhabitants in
Azerbaijan. Azerbaijan government by protection of Jewish societies and by Arthur Rasi-Zadeh, the Jewish
Prime minister, has given many interests to Jews. Azerbaijan Jews are one of Anti-Iran agents in this country.
Israel easily entered to Azerbaijan because of Azerbaijan s suspects to Muslim states and to a powerful and
Anti-Israel state‫ ؛‬Iran.
Israel in kabarakh war was a protector for Azerbaijan. But from, Iran‘s point of view, intervention of America
and Israel in the region and, also, expansion of Nato, is main cause of conflict between regional countries.
Specially, numerous United States interventions in Caucasus, in form of ―everything without Iran ― policy, try to
exclude Iran from Caucasus security order (Nassibi, 2004:767/Martirosyan, 2008:3 Gresh,2006:7)
Azerbaijan-Israel relations are based on the exchange of oil for technology and military equipment. This quid
pro quo of ―shared strategic interests‖ means the containment of Iran, and to a lesser extent Russia. In recent
years this cooperation has gained new meaning, as Iran has directly or indirectly sought to start a proxy war,
supporting islamist actions in Azerbaijani territory.
Conclusion
It seemsthata largegapinTehran-Baku relationsThatare notfilling easily. Thegapbetween the two countriescomes
fromdifferent approachestoglobal issues.rulingpoliticalelite in Azerbaijanseesitselfcloserto theWestandtryingto
established Extensive relations with the West and Israel but Iran considersIsraelitsinherentenemy and has
strained relations with Western countries. Ideological approach of the two countries( pan-Turkism and
Islamism) has sparked atmosphere of distrust. As long as this atmosphere of distrust between the two states does
not
disappear,
It
is
unlikelythatTehran-Baku
Therearesomeeconomicandpoliticalcooperationbetween
relations
thetwosides
but
will
bebetter.
Although,
Thestructuralconflict
oftwo
statesinregionaland internationalsystemshas been preventedstrategic alliance two countries. Improvement of
Tehran-Baku relations required to solve this structural contradictions.
References
Abedin, Mahan (2011) The Domestic Determinants of Iranian Foreign Policy: Challenges to Consensus,
Strategic Analysis, 35:4, 613-628
Belopolsky, Andrei and Talwni, Manik (2002) ‗Geological Basins and oil and Gas Reserves of the Greater
Caspian Region‘ in Yelena Kalyuzhnova, Amymyersjaffe(eds) Energy in the Caspian Region: Present and
future, Houndmills: Palgrave.
58
Balci, Bayram (2004): Between Sunnism and Shiism: Islam in post‐Soviet Azerbaijan, Central Asian Survey,
23:2, 205-217
Cornell, Svante( 1998); "Iran and the Caucasus", Middle East policy 5(4), January.
Gresh, Geoffrey(2006); "Coddling The Caucasus: Iran's Strategic Relationship withAzerbaijan and Armenia",
Caucasian Review of International Affairs 1(1), Winter
Hunter, Shirin (1994) TheTranscaucasus in Transition: Nation-Building and Conflict (Washington, DC, Centre
for Strategic and International Studies), pp. 15–18.
Maleki, Abas(2007); "Iran's New Asian Identity", in GayaneNovikova, ed., RegionalSecurity Issues .
Martirosyan,
Tigran(2009);
"Iran
in
the
Caucasus:
Keeping
Balance
in
Volatility",http:/www.caucasus.dk/publication14.htm.Accessed on 06/05/2009.
Mehdiyeva, Nazrin (2003) Azerbaijan and its foreign policy dilemma, Asian Affairs, 34:3, 271-285
Nassibli, Nasib( 2004); "Azerbaijan: Policy Priorities Towards the Caspian Sea", in TheCaspian: Politics,
Energy, and Security, London: Routledge.
Tchantouridze, Lasha (2008); "The Three Colors of War: Russian, Turkish, and IranianMilitary Threat to the
South Caucasus", Caucasian Review of International Affairs 2(1),Winter.
Tokluoglu, Ceylan (2005) Definitions of national identity, nationalism and ethnicity in post-Soviet Azerbaijan in
the 1990s, Ethnic and Racial Studies, 28:4, 722-758
Wilhelmsen, Julie (2009): Islamism in Azerbaijan: How Potent?, Studies in Conflict & Terrorism, 32:8, 726-742
59
FOREIGN POLICY OF THE EUROPEAN UNION TOWARDS THE SOUTH CAUCASUS

Yrd.Doç.Dr. Haydar EFE
The European Union shares many common interests with the South Caucasus countries. After the last
enlargement, relations with the South Caucasus countries, have become the one of the European Union‟s main
external priorities and this enlargement brought these countries closer to the EU and led to increased
political ties. In this framework, the European Union is seeking an increasingly close relationship and
moving to strengthen ties with South Caucasus Countries and the role of the European Union is increasing in
the area.
The EU encourages the countries in the region to cooperate on regional themes of common interest, such as
common security threats, the fighs against terrorism, illicit trafficking and organised crime; and cotributing to
the peaceful settlement of conflicts in accordance with the principles of international law and to facilitate
the implementation of such settlement in close coordination with the UN.
European Commission puts forward concrete ideas for enhancing its relationship with the South Caucasian
Countries. Especially, The Eastern Partnership implies the possibility of new association agreements including
deep and comprehensive free trade agreements with South Caucasian Countries. Eastern Partnership (EaP)
will lead to deepening of political and economic relations, more energy security, increased mobility and will
give an additional boost to pro democratic and market oriented reforms in the partner countries.
Other important instrument of the EU is the European Neighbourhood Policy(ENP). In the context of the
European Neighbourhood Policy, the EU developed an Action Plans in consultation with these countries and
contains concrete goals and actions to be achieved in the short and medium term. These Action Plans focuses
especially on democratization, human rights, socio-economic reform, poverty alleviation, energy, conflicts
and sectoral issues.
The EU Special Representative (EUSR) function is another instrument. The EUSR has a broad
mandate, but focuses mainly on conflict resolution, and can play a role in ensuring the consistency of EU
activities. Last important instrument for this region is the Black Sea Synergy initiative.
Introduction
One of the major geostrategic priorities of the EU is to create ―a ring of friends‖ outside its borders. Therefore,
the EU seeks to preserve good relations with its ―near abroad‖. Especially, the accession of the new member
states to the EU in 2004 and 2007 strengthened the EU‘s interest in enhancing relations with the South
Caucasus countries. The Caucasus is a transition region between East-West and North-South that has been at

Kafkas Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected] ,
60
crossroad for the energy and transportation in Eurosia. The Southern Caucasus has a growing significance for
the EU.
Although, the EU lacks a clear strategic vision and coherent policies for the region, it has continiously
increased the level of involvement in its eastern neighbourhood including the South Caucasus, by establishing
new bilateral and multilateral cooperation frameworks. There are many EU regional projects and initiatives
like the European Neighborhood Policy, or ENP, the Black Sea Synergy, and the Eastern Partnership for the
South Caucasus.
Relations between the EU and the South Caucasus is very important especially in areas as energy, transport and
security. The EU promotes the regional cooperation,
political stability,
economic development and
encourage dialogue among the states of the South Caucasus and conflict settlement in the South Caucasus.
Furthermore, the EU helps to the development of state structures, free market mechanisms, the appropriate
environment for international financial institution and investment.
The European Council states in the European Security Strategy that “It is not in our interest that enlargement
should create new diving lines in Europe. We need to extend the benefits of economic and political
cooperation to our neighbours in the East while tackling political problems there. We should now take a
stronger and more active interest in the problems of the Southern Caucasus, which will in due course also be
neighbouring region.”3
Importance of the South Caucasus for the EU
According to Eurobarometer, 67% of the EU 27 population believe EU assistance to neighbouring countries
will reduce the risk of war and conflicts in Europe. On the other hand, at a national level, the majority in all
member states expect that European Union aid to neighbouring countries will reduce the risk of wars and
conflicts in Europe. Majority (62%) of EU citizens believe that close cooperation with neighbouring countries
will reduce illegal immigration into the EU 4.
But, European public opinion is divided when
it comes to providing
financial
assistance
to help
neighbouring countries deal with internal conflits. 38% consider that the EU should not spend money on
resolving conflicts in neighbouring countries. Conversely, 33% would encorage the EU to give financial
aid in order to deal with such conflicts 5.
3
A Secure Europe In a Better World , European Security Strategy, Brussels 12 December 2003,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf (21.01.2011)
4
The EU‘s relations with its neighbours, A survey of attitudes in the European Union, September 2007, Special Eurobarometer,
http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/ebs/ebs_285_en.pdf (13.04.2012)
5
The EU‘s relations with its neighbours, A survey of attitudes in the European Union, September 2007, Special Eurobarometer,
http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/ebs/ebs_285_en.pdf (13.04.2012)
61
On the other hand, populations in all three contries see themselves as part of the family of European nations
and all three states are of the opinion that the EU can act as a motor for their transformation processes and
economic developments6. Furthermore, the Azerbaijani National Security concept declares ―integration with
the European and Euro-Atlantic structures‖ to be the country‘s second most important policy priority, after
restoration of territorial integrity‖ 7. As Mkrtchyan noted Armenia‘s former foreign minister states that a
European orientation represents a top priority for Armenia‘s foreign policy 8.
South Caucasus was included in the ENP soon after its initiation. The inclusion of the South Caucasus is very
important in efforts to strengthen international security. The EU also views the region as a source of insecurity,
concerning the threat of terrorism and organized crime. Especially, the frozen conflicts of the region constitute
a direct security threat to the EU.
Relations between the EU and the South Caucasus region have developed immediately after the collapse of the
Soviet Union. As Gogolashvili writes EU policy in the
South Caucasus
region
has been a classic
demonstration of its approach to foreign policy. Beginning with the early 1990s, the EU used traditional
instruments to provide aid, financial grants, technical assistance and other means of assistance proportionaly
and fairly to the South Caucasian states. The main features of this approach included the use of the unified
technical assistance instrument TACIS, the creation of similar programs like Food Security and Exceptional
Financial Assistance, and
agreements.
the development
of framework agreements or Partnership
and Cooperation
9
The basic for developing of relationships between the EU and South Caucasus States like Azerbaijan, Armenia
and Georgia was TACIS Program, under the framework of which the EU has provided technical assistance to
the Newly Independent States. Under the scope of TACIS program the most influental activities has been
developed under the such projects like TRACECA, responsible for increasing transportation infrastructure in the
former Soviet Union republic. Parthnership and Cooperation Agreements were signed with all three countries
of the South Caucasus in 1996 and entered into force in 1999. They formed the basis of the bilateral relation
The European Union and the South Caucasus – Three Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran
Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.11.
7
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.61.
8
Tigran Mkrtchyan, ―Armenia‘s interests in the EU policies‖, The European Union and the South Caucasus – Three Perspectives on
the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in
Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.14.
9
Kakha Gogolashvili ―The EU and Georgia: The Choice is in the Context‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.95.
6
62
of each of the three countries with the EU, including the areas of political dialogue, trade, investment,
economic legislative and cultural cooperation10.
The EU defined the overall objectives of the PCAs 11:
1.
To provide an appropriate framework for the political dialogue between the parties allowing the
development of political relations;
2.
To support the efforts to consolidate efforts to consolidate its democracy and to develop its
economy:
3.
To promote trade and investment and harmonious economic relations between the parties and s oto
foster their sustainable economic development;
4.
To provide a bais for legislative, economic, social, financial, civil,scientific, technological and cultural
cooperation
EU relations with Azerbaijan are governed by this EU-Azerbaijan Partnership and Cooperation Agreement.
Following the enlargement of the European Union, the EU launched the European Neighbourhood Policy
(ENP) and Azerbaijan became part of this policy in 2004. On the basis of a country report, which was published
in March 2005, an ENP Action Plan was discussed by the Commission and the Azerbaijani government and
finally adopted on November 14, 2006.
EU-Azerbaijan relations focus mainly on three policy fields, which influence the formulation of the EU‘s
emerging vision for the whole South Caucasus region: cooperation on energy issues; the promotion of
democracy and conflict resolution12.
Armenia‘s PCA with the European Union has remained the main contractual basis of EU-Armenian relations.
Through the European Neighbourhood Action Plan with Armenia, published on March 2, 2005, Armenia was
invited ― to enter into enter into intensified security, political, economic relations with the European Union.
ENP Action Plan specified eight high priority areas for cooperation between Armenia and the European
Union, of which only the seventh and eighth concern regional relations and conflict resolution. The others
focus on democratic structures, the rule of law, judicial reforms and combating corruption, respect for human
rights
and fundamental freedoms, economic development
and poverty reduction
issues, environmental
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.52.
11
Sanem Özer, ―A Common Foreign and Security Policy Towards the Caucasus? With Special Refence to some EU Member States‖,
YayınlanmamıĢ Doktora Tezi,Ġstanbul, 2006, p.130
12
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.52.
10
63
protection, improvement of investment climate, the convergence of economic legislation and administrative
practices and development of energy strategy13.
As above mentioned, the European Security Strategy stressed the need to avoid new dividing lines in Europe,
and called on the EU to ―take a stronger and more active interest in the problems of the South Caucasus.
The priorities of the EU‘s foreign policy towards the South Caucasus are stability, democracy and market
economies in the region; less migrational pressure from outside the EU borders; security of energy supply
without dependency from one big supplier.
According to German, deepening EU engagement with the three countries of the South Caucasus was
demonstrated by the appointment of the Union‘s Special Representative (EUSR) for the region in 2003 and
the inclusion of the three states in the European Neighbourhood Policy (ENP) and in December 2005 Javier
Solana, the EU‘s High Representative
for Common Foreign and Security Policy, reaffirmed
that the
organisation was ready to play a greater role in efforts to resolve the long-running conflicts of the South
Caucasus14.
External influences and renewed rivalries have affected the foreign policy orientations and security perceptions
of the three South Caucasian countries. The importance of the EU relations differs significantly in each republic,
leading the diverging stances on official EU integration strategies. While Georgia is endeavoring to move closer
to the EU, Azerbaijan is giving priority to a phased approach and Armenia currently does not view EU
membership as a vital element of its foreign policy. The South Caucasian states have not yet become concrete
candidates for EU membership, nor do they seem to have such prospects in the foreseeable future 15.
The EU continues to develop closer political and economic ties with them by means of the ENP. The inclusion
of these states in the ENP in 2004 signalled the EU‘s geopolitical interest in this part of the world, although
more specific and practical policies are needed.16 As Huseynov noted, the inclusion of the South Caucasus
countries in the ENP in 2004 was a new stage in bilateral relations and indicated the EU‘s willingness to
engage in deeper relations moving beyond existing Partnership and Cooperation Agreements 17.
Tigran Mkrtchyan, ―Armenia‘s interests in the EU policies‖, The European Union and the South Caucasus – Three Perspectives on
the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in
Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.14.
14
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p.358.
15
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.155.
16
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.155.
17
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.52.
13
64
The incorporation of the South Caucasian countries into the ENP is viewed positively, generating hope for a
larger EU role in the region . This move sent an important message that the EU is committed to supporting the
three states on their way towards democratization and creating viable market economies. In response, these
countries consider the ENP a solid opportunity for further EU integration. But the EU‘s policy has not changed
substantially. The EU still lacks a clear institutional force driving the formulation of a strategic vision for South
Caucasus. Nevertheless, the South Caucasus
is a significant component of EU‘s foreign policy.
The
implementation of the ENP is important to both sides: the EU will gain more influence through the ENP,
which in turn will enable the three small states to forge closer ties with the EU. 18
The EU has some stakes in this volatile region, particularly in terms of energy and security. Regional
challenges include extremism, separatism and terrorism as well as territorial disputes, a regional arm race and
the rise of transnational organized crime. The virtually isolated conflict zones –such as Nagorno Karabakh,
Abkhazia and South Ossetia, where there is no official international presence- have been directly implicated in
transnational crime. Moreover, the unresolved conflicts risk renewed hostilities and new migration flows, thus
posing threat to human rights across the South Caucasus. In this context, any kind of regional destabilization
may seriously affect security in the EU. The inclusion of the South Caucasian Countries in the ENP points to
increased EU visibity and engagement in this post- Soviet territory. The ENP also offers a important
opportunity for these states to develop their interregional relations.
19
Europe has become a major economic partner for the South Caucasus countries. Trade between the EU and
the South Caucasus countries has intensified since their inclusion in the European Neighbourhood Policy in
2004. Since 2004, the EU has become the main trade partner of each country (in 2009 trade with the EU
represented 30.4 % of overall trade for Armenia, 42.8 % for Azerbaijan and 29.4 % for Georgia). These
countries‘ share of overall EU trade remains very low, however (less than 0.5 % altogether). 98.8 % of total
exports of Azerbaijan to the EU consist of mineral products (essentially fuels- oil and gas). 71.5 % of total
exports of Georgia to the EU consist of mineral products. 64.3 % of total exports of Armenia to the EU
consist of base metals and derivates and pearl and other precious stones (% 18.8)20. The EU is Armenia‘s first
trading partner. Bilateral trade in goods amounted to 960 million Euro in 2011 21.
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.156.
19
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.156.
20
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
21
―EU launches
free
trade
negotiations
with Armenia‖, 20 February 2012 Bilateral relations
Brussels,
http://trade.ec.europe.eu/doclib/press/index.cfm?id=777 , (10.04.2012)
18
65
All three South Caucasus countries benefit from the EU‘s Generalised System of Preferences (GSP). Under the
current GSP Regulation all of them qualify for the special incentive arrangement for sustainable development
and good governance (GSP+), offering them a particularly advantageous access to the EU market 22.
On the other hand the EU decided to launch negotiations on a Deep and Comprehensive Free Trade Area
with the Armenia in order to boost economic growth and investment with this Eastern European Partner. The
negotiations will cover matters that have become crucial to a modern, transparent and predictable trade and
investment environment. They will not only tackle market access conditions but also focus on regulatory
approximation, which will help to achieve a closer economic integration of Armenia with the EU23. EU
Trade Commissioner
Karel De Gucht said “The EU is Armenia‟s first trade partner and a deep and
comprehensive free trade area will enable closer economic integration of Armenia with the European Single
Market thereby helping the boost economic growth in the country.” The free trade area will be part of the
broader Association Agreement which has been negotiated with Armenia since July 2010, in the framework
of the Eastern Partnership and the European Neighbourhood Policy. The future trade relations will therefore
expand significantly beyond the scope of current coopeariton, set out in the Partnership and Cooperation
Agreements, in force since July 199924.
Georgia and Armenia have been members of the World Trade Organisation (WTO)
since 2000 and 2003
respectively. Azerbaijan applied for membership in 1997, and the process is ongoing. Azerbaijan is receiving
technical assistance from the EU to help it to prepare for membership 25.
In 2008, a fesibility study on possible future Free Trade Areas (FTAs) between the EU and respectively
Armenia and Georgia – both WTO members- showed that deep and comprehensive FTAs could bring
significant economic benefits to both countries. As regards Azerbaijan, the country first needs to accomplish
its accession to the WTO before negotiation of an FTA could be considered. Therefore, the future Association
Agreement between the EU and Azerbaijan, negotiations on which also began in mid-July 2010, will include
only an objective of negotiatiating a deep and comprehensive FTA in the future once Azerbaijan has become
ready for it26.
The EU trade relations with each of these three countries are governed by a Partnership and Cooperation
Agreement including measures for non preferential trade- the parties are forbidden to impose discriminatory
tarrifs on each other or restrict the quality of goods traded between them. And gradual alignment of the
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
―EU launches
free
trade
negotiations
with Armenia‖, 20 February 2012 Bilateral relations
http://trade.ec.europe.eu/doclib/press/index.cfm?id=777 , (10.04.2012)
24
―EU launches
free
trade
negotiations
with Armenia‖, 20 February 2012 Bilateral relations
http://trade.ec.europe.eu/doclib/press/index.cfm?id=777 , (10.04.2012)
25
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
26
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
22
23
Brussels,
Brussels,
66
partner country‘s legislation and proceduress to the EU‘s main trade related laws and standards, aiming to
further deepen the partner‘s trade economic integration with EU, including a better practical access for its
products to EU markets27.
Security, Stability in the South Caucasus and Frozen Conflicts
Security and stability are preconditions for the development of these three states. Conflict not only destroys
infrastructure, including social infrastructure: it also encourages criminality deters investment and makes
normal activity impossible28.In this context, Nagorno Karabakh, South Ossetia and Abhazia conflicts are
impeding further regional cooperation and they are most significant obstacle to peace and stability in the
South Caucasus. Furthermore, the EU also views the region as a source of insecurity, especially concerning
the threat of terrorism and organized crime. For example, security problems especially in the post conflict areas
have contributed into probability of escalating former conflicts.
The frozen conflicts of the region constitute a direct security threat to the EU. As Huseynov noted, the sudden
escalation of the conflict in the South Ossetia and Russian-Georgian war of August 2008 have demonstrated
the dangers that ethno-territorial conflicts in the South Caucasus pose the European security 29.
According to Yuriychuk, Russia is trying to use Nagorno Karabakh conflict for keeping its leading positions
in the region. Unsolved problem of Nagorno Karabakh status is the resource of influence on Azerbaijan from
Russia.30 Therefore, Armenia‘s military, political and economic dependence on Russia is another question in the
region.
The European Union has not been actively involved in the Nagorno Karabakh conflict resolution process. It
has effectively adopted a ―wait and see‖ approach to the Nagorno Karabakh conflict.But, this approach is a
self defeating strategy undermining its credibility and policies in the region. Therefore, effectiveness of the
EU conflict resolution efforts in the Nagorno Karabakh conflict in particular, depends on the EU having a clear
vision for the region. On the other hand, Azerbaijan viewed the EU as an important player with the
potential to reinvigorate the inefficent Minsk Group format. Moreover, Azerbaijani diplomats have generally
spoken positively of the idea of giving the EU observer status in the Minsk group, or even of replacing
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
A Secure Europe In a Better World , European Security Strategy, Brussels 12 December 2003,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf (21.01.2011)
29
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.49.
30
N. Nechayeva-Yuriychuk, ― The Frozen Conflicts Influence on Security and Energy Stability in Black Sea Region‖, Proceedings of
the Third International Symposium on the Strategy and Security Studies, Ġstanbul, April 15-16 th 2010, p.214.
27
28
67
France with the EU as one of the Group‘s chair 31. According to Nuriyev, the absence of a consistent EU
strategy
for the South Caucasus,
along with the lack of resources and active coordination with other
international organization for resolving regional conflicts, has led to some perceived ambiguity on the part of
the EU in this respect. Still, the three countries have often reaffirmed their general EU orientations and each has
built its own bridge to Europe, with Azerbaijan exploiting its energy resources, Georgia making use of its
traditional Western –oriented elite and Armenia bringing its wealty diaspora into play. 32
After Swedish diplomat Peter Semneby become the new EU Special Representative for the South Caucasus in
February 2006, regional conflict resolution was given higher EU priority. In an interview, Mr Semneby
emphasized that the EU‘s mandate had been expanded, thus signalling more active EU interest in seeking a
peaceful settlement. In this context, he revealed the EU‘s concern about threats of renewed hostilities in the
conflict zone. Throughout 2006-2007, the EU special representative worked hard to take a direct part in
conflict resolution, although the EU has no formal role in the peace talks over Nagorno Karabakh under the
auspices of the OSCE Minsk Group. Under the recently altered EU special representative mandate, Mr.
Semneby is asked not to assist but to contribute towards conflict settlement in the region. 33
German Defence Minister Volker Ruhe‘s statement that ―Western Europe has to project stability to the East;
otherwise instability will come to the west‖ reveals the position of Europe in the face serious threats.
The EU assists in reinforcing the neighbouring countries‘s efforts to combat illegal migration and to establish
efficent mechanisms for returns, especially illegal transit migration. On the other hand, cooperation, joint
work and assistance to combat security threats such as terrorism and transnational organised crime, customs
and taxation fraud, nuclear and environmental hazards and communicable diseases should be prioritised.
Especially both domestic measures and intensified bilateral and multilateral action are indispensible to fight
organised crime34.
Frozen conflicts prevents security cooperation and impedes economic development in the region. Therefore,
peaceful settlement of the Nagorno Karabakh, South Ossetia and Abkhazia conflicts would boost stability in
the region and strenthen regional security and cooperation. The EU should take a more active role to
facilitate settlement of the disputes over Nagorno Karabakh, South Ossetia and Abkhazia and support of the
OSCE and UN. Greater EU involvement in crisis management in response to specific regional threats would
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.79, 85.
32
Elkhan Nuriyev,―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.157.
33
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.162
34
Communication from the Commission to the Council and the European Parliament Wider Europe- Neighbourhood: ANew
Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours, Brussels, 11.3.2003 COM (2003) 104 final,
http://ec.europe.eu/world/enp/pdf/com03_104_en.pdf (12.04.2012)
31
68
be a tangible demonstration of the EU‘s willingness to assume
a greater share of the burden of conflict
35
resolution in the neighbouring countries .
Current EU involvement in the resolution of Nagorno-Karabakh conflict is very limited. It is not directly
involved in conflict resolution and prevention mechanisms, choosing instead to support actively the ongoing
political
dialogue between the two parties, as well as the activities of the OSCE Minsk Group. Financial
assistance from the European Commission is the most direct form of support for conflict resolution. The EU
has provided considerable financial aid for the rehabilitation of territories damaged during the conflict,
including the rehabilitation of territories damaged during the conflict, including the rehabilitation of railway
line, electricity supplies, drinking water and irrigation and the reconstruction of schools 36.
These three conflicts have implications not only for stability in the Caucasus region, but also for Europe. The
European Union needs to take preventive action and put more pressure on Armenia to resolve Nagorno
Karabakh dispute peacefully that destabilize the entire region.
Financial and technical aid for the neighboring countries and regional projects like Transport Corridor
Europe-Caucasus –Asia (TRACECA) and Interstate Oil and Gas Transmission
to Europe (INOGATE)
constitute the EU‘s civil power, which the countries of the South Caucasus bind much hope to. Especially, the
Transport Corridor Europe Caucasus Central Asia (TRACECA) programme provides technical assistance
covering road, rail, aviation and maritime transport connections from Central Asia to Europe. It was originally a
Community programme but since 1999 it is regulated by a multilateral agreement with intergovernmental
structures37.
Development of a wide network of transport and communication linking the Central Asia through the Caucasus
to Europe is a part of both regional and wider global considerations of the EU. The global EU strategy
towards the Central Asian and Caucasian republics requires the development of an additional complemetary
route to the existing ones. Diversification of the traditional Moscow-centred trade and transport flows and open
up newer alternative trade routes to the South is one of the principal aims the TRACECA Programme.
Alternative transport routes will enhance the capacity of the regional states to accessEuropean and world
markets. Particularly the leaders of the Caucasian republics perceive closer contacts with the West through
beter transport and trade routes as a major factor to support the political and economic independence of their
35
Communication from the Commission to the Council and the European Parliament Wider Europe- Neighbourhood: ANew
Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours, Brussels, 11.3.2003 COM (2003) 104 final,
http://ec.europe.eu/world/enp/pdf/com03_104_en.pdf (12.04.2012)
36
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p.367.
37
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew Regional Cooperation
Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
69
countries. The TRACECA Project is also expected to encourage further regional cooperation among the
partner states38.
Obviously, the EU as a new player has been slow in building consensus within the organization on the need to
commit more resources to stabilizing the situation in the South Caucasus. The deployment of the EU Monitoring
Mission in Georgia in the aftermath of the August War could mark the beginning of a more active EU
engagement. However, the EU‘s leverage is limited by the fact that it is in no common political view inside EU
regarding to South Caucasus security problems. For peace process in the South Caucasus needs more active EU
engagement39.
Problems within the Caucasus can no longer be regarded as extraneous to the security of European states.
Separatists disputes in Nagorno Karabakh, Abkhazia and South Ossetia have implications not only for stability
in the
Caucasus region,
but also for Europe and the
wider international community. These
conflicts
undermine regional stability, not just because of the threat of a renewal of fighting, but because they have
created
security
vacuums that
are
outside of government control,
providing
ideal
conditions for
transnational security challenges such as terrorism, organised crime and illegal trafficking to flourish. They
also
undermine efforts
to boost
regional cooperation, hampering
economic development and further
40
destabilising the area .
There is a need to find new ways of spreading security beyond its borders to ensure the long term stability
of the EU, together with the security of its citizens. Unstable peripheries, such as the South Caucasus, pose a
threat because their instablity could spill over into security core and thus threaten the gains already
accomplished there in terms of stable security. Therefore, the EU has taken steps towards boosting its
involvement in conflict resolution efforts in the South Caucasus 41.
Finally, if ―sustainable peace, stability and prosperity‖ are the union‘s strategic goals in the region, conflict
management and resolution strategy needs to inform the formulation and implementation of any EU policy visà-vis the region, and all policies need to be assessed in their impact on the region‘s conflicts 42.
The European Neighbourhood Policy
Sanem Özer, ―A Common Foreign and Security Policy Towards the Caucasus? With Special Refence to some EU Member States‖,
YayınlanmamıĢ Doktora Tezi,Ġstanbul, 2006, p.138
39
Zaur Shırıyev South Caucasus Needs More Pro-Actıve EU Engagement: http://www.byegm.gov.tr/yayinicerik.aspx?Id=6#4
40
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p.358.
41
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p. 358.
42
Zaur Shırıyev South Caucasus Needs More Pro-Actıve EU Engagement: http://www.byegm.gov.tr/yayinicerik.aspx?Id=6#4
38
70
The ENP has been considered as a new foreign policy approach. The creation of a zone of peace, prosperity and
stability at the EU borders to prevent the Eastern enlargement from drawing new dividing lines in the Europe is
the rationale behind the ENP . Security problems of Europe‘s periphery and the demands for an effective crisis
management capability forced the EU to prioritize and sharpen the focus of its foreign and security policy
towards the countries and regions in its immediate neighborhood43.
The ENP is distinct from EU‘s Enlargement. It envisages a kind of ―priviliged membership‖ on the basis of
mutual commitment. To shared values in order to promote a set of reforms in the neighbouring states. According
to Bağcı, since the ENP does not offer a concrete membership perspective, the willingness of the ENP partner
countries for undertaking substantial reforms is doubtful. Contrary to the candidate countries of Eastern
enlargement, the economic and political development of the ENP partner countries is low. Most of the ENP
partner countries have extensive human rights abuses combined with ethnic tensions, corruption 44.
The aim of the new Neighbourhood Policy is therefore to provide a framework for the development of a new
relationship which would not, in the medium-term, include a perspective of membership or a role in the
Union‘s institutions. With the ENP, EU aims avoid drawing new dividing lines in Europe and to promote
stability and prosperity within and beyond the new borders of the Union. It also aims to develop a zone of
prosperity and a friendly neighbourhood- a ‗ring of friends‘- with whom the EU enjoys close, peaceful and cooperative relations45.
The European Neighbourhood Policy reflects the EU‘s comparative advantage in the use of soft power
policies. Aslong as, the EU keeps as a pole of attraction for its neighbours, it will be easier for the EU to
would the countries at its periphery in to ―a ring of friends‖.
The accession of twelve new members in 2004 and 2007 gave rise to expansion of the EU and changed its
external frontiers. The borders of EU stretched to Belarus, Ukraine in the North; Morocco, Tunisia, Libya and
other Arab Islamic countries in the South. Hence, new borders heralded a need for rearrangement of EU‘s
engagement with its neighbors. Viewed in this way, the formation of the European Neigborhood Policy (ENP)
is closely associated with EU‘s efforts for providing a new framework of relations with its neighbors 46.
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslararası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, p. 32.
44
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, p. 30.
45
Communication from the Commission to the Council and the European Parliament Wider Europe- Neighbourhood: A New
Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours, Brussels, 11.3.2003 COM (2003) 104 final,
http://ec.europe.eu/world/enp/pdf/com03_104_en.pdf (12.04.2012)
46
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, p. 30.
43
71
The European Commission issued two main communications in March 2003 and May 2004 which underlined
the object, content and scope of the ENP. The Commission‘s 11 March 2003 ― The Wider EuropeNeighborhood‖ Communication proposed policies for strengthening EU‘s relations with those neighboring
countries which do not have perpective of EU membership. Furthermore, the aim of the ENP was proposed as
―to develop a zone of prosperity and a friendly neigborhood a ‗ring of friends‘ with which the EU enjoys close,
peaceful and co-operative relations.‖ Regarding to EU membership, Commission
recommended that the
framework provided by the New Neighborhood Policy would not include a perspective of membership or a role
in the medium term47.
The EU‘s strategy for the ENP was elaborated in the Commission‘s Communication on ―European
Neighborhood Policy Strategy Paper‖ of 12 May 2004. This document specified vision of the ENP that
involved ―a ring of countries sharing the EU‘s fundamental values and objectives, drawn into an increasingly
close relationship, going beyond co-operation to involve a significant measure of economic and political
integration.‖ The main rationale of the ENP can be identified as ―all but membership‖ or sharing everything but
institutions‖ which effectively means that the EU is open to every kind of integration, ―but not membership
itself‖48.
In 2003, when the EU launched its European its European Neighbourhood Policy, the South Caucasus was
initially not even included. According to Tabib Huseynov, this reflects ― not only the geographical, but also the
mental distance seperating the region from EU policymakers.But there is an inverse relationship between
this metal distance and importance of the region for Europe and the demands of the Azerbaijan, Armenia and
Georgia. Therefore the EU has progressively increased the level of involvement in its eastern neighbourhood,
including the South Caucasus by estabilishing new bilateral and multilateral cooperation frameworks 49.
The new Neighbourhood Policy envisages conflict prevention, too. Thus, the EU‘s involvement in the South
Caucasus, through economic, political and diplomatic instrument is targeted to handle the potential sources of
conflict before they develop in to hard security issues.
The EU‘s former external relations commissioner Benita Ferrero Waldner has described it as the EU‘s
―newest foreign policy instrument‖, aimed at using the organisation‘s soft power to leverage reforms that will
facilitate the expansion of the zone of prosperity, stability and security 50.
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, p. 30.
48
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, p. 30.
49
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.50
50
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p.360.
47
72
Although the ENP does not offer potential membership of the EU, it does offer a privileged relationship
with the aim of sharing the Union‘s stability and prosperity. The relationship is supposed to be mutually
benefical
with the EU serving as a major source of investment and trade for the region, which has
considerable potential for economic growth51.
Armenia, Azerbaijan and Georgia each have an action plan under the ENP, designed to help, inter alia, their
closer trade and economic integration with the EU, in particular through gradual regulatory alignment. The
implementation of the action plans should also enable the countries to progressively become ready to
negotiate, implement and sustain an ambitious ―deep and comprehensive‖ free trade area with the EU.
However, so far the three countries have made only
limited progress in fulfilling their respective action
plans, particularly in implementing the laws they have adopted52.
The main issues covered in action plans are political dialogue and reform, economic and social cooperation and
development, trade related issues market and regulatory reform, co-operation in Justice and Home Affairs,
transport, energy, information society, environment, research and development. The Action Plans are envisaged
as key operational documents for definition of short and medium term priorities. Action Plans consist of a
comprehensive set of chapters giving priority to the Copenhagen political criteria. Moreover, the EU‘s acquis
for freedoms of movement of goods, services, capital and labour. Single market policy and sectoral policies
constituted other important parts of Action Plans. The Action Plans are political agreements that are not binding.
The level of cooperation with the EU rests on the desire of each country. Action Plans states key priorities for
the following years, which may differ in terms of political, economic condition, geographic location and
capacities of countries. Until now the EU has agreed bilateral Action Plans with Azerbaijan, Georgia, Armenia.
Given the wide range of areas covered by the ENP, the Commission offered a new financial instrument called
―European Neigborhood and Partnership Instrument called ―European Neigbourhood
and Partnership
53
Instrument (ENPI) to finance costs of implementation of Action Plans .
Within the context of the ENP, the Commission also developed new forms of financial and technical assistance
instruments. Technical assistance instruments including targeted expert assistance (Technical Assistance and
Information Exchange- TAIEX) long term twinning arrangements with EU Member States‘ administrationsnational, regional and local- and participation relevant Community programmes and agencies aimed to support
legislative approximation, regulatory convergence and institution-building of targeted ENP partner country or
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p.360.
52
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
53
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, s. 30.
51
73
countries. Financial instrument, governance facility aimed to provide additional support to the partner country or
countries that have made most progress in implementing the governance priorities agreed in their Action Plans 54.
Relations between the EU and the Southern Caucasus region have developed immediately after the collapse of
the Soviet Union. The basic for developing of relationships between the EU and Southern Caucasus States like
Azerbaijan, Armenia and Georgia was TACIS Program, under the framework of which the EU has provided
technical assistance to the Newly Independent States. Under the scope of TACIS Program the most influental
activities has been developed under the projects like TRACECA, responsible for increasing transportation
infrastructure in the former Soviet Union republic.
“Black Sea Synergy”
The Black Sea region includes Greece, Turkey, Bulgaria, Romania and Moldova, Ukraine, Russia, Georgia,
Armenia and Azerbaijan. Though Armenia, Azerbaijan, Moldova and Greece are not littoral states, history,
proximity and close ties make them natural regional actors 55.
The EU has developed a programme, ―Black Sea Synergy‖, with a number of concrete initiatives looking at
areas like transport, energy, the environment, maritime management, fisheries, migration, and the fight against
organised crime, the information society and cultural cooperation. The EU seeks to increase cooperation among
and between the countries surrounding the Black Sea. Specifically it aims to: stimulate democratic and
economic reforms; support stability and promote development; focus on practical projects in areas of common
concern; respond to opportunities and challenges through coordinated action in a regional framework; develop a
climate more conducive to the solution of conflicts in the region. The EU has also established a new crossborder cooperation programme involving local authorities in the countries around the Black Sea, and supporting
the activities of civil society organisations56.
The primary task of the Black Sea Synergy is the development of cooperation within the Black Sea region and
also between the region as a whole and the European Union. EU support to Black Sea regional cooperation is
aimed at producing tangible results in a number of priority areas. This includes the
development and
interconnection of transport, energy and communication infrastructure, responding to increasing trade,
investment, traffic and information flows as well as rapidly evolving transit needs. Ministers declared their
intention to promote the dialogue between energy producers, consumers and transit countries aimed at ensuring
Hüseyin Bağcı, ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2. Uluslar arası Strateji ve
Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, s. 30.
55
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew Regional Cooperation
Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
56
Black Sea Synergy, http://ec.europa.eu/external_relations/blacksea/index_en.htm (03.09.2010)
54
74
fair access to energy resources and markets, enhancing energy security and environmental sustainability. They
will support regional transport cooperation with a view to improving efficiency, safety and security 57.
As Huseynov noted, the April 2007 launch of the new Black Sea Synergy initiative, emphasizing energy,
transport, environment, migration and security issues in the wider Black Sea region, represented the EU‘s
attempt to complement
the ENP
framework‘s
bilateral
cooperation schemes
with wider
regional
coordination. Furthermore, launch of this initiative was a manifestation of the growing EU interest in and
thus greater importance being given to the Black Sea including the South Caucasus 58.
At the outset, Black Sea Synergy would focus on those issues and cooperation sectors which reflect common
priorities and where EU presence and support is already significant. Consequently, this communication
formulates a number of short- and medium-term tasks related to these areas. Democracy, respect for human
rights and good governance, managing movement and improving security, the ―frozen‖ conflicts, energy,
transport, environment, maritime policy, fisheries, trade, research and education
networks, science and
technology, employment and social affairs and regional development 59.
The Commission advocates a more active EU role through increased political involvement in ongoing efforts to
address the conflicts (Transnistria, Abkhazia, South Ossetia and Nagorno-Karabakh) and has proposed that the
EU should also look at ways of enhancing its participation e. g. in monitoring. Black Sea Synergy could offer
one means of addressing the overall climate by tackling the underlying issues of governance and lack of
economic development, lack of social cohesion, of security and of stability. Special attention must be paid to
promoting confidence-building measures in the regions affected, including cooperation programmes specifically
designed to bring the otherwise divided parties together60.
The South Caucasian region is a production and transmission area of strategic importance for EU energy supply
security. It offers significant potential for energy supply diversification and it is therefore an important
component of the EU‘s external energy strategy. Energy supply security diversification is in the interest of our
partners in the region, as well as the EU. The commission will continue to enhance its relations with energy
producers, transit countries and consumers in a dialogue on energy security. This dialogue will promote legal
and regulatory harmonization through the Baku Initiative61.
57
Joint Statement of the Ministers of Foreign Affairs of the countries of the European Union and of the wider Black Sea area,
14.02.2008 http://ec.europa.eu/external_relations/blacksea/doc/joint_statement_blacksea_en.pdf (04.09.2010)
58
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.54.
59
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew Regional Cooperation
Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
60
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew Regional Cooperation
Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
61
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew Regional Cooperation
Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
75
The European Union‟s Eastern Partnership Policy
The new EU Eastern Partnership (EaP) launched in May 2009 builds upon the ENP and aims at enhancing the
EU relations with the Eastern ENP countries. The EaP has brought in particular a perspective of new
enhanced bilateral
framework agreements –Association Agreements-
between
the EU
and its Eastern
Neighbours, and firmly embedded possible future bilateral deep and comprehensive free trade areas in this
framework. A future Association Agreement would include either establishment of a deep and comprehensive
free trade area or at least an objective of establishing such a free trade area in the future once the country has
become ready for it. In the long term, the partner countries are also encouraged to establish deep and
comprehensive free trade areas among themselves 62.
The neighbouring countries do not start from the same point in their relations with the EU. Through the ENPI
(European Neighbourhood and Partnership Instruments), the EU provides substantial financial and technical
assistance to support the regulatory alignment of the partners‘ trade and investment related laws and
procedures63.
The EU has included the South Caucasus in the ENP with the aim of advocating political and economic
reform, supporting conflict prevention and resolution and enhancing intra regional cooperation. The inclusion
of the three South Caucasus states is of considerable significance, recognising the importance of the region
to an expanding EU64.
The EU needs a particular ―European‖ approach towards East European countries, including Russia, an
approach based on an inclusive policy leading to the unification of the European continent. The EU should
aim at expanding the area of common rules and standarts to its East European neighborhood. This does not
mean automatically, however, that all European countries in the end will be EU members 65. Therefore, the
European Union formally launched the Eastern Partnership initiative at its Prague summit on 7 May, 2009,
setting within the framework of its Neighborhood Policy, goal of developing economic and political
relations between the EU and six countries of the Black Sea region 66. They adopted following joint
declaration: “ The Eastern Partnership is launced as a common endeavor of the Member States of the
European Union and their Eastern European Partner, founded on mutual interests and commitments as well
as on shared ownership and responsibility.
The participants of the Prague Summit agree that the Eastern Partnership will be based on commitments to
the principles of international law and to fundamental values, including democracy, the rule of law and the
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/ (10.04.2012)
64
Tracey C. German, ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03 December 2007,
http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012) p. 360.
65
Alexander Duleba and Vladimir Bilcik, ―Toward a Strategic Regional Framework for the EU Eastern Policy‖, htpp://www.fes.sk
p.9 (cited on 27.10.2011)
66
Eastern Partnership, http://www.eu2011.hu/eastern-partnership , (Cited on 04.11.2011)
62
63
76
respect for human rights and fundamental freedoms, as well as to, market economy, sustainable development
and good governance.
The Eastern builds on and is complementary to existing bilateral contractual relations. It will be developed
without prejudice to individual partner countries‟ aspirations for their future relationship with the European
Union. It will be governed by the principles of differentiation and conditionality .
The main goal of the Eastern Partnership is to create the necessary conditions to accelerate political
association and further economic integration between the European Union and interested partner countries.
The significant strengthening of EU policy with regard to the partner countries will be brought about through
the development of a specific Eastern dimension of the European Neighbourhood Policy. With this aim, the
Eastern Partneship will seek to support political and socio-economic reforms of the partner countries,
facilitating approximation towards the European Union. This serves the shared commitment to stability,
security and prosperity of the European Union, the partner countries and indeed the entire European
continent67.
The Eastern Partnership coud help to develop closer ties among the partner countries themselves. EaP will
provide additional impetus to the economic and social and regional development of the partner countries. It
will facilitate good governance, including in the financial sector, promote regional development and social
cohesion and help to reduce partner countries‘s socioeconomic disparities68.
The partners do not have identical objectives for their relationship with the EU, but they all share a common
wish to deepen relations. In this context, Association Agreements (AAs) can provide a response to partners‘
aspiration for a closer relationship and create a strong political bond and promote further convergence by
establishing a closer link to EU legislation and standards 69.
The EaP adds a new multilateral framework to the EU‘s relations with its partners. It also supports progress in
partners‘ bilateral relations with the EU, provides a forum to share information and experience of partners‘
steps towards transition, reform and modernisation and facilitates the development of common positions and
joint activities. On the other hand, there is substantial complementarity between the EaP and the Black Sea
Synergy and other regional and international initiatives 70.
The Eastern Partnership opens new opportunities for the partner countries. The programme covers major key
areas of cooperation: political association, economic integration and visa liberalization. It also upgrades the
civil society‘s status in the new programme through Civil Society Forum. According to Alieva, The EaP
67
Joint Declaration of the Prague Eastern Partnership Summit Prague, 7 May 2009, Brussels, 7 May 2009 8435/09 (Presse 78)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/er/107589.pdf (12.04.2012)
68
Joint Declaration of the Prague Eastern Partnership Summit Prague, 7 May 2009, Brussels, 7 May 2009 8435/09 (Presse 78)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/er/107589.pdf (12.04.2012)
69
Communication From the Commission to the European Parliament and the Council, Eastern Partnership, SEC (2008) 2974, COM
(2008) 823 final
70
Communication From the Commission to the European Parliament and the Council, Eastern Partnership, SEC (2008) 2974, COM
(2008) 823 final
77
opens up new opportunities for the EU too. Through greater involvement in the resolution of the Karabagh
conflict it may eventually speed up regional South Caucasus integration, as well as promote the Black Sea
Synergy policy and to consolidate regional and European security. Through promotion of reforms, it will
provide itself by the belt of stable, democratic and prosperous states 71.
According to the Mkrtchyan, with
its emphases
on deeper
bilateral
and
multilateral
cooperation
frameworks the EaP would become the most ambitious EU EU program implemented in the region.
EU‟s Energy Security and The South Caucasia
The South Caucasian region is located at the junction of Europe, Central Asia and Middle East with rich in
natural resources and it is an important component of the EU‘s external energy strategy. Therefore, the new
competition on energy resources has been broke out among EU, USA, Russia and China in the region.
The South Caucasian Region‘s energy wealth constitutes an important counterweight to the volatile Persian
Gulf for Western democracies, which will help Europe to diversify its energy imports 72. Therefore, major
European companies have invested in Azerbaijan‘s energy sector; several oil giants, such as British Petroleum,
Total Fina Elf and Statoil have signed partnership agreements with the country, coinciding with the expanding
presence of some EU member states. The pipeline developments have helped reinforce the perception of
Azerbaijan as a reliable energy partner and bolstered its economic cooperation with Western democracies 73.
The European Union currently relies on Russia for 30% of its oil and 50% of its gas supplies. Seven Eastern
European countries import 90% of their crude oil from Russia, while six EU countries import all their natural
gas from Russia. Russia ranks number one in terms of natural gas proven reserves (about 27%) and accounts
for 26.7 % of world‘s gas exports. It ranks sixth in global crude oil reserves and second in terms of crude oil
production (11.7%), just behind Saudi Arabia (11.8%). It accounts for 14.4% global oil exports. Nearly 75% of
oil produced in Russia is exported. Europea‘s dependence on Russian gas is exacerbated by the depletion of
resources in the North Sea gas fields 74. In this context, Russian Federation is interested in to keep its status as
the main supplier of oil and gas into Europe. But, BTC and BTE pipelines influenced negatively on Russia‘s
positions in the region.
Leila Alieva ―Azerbaijan and Eastern Partnership: partnership through empowerment‖, 25.01.2011,
http://www.easternpartnership.org/print/publication/2011-01-25/azerbaijan-and-easternpartnership-through-empowerment , (29.03.2012)
72
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.158
73
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.161
74
S.Mohsin Hashim, ―Power-loss or power-transition? Assessing the limits of using the energy sector in reviving Russia‘s geopolitical
stature‖, Communist and Post Communist Studies, 43 (2010) p.268
71
78
The region is admitted by the EU as possibility for achieving alternative to the Middle East and Russia energy
resources as well as possible transit route for transportation of energy from the states of the Caspian Basin and
other commodities. The EU attaches great importance to development projects in this area. In this case, The
EU‘s policy towards the region is based getting energy resources with secure and reliable routes. The EU aims
to provide a secure and a safe transit route in the region besides disputes and conflicts. However, several ethnic
conflicts in the region also are threat to the EU.
The Southern Corridor is a priority EU energy project to diversify energy supply routes and increase EU
energy security. The Southern corridor includes the Nabucco gas pipeline, Trans Adriatic Pipeline (TAP) and
ITGI (Turkey-Greece-Italy pipeline). Especially, the Russian-Ukrainian gas dispute at the beginning of 2009
has underscored the need for Europe to shore up its energy security by diversifying its suppliers and focused
new attention on Nabucco Project within the EU 75.
EU started several projects, one of them, Interstate Oil and Gas Transmission to Europe (INOGATE), has
become a broad based instrument of EU strategy for the security of energy supplies. It aimed enhancing
energy security and diversifying energy supply to prevent potential energy instability. INOGATE, improves
the security of energy supply through multi-annual technical assistance programmes. Therefore , INOGATE
had become as an important factor between the relations of the European Union and the South Caucasus
region.
The pipeline diplomacy of Europe and the US has focused mainly on the creation of the ―fourth energy
corridor‖ an east-west energy transit route independent from Russia, which connects Europe to gas from
Central Asian and Persian Gulf states76.
The inability of Russia to initiate exploration and production in new gas field would increase Russia‘s
dependence on Caspian gas imports to meet supply commitments to Europe. And Caspian producers, who have
already seen their bargaining position vis-avis Russia improve significantly, may be reluctant to invest
billions of dollars in risky giant infrastructure projects, like Nabucco 77.
At present, the European Union countries receive energy from the Caspian Sea region through Russia as
Russia imports
energy from other post Soviet states in the Caspian Sea region;
namely Kazakhstan,
Stephen Larrabee, ―The United States and security in the Black Sea region‖, Southeast European and Black Sea Studies, Vol.9, No. 3,
September 2009, s.304
76
Argyris Tsiaras, ―Pipeline Wars a briefing on The Nabucco-South Stream Rivalry and the Geopolitics of Natural Gas in Eurasia‖,
Yale Economic Review Fall 2010, p.22
77
Argyris Tsiaras, ―Pipeline Wars a briefing on The Nabucco-South Stream Rivalry and the Geopolitics of Natural Gas in Eurasia‖,
Yale Economic Review Fall 2010, p.24.
75
79
Turkmenistan and Azerbaijan at very low price levels, and re-exports these energy supplies to the EU member
countries at very high price levels78.
The South Caucasus Region plays an important role both in supplying energy to the EU and as a transit
route for it. Azerbaijan is a major supplier of oil and gas to the EU. Its special strategic importance is
recognised in the EU-Azerbaijan memorandum of understanding on energy concluded in 2006.
European Commission and Azerbaijani officials have begun talks on Azerbaijan‘s involvement in energy
security projects supported by the EU. Two sides signed a Memorandum of Understanding (MoU) in Brussels
on 7 November 2006 on the strategic energy partnership between the EU and Azerbaijan in parallel to the
adoption of an action plan. In this context, Mr. Solana underscored the importance of the energy accord, which
will enhance
Azerbaijan‘s cooperation with the EU at the strategic leve 79. The memorandum
aims at
increasing the security of energy supply to Europe, and at integrating Azerbaijan into Europe‘s internal energy
market80.
With this Memorandum of Understanding, EU and Azerbaijan recognize that in the field of energy, the EU and
Azerbaijan share convergent interests and both could benefit from the integration of their respective energy
markets, thereby enhancing the energy security of both sides. In this context, the gradual harmonisation by
Azerbaijan to the EU energy acquis would constitute a significant step towards Azerbaijan‘s objective of
gradual economic integration and deepening of political cooperation with the EU. Both sides will step up
cooperation in the areas of energy technology and Exchange of expertise, including technical support for the
EU-Azerbaijan Strategic Partnership in energy 81.
With this Memorandum of Understanding, both sides recognize that, they resolve to cooperate in four specific
areas82:
1. Establishment of a strategy and a programme for the gradual
harmonisation of Azerbaijani legislation
with the Community legislation in the energy field leading to the convergence of the electricity and gas
markets.
Oktay Tanrısever, ―Turkey as an Energy Corridor Between the Caspian
Sea
and Europe‖,
http://blog.lib.umn.edu/whenders/international issues/2010/09/turkey_as_an_energy_corridor_b.html (01.01.2011)
79
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.162
80
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.65
81
Memorandum of Understanding on a strategic partnership between the Euroean Union and the Republic of Azerbaijan in the field
of
energy,
7
Kasım
2006,
http://ec.europa.eu/dgs/energy_transport/international/regional/caucasus_central_asia/memorandum/doc/mou_azerbaijan_en.pdf
,
(11.04.2012)
82
Memorandum of Understanding on a strategic partnership between the Euroean Union and the Republic of Azerbaijan in the field
of
energy,
7
Kasım
2006,
http://ec.europa.eu/dgs/energy_transport/international/regional/caucasus_central_asia/memorandum/doc/mou_azerbaijan_en.pdf
,
(11.04.2012)
78
80
2. Enhancing the safety and security of energy supplies and transit systems from Azerbaijan and Caspian basin
to the EU.
3. Development of a comprehensive energy demand management policy in Azerbaijan, including concrete
energy saving measures, and measures to tackle climate change, making use also of the relevant
4. Technical cooperation and the excahnge of expertise.
European Commission President, Jose Manuel Barroso and President of Azerbaijan, Ġlham Aliyev signed a
joint declaration on gas delivery for Europe in Baku on 13 January 2011. “We hereby that
our common
objective is to see the Southern Corridor established and operational as soon as possible and to establish the
Republic of Azerbaijan as a substantial contributor to – and enabler of – the Southern Gas Corridor; State that
by enabling
the transport of natural gas from fields in Azerbaijan and beyond, this strategic corridor
complements the exisiting gas corridor of the European Union, with the creation of this route from the Caspian
region to the European market also corresponding to the shared strategic objective of the European Union and
Republic of Azerbaijan to diversify gas delivery routes and establish direct energy and transport links; The
Presidents praise the progress made so far and invite other interested parties, whether as supplier of gas or as
consumers to avail themselves of the opportunity of participating in further phases of development of the
Southern Gas Corridor”83.
Today, the EU seeks alternative energy supplies that could satisfy its growing consumption. More precisely, the
EU strongly supports the multiplicity of both suppliers and transport pipelines as a means of diversifying its
supply of energy resources and lowering energy prices. Accordingly, the EU seeks to enhance its relations with
Central Asian states in order to establish a long energy corridor that could bring Eastern Caspian hydrocarbon
resources to Western Europe via Azerbaijan, Georgia, Turkey and Southeastern Europe 84. The creation of an
alternative energy corridor between the Caspian Sea and Europe could decrease the price for natural gas for
European energy consumers by increasing the competition in the market 85.
The oil pipeline Baku-Tbilisi-Ceyhan construction whose was completed in 2005 started to deliver big oil from
the major offshore field Azeri-Chiraq-Guneshli from the Caspian to the European markets. On the other hand,
the gas from the field Shahdeniz in the Azerbaijani sector of the Caspian is expected to be delivered to the
European consumers upon the contruction of the Nabucco Pipeline.
The biggest partner of the EU on the energy import is Russia who supplies 50 percent of the EU‘s gas and 30
percent of its oil. Moreover, this dependency is higher in the Central and Eastern Countries of the Union. It is
said that the EU‘s dependency will reach 70 percent by the year 2030. Therefore, the EU‘s main goal is to
83
Joint
Declaration
on
the
Southern
Gas
Corridor,
http://ec.europa.eu/energy/infrastructure/strategy/doc/2011_01_13_joint_declaration_southern_corridor.pdf ,(10.02.2011)
84
Elkhan Nuriyev,― ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian basin‖,
Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.158
85
Oktay Tanrısever, ―Turkey as an Energy Corridor Between the Caspian
Sea
and Europe‖,
http://blog.lib.umn.edu/whenders/international issues/2010/09/turkey_as_an_energy_corridor_b.html (01.01.2011)
81
achieve more balanced procurement levels from all these suppliers and to avoid its dependence on a single
supplier.
When, as a result of the January 2006 Ukrainian-Russian natural gas dispute, Europe‘s confidence in Russia‘s
supply was shaken, the European Union renewed its its search for non Russian sources of energy and non
Russian export routes86.
The rise of energy security on the agenda of the EU was further expressed in a June 2006 EU report, in which
the Union‘s main energy objectives were identified. The key factor mentioned was to ensure that the EU has
reliable alternative sources to substitute for Russian energy supplies. This change in policy and awareness of
energy security has resulted in the EU seeking longterm supply contracts with Kazakhstan and Turkmenistan, as
well as promoting a string of pipelines to take Central Asian and Caspian gas and oil via Azerbaijan and Turkey
to Europe, thus circumventing Russia. The Nabucco pipeline project, which aims to deliver gas and oil from the
Caspian to Europe, is an example of this pro-active energy policy of the EU. In doing so, the EU has recognized
that it is a relative latecomer to the Caspian region and that not the Union but the US is in the lead to promote
projects such as the BTC pipeline. Furthermore, the EU regards China as its biggest competitor when it comes to
Central Asian energy supplies, since Russia is not an end consumer 87.
Nabucco Gas Pipeline, which is expected to play a crucial role in delivering Caspian energy resources to the
European Market. 13.07.2009 Jose Manuel Barroso, the president of the EU commission and prime minister of
five countries have put their signitures to the joint declaration. The agreement is accepted as the milestone for
the Nabucco Natural Gas Pipeline Project, being planned to carry natural gas from the Caspian and Middle
East regions via Turkey to Europe88.
Russia‘s energy leverage over Europe is largely contingent upon EU‘s ability to diversify its oil and gas
supplies by building pipelines that would directly link the Caucasus and Central Asia to Europe. Russia has
long blocked Western attempts to build pipelines that would bypass Russia in delivering Caspian and Central
Asian oil and gas to Europe89.
Azerbaijan is key oil and gas producer as well as an important transit country for oil and gas supplies to the
EU from the Caspian Basin and Central Asia. The Azerbaijani energy sector is one of the major factors for the
Carol R.Saivetz, ―Tangled Pipelines: Turkey‘s Role in Energy Export Plans‖, Turkish Studies, Vol.10, No 1, 95-108, March 2009,
p.95
87
Andrej Tibold and Vincent Cillesen, Marcel de Haas (ed) ―Geo- strategy in the South Caucasus Power Play and Energy Security of
States and Organizations‖, November 2006, Clingendael Institute,
http://www.centralasia-southcaucasus.com/pdf/061100%20Clingendael%20-%20Geostrategy%20in%20the%20South%20Caucasus.pdf
88
―Intergovernmental Agreement for Nabucco Project is conducted‖, http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=en (15.05.2011)
89
S.Mohsin Hashim, ―Power-loss or power-transition? Assessing the limits of using the energy sector in reviving Russia‘s geopolitical
stature‖, Communist and Post Communist Studies, 43 (2010) p.269
86
82
economic and social development of Azerbaijan through the exploitation and export of natural oil and gas
resources. Completion of the Baku-Tbilisi-Ceyhan oil and Baku-Tbilisi-Erzurum gas pipelines provide
economically atractive routes for large volumes of oil and gas from Azerbaijan and other Caspian Basin
producers to reach European markets.
According to Huseynov, besides pure economic benefit, this energy-related cooperation with the EU also
has an important political dimension in Azerbaijan. Azerbaijani public view the existing Baku-Tbilisi-Ceyhan
oil and Baku-Tbilisi-Erzurum gas pipeline as means for firmly attaching Azerbaijan to the political and
economic map of Europe90.
As Svante Cornell writes, the energy related cooperation between EU and Azerbaijan increases their
interdependence and ―gives Europe an important stake in the security, stability and development of the South
Caucasus as a whole‖91.
Conclusion
The convenient geographic location on the cross roads of major East-West transportation routes is making the
Caucasus attractive for the EU. First of all, the South Caucasus connecting exist to two seas Caspian and Black
Sea provide a convenient transit from the Central Asia oil and gas resources in Kazakhstan and Turkmenistan
to Europe.
On the other hand, the importance of the region has also grown as a result of energy policy by the European
Union that wants to decrease its dependence on natural gas resources from Russia and oil resources from the
Middle East. The European Union is making efforts to end Russia‘s monopoly on the transport of energy
supplies in this region by creating alternative pipeline routes to transport these supplies.
The accession of Bulgaria an Romania to the European Union in January 2007 has pushed the borders of the
EU eastwards to the Black Sea and ever closer to the volatile South Caucasus. Therefore, the South Caucasus
was included in ENP in 2004. But, now the EU is closer to regions of conflict, weak state structure, international
terror, weapons, drugs and human trafficing and radical movements. On the other hand, The unresolved ethnic
and territorial conflicts are obstacles to development and democratization, peace and stability in the South
Caucasus.
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.65
91
Tabib Huseynov, ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South Caucasus – Three
Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili,
Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, p.66 (E.Svante Cornell et all. 2006, The Wider Black Sea Region: An Emerging Hub
in the European Security, Central Asia Caucasus Institute, Silk Road Paper)
90
83
The EU is continiously increased its involvement in this region by establishing bilateral and multilateral
cooperation frameworks. The EU‘s increased engagement with the South Caucasus within its European
Neighbourhood Policy, the Black Sea Synergy initiative and the Eastern Partnership initiative is more important
role in the region. With The Strategy of European Neigborhood Policy focuses on the European Union has a
strong interest in the stability and development of the South Caucasus. In this context, The EU should enhance
its involvement and presence in the South Caucasus. EU programmes and activities in research, education,
culture and bilateral visitor programmes towards South Caucaus should be expanded.
The EU has refrained from committing itself to participating in Nagorno-Karabakh conflict resolution efforts.
But, Nagorno Karabakh represents a serious security challenge for the EU. Therefore, the EU should play
more active role in the Nagorno Karabakh conflict resolution process. A more active role will improve the
EU‘s image in the South Caucasus. On the other hand, further cooperation of the South Caucasus countries
with the EU could gurantee a democratically stable future for the region.
References
ALĠEVA Leila ―Azerbaijan and Eastern Partnership: partnership through empowerment‖, 25.01.2011,
http://www.easternpartnership.org/print/publication/2011-01-25/azerbaijan-and-easternpartnership-throughempowerment , (29.03.2012)
A Secure Europe In a Beter World , European Security Strategy, Brussels 12 December 2003,
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf (21.01.2011)
―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South Caucasus-Caspian
basin‖, Southeast European and Black Sea Studies Vol. 8, No. 2, June 2008, p.155-168
BAĞCI, Hüseyin ―The Neighborhood Policy: Putting Old Wine in a New Bottle? A Turkish Perspective‖, 2.
Uluslar arası Strateji ve Güvenlik ÇalıĢmaları Sempozyum Bildirileri, Beykent Üniversitesi Stratejik
AraĢtırmalar Merkezi, p. 30.
Black Sea Synergy, http://ec.europa.eu/external_relations/blacksea/index_en.htm (03.09.2010)
Communication From the Commission to the European Parliament and the Council, Eastern Partnership, SEC
(2008) 2974, COM (2008) 823 final
84
Communication From the Commission to the Council and the European Parliament, Black Sea Synergy- Anew
Regional Cooperation Initiative, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/com07_160_en.pdf (03.09.2010)
Communication
from the Commission to the
Council and the European
Parliament Wider Europe-
Neighbourhood: ANew Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours, Brussels,
11.3.2003 COM (2003) 104 final, http://ec.europe.eu/world/enp/pdf/com03_104_en.pdf (12.04.2012)
Commission Staff Working Document Accompanying the Communication from the Commission to the
European Parliament, the Council, the European Economic and Social Committee and the Committee of the
Regions Second Strategic Energy Review, An EU Energy and Solidarity Action Plan, Brussels, 13.11.2008
SEC (2008) 2871 VOLUME I, {COM (2008)781 FĠNAL}
DULEBA Alexander and Vladimir Bilcik, ―Toward a Strategic Regional Framework for the EU Eastern
Policy‖, htpp://www.fes.sk p.9 (cited on 27.10.2011)
Eastern Partnership, http://www.eu2011.hu/eastern-partnership , (Cited on 04.11.2011)
―EU launches
free trade negotiations with Armenia‖, 20 February 2012 Bilateral relations Brussels,
http://trade.ec.europe.eu/doclib/press/index.cfm?id=777 , (10.04.2012)
GERMAN, Tracey C. ―Visibly Invisible: EU Engagament in Conflict Resolution in the South Caucasus‖, 03
December 2007, http://www.tandfonline/doi/abs/10.1080/09662830701751144 , (12.04.2012)
GOGOLASHVĠLĠ Kakha ―The EU and Georgia: The Choice is in the Context‖, The European Union and the
South Caucasus – Three Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran
Mkrtchyan, Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, pp.90127.
HASHĠM, S.Mohsin ―Power-loss or power-transition? Assessing the limits of using the energy sector in
reviving Russia‘s geopolitical stature‖, Communist and Post Communist Studies, 43 (2010) pp.263-274
HUSEYNOV, Tabib ―The EU and Azerbaijan: Destination Unclear‖, The European Union and the South
Caucasus – Three Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan,
Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in Dialogue 2009/01, Bertelsman Stiftung, pp.49-89.
―Intergovernmental Agreement for Nabucco Project is conducted‖, http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=en
(15.05.2011)
85
Joint
Declaration
on
the
Southern
Gas
Corridor,
http://ec.europa.eu/energy/infrastructure/strategy/doc/2011_01_13_joint_declaration_southern_corridor.pdf
,(10.02.2011)
Joint Declaration of the Prague Eastern Partnership Summit Prague, 7 May 2009, Brussels, 7 May 2009
8435/09
(Presse
78)
http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/er/107589.pdf
(12.04.2012)
Joint Statement of the Ministers of Foreign Affairs of the countries of the European Union and of the wider
Black Sea area, 14.02.2008 http://ec.europa.eu/external_relations/blacksea/doc/joint_statement_blacksea_en.pdf
(04.09.2010)
LARRABEE, Stephen ―The United States and security in the Black Sea region‖, Southeast European and Black
Sea Studies, Vol.9, No. 3, September 2009.
Memorandum of Understanding on a strategic partnership between the Euroean Union and the Republic of
Azerbaijan
in
the
field
of
energy,
7
Kasım
2006,
http://ec.europa.eu/dgs/energy_transport/international/regional/caucasus_central_asia/memorandum/doc/mou_az
erbaijan_en.pdf , (11.04.2012)
MKRTCHYAN, Tigran ―Armenia‘s interests in the EU policies‖,
The European Union and the South
Caucasus – Three Perspectives on the Future of the European Project from the Caucasus, Tigran Mkrtchyan,
Tabib Huseynov and Kakha Gogolashvili, Europe in Dialogue 2009/01, BertelsmanStiftung, pp.14-48.
NURĠYEV, Elkhan ―Azerbaijan and the European Union: new landmarks of strategic partnership in the South
Caucasus-Caspian basin‖, Southeast European and Black Sea Studies, Vol.8, No.2, June 2008, pp.155-168
ÖZER, Sanem ―A Common Foreign and Security Policy Towards the Caucasus? With Special Refence to some
EU Member States‖, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, 2006.
―South Caucasus‖, http://ec.europa.eu/trade/creating-opportunities/bilateral-relations/regions/south-caucasus/
(10.04.2012)
TANRISEVER, Oktay, ―Turkey as an Energy Corridor Between the Caspian
http://blog.lib.umn.edu/whenders/international
Sea
and Europe‖,
issues/2010/09/turkey_as_an_energy_corridor_b.html
(01.01.2011)
86
The EU‘s relations with its neighbours, A survey of attitudes in the European Union, September 2007, Special
Eurobarometer, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/ebs/ebs_285_en.pdf (13.04.2012)
TĠBOLD Andrej and Vincent Cillesen, Marcel de Haas (ed) ―Geo- strategy in the South Caucasus
Power Play and Energy Security of States and Organizations‖, November 2006, Clingendael Institute,
http://www.centralasia-southcaucasus.com/pdf/061100%20Clingendael%20-%20Geostrategy%20in%20the%20South%20Caucasus.pdf
TSĠARAS, Argyris, ―Pipeline Wars a briefing on The Nabucco-South Stream Rivalry and the Geopolitics of
Natural Gas in Eurasia‖, Yale Economic Review Fall 2010, pp.22-25
YURĠYCHUK, N. Nechayeva: ― The Frozen Conflicts Influence on Security and Energy Stability in Black Sea
Region‖, Proceedings of the Third International Symposium on the Strategy and Security Studies, Ġstanbul,
April 15-16 th 2010, pp: 211-215
Zaur
Shırıyev
South
Caucasus
Needs
More
Pro-Actıve
EU
Engagement:
http://www.byegm.gov.tr/yayinicerik.aspx?Id=6#4
87
ĠSMAĠL GASPIRALI: TERCÜMAN GAZETESĠ VE “DĠLDE, FĠKĠRDE BĠRLĠK” SÖYLEMĠNĠN
YENĠDEN OKUNMASI
Ġnci ÇAĞLAYAN 
GiriĢ
Kırım Türklerinden olan Ġsmail Gaspıralı, Rusya‘daki Türkçülük yenileĢme, modernleĢme görüĢünün en önemli
ideologlarındandır. Türk Dünyasına düĢünceleri ve eylemleriyle öncülük yapmıĢtır. Gaspıralı, düĢüncelerini
duyurabilmek için, 1883‘te kendi kurduğu ve 1918‘e kadar devam eden ―Tercüman‖ adlı gazeteyi çıkarmıĢtır.
Bütün amacı gazete aracılığıyla ―Dilde, Fikirde, ĠĢte Birlik‖ söylemini, Türk dünyasına duyurmaktır. (bu üç
alanda birliğin sağlanmasından sonra Türk Dünyasının özgürlük ve çağdaĢlığa ulaĢılacağını düĢünür)
Dolayısıyla da, Türk halklarını birlik ve beraberliğe çağırarak, Türk halklarının modernleĢme yolunda ilerlemesi
gerektiğini özellikle vurgulamıĢtır.
Ġsmail Gaspıralı, Türk halklarının modernleĢebilmesi ya da modernleĢme yolunda ilerlemesi gerektiğini ve
bunun içinde öncelikle eğitimin gerekli olduğunu savunmaktadır. Ancak savunduğu eğitim, skolâstik eğitim
yerine yeni bir eğitim-öğretim sistemidir. Bu nedenle ilk kez okuma- yazmayı kısa sürede öğreten Usul-i Savtıye
adını verdiği yeni bir metod uygulayarak, Usul-i Cedid adını verdiği yeni okullar açarak dönemine örnek
olmuĢtur. Bütün Türklerin birbirini kolaylıkla anlayabileceği ortak bir Türk dili oluĢturmak yolunda da önemli
mücadelesi olur. Gaspıralı bu fikirlerini duyurabilmek için ―Tercüman‖ gazetesini çıkarır. Bu bağlamda da,
kadınlar için ilk kadın dergisi olan Âlem-i Nisvan‖ (Kadınlar Dünyası) ve çocuklar için de ―Âlem-i Sübyan‖
(Çocuklar Dünyası) adlı dergiler de çıkarmıĢtır.
ÇalıĢmamızda, çok yönlü bir kiĢi olan Ġsmail Gaspıralı‘nın gazeteci, eğitimci ve siyasetçi kiĢiliği üzerinde
durulacaktır ve Rus Ġmparatorluğu‘nda Türk ve Ġslam toplumlarının ―eğitim‖, ―kültür‖, ―modernleĢme‖ ye
ihtiyacı olduğunu fark eden ilk Türk olduğundan, ―Dilde-Fikirde Birlik ‖ söylemlerini, bugünkü bakıĢ açımızla
yeniden okuyacağız.
1- Ġsmail Gaspıralı (1851- 1914)
Türk ve Ġslam dünyası‘nın yetiĢtirdiği önemli kiĢilerden gazeteci, yazar, eğitimci, ideolog ve siyasetçi Ġsmail
Gaspıralı, 21 Mart 1851 tarihinde Kırım‘da Bahçesaray Ģehri yakınlarında Avcıköy‘de doğar. Babası, Çarlık
ordusundan teğmen rütbesiyle emekli Mustafa Ağaoğlu, annesi Fatma Hanım ise Kırım asilzadelerinden Ġlyas
Mirza Kaytafoz‘un kızıdır. Ġsmail Bey, babasının doğum yeri olan Gaspıra köyünden ötürü kendisine Gaspıra
lâkabını alır. 1854 yılında, Sivastopol (Akyar) SavaĢı nedeniyle ailesi Bahçesaray‘a yerleĢmek zorunda kalır. On
yaĢına kadar çocukluk yıllarını bu Ģehirde geçiren Ġsmail Gaspıralı‘nın düĢünce yapısının oluĢumunda, yaĢadığı

Yrd.Doç.Dr.; İstanbul Kültür Üniversitesi
I
çevrenin, bu Ģehrin yapısının, burada geçen çocukluk anılarının etkisi olmuĢtur. Cafer Seydahmet Kırımer‘in
açıklamalarında da Ģöyle belirtilmektedir:
“Kırım Türklüğünün en mühim merkezi olan Bahçesaray‟ın İsmail Bey‟in ruhunda milli bir iz bıraktığı kabul
olunabilir. Sokaklar, evler, camiler, Han saray herhalde onun küçük dimağında yer tutmuş, burada oynadığı
oyunlar onun hatırasında yerleşmişti. Bundan başka, hayatının sonuna kadar sevdiği dadısı da kendisine
Bahçesaray‟da az milli masallar söylememiş, onun kalbinde az heyecanlar doğurmamıştı.” 1
Ġlköğrenimine Bahçesaray‘da bir Müslüman mektebinde baĢlayan Ġsmail Gaspıralı, ilk eğitimini Hacı Ġsmail
Efendi‘den alır. Akmescit Jimnazına ( ortaokuluna)
devam eder burada iki yıl öğrenim görür. Varonej
Ģehrindeki bir Rus Askeri okuluna devam ettikten sonra da Moskova askeri Ġdadisi‘ne (askeri lise) gönderilir.
Eğitiminin devam ettiği bu yıllarda Gaspıralı, bu eğitim kurumlarının ve Ģehirlerin kendisine yabancı olduğunu
düĢünerekten benimsemekte zorluk çeker. Dolayısıyla bu okullarda okuyan az sayıdaki Müslüman Türk
öğrencilerle arkadaĢlık yapar. Bu öğrencilerden Litvanya‘da yaĢayan Kırım‘lı Mustafa Mirza Davidoviç ile çok
iyi arkadaĢ olurlar. Dönemin koĢulları, yaĢadıkları ortak anılar arkadaĢlıklarının daha da ilerlemesinde etkili
olur. Bu yıllarda Moskova, Slavcılığın baskısının çok yoğun olarak hissedildiği bir Ģehirdir. Slavcılığın,*
özellikle Türk düĢmanlığını amaç edinmiĢ olmasından iki arkadaĢın olumsuz yönde etkilenmeleri genç yaĢta
milli duygularının uyanmasına neden olur. Bu nedenle, 1867 yılının yaz tatilinde Girit‘te Rum isyancılarla
savaĢan Osmanlı Ordusu‘nun yanında yer alıp mücadele etmeye karar verirler. Bu amaçla, Ġdil (Volga), Özü
(Dinyester) nehirleri üzerinde kürek çekerek Tsaritsin, Rostof, Taganrok, Kerçten 45 gün süren uzun ve yorucu
bir yolculuktan sonra Kırım‘a gelirler buradan da Odesaya geçerler. Ġstanbul‘a giden vapura binerlerken
pasaportları olmadığı gerekçesiyle yakalanıp Bahçesaray‘a geri gönderilirler.2
Bu olaydan sonra, Ġsmail Gaspıralı öğrenimini bırakır bir daha Moskova‘ya dönmemeye karar verir. 1868
yılında, Bahçesaray‘da Mengiligiray Han tarafından kurulmuĢ olan Kırım‘ın önemli medreselerinden Zincirli
Medrese‘de, genç yaĢta Rusça öğretmeni olarak göreve baĢlar. Burada görevi süresince çevresini, öğrencileri ve
öğretmenleri sürekli izler inceler. Ayrıca zengin bir kütüphaneye sahip olan Bahçesaray polis müdürü
ġostof‘ların kütüphanesinden yararlanarak Rus edebiyatı ve fikir hareketleri konusunda birçok kitap okuma
olanağı bulur. Aynı zamanda Rus basınından Rusya‘nın uygulamakta olduğu iç ve dıĢ politikasını izler,
1
Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey (Dilde, Fikirde, İşte Birlik), Haz. Ramazan
Bakkal, Avrasya Bir Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s.16
* 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasi yönü gittikçe öne çıkan Panslavizm 1870‟lerde Avrupa kamuoyunda “Rusya‟nın öncülüğünde
bütün Slavların birleşmesi” olarak algılanır. Panslavizm‟in Rusya tarafından benimsenmesi ise, Kırım Savaşı (1853-1856) yıllarıdır. 1854
yılında Rusya‟da örgütlenme imkanı bulan Panslavizm 1858‟de kurulan Moskova Slav Yardım Komitesi (Moscow Slavic Benevolent
Committee) nin Rus yönetimince de tanınması Panslavizm‟in Rusya‟da gelişmesinde etken olur. Panslavizm, özellikle Balkanları hedef alır
bundan ötürü de Balkanların Osmanlı Devleti‟nin egemenliğinden çıkışında etkili olur. (Mithat AYDIN, “19.Yüzyıl Ortalarında Panslavizm
ve Rusya”, pauegitimdergi.pau.edu.tr )
2
Kırımer, a.g.e., s. 16-18
89
sosyalizm hakkında da araĢtırmalar yaparak bilgi edinmeye çalıĢır.3 1869 yılında, Yalta yakınlarında Dereköy
Okulu‘na öğretmen olarak atanır burada iki yıl görev yaptıktan sonra, 1871 yılında tekrardan Zincirli
Medrese‘ye döner ve yine Rusça dil dersleri verir. Gaspıralı, ilk kez burada ―yenilikçi‖ düĢüncelerini
uygulamaya karar verir. Medresede eski usul (skolastik) eğitim tarzını eleĢtirir ve görevinin dıĢında
öğrencilerine ―Usul-u Cedid‖ (yeni metot) le Türkçe dersleri öğretmeye çalıĢır. Ancak, bu uygulaması öğrenci
ve öğretmenler tarafından tepkiyle karĢılanır bunun üzerine medreseden ayrılmak durumunda kalır. 4
Bu geliĢmeler üzerine Ġsmail Gaspıralı önceden beri çok arzu ettiği Osmanlı zabiti olmak düĢüncesini
gerçekleĢtirmek için Ġstanbul‘a gitmeye karar verir. Ancak, bu düĢüncesini gerçekleĢtirmek için öncelikle yarım
bıraktığı öğrenimini tamamlaması gerektiğini düĢünür. Bu nedenle öğrenimini tamamlamak ve Fransızcasını
daha ileri düzeye getirmek üzere 1872 yılında Paris‘e gider. 5 Burada bulunduğu süre içinde, ünlü Rus yazarı
Ġvan Turgeniyef ‗i tanıma olanağı bulur ve eserlerini, makalelerini temize çekmek gibi iĢlerini yaparak yanında
çalıĢır. Aynı zamanda yaĢamını sürdürebilmek için Fransızca, Rusça çeviriler de yapar. Paris‘te bulunduğu süre
batı medeniyetini ve bu medeniyetin önemli Ģehrini yakından görme, inceleme olanağını bulmuĢtur. Tüm
gördüklerini, düĢüncelerini ―Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene‖ isimli eserinde ele alıp inceler.6
1874 yılı sonlarına doğru Paris‘ten Ġstanbul‘a gelen Gaspıralı, Ġstanbul‘da Ceride-i askeriyede mütercimlik
(tercümanlık) yapan amcası Halil Efendi‘nin yanında kalır. Zabit olma konusunda yeterli bilgi ve donanıma
sahip olduğunu düĢünerekten gerekli yerlere baĢvuruda bulunur. Ġstanbul‘da bulunduğu bu sürede ġemseddin
Sami, Mehmet Emin, Ahmet Mithat ve Necip Asım Bey‘lerin fikirleriyle yakından ilgilenir. Ġlk Türkçülerin
fikirlerini öğrenmiĢ olmakla birlikte, Türk birliğini ve dil birliğini ortak bir dil yaratmanın gerekliliğini gündeme
getirir.7 Bu arada Gaspıralı çok umutlu olduğu halde zabit olma baĢvurusuna olumlu yanıt alamayınca umudunu
yitirmiĢ üzgün bir halde 1875 yılında tekrar Kırım‘a dönmeye karar verir. 8 Cafer Seydahmet Kırımer bu
olumsuz kararla ilgili olarak açıklamasında;
“Fakat devrin sadrazamı Mahmut Nedim Paşa, Türklük için çırpınan bu Kırımlı gencin temiz duygularını değil,
Ruslar elinde Türkiye‟yi bile unutacak kadar alet olmuş bir adam olduğundan, İsmail Bey‟in bu müracaatını
Rus sefiri İgnatieften sormaya kalkıştı. Bu suretle İsmail Bey‟in müracaatı uzun boylu sürüncemede kaldı ve
nihayet akamete uğradı”.9
Yorumunu yapmaktadır. Kırım‘a dönen Ġsmail Gaspıralı bu kez siyasetle ilgilenmeye karar verir. Bu
düĢüncesini gerçekleĢtirmek için giriĢimlerde bulunur. 1878 yılında Bahçesaray Belediye BaĢkan yardımcılığına
Kırımer, a.g.e., s.21
İsmail Gaspıralı (1851-1914), www.kimkimdir.gen.tr, s.1
5
Kırımer, a.g.e., s. 22
6
Meydan Larousse Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, C.5, s. 9- 10
7
Kırımer, a.g.e., s.42
8
Fahri Solak, Doğumunun 150. Yılında Gaspıralı İsmail Bey, Tercüman Gazetesi Bibliyografyası ve
Türkçe yayınlar , Müteferrika, Sayı:20,Güz 2001, http://ismailgaspirali.org, s.1, KIRIMER, a.g.e., s.24
9
Kırımer, a.g.e. , s. 24
3
4
90
seçilir. 1879 yılında da Belediye BaĢkanı olur(zamanın tabiriyle Ģeher golovası olur). 10 1884 yılına kadar beĢ yıl
bu görevde kalır. Belediye BaĢkanlığı görevi süresince önemli çalıĢmalar yapar, bazı çalıĢmaları da uygulama
safhasında iken destek alamadığından yarım kalır. Örneğin; ġehir sokaklarını fenerle aydınlatmak ve hastane
açmak gibi önerileri maddi yetersizlik gerekçesiyle belediye azalarınca ret edilirken, okuma-yazma bilmeyen
yaĢlılar için açtığı gece dersleri de, ısınmak için kullanılan kömür parasının çok olduğu gerekçesiyle
desteklenmez.11 Görevi süresince sorumlulukları ve yoğun çalıĢmaları yanında, özellikle Türk halklarının
bilinçlenmesi ve modernleĢme yolunda ilerlemesi gerektiği konusuna önem verir. Ġsmail Gaspıralı‘nın, en büyük
arzusu fikirlerini duyurabilmek için bir gazete kurmaktır Böylece, bu gazete aracılığıyla Rusya devleti sınırları
içindeki Türk Müslüman halklara olduğu gibi Rusya sınırları dıĢındaki tüm Türk Müslüman halklara da
ulaĢmayı düĢünür.
2- Ġsmail Gaspıralı ve “Tercüman” Gazetesi
Ġsmail Gaspıralı, Rusya sınırları içinde yaĢayan Türk ve Ġslam halklarının modernleĢmeye gereksinimi
olduğunu fark eden ilk Türk‘tür. Bütün amacı düĢünce ve faaliyetlerini Türk dünyasına duyurabilmektir.
Dolayısıyla fikirlerini yayabileceği bir basın-yayın organına gereksinim duyar. Böylece 1879 yılında Çar
hükümetine bir gazete kurmak için ilk baĢvurusunu yapar, olumlu yanıt alamaz. Ancak kararlıdır umudunu
yitirmeden beklemeye devam eder. ―Tercüman‖ gazetesini kurmak için dört yıl uğraĢır, Petersburg‘a birçok kere
gider Rus hükümet yetkilileriyle görüĢür. Bu kararlılığı, fikirlerini toplumuna ancak basın yoluyla
duyurabileceğine olan inancından kaynaklanmaktadır. Çünkü;
“Gaspıralı‟nın gerek Kırımda gerekse dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona, büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş
halde yaşayan diğer Kırım Tatarları‟ndan farklı tecrübeler kazandırmıştı. Mevcut problemleri yakından
gördüğü için yabancı hâkimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini
duyurmak arzusu ile yayın yoluyla faaliyete geçmek‖12
DüĢüncesindedir. Bunun için Gaspıralı ―fikirlerini tedbirli, temkinli bir Ģekilde de olsa ortaya koyabileceği
Türkçe bir yayın organına‖13 gereksinim duymaktadır. Böylece toplumun bilinçlenmesi aydınlanması
gerçekleĢecektir. Rus hükümeti de bunu istemediğinden Gaspıralı‘ya izin vermekten çekinmiĢ olabilir. Cafer
Seydahmet Kırımer çalıĢmasında;
”milleti nasıl ayağa kaldırmalı sualinin (sorusunun) cevabıyla uğraşıyor 1879‟da gazete çıkarmak için Çar
hükümetine istidada bulunması, onun bu büyük maksadı için tarihi vasıtasını bulduğunu gösterir. Mahkûm
Leniyara Selimova, Rus Çarlığı Zamanında Kırım Tatar Matbuatı,
http:// www.kardeşkalemler.com/nisan2010/rus_carligi_zamaninda_kirim_tatar_matbu..., s.1
11
Kırımer, a.g.e. ,s.26
12
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 1996, c.13, s.392
13
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.392
10
91
milletlerin uyanmalarını, onların basiretlerini örten gaflet perdesini kaldırmalarını istemeyen Çarlık bu
müracaatı reddetti‖.14
Demektedir. ―Gaspıralı düĢündüğü bu gazetenin yayını için izin beklediği sürede Volga boyundaki Müslümanlar
arasında da dolaĢarak henüz yayın müsaadesi almadığı gazetesine aboneler bulmaya çalıĢır.‖15 Yine izin
beklediği bu sürede 1881 yılında Akmescid‘de çıkan Rusça ―Tavrida‖ gazetesinde ―Genç Molla‖ takma adıyla
―Russkoe Musulmanstvo‖ (Rusya Müslümanları) baĢlığıyla, sonradan kitap haline getirilen bir dizi yazı
yayınlar. Gaspıralı, uzun bekleyiĢin ardından 1883 yılında Bahçesaray‘da bir gazete kurmasına koĢullu olarak
izin alır. KoĢul gereğice; gazetenin yarısı Türk- Tatarca, yarısı Rusça olaraktan (Türkçe-Tatarca kısmının Rusça
tercümesi ile birlikte) yayınlanacaktır. Bundan ötürü, ―Tercüman‖- Rusçası (Perevodçik) ile birlikte yayınlanır.
Bu kararın, gazetenin bir anlamda denetimi açısından verilmiĢ olduğu düĢünülebilir. Mehmet Saray, Rus
hükümetinin vermiĢ olduğu bu kararla ilgili olarak;
İsmail Bey, çıkardığı Türkçe gazetenin Rusça tercümesini çıkarmak mecburiyetinde idi. Bu şekilde Rus hükümeti
onun gazetesi vasıtasıyla ne yapmak istediğini, Türkler arasında yaymaya çalıştığı fikirleri takip etme imkânı
bulacaktı.16
Yorumunu yaparak Rus hükümetinin gazeteyi denetlemek için aldığı bir karar olduğunu vurgular. 1905‘ten
itibaren basın-yayın alanında uygulanan baskının kalkmasıyla birlikte ―Tercüman‖ın Rusçası artık yayınlanmaz.
Kırım‘da basın-yayın alanındaki çalıĢmaların ilk kez 1883 yılında Ġsmail Gaspıralı ile baĢlamıĢ olmasında en
büyük etken Rus yönetiminin uygulamıĢ olduğu baskı politikasıdır. Dolayısıyla bu türden çalıĢmalara yıllarca
olanak tanınmamıĢtır. Selimova‘nın açıklamasında da;
“Kırım‟da resmi mahalli idaresi olan Çarlık Rusya idaresi yıllarca basın yayın çalışmalarına izin vermez.” 17
Diye belirtilmektedir. Rusya sınırları içinde yaĢayan Türk halklarının basın- yayın alanında yayın yapma olanağı
bulamayıĢları 1905‘lere kadar sürer. Bu tarihten sonra Rusların Japonya karĢısında yenilmeleri sonucu meĢruti
bir yönetime geçilmesiyle birlikte Rusya‘da baskı rejimi yerini yumuĢamaya bırakır. Bu değiĢim, Türk
Müslüman halklarına da yansıyarak onlara bazı hakların verilmesine yol açar. Özellikle basın-yayın alanında
tanınan haklar yeni yayınların oluĢmasına olanak sağlar.18 Bundan dolayı 1905‘lere kadar Kırım‘da yayınlanan
ve bilinen ilk Türkçe gazete ―Tercüman‖ olmuĢtur. 19
14
15
Kırımer, a.g.e., s.26
ismail gaspıralı hayatı ve eserleri, s.3, www.tugbam.com
Mehmet Saray, Gaspıralı İsmail Bey‟den Atatürk‟e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, İstanbul,
2003, s.23
17
Selimova, a.g.e., s.1
18
Hakan Kırımlı, İsmail Bey Gaspıralı, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yay. Ankara,
2001, s.19
19
Mustafa Toker, ―Ġsmail Gaspıralı ve Dilde Birlik Fikri Üzerine‖, Ġsmail Gaspıralı ve Fikir Hayatındaki
Yeri , (Panel), Konya, 2001, s.36 www.turkiyat.selcuk.edu.tr
16
92
Gaspıralı, gazete kurma izini alamadığı dönemde, mahalli dergi çıkarabilmesine verilen izine dayanaraktan 8
Mayıs 1881 tarihinde ―Tonguç‖ ve 5 Ağustos 1882 tarihinde de ―Mirat-ı Cedid‖ isimli dergileri yayınlar. Ancak
bu yayınlar, gazete çıkarmak isteğini tam anlamıyla karĢılamadığı için mutlu olmaz. 20
Ġsmail Gaspıralı 1883 yılında gazete kurma iznini alınca önce Kazan‘a Nijninovgorod‘a gider. Üç yüz ruble
abone parasına, eĢi Zühre hanımın kıymetli takılarını ve kendi annesinden kalan kıymetli eĢyalarını da satarak
elde ettiği parayı da ekler. Bütün parasıyla ancak eski bir makine ve biraz da hurufat alabilir.21 Özellikle
belirtmek gerekir Gaspıralı‘nın bu mücadelesinde eĢi Zühre Hanım hem çalıĢma arkadaĢı hem de destekleyicisi
olarak hep yanında yer alır. ―Tercüman‖ın kurulmasında maddi açıdan destek olduğu gibi gazetenin sayfalarının
hazırlanmasında abone adreslerinin yazılıp abonelere gönderilmesi gibi iĢlerde bilfiil çalıĢarak en büyük
yardımcısı olur. ―Tercüman‖ gazetesinin yayınlandığı ilk yıllarda tüm olumsuzluk ve güçlükler karĢısında Ġsmail
Gaspıralı‘yı destekler O‘na güç verir. ―Tercüman‖ı kutsal bir görev bilinciyle destekler hiçbir sorumluluktan
kaçınmaz.22
Ġsmail Gaspıral‘nın fikirlerini, ideallerini yaymada önemli bir araç olarak gördüğü gazetenin yayına baĢlaması
büyük bir baĢarı ve mutluluk olur. Gazetenin yayına baĢladığı 10 Nisan 1883 tarihi, aynı zamanda Kırım‘ın
Ruslar tarafından iĢgalinin yüzüncü yılıdır. Yüzyıl önce 1783 tarihinde Kırım‘ın Ruslar tarafından iĢgal edilmiĢ
olmasını büyük bir baĢarı olarak gören Rusya bugünü bayram olarak kutlamaktadır. Diğer taraftan bu iĢgalin
Kırım‘da ne türden acılara, felaketlere sebep olduğunu Cafer Seydahmed Kırımer Ģöyle dile getirmektedir:
“…Kırım‟ın ikinci Katerina tarafından zaptı şerefine yapılan bu kutlamalar: Rusluk, Ceneral Potemkinin
Orkapuda 30.000 Kırım Türkünün naşını çiğneyerek Kırıma girmesini, Karasu, Bahçesaray‟ı yakarak bütün
Kırım‟da zulmün ve vahşetin en korkunç levhalarını canlandırması hatırasını tebcil diyordu. Rusya‟daki bütün
Türk ve Müslüman âlemi ve bilhassa, Kırımlılar ise Batıhanı, Altınorduyu, Kırım Hanlığını hatırlamak değil,
geçirdikleri esirliğin zilletini, fecaatını bile duymuyorlardı. Milletin başında bulunanlar ve ulema, Rusluğun her
darbesine karşı millete, ancak “Darülislama”, “Aktoprağa”(Türkiye‟ye) kaçmayı tavsiye ederlerdi. Rusluğun
her hamlesi ile yüzlerce köy boşalıyor, milyonlarca servet çiğneniyor, binlerce zavallı köylü de, ya bindikleri
yelkenlilerde soyuluyor, yahut ta bu çürük teknelerle Karadeniz‟in dalgalarında ecelsiz gömülüp
gidiyorlardı.”23
Cafer Seydahmet Kırımer ―Tercüman‖ gazetesinin yayınlanmasının bu güne rastlamasını Tanrı‘nın bir lütfü
olarak gördüğünü de;
Nadir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı) Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara,1988, s.19-22
Kırımer, Age, 71-73
Kırımer, Age, s. 28
23
Kırımer, Age, s.73
20
21
22
93
”Bütün bu faciaların âmili olan Rus emperyalizmi milletimizin esirliğini ve mahvolmasını tes‟it ederken
(kutlarken) biz bu suretle ölüme sürükleniyor, ne tarihi bir isyan canlandırabiliyor ve ne de, hiç olmazsa, milli
bir sayha (feryat) yükseltebiliyorduk. Bu kadarı nihayet Tanrı‟ya da çok acı gelmiş olacak ki, Kırım Türklerinin
geçirdikleri bütün bu facialara ancak ilim ve medeniyet yolu ile nihayet verileceğine bir alamet olarak
“Tercüman”ın çıkmasını bu tarihe isabet ettiriyor.” 24
Sözleriyle açıklar. 10 Nisan 1883 tarihinde Bahçesaray‘da gazetenin ilk sayısı Rusça adı -Perevotcik- olarak
―Tercüman‖ adıyla yayın hayatına baĢlar. ―Tercüman‖ gazetesi, yarısı Türkçe-Tatarca yarısı Rusça olarak, dört
sayfa halinde Arap harfleriyle yayınlanır. ―Tercüman Arap harfleriyle yazılmıĢtır ancak dili sade bir Osmanlı
Türkçesi olup, Kırım Tatar ve diğer Türk Lehçelerinden alınan sözcük ve kelimelerle de desteklenmiĢtir.‖ 25
―Tercüman‖ın yayımı; 1883 yılında haftada bir gün, 1903 yılının Ekim ayından itibaren haftada iki gün, 1912
yılından sonra ise, günlük gazete olarak yayınlanır.26
Mehmet ġevket Eygi; ―Tercüman gazetesi az sayfalı ufak boylu bir yayın organıdır. Cirmi küçüktür ama kıymeti
ve tesiri büyüktür. (Tercüman küçük boyda bir gazete ancak ünü hizmeti, değeri çok büyüktür)‖ 27 açıklamasında
gazetenin etkinliğine dikkat çekmektedir.
―Tercüman‖ gazetesi, kuruluĢundan kısa bir süre sonra çok baĢarılı olur. GeniĢ bir coğrafyada çok sayıda
okuyucu kitlesine ulaĢır. Gazetenin okuyucu kitlesinin coğrafi dağılımı Ģöyle verilmektedir:
“1912‟ye gelindiğinde, gazetenin Kırım‟dan başka Kazan, Astrahan, Ufa, Bakü, Nüha (Şeki), Revan (bugünkü
Erivan), Tiflis, Mahaçkale, Taşkent, Semerkant, Buhara şehirlerinde ve Osmanlı Türkiyesi, İran, Afganistan
Suriye, Mısır, Hindistan ve Romanya gibi memleketlerde okuyucusu vardı. Tirajı 1907 yılında 5000‟e
yükseldi.”28
Cafer Seydahmet Kırımer çalıĢmasında, 1885 yıl, 1 numaralı
―Tercüman‖ gazetesinden naklen yaptığı
açıklamada gazetenin okuyucu sayısını ve coğrafi dağılımını Ģöyle vermektedir:
“Tercüman”ın ilk çıktığı zaman 320 alıcısı vardı. 1884‟te bu yekûn 406‟ya çıktı. 1885‟te ise 1000‟i geçti.
Tercüman alıcılarından 300‟ü Kırımlı, 300‟ü Astırahan, Samara, Saratof, Orenburg, Ufa, Kazan ve Perm
Müslümanları, 150‟si Dağıstanlılar, 50‟si Sibirya Müslümanları, 200‟ü Orta Asya ve Türkistan
Kırımer, Age, s.73-74
Ġsmail gaspıralı hayatı ve eserleri, s.3, www. Tugbam.com
26
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.392
27
Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, www.milligazete.com.tr/ makale/İsmail-gaspiralibeyin-tercüman-gazetesi, s.1
28
Selimova, Age, s.3
24
25
94
Müslümanlarıdır. Bunlar arasında âlimler, tüccarlar, mirzalar, köylüler vardır. Bu her cins adamlar karşısında
ve her vilayette „Tercüman‟a rağbet artmaktadır.”29
Bu bilgilerden gazetenin okuyucu kitlesinin, farklı coğrafi bölgelerde ve toplumun her kesiminden kiĢilerden
oluĢtuğu görülmektedir. Dolayısıyla ―Tercüman‖, Ġsmail Gaspıralı‘nın vatandaĢı olduğu Rusya devleti sınırları
içinde kalmayıp, Rusya devleti sınırları dıĢındaki Müslümanlara ve Türklere de ulaĢmıĢ olmaktadır. Okuyucu
kitlesinin giderek artmasıyla ilgili olarak, Timur Kocaoğlu; ―Tercüman‖ın Rusça tercümesi ile yayınlaması Çar
Rusya‘sının gazetenin sansürü için bir uygulaması olsa da, gazetesinin Türkçe ve Rusça olarak iki dilde çıkması,
okuyucu kitlesinin özellikle Rusya devleti sınırları içinde artmasında etkili olur. Böylece, Türkçe bilmeyen
Rusya
Müslümanlarına
da
―Tercüman‖
gazetesini
Rusça
nüshasından
izleme
olanağı
yaratır.30
Değerlendirmesini yapmaktadır.
Mehmet ġevket Eygi, kendi arĢivlerinde bulunan ―Tercüman‖ gazetesinin 16 Nisan 1895 (3 Zilkade 1312)
tarihli nüshasının baĢlığı altındaki satırlarda: ‖Mahal-i idaresi Bahçesaray‘da öz hanemizdedir. Rusya‘da
havadisnamenin (gazetenin) yıllık bedeli 4, altı aylık 2 kuruĢtur. Türkiye‘de müĢteri olacaklar, Ġstanbul‘da
köprübaĢında Adalar iskelesinde kitapçı Diyarbekirli Yusuf Efendiye müracaat buyurmalıdır.‖ 31 Bilgisinin yer
aldığını vermektedir. Gazetenin Ġstanbul‘da da devamlı bir okuyucu kitlesinin var olduğunu ve gazeteye sahip
olmak isteyenlerin verilen adrese baĢvurmaları gerektiği bilgisinden de gazete okuyucularında sürekliliğin esas
olduğu anlaĢılmaktadır.
Yapılan açıklamalarda belirtildiği üzere; ―Tercüman‖ gazetesi otuz beĢ yıl gibi bir süre yayın hayatı boyunca
geniĢ bir coğrafyada çok sayıda okuyucuya ulaĢarak Türk dünyasında önemini ve yerini korur. ―Tercüman‖ın bu
baĢarısındaki en önemli etken ise, gazetenin kuruluĢ amacına ve ilkelerine bağlı kalmayı sürdürebilmiĢ
olmasıdır. Çünkü her gazetenin olduğu gibi ―Tercüman‖ın da baĢlangıçta kendisi için belirlediği bir yayın ilkesi
ve amacı olmuĢtur. Ancak çok az gazetenin baĢlangıçta belirlediği ilkelerine amacına bağlı kalmayı
sürdürebilmiĢ olmasına karĢılık ―Tercüman‖ ise, tüm yayın hayatı boyunca bunu baĢarabilmiĢtir. Timur
Kocaoğlu; ―Tercüman‖ gazetesinin yayımlandığı 1883 yılından 1918 yılına kadar 35 yıllık koleksiyonu
incelendiğinde bu sürede Ġsmail Gaspıralı‘nın ilk sayıda belirlediği ilkelerine amacına bağlı kaldığını, 1914
yılında ölümünden sonra bile, 1918 yılı ortalarına kadar devam eden dört yıllık sürede de ilkelerinden ödün
verilmediğinin görüldüğünü belirtmektedir. 32
Ġsmail Gaspıralı, ―Tercüman‖da yer alacak konuların seçimine de çok özen göstermiĢ önem vermiĢtir. Gazetede,
baĢlığı altında yer alan ifadede de belirtildiği gibi siyasetten edebiyata kadar çok sayıda konunun yer aldığı
görülür. Mehmet ġevket Eygi‘nin arĢivlerinde bulunan ―Tercüman‖ gazetesinin16 Nisan 1895(3 Zilkade 1312)
Kırımer, a.g.e., s. 74 (dipnot:2 den )
Timur Kocaoğlu, a.g.e. ,s.50
31
Mehmet Şevket Eygi, a.g.e.,s.1
32
Timur Kocaoğlu, “Tercüman Gazetesi‟nin Dili ve Coğrafyası”, İsmail Bey Gaspıralı ve Ziya Gökalp
Sempozyumları-Bildirileri, Hazırlayan H.Akarca, Türksoy yayınları, Ankara, 2003, s.50
29
30
95
tarihli nüshasından naklen yapmıĢ oldukları açıklamada; gazetenin baĢlığı altında; ―Siyaset ve politikaya ve
maarif ve edebiyata müteallik haftalık milli gazetedir.‖ yazıyor. NaĢir ve muharriri Ġsmail Gaspirinski. 33
Sözlerinin yer aldığını belirtmektedir. Sabri Arıkan‘ın çalıĢmalarında; ―Tercüman‖ gazeteleri tetkik edilirken
dikkati çeken hususlardan birisi bazı yazıların altına yalnız Ġsmail ismini yazması soyadı olan Gaspirinski
kelimesini kullanmamasıdır, soyadını yalnız resmi belgelerde kullanmıĢtır.34 Bilgisine yer verilmiĢtir.
―Tercüman‖ın içeriği incelendiğinde; gazetesinin her sayısında Gaspıralı‘nın bir ya da iki makalesinin yer aldığı
ayrıca Rusya‘nın iç ve dıĢ politikasıyla ilgili haberlerin, yazı ve makale dizilerinin, kitap tanıtımları ve
Müslümanlara ait resmi bilgilerin de yer almıĢ olduğu görülür. Gaspıralı, ―Tercüman‖ı bir fikir ve kültür yayma
aracı görmekte olup, kendi fikirlerini de bu yolla halka ulaĢtırmaya çalıĢır.
35
―Tercüman‖da Kırım ve Rusya
konusunda yer alan haberler ―Ahbâr-ı Dahiliye‖ baĢlığı ile, dıĢ haberler ise ―Ahbâr-ı Hariciye‖ baĢlığı altında ya
da farklı ülkelerden, Ģehirlerden gelen mektuplar olarak verilir: ―Buhara‘dan mektuplar‖, ―Baku‘dan mektuplar‖,
‖Ġran‘dan mektuplar‖ Ģeklinde.36 Ayrıca gazetede çok az sayıda resme de yer verilmiĢtir.
―Tercüman‖la birlikte ek sayfalar, kitap, gazete, broĢür gibi yayınlar da ihmal edilmemiĢ olup, ayrıca toplumu
bilgilendirmek, fikirlerini yaymak için Gaspıralı tüm olanakları da kullanmıĢtır. 37 Özellikle ‖Tercüman‖
gazetesinin ilavesi olarak Âlem-i Nisvan ve Âlem-i Sübyan dergilerini yayınlamıĢ olması Ġsmail Gaspıralı‘nın
daha o yıllarda kadın ve çocuk konusuna ne denli önem verdiğinin bir göstergesi olmaktadır. Bu dergilerden
kadınlara yönelik olan; ―Âlemi-i Nisvân‖ (Hanımlar dünyası anlamına gelmekte) hanımlar için çıkarttığı 14
sayfalık bir dergi olup kızı ġefika hanımın liderliğinde çıkmıĢtır. Türk dünyasında çıkartılan ilk kadın dergisidir.
1905 yılı sonlarına doğru Bahçesaray‘da ―Tercüman‖ gazetesinin eki olarak haftalık çıkan derginin içeriğinde:
ilim, edebiyat, siyaset, tarih gibi konuların yanında ev idaresi, çocuk terbiyesi, dikiĢ nakıĢ eğitimi, sağlık ve dini
konuları içeren yazıların yer aldığı görülür.38 Kadınların hukuki durumlarıyla da ilgilenen derginin yayınlanması
1910 yılına kadar sürmüĢtür.39 Çocuklara yönelik olarak çıkarmıĢ olduğu ―Âlem-i Sübyan‖ (Çocuk dünyası
anlamına gelmekte) haftalık hiciv çocuk dergisidir. ―Tercüman‖ gazetesinin eki olarak çıkartılan bu dergi
Gaspıralı‘nın vefatına kadar devam etmiĢtir. Düzensiz çıkan dergide latifeler, masallar, bulmacalar, ilginç
haberler, yüksek mektep sınıflarının talebeleri ve hocaları için hazırlanan metodik öneriler de yer almıĢtır. 40
‖Tercüman‖ gazetesinde; Türklerin, Türkçülüğün geliĢmesine ilerlemesine uğraĢ veren katkıda bulunanlar,
Usul-i Cedid mekteplerinin açılmasında her türlü destekte bulunanlar, gazete ve kitap gibi yayınları olanlar,
oyun, tiyatro gibi faaliyetlerde bulunanlar baĢarılarından ötürü takdir edilmiĢlerdir. Bu kiĢilere gazetede yer
Mehmet Şevket Eygi, a.g.e.,s.1
Sabri Arıkan, Kendi Kaleminden İsmail Bey Gaspıralı‟nın İdealleri İşleri Tavsiyeleri ve Haberleri,
C.1,2, Türk Dünyası Araştırma Vakfı, İstanbul, 2011, (Önsöz), s.V
35
Selimova, a.g.e. , s. 3
36
Timur Kocaoğlu, a.g.e., s.58
37
Sabri Arıkan, a.g.e.,(Önsöz) s.V
38
Selimova, a.g.e. , s. 4
39
Fahri Solak, Doğumunun 150. Yılında Gaspıralı İsmail Bey, Tercüman Gazetesi Bibliyoğrafyası ve
Türkçe Yayınlar, s.1, http://ismailgaspirali.org
40
Selimova, a.g.e. , s.4
33
34
96
verilmesine çalıĢmalarının devamı konusunda teĢvik edilerek her zaman hatırlanmalarına önem verilmiĢtir.
Gaspıralı ―Tercüman‖ın her nüshasında bu konuda yazılmıĢ bir iki haberin yer almasına özellikle özen
göstermiĢtir.
41
Böylece Ġsmail Gaspıralı, önemli özelliklerinden biri olarak kadir kıymet bilirliğini gazeteye de
yansıtmıĢtır.
Ġsmail Gaspıralı, ―Tercüman‖ gazetesinin yayınlanmasında yayın kurallarına, yasalara karĢı özen göstererek
saygılı davranmaya da dikkat etmiĢtir. Dolayısıyla Rusya‘da devam eden baskı rejimine karĢı ―Tercüman” yayın
süresince hiç kapatılmamıĢ ayrıca sansür de edilmemiĢtir. Gaspıralı yazılarında çok akıllıca bir tarz kullanarak
dikkat çekmemeye özen göstermiĢtir böylece yazılarının yasaklanmasına da fırsat vermemiĢtir. Bu da gazetenin
önemli bir baĢarısı olmuĢtur. Gazetenin kurulmasına izin verilmediği dönemlerde dergi niteliğinde çıkartmıĢ
olduğu birçok risaleyi farklı baĢlıklar altında yayınlarken de yasaları ihlal etmeden yayın faaliyetini
sürdürmüĢtür. Buradan da Ġsmail Gaspıralı‘nın sorumluluğunun ne denli bilincinde bir kiĢi olduğu
görülmektedir.42
―Tercüman‖ gazetesinin yayınlanması, Ġsmail Gaspıralı‘nın yaĢamı boyunca kendi yönetimi ve denetiminde
sürmüĢtür. 1914 yılında Gaspıralı‘nın vefatından sonra Kırım‘lı muharrir Hasan Sabri Ayvazof‘un
baĢmuharrirliğinde (Gaspıralı böyle istemiĢtir) oğlu Rıfat Gaspirinski‘nin idaresinde yayınlanmaya devam
etmiĢtir. Gaspıralı‘nın ―Tercüman‖ gazetesi‘ndeki son yazısı 15 Eylül 1914 tarihli 154 numaralı ―Yeni Zaman‖
baĢlıklı makalesi olur. ―Tercüman‖ gazetesinin yayınlanması Ġsmail Gaspıralı‘nın düĢüncelerinden
ideolojisinden hiç ödün vermeden 10 ġubat 1918 tarihine kadar devam etmiĢtir.
43
Ġsmail Gaspıralı‘nın vefatı ve
yansımaları Cafer Seydahmed Kırımer‘in yapıtında Ģöyle yer almıĢtır:
11Eylül 1914 Perşembe sabahı İsmail Gaspıralı vefat eder. Bu büyük Türk‟ün vefatı kısa sürede bütün Türk
Dünyasında duyulur ve herkesi yasa boğar. 12 Eylül Cuma günü cenazesi altı bin kişilik bir cemaatin elleri
üstünde taşınarak yıllarca hocalığını yaptığı ve bilahare usûl-i cedid sistemiyle tedrisat yapan bir ilim yuvası
haline getirdiği Zincirli Medresesi yanındaki Mengil Giray Hanın yanında ebedi istirahatgâhına defnolur. 44
Mehmet Saray yapıtında Ġsmail Gaspıralı‘nın vefatının Türkiye‘de nasıl yankılandığı ve üzüntü yarattığı Ģöyle
açıklamaktadır;
“Tercüman” ve Rusya‟da öncülüğünü yaptığı Türklerin basını O‟na yer vererek Türk-İslam dünyasına verdiği
hizmetleri anlatmıştır. Aynı şekilde Türkiye‟de de basın İsmail Gaspıralı‟nın ölümünü büyük üzüntü ile vermiş
Türklüğe ve İslama yaptığı büyük hizmetlere yer vermiştir. Türk Yurdu, Türk Ocağı,Türk Birliği Derneği ve
Kırımer, a.g.e. , s.6
Hakan Kırımlı, Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler(1905-1916),TTK, Ank.,1996, s.39
43
Kırımer, a.g.e. , s.74
44
Kırımer, a.g.e., s.138
41
42
97
İslam Mecmuası mensuplarının da desteği ile İstanbul‟da Ayasofya Camii‟nde Askeri Müze Müdürü Ahmed
Muhtar Paşa önderliğinde mevlûd-i Şerif okutulmuştur”.45
Ġsmail Gaspıralı‘nın düĢünce ve faaliyetlerini ―Tercüman‖ aracılığıyla yaymaya çalıĢırken, gazeteye önemli
görev ve sorumluluklar da yüklemiĢtir. Gaspıralı en büyük ideali Rusya sınırları içindeki Türk topluluklarında
eğitim-öğretimi modernleĢtirmektir. Bu modernleĢtirmeyi gerçekleĢtirmede ―Tercüman‖ı en önemli araç olarak
görmektedir. Eğitimin modernleĢmesi gazetenin okunabilmesi ve benimsenmesi açısından oldukça gerekliydi.
Böylece Rusya Türkleri ve Kırım Tatarları içinde gereksinim duyulan gerçek anlamda bir aydınlar grubunun
oluĢması sağlanacaktır. Ancak var olan eğitim sistemiyle (skolâstik eğitim) bunun baĢarılması olanaksızdı.
Gaspıralı‘nın geliĢtirip uyguladığı eğitim sistemi (Usul-i Cedid) Rusya‘daki Türk topluluklarının mekteplerinde
bir reform olur ve kısa sürede hızla yaygınlaĢır. 1917 yılına kadar olan sürede bu mekteplerden yetiĢenler millireformist kadrolar genel olarak ‖cedidciler‖ olarak tanımlanırlar. 46 Gaspıralı basının gücünden yararlanarak
amacına ulaĢmıĢ olmaktadır.
Gaspıralı ilk kez 1911 yılında ―Tercüman‖ gazetesinin baĢlığı altında yer alan ―Dilde, Fikirde, ĠĢte Birlik‖
söylemiyle de, Türk halklarını birlik ve beraberliğe çağırarak, gazeteye önemli bir görev de yüklemiĢ olur.
―Tercüman‖, Rusya‘da ―Dilde, Fikirde, ĠĢte Birlik‖ söylemiyle yayınlanan ilk gazete olarak, Türk dünyasında
benzersiz bir yaygınlığa ve etkiye de ulaĢmıĢtır.47 Gaspıralı, ―Dilde-Fikirde-ĠĢte Birlik‖ söylemiyle Türk
halklarını birlik ve beraberliğe çağırırken ―birlik‖ oluĢturmanın en önemli faktörü olarak ortak bir ―dile‖ sahip
olmanın önemini de vurgulamıĢtır. Bu amaçla, Türk dünyasının anlayabileceği ortak bir Türk dilinin
geliĢtirilmesine çalıĢırken, kullanılan dilin, sadece aydınlarca değil, halkın büyük çoğunluğunca anlaĢılabilir
olmasına çalıĢmıĢ ve özen göstermiĢtir.
3- “Dilde- Fikirde Birlik” Söylemi
Ġsmail Gaspıralı‘ya göre; ―birlik‖ kavramı bir toplumun veya milletin bütün bireylerinin ya da çoğunluğunun
aynı düĢünce ve eyleme sahip olması demek değildir. Zorla benimsetilen bir ―birliği‖ onaylamaz. Onun için
önemli olan, en küçük toplum biriminden en büyüğüne kadar tümünün ortak tartıĢma ve karar alma
platformlarına sahip olmaları, bunun organlarını oluĢturarak bunları kurumsallaĢmalarıdır. Farklı düĢünce ve
eylemler düĢünce zenginliğine yol açabilir. Bu Ģekilde teĢkilatlanmıĢ birimler ve organlar toplumların
modernleĢmesinin temel unsurlarıdır. ModernleĢme, çağdaĢlaĢma yaĢanan çağda var olmanın en temel
koĢuludur.48 Gaspıralı, Türk halklarının çağdaĢlaĢmaya gereksinimleri olduğunun bilinciyle çağdaĢlaĢmaları ya
da çağdaĢlaĢma yolunda ilerlemeleri gerektiğini vurgular.
Mehmet Saray, Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, Ġstanbul, 2003, s.144
Ġsmail gaspıralı hayatı ve eserleri, s.3, www.tugbam.com
47
Hakan Kırımlı, “İsmail Bey Gaspıralı ve “Birlik” Kavramı Üzerine”, İsmail Bey Gaspıralı ve Ziya
Gökalp Sempozyumları-Bildiriler, Hazırlayan H.Dündar Akarca, Türksoy Yayınları, Ankara, 2003, s.20
48
Hakan Kırımlı, a.g.e., s.20
45
46
98
Ġsmail Gaspıralı‘nın kesin bir metodoloji (yöntem) olarak düĢündüğü ―birlik‖ kavramı, duygusal olmaktan çok
pratik (uygulamaya dönük) akılcı özelliklere sahiptir. O‘nun stratejileri her sahada birbiriyle koordinasyonlu
birlikleri öngörmektedir. Bu bağlamda söz konusu olan sadece kiĢi yahut grupların bir araya gelmesi değil,
toplumları oluĢturan her türlü kurumun birbiriyle uyumlu bir Ģekilde var olabilmesi ve çalıĢmalarını
yürütebilmesidir.49
Toplumların birlik oluĢturmasında en önemli unsur olarak dilin önemine dikkat çeken Gaspralı, ―birlik‖ fikrinde
Türk milletinin bir bütün olduğunu coğrafi farklılıkların ve Ģive farklılıklarının bu bütünü bölmemesi gerektiğine
inanmaktadır. Türk milletinin en kuvvetli bağının dil olduğunu kabul etmektedir. Ancak bu dilin Arapça, Farsça
ve diğer yabancı dillerden geçmiĢ kelimelerden kademeli olarak ayıklanıp sade bir Türkçe olarak kullanılmasını
önermektedir. Bunun içinde Azerbaycan, Ġdil-Ural ve Türkiye‘deki basınla, yazarlarla görüĢerek mektuplaĢır.
Gaspıralı‘ya göre; Ġstanbul‘da Bahçesaray‘da Bakü‘de, Kazan‘da, TaĢkent‘te veya herhangi bir Türk yurdunda
basılan bir kitap bütün Türkler tarafından okunup anlaĢılmalıdır. Gaspıralı‘ya göre, bütün Türk illerinde ―dil
birliği‖ sağlandıktan sonra ―fikir birliği‖ de sağlanacaktır.‖ 50
―Dilde, Fikirde‖ birlik ifadesinde, dünya üzerindeki bütün Türklerin tek vücud haline gelmesi belirtilmektedir.
Ġsmail Gaspıralı, dünya üzerindeki Türklere ayrı birer milletmiĢ gibi( Azeri, BaĢkurt, Kazak, Karakalpak,
Kırgız, Özbek Tatar, Türkmen v.s) adlar verilmesinin Türk milletini bölüp parçalama senaryosunun ilk safhası
olduğunu, senaryonun ikinci safhasında da Türk milletinin yok edilmesinin sahneleneceğini çok genç yaĢta ayırt
edebilmiĢtir. Dolayısıyla bu senaryoya karĢı nasıl bir yol izlenilmesi gerektiği konusunda da fikir oluĢturmaya
çalıĢmıĢtır. Gaspıralı ―Tercüman‖ gazetesini kurmadan önce çıkardığı Tonguç adlı yapıtında da; bütün Türklerin
aynı dili konuĢması gerektiğini gündeme getirerek, yapıtında Türk dünyasının tümü tarafından anlaĢılabilir bir
Türk dili kullanmıĢtır.51
Ġsmail Gaspıralı‘nın önemli özelliklerinden birisi de akılcı oluĢudur. Çünkü çalıĢmalarında daima gerçekçi
olmaya ve yasal davranmaya özen göstermiĢ olduğu görülür. ―Müslümanlık‖ ve ―Türklük‖ gibi kavramlar her
anlamda siyasi faaliyetlerinin temelini oluĢturuyor olsa da, ―birliği‖
her Ģeyden çok bu topluluklar için
istemiĢtir. Bu toplulukları birliğe çağrısı da her zaman olabilirlik ve yasal sınırlar içinde kalmıĢtır. Bunun için
hiçbir zaman ütopik (hayali) davranmamıĢtır. Bu O‘nun ne denli gerçekçi olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla
Gaspıralı siyasi açıdan ―Pan-Ġslamizm‖ ve ―Pan-Türkizm‖ çözüm önerilerini yasallığı ve olabilirliliği açısından
olanaksız görmüĢ olduğundan ortaya atmaktan kesinlikle kaçınmıĢtır. Bu tavrının da akılcı ve yasal olmasından
kaynaklandığı görülmektedir.52
Hakan Kırımlı, a.g.e,,s.20
Zuhal Yüksel, “Gaspıralı ve Dil Birliği”, İsmail Bey Gaspıralı ve Ziya Gökalp SempozyumlarıBildiriler, Haz. H.Dündar Akarca, Türksoy yay. ,Ankara, 2003, s. 32-33.
51
Ahmet Bican Ercilasun, “İsmail Gaspıralı‟nın Fikirleri”, Türk Dünyası Üzerine İncelemeler, Akçağ
Yayınları, Ankara, 1992, s.358
52
Hakan Kırımlı, a.g.e., s.22.
49
50
99
Ġsmail Gaspıralı fikirlerini yayınları ve ―Tercüman‖ gazetesi aracılığıyla duyurmaya çalıĢırken bütün amacı Türk
halklarını birlik ve dayanıĢmaya çağırmaktır. Ġlk kez ―Tercüman‖ gazetesinin baĢlığının altında yer alan ―Dilde,
Fikirde, ĠĢte Birlik‖ söylemini gazete aracılığıyla Türk dünyasına duyurmaktadır. Söylemde yer aldığı Ģekliyle
bu üç alanda birliğin sağlanmasından sonra Müslüman Türk dünyasının özgürlük ve çağdaĢlığa kavuĢacağına
inanmaktadır.53
Bütün amacı toplumun aydınlanması ve toplumda birlik ve dayanıĢmanın sağlamasıdır. Türk halklarının sosyal,
siyasi ve iktisadi konularda birlik içinde olmasına çalıĢır. Gaspıralı, ―dil‖ konusunu bütün sosyal alanlardaki
geliĢmenin temeli olarak görmektedir. ―Dil‖ konusu sadece Kırım halkına özgü olmayıp, tüm Türk dünyasının
reformu Ģeklinde olmalıdır. Gaspıralı, günlük konuĢma dili ve halk edebiyatı üzerinde çalıĢarak dildeki yabancı
unsurların ayıklanıp tüm Türklere özgü bir edebi ―dil‖ meydana getirilmesine uğraĢır. Bu ―dil‖in yalnız
aydınların değil, Ġstanbul‘dan Çin‘e kadar her Türk‘ün anlayacağı Ģekilde olmasına çalıĢmıĢtır. Gaspıralı dilde
sadelik fikrini savunurken, Türkçe karĢılığı olmadığı durumlarda Avrupa dillerinden kelime almaktan da
sakınmamıĢtır. Ġsmail Gaspıralı bütün baĢarısızlıkların felaketlerin nedeninin cahillik olduğuna da dikkat çeker.
Bu yüzden hareke ve noktaları kullanarak Arap alfabesinin düzenlemesi gerektiğini savunurken, bu yeniliklerle
çıkardığı kitap ve gazetelerle okuryazar sayısını arttırmayı hedefler.‖ 54
Ġsmail Gaspıralı‘nın akılcı ve yasal dayanaklar çerçevesinde oluĢturmaya çalıĢtığı en önemli faaliyetlerinden biri
de ―Dünya Müslümanları Kongresi‖ olmuĢtur. Hakan Kırımlı‘nın çalıĢmalarında: ―Bu dünya Müslümanlarının
hem ananevi ulemasının, hem de yeni teĢekkül etmeye baĢlayan yeniliğe açık aydın kesimlerinin temsilcilerini
sivil bir platform üzerinde bir araya getirmeyi hedefleyen ilk ciddi teĢebbüs olur.‖ 55 Ģeklinde belirtilmiĢtir.
Hakan Kırımlı açıklamalarında Ģöyle demektedir; ―Muhtelif Türk dilli Müslüman (yahut bazı Müslüman
olmayan) halkların Rusya hâkimiyeti altında toplanmıĢ olmalarını karakteristik realizmi ile bir vakıa olarak
kabul etmiĢti. Mevcut Ģartlar aynı kaldığı müddetçe bunun değiĢtirilmeyeceğini gayet iyi idrak ediyordu. Hal
böyleyken, öncelikle bu toplumların Rusya Ġmparatorluğu içindeki statüsü baĢtan tarif edilmeliydi. Ona göre,
bunlar imparatorluk içindeki envâ-i çeĢit gayri Rus halkın bir kısmı olarak dağınık Ģekilde düĢünülecek
olunursa, bunların en fazla bekleyebilecekleri bir devin bünyesindeki küçük azınlık muamelesi olabilirdi.‖ 56
Sözleriyle Rusya‘nın egemenliği altındaki Türk halklarının durumuna dikkat çekmektedir.
Gaspıralı, ―Rusya Müslümanları‖ adlı eserinde çok dikkatli ve akıllıca bir tarz kullanmasına karĢın ―Rus
hâkimiyetinin medeniyet maarif getirmediğini ve bu hâkimiyetin Türk-Tatar kavimlerine maddi menfaatler
Necip Hablemitoğlu, Gaspıralı İsmail Bey: Dilde Birlik ve Türklük şuuru,
http://hablemitoğlu.com/dildebirlik.htm s.3
54
Zuhal Yüksel, Tercüman Dönemi Kırım Türk Edebiyatı, http://www.vatankirim.net,s.1
55
Hakan Kırımlı, a.g.e. ,s.22
56
Hakan Kırımlı, a.g.e., s.23
53
100
vermediği gibi taze ve yeni bir hayat vermek kabiliyetinde de olmadığını‘ 57 dile getirmekten çekinmemiĢtir.
Gaspıralı, tüm yapıtlarında Türk topluluklarıyla ilgili fikirlerini bir Ģekilde ifade etmekten kaçınmamıĢtır.
Gaspıralı, Rusya‘da Türk topluluklarına karĢı uygulanan RuslaĢtırma politikasına karĢı kesin tavrını ortaya
koyarken aynı zamanda fikirlerinin ve faaliyetlerinin karĢısında yer alan belli kesimlerle de sürekli mücadele
etmek zorunda kalmıĢtır. Rus Çarlığı‘nın Rus olmayan halklara karĢı uyguladığı baskı politikasına karĢılık Türk
topluluklarını ortak ―dil‖ ve ―fikir‖ etrafında toplanmaya çağırırken de birliğin sağlanmasından sonra ancak
Türk Dünyası‘nın özgürlük ve çağdaĢlığa ulaĢacağını düĢünmektedir. 58
Cafer Seydahmed Kırımer açıklamalarında; ―Ġsmail Bey‘in dil birliği meselesine canla baĢla sarılması ve
hayatının sonuna kadar bunun tahakkuku için çırpınması pek mühim bir sebepten ileri geliyordu. Rus çarlığı
Türk dil birliğini temelinden yıkacak esasları sessiz bir surette hazırlıyordu.‖ 59 Demektedir. Hakan Kırımlı;
“Gaspıralı‟nın Rusya Müslümanları için öngördüğü kimlik en somut bağlamda bunların hepsi için geçerli olan
ortak dini ve linguistik aidiyetler olunca, dil meselesinin hayatiyeti ortadadır. Onun birlik kavramlarında en
önemli yerlerden birini dünyadaki bütün Türklerin, hiç değilse onların aydınlarının anlayıp okuyacağı bir ortak
Türk dilinin tesis edilmesi olduğu şüphesizdir. Zaten bizzat Tercüman‟ın en önemli varlık sebeplerinden birini
de bu teşkil etmekteydi. Esasta mevcut olan dil ortaklığının daha da fonksiyonel hale getirilmesi sadece bu
toplumların beraberliği için en sağlam çimento olmakla kalmayacak, aynı zamanda Gaspıralı‟nın modernleşme
için öngördüğü bütün zaruri yenilikler dış dünyaya sınırlı açılışları olan Rusya İmparatorluğu‟nun
Türk/Müslüman topluluklarına ortak ve tek bir kanaldan akıtılabilecekti. Gaspıralı oluşmasına bütün varlığıyla
uğraştığı bu ortak Türk edebi diline “Orta Dil” ismini veriyordu. “Dil, fikir ve iş” birliğinin unsurları toplumun
fertlerine bu yollarla taşınacaktı.60
Der ortak ―dil‖ konusunun önemine ve ortak dilin yaratılmasından sonra ancak ―Dil, Fikir ve ĠĢ‖ birliğinin
sağlanabileceğine dikkat çeker. Mustafa Toker; ―Gaspıralı‘nın bu çabaları sonucunda, dünyanın diğer
bölgelerindeki Türkler arasında bir kıvılcım parlamıĢ oldu ve bu kıvılcım alevlenerek büyüdü. Onun ―Dilde,
Fikirde, ĠĢde Birlik‖ düsturu, diğer Türk boylarına mensup pek çok Türk aydınını da etkiledi. Bunun neticesi
olarak da Kazan‘da, Kafkasya‘da, Türkistan‘da ve Kırım‘da yayınlanan pek çok gazete ve dergi, hikaye ve
romanın da bir kısmı, ya ―Tercüman‖ gazetesinin dilinde veya buna yakın bir dilde çıktı.‖
61
Demektedir.
Gaspıralı‘nın söylemi yaygınlaĢarak baĢarıya ulaĢmıĢtır.
Ġsmail Gaspıralı‘nın gençlik yıllarından itibaren Osmanlı Türkiye‘sinin sorunları ile yakından ilgilenmiĢ olduğu
görülür. O‘nun Türk ordusunda subay olmak istemesi, Girit‘i kurtarmak için Osmanlı ordusuyla birlikte
Kırımer, a.g.e., s.36
Kırımer, a.g.e., s.46
59
Kırımer, a.g.e., s.42
60
Hakan Kırımlı, a.g.e. , s.23-24(Dipnot: “Lisan Meselesi”, Tercüman 7 Kasım 1905‟ten naklen)
61
Mustafa Toker, “İsmail Gaspıralı ve “Dilde Birlik”Fikri Üzerine”, İsmail Gaspıralı ve Fikir
Hayatındaki Yeri,(Panel), Konya, 2001.s.39, www.turkiyat.selcuk.edu.tr
57
58
101
savaĢmak isteyiĢi, Pan-Slavizm‘in Osmanlı Türkiye‘sine karĢı amaçlarını tanımıĢ olması hep duyduğu ilgi ve
sevgisinden kaynaklanmıĢtır. Özellikle Osmanlı‘da yapılan ıslahat hareketlerinin dıĢ destekli olduğu için daha
çok Hıristiyan halka yarayacağını dolayısıyla devletin esas unsurunu oluĢturan Türk halkının düĢünülmesi
gerektiği üzerinde önemle durmuĢtur. Türklerin milli Ģuurlarının uyanması için ġemseddin Sami, Mehmet Emin,
Ahmed Midhat, Necip Asım gibi dönemin aydınları ile devamlı temas halinde olarak sıkça Ġstanbul‘a gelmiĢ
Türklüğün yükselmesine yönelik tüm çalıĢmaları desteklemiĢtir. Ayrıca ll. MeĢrutiyetten sonra Osmanlı
Türkiyesi‘ne gelen Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Ali Hüseyinzade‘nin de süratlendirdiği ―Genç Türk‖
hareketi çerçevesinde bütün Türklerin dil ve kültür birliğine yönelik bütün çalıĢmalarını desteklemiĢtir. Ġsmail
Gaspıralı aydınların ve gençlerin bu çerçevede çalıĢma alanı olan ―Türk Derneği‖ ve ―Kırım Talebe Cemiyeti‖
gibi cemiyetlere ayrıca ―Mizan‖, ―Türk Yurdu‖, ―Halka Doğru‖ ve ―Türk Sözü‖ gibi dergilere Türklerde dil ve
kültür birliği için çalıĢmalarından ve mücadele etmelerinden dolayı büyük ilgi alaka göstermiĢtir. 62
4- Faaliyetleri
Ġsmail Gaspıralı‘nın çok yönlü kiĢiliği gibi faaliyetlerinin de çok çeĢitli ve kapsamlı olduğu görülür. Bütün
faaliyetleri birbiriyle iç içe birbiriyle bağlantılıdır. Ayrıca fikirleriyle faaliyetleri arasında bir tutarlılık
olduğundan fikirlerini uygulama olanağı bularak ve baĢarmıĢtır.
Fahri Solak‘ın çalıĢmasında; ‖Gaspıralı‘nın faaliyetleri hiç Ģüphesiz yayınları ile sınırlı değildir. O‘nun eğitim
ve yayın konusundaki çalıĢmaları da dönemine öncülük eden çalıĢmalardır …Usul-i Savtiye (Fonetik Usul) adlı
öğretim metodu; bizzat yazdığı okuma/ders kitapları; Bahçesaray‘da kurduğu ve Kırım Tatarları için bir ilk olan
matbaasında bastığı kitaplar ve nihayet Rusya Müslümanlarına hatta bütün Dünya Müslümanlarına dönük
yürüttüğü siyasi çalıĢmaların her biri reform niteliğinde çalıĢmalardır.‖ 63 Diye belirtildiği gibi Gaspıralı‘nın
yayınları yanında basın-yayın, eğitim-öğretim alanında yapmıĢ olduğu faaliyetlerinin her biri Türk dünyasında
yeri ve etkisiyle dönemine öncü olmuĢ çalıĢmalardır. Özellikle düĢüncelerini faaliyetlerini Türk Dünyası‘na
duyurabilmek için kurmuĢ olduğu ―Tercüman‖ gazetesi en önemli eseri olmuĢtur.
Ahmet B. Ercilasun, Ġsmail Gaspıralı‘nın fikirlerinin tam bir tasnif ve tahlilini yapmak için; Tercüman
gazetesini,* mecmua ve kitaplarını incelemek gerektiğini vurgular. Ancak eserlerini tam bir koleksiyon halinde
Türkiye kütüphanelerinde bulmanın mümkün olmadığına da dikkat çeker. 64 Bu konuda yapılmıĢ olan
Mehmet Saray, Gaspıralı Ġsmail Bey‘den Atatürk‘e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, Ġstanbul,
2003, s.139-140
63
Fahri Solak, a.g.e., s.2
62
* Hasan Duman‟ın „Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri(1828-1928) çalışmasında “Tercüman”
gazetesinin belli yıl ve sayılarına nerelerde ulaşılabilineceği sayfa 839-840 da şöyle verilmiştir:
Belediye Kütüphanesi Taksim/ İstanbul, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Hakkı Tarık Us(Beyazıt Devlet
Kütüphanesi içinde), Milli Kütüphane/Ankara, Millet Kütüphanesi/Fatih
64
Ahmet B. Ercilasun, “İsmail Gaspıralı‟nın Fikirleri”,
http://www.turkceciler.com/turk_dili/ismail_gaspiralinin_fikirleri.html, s.1
102
çalıĢmaların birçoğunda Ercilasun‘un açıklamaları doğrultusunda Türkiye kütüphanelerinde Gaspıralı‘nın tüm
eserlerinin bulunmadığı, yeterli çalıĢmaların yapılmamıĢ olduğu bilgisi yer almaktadır.
Cafer Seydahmed Kırımer, ―Ġsmail Bey fikirlerini alelade kitap sahifelerinde ileri süren ıslahatçı değil;
emellerini cemiyette, hayatta tatbike çalıĢan bir inkılâpçı idi.‖ 65 Demektedir. Gaspıralı, fikirleriyle, idealleriyle
ve faaliyetleriyle toplumun modernleĢmesine öncü olmuĢ bir modernleĢme ideologudur. Faaliyetlerinin her biri
özellikle de Kırım‘da güç koĢullarda kurmuĢ olduğu matbaası devrim niteliğinde çalıĢmalardır.
Gaspıralı‘nın önemli özelliklerinden birisi de, Mehmet Saray‘ın açıklamalarında da belirtildiği gibi; ―Ġsmail
Bey ilgisizlikten cehalet uykusuna dalmıĢ Türklüğü uyandırmak ve ayağa kaldırmak gibi yüksek ve sağlam
emelleri olduğunu ve bu maksatla milletin her zümresini bir sosyolog bir antropolog gibi tetkike çalıĢtığını
görüyoruz.‖ 66 Ģeklinde ifade edilmiĢtir.
―Rusya Müslümanları‖ baĢlıklı makalesinde Gaspıralı hemĢerilerine geri kalmıĢlıktan ve cehaletten
kurtulmaları için yaptığı öneride; ―bir taraftan hızla modern okullar açmaları, diğer taraftan da yayın yaparak
halkı aydınlatmaları‖ gereğini hatırlatır. Ancak çok geçmeden, bu hususlarda halkına önderlik yapması
gerektiğinin sorumluluğuyla Ġsmail Bey, Rus hükümetine gazete ve dergi çıkarabilmek için yaptığı müracaatları
kararlılıkla takip etmeye baĢlar.67 Ġsmail Gaspıralı‘nın bu makalesi Türk aydınları ve Rus yöneticileri arasında
büyük yankı oluĢturmuĢtur. Yazıları Türk aydınları arasında büyük bir beğeni ve ilgiyle izlenir. O‘nu yakından
izleyen ve eserlerini okuyanlar arasında özellikle Kazanlı Akçuralar ailesinden Ġsfendiyar Bey‘in kızı Zühre
Hanım da (daha sonra evleneceği eĢi) bulunmaktadır.68
Ġsmail Gaspıralı ―Rusya Müslümanları‖ baĢlıklı makalesinde iletmek istediği mesajlarını ―Tercüman‖
gazetesinin kurulmasıyla birlikte daha ayrıntılı ve sistemli bir Ģekilde ―Tercüman‖da yayınlamaya baĢlar.
BaĢlangıçta yazdıklarından ötürü farklı tepkilerle karĢılaĢır. Özellikle eğitim alanındaki görüĢleri aydın
kesimlerce olumlu karĢılanır. Eğitim-öğretimde çağdaĢ yöntemler uygulanırken eski yöntemde eğitim yapan
medreselerin de modernleĢmesi gerektiğini savunması bazı tutucu çevrelerin tepkisine neden olur. Türk
topluluklarının içinde bulundukları durumdan kurtuluĢu ancak eğitim yoluyla olacağından tek seçenek ise
modernleĢmekti.69
Ġsmail Gaspıralı, Rusya‘daki Türk Ġslam toplumlarının eğitim, kültür reformu ve modernleĢmeye gereksinimleri
olduğunu düĢünen ilk ve tek Müslüman Türk aydını olarak modernleĢmenin AvrupalılaĢma olduğunu da
savunmaktadır. ModernleĢmenin tek yolunun da eğitim olduğunu düĢünür, Ġslam okullarındaki çoğunlukla din
Kırımer, a.g.e., s.46
Mehmet Saray, Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği,Çantay Kitabevi, İstanbul,2003, s.4
67
Mehmet Saray,a.g.e.,s.22
68
Mehmet Saray, a.g.e., s.22
69
Mehmet Saray,a.g.e. , s.23
65
66
103
üzerinde yoğunlaĢan (skolâstik eğitim) eğitim sistemini eleĢtirerek, çocukların ana dillerini daha etkili
konuĢmalarını sağlayacak yeni bir eğitim-öğretim sistemini kurar.70
Batının da modernleĢmesinde eğitimin nedenli etkin bir rolü olduğuna dikkat çeken Gaspıralı modernleĢmenin
ilk Ģartı olarak eğitim alanında eski öğretim usulüne karĢı, Usûl-ı Savtiye adını verdiği okuma yazmayı çabuk
öğreten yeni bir metot geliĢtirir. Bu metodu öncelikle öğretmenlere öğretir. Usûl-i Cedid adıyla yeni okullar açar
ve açılmasını da sağlar. Bahçesaray‘ın Kaytmaz Ağa mahallesinde kendisinin açmıĢ olduğu ―birinci mekteb-i
cedid‖ kısa sürede Rusya‘da Türkler arasında hızla yayılır. 71
Gaspıralı‘ya göre; eğitim sistemi öncelikle ana dilin öğretilmesine ağırlık vermeli, dini bilgilerle birlikte dünyevi
bilgileri de içermelidir. Öncelikle Usul-i Cedid mekteplerinde eğitim sisteminin belirlenmesine önem vermiĢtir.
Bu sisteme göre öğretim süresi; Ġlk dereceli okullarda iki yıl, haftada altı ders günü olarak belirlenir. Günde en
fazla beĢ ders yapılacak ve derslerin süresi 45 dakikayı geçmeyecekti. Öğrenci sayısı ise; bir öğretmenin en fazla
otuz ya da kırk kiĢilik sınıfta ders yapacağı Ģeklinde öğrenci sayısı sınırlanmakta idi. Eski eğitim sisteminde
sınav olmadığından yeni sistemde hafta ve dönem sonu bütün derslerden sınav getirilip, mezuniyette de bu
sınavlardan baĢarılı olma Ģartı getirilir. Öğrencilerin bedenlerine yönelik ceza uygulamalarına son verilir. Ayrıca
okul binası, derslikler ve okulda kullanılan sıra, karatahta, kitaplık gibi araçların modern tarzda olmasına da
özen gösterilir.72 Eğitim- öğretimin modernleĢmesi müfredatta da büyük değiĢikler getirmiĢtir. ―Ġlk basamakta
Türkçe okuma-yazma öğretiminin yanı sıra, temel aritmetik, hat, Kur‘an okuma ve Ġslam‘ın esaslarını
öğretmeye yönelik dersler yer almakta, buna bir üst basamakta genel coğrafya ve tarih, Ġslam ve memleket tarihi
hakkında giriĢ bilgileri ve tabiat bilgisi dersleri de‖73getirilmiĢtir. Ġlk kez verilecek bu dersler için mevcut ders
kitabı bulunmadığından Gaspıralı tüm Usul-i Cedid mekteplerinde kullanılmak üzere Hâce-i Sıbyan isimli ders
kitabını hazırlar ve basımını da kendi matbaasında yapar. 74
Ġsmail Gaspıralı 1884 yılında Bahçesaray‘ın Kaytaz Ağa mahallesinde açtığı ilkokul ile eğitim alanındaki
düĢüncelerini uygulama olanağı bulmuĢ olur. Bu okulun açılmasında maddi manevi bütün sorumluluğu kendisi
üstlenir. Özellikle öğretmen yetiĢtirilmesi, program hazırlanması, ders kitaplarının basılması gibi bütün
gereksinimleri kendisi karĢılar tüm detaylarla ilgilenir. Bahçesaray‘da okulun tanıtımı için hazırlamıĢ olduğu
duyuruyla halka kırk günde okuma-yazma öğretileceği bilgisini duyurur. Usûl-i Savtiyye adını verdiği yeni
metotla kırk gün sonra halka açık bir Ģekilde herkesin önünde yapılan bir sınavda tüm öğrencinin bunu
baĢardığını gösterir. GeliĢtirmiĢ olduğu eğitim sistemi Usul-i Cedid Rusya Ġmparatorluğu içindeki tüm
Müslüman okullarında uygulanır. Eğitim alanında devrim niteliğinde ki bu uygulamalar kısa sürede yaygınlaĢır.
1917 yılına kadar olan dönem içinde bu tarzda yetiĢen kadrolar ―Cedidciler‖ olarak tanımlanır. Bu süreçte
70
http:// tr. Wikipedia.org/ismailGasp,s.1
Mehmet Saray. Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gaspıralı İsmail Bey, Ankara, 1987, s.2
72
İslam Ansiklopedisi,a.g.e., s. 394
73
A.g.e., s.394
74
A.g.e.,s.394
71
104
Ġsmail Gaspıralı birçok sorunla karĢılaĢır ancak sorunlar karĢısında umudunu yitirmez. Usul-i cedidi tanıtıcı
birçok geziler yapar özellikle ―Tercüman‖ gazetesi tanıtım konusunda en önemli araç olur. Kısa sürede bu
okulları toplumun her kesimince desteklenir. Aydın mollalar, eğitimciler, esnaf ve müslüman varlıklı kiĢilerce
desteklenir. Ayrıca, Ġdilboyu Tatarlarından Hüseyinovlar, Apanaylar, Akçuralar gibi zengin tüccarların,
Tağızade gibi Kafkasyalı Müslüman milyonerlerin maddi ve manevi destek olmaları Usûl-i Cedid mekteplerinin
hızlı bir Ģekilde yayılmasında etken olur. Böylece, toplumun da maddi ve manevi desteği sonucunda Usûl-i
Cedid mektepleri özellikle Ġdilboyu‘nda, Kafkasya ve Kırım‘da köylere kadar yayılır. 1895 yılında Rusya
imparatorluğu içindeki bütün Usûl-i Cedid mekteplerinin sayısının yüzü geçtiği, 1914 yılında ise bu sayının beĢ
bin dolayında olduğu görülür. 75
Eğitim-öğretim alanında Gaspıralı‘nın önemli faaliyetlerinden birisi de Ġlk Usûl-i Cedid kız mektebini ablası
Pembe Hanım Bolatukova‘ya 1893 tarihinde Bahçesaray‘da açtırmıĢ olmasıdır. Böylece Müslüman Türk
kızlarının eğitiminde de öncülük yapmıĢ olur. Bu örnek uygulama kısa sürede diğer bölgelerde de yayılır. 76
Eğitim-öğretimin modernleĢtirilmesi çerçevesinde Gaspıralı, Medreseleri Usul-i cedidin üst dereceli eğitim
kurumları haline dönüĢtürecek yeni plan ve program hazırlar. Ancak uygulama aĢamasında medreselere egemen
olan belli çevrelerin tepkisiyle karĢılaĢır. Bunun üzerine baĢka faaliyetlerine önem verir. Böyle olunca da
medreseler konusunda Usul-i Cedid mektepleri kadar baĢarılı olmaz.
Osmanlı Türkçesini bütün Türklerin ortak edebi dili haline getirmeye çalıĢan Gaspıralı‘nın amacı yabancı unsur
ve kaidelerle dolu bir Osmanlıca değil halk tarafından anlaĢılabilen yabancı unsurlardan ayıklanmıĢ sade bir
Osmanlı Türkçesidir. YaĢamı boyunca ―Tercüman‖ gazetesinde ve tüm yapıtlarında sade bir Osmanlı Türkçesi
kullanmıĢtır.77 Cafer Seydahmed Kırımer; Gaspıralı‘nın ―ġemsettin Sami, Mehmet Emin, Ahmet Mithat, Necip
Asım Beylerin fikirleri ile yakından ilgilenmiĢtir. Ġsmail Bey ilk Türkçülerin fikirlerini öğrenmiĢ bile olsa onun
Türk birliğini ve bilhassa dil birliğini ehemmiyetle mevzubahis etmesi ve hatta umumi bir dil yaratmak
lüzumunu ehemmiyetle anlayarak bunu tahakkuk ettirmeye çalıĢması, gene alelade bir iĢ telakki olunamaz.‖ 78
Diyerek Gaspıralı‘nın Türk birliği ve dil birliği yaratma konusuna verdiği önemi ve bu konudaki çalıĢmalarını
vurgulamıĢtır.
1905 yılının ilk aylarından itibaren Rusya‘da uzun süreli olmamakla birlikte rejimde olumlu yönde görülmekte
olan geliĢmeden faydalanarak Müslümanları ayrı ayrı yaĢadıkları bölgelerde ya da birlik halinde örgütlemeye
karar verir. Bir kongre düzenlemeyi düĢünür ancak düĢündüğü bu kongre için resmi izin alınamayınca,
kongrenin bir gezi sırasında toplanmasını tasarlar. Böylece, Nijniy Novgorod‘da bir nehir gemisinde gezi
sırasında 28 Ağustos 1905 tarihinde 1. Bütün Rusya Müslümanları Kongresi toplanır. Ġsmail Gaspıralı baĢkan
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s. 392-393
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.392-393
Ahmet B. Ercilasun, a.g.e., s.3
78
Kırımer, a.g.e., s.42
75
76
77
105
seçilir kongrede her alanda teĢkilatlanma kararı alınır. Daha sonra 03 Aralık 1905 tarihinde Akmescid‘de Bütün
Kırım Müslümanları Kongresi toplanır yine Gaspıralı kongreye baĢkanlık yapar. 1906 yılının Ocak ayı sonlarına
doğru St. Petersburg‘da, II.Bütün Rusya Müslümanları Kongresi toplanır. Ġsmail Gaspıralı‘nın tüm çalıĢmaları
çabaları sonucu 1906 yılında açılan Devlet Duması‘na yirmi beĢ Müslüman milletvekilinin katılımı sağlanır.
Ancak iki ay gibi kısa bir süre sonra Çar Duma‘yı dağıtmıĢ olsa da bu önemli bir baĢarı olur. Çünkü 1906 yılının
Ağustos ayında toplanacak III. Rusya Müslümanları Kongresi için bu kez resmi izin almaya gereksinim
duyulmaz. Bu kongre geniĢ katılımlı olarak 800 delegenin katılımıyla toplanır. Kongrede görüĢmeler sonucu,
Ġttifak-ı Müslümin (Rusya Müslümanlarının Ġttifakı) grubunu kurma kararı alınır. Kongrenin programı Ġsmail
Gaspıralı‘nın savunduğu fikirleri doğrultusunda oluĢur. Kongre programında: Rusya‘daki bütün Müslümanların
eğitim sisteminin birleĢtirilmesi, bütün Müslüman öğretmenlerin tek bir teĢkilat içersinde toplanması,
ilköğretimin bütün Müslüman kız ve erkek çocukları için zorunlu olması, öğretim dilinin sadeleĢtirilmesi ve
Osmanlı Türkçesi olması, rüĢtiyelerin(orta dereceli okullar) açılması gibi kararlar yer alır. 79
1907 yılından baĢlayarak Rusya‘da rejimin baskı uygulamaya baĢlaması ve özgürlüklerin kısıtlanması sonucu
Ġsmail Gaspıralı çalıĢmalarını bu kez Rusya dıĢında sürdürmeye karar verir. Çok arzu ettiği Dünya
Müslümanları Kongresi‘ni Kahire‘de toplamak için yaptığı çalıĢmalardan beklediği sonucu alamayınca bu
projesinden vazgeçer. 1912 yılında dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkelerinden Hindistan‘a gitmeye karar verir.
Usul-i Cedidi tanıtmak için Bombaya gider orada yetkililerle görüĢür Bombay‘daki mahalli Müslüman teĢkilatı
olan Encümen-i Ġslamiyye‘nin toplantılarına katılır burada düĢüncelerini faaliyetlerini anlatır. Bombay‘da Usul-i
Cedid mektebi açar ve burada kırk günde okuma yazma metodunu baĢarıyla uygular. 80
Ġsmail Gaspıralı, tüm yaĢamını Türk ve Ġslam dünyasının yükselmesine adamıĢ, düĢünceleri ve eylemleriyle
öncülük yapmıĢ bir kiĢidir. Fikirlerini duyurabilmek için çok sayıdaki dergi, mecmua, kitap gibi yayınlarıyla
halkını aydınlatmaya çalıĢmıĢtır. Gaspıralı‘nın yapıtlarından bazıları: ―Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı
Muvâzene‖ (1885) bu yapıtında, Avrupa medeniyetini bu medeniyetle ilgili düĢünceleri inceler, ayrıca
sosyalizm hakkındaki düĢüncelerine de yer verir. ―Russkoe Musulmanstvo‖ (Rusya Müslümanlığı) Rusya
Müslümanlarının eğitim, dil, basın-yayın gibi konulardaki sorunlarına dikkat çeker. ―Salnâme-i Türki‖
(Bahçesaray 1882) farklı ülkelerdeki eğitim sistemlerini, basın sağlık gibi konuları içerir. ―Mir‘ât-ı Cedid‖
(1901), ―Salnâme-i Türkî‖ (Bahçesaray 1882), ―Medeniyet-i Ġslâmiyye‖ (Bahçesaray 1889), ―Âlem-i Nisvân‖,
‗Âlem-i Sübyan‖, ―Mektep ve Usul-i Cedid Nedir?‖ (Bahçesaray 1894), ―Hace-i Sıbyan‖ (Bahçesaray 1884)
Gaspıralı bu kitabı usul-i cedid mektepleri için ders kitabı olarak hazırlar. ―Rehber-i Muallimîn‖ (Bahçesaray
1898) usul-i cedid mektepleri öğretmenleri için hazırlar. Ayrıca yapıtları arasında ―Aslan Kız‖(Bahçesaray
1894) ve ―Gündoğdu‖ gibi romanları da bulunmaktadır. Ayrıca toplamak istediği Dünya Müslümanları kongresi
79
80
İslam Ansiklopedisi, a.g.e. , s.393
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.393
106
ile ilgili düĢünce ve faaliyetlerinin yazdığı ―Müslüman Kongresi: Mü‘temer-i Ġslamî âm(Bahçesaray 1909)81gibi
eserleridir.
II. MeĢrutiyet‘in ilanından sonra Ġstanbul‘a gelen Gaspıralı, büyük bir ilgiyle karĢılanır. Jön Türklerle daha
önceden de iliĢkileri bulunduğundan aydın çevrelerce iyi tanınan sayılan bir kiĢidir. Burada faaliyetlerini
uygulayacağı ortam ve koĢulları elveriĢli bularak çeĢitli Ġstanbul dergilerine yazılar yazar. Bu yıllarda
Osmanlı‘da ―Ġslamcılık‖, ―Türkçülük‖ ve ―Batıcılık‖ gibi düĢünce akımları farklı açılardan da olsa Gaspıralı‘da
kendilerine uygun noktalar bulabilmiĢlerdir. Bu dönemde Osmanlı aydınlarıyla iliĢkileri oldukça yoğundur
1908‘de kurulan Türk Derneğinin kurucu üyeleri arasında yer alır, 1911 ‗de kurulan Türk Yurdu cemiyeti ve
onun yayın organı olan Türk Yurdu dergisi üzerinde etkisi olmuĢtur. Tüm bu iliĢkilerine karĢılık 1912 yılında
hükümette bulunan Ġttihatçıların Türkçü kanadınca kendisine teklif edilen ayan üyeliğini kabul etmez. 82 Türkiye
Türklüğüne büyük ilgi duyan Gaspıralı, Kırım‘da Rus basınına karĢı Türkiye‘yi savunmaktan, aleyhteki yazılara
cevap vermekten asla çekinmemiĢtir. Birinci Dünya savaĢı öncesi Ġstanbul‘a geldiği sırada Türkiye‘yi savaĢa
girmemesi konusunda uyarmaya çalıĢan Ġsmail Gaspıralı gerçek bir idealisttir.
Mehmet ġevki Eygi‘nin açıklamalarında ―Ġsmail Gaspıralı, Müslümanlık ve Türklük için çalıĢmıĢ, son derece
idealist, namuslu, feragatli, fedakâr, azimli bir Ģahsiyettir. Yazık ki bugünkü Türkiye‘de ve Türklük âleminde
artık Gaspıralı Ġsmail Bey gibi bir gazeteci yok.‖83 Diye belirtmektedir.
Sonuç
Ġsmail Gaspıralı, Türk dünyasının yetiĢtirdiği en önemli kiĢilerden biri olarak tüm yaĢamını ideallerini
gerçekleĢtirmeye adamıĢ bir idealisttir. Türk dünyasının yükselmesi, Türklüğü dünyaya duyurmak ideali uğruna
bıkmadan mücadele etmiĢtir. Fikirlerini Türk dünyasına duyurabilmek için kurduğu ―Tercüman‖ gazetesi basınyayın alanında Müslüman Türk dünyasına kazandırdığı en önemli faaliyeti olmuĢtur. Böylece fikirlerini geniĢ
bir coğrafyada yaygın bir okuyucu kitlesine ulaĢtırabilmiĢtir.
Rusya‘da yaĢayan Türk Müslüman toplumlarının geri kalmıĢlıktan ve bilgisizlikten kurtuluĢunun tek yolu olarak
gördüğü çağdaĢ eğitimi savunarak, Usul-i Savtiye adını verdiği öğretim metodu, Usul-i Cedid adını verdiği
okulları günümüzde de örnek olacak niteliktedir. Özellikle kız çocuklarının okumasına önem vererek Usul-i
Cedid kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova‘ya 1893 yılında açtırması, kısa sürede diğer bölgelere de
yayılmasında öncülük etmesi daha o yıllarda kız çocuklarının okumasına dikkat çekmesi açısından oldukça
önemlidir. Gaspıralı‘nın lll. Rusya Müslümanları Kongresi‘nde kendi savunduğu düĢünceleri doğrultusunda
alınan kararlarda özellikle ilköğretimin kız ve erkek çocuklar için zorunlu olmasına yer verilmesi daha o yıllarda
kadın ve çocuk sorununa önem verip dikkat çekmesi en büyük baĢarısıdır.
Ġslam Ansiklopedisi, a.g.e., s. 395
İslam Ansiklopedisi, a.g.e., s.394
83
Mehmet ġevki Eygi, a.g.e.
81
82
107
Ġsmail Gaspıralı, düĢüncelerini ―Tercüman‖ aracılığıyla yayarken Türk halkını birlik ve beraberliğe
dayanıĢmaya çağırmıĢtır. Böylece “Dilde- Fikirde- ĠĢte Birlik‖ söylemi ile Türk halklarındaki birlikteliğin temel
ilkelerini oluĢturmuĢtur. Günümüzde de bu söylem birlik mücadelesinin hedefini göstermektedir. Böylece;
Ġsmail Gaspıralı gazeteci, yazar, eğitimci, ideolog ve siyasetçi kimliği ile yeri doldurulmayacak bir Ģekilde Türk
Dünyasında yerini almıĢtır
KAYNAKÇA
Arıkan, Sabri(Haz.),
Kendi Kaleminden Ġsmail Bey Gaspıralı‟nın Ġdealleri ĠĢleri
Tavsiyeleri ve Haberleri,C.1l, Türk Dünyası AraĢtırma Vakfı,
Ġstanbul, 2011
Aydın, Mithat,
19.Yüzyıl Ortalarında Panslavizm ve Rusya,
Pauegitimdergi.pau.edu.tr
Devlet, Nâdir,
Ġsmail Bey (Gaspıralı), Türkiye Cumhuriyeti Kültür
Bakanlığı, Ankara,1988
Diyanet ĠĢleri Vakfı,
Ġslâm Ansiklopedisi, c. 13, Ġstanbul, 1966
Duman, Hasan,
Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri(1828-1928), C.2,
Ankara, 2000
Ercilasun, Ahmet B,
Ġsmail Gaspıralı‟nın Fikirleri, www.turkcecilr.com/
turk_turkdili/Ġsmail_ gaspiralinin_fikirleri.html
Eygi, Mehmetġevket,
http://www.milligazete.com.tr/makale/ismail-gaspirali-beyintercüman- gazetesi
Hablemitoğlu, Necip,
Gaspıralı Ġsmail Bey: Dilde Birlik ve Türklük ġuuru,
http://hablemitoğlu.com/dildebirlik.htm, s.3
Kırımer, Cafer Seydahmet,
Gaspıralı Ġsmail Bey, Haz. Ramazan Bakkal, Avrasya Bir Vakfı
Yay. 2, Ġstanbul, 1996
Kırımlı, Hakan,
“Ġsmail Bey Gaspıralı ve “Birlik” Kavramı Üzerine”, Ġsmail Bey
Gaspıralı ve Ziya Gökalp Sempozyumları-Bildiriler, Yay. Haz. H.
Dündar AKARCA, Türksoy Yay. Ankara, 2003
Kocaoğlu, Timur,
“Tercüman Gazetesi‟nin Dili ve Coğrafyası”, Ġsmail Bey Gaspıralı
ve Ziya Gökalp Sempozyumları-Bildirileri, Hazırlayan: H. Dündar
Akarca, Türksoy yayınları, Ankara, 2003
108
Meydan Larousse,
Büyük Lugat ve Ansiklopedi, C. 5
Saray, Mehmet
Gaspıralı ĠsmailBey‟den Atatürk‟e Türk Dünyasında Dil ve Kültür
Birliği, Çantay Kitabevi, Ġstanbul, 2003
Saray, Mehmet
Türk Dünyası‟nda Eğitim Reformu ve Gaspıralı Ġsmail Bey,
Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü, Ankara, 1987
Selimova, Leniyara,
Rus Çarlığı Zamanında Kırım Tatar Matbuatı,
http://www.kardeskalemler.com/nisan2010.
Solak, Fahri,
Doğumunun 150. Yılında Gaspıralı Ġsmail Bey, Tercüman Gazetesi
Bibliyografyası ve Türkçe Yayınlar, http://ismailgaspirali.org
Toker, Mustafa,
“Ġsmail Gaspıralı ve “Dilde Birlik” Fikri Üzerine”, Ġsmail Gaspıralı
ve Türk Fikir Hayatındaki Yeri(Panel), Karapınar/Konya, 2001
www.turkiyat.selcuk.edu.tr
www. Kimkimdir.gen.tr,
Ġsmail Gaspıralı (1851-1914)
www.tugbam.com
Ġsmail Gaspıralı hayatı ve eserleri
Yavuz, Akpınar,
Yüksel, Zuhal,
Ġsmail Gaspıralı, Ötüken NeĢriyat,
“Gaspıralı ve Dil Birliği”, Ġsmail Bey Gaspıralı ve Ziya Gökalp
Sempozyumları-Bildirileri, Haz. H.Dündar Akarca, Türksoy
yayınları, Ankara, 2003
109
Tercüman-ı Ahval-Zaman 1335 Nu:23 (Mart 2-sene1907 ) (s.1-4 )
(Ġstanbul Taksim Belediye Kütüphanesi‘nden )
110
II
111
III
112
113
EDEBĠYATIMIZIN KAFKAS CEPHESĠ: OSMANLI-RUS SAVAġLARINDA 1855 KARS ZAFERĠNĠN
TÜRK ġĠĠRĠNDEKĠ YANSIMALARI
Tevfik SÜTÇÜ*
ÖZET
Türk Edebiyatının önemli savaĢ edebiyatı örnekleri, Türklerin yeni toprak parçalarını vatanlaĢtırmalarının
sonucunda ortaya çıkan kahramanlık ve cihangirlik duygusuna dayanır. Osmanlı Devleti‘nin parçalanma
döneminde meydana getirilmiĢ vatan ve savaĢ edebiyatı örnekleri ise vatan topraklarının elden gitmesi
sonucunda ortaya çıkan psikolojinin etkisinde meydana getirilmiĢtir. Tanzimat döneminden sonra, genel olarak
Kırım SavaĢı olarak isimlendirilen savaĢlarda, Batı‘da Balkan cephesinde, Doğu‘da ise Kafkas cephelerinde
toprak kayıpları ve bozgunlar yaĢanır. Osmanlı toplumunda yaĢanmıĢ olan bu parçalanmaların, toprak ve insan
kayıplarının acısının, dönemin edebiyatçılarının eserlerine geniĢ ölçüde yansıdığı görülecektir.
KuruluĢu tarihte M.Ö. 4000 yıllarına kadar dayanan ve bugünkü yurdumuzun en eski serhat beldesi ve
Kafkaslara açılan kapısı olan Kars, 1534 yılında resmen Osmanlı Devleti yönetimine bağlanarak çeĢitli
savaĢlarla yıkılmıĢ ve bozgunlar görmüĢ bir ilimizdir. Ruslar tarafından ―Osmanlı Devleti‘nin Kapısı‖, ―Küçük
Asya‘nın bu zapt olunmaz kalesi‖ gibi nitelemelerle de anılan Kars kalesi, Kars yaylası merkezli ve Kafkaslara
geçiĢin eĢiği olarak kabul edilir.
Osmanlılar ile Ruslar arasında XIX. asırda yapılan Kırım SavaĢlarında Kars cephesindeki mücadeleler, bölgenin
Rusların eline geçmesi ve sonunda 1855 yılında yaĢanan Kars Zaferi, dönemin Ģairlerinin Ģiirlerine, bazen
hüzünle bazen de Ģenlik duygusuyla geniĢ ölçüde akseder.
1828 yılında Kars‘ın ilk defa düĢman eline düĢmesinden dolayı, 13-14 yaĢlarında Kars‘ta bulunan Namık
Kemal‘e de dersler vermiĢ olan Karslı Müderris Mehmet Hamit Efendi, ―Mersiye-i Kars‖ isimli Ģiirini yazar.
Gönüllü asker toplanmasında rol oynayan ―Gönüllüler Türküsü‖ isimli koçaklamayı Çıldırlı Âşık Şenlik söyler.
1855 yılında Kars‘ın Ruslardan tekrar geri alınması üzerine ―Vatan Gazeli‖ isimli Ģiiri, dönemin Divan Ģairi
Süleyman Şadi Efendi kaleme alır. Bu dönemde yaĢamıĢ pek çok Ģair, konusu ―Kars savaĢı veya zaferi‖ merkezli
hamasî ve vatanî Ģiirler söylemiĢtir. Dönemin edebiyatçıları, cephelerdeki yiğitliklerden, kahramanlıklardan ve
fedakârlıklardan söz ederlerken, diğer yandan Kafkasların Anadolu kapısı olan Kars‘taki kahramanlıkların
destanlaĢmasını da sağlamıĢlardır. Bu bildiride destanî Ģiirlerin, o dönemdeki vatan aĢkını, fedakârlık
duygusunu, savaĢma arzusunu artırmak ve sürdürmek için yazıldığını belirtirken, yaĢanan hamaset duygusunun
edebiyattaki durumu da incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Kafkaslar, Kars, SavaĢ, Hamaset, Türk Edebiyatı, ġiir
CAUCASIAN FRONT OF OUR LITERATURE: REFLECTION OF 1855 KARS VICTORY IN
OTTOMAN-RUSSIAN WARS ON TURKISH POEM
ABSTRACT
*
Yrd. Doç. Dr, Namık Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edeb. Böl. Öğretim Üyesi, [email protected],
[email protected]
I
The important examples of war literature within Turkish Literature depend on the feeling of valor and conqueror
which arise as a result of Turks conquering and nationalizing new lands. Examples of nation and war literature
which were composed in the disintegration period of Ottoman Empire were created under the influence of
psychology that was formed as a result of losing nation lands. After Tanzimat Reform Era, land loss, defeats and
disasters were experienced in Balkan Front in the West and Caucasian Front in the East during wars which were
called Crimean Wars. It is analyzed that these disintegrations, land and human losses experienced in Ottoman
society reflected greatly on the works of men of letters of the era.
Kars whose foundation dates back to 4000 BC and serves as a door opening to Caucasus being the oldest border
village of our country was linked to Ottoman officially and virtually in 1534 and had been collapsed in various
wars and experienced various defeats before. Kars Castle which was named as ―The door of Ottoman Empire‖,
―The irrepressible castle of Small Asia‖ by Russians, is at the centre of Kars Upland and accepted as the passage
way of Caucasus.
Struggles in Kars Front during Crimean Wars which is carried out in XIX century between Ottomans and
Russians, Russian invasion of the city and district and finally 1855 Kars Victory reflect greatly on the poem of
era and area blending sometimes with sorrow and sometimes with merry.
Karslı Müderris Mehmet Hamit Efendi, who had also given lectures to Namık Kemal –aged 13-14 and living in
Kars then- wrote his poem named ―Mersiye-i Kars‖ upon Kars being invaded for the first time in 1828. Çıldırlı
Âşık Şenlik sings the epical folk poem called ―Gönüllüler Türküsü‖ which plays role in collecting military
volunteers. In 1855, the poem called ―Vatan Gazeli‖ was written by Süleyman Şadi Efendi, the Ottoman Poet of
the era upon reinvasion of Kars by Russians. Many poets who lived in this period told epical and national poems
that are based on ―Kars War and Victory‖. While men of letters of the era mentioned bravery, heroism and selfdevotion in the fronts; on the other hand they also enabled heroism in Kars which is the Anatolian passage to
Caucasus to become legendary.
In this paper, we would state that epic poems were written in order to increase and sustain love of nation, feeling
of self-devotion, desire and excite for fight; analyze the status of valor within literature and state the place and
importance of Kars in Caucasus during these years.
Keywords: Caucasus, Kars, War, Valor, Turkish Literature, Poem
GĠRĠġ
Kafkaslar
Kafkasya veya Kafkas Dağları ismi, çok eski tarihçiler olan Eschylus ve Heredot zamanından bu yana
kullanılagelmektedir. Önceleri doğuda Hazar Denizi ile batıda Karadeniz arasındaki bir coğrafya kesitinde yer
alarak Batı-Kuzey Batı yönünden Doğu-Güney Doğu yönüne uzanan dağ zincirini tarif etmek için kullanılan
―Kafkasya veya Kafkasya Dağları‖ isimleri, günümüzde Astarhan eyaletinin güneyi ve Don nehrinden
115
baĢlayarak Türk ve Ġran sınırlarına kadar uzanan toprakları içine alan ülkeye verilmiĢtir. 1 Kuzey batısındaki
Taman yarımadasından, Hazar Denizi‘nin batısındaki ApĢeron yarım adasına kadar uzanan bölgeye Kafkasya
denilmektedir. Kuzey sınırında, Kuman ve Kuma nehirleri, güneyinde ise Türkiye ve Ġran yer almaktadır. 2
Bir zamanlar ―Kafkas‖ isminin sınırlı olarak tarif edildiği dağ zinciri 1000 km kadar uzunluğundadır ve bölgeyi
Güney ve Kuzey Kafkasya olmak üzere ikiye bölmektedir. Ancak esas dağlık bölgenin uzunluğu 650-700 km
kadardır. Fakat yaklaĢık 350 km kadar süren etekleri, Hazar kıyısına kadar, Bakü yakınlarına kadar uzanırken
aynı Ģekilde Karadeniz kıyılarındaki Novorosseeks‘e kadar 170 km uzunluğundaki kadar etekleri yayılmaktadır.
Dağ zincirlerinin geniĢliği, önemli miktarlarda değiĢiklik göstermektedir. Tam orta yerdeki konik biçimindeki
yükseltilerin olduğu yerlerde çok daralan zincirin kabaca geniĢliği, 170 km civarında bulunmaktadır. 3 Diğer
yandan bu dağlar aynı zamanda Anadolu, Ġran ve Arap memleketleri ile Kıpçak bozkırlarını Ġskit memleketlerini
birbirinden ayırarak doğal bir duvar görevi görmektedir.
Kafkasya, esas itibariyle dağlık bir bölgedir ve Kafkas halklarının büyük bir kesimi de Rion ve Kura nehrinin
vadilerinde yaĢayan Hıristiyan ahali sayılmazsa, genel olarak dağlık bölgelerde yaĢarlar. Büyük bir yükseltiye
sahip olan merkezi dağ zinciri, diğer bütün fiziksel özellikleri de etkilemiĢ ve nüfusun yapısının meydana
gelmesinde belirleyici ve etkili olmuĢtur. Dağlar insanları Ģekillendirirken orada yaĢayan insanlar da, ateĢli bir
cesaret ve enerji ile sevdikleri bu dağların eriĢilmez zirvelerinde tehlikelere karĢı koyabildikleri dağlarında
dövüĢmüĢlerdir. Kendilerini düĢmanlarına karĢı koruyan engebeli ve yüksek dağlar, dik ve derin vadiler ve ilk
çağlardan bugünlere kalan ormanlar aynı zamanda Kafkaslıların birleĢmelerini önlemiĢtir. Dağlık bir bölge olan
Kafkasya‘da yerleĢim bölgeleri, çoğunlukla yüksek yerler ve derin vadiler olmuĢtur. ĠĢgaller sırasında dağlara
çekilmiĢ olan Kafkasların yerli ahalisi, iĢgalci askerlerin uzaklaĢmasıyla yeniden düzlüklere inmiĢtir. Yüksekliği
5000 metreyi bulan dağ sıraları, bölge insanının tarihi ile kültür ve karakterini baĢka halkların kültür ve
karakterinden farklı kılmıĢtır. Askeri açıdan büyük bir savunma kolaylığı sağlayan dağlar, kültür ve etnik
bakımdan bölünmüĢ bir coğrafyanın doğmasına sebep olmuĢtur.4
Çok eski çağlarda, uzun zamanlar öncesinde Kafkasların ovalık bölgelerinde çeĢitli kavimlere mensup askerî
birlikler kaynaĢırken Kafkas Dağları, tarih sahnesinden silinmiĢ pek çok ırka saklanma görevi gören sığınak yeri
olmuĢtur. Stratejik konumu ve önemi sebebiyle tarih boyunca bölge Mısırlılar, Medler, Alanlar ve Ġskitler;
Grekler, Romalılar, Ġranlılar ve Araplar; Moğollar, Türkler, Tatarlar ve Slavlar, birbirlerini takip ederek bir çok
defalar, kıyıya vuran sert dalgalar gibi, Kafkasları süpürüp geçmiĢlerdir.
Tarihi kaynaklarda, M.Ö. II. bin yılın baĢında Hint-Ġrani dilleri konuĢan yerleĢik çiftçilerin yerleĢtiği ve ilk
sahipleri olduğu kaydedilen5 Kafkasya bölgesine, IV. yüzyıldan itibaren Avarlar ve özellikle Hazar Türkleri
gelerek yerleĢmiĢlerdir. Uzun süre Hazar Denizi sahillerinde yaĢamıĢ olan Hazar Türkleri, Kaspi Denizi, Bulgar
Denizi, Dilem Denizi de denilen bu denize Hazar Denizi denilmesine sebep olmuĢlardır. Hazar Türkleri iki
John F. BADDELEY, Rusların Kafkasya‟yı Ġstilası ve ġeyh ġamil, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul 1996, s.19.
Kenan ÇELĠK-Cemalettin KALAYCI, Kafkasya‟nın Sosyo-Ekonomik Yapısı 1992-1997, Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz,
Kafkasya ve Orta Asya Ülkeleri Uygulama ve AraĢtırma Merkezi Yayını, Trabzon 2002, s.3.
3
John F. BADDELEY, A.g.e, s.20.
4
Abdullah SAYDAM, Kafkasya‟da Bağımsızlık Mücadeleleri ve Türkiye, Karadeniz Teknik Üniversitesi Kafkasya AraĢtırma Merkezi
Yayını, Trabzon 1993, s.1.
5
Mirfatih ZEKĠYEV, ―Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz‘in Kuzeyi, Ġdil-Ural ve Batı Sibirya‘daki Eski Türkler‖, Türkler, C.1, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.425-426.
1
2
116
yüzyıldan fazla bir süre Araplarla savaĢmıĢlar ve sonuçta Araplara yenilmiĢlerdir. VII. ve VIII. yüzyılda Güney
Kafkasya, Emevi hakimiyetine girmiĢ ve Hazar Türkleri Ġslamiyeti kabul etmiĢtir. V. yüzyıl ile XI. yüzyıl
arasında Avrupa Hunları, Bulgarlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler ve Kumanların varlık gösterdikleri bu
bölgeye,6 XI. yüzyılda Oğuz Türkleri Orta Asya‘dan gelerek yerleĢmiĢlerdir. 7 Daha sonra bölge, Selçuklu
hakimiyeti, HarzemĢahların hakimiyeti, Moğolların istilası ve Ġlhanlıların devlet kurmalarından sonra,
Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devleti‘nin mücadelelerine sahne olmuĢtur. 1514 tarihinde Çaldıran seferi ile
Osmanlı Devleti bölgeye nüfuz ederek XVI. yüzyılda bölgede hakimiyeti devam ettirmiĢtir. 8
Kafkasya, tarih boyunca çeĢitli akınlara, istila ve iĢgallere uğramakla birlikte, bu iĢgallerin sonucu çoğunlukla
kalıcı olmamıĢtır. Sonuçta yüzyıllarca sürmüĢ olan savaĢlardan sonra 21 Haziran 1864 tarihinde tamamlanan
Rusların iĢgali kalıcı olmuĢtur. Önceki iĢgalciler Kafkasya‘nın tamamına sahip olamamıĢ, ancak belli
bölgelerinde geçici dönemlerde hakimiyet kurmuĢlardır. Fakat Ruslar, sadece ovaları iĢgal etmekle yetinmemiĢ,
son noktasına kadar dağları da iĢgal altına alarak bütün bölgeye hakim olmuĢlardır. 9
Kars ve Kars Bölgesi SavaĢları
Bugünkü ülkemizin en eski serhat Ģehri olan Kars, Anadolu‘da Müslüman Türkiye‘nin ilk temelinin on asır önce
Sultan Alparslan‘ın eliyle atıldığı topraklardaki ilimizin merkezi olmasının yanında, ―Kafkasya‖ diye
adlandırılan ve dünya coğrafyasında her dönem önemli yeri olan bu bölgenin Anadolu‘dan çıkıĢ kapısı olmuĢtur.
KuruluĢu tarihte M.Ö. 4000 yıllarına kadar dayandırılan ve bugünkü yurdumuzun en eski serhat beldesi ve
Kafkaslara açılan kapısı olan Kars, 1534 yılında resmen ve fiilen Osmanlı Devleti yönetimine bağlanmıĢ ve
tarihin çeĢitli dönemlerinde pek çok savaĢlarla yıkılmıĢ ve çeĢitli bozgunlar görmüĢ bir ilimizdir. Ruslar
tarafından ―Osmanlı Devleti‘nin Kapısı‖, ―Küçük Asya‘nın bu zapt olunmaz kalesi‖ gibi nitelemelerle de anılan
Kars kalesi, Kars yaylası merkezli ve Kafkaslara geçiĢin eĢiği olarak kabul edilmektedir.
Selçuklu Sultanı Alparslan(1063-1072), ilk Batı seferi esnasında Bizanslılar elinden, Ağrı Dağı kuzeyi ile
Arpaçayı boylarını 16 Ağustos 1064 tarihinde fethederek 10 bugünkü Anadolu Türkiye‘sinin temellerini,
Malazgirt Zaferi‘nden önce, Ģimdiki Kars ilinde kurmuĢtur. O devirde de, yakın zamanımıza kadar kabul
edildiği gibi ―Anadolu coğrafyasının doğu kapısı Kars‖ olmuĢtur.
Selçuklu fetihlerinden sonra Kars ili ve yakın çevresi, Türk devletlerinin hâkimiyeti altında kalmıĢtır.
Osmanlılar döneminde Kanuni Sultan Süleyman‘ın ilk doğu seferi baĢlangıcında Osmanlı orduları, sadrazam
komutasında Bingöl Yaylası‘nda toplanmaktadırlar. Bu esnada ―Pasin, Kars ve Beyazıt bölgelerinde yaĢayan
yerli halk, 24 Haziran 1534 tarihinde Bingöl Yaylası‘nda Sadrazam Makbul Ġbrahim PaĢa‘ya kalelerinin
anahtarlarını getirerek teslim etmiĢler ve Anadolu Türk Birliği‘ne katıldıklarını söylemiĢlerdir. Kanuni Sultan
Süleyman‘ın üçüncü doğu seferi sonunda 1555 Amasya AnlaĢması‘na göre, Kars-Van-Hakkâri Türkiye‘de
kalmıĢ ve bugünkü Ağrı vilayetini oluĢturan EleĢkirt-Diyadin ve Beyazıt sancakları 1578 tarihinde
Tarık DOSTĠYEV, ―Kafkasya‘da Hunlar‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.921.
Yusuf HALAÇOĞLU, ―Türk Tarihi Üzerinde ÇalıĢmalar‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.58.
8
Sabahattin ZAĠM, Türk ve Ġslam Dünyasının Yeniden Yapılanması, Nil Yayınları, Ġzmir, 1997, s.10.
9
Kenan ÇELĠK-Cemalettin KALAYCI, A.g.e, s.5.
10
ġevket KOÇSOY, ―Türk Tarihi Kronolojisi‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.103.
6
7
117
fethedilmiĢtir. Bu duruma göre Kars bölgesi, 24 Haziran 1534 tarihinde Osmanlı Devleti‘nin bugünkü Türkiye
sınırlarına göre en eski serhat Ģehrimiz olmuĢtur. 11
1677 yılından Birinci Dünya SavaĢı‘nın sonuna kadar olan 240 yıllık dönemde Osmanlı Türkiye‘si ile Çarlık
Rusya‘sı arasında, her biri birkaç yıl sürmüĢ olan on bir savaĢ olmuĢtur ki, bu durumda her 20 yılda bir savaĢ
yapılmıĢ demektir. Bunlardan 1768 yılında Polonya‘yı kurtarmak için açılan ve 1774 yılındaki Küçük Kaynarca
BarıĢı ile sonlandırılan beĢinci savaĢ sırasında ilk defa Ruslar, Anadolu‘nun Kuzeydoğu ucunda yer alan
Çıldır/Ahıska Eyaleti‘ne saldırmıĢlardır. Bu sırada Kafkaslar kuzeyinden Alman soylu General ―Todtleben‖
kumandasında 4000 ve Tiflis/Kartel(Ortodoks-Gürcü) Hanlığının 10000 den fazla olan askeri, 1770 yılı yaz
döneminde Ahıska, Erzurum ve Trabzon‘u ele geçirmek üzere ilerlemiĢlerdir. 12
Yedinci Osmanlı/Türk-Rus SavaĢı sırasında III. Sultan Selim‘in tahttan indiriliĢini fırsat bilen Ruslar, 1801
yılından beri hile ile yerleĢmiĢ bulundukları Tiflis‘teki ordularından, ―General Nesvetayef‖ kumandasındaki bir
kolu 1807 yaz aylarında, ilk defa Arpaçayı‘nı geçerek, Kars‘a saldırtmıĢtı. ġehrin doğusunda Behram PaĢa,
Arpaçay‘ın solundaki Yenimahalle ile TemürpaĢa(Sukapısı) ve Ģimdiki Ortakapı(eski adı ‗Hacı Sait‘) gibi,
Surlar haricinde bulunan kenar mahallelerde, az sayıdaki Nizamıcedit askeri ile yerli halkın da boğaz boğaza
savaĢa katılmasıyla, düĢman ağır kayıplar vererek Tiflis‘e geri çekilmiĢtir. 13
Sekizinci Türk-Rus SavaĢı, Yeniçeri Ocağı‘nın 1826 yılında kaldırılıp, Osmanlı donanmasının da 1827 yılında
Navarin‘de yanmasından sonra, ordu ve donanmasız kaldıktan sonra, Rusların Rumeli ve Anadolu
cephelerinden saldırmalarıyla baĢlamıĢtır. Topçunun kalmadığı, iyi komutanların yokluğu, yeni kurulan ordunun
talim ve asker sayısının yetersizliği, Rusların topçu ve talimi/sayısı yerinde olan ordusuna, büyük ve kolay iĢgal
yapma imkânı vermiĢtir. Anadolu‘da Ahıska, Kars, EleĢkirt, Ağrı, Erzurum, Bayburt, Hınıs ve MuĢ‘a varıncaya
kadar geniĢ vatan toprakları iĢgale uğramıĢtır. Anapa, Apkazeli, Megrel, Gürel(FaĢ/Poti) gibi Doğu Karadeniz
kıyıları da iĢgal edilmiĢtir. Rumeli‘de 1828 yılında düĢen Varna ve Silistre‘den sonra, ilk olarak Bulgarlar da
silahlandırılıp, 1 Temmuz 1829 tarihinde Edirne de, hiç karĢı konulmadan teslim alınmıĢ ve Rus-Kazak atlıları,
Tekirdağ ve Enez‘e varıncaya kadar ilerlemiĢlerdir.14
Karslılar ve Ahıskalıların, zulüm ve vahĢetinden iğrenme sebebiyle adını ―BaĢkovuç‖ diye ifade ettikleri
―General Kont Paskeviç‖, Tiflis‘ten gelerek 14000 askeriyle, 26 Haziran 1828 tarihinde Arpaçay‘dan sınırı aĢıp,
1 Temmuz 1828 tarihinde Kars önündeki ovada konaklamıĢ ve Ģehri ablukaya almıĢtır. Bu esnada Eyalet
merkezi olan Kars‘ta, 10000 talimsiz asker ve 60000 ahali bulunmaktadır. 5 Temmuz 1828 tarihindeki Ģiddetli
topçu ateĢine tutulan Kars‘ta yerli halk, askerlere yardımcı olup, Akmezarlık‘ta boğaz boğaza vuruĢtuğu düĢman
kollarını bunaltmaktadır. Bunun üzerine Rus komutanı karĢı koymak üzere, yağlı paçavraları tutuĢturup toplarla
attırmıĢ, Kars‘ın kenar mahallelerinden baĢka surlar içinde yer alan bölgeyi de alevler içinde bırakmıĢtır. Bu
yüzden Kars, 1 Temmuz 1828 tarihinde alevler içinde yanarken pek çok Ģehit vererek ilk defa Rusların eline
geçmiĢtir. Bu sırada üç gün üç gece Ģehir halkından kalanlar katliama uğramıĢtır. Birkaç topçusuyla iç kaleye
M. Fahrettin KIRZIOĞLU, ―Anadolu Cephemizde Geçen Son Altı Türk-Rus SavaĢı‘nda Kars‘taki ‗Serhad-Ruhu‘nu Besleyen Halk
Geleneklerimiz‖, Yakın Tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu Bildiriler(Kars-Subatan 17-21 Haziran 1991) Kitabı,
Yüksek Öğretim Kurulu Matbaası, Ankara 1992, s.170.
12
KIRZIOĞLU, A.y, s.171.
13
KIRZIOĞLU, A.y, s.171.
14
KIRZIOĞLU, A.y, s.172-173.
11
118
çekilmiĢ olan ―Kars Muhafızı Emin PaĢa‖, burada direnmeye devam etmiĢtir. Sonunda Paskeviç‘in bütün ahaliyi
kılıçtan geçirme tehdidi karĢısında Emin PaĢa ve askeri teslim olmuĢ ve 15 Temmuz 1828 tarihinde Ġçkale de
iĢgal edilmiĢtir.
Edebiyatımızda Kars Bölgesi SavaĢları
Anadolu topraklarında yatan aziz Ģehitlerimizin en büyük meĢhedi sayılan bu Ģehrimizle çevre beldelerinin milli
tarihimizdeki özellikleri, pek çok bilim, kültür ve sanat eserine konu olmuĢtur. Osmanlı Devleti‘nin güçlü
çağında akınlar ve yeni toprakları fethetme ve vatanlaĢtırmanın sonunda ortaya çıkan cihangirlik gibi sevindirici
ve heyecan verici durumlar, serhat boylarından baĢladığı gibi; güçlenen düĢmanın istila ve iĢgal durumunda
ortaya çıkan acılarını görmek, çoluk çocuk halinde yıkıma uğramak da ülkenin en ucunda olan serhat boyundaki
ahalinin kaderi olmaktadır. Rumeli Türklüğü bu serhat ahalisi olma ―kaderi‖ ile kaybederek Edirne ve bu tarafı,
ancak ―Anavatan‖ımızda kalabilmiĢtir. Bir yönden Edirne ile Kars‘ın baĢına gelenleri bilebilmek, Türk tarihinin
Osmanlı tarihi dönemini kavramak anlamına gelmektedir. Sürekli sakınma-korunaklı yaĢama uyanıklığı ile her
an savaĢ ve ölümle yüz yüze gelme durumu, içli-dıĢlı olma hali yaĢayan serhat boyu ahalisi, yiyecek ve
tohumluk tahılını, ambarlarda değil, rutubetsiz toprakta kazılmıĢ olan kuyularda saklamak zorundadır. Serhat
boyu ahalisinin oğlan ve kız çocukları, küçük yaĢta binek hayvanlarına binmeye, araba koĢmaya alıĢmıĢlardır.
Özellikle kıĢ gecelerinde serhat boyu ahalisinin gençleri, Hz. Muhammet‘in gazaları, Siret-i Nebi, Battal Gazi ve
Köroğlu‘nun kahramanlıkları baĢta olmak üzere türkülü kahramanlıkları ve bunların hikâyelerini dinlemekten
zevk alırlar ve bu hikâyelerin konuları okunmaktan, anlatılmaktan, dinlenmekten artık ezberlenmiĢtir. Serhat
boyunda yaĢayan ahalinin çocuk sahibi olan gelinleri, kuĢaklar boyu analarından öğrendikleri ninnilerinde,
erkek çocuklarını Ģöyle uyutmaktadırlar:
―Oğlan, oğlan oktuğum,
Koynuna çörek soktuğum,
Oğlan cenge gidince,
Arkasından baktığım.‖
―Kıratın yelesi kara,
Oğlum bin git akına,
Oğluma karĢı gelen,
DüĢmanın bahtı kara.‖15
Evliya Çelebi, 1657 yılında gördüğü Kars için Ģunları kaydetmiĢtir:
15
KIRZIOĞLU, A.y, s.170.
119
―Üçbin seçme askeri bulunmaktadır. Defalarca yedi-sekiz Acem hanlığına karĢı koymuĢlardır. Van, Kars ve
Ahıska(Çıldır) kulları, serhat boyunda olup; Ģecaat ve hamasette meĢhurdurlar.‖
―Ġki Müslüman Türk Devleti, Osmanlı ile Ġran, ―mezhep‖ yüzünden birbiriyle savaĢırken, Altınordu Devleti
ülkesindeki Kazan(1551) ve Astarhan(1554) Hanlıklarını, ateĢli silahları sayesinde yıkarak büyüyen ve Hazar
Denizi‘ne çıkan Moskof/Rus Devleti‘ne imkan verdiklerinin farkında olmamıĢlardır!... Sonunda, Kırım Hanlığı
ve Kafkas Elleri de, Türkiye ve Ġran‘dan koparıldı… 16
Evliya Çelebi‘nin sözlerinden anlaĢıldığına göre, Kars yöresi ahalisi, serhat boyunda sürekli vatan
savunmasında bulunmanın verdiği heyecanı yaĢamaktan dolayı, Ģecaat ve hamaset duygusu ile meĢhur
olmuĢlardır.
Osmanlı Devleti‘nin dağılma ve parçalanma döneminde meydana getirilmiĢ vatan ve savaĢ edebiyatı örnekleri,
vatan topraklarının elden gitmesi sonucunda ortaya çıkan psikolojiye dayanarak meydana getirilmiĢtir. Genel
olarak Kırım SavaĢı olarak isimlendirilen savaĢlarla birlikte, Osmanlı Devleti batı ucunda Balkan cephesinde,
doğu ucunda ise Kafkas cephelerinde toprak kayıpları, bozgunlar ve felaketler yaĢar. Osmanlı toplumunda
yaĢanmıĢ olan bu parçalanmaların, toprak ve insan kayıplarının acısının, dönemin Ģairlerinin eserlerine geniĢ
ölçüde yansıdığı görülür. Osmanlı Devleti‘nin doğudaki serhat boyu olan Kars yöresindeki Ģairleri de bu toprak
kayıpları ve yaĢanan acıları Ģiirlerine yansıtmıĢlardır.
1828 yılında ilk Moskof iĢgalini gören ve Kars‘ın ilk defa düĢman eline düĢmesinden dolayı, uğradığı yürekler
acısı felaketleri dokunaklı bir dille ―Mersiye-i Kars‖ isimli Ģiirinde anlatan Karslı Müderris Mehmet Hamit
Efendi olmuĢtur.17 Mehmet Hamit Efendi, zamanında Kars yöresinde çok sayıda âlim ve Ģair yetiĢtirdiğinden
―Büyük Hamit Efendi diye anılmaktadır. Tanzimat döneminin ve yenileĢme devri Türk edebiyatının büyük
düĢünür, öncü Ģair ve edibi Namık Kemal de 13-14 yaĢlarında iken Hamit Efendi‘den 1853-1854 yıllarında
edebiyat dersleri almıĢtır. Namık Kemal‘in yetiĢmesinde, onda ilk vatan sevgisi ve edebiyat hevesi uyanmasında
rolü olan, aruz ve tasavvuf bilgisini öğreterek Namık Kemal‘in yetiĢmesini sağlayan büyük üstat Müderris
Mehmet Hamit Efendi ―Mersiye-i Kars‖ isimli Ģiirinde eski Ģiir geleneğine bağlı kalarak Ģöyle yakınmaktadır:
―Yaktı nuh taakı Ģerâr-ı sîne-i suzânımız.
Âlemi gark etti âb-ı dîde-i giryânımız.
Dem-be-dem kan ağlasunlar Ehl-i Ġman, el-amân,
Kaldı küffâr ellerinde Câmiü Kur‘anımız.
……
Her kaçan top ile kâfiri ka‘laya etti hücum,
Payimâl oldu nice nisvânımız, sıbyânımız.‖
16
17
KIRZIOĞLU, A.y, s.170-171.
M. Fahrettin KIRZIOĞLU, 100. Yıldönümü Dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, IĢıl Matbaası, Ġstanbul 1955, s.27.
120
Müderris Hamit Efendi, Kars‘ın uğradığı elim durumu görmüĢ, yaĢamıĢ ve o esnada pek çok kahramanın Ģehit
düĢtüğünü dile getirmiĢtir. ġairin, kendisinin de Ģehit düĢenler arasında bulunmak istediği aĢağıdaki mısralarda
ifade edilmiĢtir:
―Çok dilaver içti ol demde Ģehadet-Ģerbetin
Etmedi Barî müyesser çıkmadı bu canımız.
Ağlasunlar gece gündüz Mümin ü Müminat
Söylesünler tâ sabah-ı haĢre dek destânımız.‖18
Aynı felaketin yaĢandığı günlerde Ģiir yazan ve Kars iĢgalinin sebeplerini ve sonuçlarını muhakeme eden bir
baĢka Ģair de o esnada Erzurum müftüsü olan Ardahanlı Dursun Ahmet Nâtikî‘dir. ġair Nâtıkî, Kars‘ın uğradığı
felakete iĢaret etmenin yanında o zaman askerin baĢında bulunan komutanları ve idarecileri beceriksiz ve cahil
olarak nitelemiĢtir:
―Zaman harap oldu dünya bozuldu
Kıyamet niĢanı oldu gün-be-gün
…………
Vezirler döğüĢür mansubuna câh
Zorbalar zuhura geldi gün-be-gün
…………
Küffâr bir tarafta, zorba teĢemmüm
Hâlimiz periĢan oldu gün-be-gün.‖19
1828 yılında Kars‘ı iĢgal etmiĢ olan Ruslar, 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne‘de imzalanan ağır bir muahede
hükmünce 1829 ve 1830 kıĢ aylarını Kars‘ta geçirmiĢler ve 1830 Nisan ayında Ģehri ter ederek çekip
gitmiĢlerdir. General Paskeviç ordusu çekilip giderken Kars kalesiyle sağlam kalan pek çok bey konağını da
yıkmıĢlar ve Ģehri harap halde bırakmıĢlardır. 1830 bahar aylarında Rusların Kars‘ı bırakıp çekilmelerinin
ardından Osmanlı askerinin Ģehre geliĢi üzerine Karslı halk Ģairi Zülalî, Karslıların o günkü bayram sevinci olan
duygularını dile getiren ama aynı zamanda hüzünlü de olan türküsünün mısralarında Ģunları söylemiĢtir:
―Bir yıl oldu gülĢen bülbüle zindan
Karagüne düĢtük, Ġslâm sergerdan
Arslanlar çekildi, boĢ kaldı meydan
Moskof zulm eyledi Firavun-vârî.
18
19
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.27.
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.28.
121
Kurtar yurdu kurtar, koyma hicranlı
Adan kurban, Ģânan kurban Osmanlı.
………………
Erdi bahar, açtı lalesi, gülü
Kars‘ın yine öter kumru, bülbülü
Hayıf ki Moskoflar bulamaz yolu!
Ola zebâniyân kılavuz bârî
Kurtar yurdu kurtar, koyma hicranlı
Adan kurban, Ģânan kurban Osmanlı.‖ 20
ġiirimizde 1855 Kars Zaferi
Sekizinci Osmanlı/Türk-Rus savaĢı, ―Kudüsteki Kutlu Yerler‖ meselesini bahane ederek 3 Temmuz 1853
tarihinde General Gorçakof‘un, idaresindeki ordu ile Purut nehrinden sınırı geçerek Eflak ve Boğdan‘ı iĢgal
etmesiyle baĢlamıĢtır. 30 Ekim 1856 tarihindeki Paris AnlaĢmasına kadar 3 yıl 9 ay süren bu sekizinci savaĢta
Osmanlı Devleti, Rumeli, Anadolu ve Batum olmak üzere ayrı ayrı üç ordu hazırlamıĢ ve Ruslarla savaĢmıĢtır.
Osmanlı‘nın Avrupalı müttefiklerinin Kırım‘daki çarpıĢmalar yüzünden bu savaĢa ―Kırım SavaĢı‖ demek adet
olmuĢtur.
Rumeli ordusu komutanı MüĢir Ömer Lütfü PaĢa, Eflak ve Boğdan‘ın boĢaltılarak Rus ordusunun geri çekilmesi
için 14 Ekim 1853 tarihinde General Gorçakof‘a bir ultımatom vermiĢ, 15 gün mühleti olan bu ultimatomu
Gorçakof 17 Ekim‘de reddetmiĢtir. Bunun üzerine Ekim ayı sonlarında Osmanlı ordusu Rumeli ve Anadolu‘da
Ruslara ateĢ açmıĢtır. O günün bazı toy gözü pek kimseleri Rusya‘nın baĢĢehrine kadar gidilebileceğini
düĢünmüĢ ve gönüllerinden geçirmiĢlerdir. Bu sırada Osmanlı ordusunun ve ahalisinin duygularını ve yüksek
maneviyatlarını göstermesi bakımından bazı hamaset Ģiirleri önem taĢımaktadır. 1853 yılında Osmanlı
Devleti‘nin savaĢa girdiği sırada ordu bandosu Ģu marĢı çalmaktadır:
―Emvac-ı huna gark olup sahralar olsun lâlezâr
Dönsün baĢında düĢmenin binlerce seyf-i Ģule-bâr
Eyler bugün hâk-i vatan evlatlarıyla iftihar
Serhatti düĢman çiğnemiĢ ey millet-i âlî-tebâr
BaĢlar kesilip ser-be-ser, dehĢetli toplar patlasun
Arslan yürekli Türkleri görsün de düĢman çatlasun.‖ 21
20
21
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.33.
Bahriye Mektebi Muallimlerinden YüzbaĢı Fevzi (Kurdoğlu), 1853-1855 Türk Rus Harbi ve Kırım Seferi, Ġstanbul 1927, s.18.
122
Kırım SavaĢı sırasında Osmanlı ahalisinin yüksek duygularını ve maneviyatını güçlendirmek için söylenmiĢ bir
baĢka hamaset Ģiiri örneği de Halis Efendi‘ye aittir. ġehname-i Osmanî isimli kitapçıkta toplanmıĢ olan bu
koçaklamalarda geçen bazı mısralar, vatan ve savaĢ edebiyatı tarihinde ayrı bir önem taĢımaktadırlar. Halis
Efendi, ġehname-i Osmanî isimli kitabında yer alan ―Vatan Gazeli‖ baĢlıklı Ģiirinde, vatan duygusunu ve
düĢüncesini aĢılamada önemli bir öncü sayılmaktadır.
―Ġbn-i vakt oldu aceb Ģimdiki ebnâ-yı vatan
Vatana can feda eyledi âbâ-yı vatan
…………..
Koç yiğitler urulup ölse, FeriĢtehler iner
Hakka kurban götürür ruh-ı fedâyâ-yı vatan.‖22
Kırım SavaĢı günlerinin serhat boyu ahalisinin duygularının harekete geçirmesiyle 1853 yılında yine Halis
Efendi tarafından kaleme alınmıĢ olan bir baĢka koçaklama da ―Fahriye-i Askeriyye‖ ismini taĢımaktadır:
―Askeriz, cenge fedadır serimiz
ġah-ı merdân-ı Hüdâ yâverimiz
………….
EriĢir bizlere üçler mededi
Hak Muhammed Ali seraskerimiz
………….
Moskof‘un kanına çok susadık âh
Bir içim su gibi düĢmanlarımız.‖23
Kars‘ta o zamanlar hece ile söylenmiĢ koçaklamalar, kahramanlık Ģiirleri kahvehanelerde, derneklerde, odalarda
bağlama eĢliğinde söylenirken Kars‘ın Ġçkale altındaki Küçük Kaleiçi de denilen Vaizoğlu mahallesinde 1830
yıllarında doğduğu tahmin edilen genç ve kudretli halk Ģairi ÂĢık Bahri isimli o zamanın ruhuna ve havasına
uygun olarak koçaklamalar söylemiĢtir. Daha sonraki yıllarda ahalinin ve askerlerin de ezberlediği ―Kars‘ın
Kalesi‖ ve ―Olmaz‖ redifli iki destan söylemiĢtir. Daha sonraları Namık Kemal‘in dedesi olan Mutasarrıf
Abdüllatif PaĢa veya ordu MüĢiri Abdi veyahut da Erkan-ı Harp Reisi olan Ahmet PaĢa‘nın talimatıyla
22
23
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.54.
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.54-55.
123
mehterhâne tarafından bestelenerek çalınmıĢ ve geniĢ kitlelerce hoĢa gitmiĢtir. 24 ÂĢık Bahri‘nin ―Kars‘ın
Kalesi‖ isimli koçaklamasında söylenenler Ģu Ģekilde dile getirilir:
Kars‟ın Kalesi
Çok öyle yan bakma Moskof sen ona
Zafer niĢanıdır Kars‘ın Kalesi
Niçe bin düĢmana bozgun salmıĢtır
Osmanlı Ģânıdır Kars‘ın Kalesi.
Onu kuran usta çok güzel kurmuĢ
Bütün ülkelere kanadın germiĢ
Her gelen belaya göğsünü vermiĢ
Yurdun kalkanıdır Kars‘ın kalesi.
Seherde tez alır doğan güneĢi
Dünyada bulunmaz onun bir eĢi
Gülle, top kâr etmez polattır döĢü
Kalaler hanıdır Kars‘ın kalesi.
Niçe düvellere nazargâh olmuĢ
Metah-ı zafere bâzâr-gâh olmuĢ
Her yeri Ģehide mezar-gâh olmuĢ
Gaziler kânıdır Kars‘ın kalesi.
BaykuĢ yaĢamaz, viran değildir
Bülbüllü bağları yaban değildir
Kargalar kalacak, mekân değildir
Laçın vatanıdır Kars‘ın kalesi.
Kars‘a her göz koyan periĢan oldu
El-âmana gelip, kör-piĢman oldu
Buna Ģahit, isbat bir cihan oldu
Kendisin tanıdır Kars‘ın kalesi.
24
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.56.
124
Hınzır, git varian ol öz-ağrında
Koç yiğitler, yatar yurdun bağrında
BaĢ ile cen fedâ eyler uğrunda
Eller sultanıdır Kars‘ın kalesi.
Bahri her dem söyler vasf-ı vatandan
Bünyadına ferman gelmiĢ Sultan‘dan
ġenelip, âbâdan olur her yandan
Dünya Cinânıdır Kars‘ın kalesi.25
1877(1293) yetiĢmeyen nerede ve ne zaman öldüğü bilinmeyen ve koçaklamalarıyla edebiyat tarihimizde
silinmeyecek bir iz bırakarak Kars‘ın 1855 Osmanlı-Rus savaĢlarında savunulması konulu Ģiirleriyle
edebiyatımıza en güzel izdüĢümünü göstermiĢ olan ÂĢık Bahri‘nin ―gelme Moskof Gelme Kars‘a‖ isimli
koçaklamasındaki duygular da aĢağıdaki mısralarda Ģu biçimde dile getirilmiĢtir:
Gelme Moskof Gelme Kars‟a
Gelme Moskof gelme Kars‘a
Cennet küfre mal olur mu?
Cihan bize karĢı dursa
Asla buradan yol olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Bize cânı verip Hudâ
Olsun nazlı yurda fedâ
Kafesde rûh eyler nidâ
Ġslâm, küfre kul olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Katlanırız kamu derde
Bırakmayız yâda yurdu
Ölürüz hep bu uğurda
Bundan iyi fiil olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
25
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.55-56.
125
ġehitler Rıdvan‘a koĢar
Gazilerin Ģânı aĢar
Nazlı vatan gamsız yaĢar
Bu imâna âl olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Ceddimizden miras kalmıĢ:
ġanımızla cihan dolmuĢ,
Bize düĢman çok kul olmuĢ
Ġnkâr eden dil olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Ġnceliriz kırılmayız
Polattanız, yorulmayız
Bulanmadan durulmayız
Bizden coĢkun sel olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Osmanlıdır ad, Ģanımız
Abdülmecit Sultanımız
Kars kalesi vatanımız
Dahi Moskof dal olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!
Yardım ede Yezdân size
Osmanlılar, her can size
Sefil Bahri çoktan size
Kurban olsa, yol olur mu?
Olmaz! Olmaz! Olmaz! Olmaz!26
Türk edebiyatında yenileĢmenin ve yeniliklerin öncüsü olan gazeteci, Ģair, yazar, devlet ve düĢünce adamı, aynı
zamanda vatan ve hürriyet Ģairi Namık Kemal dedesinin Kars‘ta mutasarrıf olarak bulunduğu yıllarda 13-14
yaĢlarında iken bir müddet bulunmuĢtur. Namık Kemal Kars‘ta iken kendisine dersler veren ve onda ilk Ģiir
hevesini uyandırarak Kars‘ın büyük üstadı kabul edilen Müderris Hamit Efendi‘nin yetiĢtirdiği Kaleiçi
26
KIRZIOĞLU, A.g.e, s.57-58.
126
Mahalleli ve Sancak Tahrirat Kalemi kâtiplerinden Süleyman ġadi Efendi de 1855 Kars zaferini ―Muzaffername‖ isimli eseriyle güzel bir biçimde edebîleĢtirmiĢtir.
Süleyman ġâdi Efendi‘nin Klasik Türk edebiyatının artık son örnekleri arasında sayılabilecek olan Muzaffername isimli eserinde yer alan ―Vatan‖ redifli gazeli de edebiyatımızda, 1855‘te Kars‘ın savunulmasının
ilhamıyla yer bulmuĢ ve kendisinden sonraki Ģairlerde ve özellikle Namık Kemal‘de vatanî hislerin ve
duyarlılığın oluĢmasında öncü olmuĢ Ģiirler arasındadır. ġair duygularını mısralarında Ģöyle dile getirir:
Vatan Gazeli
Bülbül-i câna verir neĢe o gülzâr-ı vatan.
Mest eder âĢıkı bûy-ı gül-i b^hâr-ı vatan
Heme ahcârına reĢk-âver-i yakût denür
Nahl-ı Tûbâ görünür dîdeye eĢcâr-ı vatan
Nice meyl eyleyelim nev-ber-i gûnâgûna
Manevî vâye verir lezzet-i esmâr-i vatan
Dîdeye mihr gerekmez, çü sipihr-i dilde
Tâ tulû‘ eyledi ol mihr-i pür-envâr-ı vatan
Gam-ı endûh-ı derûnum kime izhâr edeyim
Göremem âlem-i eĢbâhda gam-hâr-ı vatan
Sırr-ı ―Hubbü‘l-Vatan‖a kesb-i vukûf eylemeyen
Olamaz mâlik-i gencîne-i esrâr-ı vatan
Bademâ Câm-ı Cem‘e atf-ı nigâh eylemezem
Olalı mest-i mey-i sâgar-ı ser-Ģâr-ı vatan
ġâdiyâ nazm-ı kerem-cezm-i cenâb-ı Tevfik
Silk-i manada ne a‘lâ dürr-i Ģehvâr-ı vatan.
Süleyman ġâdi Efendi‘nin bu gazeli gibi vatan topraklarının tehdit edildiği zamanın mahsulü olan pek çok Ģiir,
Osmanlı padiĢahlarından III. Selim de dâhil olmak üzere pek çok Ģairimiz tarafından, özellikle Osmanlı-Rus
savaĢlarının ilhamıyla kaleme alınmıĢtır. Osmanlı-Rus SavaĢları esnasında yaĢanan 1855 Kars savunmasının ve
127
zaferinin Türk Ģiir tarihinde vatanî, hamasî Ģiirlerin meydana getirilmesinde önemli tesiri olmuĢ ve pek çok
örnekler meydana getirilmiĢtir. Buraya bazılarını almıĢ bulunduğumuz bu örnekler gibi daha pek çok Ģiirler
bulmak mümkündür.
Sonuç
Ülkemizin Kafkaslara açılan kapısı olan Kars, binlerce yıllık tarihi boyunca istilalara uğramıĢ, savaĢlar vermiĢ,
savaĢlarda Ģerefli, övünülecek sonuçlar almıĢ, yenilince millî haysiyetinden tavizler vermemiĢ, galip çıkınca da
istismar etmemiĢ bir Ģehrimizdir. Misafirperverliği, mertliği, barıĢçılığı gibi özellikleriyle Osmanlılığı, Türklüğü
temsil etmiĢtir. Kars ismi anıldığı zaman, herkesin ruhunda kahramanlık hisleri uyanmıĢtır. Kars, celadet,
hamaset ve kahramanlık beldesidir. Kars denildiği zaman, akla vatan topraklarının Ģanlı savunması gelir.
Yurdumuzun savunulmasında pek çok yerlerde olduğu gibi Kars ilimizin sınırları içinde hemen her köyde,
kasabada, mahallede okur-yazar kimselerce yazılıp söylenmiĢ millî türkü ve destan örneklerine rastlanır.
Osmanlılar ile Ruslar arasında XIX. asırda yapılan Kırım SavaĢlarında Kars cephesindeki mücadeleler, Ģehrin
ve bölgenin Rusların eline geçmesi ve sonunda 1855 yılında yaĢanan Kars Zaferi, dönemin ve bölgenin
edebiyatçılarının Ģiirlerine, bazen hüzünle bazen de Ģenlik duygusuyla geniĢ ölçüde yansımıĢtır.
Bu dönemde yaĢamıĢ pek çok Ģair, konusu ―Kars savaĢı veya zaferi‖ merkezli hamasî ve vatanî Ģiirler
söylemiĢtir. Dönemin edebiyatçıları, cephelerdeki yiğitliklerden, kahramanlıklardan ve fedakârlıklardan söz
ederlerken, diğer yandan Kafkasların Anadolu kapısı olan Kars‘taki kahramanlıkların destanlaĢmasını da
sağlamıĢlardır.
Bu bildirimizde destanî Ģiirlerin, o dönemdeki vatan aĢkını, fedakârlık duygusunu, savaĢmak arzu ve heyecanını
artırmak ve sürdürmek için yazılan Ģiirler ele alınmıĢ, yaĢanan hamaset duygusunun edebiyatımızdaki durumu
incelenmiĢ ve o dönemde Kafkaslarda Kars‘ın yeri, önemi ve Kars‘ın Ruslara karĢı 1853-1855 yıllarında
savunulması esnasında Türk Ģiirindeki yansıması ortaya konulmuĢtur.
Kaynaklar
(KURDOĞLU), Bahriye Mektebi Muallimlerinden YüzbaĢı Fevzi, 1853-1855 Türk Rus Harbi ve Kırım
Seferi, Ġstanbul 1927.
BADDELEY, John F., Rusların Kafkasya‟yı Ġstilası ve ġeyh ġamil, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul 1996.
ÇELĠK, Kenan-KALAYCI, Cemalettin, Kafkasya‟nın Sosyo-Ekonomik Yapısı 1992-1997, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya Ülkeleri Uygulama ve AraĢtırma Merkezi Yayını, Trabzon
2002.
DOSTĠYEV, Tarık, ―Kafkasya‘da Hunlar‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.921-927.
HALAÇOĞLU, Yusuf, ―Türk Tarihi Üzerinde ÇalıĢmalar‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara
2006, s.55-60.
128
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, ―Anadolu Cephemizde Geçen Son Altı Türk-Rus SavaĢı‘nda Kars‘taki ‗SerhadRuhu‘nu Besleyen Halk Geleneklerimiz‖, Yakın Tarihimizde Kars ve Doğu Anadolu Sempozyumu
Bildiriler(Kars-Subatan 17-21 Haziran 1991) Kitabı, Yüksek Öğretim Kurulu Matbaası, Ankara 1992, s.169189.
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, 100. Yıldönümü Dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, IĢıl Matbaası, Ġstanbul 1955.
KOÇSOY, ġevket, ―Türk Tarihi Kronolojisi‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.73-188.
SAYDAM, Abdullah, Kafkasya‟da Bağımsızlık Mücadeleleri ve Türkiye, Karadeniz Teknik Üniversitesi
Kafkasya AraĢtırma Merkezi Yayını, Trabzon 1993.
ZAĠM, Sabahattin, Türk ve Ġslam Dünyasının Yeniden Yapılanması, Nil Yayınları, Ġzmir, 1997.
ZEKĠYEV, Mirfatih, ―Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz‘in Kuzeyi, Ġdil-Ural ve Batı Sibirya‘daki Eski
Türkler‖, Türkler, C.1, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2006, s.424-431.
129
TÜRK-GÜRCÜ KÜLTÜRLERARASILIK
Doç.Dr. Nebahat Akgün ÇOMAK
Galatasaray Üniversitesi
ĠletiĢim Fakültesi
[email protected]/
[email protected]
Doç.Dr.Elgiz YILMAZ
Galatasaray Üniversitesi
ĠletiĢim Fakültesi
[email protected]
Lecturer. Ġnna OSSĠPTSUK
Tallinn Üniversitesi
BeĢeri Bilimler Enstitüsü
[email protected]
Leyla Çınar AKGÜN
AraĢtırmacı
[email protected]
ÖZET
Türk-Gürcü halk inanıĢları arasında yer alan doğum-düğün-ölüm ve sosyal yaĢamda ise; nevruz, hıdrellez,
efsaneler, destanlar, söylenceler, masallar, bilmeceler, Ģiirler, kutsamalar, yemekler, maniler, yağmur duaları,
mezar taĢları, türbeler, kümbetler, keçe-halı-kilim desenleri, danslar, oyunlar, eĢiğin kutsallığı, adak, bez
bağlama, kurban kesme, dualar, beddualar, mum yakılması, içki içilmesi, sihir, büyü, tılsım, renklerin tılsımı,
sayıların tılsımı, taĢların tılsımı, hayvanların kutsallığı, bitkilerin kutsallığı, ayinler, törenler, Ģölenler,
bayramlar, mevlit okutulması, tütsüler, bitkisel ve hayvansal içecekler, ilaçlar, merhemler, ateĢten atlamalar,
Dolayısıyla da, bütün bunlar eski mitoslardan günümüze değin yaĢamın odak noktasını oluĢturmaktadırlar ve
herkesin bilinçli ya da bilinçsiz toplumsal hafıza, bir baĢka söyleyiĢle kollektif bilinç olarak yerleĢmiĢlerdir.
ÇalıĢmamızda, Estonya‘da yaĢayan Gürcü‘ler ve Türkiye‘deki Gürcü kökenli vatandaĢlar geçen yüzyıllar
içerisinde, örf, adet, gelenek ve göreneklerinde kültürlerarasılığı devam ettirmektedirler ve yaĢatmaktadırlar.
130
GĠRĠġ
Türk-Gürcü inanıĢında doğum-düğün-ölüm ve sosyal yaĢam bağlamında örf, adet, gelenek ve görenekler
kültürleriyle yaygın bir folklor ağı yaratmaktadırlar. Dolayısıyla da, bütün bunlar, herkesin bilinçli ya da
bilinçsiz yaĢamına kollektif bilinç olarak yerleĢmiĢtir ve eski mitoslardan günümüze değin toplumsal hafıza
olarak yaĢamın bir baĢka türlü söylersek sosyal yaĢamın odak noktasını oluĢturmaktadır. Türk-Gürcü kültürü
geçen yüzyıllar içerisinde bütünleĢmiĢlerdir. Kırım SavaĢı sonrası gerçekleĢen güçler dolayısıyla, 1863-64
kıĢında, Kafkaslar‘dan büyük kafileler halinde Anadolu‘ya göçler olmuĢtur. Özellikle, 1877-78 ya da doksanüç
harbinde Kafkaslar‘dan büyük göçlerde, öncelikle Gürcü ve Çerkesler gelmiĢlerdir(AkkuĢ,2001:45). Bizler, bu
çalıĢmamızda öncelikle sadece Gönen köylerine ―Balcıdede Köyü, Çınarpınar Köyü, Çiftlikalan Köyü, EkĢidere
Köyü, Koçbayır Köyü, Ömerler Köyü, Pehlivanhoca Köyü, Suçıktı Köyü, Tütüncü Köyü, gibi‖ yerleĢenler ile
derleme yapılmıĢtır. Dolayısıyla, bu köylerden, sözlü kaynak kullanılmıĢtır. Dolayısıyla, bu köylerden
derlememizin sebebi, AraĢtırmacımız Leyla Çınar Akgün‘ün ailesi, komĢuları ve akrabalarının yoğunluklu
olarak bu bölgelerde yerleĢmiĢ olmalarıdır. Bu bağlamda, Estonya Tallinn Üniversitesi‘nden Ġnna Ossiptsuk
araĢtırmasına
göre;
Estonya‘da,
1997
yılında
―Mamuli‖
adlı
Eston-Gürcü
Kültür
Derneği
kurulmuĢtur.Estonya‘daki, Eston-Gürcü Kültür Derneği üyeleri, Gürcistan‘dan Estonya‘ya göç etmiĢ EstonGürcü‘lerden oluĢmaktadır. Eston_Gürcü Kültür Derneği‘nin folklor grubunun dört yüz elli üyesi
bulunmaktadır. Dernek, Gürcü kültürüne değer veren herkesi derneğe kabul etmektedirler. Gürcistan‘dan gelen
Gürcüler ya da Estonlar, kültürlerini öğretmek ve yaĢatmak için çalıĢmalar yapmaktadırlar. Bu dernekte
çocuklara ve büyüklere ait dans grupları yer almaktadır. ÇalıĢmamızda, Türk-Gürcü kültürlerarasılığında zaten
var olan yıllar önce yaĢanmıĢ ve yaĢamakta olan kültür mirasın, sosyal iliĢkilerin harmanlanıp, bugün de izleri
devam etmekte yaĢamakta ve yaĢatılmaktadır. Bizler, sadece var olan kültürel bilgileri yeniden gözden geçirmek
bir baĢka türlü söylersek Türk-Gürcü kültürel harmanlamayı yeniden kaynaklar aracılığıyla okumaktır.
SOSYAL YAġAM
Türk-Gürcü sosyal yaĢamına baktığımızda, kültür aktarımına rol oynayan önemli geleneklere yer vermek
istersek, özellikle;
*Nevruz ve Hıdrellez
Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları, bahara giriĢ ve mevsimler arası geçiĢi simgeleyen önemli geleneklerdir.
Nevruz kutlamaları, Ġslâmiyet‘ten önce de vardır ve Ġslâmiyet ile birlikte kutlamaların biçimlerinde değiĢiklikler
görülmektedir. Nevruz, yeni yılın ilk günü olarak kabul edilir. Bu gün gece ile gündüz eĢitlenir. Ayrıca, bu gün
aydınlık karanlığı yener ve iyilik kötülüğe üstün gelir. Nevruz gününde, kırmızı ve yeĢiller giyilir. Kırmızı,
ateĢin, canlılığın rengi ve yeĢil ise baharın, huzurun, gençliğin rengidir. Nevruz gününde ateĢin üzerinden
atlanır, bütün kötülükler yansın gitsin denir ve evlerde yedi çeĢit bitkiden yiyecekler yapılır, dağıtılır.
Ġslâmiyet‘teki önemli tarihler ve Nevruz kutlamalarının yapıldığı gün ile koĢutluk sağlamaktadır. ġöyle ki;
Âdem Peygamber‘in yaratıldığı gündür. Yunus Peygamber‘in balığın karnından kurtulduğu gündür. Ġbrahim
Peygamber‘in putları kırdığı gündür. Hz. Muhammed, Nevruz günü helva yemiĢ ve ikram etmiĢtir. Hıdrellez bir
mevsim geçiĢidir. Bahardan yaza geçiĢtir. Hıdrellez ve Hızır inanıĢıyla ilgili ilk öykü GılgamıĢ Destanı‘dır.
131
Destan‘da geçen öyküde, GılgamıĢ, arkadaĢı Enkidu‘yu yaĢatmak için, UtnapiĢtim‘den ― ölümsüzlük otu‖ nun
adını öğrenmiĢtir. Bir baĢka öyküde ise, Büyük Ġskender efsanesi ile karĢılaĢırız. Bu öyküde, Büyük Ġskender,
hayat veren bir kaynağı aramaktadır. Büyük Ġskender‘in aĢçısı Andreas, Büyük Ġskender‘den önce kaynağı
bulur. Büyük Ġskender, Andreas‘ı öldürmek ister, Andreas bir deniz cini olur ve kaybolur. Dolayısıyla bu efsane
Ġslam kaynaklarında da yer almaktadır. ġöyle ki; Ġskender-i Zü‘l-Karneyn ve Hızır adıyla bilinen Elyasa ile
hayat suyunu aramak için yola çıkarlar. Kutsal Kitap Kur‘an-ı Kerim‘in El-Kehf suresinin 60-82 ayetlerinde
Musa Peygamber ve Hızır kıssası yer almaktadır. Hızır bir evliya ya da sıkıntıda olan insanlara bolluk , bereket
ve özellikle Ģans getiren bir peygamberdir. Hızır Peygamber ab-ı hayat suyunu içtiği için ölümsüzdür.
Dolayısıyla da, halk arasında kılık değiĢtirerek, sıkıntıda olan herkesin yardımına koĢan, aksakallı, nur yüzlü bir
dede ya da derviĢe benzetilir.
*Mâniler
ġeni tavi zor mikvars ----Seni çok seviyorum
Ver viknebi Ģen uso-------Sensiz yapamam
Mak pasuği ram mitğhar- O sözü bana niye söyledin
Me zor gulĢi çomeso------Benim yüreğime çok battı.
***
Perangi mak yepidam--Entarem var ucuzdan
Mivakere zapidam------Diktim iple
Royshaki maksurdebi--Ne zaman ki özlersin
Demizağhe cepidam----Cağırıver cep‘ten.
***
Sarı suyun baĢında------Sarı suyun baĢında
Ecin ile firtolay----------Cinler ile fırtına
Çem nenema damando-Annem bana tembihledi
Ar mohvide martolay—Yalnız gelme (kız getir).
***
Perangi mak lamazi----Elbise çok güzel
BaĢorti maze hasi------BaĢörtü ondan da has
ġen kefeni damçrelsa--Senin kefenini kesenin
Guttebiyan mağhasi----Kırılır makası.
***
Artvinidam amdgaran---Artvinden kalkmıĢlar
KaplamaĢi damzdaran—Kaplamada kalmıĢlar (oturmuĢlar)
Çven sopelis hğalğani---Bizim köyün ahalisi
Koçbayiris gamzdaran—Koçbayırda büyümüĢler.
***
Zomo zomo evyare-----Yukarı yukarı yürüdüm
132
Gadaveli kalobze--------Vardım tarlalara
Razor zğeli kopilan------Ne çok uzunmuĢ
Tvali damça Ģen tmebze-Gözüm kaldı saçlarına.
***
Bayragi davakude----Bayrağı diktim
Yumurtalan burcebĢi-Yumurtalan burçlarına
Me gogo gavatğove—Ben kızı evlendirdim
Koçbayiris gurcepĢi—Koçbayır gürcülerine.
***
BağĢi gavel peğhita-------Bağa çıktım ayakla
Movtğareviz toğita--------Akzıdım kazma ile
Çven sopelĢi nu svamta—Bizim köyde içmeyin
Dagakughiyavt coğhita----Kovalarız sopayla.
***
Razor mutzeli mdgiva---- Ne çok karnım ağrıyor
Moy selze cemicire--------Gel belimi sık
Zor Ģoridam mosulhart----Çok uzaklardan gelmiĢsiniz
Tkven peğebis cirime------Sizin ayaklarınızı seveyim(ayaklarınıza sağlık).
(Fevzi Bahar ―61 yaĢında, Koçbayır Köyü‖ Gürcü mânileri, Derleyen Leyla Akgün, 15 Mart 2012)
*Türküler
Gürcistan Güzeli Gence Maralı
Atımı bağladım yolda yonciya
Canım gurban olsun beli inciye
Gel seni götürüm bizim genci‘ye
Gürcistan gözeli gence maralı
***
Atımı bağladım yolda kotana
Serim gurban olsun çölde yatana
Gel seni götürüm bizim vatana
Gürcistan güzeli gence maralı
Atımı bağladım yolda hürriye
Canım gurban olsun hürü meleğe
Gel seni götürüm bizim köylere
Gürcistan güzeli gence maralı.
133
Cilveli Oy
Ġndim dere ırmağa oy nanayda cilvelioy nanayda
Zeytin dalı kırmağa oy nanayda cilvelioy nanayda
Geldim seni almaya oy nanayda cilvelioy nanayda
BaĢladın ağlamaya oy nanayda cilvelioy nanayda.
***
Nayda nayda nanayda oy nanayda cilveli oy nanayda.
***
Bir sen söyle bir de ben oy nanayda cilveli oy nanayda
KarĢıda gül menevĢe oy nanayda cilveli oy nanayda
Senin yârin gül ise oy nanayda cilveli oy nanayda
Benimki mor menevĢe oy nanayda cilveli oy nanayda.
***
Nayda nayda nanayda oy nanayda cilveli oy nanayda.
(Gürcü ve Laz ortak türküsü, www.memocal.com, 12 Mart 2012)
*Oyunlar/Danslar
Kafkasya adlı coğrafyada yaĢayan, Kafkas halkların oynadıkları oyunların genel adıdır. Anadolu‘ya göç eden,
özellikle ―Çerkes, Gürcü, Abhaza, Çeçen, Abzeh gibi‖ halkların oyunlarının ortak adıdır. Kafkas oyunlarında
figürler, erkekler ve kızlar olmak üzere ayrı ve birlikte oynanır. Kafkas oyunlarında erkekler, kahramanlıklarını
sergilerler ve kızlar da kuğu gibi süzülürler. Kafkas dansları, zerafeti, kıvraklığı, estetiği ve cesareti
yansıtmaktadırlar. Kafkas oyunlarının enstrümanı akordiyondur. Kafkas oyunlarının hepsi aynı gibi gözükse de
bölgeden bölgeye farklılıklar gösterir. Göçmen torunları Kafkas oyunlarını ve müziğini, yemeklerini kültürlerini
yaĢatmaktadırlar. Kafkas oyunlarının yaygın olanları arasında; ― Kartuli, Khorumi, Acharuli, Partsa, Kazbeguri,
Jeirani, Davluri, Simdi, (tr.wikipedia.org.wiki/ Kuzey_Kafkas Yöresi, 13 ġubat 2012) ve ayrıca Kıskanç oyunu,
ġeyh ġamil Oyunu, Gelin Havası, AvĢat, Tamara, Terekeme, gibi‖ sayabiliriz. (www.ezberim.com/genelkultur,kafkas oyunları hakkında, 5 Nisan 2012).
*Adak-Kurban
Halk arasında çok yaygın olan kanlı ve kansız adak/kurban
olayı, geçmiĢten günümüze gelenekselliğini
korumaktadır. Kansız adak/kurban, ağaçlara, türbe ve yatırlara bez/çaput bağlanması, kuĢlara yem atılması,
kafeslerdeki kuĢların salıverilmesedir. Kanlı kurban ise; Kurban Bayramı‘nda ya da adak olarak adanan bir
hayvanın ―koç, koyun, deve, inek, gibi‖ kesilerek etinin dağıtılmasıdır.
*Bez ya da çaput bağlama
134
Bez/çaput bağlama, yaprağını dökmeyen ağaca ya da gül ağacına, adak ve dileğin olması için bez bağlamaktır.
Bu gelenek yaygın bir gelenektir ve özellikle ― Hıdrellez‖ kutlamalarında gül ağacına bez/çaput son dönemlerde
de kırmızı kurdele bağlamak inancıdır.
*Dualar, beddualar
Allah kötülüklerden korusun.
Sırtın yere gelmesin.
Allah seninle olsun.
Allah ne muradın varsa versin.
Ömrüne bereket.
BaĢınız sağ olsun.
Allah yazdıysa bozsun.
Kesene bin bereket.
Sofrana Halil Ġbrahim bereketi versin.
En kötü gününüz böyle olsun.
***
Allah cezanı versin.
Allah akıl fikir versin.
Allah razı olsun.
Allah birini bin etsin.
Allah‘a emanet ol.
Adı batasıca.
BaĢın göğe erdi mi.
Benden bulma.
Boyu devrilesice.
Elinin körü.
Fitil fitil burnundan gelsin.
Gözün kör olsun.
Gözüne dizine dursun.
GidiĢin olsun dönüĢün olmasın.
Ömrün uzun olsun.
Yolun açık olsun.
Zıkkımın kökünü ye.
*Tütsüler
135
Tütsüler ortak ritueller arasındadır ve özellikle Ardıç Ağacı, Alıç Ağacı ve üzerlik otu yakılması kutsaldır. Ardıç
Ağacı ve Alıç Ağacı tütsü olarak yakılır ve böylece kötü ruhlar bertaraf edildiğine inanılır. Bunun en güzel
örneğini Manas Destanı‘nda görmekteyiz.
―Cakıp Bay; ― Ardıç dumanıyla evi tütsüledi, davul çaldırıp, BahĢı‘ya evdeki belayı kovdurdu.‖(Manas Destanı,
s.18)
*Yemekler
Haçapuri ―hacaburi‖ Peynirli pide ya da peynirli ekmektir. Pidenin piĢmesine az kala fırından çıkartılır ve içine
yumurta kırılır ve bir süre daha piĢirilir. Bir tür gürcü ekmeğidir.
Phali, cevizli yemek anlamına gelir. Her tür sebzeden yapılabilir. Seçilen sebzeyi haĢlayıp ezdikten sonra
cevizle karıĢtırılır ve küçük toplar haline dönüĢtürüp meze olarak sunulmaktadır. Bu cevizli toplar, tercihe göre;
ıspanaklı cevizli, patlıcanlı cevizli, kırmızı biberli cevizli ve pırasalı cevizli olabilir. Diğer yemekler arasında;
Karalahana Kapama, Karalahana Ezme, Etli Gürcü Kavurması, Cevizli Tavuk, Bulgurlu Karalahana Dolması,
KiĢniĢli Tavuk Kızartma, Mantı, Mısır Ekmeği, Gürcü Sarması, Cadi ―mısır ekmeği‖ (www.chveneburi.net, 5
Nisan 2012). Karalahana, Kirde ―yumurtalı unlu lokma, Ramazan‘da iftar açmak için yapılır‖ , malahto ―cevizli
taze fasulye‖ , makaynay ―elde kesilmiĢ makarna‖, zipyay ― sütle yapılan muhallebi‖, kuymak ―kaymak ve mısır
unu ile yapılan yemek‖, mısır ekmeği ―çadipuri‖ lahana ―gali‖ (Leyla Çınar Akgün, 2012).
*Yağmur Duaları
Kuraklık dönemlerinde ―yada taĢı/ yağmur taĢı ‖ ile yağmur yağdırma geleneğidir. Manas Destanı‘nda yada taĢı
ile yağmur yağması için yapılan rituel anlatılmaktadır. Manas Destanı‘nın önemli Ģahsiyetlerinden Almambet
yağmur yağdırmak için yada taĢını kullanır.
*Mezar TaĢları
Mezar taĢları geleneği Orta Asya‘dan gelme bir gelenektir. Dolayısıyla, bu kültür atalar kültüne dayanmaktadır.
Mezar taĢı yazıları ve süslemeleri ―bitki ve hayvan figürleri‖ önemlidir. Mezar taĢlarının yanında yer alan ―kuĢ
suluğu‖ da önemli bir unsurdur.
*Türbeler
Devlet ve dini büyüklerin ―evliyalar, dedeler, derviĢler, gibi‖ türbeleri her zaman ziyaret edilen ve türbelerin
eĢikleri her zaman kutsal sayılan önemli kutsal mekândır. Bu geleneğin izleri günümüzde de yaygındır. Manas
Destanı‘nda, Cakıp Han türbeye gider, orada konaklar ve dua eder.(Manas Destanı)
*Kümbetler
Kümbetler, gök kubbeye benzetilir ve genellikle mavi renktedirler. Kümbetler çadıra benzer ve yaygın mimari
yapılardır.
*Keçe-Halı-Kilim Desenleri
Keçe, halı ve kilim desenlerinde , ―çiçek‖ ,―hayvan‖ ve ―nesne‖ motifleri görülmektedir. Bunlar; ―kuĢ, pıtrak,
tarak, baĢak, ağaç, yaprak, muska, nazarlık, göz, balık, koç boynuzu, yıldız, ay, üçgen, çapraz, su dalgası,
böcek, kırkayak, gibi‖ motifler yer almaktadır.
136
*AteĢten Atlamak
AteĢten atlama geleneği ―Nevruz‖ (baharın baĢlangıcıdır ve soğukların sonudur.) ve ―Hıdrellez‖ (Bahar
bayramıdır ve yaz mevsiminin baĢlangıç günüdür.) kutlamalarında görülmektedir. AteĢten atlama kötülüklerden
korunma ve arınmadır.
*Mum Yakılması
Mum yakmak, kökeni ateĢin kutsal sayıldığı eski dönemlere kadar gitmektedir. Yatırlara, mezarlara/mezar
taĢlarına mum yakmak geleneği bir nevi kurban kabul edilmesidir. Dolayısıyla, bu gelenek mum yakılarak dua
edilmesi ilkel ateĢ kültü ile bağlantılıdır. Mum Hz. Meryem‘in de simgesidir ve masumiyeti, saflığı ve kutsal
kadını simgeler.
*Ġçki içilmesi
Düğün, tören, Ģölen gibi kutlamalarda içki içilmesi görülmektedir. Eski Türk kültüründe özellikle ―Kımız‖
kutsal günlerde ve törenlerde içilmektedir.
*Sihir
Sihir, büyü ve afsun aynı anlamlarda kullanılır ve sihir yapan kiĢiye afsuncu denilir.
*Büyü
Büyü kötülük ya da kötü duadır. Bütün kültürlerde, büyüden korunmak için tılsımlı objeler kullanırlar.
*Tılsım
Tılsım, sihir, büyü ve doğaüstü güç taĢıdığına inanılır, bütün kültürlerde yer almaktadır.
*Muska
Muska halk inanıĢında, nazara karĢı boyna takılan içinde
nazar duası yazılı takıdır ve özellikle üçgen
Ģeklindedir. Üzerinde muska taĢıyan kiĢiyi kötülüklerden koruyacağına inanılır.
*Fatıma‟nın Eli
Fatıma‘nın Eli, nazarlık olarak ve kötülüklerden korunmak, kem bakıĢlara karĢı kullanılır. Hz. Muhammed‘in
kızı Hz. Fatıma‘ya gönderme yapılır. Fatıma‘nın eli Ģans getiren bir tılsım olarak da kullanılmaktadır. Eski
Türk‘lerde de Umay Ana‘nın elidir. Umay Ana sıkıntıda ve doğum yapmakta olan kadınlara yardım eder.
Fatıma‘nın eli, bir çok kültürde, kapılara çizilir. Endülüs‘teki Elhamra Sarayı‘nın giriĢindeki büyük taĢ el bir
tılsımdır ve en güzel bir örnektir. Yaygın olarak kullanılan nazarlık ve takıdır.
*KurĢun Dökme
KurĢun dökme bir halk inanıĢı olarak bugün de devam eden yaygın bir gelenektir. KurĢun eritilerek, hastanın
baĢı üzerine konulan bir kap içindeki suya dökülür ve bu esnada da dua okunur.
*Renklerin Tılsımı
Renklerin kutsallığına ve tılsımına inanılmaktadır. Özellikle, Türk kültüründe kırmızı renk kötülüklerden
korunmak için kullanılır. Sarı rengi güneĢin simgesidir. Beyaz, masumiyetin ve temizliğin simgesidir. Mavi
gökyüzünün ve sonsuzluğun rengidir. YeĢil cenneti simgeler. Siyah karanlığın simgesidir.
*Sayıların Tılsımı
137
Sayıların, özellikle ―1‖ Tekliği simgeler), ―2‖ (Doğadaki her Ģey ikili karĢıtlığı simgeler) ―3‖ (Yaratıcı gücün
simgesidir. Hristiyanlıkta baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi, Besmelenin içinde yer alan, Rab-Rahman-Rahim
üçlemesi) ―4‖ (Dört kutsal kitap, dört yön, dört unsur‖hava, toprak, su, ateĢ‖, dört büyük melek, dört halife, dört
mezhep, gibi) ―5‖ (BeĢ parmak, beĢ vakit, beĢ köĢeli yıldız) ―6‖ (Kutsal kitaplarda, dünyanın yaratılması altı gün
olarak belirtilir.) ― 7 (Yedi kıta, yedi gün, yedi göbek, yedi büyük günah, yedi kat yer, yedi kat gökyüzü,
gökkuĢağı yedi renk, Pamuk prenses ve yedi cüceler, yedi nota) ―12‖ (on iki havari, on iki kapı,on iki imam, on
iki ay, gibi) ―13‖ (On üç sayısı dünyada uğursuzluk olarak kabul edilir.) ―19‖ (Besmelenin harf sayısı on
dokuzdur, Kur‘an-ı Kerim‘de on dokuz sayısı üzerinde durulmaktadır.) ―21‖ ( 21 Mart Nevruz‘dur.)
Âdem Peygamber‘in doğduğu gündür. Nuh Peygamber‘in karaya ulaĢtığı gündür. 21 Mart gece ile gündüzün
eĢit olduğu gündür. Musa Peygamber‘in Kızıldeniz‘i yardığı gündür.) ―40‖( Nuh Tufanı‘nın kırk gün sürdüğüne
inanılır. Halk arasında kırk ermiĢ inancı yaygındır. 21 Mart Nevruz kutlamalarına ―Kırklar Bayramı‖ denir.
Dede Korkut Hikâyeleri‘nde ―Kırk Ġnce Belli Kız‖ ,―Kırk Yiğit‖ ―Kırk Er‖, ―Kırklar‖, YarıĢan Kırk At‖, Kırk
Kulaç‖ a sıkça yer verilir. Masalların sonu, kırk gece kırk gün devam eder.) ―41‖ (Nazara karĢı 41 kere
maĢallah denir. ―99‖( Allah‘ın doksan dokuz ismidir. Bu isimlere Esma‘ül Hüsna adı verilir ve her isim
kutsaldır.) sayılarının kutsallığı ve tılsımları çok önemlidir.
*TaĢların Tılsımı
TaĢlar, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Özellikle; Akik, YeĢim, Zümrüt, Mercan, Yakut gibi taĢların
tılsımına inanılmaktadır.
*Hayvanların Kutsallığı
Hayvanların kutsallığı mitoslarda, masallarda ve efsanelerde yaygın Ģekilde kullanılır. Özellikle; at, kuĢlar
―güvercin, bülbül, kartal, Ģahin, leylek, kırlangıç, baykuĢ, ‖ kedi, köpek, aslan, geyik, koyun, kuzu, inek,
kurbağa, fil, kuğu, tavĢan, deve, balıklar, kurt, yılan, ejderha, gibi hayvanların adı sıkça geçmektedir.
*Bitkilerin Kutsallığı
Bitkiler ve ağaçların kutsallığı geçmiĢten günümüze Ģifa ve tedavinin önemli bir kaynağıdırlar. Ağaçlar ―selvi,
kayın, kavak, söğüt‖ ve meyve ağaçları ―elma, erik kayısı, badem, zeytin, gibi‖ , otlar ―nane, fesleğen, reyhan,‖,
bitkiler ― buğday, mısır, arpa, gibi‖, çiçekler ―gül, sümbül, leylak, lale, papatya, çiğdem, gibi‖
*ġölenler
Eski Türk‘lerde, bir zafer ya da çocuk doğumlarında, düğünlerde kurbanlar kesilir ve yemekler verilip, Ģölen
düzenlenir.
*Mevlit Okutulması
Mevlit geleneğinin, eski Türklerdeki yuğ törenlerine benzemekte ve özellikle helva ya da Ģeker dağıtılması
önemlidir. Mevlit geleneği, ölüm sonrası mevlit ile birlikte bebek mevlidi, kandil mevlidi, sünnet mevlidinde de
görülmektedir. Mevlitlerde, helva, Ģeker, pilav ve lokma dağıtılması gelenekselleĢmiĢtir.
*Dilek Ağacı
138
Dilek ağacı ya da gül ağacına çaput/ bez bağlamak adak olarak kabul edilir. Geleneklerde yaygın olan bir
inanıĢtır.
*EĢiğin Kutsallığı
Türk kültüründe eĢik ve kapılar kutsaldır. Kapıdan içeri girerken besmele çekilerek ve sağ ayakla girilmesi,
kötülüklerin dıĢarı da bırakılması anlamını taĢımaktadır.
*Tahtaya Vurmak
Tahtaya vurma geleneği, gelebilecek kötü bir olaya karĢı, üç kere tahtaya vurma, bir korunma ve kötü ruhlardan
arınmadır.
*Nazar/Nazarlık
Nazar kötü ruhların etkisi altında kalma ve hastalanma halidir.
Nazara karĢı koruyucu olarak en eski
toplumlardan itibaren mavi renkli taĢ kullanılır. Nazara karĢı kullanılan objeler vardır. Bunlar özellikle; ―göznazar boncuğu, muska, çörek otu ―genellikle 41 tane‖ sarımsak, üzerlik otu, tavĢan kuyruğu, tavĢan ayağı,
hayvan kemiği, gibi‖ objelerdir. Nazarlıklar, kullanan kiĢiyi kötülüklerden koruyacağına inanılır ve eski
inançlardandır. Kur‘an- Kerim‘de de nazar sözcüğüne yer almaktadır. Nazara karĢı ―MaĢallah‖ denilmesi
istenmiĢtir. (Kur‘an- Kerim, Kehf Sûresi, Sûre 18, Cûz 15, Ayet, 39, s.299).
*Boncuk
Nazara karĢı kullanılan mavi taĢlı bir takıdır. Bu mavi renkli taĢa, nazar boncuğu ya da göz boncuğu adı da
verilmektedir. Göz boncuğu kötü ya da kem bakıĢların tesiri altında kalmamak için kullanılır.
*Uğur-Uğursuzluk
At nalı uğurdur.
Dört yapraklı yonca uğur kabul edilir.
Ekmek kırıkları atılmaz.
Ekmek kırıkları yenirse bereket olur.
Evin kapısına buğday, arpa asılırsa bereket olur.
KuĢ pisliği baĢa düĢerse uğurdur.
Leyleği havada görmek gezmeye iĢarettir.
Mavi boncuk nazarı engeller.
Uğur böceği kutsaldır.
TaĢların uğur getireceğine inanılır.
***
Gece sakız çiğnenmez uğursuzluk kabul edilir.
Gece tırnak kesilmez uğursuzluk kabul edilir.
Elden ele makas, bıçak verilmez.
Gece dıĢarı su dökülmez uğursuzluk olarak kabul edilir.
BaykuĢ ötmesi kötü habere iĢarettir.
Güvercin öldürmek uğursuzluktur.
139
Karga uğursuz sayılır.
Kırlangıç öldürmek uğursuzluktur.
Kara kedi görmek uğursuzluktur.
Kulak çınlaması uğursuzluktur.
Merdiven altından geçilmez.
Mezarlıktan taĢ, toprak alınmaz uğursuzluk getirir.
On üç sayısının uğursuzluğuna inanılır.
Tahtaya üç kez vurmak kötülükler kovar.
Terlik ve ayakkabı ters çevrilmez uğursuzluk sayılır.
Yıldız kayması ölüme iĢarettir.
(Nezahat Akarırmak, 2012)
*Rüya
Türk kültüründe rüya görmek ve rüya yorumları önemlidir. Yusuf Peygamber‘in rüya yorumları tarihte, önemli
bir yere sahiptir.
*Fal/Kehanet
Fal ve kehanet oldukça yaygın bir inanıĢtır.
*Günler “ Cuma Günü, Sabah Vakti”
Cuma günü salâ ile ezan arasında iĢ yapılmaz.
Cuma günü ev süpürülmez.
Cuma günü çamaĢır yıkanmaz.
*Misafir/Konuk Ağırlama ve Önemi
Uzun yol misafiri evden ayrılırken arkasından su dökülür ―Sular gibi gitsin gelsin ―denir. Evden misafir ya da
konuk gittikten sonra ev süpürülmez.
Misafir kısmeti ile gelir.
Misafir on kısmetle gelir, birini yer, dokuzunu bırakır.
Misafir umduğunu değil bulduğunu yer.
*GüneĢ-Ay ve Yıldızlar‟ a Niyaz “ Dua Edilmesi”
GüneĢ-Ay ve Yıldızlar‘ a dua edilmesi ―niyaz etme‖ eski bir gelenektir, hilal ve dolunay iken dua edilmesi
kutsaldır ve eski Türk‘lerden kalma bir inançtır
*Askere Uğurlama/ Asker KarĢılama
Askere uğurlama ve asker karĢılama törenlerinde eğlenceler yapılır, yiyecekler dağıtılır. Askere uğurlama ve
karĢılama da tercihe göre mevlit okutulur ve dualar edilir.
*Hacı Gönderme/Hacı KarĢılama
Hacı gönderme ve Hacı karĢılamaları dualar ve mevlit okutmaları ile yapılır. Mevlitlerde, Ģerbet, helva, Ģeker ve
lokma, ayrıca Hac‘dan getirilen hurma ve zemzem suyu ikram edilir.
*Dini Bayramlar
140
Kültürümüzde iki büyük bayram vardır. ―Ramazan Bayramı‖ ve ―Kurban Bayramı‖dır. Bu bayramlarda,
yemekler yapılır, komĢular ve akrabalar ziyaret edilir.
*Kandil Geceleri
Kandil geceleri, kutsal geceler olarak kabul edilir. Önemli kandil geceleri; Mevlit Kandili, Beraat Kandili, Kadir
Gecesi, Regaip Kandili gibi, bu gecelerde dualar edilir ve mevlit okutulur. Helva, Ģeker, Ģerbet ve lokma
dağıtılır.
*AĢure AĢı
Muharrem ayında ― Muharrem ayının onuncu günü‖ piĢirilen ve içerisinde çeĢitli yiyecekler bulunan tatlı bir aĢ
ya da tatlı çeĢididir.
*Masallar
Gürcü Masallarını Türkçeye kazandıran Fahrettin Çiloğlu‘nun hazırladığı ―Falcı Hoço‘nun Masalları‖ adlı
yapıtta onüç tane Gürcü masalına yer vermektedir. Bu masalların adlarını vermek istersek: ― 1.Ġki Yalancı Köse,
2.Ġrmisa, 3.Natsarkekia, 4.Aslan ile Tilki, 5.Yoksul Köylü ve Devler, 6.Üveyik, 7.Yarım Tavuğun Hikâyesi,
8.Köylü, Ayı ve Tilki, 9.Kral ve Oğlu, 10.Bildiğin Yoldan ġaĢma, 11. Falçı Hoço‘nun Masalı, 12.KuĢ ile Tilki,
13.Komble‖ adlı masallardır. (Çiloğlu, 1998).
*Mitoloji
Mitoloji‘de, Altın Post iktidarı ve zenginliği simgelemektedir. Altın Post, Gürcüce ―Okros Satsmisi‖ dir.
Gürcistan‘ın Karadeniz kıyısındaki tarihsel bölgesi olan
―Kolheti‖ Altın Post‘un bulunduğu yerdir.
Yunanistan‘dan, Ġason (Argonaut‘ların ünlü Karadeniz seferinin kahramanıdır. ‗Argo‘ geminin adıdır. Geminin
adından dolayı, Ġason ve arkadaĢlarına Argonotlar denir.) ve arkadaĢları, Altın Postu ele geçirmek için
Kolheti‘ye gitmeye karar verirler. Uzun ve zorlu bir yoculuktan sonra Kolheti‘ye varırlar. (Erhat,2010:151).
GüneĢ Tanrısı Helious‘un oğlu olan Kolheti Kralı Aietes, Altın Posta sahiptir. Ġason ve arkadaĢları, Kolheti
krallığına varırlar. Kolheti Kralı Aieti, Ġason‘a Ģartlarının yerine getirilmesi koĢuluyla, Altın Postu vereceğini
söyler. Kral Aieti‘nin, Ġason‘a birinci Ģartı, ateĢ püskürten öküzlere boyun eğdirecektir. Ġkinci Ģartı, öküzlerin
baĢlarına tasma geçirip büyük bir tarlayı sürdürecektir.Üçüncü Ģartı, büyük ejderhayı öldürüp, diĢlerini tarlaya
ekecektir ve diĢlerden askerler çıkacaktır. Ġason ve savaĢçıları bu askerleri yeneceklerdir ve sonunda, altın Postu
alabilecekler ülkelerine götüreceklerdir. Kral Aieti, Ġason‘un bu Ģartları yerine getiremeyeceğini bilmektedir.
Kral Aieti‘nin Kızı Medeia bir büyücüdür ve Ġason‘a yardım eder. Kral Aieti, kızının Ġason‘a yardım eder. Kral
Aieti, kızının Ġason‘a yardım ettiğini anlar ve Altın Postu vermeyeceğini söyler. Kralın Kızı Medeia, Altın
Post‘u bekleyen ejderhayı uyutur ve Ġason, Altın Post‘u ele geçirir. Ġason, Kralın Kızı Medeia ve Altın Post‘u
alarak, argo gemisine binerler ve yola çıkarlar.(Erhat, 2010:201).
*Törenler
Çocuğa ad verme törenleri.
Sünnet törenleri.
Düğün töreni.
Ölüm töreni.
141
Kırk uçurma töreni.
Kahramanlık törenleri.
Kına gecesi töreni.
Kurban töreni.
NiĢan töreni.
Saçı töreni.
Yas töreni.
*Atasözleri, Deyimler
―Ayının yavrusu olmuĢ, ayı duru su içememiĢ.‖ (Gürcü atasözü)
―Yılanın baĢı ağrıyınca, ayaklara dolaĢır.‖ (Gürcü atasözü)
―Kötü dil topraktaki yılanı öldürür.‖ (Gürcü atasözü.)
―Eskinin yırtılması bitmez, ihtiyar inlemeyi bitirmez.‖ (Gürcü atasözü.)
―Fırçalasan da siyah karga beyazlamaz.‖ (Gürcü atasözü)
―At‘a dost gibi bakacaksın, düĢman gibi bineceksin.‖ (Gürcü deyimi)
(www.yaprak.forum, 15 ġubat 2012)
gibi bütün bunlar ortak toplumsal iletiĢim biçimleridir. Dolayısıyla da, kuĢaktan kuĢağa aktarılan yaĢantılardır.
Aynı zamanda da bu yaĢantılar bir kültür aktarımıdır ve sosyal değerlerimizdir. Bu bağlamda, doğum-evlilikölüm-doğum döngüselliği ve sosyal yaĢamdaki örflerimiz, adetlerimiz, gelenek ve göreneklerimizle bütünleĢir
ve ortak toplumsal iĢlevleri yerine getirirlerken kültürler arasılığı yeniden inĢa ederler.
1.DOĞUM
*Kısırlık
Çocuğu olmayanlara halk tarafından verilen isimdir. Destanlarda, çocuğu olmayanlara Ģölen vermesi ya da
türbelere gidip dua edilmesi istenir. Dede Korkut Hikayeleri‘nden biri olan Dirse Han Oğlu Buğaç Han‘da,
Dirse Han‘ın çocuğu yoktur. Dirse Han‘ın karısı Ģöyle seslenir; Dirse Han ― Kurbanlar kes, göl gibi kımız
sağdır, dilek dile, adak yap, ola ki ağzı dualı bir kiĢinin yalvarması ile Tanrı bize çocuk verir.(Ergin, 1994: 8081).
*AĢerme
AĢerme, hamile kadının canının değiĢik ―acı ya da tatlı‖ yiyecekler istemesidir. Bu olaya aĢ erme denir.
Dolayısıyla, aĢerme durumunda, istenen bir yiyeceğin bulunamaması durumunda ya da aĢeren kadının istediği,
bir baĢka söyleyiĢle aĢerdiği yiyeceğin yenilmemesi sonucunda, çocukta fiziksel bir eksikliğin olacağına
inanılmaktadır. Bundan dolayı aĢerilen yiyecek bulunmaya çalıĢılır. Ayrıca da, yaygın bir inanıĢ da, aĢeren
kadın yiyeceği gizli yerse, çocuğun vücudunda leke olacağıdır.
*Cinsiyet Belirleme
142
Halk arasında bazı uygulamalar cinsiyet belirlemeye örnek gösterilebilir. Hamile kadının oturacağı minderlerden
ya da yastıklardan birinin altına ―makas‖ diğerine ―bıçak‖ konur. Hamile kadın makaslı mindere oturursa kızı,
bıçaklı mindere oturursa erkek olacağına inanılır.
Hamile kadın güzelleĢirse erkek olacağına, çirkinleĢirse kız olacağına iĢaret edilir. Halk arasında, erkek çocuğun
anneye güzellik verdiğini, kız çocuğun da annenin güzelliğini aldığına inanılır. Ayrıca da, hamile kadının canı
ekĢi çekerse kız çocuğu, tatlı çekerse erkek çocuğu olacağına inanılır.
*Çocuğun Göbeği “Göbek Bağı”
Çocuğun göbek bağı, çöpe ya da dıĢarı atılmaz. Genellikle, cami avlusuna, devlet dairesine, okul bahçesine gibi
yerlere gömülür. Dolayısıyla da, çocuğun geleceğini etkileyeceği ve ileride iyi bir mesleği olması düĢünülür.
*Lohusalık
Lohusalık, doğumdan sonraki kırk günlük süreye verilen isimdir. Lohusalık döneminde ağırlık basması adı
verilen ―umacı‖ ya da ―kâbus‖ olayı görülmektedir. Bundan dolayı, loğusa kadının baĢına kırmızı bir kurdele
bağlanır. Kırmızı kurdele kötü bakıĢlara ya da kötü ruhlara karĢı bir koruyucudur.
*Loğusa Ziyareti
Loğusa ziyaretine, aile yakınları, akrabalar ve komĢuların bebeği görmeye gelmesi ve hayır dilemesidir. Loğusa
ziyaretine, genellikle adetli kadınlar gelmez, gelir ise de, bebeğe bakarak ―ben de annen gibiyim‖ der. Bu sözü
söylemezse, bebeğin hastalanacağına inanılır. Ayrıca, bebek ziyaretine bir baĢka loğusa gitmez, kırkların
karıĢacağına inanılır.
*Bebek Mevlidi
Bebek doğduktan sonra, mevlit okutularak dua edilmesidir. Mevlit töreninde, helva, Ģeker ve Ģerbet ikram edilir.
*Anne Sütü
Çocuğun ilk besini olan anne sütü çok önemlidir ve kutsal kabul edilir.
*Kırk Basması
Kırk basması halk arasında ―Albastı‖ olarak adlandırılır. Albastı lohusalara musallat olan kötü bir ruhtur. Kırk
basması ayrıca, kırkı çıkmamıĢ ya da doğumdan sonraki çocukları etkilediği düĢünülen mistik bir güç olarak
kabul edilir. Kırk basması ile ilgili halk arasında yaygın olan sözler Ģöyledir:
Doğumdan sonra anne ve çocuk yalnız bırakılmaz.
Çocuğun beĢiğine, Kur‘an-ı Kerim, ekmek, süpürge, taĢ, bıçak, makas, gümüĢ, kurĢun konulur.
Anne ve çocuk kırk gün yalnız bırakılmaz.
Kırklı kadın gece evden çıkmaz.
Kırklı kadın gece yalnız bırakılmaz.
Kırklı kadının baĢucunda gece ıĢık yakılır.
143
*Kırklama/Kırklamak
Çocuğun doğumundan sonraki kırkıncı gününde, özel bir törenle yıkanmasına kırklama ya da kırklamak adı
verilmektedir. Kırklama yapılırken, bebeğin yıkanacağı suyun içine kırk tane taĢ konur ―taĢ gibi olsun‖
tuz
konur ―kokmasın‖ altın yüzük konur ―güzel bir evlilik‖ yapsın ve yeĢil bir dal ve çiçek konur ―güzel koksun‖
denir ve hayırlar dileyerek yıkanır.
*Kırk Çıkarma “Kırk Uçurma”
Kırk çıkarma ya da halk arasında kırk uçurma inanıĢı, çocuğun kırkıncı günü gezdirilmesidir. Dolayısıyla, kırkı
çıkartmak ya da kırk uçurtmak gezmesinde insanlar arasında birleĢtirici bir iĢlev taĢımaktadır. Kırk uçurma
gezisinde, ziyaretine gidilenler bebeğe hediyeler verirler.
*Çocuğa Ad Koyma
Türk kültüründe çocuğa ad verilmesi bir kahramanlık göstermesi sonucunda verilirdi. Dede Korkut
Hikâyeleri‘nde
ve Destanlarda ad koyma örneklerine rastlanmaktadır. Dirse Han Oğlu Buğaç Han
Hikâyesi‘nde, Dirse Han‘ın oğlu bir boğa öldürür. Dede Korkut, çocuğun babasına ; Bayındır Han, oğlun bir
boğa öldürmüĢtür, adı Buğaç olsun, adını ben verdim, yaĢını Allah versin.‖ (Ergin, 1994:83) dedi ve Oğuz
Kağan Destanı‘nda, çocuğa hemen ad verilmez ve bir yaĢına kadar girmesi ― Bir yaĢına girmeden, ona ad
seçmezlerdi‖ (Ögel, 1989:158) beklenir ve büyük Ģölen verilirdi.
―Bir yaĢına girmeden, ona ad seçmezlerdi
Büyük toy yapılırdı, eski Türk adetince
Öyle ad seçilirdi, çocuğun kudretince
Kara Han atlar kesti, yurdum Ģen olsun diye
Çağırdı hep Türkleri, bir ad bulunsun diye
Oğlancık birden bire, ―Adım Oğuz‘dur‖ dedi.‖ (Ögel, 1989:158)
Çocuğa ad verme geleneği günümüze kadar süregelmiĢtir ve izleri devam etmektedir. Çocuklara değer verilen
büyüklerin adları da verilir ve ayrıca belirli bir günde doğan çocuğa, o günün adı verilir. Ramazan ayında doğan
çocuğa ―Ramazan‖ adı Kadir gecesi doğan çocuğa
―Kadir‖ kız olursa ―Kadriye‖ adı verilir. Üç aylarda
doğanlara ―Recep- ġaban-Ramazan‖ ve Kurban bayramında doğan çocuğa da ―Kurban‖ adı verilir. Çocuklara,
devlet ya da din büyüklerinin de adı verilir, Ġskender, Timur, Cengiz, Attila, Ali, Hasan ve Hüseyin, Osman,
Musa, Ġsa, Meryem, Rabia, Nuh, Yunus, Yusuf gibi isimleri sayabiliriz. Bu bağlamda, Anadolu‘da, çocuğun
yaĢaması için ―YaĢar‖ ya da ―Dursun‖ adı konulur.(Nezahat Akarırmak, 2012).
*Çocuğun Ġlk DiĢ Çıkarması
Çocuğun ilk diĢ çıkarmasında tören ya da kutlama yapılır. DiĢ çıkarma törenine ―DiĢ Hediği‖ adı verilir. DiĢ
Hediği töreninde önemli bir yiyeceği ―Hedik‖ tir. Hedik, iri buğday taneleri haĢlanır ve soğuduktan sonra içine
Ģeker ya da çerez karıĢtırılarak ikram edilir. DiĢ Hediği töreninde, bebeğin ilk diĢini gören kiĢi, bebeğe beyaz
renkli bir giysi alır. Törene katılanların ortasına oturtulan bebeğin etrafına çeĢitli nesneler ―tarak, makas, para,
144
altın, bıçak, gibi‖ konur, bebek hangisini seçerse, ileri de o mesleği seçeceğine inanılır. (Nezahat
Akarırmak,2012)
*Ninniler
Ninniler, çocukları uyutmak için söylenir ve manilere benzerler. En yaygın olan ninniler;
―Uyusunda büyüsün ninni
TıpıĢ tıpıĢ yürüsün ninni
Büyük adam olsun ninni
Ninni ninni ninni ninni
Eeee, eee….‖
***
―Uyusunda büyüsün ninni
Mini mini yavruma ninni
Ninni benim yavruma ninni
Ninni ninni ninni
Eeee, eee…‖
***
―Mini mini yavruma ninni
Küçücük yavruma ninni
Hem yürüsün hem büyüsün
Ninni ninni ninni
Eeee, eee,…‖
***
―Dandini dandini dastana
Danalar girdi bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı
Ninni ninni
Eeee, eee…‖
***
Yavrum yesin büyüsün
Hem yürüsün hem büyüsün
Ninni ninni ninni
Eeee, eee.
―Dağlara sordum, dağlar uyumuĢ
145
TaĢlara sordum, taĢlar uyumuĢ,
Bir de eve geldim
Kızım/oğlum uyumuĢ.‖
*Sünnet
Erkek çocukların sünnet törenleri büyük kutlamalarla gerçekleĢtirilir. Türk kültüründe, sünnet törenleri, davullar
ve zurnalar ile yapılır, mevlit okutulur, yemekler verilir. Sünnet olacak çocuğun, silah tutacak eline ―askerde‖
kına yakılır ve kıyafetler giydirilip, yörelere göre, at ya da araba ile konvoy biçiminde gezdirilir.
2.EVLENME
*BeĢik Kertmesi
Çocuklar bebek iken, ailelerin kendi aralarında sözleĢmesidir. Bu geleneğin izleri günümüzde görülmemektedir.
*Kız Ġsteme “Görücülük”
Gürcüler, danslara ve oyunlara çok önem verirler. Danslar sosyal yaĢamlarının odak noktasını oluĢturur. Gençler
her zaman ―toplantı‖ adını verdikleri sosyal paylaĢım alanlarında ―bayramlar, düğünler, törenler, kına gecesi ya
da bir sebep olmaksızın bir araya gelme‖ toplanırlar. Toplantılarda, davul, akordion ve tahta çalarak, sabaha
kadar, dans ederler ve eğlenirler. Bu toplantılarda ―Kumuk, basma, topal, deli horon, düz ova ve Kafkas havası
gibi‖ oyunlar oynarlar. Dolayısıyla bu toplantılarda gençler, Anadolu kültüründe olduğu gibi kaçma-göçme ve
görücü usulü olmadığı için, burada tanıĢırlar, beğenirler ve evlenirler. (Leyla Çınar Akgün, 2012).
*Söz Kesme
Kız isteme olayı olumlu ise, yüzük ― söz yüzüğü‖ takılarak aileler birbirlerine söz verirler. Söz kesmede gelin ve
damat tarafı birbirlerine hediye bohçası verirler.
*NiĢan
NiĢan töreni, evliliğin ilk adımıdır. NiĢan töreninde niĢan yüzükleri takılır. NiĢan yüzükleri takıldıktan sonra,
damat evine düğün yapmaya gidilir. Damat evinde, davullar ve zurnalarla eğlenilir. Gelin, düğün alayının
ortasına oturtulur ve yanına büyük bir beyaz örtü açılır. Orada bulunan davetlilerden gelen hediyeler, Çığırtkan
―bağıran kiĢi‖ tarafından, gelen hediyelerin adları söylenir ―bağırılır‖. ġöyle ki;
Gelinin amcasından bir halı.
Damadın halasından bir altın bilezik.
Gelinin dayısından bir buzdolabı.
Gelinin teyzesinden tencere takımı.
Damadın arkadaĢından bir saat.
Kayınvalideden bir gerdanlık.
Hediye verme törenine ya da hediyelerin gelmesine ―donanma‖ adı verilir. Daha sonra da damat tarafı gelinin
evine gelirler. Bir tepsi helva ve ekmek getirirler. Gelinin evinde eğlence düzenlenir. Ertesi gün, helva ve ekmek
komĢulara dağıtılır. Bu tören, kızın niĢanının kesinleĢtiğinin simgesidir (Leyla Akgün,2012).
146
*Çeyiz Serme
Gelin kızın çeyizi ilk önce kız evinde sergilenir bu olaya çeyiz serme denir. KomĢular ve akrabalar, çeyizleri
görmeye gelirler. Çeyiz görmeye gelenler, kıza hediyeler getirirler. Çeyiz, bir hafta sergilendikten sonra
toplanıp, erkek evine götürülür ve orada da bir hafta sergilenir.
*Kına Gecesi
Kına gecesi düğünden önce yapılan bir veda ya da evden ayrılıĢın son gecesinin törenidir. Kına gecesi töreni bir
nevi kadın kadına bir eğlencedir. Kına gecesinde, geline kırmızı bir folklorik bir elbise giydirilir ve baĢına da
kırmızı bir örtü ya da tül örtülür. Kına gecesine katılan bütün kadınlar bir çember oluĢtururlar ve ortalarına
gelini oturturlar. Gelinin ellerine kına yakılırken, kadınlar matemli ve gelini ve yakınlarını ağlatan türküler
söylerler. Diğer kadınlar, gelinin etrafında dönerek dans ederler. Kına gecesinde söylenen maniler de önemlidir.
―Çakmak çakmaya geldik
Kına yakmaya geldik
Ağlama Leyla ―Kızın annesinin adı‖ Teyze
Kızını almaya geldik.‖
***
―Kızım kınan kutlu olsun
Burada dilin tatlı olsun
Çığırın gelsin kızın anası
Kız gelin oldu görsün.‖
―Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar‖ adlı türkü, Kına gecelerinin olmazsa olmaz türkülerinden en
önemlisidir. Bu türkü anonimdir ve Kına geceleriyle özdeĢleĢen bir türküdür. Dolayısıyla, bu türkü bütün
kadınları ağlatan bir matem ya da vedalaĢmanın, evinden ayrılığın türküsünün simgesidir
―Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
AĢrı aĢrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuĢlara malûm olsun, ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı, ben köyümü özledim.
Annemin yelkeni olsa açsa da gelse
Babamın bir atı olsa binse de gelse
KardeĢlerim yolları bilse de gelse.
Uçan da kuĢlara malûm olsun, ben annemi özledim
Hem annemi, hem babamı, ben köyümü özledim.‖
147
(http://arkasokak.net/yerli-yabancı-sarkı sözler, 12 Mart 2012.)
*Övme
Övme, kına gecesi bittikten sonra, kız tarafından gençler ―erkek ve kızlar‖ baĢlarında büyük bir yenge, oğlan
tarafına övmeye gidilir. Gençlerin ellerinde dümbelek ― darbuka‖ çalarak oğlan evine gidilir. Damat, kendi
evinde saklanır. Elleri bağlanan gelin, evin her köĢesinde damadı arar. Gelin damadı bulursa, damat tarafından
elleri çözülür. Gençler, Kayınvalide ―Damadın Annesi‖ ve Kayınpeder ―Damadın Babası‖ e mâniler söylerler:
―Tarlalarda olur bakla
Güvercinler atar takla
Aman dünür babam
Kesenin dibini yokla‖
***
―Gel tanıĢalım
GülüĢüp oynaĢalım
BahĢiĢini hazırla
Övmede buluĢalım.‖
Oğlan tarafı maniye cevap vermez, sadece bahĢiĢ ―para‖ verir. Dolayısıyla, bu maniler ile Kayınvalide ve
Kayınpeder övülür ya da bir baĢka söyleyiĢle bir nevi bahĢiĢ toplanır. Bu gelenek, Ramazan‘da gezen
davulcuların, bahĢiĢ toplama ritüelindeki övme biçimine benzer. Övmede, Kayınvalide ve Kayınpeder bahĢiĢini
verdikten sonra, gençlere bir tepsi baklava ve piĢmiĢ tavuk verir. Gençler, bahĢiĢleri topladıktan sonra, gelinin
evine gelinir. Damat evinden gelen ikramlar gülüĢ-cümbüĢ ―eğlenerek‖ yenir. Bu ritüel bittikten sonra, gelinin
ayaklarına kına yakılır.(Leyla Akgün,2012)
*Düğün Günü
Sadıçlar ve ahretlikler bir tepsi baklava ve bir tepsi ekmek ―o güne özel hazırlanmıĢ‖ kırmızı kurdelelerle
süslenerek, ahretlikse kız tarafına, sadıçsa erkek tarafına gidilir. Kız ya da erkek tarafına gidilirken, davul ve
zurnalar eĢliğinde gidilir. Gelin ya da damat dıĢarı çıkar, sadıç ve ahretliği karĢılarlar ve müzik eĢliğinde
birbirlerine kavuĢurlar. Bu kavuĢma esnasında Ģeker ve paralar atılır, oyunlar oynanır. Dolayısıyla bu geleneğin,
sadece bu dünyada değil öteki dünyada da arkadaĢlık ve dostluğun ebedi bir göstergesidir. (Leyla Akgün, 2012)
*Saçı
Gelinin, damadın evine ―gelinin yeni evi‖ geldiği gün baĢına bereket ve Ģans getirmesi için atılan ya da saçılan
Ģeylere ―pirinç, buğday, arpa,
darı, kuruyemiĢ, bozuk para, gibi‖ saçı adı verilmektedir. Dolayısıyla, bu
geleneğin kökeni geçmiĢe dayanmaktadır. Gelini yeni bir eve ve aileye karıĢması, ailenin atalarının ve koruyucu
ruhların gelini kabul etmesi için yapılan bir törendir.
148
*Duvak
Düğün bittikten sonra, ertesi gün geline tekrar gelinlik giydirilir. KomĢular ve yakın akrabalar ―sadece kadınlar‖
toplanırlar ve darbuka ya da tepsi çalarak eğlence düzenlenir. (Leyla Akgün)
*Gelin Alı
Damadın ailesi, komĢuları ve akrabaları toplanırlar ve gelinin evine giderler. Gelini, arkadaĢları odaya kapatıp,
kapıyı kilitlerler. Damadın babası, gelini kilitli odadan çıkarmak için, odanın kapısına gelir. Gelinin
arkadaĢlarından bir sözcü, kapıyı açmak için damadın babasından bahĢiĢ ister. Damadın babası, hemen bahĢiĢ
vermez, uzun bir pazarlıktan sonra, gelin odadan çıkartılır. Gelin, evin içindeki misafirlerin ellerini öper. Gelinin
babası, kırmızı kurdeleyi gelinin belinden üç kez çevirir ve beline bağlar. BaĢına da kırmızı örtü örtülür. Gelin
evden çıkarken davullar ve zurnalar çalınır. Bu arada da, kız tarafının gençleri, oğlan tarafından gelen
misafirlerin ayaklarına su atarlar. Su atma geleneği ―bizden kız almak kolay değildir‖ anlamını taĢımaktadır.
Gelin evden çıkartılırken, arkasından su dökülür. Suyun içerisinde ―pirinç, buğday, bozuk para, ― yer almaktadır.
Damadın evine gelindiği zaman, gelin arabadan ―eskiden at‘ın üzerinden‖ inmez. Damadın babası, geline ―altın‖
―koç‖ gibi hediye verir. Gelin arabadan iner inmez kurban kesilir. (Leyla Akgün,2012).
3.ÖLÜM
Orhun Kitabeleri‘nde Bilge Kağan babasının ölümü üzerine:
―Babam Kağan il kazanıp uça barmıĢ (Babam Kağan öylece ili, töreyi kazanıp uçup gitmiĢ)‖ (Ergin,1983:79)
Bilge Kağan babasının ruhu için ―uçup gitti‖ ifadesini kullanarak, halk inanıĢında hala izleri devam eden, ruhun
bir kuĢ biçiminde uçup gittiği inancını göstermektedir. Dede Korkut Hikâyeleri‘nde ―ölüm‖ için söylenen sözler
Ģöyledir:
―Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelmeli gitmeli dünya
Ahir sonu ölümlü dünya.‖
(Ergin,1994:115)
*Cenaze Evi
Cenaze evden çıktıktan sonra, evde iĢ yapılmaz.
Cenaze evinin kapısına, ölen kiĢinin ayakkabısı konur. (Bu geleneğin izleri günümüzde de görülmektedir.)
Caneze evinde lokma dökülür.
*Yas Tutma/Ağıt Söyleme
Ölen için duyulan acı, kültürlere ve bölgelere göre farklılıklar göstermektedir. Orhun Kitabeleri‘nden, Kültiğin
Kitabesi‘nde, Kuzeydoğu cephesinde, yas tutma töreninden söz edilir.
149
―Kültiğin koyun yılında onyedinci günde uçtu. Dokuzuncu ayı yirmiyedinci günde yas töreni tertip ettik.‖
(Ergin,1983:30-31).
Kültiğin Kitabesi, Güneybatı cephesinde:
―Kültiğin‘in altınını, gümüĢünü ve bütün malı ile dört binlik yılkısını yöneten Tuygutun da göğe uçan prensi
için ağladığını taĢa yazdım.‖
Kültiğin‘in ölümü anlatılırken yoğçı sözcüğü görülmektedir. Ölen kiĢinin arkasından yas tutan, ağlayan kiĢiye
―yoğçı‖ ya da ―ağlayıcı‖ ―yasçı‖ denir. Ayrıca da ―yog aĢı‖ aĢı denilen, ölü yemeği vardır. Ölü yemeği üç ya da
yedi gün verilir.
Yas tutma törenlerinde, saçlarını keserler. Kesilen saçlar, ölünün diğer değerli eĢyası ile birlikte gömülür. Ayrıca
da, ölen kiĢinin atının kuyruğu ve yelesi kesilir. Yas tutma göstergesi olarak karalar giyilir, yüz yaralanır, kanlı
gözyaĢı dökülür. Dolayısıyla, bu tür yas tutma törenine, Kerbela Olayı‘nı anmada görülmektedir.
*7‟si/ 40‟ı / 52‟si
Ölünün yedisinde, kırkında ve elli ikisinde, sabah hamur ―gödek‖, lokma, ve irmik helvası yapılır. Ġki hamur
arasına helva konur ve bütün mahalle halkına dağıtılır. Öğleden sonra da dua okutulur.
*Sene Devriyesi
Ölünün senesinde mevlit ve dua okutulur. Helva, Ģeker ve lokma dağıtılır.
SONUÇ
Türk-Gürcü dostluğunun temelleri kültürel paylaĢımdan kaynaklanır. Kültürlerin barıĢması ve kavuĢmasıdır.
Türk-Gürcü kültürü yüzyıllar içerisinde bütünleĢmiĢlerdir ve kültürler kaynaĢmıĢtır, harmanlanmıĢtır. Kültürler
arasında örf, adet, gelenek ve görenekler sosyal yaĢamı paylaĢan bireylerin ortak paydada buluĢtukları yerdir.
Tüm halkın aynı değerler içerisinde dostça, kardeĢçe, kültürel mirası devralarak, onu koruyarak ve gelecek
nesillere devreden yine onlardır. Halkın değerler bütününü oluĢturan kültürler, nesillerden nesillere aktarılarak,
yüzyıllarca yaĢarlar yaĢadıkça geliĢirler, kollektif bilincin, toplumsal hafızanın, ortak duyguların, paylaĢımların
taĢıyıcısı olurlar. Dolayısıyla, kültürleri yaĢatan halk, atalarından aldıkları değerler bütünü olan ―örf, adet,
gelenek ve görenekler topluluğunun birleĢimi olan‖ mirası koruyan ve yaĢatan tekrar onu geleceğe emanet
edeceklerdir. Kültürel bu döngü yüzyıllar boyu yaĢayacak ve yaĢatılacaktır.
KAYNAKÇA
AKKUġ Tacettin, Gönen ve Köyleri Tarihçesi, Ekin Yayıncılık, Ġstanbul,2001.
ÇĠLOĞLU Fahrettin, Falcı Hoço‘nun Masalları-Gürcü Masalları, (Çevirenler: Fahrettin Çiloğlu, Ġrina
Gotsiridze, Hasan Çelik, Hülya Çiloğlu) Sinatle Yayınları, Ġstanbul, 1998.
ÇOMAK A.Nebahat, ―Mitoloji ve Medya: ―Çocuk Ġmgesi‘ni Koruma(ma)nın Anlatısal
Döngüsü‖ Medya
ve Çocuk Rehberi (Editörler:Yasemin Ġnceoğlu-Nurdan Akıner) Eğitim Kitabevi Yayınları, Konya, 2008.
150
ÇOMAK A.Nebahat-YILMAZ Elgiz ―Manas Destanı‖ II.Congress Of Internatıonal Social Scientists, October
22-24, Bishkek/ Kyrgyzstan, 2008.
DEMĠR Ali Faik-ÇOMAK A. Nebahat, ġaman ve Türk Dünyası, Bağlam Yayınları, Ġstanbul,2009.
ERGĠN Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, Ġstanbul, 1983.
ERGĠN Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, GiriĢ-Metin-Faksimile, Türk Dil Kurumu Yayınları: 169, Ankara,
1994.
ERHAT Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, Ġstanbul, 20120.
KUR‟AN-KERĠM,(Hazırlayan:A.FikriYavuz) Sönmez Matbaası, Ġstanbul,
ÖGEL Bahaeddin, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989.
Wikipedia.org/wiki/Kafkas_oyunları,5 Nisan 2012.
Wikipedia.org/wiki/Kuzey_Kafkas, 5 Nisan 2012.
www.kafkas +oyunları-görselleri, 16 Mart 2012.
http://tr.wikisource.org, 16 Mart 2012.
http://arkasokak.net/yerli-yabancı-sarkı sözleri,12 Mart 2012.).
www.baskent.edu.tr/turkmitolojisi/manas/2005.
www.chveneburi.net/tr, 5Nisan 2012.
www.turkgurcu.com-211 Gurculerde-Yemek-Cesitleri, 2 Nisan 2012.
www.memocal.com, 12 Mart 2012.
www.ezberim.com/genel-kultur,kafkas oyunları hakkında,5 Nisan2012.
www.yaprak.forum 15 ġubat 2012.
Derlemeler:
Ali KüçüksubaĢı
Arzu Bahar
Ayten Çınar
AyĢegül Öralay
BarıĢ Bahar
Bilgi Tarcan
Ferhat Erken
Fevzi Bahar
Hasan Çınar
Haydar Öğe
Kemal KüçüksubaĢı
Kıymet Kalyoncu
Leyla Çınar Akgün
Mehmet Öğe
Nazmiye KüçüksubaĢı
151
Nevin Özdemir
Nezahat Akarırmak
Oktay Öğe
Özcan Bahar
Raziye KarakaĢ
Sadık Tuksal
Saim KuçüksubaĢı
Saime Arabacığlu
Süheyla Çınar Erkan
ġadiye Kılıçer
ġuayip Öğe
Vildan Tuksal
Yusuf KüçüksubaĢı
Zefiye Çınar
Zehra Öğe
152
OSMANLI DEVLETI‟NIN SON YÜZYILINDA KAFKAS POLITIKASI AÇILIMI
Necati AYDIN
Özet
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti, Rusya ile giriştiği savaşlara Kafkasyalıları da dahil etmek
istiyor ve her defasında onları Ruslar‟a karşı tahrik etmeye çalışıyordu. Aslında aynı tarihler Rusya‟nın
Kafkasya‟ya doğru yayılmak için harekete geçtiği tarihlerdi Bu nedenle Kafkasyalılar zaten Ruslar‟la sık, sık
çatışmakta idiler. Bu nedenle Rusya‟ya karşı sürekli bir işbirliği iki tarafında çıkarınaydı. Ancak Osmanlı
Devleti, Rusya ile savaş sona erip barış antlaşmasını imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile
Kafkasyalıları karşı, karşıya bırakıyordu. Osmanlı İmparatorluğu‟nda “Türklük” düşüncesi ilk kez XIX. yüzyılın
ikinci yarısında uyanmaya başlamıştır. Ancak, bu düşünce o dönemde “Osmanlılık ve İslâmcılık” kavramına
karşı gelişen siyasal ve ideolojik bir nitelik taşımıyordu. XIX. yüzyıl Rusyasında Türklük bilincinin gelişmesinde
Ahunzâde Fethi Ali‟nin önemli rolü vardır. Dış Türkler arasında, ideolojik açıdan Türkçülük akımının önderlik
eden fikir adamı ise Kırımlı İsmail Gasprinski‟di. 1918 yılı başlarında General İsmail Berkok Kuzey
Kafkasya‟da, özellikle Dağıstan‟da Osmanlı yönetimi adına örgütleyici çalışmalarda bulundu.
II.Meşrutiyet‟in yani İttihat ve Terakki‟nin dış Türkler‟le ilişkisinin en unutulmaz olayı Enver Paşa‟nın
Tacikistan da Ruslar‟a karşı verdiği mücadele de şehit düşmesidir.
Anahtar Kelimeler: Kafkasya, Osmanlı Devleti, Türklük, II. Meşrutiyet, İttihat ve Terakki, Kırımlı İsmail
Gasprinski, Enver Paşa.
Abstract
From the end of the XVIII Century, Ottoman Empire wanted to make Caucasia join the war between Russia and
Ottoman Empire and she tried to manipulate them against the Russians. Those dates were also the dates when
Russia started to spread towards Caucasia. As a result, Caucasia often struggled with Russia. So, a cooperation against Russia was beneficial for both. However, after signing the peace agreement with Russia,
Ottoman Empire drew back and left the Russian and the Caucasian against each other. The idea of the
“Turkishness” emerged in the second half of the XIX century for the first time. However, this idea had no
political or ideological aspect against “Ottomanism and Pan-Islamism”. Ahunzade Fethi Ali had an important
role in the development of the notion of Turkishness in the XIX century Russia. Kırımlı İsmail Gasprinski was
the leader of the “Turkishness” idea among the Turks abroad. In the beginning of 1918, General İsmail Berkok
worked for the organization in the Northern Caucasia, especially in Dagestan, under the Ottoman
administration.
The most important event of the Second Monarchy, the relationship between İttihat ve Terakki and the Turks
abroad, is Enver Paşa‟s martyrdom during the struggling against Russians in Tacikhistan.
Key words: Caucasia, Ottoman Empire, Turkishness, the Second Monarchy, İttihat and Terakki, Kırımlı İsmail
Gasprinski, Enver Paşa
1.
II. MeĢrutiyet Öncesi GeliĢmeler
Kafkasya veya Kafkas Türkleri aslında Osmanlı için baba bir, anne ayrı olan kardeĢler gibidir. Nedenini bir
cümlede açıklayacak olursak 1500 yılından sonra Osmanlı devlet yönetiminde genelde devĢirme kökenli
olanların hakimiyeti söz konusu olmuĢtur. DevĢirme yöneticilerin dayanıĢma içerisinde olmaları doğuya hizmet
I
ve doğu Türkleri ile Osmanlıyı uzak tutmaya sevketmiĢtir. ĠĢte bu anlayıĢ Osmanlı‘nın, Doğu Türklerine
yardımını veya Kafkasya‘ya açılımını azda olsa etkilemiĢtir. Yani Sokullu Mehmet PaĢa‘nın Don-Volga
arasındaki Kanal Projesi dıĢında ise Kafkaslara sıcak bakan yönetici sayısı da çok azdır.
1578-1579‘daki Özdemir Oğlu Osman PaĢa‘nın Kafkasya seferinden sonra uzun müddet, Osmanlı Devleti,
Kafkasya ile fazla ilgilenmedi. Ancak 1774‘ten sonra Rusya‘nın Kırım‘ı ele geçirmek istediği anlaĢılınca
Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissedildi. Çünkü burası Rusya‘nın güneye doğru inmesini
engelleyebilecek tabii bir set gibi idi. Bu bölgedeki Osmanlı nüfuzunu kurmak veya güçlendirmek için devleti
temsilen Ferah Ali PaĢa, Anapa‘ya gönderildi ve oradaki kalenin inĢası görevi ona verildi. Anapa muhafızı
olarak Ferah Ali PaĢa‘dan beklenen Çerkez kabileleri ile iliĢki kurarak onları, Osmanlı Devleti‘nin nüfuzu altına
sokmak idi. Kafkasya‘da, Dağıstan öteden beri siyasi olmaktan çok dini ve manevi bakımlardan Osmanlı
Devleti ile sıkı iliĢkilere sahip idi.
Buradaki halkın büyük kısmı Sünnî idi. Ġslamiyet ve halifeliğe bağlılıkları kuvvetli idi. Rusya‘nın ve ġii Ġran‘ın
tehdidi altında kaldıkları zaman Dağıstanlılar Osmanlı Devleti‘nden yardım isterlerdi. Fakat yine de Dağıstan‘da
Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Rusya da Doğu Kafkasya‘ya (hatta genel olarak
Kafkasya‘ya) doğru nüfuzunu ilerletmeye çalıĢınca üç devlet arasında rekabet baĢ gösterdi. Ancak Ġran‘ın yerini
XIX. yüzyılın baĢlarında, Kafkasya‘da 19. yüzyıl ve sonrasında etkili olmuĢ, Kadiri ve NakĢibendiliğe bağlı
özel bir hareket olan Müridizim aldı. Hareketi özel yapan Kafkas halklarının Ruslara karĢı direniĢinde üstlendiği
siyasal roldür. Ġmam ġamil örneğinde olduğu gibi Müridizme bağlı imamlar, direniĢi örgütleyen ve yöneten
siyasal önderlerdir aynı zamanda. Çeçenistan baĢta olmak üzere, Dağıstan halkları, Güney Kafkasya ve
Türkiye‘ye kadar yayılma imkânı bulmuĢtur. Türkiye‘de çok az da olsa Terekemeler arasında hala varlığını
sürdürmektedir. Bu tarikat da bu bölgedeki gücünü arttırmaya çalıĢtı ve bütün devletlerden bağımsız kalmaya
ağırlık verdi.
Ancak Osmanlı Devleti‘nin Batı Kafkasya‘daki nüfuzu daha da zayıf idi. Osmanlı Devleti hiçbir zaman bu
bölgeyi doğrudan doğruya hakimiyeti altına almaya çalıĢmamıĢtır. Bilhassa dağlardaki kabileler üzerinde ciddi
bir tesiri yok gibi görünmektedir. Kuban boylarında ve ovada oturan kabileler ile iliĢki kurma ve sürdürme
görevi Kırım Hanlığı‘na bırakılmıĢtır. Ġslamiyet‘in dahi Kuban Çerkezleri arasında yayılmasında yine Kırım
Hanlığı‘nın en önemli rolü oynadığı ileri sürülmektedir. Ancak onların Ġslamiyet‘e giriĢlerinde en önemli
katkıda bulunanın Ferah Ali PaĢa olduğunu Mehmet HaĢim Efendi ve ondan naklen A.Cevdet PaĢa ile Lettres‘in
yazarı ileri sürmüĢlerdir.
Böylece, Çerkezlerin Osmanlı Devleti ile fazla iliĢkilerinin olmayıĢı (Osmanlı Ġmparatorluğu‘ndaki Çerkez
asıllılar hariç) Ġslamiyet‘in geçmiĢinin burada oldukça yakın oluĢu ve dolayısıyla halifenin otoritesini henüz
ciddi olarak kabul etmeyiĢleri ve bin yıllardan beri özgürce yaĢamaya alıĢkın olmalarından dolayı olmalı, bu
bölgede Osmanlı Devleti‘nin etkisi fazla değildi. Bu durumda Dağıstan, Osmanlı Devleti‘ne manen daha fazla
bağlı olup bu nedenle Ruslara karĢı ağırlıkla Osmanlı Devleti‘nden yardım istemekle yetinmiĢlerdir. En azından
baĢka devletlerden de yardım istediklerine dair bilgimiz yoktur. Halbuki Çerkezler Ruslara karĢı Osmanlı
Devleti‘nin yardımı yanında Ġngiltere ve Fransa‘dan da yardım sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Zaten bu ülkelerin
ilgileri de anlayabildiğimiz kadarıyla Doğu Kafkasya‘dan çok Batı Kafkasya‘ya (bilhassa Çerkezistan‘a) dönük
154
olmuĢ ve Çerkezleri Rusya‘nın güneye inmesini engelleyen bir kalkan olarak gören Ġngiliz politikası, bunlarla
daha çok iliĢki kurmuĢtur.1
Ferah Ali PaĢa, Anapa‘yı karargah olarak tutup Çerkezler ve Abhaz-Abazalar arasında Müslümanlığı yaymak ve
Osmanlı Devleti‘nin manevi nüfuzunu kurmaya çalıĢmakla görevli idi. Önce dinsel bağlar kurulacak, daha sonra
da siyasi ve askeri bağlar kurulmasına çalıĢacaktı. Kendisi de Çerkez olan Ferah Ali PaĢa‘nın akıllıca
davranıĢları sayesinde onun burada görev yaptığı yıllarda (1780-1785) hem kendisini hem de devletini
Çerkezlere saydırtmasını bilmiĢtir. Özellikle Kuban Çerkezleri arasında Osmanlı Devleti‘nin etkisi onun
sayesinde arttı. Her ne kadar ondan sonra (1785‘ten sonra) Anapa Muhafızlığı‘na gönderilenler genel olarak
onun kadar baĢarılı olamamıĢlarsa da Çerkezler ile Osmanlı Devleti arasındaki manevi ve siyasi bağlar
kuvvetlenmiĢtir. Ancak bir Kabardayları bundan hariç tutmak lazımdır. Çünkü bu kabile öteden beri Rusya ile
iyi iliĢkiler içerisinde idi.
XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti, Rusya ile giriĢtiği savaĢlara Kafkasyalıları da dahil etmek
istiyor ve her defasında onları Ruslara karĢı tahrik etmeye çalıĢıyordu. Aslında aynı tarihler Rusya‘nın
Kafkasya‘ya doğru yayılmaya (ve hatta Kafkasya‘yı ele geçirmek amacıyla) harekete geçtiği tarihlerdi (bilhassa
1790lardan baĢlayarak). Bu nedenle Kafkasyalılar (bilhassa da Çerkezler) zaten Ruslarla sık sık çatıĢmakta
idiler. Bu nedenle Rusya‘ya karĢı sürekli bir iĢbirliği iki tarafında çıkarınaydı. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile
savaĢ sona erip barıĢ antlaĢmasını imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları karĢı, karĢıya
bırakıyordu. 1787-1792, 1806-1812 ve 1827-1829 Osmanlı-Rus savaĢlarında bilhassa Çerkezler‘de Ruslara
karĢı çarpıĢmalara katılarak Osmanlıları desteklemiĢlerdi. Ancak bu savaĢlar sona erdikten sonra dahi Rusların
Kafkasya‘daki harekatları durmadığı ve oradaki savaĢ sürdüğü halde Osmanlı Devleti‘nin kendilerini
desteklemeyiĢinden dolayı gittikçe hayal kırıklığına uğrayan ve soğuyan Çerkezler Osmanlı Devleti‘ne karĢı
olan güvenlerini büyük ölçüde kaybetmiĢlerdi. Bunun etkileri Kırım SavaĢı sırasında Çerkezlerin seyirci
kalmalarında görülebilir.
Ancak burada Osmanlı Devleti‘nin (bilhassa XIX. yüzyılda) Rusya‘ya karĢı gittikçe zayıfladığını ve her savaĢ
da büyük kayıplara uğramak durumuna düĢtüğünü ve bunlardan kurtulmak için de olabildiğince Rusya ile iyi
geçinmenin gerekli olduğu anlayıĢına varıldığını dikkate almak gerekir. Genellikle Osmanlı devlet adamları
Rusya‘yı (zaten genellikle aramakta olduğu) savaĢa tahrik etmemek için çok dikkatli davranmaya çalıĢıyorlardı.
Kafkasyalıları desteklemek Rusya‘ya savaĢ açma fırsatı vermek demek olurdu. Bu nedenle çıkarları
Kafkasyalıları Rusya‘ya karĢı desteklemekte olmasına rağmen, devletin içinde bulunduğu durum buna elveriĢli
değildi.
1829‘daki Edirne AntlaĢması ile Osmanlı Devleti, Kafkasya ve Gürcistan üzerindeki her türlü hükümranlık
haklarını Rusya‘ya terk etmiĢti. Ancak Kafkasyalılar bu antlaĢmayı kabul etmediklerinden Rusların zorlukları
ortadan kalkmıĢ olmadı. Ama hiç olmazsa Osmanlı Devleti‘nin her türlü hukuki bağlarını koparmakla bu
bölgeyi kendi baĢına bırakmıĢ oluyordu. Böylece Osmanlılar bu bölgeye müdahale etme ve Kafkasyalılara
yardım etmek için hukuken bir hakka sahip olmaktan çıkmıĢlardı. 2
1
2
Habiçoğlu, Bedri; Kafkasya‘dan Anadolu‘ya Göçler; s 10, 34 Ġstanbul-1993.
www.kafkas.org.tr
155
2.
Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda “Türklük” düĢüncesi
Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda ―Türklük‖ düĢüncesi ilk kez XIX. yüzyılın ikinci yarısında uyanmaya baĢlamıĢtır.
Ancak, bu düĢünce o dönemde ―Osmanlılık ve Ġslâmcılık‖ kavramına karĢı geliĢen siyasal ve ideolojik bir
nitelik taĢımıyordu.
Bu uyanıĢta Avrupa ülkelerinde yeni bir bilim dalı olarak ele alınan Türkoloji, yani Türklerin tarihine, diline,
kültürüne, arkeolojisine ve folkloruna iliĢkin araĢtırmalar en büyük etken oldu. Rus, Alman, Finli, Danimarkalı
ve özellikle Macar Türkologlar daha önce üzerinde durulmamıĢ bir konuyu, Osmanlı öncesi Türklerini tartıĢma
alanına getirdiler.
Bizde ise konuya ilk eğilen Mustafa Celâleddin PaĢa oldu. Celâleddin PaĢa, 1869‘da Fransızca olarak yazıp
yayımladığı ve ―Les Turc Anciens et Moderns (Eski ve Yeni Türkler) adını verdiği kitabında Osmanlı öncesi
Türkleri de ele alıyor, tarihte oynadıkları önemli rolleri inceliyordu. Bu çalıĢmalar, o zamanlar Türk tarihini salt
Osmanlı-Ġslâm için önemli bir aĢamaydı.
Ne var ki, Celâleddin PaĢa, Polonyalı idi. Asıl adı Konstantin Borzeckiy idi. Polonya‘daki ayaklanmalardan
sonra Osmanlılara sığınmıĢ, Osmanlı ordusunda görev almıĢ ve paĢalığa kadar yükselmiĢti. Ayrıca eserini
Fransızca olarak kaleme almıĢtı. Bu nedenle aydınlar arasında gereken ilgiyi göremedi.
GeliĢme döneminde olan Türkçülük akımı daha sonraki yıllarda, dil alanında varlığını duyurmaya baĢladı.
Mesela, 1876‘da Ahmet Vefik PaĢa, Lehçe-i Osmani‘nin ilk bölümünü yazdı. Bu bölümde Türkçeye yerleĢmiĢ
Arapça ve Farsça sözcüklerle çeĢitli Türk lehçelerindeki sözcükleri ele aldı. Ġkinci bölümünde ise Osmanlıca
sözcüklerin kökenini araĢtırdı. Ahmet Vefik PaĢa ayrıca, ―Milli temele dayanan bir Türkiye tarihi ― anlayıĢını
savunuyor, Türk tarihinin yalnız Osmanlı tarihi olmadığı görüĢünü ileri sürüyor ve Türkler‘in Anadolu‘dan
Pasifik kıyılarına kadar tüm Asya‘ya uzanan büyük ve eski bir toplumun Batı kolu olduğunu savunuyordu
Ahmet Vefik PaĢa okullarda okutulmak üzere yazdığı Fezlek-i Tarih-i Osman-i adlı eserinde Osmanlı tarihini
KuruluĢ, YükseliĢ ve ÇöküĢ evreleri olarak inceledi; kendisinden sonra gelen tarihçiler de genellikle bu yolu
izlemiĢlerdi. Ahmet Vefik PaĢa‘nın çağdaĢı olan ve ġıpka Kahramanı ünvanıyla anılan Süleyman Hüsnü PaĢa da
o dönemdeki Türkçülük akımlarının önemli adlarından biridir. Mekâtib-i Askeriye Nazırlığı (Askeri Okullar
Müdürlüğü) görevinde bulunan Süleyman PaĢa, Türkçülüğü askeri okullarda yaymak için büyük çaba
göstermiĢtir. Süleyman PaĢa Sarf-ı Türki (Türkçeye iliĢkin Gramer) adını verdiği eserinde Türklerin konuĢtuğu
dile Osmanlıca değil Türkçe denmesi gerektiğini savunuyordu. 1876‘da yayımladığı Tarih-i Âlem‘de eski
Türkler‘i de inceledi. Bu çalıĢma yeni bir yaklaĢım getiriyordu.
―Tarih-i Âlem, ülkemizde ilk kez Çin kaynaklarına dayanılarak yazılmıĢ eserdir. Süleyman PaĢa, bu eserinde
özellikle Fransız tarihçisi De Guignes‘in; Türklere, Hunlara ve Moğollara iliĢkin araĢtırmalarından
yararlanmıĢtır. Süleyman PaĢa bu konuda Ģöyle diyordu: askeri okulların müdürlüğüne getirilince, bu okullara
gereken kitapların yabancı dillerden çevrilmesi iĢini uzmanlara bıraktım. Ancak, sıra tarihe gelince, bunun çeviri
yoluyla yazdırılamayacağını düĢündüm. Avrupa‘da yazılmıĢ kitapları ya dinimize ya da, Türklüğümüze iliĢkin
156
karalamalarla doludur. Bu kitaplardan hiçbiri çevrilip, okullarımızda okutulamazdı. Bu nedenle okullarımızda
okutulacak tarih kitabını yazmayı üstlendim.‖ 3
―Türk olmak‖ bilincinin geliĢmesine katkıda bulunan bir diğer yazar ġemseddin Sami‘dir. ġemseddin Sami
1899‘da yayımladığı Kamus-i Türkî adlı sözlükte Türkçe sözcüklere büyük ağırlık verdi. Osmanlı adının bir
devlet ünvanı olduğunu, oysa Türk ırkının ve dilinin Osmanlı
Devleti‘nden çok önceleri de yaĢamıĢ
bulunduğunu ve bu nedenle Osmanlıca adında bir dil olamayacağını ileri sürüyordu. ġemseddin Sami‘nin
kaleme aldığı ilk sözlük Kamus-i Fransevî‘ idi. Bu sözlükte 1885‘te Fransızcadan Türkçeye ve 1887‘de
Türkçeden Fransızcaya olmak üzere iki cilt halinde yayımladı.
Dil ve tarih alanlarından geliĢen Türkçülük akımı 1880lerden sonra gazete ve dergilerde ―Türk‖ kavramına
değiĢik biçimde yaklaĢılmasına yol açmaya baĢladı. Artık, basında ―Türk Millet-i Necibesi‖ (Soylu Türk
Milleti) biçiminde Türklüğe iliĢkin övgüler görülüyordu. 4 Oysa o döneme kadar Osmanlı‘da padiĢah dıĢındaki
üst yöneticiler tarafından ―Türk olmak‖ aĢağılanmakla bir tutulurdu. Onlar soylu olmayı Osmanlı olmakla eĢit
tutuyordu. Türkçülük ve Millet olmanın farkına varmak hızla yayılıyordu. 1897‘de Türk-Yunan SavaĢı
baĢlangıcında Mehmet Emin Yurdakul‘un, son derece saf bir Türkçe ile yazdığı:
Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur,
Sinem özüm ateĢ ile doludur,
Ġnsan olan vatanının kuludur,
Türk evladı evde durmaz, giderim.
dizeleriyle baĢlayan Cenge Giderken adlı Ģiiri kamuoyunda geniĢ yankılar yarattı. 1898 yılında Bursa eski
milletvekillerinden Mehmet Tahir Bey‘in ―Türkler‘in Ulum ve Fûnûna Hizmetleri‖ (Türklerin Fen Bilimlerine
ve Diğer Bilimlere Hizmetleri) eserinde, kitaplarını Arapça yazan birçok yazarın Arap bilim ve uygarlığınının
düĢünürleri olarak kabul edilmemeleri gerektiğini; aslında bunların Türk olduklarını ve bilimlerin geliĢmesinde
Türklerin çok büyük payları olduğunu ileri sürüyordu.
1900‘de ise Necip Asım Bey‘in derlediği ―Türk Tarihi‖ adlı eseri geniĢ ilgi uyandırdı. Bu kitap tarihçi Leon
Cahun‘un ―Introduction a l‘ Asie‖ (Asya Tarihine GiriĢ) adlı çalıĢmasına Necip Asım‘ın Türk tarihine iliĢkin ek
bilgileri katmasıyla hazırlanmıĢtı. Leon Cahun, Türklerin Osmanlılardan önceki tarihinin ve Moğollarla
akrabalıklarının ayrıntılı biçimde incelemesi Türk tarihine yeni bir bakıĢ açısı getirmiĢti.
1860lardan sonra yurtdıĢında, özellikle Rusya‘da yaĢayan Türkler arasında uyanan Türkçülük düĢüncesinin
Osmanlı aydınları üzerinde etkisi büyük olmuĢtur. Rusya‘da yayımlanan ilk Türkçe gazete Ekinci‘dir. Ekinci,
1875‘te Azerbaycanlı Melekzâde Hasan Bey tarafından çıkarıldı. Ancak, gazetede Türkçülük düĢüncesinden çok
eğitim konularına ağırlık verilmiĢti. 5 Okuyucusunun fazla olmaması nedeniyle bu gazete kısa sürede kapandı.
Ekinci‘den sonra Gürcistan ve Azerbaycan‘da Türkçe olarak çeĢitli gazete ve dergiler yayımlandı. Ne var ki
bunlar Türkçülük düĢüncesi üzerinde etkin bir rol oynayamadılar. Bu arada Rusya‘daki dindar Müslüman
3
4
Gökalp Ziya: Türkçülüğün Esasları s, 6 Ankara-1988
Hanioğlu ġükrü; Türkçülük Tanzimat‘tan, Cumhuriyete, Türkiye Ansiklopedisi c,5 s 1051 Ġstanbul-1985
5
A.g.e s:108
157
çevreler de Türkçülük akımının uyanmaması ve yayılmaması için büyük bir çaba içindeydiler. Ancak, Rus
Çarlığı sınırları içinde yaĢayan etnik gruplar, özellikle Fin ve Leh halkları arasında geliĢen milliyetçilik akımları
ister istemez Türkler üzerinde de etkili oluyordu.
XIX. yüzyıl Rusyasında Türklük bilincinin geliĢmesinde Ahunzâde Fethi Ali‘nin önemli rolü vardır.
Ahunzâde‘nin, halkın günlük sorunlarını ele alan ve halk diliyle yazıları geniĢ ilgi uyandırmıĢtır. DıĢ Türkler
arasında, ideolojik açıdan Türkçülük akımının önderlik eden fikir adamı ise Kırımlı Ġsmail Gasprinski‘dir.
(Ġsmail Gaspıralı). Ġsmail Gaspıralı, Türk dili ve dil birliği konularında, ―Pantürkizm‖ ülküsü yolunda büyük
çaba sarfetmiĢtir. 1881‘de Rusça yayımlanan Tavrida gazetesinde ―Genç Molla‖ takma adıyla yazdığı
yazılarında ―Rus ve Müslüman halklar arasında daha sıcak iliĢki kurulmasını istiyor, Rusya Müslümanları‘nın
uygarlığı kendi dilleriyle öğrenmeleri gerektiğini‖ ileri sürüyordu. Daha sonra çıkarmaya baĢladığı Tonguç ve
ġafak yazılarında da Rusya Türkleri arasında dil ve kültür birliğinin sağlanmasına iliĢkin görüĢlerini dile
getirmekteydi. Ġsmail Gaspıralı‘nın en önemli etkinliği Tercüman gazetesini çıkarmak olmuĢtur. Uzun süre
Çarlık hükümetinin Türkçe bir gazete çıkarma iznini alamayan Gaspıralı, uzun uğraĢmalardan sonra Terceman‘ı
(Prevodcık) Türkçe ve Rusça olarak yayımlamaya baĢladı. Gazete, tek Kırım‘da değil, tüm Rusya Türkleri
arasında yaygınlaĢtı. Kullandığı yazı dili, dilde sadeleĢme konusunda önemli bir adım oluĢturdu ki Terceman
Ġstanbul‘da bile okunuyordu.
Yusuf Akçura, Terceman‘a ve Ġsmail Gaspıralı‘ya iliĢkin düĢüncelerini aynen ġöyle yazar:
―Öyle sanıyorum ki, tüm Türklük kuramını en önce ortaya koyan, eski Kırım Hanları‘nın bugün terk edilmiĢ,
unutulmuĢ, küçük baĢkentinde haftada bir yayımlanan ufacık bir gazete olmuĢtur. Bu küçük gazete
Terceman‘dır. Yazarı ve yayıncısı Gaspıralı Ġsmail Bey‘dir. Ġsmail Bey, tüm Türkleri göz önüne olarak çalıĢtı.
Terceman‘a göre, Ģu ya da bu koldan Türkler değil, aynı dinden olan, aynı dili konuĢan Türkler vardır.‖6
Ġsmail Gaspıralı, Türkçülük akımına iliĢkin görüĢlerini ―dilde, düĢüncede ve iĢ‘te birlik‖ ilkesi ile özetlemiĢtir.
Yusuf Akçura ise Osmanlı Türkleri ile Tatarların birliğini savunuyordu; O‘na göre, ―Türk-Tatar Milleti‖ UralAltayların bir grubuydu. Cengiz Han bile bu tanımın içine sokulmuĢtu. Türkler, Tatarlar ve Moğollar annesi
Tatar olan Cengiz Han‘ın ordusunu oluĢturuyordu; daha sonra Cengiz Ġmparatorluğu‘nda TürkleĢtiler ve bir
millet haline geldiler‖ demiĢtir.7
Türk halkları üzerine bilgi veren ―Türklük ġuuru‖ bölümünde Osmanlı Türklerine büyük sevgi duyduklarını ve
onlara yardım etmek istediklerini gösteren çok sayıda yazı yayınlamıĢtır. Bir yandan Yusuf Akçura, Tatar
toplumunu Osmanlıların ilerlemesi için bir model sayıyor; diğer yandan, Türk Yurdu, Osmanlılar için destek
sağlamaya çalıĢıyordu. O‘na göre Türkçülüğün kurtuluĢunu ancak tüm Türkler‘in birliği sağlayabilirdi. Türk
birliği önce Osmanlı Ġmparatorluğu‘ndaki Türklerin, ayrıca Türk olmadıkları halde TürkleĢmiĢ olanların bu milli
Ģuurdan yoksun kiĢilerin bilinçlendirilmesi ve TürkleĢmesiyle baĢlatılmalıydı. Daha sonraki aĢama ise Asya
Türkleri ile Doğu Avrupa‘ya yayılmıĢ Türkleri birleĢtirerek görkemli bir Türk Milleti‘ni oluĢturmaktı. 8
Akçura , Yusuf; Türk Yılı, s. 346 , Ankara-1928
Akçura, Türk ve Tatarlar Birdir. Türkler Medeniyete Hizmet EtmiĢtir. S, 41-42 1912 Ġstanbul
8
Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, s. 51 Ankara -1965
6
7
158
Akçura‘nın Ġstanbul‘da ilk etkinliği bir dernek kurma doğrultusunda oldu. Necip Asım ve Velet Çelebi gibi
Türkçülerle görüĢerek, yalnız kültür alanında Türkçü bir dernek kurulması ve bu derneğin görüĢlerini yansıtacak
bir dergi çıkarılması düĢüncesini ileri sürdü. 9 ÇalıĢmalar hızla sonuca ulaĢtı. 1908 yılı Aralık ayında kurulan
Türk Derneği‘nin kurucuları arasında Ģu isimler vardı: Yusuf Akçura, Necip Asım Bey, Mevlevi tarikatından
Velet Çelebi Efendi, yazar Ahmet Mithat Efendi, üniversite hocası Emrullah Efendi, yazar Bursalı Tahir Bey,
Korkmazoğlu (sonra Dağıstan CumhurbaĢkanı), tarihçi Arif Bey, ekonomist Musa Bey, dilci Fuat Raif Bey,
Rıza Tevfik BölükbaĢı Bey, Ferit Bey ve Agop Boyacıyan Efendi. 10
Birazcık geriye dönersek, gerek Osmanlıcılık gerekse Ġslâmcılık bütünleĢmeyi sağlayamamıĢ ve dolayısıyla
çöküntüyü durduramamıĢtır. YavaĢ yavaĢ koca imparatorluğun çatısı iyice çatırdamakta idi. Sonuçta büyük
ayrılıklar ve çatıĢmalar baĢlamıĢtı. 5 Ekim 1908‘de Bulgaristan bağımsızlığını ilân ederek imparatorluktan
ayrılmıĢtır. Arkasından Bosna-Hersek, Avusturya‘ya bırakılmıĢtı; 6 Ekim 1908‘de Girit Adası‘nı Yunanistan ele
geçirmiĢtir. 1912 Balkan SavaĢı, herkesin bildiği gibi yenilgi ile sonuçlanmıĢtır. Bu yenilginin sonunda
Arnavutluk bağımsızlığını ilân etmiĢti.
II. MeĢrutiyet ilân edildiğinde Türkiye, devlet idaresi çığırından çıkmıĢ bir imparatorluktu. Bütün dıĢ ve iç
ihtiraslar, mazinin muhteĢem imparatorluğu üzerinde birleĢiyordu. Ġktidara el atan fakat tamamen de ele almaya
cesaret edemeyen Ġttihat ve Terakki partisi Ġttihad-ı Anasır propagandası yapıyordu. Bu siyasetin iflâsını, her
taraftan ihanete uğramak suretiyle görecek olan tecrübesiz parti, bir kaç yıl sonra Ġslâmcı, Türkçü ve hatta
Turancı politikaya yönelecekti. Türk olmayan kavimlerin ayrılma istekleri karĢısında, Türk kavimlerinin
yaĢadığı ülkeler üzerinde kendine tabii bir hak görmeye baĢlayacaktır. Yabancı kavimlerin ihaneti, bir gerçeği
gündeme getirecektir ki bu gerçek Türk Milliyetçiliği Ģuuru idi. Bu akımı güçlendirmek için ―Türk‖ adı altında
çeĢitli dernekler kurulacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz Türk Derneği gibi, bu derneğin amacı ―Türk diye anılan
tüm kavimlerin geçmiĢteki ve Ģimdiki yapılarını, çevrelerini öğrenmeye ve öğretmeye çalıĢmak; Türkler‘in
arkeolojisini, tarihini, dilini, toplumsal yapılarını ve uygarlıklarını çıkarmak‖ idi.
Yine Türk dünyasının yazarı Ahmet Ağaoğlu (Agayef) Ģöyle diyordu:
―Hayat kadar gerçek ve yine hayal kadar sınırsız olan Türk dünyasının gerçek sınırını çizmek gerçekten zordur.
Asya‘nın tam göbeğinde yükselen Altay Dağları‘nda, Türk unsuru tarihin birçok ve çeĢitli devirlerinde zaman
zaman taĢan ve hayatın akıĢına kapılarak dünyanın dört tarafına yayılmıĢtır. Çin‘in en ücra köĢelerinden
Finlandinya, Lehistan, Macaristan ve Kuzey Afrika‘ya kadar serpilmiĢtir.‖
Türk Ocakları‘nın kurulmasına gelince, Münir Mazhar Komsay Ģöyle diyor.11
―...Osmanlı Devleti‘nin içinde bulunan çeĢitli milletler, Araplar, Ermeniler, Arnavutlar, Rumlar vs ... Milli
Cemiyetlerini kurmakta gecikmediler. Milliyetini bilmeyen kavim olarak yalnız Türkler kalmıĢtı. Türklere siz
nesiniz (hangi millettensiniz) denilince:
-Elhamdüllilah Müslümanız, diyorlardı.
Aydemir, ġevket Süreyya; Enver PaĢa, c, 2 s 466, Ġstanbul-1971
A.g.e s, 467
11
Çankaya,Ali; Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler c, 4 s,160 Ankara-1969
9
10
159
Halbuki; Araplar da Müslüman değil miydi? Ama bu, onların milli cemiyetlerini kurmalarına hiç de engel
olmuyordu. ‗Biz ise‘, ‗Din‘ ile ‗Milliyeti‘ ayırt etmekten acizdik.‖
Türklere de milliyetlerini öğretecek ve onları her bakımdan uyarmağa, yükseltmeğe, geliĢtirmeğe çalıĢacak özel
bir cemiyet kurmak fikri ilk önce Asker-i Tıbbiye‘de doğmuĢtur. Nizamnamesi‘nin ikinci maddesinde Ocak‘ın
amacı Ģöyle idi; ―Türklerin milli terbiye ve ilimi, sosyal, iktisadi durumlarını ileri götürmek; Türk Irk ve dilinin
olgunlaĢmasına çalıĢmaktır.‖ Yani burada kastedilen bütün Türk dünyası idi.‖
Yusuf Akçura, ―Türk Ocağı‘nı Orta Asya‘ya açılan bir pencere, belki de Türk Yurdu ismi altında Osmanlı
Devleti içindeki ve dıĢındaki Türkler için bir iliĢki merkezi içinde gerçekleĢecekti,‖ diyordu. Ziya Gökalp‘ın,
Genç Kalemler12 dergisinde Turan Ģiirini yayımlayarak baĢlattığı Turancılık akımı giderek güçlendi ve özellikle
Türk Ocağı‘nın ideolojisi haline geldi. Dünyadaki Türkleri ırksal bir toplum biçiminde ve bir bayrak altında
birleĢtirme düĢüncesi her ne kadar Ġsmail Gaspıralı tarafından Terceman Gazetesi‘nde ortaya atılmıĢsa da, artık
Turancılığın ideolojik öncüsü Ziya Gökalp‘tı. Ziya Gökalp‘a göre Turan, Farsça da Türkler anlamına geliyordu.
Ġranlılar, Türklerin yaĢadığı toprakları ―Turan zemin‖ yani Türklerin toprakları olarak adlandırmıĢlardı. Bu
nedenle tüm Türklerin bir araya gelecekleri ülkenin adı Turan‘dı; Türkler Ġran‘ın Kuzey kesimlerinde Altaylar‘a
ve Moğolistan‘a uzanan, böylece Doğu Rusya‘nın büyük bölümünü içine alan bir coğrafî bölgede, yani Turan
adlı ülkede toplanmalıydılar. Kısacası bilinen tek gerçek Ģudur: ―Türkçülüğün uzak ülküsü‖ Turan Ülkesi‘dir.
Gökalp, Turan Ģiirinde bu idealini Ģöyle dile getiriyordu:
Vatan ne Türkiye‘dir Türklere ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.13
Kısacası II. MeĢrutiyet‘in Türk Dünyası ile ilgisini Ziya Gökalp, Ala Geyik Ģiirinde çok açık bir Ģekilde ifade
eder. O‘na göre Ģiirde Ala Geyik, Turan ülkesinin Meleği‘dir. Asya‘daki Türk ülkelerine egemen olan devletleri
(Rusya gibi) deve benzetir.
Çocuktum, ufacıktım,
Top oynadım, acıktım.
Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir Ala Geyik.
Geyik kaçtı ormana,
Bindim bir akdoğana
Doğan, yolu ĢaĢırdı,
Kaf Dağı‘ndan aĢırdı.
Açtım bir elmas oda;
Dev Ģahı uykuda
Gördüm, kestim baĢını,
Dedim, Ey dev nerede?
Nerede Dünya Güzeli?
12
13
Arai, Masami; Jöntürkle Dönemi Türk Milliyetçileri s 124 Ġstanbul-2003
Gökalp A.g.e s 17-18
160
Dedi, Elinde eli!
Döndüm, baktım. Bir Kırgız
Elbiseli güzel kız.
DurmuĢ, bakar yanımda,
ġimĢek çaktı canımda.
Güldü, dedi, Türk Beyi!
Tanıdın mı geyiği?
Kimse, beni bu devden
Alamazdı. Ancak sen,
Kaya deldin, dağ yardın,
Geldin, beni kurtardın.
Ah o imiĢ anladım,
Sevincimden ağladım,
Dedim, Turan Meleği!
Türkün yüce dileği!
Yüz milyon Türk bu anda
Seni bekler Turanda.
Haydi, çabuk varalım,
Karanlığı yaralım;
Sönük ocak canlansın,
Yoksul ülke Ģanlansın,
Ġndik, iti okĢadık,
At sırtına atladık.
Geçtik nice dağ, kaya,
Geldik Demirkapı‘ya.
Kapanması, çok yıldı,
Açıl! dedim, açıldı.
Yol verince gizli yurt,
Aldı bizi Bozkurt,
Kaf Dağından geçirdi,
Türk Eline getirdi.14
Ayrıca 1918‘de yayımladığı ―Yeni Hayat‖ adlı Ģiir kitabından ―camilerinde Türkçe ezan, okullarında Türkçe
Kur‘an okunan‖ bir Türkiye‘yi özler.
14
Gökalp, Ziya; Altın IĢık s158-159 Ankara -1976
161
3.
Ġttihad ve Terakki‟nin Rusya ve Kafkas Türkleri ile ĠliĢkileri
Türkçülük çalıĢmaları Kafkaslar‘daki Türkleri zaman zaman genellikle Rusya‘da
hareketlendirmiĢtir.
Rusya‘daki ayaklanmaların bir sonucu da orada ―benzer hürriyet‘in‖ kurulması ve sayede ulusal benliklerin
geliĢmesi olmuĢtur. Bazı Kafkas Türkleri benzer hürriyete kavuĢur kavuĢmaz Paris‘teki Ġttihat ve Terakki
merkeziyle temasa geçmiĢlerdir. Ġlk mektuplaĢmanın tarihini bilmiyoruz; ancak Paris merkezinin yeniden
teĢkilatlanması üzerine tutulan defterindeki ilk belge cemiyetin yeni teĢkılâtını bildiren genelge olup, 26 Mart
1906 tarihli olan ikinci belge ise ―Kafkas ahali-i Ġslâmiyyesi‖ne hitaben bir yazıdır ve bu yazı Kafkasya‘dan
Ahmet Rıza Bey‘e gönderilmiĢ bir mektuba karĢılıktır. Bundan sonra Rusya Müslümanlarına bir çalıĢma
programı çizilmektedir. Bu programın ana hatları Ģöyledir.
1. Kafkasya‘da ve hatta bütün Rusya‘da Ġslâmların bulunan bir noktada ittihadına gayret etmeli. KomĢularımız
Dağıstanlılar, Çerkesler cengâver, cesurdurlar. Fazla olarak silah
kullanmayı
da pek güzel bilirler. Bu iki kavmin geçmiĢine müracaat ediniz; cümlenizin Müslüman olduğunuzu öne sürerek
dininizin düĢmanı olan ihtilâlci Ermenilerin yalnız Kafkasya‘daki Müslümanların değil. Osmanlı sınırları içinde
yaĢayan ve sınır dıĢındaki Müslümanlara da ettikleri fenalıkları birer birer sayınız. Ermenilerin ġiilik, Sünnilik
meselelerini karıĢtıracaklarına Ģüphe yoktur. Mezhepteki ufak bir ihtilafı görüp de ihtilalci Ermeniler‘in
Ġslâmiyet düĢmanı inançsızlardan olduğunu ve Ģimdiye kadar Ġslâm hükümetini yıkmak için gerek Türkiye‘de
gerekse Avrupa ve Amerika‘da tenezzül etmedikleri cinayetler ve iftiraları unutmak için insanın kuvvetli
anlayıĢına ile muhakeme ve Ġslâm dinine sevgiden mahrum olması gerektir...
2. Polonyalı ve Yahudilerle temas edip onlardan faydalanmalı.
3. Her kentte Ġttihat ve Terakki‘ye benzeyen cemiyetler kurulmalı.
4. Para bulunmasına önem verilmeli.
5. Rusya hükümetine karĢı açıktan açığa ayaklanmaktan Ģimdilik sakınılmalı. Rusya ne kadar meĢgul olsa da
sizlere çok fenalık edebilir.
6. Bir müddet için Rusya‘ya olan husumetini, hele Türkiye‘ye iltihak etmek mesele-i vatanperverânesini
kalbinizde saklamağa gayret edin. Rus hükümetine sadık bulunduğunuzu; Hristiyanlığa katiyen husumetiniz
olmadığını; yani din kavgası etmediğinizi; Ermenilerin tecavüzlerinden, haksızlıklarından, cinayetlerinden
yalnız muhafaza-i mal ve namus uğrunda ihtilalci Ermenilere karĢı kavgaya giriĢtiğinizi söz ve hatta
beyannamelerle Rus hükümetine bildirin.
7. Rus boyunduruğundan kurtulmanıza baĢlıca manilerden biri olan Ermenileri zayıf düĢürmek gerekir; bu
amaçla onların en büyük kuvveti olan servetlerine tecavüz etmeli.
8. Sultan Hamit‘ten ve onun hükümetinden bir Ģey beklemeyin. O değil size yardım etmek sizden hürriyet
düĢüncesi Osmanlı Türklerine geçer diye belki sizlere fenalık dahi eder. Bu hükümet yakında yıkılacaktır, o
zaman yeni hükümet size yardım edecektir.
Bu öğütleri kapsayan mektuptan hemen sonra 9 Nisan 1907‘de Abdülhamit‘in hastalığı sırasında Kafkasyalılara
yazılan bir mektupta bu durumdan faydalanmak gerektiği bildirilmekte ve Anadolu halkının gözünü açacak
yayınları coğrafi yakınlık sebebiyle Osmanlı ülkesi içine dağıtmaya çalıĢılması istenilmektedir. Türkiye‘de
162
meĢrutiyet olursa devletin çok kuvvetleneceği ve Kafkas Müslümanlarının bundan çok faydalanacakları dahi
bildirilmektedir.
Kafkasya‘daki Türk-Ermeni çarpıĢmalarını, o anlarda oraya yeter sayıda asker gönderemediği için Rus
hükümetinin kıĢkırttığı daha sonra anlaĢılacaktır; hatta bu yön bu mektupların yazıldıkları sıralarda Avrupa‘da
biliniyordu. Buna göre Türklerle Ermenilerin Rusları bırakıp birbiriyle uğraĢmaları pek isabetli değildi. Bununla
birlikte Ģurası da besbelli idi ki bu iki millet iĢbirliği yapsalardı yine Rusları Kafkas dıĢına atmayacaklardı.
Ġttihat ve Terakki‘nin Paris merkezi kah yukarıda gördüğümüz gibi Türkleri Ruslardan çok Ermenilere çatmaya
kah da Ermenilerle birlik olup Ruslarla uğraĢmaya sevk eder. Yukarıda da andığımız 22 Eylül 1906 tarihli
mektupta bu konu üzerine Ģöyle denilmiĢtir:
―Biz zannederiz ki sizin en büyük düĢmanınız Ermeniler değil Rus hükümetidir. Ġnancımıza göre Rus
hükümeti‘nin politikası Kafkasya‘yı elden kaçırmamak için Kafkasya‘da yaĢayan milletlerden hangisi kuvvetli
ise zayıf olan ile birleĢip kuvvetlisini ezmektir. Dün Rus hükümeti nazarında Ermeni Milleti kuvvetli
görünüyordu, onları ezdi. Bugün Müslümanlar kuvvetli görünüyor, Ermenilerle birleĢip Müslümanları eziyor.
En düĢmanımızın oyunlarını tesirsiz bırakmak için bizce siz kendinizden daha zayıf olan Ermenilerle hüsn-ü
imtizaç ve onlarla birlikte düĢman-ı kavi olan Rus belasını yanımızdan atmaya gayret ediniz. Çoğunluk
Müslüman olduğu için daha sonra Ermenileri yola getirmek kolay olur.‖
Bu soydaĢlarımızda da Türkçülük duygusu 1913 yılında büyük bir hız alır ve denilebilir ki genelleĢir. Daha önce
de dediğimiz gibi Ġttihat ve Terakki‘yi Türkçülüğü benimsemeye sevk eden sebeplerden biri yeniden iktidara
geldikten sonra genel bir desteğe olan büyük ihtiyacı idi.
Osmanlı ülkesi dıĢında yaĢayan Türkler‘e gelince: Balkan SavaĢı‘nın yıkımları onların maneviyatını
kamçılamıĢ, Osmanlı da yaĢayan soydaĢlarına karĢı var olan ilgi ve bağlılıklarını son derece arttırmıĢtır. Bunun
üzerinde az sonra duracağız; daha önce Balkan savaĢları olmadan dahi Osmanlı ülkesi dıĢındaki Türklerin Ġttihat
ve Terakki‘yi, öbür Osmanlı parti veya cereyanlarına tercih ettiklerini göstereceğiz. Örnek olarak Ağustos
1912‘de Türk Yurdu‘nda çıkmıĢ olan Yusuf Akçura‘nın bir yazısını anabiliriz. O sırada ―Halaskar Subaylar‖
olayı üzerine Ġttihat ve Terakki iktidardan düĢmüĢ ve meclis dağıtılmıĢtı. Akçura Ģöyle der:
―Kafkas Türkleri arasında en münteĢir bir gazete ―Türkiye Meclisi‘nin dağıtılması‖ ünvanlı makalesinde ―Ġttihat
ve Terakki fırkası çok hata etti. Mamafih bu fırka Türkiye‘de Türk hakimiyeti taraftarı, Türk Milleti‘nin
mümessili idi,‖ diyerek Ġttihatçıların sukutuna izharı teessüf ediyor. Ve bu cümleler Osmanlı sınırı dıĢındaki
Türk kamuoyuna sadık ve samimiyetle tercüman olmaktadır. Osmanlı olmayan Türkler, Ġttihat ve Terakki
Fırkası‘nın asar ve netayici ile tebeyyün etmiĢ hatalarını tenkit etmekle beraber fırkanın prensipleri Türklük
menafiine muvafık buluyorlar ve zan ederim ki bu tarz-ı telakkilerinde yanılmıyorlardı.
Ancak, Ġttihat ve Terakki düĢünce akımlarının prensipleri biraz umumi ve müphemdir; tetkik, münakaĢa, tenkit
ve tayin olunmaya cidden muhtaçtır. Türkiye‘nin Ģimdi geçirmekte olduğu devir Ġttihat ve Terakki efkar-ı
siyasiyesinin iĢlenmesine, iktibab-ı sarahat ederek vazıh ve muayyen bir Ģekil almasına hizmet edecek gibi
görünüyor. 1908 Ġnkilâbı‘nı sonrası baĢlayıp kaynayan siyasi tenkitleri, Ġttihat ve Terakki‘nin askerce galebesi
163
pek çabuk kesmiĢti, serbest itirazların önü alınmakla Ġttihat ve Terakki nazariyatçıları fikirlerini daha sarih, daha
mantıki ve daha rabıtalı kılacak bir yardımcıdan mahrum kalmıĢ oldular.‖
Osmanlı ülkesi dıĢında yaĢayan Türklerin Ġttihat ve Terakki‘yi ayrıca benimsemelerinin bir sebebi de Kafkas‘tan
KaĢgar‘a kadar giden ülkelerde ve Ġran Azerbaycanı‘ndaki Türkler, Rusya ve Ġran‘da ayaklanma ve inkilâp
hareketleri baĢladığı sırada Paris‘teki Ġttihat ve Terakki merkezi ile temasa geçmiĢ olmalarıydı. Bu yüzden bir
çok tanıĢıklıklar olmuĢtu ve Paris merkezi kendisiyle mektuplaĢan bu Türkler ve Türk teĢekküllerine manevi bir
çok yardımda bulunmuĢtu.
Az önce andığımız Yusuf Akçura‘nın yazısından sonra bir yıl geçmeden Ġttihat ve Terakki, Türkçülük
cereyanını benimsemekle bu yazarın düĢüncelerini haklı çıkaracaktır. Akçura yine Türk Yurdu‘nda yazdığı bir
yazıda 1913 yılı ―Türklerin Milli intibah senesi, Ģimal Türk ceridelerinden birinin pek iyi bulduğu gibi milliyet
yılı olmuĢtur‖ der ve Ģöyle devam eder: 15
―1913 senesinin, Türklerce pek mühim olan bu sıfatını Esterhan‘da münteĢir ‗Ġdil gazetesi bulup ortaya çıkardı.
‗Ġdil yıllık icmalinde: ‗1913 senesi bizde milliyet ve kavmiyet hissini uyandırdı. Rusya‘da sakin Müslümanların
en aĢağı sınıfından en yukarı sınıfına kadar hepsi, bu seneden itibaren dünyada Türk-Tatar denilen milletin
mukadderatı hakkında düĢünmeğe, Türk-Tatar dünyasında eksikliklere ve fenalıklara dair kaygı gütmeğe,
aklıklarından ve iyiliklerinden sevinmeğe baĢladılar.
ġairlerimiz, muharrirlerimiz, muallimlerimiz, mollalarımız, münevverlerimiz, zenginlerimiz, hasılı hepimiz,
Türk-Tatar necip milletinin dünyada diğer milletler gibi yaĢamağı bilmesi için ellerimiz, dillerimiz, mallarımız,
düĢüncelerimizle hizmete giriĢmek. Hak ve hakkaniyet davaları dünyaya yayılmıĢ milletler arasında yalnız
onların sözüne kanıp yatarak Türk-Tatar halkının yaĢaması mümkün olmadığı, artık bu sene Rusya‘daki
Müslümanlar‘ın cümlesine aĢikar göründü. Bu yıla kadar Türk-Tatar isminden sıkılan bazı genç mirzalarımız
bile Türklük-Tatarlık sancağı altında toplandılar. Çağlı matbuatımız, gazeteler, mecmualar, hepsi bir meslek, bir
maksat, bir gaye-i emel takibine baĢladılar. O meslek, o maksat o gaye de Türk-Tatar Milleti‘ni, kaza ve
belalardan saklanarak kuvvetlendirmekten ibarettir. Bu nokta-i nazardan bakıldığı halde geçen sene bizim TürkTatar medeniyet tarihinde büyük ve mühim bir mevki tutacaktır...‘ deniliyor‖
4.
Kafkas Türkleri ile Ġlgili Osmanlı GörüĢ ve Tasarıları
Azerbaycan gibi Osmanlı veya Kırım gibi bağlaĢık Alman ordusunun girdiği yerlerdeki, bu orduların
ulaĢamadıkları Ġç Rusya, Sibirya ve Orta Asya‘daki Türklerle ilgili görüĢ ve tasarılar Osmanlı veya Alman
ordularının giremedikleri yerlerdeki Türkleri ilgilendiren düĢünce ve resmi görüĢler daha doğrusu ümitler en iyi
Ziya Gökalp‘ın Yeni Mecmua‘daki yazılarında belirir; genel olarak, O, Rusya Türklerini ―Türkçüler‖ ve
―toprakçılar‖ diye ikiye ayıran hiziplerden birini tutmakta ve bir takım öğütler vermektedir. Ancak bunu
yaparken bir kısmı Osmanlı ileri gelenlerinin düĢünce ve tasarılarını da açığa vurmuĢ olmaktadır. Yeni
Mecmua‘nın 8 ġubat 1918 günlü nüshasında (sayı 31) ―Turan nedir?‖ baĢlığıyla yazar Ģu görüĢleri ileri sürer:
15
Bayur, Yusuf Hikmet; Türk Ġnkılâbı c,4 s, 150 Ankara-1991
164
―Bir takım kimseler Germen ve Ġtalyan birliğini ele alarak Türk birliğini de öyle düĢünmektedirler. Bu yanlıĢtır
çünkü Türkler çok dağınık bir durumda oldukları gibi, aralarında dil ve kültür birliği yoktur; önce bu birlik
kurulmalıdır. Bu da Osmanlı Türkçesinin ve Osmanlı Türkleri kültürünün onaylanmasıyla elde edilebilir. Buna
Rusya Türkleri arasında da eğilim vardır, nitekim bir kongrelerinde bu yolda bir karar alınmıĢtır. Rusya
Türkleri‘nden bir kaç yazar bu dilde kitap ve gazete çıkarmaya koyulmuĢlardır bile. SavaĢtan önce olduğu gibi
ondan sonra da bize oralardan bol öğrenci gelmeli ve bizden oralara yine bir çok kitap gitmelidir. Osmanlı
Türkleri bu yönleri gerçekleĢtirmek için çok çalıĢmalıdırlar, yoksa kültürel Türk birliği kurulamaz, mesela
Özbekler ayrı bir kültürle karĢımıza çıkarlar.‖
Yazar Ģunu da demektedir:
―Bu muharebenin neticesinde Rusya‘nın ve Çin‘in muhtelif ülkelerinde bir takım müstakil Türk devletlerinin
teĢekkül etmesi memuldür. Mamafih bu hal bugün olmasa bile yarın mutlaka vukua gelecektir. Türkler çeĢitli
devletler halinde yaĢadıkları halde eğer kültürde müĢterek olmayı gaye edinirlerse tek bir millet olarak
kalabilirler. Bu takdirde bu devletler küçük hacimde bulunsalar bile, mensup oldukları Türk Milleti büyük bir
hayata malik olduğu için, hepsi bu millete istinaden (dayanarak) yaĢamak kabiliyetine malik olacaklardır...‖
Ziya Gökalp, Osmanlı Türkleri de artık ―asrın ve ilmin‖ gerektirdiği gibi çabuk ilerlemelidirler dedikten sonra
―...bütün Türklüğe kendi harsını verebilmek için Osmanlı Türklüğü samimi surette Türkçü olmakla mükelleftir.
Çünkü Osmanlılık TürkleĢmezse bütün Türkler‘in Osmanlılığa doğru gelmesi mümkün değildir. Türkçülüğün ve
Turancılığın aleyhinde bulunanlar, her Ģeyden evvel Osmanlılığı baltalamakta olduklarını artık düĢünmelidirler.‖
Bu yazısıyla Ziya Gökalp baĢlıca iki düĢünceyi ileri sürmektedir. Birincisi bütün Türklük bir ilk adım olarak
kültür birliği kurmalıdır ve bu, Osmanlı Türkleri‘nin dili ve kültürü temel sayılarak yapılmalıdır. Bu düĢünce
öteden beri ve o sırada Rusya Türk aydınları arasında da çok yaygındır. Buna karĢı Türkleri boyunduruk altında
tutmak isteyen Çar ve daha sonra da Komünist Hükümetler ―böl ki egemen olasın‖ kuralına uyarak var
güçleriyle Rusya Türkleri arasındaki lehçe ayrılıklarını alabildiklerine arttırmaya koyulmuĢlardır. Andığımız
yazıda Ziya Gökalp‘ın ikinci amacı Süleyman Nazif gibi Türkçülüğe karĢı olan ―Osmanlıcılık‖ fikir akımını
savunanları kendi yoluna çekmektir.
Aynı yazar Yeni Mecmua‘nın 4 Nisan günlü nüshasında (Sayı 38) Brest-Litovsk AntlaĢması‘nın imzasından,
Rusya‘daki karmakarıĢıklıktan ve Fransa cephesinde Almanların o günlerdeki parlak baĢarılarından çok
ümitlenmiĢ olmalıdır ki Ģu yolda kalem yürütmüĢtür:
―ĠĢte Ģimdi Rus Çarlığı‘nın inhilale uğramasıyla Turan yeniden Türklerin hakimiyetine geçtiği için dördüncü
Türk devrinin, yani Turan hakimiyetinde yedinci bir devrenin, baĢladığını görüyoruz... Evet bugün, Rusya‘daki
Türk kardeĢlerimizin ebedi surette istiklal kazanacakları bir zamandır. Fakat muntazam, makul bir usulle
çalıĢmazlarsa millettaĢlarımızın kati ve daimi olarak nail-i istiklal olacakları Ģüphelidir...‖
Bu yazısında Ziya Gökalp, Rusya Türklerine teĢkilatlanmak için bir takım öğütler verirken sınıf mücadelesine
dalmamalarını da söylemektedir ve Osmanlı Türkleri‘nin önemi üzerinde durmaktadır. O, 4 Temmuz ve 13
Ağustos‘ta ve aynı dergide yayınladığı yazılarla bu yönleri tekrarlamakta ve bizden oralara çok sayıda uzman
(öğretmen, doktor, subay v.s.) gitmesini istemektedir.
165
5.
Sonuç
Osmanlılar ile Ruslar arasında savaĢ çıktığında yine de Kafkasyalılar Rusya‘ya karĢı mücadeleye
çağırılıyorlardı. Mesela Kırım SavaĢı patlak verdiğinde bu Ģekilde Kafkasya‘ya (ve ġeyh ġamil‘e) fermanlar
gönderilmiĢti Aynı Ģekilde Rusya ile "93 Harbi" baĢlayınca aynı yolda ferman ve fetvalarla savaĢa davet
edilmiĢlerdi.
Halbuki her iki savaĢ sona erdikten sonra Rusya ile mesele çıkartmamak düĢüncesiyle Kafkasya ile iliĢki
yeniden kesildi. Hatta Osmanlı Ġmparatorluğu‘ndaki Rusya‘nın düĢmanı bazı Polonyalıların ve Kafkasya asıllı
Ģahısların özel gayretleri Kafkasya‘ya yardım etmeleri ve malzeme göndermelerinin dahi önüne geçilmeye
çalıĢılıyordu. Ancak görüldüğü gibi pek çok devlet adamı (ki aralarında bir çok Kafkasya asıllı da vardı) aslında
Kafkasya‘nın Rusya‘ya karĢı mücadelesine derin bir sempati besliyordu. Hatta oraya yardım edilmesine taraftar
idi. Genel olarak Osmanlı Devleti ve kamuoyu Kafkasya‘ya yakın duygularla dolu olmakla beraber Rusya ile
savaĢa yol açmaktan kaçınma zorunluluğu yüzünden pek bir Ģey yapılmıyordu. Ancak yine de az da olsa
Ģahısların gayretleri ile Kafkasya‘ya yardım sağlanabilmiĢ olmalıdır.
1918 yılı baĢlarında General Ġsmail Berkok16 Kuzey Kafkasya‘da, özellikle Dağıstan‘da Osmanlı yönetimi adına
örgütleyici çalıĢmalarda bulundu. 11 Mayıs 1918‘de, Osmanlı hükümetinin yardımlarıyla bağımsızlık kararı
alan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti için destekleyici görevler üstlendi. II. MeĢrutiyet‘in yani Ġttihat ve
Terakki‘nin dıĢ Türklerle iliĢkisinin en unutulmaz olayı Enver PaĢa‘nın Tacikistan da Ruslar‘a karĢı verdiği
mücadelede Ģehit düĢmesidir.
Ġsmail Hakkı Berkok (1890-1954), Adıge-Kabartay kökenli Türk generali ve tarih yazarı. Kayseri ili, PınarbaĢı ilçesi Yağlıpınar köyünde
doğmuĢ ve Londra‘da geçirdiği bir ameliyat sonrası ölmüĢtür. Adıgelerce Berkok paĢe (əəəəəəəə əəəə) olarak da bilinir. 1910
yılında Harbiye‘yi ve Harp Akademisi‘ni bitirdi. Balkan ve Birinci Dünya SavaĢı‘na katıldı. Irak ve Kafkas cephelerinde bulundu. 1. Daha
sonra Türkiye KurtuluĢ SavaĢı‘na katıldı (1919-22). Harp Okulu‘nda Tabiye (Taktik) dersleri verdi, Askerî Yargıtay üyeliğinden, 1946‘da
Tuğgeneral rütbesiyle emekli oldu. 1950-54 arası Demokrat Parti‘den Kayseri milletvekili seçildi. Ġkinci dönem milletvekili seçilmiĢ iken
rahatsızlandı ve 1954‘te öldü. Türkçe ve Adıgece yanında Rusça, Fransızca, Arapça ve Farsçayı da bilirdi.
16
166
KAFKASYA‟NIN MAKROEKONOMIK GÖRÜNÜMÜ VE TÜRKIYE ILE TICARETI (2000-2010)
Prof. Dr. Yusuf Bayraktutan
Yrd. Doç. Dr. M. Hilmi Özkaya
GiriĢ
Güney Kafkasya‘nın Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney arasında geçiĢ bölgesi olması, Avrasya‘nın önemli enerji
ve ulaĢtırma koridorlarının kesiĢtiği noktada yer alması ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği‘nin (SSCB)
dağılması sonrasında geliĢime açık ekonomik yapısı, vb. nedenlerle her geçen gün önem kazandığı
görülmektedir. Bununla birlikte Türkiye‘nin bu bölgeyle köklü tarihi ve kültürel bağlarının bulunması ve enerji
ve petrol iletiminde yer alması, bu bölgeye olan ilgisini daha da arttırmaktadır. Öte yandan, son yıllarda bölgede
yaĢanan hızlı ekonomik ve siyasi geliĢmelerin Türkiye‘nin söz konusu bölgeye olan alakasını
kuvvetlendirmesine karĢın, Türkiye‘de bölgedeki ülkelerin ekonomik yapısı ve geliĢimine iliĢkin çalıĢmaların
azlığı dikkat çekmektedir.
Coğrafi anlamda Kafkasya bölgesi, Kafkas Dağları ile ayrılmıĢ iki bölgeyi kapsamaktadır. Bu bölge SSCB‘nin
dağılmasıyla birlikte Rusya Federasyonu‘na bağlı Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan, Gürcistan ve
Ermenistan‘dan oluĢan Güney Kafkasya olarak anılmaya baĢlanmıĢtır. Siyasi olarak tanınmayan Dağlık Karabağ
ile kısmen tanınmıĢ olan Abhazya ve Güney Osetya, Rusya içindedir ve karĢılaĢtırılabilir verilere sahip
olmadıklarından, söz konusu alanlar, bu çalıĢma kapsamına alınmamıĢtır. Ancak onları içine alan ve Güney
Kafkasya ile yakın iktisadi iliĢki içinde olan Rusya Federasyonu bu çalıĢmaya dâhil edilmiĢtir. Dolayısıyla
örneklem Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan‘dan oluĢmaktadır.
Bu çalıĢma, Rusya ve Kafkasya bölgesindeki ülkeler ile Türkiye‘nin makroekonomik verileri ve ticari
iliĢkilerini inceleme, bölgesel ekonomik iĢbirliği potansiyelini değerlendirme amacını taĢımaktadır. Öncelikle
bölge ülkeleri ve Türkiye‘nin 2000-2010 dönemindeki ekonomik değiĢim süreci, makroekonomik performans
ölçütleri bakımından değerlendirilmektedir. Sonra, söz konusu ülkelerin Türkiye ile ekonomik ve ticari
iliĢkilerinin 2000-2011 arası geliĢimi ele alınarak, Türkiye ve bu ülkeler arasındaki mevcut ekonomik ve ticari
iliĢkilerin geliĢtirilmesine yönelik öneri ve değerlendirmeyle araĢtırma son bulmaktadır.
1.
Temel Ekonomik Göstergeler ve Kafkasya
Bir ülke ekonomisinin makroekonomik performans bakımından değerlendirilmesinde genellikle büyüme,
enflasyon ve iĢsizlik oranları olmak üzere üç ölçüt kullanılmaktadır (Dornbusch, and Fisher, 1998: 13). Bu
araĢtırmada, ilaveten cari iĢlemler dengesi de kullanılmakta; ele alınan ülkelerin ekonomik performansları,
2000-2010 döneminde söz konusu göstergeler bağlamında değerlendirilmektedir.
1.1.
Ekonomik Büyüme
Ekonomik büyüme, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla‘daki (GSYH) dönemsel değiĢim oranını belirtmektedir (Begg,
Fischer, and Dornbusch, 1984: 687). GSYH ise, bir ekonomide belli bir dönemde üretilen nihai mal ve
hizmetlerin piyasa değerini ifade etmektedir (Yıldırım, Karaman ve TaĢdemir, 2012: 16). Herhangi bir ülke

Kocaeli Üniversitesi ĠĠBF Ġktisat Bölümü Umuttepe/Kocaeli e-posta: [email protected]
UĢak Üniversitesi ĠĠBF Ġktisat Bölümü UĢak

I
için üretim kapasitesinin, üretimin ve buna bağlı olarak milli gelirin değiĢimi, yakından izlenmesi gereken
göstergelerin baĢında yer alır.
Tablo-1: Büyüme Oranları (%)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
Türkiye
Federasyonu
2000
10
5,9
11,1
1,84
6,77
2001
5,09
9,55
9,9
4,80
-5,69
2002
4,74
13,18
10,6
5,47
6,16
2003
7,29
14,04
11,2
11,05
5,26
2004
7,17
10,46
10,2
5,85
9,36
2005
6,37
13,86
26,4
9,60
8,40
2006
8,15
13,19
34,5
9,38
6,89
2007
8,53
13,74
25,04
12,34
4,66
2008
5,24
6,9
10,8
2,31
0,65
2009
-7,88
-14,14
9,3
-3,77
-4,82
2010
4,0
2,09
5
6,36
9,00
Ortalama
5,3
8,1
14,9
5,9
4,2
Kaynak: http://data.worldbank.org/country/15.03.2012.
Tablo-1‘de Türkiye, Rusya ve Kafkasya ülkelerinin 2000-2010 arasındaki ekonomik büyüme oranları yer
almaktadır. Küresel krizin etkilerinin yaĢandığı 2009 dıĢında, bu ülkelerde ekonomik büyüme pozitif ve yüksek
düzeydedir. Bu ülkelerin ekonomik büyüme oranı ortalamaları, % 14,9 Azerbaycan, % 8,1 Ermenistan, % 5,9
Gürcistan, % 5,3 Rusya ve % 4,2 Türkiye Ģeklindedir. Aynı dönemde AB ülkelerinin büyüme ortalaması % 1,6
ve dünya büyüme oranının % 2,7 olduğu dikkate alınırsa, bu ülkelerin ekonomik büyüme performansı
bakımından baĢarılı oldukları ifade edilebilir.
Verilerin arka planına bakıldığında, Azerbaycan ve Rusya Federasyonu‘nun 2000‘li yıllarda petrol fiyatlarındaki
artıĢtan yararlandıkları görülmektedir. Rusya Federasyonu‘nda petrol ve doğal gaz üretimi ve ihracatında
devletin yeniden belirleyici konuma gelmesi, kamu bütçesinin finansmanında ve ekonomik ortamın
iyileĢmesinde önemli etken olmuĢtur. Ermenistan, nispeten daha elveriĢli bir konumda olan Gürcistan‘a
(Taymaz, 2011: 14) göre, daha iyi performans göstermiĢtir.
2008 küresel krizi bölge ülkelerini farklı biçimde etkilemiĢtir. Azerbaycan dıĢında bölge ülkelerinin krizden
oldukça etkilendikleri ifade edilebilir. En fazla ekonomik daralma % 14,14 düzeyinde Ermenistan‘da
görülmüĢtür. 2000‘li yıllarda gözlenen yüksek ortalama büyüme oranlarına rağmen, Kafkasya ülkelerinin mili
gelir, fert baĢına gelir ve iktisadi geliĢme görünümlerinin heterojen olduğu, genel anlamda ise tümünün geliĢmiĢ
ülkelerin çok gerisinde kaldığı ortaya çıkmaktadır.
1.2.
Enflasyon Oranı
168
Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artıĢı ifade etmektedir. Bu artıĢ sadece birkaç malda
değil, ekonomideki tüm mallarda veya en azından ekonomideki malların büyük bir çoğunluğu için geçerli
olmalıdır (Colander, 1998: 173). Gelir dağılımını daha çok bozarak, sosyal huzursuzlukların kaynağı olan
enflasyon, aynı zamanda tasarrufların azalmasına, yatırımların düĢmesine ve üretken olmayan alanlara
kaymasına neden olurken, ayrıca ödemeler dengesinin bozulmasına ve nihayet kaynakların üretim alanları
arasında rasyonel olmayan Ģekilde dağılmasına neden olmakta; istihdam ve milli gelir üzerinde olumsuz
etkilerde bulunmaktadır (Dinler, 2009: 464-465). Dolayısıyla ekonomilerde fiyat istikrarının sağlanması birçok
bakımdan ekonomik birimler için büyük önem taĢımaktadır.
Tablo-2: Enflasyon Oranı (TÜFE, %)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
Türkiye
Federasyonu
2000
20,77
-0,79
1,80
4,06
54,91
2001
21,45
3,14
1,54
4,64
54,40
2002
15,79
1,06
2,77
5,58
44,96
2003
13,67
4,72
2,23
4,76
25,29
2004
10,86
6,96
6,70
5,66
10,58
2005
12,68
0,64
9,68
8,24
10,13
2006
9,67
2,89
8,37
9,16
10,51
2007
9,00
4,40
16,59
9,23
8,75
2008
14,10
8,94
20,79
10,00
10,44
2009
11,65
3,40
1,40
1,73
6,25
2010
-----
8,18
5,68
7,09
8,56
Ortalama
14,0
4,0
7,1
6,4
22,3
Kaynak: http://data.worldbank.org/country/15.03.2012.
Tablo-2, ilgili ülkelerin 2000-2010 döneminde enflasyon oranlarını sunmaktadır. Ele alınan ülkelerin enflasyon
oranı ortalamaları, büyükten küçüğe sırasıyla, % 22,3 Türkiye, % 14 Rusya, % 7,1 Azerbaycan, % 6,4 Gürcistan
ve % 4 Ermenistan biçimindedir. Türkiye‘de ortalama enflasyonun diğer ülkelere kıyasla oldukça yüksek olduğu
göze çarpmakta; 2000‘li yılların baĢlarında % 50‘nin üzerinde olması genel ortalamayı yükseltmektedir. Öte
yandan aynı dönemde AB ülkelerindeki ortalama enflasyonun % 2,2 ve dünyada ise % 4,74 olduğu dikkate
alınırsa, örneklemdeki ülkelerde enflasyon oranının yüksek olduğu görülmektedir.
1.3.
ĠĢsizlik Oranı
ĠĢsizlik, çalıĢma gücünde ve arzusunda olan ve cari ücretten çalıĢmaya razı olup da iĢ bulamayan iĢgücünün
varlığını ifade etmektedir. Bu tanıma bağlı olarak iĢsizlik oranı, bir ekonomide çalıĢmak istediği halde iĢ
bulamayan iĢgücünün toplam çalıĢabilir iĢgücüne oranını belirtmektedir (Yıldırım vd., 2012: 360). Bir
ekonomide iĢsizlik oranının yüksek olması, sosyal sonuçları yanında ulusal üretim ve gelirin potansiyelin altında
kalmasına yol açması nedeniyle, önemle ele alınması gereken sorunlardandır.
169
Tablo-3: ĠĢsizlik Oranı (%)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
Türkiye
Federasyonu
2000
10,56
11,7
---
10,8
6,5
2001
8,94
10,4
---
11,2
8,4
2002
7,85
10,8
---
12,6
10,4
2003
8,20
10,1
9,66
11,5
10,5
2004
7,73
9,6
8,38
12,6
10,8
2005
7,12
8,2
7,62
13,8
10,6
2006
7,11
7,53
6,83
13,8
10,2
2007
6,05
6,99
6,54
13,3
10,3
2008
6,26
6,27
6,07
16,5
11
2009
8,15
6,81
6,04
---
14
2010
8,2
7
6,04
---
11,9
Ortalama
7,8
8,7
7,1
12,9
10,4
Kaynak: http://data.worldbank.org/country/15.03.2012.
Tablo-3, ele alınan ülkelerin 2000-2010 dönemi iĢsizlik oranlarını göstermektedir. Söz konusu dönemde
ülkelerin ortalama iĢsizlik oranları büyükten küçüğe, Gürcistan % 12.9, Türkiye % 10.4, Ermenistan % 8.7,
Rusya % 7.8 ve Azerbaycan % 7.1‘dir. AB ülkelerinde bu oran, aynı dönemde % 8,6 düzeyindedir. AB
ülkelerine kıyasla Türkiye ve Gürcistan‘da yüksek olduğu görülen iĢsizlik oranı, Azerbaycan ve Rusya‘da, AB
ülkeleri ortalamasının altında gerçekleĢmiĢtir.
1.4.
Cari ĠĢlemler Dengesi
Ödemeler bilançosunun alt hesap gruplarından olan cari iĢlemler dengesi, cari iĢlemlerin alacaklı ve borçlu
kısımları toplamı arasındaki farktır. Mal ve hizmet ticareti ile karĢılıksız transferlerin ürettiği döviz alacak ve
borçlarının eĢit olması, cari iĢlemler bilançosunun dengede olmasını; döviz harcamalarının gelirleri aĢması, cari
iĢlemler bilançosunun açık vermesini göstermektedir (Seyidoğlu, 2007: 319). Cari iĢlemler dengesi, yurtiçindeki
yerleĢik ekonomik birimlerle yurtdıĢında yerleĢik ekonomik birimler arasındaki mal, hizmet ve mülkiyeti el
değiĢtirmek koĢuluyla para hareketlerini göstermesi (Eğilmez ve Kumcu, 2004: 241) ve ülkenin dıĢ ekonomik
iĢlemleri ile milli gelir arasında doğrudan bir bağ kurması bakımından önem taĢımaktadır.
Öte yandan cari iĢlemler dengesi bir ülkede yerleĢik ekonomik birimlerin yurtdıĢında yerleĢik ekonomik
birimlerden tasarruf ithal edip etmediğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Cari iĢlemler açığı bir ülkenin
yurtdıĢından tasarruf ithal etmekte olduğunu, cari iĢlemler fazlası ise, söz konusu ülkenin yurtdıĢına tasarruf
ihraç ettiğini göstermektedir (Eğilmez ve Kumcu, 2004: 251).
170
Tablo-4: Cari ĠĢlemler Dengesi/GSYĠH
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
Türkiye
Federasyonu
2000
18,03
-14,56
-3,18
-5,78
-3,72
2001
11,06
-9,42
-0,90
-6,15
1,91
2002
8,43
-6,22
-12,32
-6,42
-0,269
2003
8,22
-6,74
-27,77
-9,61
-2,48
2004
10,06
-0,55
-29,82
-6,91
-3,67
2005
11,07
-1,05
1,26
-11,06
-4,59
2006
9,56
-1,83
17,67
-15,17
-6,07
2007
5,98
-6,40
27,29
-19,75
-5,94
2008
6,21
-11,85
33,67
-22,78
-5,74
2009
4,00
-15,83
22,97
-11,24
-2,27
2010
---
-14,65
29,05
-11,42
-6,49
Ortalama
9,3
-8,1
5,3
-11,5
-3,6
Kaynak: http://data.worldbank.org/country/15.03.2012.
Tablo-4‘te ele alınan ülkelerin 2000-2010 dönemi cari iĢlemler dengelerinin GSYH oranı gösterilmektedir. Söz
konusu ülkelerden Rusya ve Azerbaycan bu dönemde petrol fiyatlarındaki yükseliĢin etkisine bağlı olarak
ihracat gelirlerinin artması nedeniyle cari fazla vermektedirler. Ermenistan, Türkiye ve özellikle Gürcistan‘ın bu
dönemde cari açık sorunuyla karĢı karĢıya oldukları görülmektedir. Türkiye, ekonomik kriz yaĢadığı 2001
yılında, döviz kurlarında ortaya çıkan hızlı yükseliĢ, buna bağlı ithalat daralması ve ihracat miktarındaki artıĢ
nedeniyle % 2‘ye yakın cari fazla vermiĢtir.
Bölge ülkeleri ve Türkiye‘nin cari açık oranları, iktisadi performanslarına bağlı olarak farklılık arz etmektedir.
Ermenistan ve Gürcistan‘ın tüm dönemde büyük cari açık verdikleri Tablo-4‘te görülmektedir. Ermenistan‘da
2000‘li yılların ortalarında GSYH‘nın % 1-2 seviyelerinde olan cari açık, 2006 yılı sonrasında hızlı biçimde
artarak 2009‘da % 16, 2010‘da ise % 15 seviyelerinde gerçekleĢmiĢtir. Gürcistan tüm dönemde önemli oranda
cari açık vermiĢ; 2000‘li yılların ilk yarısında % 6-9 arasında gerçekleĢmiĢ; 2004 sonrasında sürekli artarak
2007‘de % 20 ve 2008‘de % 23 ile rekor düzeye ulaĢmıĢtır. 2009 ve 2010 yıllarında ithalat miktarında görülen
hızlı azalma nedeniyle % 11‘e düĢebilmiĢtir. Rusya Federasyonu, petrol ve doğal gaz ihracat gelirlerinin
katkısıyla 2000‘li yıllarda ortalama % 9 düzeyinde cari fazla vermiĢtir. Türkiye‘nin aynı dönemde cari açık
vererek ekonomik büyüme sağladığı (Taymaz, 2011: 27) görülmektedir.
171
2.
Türkiye-Kafkasya Bölgesi Ülkeleri Ticari ĠliĢkileri
AraĢtırmanın bu bölümünde ilgili ülkeler ile Türkiye arasındaki ikili ticari iliĢkiler ele alınmaktadır.
SSCB döneminde cumhuriyetler arasındaki iĢbölümü, Birlikteki tüm cumhuriyetler arası dıĢ ticaret düzeyinin
yüksek seviyelere ulaĢmasına yol açmıĢtır. Ancak Birliğin dağılmasıyla birlikte cumhuriyetler arası ekonomik
iliĢki ağının bozulması, bu ülkelerin ihracatında önemli oranda azalmalara yol açmıĢtır.
Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan‘ın dıĢ ticaret hacmindeki önemli değiĢmelere rağmen bu ülkelerin dıĢ
ticaret hacimlerinin Rusya Federasyonu ve Türkiye‘ye kıyasla hala küçük miktarlarda olduğu görülmektedir.
ġöyle ki, 2008 yılında Ermenistan ve Gürcistan‘ın dıĢ ticaret hacimleri sırasıyla, 4,9 ve 8,7 milyar dolar
düzeyinde gerçekleĢmiĢtir. Azerbaycan dıĢ ticaret hacmi, 2000‘lerde petrol ihracatının artması nedeniyle artıĢ
göstermiĢ ve 38,2 milyar dolar (30,6 milyar dolar ihracat, 7,6 milyar dolar ithalat) düzeyine ulaĢmıĢtır. Aynı
dönemde Rusya Federasyonu ve Türkiye‘nin dıĢ ticaret hacimleri sırasıyla, 763,5 ve 334,6 milyar dolardır.
(Taymaz, 2011: 27)
Ermenistan‘ın bu dönemdeki ihracat yapısında içecek, tütün ve mamul malların (tekstil/hazır giyim dahil) payı
artarken hammadde payı ise azalmaktadır. Buna göre bu ülkenin emek-yoğun ürünlerde üretim ve ihracat
artıĢını sağlayabildiği ortaya çıkmaktadır. Ġthalat yapısında gıda ve yakıtın ağırlığı azalırken, mamul ürünler ve
makinenin ağırlığının arttığı görülmektedir. Özellikle makine ithalatının artması, Ermenistan‘da son dönemlerde
emek-yoğun da olsa sınai üretimin geliĢmesi olarak yorumlanabilir (Taymaz, 2011: 28).
Azerbaycan‘ın ihracatında petrol ve doğal gazın ağırlığının giderek arttığı ve son yıllarda toplam ihracatın
yaklaĢık % 90‘nını oluĢturduğu görülmektedir. Ġhracatın önemli kısmının bu ürünlerden meydana gelmesi,
ülkenin petrol fiyatlarındaki dalgalanmalara çok duyarlı bir ekonomik yapıya sahip olmasına neden olmakta ve
bu durum ülke ekonomisi için ciddi risk içermektedir. Ġthalat miktarında en önemli payı, petrol ürünleri
sektörüne yönelik makinenin önemli yere sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte gıda ve mamul ürünlerin
de ithalattaki payının nispeten yüksek olması, bu ülkenin temel ürünlerde rekabetçi bir yapıya sahip olamadığını
ifade etmektedir.
Gürcistan‘ın ihracat yapısında göze çarpan bir değiĢim olmadığı görülmektedir. 2000‘li yılların ortalarında
ülkenin ihracatında gıda ürünlerinin payı nispeten azalırken, 2000‘li yılların sonlarına doğru hammadde ve
mamul ürünlerde artıĢ ortaya çıkmıĢtır. Ülkenin ithal ürünlerinin baĢında gıda, yakıt, mamul ürünler ve makine
yer almaktadır. Buna göre, Gürcistan da Ermenistan‘a benzer biçimde daha çok emek-yoğun bazı ürünlerde
sınai üretimini gerçekleĢtirebilmektedir.
Rusya Federasyonu‘na bakıldığında petrol ve doğal gazın ihracattaki payı giderek artmıĢtır. 2008 yılında ihracat
gelirinin yaklaĢık % 60‘ı bu ürünler tarafından sağlanmıĢtır. Mamul mallar ve diğer imalat sanayi ürünleri de
ülke ihracatında nispeten önem taĢımaktadır. Bu ülkenin ithalat kalemlerinin baĢında, makine ve gıda, kimyasal
ürünler ve mamul ürünler yer almaktadır.
Türkiye‘nin diğer ülkelere kıyasla bölgede en çeĢitlenmiĢ ve sınaî ihracat yapısına sahip olduğu görülmektedir.
Türkiye‘nin ihracatında otomobil dahil makine önemli bir paya sahipken (2008‘de % 31), sonra sırasıyla az
farkla mamul ürünler (% 29) ve gıda (% 7) gelmektedir. Türkiye‘nin genel olarak rekabetçi olduğu ürünler orta-
172
teknolojili özellik göstermektedir. Türkiye‘nin ithalatında önemli yeri olan kalemler, makine, mamul ürünler,
yakıt ve kimyasal ürünler olarak sıralanabilir.
Rusya Federasyonu‘nun Ermenistan ve Azerbaycan‘ın toplam ithalatının % 18‘ini ve Gürcistan‘ın toplam
ithalatının % 9‘unu karĢılamakta olması, bu ülkenin bölgede önemli ticaret ortağı olduğunu göstermektedir.
Güney Kafkasya ülkeleri arasında ticaret hacmi oldukça düĢüktür. Siyasi nedenlerin yanında Güney Kafkasya
ülkelerinin zayıf ve birbirine benzer sınaî yapıları, bu ülkeler arasındaki ticaret hacminin düĢük seviyede
olmasına neden olmaktadır. Gürcistan‘ın Azerbaycan‘dan 2007 yılında yaklaĢık 400 milyon dolar düzeyinde
petrol ve doğal gaz ithal etmesi, Güney Kafkasya ülkeleri arasındaki en önemli ticaret miktarıdır. Doğrudan
ticaret olmamasına rağmen Türkiye‘den Ermenistan‘a yapılan kayıtlı 200 milyon dolarlık ihracat da önem
taĢımaktadır.
Rusya Federasyonu Ermenistan ve Azerbaycan‘a önemli miktarda gıda, içecek, demir-çelik, makine ve
ulaĢım aracı ihraç etmektedir. Rusya Federasyonu, bu iki ülkenin gıda ve içecek ithalatına % 30, demir-çelik,
makine ve ulaĢım aracı ithalatına da % 15-20 oranında katkı sağlamaktadır. Ermenistan enerji ihtiyacının önemli
kısmı Rusya Federasyonu tarafından karĢılanmaktadır. 2000‘li yılların ikinci yarısında Rusya FederasyonuGürcistan iliĢkilerinin gerilmesi ve 2008‘de iki ülke arasında savaĢ olmasına rağmen, Rusya Federasyonu‘nun
2007-2008 döneminde Gürcistan‘ın gıda, içecek ve yakıt ihtiyacını karĢılamada önemli bir payı olduğu
görülmektedir.
Türkiye, Güney Kafkasya ülkelerine önemli oranda tekstil, hazır giyim, demir-çelik, kimyasal ürünler, makine
ve ulaĢım araçları ihraç etmektedir. Genel olarak Rusya Federasyonu ve kısmen Azerbaycan‘ın bölgenin enerji
ihtiyacını karĢıladığı, Türkiye‘nin de bölge ülkelerine sınaî ürünler ihraç ettiği görülmektedir. Türkiye‘nin
enerjide büyük oranda dıĢa bağımlılığı Rusya Federasyonu ile ticaretini de Ģekillendirmektedir (Taymaz, 2011:
28-29).
2.1.
Türkiye-Rusya Federasyonu Ticari ĠliĢkileri
Türkiye ve Rusya Federasyonu‘nun 20. yüzyıldaki sanayileĢme süreçleri tamamlayıcılık iliĢkisi biçiminde
ĢekillenmiĢtir. 1980‘li yılların ikinci yarısında Sovyetler‘de baĢlayan dıĢa açılma ve yeniden yapılanma
giriĢimlerinden yararlanan ülkelerden biri Türkiye olmuĢ ve bu ülkenin piyasa ekonomisine geçiĢ sürecinde
Türk firmaları etkili olmaya baĢlamıĢtır (Moskova Büyükelçiliği Ticaret MüĢavirliği [MBTM], 2011: 95).
1970-1980 yılları arasında Türkiye‘nin dıĢ ticaretinde önemli yeri olan SSCB‘nin payı 1980‘li yılların baĢında
azalmaya baĢlamıĢtır. Fakat 1984 yılında iki ülke arasında yapılan doğal gaz anlaĢması, ülkeler arasındaki dıĢ
ticaret hacminin ivme kazanmasına yol açmıĢtır. SSCB‘nin 1992‘de dağılmasıyla birlikte, Türkiye-rusya ticari
iliĢkilerinin geliĢmesi yeni bir evreye ulaĢmıĢtır.
2000-2010 döneminde Türkiye‘nin ihracat sıralamasında Rusya Federasyonu ilk on ülke içinde yer almıĢtır.
2008 yılında beĢinci sırada olan Rusya, 2010 yılında sıralamada sekizinci olmuĢtur. Aynı dönemde Türkiye‘nin
ithalatı bakımından da Rusya Federasyonu ilk beĢ ülke içindedir. Özellikle 2008 yılı ve sonrasında petrol ve
doğal gaz ithalatındaki artıĢ nedeniyle, söz konusu ülke, Türkiye‘nin ithalatı sıralamasında birinci konumda
olmuĢtur.
173
Türkiye-Rusya arasındaki ikili ticarete bakıldığında, 2000 yılındaki yaklaĢık 3,5 milyar dolar tutarındaki
seviyeden 2008 yılında 33,85 milyar dolar ve 2010 yılı itibarıyla 25,24 milyar dolar düzeyinde gerçekleĢmiĢtir.
Aynı dönemde Türkiye‘nin bu ülkeye ihracatı da 350 milyon dolardan 4,8 milyar dolara ulaĢmıĢtır. 2008
yılından itibaren etkileri yaĢanan küresel krizin dünya ticaretindeki olumsuz etkilerinin yanında iki ülke arasında
son dönemlerde ekonomik ve ticari iliĢkilerde yaĢanan sorunlar nedeniyle, 2009 yılında ikili ticaret önemli
oranda azalarak 19,6 milyar dolar seviyesinde gerçekleĢmiĢtir. Aynı dönemde Türkiye‘nin bu ülkeye ihracatı 6,1
milyar dolar tutarından 3,2 milyar dolara inmiĢtir. 2010 yılında küresel krizin etkilerinin yumuĢaması nedeniyle
hem iki ülke arasındaki ticaret hacmi hem de daha fazla oranda Türkiye‘nin bu ülkeye olan ihracatı artıĢ
sürecine girmiĢtir.
Türkiye-Rusya arasındaki ticarete konu olan ürünlerin çeĢitliliği her geçen yıl artmaktadır. Rusya, baĢlangıçta
Türkiye‘den genellikle gıda maddeleri ithal ederken sonraları tekstil ve hazır giyim ürünleri, deri, kürk, makine
ve teçhizat, otomobil ithal etmeye baĢlamıĢtır. Türkiye ise petrol, doğal gaz ve kömür gibi enerji kaynaklarının
yanında, makine aksam ve parçaları, demir-çelik, kimyasallar ve gübre ithal etmektedir.
Türkiye‘nin Rusya‘ya ihraç ettiği malların oransal dağılımı 2010 yılı verileri bağlamında Ģöyledir: % 21,3 gıda
ürünleri, % 19,5 dokumacılık ürünleri, % 12,8 otomotiv sanayi ürünleri, % 9 kimyasallar ve % 7,5 diğer yarı
mamuller. BaĢka bir deyiĢle, Türkiye ihracatının büyük kısmını ağırlıklı olarak fiyat elastikiyetleri yüksek
tüketim mallarının oluĢturduğu görülmektedir (MBTM, 2011: 96-97).
Türkiye‘nin Rusya‘dan ithal ettiği ürünlerin 2010 yılı verilerine göre dağılımında % 36,5 petrol ürünleri, % 30,8
petrol gazları ve doğal gaz, % 7,4 demir-çelik, % 7,3 demir dıĢı metaller ve % 6,6 kömür yer almaktadır.
Özellikle 2009 yılının ikinci yarısından itibaren iki ülke arasında siyasi iliĢkilerde yaĢanan önemli geliĢmeler ve
iliĢkilerin ―stratejik ortaklık‖ boyutuna taĢınması, ticari iliĢkilere yansıyacaktır (MBTM, 2011: 97).
TÜĠK verilerine göre, Tablo-5‘te görüldüğü gibi, 2000 yılında Türkiye‘nin Rusya‘ya ihracat miktarı 644 milyon
$ düzeyinden 2005 yılında yaklaĢık % 269 oranında artarak 2.377 milyar $; 2009 yılına kadar artıĢ trendini
devam ettirerek yaklaĢık 6,5 milyar $ seviyesine ulaĢmıĢtır. 2009 yılında küresel mali kriz, Türkiye‘nin
Rusya‘ya olan ihracatının, yaklaĢık % 51 oranında azalmasına yol açmıĢ; ancak bu azalma kalıcı olmamıĢtır.
Tablo-6‘da görüldüğü gibi, Türkiye‘nin Rusya‘dan yaptığı ithalat 2000 yılında yaklaĢık 3,9 milyar $‘dan 2005
yılında % 232 oranında artarak 12,9 milyar $ ve 2008 yılında 31,3 milyar $ düzeyine eriĢmiĢtir. 2009 yılında,
küresel mali krizin etkileri Türkiye‘nin bu ülkeden ithalatının % 38 azalmasına yol açmıĢtır. 2009 yılı dıĢında
Türkiye‘nin Rusya‘dan ithalatı artıĢ eğilimi göstermiĢtir.
Türkiye- Rusya arasındaki ithalat ve ihracat iliĢkileri paralel değiĢim göstermiĢtir. Türkiye‘nin Rusya ile dıĢ
ticaret dengesi, Tablo-8‘de görülmektedir. Buna göre, 2000-2011 döneminde Türkiye, Rusya ile dıĢ ticaretinde
sürekli açık vermiĢ ve bu açık, 2009 yılı dıĢında sürekli artmıĢtır. Bunun nedeni, Türkiye cari açığının birincil
nedeni olan enerji kaynaklarının bu ülkeden temin edilmesine bağlanabilir.
2.2.
Türkiye-Azerbaycan Ticari ĠliĢkileri
Türkiye, 1991 yılında Azerbaycan‘ın bağımsızlığına kavuĢmasından itibaren bu ülkenin dünya ile entegre
olmasına yardımcı olmak üzere siyasi, ekonomik ve diğer konularda sahip olduğu tecrübelerini aktararak söz
174
konusu ülkeyle iliĢkilerin geliĢtirilmesine büyük önem vermektedir. Bu bağlamda ekonomik ve ticari iliĢkilerin
geliĢtirilmesine yönelik pek çok ikili anlaĢmalar imzalanmıĢtır.
Azerbaycan, dıĢa açılmak isteyen Türk yatırımcıları için cazip bir ülke konumundadır. Çünkü Türkiye ve
Azerbaycan kültürel yönden ortak özellikler taĢımaktadır. Ġki ülke arasındaki dıĢ ticaret hacmi sürekli
geniĢlemektedir. Bununla birlikte Azerbaycan ekonomisinde aktif konumda olan Türk giriĢimcileri,
telekomünikasyon, bankacılık ve sigortacılık, finansal kiralama, inĢaat-taahhüt, basın-yayın, eğitim, sağlık,
ulaĢtırma, otomotiv, imalat sanayi, petrol vb. birçok konuda faaliyet göstermektedirler. Diğer bir deyiĢle, Türk
sermayeli firmaların bu ülkenin serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamasında doğrudan ve dolaylı olarak
önemli rol oynadıkları söylenebilir (Bakü Büyükelçiliği Ticaret MüĢavirliği [BBTM], 2011: 36-37).
Türk firmalarının Azerbaycan‘da üstlendikleri önemli projeler arasında TRASECA Ġpekyolu projesi
çerçevesinde karayollarının inĢası, baraj yapımı, elektrik santralleri inĢası ve modernizasyonu, iĢ merkezleri
kurulması, lüks konut inĢası, Sangaçal terminali tank rezervuar iĢi, Merkezi Bankası binasının inĢası, Beynelhalk
Bank binasının inĢası, Bakü Havaalanı inĢası, Nahçıvan Havaalanı inĢası, petrol boru hattı ile ilgili yapım ve
onarım iĢleri, Bakü Sahil Projesi, kombine gaz çevrimi elektrik santrali, Nahçıvan baraj inĢası vb. faaliyetler
bulunmaktadır (BBTM, 2011: 37).
1990‘lı yılların baĢlarından beri Türkiye Azerbaycan arasında geliĢen siyasi ve ekonomik iliĢkilere paralel
olarak iki ülke arasında dıĢ ticaret hacmi artmıĢ ve dıĢ ticaret dengesi Türkiye lehine fazla vermiĢtir. Ek
tablolarda görüldüğü gibi, bu süreç 2000‘li yıllarda da devam etmiĢtir. 1998 yılında yaĢanan Rusya krizi sonrası
Ruble‘nin devalüe edilmesinin katkısıyla Rus malları Azerbaycan‘da fiyat avantajı sağlamıĢ ve Azeri halkının
gelir düzeyinin düĢük olması nedeniyle malların fiyatı talebi belirleyen önemli unsur konumuna gelmiĢtir. Söz
konusu geliĢmelerin neticesinde Türk mallarına olan talepte önemli oranda azalmalar görülmüĢtür. Buna paralel
olarak 1999 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi ve Türkiye lehine olan dıĢ ticaret fazlasında geçmiĢ yıllara
nazaran azalma görülmüĢtür. 1990‘lı yılların ikinci yarısında Azerbaycan‘ın ithalat yaptığı ülke sıralamasında
birinci olan Türkiye, yukarıda sözü edilen süreç sonrası 2000‘li yılların ilk yarısında üçüncü, hatta dördüncü
sırada yer almıĢtır. 2000‘li yılların ikinci yarısında bu sıralamada tekrar yükseliĢe geçen Türkiye, 2008, 2009 ve
2010 yıllarında Rusya‘dan sonra Azerbaycan‘ın en fazla ithalat yaptığı ikinci ülke konumundadır. 2010 yılı
itibarıyla Türkiye‘nin Azerbaycan‘ın ithalatındaki payı yaklaĢık % 13, ihracatındaki payı ise yaklaĢık % 4
seviyesindedir.
Türkiye-Azerbaycan ticari iliĢkilerinde nakliye önemli bir maliyet unsuru olmaktadır. Azerbaycan ve
Gürcistan‘da alınan yüksek yol vergileri ve Ġran‘ın uyguladığı tonaj sınırlamaları ve yollardaki gecikmeler, Türk
nakliyecilerine ve yük sahiplerine ek maliyetler oluĢturmaktadır. Türk ihracatçıları için uluslararası rekabet
bakımından sınırlayıcı olan bu sorun, Kars-Tiflis demiryolunun önemini ortaya koymaktadır.
Ġki ülke arasında ticari iliĢkilerin uzun vadede sağlıklı ve istikrarlı ilerlemesinde bu ülkede faaliyet gösteren
Türk yatırımcılarının önemli payı vardır. Türk yatırımcılarının bu ülke ekonomisinde yaptıkları yatırımlar,
ülkeye ödedikleri vergiler ve istihdama katkılarıyla birlikte iki ülke arasında ticari iliĢkilerde de büyük rolleri
vardır. Bununla birlikte, Türk yatırımcılarının önündeki engellerin kaldırılması, finansman sorunlarının
çözümlenmesi ve uzun vadeli yatırım kararlarında kendilerini güvencede hissedebilecekleri sigorta
175
mekanizmasının kurulması, ülkeler arasında ekonomik ve ticari iliĢkilerin daha sağlam temellere dayandırılması
bakımından önem taĢımaktadır (BBTM, 2011: 38-39).
Türkiye‘nin Azerbaycan‘a olan ihracatı Tablo-5‘te görülmektedir. TÜĠK verilerine göre, Türkiye‘nin bu ülkeye
olan ihracatı, 2000 yılında 230 milyon $ iken 2005 yılında 528 milyon $ seviyesine ulaĢmıĢ; artıĢ trendi 2009
yılı dıĢında devam etmiĢtir. 2009‘da Türkiye‘nin Azerbaycan‘a ihracatı % 16 oranında azalarak, 1,4 milyar $
seviyesine gerilemiĢtir. Genel olarak değerlendirildiğinde, Türkiye‘nin bu ülkeye olan ihracatı 2001 ve 2009
yılları dıĢında artıĢ eğilimi göstermiĢtir.
Türkiye‘nin Azerbaycan‘dan yaptığı ithalat Tablo-6‘da sunulmuĢtur. 2000 yılında Türkiye‘nin bu ülkeden
ithalatı 95 milyon $ seviyesinden 2005 yılına 208 milyon $ düzeyine ulaĢmıĢtır. 2009 yılında Türkiye‘nin bu
ülkeden ithalatı % 61 oranında azalarak 140 milyon $ seviyesine düĢmüĢtür. Sonraki yıllarda Türkiye‘nin bu
ülkeden yaptığı ithalat yeniden artmıĢ ve 2011 yılında 262 milyon $ düzeyine ulaĢmıĢtır.
DıĢ ticaret hacmindeki artıĢ eğilimi 2001 ve 2009 yılı dıĢında devam etmiĢtir. Küresel mali krizin etkisiyle
2009‘da iki ülke arasında dıĢ ticaret hacmi % 24 oranında düĢüĢ sergilemiĢtir. Genel anlamda TürkiyeAzerbaycan arasında dıĢ ticaret hacmindeki değiĢimin Türkiye‘nin bu ülkeye yaptığı ihracata bağlı olarak
Ģekillendiği söylenebilir.
Tablo-8‘e göre, Türkiye Azerbaycan‘la ticaretinde dıĢ ticaret fazlası vermektedir. DıĢ ticaret fazlası, 2000
yılında 135 milyon $‘dan 2005 yılında 320 milyon $‘a, 2011 yılında ise 1,8 milyar $ düzeyine ulaĢmıĢtır. 2009
yılı dıĢında Türkiye‘nin lehine olan dıĢ ticaret fazlasında artıĢ eğilimi devam etmiĢtir.
2010 yılında Türkiye‘nin Azerbaycan‘a yaptığı toplam ihracatta en büyük paya sahip olan ürün makine ve
aksamlarıdır ve 193 milyon $ tutarındadır. Ġkinci sırada 161 milyon $ değerinde plastik ve plastikten eĢya yer
almaktadır. Elektrikli makine aksam ve parçaları, demir veya çelikten eĢya, mobilya ve prefabrik yapılar,
alüminyum ve alüminyumdan eĢya Türkiye‘nin ihracında önemli payı olan mal grupları arasındadır.
2010 yılında Türkiye‘nin Azerbaycan‘dan ithalatında fasıl olarak birinci sırayı 746 milyon $‘lık değeriyle
mineral yakıtlar ve yağların aldığı görülmektedir. Bunu, sırasıyla bakır ve bakırdan eĢya, alüminyum ve
alüminyumdan eĢya ile plastik ve plastikten eĢya takip etmektedir ( Sakarya ve Canlı, 2011: 8).
2.3.
Türkiye-Gürcistan Ticari ĠliĢkileri
Türkiye ile Gürcistan arasındaki ekonomik ve ticari iliĢkiler, 1991 yılında bu ülkenin bağımsızlığını
kazanmasından itibaren geliĢme göstermektedir. Bu geliĢme, 2000‘li yıllarda ve özellikle 2004 yılındaki Gül
Devrimi sonrası hız kazanmıĢtır. Ġki ülke arasında ekonomik ve ticari iliĢkilerin hukuki çerçevesini oluĢturan
Ticaret ve Ekonomik ĠĢbirliği AnlaĢması 30 Temmuz 1992‘de imzalanmıĢtır (Tiflis Büyükelçiliği Ticaret
MüĢavirliği [TBTM], 2010: 55).
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı Projesi, Azerbaycan‘da üretilen ham petrolün boru
hattı ile Gürcistan üzerinden Ceyhan‘daki bir deniz terminaline ve buradan da tankerlerle dünya pazarlarına
ulaĢtırılmasını amaçlayan bir projedir. Bu hat, 2006 yılında açılmıĢ ve bu projeyle Türkiye‘nin dünya
piyasalarına enerji iletiminde rolü artmıĢtır. Öte yandan, Kars-Tiflis Demiryolu Projesi, Türkiye‘yi Kafkasya
Bölgesi, Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetlerine bağlaması ve taĢıma maliyetlerinde avantaj sağlaması
176
bakımından, genel anlamda ekonomik ve ticari iliĢkilerin geliĢtirilmesi açısından büyük önem taĢımaktadır
(TBTM, 2010: 57-58).
Ġki ülke arasında ekonomik ve ticari iliĢkiler, Gürcistan‘da ―Gül Devrimi‖ sonrasında baĢlatılan
ekonomik yapılanma sürecinin doğal bir sonucu olarak artıĢ göstermektedir. Ġki ülke de ikili ekonomik ve ticari
iliĢkilerini çeĢitlendirerek geliĢtirme hususunda çaba göstermektedirler. Türkiye‘nin Gürcistan dıĢ ticaretinde
önemli payı olan ülkelerin baĢında gelmesi ve her iki ülkede iktisadi dinamizm, ekonomik ve ticari iliĢkilerin
daha da geliĢeceğini göstermektedir.
2008 yılında yaĢanan Rusya-Gürcistan savaĢı sonrası Gürcistan kuzey sınır kapısının kapanması ve
Türkiye‘nin coğrafi bakımdan Gürcistan‘a yakın olması, iki ülke arasında ticari iliĢkilerin ivme kazanmasına yol
açmıĢtır. Bu süreç Türkiye‘yi Gürcistan‘ın birinci ticari ortağı konumuna getirmiĢtir. Öte yandan coğrafi
yakınlık iki ülkeyi, iki kara sınır kapısı ile bağlamaktadır. Bunlardan özellikle Sarp sınır kapısı, hem araç giriĢ
çıkıĢ yoğunluğu hem de sınır ticareti yoluyla yapılan dıĢ ticaret bakımlarından iki ülke için büyük önem
taĢımaktadır (TBTM, 2010: 59-60).
Türkiye‘nin Gürcistan‘a olan ihracatında baĢlıca ürünler, PVC profilleri, demir konstrüksiyon
malzemeleri, kağıt ve mukavva, çimento, sanayi ve hijyenik kağıt ürünleri, buzdolapları, dondurucular vb.
biçiminde sıralanabilir. Türkiye‘nin bu ülkeden ithal ettiği baĢlıca ürünler ise, hurda metal, alüminyum, demir
alaĢımları, ferro alyajlar, kimyasal gübreler vb. Ģeklinde sıralanabilir (Esen, 2011: 17-18). Bununla birlikte,
Türkiye‘nin Gürcistan‘la olan ticari iliĢkilerinde transit taĢımacılık da önem arz etmektedir.
Türkiye‘nin Gürcistan‘a yaptığı ihracat Tablo-5‘te görülmektedir. Buna göre, 2000 yılında 132 milyon
$ olan ihracat, 2005 yılında 272 milyon $, 2011 yılında ise 1,1 milyar $ seviyesine yükselmiĢtir. Türkiye‘nin söz
konusu ülkeye olan ihracatı 2002 ve 2009 yılı dıĢında artmıĢtır.
Türkiye‘nin Gürcistan‘dan yaptığı ithalat Tablo-6‘da sunulmaktadır. 2000 yılında 155 milyon $ olan
ithalat, 2005‘te % 87 artarak 290 milyon $‘a, 2011 yılında ise % 8 artarak 314 milyon $ seviyesine ulaĢmıĢtır.
Genel olarak bakıldığında ithalat miktarındaki artıĢın zayıf kaldığı ortaya çıkmaktadır.
Ġki ülke arasındaki dıĢ ticaret hacmi 2001, 2002 ve 2009 yılları dıĢında artmıĢtır. Bu artıĢın Türkiye‘nin
Gürcistan‘a olan ihracatına bağlı olarak Ģekillendiği ifade edilebilir. 2001 ve 2002‘deki azalma Türkiye‘de
yaĢanan ekonomik kriz; 2009 yılındaki ise, dünyada yaĢanan küresel mali krizle açıklanabilir.
Türkiye ile Gürcistan arasındaki dıĢ ticaret dengesine iliĢkin veriler Tablo-8‘de verilmiĢtir. Buna göre
Türkiye bu ülkeyle olan dıĢ ticaretinde 2000-2005 arası ağırlıklı olarak dıĢ açık veren ülke konumunda iken,
2006-2011 arası dıĢ fazla veren ülke durumuna geçmiĢtir.
2.4.
Türkiye-Ermenistan Ticari ĠliĢkileri
Türkiye ve Ermenistan arasındaki sınır kapısının 1993 yılından beri kapalı durumda olması, iki ülke arasında
doğrudan ticareti engellemektedir. Öte yandan, iki ülke arasında sınırların kapalı olmasına rağmen, ticaret
üçüncü ülkeler üzerinden gerçekleĢmektedir. Bu durum, ulaĢtırma maliyetlerini arttırmakta ve zaman kaybına
neden olmaktadır (Armağan, 2011: 6).
Türkiye‘nin Ermenistan‘a yaptığı ihracata iliĢkin veriler Tablo 5‘te verilmektedir. Öte yandan Türkiye‘nin bu
ülkeden yaptığı ithalat değerleri 2005 yılı itibarıyla olup, bu ithalat miktarının 2008-2010 arası yüksek oranda
177
arttığı göze çarpmaktadır. Türkiye‘nin bölge ülkelerinden Ermenistan‘la arasındaki ticari iliĢkileri yansıtan dıĢ
ticaret hacminin iki ülke arasında yaĢanmakta olan siyasi tartıĢmalar ve sınır kapısının kapalı olması nedeniyle
sınırlı kaldığı söylenebilir. Türkiye‘nin Ermenistan‘la olan sınırlı dıĢ ticaretinde, 2011 yılı dıĢında açık verdiği
Tablo-8‘de görülmektedir.
Sonuç ve Öneriler
Kafkasya ülkelerinde makroekonomik istikrarın ticari iliĢkilerin yapısal temeli olarak uygun koĢullar sunduğu
2000‘li yıllarda, ulusal ve küresel geliĢmelerin de katkısıyla Türkiye‘nin doğu sınırındaki bu ülkelerle artan bir
ticaret iliĢkisine yöneldiği gözlenmektedir. Rusya da bölge üzerinde geçmiĢe dayalı nüfuzu yanında doğal
kaynak zenginlikleri ve bir BRIC bileĢeni olarak iktisadi dinamizmi ile önemli bir ticaret ortağı konumundadır.
Ermenistan-Azerbaycan ve Rusya-Gürcistan politik-askeri sorunları göz önüne alındığında Türkiye‘nin bölge
için önemi açıkça ortaya çıkmaktadır.
Ticaretin sektörel ayrıntıları bağlamında Türkiye ile Kafkasya ülkeleri arasında bir tamamlayıcılık iliĢkisi ve
buna dayalı ticaret potansiyeli dikkat çekmektedir. Nitekim, bu çalıĢmada yararlanılan veriler, Türkiye‘nin 2001
yılında yaĢadığı ulusal ekonomik kriz ve 2008 küresel finansal krizinin etkileri dıĢında karĢılıklı ticarette artıĢ
trendi gözlenmektedir.
Türkiye, Güney Kafkasya ülkelerine önemli oranda tekstil, hazır giyim, demir-çelik, kimyasal ürünler, makine
ve ulaĢım araçları ihraç etmektedir. Genel olarak Rusya Federasyonu ve kısmen Azerbaycan‘ın bölgenin enerji
ihtiyacını karĢıladığı, Türkiye‘nin de bölge ülkelerine sınaî ürünler ihraç ettiği görülmektedir. Türkiye‘nin
enerjide büyük oranda dıĢa bağımlılığı Rusya Federasyonu ile ticaretini de Ģekillendirmektedir.
Rusya Federasyonu‘nun Ermenistan ve Azerbaycan‘ın toplam ithalatının % 18‘ini ve Gürcistan‘ın toplam
ithalatının % 9‘unu karĢılamakta olması, bu ülkenin bölgede önemli ticaret ortağı olduğunu göstermektedir.
Güney Kafkasya ülkeleri arasında ticaret hacmi oldukça düĢüktür. Siyasi nedenlerin yanında Güney Kafkasya
ülkelerinin zayıf ve birbirine benzer sınaî yapıları, bu ülkeler arasındaki ticaret hacminin düĢük seviyede
olmasına neden olmaktadır.
Siyasi sorunların aĢılması ve aynı coğrafyayı paylaĢan ülkeler arasında ortak iktisadi çıkarlar temelinde bir
uzlaĢı zemininin oluĢturulması, makroekonomik istikrarla birlikte, bölge ülkeleri arasında ticaret potansiyelinin
kullanılmasına ve artan refaha olanak sağlayacaktır.
Ekler
Tablo-5: Türkiye‘nin Bölge Ülkelerine Ġhracatı (Milyon $)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
2000
643,903
---
230,375
131,771
2001
924,107
---
225,214
144,049
2002
1.172,039
---
231,431
103,221
2003
1.367,591
---
315,488
155,070
2004
1.859,187
---
403,942
199,699
178
2005
2.377,050
---
528,076
271,828
2006
3.237,611
---
695,287
407,962
2007
4.726,853
---
1.047,668
646,082
2008
6.483,004
---
1.667,469
997,844
2009
3.189,607
2,12
1.400,446
762,977
2010
4.628,153
15,68
1.550,479
769,271
2011
5.995,243
218,32
2.064,944
1.092,546
Kaynak: TÜĠK, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=12&ust_id=4/29.03.2012.
Tablo-6: Türkiye‘nin Bölge Ülkelerinden Ġthalatı (Milyon $)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
2000
3.886,583
---
95,615
155,315
2001
3.435,673
---
78,075
127,231
2002
3.891,721
---
64,625
137,873
2003
5.451,315
---
122,607
268,562
2004
9.033,138
---
135,537
300,284
2005
12.905,620
391,530
208,325
289,834
2006
17.806,239
40,870
296,581
344,813
2007
23.508,494
56,870
185,500
289,568
2008
31.364,477
1.489,350
362,385
525,041
2009
19.450,086
1.051,900
140,599
285,486
2010
21.600,641
2.626,280
252,525
290,725
2011
23.951,478
132,760
262,077
314,352
Kaynak: TÜĠK, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=12&ust_id=4/29.03.2012.
Tablo-8: Türkiye‘nin Bölge Ülkeleriyle DıĢ Ticaret Dengesi (Milyon $)
Yıllar
Rusya
Ermenistan
Azerbaycan
Gürcistan
2000
-3.242,680
---
134,76
-23,544
2001
-2.511,566
---
147,139
16,818
2002
-2.719,682
---
166,806
-34,652
2003
-4.083,724
---
192,881
-113,492
2004
-7.173,951
---
268,405
-100,585
2005
-10.528,570
-391,530
319,751
-18,006
2006
-14.568,628
-40,870
398,706
63,149
2007
-18.781,641
-56,870
862,168
356,514
2008
-24.881,473
-1.489,350
1.305,084
472,803
179
2009
-16.260,479
-1.049,780
1.259,847
477,491
2010
-16.972,488
-2.610,600
1.297,954
478,546
2011
-17.956,235
85,560
1.802,867
778,194
Kaynak: TÜĠK, http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=12&ust_id=4/29.03.2012.
Kaynakça
Armağan, Z. (2011). Ermenistan Cumhuriyeti Ülke Raporu. Ġzmir Ticaret Odası, Ġzmir.
Bakü Büyükelçiliği Ticaret MüĢavirliği (2011). Azerbaycan‟ın Genel Ekonomik Durumu ve Türkiye Ġle
Ekonomik-Ticari ĠliĢkileri, Bakü.
Begg, D., Stanley Fischer, and Rudiger Dornbusch (1984). Economics. London: McGraw-Hill Book Company.
Colander, D. C. (1998). Macroeconomics. 3rd Ed., Boston: McGraw-Hill Book Company.
Dinler, Z. (2009). Ġktisada GiriĢ. 15. B.; Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.
Dornbusch, R., and S. Fischer (1998). Makroekonomi. (çev. Erhan Yıldırım ve diğerleri), Ġstanbul: McGrawHill-Akademi Yayını.
Esen, B. (Haz.) (2011). Gürcistan Ülke Raporu. T.C. BaĢbakanlık DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Ġhracatı GeliĢtirme
Etüd Merkezi, Ankara.
Eğilmez, M. ve E. Kumcu (2004). Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye Uygulaması. 5. b. Ġstanbul: Remzi
Kitabevi.
http://data.worldbank.org/country
http://www.tuik.gov.tr
Moskova Büyükelçiliği Ticaret MüĢavirliği (2011), Rusya Federasyonu‟nun Genel Ekonomik Durumu ve
Türkiye Ġle Ekonomik-Ticari ĠliĢkileri. Moskova.
Sakarya, S. ve ġ. Canlı (2011). Azerbaycan Ülke Raporu. Orta Anadolu Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri
Ġhracatçıları Birliği. Ankara.
Seyidoğlu, H. (2007). Uluslararası Ġktisat Teori Politika ve Uygulama. GeliĢtirilmiĢ 16. B. Ġstanbul: Güzem
Can Yayınları.
Taymaz, E. (2011). Kafkasya‟da Ekonomik DönüĢüm ve Kalkınma. Ankara: TEPAV Yayınları. No:55.
Tiflis Büyükelçiliği Ticaret MüĢavirliği (2010). Gürcistan‟ın Genel Ekonomik Durumu ve Türkiye Ġle
Ekonomik-Ticari ĠliĢkileri, Tiflis.
Yıldırım, K., Doğan Karaman ve Murat TaĢdemir (2012). Makroekonomi. Ankara: Seçkin Yayınevi.
180
TÜRKĠYE‟NĠN GÜNEY KAFKASYA ÜLKELERĠ VE ĠRAN ĠLE EKONOMĠK - SĠYASĠ ĠLĠġKĠLERĠ
Kerem KARABULUT1, Alper YALÇIN2
Özet
Güney Kafkasya ülkeleri Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan, 1991 yılında Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği‟nin (SSCB) dağılmasından sonra Türkiye‟nin siyasi ve ekonomik ilişki kurabildiği
ülkelerdir. İran ise, yaklaşık 77 milyonluk nüfusa ve Türkiye‟nin iki katından daha büyük bir coğrafyaya
sahiptir. Bu ülke ile Türkiye‟nin ilişkileri çok uzun zamandan beri sorunsuz devam etmektedir. Bölgenin en
büyük aktörlerinden olması münasebetiyle Türkiye ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri Dünya‟nın diğer
bölgeleri için de önemli olmaktadır.
Bu çalışma ile hem Güney Kafkasya ülkeleri hem de İran ile olan ekonomik ve siyasi ilişkiler
değerlendirilecek ve geleceğe yönelik bir takım çıkarımlar yapılmaya çalışılacaktır. Ayrıca, Türkiye‟nin bu
ülkelere yönelik ekonomik ve siyasi politikaları da analiz edilmeye çalışılacak ve öneriler yapılacaktır.
Anahtar kelimeler: Türkiye, Güney Kafkasya ülkeleri, Ġran, Ekonomik iliĢkileri
TURKEY'S ECONOMIC-POLITICAL RELATIONS WITH SOUTH CAUCASUS COUNTRIES AND IRAN
Abstract
The countries of the South Caucasus; Azerbaijan, Georgia and Armenia are the countries which have
political and economic relationship with Turkey, after the break up of the Union of Soviet Republics in 1991.
Iran, has approximately 77 million population and an area more than twice as large as Turkey. Turkey's
relations with this country have been continuing without any problem for a long time. On account of being one
of the biggest actors in that region, the political and economic relations with Turkey are also important for the
other regions of the world.
By means of this study, the economic and political relationship with both the countries of the South
Caucasus and Iran will be evaluated and also some inferences for the future will be tried to be in progress. In
addition Turkey‟s economic and political policies for these countries will be tried to analyse and some
suggestions will be offered.
Keywords: Turkey, the countries of the South Caucasus, Iran, its economic relations
1. GĠRĠġ
Dünya ticaret dengeleri 1980 sonrası dönemde yaĢanan küreselleĢme süreciyle yeni kurumların oluĢması ve
sermaye hareketlerinin yaygınlaĢması sonucu hızlı bir değiĢime uğramıĢtır. 1991‘de SSCB‘nin dağılmasıyla
daha da ivme kazanan değiĢim süreci Türkiye‘nin de ticaret dengelerini etkilemiĢtir. Özellikle Doğu Anadolu
Bölgesi‘nde yeni ticaret kapıları (sınır kapıları) açılarak 1990 öncesinde olmayan pazarlara girme ve gelir elde
etme olanakları doğmuĢtur. Pek çok iktisatçı, sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyümenin yakalanmasında, istihdam
ve fert baĢına düĢen milli gelirin artırılmasında, dıĢ ticaretin, özellikle ihracatın önemli bir etkisi olduğunu kabul
1
2
Prof.Dr. Atatürk Üniversitesi, Ġ.Ġ.B.F.-Erzurum, [email protected]
Öğr.Gör. (Doktora Öğr.) Kafkas Üniversitesi, Kağızman MYO-Kars, [email protected]
181
etmektedir. Bu doğrultuda, ticaretin önemini kavrayan ülkeler, birbirleriyle olan ticaretlerini artırmak amacıyla
çeĢitli mekanizmaları hayata geçirmekte ve kurdukları sistemler sayesinde dıĢ ticaretlerine ivme kazandırarak
ekonomik geliĢmelerine katkı sağlamaktadırlar.
Ülkelerin dıĢ ekonomik iliĢkiler politikasının reel ve önemli bir boyutunu teĢkil eden dıĢ ticaret sahasında
özellikle bölgesel bazda kalıcı olabilmek, ülkelerin bulundukları coğrafyadaki bölge ülkelerine yönelik ticaret
politikaları üretmesi ve komĢu ülkeleri esas alan ve kurumlar arası sağlıklı koordinasyonla yürütülen bir dıĢ
ticaret stratejisi takip etmeleri ile mümkündür. Dünya geneline bakıldığında, özellikle ulaĢım maliyetleri
avantajından dolayı, komĢu ülkeler arasındaki ticaretin hızla geliĢtiği ve ülkelerin bu yönde bir politika izleme
eğiliminde oldukları görülmektedir. AB ülkelerinin birlik içi ticaretinin %70‘ler, Asya ülkelerinde ve Kuzey
Amerika bölgesinde ise bölge içi ticaretin %40‘lar seviyesinde olması, komĢu ülkelerin birbirleriyle ticaret
eğiliminde olduklarını doğrulamaktadır. Dünyadaki bu eğilime karĢılık, Türkiye‘nin komĢu ülkeleriyle yeteri
düzeyde bir ticaretinin olduğu söylenemez. 2010 yılı itibariyle Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Ġran‘ı
dikkate aldığımızda yaklaĢık 81 milyar dolarlık bir ithal talebine sahip olan komĢu ülkelerin, Türkiye‘nin toplam
dıĢ ticaret hacmi içindeki payının sadece 6 milyar dolar (%7) olması, komĢu ülkelerle ticaretin yetersiz olduğunu
göstermektedir.
Türkiye‘nin bölge ülkeleriyle ticaretinin geliĢmesi, ekonomik kazanç sağlamasının yanında, uzun dönemde
siyasi kazançlar da sağlayacaktır. Bölgedeki etkinlik, hem Ermenistan‘ın Türkiye bağımlılığını artırabilir hem de
Nahcivan‘ın Türkiye ile iĢbirliğini artırarak uzun dönemde bölge ülkelerini Türkiye ile dayanıĢma içinde olmaya
yönlendirebilir.
Ülkeler arasındaki ticari iliĢkilerin sağladığı fayda bilimsel çalıĢmalarla desteklenmektedir (Song;1970,
Tiebout;1956 ve Parr;1999). Hatta ekonomik ve ticari iliĢkilerin geliĢtirilmesi birbirleriyle sorunlu ülkeler
arasındaki çatıĢmaları da azaltmaktadır. S. W. Polacheck‘in 1958-67 dönemi için 30 ülke verileriyle yaptığı bir
çalıĢma göstermiĢtir ki, iki ülke arasında ticaretin iki katına çıkması çatıĢmaları %20 azaltmaktadır
(Gerni;1999). Türkiye‘nin bölgede sorunlu olduğu tek ülke Ermenistan‘dır. Buna rağmen, iki ülke arasındaki
ticaretin geliĢtirilmesinin yollarının aranması, karĢılıklı olarak her iki ülkeye de yarar sağlayabilir. Türkiye ile
Ermenistan arasındaki ticari iliĢkinin Cumhuriyet‘in ilk yıllarında olduğunu görmekteyiz. Örneğin, Iğdır ile
Erivan arasında 1920 yılında sınır ticareti yapılmaktadır. Erivan‘a pamuk, yün ve canlı hayvan satılıp, Ģeker ve
manifatura alındığı belirtilmektedir. Ancak bu ticaret, 1939 yılında Sovyetler Birliği tarafından kesilmiĢtir.
Fakat günümüzde, tekrar SSCB‘siz bir dönem söz konusu olduğu için ticari iliĢkilerin geliĢtirilmesi olanaklı
olmasına rağmen, özellikle dıĢarıdan müdahaleyi hiç eksik etmeyen Ermeni Diasporası‘nın Türkiye ve
Azerbaycan‘a karĢı tutumu uzlaĢma ve çözüm yollarını zorlaĢtırmaktadır.
Türkiye‘nin bölgedeki ticari faaliyetlerde iki temel avantajı vardır. Birincisi, Ġran dıĢındaki diğer komĢu
ülkelerin bağımsız bir devlet politikaları çok yenidir ve ekonomik geliĢme açısından Türkiye‘den daha
geridedirler. Bu nedenle, Türkiye‘nin büyük bir devlet olarak bölge ticaretini yönlendirmesi ve kendi lehine
uzun dönemli politikalar geliĢtirmesi gerekmektedir ki, çalıĢmanın ana amacı da bu temel üzerine kurulmuĢtur.
Ġkincisi ise, Türkiye, komĢu ülkelerden Ġran‘ın geliĢmiĢ ülkelerle bağlantısını sağlayacak stratejik bir konuma ve
182
yönetim Ģekline sahiptir. Bu avantajlı durumları ancak etkin bir ticaret politikasıyla kazanca çevirmek
mümkündür.
2. ÜLKELERĠN GENEL GÖRÜNÜMLERĠ
Sovyetler Birliği‘nin dağılması birçok baĢlangıçlara neden olmuĢ, bu süreçte eski Sovyet Cumhuriyetleri
bağımsızlıklarını kazanma fırsatı elde etmiĢtir. Bağımsızlığını kazanan devletlerin bir kısmını ise Güney
Kafkasya Bölgesi‘nde bulunan Azerbaycan(Ekim-1991), Gürcistan(Nisan-1991) ve Ermenistan(Ağustos-1991)
oluĢturmuĢtur. Güney Kafkasya coğrafyası özellikle doğu-batı enerji ve ulaĢtırma hatlarının kesiĢmesi ve Hazar
havzası enerji kaynaklarına sahip olması bakımından büyük önem taĢımaktadır. Sovyetler Birliği‘nin dağılması
akabinde bu bölgede üç bağımsız devletin kurulması Güney Kafkasya‘da yeni ekonomik, askeri ve siyasi
değerlerin oluĢmasına neden olmuĢtur.
Bugün, bölge ile ilgili yapılan bütün araĢtırmalarda Güney Kafkasya‘nın yalnızca coğrafi anlamda bir bütünlük
arz ettiği vurgulanmaktadır. Diğer bütün ölçütlere göre (sosyal, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel), bölge
farklı değerlere ve felsefi anlayıĢa sahiptir. 1990‘lı yıllardan itibaren bölgedeki bu farklı değer ve felsefelerin
uyumlaĢtırılması bölgesel iĢbirliğinin temin edilmesi ve güvenliğin sağlanması bakımından çeĢitli projeler
üretilmiĢtir (Ağacan; 2005: 71). Gerek bölge ülkelerinin bir kısmının kendi aralarında, gerekse komĢu ülkelerin
bu ülkelerle bazı ekonomik, siyasi ve kültürel iĢbirliklerine gitmesine karĢılık halen daha Güney Kafkasya
merkezli ciddi problemlerin çözülemediği de bir gerçekliktir (Dağlık Karabağ, Hazar‘ın statüsü, Rusya ile
Gürcistan‘ın Güney Osetya sorunu, boru hatlarının güvenliği vb.).
Güney Kafkasya‘nın da içinde bulunduğu ―Büyük Avrasya‘yı küresel güç mücadelesinin sürdürüleceği bir
satranç tahtasına benzeten Brzezinski‘ye göre, bu rekabette çeĢitli büyüklükte ve güçte oyuncular
bulunmaktadır. Bu oyuncuları etki ve güçlerine göre ―Jeostratejik Oyuncu‖ ve ―Jeopolitik Mihver‖ ülkeleri
olarak birbirinden ayıran Brzezinski, jeostratejik oyuncuların mevcut jeopolitik durumu -ABD‘nin çıkarlarını
etkileyebilecek bir Ģekilde- değiĢtirebilmek amacıyla- sınırlarının ötesinde güç uygulama ya da etkide bulunma
yeteneğine sahip ülkeler olarak tanımlamaktadır. Jeopolitik Mihver ülkeleri ise, önemli jeostratejik oyuncu gibi
güç ve motivasyonlarından ziyade, jeostratejik oyuncular arasındaki mücadelede oynayabilecekleri hassas
rollerden dolayı dikkate alınması gerektiğini‖ vurgulamaktadır. Jeopolitik Mihver ülkelerin bazı durumlarda
yaĢamsal bir devlet ya da bir bölge için rakibi sınırlayıcı bir kalkan gibi davranabileceğini, bu nedenle Soğuk
SavaĢ sonrası kilit önemdeki Avrasya jeopolitik mihverlerinin belirlenmesi ve bunların korunmasının ya da
denetim altına alınmasının Amerika‘nın küresel üstünlük stratejisini sürdürmede belirleyici olabileceği üzerinde
durmaktadır. Bu bağlamda ABD dıĢında Rusya, Almanya, Fransa, Çin ve Hindistan‘ı jeostratejik ülkeler olarak
gören Brzezinski, Türkiye, Ġran, Azerbaycan, Güney Kore ve Ukrayna‘yı da jeopolitik mihver ülkeler olarak
değerlendirmektedir. Ancak, bunun sürekli bir durum olmadığını ve her zaman değiĢebileceğini belirten
Brzezinski, Orta Asya ülkelerinden Kazakistan, Türkmenistan Özbekistan ya da Kırgızistan‘ın yanında
Kafkasya‘da bulunan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan‘ın da jeopolitik mihver ülkelere dahil
olabileceklerini belirtmektedir. Diğer yandan Türkiye ve Ġran‘ın güç ve kapasitelerinin yanında etnik, dini ve
tarihi misyonları itibariyle Kafkasya ve Orta Asya‘nın derinliklerine etki edebilecek bir jeopolitiğe sahip
183
oldukları üzerinde duran Brzezinski, bu iki ülkenin jeostratejik oyunca olabilme potansiyellerine dikkat
çekmiĢtir(Brzezinski; 1998: 41).
Güney Kafkasya‘da bulunan her üç ülke Türkiye‘nin doğusunda yer almakta olup, Doğu Anadolu Bölgesi‘nin
sınırında olan bu ülkeler, Türkiye‘nin karadan Orta Asya ve Kafkasya‘ya geçiĢ noktası konumundadırlar.
Orta Asya ve Kafkasya‘nın stratejik özelliği, dünya ve Türkiye tarihi içinde çok önemli bir yere sahiptir.
Selçuklular‘dan sonra Osmanlılar da o bölgelerden güç elde ederek geliĢmiĢlerdir. Orta Asya, kuzey ile güney
ve doğu ile batı arasında bir geçiĢ noktasıdır. Bu bölgeye hakim olanın, önümüzdeki on yıllara veya yüzyıla da
hakim olabileceği vurgulanmaktadır. Birçok stratejistle birlikte, Brezinski de Ģöyle ifade etmiĢtir; ―bugün birçok
Ģeyin tarihtekinden farklı olmasına karĢın, Ġç Asya‘nın halen dünyadaki geçiĢ noktası özelliği taĢıması
değiĢmemiĢtir. Üstelik bölgenin doğal ve ekonomik kaynakları, bugün birçok ülkenin ve birçok Ģirketin bölgede
önemli atılımlar yapmalarına neden olmaktadır. Bu da bize bölgenin bugünkü önem algılamasının tarihsel
olandan daha güçlü olduğunu göstermektedir (Ünsal; 2004: 201-202). Bu özellik itibarıyla, stratejik öneme
sahip olan bölge ülkeleriyle ticaret ve iliĢkilerin düzeyi Türkiye açısından önem arz etmektedir.
Bölgedeki diğer önemli ülke Ġran ise, Türkiye ile birlikte tarihten beri bu bölgede önemli bir aktör olmuĢ büyük
ve güçlü siyasete sahip olabilen bir ülkedir. Pazar olarak Türkiye‘nin gözden kaçırmaması gereken
büyüklüktedir. YaklaĢık 77 milyonluk nüfusuyla büyük bir pazar potansiyelidir. Irak ve Bölgedeki diğer
geliĢmeler (PKK, Kuzey Irak, Ermenistan gibi) nedeniyle de Türkiye‘nin siyasi açıdan da iĢbirliği içinde olması
gereken bir konumdadır. Bu nedenle, bölge ülkeleriyle iyi bir ticari iliĢki hem Türkiye‘ye hem de onlara
avantajlar sağlayacaktır. Yapılan bu çalıĢmada ilgili ülkelerle Türkiye‘nin mevcut ticari ve siyasi iliĢkileri ortaya
konacak ve daha etkin bir poltikanın nasıl sağlanabileceğ belirlenmeye çalıĢılacaktır. Bunu yapmak için
öncelikle, ilgili ülkeler hakkında genel bilgilerin edinilmesi faydalı olacaktır.
3. AZERBAYCAN
3.1. Nüfus, Coğrafya ve Uluslararası ĠliĢkiler
184
Güney Batı Asya‘da Ġran ve Rusya arasında Hazar Denizinin kıyısında yer alan Azerbaycan, toplam 86600
kilometre karelik bir alana sahiptir. Kuzeyinde Rusya Federasyonuna bağlı Dağıstan Özerk Cumhuriyeti,
Kuzeybatısında Gürcistan, batısında Ermenistan, Güneyinde Ġran ve Doğusunda Hazar denizi yer
almaktadır(Çınar ve Oğuz; 2004:590). Sınır komĢuları ve komĢularıyla olan sınır uzunlukları ise Ģöyledir
(www.cia.gov/cia...):
Ermenistan (Azerbaycan tarafı); 566 km, Ermenistan (Nahcivan tarafı), 221 km, Gürcistan; 322 km, Ġran
(Azerbaycan tarafı) ; 432 km, Ġran (Nahcivan tarafı); 179 km, Rusya; 284 km ve Türkiye (Nahcivan tarafı); 9
km.
YaklaĢık 30 milyonluk Azeri Türklerinin büyük bir bölümü Ġran sınırlarında yaĢamaktadır. Ġran ile Rusya
arasında 1813 yılında Gülistan ve 1828 yılında Türkmençay AnlaĢması ile Azerbaycan Kuzey ve Güney
Azerbaycan olarak ikiye bölünmüĢtür. Böylece, Azerbaycan Hanlığı da tarihe karıĢmıĢtır. 1917 BolĢevik
ihtilalinden sonra 28 Mayıs 1918‘de Mehmet Emin Resulzade baĢkanlığında kurulan ―Demokratik Azerbaycan
Cumhuriyeti‖ 27-28 Nisan 1920 gecesi Ruslar tarafından iĢgal edilmiĢtir. Daha sonra 1922‘de Kafkasya Ötesi
Federal Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‘ne katılmıĢ ve 1936‘dan sonra ise Azerbaycan SSCB adını almıĢtır.
1980‘li yıllarda Mihail Gorbaçov tarafından uygulanan ―glasnost‖ politikaları sonucunda çöken SSCB‘nin
ardından 18 Ekim 1991‘den bu yana bağımsız bir devlet olarak yaĢamaktadır (Aras; 2004:13 ve Karaca; 2002:
214-215).
Ülke büyüklüğü açısından değerlendirildiğinde, Azerbaycan, BirleĢmiĢ Milletlerde temsil edilen 186 devletin
70‘inden ülke alanı, 100‘ünden de nüfus yönünden daha büyük bir ülkedir. Minyatür devletlerden baĢka,
Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan, Avusturya, Portekiz, Arnavutluk, Ġsviçre, Belçika, Hollanda, Danimarka,
Ġrlanda, Ürdün, Lübnan ve Ġsrail gibi devletlerden daha geniĢtir (Özdağ; 2001: 116, 212).
Dünya
bankası
verilerine
göre,
2010
yılı
itibarıyla
Azerbaycan‘ın
nüfusu
9.048.000‘dir(http://www.worldbank.org/az). 1992 Mart ayında BirleĢmiĢ Milletler (BM) üyesi olan
Azerbaycan, AGĠK, IMF ve Dünya Bankası‘na da üye statüsünde katılmıĢtır (Çınar ve Oğuz; 2004:590).
Azerbaycan‘ın jeopolitik konumuna büyük önem verilmektedir. Bu önem, ülkenin stratejik coğrafi konumundan
kaynaklanmakla birlikte, büyük güçlerin Azerbaycan‘ın sahip olduğu enerji kaynaklarından yararlanma
isteğinden de kaynaklanmaktadır(Hüseynov; 2001: 72).
―Avrupa ile Asya‘nın kavĢağında bulunan Azerbaycan, tedricen Avrupa-Kafkasya-Asya nakliye koridorunu
oluĢturabilme ve tarihte olduğu gibi güçlü iletiĢim merkezine dönüĢebilme olanağına sahiptir. Her türlü ulaĢım
araçlarının hareketini sağlayacak böyle bir koridorun oluĢmasına Avrupa ve Asya‘nın güçlü devletleri son
derece ilgi duymaktadır. Bu ilgi, öncelikle Hazar Denizinin ve Hazar kıyısındaki arazilerin petrol ve gaz rezervi
ile zengin olmasından kaynaklanmaktadır‖. Hazar havzasının 200 milyar varil düzeyinde petrol rezervine sahip
olduğu
ifade
edilmektedir.
Bu
miktar,
dünya
petrol
rezervlerinin
yaklaĢık
%10‘una
tekabül
etmektedir(Hüseynov; 2001: 72).
Azerbaycan'ın dıĢ siyasetinin temeli, Rusya, Türkiye ve iran gibi komĢuları ve ABD ile AB gibi küresel güçlerle
olan iliĢkilerin dengeli bir Ģekilde sürdürülmesidir. ABD ile bu ülkenin Azerbaycan petrol sektöründeki büyük
yatırımları nedeniyle geliĢmeye baĢlamıĢ olan iliĢkiler, son dönemlerde "küresel terörle mücadele" çerçevesinde
185
yeni bir mecraya girmiĢtir. Diğer yandan Azerbaycan ile Rusya Federasyonu arasında da iĢbirliğinin artırılması
ve diyalogun dengeli bir Ģekilde sürdürülmesi için adımlar atılmaktadır. ġubat 2004'te imzalanan Moskova
Deklarasyonu ile taraflar bu konudaki kararlılıklarını somutlaĢtırmıĢlardır. Azerbaycan, Ġran destekli radikal
Ġslamcı faaliyetlerden endiĢe etmekte, Ġran ise kendi sınırları içerisinde Azeri kökenlilerin çoğunlukta olduğu
bölgelerde Azeri milliyetçiliğinin geliĢmesinden çekinmektedir. Bununla birlikte, Hazar Denizi'ndeki petrol ve
doğalgaz kaynaklarının paylaĢımındaki anlaĢmazlıklar da iki ülke arasındaki iliĢkileri etkileyen bir
faktördür(DEĠK, Azerbaycan-2008).
Haydar Aliyev'in deyiĢiyle "bir millet, iki devlet" olan Azerbaycan ve Türkiye arasındaki iliĢkiler ekonomik
alanda olduğu kadar siyasi ve askeri alanlarda da sıkı bir Ģekilde sürdürülmektedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham
Petrol Boru Hattı'nın hizmete girmesi, ülkeleri daha da yakınlaĢtıran bir unsur olmuĢtur. Türkiye ile Azerbaycan
arasındaki diyalog, devletin en üst kademelerinde ve oldukça kuvvetli bir biçimde devam etmektedir. Ġlham
Aliyev'in döneminde Azerbaycan'ın dıĢ siyasetinde ulusalcı yaklaĢım ağır basmaya baĢlamıĢ ve bu durum,
hükümetin Dağlık Karabağ sorununa yaklaĢımında da kendini göstermiĢtir. Azerbaycan ile Ermenistan, bu
bölgenin kontrolü için 1988 ile 1994 yılları arasında savaĢmıĢlar, daha sonra ateĢkes imzalanmasına rağmen
soruna kalıcı bir çözüm getirilememiĢtir. SavaĢ yüzünden çoğunluğu Azeri olmak üzere 1 milyondan fazla insan
göç etmek korunda kalmıĢtır. Bu anda Dağlık Karabağ, resmi olarak Azerbaycan'a bağlı olsa da, bölgede Ermeni
azınlık çoğunluktadır ve Ermenistan ordusunun fiili mevcudiyeti söz konusudur(DEĠK, Azerbaycan-2008).
3.2. Genel Ekonomik Yapı
Azerbaycan petrol, doğalgaz ve demir cevheri baĢta olmak üzere önemli yeraltı zenginliklerine sahiptir.
Ekonomik altyapısı sanayi üretimi ağırlıktadır. Son yıllarda ekonomik performansı pozitif olan Azerbaycan‘ın
büyümesinin kaynağında, yabancı yatırımların da katkısı ile baĢta enerji olmak üzere sanayi sektörden
kaynaklanmaktadır. Azerbaycan‘ın GSMH‘sinın % 62‘si sanayi sektöründen gelmektedir.
Azerbaycan ekonomisi, devletin halen ciddi bir ağırlığa sahip plduğu, planlı ekonomiden pazar ekonomisine
geçiĢ sürecinde plan bir yapıya sahiptir. Ülkenin ekonomik açıdan en büyük zenginlikleri sahip olduğu büyük
petrol ve doğalgaz yatakları, tarıma elveriĢli toprakları ve SSCB döneminden miras kalan büyük sanayi tesisleri
ve sanayi altyapısıdır(DEĠK, Azerbaycan-2008).
Ülkede siyasi istikrarın sağlanması ve Ermenilerle geçici ateĢkese varılmasından sonra dikkatler ekonomi
üzerinde yoğunlaĢmaya baĢlamıĢtır. ĠĢte bunun sonucu olarak 20 Eylül 1994 tarihinde ―Asrın AnlaĢması‖ olarak
adlandırılan Azerbaycan Devlet Petrol ġirketi ile dünyanın önde gelen petrol Ģirketleri arasında ―Hazar
Denizinin Azerbaycan‘a ait Bölümünde Azeri, Çırağ, GüneĢli Yataklarının Birlikte ĠĢlenmesi ve PaylaĢılması
Hakkında‖ ilk AnlaĢma imzalanmıĢtır. Alınan önlemler neticesinde, GSYĠH‘nın reel seviyesi 1996 yılında, 1988
yılından beri ilk defa %1,3 artmıĢtır. Azerbaycan ekonomisinde 1996 yılından itibaren baĢlayan büyüme 2010
yılında da sürmüĢtür. GSYĠH bu dönemde %5,0 artarak 51,8 milyar $‘a yükselmiĢtir(T.C. Ekonomi Bakanlığı,
Ġhracat Bilgi Platformu).
Doğrudan yabancı yatırımlar Azerbaycan‘ın ekonomik canlanmasında anahtar rolü oynamıĢtır. Azerbaycan
ülkedeki ekonomik sorunların aĢılması ve istikrarın sağlanması neticesinde özellikle petrol çıkarma ve iĢleme
sanayii bakımından yabancı yatırımlar açısından çok cazip bir pazar haline gelmiĢtir. Ülke ekonomisi çift
186
yapılıdır. Bir yandan petrol (hidrokarbon) ve ona bağlı hizmetler ile müteahhitlik sektörlerinde hızlı bir
geliĢme eğilimi gözlenirken, diğer yandan petrol dıĢı sanayi sektörlerinde yatırım eksikliği gözlenmektedir.
Bunun sonucunda petroldıĢı sektörlerde düĢük istihdam, yetersiz vergi geliri ve ihracat dolayısıyla da ithal
ürünlerinde rekabetle baĢa çıkamama gibi sorunlar yaĢanmaktadır(Benli, 2008).
Azerbaycan
sahip
olduğu
enerji
kaynakları
sebebiyle
―Kafkasya‘nın
Kuveyt‘i‖
olarak
ta
adlandırılmaktadır(Oğan;2004:1). Tespit edilen petrol rezervi yaklaĢık 9 milyar varil, doğalgaz miktarı ise 1,34
trilyon metreküptür(http://www.worldbank.org/az)
Azerbaycan‘ın 2010 yılı GSYH‘sı yaklaĢık 52 milyar dolar, kiĢi baĢına düĢen milli geliri 2010 yılı
itibariyle 5.330 dolardır. GSYH içinde sektörlerin payları 2010 yılı itibariyle sanayi % 62.3, hizmet %30, tarım
% 7.7‘dir. 2010 yılında Azerbaycan‘ın ithalatı 5 milyar euro, ihracatı ise 16 milyar eurodur. Ġhraç ettiği
ürünlerin baĢında; petrol ve gaz(% 90), makineler, pamuk ve gıda maddeleri yer alırken ithal ettiği ürünlerin
baĢında ise; makine ve ekipman, petrol ürünleri, gıda ürünleri, metaller ve kimyasallar gelmektedir(Tablo 1, Ek2, Ek-4, www.cia.gov).
Azerbaycan ekonomisi küresel rekabet endeksi sıralamasında 2010 yılı itibariyle dünyada 57. sırada
gelmektedir(Ek-3).
Azerbaycan enerji ihracat eden bir ülkedir. Enflasyon 2010 itibariyle TÜFE‘de yıllık %5,7‘dir. Askeri
harcamalar 2010‘da GSYH‘nın %2,9‘u kadardır. Toplam dıĢ borç stoğu 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 6.9 milyar
dolardır(Ek-4).
Özellikle temel tarım ürünlerine olan ihtiyacın ortalama yüzde sekseninin ülke içindeki üretimle
karĢılanabildiği ifade edilmektedir (Ehmedov; 2005: 198-199). Bu nedenle, Nahcivan üzerinden Azerbaycan‘ın
tarım ürünleri ihtiyaçlarının karĢılanması için etkin politikalar üretilmesi Türkiye açısından önemli kazanç
sağlayabilecektir.
Azerbaycan GSYĠH, 2005-2011 döneminde yılda ortalama yüzde 15'den fazla büyümüĢtür. Özellikle petrolden
kaynaklanan bu büyümeden elde edilen gelirlerin önemli bir bölümü hükümet tarafından kamu yatırım
programını finanse edilmesinde, altyapı ve sosyal hizmetlerin güçlendirilmesin kullanıldığını görmekteyiz
(http://www.worldbank.org/az).
187
Grafik-1. Azerbaycan‟ın 2008-2010 Dış Ticaret Hacmi
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Azerbaycan dıĢ ticaret hacmi yaklaĢık olarak 2008 yılında; 36 milyar euro, 2009 yılında; 14.4 milyar
euro, 2010 yılında ise; 21 milyar eurodur. DıĢ ticareti 2009 yılında bir önceki yıla göre ciddi bir azalma
göstermiĢtir. DıĢ ticareti her üç yıl içerisinde de fazla vermiĢtir. Dolayısıyla dıĢ ticaret dengesi ihracat lehinedir.
Tablo 1. Azerbaycan‟ın önemli ilk 20 ticaret partnerlerinin dağılımı (2010)
Ġthalat Yaptığı Ülkeler
Ġhracat Yaptığı Ülkeler
Partner
Milyar ə
%
Partner
Milyar ə
%
Dünya(Tüm Ülkeler)
4.985,3
100,0%
Dünya(Tüm Ülkeler)
15.977,3
100,0%
1
AB27
1.263,9
25,4%
1
AB27
7.650,5
47,9%
2
Rusya
865,8
17,4%
2
Ġsrail
1.327,7
8,3%
3
Türkiye
584,6
11,7%
3
ABD
1.323,4
8,3%
4
Çin
442,9
8,9%
4
Ukrayna
670,1
4,2%
5
Ukrayna
352,8
7,1%
5
Endonezya
592,0
3,7%
6
Kazakistan
221,8
4,4%
6
Hırvatistan
590,9
3,7%
7
ABD
157,3
3,2%
7
Rusya
588,0
3,7%
8
Singapur
137,8
2,8%
8
Malezya
558,6
3,5%
9
Brezilya
122,7
2,5%
9
Singapur
386,3
2,4%
10 Güney Kore
119,8
2,4%
10 Gürcistan
310,4
1,9%
11 Japonya
110,8
2,2%
11 Çin
254,1
1,6%
12 Ġran
88,9
1,8%
12 Kanada
239,9
1,5%
13 Belarus
85,1
1,7%
13 Hindistan
230,3
1,4%
14 Ġsviçre
73,7
1,5%
14 Güney Kore
163,6
1,0%
15 Ġsrail
44,2
0,9%
15 Türkmenistan
158,6
1,0%
16 BirleĢik Arap Emir.
42,6
0,9%
16 Tayland
143,1
0,9%
188
17 Gürcistan
38,3
0,8%
17 Türkiye
129,4
0,8%
18 Malezya
29,8
0,6%
18 Libya
122,3
0,8%
19 Hindistan
27,3
0,5%
19 Ġran
94,4
0,6%
20 Arjantin
21,9
0,4%
20 Mısır
80,3
0,5%
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Tabloya göre Türkiye, Azerbaycan‘ın ihracatında onyedinci ve ithalatında üçüncü sırada yer
almaktadır. Azerbaycan‘ın toplam ticaret hacminin 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 21 milyar Euro olduğunu
dikkate aldığımızda Türkiye‘nin 714 milyon Euro(%3,4) paya sahip olması, 1991‘de bağımsızlığını kazanan bu
ülkeyle ekonomik alanda arzulanan iliĢki düzeyinde olunamadığını göstermektedir. Bu ülkeyle tarihi ve kültürel
bağların olması ve Nahcivan Özerk Cumhuriyeti ile sınır komĢusu olunması ekonomik iliĢkilerin daha üst
düzeyde olmasını gerektirmektedir.
Türkiye'nin Azerbaycan ile olan ticari ve ekonomik iliĢkileri diğer bölge ülkelerine kıyasla oldukça
yüksek seviyelerde olmasına rağmen, mevcut durum ortak bağlara sahip, ortak bir kültürel mirası paylaĢan ve
aynı dili konuĢan iki ülkenin sahip olduğu potansiyeli yansıtmaktan uzaktır. Bununla birlikte, Azerbaycan Ģu
anda Kafkaslar'da ekonomik ve siyasi açıdan en istikrarlı ülke konumundadır ve bu durum, ülkenin yatırım
ortamını da olumlu Ģekilde etkilemekte ve Türk iĢ çevrelerine önemli imkanlar sunmaktadır(DEĠK, Azerbaycan2008).
4. GÜRCĠSTAN
4.1. Nüfus, Coğrafya ve Uluslararası ĠliĢkiler
Gürcistan‘ın kuzeyinde Rusya (Dağıstan, Çeçenistan, Kuzey Osetya, Kabarday-Balkar Özerk Cumhuriyetleri),
güneyinde Ermenistan, güneydoğusunda Azerbaycan, güneybatı ve batısında Türkiye yer almaktadır. 69700
kilometre karelik bir yüzölçüme sahip olan Gürcistan‘ın yaklaĢık %80‘lik bölümü dağlıktır(DTM; 2003:5).
189
Güney Batı Asya da Türkiye ile Rusya arasında yer alan ülke, Karadenizin kıyısında 4.452.800(2010) nüfusa
sahip bir ülkedir(Ek-4). Ancak ülkedeki nüfus artıĢı hızının negatif olduğu ve bu nedenle Ocak 2004 yılına ait
tahminlere göre ülke nüfusunun 4.693.892 olduğu ifade edilmektedir (www.cia.gov/cia...). Aynı tahmine göre
2004 yılındaki nüfus artıĢ hızı % -0,36‘dır. Bu nüfus miktarıyla Ermenistan‘ın iki katından fazla büyük bir pazar
olarak Türkiye için önemi açıktır.
Ülkede 2001 yılında yapılan nüfus sayımının gayri resmi sonuçlarına göre, yaklaĢık yüz farklı etnik gruba
mensup insan bu ülkede yaĢamaktadır. Bunlar içerisinde temel grupların dağılımı Ģöyledir; Gürcü %70, Ermeni
%8, Azeri Türkü %7 ve Rus %6‘dır. %9‘luk pay ise geriye kalan nüfus grupları arasında paylaĢılmaktadır
(DTM; 2003:1).
Gürcistan‘ın sınır komĢuları ve komĢularıyla olan sınır uzunlukları ise Ģöyledir: Azerbaycan; 322 km, Rusya;
723 km, Ermenistan; 164 km ve Türkiye; 252 km.
Gürcistan‘ın konumunu, bazı diğer ülkelerle mukayese edilerek gelecekte bu ülke ekonomisinin ne tür bir Ģekil
alacağı Ģu Ģekilde de değerlendirilmektedir (Hasgüler ve Uludağ; 2004: 146).
―Stratejik konumu, Avrupa‘da Belçika ve Hollanda‘nın sahip olduğu gibi bir mal giriĢ-çıkıĢ kapısını
andırmaktadır. Ama aynı zamanda doğal güzelliği ve ―alpin iklimi‖ ile Ġsviçre, Avusturya gibi ülkeleri
andırmaktadır. Olası petrol ve doğalgaz yollarının hem güzergahı hem de limanı gibi bir konuma sahip olması
da, Gürcistan‘ı Bir zamanların Lübnan‘ına benzer Ģekilde önemli bir finans ve nakliye merkezi durumuna
getirebilir‖.
Gürcistan, Karadeniz, Rusya Federasyonu ve Türkiye arasndaki coğrafi konumu nedeniyle büyük bir stratejik
öneme sahiptir. Tarihsel sebepler nedeniyle Rusya ile uzun ve köklü bir geçmiĢe sahip olan Gürcistan, son
dönemlerde bu ülkeye alternatif olarak Batı ülkeleri ve komĢu ülkelerle de iliĢkilerini geliĢtirmeye baĢlamıĢtır.
Avrupa Birliği ile bir Ortaklık ve ĠĢbirliği AnlaĢması imzalamıĢ olan Gürcistan, BarıĢ Ġçin Ortaklık Programına
iĢtirak etmektedir. Kafkaslar'daki stratejik konumu nedeniyle Gürcistan, gerek Rusya, gerekse ABD'nin etki
alanı içerisine girmektedir. ABD askerlerinin Gürcistan topraklarında konuĢlandırılmıĢ olması Tiflis ile
Moskova arasnda gerginlik oluĢmasına yol açmıĢtır. Bununla birlikte Moskova, Gürcistan'daki ayrılıkçı
bölgelere destek vermekte ve buralarda askeri kuvvet bulundurmaktadır. ABD'nin Gürcistan'daki çıkarları ise
daha çok Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı ve bu boru hattının güvenliği konusu etrafında
yoğunlaĢmaktadır(DEĠK, Gürcistan-2008).
4.2. Genel Ekonomik Yapı
Komünizm döneminde SSCB ülkeleri içinde en güçlü ekonomiye sahip olan Gürcistan, birliğin dağılmasının
ardından ekonomisinde ciddi sorunlar ve istikrarsızlıkla karĢı karĢıya kalmıĢtır. Bağımsızlığa geçiĢle birlikte
ülkenin sanayi sektörünün GSYĠH‘daki payı azalırken, hizmet sektörünün payı artıĢ göstermiĢtir. Ülkenin sanayi
sektörünün büyük çoğunluğu teknolojisi eskidiği için atıl kapasitededir. Sanayi sektörü üretimi çok az sayıdaki
iĢletmenin faaliyetlerine dayanmaktadır.
Ülkedeki mevcut 2.800 sınai iĢletmeden yalnızca 50‘si toplam
üretimin %75‘ten fazlasını üretmektedir. ÖzelleĢtirme süreci ve Gürcistan‘ın son dönemde imzaladığı ekonomik
anlaĢmaların da etkisi ile sanayi sektörüne doğrudan yabancı yatırım giriĢi gözlenmektedir. Kayıt dıĢı ekonomi
190
ülkenin büyüme performansı ile ilgili sağlıklı verilere ulaĢılmasını engellemektedir. Ülkenin Ġstatistik Kurumu
tarafından Gürcistan‘ın GSYĠH‘sının yaklaĢık %30‘una tekabül eden bir miktarda kayıt dıĢı ekonomisi olduğu
belirtilmektedir. Gürcistan 2000 yılında dıĢ ticaretini canlandırmak ve ticaret politikalarını belirgin hale
getirmek için Dünya Ticaret Örgütü‘ne (WTO) üye olmuĢtur. 2002 yılında IMF‘nin de baskıları sonucu
vergilerini yeniden düzenlemeye gitmiĢtir. 2003‘ten itibaren ortalama %9-10 oranında gümrük vergisi
uygulamaya baĢlamıĢtır(Benli, 2008).
Gürcistan‘ın baĢlıca ekonomik faaliyetleri, turunçgiller, fındık ve üzüm gibi tarımsal ürün yetiĢtiriciliği,
manganez ve bakır madenciliği ve küçük çaplı alkollü ve alkolsüz içecekler, metaller, makineler ve
kimyasallardan oluĢmaktadır. Ülke, enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü ithal etmektedir. 1995‘den beri
pozitif bir GSYĠH büyümesi yakalayan bu ülkenin uzun dönemde Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı ve
ticareti ile Bakü-Tiflis-Erzurum gaz hattından büyük kazanımlar sağlayacağı ifade edilmektedir. Bu sayede
ihtiyaç duyulan yatırımlar ve iĢ olanakları yaratılmıĢ olacaktır (www.cia.gov/cia...).
Bu ülkenin ihraç mallarının dıĢ pazarlarda rekabet güçlerinin düĢük olması ve ülkenin coğrafi konumundan
kaynaklanan yüksek nakliyat giderleri nedeniyle, önemli ihracat partnerleri, coğrafi yakınlık avantajının
bulunduğu Rusya ve Türkiye‘dir. Gürcistan‘ın, geleneksel olarak Rusya‘dan enerji, Türkiye‘den de tüketim
malları ithal ettiği görülmektedir. BaĢlıca Ticaret partnerleri aĢağıdaki tabloda görülmektedir.
Gürcistan‘ın 2010 yılı GSYH‘sı yaklaĢık 11.6 milyar dolar, kiĢi baĢına düĢen milli geliri 2010 yılı
itibariyle 2.690 dolardır. GSYH içinde sektörlerin payları 2010 yılı itibariyle; sanayi % 21, hizmet % 69, tarım
% 10‘dur. 2010 yılında Gürcistan‘ın ithalatı 49.9 milyar euro, ihracatı ise; 73.2 milyar eurodur. Ġhraç ettiği
ürünlerin baĢında; hurda metal, Ģarap, maden suyu, maden cevherleri, meyve ve fındık yer alırken ithal ettiği
ürünlerin baĢında ise; yakıt, araçlar, makine ve parçaları, hububat ve diğer gıda maddeleri ile ilaç
gelmektedir(Tablo 1, Ek-2, Ek-4, www.cia.gov).
Gürcistan ekonomisi küresel rekabet endeksi sıralamasında 2010 yılı itibariyle dünyada 93. sırada
gelmektedir(Ek-3).
Gürcistan enerji ithal eden bir ülkedir. Enflasyon 2010 itibariyle TÜFE‘de yıllık % 7.1‘dir. Askeri
harcamalar 2010‘da GSYH‘nın % 3.9‘u kadardır. Toplam dıĢ borç stoğu 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 9.3 milyar
dolardır(Ek-4).
191
Grafik-2. Gürcistan‟ın 2008-2010 Dış Ticaret Hacmi
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Gürcistan dıĢ ticaret hacmi yaklaĢık olarak 2008 yılında; 5.3 milyar euro, 2009 yılında; 3.2 milyar
euro, 2010 yılında ise; 5.1 milyar eurodur. DıĢ ticareti 2009 yılında bir önceki yıla göre ciddi bir azalma
göstermiĢtir. DıĢ ticareti her üç yıl içerisinde de açık vermiĢtir. Dolayısıyla dıĢ ticaret dengesi ithalat lehinedir.
Tablo 2. Gürcistan‟ın önemli ilk 20 ticaret partnerlerinin dağılımı (2010).
Ġthalat Yaptığı Ülkeler
Ġhracat Yaptığı Ülkeler
Partner
(.000 ə)
%
Partner
(.000) ə
%
Dünya(Tüm Ülkeler)
3.893,1
100,0%
Dünya(Tüm Ülkeler)
1.189,5
100,0%
1
AB27
1.106,1
28,4%
1
AB27
218,1
18,3%
2
Türkiye
673,2
17,3%
2
Azerbaycan
184,8
15,5%
3
Ukrayna
423,2
10,9%
3
Türkiye
162,6
13,7%
4
Azerbaycan
365,2
9,4%
4
ABD
136,9
11,5%
5
Çin
253,0
6,5%
5
Ermenistan
120,7
10,1%
6
Rusya
218,8
5,6%
6
Ukrayna
78,2
6,6%
7
ABD
134,2
3,4%
7
Kanada
65,4
5,5%
8
BirleĢik Arap Emir.
120,1
3,1%
8
Kazakistan
36,1
3,0%
9
Kazakistan
70,9
1,8%
9
Rusya
26,4
2,2%
10 Japonya
61,4
1,6%
10 BirleĢik Arap Emir.
21,1
1,8%
11 Brezilya
60,4
1,6%
11 Çin
18,3
1,5%
12 Türkmenistan
45,2
1,2%
12 Belarus
17,0
1,4%
13 Ġran
41,8
1,1%
13 Hindistan
9,1
0,8%
14 Ermenistan
35,2
0,9%
14 Türkmenistan
9,1
0,8%
15 Belarus
27,4
0,7%
15 Ġran
9,0
0,8%
16 Ġsviçre
26,4
0,7%
16 Mısır
7,8
0,7%
17 Hindistan
24,5
0,6%
17 Japonya
6,1
0,5%
192
18 Avustralya
23,3
0,6%
18 Moldova
5,7
0,5%
19 Güney Kore
22,3
0,6%
19 Irak
5,7
0,5%
20 Hong Kong
18,0
0,5%
20 Güney Kore
5,2
0,4%
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Gürcistan ve Türkiye 2010 yılı itibariyle 836 milyon Euro(2010) dolayında bir ticaret hacmine
ulaĢmıĢtır. Son dönemlerde faaliyete geçirilen Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan
ham petrol boru hattı, Erzurum-Ahılkerek Demir yolu hattı gibi önemli projeler iki ülkeye büyük itibar
kazandırmıĢtır. Hacim açısından küçük olmasına karĢılık, Türkiye‘nin Gürcistan‘ın en önemli ticaret partneri
biri olduğunu söyleyebiliriz(%16,4). Türkiye ile Gürcistan‘ın dıĢ ticaretine bakıldığında son yıllarda Türkiye
lehine değiĢen bir geliĢmenin olduğunu söyleyebiliriz.
2003-2004 döneminde Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı inĢaatı için gerekli maddelerin ithalatının artmasıyla AB
ülkelerinin Gürcistan ithalatı içindeki payları artmaya baĢlamıĢtır. Ülke ihracatını olumlu yönde etkileyen
geliĢmelerden birisi, Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization) (WTO) üyeliğidir. 2000 yılı Temmuz
ayında WTO‘ya kabul edilen Gürcistan, Kırgızistan, Letonya ve Estonya‘dan sonra WTO üyeliğine alınan
dördüncü eski Sovyet cumhuriyetidir (DEĠK;2004:8).
Kasım 2003 yılında ―Güller Devrimi‖ olarak adlandırılan ve büyük halk desteğiyle Eduard ġevardnadze‘nin
yönetimden uzaklaĢtırılmasına yol açan hareket ile Gürcistan ekonomisi içinde yeni bir baĢlangıcın
yakalandığını söylemek mümkündür. Söz konusu hareketle birlikle ülkede yönetimi Mikheil SaakaĢvili ele
geçirmiĢtir. Acara‘daki yönetimin Mayıs 2004‘te değiĢmesinin ardından bu bölgede tekrar özerk yapı tesis
edilmiĢtir. Tüm bu geliĢmeler Gürcistan‘da siyasi istikrarın sağlanması yolunda önemli bir adımdır ve ülke
ekonomisinin kalkınmasının önündeki en ciddi engel olan siyasi istikrarsızlığın ortadan kalkması ve dolayısıyla
iĢ ve yatırım ortamının iyileĢmesi yönünde olumlu izlenimler oluĢturmaktadır (DEĠK;2004:2).
―Orta Asya‘nın kapısı konumunda bulunan Kafkasya bölgesi (Gürcistan) bu açıdan hayati bir önem kazanmıĢtır.
ABD‘nin bu ülkeyle ilgilenmesi, mali yardımlarda bulunmasının nedeni de, Gürcistan‘ın stratejik bir coğrafi
bölgede bulunmasından kaynaklanmaktadır. 3‗ten fazla askeri üs ve yaklaĢık 15.000 asker bu ülkeye
gönderilmiĢtir. Washington, Gürcistan‘a bağımsızlığını kazandığı günden bu yana yaklaĢık 1 milyar dolarlık
yardım yapmıĢtır. Gürcistan, ABD‘den yardım alan ülkeler arasında kiĢi baĢına düĢen yardım bakımından
üçüncü sırada bulunmaktadır. Gürcistan‘a yapılan yatırımlar bakımından da ABD %28,5‘lik oranla birinci
sırada yer almaktadır‖ (Duman; 2005: 92). Bu nedenle, Türkiye, sınır bir ülke olarak gelecekte bu bölgede etkin
olabilmek adına, Gürcistan‘a yönelik etkin, siyasi, ekonomik ve sosyal politikalar uygulamak zorundadır ki,
bunun önemli ayaklarından birisi dıĢ ticaret yoluyla bu ülkeyi Türkiye‘ye yakınlaĢtırmaktır.
Gürcistan, Türkiye'nin askeri ve siyasi alanda oldukça ileri düzeyde iĢbirliği geliĢtirdiği nadir ülkelerden biri
olmasına, iki ülkenin bir kara sınırını paylaĢmalarına ve 2007 yılı itibariyle rakamsal olarak Türkiye Gürcistan'ın
en fazla ticaret gerçekleĢtirdiği ülke olmasına rağmen ekonomik ve ticari iliĢkiler bu özel konumu ve potansiyeli
yeterince yansıtmamaktadır. Bu durumun en büyük sebebi, bugüne değin Gürcistan'daki ekonomik ve siyasi
istikrarın yeterli seviyeye geliĢmemiĢ olmasıdır. Güney Osetya nedeniye yaĢanan savaĢ öncesi Gürcistan'da
yatırım ve iĢ ortamının iyileĢmeye baĢlaması, reformların yapılması ve yolsuzlukla kararlı bir Ģekilde mücadele
193
edilmeye baĢlanması nedeniyle iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari iliĢkilerin de ivme kazanmaya baĢlamıĢtır.
Gürcistan'n ticaret ve yatırım açısından Rusya dıĢındaki komĢu ve çevre ülkelere daha yoğun bir Ģekilde
yöneleceği, bunun da Türk özel sektörünün Gürcistan'da daha fazla rol üstlenebilmesine sebebiyet verebileceği
değerlendirilmektedir(Benli, 2008).
5. ERMENĠSTAN
5.1. Nüfus, Coğrafya ve Uluslararası ĠliĢkiler
Güney Batı Asya ve Türkiye‘nin doğusunda yer alan Ermenistan, toplam 29.800 kilometrekarelik bir alana
sahiptir. Sınır komĢuları ve komĢularıyla olan sınır uzunlukları ise Ģöyledir:
Azerbaycan 566 km, Nahcivan 221 km, Gürcistan 164 km, Ġran 35 km, Türkiye 268 km.
Ermenistan‘ın nüfusu konusunda çok çeliĢkili veriler ortaya atılmaktadır. Dünya Bankası 2010 yılı verilerine
göre 3.092.072 civarında bir nüfustan bahsederken (Ek-4), kimileri de bu rakamın çok abartılı olduğunu ve
günümüzde ki Ermenistan nüfusunun en fazla 2 milyon olabileceğini ifade etmektedirler. Ermenistan
nüfusundaki azalmanın temel sebebi, dağlık bir coğrafya da yer alan ülkeden kalifiye elemanların sürekli göç
etmesidir. Bu durum nüfus azalmasına yol açtığı gibi ekonomik durumunu da olumsuz etkilemektedir.
Ermenistan resmi rakamlarına göre, 1990-2001 yılları arasında 900 bin Ermeni ekonomik sebeplerle ülkeden
ayrılmıĢtır (Kantarcı; 2003:5). Ülke nüfusunun olduğundan daha fazla gösterilmeye çalıĢılmasının bir sebebi de,
resmi kurumların diğer ülkelerden nüfusa göre aldıkları yardımları korumak istemesidir. Ancak, son yıllardaki
göç olgusunun ülkeyi zor durumda bırakacak bir seviyeye geldiği ifade edilmektedir. Örneğin batılı
büyükelçilerin bile Ermenistan‘ın 2002‘deki nüfusunun 800 bin ile 1 milyon 250 bin arasında olduğu yönünde
tahminler yapılmıĢtır(Laçiner;2002:67). Bütün bu tahminler dikkate alındığında, bu ülkenin nüfusunun en
iyimser olasılıkla 2,5-3 milyon arasında olacağını söylemek mümkündür.
Ermenistan nüfusunun etnik yapı açısından çeĢitlilik göstermediği görülmektedir. SSCB‘nin en homojen
cumhuriyetlerinden biri olan Ermenistan‘da 1989‘daki nüfus sayımına göre, nüfusu yaklaĢık 2,5 milyon ve etnik
azınlıklar bunun %4,3‘ünü oluĢturmaktadır. Bu sayıma göre, en fazla nüfusa sahip olan kesim Azerilerdir.
Günümüz
itibarıyla,
ekonomik
sıkıntılar
ve
Karabağ
sorunu dolayısıyla
ülkede
Azeri
vatandaĢ
194
bulunmamaktadır. Ermeni milliyetçiliğinin sonucu olarak 185.000 Azeri Ermenistan ve Karabağ bölgesini terk
etmiĢtir. Ermenistan‘da yaklaĢık 35.000 kadar da Kürt kökenli insan yaĢamaktadır (Selvi; 2003:3).
Ermenistan‘ın Türkiye ve Azerbaycan ile olan sınırlarının kapalı olması nedeniyle dıĢ dünya ile bağlantısı
sadece Ġran ve Gürcistan üzerinden yapılabilmektedir. Bu durum mallarının lojistik maliyetini artırmaktadır.
Sınırlarının kapalı olması aynı zamanda Ermenistan‘ı bölgesel projelere katılma Ģansından da mahrum
bırakmaktadır. Ülke Rusya ve Gürcistan‘a bağımlı hale gelmiĢtir(ĠZTO- Ermenistan Ülke Raporu-2011).
5.2. Genel Ekonomik Yapı
Eski Sovyet Merkezi Planlama Sistemi içerisindeki Ermenistan, diğer cumhuriyetlere makine araçları, tekstil ve
diğer imalat ürünlerini sunup onlardan ham materyaller ve enerji almaktaydı. Aralık 1991‘de SSCB‘nin
dağılmasından sonra Ermenistan, Sovyet döneminin büyük endüstriyel alanından uzaklaĢarak, küçük ölçekli
tarıma kaymıĢtır. Tarım sektörünün uzun dönemde daha çok yatırım ve yenilenmiĢ teknolojiye ihtiyacı var.
Sanayinin özelleĢtirilmesi daha yavaĢ bir Ģekilde olmuĢtur. Ancak mevcut yönetim tarafından yenilenmiĢtir.
Ermenistan gıda ithalatçısı durumunda olan bir ülkedir. Azerbaycanla devam eden anlaĢmazlığı ve Sovyetler
Birliği‘nin Merkezi Planlı Ekonomik Sisteminin çökmesi, 1990‘ların baĢlarında ciddi bir ekonomik gerilemeye
sebep olmuĢtur. Bununla birlikte, 1994‘te Ermenistan hükümeti, 1995-2003 arasında pozitif büyüme oranlarıyla
sonuçlanan IMF destekli bir ekonomik liberalleĢme programı baĢlatmıĢtır. Ocak 2003‘te Dünya Ticaret
Örgütüne ortak olmuĢtur. Ayrıca, enflasyonu düĢürmeye, parasal istikrarı sağlamaya ve KOBĠ‘lerini
özelleĢtirmeye çalıĢmaktadır. 1990‘ların baĢları ve ortasında Ermenistan‘ın yüzyüze kaldığı kronik enerji
sıkıntıları, Metsamor‘daki nükleer enerji santrallerinden birisinin enerji üretmesiyle giderilmiĢtir. ġu anda
Ermenistan, kapatılması yönünde uluslar arası baskı olan Metsamor‘u aslında çalıĢtıracak altyapıya yeterince
sahip olmamasına rağmen, net bir enerji ihracatçısı konumuna gelmiĢtir. Elektrik dağıtım sistemi 2002‘de
özelleĢtirilmiĢtir. Ermenistanın ciddi ticari açıkları, bazı uluslar arası yardımlar ve doğrudan yabancı yatırımlarla
dengelenmeye çalıĢılmaktadır. Özellikle enerji sektörü açısından Rusya ile olan bağları yakın kalmıĢtır
(cia.gov/cia/publications…). Diğer taraftan, Ermenistan ekonomisinde görülen önemli olumsuzluklardan birisi
rüĢvetin neredeyse resmiyet kazandığı bir hal almasıdır. ÖzelleĢtirme ihalelerinde yapılan yolsuzluklar ve
usulsüzlükler, serbest ekonomik iliĢkilerin geliĢmesine ciddi Ģekilde engel olan bir faktördür (Kantarcı; 2003:5).
Ermenistan, dıĢ dünya ile bağlantısını güneyde Ġran ve kuzeyde Gürcistan üzerinden sağlamaktadır.
Ermenistan‘ın Gürcistan‘a yönelik politikasını Ermenistan‘ın ekonomik durumu belirlemektedir. Zira
Ermenistan ekonomik iliĢkilerinin büyük bir bölümünü Gürcistan üzerinden düzenlemekte, petrol ve doğalgaz
ihtiyacını Gürcistan üzerinden karĢılamaktadır.
Ünlü ekonomi dergisi Forbes‘in analisti Daniel Fisher, Ermenistan‘ı Madagaskar‘ın ardından dünyanın en kötü
ikinci ekonomisi olarak değerlendirmektedir. Ülkede Ocak 2011 itibariyle asgari ücret 32.500 Dram‘dır
(yaklaĢık 87 dolar). Her yıl 45 bine yakın kiĢi ülkeden göç etmektedir(ĠZTO- Ermenistan Ülke Raporu-2011).
Ermenistan‘ın 2010 yılı GSYH‘sı yaklaĢık 9.4 milyar dolar, kiĢi baĢına düĢen milli geliri 2010 yılı
itibariyle 3200 dolardır. GSYH içinde sektörlerin payları 2010 yılı itibariyle; sanayi % 35.9, hizmet % 44.5,
tarım % 19.6‘dır. 2010 yılında Ermenistan‘ın ithalatı 2.8 milyar euro, ihracatı ise; 788 milyon eurodur. Ġhraç
195
ettiği ürünlerin baĢında; pik demir, iĢlenmemiĢ bakır, demir dıĢı metaller, pırlanta, mineral ürünler, gıda
ürünleri, enerji yer alırken ithal ettiği ürünlerin baĢında ise; doğal gaz, petrol, tütün ürünleri, gıda maddeleri ve
elmas gelmektedir.(Tablo 1, Ek-2, Ek-4, www.cia.gov).
Ermenistan enerji ithal eden bir ülkedir. Enflasyon 2010 itibariyle TÜFE‘de yıllık % 8.2‘dir. Askeri
harcamalar 2010‘da GSYH‘nın % 4.5‘i kadardır. Toplam dıĢ borç stoğu 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 6.1 milyar
dolardır(Ek-4).
Grafik-3. Ermenistan‟ın 2008-2010 Dış Ticaret Hacmi
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Ermenistan dıĢ ticaret hacmi yaklaĢık olarak 2008 yılında; 3.7 milyar euro, 2009 yılında; 2.8 milyar
euro, 2010 yılında ise; 3.6 milyar eurodur. DıĢ ticareti 2009 yılında bir önceki yıla göre ciddi bir azalma
göstermiĢtir. DıĢ ticareti her üç yıl içerisinde de açık vermiĢtir. Dolayısıyla dıĢ ticaret dengesi ithalat lehinedir.
Ermenistan‘ın 2010 yılı rakamlarına göre ihracat ve ithalat yaptığı ülkelerin dağılımı aĢağıdaki tabloda
görülmektedir.
Tablo 3. Ermenistan‟ın önemli ilk 20 ticaret partnerlerinin dağılımı (2010).
Ġthalat Yaptığı Ülkeler
Ġhracat Yaptığı Ülkeler
Partner
(.000 ə)
%
Partner
(.000 ə)
%
Dünya(Tüm Ülkeler)
2.828,2
100,0%
Dünya(Tüm Ülkeler)
787,7
100,0%
1
AB27
776,5
27,5%
1
AB27
379,0
48,1%
2
Rusya
630,6
22,3%
2
Rusya
121,0
15,4%
3
Çin
305,9
10,8%
3
Ġran
65,1
8,3%
4
Ukrayna
173,6
6,1%
4
ABD
62,6
7,9%
5
Türkiye
159,2
5,6%
5
Gürcistan
37,2
4,7%
6
Ġran
151,0
5,3%
6
Çin
23,3
3,0%
7
ABD
84,0
3,0%
7
Kanada
22,3
2,8%
8
Japonya
63,5
2,2%
8
Ġsviçre
12,9
1,6%
9
Güney Kore
55,5
2,0%
9
Ukrayna
9,0
1,1%
196
10 Ġsviçre
52,8
1,9%
10 Türkmenistan
6,7
0,8%
11 Gürcistan
41,0
1,4%
11 BirleĢik Arap Emir.
6,3
0,8%
12 Brezilya
38,9
1,4%
12 Hindistan
4,1
0,5%
13 Hindistan
35,2
1,2%
13 Belize
3,6
0,5%
14 BirleĢik Arap Emir.
28,2
1,0%
14 Belarus
3,5
0,4%
15 Belarus
24,3
0,9%
15 Ġsrail
3,2
0,4%
16 Endonezya
21,1
0,7%
16 Güney Kore
2,9
0,4%
17 Türkmenistan
19,9
0,7%
17 Kazakistan
2,3
0,3%
18 Kanada
15,9
0,6%
18 Kolombiya
2,3
0,3%
19 Tayland
13,7
0,5%
19 Tayland
2,1
0,3%
20 Ġsrail
10,8
0,4%
20 Panama
1,6
0,2%
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Türkiye‘nin Ermenistan‘ın toplam ihracatı içindeki payı 2010 yılı itibariyle hemen hemen yok gibidir.
Tablodan da anlaĢılacağa üzere ilk yirmideki listede Türkiye bulunmamaktadır. Toplam ithalatı içindeki payı ise
159 milyon Euro (% 5,8)‘dir. Türkiye‘nin ticaret partnerleri içerisinde Ermenistan‘ın ciddi bir ağırlığı yoktur.
2010 yılı itibariyle Türkiye‘den sınır komĢusu olan Ermenistan‘a yaklaĢık 159 milyon Euro‘luk(yaklaĢık 200
milyon dolar) bir ihracat yapılmıĢ ve bu ihracat ise Gürcistan ve Ġran üzerinden gerçekleĢmiĢtir. Türkiye‘nin
Ermenistan‘a ithalatı hemen hemen yok gibidir(Tablo 7).
Ermenistan ile Türkiye arasındaki toplam ticaret hacmi yıllara göre 40 ila 200 milyon dolar arasında değiĢebilen
bir rakam olmakla birlikte, bazı yazarlar bu rakamın sınır kapılarının açılmasıyla 400-600 milyon dolar arasında
değiĢeceğine iĢaret etmektedirler. Oysa üstteki rakamlara göre, örneğin 9 milyonluk dost Azerbaycan‘la bile
2010 yılı verilerine göre yaklaĢık 900 milyon dolarlık bir ticaret hacmine sahibiz. Uzun zamandan beri
Türkiye‘nin aleyhine lobi faaliyetleri yürüten 1,5-3 milyonluk bir ülkeyle bu rakamın yakalanması olası
gözükmemektedir.
Ermenistan‘ın komĢu ülkelerle olan ticaret hacmine bakıldığında, 2010 yılı itibarıyla Ġran‘la 65 milyon Euro (85
milyon dolar) ihracat karĢılığı, 151 milyon Euro (197 milyon dolarlık) da ithalat yapılmıĢtır. Gürcistan‘la ise
2010 yılı itibarıyla 37 milyon Euro (48 milyon dolar) ihracat karĢılığı, 41 milyon Euro (53 milyon dolarlık) da
ithalat yapılmıĢtır. Dolayısıyla sınır komĢusu olan Ġran ve Gürcistan ile toplam ticaret hacmi 2010 yılında
sırasıyla 216 milyon Euro(282milyon dolar), 78 milyon Euro(101 milyon dolar) ve toplamda ise her iki ülkeyle
olan ticaret hacmi ise 294 milyon Euro(383 milyon dolar) dur.
Sadece bu iki ülke ile olan ticaret hacmine
bakarak bile, Türkiye ile olan ticaret hacminin sınır kapıları açılsa dahi birilerinin iddia ettiği gibi milyar
dolarları aĢması mümkün değildir.
Ermenistan ekonomisinin güç durumda olduğunu, Karadeniz Ekonomik ĠĢbirliği Örgütü‘nün (KEĠÖ)
Ġstanbul‘daki Ermenistan temsilcisi Arsen Avagyan, ―Ermenistan hangi ürünlerde Avrupa piyasalarında rekabet
gücüne sahip olur?‖ sorusuna Ģu cevabı vererek ortaya koymaktadır (www.turkishtime.org….):
―Ermeni konyağı ve Ermenistan Ģarapları Avrupa‘da çok ünlü ve rekabet gücüne sahip. Ermenistan‘ın ham deri
potansiyeli Türk deri sektörü için çok avantajlı. Bugün Ermenistan‘dan gelen ham deri Gürcistan üstünden
197
Türkiye‘ye geliyor. Tekstil alanında Sovyetler Birliği döneminde geniĢ bir altyapı oluĢturuldu. Ama yeni yatırım
olmadığı için bu fabrikaların çoğu duruyor. Ayrıca tekstil alanında Türkiye kota sorununu Ermenistan
aracılığıyla aĢabilir. Ermenistan‘dan gelen tekstil ürünlerine ABD‘de kota yok. Bizde üretim düĢük olduğu için
bundan yeterince yararlanamıyoruz. Türk tekstilci Ermenistan‘a yatırım yaparsa ABD‘deki kota sorununu
böylece aĢabilir‖ (www.turkishtime.org….). Ermeni temsilcinin ifade ettiği ürünlerin çok önemli ya da stratejik
ürünler olmadığı görülmektedir. Üstelik fabrikaların boĢ olduğunu da itiraf ediyor. Bu durum Ermenistan‘ın
iktisadi sıkıntısını gösterir. Bu nedenle, Ermenistan‘ın bu sıkıntılardan kurtulması için Türkiye‘ye ihtiyacı
vardır. Ancak, güttüğü mevcut siyasi politikalar bunu engellemektedir.
6. ĠRAN
6.1. Nüfus, Coğrafya ve Uluslararası ĠliĢkiler
Ortadoğu‘da Irak ve Pakistan arasında hazar Denizi, Basra Körfezi ve Umman Körfeziyle çevrili olan
Ġran‘ın Dünya Bankası verilerine göre 2010 yılındaki nüfusu 73.973.630‘dir. Ġran ile Türkiye‘yi
kıyasladığımızda, yaklaĢık olarak Türkiye ile aynı nüfusa sahip bir ülke ancak yüzölçüm olarak 1.648.000
kilometrekarelik alanıyla Türkiye‘nin iki katından daha büyük bir toprak parçasına sahiptir.
Ġran‘ın sınır komĢuları ve komĢularıyla olan sınır uzunlukları ise Ģöyledir:
Afganistan; 936 km, Ermenistan; 35 km, Azerbaycan; 432 km, Azerbaycan (Nahcivan tarafı); 179 km, Irak;
1458 km, Pakistan; 909 km, Türkiye; 499 km ve Türkmenistan; 992 km.
Ġran, Türkiye‘nin Orta Asya‘ya açılımında en kısa ve güvenli bir güzergah olması ve gerekli alt yapı
olanaklarına sahip olması açısından önem taĢımaktadır. Aynı Ģekilde Türkiye‘de Ġran açısından aynı öneme
sahiptir. Türkiye, Ġran‘ın batı pazarlarına yönelik kara ulaĢımında ―kısa bir köprü‖, deniz ulaĢımında ise
Trabzon ve Ceyhan gibi limanlarıyla en kısa güzergah olma ayrıcalığına sahiptir. Coğrafi açıdan karĢılıklı
çıkarlar iki ülkenin iĢbirliği yapmasının faydasını ortaya koymaktadır. Ayrıca, Türkiye‘nin Ġran ile sınırı
bulunan Doğu illerinin, Ġran‘da yaygın bir Ģekilde Türkçe konuĢulan bölge olan Doğu ve Batı Azerbaycan
198
Eyaletleriyle ticari ve ekonomik iliĢkilerini geliĢtirmesi uzun dönemli kazanımlar açısından önem arz etmektedir
(KOSGEB;2002: 19).
Ġran‘da nüfusun etnik dağılımı, %51 Farslar, %24 Azeri Türkleri, %8 Gilaki ve Mazenderiler, %7 Kürtler, %3
Araolar %2 Luriler, %2 Beluçlar, %2 Türkmenler ve %1 diğerlerinden oluĢmaktadır (MÜSĠAD; 2003: 3).
Nüfusun %24 gibi ikinci önemli kısmını Türkçe konuĢan Azeri Türkleri‘nin oluĢturması, Türkiye‘nin bu ülkeyle
olan iliĢkilerinde kolaylık sağlayıcı bir durum olarak değerlendirilebilir.
Iran ayrıca nükleer faaliyetlerine iliĢkin BirleĢmiĢ Milletier Güvenlik Konseyi'nin çıkartmıĢ olduğu Kararlar ile
ekonomik yaptırımlar ile karĢı karĢıya kalmaktadır. Bu yaptırımlar daha çok Ġran'ın uluslararası faaliyette
bulunan banka ve temsilcilikleri ile Iran'ile iĢ yapan belli Ģirketlere finansman sağlayan kurumları hedef
almaktadır(DEĠK, Ġran-2008).
6.2. Genel Ekonomik Yapı
Ġran genel olarak ekonomide merkezi planlamanın hakim olduğu, petrol, doğal gaz ve diğer büyük ölçekli
iĢletmeler üzerinde devlet mülkiyetinin devam ettiği, kırsal bölgelerde tarımsal üretimin ağırlıklı olduğu, özel
ticaret faaliyetlerin ise sınırlı düzeyde olduğu bir ekonomik yapıya sahiptir. Devlet sektörünün yanında,
"Bonyad" diye tabir edilen ve büyük ekonomik ayrıcalıklarla faaliyet gösteren vakıflar (kooperatif) ekonomide
önemli pay sahibidirler. 2000'li yıllara girilmesiyle birlikte ise, ekonominin serbestleĢtirilmesine yönelik olarak,
özelleĢtirme ve daha fazla yabancı yatırıma açılması söz konusu olmuĢtur. Ġran ayrıca nükleer faaliyetlerine
iliĢkin BirleĢmiĢ Milletler Güvenlik Konseyi'nin çıkartmıĢ olduğu Kararlar ile ekonomik yaptırımlar ile karĢı
karĢıya kalmaktadır. Bu yaptırımlar daha çok Ġran'ın uluslararası faaliyette bulunan banka ve temsilcilikleri ile
Ġran ile iĢ yapan belli Ģirketlere finansman sağlayan kurumları hedef almaktadır(DEĠK, Ġran-2008).
GeliĢmiĢ batı dünyasıyla sınırlı iliĢkisi olan bu ülke, Türkiye için önemli bir pazar potansiyelidir. Ancak,
özellikle terör, rejim farklılıkları ve bölgesel ―lider güç‖ olma politikaları bu potansiyelin etkin
değerlendirilememesine sebep olmaktadır.
Ġran ekonomisi son 40 yıldır daima ham petrol fiyatlarına bağlı bir performans sergilemektedir. 132 milyar
varillik kanıtlanmıĢ petrol rezervlerine sahiptir. Iran OPEC'in ikinci en büyük petrol üreticisidir ve dünya petrol
rezervlerinin % 10'unu ve doğal gaz rezervlerinin % 17'sini elinde bulundurmaktadır. Ġran, sadece petrol ve
doğalgaz rezevleri bakımından değil, aynı zamanda birçok maden bakımından da zengin bir ülkedir. Dünyanın
en büyük çinko rezervlerine sahiptir. Ayrıca, dünyanın ikinci en büyük bakır rezervleri ve dokuzuncu büyük
demir rezervleri Ġran‘da bulunmaktadır. Yine, kromit, uranyum, kurĢun, manganez, kömür ve altın rezervleri
bakımından da avantajlı bir ülkedir. Döviz gelirlerinin %80‘ini petrol ihracatından elde etmektedir
(www.ekonomi.gov.tr...).
Ġran‘ın 2009 yılı GSYH‘sı yaklaĢık 331 milyar dolar, kiĢi baĢına düĢen milli geliri 2009 yılı itibariyle
4.520 dolardır. GSYH içinde sektörlerin payları 2011 yılı itibariyle sanayi % 40.6, hizmet % 48.2, tarım %
11.2‘dir. 2010 yılında Ġran‘ın ithalatı 49.9 milyar euro, ihracatı ise; 73.2 milyar eurodur(Tablo 1, Ek-2, Ek-4,
www.cia.gov).
Son yıllarda tarım sektöründeki yatırımlarda bir artıĢ söz konusudur. Tarımsal üretimdeki liberalleĢme,
paketleme ve pazarlama alanındaki geliĢmeler yeni ihraç pazarlarının yaratılmasına olanak tanımaktadır. GeniĢ
199
ölçekli sulama programlarıyla birlikte çiçek ve fıstık gibi ihracata yönelik tarımsal mal gruplarında artan üretim
bu alanda oldukça sağlıklı bir ekonomik yapı ortaya çıkarmıĢtır. Ġran'ın tarımsal üretiminin büyük bölümü ziyan
olabilmektedir. Uygun iĢleme imkanlarının artırılması ve iç talebin sınırlılığı sebebiyle elde kalan ürünlerin
ihraç edilmesi mümkün olacaktır.
Ġhraç ettiği ürünlerin baĢında; petrol(%80), kimyasal ve petrokimya ürünleri, meyve, fındık ve halı yer
alırken ithal ettiği ürünlerin baĢında ise; sanayi malzemeleri, sermaye malları, gıda maddeleri ve diğer tüketim
malları ile teknik servis hizmetleri gelmektedir(Tablo 1, Ek-2, Ek-4, www.cia.gov).
Ġran ekonomisi küresel rekabet endeksi sıralamasında 2010 yılı itibariyle dünyada 69. sırada
gelmektedir(Ek-3).
Ġran enerji ihracat eden bir ülkedir. Enflasyon 2010 itibariyle TÜFE‘de yıllık % 10.1‘dir. Askeri
harcamalar 2005‘de GSYH‘nın % 3.5‘i kadardır. Toplam dıĢ borç stoğu 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 12.6 milyar
dolardır(Ek-4).
Grafik-4. İran‟ın 2008-2010 Dış Ticaret Hacmi
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Ġran dıĢ ticaret hacmi yaklaĢık olarak 2008 yılında; 123.6 milyar euro, 2009 yılında; 94.7 milyar euro, 2010
yılında ise; 123.1 milyar eurodur. DıĢ ticareti 2009 yılında bir önceki yıla göre ciddi bir azalma (özellikle de
ihracat) göstermiĢtir. DıĢ ticareti her üç yıl içerisinde de fazla vermiĢtir. Dolayısıyla dıĢ ticaret dengesi ihracat
lehinedir.
Tablo 4. Ġran‟ın önemli ilk 20 ticaret partnerlerinin dağılımı (2010).
Ġthalat Yaptığı Ülkeler
Ġhracat Yaptığı Ülkeler
Partner
(.000 ə)
%
Partner
(.000) ə
%
Dünya(Tüm Ülkeler)
49.902,3
100,0%
Dünya(Tüm Ülkeler)
73.185,7
100,0%
1
BirleĢik Arap Emir.
16.949,1
34,0%
1
AB27
13.028,8
17,8%
2
AB27
10.738,6
21,5%
2
Çin
12.527,1
17,1%
3
Çin
4.336,9
8,7%
3
Japonya
7.640,7
10,4%
4
Türkiye
2.875,8
5,8%
4
Hindistan
7.612,2
10,4%
200
5
Güney Kore
2.788,7
5,6%
5
Türkiye
5.264,7
7,2%
6
Ġsviçre
2.698,0
5,4%
6
Güney Kore
4.770,0
6,5%
7
Hindistan
1.334,4
2,7%
7
Güney Afrika
2.618,6
3,6%
8
Japonya
1.170,2
2,3%
8
Singapur
1.534,4
2,1%
9
Singapur
1.070,8
2,1%
9
Pakistan
859,5
1,2%
10 Rusya
868,4
1,7%
10 Suriye
742,1
1,0%
11 Brezilya
456,2
0,9%
11 Sri Lanka
695,4
1,0%
12 Malezya
421,0
0,8%
12 BirleĢik Arap Emir.
657,7
0,9%
13 Ukrayna
355,0
0,7%
13 Suudi Arabistan
551,1
0,8%
14 Pakistan
304,2
0,6%
14 Endonezya
408,3
0,6%
15 Umman
238,4
0,5%
15 Malezya
274,1
0,4%
16 Tayland
187,5
0,4%
16 Hong Kong
263,0
0,4%
17 Suudi Arabistan
178,3
0,4%
17 Tayland
196,4
0,3%
18 Endonezya
173,6
0,3%
18 Rusya
185,3
0,3%
19 Türkmenistan
132,4
0,3%
19 Türkmenistan
161,1
0,2%
20 ABD
131,9
0,3%
20 Ermenistan
137,3
0,2%
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Türkiye‘nin Ġran‘ın toplam ihracatı içindeki payı 2010 yılı itibariyle % 7,2 ve toplam ithalatı içindeki
payı ise % 5,8‘dir. Türkiye ile sınır ve 77 milyonluk bir nüfusa sahip bu ülkeyle Türkiye‘nin ticaretinin son
birkaç yıllık dönem içerisinde artıĢ göstermiĢtir. Ancak sınır komĢusu olması ve her iki ülkenin sahip olduğu
nüfusu dikkate aldığımızda bu oranın çok fazla olmadığını söyleyebiliriz. Buna sebep, bu ülkenin mevcut
yönetim anlayıĢı, geliĢmiĢ ülkelerin Türkiye‘yi yönlendirmeleri ve Türkiye ile aralarında gizli olarak bölgesel
―lider güç‖ olma çabaları olabilir.
Ġran‘ın toplam ticaret hacminin 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 124 milyar Euro olduğunu dikkate aldığımızda
Türkiye‘nin 8.144 milyon Euro(%6,6) paya sahip olması özellikle son dönemlerde iki ülke arasında yaĢanan
olumlu iklimden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Türkiye-Ġran ticaretinde Türkiye‘nin aleyhine olan bir denge mevcuttur. Bunun temel nedeni Türkiye‘nin petrol
ithalatçısı ve Ġran‘ın da petrol ihracatçısı bir ülke olmasıdır.
Türkiye‘nin Ġran‘a ihracat yaptığı ürünler arasında, demir çelik, sentetik suni devamsız lifler, kazanlar ve
makinalar, dokumaya elveriĢli mensucat, plastik ürünleri, Ģeker ürünleri, kara taĢıtları aksam ve parçaları önemli
yer tutmaktadır. Ġthalatta ise, ham petrol ve petrol ürünleri baĢta olmak üzere, bakır ve bakır ürünleri, ham
postlar, plastikler, kazan ve makinalar önemli yere sahiptir (DEĠK, 2008).
Ġran ile Türkiye arasında 1638 yılında yapılan Kasr-ı ġirin AnlaĢması‘ndan beri savaĢ ve sınır
değiĢikliği olmamıĢtır. Ġki ülkenin yüzyıllardır rejimleri, yönetimleri, yöneticileri değiĢmiĢ olmasına rağmen
komĢuluk iliĢkileri sürdürülmüĢtür. Ġki ülke arasında sınır sorunlarının ve asayiĢ problemlerinin olmayıĢı
iliĢkilerin sürekliliği açısından önemli unsurlardır. Bu kadar uzun süreden beri barıĢ içinde yaĢayan iki ülkenin
dıĢ ticaret hacminin arzulanan düzeyde olmadığı görülmektedir. Ancak son beĢ yıldan itibaren iki ülke arasında
201
ticaretin arttığını ifade etmek gerekmektedir. Yapılan ticaret Ġran lehine bir durum arzetmektedir. 2010 yılında
gerçekleĢen 8.141 milyar Euro dıĢ ticaret hacminde Türkiye‘nin aleyhine 2.389 milyar Euroluk bir dengesizlik
mevcuttur.
Son yıllardaki geniĢ tartıĢmalara rağmen, ―Yabancı Yatırımların TeĢviki Ve Korunması Yasası‖
yürürlüğe girmiĢtir. Bu yasa ekonomide devrim anlamına gelmekte ve yabancı yatırımlara en az altı yıl vergi
muafiyetinden yararlanma ve ardından %20 vergi muafiyeti tanıyor. Ġhracat gelirlerinde vergi muafiyeti imkanı
%100‘e kadar çıkarılabiliyor ve yabancı yatırıma yönelik her türlü sektörel sınırlama da kaldırılıyor. Ocak
2002‘den itibaren ilk özel bankanın faaliyete geçmesi, Ġran‘ın liberalleĢme çabalarının önemli bir göstergesidir.
Bu yasanın yürürlüğe girmiĢ olmasına rağmen Avrupa hükümetleri Ġran'daki yatırımlarına ek garantiler
alabilmek için ikili anlaĢmalar imzalama yoluna gitmektedirler. Demiryolu, havacılık, telekomünikasyon, enerji
santralleri ve petrokimya tesislerinin özelleĢtirme süreci devam ediyor. Kamuya ait 20 bin Ģirket var ve bunlar
bütçenin %65‘ini kullanmaktadırlar(DEĠK, Ġran-2008).
Ġran‘la değiĢik iĢbirliği olanakları da mevcuttur (www.deik.org.tr…). Ġran, türk özel sektörü için geniĢ fırsatların
olduğu bir ülkedir. KomĢu ülke olarak yakınlığının yanı sıra, genç nüfusuyla birlikte artan tüketim talebi,
gelecek vadeden bir pazar niteliğindedir. Ġran‘da ihracat yapmak ve hammaddeleri Ġran‘dan almak Ģartıyla
sanayi amaçlı ve yüzde yüz yabancı sermayeli Ģirket kurulabilmektedir. Ġranlı firmalar ülkeye teknoloji ve
sermayenin çekilmesine yönelik olarak yabancı ortaklarla iĢbirliğine sıcak bakmaktadırlar. Ġran ekonomisi
büyük ölçüde KOBĠ‘lere dayanmaktadır. Bu alanda iki ülke için iĢbirliği olanakları mevcuttur. Ayrıca,
Türkiye‘nin bankacılık alanındaki tecrübesini Ġran ekonomisinde etkin olacak Ģekilde kullanması olanaklıdır.
Özellikle Otomotiv ithalatını Güney Kore, Tayvan ve Hindistan‘dan yapan Ġran‘ın bu ihtiyacının Türkiye‘den
karĢılamaya yönlendirilebilmesi Türkiye için büyük bir kazanım olur.
Uzun yıllar ithal ikâmesine dayalı bir sanayileĢme politikası izleyen ve tüm ithalatın devlet kontrolünde
gerçekleĢtiği Ġran‘da, son yıllardaki dıĢa açılma politikaları çerçevesinde ithalattaki tarife dıĢı engeller
kaldırılmıĢ ve çok sayıda ürünün ithalatı olanaklı hale gelmiĢtir. Uygulanan dıĢa açılma politikaları sonucu,
1997 yılında 123 ülke ile ticaret yapılırken, bu rakam 2003 yılında 162‘ye çıkmıĢtır. Yine 1997 yılında 14 bin
kalem Ġran malı uluslar arası ticarete konu olurken, bu rakam 2003 yılında 27 bine ulaĢmıĢtır. Döviz kuru
konusunda, alt ve üst sınırların merkez bankası tarafından belirlendiği dalgalı kur politikası uygulanmaktadır. Bu
çerçevede, Temmuz 2004 itibarıyla, 1 Dolar=8650 Riyal‘dir (www.ekonomi.gov.tr...).
Ġran‘ın petrol ticareti dıĢında dıĢ dünyadan soyutlanmıĢ olması, uzun dönemde Türkiye‘nin yaralanabileceği bir
potansiyel konumundadır. Birçok üründe ―aç pazar‖ konumundadır. Dolayısıyla, Ġran, ihtiyaç duyulan ürünleri
sınır komĢusu Türkiye‘den temine yönelirse, ülkemiz için geniĢ fırsatlar doğabilir. Özellikle Iraktaki karıĢıklığın
bitmesi ve geliĢmiĢ ülkelerin bu piyasayla (Ġran piyasası) iliĢkilerini normalleĢtirmesi durumunda, bu piyasaya
girme konusunda Türkiye avantajlı olacaktır. Çünkü hem sınır komĢusu olunması hem de doğalgaz alımı gibi
ticari iliĢkiler buna sebep olacaktır. Bu nedenle, Türkiye Ġran ile olan ticari iliĢkisini uzun dönemli hedef ve
menfaatlerine göre planlamalı ve adımlarını Ģimdiden ona göre ayarlamalıdır. Aksi takdirde geliĢmiĢ ülke
sermayeleri Türkiye‘nin yakınındaki bu fırsatı elinden alabilir. Bu doğrultuda, bölgesel dengelerin hem siyasi
hem de ekonomik açıdan titizlikle dikkate alınması gerekmektedir.
202
GeliĢmeler öyle noktalara varabilecektir ki, bugün birbirlerine düĢman gözüken ABD ile Ġran bile ekonomik ve
siyasi iĢbirliği yapabileceklerdir. Hatta geliĢmeler bu doğrultuda ilerliyor denilebilir. Hamit Ersoy‘un
―KüreselleĢen Dünyada Bölgesel OluĢumlar ve Türkiye‖ adlı çalıĢmasında Ģu bilgiler yer almaktadır;
―SSCB‘nin dağılması ile birlikte ABD ve Ġran, Orta Asya ve Kafkasya‘da karĢı karĢıya gelmiĢtir. BaĢta, ABD
Ġran‘ı tecrit ederek bölgede etkisini geliĢtirebileceğini düĢünmüĢtür. Fakat din, dil, etnik köken, tarih, kültür ve
coğrafi yakınlık Ġran‘ın bölgeye daha kolay nüfuz etmesini sağlamıĢtır. Bu durumda, ABD kendi çıkarı gereği,
artık Ġran‘ı tecrit etmek yerine, iĢbirliğine gitmek zorunda hissetmiĢtir. Çünkü bu yakınlaĢmanın, aynı zamanda
nükleer güce sahip olduğu tahmin edilen Ġran‘ın, Ġsrail‘i tehdit etmesine de engel olunabileceği umut
edilmektedir. Amerikalı Ģirketlerin bastırması sonucunda Ġran ile ticari iliĢkilerin yeniden kurulması, siyasi
uzlaĢıyı da peĢi sıra getirecek gibi görülmektedir‖.
Yine, bölgedeki ülkeler siyasi olarak sürekli bir denge oluĢturma eğilimindedirler. Örneğin, Orta Doğu‘da
Türkiye, Ġran ve Mısır farklı özellikleri ile üç temel ülkedirler ve uluslar arası toplumda bir üçgen
oluĢturmaktadırlar. Bu ülkeler her zaman ―bire karĢı iki‖ Ģeklinde bir denge politikası gütmüĢlerdir. Örneğin,
Türkiye ile Ġran Bağdat paktı‘nda bir araya gelince, Mısır‘da Nasır bağlantısız bir politika izlemiĢtir. Ġran
devriminde ise, ikisi de ABD taraftarı olduğu için Türkiye ve Mısır iĢbirliğine girmiĢtir. Refahyol Hükümeti
döneminde Türkiye ile Ġsrail‘in 1996 yılındaki askeri iĢbirliği yapması bu defa Mısır ile Ġran‘ı bir araya
getirmiĢtir (Ersoy ve Ersoy; 2002: 186). Görüldüğü gibi bölgede sürekli bir güç elde etme ve politik savaĢ
mevcuttur. ĠĢte bu anlayıĢ netice de ekonomik iĢbirliğini de etkilemektedir. Dolayısıyla, Türkiye bütün bu zor
dengeler içerisinde ekonomik çıkarlarını korumak ve artırmak zorunluluğundadır.
Ġran, dünya ekonomisiyle hızlı bir entegrasyon süreci yaĢamanın eĢiğindedir. Ancak bu sürecin iĢleyiĢini
engelleyecek temel iki olasılık mevcuttur (www.turkistime.org..). Birincisi, ülkedeki reformcular ile
muhafazakarlar arasındaki çekiĢmelerin büyümesi ve ülkenin bir iç savaĢa sürüklenmesi. Ġkincisi ise, ABD‘nin
Irak operasyonu sonrası Suriye ve Ġran gibi ülkelere muhtemel operasyonu. Ġkinci olasılık en azından kısa
dönem için çok zayıf gözükmektedir. Çünkü, ABD‘nin Irak‘ta henüz baĢarılı olamaması ve kendi ülkesinde
oluĢacak tepkiler buna engel gözükmektedir.
Bu bağlamda, 1995‘de barıĢ sürecinin elden gittiği yönündeki Yahudi lobisi karĢısında ABD, Libya‘ya konulan
yaptırımların benzer Ģekilde Ġran‘a da uygulanmasını istemiĢ, ancak, Ġsrail dıĢında buna itibar eden batılı ülke
olmamıĢtır. Fransa, Ġngiltere, Almanya, Rusya, Çin ve hatta Avustralya, Kanada, Japonya gibi ABD ile yakın
iliĢkisi olan ülkeler bile buna uymamıĢlardır. Bütün bu ülkelerin Ġran ile büyük ekonomik bağlantıları mevcuttur
ve ABD‘nin Irak konusundaki haksızlığından ders çıkarılmaktadır. Bu nedenle ABD, Irak örneğindeki gibi
uluslararası destek olmaksızın Ġran‘a herhangi bir operasyon yapamaz ve nihayet böyle bir desteğin olmadığı da
ortaya çıkmıĢtır (Hasgüler ve Uludağ; 2004: 54-55). Bu doğrultuda, Türkiye‘nin Ġran politikası, yapılan Ģu
değerlendirmeyle paralellik arzetmesi, uzun dönemde kendi yararına olacaktır (Hasgüler ve Uludağ; 2004: 56).
―…. Ġran konusunda Batılı ve ―Batıcı‖ çok uluslu medyatik propagandanın piyasaya sürdüğü tablolara,
kavramlara, imajlara ve Ģablonlara fazla itibar edilmemesi gerekir. Ġran onlara, kendilerine göre çok farklı bir
ülke olarak gözükebilir ve bundan ötürü de onların yaygara koparmaları normal karĢılanabilir.
203
Ama Türkiye‘nin yakın ve 350 senedir sınır ihtilafı olmayan bir komĢusu olan Ġran‘a Türkiye‘den bakmak, Türk
dıĢ politikasının önceliği olması gereken bölgesel etki arayıĢlarında değiĢik sorumluluk ve olanakları
gösterecektir. Türkiye‘nin baĢka merkezlerce arzulanan rolü değil, kendisinin saptadığı rolü oynaması bu tip
yaklaĢımlara bağlıdır‖.
Türkiye ve Ġran‘ın bölgenin en önemli iki devleti olması ve bunlar arasında ekonomik olarak iyi iliĢkilerin
olması her iki ülkenin siyasi etkinliğini de artırabilir. Hatta ABD ve Ġsrail‘in bin yıllık devlet gelenekleri olan bu
ülkelere danıĢmadan ya da iĢbirliği yapmadan Ortadoğu‘da hangi amaçla olursa olsun baĢarılı olamayacakları
ifade edilmektedir (Akar; 2004: 110). Bu nedenle, Ġran ile Türkiye arasındaki iyi iliĢkiler bölgesel istikrara ve
dolayısıyla ekonomik geliĢmeye katkı yapabilecektir.
7. TÜRKĠYE‘NĠN GENEL EKONOMĠK GÖSTERGELERĠ VE ĠLGĠLĠ ÜLKELERLE DIġ TĠCARET
HACMĠ
Türkiye‘nin 2010 yılı GSYH‘sı yaklaĢık 734 milyar dolar, kiĢi baĢına düĢen milli geliri 2010 yılı
itibariyle 9.890 dolardır. GSYH içinde sektörlerin payları 2010 yılı itibariyle sanayi % 19.4, hizmet %72, tarım
% 8.6‘dır. 2010 yılında Türkiye‘nin ithalatı 139 milyar euro, ihracatı ise 86 milyar eurodur. Ġhraç ettiği ürünlerin
baĢında; giyim, gıda, tekstil, metaller ve ulaĢım araçları yer alırken ithal ettiği ürünlerin baĢında ise; makine,
kimyasal maddeler, yarı mamul ürünler, yakıtlar ve taĢıma ekipmanları gelmektedir(Tablo 1, Ek-2, Ek-4,
www.cia.gov).
Türkiye ekonomisi küresel rekabet endeksi sıralamasında 2010 yılı itibariyle dünyada 61. sırada
gelmektedir(Ek-3).
204
Türkiye enerji ithal eden bir ülkedir. Enflasyon 2010 itibariyle TÜFE‘de yıllık % 8.6‘dır. Askeri
harcamalar 2010‘da GSYH‘nın %2.4‘ü kadardır. Toplam dıĢ borç stoğu 2010 yılı itibariyle yaklaĢık 294 milyar
dolardır(Ek-4).
Grafik-5. Türkiye‟nin 2008-2010 Dış Ticareti
Tablo 5. Türkiye‟nin önemli ilk 20 ticaret partnerlerinin dağılımı (2010).
Ġthalat Yaptığı Ülkeler
Ġhracat Yaptığı Ülkeler
Partner
(.000 ə)
%
Partner
(.000) ə
%
Dünya(Tüm Ülkeler)
138.894,2
100,0%
Dünya(Tüm Ülkeler)
85.949,4
100,0%
1
AB27
54.609,7
39,3%
1
AB27
39.754,5
46,3%
2
Rusya
16.290,8
11,7%
2
Irak
4.564,0
5,3%
3
Çin
12.999,0
9,4%
3
Rusya
3.497,5
4,1%
4
ABD
9.338,2
6,7%
4
ABD
2.906,2
3,4%
5
Ġran
5.791,1
4,2%
5
BirleĢik Arap Emir.
2.522,1
2,9%
6
Güney Kore
3.608,9
2,6%
6
Ġran
2.300,3
2,7%
7
Ukrayna
2.903,5
2,1%
7
Çin
1.716,2
2,0%
8
Hindistan
2.585,8
1,9%
8
Mısır
1.698,9
2,0%
9
Japonya
2.495,7
1,8%
9
Suudi Arabistan
1.683,7
2,0%
10 Ġsviçre
2.389,3
1,7%
10 Ġsviçre
1.587,2
1,8%
11 Kazakistan
1.859,9
1,3%
11 Ġsrail
1.569,3
1,8%
12 Suudi Arabistan
1.845,3
1,3%
12 Libya
1.464,4
1,7%
13 Cezayir
1.711,5
1,2%
13 Suriye
1.391,9
1,6%
14 Endonezya
1.117,1
0,8%
14 Azerbaycan
1.173,1
1,4%
15 Ġsrail
1.033,2
0,7%
15 Cezayir
1.134,1
1,3%
16 Irak
1.022,3
0,7%
16 Ukrayna
949,6
1,1%
17 Brezilya
1.019,6
0,7%
17 Türkmenistan
861,4
1,0%
18 Tayland
967,0
0,7%
18 Kazakistan
620,5
0,7%
19 Malezya
849,9
0,6%
19 Gürcistan
582,6
0,7%
20 Mısır
700,1
0,5%
20 Tunus
539,0
0,6%
205
Kaynak: http://ec.europa.eu/trade
Türkiye‘nin 2010 yılı itibariyle toplam ithalatında Ġran % 4.2 ile 5.sırada, Azerbaycan % 0.5 ile 23.sırada,
Gürcistan % 0.2 ile 39.sırada yer almaktadır. Ġhracatında ise Ġran % 2.7 ile 6.sırada, Azerbaycan % 1.4 ile
14.sırada, Gürcistan % 0.7 ile 19.sırada yer almaktadır. Türkiye‘nin 2010 yılı itibariyle ithalat ve ihracatın
toplamı yaklaĢık 224.843 milyar ə‘dur. Toplamda ilgili ülkelerin paylarına baktığımızda ise Ġran 8.091,5 ə
(%3.6) ile 5.sırada, Azerbaycan 1826,7 ə (%0.8) ile 19.sırada, Gürcistan 802,6 ə (%0.4) ile 30.sırada yer
almaktadır.
Türkiye‘nin ticaret partnerleri içerisinde Ermenistan‘ın ciddi bir ağırlığı yoktur. 2010 yılı itibariyle Türkiye‘den
sınır komĢusu olan Ermenistan‘a yaklaĢık 159 milyon ə‘luk bir ihracat yapılmıĢ ve bu ihracat ise Gürcistan ve
Ġran üzerinden gerçekleĢmiĢtir. Ermenistan‘ın önemli bir pazar olmadığını söyleyebiliriz. Nitekim Ermenistan‘ın
2010 yılı ithalatının 2.8 milyar ə, ihracatının ise 788 milyon ə, toplam ticaret hacmi ise yaklaĢık 3.5 milyar
ə‘dur.
8. SONUÇ
Türkiye, bölgenin en büyük ve önemli aktörlerinden olmasına rağmen, 1991 sonrası dönemde bölge ülkeleriyle
olan güçlü bir ağırlığa sahip olmadığı anlaĢılmaktadır. Özellikle Gürcistan ve Azerbaycan‘ın ticari partnerlerinin
dağılımına bakıldığında, Türkiye‘nin 1. sırada yer alması beklenmektedir. Ancak, buna rağmen 2010 yılı
itibarıyla Gürcistan‘ın ithalat partnerlerinde ABD‘den sonra ikinci sırada, Ġran‘ın Ġthalat partnerlerinde dördüncü
sırada ve Azerbaycan‘ın ithalat partnerleri sıralamasında da üçüncü sırada yer alması anlamlıdır. Ermenistan ile
herhangi bir ticari iliĢki olanağı ise bulunmamaktadır. Özellikle Ġran pazarının büyüklüğü ve Ġran‘ın devlet
geleneğinin köklü olduğu dikkate alınınca geleceğe yönelik bu pazara yönelik politikaların etkinleĢtirilmesi,
Türkiye‘nin kalkınmasına önemli katkılar yapabilecektir. Özellikle Türkiye‘nin en geri kalmıĢ bir coğrafi
bölgesi olan Doğu Anadolu Bölgesinin azgeliĢmiĢlikten kurtarılmasının anahtar pazarı Ġran‘dır denilebilir.
Çünkü bu ülkeye sınırdır ve Ġran tarafında sınıra yakın bölgede yaĢayanların hemen tamamı Azeri Türkleri‘nden
oluĢtuğu için kültür ve dil birliği iliĢkilerin etkinleĢtirilmesine katkı yapmaktadır. Son yıllarda Iğdır ve Erzurum
illeri ekonomilerinde yaĢanan kısmi canlılığın ana kaynağının bu ülkeden Türkiye‘ye turizm, ticari ve eğitim
206
amaçlı gelen Ġran vatandaĢlarından kaynaklandığı bilinmektedir. Bu nedenle, Türkiye‘nin sınıra yakın il ve
ilçelerinde bölge pazarına yönelik üretim merkezleri, eğitim merkezleri, sağlık merkezleri, spor ve turizm
alanları oluĢturma gibi uygulamaları geleceğe yönelik önemli adımlar olacaktır.
Bölgede bir diğer önemli geliĢme enerji projeleri ve uygulamalarıdır. Dünyada artan nüfus,
sanayileĢme ve kentleĢme, ülkelerarası ticaretin ulaĢtığı boyutlar ve artan enerji fiyatları özellikle doğal
kaynaklara ve enerjiye olan talebi giderek artırmaktadır. Türkiye enerji sektöründeki dönüĢüm dikkatle
izlemekte, ülkenin artan enerji talebi dikkate alınarak gerek ülke içerisinde gerekse uluslar arası arenada enerji
güvenliğine yönelik politikalar oluĢturulmaya çalıĢılmaktadır. Bu kapsamda son dönemlerde bölgede
gerçekleĢtirilen enerji ağırlıklı jeostratejik ve jeoekonomik projelerin Türkiye açısından önemli sırasıyla;
1- Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı
2- Bakü-Tiflis-Erzurum Dogalgaz Boru Hattı
3- NABUCCO
4- ġahdeniz 2 Projelerine olduğunu görmekteyiz.
Türkiye‘nin bölge ticari, siyasi ve sosyal geleceğinde etkili olmasının bir yolu da, ―Kafkasya ve Ġran Ekonomik
ĠĢbirliği Örgütü‖ veya benzer oluĢumlar kurularak bu hedefleri gerçekleĢtirme Ģeklinde faaliyetler olmalıdır.
Yine Ermenistan ile olan iliĢkilerde ise, ekonomik, siyasi, tarihi, sosyolojik ve psikolojik bütün politikaların
birlikte değerlendirilmesine ve Türkiye‘nin geleceği için en etkin olanların seçilmesine ve uygulanmasına
ihtiyaç olduğu söylenebilir. Bu ülke ile olan uygulamalarda Azerbaycan gerçeğinin her daim göz önünde
bulundurulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü konu ile ilgili yapılan hemen tüm bilimsel araĢtırmalarda
Türkiye‘nin Ermenistan ile olası bir iyi iliĢkisi Azerbaycan‘ın kaybedilmesi anlamına gelecektir ki, bu telafisi
mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir.
KAYNAKLAR
AĞACAN, Kamil, ―ABD'nin Kafkasya Politikası‖, DeğiĢen Dünya Düzeninde Kafkasya, OkanYeĢilot (der),
Ġstanbul, Kitabevi Yayınları, 2005.
AKAR, Atilla, Büyük Ortadoğu KuĢatması- Yeni Dünya Düzeni‘nin Ortadoğu Ayağı-, TimaĢ Yayınları,
Ġstanbul 2004.
ARAS, O. Nuri, ―Azerbaycan Ekonomisi ve DönüĢüm Süreci‖, Akademik AraĢtırmalar Dergisi, Yıl 5, sayı 19,
Kasım 2003- Ocak 2004.
BENLĠ, AyĢe Oya, ―Azerbaycan Ülke Raporu‖, BaĢbakanlık DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Ġhracatı GeliĢtirme Etüd
Merkezi, 2008.
BENLĠ, AyĢe Oya, ―Gürcistan Ülke Raporu‖, BaĢbakanlık DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı Ġhracatı GeliĢtirme Etüd
Merkezi, 2008.
BRZEZINSKI, Zbigniew, ―Büyük Satranç Tahtası: Amerika‘nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri‖,
Ġstanbul: Sabah Yay., 1998.
ÇINAR, Bulut, Gonca OĞUZ, ―Ġran, Azerbaycan ve Demokratik Model Olarak Türkiye‖, Uludağ Üniversitesi I.
Ulusal Genç Bilim Adamları Sempozyumu, DeğiĢen Dünyada Türkiye‘nin Önemi, 6-7 Mayıs 2004.
207
DEĠK, Azerbaycan Ülke Bülteni, 2004, 2008.
DEĠK, Gürcistan Ülke Bülteni, 2004, 2008.
DEĠK, Ġran Ülke Bülteni, 2008.
DTM, Gürcistan Ülke Raporu, Tiflis Ticaret MüĢavirliği, 25.07.2003.
DUMAN, M. Zeki, Avrupa Birliği Kimliği ve Türkiye‘nin Birliğe Katılımının Yaratacağı Jeopolitik Boyutlar,
Sosyo Ekonomi, Yıl:1, Sayı: 1, 2005-1.
EHMEDOV, Nazim, Naxçıvan Ġqtisadiyatı ĠnkiĢaf Yollarında, ―Elm‖ NeĢriyatı, Bakü, 2005.
ERSOY, Hamit, Lale ERSOY, KüreselleĢen Dünya‘da Bölgesel OluĢumlar ve Türkiye, Siyasal Kitabevi, Kasım
2002.
GERNĠ, Cevat, ―Gümrük Birliği I‖, Palandöken Gazetesi, Erzurum, 1999.
HASGÜLER, Mehmet, Bülent ULUDAĞ, Kriz Üçgeninde Türkiye -Orta Doğu, Avrasya ve Kıbrıs Yazıları-,
Anka Yayınları, Ġstanbul 2004.
HÜSEYNOV, Fuad, ―Azerbaycan‘ın Jeopolitik Konumu, Enerji Kaynakları ve DıĢ Ekonomik ĠliĢkiler Sistemi‖,
DıĢ Ticaret Dergisi, Yıl 6, Sayı 20, Ocak 2001.
ĠZTO(Ġzmir Ticaret Odası), Ermenistan Ülke Raporu, 2011.
KANTARCI, ġenol, ―ABD-AB Kıskacında Türkiye- Ermenistan ĠliĢkileri‖, ASAM Ermeni AraĢtırmaları
Enstitüsü 2003, www.stradigma.com, Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi (GiriĢ: 14.09.2004).
KARABULUT, Kerem, Doğu‘da Yakalanan Kalkınma Fırsatı: Ticaret- Bir Alt Bölge Uygulaması- Atlas
Yayınları, Ġstanbul, 2005.
KARACA, Ayhan, ―Azerbaycan‘da Ekonomik DönüĢüm Süreci ve Reformların 10 Yılı‖, DıĢ Ticaret Dergisi,
Özel Sayı, Ocak 2002.
KOSGEB, ―Ġran Ġslam Cumhuriyeti‖, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi GeliĢtirme ve Destekleme Ġdaresi
BaĢkanlığı, Pazar AraĢtırma ve Ġhracatı GeliĢtirme Merkezi, 2002.
MÜSĠAD, Ġran Raporu, 2003.
OĞAN, Sinan, ―Bağımsızlığının Onuncu Yılında Azerbaycan Ekonomisi ve Türkiye Ġle Ekonomik ĠliĢkileri‖,
www.ceterisparibus.net/arsiv/s-ogan.pdf (EriĢim Tarihi: 14. 09. 2004).
ÖZDAĞ, Muzaffer, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine, ASAM, 2001.
PARR, J. B., Regional Economic Development: An Export Stages Framework, Land Economics, 75(1), 1999.
SELVĠ, Haluk, ―Türkiye-Ermenistan ĠliĢkilerinin geleceği‖, 2003, www.stradigma.com , Aylık Strateji ve
Analiz e-Dergisi (EriĢim Tarihi: 14.09.2004).
SONG, B. N., A Teory of Regional Economic Growth: Growth Poles and Development Axes, University of
Southern California, Ph. D., 1970.
TIEBOUT, C. M., Export and Regional Economic Growth, Journal of Political Economy, 64 (2), 1956.
T.C. Ekonomi Bakanlığı, Ġhracat Bilgi Platformu, http://www.ibp.gov.tr/index.cfm. (EriĢim Tarihi: 09.04.2012).
ÜNSAL, ġamil, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye, DeğiĢen Dünya ve Türkiye‘nin DıĢ Politika
Gündemi (Hazırlayanlar: Murat Metinsoy- Mustafa Eroğlu), DonkiĢot Yayınları, Ġstanbul, 2004.
http://www.worldbank.org/az (EriĢim Tarihi:20.01.2012)
208
http://www.worldbank.org/am (EriĢim Tarihi:25.01.2012)
http://www.worldbank.org/ir (EriĢim Tarihi: 26.01.2012)
http://www.worldbank.org/tr (EriĢim Tarihi: 26.01.2012)
www.ekonomi.gov.tr... (EriĢim Tarihi: 10.04.2012)
www.cia.gov/cia... (EriĢim Tarihi: 15.01.2012)
209
RUSYA‟DA
SOSYALIZMDEN
KAPITALIZME
GEÇIġ
(1992-2000):
NEOLIBERALIZM,
OTORITERIZM VE ÇEVRELEġME
Yrd. Doç. Dr. Caner Sancaktar*
GiriĢ
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)‘nde ―sosyalist devrim ve komünizm‖ düĢüncesi çerçevesinde
çeĢitli ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuksal kurumlar oluĢturuldu. Tüm bu kurumlar kapitalizme geçilmesini ve
kapitalist dünya ekonomi sistemine entegrasyonu engelliyordu. Gorbaçov‘un 1985‘te iktidara gelmesiyle birlikte
baĢlayan değiĢim süreci (perestroyka - glasnost reformları) ve özellikle SSCB‘nin parçalanması, kapitalizme
geçiĢi engelleyen sosyalist kurumları ortadan kaldırdı. Dolayısıyla SSCB çapında kapitalizme geçiĢ süreci
Gorbaçov‘un perestroyka ve glasnost reformları ile baĢladı ve SSCB‘nin parçalanması sonrasında ardıl ülkelerde
hızlandı.1
Kapitalizme geçiĢ çalıĢmaları parçalanma sonrasında Rusya Federasyonu‘nda Ocak 1992‘den itibaren Boris
Yeltsin iktidarı tarafından devam ettirildi. Rusya Federasyonu‘nun ilk devlet baĢkanı olan Yeltsin ekonomi
alanında hızlı biçimde ―serbest piyasa ekonomisine‖ geçmeyi amaçladı. 2 Dönemin liberal ekonomistleri,
teknokratları (iĢletme-banka yöneticileri), bürokratları (parti-devlet yöneticileri) ve yeni geliĢmekte olan
kapitalistler Yeltsin‘in bu amacına destek verdiler. Çünkü onlara göre merkezi planlamaya dayalı komutacı
ekonomi yetersiz ve verimsizdi, bunun yerine ―piyasa yönlü reformlar‖ uygulanmalıydı. Bu düĢünceye karĢı
çıkan/direnen ―muhafazakar‖ komünistler ve iĢçiler de mevcuttu Rusya‘da. 3 Ama bunların siyasal güçleri
parçalanma sonrasında iyice zayıflamıĢ durumdaydı. Siyasal iktidar Yeltsin‘in elindeydi artık. Liberal
ekonomistler, bürokratlar, teknokratlar ve yeni geliĢmekte olan kapitalistler onun etrafında toplanarak bir ittifak
oluĢturdular. Eski rejimden kalma komünistler ve 1990‘larda geliĢen iĢçi direniĢi, bu ―neoliberal ittifak‖ı
dağıtamadı ve 1990‘larda uygulanan ―neoliberal reformları‖ engelleyemedi.
Rusya‘da kapitalizme geçiĢ ―neoliberal reformlar‖ yoluyla gerçekleĢtirildi. Neoliberal ideolojinin temelini
―minimalist devlet‖ ve ―rekabetçi serbest piyasa‖ anlayıĢları oluĢturur. 4 Bu iki temel anlayıĢ üzerinde inĢa edilen
neoliberal ekonomi kuramı dört temel politikayı içerir: (1) Emek, sermaye, mal, hizmet piyasalarının
esnekleĢtirilmesi, (2) özelleĢtirme, (3) ihracata (dıĢ piyasalara) dayalı sermaye birikimi stratejisi ve (4) kamusal
ortak yarar güden sosyal harcamaların / hizmetlerin azaltılması.5 Bu politikalar, kapitalist sistemde yaĢanılan
1974 Krizini ve 1982 Borç Krizini atlatmak amacıyla 1980‘lerden itibaren uygulamaya sokuldu. Neoliberal
politikalar/reformlar, merkez kapitalist devletler, IMF ve Dünya Bankası tarafından özellikle çevre kapitalist
ülkelere ve sosyalist Doğu Avrupa ülkelerine önerildi. Böylece 1980‘lerden baĢlayarak kapitalist dünya
Kocaeli Üniversitesi ĠĠBF Uluslararası ĠliĢkiler Bölümü Öğretim Üyesi. E-mail: [email protected]
Bkz.: Caner Sancaktar, Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, Ed. Hasret Çomak, Ġstanbul, Hiperlink, 2011, s. 523-570.
2
William H. McNeill, Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin ġenel, Ankara, Ġmge Kitabevi, 2007, s. 746 ; Faruk Sönmezoğlu (Ed.), Uluslararası
ĠliĢkiler Sözlüğü, Ġstanbul, Der Yayınları, 2005, s. 564.
3
Güngör Turan, Sovyet Sonrası Orta Asya: Sosyalist Devletten Sosyal Devlete GeçiĢ, Ġstanbul, TASAM Yayınları, 2006, s. 22-23.
4
Bkz.: Andrew Heywood, Siyasi Ġdeolojiler, Ankara, Adres Yayınları, 2007, s. 67-70 ; Bernard Guerrien, Neo-Klasik Ġktisat, Çev.
Ertuğrul Tokdemir, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 1999, s. 7-12.
5
Bkz.: E. K. Hunt, Ġktisadi DüĢünce Tarihi, Ankara, Dost Kitabevi, 2005, s. 555-582 ; Gülten Kazgan, Ġktisadi DüĢünce veya Politik
Ġktisadın Evrimi, Ġstanbul, Remzi Kitabevi, 2006, s. 114-175.
*
1
I
ekonomi sistemi neoliberal politikalar üzerinden yeniden yapılandırıldı. Bu yeniden yapılanma süreci merkez
kapitalist devletler (ABD, Batı Avrupalı devletler, Kanada, Japonya), IMF ve Dünya Bankası tarafından
yönetildi.
Dolayısıyla Rusya‘da sosyalizmden kapitalizme geçiĢ, dünya çapında kapitalist sistemin yeniden
yapılandırılmasının bir parçası oldu. 1990‘lı yıllarda Rusya‘da uygulanan neoliberal reformlar/politikalar
kapitalizme geçiĢi sağladı ve bu ülkeyi kapitalist dünya ekonomi sistemine entegre etti. Ayrıca kapitalizme geçiĢ
sürecinde Rusya‘da ―otoriter rejim‖ kuruldu. Yeltsin liderliğindeki otoriter rejim merkez kapitalist devletler,
IMF ve Dünya Bankası ile iĢbirliği kurarak neoliberal reformları uyguladı ve böylece kapitalizme geçiĢi hızlı
biçimde gerçekleĢtirdi. Bu süreç Rusya‘yı 1990‘larda bir ―çevre kapitalist ülke‖ haline getirdi.
Neoliberal Reformlar
IMF, Dünya Bankası ve merkez kapitalist devletler ile yapılan görüĢmeler sonucunda hazırlanan ―Makro
Ekonomik Reform Programı‖ 2 Ocak 1992‘de uygulamaya sokuldu. Program, Latin Amerika ve Afrika çevre
ülkelerinde uygulanan neoliberal reformlardan farklı değildi: Devlet iĢletmelerinin özelleĢtirilmesi, fiyatlar
üzerindeki
devlet
kontrolünün
kaldırılması,
ticaretin
serbestleĢtirilmesi,
iĢletmelere
verilen
devlet
sübvansiyonlarının sona erdirilmesi, özel mülkiyet haklarının geniĢletilmesi, yabancı sermaye giriĢine müsaade
edilmesi, yabancı sermayeye teĢvik ve güvence sağlanması, rublenin devalüe ve konvertible edilmesi, ücret
artıĢlarının sınırlandırılması (daha doğrusu reel ücretlerin düĢürülmesi), ithalata uygulanan çeĢitli gümrük
tarifelerinin azaltılması, kamu yatırımlarının ve eğitim, sağlık gibi sosyal harcamaların azaltılması. Bu programı
IMF‘nin isteği üzerine Eylül 1993 Kararları takip etti: Enerji fiyatları serbestleĢtirildi, faiz oranı arttırıldı, tüm
sübvansiyonlar devlet bütçesinden çıkarıldı, azgeliĢmiĢ bölgelere kaynak aktarımı kesildi, tasarruf edilen para
dıĢ borç ödemelerine aktarıldı, özerk cumhuriyetlere ve bölgelere geniĢ mali özerklik verildi. 6
2 Ocak 1992 Programı uygulamaya girer girmez enflasyon hızla yükseldi. Çünkü 2 Ocak gününden itibaren
tüketici fiyatlarının %90‘ı ve üretici fiyatlarının %80‘i serbest bırakıldı yani fiyatlar üzerindeki devlet kontrolü
kaldırıldı.7 Hemen ertesi gün fiyatlar %250 yükseldi. Yılsonunda enflasyon %2.000 olarak gerçekleĢti. 8
Enflasyon yükseldikçe rublenin değeri azaldı ve ―zenginlik saklama‖ iĢlevi çöktü. Ocak 1992 Programı gereği
dolar karĢısında devalüe edilen rublenin etki alanı iyice daraldı ve ticaret dolar üzerinden yapılmaya baĢlandı.
Böylece insanlar rubleden kaçıp dolara yöneldi. ―Dolar ticareti‖ yapan tefeciler ve bankalar zenginleĢti.
Kısacası, fiyatların serbest bırakılması ve devalüasyon yapılması sonucunda enflasyon yükseldi, ruble çöktü,
―dolara hücum‖ baĢladı ve bu da küçük bir azınlığı zenginleĢtirdi. 9
Kamu yatırımlarının ve sosyal harcamaların azaltılması politikası gereği eğitim ve sağlık hizmetleri adım adım
paralı hale getirildi, özel okullar ve hastaneler kuruldu, çok sayıda müze, tiyatro, spor salonu gibi sosyal-kültürel
mekanlar kapatıldı veya bunların binaları satıldı, evler özelleĢtirildi (Ģahıslara veya yeni kurulan emlak
Michel Chossudovsky, Yoksulluğun KüreselleĢmesi: IMF ve Dünya Bankası Reformlarının Ġçyüzü, Çev. NeĢenur Domaniç, Ġstanbul,
Çiviyazıları, 1999, s. 284.
7
Linda J. Cook, Postcommunist Welfare States: Reform Politics in Russia and Eastern Europe, London, Cornel University Press, 2007,
s. 60.
8
Woodford McClellan, Russia: The Soviet Period and After, New Jersey, Prentice Hall, 1994, s. 340.
9
Chossudovsky, a. g. e., s. 274, 279-280.
6
211
firmalarına satıldı) ve çeĢitli sosyal yardımlar (aile yardımı, çocuk yardımı, tüketici sübvansiyonları, engellilere
para yardımı, vb.) radikal biçimde kısıldı veya tamamen sonlandırıldı. 10
SSCB döneminde iĢletmeler ve sendikalar sadece iktisadi etkinlik yapmıyorlardı. Aynı zamanda barınma,
eğitim, sağlık, tatil, aile ve çocuk yardımı, çocuklar için okul öncesi eğitim gibi sosyal hizmetler sunuyorlardı.
Adeta her iĢletme ve sendika ―endüstriyel cemaat‖ gibi örgütlenmiĢti. 11 Fakat 1992‘den itibaren Rusya‘daki
iĢletmeler özelleĢtirilmeye baĢlandı. Hem özelleĢtirilen iĢletmeler hem de halen devlet elinde bulunan iĢletmeler
bu tür sosyal hizmetler sunmayı kestiler. 12 Sendikalar ise büyük güç kaybetti. Böylece iĢçilere ve ailelerine
sosyal hizmetler sunan ―endüstriyel cemaatler‖ yok olup gitti. Ayrıca ―refah devleti‖ anlayıĢı ve uygulaması
neoliberal reformlar tarafından tasfiye edildi:
―IMF-Dünya Bankası‟nın ilkelerine göre toplumsal programlar kendilerini finanse edecek hale gelmeliydi:
Okullar, hastaneler ve anaokullarına (sporda, kültürde ve sanattaki devlet destekli programlardan söz etmeye
gerek bile yok) kullananlardan ücret alarak kendi gelir kaynaklarını yaratmaları talimatı verildi.
Hastanelerdeki ameliyat bedeli ancak “nouveaux riches”in * ödeyebileceği kadar yüksek, iki ile altı aylık maaşa
denkti. Yalnızca hastaneler değil, tiyatrolar ve müzeler de iflasa sürüklendiler. Meşhur Tanganka Tiyatrosu
1992 yılında dağıtıldı, birçok küçük tiyatro artık oyuncularına para ödeyemez hale geldi. Reformlar refah
devletinin çöküşüne yol açtı. Sovyet sisteminin sağlıktaki, eğitimdeki, kültürdeki ve sanattaki (batılı
meslektaşlarının çok takdir ettiği) başarıları yok olup gitti.‖13
Devletin sağlık harcamaları 1991‘de 100 kabul edildiğinde 1998‘de 70‘e geriledi, yani %30 azaltıldı. 1993-2000
döneminde GSYĠH içinde sağlık harcamalarının payı %3,6‘dan %2,2‘ye geriledi. 1990-2002 döneminde
100.000 kiĢiye düĢen hastane yatağı 1.306‘dan 1.071‘e geriledi. Eğitim harcamaları, 1992 için 80 kabul edersek,
1998‘de 50‘ye geriledi ve GSYĠH içindeki pay 1993-2000 döneminde %4‘ten %3‘e düĢtü. 14
1980 sonrasında neoliberal yeniden yapılanma süreci eğitim alanını ABD ve Batı Avrupa ülkelerinde de giderek
daha fazla paralı hale getirdi ve pahalılaĢtırdı. Ayrıca bu ülkelerde eğitim kalitesi 1970‘lere göre geriledi. Ama
bu gerileme 1990‘lı yıllarda Rusya‘da çok daha büyük oldu. Çok kısa bir zaman önce Sovyet Rusya‘sında
eğitim tamamen parasızdı ve üst düzey kaliteye/bilimselliğe sahipti. Fakat 1990‘lı yıllarda neoliberal reformlar
eğitimi adım adım paralı hale getirdi, pahalılaĢtırdı ve devletin eğitim harcamalarını kıstı. Bunun sonucu eğitim
kalitesinin düĢmesi ve yozlaĢma oldu. Son derece düĢük ücretler alan öğretmenler ve öğretim üyeleri,
geçimlerini sağlayabilmek ve yeni kapitalist dönemde zenginleĢebilmek için öğrencilerinden rüĢvet almaya
baĢladılar. Öğretmen ve öğrenciler arasındaki bu yozlaĢmaya devlet göz yumarak destek verdi.
SSCB‘deki sistem sanayileĢmeye, kalkınmaya ve modernleĢmeye dönüktü. Bu nedenle de eğitime büyük önem
veriliyor ve kaynak aktarılıyordu. Çünkü halk ne kadar çok eğitimli olursa o kadar daha çabuk sanayileĢme,
kalkınma ve modernleĢme sağlanabilirdi. Oysa sosyalizmden kapitalizme geçiĢ sürecinde artık amaç
sanayileĢme, kalkınma ve modernleĢme değildi; amaç, kapitalizme geçmek, sermaye biriktirmek ve kapitalist
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Cook, a. g. e., s. 66-88, 136.
Boris Kagarlitski, Bugünkü Rusya, Çev. Fatma & Serdar Arıkan, Ġstanbul, Ġthaki, 2008, s. 261, 263.
12
Simon Clarke, Development of Capitalism in Russia, London, Routledge, 2007, s. 53-55.
*
―Yeni zenginler, züppeler‖ anlamına geliyor.
13
Chossudovsk, a. g. e., s. 272.
14
Cook, a. g. e., s. 125, 211, 236.
10
11
212
dünya ekonomi sistemine hammadde ve enerji tedarikçisi olarak entegre olmak idi. Tüm bunlar için halkın
eğitilmesine gerek yoktur. Hatta halk ne kadar çok cahil olursa o kadar iyidir. Çünkü ―cahil birey‖, vatandaĢlık
haklarını bilmez, talep etmez, sömürüye ve eĢitsizliklere karĢı direnmez. Dolayısıyla, cahil bireylerden oluĢan
toplumda kapitalizme geçiĢ ve sermaye birikimi daha kolay gerçekleĢir. Ayrıca dünya ekonomisine hammadde
ve enerji tedarikçisi olarak entegre olmak için de halkın ve emek-gücünün eğitimli / nitelikli olmasına gerek
yoktur. Bu nedenle, Rus sosyolog-gazeteci Boris Kagarlitski Ģöyle yazmaktadır:
―Çoğunluk çamur içinde debelenmek, azınlık ise “para saymak” durumundayken tarih, coğrafya ve edebiyatla
ilgili tüm bu müfredatın işlenmesine ne gerek vardır ki?... Toplumun fakir yığınlar ve ayrıcalıklı üsttekiler
olarak bölünmesinde halkın aptallaştırılması, politik sistemin istikrarının sağlanması için ölüm kalım meselesi
haline gelmektedir.‖15 ―Eğer bir ülke dünya emek bölüşümüne bir hammadde ve enerji tedarikçisi olarak
katılmış ise, eğer bir toplum süper zenginler ve yoksullar olarak bölünmüş ise, o toplumda eğitim tehlikeli bile
olabilir.‖16
ĠĢte tüm bu nedenlerden dolayı 1990‘lı yıllarda eğitime (ve diğer sosyal hizmetlere) ayrılan kaynaklar radikal
biçimde azaltıldı. SSCB döneminde eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlere ayrılan geniĢ kaynaklar 1990‘larda
sermaye birikimine ve borç ödemelerine kanalize edildi.
Uygulamaya konan 2 Ocak 1992 Programı (yani neoliberal reformlar) ―Batı‟nın iddia ettiği gibi Batı tarzı
toplumsal demokrasiyi inşa etmeyi değil, eski bir düşmanı etkisiz hale getirmeyi ve Rusya‟nın büyük bir
kapitalist güç olarak gelişmesini engellemeyi hedefliyordu.‖17 Ayrıca IMF, ―Rusya‟yı her şeyden önce Batı
Avrupa‟ya hammadde ve enerji taşıyıcı satıcısı olarak dünya ekonomisine entegre etme arzusunu gizlememiştir
ve bu arzuyu 1990‟dan başlayarak dokümanlarında dile getirmiştir.‖18
―Eski düĢmanı‖ etkisiz hale getirmek, ―hammadde ve enerji satıcısı‖ haline getirmek ve kapitalist dünya
ekonomisine entegre etmek amacıyla radikal özelleĢtirme programı Yeltsin yönetimine kabul ettirildi ve
uygulatıldı. Bankaları ve tarım topraklarını da kapsayan aceleci biçimde ―yığınsal özelleĢtirme‖ yapıldı.19 Bu
aslında doğal kaynakların (petrol, doğal gaz, diğer çeĢitli hammaddeler) ve ekonomik varlıkların (fabrikalar,
bankalar, gayrimenkuller, madenler, tarım toprakları, çeĢitli tesisler, medya organları, üretim araçları) yerli ve
yabancı kapitalistler/Ģirketler tarafından yağmalanması idi. ―Rusya‟nın eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin
döneminde yapılan özelleştirmelerde en büyük petrol ve metal şirketleri dönemin oligarkları * tarafından çok
düşük fiyatlara satın alındı.‖20
Yeltsin iktidarı özelleĢtirme politikasını üç aĢamalı olarak uyguladı: Birinci aĢama 1 Ekim 1992‘de, ikinci
aĢama 1 Temmuz 1994‘te ve üçüncü aĢama Ekim 1995‘te baĢlatıldı. Birinci aĢamada devlet, her biri 10.000
ruble (yaklaĢık altı haftalık maaĢ) değerinde özelleĢtirme kuponları halka arz etti. Bu kuponları devletten satın
alan gerçek veya tüzel kiĢiler, ellerindeki kuponlar vasıtasıyla devlet iĢletmelerinin hisselerini satın aldılar veya
bu kuponları özel yatırım fonlarına yatırdılar. Ġkinci aĢamada iĢletmeler ihale yoluyla nakit para karĢılığında
15
Kagarlitski, a. g. e., s. 98.
A. e., s. 99.
17
Chossudovsky, a. g. e., s. 274.
18
Kagarlitski, a. g. e., s. 314.
19
Csaba Laszlo, Doğu Avrupa‟da ÇöküĢ Senaryoları, Çev. Tarık Demirkan, Ġstanbul, Kavram, 1996, s. 201.
*
Rusya‘da büyük kapitalistlere verilen ad.
20
Birgün, 31.07.2010, s. 5.
16
213
satıldı. Ayrıca devletin kontrolündeki bazı büyük iĢletmelerin hisse sentleri, devletin uzun vadeli borçlanması
karĢılığında bankalara devredildi. Böylece büyük iĢletmeler özel bankaların kontrolüne girdi. Üçüncü aĢamada
Rusya sanayisinin ―mücevherleri‖ olarak adlandırılan 136 büyük ve stratejik iĢletme yerli ve yabancı
yatırımcılara ihale yoluyla satıldı. 1997‘de yeni bir ÖzelleĢtirme Kararnamesi çıkarıldı. Devlet BaĢkanı
Yeltsin‘in imzasını taĢıyan bu kararname Rus enerjisini, gazını ve demiryollarını satılığa çıkardı.21
SSCB döneminde devasa büyüklükte fabrikalar ve sanayi kompleksleri kurulmuĢtu. Bunların gerçek değerleri
üzerinden satılması imkansızdı. Çünkü bunları satın almaya ne bürokratik-teknokratik elidin, ne yeni yetme
mafya babalarının ne de Batılı firmaların gücü yetiyordu. Bu nedenle özelleĢtirme sürecinin ilk aĢamasında
özelleĢtirilecek olan iĢletmelerin değerleri eski SSCB fiyatları üzerinden hesaplanıp donduruldu. 1992-1993
yıllarında ruble reel olarak 1.000 kat değer kaybedince otomatikman özelleĢtirilecek olan iĢletmelerin reel
değerleri de 1.000 kat azaldı. Her biri 10.000 ruble (1993‘teki kura göre 3 dolar) değerinde olan ―vauçer‖ adlı
özelleĢtirme kuponları halka arz edildi. Bu kuponları satın alanlar iĢletmelerin hisselerini satın almıĢ oluyorlardı.
Çünkü devletten alınan bu kuponlar özelleĢtirilen iĢletmelerin hisseleriyle değiĢtiriliyordu. Bu Ģekilde yapılan
özelleĢtirmeler sonucunda iĢletmeler gerçek değerlerinin ancak %1,5-2‘sine satıldılar.22 Piyasaya sürülen
özelleĢtirme kuponlarının büyük çoğunluğu tabi ki yoksul iĢçiler, iĢsizler ve memurlar tarafından değil, yönetici
elitler tarafından satın alındı. Böylece bu kiĢiler, reel olarak yüz milyonlarca dolar değerindeki iĢletmelerin
sahipleri oldular.
Ġkinci ve üçüncü aĢamalarda ise ekonomik varlıklar açık arttırma yöntemiyle özelleĢtirildi. ĠĢletme ve tesisler
çok düĢük fiyatlarla açık arttırmaya sokuluyor ve en yüksek fiyatı verene nakit para karĢılığında satılıyordu.
Ama açık arttırmaların sonuçları önceden belli oluyordu. Çünkü ancak Yeltsin iktidarı ile bağlantısı olanlar açık
arttırmalara girip iĢletmeleri satın alabiliyorlardı. Yani ―bağlantılar ve kulis arkası anlaşmalar sayesinde,
onlarca yılda kurulmuş ulusal bir işletme birkaç saat içinde küçük bir grup insanın özel mülkü haline‖23
geliyordu.
Açık artırmalarda baĢlangıç fiyatları ruble üzerinden bilinçli olarak düĢük tutuluyordu. Böylece iĢletmeler çok
ucuza satılıyordu. Örneğin, SSCB döneminde kurulmuĢ yüksek teknolojili bir füze üretim tesisi sadece 1 milyon
dolara satıldı. Ekim 1992‘de Moskova ġehir Meclisi apartman dairelerini açık arttırmaya çıkardı. Açık
arttırmalar 3 rubleden baĢlatıldı. Moskova merkezindeki büyük oteller Paris‘teki küçük dairelerden daha ucuza
satıldı.24 Bu tam anlamıyla bir yağmaydı. Yağmadan pay kapanlar dönemin bürokratları, teknokratları ve
hükümetle sıkı bağları olan yeni yetme kapitalistler ve mafya grupları oldu. Örneğin hükümetle sıkı bağlantısı
olan Boris Berezovski ve ortakları, Sibneft adlı iĢletmeyi 100 milyon dolara satın aldılar. ĠĢletmenin piyasa
değeri dört yıl sonra 1,5 milyar dolara yükseldi. Bu büyük değer yükseliĢi, yapılan faaliyetler sonucunda
iĢletmenin değerinin arttırılmasından değil, satın alınan fiyatın çok düĢük olmasından kaynakladı. 25
Zehra Mumcu, Meltem Türkoğlu, Rusya Federasyonu Ülke Profili, Ġstanbul, Ġstanbul Ticaret Odası Yayınları, 1998, s. 15-16.
Kagarlitski, a. g. e., s. 309.
23
A. e., s. 49.
24
Chossudovsky, a. g. e., s. 277.
25
Kagarlitski, a. g. e., s. 53.
21
22
214
Makro Ekonomik Reform Programı‘nın uygulamaya sokulduğu ilk yıl (1992) 14.000 iĢletme özelleĢtirildi. 26
1997 yılına kadar toplam 129.600 iĢletme özelleĢtirildi. 1997‘nin baĢında istihdamın %80‘i ve sanayi üretiminin
%85‘i özel sektör tarafından karĢılanmaktaydı.27 1993-1995 döneminde 20.000 kamu iĢletmesi özelleĢtirildi.
Ama elde edilen gelir, bu iĢletmelerin esas ve ciro fonlarının yaklaĢık %10‘u kadardı. ÖzelleĢtirmeler sonucunda
1995‘te 800 milyon ve 1996‘da 200 milyon dolar gelir elde edildi. Ama bu rakamlar bütçe gelirlerinin 1995‘te
%2‘sinden ve 1996‘da %1‘inden azdı. Yani özelleĢtirmelerden çok az gelir elde edildi. Bunun iki temel nedeni
vardı. Birincisi; kamu iĢletmeleri ve tesisleri çok ucuza satıldı. Ġkincisi ise; özelleĢtirilen iĢletmeleri satın alan
kiĢiler / Ģirketler, siyasi bağlantılarını kullanarak önce devletten veya bizzat özelleĢtirilecek olan iĢletmeden
―borç para‖ alıyorlar, ardından bu parayla iĢletmeleri satın alıyorlardı. Böylece bu kiĢilerin / Ģirketlerin
kasalarından bir ruble dahi çıkmadan ve tabi ki devlet kasasına bir ruble dahi girmeden kamu iĢletmeleri özel
Ģahıslara / Ģirketlere satılmıĢ oldu.28
ÖzelleĢtirilen ekonomik varlıklar yerli ve yabancı sermaye tarafından satın alındı. Yerli sermaye; yönetici elitler
(bürokratlar, teknokratlar, siyasetçiler) ve mafya gruplarından geldi. Devlet içine sızmıĢ ve yöneticiler ile iliĢki
içinde olan mafya grupları özelleĢtirme sürecinden büyük pay aldılar. Örneğin, 1993 yılında Rusya‘daki ticari
bankaların ve Moskova‘daki gayrimenkullerin yarısı özelleĢtirme vasıtasıyla yönetici elitlerin ve mafya
gruplarının eline geçti.29 1992-1995 yıllarında özelleĢtirilen kamu iĢletmelerinin üçte ikisi iĢletme yöneticilerinin
(teknokratların) mülkiyeti haline geldi.30 Moskova merkezli üst düzey bürokratlar da özelleĢtirmelerden pay alıp
kapitalistleĢtiler. Örneğin, Moskova televizyon kanılının ve yeni Rusya televizyonu 6. Kanal‘ın hisseleri
1992‘de satılığa çıkarıldı. Hisselerin çoğunluğunu üst düzey bürokratlar satın aldı. Böylece bu bürokratlar bir
anda ―medya patronlarına‖ dönüĢüverdi. Ayrıca 4. Kanal‘ı Moskova yönetimiyle yakın bağları olan ―MOSTBank‖ Ģirketi satın aldı ve ―NTV‖ adıyla yayına devam etti. 31
ÖzelleĢtirme süreci pek çok iĢletmenin iflasına ve yüz binlerce insanın iĢsiz kalmasına neden oldu. Çünkü
özelleĢtirme politikasının bir gereği olarak, devletin iĢletmelere verdiği sübvansiyonlar sona erdirildi, destek
alamayan iĢletmeler iflas etti ve ―karlı olmayan‖ iĢletmeler kapatıldı. 1993 yılında sanayi iĢletmelerinin
yarısından fazlası iflas etti veya kapatıldı.32 Ġflaslar en çok iç piyasa için tüketim malları üreten sektörde oldu.
Çünkü reel ücretlerin düĢmesi ve halkın yoksullaĢması iç talebi daralttı. Ayrıca dıĢ ticaret serbest bırakılınca iç
piyasa Batı Avrupa ve Amerikan malları ile doldu. Bu iki faktör birleĢince yerli imalat sanayi çöktü. 33 Ġflas eden
veya hükümet kararıyla kapatılan iĢletmelerin bir kısmı özelleĢtirildi, bir kısmı ise bakımsızlıktan hurdaya
döndü. Böylece çok sayıda iĢçi ―iĢsizler ordusu‖na katıldı. Bilim adamlarını ve mühendisleri de içeren ―ucuz
Rus emek-gücü rezervi‖ ortaya çıktı.
26
Kathryn Stoner-Weiss, Resisting the State: Reform and Retrenchment in Post-Soviet Russia, Cambridge, Cambridge University
Press, 2006, s. 34.
27
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 14.
28
Kagarlitski, a. g. e., s. 309-310.
29
Chossudovsky, a. g. e., s. 275.
30
Laszlo, a. g. e., s. 226.
31
Kagarlitski, a. g. e., s. 127-128.
32
Chossudovsky, a. g. e., s. 286.
33
Kagarlitski, a. g. e., 283.
215
ÖzelleĢtirme politikası ile eĢ zamanlı olarak ticaret serbestleĢtirildi ve rublenin değeri düĢürüldü. Bunun
sonucunda doğal kaynaklar ve üretim araçları dünya piyasalarındaki fiyatların çok altından Batılı Ģirketlere
satıldı. Önce siyasal iktidardan ihracat lisansı alınıyor (tabi ki bu lisansın alınabilmesi için gerekli makamlara
rüĢvetler veriliyor) ve ardından devlet iĢletmelerinden doğal kaynaklar çok ucuza ruble üzerinden satın alınıp
dolar üzerinden Batılı Ģirketlere satılıyordu. Böylece hem yerli Rus tüccar sermaye birikimi sağlıyor, hem de
Batılı Ģirketler Rusya‘nın doğal kaynaklarını ucuza (dünya piyasalarındaki fiyatların altında bir fiyatla) ele
geçirmiĢ oluyordu. Rusya‘da ham petrolün tonu 1992‘de 5.200 ruble (17 dolar) idi. Hükümetten ihracat izni alan
Rus tüccar, devletten tonunu 17 dolara satın aldığı ham petrolü, Batılı ülkelere 150 dolara ihraç ediyordu. Bu
karlı iĢten kazanılan paraların bir kısmı Batılı ülkelerden lüks tüketim malları ithal etmek, Rusya‘da banka
kurmak ve özelleĢtirilen iĢletmeleri / tesisleri satın almak için kullanıldı. Ayrıca büyük meblağlarda para
denizaĢırı bankalara yatırıldı. Rus yasaları yurt dıĢına döviz kaçırmayı yasaklamıĢtı. Ama devlet kontrolü zayıf
olduğu için ve ayrıca siyasi bağlantılar göz yumduğu için dövizi yurt dıĢına kaçırmak 1990‘larda son derece
kolay idi. Nitekim sadece yeni yetme kapitalistler değil, siyasiler de yurt dıĢına döviz kaçırıyorlardı. Makro
Ekonomik Reform Programı‘nın ilk yılında (1992) sermaye kaçıĢı aylık 1 milyar dolar civarında gerçekleĢti. 34
1998‘e kadar sermaye kaçıĢı yılda 20-25 milyar dolar oldu. Bu meblağ GSYĠH‘nın %5‘inden daha fazla idi. 35
Ticaret serbestleĢince Rusya‘nın merkez kapitalist ülkelerden yaptığı ithalat arttı. 1997‘ye gelindiğinde
Rusya‘nın toplam ithalatının %70‘i sanayileĢmiĢ Batılı ülkelerinden yapılıyordu. 36 1998-2000 yıllarında en fazla
ithalat yapılan ülke Almanya oldu.37 Batıdan gelen sanayi ve tüketim ürünleri yerli ürünlerin yerini aldı. Bu
durum yerli sanayinin gerilemesinde önemli rol oynadı. Özellikle yerli tüketim ürünleri sanayisi ithal ürünler ile
rekabet edemeyince iflas etti. Sadece petrol, gaz, hammadde ve yarı hammadde ihracat yapanlar ayakta
kalabildi.38
Neoliberal reformlar Rusya piyasasını yabancı sermayeye açtı. 4 Temmuz 1991‘de (yani henüz SSCB resmen
yıkılmadan önce) ―Yabancı Sermaye Yasası‖ kabul edildi. 1995 ve 1999 yıllarında iki defa yenilenen ve içeriği
geniĢletilen bu yasa (a) yabancı Ģirketlere, (b) yabancı özel kiĢilere, (c) yabancı devletlere ve (ç) uluslararası
kuruluĢlara Rusya‘da yatırım yapma imkanı sundu. Yabancı Sermaye Yasası‘na göre bu yabancı aktörler
Rusya‘da (a) yerli gerçek ve tüzel kiĢiler ile ortak Ģirket kurabilir, (b) kamu iĢletmelerinin tamamını veya bir
bölümünü, binaları ve değerli kağıtları satın alabilir, (c) topraktan ve yer altı kaynaklarından faydalanma hakkını
satın alabilir. Bu Ģekillerde Rusya‘da gerçekleĢtirilecek olan yabancı yatırımlara çeĢitli ―devlet güvenceleri‖
verildi: Hukuki koruma, kamulaĢtırma yapmama, kamulaĢtırma yapıldığı takdirde hızlı, eĢit ve reel tazminat
ödeme, devlet kuruluĢlarının veya memurlarının ihmal veya yasadıĢı davranıĢları nedeniyle kaybedilen geliri
telafi etme, elde edilen geliri dıĢarıya havale edebilme veya Rusya içinde yeni yatırıma dönüĢtürebilme, devlet
ile anlaĢmazlık durumunda Rus mahkemelerine veya uluslararası mahkemelere baĢvurabilme gibi güvenceler. 39
34
Chossudovsky, a. g. e., s. 275.
Clarke, a. g. e., 59.
36
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 36.
37
Bkz: Atilla Ġmrahor Ġlyas, ġebnem Haskıncı, Rusya Ülke Etüdü, Ġstanbul, Ġstanbul Ticaret Odası, 2003, s. 35.
38
Clarke, a. g. e., s.53.
39
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 120-122 ; Ġlyas, Haskıncı, a. g. e., s. 57-61.
35
216
1996‘da Duma‘da kabul edilen ―Üretimi PaylaĢma AnlaĢması‖ Rus enerji sektörünü yabancı sermayeye açtı. Bu
anlaĢma yabancı enerji Ģirketlerine Rus enerji sektöründe yatırım yapma izni ve güvencesi verdi. AnlaĢmanın
kabul edildiği yıl petrol-gaz sektöründe 497,5 milyon dolar ve 1997‘nin ilk dokuz ayında 760 milyon dolar
yabancı yatırım gerçekleĢti. 2000 yılına kadar yabancı sermaye giriĢini 15 milyar dolara yükseltmeyi amaçlayan
―1997-2000 Yılları Arasında Yabancı Yatırımları TeĢvik Etme Programı‖ uygulamaya sokuldu. 40
ÖzelleĢtirme politikası neticesinde Rusya‘nın en karlı sektörleri yabancı Ģirketlerin ve ortak giriĢimlerin eline
geçti. Örneğin, Ġngiliz British Airways ile Rus Aerflot ortaklığı Rusya Havayolları‘nın iç seferlerinin iĢletimini
satın aldı. Amerikan Marlboro ve Philip Morris Ģirketleri ise SSCB döneminde kurulmuĢ olan devlet tütün
iĢletmesini satın aldı. Karsız veya karlılığı düĢük olan iĢletmeler ise kapatıldı. Çünkü az kar getiren iĢletmeleri
yabancılar satın almak istemiyorlardı.41
1993-1997 döneminde ülkeye giren toplam yabancı sermaye tutarı 21 milyar doları aĢtı. Bu meblağ 2000
baĢında 30 milyar dolara yaklaĢtı. Yabancı sermaye en çok Batı Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada‘dan geldi.
Yabancı yatırımlar içinde 1996‘da %26,1‘lik oran ile ABD, 1997‘de ise %29,7‘lik oran ile Hollanda birinci
sıradaydı. 2000-2002 arasında Rusya‘da en çok yatırım yapan on ülke sırasıyla Almanya, Güney Kıbrıs, ABD,
Ġngiltere, Fransa, Hollanda, Ġtalya, Lüksemburg, Ġsviçre ve Japonya oldu. Yabancı yatırımların %28,9‘u ticaret,
%28,7‘si finans, %7,5‘i turizm ve %6,7‘si enerji sektörlerinde gerçekleĢti. Ülkede kurulan ilk yabancı banka
1992 yılında Bank Austria oldu. 1997 yılında yabancı sermayeli banka sayısı 150‘yi aĢtı. Rus piyasasının dıĢa
açılmasıyla birlikte Coca-Cola, Pepsi, McDonald‘s, Heineken, Nestle gibi merkez kapitalist ülkelerin ünlü
markaları Rus tüketicileriyle buluĢtu.42
BaĢkan Yeltsin 1997 yılında ―Yeni Ekonomik Düzen‖ adlı bir program açıkladı. Yeni programa göre savunma
harcamaları azaltıldı, katma değer vergisi yükseltildi, toplumsal hizmetler ve kamusal yatırımlar kısıldı,
tüketiciye ve sanayiye verilen devlet sübvansiyonları kesildi, dağıtım sisteminde merkeziyetçiliğe son verildi,
toptan ve perakende satıĢlarda fiyat kontrolü sona erdi (iskan ve haberleĢme sektörlerinde fiyat kontrolü devam
etti) ve dıĢ ticaret tamamen serbestleĢtirildi. 43
Ama bu politikaların hiçbiri ekonomideki kötü gidiĢatı durduramadı. Ve nihayet Ağustos 1998 Krizi geldi çattı:
ĠĢletmeler yok pahasına özelleĢtirildiği için yeterince gelir elde edilemedi. Sermaye birikimini desteklemek için
vergi toplanmadı ve kayıt dıĢı ekonomiye göz yumuldu. Özellikle ihracat ve finansal spekülasyonlar yoluyla
büyük paralar kazanan kapitalistler / özel Ģirketler, siyasi bağlantılarını ve rüĢvet aracını kullanarak vergi
vermekten kurtuldular. Henüz özelleĢtirilmemiĢ olan kamu iĢletmeleri hükümet kararıyla üretimi azalttı ve iç
piyasa ithal mallarla doldu. Yeni geliĢen kapitalistlerin ve özel Ģirketlerin kasalarında biriken sermaye ise
üretken yatırımlara dönüĢtürülmedi. Böylece üretim iyice dibe vurdu. Ağustos ayında tarım %22,9, sanayi ise
11,5 azaldı.44 Ayrıca 1997-1998 yıllarında dünya piyasalarında hammadde ve enerji kaynaklarının (örneğin
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 18, 20, 29.
Chossudovsky, a. g. e., s. 277-278.
42
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 18-19, 33 ; Ġlyas, Haskınacı, a. g. e., s. 7-8.
43
A. e., s. 21.
44
Kagarlitski, a. g. e., s. 323.
40
41
217
petrol %34, bakır %34, nikel %25) fiyatları ucuzladı. 45 Böylece ihracat geliri önemli miktarda azaldı ve nakit
para sıkıntısı ortaya çıktı. Nakit para sıkıntısı çeken iĢletmeler ―takas yöntemi‖ ile ayakta kalmaya çalıĢtılar.
ÖzelleĢtirmelerden yeterince gelir elde edemeyen, vergi toplamayan ve üretimi azaltan devlet, giderlerini
karĢılayabilmek için kısa vadeli yüksek faizli kağıt satmaya baĢladı. Bu kağıtları satın alan yerli ve yabancı
kapitalistler/Ģirketler yüksek faiz geliri elde ettiler. Ayrıca merkez kapitalist ülkelerden ve uluslararası finans
kuruluĢlarından krediler alındı. GeniĢ kapsamlı özelleĢtirmeler, değerli kağıt satıĢları ve dıĢ kredi alımlarına
rağmen Merkez Bankası‘nın altın ve döviz rezervi 1998 yazında sadece 13 milyar dolar idi.46 Devlet, 1998
baharından itibaren doktorlara ve öğretmenlere maaĢ veremiyordu. Ödenmeyen maaĢlardan dolayı devletin
borcu yaz sonuna gelindiğinde %60 artmıĢ bulunuyordu. Reel yatırımlarda azalma, özelleĢtirmeler ve iflaslar
nedeniyle çalıĢabilir nüfusun %11‘i iĢsiz durumdaydı. 47 17 Ağustos günü ruble devalüe edildi. Üç hafta içinde
rublenin değeri %66,7 azaldı ve fiyatlar %56 arttı.48 Elinde dolar olanlar bir günde zenginleĢti, elinde ruble
olanlar ise tam tersi… Devlet, değerli kağıt satıĢından elde ettiği gelirle ve alınan dıĢ kredilerle sadece günü
kurtardı. Ama uzun vadede iç ve dıĢ borçlar giderek büyüdü ve geri ödenemez hale geldi. Yüksek faiz vaadiyle
piyasadan para toplamıĢ olan bankaların çoğu ardı ardına iflasını açıkladı. Toplanan paraların büyük bölümü
ülke dıĢındaki hesaplara ve Ģirketlere aktarıldı. Emek harcamadan kolay yoldan zenginleĢmek için birikimlerini
yüksek faiz vadeden bankalara yatıranlar bu bankalar iflaslarını açıklayınca bir anda tüm paralarını ve hatta
evlerini kaybettiler. Bankamatikler dahi artık nakit para vermiyordu. Çünkü bankaların kasaları iyice
boĢaltılmıĢtı. Hükümet en sonunda, borçları ve maaĢları ödeyemeyeceğini açıkladı ve bankalardaki tüm
mevduatları dondurdu. Yeltsin IMF‘den yardım çağrısında bulundu. Çağrıya kulak veren IMF, Rusya‘ya 11,2
milyar dolar kredi verdi ve ayrıca daha geniĢ uluslararası yardım paketinin sağlanmasını koordine etti. 49
Neoliberal politikalar üzerinden kapitalizme geçiĢ süreci IMF, Dünya Bankası ve merkez kapitalist devletler
(ABD, Batı Avrupalı devletler, Kanada, Japonya) tarafından teĢvik edildi ve desteklendi. Uygulanan neoliberal
reformlar karĢılığında Rusya Haziran 1992‘de IMF‘ye ve bir yıl sonra Dünya Bankası‘na kabul edildi. 50 19921998 arasında IMF‘den 5,4 milyar dolar ve 1992-1997 arasında Dünya Bankası‘ndan 4,63 milyar dolar kredi
alındı. Haziran 1997‘de AB ile Rusya arasında ―Ortaklık ve ĠĢbirliği‖ AnlaĢması imzalandı ve bu anlaĢmaya
bağlı olarak Rusya‘ya çeĢitli programlar çerçevesinde teknik yardımlar yapıldı. Uluslararası Finans Birliği,
özelleĢtirmelerin yapılması ve serbest/esnek sermaye piyasalarının oluĢturulması ile ilgili 260,5 milyon dolar
tutarında 17 projeyi finanse etti. ġubat 1997‘de Avrupa Ġmar ve Kalkınma Bankası, Rusya‘ya ―ekonominin
yeniden yapılandırılması‖ (yani kapitalizme geçiĢ) ile ilgili 84 proje için 2,5 milyar dolar kredi sundu. 51 Tabi ki
tüm bu ekonomik yardımların nihai amacı Rusya‘da kapitalizme geçiĢ sürecini ―geri dönülmez‖ hale getirmek
ve bu ülke üzerinde ekonomik-politik hegemonya kurmak idi. Nitekim ―ekonomik yardımlar‖, uluslararası
45
A. e., s. 319.
A. e., s. 318.
47
A. e., s. 323.
48
A. e., s. 325.
49
Ngaire Woods, ―Order, Globalization and Inequality in World Politics‖, The Global Transformations Reader: An Introduction to the
Globalization Debate, Ed. David Held and Anthony McGrew, Cambridge, Polity Press, 2003, s. 470.
50
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 33.
51
A. e., s. 21-23.
46
218
politikada devletlerin kullandıkları çok önemli etki araçlarından birisidir. Özellikle güçlü devletler bu etki
aracını zayıf devletler üzerinde hegemonya kurmak için sıkça kullanırlar.52
Sermaye Birikimi ve Oligarkların DoğuĢu
Neoliberal politikalar vasıtasıyla kapitalizme geçiĢin gerçekleĢtirildiği 1990‘larda hızlı biçimde ve büyük
miktarda sermaye birikimi gerçekleĢti. Nitekim kapitalist ekonomi tarzında nihai amaç, ülkenin genel ekonomik
düzeyinin geliĢtirilmesi veya kitlelerin refah seviyesinin yükseltilmesi değil, ―sınırsız sermaye birikimi‖dir. Bu
nihai amaç, aynı zamanda kapitalizmin yapısal özelliklerinden birisidir. 53 Bu yapısal özellik Rusya‘da
1990‘larda ortaya çıktı.
Rusya‘da kapitalizme geçiĢ süreci eski SSCB döneminden kalma bürokratik-teknokratik yönetici elit tarafından
Yeltsin liderliğinde yürütüldü. Yeltsin baĢta olmak üzere Yuri Afanasyev, Nikolay Travkin, G.H. Popov ve
Yegor Gaydar gibi yeni dönemde anahtar pozisyonlarda yer almıĢ olan üst düzey yöneticiler eski parti-devlet
aygıtından geliyorlardı.54 Dolayısıyla kapitalizme geçiĢ sürecinin yönetilmesine sivil toplumun katılımı son
derece sınırlı oldu. Devlet kurumlarını kontrol eden yönetici elit zenginleĢmek için siyasal nüfuzunu kullandı.
Böylece kapitalizme geçiĢ sürecinde yasal veya yasa dıĢı yollardan büyük zenginlikler elde edildi. Bu
zenginliğin önemli bir bölümü yabancı sermaye ile kurulan ortaklıklar çerçevesinde elde edildi ve yabancı
ortaklar vasıtasıyla yurt dıĢındaki ―güvenli hesaplara‖ taĢındı. Kapitalizme geçiĢ süreci ve bürokratikteknokratik yönetici elidin ülke zenginliğini yağmalaması ele ele yürüdü. Bunun doğal sonucu, küçük bir
kesimin elinde büyük sermaye birikimi gerçekleĢirken eĢ zamanlı olarak iĢsizliğin artması, yoksulluğun
yaygınlaĢması, gelir dağılımının bozulması, suç oranının artması, toplumsal-bölgesel eĢitsizliklerin derinleĢmesi
ve mafyalaĢma oldu.55
Sermaye birikiminin iki merkezi Moskova ve Saint Petersburg oldu. Sermayenin %80‘i Moskova‘da, %12‘si
Petersburg‘da ve %8‘i ülkenin diğer Ģehirlerinde yoğunlaĢtı. 56 Çünkü bu iki merkez, hem ekonomik altyapı
bakımından diğer Ģehirlere göre daha iyi durumdaydı hem de çok sıkı uluslararası bağlantılara sahipti. 57
Böylece, nasıl ki kapitalist dünya ekonomi sisteminde ABD ile Batı Avrupa iki önemli merkez ise, Rusya içinde
kapitalizmin iki merkezi Moskova ile Petersburg oldu.
Moskova ve Saint Petersburg merkezlerinde büyük kapitalistler ortaya çıktı. Rusya‘da ―oligark‖ olarak
adlandırılan bu kiĢiler, SSCB‘nin mirası olan üst düzey bürokratlar (parti-devlet aygıtı yöneticileri) ve
teknokratlar (iĢletme-banka yöneticileri) arasından türedi. Yeltsin iktidarıyla bağlantısı olan bürokratlar ve
teknokratlar özelleĢtirmeler sürecinde çok düĢük fiyatlarla halihazırdaki iĢletmeleri satın aldılar ve böylece
―bürokrat-teknokrat‖ pozisyonundan ―büyük kapitalist (oligark)‖ pozisyonuna geçtiler/yükseldiler. Ama hiçbir
zaman siyasal iktidar ile olan bağlarını koparmadılar. Çünkü siyasal iktidar onlara ticari ayrıcalıklar ve tekeller
sağlıyordu.
Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, Ġstanbul, Filiz Kitabevi, 1995, s. 332-335.
Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, Ġstanbul, Metis Yayınları, 2006, s. 16, 39.
54
Kagarlitski, a. g. e., s. 38.
55
Bkz.: Murat Arık, ―Controversies of the Post-Communist Transition‖, Eurasian Studies, Vol. 16, Ankara, TĠKA, 1999, s. 57-68.
56
Kagarlitski, a. g. e., s. 315.
57
Clarke, a. g. e., s. 64.
52
53
219
Bu kiĢiler siyasi bağlantılarını/nüfuzlarını kullanarak özellikle petrol, doğal gaz ve diğer stratejik doğal
kaynaklar üzerinde ticaret tekeli elde ettiler. Yani Rus petrolünü, gazını ve diğer doğal kaynaklarını pazarlama
lisansını elde ettiler. Bu yolla kazanılan paralar, yeni üretken yatırımlara veya var olan petrol, gaz, hammadde
arama-çıkarma-iĢleme tesislerinin modernizasyonuna yatırılmadı. Petrol, gaz, hammadde satıĢıyla elde edilen
paralar ile bankalar kuruldu ve ayrıca Batı‘dan lüks tüketim malları ithal edildi. 2 Ocak 1992 Programı‘nı
takiben sadece Moskova‘da kurulan banka sayısı 500‘ü buldu. 58 Bu bankaların sıkı uluslararası bağlantıları ve
yabancı ortakları vardı. Kurulan yeni bankalar üretken yatırımları finans etmedi. Bunun yerine çeĢitli finans
spekülasyonları yapıldı ve nakit para sıkıntısı çeken devlete yüksek faizle borç para verildi. Ayrıca bankalar
devlet adına vergi ve gümrük gelirlerini toplam lisansı (imtiyazı) elde ettiler. Tabi ki tüm bunlar yapılırken üst
düzey siyasal bağlantılar kullanıldı. Yeltsin iktidarı ile sıkı bağlantısı olmayan kiĢilerin bu tür lisanslar
(imtiyazlar) elde etmeleri ve bankalar kurup serbestçe finansal spekülasyonlar yapabilmeleri elbette mümkün
değildi.
Yani Rusya‘da kapitalizme geçiĢ sürecinde sermaye birikimi, üretim (üretken yatırımlar) yapılarak değil, var
olan doğal zenginlikler (petrol, gaz, çeĢitli hammaddeler) üzerinde ticaret (özellikle dıĢ ticaret) tekeli kurularak
ve finansal spekülasyonlar yapılarak gerçekleĢtirildi. 1998‘e gelindiğinde Rusya ihracatının %80‘ini petrol, gaz
ve çeĢitli hammaddeler oluĢturmaktaydı.59 Bu ihracatı yaparak büyük paralar kazanan ve kazanılan paralarla
bankalar kuran bürokratlar ve teknokratlar Rusya‘nın yeni kapitalist sınıfını (oligarkları) meydana getirdiler.
Oligarkların dıĢ ticaret ve finans Ģirketleri, ülkenin üretken ekonomisi çökerken ve milyonlarca insan yoksulluk
içinde çırpınırken, siyasal iktidarın yardımıyla ülkenin petrol, doğalgaz gibi stratejik doğal kaynaklarını emdi ve
böylece çok kısa sürede büyük çapta sermaye birikimi gerçekleĢtirdi.
Sermaye birikiminin önemli bir kaynağını, insanların elindeki küçük birikimlerin yüksek faiz veya yüksek ―kar
payı‖ vaadiyle toplanması oldu. 1992‘den itibaren çok sayıda özel banak ve Ģirket kuruldu. Bunlar hisse
sentlerini piyasaya sürdüler. Televizyon ve radyo kanallarında yoğun reklamlar yaptılar. Reklamlarda yıllık
%400 ila %1.000 arasında değiĢen yüksek faiz ve kar payları vaat ettiler. Emek harcamadan kolay yoldan
zenginleĢmek isteyen milyonlarca insan ellerindeki küçük birikimlerini hisse senetlerine yatırdı. Çok sayıda kiĢi
yüksek faiz vaat eden Ģirketlerin hisse senetlerini satın alabilmek için evini dahi sattı.
Örneğin, Eski Rusya Güvenlik Sovyeti Sekreter Yardımcısı Boris Berzovski ―Tüm Rusya Otomobil Ġttifakı
(AVVA)‖ adında bir Ģirket kurdu. AVVA‘nın yerli Rus otomobili üreteceğini ve bu Ģirkete para yatıranların kısa
sürede büyük karlar elde edeceğini, üstelik hissedarların üretilen otomobilleri daha ucuza satın alacağını
kamuoyuna duyurdu. Piyasadan topladığı parayla ayrıca ―Toplumsal Rus Televizyonu A.ġ.‖yi kurdu ve
Ostankino televizyon kanalını satın aldı. Ama ortada ne bir otomobil fabrikası ne de bir otomobil vardı. 60 Bu
vurgunu yapan bir tek Berzovski değildi. Daha nice ―Berzovski‘ler‖ ortaya çıktı kapitalizme geçiĢ sürecinde
Sergey Mavrodi adında bir kiĢi ―MMM‖ adlı bir Ģirket kurdu. Tam olarak ne iĢ yaptığı dahi belli olmayan bu
Ģirket, televizyon reklamları vasıtasıyla yüksek faiz vaat ederek hisse sentlerini satmayı baĢardı. Hisse sentlerini
58
Chossudovsky, a. g. e., s. 279.
Clarke, a. g. e., s. 18.
60
Kagarlitski, a. g. e., s. 306-307.
59
220
daha iyi pazarlayabilmek için Mavrodi kendi film ve reklam stüdyosunu bile kurdu. Ama 29 Temmuz 1994
günü Mavrodi hisse senetlerinin bedelini 105.000 rubleden 1.000 rubleye düĢürdüğünü açıkladı. Ardından hisse
satıĢını tamamen durdurdu ve iflasını ilan etti. Bu iflası Ruski Dom, Selenga, Tibet, Tele-Market, Çara,
Vlastelina gibi daha pek çok Ģirketin iflası takip etti.61 Böylece, kapitalizme geçiĢ sürecinde çalıĢmadan, emek
harcamadan, hızlı biçimde ve kolay yoldan zenginleĢmeyi hayal eden milyonlarca insanın küçük birikimleri yeni
ortaya çıkan kapitalistlerin kasalarında büyük birikimlere dönüĢtü.
Ticaretin serbestleĢtirilmesi politikası Rus tüccar kapitalist sınıfını geliĢtirdi, merkez kapitalist ülke mallarını
Rus piyasasına soktu ve yerli üretimi baltaladı. Toplumun büyük kesimi yoksullaĢırken eĢ zamanlı olarak küçük
bir azınlık grup aĢırı zenginleĢti. Bu zengin azınlığın lüks tüketim talebi Batı‘dan gelen lüks mallar ile
karĢılandı. Ülkenin iki merkezi olan Moskova ve Saint Petersburg sokaklarında Mercedes, BMW gibi lüks
marka otomobilleri dolaĢmaya baĢladı. Ayrıca çok ilginçtir ki ―Rus votkası‖, ABD‘den ĢiĢesi 345 dolara
(ortalama bir iĢçinin dört yıllık geliri) ithal edilmeye baĢlandı. 62 Sadece Rusya‘ya ihracat yapan Batılı tüccarlar
değil, aynı zamanda lüks tüketim ürünlerinin ithalatını yapan Rus tüccarlar da bu iĢten büyük paralar kazandılar.
Böylece dıĢa açılma politikası, yabancı firmalar ile ortaklık kurarak büyük servetler biriktiren ―Rus
kompradorlarını‖ geliĢtirdi. Komprador kapitalistlerin çoğunluğu bürokrasi ve teknokrasi kökenliydi.
Kompradorların merkezi Moskova oldu. Çünkü yabancı yatırımların büyük bölümü (1993-1996‘da %50‘si,
1996‘da 4,8 milyar doların 4,29 milyarı, 1997‘de %80‘i) baĢkentte gerçekleĢiyordu. 63
Sermaye birikiminin bir baĢka kaynağı ―kayıt dıĢı ekonomi‖ ve ―mafyalaĢma (organize suç örgütleri)‖ oldu.
Kapitalizme geçiĢ sürecinde kayıt dıĢı ekonomi geniĢledi ve kamuoyu nezdinde ―olağan/normal‖ bir durum
haline geldi. Hükümetin, büyük kapitalistlerin (oligarkların) ve ithal ürünlerin baskısına dayanamayan küçük
giriĢimciler iflas ettikçe kayıt dıĢına geçmek durumunda kaldılar. Ayrıca oligarklar vergi vermemek için
faaliyetlerinin büyük bölümünü kayıt dıĢı tutmaktaydı. Böylece kayıt dıĢı ekonominin GSYĠH içindeki payı
1989, 1991, 1993, 1995 ve 2000-2001 yıllarında istikrarlı biçimde arttı: %12, %23,5, %36,7, %41,6 ve %45,1. 64
1997‘nin sadece ilk üç ayında Rusya vatandaĢları kayıt içi olarak kazandıklarından 3 trilyon ruble daha fazla
harcama yaptılar.65 Yani sadece üç aylık kayıt dıĢı ekonominin tutarı 3 trilyon ruble idi. Kayıt dıĢı ekonomi,
vergilendirilmediği için sermaye birikiminin hızlanmasında önemli rol oynadı. Siyasal iktidar hızlı sermaye
birikimini desteklemek amacıyla kayıt dıĢı faaliyetlere göz yumdu.
Kayıt dıĢı ekonominin alanı geniĢledikçe eĢ zamanlı olarak ―mafyalaĢma‖ da arttı. Ekonomist Sergey Glazyov‘a
göre Rusya‘da ―devletin, ekonominin kontrolünde temel öğe olarak ortadan kaldırılması, pazarın kendi kendini
düzenlemesine ve rekabete yolu açmamış, sadece organize suç örgütlerinin bu işlevleri kendi üzerlerine
almasını getirmiştir.‖66 1990‘larda ortaya çıkan Oligarkların çoğu organize suç örgütleri ve kayıt dıĢı ekonomi
ile doğrudan bağlantılıydı. Uygulamalı Siyaset Enstitüsü‘nün Rus zenginleri arasında yaptığı anket çalıĢmasında
61
Bkz.: a. e., s. 202-210.
Chossudovsky, a. g. e., s. 276.
63
Kagarlitski, a. g. e., s. 277.
64
Cook, a. g. e., s. 225.
65
Kagarlitski, a. g. e., s. 255.
66
Aktaran a. e., s. 56.
62
221
deneklerin %40‘ı eskiden kayıt dıĢı ekonomik faaliyetler yaptıklarını, %22,5‘i yargılanarak hüküm giydiğini,
%25‘i anketin düzenlendiği sırada halen organize suç örgütleri ile bağlantısı olduğunu söylemiĢtir. 67
Tabi ki kayıt dıĢı ekonomi ve mafyalaĢma sadece yeni zenginleri üretmekle kalmadı, aynı zamanda suç
oranlarını da eĢ zamanlı olarak yükseltti: Genel suç iĢleme oranı 1987-1996 döneminde 2,2 kat, cinayetler 4 kat,
soygun ve gasp 6 kattan fazla arttı. 1998‘de suç iĢleme oranı %8 ve ağır cezalık suçlar %10 arttı. Tüm suçlar
içinde ağır cezalık suçların payı %60‘a yükseldi. Ayrıca çocuk arasında suç iĢleme oranı da geçmiĢ yıllara göre
büyük artıĢ gösterdi.68
Kısacası; 1990‘lı yıllarda (a) petrol ve doğal gaz baĢta olmak üzere doğal kaynakların ihracatı, (b)
özelleĢtirmeler, (c) finansal spekülasyonlar, (ç) kayıt dıĢı ekonomi ve mafyalaĢma, (d) merkez kapitalist
ülkelerden lüks tüketim malları ithalatı, (e) yabancı Ģirketler ile ortaklıklar kurma yoluyla küçük bir azınlığın
elinde büyük meblağlarda sermaye birikti. Böylece 1990‘lı yılarda ―oligark‖ olarak adlandırılan büyük
kapitalistler doğup geliĢti. Bu oligarklar SSCB döneminden gelen üst düzey bürokratlar ve teknokratlar
arasından çıktı.
Oligarkların elinde biriken sermaye üretken yatırımlarda kullanılmadı. Bu nedenle 1990‘lar boyunca toplam
çıktıda ve sanayi üretiminde büyük düĢüĢ yaĢandı. Ayrıca biriken sermaye halihazırdaki tesislerin, teçhizatın ve
teknolojinin modernizasyonuna, araĢtırma-geliĢtirme çalıĢmalarına ve mesleki-teknik eğitime yatırılmadı.
Bunun sonucunda kaçınılmaz olarak verimlilik ve rekabet gücü düĢtü. 1998-1999 yıllarında Rus ekonomisinde
verimlilik, McKisney‘in hesaplamasına göre, Amerikan ekonomisindeki verimliliğin ancak %17‘si kadardı. 69
Tesislerin modernizasyonu yapılmayınca doğaya verilen zararlar da arttı.
Kapitalist üretim tarzının yapısal özelliklerinden birisi ―mülkiyetin/sermayenin merkezileĢmesi (tekelleĢme)‖
sürecidir. Kapitalizm geliĢtikçe küçük kapitalistler büyük kapitalistler tarafından yutulur ve böylece
mülkiyet/sermaye büyük kapitalistlerin elinde merkezileĢir. MerkezileĢme, özellikle küçük kapitalistlerin
dayanamayıp daha çabuk iflas ettikleri kriz dönemlerinde hızlanır. Kapitalizmde her kriz küçük kapitalistleri
iflasa sürükler, iĢçileĢtirir veya iĢsizler ordusuna katar ve sermayeyi büyük kapitalistlerin elinde daha fazla
oranda merkezileĢtirir.70 Kapitalizmin bu yapısal özelliği, 1990 sonrasında kapitalizme geçiĢ süreci ilerledikçe
Rusya‘da da kaçınılmaz olarak kendisini gösterdi. Kapitalizm geliĢtikçe mülkiyet/sermaye oligarkların elinde
merkezileĢti. Her kapitalist kriz gibi 1998 Krizi de uzun vadede oligarklar için olumlu bir fırsat oldu. Çünkü
sermaye bakımından görece daha zayıf/küçük olan kapitalistler iflaslarını açıkladılar. Daha güçlü olan
kapitalistler (oligarklar) ise iflas eden iĢletmeleri çok düĢük fiyatlarla satın aldılar. Böylece 1998 Krizi
mülkiyetin merkezileĢmesini arttırdı.71 MerkezileĢme sonucunda 2004‘e gelindiğinde Rusya‘da üretimin 1/3‘ü,
emek kaynağının %16‘sı ve banka aktiflerinin %17‘si 23 oligarkın sahibi olduğu büyük holdinglerde toplanmıĢ
bulunuyordu.72
67
A. y.
A. y.
69
Clarke, a. g. e., s. 60.
70
Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt: Kapitalist Üretimin EleĢtirel Bir Tahlili, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara, Sol Yayınları, 1986, s. 782 ;
Marx, Felsefenin Sefaleti, Çev. Ahmet Kardam, Ankara, Sol Yayınları, 1992, s. 197 ;
71
Clarke, a. g. e., s. 63.
72
Kagarlitski, a. g. e., s. 308.
68
222
Otoriter Rejimin OluĢumu
Her yönden emekçi kitlelerin aleyhine olan neoliberal politikaları siyasal bilinç ve örgütlülük açısından daha
güçlü iĢçi sınıfının bulunduğu merkez ülkelerde uygulamak hem son derece zordu hem de Ģiddetli sınıf
savaĢımına neden olabilirdi. Bu nedenle neoliberal politikalar, merkez kapitalist ülkelerde de uygulanmakla
birlikte, daha yoğun olarak çevre kapitalist ülkelerde ve kapitalizme geçiĢ yapan eski sosyalist ülkelerde
uygulandı. Bu politikaların uygulanabilmesi ve güvence altına alınabilmesi için devlet aygıtının neoliberal
politikalara uygun biçimde yeniden yapılandırılması gerekiyordu. Bu amaçla sosyal devlete yönelik muazzam
bir saldırı baĢlatıldı.73 Çünkü sosyal devlet modeli, iĢçi sınıfının ekonomik, siyasal ve toplumsal kazanımlarını
içeriyordu. Belli bir dönem için (1945-1970) sermaye birikimine katkı sağlamıĢ olan bu devlet modeli, 1970
sonrasında artık birikimin önünde engel teĢkil etmeye baĢlamıĢtı.74
ĠĢçi sınıfının kazanımlarından (yüksek ücret, iĢsizlik sigortası, sınırlı çalıĢma süresi, iĢ güvencesi, ücretsiz eğitim
ve sağlık hizmetleri, yüksek emeklilik maaĢları, gebelik ve annelik ödemeleri, vb.) kurtulmak ve sermaye
birikimine katkı sağlayacak baĢka bir devlet modeli geliĢtirebilmek amacıyla sosyal devlete karĢı ―neoliberal
saldırı‖ baĢlatıldı. Neoliberal yeniden yapılanma sürecinde kapitalist sınıfın yeni bir devlet modeline ihtiyacı
vardı: ĠĢçi sınıfının kazanımlarını koruma, ekonomiye müdahale etme ve toplumsal refahı destekleme
konularında ―zayıf devlet‖; sermaye birikimini destekleme ve güvence altına alma konusunda ise ―güçlü devlet‖.
Sosyal devlete saldırı ve sosyal devletin çöküĢü, iĢçi sınıfının bilinç ve örgütlülük bakımından daha zayıf olduğu
çevre kapitalist ülkelerde daha Ģiddetli yaĢandı: Devlet aygıtı yeniden yapılandırıldı ve ―otoriter devlet‖ modeli
geliĢtirildi.75
Otoriter devletin sınıfsal temelini kapitalist sınıf, bürokrasi ve teknokrasi arasında kurulan ittifak oluĢturur. Bu
devlet tipinin temel iĢlevi emekçi kitlelerin örgütlülüğünü kırmak, emekçileri siyasal-ekonomik karar alma
sürecinden dıĢlamak, baskı ve kontrol altına almak ve nihayet böylece neoliberal politikaların uygulanması için
uygun toplumsal-siyasal ortam sağlamaktır. BaĢka bir ifadeyle otoriter devlet, neoliberal politikaları
uygulayabilmek için demokratik katılım alanını daraltır ve anti-demokratik uygulamalara baĢvurur. Çünkü
ücretlerin azaltılması, toplumsal harcamaların / hizmetlerin kısılması, kamu iĢletmelerinin yok pahasına
özelleĢtirilmesi gibi son derece emekçi kitlelerin aleyhine olan neoliberal politikaları ―katılımcı demokratik
rejim‖ içinde uygulamak mümkün olamaz. Dolayısıyla neoliberal politikaları uygulayıp kapitalizmi yeniden
yapılandırmak için ―demokrasinin engellenmesi‖ gerekiyordu. 76 Otoriter devlet, ―demokrasiyi engellerken‖
kendisini topluma ―sınıflar üstü‖ olarak sunar ve böylece ―kapitalist devlet‖ karakterini gizlemeye çalıĢır. Bu
amaçla, ―milliyetçilik‖ ve ―ekonomik rasyonellik‖ otoriter devletin iki ideolojisi haline gelir. Milliyetçilik
ideolojisi daha çok devletin bürokrasi kanadına, ekonomik rasyonellik ideolojisi ise devletin teknokrasi
73
74
Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev. Tuncay Birkan, Ġstanbul, Metis Yayınları, 2003, s. 111.
Sungur Savran, Fuat Ercan, ―Günümüzde Devlet ve Kapitalizm Üzerine‖, Ġktisat Dergisi, Sayı 403, Ġstanbul, ĠFMC, Temmuz 2000, s. 5-
6.
Bkz.: Guillermo O‘Donnel, ―Bürokratik-Otoriter Devlet Yapısındaki Gerilimler ve Demokrasi Sorunu‖, Çev. Ender AteĢman, Latin
Amerika‟da Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Ed. Ragıp Zarakolu, Ġstanbul, Alan Yayıncılık, 1985, s. 112-114 ; A. Boron,
―Hobbes ile Friedman Arasında: Latin Amerika‘da Ekonomik Liberalizm ve Burjuva Despotizmi‖, Çev. Göksel Türk, Latin Amerika‟da
Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Ed. Ragıp Zarakolu, Ġstanbul, Alan Yayıncılık, 1985, s. 30-33 ; Galip L. Yalman, ―Popülizm,
Bürokratik Otoriter Devlet ve Türkiye‖, 11. Tez, Sayı 1, Ġstanbul, Uluslararası Yayıncılık, 1985, s. 43-46.
76
Bogdan Denis Denitch, ―The Triumph of Capitalism?‖, Eastern Europe: Transformation and Revolution, 1945-1991, Ed. Lyman H.
Legters, Lexington, D. C. Heath and Company, 1992, s. 632.
75
223
kanadına dayanır. Sonuç olarak otoriter rejim, demokrasiyi, ―devletin bekası‖ ve ―ekonomik rasyonellik‖ adına
engeller.
Otoriter devlet toplumsal hizmet alanlarını özelleĢtirme politikası çerçevesinde özel sektöre devreder. Böylece
―toplumsal hizmet alanları‖, kar oranının yüksek olduğu ―ekonomik sektörlere‖ dönüĢtürülür. Bunun en güzel ve
en önemli örneği, sağlık ve eğitim ―hizmet‖lerinin sağlık ve eğitim ―sektör‖lerine dönüĢtürülmesidir. Toplumsal
hizmet iĢlevini yitiren devlet, ―kendi emekçi sınıflarını ve fazla nüfuslarını (iĢsizleri) denetim altında tutma gibi
polisiye bir işlevle sınırlanır.‖77 Yani otoriter devlet, toplumsal hizmetler alanında küçülen, kolluk kuvvetleri
alanında büyüyen, neoliberal politikaların uygulanması için uygun (anti-demokratik) toplumsal-siyasal alan
yaratan, muhalefeti ezen, kitleleri karar alma sürecinden dıĢlayan, kapitalist sınıf - bürokrasi - teknokrasi
ittifakına dayalı bir ―çevre kapitalist devlet modeli‖ olarak geliĢtirildi. Bu otoriter model Rusya‘da 1990‘larda
oluĢturuldu.
Rusya‘da yerel/bölgesel yönetimler karĢısında merkezi devlet yönetimi daha önce Gorbaçov döneminde
zayıflamaya baĢlamıĢtı. Bu zayıflama süreci Yeltsin döneminde daha da arttı. Gorbaçov döneminde Devlet
ĠĢletmeleri Yasası (1987) ve Kooperatifler Yasası (1988), iĢletmelerin ve kooperatiflerin bağımsızlığını arttırdı.
Devlet iĢletmelerine ve kooperatiflere dıĢ ticaret yapma ve yeni iĢletmeler (veya kooperatifler) kurma yetkisi
verildi. ĠĢletmeler üzerinde merkezi planlama ajanslarının kontrolü azaltıldı. Böylece ekonomik yetkiler merkezi
bakanlardan iĢletme yöneticilerine (teknokrasiye) kaydı. Bu durum iĢletme yöneticilerinin merkezi devlet
karĢısında gücünü arttırdı. Ayrıca iĢletme yöneticileri, merkezi devlet yönetimi karĢısında bağımsız hareket etme
kabiliyetini arttırmak için yerel/bölgesel yöneticilerle (bürokrasiyle) iĢbirliği yaptılar. Parçalanma sonrasında ise
Yeltsin reformları iĢletmeleri özelleĢtirdi. Bu iĢletmelerin büyük kısmı, iĢletme yöneticileri (teknokratlar) ve
devlet yöneticileri (bürokratlar) tarafından satın alındı. Yani iĢletmeler, özelleĢtirmeler sonucunda bürokratikteknokratik yönetici elitlerin özel mülkiyetlerine dönüĢtü. ĠĢletmelerin yeni sahipleri (kapitalistler), iĢletmenin
bulunduğu bölgenin yerel yöneticileriyle iĢbirliği yaptılar. Böylece her bölgede yerel ekonomik ve siyasal güçler
―bölgesel koalisyonlar‖ oluĢturdular. Bu bölgesel koalisyonların aktörleri yerel bürokratlar, yerel teknokratlar ve
yerel kapitalistler oldu. Ayrıca Ağustos 1991‘de Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP)‘nin Yeltsin
tarafından yasaklanması Rusya‘da bölgesel koalisyonların oluĢmasında/güçlenmesinde ve bölgeler üzerinde
merkezi kontrolün azalmasında etkili oldu.
Merkezi yönetim ulusal federal sistemi (yani ―tepeden federalizm‖ tipini) savunurken, bölgesel koalisyonlar
sözleĢmeye dayalı federal sistemi (yani ―aĢağıdan federalizm‖ tipini) savundular. Birinci tipte merkezi yönetim
ile federe birimler arasında iktidarın (yetkilerin) dağılımını merkezi yönetim belirler. Ġkinci tipte ise iktidarın
dağılımını, merkezi yönetim ile federe birimler arasında yapılan sözleĢmeler belirler. Bu konuda merkezi devlet
yönetimi ile bölgesel yönetimler arasında herhangi bir uzlaĢma sağlanamayınca özerk cumhuriyetler kendilerini
―cumhuriyet‖, özerk bölgeler de kendilerini ―özerk cumhuriyet‖ ilan etmeye baĢladılar. 78
Noam Chomsky, ―Yeni Dünya Düzeninde Demokrasi Mücadelesi‖, DüĢük Yoğunluklu Demokrasi, Ed. Barry Gills, Joel Rocamora,
Richard Wilson, Çev. Ahmet Fethi, Ġstanbul, Alan Yayıncılık, 1995, s. 120. Alıntı içinde yer alan parantez bana aittir.
78
Bkz.: Stoner-Weiss, a. g. e., s. 10-11, 29-42, 48-49, 98-110.
77
224
Böylece 1990‘larda Rusya‘da tam bir ―desentralizasyon‖ gerçekleĢti. SSCB sonrası Rusya Federasyonu 89
bölgesel idari birimden oluĢmaktaydı ve bunların merkezi Moskova idi. Desentralizasyon siyasal yetkileri yerel
yöneticilerin lehine paylaĢtırdı; ama yerel halklara ve emekçi kitlelere daha fazla özgürlük ve daha müreffeh bir
yaĢam sunmadı. Çünkü hem merkezde (Moskova‘da) otoriter bir yönetim oluĢtu, hem de yerel bölgelerde
otoriter yönetimler oluĢtu. Merkezdeki otoriter yönetimin baĢında Yeltsin bulunurken, bölgesel otoriter
yönetimlerin baĢında valiler hüküm sürdü. Merkezde ―büyük hükümdar‖ Yeltsin otururken, 89 bölgede vali
adında 89 ―mini hükümdar‖ ortaya çıktı. Bu durum, sömürgecilik çağında Meksika, Brezilya, Kolombiya,
Bolivya gibi Latin Amerika ülkelerinde geliĢmiĢ olan ―Kasikizm‖ rejimlerini andırıyordu. Kasikizmde
yerel/bölgesel yöneticiler kendi bölgelerinde tam yetkili malikler idi. Bu bölgeler, Avrupalı sömürgeci devletlere
hammadde satıyorlardı ve Avrupalı sermayeye bağımlı idiler. ―Sovyet Rusyası‖ 1990‘larda kapitalizme geçiĢ
sürecinde neoliberal reformlar sayesinde ―Kasikizm Rusyası‖na dönüĢtü. 79
Moskova merkezli oligarklar, bürokrasi ve teknokrasi kendi çıkarları gereği ―büyük hükümdar‖ Yeltsin‘i
desteklerken; yerel bölgelerde ortaya çıkan ―mini kapitalistler‖, yerel bürokrasi ve teknokrasi kendi bölgesel
―mini hükümdarlarını‖ (valileri) desteklediler. Ayrıca yerel bölgelerdeki organize suç örgütleri de kendi valileri
ile bağlantılar kurdular. Yerel mafya grupları valileri parasal olarak desteklediler, valiler de kendi bölgelerindeki
mafya gruplarını himaye altına aldılar. Bazen valiler bizzat kendi mafyalarını oluĢturuyorlardı. Merkez kapitalist
devletler ve yabancı sermaye grupları ise, o anki çıkarlarına göre, zaman zaman merkezi yönetimi (Yeltsin
iktidarını) zaman zaman ise yerel yönetimleri (bölgesel koalisyonları) desteklediler.
Merkezi ve bölgesel otoriter yönetimler birbirleriyle rekabet halindeydiler. Ama üzerinde uzlaĢtıkları ortak
hedefleri vardı: ĠĢçileri karar alma sürecinden dıĢlamak, iĢçilerin ülke çapında örgütlenmesini/birleĢmesini
engellemek ve neoliberal reformlara karĢı çıkan her türlü muhalefeti ezmek. Çünkü neoliberal reformları
uygulamak, kapitalizme geçmek ve böylece bürokratların, teknokratların ve kapitalistlerin zenginleĢmesi buna
bağlıydı. Bu nedenle bürokratlar, teknokratlar ve oligarklar arasında bir ―neoliberal ittifak‖ oluĢtu. Bu ittifak,
neoliberal reformları ve bu reformları uygulayan Yeltsin‘i desteklediler. Ama özelleĢtirilecek ekonomik
varlıkların (fabrikalar, bankalar, gayrimenkuller, madenler, tarım toprakları, çeĢitli tesisler, medya organları,
üretim araçları) bölüĢülmesi konusunda anlaĢmazlıklar çıktı. 1990‘ların ilk yarısında geniĢ kapsamlı
özelleĢtirmeler yapıldı. Bu nedenle 1990‘ların ikinci yarısında özelleĢtirilebilecek ekonomik varlıkların sayısı ve
değeri azaldı. Yani ―özelleĢtirilecek pasta‖ küçüldü. Bu nedenle özellikle 1990‘ların ikinci yarısında bürokratlar,
teknokratlar ve oligarklar arasında ―özelleĢtirilecek pastadan‖ pay kapma rekabeti kızıĢtı. Bu nedenle
bürokratlar, teknokratlar ve oligarklar arasında çok sayıda ―gruplaĢmalar‖ ortay çıktı. Her ―bürokratikteknokratik-oligarĢik grup‖ pastadan daha fazla pay kapabilmek için diğer gruplarla kıyasıya rekabet içine girdi.
Bu amaçla özellikle medya organları kullanıldı. ―Bürokratik-teknokratik-oligarĢik gruplar‖ medyayı kullanarak
birbirlerini karaladı/eleĢtirdi ve rekabetin dıĢına itmeye çalıĢtı. 80 Ama hepsinin üzerinde uzlaĢtığı üç konu vardı:
(1) Neoliberal reformlar vasıtasıyla kapitalizme geçiĢ, (2) reformları uygulayan Yeltsin iktidarı, (3) emekçi
kitleleri dıĢlayan ve muhalefeti bastıran otoriter rejim.
79
80
Kagarlitski, a. g. e., s. 272-273.
A. e., s. 250-251.
225
2 Ocak 1992 Programı Rus ekonomisini IMF, Dünya Bankası ve merkez kapitalist ülkelere bağımlı hale getirdi.
Ayrıca bir avuç oligark, bürokrat ve teknokrat sürekli zenginleĢirken toplumun büyük kesimi yoksullaĢtı. Bu
duruma karĢı ilk güçlü muhalefet Duma içinden geldi. Kendilerini ―YurttaĢlar Birliği‖ olarak adlandıran
vekiller, Devlet BaĢkanı Yeltsin‘e, liberal BaĢbakan Yegor Gaydar‘a ve ardından gelen Viktor Çernomırdin‘e
karĢı sert muhalefet baĢlattılar. Bu grup merkezi devletin güçlendirilmesini, devletin ekonomide aktif rol
üstlenmesini ve bir ―ulusal kapitalizm‖ modelinin geliĢtirilmesini öneriyordu. YurttaĢlar Birliği muhalefeti kısa
sürede hem Duma içinde hem de sokakta güçlendi. Kitlesel protestolar arttı. YurttaĢlar Birliği‘nin önerileri
doğrultusunda Duma özelleĢtirmeleri yavaĢlatan, yabancı sermaye giriĢine kısıtlamalar getiren, devlet
sübvansiyonlarının ve toplumsal harcamaların kısılmasını zorlaĢtıran yasaları 1993 yılı içinde kabul etti. Bunun
üzerine Yeltsin 21 Eylül 1993‘te anayasayı askıya aldı ve Duma‘yı dağıttı. Yeltsin‘in amacı, Duma‘daki
muhalefeti bastırmak ve böylece yasama erkini yürütme erkininin kontrolüne sokmak idi. Bu sağlandığı takdirde
neoliberal reformlar çok daha kolay ve hızlı gerçekleĢtirilebilecekti. Çünkü Duma‘da ortaya çıkan muhalefet
―reform hareketini‖ yavaĢlatıyor ve hatta engelliyordu. Ama Ģiddete baĢvurmadan ve kan dökmeden muhalefeti
bastırmak ve yasama erkini yürütmenin kontrolüne sokmak mümkün değildi. Ayrıca böyle bir operasyonun
baĢarıya ulaĢabilmesi için Batılı hükümetlerden destek alınmalıydı.
Nitekim Yeltsin, anayasayı askıya alıp Duma‘yı dağıtmadan bir gün önce G-7 ülkelerinin (ABD, Almanya,
Ġngiltere, Fransa, Ġtalya, Japonya, Kanada) Moskova‘daki büyükelçilerine konuyla ilgili olarak danıĢmıĢtı.
Anayasayı askıya alıp Duma‘yı dağıttıktan bir gün sonra ise G-7 hükümetleri Yeltsin‘e destek mesajları
yağdırdılar. Buna rağmen muhalif vekiller direnmeye devam ettiler. Bu direniĢi kırmak için Yeltsin orduya ve
polise parlamento binasını kuĢatma talimatı verdi. Asker ve polis, parlamento binası Beyaz Ev‘i 24 Eylül‘de
kuĢattı. Ayrıca Beyaz Ev‘in elektrikleri kesildi. Buna karĢılık olarak muhalif vekiller, Yeltsin‘e güvensizlik oyu
verdiler ve halkı barıĢçıl gösteriler yapmaya çağırdılar. Binlerce insan Beyaz Ev‘in etrafına toplandı, Moskova
belediye binasını iĢgal etti ve ayrıca televizyon merkezi Ostankino‘ya yürüdü. Beyaz Ev kuĢatıldıktan bir gün
sonra (25 Eylül) Maliye Bakanı Boris Fiyodorov G-7 ülkelerinin maliye bakanlarıyla görüĢtü. 28 Eylülde ise
Washington‘da IMF ve Dünya Bankası yetkilileri ile görüĢmeler yaptı. Bu görüĢmelerde Fiyodorov Batı‘dan
tam mali destek aldı. Muhalefetin direniĢi devam edince Yeltsin, Batı‘dan gelen destekten de güç alarak, 4 Ekim
1993 günü Rus parlamentosunu Rus tanklarına bombalattı. Yani Yeltsin, ―19 Ağustos 1991‖ darbecilerinin
yapamadığını yaptı. Ayrıca silahsız sivil göstericiler üzerine ateĢ açıldı. ÇatıĢmalar en fazla Ostankino (devlet
televizyonu binası) önünde oldu. Devlet televizyonu olayları kamuoyuna duyurmadı. Ayrıca televizyon binasına
konuĢlanmıĢ olan keskin niĢancılar olayları fotoğraflayan iki Fransız ve bir Ġngiliz gazeteciyi vurdu. Ġki gün
boyunca (3-4 Ekim) Ģehirde geniĢ kapsamlı arama ve tutuklamalar yapıldı. Gösterilerle hiçbir ilgisi olmamasına
rağmen Kafkas kökenlilere yönelik ırkçı saldırıları bizzat Moskova polisi organize etti. Olaylar yatıĢtıktan birkaç gün sonra devlet televizyonu ölenlerin sayısını 142 olarak açıkladı. Daha sonradan bu sayı 187‘ye yükseldi.
Yeltsin yanlısı liberal ―aydınlar‖, yasama erkine karĢı gerçekleĢtirilen bu kanlı darbeyi destekleyen bir bildiri
yayınladılar. Yeltsin ve oligarklar tarafından kontrol edilen medya organları da bu saldırıyı desteklediler.
Saldırıya destek Batı‘dan da geldi: Beyaz Ev‘in bombalandığı gün IMF Rusya‘nın borç ödemelerini ertelediğini
duyurdu. Ertesi gün ise ABD, AB ve Japonya Yeltsin‘i desteklediklerini açıkladılar. Rusya‘nın ticari bankalara
226
olan borçlarını ertelemek için 8 Ekim‘de Frankfurt‘ta toplantı düzenlendi. Dört gün sonra Tokyo‘ya giden
Yeltsin, Kuril Adaları ile ilgili verdiği taviz karĢılığında Japon BaĢbakan‘dan ekonomik yardım sözü aldı. 81
Merkez kapitalist devletlerin ve finans kuruluĢlarının tam desteğini arkasına alan Yeltsin, hazırladığı yeni
anayasayı 12 Aralıkta referanduma sundu. Yeltsin‘e daha fazla yetkiler veren yeni anayasa referandumdan
%58,5 ile geçti. Böylece Rusya‘da baĢkanlık sisteminden ―güçlendirilmiĢ baĢkanlık sistemi‖ne geçildi. 82 ―Özü
itibariyle bu anayasa Yeltsin tarafından „kendisi için ve kendisine göre‟ yapılmıştır.‖ Bu nedenle Kagarlitski‘ye
göre ―Yeltsin anayasası Sovyet anayasasından daha kötüydü.‖83
4 Ekim Darbesi sonrasında insan hakları ihlalleri arttı. Siyasal iktidar temel hak ve özgürlükleri kıstı. Özellikle
muhalif siyasilere, akademisyenlere, gazetecilere ve sendikacılara büyük baskılar uygulandı:
―Bürokratik keyfiyet Stalin zamanından beri görülmemiş boyutlarda tüm ülkeye yayılmıştı. Tarihçi Roy
Medvedev şöyle bir tespitte bulunuyordu: “90‟lı yılların sonundaki temel insan hakları ihlalleri 60‟lı-70‟li
yılların sonlarındaki ihlallerden çok daha önemli ve yığınsal olmuştur.” Akademisyen Saharov‟un dul eşi
Yelena Bonner bile “böylesine yığınsal insan hakları ihlallerinin kolektivizasyon döneminden beri
yaşanmadığını” kabul etmiştir.‖84
Her otoriter rejimin temel özelliklerinden birisi hiç kuĢkusuz ―sansür ve propaganda‖dır. Bu, Rusya‘daki otoriter
rejimin de temel özelliklerinden birisiydi. Yeltsin ―sansür ve propaganda‖ politikasını 1992‘de baĢlattı ve 4
Ekim Darbesi sonrasında daha da sertleĢtirdi. Çünkü muhalefeti bastırmak ve topluma neoliberal reformları
kabul ettirmek için medyayı kontrol etmek, medyadaki ―aykırı sesleri‖ susturmak, reformları ve Yeltsin‘i
yücelten propagandalar yapmak, programların içeriğini kontrol etmek ve elbette medya içinde tüm kilit
mevkilere Yeltsin‘i ve neoliberal reformları destekleyen/öven kiĢileri yerleĢtirmek gerekiyordu. Rusya‘da
medyaya yönelik böyle bir operasyon SSCB yıkıldıktan hemen sonra baĢlatıldı. Bu operasyonla ilgili olarak
Kagarlitski Ģöyle yazıyor:
― “Komünist totalitarizme” karşı 1991‟de kazanılan kesin zaferden sonra Rusya‟daki iktidar, radyo ve
televizyonda bir temizlik yaparak “kızıllara” sempatisi olduğundan şüphelenilen herkesi işten çıkarmıştı. Hatta
bu çerçevede teknik personelden bile kovulanlar ya da yerinden edilenler olmuş, bunun neticesinde ise sürekli
“arızalar” görülmeye başlamış ya yanlış resimler konmuş, ya ses, ya görüntü kaybolur olmuştu. Ama “kızıl”
teknik personel artık yoktur. Bazen seyirciye en zavallı, en aptal olanlar arasından özel olarak seçilmiş
muhalifleri gösteriyorlardı: Kimi zaman en ılımlı olanları, kimi zaman da tam tersine, açıkça en aşırı olanları.
Bu ortamda Meksika pembe dizileri milyonlarca seyircinin tek nefes aldığı programlar oluyordu… Yalnızca
seyirciyi sürekli olarak komünizm hayaletiyle korkutmak yetmiyordu, aynı zamanda bunu iktidarın hoşuna
gidecek şekilde yapmak lazımdı. Televizyon kanalı “Ostankino”nun yöneticisi Yegor Yakovlev, Kafkasya‟daki
olaylarla ilgili başarısız bir programdan dolayı bir saat içerisinde görevini kaybetmişti. Daha önce
Moskovskiya Novosti‟yi (Moskova Haberleri) yönetirken Yakovlev, yeni Rus iktidarının propagandası ve
Sovyetler Birliği‟nin dağılması için herkesten çok uğraşmıştı. Ancak görevini yerine getirmiş ve artık gereksiz
bir insan olmuştu. Daha dün kamuoyunun güçlü hükümdarı iken birdenbire meslektaşlarından yardım dilenen
81
Chossudovsky, a. g. e., s. 282-283 ; Kagarlitski, a. g. e., s. 121-124, 131-132.
Fatih Özbay, ―Tarihsel Süreç Ġçerisinde Ruslar ve Rusya‖, Rusya: Stratejik AraĢtırmalar - 1, Ed. Ġhsan Çomak, Ġstanbul, TASAM
Yayınları, 2006, s. 23 ; (Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Boris_Yeltsin, 22.05.2012.
83
Kagarlitski, a. g. e., s. 197-198.
84
A. e., s. 124.
82
227
düşkün bir insana dönüşüvermişti. Meslektaşları Yakovlev‟i desteklemek için toplanmışlar ve ortak bir açıklama
yapmışlardır. Devlet başkanı ve hükümet bu açıklamayı fark etmediler bile; gazetelerin yöneticileri ise ertesi
gün hiçbir şey olmamış gibi hükümetin reformlarını övmeye devam ettiler. Yakovlev‟in ardından kendi
görüşlerinde direnmeye çalışan diğer gazeteciler de televizyonu terk etmek zorunda kaldılar… Rusya‟da
parayla her şeyi satın almak mümkündü, hatta devlet televizyonundaki haber programını bile. Televizyon
sahipleri rüşvet almıyorlardı, sadece “sponsorluk ödeneği” talep ediyorlardı.‖85
Yeltsin iktidarı gazetelere de el attı. Gazetelerin önemli bir bölümü hükümetin veya yeni ortaya çıkmakta olan
oligarkların kontrolüne geçti. Ekonomik sıkıntı içinde olan gazeteler hükümetin veya oligarkların yardımıyla
ayakta kalabildiler. Tabi ki bunun kaçınılmaz sonucu hükümetin veya oligarkların istediği yönde yayın yapmak
oldu. Basını ele geçirme operasyonunu Federal Enformasyon Merkezi yürüttü. Ayrıca Propaganda Bakanlığı
kuruldu ve baĢına, bir bulvar gazetesi olan Moskovski Komsomolets (Moskovalı Komsomolcu)‘in baĢ editörü
Pavel Gusev getirildi. Gusev göreve gelir gelmez gazete ve gazetecileri sıkı takibe aldı. Muhalif gazete ve
gazeteciler fiĢlenirken Yeltsin‘i ve neoliberal reformları destekleyen gazete ve gazeteciler desteklendi.
―Bakanlık Amerikan yaşam tarzını, Coca-Cola‟yı, serbest girişimcilik değerlerini ve güçlü yürütme erkini,
kısacası “demokratik seçimin ideolojisini” vaaz eden gazetelere cömertçe yardım etti.‖86 Bu cömert yardımları
sadece Propaganda Bankalığı vermedi; aynı zamanda oligarklar da gazeteleri ve gazetecileri ―cömertçe
desteklediler‖. Tabi ki cömert yardımları kabul eden gazeteler ve gazeteciler, kendilerinden istenilen yayınları
ve propagandayı yaptılar. Her türlü baskıya ve ekonomik sıkıntıya rağmen Yeltsin‘e ve oligarklara boyun
eğmeyen gazeteler de vardı. Bunlardan birisi Solidarnost (DayanıĢma) idi. Moskova Sendikalar Federasyonu
tarafından desteklenen ve iktidarı eleĢtiren Solidarnost‘un tirajı 1991‘de 5 binden 1993‘te 30 bine yükseldi. 87
Parlamentonun yayın organları olan Russkaya Gazeta (Rus Gazetesi) ile Narodni Deputat (Halk Vekili) 21 Eylül
1993‘te hükümetin kontrolüne geçti. Muhaliflerin yayın yaptığı Rezonans radyosu, 4 Ekim Darbesi sırasında
iktidar güçleri tarafından tümüyle yakıldı. Hükümet, darbe günü ―olağanüstü hal‖ ilan etti ve bu çerçevede
gazetelere ―geçici sansür‖ getirdi. Bu ―geçici sansür‖ darbe sonrasında cezalandırıcı sansüre dönüĢtürüldü:
―Hükümetin taleplerini ihlal eden gazetelerin kapatılacağı‖ duyuruldu. Bu bağlamda Pravda (Doğruluk),
Sovyetskaya Rossiya (Sovyet Rusyası), Raboçaya Tribuna (ĠĢçi Kürsüsü), Den (Gün) gibi muhalif veya tarafsız
gazeteler kapatıldı/yasaklandı. Ayrıca 600 Saniye, Kızıl Kare, Politbüro, Parlamento Saati gibi darbe sürecinde
tarafsız kalan TV programları yayında kaldırıldı. Çünkü bu programlar 4 Ekim Darbesi‘ni ―açıkça
desteklememiĢlerdi‖. Yani sansüre takılmak için muhalefet yapmaya gerek yoktu. Rejimi ―açıkça
desteklemeyenler‖ de yasaklanıyordu. Yasaklanan gazeteler daha sonradan tekrar yayına baĢlayabildiler. Ama
bunlardan bazıları (örneğin Raboçaya Tribuna) eski muhalif çizgilerini terk ederek yayın hayatını sürdürebildi.
Muhalif çizgisini terk etmeyen gazetelere ise (örneğin Pravda ve Sovyetskaya Rossiya) baskı uygulanmaya
85
A. e., s. 125-127.
A. e., s. 128-129.
87
A. e., s. 129.
86
228
devam edildi.88 Medyaya yönelik uygulanan baskıları Macar siyaset bilimci T. Kraus Ģöyle tanımladı: ―1993‟te
postmodern çağın gerçek bir enformasyon darbesi yaşanmıştır: Televizyon Darbesi.‖89
1993 sonbaharında Ģiddet kullanarak muhalefeti ezen Yeltsin iktidarı, 2 Ocak 1992 Programı‘nı devam ettirme
kararı aldı. Bunun üzerine IMF, Dünya Bankası ve Batılı ülkelerden yeni krediler yağdı. GeçmiĢte Batılı
devletler ve liberaller SSCB‘yi sürekli olarak ―anti-demokratik, otoriter, totaliter‖ olmakla ve ―insan haklarını
ihlal etmekle‖ suçlamıĢlardı. Ama Yeltsin dönemindeki otoriterizmi ve insan hakları ihlallerini hiç
eleĢtirmediler. Çünkü eski SSCB dönemindeki siyasal iktidar ve otoriter rejim, SSCB‘nin devasa kaynaklarını
ve zenginliklerini Batılı devletlerin ve Ģirketlerin hizmetine sokmamıĢtı. Oysa Yeltsin iktidarı ve yeni otoriter
rejim, Rusya‘nın kaynaklarını/zenginliklerini özelleĢtirme ve serbestleĢtirme adı altında Batılı Ģirketlerin ve
devletlerin ayaklarına serdi. ĠĢte bu nedenle Batılı devletler ve liberaller Yeltsin dönemindeki otoriter rejimi,
insan hakları ihlallerini ve kanlı 4 Ekim Darbesi‘ni son derece ―hoĢ görüldüler‖.
Yeltsin‘e yönelik Batı desteği artarak devam ederken içeride halk desteği giderek azaldı. Bu nedenle 1995 Duma
seçimlerinin galibi RFKP oldu. Seçimler, genel olarak Doğu Avrupa ülkelerinde seçmenin sola kaydığı ve
ekonomik sıkıntılardan dolayı emekçi kitlelerin homurdandığı bir ortamda gerçekleĢtirildi. RFKP oyların
çeyreğini ve Duma‘daki sandalyelerin çoğunluğunu alarak birinci parti oldu. Liberal BaĢbakan Viktor
Çernomırdin‘in ―Evimiz Rusya‖ partisi %5‘lik barajı zor geçip Duma‘ya girdi. Duma‘ya girmeyi baĢaran diğer
iki parti, Grigori Yavlinski liderliğindeki Rusya BirleĢik Demokratik Parti (Yabloko) ve Rusya Liberal
Demokrasi Partisi oldu. Eski liberal BaĢbakan Yegor Gaydar‘ın partisi (Rusya‘nın Demokratik Seçimi) barajın
altında kaldı. Rusya Sendikaları ve Sanayicileri Birliği ancak %1,55 oy alabildi. Baraj altında kalan bir baĢka
parti milliyetçi-muhafazakar Yuri Skokov ve General Lebed liderliğindeki Rusya Cemaatleri Kongresi oldu. 90
Ama partiler için asıl hedef 1996‘da yapılacak olan devlet baĢkanlığı seçimi idi. Duma seçimlerinden birinci
çıkan RFKP, haklı olarak baĢkanlık seçimi için çok umutlandı. Nitekim yapılan anket çalıĢmalarına göre, hem
ekonomik sıkıntılardan dolayı hem de kanlı 4 Ekim Darbesi‘nden dolayı BaĢkan Yeltsin‘e olan halk desteği
%3‘e gerilemiĢ durumdaydı. 91 Ama buna rağmen Yeltsin, katılımın %68,9 olduğu 16 Haziran-3Temmuz 1996
seçimlerinde %53,8 oy alarak iktidarını korumayı baĢardı. Yeltsin‘in en önemli rakibi RFKP BaĢkanı Gennady
Zyuganov ise %40,3‘te kaldı.92
1996 baĢında halk desteğini iyice yitirmiĢ olan Yeltsin, nasıl oldu da 1996 yazında tekrar devlet baĢkanı seçildi?
Birincisi; Yeltsin seçim propagandasında, ―seçimi kaybettiği takdirde komünistlerin tekrar iktidara geleceğini,
eski komünist sisteme geri dönüleceğini, ülkenin iç savaĢa sürükleneceğini‖ söyledi. Medyada ve mitinglerde
sürekli olarak ―ya Yeltsin ya da Komünistler‖ ve ―ya Yeltsin ya da iç savaş‖ söylemi kullanıldı. Böylece
―toplumsal bilinçte ikilem‖ oluĢturuldu. Bu ikileme göre üçüncü bir alternatif yoktu. Propagandayı Yeltsin‘in
ABD‘den getirttiği Amerikalı danıĢmanlar yürüttü. Nitekim seçim sonrasına Time dergisi, Yeltsin‘in seçimleri
Amerikalı danıĢmanları sayesinde kazandığını yazdı. Rus halkı Yeltsin‘in otoriter rejiminden memnun değildi,
88
Bkz.: a. e., s. 129-134.
Aktaran a. e., s. 13.
90
Bkz.: a. e., s. 212-221.
91
Özbay, a. g. e., s. 24.
92
(Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Boris_Yeltsin, 22.05.2012.
89
229
ama eski tek-partili otoriter rejimden de memnun değildi. Rus kamuoyu Stalin‘den nefret ettiği için propaganda
süresince bilinçli olarak ―komünizm ile Stalinizm‖ ve ―komünistle ile Stalin‖ bir tutuldu. Ayrıca ülkenin iç
savaĢa sürüklenmesinden herkes büyük endiĢe duyuyordu. 4 Ekim Darbesi sırasında parlamento bombalanmıĢ,
sivil göstericilere ateĢ açılmıĢ ve çok sayıda insan ölmüĢtü. Bu nedenle 4 Ekim Darbesi sonrasında kamuoyunda
―iç savaĢ olasılığı ve korkusu‖ çok artmıĢtı. Yeltsin‘in Amerikalı danıĢmanları ―ya Yeltsin ya da iç savaş‖
söylemini kullanarak bu korkuyu daha da azdırdılar. Yani seçim propagandasının kilit noktası, halkı ―komünizm
(Stalinizm)‖ ve ―iç savaĢ‖ ile korkutmak oldu. Korkuya kapılan halk, ―Stalinistler geleceğine Yeltsin kalsın‖ ve
―iç savaĢ geleceğine Yeltsin kalsın‖ diye düĢündü. 93
İkincisi; kapitalizme geçiĢle birlikte ortaya çıkan oligarklar seçimlerde Yeltsin‘i desteklediler. Çünkü Yeltsin‘in
uyguladığı neoliberal reformlar oligarkları zenginleĢtiriyor ve koruyordu. 94 Oligarklar ellerindeki ekonomik
gücü ve medya kanallarını kullanarak yoğun biçimde Yeltsin‘in propagandasını yaptılar. Halk iyice
yoksullaĢmıĢtı ve bu nedenle gazete satıĢları dibe vurmuĢtu. Böyle bir ortamda propagandanın en önemli aracı
televizyon idi. Televizyon kanalları ve programları ise oligarkların kontrolündeydi. ―Halkın üzerine gerçek bir
propaganda sağanağı yağdı. Referandumu konu alan televizyon programlarının %85‟i iktidarı övüyor ve
başkana oy vermeye çağırıyordu.‖95 Bu propagandaya dönemin ünlü pop ve sinema yıldızları da destek verdiler.
Büyük paralar karĢılığında popüler Ģarkıcılar kiralandı, ülke çapında konserler verildi ve Yeltsin yanlısı
Ģovlar/gösteriler düzenlendi. Yeltsin‘i ve uygulanan ekonomi politikalarını eleĢtiren herkes medya tarafından ya
―komünist‖ ya da ―faĢist‖ olarak damgalandı. Komünist aday Zyuganov sürekli karalandı. Örneğin, ―komünist
Zyuganov seçimleri kazandığı takdirde tüm televizyon dizilerinin yasaklanacağı‖ söylendi. Bu gibi yalanları,
Yeltsin yanlısı liberal aydınların kurduğu Etkin Politika Vakfı yaydı. 96
Üçüncüsü; yukarıda belirttiğimiz gibi, Yeltsin‘e karĢı olan muhalif gazeteler, radyo - TV kanalları ve
programları 4 Ekim Darbesi sürecinde susturulmuĢtu. Muhalif medya organlarının susturulması Yeltsin‘in
seçimleri kazanmasını kolaylaĢtırdı. Dördüncüsü; seçim kampanyasında Yeltsin, halkın hoĢnut olmadığı
reformları durduracağını, Çeçenistan‘da süren savaĢı sona erdireceğini ve maaĢlara zam yapacağını vaat etti.
Beşincisi; seçim arifesinde IMF Rusya‘ya 10 milyar dolar kredi vereceğini açıkladı. Yeltsin bu açıklamayı iç
politikada seçim propagandası olarak kullandı. Altıncısı; Batılı devletler ve medya organları seçim arifesinde
Yeltsin‘i övüp destekleyerek Rus seçmenini etkilediler. Yedincisi; oligarklar ve Rusya‘da iĢ yapan Batılı
Ģirketler Yeltsin‘in seçim kampanyasını finanse ettiler. Dolayısıyla Yeltsin‘in seçim bütçesi adeta sınırsız idi.
Oysa en önemli rakibi olan Zyuganov‘un mali gücü son derece sınırlı idi.97 Ayrıca seçimlere hile karıĢtı.
―Oyların sayılmasında pek çok hile yapıldığı, her şeyden çok da Yeltsin‟in oylarına hatırı sayılır çoklukta oy
Dönemin generalleri Korjakov ve Kulikov daha sonradan önemli açıklamalarda bulundular. Bu iki generalin itiraflarına göre, 1996
BaĢkanlık seçimleri öncesinde bir darbe planı hazırlanmıĢtı ve eğer seçimi RFKP BaĢkanı Gennady Zyuganov kazansaydı plan
uygulanacaktı. Plana göre, seçimi kazanan Zyuganov askeri darbeyle düĢürülecek ve Yeltsin iktidarda kalmaya devam edecekti.
(Kagarlitski, a. g. e., s. 248). Demek ki, seçim öncesinde kullanılmıĢ olan ―ya Yeltsin ya da iç savaş‖ söylemi sadece bir propaganda değildi;
bu söylemin gerçekliği de vardı. Çünkü Yeltsin seçimi kaybettiği takdirde orduyu kullanarak darbe yapmayı ve böylece ülkeyi iç savaĢa
sürüklemeyi planlamıĢtı.
94
Manuel Castells, ―Global Informational Capitalism‖, The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization
Debate, Ed. David Held and Anthony McGrew, Cambridge, Polity Press, 2003, s. 329.
95
Kagarlitski, a. g. e., s. 120.
96
A. e., s. 246-247.
97
(Çevrimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Boris_Yeltsin, 22.05.2012.
93
230
eklendiği anlaşıldı.‖98 Ama seçimleri iptal edebilecek ve hile yapanları tespit edip cezalandırabilecek bağımsız
bir organ/kurum yoktu devlet içinde. Devlet kurumları 4 Ekim Darbesi sonrasında büyük ölçüde Yeltsin‘in ve
oligarkların kontrolündeydi.
Seçimler sonrasında oligarkların Yeltsin, hükümet ve parlamento üzerindeki etkisi iyice arttı. Yeltsin yönetimi,
seçimlerde aldığı desteğin karĢılığı olarak ülkenin kaynaklarını özelleĢtirme adı altında oligarklara dağıtmaya
devam etti. Oligarklar zenginleĢirken toplumun çoğunluğu yoksullaĢtı ve ekonomi giderek kötüleĢti. BaĢkan
Yeltsin, kötü gidiĢatı durdurmak ve yükselen toplumsal tepkileri yatıĢtırmak için sık sık hükümette değiĢiklikler
yaptı. 1997‘de Boris Nemtsov ve Anatoliy Çubays, 1998‘de ise Sergey Kriyenko Yeltsin tarafından büyük
umutlarla görevlendirilen önemli isimler oldu.99
1998‘de yapılan bir anket çalıĢmasına göre, Rusların çok büyük bir kesimi 1989-1991 döneminde (yani sosyalist
rejimin çöktüğü ve SSCB‘nin parçalandığı yıllarda) yaĢanılmakta olan büyük dönüĢüm ve gelecek hakkında son
derece olumlu düĢüncelere sahip idi. Kapitalizme geçiĢ ile birlikte daha fazla ―zenginlik‖, daha fazla ―tüketim‖
ve daha fazla ―özgürlük‖ umut ediyorlardı. Fakat bunun tersine; 1990‘lı yıllar boyunca yani kapitalizme geçiĢin
yaĢandığı yıllarda iĢsizlik arttı, yoksulluk yaygınlaĢtı, toplumsal hizmetler/harcamalar geriledi, gelir dağılımında
büyük uçurumlar oluĢtu, otoriter rejim kuruldu, kitleler karar alma sürecinden dıĢlandı, muhalefete karĢı Ģiddet
kullanıldı, mafya grupları güçlendi ve suç oranında büyük artıĢ gerçekleĢti. Tüm bu olumsuzluklar, geçiĢ
sürecinin baĢında kamuoyunda hakim olan umutlu havayı 1990‘ların sonunda büyük bir hayal kırıklığına
dönüĢtürdü. Böylece Yeltsin‘e ve iktidardaki diğer siyasilere karĢı nefret ve güvensizlik arttı. 100 Bu durum
kaçınılmaz olarak hem siyasal iktidarda hem de ekonomi yönetiminde değiĢime neden oldu.
Ağustos 1998 Krizi neoliberal Viktor Çernomırdin hükümetinin sonunu getirdi. Yeltsin, Yevgeniy Primakov‘u
hükümeti kurmakla görevlendirdi. Primakov, yeni bir ―merkez sol (sosyal demokrat)‖ hükümet kurdu. Yeni
hükümet, 2 Ocak 1992‘den beri uygulanmakta olan neoliberal reformları terk etti ve sosyal demokrat politikalar
baĢlattı: Devletin ekonomiye müdahale etmesi, sosyal harcamaların/hizmetlerin arttırılması, piyasanın sosyal
olarak (yani toplumun ihtiyaçları dikkate alınarak) yeniden düzenlenmesi, üretken sektörün desteklenmesi ve
üretimin canlandırılması, gelir dağılımının daha adil hale getirilmesi. Ayrıca Primakov hükümeti 1992‘den beri
devam etmekte olan özelleĢtirmelerin hızını yavaĢlattı ve kapsamını daralttı. Hatta bazı bölgelerde fabrikalar
yerel yönetimin yararına yeniden millileĢtirildi. Yeni sosyal demokrat politikalar kısa sürede olumlu sonuçlar
verdi. 1999 ilkbaharından itibaren Rus ekonomisi canlanmaya baĢladı, ruble değer kazandı, sanayi üretimi arttı,
maaĢlar ödenmeye baĢlandı, ihracat-ithalat ve sermaye giriĢ-çıkıĢı üzerinde devlet kontrolü arttırıldı, ülke
kaynaklarının oligarklar tarafından talan edilmesini engellemek için önlemler alındı, devletin elinde kalan
iĢletmeler (özellikle askeri-sanayi kompleksi) yeniden faaliyete geçti. Primakov vergi ödemeyen iĢletmelerin
malvarlığına el koymak ve bunlardan bazılarını millileĢtirmek istedi. Ama büyük ölçüde Yeltsin‘in ve oligarklar
buna müsaade etmedi. Merkez kapitalist devletlerin önerdiği neoliberal politikaları reddeden sosyal demokrat
hükümet dıĢ politikada da Batı etkisinden kurtulmaya çalıĢtı. Örneğin, Kosova meselesi bahane edilerek
98
Kagarlitski, a. g. e., s. 234.
Özbay, a. g. e., s. 24.
100
Marc Morje Howard, The Weakness of Civil Society in Post-Communist Europe, Cambridge, Cambridge University Press, 2003, s.
136-144.
99
231
Sırbistan‘ın NATO tarafından bombalanması üzerine BaĢbakan Primakov, ABD ziyaretini iptal etti ve
kamuoyunu NATO‘ya karĢı harekete geçirdi.101
Primakov, kısa sürede popülaritesi ve siyasal gücü arttığı için Yeltsin‘in, sosyal demokrat politikalar uyguladığı
için neoliberallerin, kaynak dağılımını reel sektör lehine düzenlediği için oligarkların (bu kesimin zenginliği
doğal kaynakların ihracatından ve finansal spekülasyonlardan kaynaklanıyordu), seçmen tabanını (iĢçileri,
iĢsizleri, memurları) kendisine çektiği için de RFKP‘nin nefretini ve düĢmanlığını kazandı. Yani sosyal
demokrat Pirmakov‘a karĢı yeni bir ittifak oluĢtu. Bu ittifakın içinde Yeltsin, neoliberaller, oligarklar ve RFKP
yer aldı. Bir de buna Batılı sermayenin ve devletlerin hoĢnutsuzluğu eklenince Primakov 12 Mayıs 1999 günü
istifa etmek zorunda kaldı.
Devlet BaĢkanı Yeltsin, eski KGB‘nin yerine kurulmuĢ olan FSB‘nin BaĢkanı Vladimir Vladimiroviç Putin‘i 9
Ağustos‘ta BaĢbakan Yardımcılığına ve 16 Ağustos‘ta BaĢbakanlığa atadı. 31 Aralık‘ta ise Yeltsin, muhalefetin
ve halkın baskılarına daha fazla dayanamayarak istifa etti ve tüm yetkilerini yeni devlet baĢkanı seçilinceye
kadar BaĢbakan Putin‘e devretti. 23 Mart 2000‘de düzenlenen devlet baĢkanlığı seçiminde geçerli oyların
%52,9‘unu almayı baĢaran Putin, 7 Mayıs‘ta resmen yeni görevine baĢladı. 102
Yeni Putin yönetimi merkez kapitalist devletler, IMF ve Dünya Bankası tarafından önerilen neoliberal ekonomi
politikalarından uzaklaĢtı. Ülke çapında devlet otoritesini tesis etmek amacıyla merkezi yönetim ve hukuksal
yapı güçlendirildi, organize suç örgütleri çökertildi, yolsuzlukla mücadeleye büyük önem verildi, hükümeti ve
parlamentoyu tahakküm altına almıĢ olan oligarkların siyasal gücü kırıldı ve SSCB‘den miras kalan Rus Ordusu
modernize edildi. Ekonomiyi toparlamak ve kalkınmayı sağlamak amacıyla sanayide ve altyapıda geniĢ
kapsamlı devlet yatırımları gerçekleĢtirildi, yerli ve yabancı sermaye hareketleri üzerinde yeni kontrol
mekanizmaları geliĢtirildi, enerji, iletiĢim, ulaĢtırma gibi stratejik sektörlerde özelleĢtirmelere sınırlama getirildi,
yerli sanayiyi koruyacak biçimde ithalat rejimi yeniden düzenlendi ve tarıma verilen devlet sübvansiyonları
arttırıldı. Ayrıca Putin yönetimi halkın refah seviyesini yükseltmek amacıyla sosyal hizmet ve harcamaları
arttırıldı. Böylece Rus devleti, ekonomisi ve toplumu 2000 yılından itibaren toparlanma ve merkez kapitalist
devletlerin etkisinden kurtulma sürecine girdi. Ama demokratikleĢme yönünde fazla ilerleme kaydedilmedi.
Çünkü Putin otoriter rejimi devam ettirdi. Yeltsin döneminden farkı ise, mafya gruplarının büyük ölçüde
çökertilmesi ve oligarklar üzerinde siyasal iktidarın daha fazla denetim kurması oldu. 103
ÇevreleĢme
Çevre kapitalist ülkelerin tipik özellikleri merkez kapitalist ülkelere bağımlılık, ülke ekonomisinde yabancı
sermayenin hakimiyeti, yüksek dıĢ borç, sanayi alanında düĢük yatırım ve üretim, ihracat içinde doğal kaynak ve
tarım ürünleri payının yüksek ama sanayi ürünleri payının düĢük olması, ―düalist ekonomi‖, gelir dağılımında
büyük eĢitsizlikler, düĢük ücretler, ücretli kesimlerde yoksulluk, bilime-eğitime az yatırım ve bundan dolayı
merkez kapitalist ülkelere doğru beyin (nitelikli iĢgücü) göçü. Ayrıca çevre ülkelerdeki siyasal rejimler emekçi
kitleleri karar alma sürencinden dıĢlayan ve muhalefeti gerekirse kaba kuvvet kullanarak bastıran otoriter
101
Bkz.: Kagarlitski, a. g. e., s. 328-341, 249.
(Çevirimiçi) http://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Putin, 02.12.2010 ; Özbay, a. g. e., s. 24-25.
103
Putin dönemi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Dale R. Herspring, Putin‟s Russia, Lanham, Rowman&Littlefield, 2007 ; YaĢar Onay,
Batı‟ya Direnen Devlet Rusya, Ġstanbul, Yeniyüzyıl Yayınları, 2008, s. 271-325.
102
232
rejimlerdir. Böyle bir otoriter rejimin 1990‘larda nasıl oluĢtuğunu ve iĢlediğini yukarıda açıklamıĢ bulunuyoruz.
Tüm bu ―çevre kapitalist ülke özellikleri‖ 1990‘lı yıllarda Rusya‘da ortaya çıktı ve geliĢti. Bu nedenle Macar
ekonomist Laszlo, 1990‘lar Rusya‘sını Latin Amerika ülkelerine benzetmiĢtir. 104
Neoliberal reformların uygulandığı ve kapitalizme geçiĢin hızlı biçimde gerçekleĢtiği 1990‘lar boyunca iĢçi
sınıfı baĢta olmak üzere Rusya toplumunun genel yaĢam standardı geriledi ve kitlesel yoksullaĢma yaĢandı.
―Halkın çoğunluğunun yaşam düzeyi Sovyet dönemine kıyasla feci şekilde düştü, üretim daraldı, Batı
karşısındaki teknolojik gerilik arttı. Yalnızca yaşlı kuşağın temsilcileri için değil, pek çok kişi için Sovyet dönemi
“altın çağ”, “kaybedilmiş cennet” gibi tasavvur edilmeye başlandı.‖105 Rusya Bilimler Akademisi mensubu bir
ekonomist Eylül 1992‘de Ģunları söylemiĢtir:
―Komünist sistemde bizim yaşam standardımız hiçbir zaman yüksek değildi. Ancak herkesin işi vardı ve insanın
temel ihtiyaçları ve temel toplumsal hizmetler, Batı standartlarına göre ikinci sınıf olsa da bedavaydı ve
kullanılabilirdi. Fakat şimdi Rusya‟nın toplumsal koşulları Üçüncü Dünya‟dakilere benzedi.‖106
Bir baĢka akademisyen ise ―Yeltsin Reformları‖ hakkında Ģöyle yazmaktadır:
―Yeltsin döneminin en büyük amacı ekonomiyi güçlendirmekti. Bu amaçla reformlara başlandı. Devlete ait
işletmeler hızlı bir şekilde özelleştirildi. Ekonomik ve stratejik önemi çok büyük bazı devlet işletmeleri, ya eski
Komünist Parti ileri gelenlerinden oluşan nüfuzlu kesime ya da zengin girişimcilere değerlerinden çok aşağıya
satıldı. Ancak bu reformların o kadar hızlı geliştiği ülkede önce şiddetli bir devalüasyon ve ardından
görülmemiş bir enflasyon dönemi başladı. Fiyatlar 26 kat arttı, ruble dolar karşısında oldukça fazla değer
kaybetti. Bütün bunların sonucu halkın bankalardaki ve yastık altındaki birikimi bir anda eridi ve yoksulluk
arttı. Devletin önemli işletmeleri, özelleştirme gelirleri ve zenginlikler eski parti idarecilerinin, nüfuzlu kişilerin
ve bir takım girişimcilerin eline geçti. “Oligarh” diye tabir edilen, çok zengin ve nüfuzlu bir işadamları sınıfı
oluştu. Rusya‟ya bir anda giren kapitalist sistem çok az bir kesimi oldukça fazla zenginleştirirken, halkın
ekseriyetini yoksullaştırdı. Yeltsin‟e tepkiler ve eskiye özlem artmaya başladı.‖107
2 Ocak 1992 Programı rublenin dolar karĢısında değerini düĢürdü, fiyatlar üzerinde devlet kontrolünü kaldırdı
ve böylece enflasyon yükseldi: 1992, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında enflasyon oranları sırasıyla %2.600,
%1.000, %320 ve %131 olarak gerçekleĢti.108 Yüksek enflasyon ekmeğin fiyatını Aralık 1991‘de 13-18
kopekten Ekim 1992‘de 20 rubleye yükseltti. Yani ekmeğin fiyatı yüz kattan daha fazla arttı. Ülkede üretilen
televizyonun fiyatı da yüz kattan fazla arttı: 800 rubleden 85.000 rubleye. Ama yanı artıĢ ücretlerde
gerçekleĢmedi. Tam tersine reel ücretler düĢtü. ―Enflasyonla mücadele‖ bahanesiyle ücretlere zam yapılmadı.
Böylece ücretler yüksek enflasyon karĢısında eriyip gitti. 1992‘de ortalama ücretler aylık 10 doların altına indi,
reel ücretlerde ortalama %80 düĢüĢ yaĢandı ve halkın reel alım gücü %86 azaldı. En düĢük aylık ücret 3 dolar,
üniversite profesörünün aylığı 8 dolar, hemĢirenin aylığı 6 dolar civarındaydı. Bir paltonun fiyatı ise 60 dolar
idi.109 Yani 1992‘de profesör, bir palto almak için hiç para harcamamak koĢuluyla 7,5 ay, iĢçi ise 20 ay çalıĢmak
104
Laszlo, a. g. e., s. 283.
Kagarlitski, a. g. e., s. 13-14
106
Aktaran Chossudovsky, a. g. e., s. 271.
107
Özbay, a. g. e., s. 23.
108
Laszlo, a. g. e., s. 280-281 ; Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 11.
109
Chossudovsky, a. g. e., s. 271-272, 284.
105
233
zorundaydı. 1998 sonunda ortalama reel ücret 1990 yılındaki ortalama reel ücretin üçte biri kadardı. 110 Reel
ücretler düĢünce Rusya‘dan merkez kapitalist ülkelere ―beyin göçü‖ baĢladı:
―Kadro azaltmasına gidilmesi Devlet İstatistik Komitesi verilerine göre sadece 1993 yılı başında bilim alnında
çalışanların sayısında (1990 yılına göre) %27 oranında, akademik bilim alanında %24, ekonomi alanında
çalışan bilim adamları arasında %30,4 ve yükseköğretim kurumlarında çalışan bilim adamlarının sayısında
%11,8 oranında azalmaya neden olmuştur. En yetenekli bilim adamlarının büyük kısmı var olabilmek için
yurtdışında iş ve kaynak aramak zorunda kalmıştır. Bir yıl içerisinde “beyin göçü” 3.500 kişiye ulaşmıştır.
“Rantabl olmayan” bilimsel literatür yayınları büyük ölçüde azaltılmıştır.‖111
Yüksek enflasyon, istikrarsız fiyat dalgalanmaları, özelleĢtirmeler, sosyal harcamaların/hizmetlerin azaltılması
ve devlet yatırımlarının kesilmesi sonucunda ülkenin altyapısı çöktü, reel yatırımlar ve üretim azaldı, gelir
dağılımında eĢitsizlik arttı ve özellikle emekçi kitlelerin reel gelirleri çok düĢtü:
―Devlet yatırımları olmadan taşıma sistemi çöktü, boru hatları çalışamaz hale geldi. Ülkede yaşanan genel
yatırım eksikliği „kazanan‟ sektörler üzerinde de etkisini gösterdi. Ne Batılı ve yerel özel sermaye akışı, ne de
işletmelerin kendi kendilerini finanse etmeleri fiilen duran devlet yatırımlarının yerini doldurabildi.‖112
―Merkezi planlamadan piyasa yönlü ekonomik sisteme geçişin daha hızlı ekonomik büyüme ve nüfusun büyük
çoğunluğunun yaşam standartlarında daha hızlı iyileşme ile sonuçlanacağına ilişkin yaygın bir görüş söz
konusuydu. Çok az araştırmacı gelirlerdeki azalmanın bu derece büyük olabileceğini ve gelir eşitsizliğinin bu
denli artacağını tahmin edebilmiştir. Milyonlarca insan yoksul kalmış, üretim çökmüş ve sosyal hizmetler
gerçekleştirilememiştir. 1930‟lardaki “Büyük Depresyon” döneminde dahi gelirlerde bu derece bir çöküş
yaşanmamıştı.‖113 Böylece “Yeltsin rejimi sadece “emekçilerin sosyal kazanımlarını” yok etmekle kalmamış,
halkın çoğunluğunun medeni bir yaşam için gereken temellerini de havaya uçurmuştur.‖114
Aslında reel yatırımlar için gerekli olan sermaye birikimi 1990‘lı yıllarda fazlasıyla gerçekleĢti. Ama sermaye
üretken yatırımlara, teknolojiye ve bilime yatırılmadı. Bu nedenle Latin Amerika, Asya ve hatta Afrika
ülkelerinde olduğu gibi 1990‘ların sonuna gelindiğinde ―yatırım yetersizliği‖ ve ―verimsizlik‖ ortaya çıktı.
Yatırımlar ve verimlilik azaldıkça üretim, milli gelir ve kiĢi baĢına düĢen gelir de azaldı: 1992-1998 döneminde
toplam çıktı miktarı %80 azaldı.115 1992, 1993, 1994, 1995, 1996 ve 1997 yıllarında GSYĠH, 1990 yılına göre
sırasıyla %19,8, %26,7, %36,1, %38,7, %42,1 ve %41,8 küçüldü. Milli Gelir 1991‘de %11, 1992‘de %20 ve
1993‘te %16,3 azaldı. Sanayi üretimi ise 1992‘de %18,8 ve Ocak-Eylül 1993‘te %16,5 geriledi.116 1992-1997
döneminde sanayi üretiminde düĢüĢ Dünya Bankası verilerine göre %40, baĢka bir kaynağa göre ise %50
oldu.117 Üretimde ve GSYĠH‘da yaĢanılan düĢüĢ neticesinde kiĢi baĢına milli gelir de 1993-1996 döneminde
4.950 dolardan 4.229 dolara geriledi.118 Yani Rusya 1990‘larda hem eski Sovyet dönemine göre daha az
110
Clarke, a. g. e., s. 58.
Rus tarihçi V. Sogrin‘den aktaran Kagarlitski, a. g. e., s. 69-70.
112
Kagarlitski, a. g. e., s. 285.
113
Turan, a. g. e., s. 40.
114
Kagarlitski, a. g. e., s. 183.
115
Clarke, a. g. e., s. 57.
116
Turan, a. g. e., s. 38, 42.
117
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 23.
118
A. e., s. 12.
111
234
üretmekteydi, hem daha yoksuldu, hem de Batı Avrupa ile karĢılaĢtırıldığında daha fazla geri kalmıĢ
durumdaydı.
Yüksek enflasyon, devalüasyon, iĢsizlik artıĢı ve reel ücretlerin düĢmesi neticesinde resmi açıklamaya göre 1992
sonunda toplumun üçte ikisi yoksulluk sınırının altında yaĢamaktaydı. Gorbaçov döneminde SSCB çapında
yaĢanılan endüstriyel üretimde büyük düĢüĢ ve tüketim ürünlerinde kıtlık Yeltsin Rusya‘sında da devam etti. 119
Dünya Bankası‘nın yoksulluk kriterlerine ve hesaplamalarına göre Rusya toplumunun 1992‘de %26,8‘i ve
2000‘de %35,9‘u yoksuldu. Bu oran 1996‘da %43,2‘ye kadar yükselmiĢti. 120 Bir baĢka hesaplamaya göre
yoksulluk oranı 1998‘de %46 ve 2000‘de %54 olarak gerçekleĢti. 121 Rusya Devlet Ġstatistik Komitesi‘nin
açıklamasına göre 2001-2002‘de nüfusun %33‘ü asgari geçim düzeyi olarak kabul edilen aylık 55 doların
altında gelire sahipti.122 1997‘de ailelerin %25,7‘si ve 1999‘da %41,9‘u yoksulluk içinde yaĢamaktaydı. 123
Yoksulluk bölgelere göre farklılıklar göstermiĢtir. Örneğin, en zengin Ģehir olan Moskova‘da yoksulluk sınırı
altında yaĢayan nüfus oranı %17,6 iken, Dağıstan bölgesinde %58,1 idi.124
Tabi ki herkes yoksullaĢmadı. Milyonlarca insan yoksullaĢırken küçük bir azınlık (oligarklar, bürokratlar,
teknokratlar) büyük servetler elde ettiler. Böylece gelir dağılımında adaletsizlik her geçen yıl daha fazla arttı ve
―orta sınıf‖ çöktü: 1996‘da Menatap bankacılık grubunun araĢtırmasına göre nüfusun %1‘ini ―Yeni Ruslar‖
olarak tanımlanan zenginler, %8‘ini ―orta sınıf‖, %66‘sını iĢçi sınıfı ve geri kalan %26‘yı yoksullar
oluĢturmaktaydı. 1998‘e gelindiğinde nüfusun %10‘u tüm parasal gelirin üçte birine, geri kalan %90 ise parasal
gelirin üçte ikisine sahipti.125 1999 yılında BM Kalkınma Programı‘na göre Rusya‘da en zengin %20‘nin toplam
geliri en yoksul %20‘nin toplam gelirinden 11 kat daha büyük idi. Bu büyük uçurum 1990‘larda oluĢtu. 126
1993, 1997 ve 2000 yıllarında resmi rakamlara göre iĢsizlik oranları %5,5, %9,3 ve %9,8 olarak gerçekleĢti. 127
1992-1998 döneminde toplam istihdam %20 azaldı. Bu azalıĢ sanayide %40, inĢaatta %44 ve bilimsel
çalıĢmalarda %54 oranında gerçekleĢti. 128 Bir iĢe sahip olanlar ise maaĢlarını düzenli olarak alamıyorlardı.
Örneğin, 1999‘da Gazprom firmasının iĢçilerine ödemediği maaĢ tutarı 121 bin ruble idi. Oysa aynı firma yeni
ofis mobilyası için 112 bin ruble, bir futbol turnuvası için 41 bin ruble, havai fiĢek gösterisi için 20 bin ruble,
süs balonları için 4 bin ruble ve pop konserleri için 20 bin ruble kaynak ayırmıĢtı. 129
1994-1997 yıllarında iĢsizlik, yoksulluk ve toplumsal kriz iyice derinleĢti. Buna bağlı olarak bu yıllarda
eylemler, grevler, ―açlık grevleri‖ ve ―intiharlar‖ her geçen gün hızla arttı. ―Umutları tükenen insanlar
Sibirya‟da, Rusya‟nın Uzak Doğusunda sokaklara çıkmış, yolları kesmişler, trenlerin hareketine engel
olmuşlardır. Öğretmenler ve madenciler halkın gözleri önünde kendilerini öldürmüşlerdir.‖130 Dünya
119
McClellan, a. g. e., s. 340.
Cook, a. g. e., s. 64.
121
A. e., s. 195.
122
Stoner-Weiss, a. g. e., s. 3.
123
Cook, a. g. e., s. 139.
124
A. e., s. 83.
125
Kagarlitski, a. g. e., s. 252, 315.
126
Castells, ―The Rise of Fourth World‖, The Global Transformations Reader: An Introduction to the Globalization Debate, Ed. David
Held and Anthony McGrew, Cambridge, Polity Press, 2003, s. 435.
127
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 13 ; Cook, a. g. e., s. 195.
128
Clarke, a. g. e., s. 57.
129
Kagarlitski, a. g. e., s. 259.
130
A. e., s. 296.
120
235
Bankası‘nın talimatı doğrultusunda kömür sektörü yeniden yapılandırılınca çok sayıda maden kapatıldı ya da
özelleĢtirildi ve buna bağlı olarak çok sayıda madenci iĢsiz kaldı. Ayrıca halen çalıĢmakta olan maden iĢçilerinin
ücretleri iyice düĢürüldü. Bu ―yeniden yapılanma‖ ile birlikte Kuzbass‘ta intiharlar arttı. Mayıs 1997‘de
Nezavisimaya Gazeta bölgedeki ―intihar salgını‖ ile ilgili Ģunları yazdı: ―Bu trajedinin başlıca nedeni sadece
insanların ağır, tehlikeli ve bir zamanlar saygın olan emeklerinin karşılığını alamamaları değil, tümüyle çıkışsız
kalmaları ve kendileri için tam anlamıyla hiçbir gelecek görememeleridir.‖131
Uygulanan neoliberal reformlar çevre kapitalist ülkelerde görülen düalist ekonomi yapısını meydana getirdi: Bir
yanda yabancı sermaye (Batılı Ģirketler) ve dünya piyasası ile iç içe geçmiĢ büyük iĢletmeler ve büyük
kapitalistler, diğer yanda dünya piyasasından dıĢlanmıĢ içe dönük küçük iĢletmeler ve küçük giriĢimciler; bir
yanda yabancı sermaye ile iç içe geçmiĢ, dünya ekonomisine entegre olmuĢ, ileri iĢ teknikleri kullanan ve
yüksek ücret ödeyen sektörler, diğer yanda tamamıyla iç piyasaya yönelik iĢ yapan, geri iĢ teknikleri kullanan ve
düĢük ücret ödeyen sektörler; bir yanda refah seviyesi yüksek zengin azınlık diğer yanda refah seviyesi düĢük
yoksul çoğunluk.
1990‘larda Rusya, diğer çevre kapitalist ülkeler ve hatta Batı Avrupa‘nın eski sömürgeleri gibi, ucuz enerji ve
hammadde ihraç eden, bunun karĢılığında tüketim malları ithal eden bir ülke haline geldi. ―Rusya hammadde
ihracatçısı haline gelmiştir. Dış ticaret tüm özellikleriyle sömürge ticaretine dönüşmüştür. Stratejik hammadde
ihraç edilip karşılığında cam boncuklar, ikinci sınıf tüketim malları, eski teknoloji, lüks tüketim malları ve
radyoaktif atıklar almaktayız‖132 Ģeklinde yazıyor Kagarlitski. Batılı Ģirketler Rusya‘da çok karlı olan enerji,
doğal kaynaklar ve finans sektörlerinde yatırımlar yaptılar. Dolayısıyla Rusya‘nın enerji, doğal kaynaklar ve
finans sektörleri dünya piyasasına entegre edilirken diğer sektörler daha çok iç piyasaya dönük kaldı ve hatta
yok olup gitti. DıĢa dönük sektörlerde modern teknoloji ve iĢ yöntemleri kullanılırken, içe dönük sektörler
teknoloji ve iĢ yönetimi açısından son derece ilkel kaldı. Böylece Latin Amerika, Asya ve Afrika‘daki çevre
ülkelerde görülen sektörler arasında ―kopukluk ve biçimsizlik‖ ortaya çıktı.
1990‘larda dıĢ borç her geçen yıl daha fazla arttı. DıĢ borç miktarı 1995 yılına gelindiğinde 120 milyar doları
aĢtı, bir yıl sonra 135 milyar doları buldu ve 1999‘da 159,5 milyar dolara ulaĢtı.133 Böylece, diğer Asyalı,
Afrikalı ve Latin Amerikalı çevre ülkelerde olduğu gibi, on yılın sonunda ―borç bağımlılığı‖ oluĢtu. Merkez
kapitalist devletlere ve finans kuruluĢlarına ―borç ödemesi‖, Rus ekonomisinin ana iĢlevi haline geldi. Kanadalı
ekonomist Michel Chossudovsky‘nin tespitine göre ―reformların sonucu, mali çöküş, ekonomik ve siyasi
Balkanizasyon ve Batı ile Japon sermayesinin Rusya ekonomisi üzerinde artan denetimi‖134 oldu. Ġspanyol
akademisyen Manuel Castells de benzer bir tespit yapıyor: ―Rusya‟da Yeltsin ve onun birbirini takip eden
sonsuz ekonomi ekipleri ellerindeki tek kart olarak Rusya‟nın küresel kapitalizme entegre olmasına oynadılar ve
ekonomik egemenliklerini IMF‟ye ve Batılı hükümetlere teslim ettiler.‖135 Böylece Rusya 1990‘larda merkez
kapitalist ülkelere bağımlı bir ―çevre kapitalist ülke‖ haline geldi. Yakın zaman önce kapitalist Batı Bloğu‘nun
―korkulu düĢmanı‖ olan Rusya elbirliğiyle iyice zayıflatılmıĢ oldu.
131
A.y.
A. e., s. 54.
133
Mumcu, Türkoğlu, a. g. e., s. 17 ; Kagarlitski, a. g. e., s. 316 ; Ġlyas, Haskınacı, a. g. e., s. 6.
134
Chossudovsky, a. g. e., s. 285.
135
Castells, ―Global Informational Capitalism‖, s. 327-328.
132
236
ĠĢçilerin DireniĢi
Kapitalizme geçiĢ sürecinde uygulanan neoliberal ekonomi politikaları yukarıda açıkladığımız gibi iĢçileri
yoksullaĢtırdı ve iĢsizliği arttırdı. Ayrıca oligarklar ve merkez kapitalist devletler tarafından desteklenen otoriter
rejim iĢçileri yönetimden (karar alma sürecinden) dıĢladı ve baskı altına aldı. ĠĢçiler yoksullaĢmaya ve
dıĢlanmaya karĢı grevler düzenleyerek ve örgütlenerek tepki gösterdiler. Bu tepki, SSCB parçalanmadan önce
Gorbaçov iktidarı döneminde baĢladı ve parçalanma sonrasında Yeltsin iktidarı döneminde artarak devam etti.
―1988‟de SSCB‟de milyonlar grev yaptı ve 1989‟un ilk yarısında grevcilerin sayısı 2 milyondu.‖136 1989‘un
Haziran ayında madencilerin grevleri gerçekleĢti. 137 Eylül ayında ise sosyalizmi savunan ve SSCB‘nin birliğini
korumayı amaçlayan ĠĢçilerin BirleĢik Cephesi Leningrad‘ta kuruldu. 138 1990 yılının ilk iki ayında ülke çapında
değiĢik sektörlerde düzenlenen genel grevler sonucunda önemli üretim kayıpları gerçekleĢti. 139 Gorbaçov,
yükseliĢe geçen iĢçi direniĢini ve hareketini engellemek için grevleri yasaklayan bir yasa önerisi sundu. Fakat
iĢçilerden gelen baskı sonucunda Yüksek Sovyet, Gorbaçov‘un bu önerisini reddetti. 140 Nisan 1991‘de bir grev
dalgası daha geldi. Grevci iĢçiler Gorbaçov‘un istifa etmesini, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP)‘nin
iĢletmelerden elini çekmesini ve SBKP‘nin malvarlığının toplumsallaĢtırılmasını talep ettiler. 141 Ekim ayında ve
daha güçlü olarak 7 Kasım 1991 günü Moskova Sendikalar Federasyonu, uygulanan ekonomi politikalarını
protesto etmek için kalabalık mitingler düzenledi.142
ĠĢçilerin grev ve eylemleri SSCB parçalandıktan sonra da devam etti. Öğrenci kulübü ObĢina (Komün), AnarkoSendikalist Konfederasyon, Marksist ĠĢçi Partisi, Sosyalist Emekçi Partisi, Emek Partisi, Sosyal Demokrat
Partisi, Marksizm XXI gibi yeni partiler, sendikalar ve hareketler ortaya çıktı. Bunların temel sloganları ―pazar
ekonomisi değil, toplumun karar alma sürecine katılımı‖ idi.143 Neoliberal reformları içeren 2 Ocak 1992
Programı‘nı protesto eden on binler 23 ġubat günü Moskova‘da meçhul asker anıtına çelenk koymaya çalıĢırken
polisin sert müdahalesine maruz kaldı. 1993 1 Mayısı‘nın ana gündemi Yeltsin iktidarının uyguladığı neoliberal
politikaları eleĢtirmek oldu. Özel Polis Birliği kalabalığa ateĢ açtı. AteĢ sonucunda 1 kiĢi öldü, 500‘den fazla
gösterici yaralandı. Polis saldırısını kınamak için daha büyük bir kalabalık 9 Mayıs‘ta yollara döküldü. Bu sefer
Özel Birlik müdahale etmedi ve göstericiler Kızıl Meydan‘a çıktı.144
1992‘de Rusya Bağımsız Sendikalar Federasyonu (RBSF) ile hükümet arasında Toplu Ücret Tarifesi SözleĢmesi
imzalandı. Ama hükümet bu sözleĢmenin gereklerini yerine getirmedi. Bunun üzerinde RBSF 1993 yazında
kitlesel eylemler ve grevler gerçekleĢtirdi. Bu eylemlere sadece ilk on gün içinde 1,5 milyon iĢçi katıldı.
Ġlerleyen günlerde katılımcı sayısı arttı. Siyasal iktidar sözleĢmeyi ihlal ettiği takdirde böyle bir kitlesel tepkiyle
karĢılaĢacağını hiç ummuyordu. Hükümet son derece zor durumda kalmıĢtı. Çünkü iĢçi direniĢine parlamento
Ernest Mandel, ―Glasnost ve Komünist Partilerin Krizi‖, Doğu Avrupa‟da Neler Oluyor? Glasnost ve Siyasal Devrim, Ed. Mustafa
Nejdet Saraç, Ġstanbul, Yeniyol BroĢür Dizisi 1, 1990, s. 30.
137
Laszlo, a. g. e., s. 265.
138
Geoffrey Hosking, The First Socialist Society: The History of The Soviet Union From Within, Cambridge, Harvard University Press,
1991, s. 492-493.
139
Turan, a. g. e., s. 24.
140
Mandel, a. g. e., s. 29.
141
Hosking, a. g. e., s. 489.
142
Kagarlitski, a. g. e., s. 156.
143
A. e., s. 172, 178-180.
144
A. e., s. 160-165.
136
237
içinden de destek gelmiĢti. Ama RBSF bünyesinde yer alan sendikalar arasında bazı anlaĢmazlıklar ortaya çıktı.
4 Ekim‘de ise Yeltsin, parlamentoya ve muhalefete karĢı kanlı darbesini gerçekleĢtirdi. Bu darbe sadece
parlamento (yasama erki) için değil aynı zamanda RBSF için de tam bir yenilgi oldu. Çünkü 4 Ekim‘de
parlamentonun bombalanması sendikalarda tam bir panik ve korku havası yarattı. Bu darbe karĢısında nasıl bir
tepki verileceği konusunda sendikalar arasında mutabakat sağlanamadı. Ayrıca darbe sonrasında hükümet
sendikaların sosyal güvenlik fonlarına el koydu. Bazı bölgelerde ise yerel yönetimler sendikaların mülklerini ele
geçirdiler. Bu durum pek çok sendika yönetimini hayati bir seçim yapmaya zorladı: 1993 yazında baĢlayan
eylem ve grevlere devam mı, yoksa sendikanın varlığını koruyabilmek için mücadeleye ara verme mi? Bu iki
seçenekten ikincisi tercih edildi. Böylece 1993 yazında baĢlayan kitlesel iĢçi direniĢi 4 Ekim Darbesi ile birlikte
sona erdi. Ama maaĢ ödemeleri gecikince 1994 ġubatı‘nda yeni bir grev ve eylem dalgası yükseldi. Madenciler
ve nükleer elektrik santrallerinde çalıĢanlar hükümet binasını bastılar. Rusya‘nın uzak doğu Ģehirlerinde tarihte
ilk defa Ģoförler genel greve gittiler. Nadım‘da (Doğu Sibirya) genel grev sırasında iĢçiler yönetimi ele
geçirdiler. Madenciler sadece ücret artıĢı ve çalıĢma Ģartlarının iyileĢtirilmesi gibi ekonomik talepler değil,
Yeltsin‘in istifası, demokratikleĢme, yönetime katılım gibi önemli siyasal talepler de ileri sürdüler. 145
1994 yılında en fazla grev ve eylemler iç piyasa için üretim yapan sektörlerde ve madencilik sektöründe
gerçekleĢti. Peçorski kömür havzasında 1993‘ün sonbaharında baĢlayan protesto eylemleri 1994‘te dalga dalga
diğer kömür bölgelerine yayıldı. Kemerova, Çelyabinsk, Rostov, Krasnoyarsk ve Komi bölgeleri 1994‘te en
fazla grevlerin gerçekleĢtiği ―kömür bölgeleri‖ oldu. Kemerova‘da madenciler yerel yönetimin bazı
fonksiyonlarını üstlenen ―kurtarma komiteleri‖ oluĢturdular. 1994 sonbaharında greve giden kömür iĢçilerinin
temel talepleri sosyal güvencelerin sağlanması idi. Madenci bölgelerde yığınsan protesto ve grevler 1995-1997
yıllarında da devam etti. BaĢka sektörlerde de grevler yaĢandı. Örneğin, 1994 ġubatı‘nda ormancılık sektöründe
700 iĢletme ürün sevkiyatını durdurdu. Tüm ülkede ormancılık sektöründe 800 binden fazla iĢçi eylemlere
katıldı. Ayrıca atom enerjisi sektöründe grev ve çeĢitli protesto eylemleri yaĢandı. 146
1998 Mayıs-Haziran aylarında kitlesel grevler gerçekleĢti.147 Kömür sektöründeki iĢçiler yaz aylarında ülkenin
ana demiryolu hatlarını kestiler. ―Ray SavaĢı‖ olarak bilinen bu eylem hükümeti geri adım atmaya zorladı ve
kömür sektöründeki maaĢlar iyileĢtirildi. Hazirandan Ekime kadar Beyaz Ev‘in önünde toplanan iĢçiler
Yeltsin‘in istifasını talep ettiler. Aynı aylarda Vorkut‘lu sendikalar kömür sanayisinin millileĢtirilmesini talep
ettiler. Kapitalizme geçiĢle birlikte devlet bankaları özelleĢtirildi ve yeni özel bankalar kuruldu. Böylece Rus
insanı ilk defa özel bankacılık sektörüyle tanıĢtı. ÖzelleĢtirilen bankalarda çalıĢanların bir bölümü iĢten kovuldu.
Ayrıca maaĢlar çok düĢtü ve çalıĢma Ģartları kötüleĢti. Bu nedenle banka çalıĢanları 1998‘den itibaren
sendikalaĢmaya baĢladılar. Rus iĢ dünyasının gazetesi olan Vedomosti bu durumu ―bankalarda sendika
hayaleti‖ sözleriyle haber yapıp eleĢtirdi. 148
1999‘da Lomonosov Porselen Fabrikası hisseleri bir Amerikan firmasına satılınca iĢçiler ayaklandı. Bu
ayaklanma fabrikanın yeniden millileĢtirilmesini sağlandı. Ġngiliz Alcem UK Ltd. Ģirketine satılan Vıborgski
145
A. e., s. 290-292.
A. e., s. 283, 285-286, 296.
147
A. e., s. 326.
148
A. e., s. 297-298.
146
238
Selüloz Fabrikası iĢçileri ise, iĢçi çıkarmalarını engellemek amacıyla fabrika yönetimine el koydular ve Ġngiliz
yöneticileri fabrikadan kovdular. Olaya polis müdahale edince çatıĢmalar yaĢandı. Yönetimi ele alan iĢçiler
fabrikayı son derece baĢarılı biçimde yönettiler: Verimlilik, üretim, satıĢlar ve kar arttı, maaĢlar düzenli olarak
ödendi ve iĢletmenin borçları kapatıldı. Bu arada devlete olan vergi borçları da tamamen ödendi. Böylece
iĢletmenin borsadaki değeri tavan yaptı. Bunun üzerine Ġngilizlerin iĢletmeyi geri alma iĢtahları arttı. ―Tayfun‖
adlı özel polis birliği, Yeltsin‘in talimatıyla fabrikayı ele geçirmek için saldırıya geçti. Saldırı sırasında ateĢ
açıldı ve bazı iĢçiler yaralandı. Ama iĢçiler teslim olmadılar. Özel birliğe mensup yedi polis iĢçiler tarafından
rehin alındı. GörüĢmeler sonucunda rehineler serbest bırakıldı. Bunun karĢılığında iĢçilerin talepleri kabul
edildi. Fabrikayı satın alan Ġngiliz Alcem UK Ltd. Ģirketi, iĢçilerle yaĢanılan anlaĢmazlığı çözmek için Tahkim
Mahkemesi‘ne baĢvurdu. Tahkim Mahkemesi iĢçilerin aleyhine, Ġngiliz Ģirketin lehine bir takım kararlar adı.
Vıborgski Selüloz Fabrikası iĢçileri Tahkim Mahkemesi‘nin kararına karĢı çıktılar. ĠĢçilerin direniĢi sonucunda
Rus yasama erki, Tahkim Mahkemesi‘nin kararını ―uygulanamaz‖ buldu ve iptal etti. 149
Bu gibi çok sayıda direniĢler/grevler yaĢanıldı ve bunların bazıları önemli baĢarılar ede etti. Ama tek tek
fabrikalarda / iĢletmelerde / sektörlerde gerçekleĢen direniĢler ve grevler, ülke çapında güçlü bir iĢçi
dayanıĢmasına ve birleĢik direniĢe dönüĢmedi. Bu nedenle de iĢçilerin direniĢi neoliberal reformları, kapitalizme
geçiĢi, kitlesel yoksullaĢmayı ve dıĢlanmayı engelleyemedi. Rusya‘da 1990‘larda ülke çapında iĢçi
dayanıĢmasının ve birleĢik direniĢin geliĢtirilememesinin on temel nedeni vardır:
Bunlardan birisi iĢçilerin sektörler, iĢletmeler ve bölgeler arasında parçalanmıĢ olmasıdır. DeğiĢik sektörlerde,
iĢletmelerde ve bölgelerde çalıĢan iĢçiler değiĢik ücretler alıyorlardı ve bu nedenle de yaĢam standartları
farklıydı. YaklaĢık aynı nicelikte ve nitelikte emeğe ödenen maaĢlar iĢletmeden iĢletmeye, sektörden sektöre ve
bölgeden bölgeye büyük farklılıklar gösteriyordu. Tabi ki SSCB döneminde de ücretler arası eĢitsizlikler vardı.
Ama bu eĢitsizlik 1992 sonrasında çok arttı. Rusya ücretler arası eĢitsizlikler bakımından 1992 sonrasında Latin
Amerika ülkelerine benzedi.150 Böyle bir ortamda Rus sosyolog V. P. Belova, haklı olarak, ―işletmelerin ve
bütün bir sektörün içinde bulunduğu ekonomik ve diğer koşulların bu kadar farklı olduğu şartlarda sendikalar
herkes için ortak olan hangi talepleri ileri sürebilirler‖151 sorusunu sormuĢtur. Ayrıca iĢletmeler arasında
rekabet ortaya çıktı kapitalizme geçiĢle birlikte. Bu da değiĢik iĢletmelerde çalıĢan iĢçileri birbirlerine rakip
haline getirdi ve iĢletme temelinde ―grup egoizmi‖ yarattı. Raboçaya Politika dergisi 1996 yılında Ģöyle
yazmaktaydı:
―Göreceli olarak daha iyi işletmelerde çalışanların, benzer işletmelerde çalışanların yoksulluğuna kayıtsız
kalışlarıyla daha sık karşılaşılmakta. Bazen grup egoizmi, hala çalışabilirliliğini koruyan işletmelerin
işçilerinin diğer kolektiflerin durumlarının iyileşmesini istemediklerini açıkça göstermelerinde ortaya
çıkmaktadır. Çünkü onları emek ve tüketim malları pazarında kendilerine rakip olarak görmekteler.‖152
Yani 1990‘lar Rusya‘sında ücretler arasında eĢitsizlikler çok arttı ve ayrıca iĢletmelerde ―grup egoizmi‖ geliĢti.
Bu durum kaçınılmaz olarak iĢçiler arasında dayanıĢmayı ve ortak eylemselliği zorlaĢtırdı.
149
A. e., s. 300-301.
Clarke, a. g. e., s. 58.
151
Aktaran Kagarlitski, a. g. e., s. 284.
152
Aktaran a. e., s. 295.
150
239
İkincisi; SSCB döneminde iĢçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve özyönetimi gerçekleĢtirilmedi. Bunun yerine
iĢçi sınıfı üzerinde parti-devlet aygıtının kontrolü vardı. Yani SSCB‘de kendi ayakları üzerinde durabilen iĢçi
sınıfı geliĢmedi. Bunun yerine parti-devlet aygıtına bağımlı iĢçi sınıfı söz konusuydu. SSCB parçalanıp SBKP
lağvedilince iĢçi sınıfı bağımsızlaĢma fırsatını yakaladı. Ama SSCB döneminde parti-devlet hegemonyası
altında kaldıkları için ve bu nedenle de bağımsız biçimde örgütlenme ve hareket etme yeteneklerini kaybettikleri
için iĢçiler, SSCB ve SBKP sonrası dönemde kendi güçlü bağımsız hareketini örgütleyemediler.
Üçüncüsü; SSCB sonrası Rusya‘da RBSF, Genel Sendikalar Konfederasyonu, Rusya Bağımsız Madenciler
Sendikası, Sosyalist Sendika gibi çok sayıda yeni sendikalar kuruldu. Bunlar arasında çeĢitli konularda rekabet
ve anlaĢmazlıklar ortaya çıktı. Sendikalar arası rekabet ve anlaĢmazlık iĢçi sınıfı dayanıĢmasını ve ortak/birleĢik
eylemselliği engelledi.
Dördüncüsü; yukarıda ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi, 1990‘lı yıllar boyunca reel ücretler azaldı ve çok
sayıda iĢçi iĢini kaybetti. Reel ücreti azalan veya iĢini kaybeden iĢçiler sendikaya aidat ödemeyi kestiler.
Böylece sendikaların gelirleri azaldı. Örneğin, 1995 sonunda RBSF‘nin bütçesinin sadece %5‘ini iĢçi aidatları
oluĢturuyordu. Geliri azalan sendikalar, giderlerini karĢılayabilmek için sahip oldukları mülkleri sattılar. 153 Ama
bu sadece geçici bir çözüm idi. Çünkü kısa sürede satılacak mülk kalmadı elde. Sonuç olarak, yoksullaĢan
sendikaların grev / eylem kabiliyetleri ve kapasiteleri iyice geriledi.
Beşincisi; bazı sendika liderleri/yöneticileri kendi ekonomik-politik çıkarlarını gerçekleĢtirebilmek amacıyla
Yeltsin‘i ve oligarkları desteklediler, bazıları özelleĢtirmelerden pay kaparak kapitalistleĢti, bazıları devlet
yönetiminde görev alarak devlet adamına dönüĢtü, bazıları ise mafya ile iĢbirliği yaparak çeĢitli yolsuzluklara
bulaĢtı. Daha da kötüsü, bazı sendika liderleri ve yöneticileri bizzat kendi sendikalarını soydular. Bazıları da,
emekçilerin memnuniyetsizliğine aldırmaksızın hükümetin özelleĢtirme politikasına destek verdiler.154 Bu tür
sendika liderleri ve yöneticileri iĢçi direniĢinin yükselmesini engellediler.
Altıncısı; kapitalizmi yapılandırmak için sadece neoliberal ekonomi reformlarının uygulanması tek baĢına yeterli
değildi. Aynı zamanda toplumsal-kültürel kurumların ve zihniyetin de yeniden yapılandırılması gerekiyordu.
Bu, üç Ģekilde gerçekleĢtirildi: (1) ―Toplumsallık ve toplumsal yarar‖ anlayıĢının yerine ―bireysellik ve bireysel
yarar‖ anlayıĢı ön plana çıkarıldı. Bu bağlamda sendikacılık ve sınıf bilinci/dayanıĢması geriletildi. (2)
Toplumun ve özellikle de emekçi kitlelerin tarihsel ve siyasal bilinci geriletildi. (3) Etnik, dinsel ve kültürel
kimlikler ön plana çıkarılarak bireyler bu kimlikler altında ayrıĢtı/toplandı. 155
Rusya‘da bu ideolojik operasyonda medya büyük rol oynadı. Yeltsin iktidarı ve oligarklar tarafından kontrol
edilen medya ―ulusun yüceliği, genel bir özelleştirmenin gerekliliği, dini eğitimin laik eğitimden daha üstün
olduğu ve paralı tıbbi hizmetin parasız olandan daha iyi olduğu gibi konulardaki her türlü saçmalığı tekrarlayıp
duran‖156 yayınlar yaptı. Ġdeolojik operasyon milliyetçiliği ve dini duyguları yaygınlaĢtırdı. Milliyetçi-dinci
yazarlar ve gazeteler, komünizm düĢüncesinin aslında Rus halkına ve kültürüne yabancı olduğunu ve Batı‘dan
Yahudiler ve Letonlar tarafından getirildiğini yazdı. Rusya Çarlığı‘nı ―altın çağ‖, SSCB‘yi ise Rus ulusunun
153
A. e., s. 294.
Bkz.: A. e., s. 265, 266, 294.
155
Ġzzetin Önder, ―Dünya Ekonomisinin Yeni Yüzü‖, Ġktisat Dergisi, Sayı 406, Ġstanbul, ĠFMC, Ekim 2000, s. 32.
156
Kagarlitski, a. g. e., s. 81.
154
240
―karanlık çağı‖ ilan ettiler. Okullarda milliyetçi-dinci dersler yaygınlaĢtırıldı. Milliyetçi-dinci yazarlar ve
gazeteler görünüĢte Batı‘ya karĢıydılar; ama bizzat Batı‘nın icat ettiği ve Rusya‘ya önerdiği neoliberal
reformları sonuna kadar desteklediler. Ayrıca tarihsel Yahudi düĢmanlığı tekrardan hortlatıldı. Rusya‘da
yaĢanılan büyük çöküĢün ve yoksullaĢmanın günahı Rus milliyetçileri tarafından Yahudilere yüklenildi. 157
Yani neoliberal reformlar ve kapitalizme geçiĢ süreci milliyetçilik ve din ile desteklendi, komünizm düĢüncesi
geriletildi ve toplumun geneli üzerinde ―neoliberal ideolojik hegemonya‖ kuruldu. Bu neoliberal ideolojik
hegemonya özellikle iĢçiler arasında bireyciliği geliĢtirdi, sınıf bilincini ve dayanıĢmasını geriletti. ―AĢırı
bireycilik‖, 1990‘larda Rusya‘da bir ―davranıĢ normu‖ haline geldi. Raboçaya Politika dergisi 1996 yılında
insanların genel sosyo-psikolojik halini tasvir etmiĢtir: ―Aşırı bireycilik davranış normu haline geliyor. İşe
girebilmek için çok sert bir rekabet söz konusu. Kısa süre önce ortak mesleki çıkarların birleştirdiği insanların
birbirlerine yabancılaşmaları artmakta.‖158
AĢırı bireyciliğin geliĢtirilmesinde reklamlar önemli rol oynadı. 1992‘den baĢlayarak çok sayıda özel
bankalar, Ģirketler ve televizyonlar kuruldu. Bunlarla birlikte ―reklam furyası‖ baĢladı. Bankaları ve Ģirketleri
pazarlayan bu reklamlarda ―emek‖, ―çalıĢma‖ ve ―dayanıĢma‖ aĢağılandı; bunların yerine ―kolay yoldan (emek
harcamadan) para kazanma‖ ve ―bireycilik‖ yüceltildi. Buna belki de en güzel örnek, Sergey Mavrodi‘nin
kurduğu ―MMM‖ Ģirketinin hisse sentlerinin satıĢı için yapılan reklamlar oldu. ġirketin reklamını yapmak için
özel bir film stüdyosu kuruldu ve baĢına yönetmen Bahıt Kilibayev getirildi. Reklamlar, ―pembe dizi‖ gibi
çekildi ve tüm televizyon kanalarında yayınlandı. Bu ―pembe dizi‖ reklamında Lyonya Golubkov ve erkek
kardeĢi Ġvan, Marina Sergeyevna, yeni evli Ġgor-Yulya çifti gibi karakterler yer alıyordu. Bunlar ―sıradan
insanlar‖ idi. Ama bu reklam dizisine göre, küçük birikimlerini MMM Ģirketinin hisse sentlerine yatıran
karakterler (Ġgor-Yulya çifti, Marina, Lyonya) kısa sürede çok para kazanıp zenginleĢtiler. Ġvan, hayatı boyunca
çalıĢmıĢ ama bir türlü zenginleĢememiĢti. Ġvan‘ın kardeĢi Lyonya ise hiçbir zaman çalıĢmamıĢ, ama MMM
Ģirketinin hisse sentlerini satın alarak kısa sürede zenginleĢmiĢti. Reklam içinde geçen ikili diyalogda Ġvan,
kardeĢi Lyonya‘ya, ömrü boyunca ―enayi‖ gibi çalıĢtığını ama eline hiçbir Ģey geçmediğini ağlayarak itiraf
etmiĢtir. Bu gibi çok sayıda reklam televizyon ekranların kapladı ve toplumu etkiledi. Ayrıca 1990‘lar boyunca
kitapçıların vitrinlerini ―ĠĢ YaĢamında Nasıl BaĢarılı Olunur?‖, ―Nasıl Para Kazanılır?‖, ―Kolay Para‖, ―Kolay
Kapitalizm‖ gibi baĢlıklar taĢıyan kitaplar kapladı. Özellikle 1990‘ların ilk yarısında en çok satan kitaplar bunlar
oldu. Kapitalizm Rusya‘da borsa ve kumar oyunlarını serbest bıraktı. Ġnsanlar, çalıĢmak ve mücadele etmek
yerine ―kolay yoldan zenginleĢmek‖ için borsa ve kumar oyunlarına yöneldiler. 159
Kısacası; tüm bu yeni geliĢmeler ve planlı operasyonlar 1990‘larda Rusya toplumu üzerinde ―neoliberal
ideolojik hegemonya‖ kurdu, ―aĢırı bireyciliği‖ geliĢtirdi ve ―kolay para kazanma umudunu‖ besledi. Buna
karĢılık ―çalıĢma‖, ―emek‖ ve ―toplumsal dayanıĢma‖ aĢağılandı, hor görüldü. Böyle bir toplumsal ruh hali hiç
kuĢkusuz ülke çapında iĢçi dayanıĢmasının ve ortak eylemselliğin geliĢtirilmesini zorlaĢtırdı.
157
Bkz.: A. e., s. 89-94.
Dergiden aktaran a. e., s. 295.
159
A. e., s. 202-211.
158
241
Yedincisi; oligarkların ve Batı‘nın desteklediği otoriter rejim muhalefete Ģiddet uygulayarak, muhalif basınyayın organlarını sansürleyerek, muhalif gazeteleri, radyo ve televizyonları doğrudan ele geçirerek, toplumsalsiyasal alana çeĢitli yasaklar getirerek ve muhalif aydınları/gazetecileri hapse atarak Yeltsin‘e ve neoliberalizme
karĢı güçlü bir muhalefetin geliĢmesini engelledi. Emekçi kitlelere ve komünistlere baskı/Ģiddet uygulandı ve
böylece güçlü birleĢik iĢçi muhalefetin geliĢmesi engellendi. Özellikle sol/komünist muhalefetin ve sendikaların
bastırılmasında 4 Ekim Darbesi önemli iĢlev gördü.
Sekizincisi; kapitalizme geçiĢ sürecinde kayıt dıĢı ekonomi geliĢti. Buna, sermaye birikimini hızlandırdığı ve
iĢsizlere yeni geçim kapısı araladığı için siyasal iktidar göz yumdu. Aldıkları düĢük ücretle geçinemeyen iĢçiler,
memurlar ve emekliler geliĢen kayıt dıĢı ekonomi ortamında değiĢik ek (ikinci) iĢler yapma imkanı buldular. Ek
iĢ yapanlar resmi (kayıt içi) iĢlerinden vazgeçmediler. Çünkü resmi iĢ sosyal statü ve emeklilik garantisi
sağlıyordu. ĠĢletmeler nakit sıkıntısı çektikleri için – özellikle 1993-1995 yıllarında – çalıĢanlarına ayni ödeme
yaptılar. Yani maaĢlar iĢletmenin ürettiği mallar olarak ödeniyordu. ĠĢletmeden malı alan iĢçi, kayıt dıĢı
piyasaya çıkıp bu malları satabiliyordu. Bu da iĢçiye kayıt dıĢı bir gelir sağlıyordu. Yani vergilendirme dıĢında
tutulan bu ek kayıt dıĢı iĢler sayesinde emekçi kesimler geçimlerini kıt kanaat da olsa sağlayabildiler. Bu durum
büyük toplumsal patlamaların (isyanların) ortaya çıkmasını engelledi. 160 Yeltsin iktidarı ve geliĢmekte olan
kapitalistler ise, emek maliyetini azaltmaya yardımcı olduğu için bu tür kayıt dıĢı ekonomiye göz yumdular.
Ayrıca kayıt dıĢı ekonominin alanı geniĢledikçe iĢçilerin, memurların ve hatta iĢsizlerin kısa sürede ―köĢeyi
dönme‖ umutları yeĢerdi. Bu ―bireysel kurtuluĢ/zenginleĢme umudu‖ emekçi kitlelerin sınıf bilincini ve
dayanıĢmasını geriletti.
Dokuzuncusu; SBKP dağıldıktan sonra RFKP varlığını devam ettirdi. Ama iĢçilerden en fazla oy alan
RFKP, Marksist-komünist çizgiyi terk etti ve iĢçilerin haklarını korumadı. RFKP‘nin sadece adı ―komünist‖ idi.
Gerçekte ise, kapitalizme geçiĢi savunan bir partiye dönüĢtü. Bu nedenle RFKP en az Yeltsin iktidarı kadar
kitlesel protesto eylemlerinden korkuyordu, iĢçilerin ülke çapında örgütlü direniĢ gerçekleĢtirmelerini engelledi
ve hatta bazen oligarkların yanında yer aldı. Örneğin, RFKP vekilleri liberal Çernomırdin hükümetine ve
neoliberal bütçeye güvenoyu verdiler. Vergisini ödemeyen en büyük Ģirket olan Gazprom‘un malvarlığının
devletleĢtirilmesi gündeme geldiğinde RFKP vekilleri büyük bir öfkeyle BaĢbakan Primakov‘a saldırdılar ve
sosyal demokrat (merkez sol) hükümeti düĢürmek için Yeltsin, liberaller ve oligarklar ile birlikte hareket ettiler.
ĠĢçiler ve diğer emekçi kitleler RFKP için sadece bir oy deposuydu, bundan öte bir anlam ifade etmiyordu. Fakat
RFKP dıĢında baĢka bir güçlü sol alternatif geliĢemeyince iĢçiler ve emekçi kitleler RFKP‘ye oy vermeye
devam ettiler.161
Onuncusu; SSCB döneminde iĢletmeleri doğrudan iĢçiler değil, parti-devlet aygıtı tarafından atanan
müdürler (teknokratlar) yönetiyordu. ĠĢletme müdürlerinin iĢçiler üzerindeki etkisi büyüktü. Bu durum, eski
SSCB döneminden Rusya‘ya kalan güçlü bir mirastı. 1990‘larda uygulanan neoliberal reformlar ve kapitalizme
geçiĢ süreci, iĢletme müdürlerine (teknokrasiye) kapitalistleĢme ve zenginleĢme fırsatı sundu. ĠĢletmelerdeki
―idari kadroların üst kesimi devasa bir mülkiyeti ve erki ellerinde toplayarak yeni “burjuvalaşan”
160
161
A. e., s. 269-270.
A. e., s. 337, 342-346.
242
nomenklatura‟ya dahil olmuşlardı.‖162 Bu nedenle iĢletme müdürlerinin çoğunluğu uygulanan neoliberal
reformları ve kapitalizme geçiĢ sürecini destekledi, Yeltsin iktidarıyla iĢbirliği yaptı ve kendi iĢletmelerinde
çalıĢmakta olan iĢçilerin eylemlerini engelledi/bastırdı. Bazen müdürler kendi iĢletmelerinde çalıĢanların
eylem/grev yapmalarına göz yumdular veya bizzat eylemleri/grevleri örgütlediler. Ama bunu yaparken asıl
amaçları Yeltsin‘i ve otoriter rejimi devirmek veya neoliberal reformları engellemek veya iĢçilerin durumunu
iyileĢtirmek değildi. Müdürler, kendi ekonomik-politik çıkarlarını gerçekleĢtirmek ve bu amaçla hükümete veya
iĢletmeyi satın alan yeni patrona baskı yapmak için bazen iĢçi grevlerini ve eylemlerini desteklediler. Yani bazı
iĢletmelerde ve bölgelerde ―müdürler emekçilerin eylemlerini sadece kendine özgü bir lobi aracı olarak
kullandılar.‖163 Örneğin, Orenburg‘daki NASTA Kimya Fabrikası‘nın yeni sahipleri fabrika müdürünü
görevden uzaklaĢtırdılar. Bunun üzerine müdür iĢçileri eyleme çağırdı. ĠĢçiler müdürlerini korumak için fabrika
yönetim binasını kuĢatıp polisle çatıĢtılar. Açinski Alümin Fabrikası‘nda ise iĢçiler, Ekim 1999‘da müdürlerini
bölge valisi (eski korgeneral) Aleksadr Lebed‘in saldırısına karĢı korudular. 164
ĠĢte tüm bu nedenlerden dolayı 1990‘larda Rusya çapında birleĢik güçlü iĢçi muhalefeti ve direniĢi geliĢmedi.
BirleĢik güçlü iĢçi muhalefeti/direniĢi geliĢmeyince de, neoliberal reformlar ve otoriter rejim engellenemedi ve
SSCB sonrasında yeni bir demokratik rejim kurulamadı.
Sonuç
Rusya‘da sosyalizmden kapitalizme geçiĢ süreci, liberal ve sosyal demokrat çevreler tarafından ―bürokrasiye
karĢı sivil toplumun gerçekleĢtirdiği demokratik devrim‖ olarak tanımlandı ve yüceltildi. Oysa ortada ne sivil
toplumun bürokrasiye galebe çalması, ne demokrasi, ne de herhangi bir devrim vardır. GerçekleĢen olay, SSCB
döneminde uygulanmıĢ olan ―tek partili, devletçi, merkezi planlamacı‖ sosyalizm sisteminden kapitalizme
geçiĢtir.
Rusya‘da yaĢanılan sosyalimden kapitalizme geçiĢ sürecinde sivil toplum bürokrasiyi devirmedi. Bürokratlar
(parti-devlet yöneticileri) ve teknokratlar (iĢletme-banka yöneticileri) SSCB dönemindeki güçlerini yeni
dönemde arttırarak devam ettirdiler. Çünkü eski dönemin bürokratları ve teknokratları yeni dönemde de devleti
ve ekonomiyi yönetmeye devam ettiler. Ayrıca eski dönemin bürokrat ve teknokratları, SSCB döneminde
kurulmuĢ iĢletmeleri ve halihazırdaki doğal kaynakları (özellikle petrol ve doğalgazı) özelleĢtirmeler yoluyla
yok pahasına ele geçirip yeni dönemin kapitalistlerine dönüĢtüler. Nitekim yeni dönemin oligarkları eski
sosyalist dönemin bürokratik-teknokratik yönetici elitleri arasından çıktı. Yeni oligarklar, Rusya‘nın zengin
doğal kaynaklarını (petrol ve doğal gaz baĢta olmak üzere) ihraç ederek, özelleĢtirilen ekonomik varlıkları
(fabrikalar, bankalar, gayrimenkuller, madenler, tarım toprakları, çeĢitli tesisler, medya organları, üretim
araçları) yok pahasına satın alarak, Batılı Ģirketlerle ortaklıklar kurarak ve finansal spekülasyonlar yaparak
büyük sermaye biriktirdiler. GeliĢen kayıt dıĢı ekonomi ve organize suç örgütleri de sermaye birikimine önemli
katkı sağladı. Herhangi bir ekonomik değer üretmeden var olan ekonomik varlıklara el konulması yoluyla
sermaye birikimi gerçekleĢtirildi. Oligarklar, sermaye birikimi yoluyla elde ettikleri ekonomik gücü siyaset
162
A. e., s. 286.
A. e., s. 292.
164
A. e., s. 299.
163
243
alanına taĢıyarak Rus siyasetinin de en önemli aktörleri haline geldiler. Yani kısacası Rusya‘da sivil toplum
1990‘larda bürokrasiyi devirmedi; tam tersine eski dönemden kalma bürokratların, teknokratların ve yeni ortaya
çıkan oligarkların iktidarı altında ezildi.
Sosyalizmden kapitalizme geçiĢ süreci iddia edildiği gibi demokrasiyi geliĢtirmedi. Çünkü kapitalizme geçiĢ
sürecinde otoriter rejim kuruldu. Bu rejim, kapitalizme geçiĢi savunan neoliberal bürokratlar, teknokratlar,
oligarklar ve ayrıca merkez kapitalist devletler (ABD, Batı Avrupa devletleri, Japonya, Kanada) tarafından
desteklendi. Yeltsin liderliğindeki otoriter rejim iĢçilerin, köylülerin, memurların, iĢsizlerin ve küçük
giriĢimcilerin karar alma sürecine katılımını engelledi. Karar alma süreci bürokrasinin, teknokrasinin ve tabi ki
kapitalizm ilerledikçe güçlenen oligarkların tekelinde kaldı. Özellikle oligarklar hükümeti ve parlamentoyu
adeta tahakküm altına aldılar. Alkolikliği ile ün kazanan BaĢkan Yeltsin de oligarkların kontrolüne girdi.
Dolayısıyla otoriter rejimin en güçlü aktörü oligarklar oldu. Buna bir de organize suç örgütlerini (mafya
gruplarını) eklemek gerekir. Nitekim oligarklar mafya gruplarıyla bağlantı içindeydiler. Bazıları ise bizzat
mafyanın kendisi idi. Yerel bölgelerde ise otoriter rejimin en önemli aktörleri valiler, yerel bürokrasi-teknokrasi,
yerel kapitalistler ve mafya grupları oldu. ĠĢte böyle bir otoriter rejim emekçi kitleleri karar alma sürecinden
dıĢladı ve neoliberal reformlara karĢı olan her türlü muhalefeti ezdi geçti. Zaten halkın büyük çoğunluğunu
sefalete sürükleyen, küçük bir azınlığı (oligarkları, bürokratları, teknokratları) zenginleĢtiren, gelir dağılımını
bozan, yolsuzluğu-hırsızlığı ―normalleĢtiren‖, ülke kaynaklarını yerli küçük bir azınlığın ve Batılı büyük
Ģirketlerin yararına yeniden dağıtan ve böylece ülkeyi merkez kapitalist devletlere bağımlı hale getiren
politikaları/reformları ―demokratik rejim‖ çerçevesinde uygulamak imkansızdı. Neoliberal politikalar otoriter
rejimin sahiplerini (oligarklar, bürokratlar, teknokratlar) ve Batılı Ģirketleri zenginleĢtiriyordu. Bu nedenle
neoliberal reformlara karĢı çıkanlar, Yeltsin baĢkanlığındaki otoriter rejim tarafından ezildiler. Kanlı 4 Ekim
Darbesi neoliberal reformları daha hızlı ve daha kolay uygulayabilmek amacıyla gerçekleĢtirildi. Darbe
sonrasında muhaliflere karĢı sıkı sansür ve ―cadı avı‖ baĢlatıldı.
Sosyalizmden kapitalizme geçiĢ süreci bir ―ilerleme‖ veya ―devrim‖ değildi; tarihçi Roy Medvedev‘in 1998‘de
belirttiği gibi, ―vahĢi kapitalizm çağına geri dönüĢ‖ idi:
―Rusya toplumu, mülkiyet bazında hipertrofik şekilde yaşanan ayrışmanın, yolsuzluğun, örgütlü suçun ve dışa
bağımlılığın temelinde oluşmuş bir toplum görünümündedir. Bu durum sosyoekonomik yönden bir adım bile
ileri gidiş değil, tam tersine ülkenin iki yüz yıl öncesine, ilkel “vahşi kapitalizm” çağına dönmesi demektir.‖165
Rusya‘da sosyalizmden kapitalizme geçiĢ neoliberal ekonomi politikaları vasıtasıyla gerçekleĢtirildi. Yeltsin
döneminde neoliberal politikalar, SSCB döneminden kalma bürokratik-teknokratik yönetici elitler ile merkez
kapitalist devletler arasında kurulan iĢbirliği tarafından uygulandı. Bu politikaların uygulanabilmesi için Yeltsin
liderliği altında tam anlamıyla demokrasinin düĢmanı olan otoriter rejim oluĢturuldu. Bu otoriter rejim,
neoliberal ekonomi politikaları uyguladığı ve kapitalizmi yapılandırdığı sürece merkez kapitalist devletlerden
büyük destek gördü. Bu nedenle, Yeltsin‘in askerleri ve polisleri, vatandaĢların oylarıyla seçilmiĢ çok partili
parlamentoyu – ki bu, liberal demokrasinin temel özelliğidir – bombalayıp muhalifleri öldürürken merkez
165
A. e., s. 59.
244
kapitalist devletler ve Batılı liberaller ses çıkarmadılar. Ses çıkardıklarında ise, seçilmiĢ parlamentoyu ve
anayasayı korumak için mermilere hedef olan insanları değil, bu insanları katleden Yeltsin‘i desteklediler.
Merkez kapitalist devletler ve Batılı liberaller, 4 Ekim Darbesi‘ni ve otoriter rejimi açıkça desteklediler. Çünkü
bu rejimin uyguladığı ekonomi politikaları (neoliberalizm) merkez kapitalist ülkelerin Ģirketlerine fayda
sağlıyordu. Neoliberal politikalar sayesinde Batılı Ģirketler Rusya piyasasına girdiler ve büyük karlar sağladılar.
Ayrıca otoriter rejimin uyguladığı neoliberal politikalar ―eski güçlü rakibi‖ iyice zayıflattı ve merkez kapitalist
devletlere ekonomik açıdan bağımlı hale getirdi. Bu nedenle geçmiĢ dönemlerde Stalin‘i, KruĢçev‘i, Brejnev‘i
diktatörlükle suçlayan Batılılar, 90‘ların diktatörü Yeltsin‘i suçlamadılar, tam tersine desteklediler.
1980-2000 döneminde Batılı ve Rus neoliberal ekonomistler, ―liberalleĢme seviyesi yükseldikçe verimliliğin,
üretkenliğin ve refahın artacağını‖ iddia etmiĢlerdi. Ama bu iddia Rusya‘da doğrulanmadı, çürüdü. Neoliberal
reformlar öyle radikal biçimde uygulandı ki, ekonomist S. Glazyov‘un tespitine göre, Rusya ekonomisinde
liberalizasyon (serbestleĢme) seviyesi 1990‘ların ortasına gelindiğinde pek çok geliĢmiĢ (merkez) kapitalist ülke
ekonomilerindeki liberalizasyon seviyesini aĢtı. 166 Ama buna rağmen Rus ekonomisi 1990‘lar boyunca sürekli
geriledi: Üretim, verimlilik ve toplumun genel refah seviyesi düĢtü, yoksulluk ve iĢsizlik ise yaygınlaĢtı.
Özellikle iĢçi sınıfı SSCB dönemiyle kıyaslandığından radikal biçimde yoksullaĢtı ve sefalete sürüklendi. Bu
yoksullaĢma ve dıĢlanma sürecine karĢı iĢçiler grevlerle karĢılık verdiler. ĠĢçi direniĢi yer yer baĢarılar elde etti.
Ama yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı iĢçiler, ülke çapında ―birleĢik güçlü muhalefet‖
oluĢturamadılar, neoliberal reformları engelleyemediler ve otoriter Yeltsin iktidarını devirip demokratik bir
rejim kuramadılar.
SSCB döneminde ülkede üretilen artı değer devlet tarafından alınıyor, kontrol ediliyor ve yeniden reel üretim
için kullanılıyordu. SSCB parçalandıktan sonra Rusya‘da ortaya çıkan oligarklar ise ülkenin zenginliğini siyasal
iktidarın yardımıyla ele geçiriyor, kontrol ediyor, kullanıyor ama yeniden reel üretime yatırmıyorlardı. ĠĢte bu
durum Rusya ekonomisini kaçınılmaz olarak çökertti. Liberalizasyonun doruğa ulaĢtığı 1990‘ların sonunda ise
Ağustos 1998 Krizi patlak verdi. Primakov hükümeti neoliberal reformları terk edip sosyal demokrat politikalar
uygulamaya baĢlayınca krizin daha fazla derinleĢmesi engellenebildi, Rus ekonomisinin üretkenliği ve Rus
toplumunun refah seviyesi yükselmeye baĢladı. Ama Yeltsin ve oligarklar Primakov‘a karĢı cephe aldılar.
Bunun sonucunda sosyal demokrat Primakov hükümeti düĢtü. Primakov hükümetinin düĢürülmesine merkez
kapitalist devletler destek verdi. Çünkü Primakov hükümeti onların önerdiği neoliberal politikalardan
―sapmıĢtı‖.
Merkez kapitalist devletler, IMF ve Dünya Bankası özellikle 1980‘lerden itibaren tüm dünyaya neoliberal
ekonomi politikalarını önerdiler. Bu öneriyi Yeltsin iktidarı Ocak 1992‘den itibaren uygulamaya soktu.
Neoliberal politikalar Rusya‘da kapitalist ekonomi iliĢkilerini yapılandırdı, sermaye birikimini gerçekleĢtirdi,
oligarkları yarattı, toplumun büyük çoğunluğunu yoksullaĢtırdı, Rusya ekonomisini dünya kapitalist ekonomi
sistemine entegre etti ve Rusya‘yı merkez kapitalist devletlere ―bağımlı‖ hale getirdi. Böylece Rus ekonomisi,
merkez kapitalist devletler tarafından yönetilen küresel sermaye birikimine boyun eğdi. Rusya, diğer çevre
166
Aktaran a. e., s. 58.
245
kapitalist ülkeler ve hatta eski sömürgeler gibi, merkez kapitalist ülkelere ucuz hammadde, enerji ve ara mal
ihraç eden, merkez kapitalist ülkelerden sanayi malları, tüketim malları ve yeni zengin Ruslar için lüks mallar
ithal eden bir ülkeye dönüĢtü. Yüksek enflasyon, yaygın iĢsizlik, gelir dağılımında adaletsizlik, orta tabakanın
erimesi, yoksulluğun kitleselleĢmesi, küçük bir azınlığı büyük servetler biriktirmesi, düalist ekonomi, reel
üretimde ve verimlilikte düĢüĢ Rusya‘nın yapısal özellikleri haline geldi. Merkez kapitalist devletlere boyun
eğen ―zayıf devlet‖, kendi halkı üzerinde baskı uygulayan ve muhalefeti Ģiddetle ezen ―otoriter rejim‖, devlet
eliyle büyütülen ve yabancı sermaye ile ortaklıklar kuran yerli lümpen burjuvazi (oligarklar); sürekli artan dıĢ
borç; IMF, Dünya Bankası ve merkez kapitalist devletler tarafından belirlenen ekonomi politikaları... Tüm bu
―çevre kapitalist ülke özellikleri‖ 1990‘larda Rusya‘da hayli belirgin hale geldi. BaĢka bir ifadeyle, neoliberal
politikalar sonucunda Rusya, 1990‘lı yıllarda dünya kapitalist ekonomi sistemine bir ―çevre kapitalist ülke‖
olarak entegre edildi. Rusya‘nın bu yapısı 2000 sonrasında Putin iktidarı ile birlikte değiĢmeye baĢladı. Çünkü
yeni iktidar Batı tarafından önerilen neoliberal politikalardan uzaklaĢtı, devletin ekonomiye müdahalesini
arttırdı, dıĢ borçları sıfırladı ve sosyal hizmetleri/harcamaları arttırdı. Böylece, 1990‘larda ―çevreleĢen‖ Rusya
için 2000 sonrasında yeni bir ―toparlanma ve geliĢme dönemi‖ baĢladı.
Kaynakça
Arık, Murat: ―Controversies of the Post-Communist Transition‖, Eurasian Studies, Vol. 16, Ankara, TĠKA,
1999, s. 51-73.
Birgün, Ġstanbul, 31.07.2010.
Boron, A.: ―Hobbes ile Friedman Arasında: Latin Amerika‘da Ekonomik Liberalizm ve Burjuva Despotizmi‖,
Çev. Göksel Türk, Latin Amerika‟da Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Ed. Ragıp Zarakolu,
Ġstanbul, Alan Yayıncılık, 1985, s. 9-37.
Castells, Manuel: ―Global Informational Capitalism‖, The Global Transformations Reader: An Introduction
to the Globalization Debate, Ed. David Held and Anthony McGrew, Cambridge, Polity Press, 2003, s. 311334.
Castells, Manuel: ―The Rise of Fourth World‖, The Global Transformations Reader: An Introduction to the
Globalization Debate, Ed. David Held and Anthony McGrew, Cambridge, Polity Press, 2003, s. 430-439.
Chomsky, Noam: ―Yeni Dünya Düzeninde Demokrasi Mücadelesi‖, DüĢük Yoğunluklu Demokrasi, Ed. Barry
Gills, Joel Rocamora, Richard Wilson, Çev. Ahmet Fethi, Ġstanbul, Alan Yayıncılık, 1995, s. 100-124.
Chossudovsky, Michel: Yoksulluğun KüreselleĢmesi: IMF ve Dünya Bankası Reformlarının Ġçyüzü, Çev.
NeĢenur Domaniç, Ġstanbul, Çiviyazıları, 1999.
Clarke, Simon: Development of Capitalism in Russia, London, Routledge, 2007.
Cook, Linda J.: Postcommunist Welfare States: Reform Politics in Russia and Eastern Europe, London,
Cornel University Press, 2007.
Denitch, Bogdan Denis: ―The Triumph of Capitalism?‖, Eastern Europe: Transformation and Revolution,
1945-1991, Ed. Lyman H. Legters, Lexington, D. C. Heath and Company, 1992, s. 629-634.
Guerrien, Bernard: Neo-Klasik Ġktisat, Çev. Ertuğrul Tokdemir, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 1999.
Herspring, Dale R.: Putin‟s Russia, Lanham, Rowman&Littlefield, 2007.
246
Heywood, Andrew: Siyasi Ġdeolojiler, Ankara, Adres Yayınları, 2007.
Hosking, Geoffrey: The First Socialist Society: The History of The Soviet Union From Within, Cambridge,
Harvard University Press, 1991.
Howard, Marc Morje: The Weakness of Civil Society in Post-Communist Europe, Cambridge, Cambridge
University Press, 2003.
Hunt, E. K.: Ġktisadi DüĢünce Tarihi, Ankara, Dost Kitabevi, 2005.
Ġlyas, Atilla Ġmrahor; Haskınacı, ġebnem: Rusya Ülke Etüdü, Ġstanbul, Ġstanbul Ticaret Odası, 2003.
Kagarlitski, Boris: Bugünkü Rusya, Çev. Fatma & Serdar Arıkan, Ġstanbul, Ġthaki, 2008.
Kazgan, Gülten: Ġktisadi DüĢünce veya Politik Ġktisadın Evrimi, Ġstanbul, Remzi Kitabevi, 2006.
Laszlo, Csaba: Doğu Avrupa‟da ÇöküĢ Senaryoları, Çev. Tarık Demirkan, Ġstanbul, Kavram, 1996.
Mandel, Ernest: ―Glasnost ve Komünist Partilerin Krizi‖, Doğu Avrupa‟da Neler Oluyor? Glasnost ve
Siyasal Devrim, Ed. Mustafa Nejdet Saraç, Ġstanbul, Yeniyol BroĢür Dizisi 1, 1990, s. 11-33.
Marx, Karl: Felsefenin Sefaleti, Çev. Ahmet Kardam, Ankara, Sol Yayınları, 1992.
Marx, Karl: Kapital, Birinci Cilt: Kapitalist Üretimin EleĢtirel Bir Tahlili, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara, Sol
Yayınları, 1986.
McClellan, Woodford: Russia: The Soviet Period and After, New Jersey, Prentice Hall, 1994.
McNeill, William H.: Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin ġenel, Ankara, Ġmge Kitabevi, 2007.
Mumcu, Zehra; Türkoğlu, Meltem: Rusya Federasyonu Ülke Profili, Ġstanbul, Ġstanbul Ticaret Odası
Yayınları, 1998.
Onay, YaĢar: Batı‟ya Direnen Devlet Rusya, Ġstanbul, Yeniyüzyıl Yayınları, 2008.
O‘Donnel, Guillermo: ―Bürokratik-Otoriter Devlet Yapısındaki Gerilimler ve Demokrasi Sorunu‖, Çev. Ender
AteĢman, Latin Amerika‟da Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Ed. Ragıp Zarakolu, Ġstanbul, Alan
Yayıncılık, 1985, s. 106-134.
Önder, Ġzzetin: ―Dünya Ekonomisinin Yeni Yüzü‖, Ġktisat Dergisi, Sayı 406, Ġstanbul, ĠFMC, Ekim 2000, s.
29-32.
Özbay, Fatih: ―Tarihsel Süreç Ġçerisinde Ruslar ve Rusya‖, Rusya: Stratejik AraĢtırmalar - 1, Ed. Ġhsan
Çomak, Ġstanbul, TASAM Yayınları, 2006, s. 13-27.
Sancaktar, Caner: Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, Ed. Hasret Çomak, Ġstanbul, Hiperlink, 2011, s. 523-570.
Savran, Sungur; Ercan, Fuat: ―Günümüzde Devlet ve Kapitalizm Üzerine‖, Ġktisat Dergisi, Sayı 403, Ġstanbul,
ĠFMC, Temmuz 2000, s. 3-15.
Sönmezoğlu, Faruk: Uluslararası Politika ve DıĢ Politika Analizi, Ġstanbul, Filiz Kitabevi, 1995.
Sönmezoğlu, Faruk (Ed.): Uluslararası ĠliĢkiler Sözlüğü, Ġstanbul, Der Yayınları, 2005.
Stoner-Weiss, Kathryn: Resisting the State: Reform and Retrenchment in Post-Soviet Russia, Cambridge,
Cambridge University Press, 2006.
Turan, Güngör: Sovyet Sonrası Orta Asya: Sosyalist Devletten Sosyal Devlete GeçiĢ, Ġstanbul, TASAM
Yayınları, 2006.
Wallerstein, Immanuel: Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev. Tuncay Birkan, Ġstanbul, Metis Yayınları, 2003.
247
Wallerstein, Immanuel: Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, Ġstanbul, Metis Yayınları, 2006.
Woods, Ngaire: ―Order, Globalization and Inequality in World Politics‖, The Global Transformations
Reader: An Introduction to the Globalization Debate, Ed. David Held and Anthony McGrew, Cambridge,
Polity Press, 2003, s. 463-476.
Yalman, Galip L.: ―Popülizm, Bürokratik Otoriter Devlet ve Türkiye‖, 11. Tez, Sayı 1, Ġstanbul, Uluslararası
Yayıncılık, 1985, s. 16-69.
(Çevirimiçi) http://en.wikipedia.org/wiki/Boris_Yeltsin, 22.05.2012.
(Çevirimiçi) http://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Putin, 02.12.2010.
248
KAFKAS JEOPOLĠTĠĞĠ VE TÜRKĠYE‟NĠN KAFKASYA POLĠTĠKASI
The Geopolitics of the Caucasus and Turkey‟s Caucasus Policy
Doç. Dr. Atilla Sandıklı
BĠLGESAM BaĢkanı
ÖZET:
Kafkasya zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin yanı sıra kuzey-güney, doğu-batı ulaĢtırma
hatlarının üzerinden geçmesi nedeniyle jeopolitik açıdan önemli bir bölgedir. Rusya‘dan Akdeniz‘e,
Ortadoğu‘ya ve Basra Körfezi‘ne bağlantı yolları bu bölgeden geçmektedir. Dolayısıyla Rusya
Federasyonu gücünü geliĢtirdiği oranda Kafkaslar üzerindeki nüfuzunu tahkim etmeye, bölgeyi etkisi
ve denetimi altına almaya çalıĢmaktadır. Böyle bir ortamda bölgenin jeopolitik değerlendirmesinin
tekrar yapılarak bölgeye yönelik Türk dıĢ politikasının gözden geçirilmesinde fayda vardır. Bu
makalede Kafkasya bölgesinin jeopolitik özellikleri ve tarihi arka planı incelenmekte, Türkiye‘nin
bölgeye yönelik politikaları değerlendirilmektedir.
ABSTRACT:
The Caucasus region has geopolitical significance because of its rich oil and natural gas reserves as
well as its location at the crossroads of major north-south and east-west transportation lines. The
routes from Russia to the Mediterranean, the Middle East and the Persian Gulf pass through the
Caucasia. Parallel to its growing power Russia is trying to strengthen its foothold over the Caucasus in
order to control and keep the region in its sphere of influence. In such an environment it is required to
reassess the geopolitics of the area and accordingly to review the Turkish foreign policy towards the
region. This study analyzing the geopolitical features and historical background of the region surveys
Turkey‘s Caucasus policies.
GiriĢ
SSCB‘nin dağılması Kafkasya‘da bulunan ve geçmiĢleri çok eski olmasına rağmen ulusal devlet
kurmada büyük güçlüklerle karĢılaĢmıĢ olan uluslar için yeni ve önemli bir fırsat doğurmuĢtur.
Kafkasya‘da bağımsızlıklarını kazanan uluslar devlet yapılarını kuvvetlendirmeye ve bağımsızlıklarını
teminat altına almaya çalıĢmaktadır. Rusya Federasyonu (RF) kendi içindeki bağımsızlık
mücadelelerini bastırdıktan sonra petrol fiyatlarındaki artıĢtan da istifade ederek ekonomisini
düzeltmiĢ ve bölgede tekrar önemli bir güç haline gelmiĢtir. Rusya güçlendikçe bölgedeki etki alanını
tekrar geniĢletmeye baĢlamıĢtır ve çevresindeki yeni devletler üzerindeki etkisini her geçen gün daha
da artırmaktadır. Tarihi deneyimler dikkate alındığında Rusya‘nın Kafkaslar üzerindeki giriĢimlerinin
gelecek yıllarda daha da artacağı değerlendirilmektedir. Bu nedenle Türkiye için Kafkasya nasıl bir
anlam ifade etmektedir? Türkiye‘nin Kafkaslara yönelik hedefleri ve politikaları nelerdir sorularının
tekrar irdelenmesine ihtiyaç vardır. Bu makalede Kafkasya bölgesi tanımlanarak jeopolitik özellikleri
vurgulanacak, tarihsel arka plan gözden geçirildikten sonra Türkiye‘nin Kafkasya‘ya yönelik
yürüttüğü politikaların temel hedefleri ve stratejileri incelenecektir.
I
Kafkasya‟nın Jeopolitiği
Kafkasya adını Karadeniz ile Hazar Denizi arasında Doğu-Batı paralelinde uzanan ve yüksekliği orta
kısımlarında beĢ bin metreyi aĢan sıradağlardan almaktadır.1 Eski Yunanlıların ―As‖ diye
nitelendirdiği, daha sonraları Tatarlar tarafından ―Jalbuz‖ (Buz Yelesi), Nogaylar tarafından ―Yıldız
Dağları‖ olarak adlandırılan Kafkaslar, bir görüĢe göre Farsçada dağ anlamına ―kuh‖ kelimesi ile eski
Türkçede ―beyaz‖ anlamına gelen ―kas‖ kelimelerinin birleĢmesinden meydana gelmiĢtir.2 Kafkas
adını ilk defa eski Yunan yazarı Aiskhylos‘un eserinde ―Caucasus Dağı‖ olarak kullanmıĢtır.
Avrupa‘da Rönesans‘tan sonra bu coğrafya Caucasus/Caucasia/Caucasie diye adlandırılmıĢtır.3 Papa
tarafından Moğollara elçi olarak gönderilen ünlü seyyah Wilhelm Von Rubruk‘un eserinde Kafkas
terimi görülmektedir.4 Rusya‘da St. Petersburg Ģehrinde 1726‘da kurulan Ġlimler Akademisi Kafkas
isminin kullanılmasını yaygınlaĢtırmıĢtır.5 Kafkas terimi Türk literatüründe ilk defa, 1856 Paris
Konferansı‘nda Ahmet Cevdet PaĢa tarafından hazırlanan, ―Dağıstan, Gürcistan, Çerkezistan,
Kabartay ülkelerine Ait Bir Layiha‖da Memâlik-i Kafkasya ve Cebel-i Kafkas olarak yer almıĢtır.6
Kafkasya, Kafkas Sıradağları‘nın güneyinde ve kuzeyindeki bölgeye tekabül etmektedir. Kuzey
sınırlarını Don nehrinin ağzı ve Maniç Çukurluğu‘nun oluĢturduğu bölge güneyde Aras ve Kars
platosuna kadar uzanmaktadır. Bölgenin batısında Karadeniz doğusunda ise Hazar Denizi doğal
sınırlar niteliğindedir. Kafkasya‘yı coğrafi açıdan üç bölgeye ayırmak mümkündür. Birincisi Kafkas
Sıradağları‘nın kuzeyindeki bozkırları kapsayan, önemli tarım potansiyeline sahip ―Step Kafkasya‘sı‖
veya ―Bozkır Bölgesi‖, ikincisi ―Büyük Kafkas Dağları‖ Bölgesi ve diğeri de bu bölgenin güneyinde
Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan‘ı içine alan ―Transkafkasya‖ veya ―Küçük Kafkaslar‖
bölgesidir.7
Kafkasya; Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının buluĢma noktasında yer almakta ve bu özelliği ile üç
kıtayı birbirine bağlayan ulaĢtırma hatlarını kontrol etmektedir. Rusya‘dan Akdeniz‘e, Ortadoğu ve
Basra körfezine bağlantı yolları bu bölgeden geçmektedir.8 Kafkaslar üzerinden geçen üç yol
bulunmaktadır. Hazar Denizi sahil yolu, Karadeniz sahil yolu ve Nalçık-Tiflis yolu. Hazar yolu
üzerinde Çeçenistan, Karadeniz yolu üzerinde Abhazya ve Nalçık-Tiflis yolu üzerinde Osetya sorunlu
1
Ufuk Tavkul, Etnik Çatışmaların Gölgesinde Kafkasya, Ötüken Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 11.
2
Mustafa Aydın, Üç Büyük Gücün Çatışma Alanı Kafkaslar, Gökkubbe Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 17.
Tuğba Çelebioğlu, 1990 Sonrası Türkiye-Gürcistan İlişkileri, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
3
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2005, s. İ.
4
Wilhelm Von Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyahat, Çev. Ergin Ayan, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2001, s.
69.
5
Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), TTK, Ankara 1993, s. 1 vd.
Cevdet Paşa, Tezâkir 1-12, Neşr. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1991, s. 90-101.
7
Habip Yıldırım, Kafkasya’da Etnik Çatışmalar ve Türkiye Açısından Bölgenin Önemi, SAÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2007, s. 19.
6
8
Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları (Tarihi ve Etnografik Bir Sentez) (Çerkezler, Abhazlar, Svanlar,
Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Gürcüler, Dağıstanlılar), Çev.: Doğan Yurdakul, Yeni Binyıl Yay., İstanbul (T.Y.), s.
16.
250
bölgeleri yer almaktadır.9 Kafkasya; Karadeniz yolu ile Avrupa içlerine ve dünyaya, dünya ülkelerine
Hazar denizi yolu ile Asya içlerine ulaĢma olanağı verir. Böylece sadece kuzey-güney değil, doğu-batı
arasında da bağ oluĢturur. Bu nedenle Kafkasya karayolları, demiryolları, deniz yolları ve enerji
ulaĢım hatları üzerinde yer almaktadır.
Hazar kıyıları zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahiptir. Bu zengin kaynakların açık denizlere
ve Avrupa‘ya ulaĢım yolları Kafkaslardan geçmektedir. Bunlar Bakü-Tiflis-Ceyhan, BaküNovorossiysk, Tengiz-Novorossiysk petrol boru hatları ile proje çalıĢmaları devam eden Nabucco ve
Güney Akım doğalgaz boru hatlarıdır. Doğu Anadolu ulaĢım hatlarını kontrol eden önemli bir
coğrafyaya sahiptir ve bu bölgenin jeopolitik açıdan ayrılmaz bir parçasıdır. Soğuk SavaĢ sonrasında
SSCB‘nin dağılması nedeniyle güç boĢluğunun oluĢtuğu Kafkaslar Rusya ve Batı menfaatlerinin
kesiĢtiği bir bölgedir. Batı NATO vasıtasıyla, Rusya Bağımsız Devletler Birliği vasıtasıyla bölgedeki
menfaatlerini gerçekleĢtirmeye çalıĢmaktadır.
Amerikalı siyaset bilimci Samuel P. Huntington, medeniyetler çatıĢması tezinde Kafkasların
Hıristiyan ve Ġslam kültürünü ayıran fay hatlarından birisi olduğunu ileri sürmektedir. Bu açıdan
bakıldığında Kafkaslar, Rusya Federasyonu ile Türkiye arasında bir tampon bölge oluĢturmaktadır.
Ayrıca Türkiye-Türk Cumhuriyetleri iliĢkilerinin geliĢtirilebilmesi için Kafkasya Orta Asya‘ya açılan
bir kapıdır. Hazar havzası petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı pazarlarına ve açık
denizlere ulaĢtırılması Kafkasların jeopolitik ve jeostratejik önemini artırmaktadır. Bu nedenle
Kafkasların güvenliği ile Güney Kafkasya‘daki devletlerin bağımsızlıkları ve toprak bütünlükleri
Türkiye için çok önemlidir.
Demografik Yapı
Tarihsel süreç içinde farklı devletlerin istila yolları üzerinde yer alan Kafkasya dil, din ve etnik
gruplar açısından dünyanın en zengin coğrafi bölgelerinden birisidir. Coğrafi konum ve tarihi
geliĢmeler, Kafkasya‘nın karmaĢık beĢeri yapısının oluĢmasını hazırlamıĢtır. Kafkasya 25 Milyon
civarında insanın yaĢadığı, dil, din, ve ırk çeĢitliliği gösteren, ellinin üzerinde ulus ve etnik toplulukla
bir mozaiği andırmaktadır. Kafkasya kendi içindeki ağız farklılıkları hariç 43 dilin konuĢulduğu bir
diller müzesidir. Farklı Ģiveleri ile Türkçe ve Gürcüce en yaygın dildir. Bunları Ermenice ve Osetçe
izler. Kuzey Kafkasya‘da günlük hayatta ise Rusça konuĢma ve yazı dilidir.
Kafkasya; yaklaĢık %35,2‘si yerli halklardan, %64,8‘i ise yerli olmayan sonradan yerleĢen halklardan
meydana gelmektedir. Yerli nüfus yaklaĢık 30‘dan fazla millet ve milli gruptan oluĢmaktadır. Yerli
nüfus içinde Gürcüler %46,5 ve Çeçenler %11,9 ile en fazla nüfus oranına sahip milletlerdir.
Kafkasya nüfusunun yerli olmayanlarının %56,6‘sı Türklerdir. Bu nüfusun %82,7‘si Azerbaycan
Türkleridir. Yerli olmayan nüfus içinde Ermeniler %22,7 ve Ruslar %16,2 nufus oranına sahiptir.10
9
Suat İlhan, Kafkasların Coğrafi Konumu, Jeopolitik, Jeoekonomik, Jeostratejik Özellikleri… Kafkaslar Orta
Doğu, ve Avrasya Perspektifinde Türkiye’nin Önemi Sempozyumu, 28-29 Nisan 1998, Harp Akademileri Basım
Evi, İstanbul, 1998, s. 92.
10
B. Zakir Avşar, Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye, Yeni Türkiye Türk Dünyası Özel Sayısı II, Ankara,
Temmuz-Ağustos 1997, s. 1878.
251
YaklaĢık 5 milyonluk bir nüfusa sahip olan Gürcistan‘ın nüfusunun yaklaĢık % 85‘i Gürcü üst kimliği
altında sınıflandırılan Acara, Megrel, Kartvel, Svan ve Laz‘lardan oluĢmaktadır. Geri kalan nüfusun
%6,5‘i Azeriler, %5,7‘si Ermeniler, %1,5‘i Ruslar ve geri kalan nüfus içinde Türkler, Asuriler,
Çeçenler, Rumlar, Kabardeyler yer almaktadır.11
Etnik bir mozaik teĢkil eden Kafkasya bölgesini 3 grupta incelemek mümkündür. Türk soyundan
olanlar; Azeriler (Güney Kafkasya‘da), Kumuk, Karaçay, Balkar ve Nogaylar (Kuzey Kafkasya‘da)
yerleĢiklerdir. Ġndo-Germenler; Ermeniler ve Ossetin (Asetin)‘lerdir. Yafet (Ġber-Kafkas) Halkları;
Gürcüler, Abhaz-Adigeler, Dağıstanlılar ve Çeçenlerdir. Bölgede %36.6 arasında Ural-Altay, %35
oranında Ġber-Kafkas (Gürcüce, Çeçen, Lezgi), %28 oranında Hint Avrupa (Ermenice, Rusça, Farsça)
dilleri konuĢulmaktadır. Türkler toplam dil grubunun %36.6, din grubunun %65.5, coğrafyanın
%56.6‘na sahip en belirgin kesimdir.12 Bölge halkının; %55.9‘nun Müslüman, %43.6‘sının Hıristiyan,
%0.4‘nün Türk asıllı Musevi oldukları değerlendirilmektedir. Müslümanların %54.2‘si ġii ve %45.8‘i
Sünni mezhebindendir.13
DeğiĢik adlarla anılan ancak özde birbirine benzeyen Türk grupları; Kuzey Kafkasya‘da RF içinde yer
alan Dağıstan, Çeçenistan, ĠnguĢ, Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkez, Adigey, Kuzey Osetya Özerk
Cumhuriyetleri ile Stavropol ve Krasnodar eyaletlerinde yaĢarlar. Buralarda yaĢayanların nüfusu 1
milyon civarındadır.14 Güney Kafkasya‘da yaĢayanların çoğunluğu Azerbaycan‘da olmak üzere
Ermenistan ve Gürcistan‘da bulunmaktadır.
Bölge yalnız etnik yönden değil inanç yönünden de karmaĢıktır. Bölgede yaĢayan Ruslar, Gürcüler ve
Ermeniler değiĢik mezheplere mensuptur. Aynı etnik topluluğun ayrı mezheplere bağlı unsurları
olduğu gibi ayrı dini inançta olanlarına da rastlanmaktadır. Ġslamiyet de bölgede çok etkili olmuĢtur.
Bölgenin MüslümanlaĢması 18‘inci yüzyılda baĢlamıĢtır ve hala devam etmektedir. Azerilerin bir
kısmı Sünni iken çoğunluğu ġii‘dir. Kuzey Kafkasyalıların çoğunluğu Müslüman‘dır. Ancak Kuzey
Kafkasya‘da yaĢayan halklar arasında da mezhep farklılıkları bulunmaktadır. Arapların etkisiyle
MüslümanlaĢan Dağıstanlılar ve Çeçenler ġafi‘dir. Kuzeyden gelen Türk-Tatarların tesiriyle
ĠslamlaĢan Adigeler, Abazalar ve Osetinlerin bir kısmı ise Hanefi‘dir. Abazalarla Osetinler arasında
Ortodoks Hıristiyan olanlar da vardır.15
Kafkasya‘da üç bağımsız cumhuriyet ve on iki özerk cumhuriyet bulunmaktadır. Bağımsız
cumhuriyetler, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan‘dır. Özerk cumhuriyetlerden Rusya‘ya bağlı
olanlar Adigey, Çeçenistan, Dağıstan, TuğuĢ, Kabartay-Balkar, Karaçay-Çerkez ve Kuzey Osetya‘dır.
11
Bkz. https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/gg.html. Engin Ayan, Kafkasya; Bir
Etno-Kültürel Tarih Çözümlemesi, ODÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1
Sayı: 2, Ankara, Aralık 2010, http://sobiad.odu.edu.tr.
12
Kafkaslar, Ortadoğu ve Avrasya perspektifinde Türkiye’nin Önemi Sempozyumu, HAK. yayını, İstanbul,
1998, s. 94, 191.
13
Avşar, a.g.e., s. 1879.
14
Ramazan ÖNEY, Dünya platformunda Türk dünyası, Aktif Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 85.
15
Halil Erkek, Kafkaslar Bölgesinin Etnik ve Demografik yapısına göre uygulanabilecek P/H Faaliyetlerinin
İncelenmesi, Tez, HAK, İstanbul, 04 Haziran 2001, s. 3-14, 3-15.
252
Dağlık Karabağ ve Nahçivan Azerbaycan‘a, Acaristan, Abazya ve Güney Osetya Gürcistan‘a
bağlıdır.16
Tarihsel Arka Plan
Kafkasya, tarihi süreç içinde doğu ve batı arasında bir köprü iĢlevi görmüĢ ve çeĢitli halkların ve
ulusların mücadele alanı olmuĢtur. Bölge hakkında ilk somut ve detaylı bilgilere Roma devrinde
rastlanmaktadır. Bizans‘ın bölge üzerindeki hâkimiyeti Halife Ömer zamanında Arap akınları ile
zayıflamıĢ ve Emeviler bölgeyi bir eyalet haline getirmiĢtir.17 11. yüzyıla kadar muhtelif Oğuz boyları
Azerbaycan‘a gelmiĢ ve yerleĢmeye baĢlamıĢtır. Selçukluların 1019-21 yılları arasında Doğu
Anadolu‘ya yaptığı seferlerden sonra Türklerin bölgedeki yoğunluğu artmıĢtır. Malazgirt zaferinden
(1071) sonra Kafkasya‘ya yapılan Selçuklu akınları bölgenin Selçukluların hâkimiyetine girmesini
sağlamıĢtır.18 13. yüzyıldan itibaren Moğol akınları ile bölge önce Hülâgü Ġmparatorluğu‘nun daha
sonra da Ġlhanlı Devleti‘nin bir parçası olmuĢtur. Bölge daha sonra Akkoyunlu ve Karakoyunlu
yönetimleri altına girmiĢtir.19
16‘ncı yüzyıldan itibaren Kafkasya ve özellikle Azerbaycan, Osmanlı Devleti ve Ġran‘ın mücadele
alanı olmuĢ ve bu iki devlet arasında sürekli el değiĢtirmiĢtir. 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra
1481 yılında Altınordu Devleti, Timur‘un saldırıları ile yıkılınca Kafkasyalılar açısından da tarihi
dönüm noktası baĢlamıĢtır. Altınordu Devletinin yıkılması sonucu Ruslar Altınordu devletinin
boyunduruğundan kurtulmuĢ20 ve güçsüz hanlıklar ortaya çıkmıĢtır. Bunlardan Kazan 1552‘de,
Astrahan ise 1556 yılında Çar VI. Ivan döneminde Ruslar tarafından iĢgal edilmiĢtir. Bu Ģekilde
Rusların yayılmacı politikası Kafkasya‘yı içine alınca bölgedeki Osmanlı-Ġran rekabetine üçüncü bir
aktör daha katılmıĢtır. Rusların nihai hedefi olan Karadeniz limanlarını ele geçirmek böylece sıcak
denizlere inip, Hindistan‘a yönelik uzun vadeli planlarını gerçekleĢtirmek için Kafkasya‘nın kontrol
altına alınması gerekmektedir. Ruslar hedeflerine ulaĢmak için bölgedeki nüfus çoğunluğunu elde
etmeyi planladılar. Stratejinin temel felsefesi, bölgedeki Müslüman halkların sürülmesi ve bölgeye
Hıristiyan halkların, yani Slavların yerleĢtirilmesiydi. Bu strateji ile Müslümanların bölgedeki siyasal
egemenliğine son verilecek ve yerine Rusların siyasal üstünlüğü sağlanacaktı.21 Bunun için 206 yıl
süren uzun süreli hazırlık savaĢları yapıldı.
1567‘de Çar VI. Ivan‘ın Kaberdey topraklarına saldırmasıyla Ruslar güneye ilerlemeye baĢladı ve
Kafkas-Rus savaĢları baĢlamıĢ oldu. Bu saldırı sürecinde Kabardey prensi Temiroka‘nın kızı
Maria‘nın, Çar Ivan ile evlenmesi sonucu kısa bir süre barıĢ sağlandı. Fakat 1587‘de, Çarın ölümüyle
savaĢlar yeniden baĢladı. 1604-1605 yıllarında Rusya, Dağıstan‘a saldırdı fakat Çeçen ve
Dağıstanlıların ortak savunmaları ve karĢı saldırılarıyla ağır yenilgiye uğrayarak geri çekildiler. Bir
süre lojistik hazırlık yaptıktan sonra, 1711‘de Ruslar yeniden Dağıstan‘a saldırmaya baĢladı. Karadan
16
Avşar, a.g.e., s. 1875
Mustafa Pamuk, Kafkasya ve Azerbaycan’ın Dünü, Bugünü Yarını, HAK yayını, İstanbul, 1995, s. 5.
18
R. A. Hüseynof, Malazgird ve Kafkasya, A.Ü.D.T.C.F. Tarih Araştırmaları Enstitüsü, Tarih Araştırmaları
Dergisi, C. VI, Sayı 10-11, Ankara, 1968, s. 68-70.
19
Pamuk, a.g.e., s. 5.
20
Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bige Umar, İnkılap Yayınları, İstanbul, 1998, s. 13.
21
McCarthy, a.g.e., s. 29. Hakan Kantarcı, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006,
s. 49.
17
253
ve gemilerle Hazar denizinden yaptıkları seferler sonucunda Derbend‘i iĢgal ettiler.22 1720‘li yıllarda
Ġran ile anlaĢarak Hazar Denizi kuzeyinden güneye ilerleyen Rusya, Bakü‘yü ele geçirmiĢtir. Osmanlı
Devleti Rusların bu ilerleyiĢlerine karĢı Gürcistan harekatını geniĢletmiĢ, Gence, KirmanĢah,
Hamedan, Revan ve Tebriz‘i almıĢtır. 1724 yılında imzalanan Ġstanbul AntlaĢması ile önceden Ġran‘a
ait bu yerler, Rusya ile Osmanlı devleti arasında paylaĢılmıĢtır.
Safeviler‘in yıkılmasından sonra Ġran‘da hükümdar olan Nadir ġah, Osmanlı Devleti‘nin Kırım‘da
Rusya‘ya angaje olmasından istifade ederek, Azerbaycan‘a doğru saldırıya geçmiĢ ve Osmanlı
Devleti‘nden Azerbaycan topraklarını geri almıĢtır. Ancak Dağıstan bölgesine 1742, 1744 ve 1745
yıllarında yaptığı seferlerden sonuç alamamıĢtır. Dağıstan‘daki Hanlıklar Osmanlı Devletine bağlı
kalmıĢtır. Osmanlı Devleti, 1774‘de Kırım‘ın kaybından sonra kuzey sınırlarının güvenliği için
Kafkasya‘ya daha fazla önem vermeye baĢlamıĢtır. Tiflis ve AçıkbaĢ dolaylarında iki ayrı hanlık
halinde yaĢayan Gürcüler, çoğunlukla Hıristiyan olmalarından dolayı eskiden beri Ruslara sempati ile
bakmıĢlar ve sıcak iliĢkiler geliĢtirmiĢlerdi. Bu nedenle Rusların Kafkasya‘da en kolay ele geçirdikleri
bölge Gürcistan olmuĢ ve Rusya 1801 yılında bölgeyi ilhak etmiĢtir. Kafkas kabileleri bitmek
tükenmek bilmeyen bir hırs ve azimle Ruslarla mücadele etmiĢler ve giderek azalan maddi desteğine
rağmen kendilerini Osmanlı Devleti‘ne bağlı görmeye devam etmiĢlerdir. Ancak sonuçta, üstün Rus
kuvvetlerine boyun eğmek zorunda kalmıĢlardır. Ruslar, kendilerine en fazla direniĢ gösteren Gence
ve Bakü Hanlıklarında, 1804 ve 1808 yıllarında askeri idare kurmuĢlar ve baĢlangıçta hanlıkların iç
yönetimlerine fazla müdahale etmemiĢlerdir. Fakat Kafkasya‘nın tümü iĢgal edildikten sonra, eski
yönetime ait ne varsa kaldırılmıĢ ve bütün Kafkasya doğrudan Rus yönetimine bağlanmıĢtır.23
Rusya, kendisini Kafkasya‘dan atmak isteyen Ġran ile yaptığı savaĢı kazandıktan sonra
bölgeye kesin olarak yerleĢmiĢ ve iki devlet arasında 1828 yılında Türkmençay AntlaĢması
imzalanmıĢtır.24 Azerbaycan ve Gürcistan‘a yerleĢen Rusya‘nın, Kuzey Kafkasya ve
Dağıstan bölgelerinde hâkimiyetini tam olarak sağlaması ise daha zor olmuĢtur. Bölgenin
dağlık olması ve Müslüman ahalinin direnci yüzünden Ruslar bölgeyi ancak 19‘ncu yüzyılın
ortalarına doğru alabilmiĢlerdir. Osmanlı Devleti, Rus iĢgali ile birlikte vatanlarını terk etmek
zorunda kalan Müslüman Kafkas halklarına kucak açmıĢ ve ülkenin çeĢitli bölgelerine
yerleĢtirerek ihtiyaçlarını gidermeye çalıĢmıĢtır.
BolĢevikler Rusya‘da 1917 ihtilali ile iktidarı ele geçirince, Kafkasya‘daki milletler de (Gürcü,
Ermeni ve Türk) Gürcü BolĢeviklerin liderliğinde, 10 ġubat 1918‘de, ―Maveray-ı Kafkas
Cumhuriyeti‖ni ilan etmiĢtirler. Güney Kafkasya‘da ilan dilen bu devlet Gürcü, Ermeni ve
Azerbaycan Türklerinin temsilcilerinden oluĢan bir nevi konfederasyon idi ve merkez olarak Tiflis‘i
seçmiĢlerdi. Kuzey Kafkasya‘da ise Dağıstan‘da yaĢayan Türkler ve Müslümanlar 11 Mayıs 1918
tarihinde ―Dağıstan ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyetini‖ kurmuĢtur. Maveray-ı Kafkas Cumhuriyeti
uyumlu bir yapıya sahip değildi çünkü bu üç millet zorunluluktan bir araya gelmiĢti. Ermeniler ne
olursa olsun, Rusya‘ya ve Ġngiltere‘ye, Gürcüler Almanya‘ya dayanırken, Türkler Türkiye‘den baĢka
22
Cahit Aslan, Bir Soykırımın Adı 1864 Büyük Çerkes Sürgünü, Uluslar arası Suçlar ve Tarih, Sayı 1, ASAM
Yayınları, Ankara, 2006, s. 6-7.
23
Pamuk, a.g.e., s. 7-8.
24
Okan Yeşilot, Türkmençay Anlaşması ve Sonuçları, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 36, Atatürk
Üniversitesi, Yayını, Erzurum, 2008, s. 189-190.
254
bir destek bulamayacaklarına inanmıĢlardı. Bu Ģartlar ve zihniyet nedeniyle konfederasyon ilk büyük
sarsıntıda dağıldı.25
Ġhtilal sürecinde Rusya‘da yaĢanan iç çatıĢmayı değerlendiren Türk Ordusu ileri harekata baĢladı.
Türk Ordusunun ilerlemesi karĢısında BolĢevik Rusya barıĢa razı oldu ve iki ülke arasında 3 Mart
1918‘de Brest Litovsk AntlaĢması imzalandı. Bu AntlaĢma ile BolĢevik Rusya, savaĢta iĢgal ettiği
Erzurum, Van, Bitlis ve Trabzon vilayetlerini iade etmiĢ ve Kars, Ardahan ve Batum‘u halk oylaması
yapma Ģartı ile boĢaltmıĢtır.26 Ancak bir süre sonra Sovyet ekonomisinin Bakü petrolleri olmaksızın
ayakta duramayacağını anlayan BolĢevikler, Kafkasya‘yı kontrollerine alabilmek için Ermeni
BolĢevik ileri gelenlerinden Stephan ġaumyan‘ı fevkalade yetkilerle bölgeye yollamıĢlardı.27
ġaumyan petrol kuyularında çalıĢan iĢçilerle Ģehirdeki TaĢnak yanlısı Ermenileri yanına alarak
Bakü‘deki ―Kızıl Cumhuriyeti‖ kurmuĢ ve katliamlara baĢlamıĢtır. ġaumyan, 30 Mart-2 Nisan 1918
tarihleri arasında Bakü‘de Türklere karĢı büyük bir saldırı baĢlatmıĢ ve katliam Bakü dıĢındaki
bölgelere de yayılmıĢtır. Üç gün devam eden Mart olaylarında pek çok yazar farklı rakamlar vermiĢ
olsa da resmî kayıtlara göre 12-19 binden, resmî olmayan kayıtlara göre ise 30 binden fazla insan
hayatını kaybetmiĢtir.28 Bunun üzerine Azerbaycan Milli ġurası toplanarak Türkiye‘den yardım
istemiĢtir. Bu talep üzerine Türk Ordusu ileri harekata baĢlamıĢ, Batum ve Kars ele geçirilmiĢ ve
Tiflis-Bakû istikametinde ilerlemeye devam etmiĢtir. Bu geliĢmeler karĢısında üç baĢlı Maveray‘ı
25
Pamuk, a.g.e., s. 12.
Pamuk, a.g.e., 13.
27
Vasif Qafarov, “Ekim 1917 Devriminden Sonra Bolşevik Rusya’nın Azerbaycan Siyaseti ve Bakü Sorunu”,
Akademik Bakış, Cilt 2, Sayı 3, Kış 2008, ATAUM Gazi Üniversitesi, Ankara, 2008, s. 143-4.
26
http://www.ataum.gazi.edu.tr/pdf/ekim-1917-devriminden-sonra-bolsevik-rusya-8217nin-azerbaycan-siyasetive-baku-sorunu-1250765082.pdf
28
Nesrin Sarıahmetoğlu Karagür, Azerbaycan Tarihçiliğinde Bakü Mart Olaylarının Yeniden Değerlendirilmesi
(31 Mart 1918), Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları (OAKA), Cilt:5, Sayı: 9, Ankara, USAK Yayını, 2010, s. 93.
Ermenilerin Bolşeviklerle birlikte Azerbaycan Türklerine yönelik cinayetler hakkındaki bilgiler Azerbaycan
Respublikası Prezidenti İşler İdaresi Siyasi Senedler Arşivinde (ARPİİ SSA) bilhassa 276 ve 609 no’lu fontlarda
mevcuttur.
- ARPİİ SSA Font 276, liste 7, dosya 175, vr. 1.
- ARPİİ SSA Font 276, liste 2, dosya 20, vr. 44-69
- ARPİİ SSA Font 276, liste 2, dosya 22, vr. 75-77.
- ARPİİ SSA Font 609, liste 1, dosya 428, vr. 16.
Azerbaycan’da son dönemlerde bu olaylarla ilgili olmak üzere şahitlerin detaylı ifadeleri gün, ay, yıl ve şehir
adları ile birlikte yayınlanmaktadır. Bu eserler içinde Mart olaylarının içinde bulunan ve yaşananların şahidi olan
Mehemmed Muradzade’nin Aralık 1918’de kaleme aldığı ve 1919’da neşr ettiği Mart Hadise-i Elimesi adlı 34
sayfadan meydana gelen eseri bilhassa önemlidir. Eski harflerden Sadakat Memmedova tarafından 1996 yılında
Azerneşr yayınları arasında çıkan eser Kril harflerine aktarılmak suretiyle topluma kazandırılmıştır. Bunun yanı
sıra Fazıl Garaoğlu’nun Ermeniler ve Hegigatler (resmi senedlerle), Cilt: 1, (Bakü: Nurlan Neşriyyat Poligrafiya
Merkezi, 2007), s. 201; Ermeni Terror ve Guldur Birleşmelerinin Beşeriyyete Garşı Cinayetleri (XIX-XXI. Esrler),
(Bakü: Elm 2003); 1918-1920-ci İllerde Azerbaycanlıların Soygırımı. Senedler ve Materiallar, (Bakü: Gartal,
2001) adlı eserleri bu konudaki belgelerin günümüze aktarılmasında önemli bir rol üstlenmiştir.
255
Kafkas Cumhuriyeti 26 Mayıs 1918‘de Tiflis‘te yaptığı son toplantıda kendisini fesih etmiĢtir. Aynı
gün Gürcistan ve Ermenistan, 28 Mayıs 1918‘de de Azerbaycan bağımsızlıklarını ilan etmiĢlerdir.
Maverayı Kafkas Cumhuriyeti‘nin feshini müteakip daha önce Kuzey Kafkasya‘da kurulan Dağıstan
ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti de dağılmıĢtır.
Birinci Dünya SavaĢı sonunda Osmanlı Devleti yenilince 30 Ekim 1918‘de Mondros Mütarekesi‘ni29
imzalamak zorunda kalmıĢ ve Mütarekenin 11. ve 15. maddeleri gereği Azerbaycan‘daki kuvvetlerini
geri çekmeyi kabullenmiĢtir. Mondros Mütarekesi‘nin ardından Ġngiliz kuvvetleri Kafkaslara çıkarma
yaparak bölgeyi iĢgal etmiĢtir. Ermeniler, Kars ve Gümrü‘yü ele geçirmiĢ30 ancak Türk Ordusunun
Eylül 1920‘deki harekatı ile önceki sınırlarına çekilmiĢtir. 1920‘de Gümrü31 ve 1921‘de Moskova
AnlaĢmaları32 ile bugünkü Türkiye-Ermenistan sınırı çizilmiĢtir.
BolĢevikler Rusya içinde düzeni sağlamalarını müteakip 26 Nisan 1920‘de sınırı geçerek Bakü‘ye
ilerlemeye baĢlamıĢtır. Bu sırada, Azerbaycan Parlamentosu‘na ―Karma Ġhtilal Komitesi‖ adı ile
ültimatom veren BolĢevikler, Kızılordunun yardımıyla yönetimi tamamen ele geçirmiĢ, Azerbaycan‘ı
iĢgal etmiĢlerdir. BolĢevikler, aynı yılın sonunda Ermenistan‘ın egemenliğine son vermiĢler ve 1921
yılında Gürcistan‘ı iĢgal ederek Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti‘ni kurmuĢlardır. 1922-1930
yılları arasında Sovyet Kafkasya Federasyonu üyesi olan Gürcistan bu tarihten sonra SSCB‘nin tam
üyesi olmuĢtur. 1936 Anayasası ile SSCB‘nin 11 federe devletten (Ukrayna, Beyaz Rusya,
Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan)
oluĢtuğu kabul edilmiĢtir. TartıĢmalı bölgeler olan Dağlık Karabağ ve Nahçıvan Azerbaycan‘a
bırakılmıĢtır.
Soğuk SavaĢ sonunda Dağlık Karabağ sorunu, 1988‘de Azerbaycan ve Ermenistan arasında kanlı
çatıĢmalara neden olmuĢtur. 1989 yılında Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine girmesini müteakip 9
Nisan 1991‘de Gürcistan, 30 Ağustos 1991‘de Azerbaycan, 21 Aralık 1991‘de Ermenistan
bağımsızlığını ilan etmiĢtir. Daha sonra Ermenistan ve Azerbaycan aynı tarihte, Gürcistan Ekim
1993‘de Rusya‘nın baskısıyla bağımsız devletler topluluğuna üye olmuĢtur.
Rusların Ermenileri cesaretlendirmesi sonucu Ermeni-Azeri çatıĢmaları 1992‘de ĢiddetlenmiĢtir.
Ermeniler, sırasıyla stratejik önemi haiz ġuĢa‘yı, Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasındaki karadan
bağlantıyı sağlayan Laçin Koridoru‘nu ve kuzeyde Kelbecer de dahil olmak üzere Azerbaycan‘ın 8
bölgesini ele geçirmiĢtir. Ekim 1993‘te Dağlık Karabağ‘ın tamamı ile Azeri topraklarının % 20‘sinden
fazlası, Ermeni iĢgaline girmiĢtir ve halen Ermeni iĢgali altındadır.
Soğuk SavaĢ sonrasında Kafkasya çeĢitli sebeblerle dünyada ön plana çıkmıĢtır. Bölge Rusya ile Batı
arasında bir rekabet alanına dönüĢmüĢtür. Rusya Kafkasya‘yı hala kendi nüfuz alanı olarak
görmektedir. Bölgedeki zengin enerji kaynakları ve bölgenin Doğu-Batı arasında bir ulaĢım ve enerji
koridoru oluĢturması rekabeti artırmaktadır. Bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerini tehdit eden
mevcut sorunlar ve ilaveten etnik nitelikli diğer potansiyel gerilimler bölge ülkelerine müdahale
imkanı sağlamaktadır ve sıcak çatıĢma olasılığını artırmaktadır.
29
İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Anlaşmaları (1920-1945), c. 1, TTK Yayınları, Ankara, 1989, s. 12-16.
Lord Kinros, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Çev. Necdet Sander, Altı Kitaplar, İstanbul, 1994, s. 291.
31
Soysal, a.g.e., s. 19-23.
32
Soysal, a.g.e., s. 32-38.
30
256
Türkiye‟nin Kafkaslara yönelik Politikaları
Doğu ve Batı, Kuzey ve Güney arasında geçiĢ bölgesi olan Kafkasya, Avrasya‘nın önemli enerji ve
ulaĢtırma koridorlarının kesiĢtiği noktada yer almaktadır. Türkiye‘nin Kafkasya bölgesi ile köklü
tarihi ve kültürel bağları vardır. Müslüman olan Kuzey Kafkasyalıların 1858-1859 ile 1862-1863
yıllarında Osmanlı Devleti‘ne sığındıkları ve sığınan halkın 1-1,5 milyon olduğu tahmin
edilmektedir.33 Aynı düzeyde Güney Kafkasya‘dan halk Türkiye‘ye göç etmiĢtir. Bu rakamlar bugüne
yansıtıldığında Kafkas halklarının çoğunun Türkiye için kardeĢ halklar olduğu görülmektedir. Türkiye
bu nedenle Kafkasya ile ilgilenmektedir ve ilgilenmek zorundadır. Ayrıca Kafkasya, Avrupa‘nın Asya
ile buluĢtuğu bir eĢiktir ve Türkiye‘nin Avrasya vizyonunda stratejik bir yer tutmaktadır. Kafkaslar,
Türkiye‘yi Orta Asya‘ya bağlayan kuĢak içinde stratejik açıdan anahtar konumundadır. Aynı Ģekilde
Türkiye de Kafkas ülkeleri için Batı‘ya açılan bir kapıdır.
Kafkasya bölgesinin barıĢ, istikrar ve refahı Türkiye için özel önem taĢımaktadır. Rusya Federasyonu
içinde yaĢayan halkların, bölgede yaĢayan diğer halklarla birlikte uyumlu bir Ģekilde, güvenlik ve
barıĢ içinde yaĢamaları Türkiye‘nin de temennisidir. Türkiye, SSCB'nin dağılmasının ardından
Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan‘ın bağımsızlıklarını ayırım gözetmeksizin hemen tanımıĢtır.
Azerbaycan ve Gürcistan'la diplomatik iliĢkiler tesis etmiĢ ve bu ülkelere ekonomik destek
sağlamıĢtır. Türkiye'nin Kafkasya'ya politikasının temel esası bölge ülkeleri arasında kapsamlı bir
iĢbirliğinin kurulmasıdır. Türkiye‘nin Kafkasya‘ya yönelik politikasının temel hedeflerini, bölge
ülkeleri arasında bağımsızlığa, toprak bütünlüğüne ve iç iĢlerine karıĢmama ilkesine saygılı, eĢitlik ve
iyi komĢuluk esaslarına dayanan dostane iliĢkiler kurulması ve bu dostça iliĢkilerin ortak çıkarlara
hizmet eden çok taraflı bir iĢbirliğine dönüĢtürülmesi teĢkil etmektedir. Kafkasya‘nın baĢta etnik
dokusu olmak üzere siyasal, sosyal ve kültürel yapısı incelendiğinde, bu politikanın bölge
gerçeklerine de uygun düĢtüğü gözlenmektedir. Türkiye, ayrıca bölge ülkelerinin Avrupa-Atlantik
örgütleriyle bütünleĢmelerini aktif biçimde desteklemektedir.
Türkiye, bölge ülkelerinin ekonomik potansiyellerinin hayata geçirilmesine özel önem vermektedir.
2006 yılında faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı (BTC), 3 Temmuz 2007‘de
faaliyete geçen Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı (BTE) ve Gürcistan bölümünün temeli 21
Kasım 2007‘de atılan Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı (BTK) gibi projeler sayesinde bölgenin
stratejik konumu daha da geliĢmiĢ ve bölge tüm Avrasya‘da istikrar ve refahın tesisi açısından giderek
artan bir öneme sahip olmuĢtur.
Güney Kafkasya‘daki çözümlenememiĢ ihtilafları Yukarı Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya
ihtilafları, hem bu bölgenin hem de Avrasya‘nın güvenliği açısından önemli bir tehdit
oluĢturmaktadır. Türkiye, Kafkasya ülkelerindeki tüm ihtilafların barıĢçıl yollardan çözümünün bu
ülkelerdeki siyasi istikrara ve ekonomik refaha katkıda bulunacağına, ayrıca ikili ve bölgesel iĢbirliği
için yeni ufuklar açacağına inanmaktadır.
33
Savaş Yanar, Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç Kafkasya, IQ Yayınları, İstanbul, 2002, s. 22; 1864 sürgünü ile
ilgili belgeler için bk. Peter Brock, “The Fall of Circassia: A Study in Private Diplomacy”, English Historical
Review, Temmuz 1956), C. 71, s. 401.
257
Türkiye‘nin Azerbaycan ve Gürcistan ile yakın dostluk iliĢkileri ve kapsamlı iĢbirliği giderek
güçlenmektedir. Düzenli karĢılıklı üst düzey ziyaretler, anılan ülkelerle mevcut iyi komĢuluk
iliĢkilerimizin önemli bir boyutunu teĢkil etmektedir. Ermenistan ile 2009 yılında Zürih‘de imzalanan
iki protokol, bu ülkeyle normalleĢme sürecinde önemli bir aĢama oluĢturmuĢtur. Protokoller, iki ülke
Parlamentolarında onaylanmalarının ardından yürürlüğe girecektir. Kafkasya‘da bölgesel sorunlara
kalıcı ve barıĢçı çözümler bulunması, bütün bölge ülkeleri arasında iliĢkilerin normalleĢtirilmesi ve
kutuplaĢmaların önlenerek bölgesel iĢbirliğinin geliĢtirilmesi, Türkiye‘nin Kafkasya politikasının
özünü oluĢturmaktadır. Bu kapsamda Türkiye bölge ülkeleri ile iliĢkilerini geliĢtirme yönünde büyük
çaba sarf etmektedir.
Kafkasya Türkiye için stratejik öneme sahiptir. Türkiye‘nin, Kafkaslardaki menfaatleri Ģu Ģekilde
sıralanabilir;
- Kafkasya‘da Rusya ile aramızda bir ―BarıĢ ve ĠĢbirliği KuĢağı‖ nın oluĢturulması,
- Gürcistan ile ikili iliĢkilerin ve geliĢmelere bağlı olarak Ermenistan ile dostluk ve barıĢ
sürecinin, Azerbaycan ile ise dostluk, kardeĢlik ve mümkün olan her alanda stratejik iĢbirliğinin
geliĢtirilmesi,
- Türkiye‘nin uzun vadeli enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü karĢılamak üzere, Hazar Denizi
yatakları baĢta olmak üzere Kafkaslar ve Orta Asya petrol ve doğal gazının en uygun koĢullarda ve
kesintisiz olarak Türkiye üzerinden batıya akıĢının sağlanması.
Türkiye‘nin uzun vadeli çıkarları, Orta Asya‘ya açılan kapısı durumundaki Kafkasya‘da tüm ülkelerle
iyi iliĢkiler içinde olmak ve bu suretle bölgede istikrarın tesis edilmesine katkı yapabilmektir.
Rusya‘nn Kafkaslardaki nüfuzu da dikkate alınarak, Türkiye‘nin Gürcistan ve Azerbaycan‘ın Batı
güvenlik sistemleri içinde yer almasına katkı sağlaması ve askeri alanda iĢbirliğini artırarak
sürdürmesi ve gerektiğinde ekonomik politikalarla da desteklenmesi bu ülkelerin güvenlik
endiĢelerinin azaltılması açısından gereklidir.
Kafkasya‘da kalıcı barıĢ ve istikrarın tesisi Türkiye‘nin dıĢ politika öncelikleri arasındadır. Bu
anlayıĢla Türkiye; Azerbaycan ve Gürcistan ile birlikte Ermenistan‘ı ayırım gözetmeksizin aynı
tarihte tanımıĢtır. Türkiye‘nin Orta Asya‘ya kesintisiz açılabilmesi, Kafkaslarda barıĢ ve istikrar
ortamının tesisine bağlıdır. Kafkasya‘da Azerbaycan ile Ermenistan arasında ve Gürcistan dahilinde
yaĢanan ihtilaflar, Türkiye‘yi doğrudan ilgilendirmektedir. Zira her Ģeyden önce Kafkasya,
Türkiye‘nin Orta Asya‘ya geçiĢ yoludur. Bu yol, bugün yaĢanmakta olan ihtilaflar nedeniyle
kapalıdır. Ayrıca, bu ihtilafların doğurabileceği nüfus hareketleri Türkiye‘yi köklü akrabalık bağları
nedeniyle bir cazibe noktası haline getirmekte ve potansiyel bir tehlike arz etmektedir.
Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı geniĢ bir perspektifte değerlendirildiğinde, Türkiye‘nin Ermenistan ile
kurabileceği iliĢkiler açısından engeller oluĢturmaktadır. Türkiye, önyargısız bir Ģekilde Ermenistan
ile iliĢkilerini geliĢtirmek arzusundadır. Ancak Ermenistan‘ın ―sözde soykırım‖ politikasında ısrar
etmesi ve Azeri topraklarındaki iĢgalini sürdürmesi, bu konuda Türkiye‘nin yapabileceği açılımları
sınırlamaktadır. Gerek Karadeniz Ekonomik ĠĢbirliği çerçevesinde gerek Kafkasya boyutunda ülkeler
arasındaki iĢbirliğinin, ticaretin, mal, insan ve sermaye hareketlerinin, bölgede ortak refaha
258
ulaĢılmasında, barıĢ ve istikrarın yerleĢmesinde önemli rolü olacaktır. Ancak bunun gerçekleĢebilmesi
öncelikle uluslararası hukuk ve meĢruiyet dıĢı hareketlere son verilmesi ile mümkündür.
Türkiye‘nin Kafkaslarla ilgilenmesinin eskiyi ihya amacı ile irtibatlandırılması hem yersiz, hem de
gerçek dıĢıdır. Türkiye‘nin bu bölge ile ilgilenmesi, etrafındaki barıĢ ve istikrar arayıĢlarının tabii bir
sonucudur. Bölge ülkelerinin geniĢ insan ve doğal kaynakları ile dünya ekonomisi ile bütünleĢme
sürecinin tamamlanması, bu bölgenin bir an önce barıĢ ve huzura kavuĢmasıyla ve bölge halklarının
birbirleri ile karĢılıklı iĢbirliğine girmeleri ile mümkün olabilecektir.
KAYNAKLAR





Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları, (Tarihi ve Etnografik Bir Sentez) (Çerkezler,
Abhazlar, Svanlar, Osetler, Çeçenler, ĠnguĢlar, Gürcüler, Dağıstanlılar), Çev.: Doğan
Yurdakul, Yeni Binyıl Yayınları, Ġstanbul (T.Y.).
Adem Çaylak, Mehmet Dikkaya, Cihat Göktepe, Hüsnü Kaplı, Türkiye‟nin Politik Tarihi,
SavaĢ Yayınevi, Ankara, 2010.
Alaeddin Yalçınkaya, Kafkasya‟da Siyasi GeliĢmeler, Etnik Düğümden Küresel
Kördüğüme, Lalezar Yayın No: 5, Ankara, 2006.
Atilla Sandıklı, Elnur Osmanov, Ufuk TepebaĢ, Arzu Yorgan, Türkiye ve Asya Ülkeleri,
TASAM Yayınları, Ġstanbul, 2006.
Azerbaycan Respublikası Prezidenti ĠĢler Ġdaresi Siyasi Senedler ArĢivinde ARPĠĠ SSA 276
ve 609 no‟lu fontlar.


Baskın Oran, Türk DıĢ Politikası, c. 1-2, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 2006-2010.
B. Zakir AvĢar, Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye, Yeni Türkiye Türk
Dünyası Özel Sayısı II, Temmuz-Ağustos, Ankara, 1997.

Cahit Aslan, Bir Soykırımın Adı 1864 Büyük Çerkes Sürgünü, Uluslar arası Suçlar ve
Tarih, Sayı 1, ASAM Yayınları, Ankara, 2006.


Cevdet PaĢa, Tezâkir 1-12, NeĢr. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1991.

Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), TTK, Ankara
1993.

Habip Yıldırım, Kafkasya‟da Etnik ÇatıĢmalar ve Türkiye Açısından Bölgenin Önemi,
SAÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2007.

Hakan Kantarcı, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Ġstanbul,
2006.
Halil Erkek, Kafkaslar Bölgesinin Etnik ve Demografik yapısına göre
uygulanabilecek P/H Faaliyetlerinin Ġncelenmesi, Tez, HAK, Ġstanbul, 04 Haziran
2001.
Haluk Alkan, Azerbaycan Paradoksu, USAK Yayınları, Ankara, 2010.
Ġsmail Soysal, Türkiye‟nin Siyasal AnlaĢmaları (1920-1945), c. 1, TTK Yayınları,
Ankara, 1989.
Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Çev. Bige Umar, Ġstanbul, Ġnkılap Yayınları,
1998.
Kafkaslar, Ortadoğu ve Avrasya perspektifinde Türkiye‟nin Önemi
Sempozyumu, HAK. Yayını, Ġstanbul, 1998.
Kafkasya ve Azerbaycan‟ın Dünü, Bugünü Yarını, HAK yayını, Ġstanbul, 1995.






Engin Ayan, Kafkasya; Bir Etno-Kültürel Tarih Çözümlemesi, ODÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü Sosyal Bilimler AraĢtırmaları Dergisi, Cilt: 1 Sayı: 2, Ankara, 2010.
259




Lord Kinros, Atatürk: Bir Milletin Yeniden DoğuĢu, Çev. Necdet Sander, Altı
Kitaplar, Ġstanbul, 1994.
Mustafa Aydın, Üç Büyük Gücün ÇatıĢma Alanı Kafkaslar, Gökkubbe Yayıncılık,
Ġstanbul, 2005.
Müjdat Güler, Orta Asya ve Kafkaslara Türk BakıĢı, Ġlgi Kültür Sanat, Ġstanbul, 2007.
Nesrin Sarıahmetoğlu Karagür, Azerbaycan Tarihçiliğinde Bakü Mart Olaylarının Yeniden
Değerlendirilmesi (31 Mart 1918), Orta Asya ve Kafkasya AraĢtırmaları (OAKA), Cilt:5,
Sayı: 9, Ankara, USAK Yayını, 2010.

Okan YeĢilot, Türkmençay AnlaĢması ve Sonuçları, Türkiyat AraĢtırmaları
Enstitüsü Dergisi, Sayı 36, Atatürk Üniversitesi, Yayını, Erzurum, 2008.

Peter Brock, ―The Fall of Circassia: A Study in Private Diplomacy‖, English Historical
Review, C. 71, Temmuz 1956.

Ramazan ÖNEY, Dünya platformunda Türk dünyası, Aktif Yayınevi, Ġstanbul,
1999.

R. A. Hüseynof, Malazgird ve Kafkasya, A.Ü.D.T.C.F. Tarih AraĢtırmaları Enstitüsü, Tarih
AraĢtırmaları Dergisi, C. VI, Sayı 10-11, Ankara, 1968.
Ufuk Tavkul, Etnik ÇatıĢmaların Gölgesinde Kafkasya, Ötüken Yayıncılık, Ġstanbul, 2002.
SavaĢ Yanar, Türk-Rus ĠliĢkilerinde Gizli Güç Kafkasya, IQ Yayınları, Ġstanbul, 2002.



Suat Ġlhan, Kafkasların Coğrafi Konumu, Jeopolitik, Jeoekonomik, Jeostratejik
Özellikleri… Kafkaslar Orta Doğu, ve Avrasya Perspektifinde Türkiye‟nin
Önemi Sempozyumu, 28-29 Nisan 1998, Harp Akademileri Basım Evi, Ġstanbul,
1998.

Tuğba Çelebioğlu, 1990 Sonrası Türkiye-Gürcistan ĠliĢkileri, Marmara Üniversitesi
Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul 2005.
Vasif Qafarov, Ekim 1917 Devriminden Sonra BolĢevik Rusya‘nın Azerbaycan Siyaseti ve
Bakü Sorunu, Akademik BakıĢ, Cilt 2, Sayı 3, KıĢ 2008, ATAUM Gazi Üniversitesi,
Ankara, 2008.
Wilhelm Von Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyahat, Çev. Ergin Ayan, AyıĢığı
Kitapları, Ġstanbul 2001.


260
TÜRKĠYE‟DE KAFKASYA ĠLE ĠLGĠLĠ YAPILAN DĠL VE KÜLTÜR
KONULU ÇALIġMALAR ÜZERĠNE BĠR DEĞERLENDĠRME
Mehmet Furkan Çelik
Özet
Tarih boyunca jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle siyasal olarak hep ön planda olmuĢ olan
Kafkasya, içerisinde birçok topluluğu barındırır. Bu toplulukların çok ve çeĢitli olması, beraberinde zengin bir
kültürü getirmiĢtir. Bölgedeki kültürel zenginliğin yanı sıra, konuĢulan diller açısından da oldukça çeĢitlilik
vardır. Coğrafi olarak küçük bir bölge olmasına rağmen, içerisindeki dil ve kültür çeĢitliliği ile hep dikkat çeken
Kafkasya bölgesi, dil ve kültür bakımından amatör ve akademik düzeydeki çeĢitli çalıĢmalara konu olmuĢtur.
Bölgenin Türkiye‘ye komĢu olması ve bölgedeki çeĢitli topluluklarla Türkler arasında kan bağı olması
dolayısıyla, bölge ile ilgili ülkemizde birtakım araĢtırmalar ve çalıĢmalar yapılmıĢtır.
Bu çalıĢmada, Türkiye‘de, Kafkasya bölgesi üzerine yapılan, dil ve kültür konulu çalıĢmaları ele alıp
değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler: Kafkasya, Kafkas Halklar, Kafkasya‘da KonuĢulan Diller, Kafkas Kültürü
GiriĢ
Kafkas kelimesi ―Kaf‘ın Dağı‖ anlamına gelmekte olan Farsça ―Kahkah‖ kelimesinden türemiĢtir.
Yunanlıların, bölgenin tarifi için kullandıkları ―Caucasus‖ isminin kökeni Latince ―Kaukasos‖tur ve etimolojik
olarak ―buzla kaplı buz parlaklığıyla göz kamaĢtıran‖ anlamlarına gelen Farsça ―Kraukasis‖ ten türemiĢtir.
Türkçe ―Kafkas‖ ve Rusça ―Kavlaz‖ kelimeleri de aynı kökenden türemiĢtir. 1
Adını bölgeye veren, Kafkas Dağları, Karadeniz kıyısından Hazar kıyısına kadar kuzeybatıdan
güneydoğuya doğru uzanan genç, sarp ve yüksek dağlardır. Batıda Kuban Irmağı‘nın hemen güneyinden, Taman
Yarımadası‘ndan, Kerç Boğazı yakınlarından baĢlar. Burada Karadeniz sahilinde Novorossiyk limanı vardır.
Doğuda ApĢeron Yarımadası‘nda Hazar kıyısındaki Bakü Limanı‘nda sona erer. Kafkasya bölgesi, bu ulu
dağların her iki tarafındaki ülkedir. Kuzeyinde kalan kısma Kuzey Kafkasya denir ki Avrupa kıtasının
güneydoğu ucudur; güneyinde kalan kısma Güney Kafkasya denir ki Asya kıtasının kuzeybatısıdır. Güneyde
sınırı Aras Nehri‘dir. Kuzey sınırı Terek ve Kuban Nehirleri‘dir. Kafkasya, Karadeniz‘in doğu ve Hazar‘ın batı
kıyıları arasındaki ülkelerin bulunduğu bölgenin genel adı Ģeklinde de tarif edilebilir2
Kafkasya, coğrafi olarak son derece engebeli bir yapıya sahiptir. Kafkasya‘nın dağlık coğrafi yapısı,
farklı farklı bölgelerde, farklı farklı etnik grupların ortaya çıkmasına neden olmuĢtur. Geçit vermeyen dağlar,
engebeli yollar, her bir etnik grubu ayrı ayrı bölgelerde yaĢamaya mecbur etmiĢtir. Farklı diller konuĢan bu etnik
grupların arasındaki ayrılığın artmasında ve toplulukların çeĢitlenmesinde, coğrafi yapının yanı sıra; göçler,
savaĢlar, istilalar da etkili olmuĢtur. Bu durum, bölge halklarının dillerinde birtakım ayrılıklara yol açsa da
bölge halkları arasında kültür etkileĢimin oluĢmasına engel olamamıĢtır.

ArĢ. Gör., Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Bölümü,
[email protected]
1
Mithat Çelikpala,― Siyasi, Ekonomik ve Demografik Göstergeleriyle Kuzey Kafkasya‖, Kafkasya Araştırma&Analiz Dergisi, Kafkas Vakfı
Yayınları, Yıl: 1, Sayı: 1, s. 38-52, 2006
2
Yeni Türk Ansiklopedisi, ―Kafkasya‖, c. 5, s. 1620; Ötüken, Ġstanbul, 1985
I
Dil, din, etnik ve kültür unsurlarıyla mozaik bir yapıya sahip olan Kafkasya, uygarlıkların kesiĢim
noktası olduğu için çok halklı bir yapıya sahiptir ve tarih boyunca birçok medeniyete, topluluğa, dine, dile
yurtluk yapmıĢtır.
Kafkasya bölgesi pek çok kaynakta, kuzey ve güney olmak üzere iki ayrı bölge olarak ele alınmaktadır.
Kuzey Kafkasya‘da; Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar (Kabardey-Malkar), Kuzey Osetya, ĠnguĢetya,
Çeçenistan ve Dağıstan Özerk Cumhuriyetleri yer almaktadır. Güney Kafkasya‘da ise Azerbaycan, Ermenistan,
Gürcistan, Abhazya ve Güney Osetya yer almaktadır.
Harita3 1: Kafkasya Haritası
Kafkasya‘da yerleĢmiĢ olan milletleri üç grupta toplamak mümkündür: Bunlardan birincisi Çerkezler,
Abhazlar, Lezgiler, Çeçenler ve Gürcülerden oluĢan Kafkas kavimleri; ikincisi Ermeniler, Osetler, Svanlar,
Ruslar ve Ġranlılar ile bazı Avrupa milletlerinden olan Ġndo-Avrupa kavimleri; üçüncüsü ve bölgede ağırlıklı
olan grup ise Azeri, Avar, Kumuk, Karaçay-Balkar, Nogay, Tatar, Kafkasya Türkmenleri, Ahıska ve Kundur
Türkleri‘dir.4
Kafkasya‘da konuĢulan dilleri Ģu Ģekilde tasnif edebiliriz:
I. Kafkas Dilleri
1. Abhaz- Adige Dilleri (Batı Kafkaslar‘da)
Abhaz, Abaza, ġapĢığ, Bjeduğ, Jane, Besleney, Abzeh, Hatkoy, Temirgoy (Kemirguey), Natuhay,
Kabardey halkları tarafından konuĢulur.
2. Çeçen- Lezgi Dilleri (Doğu Kafkaslar‘da)
Çeçen-ĠnguĢ, Lezgi, Avar, Lak, Dargı, Tabasaran, Rutul, Tsahur, Agul halkları tarafından konuĢulur.
II. Türk Dilleri
1. Karaçay- Malkar (Orta Kafkaslar‘da)
2. Kumuk (Dağıstan‘da)
III. Ġran Dilleri
3
4
http://golkaf.org/images/Kafkas%20Haritasi.JPG, 04 Nisan 2012.
Nihat KaĢıkçı, Hasan Yılmaz, Aras‘tan Volga‘ya Kafkaslar (Ülkeler-ġehirler-Ġz Bırakanlar), TÜRKAR, s.10, Ankara, 1999
262
1. Oset (Orta Kafkaslarda)
2. Tat (Dağıstanda)5
Harita6 2: Kafkasya‘da KonuĢulan Dillerin Dağılımı
5
6
Prof. Dr. Ufuk Tavkul, ―Kafkasya Gerçeği‖, Selenge Yayınları, s. 191-192, Ankara, 2009
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Caucasus-ethnic_es.svg, 04 Nisan 2012.
263
Türkiye‘de Kafkasya ile ilgili çeĢitli konularda çalıĢmalar yapılmıĢtır. Biz bu çalıĢmamızda,
Türkiye‘de, Kafkasya üzerine yapılan dil ve kültür konulu çalıĢmaları ele alacağız. Kültürün taĢınması ve
aktarılması noktasında büyük bir iĢleve sahip olan dil, kültür ile ayrılmaz bir bütünlük oluĢturmaktadır. Bu
nedenle ele aldığımız eserleri, dil ve kültür olarak ortak bir baĢlık altında değerlendireceğiz.
1. Türkiye‟de Kafkasya Ġle Ġlgili Yapılan Dil ve Kültür Konulu ÇalıĢmalar
1.1. Osman Çelik (1976): Nartlar Kafkas Hikayeleri, EKO Matbaası, Ġstanbul
Kafkas mitolojisinde Ģimdiki Kafkasyalıların ilk ataları olarak Nartlar kabul edilmektedir. Yazar da bu
eserinde, Kuzey Kafkasya halk kültürünü baz alarak ve Nartlardan baĢlayıp onların torunlarına kadar yaĢanan
olayları hikaye halinde anlatmıĢtır.
1.2. Sürgünde Kafkasya Kültür-Eğitim Dizisi 2 (1990): Kafkas Dilleri, Kaf Yayınları, Ġstanbul
Eserde, Kafkasya‘da konuĢulan dillerle ilgili çeĢitli çalıĢmalar yapan araĢtırmacıların yazıları
bulunmaktadır. Kafkas dilleri ve Kafkas halkları üzerine yapılan bilimsel değerlendirmeler, istatistiksel
bilgilerle desteklenerek önemli bilgiler verilmiĢtir.
1.3. Ufuk Tavkul (1993): Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, Ötüken Yayınları, Ġstanbul
Kitapta, Kafkasya Dağlıları baĢlığı altında Karaçay-Malkar Türklerinin sosyo-ekonomik yapısı ve
değiĢimi incelenmiĢtir. Coğrafi yapı, tarih, sosyal ve ekonomik yapı ve dil-kültür açısından ele alınmıĢtır. Aile
yapılarına dair verilen bilgiler, Kafkas gelenek ve kültürlerinin bilinmesi ve yaĢatılması açısından oldukça
önemlidir.
1.4. Abdullah Saydam (1997): Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara
Yazar, eserde ilk olarak göç olgusunun ve nedenleri,sonuçları hakkında bilgi vermiĢtir. Daha sonra
Kırım ve Kafkasya bölgesinin coğrafi konumu, tarihçesi, sosyo-kültürel yapısı hakkında tespitlerde
bulunmuĢtur. Eserde, geçmiĢ dönemde sınırlı bir tarih ve biraz geniĢ bir coğrafya ele alınmıĢ olsa da Kafkasya
ile ilgili olan kısım dikkat çekicidir. Kafkasya‘nın tarihi geçmiĢi, bölgedeki etnik gruplar, etnik ve kültürel
çeĢitlilik, yazarın değinmiĢ olduğu noktalardan bazılarıdır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde tarihin eski
zamanlarından beri sistemli/sistemsiz yoğun bir göç politikasına maruz kalan Kafkasya ve Kırım bölgesinden
yapılan göçler ele alınarak bunların sebepleri ile ilgili bazı görüĢler öne sürülmüĢtür.
1.5. Dr. YaĢar Kalafat (1999): Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji AraĢtırmaları, ASAM
Yayınları, Ankara
Yazar, Kuzey Kafkasya bölgesine yaptığı geziden edindiği gözlemlerini aktarmıĢtır. Bölgeden bulunan,
yaĢayan halkların sosyal yapıları ve inanç kültürleri incelenmiĢtir. Bölge halkları arasında, mezhep farklılıkları
ve bunun bir çatıĢma unsuru haline getirilme çabaları, ideolojik ayrılıklar, SSCB döneminde uygulanan alfabe
konusundaki tartıĢmalar, dıĢ güçlerin müdahil olma politikaları, bölgedeki eğitim zaafiyeti, medya ve basın
faaliyetleri gibi konular ele alınmıĢtır.
1.6. Metin Sever (1999): Kafdağı‟nın Bu Yüzü, Doğan Kitapçılık, Ġstanbul
Kafkasya‘da yaĢayan halkların dilleri, evlenme adetleri, giyim kuĢam Ģekilleri, inançları, halk dansları,
mutfak kültürleri ve sosyal yapıları ele alınmıĢtır. Eserin son kısmında ise Kafkasyalı Önemli Şahsiyetler ve
264
Kafkas Kültürü baĢlığı altında, Kafkas kültürü ve Osmanlı Ġmparatorluğu zamanında yaĢamıĢ, Kafkas kökenli
bazı ünlü kiĢiler hakkında bilgiler verilmiĢtir.
1.7. Dr. Mehmet Halil Leylak (2000): Orta Asya ve Kafkaslar‟da Türkler‟in Demografik Yapısı
(XX. Yüzyıl), Tamga Yayıncılık, Ankara
Eserde, Orta Asya ve Kafkaslar‘da yaĢayan Türk popuslasyonu hakkında bilgi verilmiĢtir. Kitabın
Kafkas Türkleri baĢlığı altında; Azerbaycan Cumhuriyetinin demografik yapısı ile Kumuk, Karaçay, Malkar,
Nogay, Ahıska, Gagavuz-Karaim Türklerinin demografik yapısı incelenerek sayısal verilerle sunulmuĢtur.
1.8. Haleddin Ġbrahimli (2001): DeğiĢen Avrasya‟da Kafkasya, ASAM Yayınları, Ankara
Yazar, bu kitapta Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Kuzey Kafkasya, Rusya ve Kuzey Kafkasya
baĢlıklarını ele alarak, yine bu baĢlıklar altında bu ülkelerle ilgili birtakım tespitlerde bulunmuĢtur. Kafkasya
bölgesinde yer alan ülkelerin ve etnik grupların politik, etno-psikolojik, ekonomik ve sosyolojik açıdan
tahlillerini yapmıĢtır.
Kuzey Kafkasya‘da ortak kültürün oluĢmamasını, ortak bir dilin olmamasına bağlayan yazar, bu
durumun ulusal bilincin geliĢmesinde önemli bir etken olduğuna dikkat çekmiĢtir. Yazara göre Kuzey
Kafkasya‘daki etnik gruplarda, devletçilik kültürünün olmaması, devletçilik geleneğinin zayıflamasına neden
olmuĢtur.
1.9. Nuray Gök Aksamaz (2001): Kuzey Kafkasya Mitolojisi: Nartlardan Beri, Sorun Yayınları,
Ġstanbul
Eserin giriĢinde Kafkasya bölgesi ve halkları hakkında bilgiler verilmektedir. Daha sonra Kafkasya
mitolojisinin önemli bir bölümünü oluĢturan Nart destanları, bu destanların kökeni, destanda geçen gelenekler
ve motifler ele alınmıĢtır. Eserde, Kafkas mitolojisinin en az Yunan ve Roma mitolojisi kadar kayda değer
olduğuna dikkat çekilmek istenmiĢtir.
1.10. Kaf-Der Çorum Paneli Tebliğleri (2002): Kuban Maykop Kültürleri Ġle Eski Anadolu
Kültürlerinin ĠliĢkileri, Kafkas Derneği Yayınları, Ankara7
Eski Çağ‟da Kafkasya ve Anadolu baĢlıklı bildirisiyle Ahmet Ünal; demir devrinde Ġskitler ve Ġranî
kavimler, orta ve yeni çağlarda Türkler, orta çağlardan itibaren Slav-Ruslar, 19.yy‘ın ikinci yarısından beri
bitmek bilmeyen Rus emperyalizmi, Ģimdi de global emperyalizme rağmen, Kafkasya‘da diller ve kültürlerin
özgünlüklerini koruyabilmiĢ olmalarını mucize olarak niteler.
AraĢtırmacıya göre; Kafkasya bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen buluntular,
bölgenin ne kadar eski bir toprak parçası olduğunu ve insanlık tarihinin var olduğu günden beri, bölgenin birçok
topluluğa ve medeniyete beĢiklik yaptığını göstermiĢtir. Özellikle Hititler‘e ait bazı eserlerin, Kafkasya bölgesi
sınırlarında ortaya çıkması bazı yabancı araĢtırmacıların dikkatini çekmiĢtir. Hint-Avrupalıların, anavatanlarını
bulma çabaları ve kökenlerini Hititler‘e dayandırmalarıyla ilgili olarak, bölgenin ayrı bir önemi vardır.
AraĢtırmacı, bu konuda özellikle yabancı araĢtırmacıların büyük bir ilgisinin olduğunu belirtmiĢtir.
7
Bu kitap, Kafkas Derneği‘nin düzenlemiĢ olduğu Çorum Paneli bildirilerinden oluĢmaktadır.
265
Yazar, bazı araĢtırmacıların, Hattice, Sümerce ve Kafkas dillerinin akraba olduğunu öne sürdüğünü,
Kafkasya bölgesi ve Kafkas halklarıyla Hint-Avrupalıların arasında bir bağ olduğunu ortaya attıklarına
değinmiĢtir.
Hititler, Osetler ve Kafkaslar adlı bildirisiyle Kadir Öğün, Hitit ve Oset dilleri arasındaki iliĢkiye,
akrabalığa, gramer ve kelime haznesi açısından benzerliklerine dikkat çekmiĢ ve örnekler vermiĢtir. AraĢtırmacı,
bunun yanı sıra iki toplumun sosyal yapılarındaki ortak noktaları da değinmiĢtir.
1.11. Kadircan Kaflı, Hazırlayan Erol Cihangir (2004): Kuzey Kafkasya, Turan Kültür Vakfı,
Ġstanbul
Kitap üç kısımdan oluĢmaktadır. Birinci kısımda; bölgenin askeri ve siyasi açıdan önemi, coğrafya,
ekonomi, nüfus, ırk, diller, milli hayat ve karakter baĢlıkları altında genel bilgiler verilmiĢtir. Ġkinci kısımda;
efsaneler, ilk ve orta çağlarda, Ruslarla ilk çarpıĢmalar, Rus istilasının baĢlangıcı, ġeyh Mansur, Gazi
Muhammed ve Hamzat, Ġmam ġamil, Çerkezistan Harpleri, isyanlar ve abrekler, cumhuriyet devri, son istiklal
harpleri, BolĢevik Rusya idaresinde baĢlıkları altında tarihsel bilgiler verilmiĢtir. Üçüncü kısımda ise sanat
karakteri ve masallar, Ģiirler ve Ģairler, halk Ģarkıları, hikaye, roman ve tarih, tiyatro ve sinema, heykel, resim,
madeni ince sanatlar, müzik ve oyunlar, okul ve bilgi baĢlıkları altında güzel sanatlar ve kültüre dair bilgiler
verilmiĢtir.
1.12. Yelda Demirağ, Cem Karadeli (2006): GeçmiĢten Günümüze DönüĢen Orta Asya ve
Kafkasya, Palme Yayıncılık, Ankara
Kitap içerisinde on bir yazarın, Orta Asya ve Kafkasya ile ilgili yazıları vardır. Bizim araĢtırmamıza
giren Kafkas bölgesiyle ilgili yazılan yazılarda, genel olarak Kafkasya‘nın tarih sahnesindeki yeri, etnik durumu,
SSCB‘nin, AB‘nin ve Rusya‘nın yaklaĢımları ele alınarak değerlendirmiĢtir.
1.13. Dr. Muharrem Yıldız (2006): Dünden Bugüne Kafkasya, Yitik Hazine Yayınları,
Ġzmir
Eserin baĢında Kafkasya bölgesi, coğrafi, siyasi, demografik ve etnografik açıdan ele alınmıĢtır. Eser,
iki bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde; Kafkasya‘da YaĢayan Müslüman Halklar baĢlığı altında,
Kafkasya‘daki müslüman olan etnik gruplar hakkında birtakım bilgiler verilmiĢtir. Ġkinci bölümde ise
Kafkasya‘da Dini Hayat baĢlığı altında, Kafkasya‘daki dinler ve inanç sistemi hakkında bilgiler verilmiĢtir.
Bölge halklarına ait kutsal yerler, bölgede yaĢayan halkların dini törenleri, evlilik adetleri, nikah, düğün
törenleri, doğum, sünnet, ad koyma, ölüm törenleri ve kutlanan özel günler hakkında bilgiler verilerek
Kafkasya‘daki halkların sosyo-kültürel hayat tarzlarına dair önemli tespit ve incelemelerde bulunulmuĢtur.
1.13. Prof. Dr. Ufuk Tavkul (2009): Kafkasya‟da Kültürel EtkileĢim, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara
Kitapta, Kafkasya‘daki etnik gruplar ve dil grupları ele alınmıĢtır. Kafkasya halklarının tanımı,
kapsamı anlatılmıĢtır. Kafkas dillerindeki ortak kelimelerin tespiti yapılarak örnekler halinde verilmiĢtir.
Kafkasya halkları arasındaki kültürel etkileĢimin analizi yapılarak; kelime alıĢveriĢinin linguistik ve kültürel
değiĢim boyutu baĢlıkları altında incelenmiĢtir.
1.1.15. Ufuk Tavkul (2009): Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, Ġstanbul
266
Ufuk Tavkul, bu kitabında ilk olarak, Kafkasya bölgesini önce teorik bir çerçevede ele alıp genel
bilgiler vermiĢtir. Daha sonra, bölgedeki toplulukların coğrafi dağılımını nüfuslarıyla beraber vermiĢtir. Tarih
sahnesi içerisinde, Kafkasya‘nın sahip olduğu konumu, tarih öncesi Anadolu-Kafkasya kültür iliĢkileri ve
yurtluk yaptığı Kimmerler, Ġskitler, Alanlar ve diğer bazı medeniyetler ve etnik topluluklar baĢlığı altında
Abhazlar-Abazalar, Adigeler (Çerkesler), Karaçay-Malkarlılar, Osetler, Çeçen-ĠnguĢlar, Dağıstan Halkları ve bu
halkların uzantısı olan kabileler, soylar hakkında detaylı bilgiler verilmiĢtir. Bu toplulukların aralarındaki benzer
linguistik öğeler ve kelimelerin tespiti yapılarak aktarılmıĢtır. Toplumsal ve sosyal tabakalaĢma, bölgedeki
topluluklara göre ele alınmıĢtır. Toplulukların kendi aralarındaki geleneksel hukuk ve örfleri sosyolojik açıdan
incelenmiĢ, adaletin iĢleyiĢi konusunda bilgiler verilmiĢtir. Kafkasya toplumlarındaki ataerkil aile yapısı,
erkeğin baskın rolü, aile içi iliĢkiler, çocukların, gençlerin ve yaĢlıların konumu, eĢlerin birbirleriyle ve aile
büyükleriyle olan iliĢkileri anlatılmıĢtır. Kitabın son kısmında ise Kafkasya‘daki eski inançlar, topluluklara göre
verilmiĢ ve inanç sistemleri anlatılmıĢtır.
1.16. Ġzzet Aydemir (?): Kafkas Hikayeleri Antolojisi, Kafkasya Kültürel Dergi Yayınları, Ankara
Bu kitapta Kuzey Kafkasya edebiyatçıları hakkında bilgiler verilmiĢ ve onların bazı hikayeleri
anlatılmıĢtır. Yazar, kitapta anlatılan edebiyatçıların rastgele seçildiğini belirterek elde olmayan nedenlerden
dolayı kimi edebiyatçıların ele alınamadığını söylemektedir.
Sonuç
Çok eski tarihlerden beri, birçok medeniyet ve topluluğun yaĢam bölgesi olan Kafkasya, dil, din, etnik
grup ve kültür mozaiğiyle kozmopolit bir yapıya sahiptir. Bu farklı yapısıyla birçok araĢtırmacının ilgisini
çekmiĢ ve yine birçok bilimsel çalıĢmaya konu olmuĢtur. Ancak buna rağmen, bölgedeki etnik grupların çok
olması ve buna bağlı olarak bölgenin dil ve kültür zenginliği arz etmesi nedeniyle, araĢtırılması gereken daha
pek çok konu vardır. Yaptığımız incelemeye göre, Kafkasya bölgesi üzerine yapılan çalıĢmalar, SSCB‘nin
dağılmasından itibaren artıĢ göstermiĢ olup, bu artıĢ son yıllarda gittikçe yükselen bir grafik çizmektedir.
SSCB‘nin dağılmasından önceki dönemlerde, bölge ile ilgili yapılan çalıĢmalar çok kapsamlı olmayıp, daha
yüzeysel çalıĢmalardır. Ancak son zamanlarda ortaya konan çalıĢmalar, gittikçe kapsamlı bir hal almaktadır. Bu
da ilerisi için yapılacak çalıĢmaların artacağı umudunu doğurmaktadır. Biz bu çalıĢmamızda, yaptığımız genel
kaynak taramasından sonra içerik açısından zengin ve kapsamlı 16 adet kitabı seçtik ve inceledik. Ġnceleme
sonucunda, dil ve kültür konusunu ele alan kitapları kronolojik sıraya göre dizdik. Bu çalıĢmada araĢtırmacı ve
yazarların, yoğunlaĢtıkları esas noktaları belirleyerek, bundan sonra bölge ile ilgili yapılacak çalıĢmalarda
muhtaç noktalara ıĢık tutmayı amaçladık.
KAYNAKÇA
Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997
Haleddin Ġbrahimli, Değişen Avrasya‟da Kafkasya, ASAM Yayınları, Ankara, 2001
Ġzzet Aydemir, Kafkas Hikayeleri Antolojisi, Kafkasya Kültürel Dergi Yayınları, Ankara
Kadircan Kaflı, Hazırlayan Erol Cihangir, Kuzey Kafkasya, Turan Kültür Vakfı, Ġstanbul, 2004
267
Kaf-Der Çorum Paneli Tebliğleri, Kuban Maykop Kültürleri İle Eski Anadolu Kültürlerinin İlişkileri,
Kafkas Derneği Yayınları, Ankara, 2002
Mehmet Halil Leylak, Orta Asya ve Kafkaslar‟da Türkler‟in Demografik Yapısı (XX. Yüzyıl), Tamga
Yayıncılık, Ankara, 2000
Metin Sever, Kafdağı‟nın Bu Yüzü, Doğan Kitapçılık, Ġstanbul, 1999
Mithat Çelikpala,― Siyasi, Ekonomik ve Demografik Göstergeleriyle Kuzey Kafkasya‖, Kafkasya
Araştırma&Analiz Dergisi, Kafkas Vakfı Yayınları, Yıl: 1, Sayı: 1, s. 38-52, 2006
Muharrem Yıldız, Dünden Bugüne Kafkasya, Yitik Hazine Yayınları, Ġzmir, 2006
Nihat KaĢıkçı, Hasan Yılmaz, Aras‘tan Volga‘ya Kafkaslar (Ülkeler-ġehirler-Ġz Bırakanlar),
TÜRKAR, s.10, Ankara, 1999
Nuray Gök Aksamaz, Kuzey Kafkasya Mitolojisi: Nartlardan Beri, Sorun Yayınları, Ġstanbul, 2001
Osman Çelik, Nartlar Kafkas Hikayeleri, EKO Matbaası, Ġstanbul, 1976
Sürgünde Kafkasya Kültür-Eğitim Dizisi 2, Kafkas Dilleri, Kaf Yayınları, Ġstanbul, 1990
Ufuk Tavkul, Kafkasya Dağlılarında Hayat ve Kültür, Ötüken Yayınları, Ġstanbul, 1993
Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, Ġstanbul, 2009
Ufuk Tavkul, Kafkasya‟da Kültürel Etkileşim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009
Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, Ankara, 2009
YaĢar Kalafat, Kırım-Kuzey Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yayınları, Ankara,
1999
Yelda Demirağ, Cem Karadeli, Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya, Palme
Yayıncılık, Ankara, 2006
Yeni Türk Ansiklopedisi, ―Kafkasya‖, c. 5, s. 1620; Ötüken, Ġstanbul, 1985
http://golkaf.org/images/Kafkas%20Haritasi.JPG
http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Caucasus-ethnic_es.svg
268
SOVYETLERDE PROPAGANDA ARACI OLARAK SINEMA
Çağrı ALAGÖZ
GiriĢ
Ġnsanlığın sinemayı keĢfiyle birlikte, en uzak ücra köĢeler bile yakın olmuĢ, değiĢtirilemez denilen doğrular bile
artık sorgulanmaya baĢlamıĢtır. Teknolojik geliĢmeler ve küreselleĢmenin artan boyutları, kitleleri etkilemek ve
büyük bir pazar oluĢturmak için uygun koĢulları gerçekleĢtirmiĢtir. Sinemanın ortaya çıkıĢı ve yaygınlaĢması da,
iĢte bu gücün hizmet ettiği temel prensiplerle örtüĢmesi ve ortaya çok ciddi yatırımlar yapılmasını beraberinde
getirdi.
Sinema, bütün sanatları içinde barındıran bir sanattır. Sovyet sinema kuramcısı Eisenstein, ―politik olmayan
sanat yoktur‖ der. Öyleyse bir sanat olan, hem de bütün sanatları içinde barındırdığı vurgulanan sinemanın da
politik olması kaçınılmazdır. Bu yönüyle sinema, 20.yy‘ın baĢlarında toplumları etkilemek, mesaj vermek ve
siyaset üretme aracı olarak kullanılmıĢtır.
1917 BolĢevik devrimi ile birlikte Sovyet Rusya‘sında değiĢen düzen ve rejimin getirdiği yenilikler, sosyalizmin
halka anlatılma çabası, sinemanın propaganda aracı olarak kullanılmasını da beraberinde getirmiĢtir. Bu
çalıĢmada; Sovyetlerin emekleme döneminde Sovyet sinemasının geliĢimi ve propaganda aracı olarak
kullanılması, önemli Sovyet sinema kuramcılarının eserleri ve kuramlarıyla irdelenecek, dönemin sosyolojik,
ekonomik ve siyasi havası, sinema filmleri üzerinden incelenecektir. Dziga Vertov, Sergey Eisenstein, Lev
KuleĢov ve Vsevolod Pudovkin gibi Sovyet sinema kuramcılarının sinema tarihine geçmiĢ kuramları ve
propaganda sinemasına örnek olarak gösterilebilecek filmleri bu çalıĢma çerçevesinde analiz edilecektir.
Bir Araç Olarak Sinema
Sinemanın 1895 yılında Fransa‘da Lumiére KardeĢler tarafından halka açık biletli gösterimle ortaya çıktığı
kabul edilir. Lumiére KardeĢler sinemayı hangi amaçla kullanmak üzere ortaya çıkardılar bilinmez ama sinema,
ileriki zamanlarda büyük bir kazanç kapısı olmakla beraber aynı zamanda bir propaganda aracı olarak da
kullanılacaktır.
Televizyonun bulunması ve yaygınlaĢması ile birlikte sinemanın, önceleri olumsuz etkilenmesi, daha sonra bu
filmlerin televizyon ekranlarından geniĢ halk kitlelerine gösterilmesi olanağı, sinemayı yeniden popüler duruma
getirmiĢtir. Böylece, en fazla birkaç milyon kiĢinin izleyebileceği sinema filmleri, ―mesaj çoğaltıcı‖ olarak
adlandırılan televizyon yayınları yolu ile verilmeye baĢlanmıĢ; böylece, sinema filmleri yolu ile verilen
mesajların çok daha geniĢ kitlelere aktarılması gerçekleĢmiĢtir. Uydu teknolojisinden yararlanılarak yapılan
televizyon yayınları yolu ile de, televizyonda yer alan sinema mesajları, kuramsal olarak tüm dünyaya verilmeye
baĢlanmıĢtır. ―Siyasal sinema‖ türü giderek bir film yapım türü olarak da ortaya çıkmıĢ ve zaman zaman

Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrasya AraĢtırmaları Yüksek Lisans, Rusça Bilimsel Hazırlık
I
doğrudan, kimi kez ise dolaylı olarak siyasal mesaj vermiĢtir. Bu filmlerin bir kısmı belgesel-drama niteliğinde
iken bir kısmı ise, tamamen hayal ürünü olabilmekte, bir romana, bir öyküye dayandırılmaktadır. 1
Sinemanın genel olarak iki iĢlevi vardır. Ġlki, bilgi aktarmak, açıklamak, aydınlatmak gibi sosyolojik açıdan
fayda sağlayan ihtiyaçlar için kullanılmasıdır. Günümüzde belgeseller ve kesitler bu iĢlevde kullanılmaktadır.
Diğer iĢlevi ise, izleyicinin duygularına inmek, etkilemek, güldürmek, düĢündürmek, ağlatmak gibi hissiyata
dönük halde kullanılmasıdır. Ġlk iĢlevde gerçek, olduğu gibi aktarılırken, diğerinde suni bir gerçeklik yaratılarak
izleyicinin bu akıĢın içinde kendisine bir yer bulması sağlanır. Ġzleyici filmde kendine uygun bir karakter seçip
filmin içinde kalmaktadır.
Her film ekonomik sistemin bir unsuru olduğu için aynı zamanda ideolojik sistemin de parçasıdır. Kimse
bundan kaçamaz; bir bulmaca gibi hepsinin kendisine tahsis edilmiĢ yeri vardır. Sistem kendi doğasına kördür,
buna karĢın, aslında tam da bu yüzden, bütün parçalar bir araya geldiğinde ortaya oldukça net bir görüntü çıkar. 2
Sinema da siyasal söylemin olması kaçınılmazdır. Bu söylem direkt olarak filmin konusuyla izleyiciye
aktarılabilirken, ince dokunuĢlar ve göndermelerle de bu söylem sağlanabilir. Daha da temele inersek her film
ekonomik unsurların odağından geçtiği için ister istemez hem ideolojik hem de iktisadi bir kimlik taĢımak
durumundadır. Eğer film ideoloji üretim aracıysa aynı zamanda politiktir. Ġdeolojik ve politik bir eserin
değerlendirilmesi, gözden geçirilmesi ve eleĢtirilmesi iĢini yapan eleĢtiri de ideolojik ve politik özellikler taĢır.
Sinemanın elinde bulundurduğu büyük güç ve kitlelere ulaĢması, zamanla yönetmenlerinin kendi duygularını,
fikirlerini, ideolojilerini, filmin bütünlüğü çerçevesinde izleyiciye ulaĢtırma isteğini de ortaya çıkartacaktır.
20.yy ‘ın ilk çeyreğinden itibaren dünyada kurulan yeni düzen, sinemanın devlet yönetimine girmesi ve bir
devlet aygıtı olarak kullanılmasını da kaçınılmaz kılacaktır. Eğer sinema, kitleleri etkileme gücüne sahipse bu
gücü devletlerin kullanmak istememesi gibi bir durum düĢünülemez. Bu nedenle de devletler hem içte hem de
dıĢta kendi ideolojilerini halklara duyurmak ve bunun propagandasını yapmayı politika haline getireceklerdir.
Propaganda Sineması Üzerine Bir Ġnceleme
Propaganda sözlük anlamı olarak; bir öğretinin, bir düĢüncenin, ideolojinin, inancın, siyasal görüĢ ya da bilginin
tanıtılması, benimsetilmesi ve yaygınlaĢtırılmasını amaçlayan söz, yazı ve her türlü araçlarla gerçekleĢtirilen
eylemdir. Bu tanımdaki türlü araçlardan birisi de sinemadır. Sinema yoluyla yapılan propaganda, görüntü iĢin
içine girdiği için daha etkili olmaktadır. Siyasal olayları anlatan, ama bunu yaparken sanatsal kaygılardan
uzakta belli bir siyasal amacın gerçekleĢmesi için yapılan filmler vardır. Kendi görüĢ, düĢünüĢ ve yaĢam
tarzlarını aktarmak ve empoze etmek isterken sinemayı kullanırlar. Buna propaganda sineması demek
mümkündür. 3
Atilla Dorsay‘ın Guido Aristarco‘dan alıntıladığı propaganda sineması tanımına göre; ―siyaset insanın, insan
özgürlüğünün varlığıdır. Oysa propaganda sineması insan korkusunu, insan özgürlüğü korkusunu içerir.
Totaliter yönetimlerin saklanmıĢ zayıflığını ortaya koyar. Ġdeolojinin güçsüzlüğünün itirafıdır bu. Propaganda
Prof. Dr. Aysel Aziz; Siyasal ĠletiĢim, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2007, s.62
S. Büker – G. Topçu; Sinema: Tarih, Kuram ve EleĢtiri, içinde: Jean- Luc Comolli / Jean Narboni; Sinema/ Ġdeoloji/EleĢtiri (s. 99 –
112). Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Basımevi, Ankara 2008, s.103
3
Doç. Dr. Batdal OdabaĢ; Propaganda Sineması, (http://www.7sanat.com/inceleme/pnopaganda-sinemasi/) (eriĢim: 11.2.2012)
1
2
270
sinemasının Nazi Almanya‘sında, iĢgal Fransa‘sında ve Stalin dönemi Rusya‘sında görülmesi hiç de ĢaĢırtıcı
değildir.‖4
Propaganda sineması, siyasi sinema kategorisi içerisine girmekle birlikte siyasi sinemadan çok farklıdır. Siyasi
sinema ya da sinema da siyaset vurgusunun yapılması, propaganda sinemasından ayrı bir durum teĢkil eder.
Belirtildiği gibi her film ideolojik ve politik unsurlar taĢır. Ancak propaganda sineması bir ideolojinin, sistemin
sanatsal kaygılardan uzak bir biçimde seyirciye sunulmasıyla gerçekleĢir. Sinemanın bütün sanatları içinde
barındırdığını düĢünürsek var olma amacına ters bir durum ortaya çıkartır. ĠĢte bu durumu Atilla Dorsay Ģöyle
yorumlar; ― Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda iĢe yarayacak olan bir sinemadır. Onu en az
ilgilendiren Ģey sinemadır. Yaratıcının kimliği önem taĢımaz. Filmi yapanlar, asıl savaĢı yapanlarla karıĢmayı
denemelidirler ve filmin teknik öğeleri, Franco Solanas‘ın filmleri gibi, ayrıca Ģiirsel bir boyut kazanıyorsa, bu
neredeyse bir kazadır ve böyle bir kaza sinemada çok az gerçekleĢir.‖ 5
Sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılması, özellikle rejim ve sistem değiĢikliğine gitmiĢ yeni
devletlerin 20.yy‘ın baĢlarında baĢvurdukları politik bir yöntem olarak ortaya çıkmasıyla baĢlar. Rejimi
anlatmak ve devlet ideolojisini yaymak için halka sinemalar vasıtasıyla yönelmek, masraflı da olsa etkili bir yol
olarak görülmüĢtür. Aynı zamanda, devletler eliyle gerçekleĢtirilen politikalar, sinemalar yoluyla halka
aktarılmaya çalıĢıldığı gibi sinemalar sayesinde halkı politikadan uzak tutma aracı olarak da kullanılmıĢtır. Yani
halkı sinemayla meĢgul etmek, yönetim zafiyetlerinden bihaber kılmak, politikaya ilgisiz bireyler ortaya
çıkarmak için de, sinema önemli bir unsur olmuĢtur. Farklı bir açıdan bakılırsa sinema toplumların afyonu da
olabilir.
Propaganda sineması Nazi Almanya‘sında ciddi anlamda devlet ideolojisini yayma aracı olarak kullanılmıĢtır.
Bunda, beyaz perdenin etkin bir Ģekilde propaganda aracına dönüĢmüĢ olmasının rolü büyüktü. Hatta dönemin
Almanya‘sında sinemadaki propaganda o kadar yaygın ve profesyoneldi ki, dönemin bir propaganda bakanı bile
vardı. Bu dönemdeki filmlerde Alman hükümeti, Almanların üstün ırk olduğunu, otoriteye uyulması gerektiğini
ve tek devlet tek millet anlayıĢını empoze etmeye çalıĢmıĢtır. Bunun en bilinen ve en somut örneği olarak
―Ġradenin Zaferi‖ filmini gösterebiliriz.
Aynı Ģekilde Sovyet Komünist rejimi de beyaz perdede propagandayı profesyonel ve planlı bir Ģekilde
kullanmıĢtır. Devriminden sonra 1919 yılında Sovyetler Birliği Sinema Enstitüsü VGIK, Lenin‘in teĢviki ile
kurulmuĢ, sinemada da devrim gerçekleĢtirilerek, devlet kontrolü altına geçmiĢtir. Sosyalist devrimin halka
anlatılması ve bu ideolojinin yaygınlaĢtırılması için birçok propaganda filmi yapılmıĢ, sipariĢ filmler
çektirilmiĢtir. KuĢkusuz bu filmlerin en önemlisi Sergey Eisenstein‘in 1925 yılında çekmiĢ olduğu ―Potemkin
Zırhlısı‖ adlı filmidir.6
Bu iki dönemden sonra propagandayı en etkili kullanan ülke ABD olarak öne çıkmaktadır. Soğuk savaĢla
birlikte kıtalar ötesi bir propaganda aracına dönüĢen Hollywood filmleri, tam anlamıyla Amerikan kültürü ve
Atilla Dorsay; Sinema ve Çağımız 1, Hil Yayın, 1984, s.49
Doç. Dr. Batdal OdabaĢ; Propaganda Sineması, (http://www.7sanat.com/inceleme/pnopaganda-sinemasi/) (eriĢim: 11.2.2012)
6
Rovshan Aliyev; Sovyet Dönemi ve Bağımsızlık Sonrası Azerbaycan Sineması: Ġdeolojik Bir BakıĢ, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü R.T.S. Anabilim dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007, s.9
4
5
271
ideolojisini yaymak, haklı göstermek ve özeleĢtiri yaparak tepkileri azaltmak Ģeklinde propaganda filmleri
çekmiĢlerdir.
Sovyetlerde Sinemanın DoğuĢu ve GeliĢimi
Rusya diğer Avrupa ülkelerine nazaran endüstrileĢme sürecine geç girmiĢ ve ekonomisi tarıma dayalı bir
ülkeydi ve Rus toplumu farklı ırk ve uluslara mensup insan topluluklarından oluĢuyordu. Bunun yanında halkın
çoğunluğu alt sınıfa mensuptu ve henüz toprak köleliğinden kurtulmuĢ bu insanlar, ekonomik ve sosyal anlamda
büyük bir karmaĢa yaĢıyorlardı. Çarlık rejiminin baskıcı tutumundan yılmıĢlardı ve tabii 18. ve 19. yüzyıllarda
Avrupa‘da geliĢen siyasal olaylardan aydınlar vasıtasıyla haberdarlardı. Avrupa‘daki anayasal geliĢmelerden
etkilenerek bu tür bir süreci Rus toplumuna taĢımak isteyen bazı ayınlar ve öğrenciler, daha 19. yy‘ın ortalarında
liberal görüĢler ileri sürmeye baĢlamıĢ ve Rus toplumunda bu türde görüĢlerin yayılmasına çalıĢmıĢlardı. Ancak,
1917 yılına kadar sosyalistler tarafından çıkarılan ayaklanmalar Çarlık rejimi tarafından bastırılmıĢtı. Daha
sonra 1914 yılında Rusya‘nın Birinci Dünya SavaĢı‘na katılmasıyla birlikte fakir olan halk daha da fakirleĢmiĢ
ve bu dönemde iyice güçlenen sosyalistler, 1917 yılındaki ayaklanmayla Çarlık rejimini tamamen yıkarak
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğini kurmuĢlardı. GerçekleĢen devrimin ardından, çok ağır ve ekonomik
sıkıntılar içinde bulunan ülke bir yandan dıĢarıda ve içeride düĢmanların saldırısını bastırmaya, bir yandan
ekonomik geliĢmeyi sağlamaya, diğer yandan da farklı halklardan oluĢan bir ülkeye komünist ideolojiyi kabul
ettirerek bir bütünlük oluĢturmaya çalıĢıyorlardı. Böylece yeni kurulan sosyalist rejim, ekonomik kalkınmayı
gerçekleĢtirmek için endüstrileĢmeyi hızlandırmaya ve Rus toplumunun çeĢitli kesimleri arasında bir düĢünce ve
görüĢ birliği sağlamak amacıyla da Rus sanatçılarından yararlanmaya karar verdi. Bu sayede sanatın her kolu,
özellikle de tiyatro ve sinema, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir önem kazandı. 7
Devrim sineması, 1917 Ekim Devriminden sonra oluĢan ve birçok açıdan sinemayı etkileyen bir olaydır. Baskıcı
Çarlık rejimi sırasında yapılan filmler daha çok saray hayatını anlatan, toplumsal olaylara değinmeyen filmlerdi.
1917 yılında Lenin önderliğinde yapılan Rus Devrimi ile Çarlık rejimi yıkılmıĢ, yeni bir yönetim biçimi
oluĢturulmuĢtur. Her alanda olduğu gibi sinema da bundan çok etkilenmiĢtir. Bu dönemde yapılan filmler ilk
yıllarda propaganda amacıyla yapılmıĢ filmlerdi. Bu filmlerin amacı tahmin edilebildiği üzere Ekim Devriminin
ideolojisini yaymaktı. Hatta bu dönemde çeĢitli yönetmenler devlet desteğini de arkalarına alarak büyük bütçeli
görkemli filmler yaptılar. Bu ―propaganda sineması‖ adını verdiğimiz bir sinema türünü de baĢlatmıĢ oldu.
Ġlginçtir ki, tamamen farklı ideolojiler olduğu halde 1930 ve 1940‘lı yıllarda Nazi Almanya‘sı da bu akıma dahil
olacak, hatta kimi özelliklerini 1920‘li yıllarda çekilen Rus filmlerinden alacaklardır. Bu propaganda
sinemasının insanlar üzerinde etkisini açıklamak için yeterlidir.8
Sovyet sinemasında dünya sinemasını derinden etkileyen geliĢmeler asıl olarak devrimden sonra meydana gelir.
Devrimin gerçekleĢmesiyle birlikte birçok oyuncu, yönetmen ve teknisyen Fransa ve Almanya‘ya gider.
Kalanlardan yeni oluĢuma katılanların sayısı ise çok azdır. Devrimin ilk günlerinde Devlet Eğitim Komisyonu
sinema iĢlerinden sorumlu kılınır ve baĢına yazar Lunacharsky getirilir. Yeni bir sinema endüstrisinin temelleri
atılmaya baĢlanmıĢtır. Sinema gerçekten de Sovyet Rusya‘da devletin ilgilendiği ve geliĢtirmeye çalıĢtığı bir
7
8
Esin CoĢkun; Dünya Sinemasında Akımlar, Phoenix Yayınları, Ankara 2009, s.45
Onur Çoban; Rus Devrim Sineması, (http://sinematvdersleri.blogspot.com/2008/10/rus-devrim-sinemas.html) (eriĢim: 12.2.2012)
272
sanat dalı olarak ortaya çıkar; bunun nedeni, Lenin‘in çok iyi anladığı gibi, sinemanın kitlelere ulaĢma ve
etkileme potansiyeline diğer sanatlardan çok daha fazla sahip olmasıdır. Yani sinema, devrimin etkili bir aracı
olma potansiyelini içinde taĢıyordur. 9
Sosyalist devrimle birlikte sinema endüstrisinin yeniden yapılandırılması ve bu sektörün devlet kontrolü altına
girmesi 1919‘da Moskova‘da Sovyetler Birliği Devlet Sinema Enstitüsü‘nün (VGIK) kurulmasıyla
gerçekleĢecektir. Ġlk zamanlar sinemaya fazla yatırımın yapılmaması nedeniyle ortaya çıkan eserler genellikle
Çarlık Rusya‘sında çekilmiĢ olan filmlerin yeniden uyarlaması Ģekliyle üretilmiĢtir. Ancak Lenin‘in sinemayı
çok büyük bir propaganda aracı olarak görmesi ve sosyalist devrimin halka anlatılması için sinemanın
kullanılmasını emretmesiyle büyük yatırımlar yapılmıĢ ve bu sayede birçok genç yönetmen Devrim sinemasını
yaratmıĢlardır. Her ne kadar ortaya çıkan yapımlar ısmarlama bir propaganda eserleri olarak ortaya çıkmıĢsa da,
zamanla sinema da kuramsal yönden de devrimler gerçekleĢecektir.
1918 yılında, ―Ajitasyon Trenleri‖ ilk seferlerine çıkar. Bu tren seferleri Sovyetlerin en ilginç uygulamalarından
biridir. Propaganda için gerekli tüm donanıma sahip olan bu trenlerden ilki Doğu Cephesi‘ne, diğerleri ise
ülkenin en ücra köĢelerine dek gitmiĢlerdir. Bu tren seferlerinin amacı, trenlerde bulunan film ekibi tarafından
bir yandan ülkenin çeĢitli yerleri görüntülenirken, bir yandan da halk için film gösterileri düzenleyerek,
ajitasyonun yanı sıra, eğlenceye de yer vermektir. Bu seferlerde çekilen binlerce metre film, Moskova‘ya
ulaĢmıĢ ve burada Vertov ve ekibi tarafından kurgulanmıĢtır. 10
1908 yılında Rus Sinema Endüstrisi‘nin kurulması sayesinde sinema kuramı ile tanıĢan Rus halkı, hem yerel
hem de farklı Avrupa ülkelerinden ithal edilen sinema filmlerini izleme imkânına kısa süre içerisinde sahip
olmuĢtu. Diğer ülkelerden, özellikle Amerika ve Fransa olmak üzere ithal edilen bu filmler arasında, o dönem
popüler olmuĢ klasik korku filmleri yer almaktaydı. Rus tarihi ve mitleri genel olarak incelendiğinde de, Rus
halkının aslında cadı, Ģeytan, dev, vampir gibi dönemin korkuyu empoze eden sembollerine uzak olmadığı açık
bir Ģekilde görülebilir. 1918 – 1922 yılları arasındaki devrim ve iç savaĢın getirdiği karıĢıklıklar Rus
Sineması‘nın da tamamıyla durmasına ve BolĢevik Devrimi ile birlikte de yeni bir çehre kazanmasına neden
olmuĢtur. BolĢevik ve MenĢeviklerin bu dönemdeki yaptırımları ile tekrar Ģekillenen Rus Sineması, korku
hikâyelerine ve filmlerine rağbet gösteren Rus halkının, ne yazık ki korku filmlerine eriĢim imkânını neredeyse
yok etmiĢtir. Bu anlayıĢı tetikleyen ana unsur ise BolĢeviklerin korku filmlerinin, Rus halkını aciz duruma
düĢürdüğü görüĢüdür. Zira onlara göre Rus halkı, böyle korkutmaya yönelik basit taktikler karĢısında aciz
duruma düĢmeyecek kadar güçlü bir ırk olmalıdır. Sanatın her alanını bir propaganda aracı olarak gören Sovyet
yönetimi elbette ki sinemayı da halka siyasi mesajları empoze edebilecek bir aracı olarak kullanmıĢtır. Bu
nedenle Sovyet sinema tarihinde korku ya da fantastik filmler yerine daha yalın olarak istenileni vermeyi
amaçlayan, propaganda içeren filmlerin çoğunlukta olduğunu açık bir Ģekilde görebiliriz. 11
Sovyet sineması, öncelikle kitleleri eğitmeyi amaçlamıĢ, genel ve siyasal bir eğitim sağlamanın yollarını
arayarak kitlelerin düĢün yapısı ile ilgili geniĢ bir propaganda çalıĢmasını yürütmüĢtür. Sovyetler Birliği‘nde
CoĢkun; s.49
Aliyev; s.9
11
Berkay Sağlam; Sovyet Korku Sineması, ( http://www.bakiniz.com/sovyet-korku-sinemasi-viy-%D0%B2%D0%B8%D0%B9-ve-sondonem-rus-korku-filmleri/ ) (eriĢim: 20.02.2012)
9
10
273
Parti Komitesi‘nin tanıtım kurulu tarafından yönetilen tüm sanat dalları bu amaçları izlemiĢtir. Sovyetler için
sanat, salt bir sözlük olmaktan çok sosyalizm için verilen mücadelede ve sınıf çatıĢmasının ön saflarında
kullanılan araçlardan biri olarak görülmüĢtür.
Stalin Dönemi Sovyet Sineması
1920‘lerin sonunda dünya çapında büyük bir üne sahip olan Sovyet sinemasında, büyük yönetmenlerin ünü ve
nüfuzu kısa sürede kaybolmuĢtur. ―Altın çağ‖ kısa sürmüĢ, gerilemeyse ani ve kalıcı olmuĢtur. Sovyet
sinemasının gerileme sürecine girmesinin nedenlerinden biri, sesin sinemaya geliĢiyle birlikte, ünlü ―Rus
montajı‖ nın çağ dıĢı kalmasıdır. Ama Sovyet sinemasının gerilemesinde 1930‘ların baĢında gerçekleĢen siyasal
değiĢimler çok daha önemli bir neden oluĢturmuĢtur. 1930‘lu yıllarda, Stalin‘in baskıcı politikalarının partiye
egemen olmasıyla, sinema alanında da yenilikçi akım arayıĢları sınırlandırılmaya baĢlanır. Kurulu sistemin zarar
göreceği endiĢesiyle farklılıklara veya yeniliklere engel olmak için, parti tarafından sanatın bütün alanlarına
olduğu gibi, sinema alanına da ―Sosyalist Gerçeklik‖ ilkeleri dayatılır. Stalin döneminde parti, kendisini film
yapımının kontrolünde de hissettirdiği için her geçen yıl film sayısında azalma görülmüĢtür. 12
Siyasi kadrolarda yapılan değiĢiklikler daha 1928‘de etkisini göstermiĢ, Stalin ve politikası partiye hâkim
olmaya baĢlamıĢtır. Eisenstein biçimcilikle suçlanmıĢ ve aynı yıl parti kurullarının bir araya geldiği konferansta,
sinemadaki biçimci eğilimler ve kentsoylu kalıntılar eleĢtirilmiĢtir. Bu konferansta yayınlanan bildiride bir
filmin ―milyonlar tarafından anlaĢılabilir bir biçimde sunulması‖ sanat kalitesinin belirlenmesinde temel kriter
olarak gösterilmiĢtir. Böylece farklı eğilimler sınırlandırılarak, resmi sanat politikasında ―sosyalist gerçekçilik‖ e
ağırlık verilmiĢtir. 13
Eisenstein Sovyetlerde sesli sinemaya geçildiği dönem ABD ve Meksika da çalıĢmıĢ ancak maddi imkânların
kısıtlı olmasıyla tekrar Sovyet Rusya‘sına dönmüĢtür. Dilanova, ―Eisenstein‘in ülkesine döndüğünde sinema
politikasının Stalin tarafından değiĢtirilmiĢ olduğunu gördüğünü, sonraki film çalıĢmalarında, Stalin
politikalarına ayak uyduramamakla suçlandığını belirtir.‖ Yönetmenin 1944 yılında gösterime girmiĢ Korkunç
Ġvan adli filmi büyük baĢarı toplamıĢ, ancak filmin 2. bölümü gösterilemez yargısıyla rafa kaldırılmıĢ, 3.
bölümünün bitirilmiĢ parçaları da yok edilince Eisenstein‘in yönetmenlik hayatı durmuĢtur. Eisenstein, 1948
yılında radyoda, devrimin isteklerine ayak uyduramadığını açıklamak zorunda bırakılmıĢ ve birkaç ay sonra da
ölmüĢtür. Aynı Ģekilde Dziga Vertov‘da hayatının geri kalanını Belgesel Filmler Merkez Stüdyosunda belgesel
yapımı gözetmeni olarak geçirmiĢ ve 1954 yılında ölmüĢtür. Ölümünden sonra da Sovyet sinema tarihçileri ve
teorisyenleri tarafından unutulmuĢtur. Bu sanatçılar, partinin sanat akımlarına karĢı çıkamayacağı kararı alması
sonucunda ellerindeki etkili bir araç olan sinemanın kullanım yollarını araĢtırma, bulma ve geliĢtirme olanağına
kavuĢmuĢlar, yine parti kararıyla karĢı devrimci ilan edilmeleriyle bu olanağı kaybetmiĢlerdir. 14
Önemli Sovyet Sinema Kuramcıları
Dziga Vertov
―Gerçeği göstermek, basitlikten öte bir Ģeydir, Çünkü gerçek basittir.‖
12
Aliyev; s.15-16
Aliyev; s. 17
14
Lale Dilanova; Azerbaycan Sineması, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü R.T.S. Anabilim Dalı, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans
Tezi, Ankara 2003, s.33
13
274
Sovyet sinemasının öncülerinden Dziga Vertov (1895 – 1954) hayatı apansız yakalayan bir kamerayla çekilen
özgün bir belgesel tarzının öncüsüdür. Kamera – göz insanları haberleri olmaksızın filme alır. Bu yöntem
sanatsal çalıĢmayı yasaklar ama kurguya, emek harcamaya karĢı değildir. Vertov‘a göre kamerayı kullanan
görmeyi, kurguyu yapan da gördükleri üzerine düĢünmeyi iyi bilmeli ve iĢçi sınıfına yeni bir bakıĢ açısı
kazandırmalıdır. 1918 – 1919 döneminde Kino – Nedelya (Haftalık Sinema) ve 1922 – 1924 döneminde ise
Kino – Pravda (Sinema Gerçek) adlı iki dergi film dizisinde çalıĢan Vertov, sinemanın temel ilkesi olarak
devinimi öngörmüĢ, bilinçli olarak kamera ve sinemacının gözünü birleĢtiren bir yöntem olan Sinema – Göz‘ü
geliĢtirir. 15
Dziga Vertov‘un 1923 yılında yayınladığı Sinema- Göz manifestosunda sinemayla ilgili Ģunları söyler:
Ben gözüm.
Mekanik bir göz.
Ben, size dünyayı yalnızca onun bakıĢ açısıyla yansıtan makine.
Artık insanın devinimsizliğinden kurtulacağım. Sürekli hareket halindeyim.
Nesnelere yaklaĢıp, uzaklaĢıyorum. Üzerine süzülüp aralarından geçiyorum.
DramatikleĢtirilmiĢ sinema insanlığın afyonudur.
Kahrolsun beyaz perdenin ölümsüz kralları ve kraliçeleri, yaĢasın öncülerin sıradan hayatlarında ve tezgâhların
baĢındaki çekimleri.
Kahrolsun burjuvazinin düzmece senaryoları.
YaĢasın hayatın kendisi.
Dramatik sinema kapitalistlerin elindeki öldürücü bir silahtır.
Günlük yaĢamımızdaki devrimci uygulamalarımızla bu silahı düĢmanın elinden alacağız.
Hayatımızın sahnelenmesine son verin
Bizleri olduğumuz gibi çekin. Yazarın senaryosu hakkımızda uydurulmuĢ hikâyelerden baĢka bir Ģey
değildir…16
Manifestosunda da belirttiği gibi Vertov, sinemada her Ģeyin olduğu gibi izleyiciye aktarılmasından yanadır.
Ona göre yönetmen tarafından uydurulmuĢ bir senaryo halkı kandırmaktan ve burjuvazinin oyununa getirmekten
baĢka bir Ģey değildir. YaĢamı boyunca tren yoluyla bütün Sovyetleri dolaĢmıĢ olan Vertov bu seyahatlerinde
filmlerini çekmiĢtir. En önemli yapıtı, Film Kameralı Adam (1929) adlı sinema eseridir. Bu filminde Vertov
Sovyetlerde bir gününü bütün gerçekliği ve yaĢantısıyla olduğu gibi yansıtmıĢtır. Filminde ne bir baĢrol
oyuncusu ne bir senaryo ne de bir set vardır. Sinema da belgesel yapımcılığının ilham kaynağı Vertov ve
sinemalarıdır.
Sergey Eisenstein
Eisenstein çoğu sanatçı gibi çok yönlü biriydi. Bir anlamda tiyatro ve sinema yönetmeni, ressam, karikatürist,
yazar, kuramcı ve öğretmendi. Üç yıl mühendislik eğitimi almıĢ olmanın verdiği bilgi ve ilgiyle bilime,
uygulamaya, matematiğe, çözümlemeye yatkındı. Tüm eserlerinde bu çok yönlülüğü ve mantıklılığı fark
15
16
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; Radyo- Televizyon: Diğer Ülke Sinemaları, Ankara 2011, s.8-9
ġenol Erdoğan; Sinema Manifestoları- Sinemadan Videoya Görüntünün Yazılı Tarihi, AltıkırkbeĢ Yayın, Ġstanbul 2007, s.25
275
etmemek mümkün değildir. Gereksiz ve amaçsız hiçbir Ģeye ne kiĢisel hayatında, ne de eserlerinde yer
vermiĢtir. Einstein, sinemaya hem yaratıcı, hem kuramcı, hem de eğitimci olarak büyük katkı sağladı. Bugüne
kadarki bütün sinema tarihinin belki de en büyük yapıtı olan ―Potemkin Zırhlısı‖ onun da en büyük eseridir. 17
Eisenstein‘in ilk üç filminde kitle düĢüncesinin temsili ve özellikle de mevcut otoriteye baĢ kaldırılmasıyla
ilgilidir. Bireyin değil, halkın düĢüncesini ifade etmenin arayıĢı içindedir ve bu nedenle çalıĢmaları epik bir
düzlem içinde yer alır. Ne ―Grev‖, ne ―Potemkin Zırhlısı‖nda ne de ―Ekim‖de hiçbir soyutlanmıĢ karakter,
hiçbir bireysel tutum ya da kiĢisel geliĢim yer almaz. BaĢkaldırı konusunu merkez alarak çok geniĢ bir bakıĢ
açısıyla çalıĢmaktadır. Ancak ―Eski ve Yeni‖ filminde tutumunu değiĢtirerek, kitle içeriğiyle birlikte bir karakter
geliĢtirir. Daha sonraki eserlerinde tek bir karakteri merkeze alan epik filmleriyle karĢımıza çıkar. Sosyolojik
içerik ve kitle düĢüncesi bu filmlerde de vardır, ancak karakterlerin gölgesi altında kalmıĢtır. Eisenstein‘in
sinemaya en büyük katkısı geliĢtirdiği ve filmlerine uyguladığı kurgu kuramlarıdır. 18
Eisenstein, çekimlerin iç kurgularını göz önüne almayarak, onların içeriklerini salt dıĢ dünyanın gerçekliği
olarak değerlendiren Vertov‘a karĢıdır. Çekimlerin sanatsal bir anlayıĢla kurgulanmaması halinde ortaya çıkacak
filmin, sanatsal bir özellik taĢımayacağını söyler ve Vertov‘un filmlerini bu bağlamda değerlendirir.
19
Eisenstein‘in filmleri Devrim Sinemalarının mihenk taĢlarındandır. Sosyalist Devrim sonrası Lenin tarafından
devrimin tanıtılması ve sosyalizmin aĢılanması için sipariĢ etmiĢ olduğu Eisenstein filmleri, Sovyet sinemasının
en önemli yapıtları arasındadır. Ezilen proletaryanın Çarlık rejimine baĢkaldırıĢı kendine has kurgu teknikleriyle
filmlerinin ana konularını oluĢturmuĢtur. Grev, Ekim, Potemkin Zırhlısı, Alexander Nevski ve Korkunç Ġvan en
önemli devrim filmlerindendir.
Lev KuleĢov
Lev KuleĢov, Sovyet sinema kuramcılarının en önemlilerinden biridir. KuleĢov, boĢ kamerayla deneyler yaptı
ve yalnızca görüntülerin değiĢik biçimde sıralanmasıyla çok değiĢik duygu ve izlenimler yaratabileceğini ortaya
koymuĢtur. Montaj kelimesini ilk defa Vestnik Kinematografi (Sinema Haberleri) dergisinde, ―Sinemada
Sanatçının Görevleri‖ adlı makalesinde kullanmıĢtır. KuleĢov için montaj, pozların birbirine yapıĢtırılmasından
çok sanatsal bir düĢünce tarzıdır. KuleĢov tarafından sonradan ―KuleĢov Efekti‖ adı verilen bir montaj deneyi
yapılmıĢtır. 20
Bu deney için hazırladığı kısa filmde KuleĢov, Çarlık döneminin ünlü sinema oyuncusu Ġvan Mozjuhin‘inin bir
noktaya bakarken çekilmiĢ görüntülerini alır. Ve aralara bir tas çorba, genç ve güzel bir kız ve bir çocuk tabutu
görüntülerini yerleĢtirir. Film bir grup seyirciye izletildiğinde, izleyiciler, Mozjuhin‘in yüzü her göründüğünde
ifadesinin değiĢtiğini ve tasa bakarken aç, kıza bakarken arzulu, tabuta bakarken üzgün göründüğünü düĢünürler.
Halbuki Mozjuhin bütün çekimleri için aynı kare kullanılmıĢtır. Bu deney amaçlandığı üzere, kurgunun gücüne
ve anlam yaratma imkânlarına ıĢık tutar. Buradan çıkan sonuç, izleyiciler görüntülere duygusal tepkiler
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; s.11
CoĢkun; s.56
19
Dr. Cengis T. Asiltürk; Sinemada Diyalektik Kurgu, Beykent Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul 2008, s.105
20
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; s.7-8
17
18
276
vermekte, dahası bu tepkileri sahnedeki aktöre aktarmakta, onun ifadesiz yüzüne kendi hislerini yüklemektedir.
Sinemada buna KuleĢov etkisi denir.21
Vsevolod Pudovkin
Pudovkin, film montajı hakkında önemli teoriler geliĢtiren Devrim sinemaları yönetmenlerindendir. Eisenstein
ile aynı dönemde eserler üreten Pudovkin‘i Eisenstein‘den ayıran en önemli özellik montajı halk kitlelerini
yüceltmek için değil, bireyin cesaret ve zorluklarını yenme gücüne konsantre etmesidir. KuleĢov‘un yanında
yetiĢen yönetmenlerden biri olan Pudovkin‘e göre de kurgu sinema sanatının temeli, bu yeni gerçekliğin yaratıcı
öğesidir. Sinemasal zaman ve sinemasal mekân çok az iliĢkisi olan kavramlardır ve bunlar çekimler ve kurgu
tarafından belirlenir. Bir film, imajlar kullanılarak inĢa edilir. Bir çekim, bir olayın belirli ve seçilmiĢ bir biçim
aracılığıyla temsil edilmesi ya da yeniden yaratılmasıdır. Pudovkin‘in en önemli filmi bir Maksim Gorki
uyarlaması olan ―Ana‖ filmidir. Ana‘da yaĢlı bir kadının siyasal bilinçlenme süreci anlatılır. 22
Önemli Sovyet Propaganda Filmleri
Grev ( СССССС )
―Örgüt, iĢçi sınıfının her Ģeyidir. Kitle örgütleri olmaksızın, proletarya bir hiçtir. Örgütlenme, eylem birliğidir;
akıllı müdahaledir.‖ (Lenin)
Bir sessiz sinema örneği olan Grev (1925), Einstein‘ın hemen her filminde olduğu gibi yine Lenin‘in sözleri ile
baĢlıyor. Çarlık döneminde greve giden bir fabrikanın yönetime karĢı direniĢini anlatan bu filmde iĢçiler çok zor
Ģartlar altında çalıĢmaktadır. Uzun çalıĢma süreleri, insanca muamele görmemeleri ve düĢük ücretler uğruna ağır
iĢlerde çalıĢmaları, iĢverenlerinden iyileĢtirme istemeleri ve bu isteklerine cevap bulamamaları sonrasında
isyana dönüĢür. Ġsyanın çıkıĢ noktası ise fabrikada çalıĢan bir iĢçinin bir iĢ aletini kaybetmesi sonucu hırsız
damgası yemesiyle ortaya çıkar. Bu iĢ aleti onun 3 haftalık ücretine denk düĢer. Zaten ağır olan koĢullar onu
yaĢamına son vermesiyle sembol hale getirir. Fabrikada devrimi gerçekleĢtirmek için bir kıvılcım bekleyen diğer
çalıĢanlar her zamanki gibi iĢçi sınıfı, BolĢevikleri, ĢiĢman, puro içen iĢverenler ise çarlık rejimini simgeler.
Filmin sonunda iĢçiler devrimi gerçekleĢtirir ve patronlar fabrikadan atılır.
Potemkin Zırhlısı ( СССССССССС СССССССС )
―Devrim bir savaĢtır. Bu aynı zamanda meĢru, doğru ve gerekli bir savaĢtır; ve bu savaĢ, tarihin tanıdığı tek
büyük savaĢtır… ĠĢte bu savaĢ, Rusya‘da ilan edildi ve baĢlatıldı.‖ (Lenin 1905)
Tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden biri olarak kabul edilen Potemkin Zırhlısı, 1925 yılında Sergey
Einstein tarafından, Lenin‘in teĢvikleriyle çekilmiĢtir. Lenin‘in yukarıdaki sözleriyle baĢlayan tarihin en önemli
propaganda filmi, izleyiciyi giriĢte etkilemek ve devrim bilincini filmin daha baĢında aĢılamak istemektedir.
Film, Ekim Devrimiyle birlikte devrimi yerleĢtirmek için yapılmıĢ gösteriĢli bir filmdir. Kurgunun uygulandığı
ilk filmdir. Film, Çarlık rejimine karĢı ayaklanan, Karadeniz‘deki filoda bulunan denizcilerin 1905‘teki
ayaklanmasını anlatıyor.
Filmin birinci bölümünde; gemide denizcilere verilen etin kontrol ediliĢini gösteren çekimler yer almaktadır.
Etleri kontrol eden doktor burjuvazinin simgesi olarak değerlendirilen ince çerçeveli gözlüğünü katlayarak
21
22
James Monaco; Bir Film Nasıl okunur? Sinema Dili, Tarih ve Kuramı, Oğlak Yayıncılık, Ġstanbul 2005, s.380
CoĢkun; s.61-62
277
camları üs üste getirir ve daha güçlü bir mercek oluĢturur. Bu mercekle eti kontrol eder. Üzerindeki kurtları
gördüğü halde etin yenilebilir olduğuna kanaat getirir. Ancak denizciler bu etten yemezler ve zırhlıda bir isyan
çıkar. Ġnsan gibi yaĢamak ve yemek yemek isteyen denizciler proletaryayı temsil ederken, zırhlı komutası Çarlık
rejimini temsil eder. Zırhlıdaki diğer askerlerinde denizcilerin tarafına geçmesiyle Potemkin zırhlısı denizciler
tarafından yani iĢçi sınıfınca ele geçirilir.
Ġkinci bölümde ise zırhlıda isyanı çıkartan denizcinin vurulma sahnesiyle baĢlar. Yelken direğine düĢen yaralı
isyancı tüm geminin dikkatini çeker ve arkadaĢları onu kurtarmak için denize atlar. Ancak isyanı baĢlatan
denizcinin cesedini gemiye çıkartırlar. Ölen isyancının cesedi Odesa Limanına getirilirken ortamda bir sakinlik
vardır. Aslında bu durum bir Ģeylerin patlak vereceğinin habercisidir.
Üçüncü bölüm de Odesa limanında toplanan kalabalık ve bir kadının heyecanlı konuĢmasıyla devam eder.
Kadının konuĢması, ölen isyancının halkın üzerinde yaratmıĢ olduğu üzüntü ve kararlı bakıĢlar karĢısında daha
da güçlenir. Kadının konuĢması sırasında meydanda beyaz Ģapkasıyla alaycı gülümsemelerde bulunan bir adam
görünür. Bu burjuvaziyi simgeler. Ve kalabalığın burjuvaziyi linç ediĢi…
Dördüncü bölümde Odesa‘nın büyük merdiven sahnesi vardır. Halkın kendisine ateĢ açan askerlerle
karĢılaĢması, cesetleri çiğneyip geçen askerler, ölü çocuğunu taĢıyan ana, bir çocuk arabasının gittikçe
hızlanarak aĢağıya düĢmesi, potemkinin kükreyen topları hepsi birlikte bir bütün içinde kurgunun unsurlarıdır.
Merdiven sahnesi filmde zulmün ve Çarlık rejiminin acımasızlığının tavan yaptığı bölümdür. Bu yüzden ―artık
halk ayaklanmalı ve devrim yapılmalıdır‖, hissi seyirciye verilir.
BeĢinci ve son bölümde ise Potemkin zırhlısının bir savaĢ filosu ile karĢılaĢması gösterilir. 1905
ayaklanmasından bir kesit sunan Potemkin Zırhlısı‘nda devrime giden yolun resmediliĢi gösterilmiĢtir. Bu
filmde herhangi bir baĢrol oyuncusu yoktur. Eisenstein kahraman olarak herhangi bir kiĢiyi değil halkı
kullanmıĢtır.
Ekim ( ССССССС )
―Sovyet devletinin kuruluĢuna baĢladığımız ve bu sayede dünya tarihi içinde yeni bir dönem baĢlattığımız için
gurur duymaya hakkımız var.‖ (Lenin)
Sergey Eisenstein‘in bir diğer önemli yapıtı olan Ekim, Lenin‘in yukarıdaki sözüyle baĢlar. Grev filminin
devamı niteliğindedir. 1927 yılında çekilen bu devrim filmi Eisenstein‘in kurgulama tekniğini en ileri düzeyde
kullandığı filmidir. Lenin önderliğindeki BolĢeviklerin artık sosyalist devrimi gerçekleĢtirmek için her Ģeylerini
ortaya koyduğu, devrimin ince hesaplarının yapıldığı günleri anlatan bir filmdir. Halkın sarayı basması ve
ardından, ―yoldaĢlar, iĢçi sınıfının beklediği proleter devrim artık gerçekleĢmiĢtir‖ yazısıyla son bulan Eisenstein
yapımı Ekim filmi devrimin onuncu yılında özel olarak Lenin tarafından sipariĢ edilmiĢ bir propaganda filmidir.
Film Kameralı Adam ( ССССССС С ССССССССССССС )
Dziga Vertov‘un yazıp yönettiği, emekleme sürecindeki sosyalist bir ülkenin ve orada yaĢayan insanların
anlatıldığı 1929 yapımı belgesel film. Gündelik yaĢamı herhangi bir oyuncu, dekor ya da kurmaca olmadan
kendi akıĢı içinde anlatmaya çalıĢan film, ĢehirleĢme, makineleĢme, insan ve makinenin eĢgüdümlü uyumu
üzerine odaklanmıĢtır. Sinemanın, ―gerçeğin düzenlenmiĢ hali‖ olması gerektiğini savunan Vertov filmlerdeki
kurmacanın bir afyon olduğunu savunur. Bu kurmacalar seyirciyi sarhoĢ eder, böylece daha sonra bilinçsiz
278
seyirciye çarpıtılmıĢ gerçekleri kabul ettirmek kolaylaĢmaktadır. Bu nedenden ötürü Film Kameralı Adam filmi,
sinemada gerçeğin olduğu gibi çarpıtılmadan yansıtılması bakımından önemli bir yer tutar. Film baĢlarken
Ģunlar yazar ekranda: ―filmde konuĢma metni yoktur, senaryo yoktur, set, aktör vs. de yoktur.‖ Bu yazılar
aslında Vertov‘un sinema kuramını da ortaya çıkartır. ―Her Ģey olduğu gibi izleyiciye aktarılmalıdır.‖ Filmde;
gün doğumundan gün batımına kadar bir Sovyet kentinden manzaralar sunuyor. ġafak henüz sökmemiĢtir,
sokaklar bomboĢtur, banklarda uyuyan evsizler günün henüz baĢlamadığını ifade eder adeta. Daha sonra
insanlar Ģehir meydanlarına doluĢur, toplu taĢıma araçları ile iĢlerine giden halk görüntüye gelir. ġehir uyanmıĢ
ve artık bütün halk yeni bir ülke yaratma çabası içinde çalıĢmaya baĢlayacaktır. ÇalıĢan iĢçi sınıfının sosyal,
kültürel ve spor aktivitelerini filme alan film kameralı adam sosyalist gerçekliğe dayandırılarak çekilmiĢ,
belgesel film niteliğinde olan bir baĢyapıttır.
Sonuç
Siyaset, insan varlığının içinde, insan özgürlüğünün bir parçası olarak vardır. Ancak propaganda sineması, insan
özgürlüğünün kontrol edilemez boyutlarından korkan, ideolojinin zayıf yönünün bir etkisi olarak, totaliter ve
baskıcı yönetimlerin kullandığı bir sinema türüdür. Bu tür sinemalarda epik ve sanatsal ögelerin ortaya çıkması
çok az görülen bir durumdur. Bu çalıĢmada Sovyet dönemi propaganda sinemasının önemli sinema kuramları ve
kuramcılarının eserleri incelenmiĢtir. Her ne kadar propaganda aracı olarak sinemanın kullanılmıĢ olduğu
görülse de, ortaya yeni sinema akımlarının ve yeni kuramların ortaya çıktığı da görülmüĢtür. Günümüzde halen
kullanılan kurgu ve montaj teknikleri dönemin Sovyet propaganda filmlerinden alıntılandığı aĢikârdır.
―Sovyetlerde Propaganda Aracı Olarak Sinema‖ baĢlıklı çalıĢmada, sinemanın halkları etkilemek konusunda ve
devlet politikalarını yaymak amacıyla ne kadar önemli bir propaganda aracı olarak kullanıldığı görülmüĢtür.
1917 Sosyalist Devrimiyle birlikte Sovyetlerde halka yeni rejimin ve devrimin anlatılması büyük ölçüde sinema
vasıtasıyla gerçekleĢtirilmek istenmiĢtir. Devriminden sonra 1919 yılında Sovyetler Birliği Sinema Enstitüsü
VGIK, Lenin‘in teĢviki ile kurulmuĢ, sinemada da devrim gerçekleĢtirilerek, devlet kontrolü altına geçmiĢtir.
Sosyalist devrimin halka anlatılması ve bu ideolojinin yaygınlaĢtırılması için birçok propaganda filmi yapılmıĢ,
sipariĢ filmler çektirilmiĢtir.
Nazi Almanya‘sında dönemin propaganda elçisi Joseph Goebbels, Eisenstein‘in ―Potemkin Zırhlısı‖ adlı
sinema eseri için; ―eĢi, benzeri olmayan bir Ģaheser. Bu filmi izleyen insan bir BolĢevik olabilir.‖ sözüyle
sinemanın insanlar üzerindeki etkisini gözler önüne sermiĢtir. Daha sonra da tıpkı Sovyetlerde olduğu gibi Nazi
Almanya‘sı da propaganda filmleri konusunda dünya da derin izler bırakmıĢtır.
Sinema insanlar üzerinde etkili bir araçtır. Bu aracı sanatsal ögeler de süsleyebilir, propaganda da. Bu çalıĢmada
incelenen Sovyet Sineması, bir baĢka deyiĢle Devrim Sineması bu iki unsuru birlikte harmanlamıĢtır. Ama asıl
önemli olan Ģudur ki; geçmiĢten geleceğe sinema toplumları, toplumlarda sinemaları etkileyeceklerdir.
279
Kaynakça

Dr. ASĠLTÜRK, Cengis T.; Sinemada Diyalektik Kurgu, Beykent Üniversitesi Yayınları,
Ġstanbul 2008

Prof. Dr. AZĠZ, Aysel; Siyasal ĠletiĢim, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2007

ALĠYEV, Rovshan; Sovyet Dönemi ve Bağımsızlık Sonrası Azerbaycan Sineması:
Ġdeolojik Bir BakıĢ, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü R.T.S. Anabilim dalı Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 2007

BÜKER, S. – TOPÇU G.; Sinema: Tarih, Kuram ve EleĢtiri, içinde: Jean- Luc Comolli /
Jean Narboni; Sinema/ Ġdeoloji/EleĢtiri (s. 99 – 112). Gazi Üniversitesi ĠletiĢim Fakültesi Basımevi, Ankara
2008

COġKUN, Esin; Dünya Sinemasında Akımlar, Phoenix Yayınları, Ankara 2009

DĠLANOVA, Lale; Azerbaycan Sineması, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
R.T.S. Anabilim Dalı, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2003

DORSAY, Atilla; Sinema ve Çağımız 1, Hil Yayın, 1984

ERDOĞAN, ġenol; Sinema Manifestoları- Sinemadan Videoya Görüntünün Yazılı
Tarihi, AltıkırkbeĢ Yayın, Ġstanbul 2007

MONACO, James; Bir Film Nasıl okunur? Sinema Dili, Tarih ve Kuramı, Oğlak
Yayıncılık, Ġstanbul 2005

T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; Radyo- Televizyon: Diğer Ülke Sinemaları, Ankara 2011

Onur Çoban; Rus Devrim Sineması, (http://sinematvdersleri.blogspot.com/2008/10/rus-
devrim-sinemas.html) (eriĢim: 23.11.2011)

Doç.
Dr.
ODABAġ,
Batdal;
Propaganda
Sineması,
(http://www.7sanat.com/inceleme/pnopaganda-sinemasi/ ) ( eriĢim: 21.11.2011)

Doç.
Dr.
ODABAġ,
Batdal;
Siyasal
Sinema
AnlayıĢı,
(http://www.7sanat.com/inceleme/siyasal-sinema-anlayisi/) (21.11.2011)

Berkay Sağlam; Sovyet Korku Sineması, ( http://www.bakiniz.com/sovyet-korku-sinemasi-
viy-%D0%B2%D0%B8%D0%B9-ve-son-donem-rus-korku-filmleri/ ) (eriĢim: 20.02.2012)
280
AVRASYAÇILIK VE RUSYA
Fuad Hilalov1
Avrasyaçılık, 1990-ların ortalarına doğru ―Yakın Çevre‖ politikasının kabulu ile resmi doktrin haline gelmiĢtir.
Yeni-Avrasyaçılık ideolojisinin hedefi, ilk dönemde Sovyetlerin yeniden kurulması, sonrakı dönemlerde
Rusya‘dan Ġran Körfezi Çin ve Batı Avrupa arasındakı çoğrafyada söz sahibi olabilmektir. Yeni-avrasyaçılığın
günümüz Rusya Federasyonu dıĢ politikasının en önemli etkeni haline getiren süreç ise, bu ideolojini ana
ideoloji olarak benimsemiĢ V. Putin‘in tekrar devlet baĢına geçmesidir. Yazıdakı ilkelerin, ister Rusya ve
çevresinde, isterse de Batı‘da akademisyen, siyasi çevrelerin gündemini meĢğul etmesi, tarihte ilk kez Rusya
devlet büyüklerince Avrasyaçılığın resmi ideoloji olarak kabul görmesi nedeniyle doğaldır.
Bildirimizde Avrasyaçılığın oluĢumunu, tarihten günümüze geçtiği süreç ve Yeni-Avrasyaçılık ideolıjisi olarak
karĢımıza çıkıĢını, böyle bir birlik modelinin olabilmesi için olumlu ve olumsuz etkenleri incelemeye
çalıĢacağız.
Anahtar kelimeler: Avrasyaçılık, Rusya, Putin, Avrasya Birliği
Neo – eurosianism and Russia
By mid-90s of the last century, the Eurasianism became an official doctrine of Russia after the collapse of the
Soviet Union. The goals set by Neo-Eurasianism include the restoration of the Soviets in the short term followed
by the establishment of strong authority of Russia in a wide geographical area spanning from the Western
Europe to Persian Gulf and China. Re-election of V. Putin who accepts Neo-Eurasianism as his core ideology
further spurs the transformation of Neo-Eurasianism to a pinnacle feature of the foreign policy currently
exhibited by the Russian Federation. The principles outlined in this article have been regularly discussed both in
Russian and Western academic and political circles thanks to the adoption of Eurasianism by Russian
government officials as the official doctrine of the state, for the first time ever in history.
This article is the author‘s humble effort to analyze the development of Eurasianism, its historical background
and transformation to Neo-Eurasianism, as well as the positive and negative factors behind the potential
development of the Eurasian Union.
Keywords: Eurasianism, Russia, Putin, Eurasian Union
GiriĢ
Rusya resmi dairelerine yakın ―Ġzvestiya‖ qazetesinin 3 Ekim 2011 tarihli sayısında, Rusya‘nın eski ve yeni
seçilmiĢ ÇümhürbaĢkanı Ģu andaki BaĢbakanı V.Putin‘in ―Avrasya‘nın yeni bütünleĢme projesi – bu gün doğan
gelecek‖ adlı manifesto olarak değerlendirebileceğimiz yazısı çıktı. Yazının baĢında Putin 2012, 01 Ocak‘ta
baĢlayacak, Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya‘nın oluĢturduğu BirleĢik Ekonimik Alan projesinin önemine ve
yararlarına dikkat çekerek, bununla yetinmeyeceklerini, söz konusu projenin
1
bir sonrakı daha geniĢ ve
PhD, ―Region +‖ dergisi, siyaset masası baĢkanı, [email protected]
I
bütünleĢmiĢ oluĢumun ―Avrasya Birliği‖ nin temeli oldugunu öne sürüyor.(Vladimir Putin, əəəəə
əəəəəəəəəəəəəə əəəəəə əəə əəəəəəə — əəəəəəə, əəəəəəə əəəəəəəəə
əəəəəəə, Ġzvestiya gazetesi 03,10,2011)
Aradan 6 aydan fazla zaman geçmesine rağmen, Putin‘in ortaya koyduğu ve önümüzde ki 3 sene içinde
gerçekleĢtirmeyi vad ettiği proje, ister Rusya ve komĢularnda, isterse de Batılı ülkelerin akademik, siyasi ve
medya çevrelerinde gündemde kalmakta devam ediyor. Bir çokları bunun 100 yıldan bu yana devam ede gelen
Avrasyaçılık ideolıjisinin Rusya‘da hakim çevrelerce tamamen benimsenmesi olarak görüyorlar.( Stefano
Grazioli, Unione Eurasiatica: il ritorno dell‘Urss? "Limes" gazetesi 08,12,2011)
Peki nedir Avrasyaçılik? ĠĢte yazımızda bu ideolijinin ortaya çıkıĢı, tarihten günümüzde Rusyada nerdeyse
hakim ideoloji seviyyesine ulaĢmasına kadar geçtiği süreç, Putin‘in ortaya koyduğu projenin güçlü ve zayıf
yönlerini irdelemeye çalıĢacağiz.
GeçmiĢten günümüze Avrasyaçılık
Avrasyaçilik, isim babalığını Alman jeolog Eduard Zyuss‘un yaptığı Avrasya kıtasının orta alanında yer alan,
benzersiz Avrasya alanının tarihine iliĢkin özel hükümlerden kaynaklanan felsefi siyasi fikir akımıdır.
Sistematik bir fikir akımı olarak Avrasyaçiliğin ortaya çıkıĢ dönemi, 1920-1930 yıllarına rastlamaktadır.
BolĢevik Rusyada‘dan Batı Avrupa‘ya kaçan Rus aydınlarına göre Rusya‘nın yeri Avrupa ile Asya arasındakı
―merkezdedir‖. Avrasyaçılığin köklerinin Panslavizme dayandığı söylenmektedir. Ġlk avrasyaçılar bile kendi
fikir babalarının son dönem panslavistlerin2 olduğunu kabullenirler.
Buna rağmen Avrasyaçılık‘la Panslavizm‘in arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Avrasyaçılar, slavları
tarihsel ve kültürel olarak bütün bir kimlik olarak görmezler. Onlara göre turan halklarının ruslarla geliĢen
tarihsel medeniyyeti rus kültürne batı slavlardan (çekler ve polonyalılardan) daha yakın olmaktadır. Siyasi
devlet ideallerinde de Avrasyaçıların terçihi slav devletleri birliği değil de, 1939 –a kadar var olan SSCB
içindeki federel devletdir.3
Resmi görüĢe göre, Avrasyaçılığın ortaya çıkıĢı, 1920-de Rus mühacir aydın Trubestkoy‘un Sofya‘da, Batıçılığı
eleĢtiren ―Avrupa ve insanlık‖ adlı kitabı ile baĢlamaktadır. Bu çalıĢmaya yankı olarak Sofya‘da bir çok aydın
Rus muhacir bir araya gelerek ―Doğu‘ya göc‖(1921 ), ―Yollarda‖(1922) ve ―Rusya ve Latınçilik‖ (1923) adlı üç
makaleler toplusu, daha sonra ise yayın evi kurarak Avrasçılık tarihi ile ilgili bir çok değerli çalıĢmalar
yayınladılar. Bunların içinde en önemlililerinden biri N. S. Trubetskoy‘un ―Çingizhanın Mirası‖ eseridir. Rus
tarihine Avrasyaçılığ‘ın ana bakıĢını sergileyen bu kitapta, Rusların ulusal, siyasi kimliğe ulaĢmasında moğol –
tatar istilasinin en büyük unsur olduğu tezi öne sürülmüĢtür. IX y.y .da Vareglerin Slavlar üzerinde hakimiyyetli
ile kurulan devletler, bir birileri sürekli nifak halinde olduklarından, merkezi güç ve devlet
gelenekleri
geliĢemezdi. Yalnız Tatar istilasi ile Rusya‘da devlet ve idari gelenekler oluĢmuĢ, zaten daha önceden Ortodoks
Hrıstiyanlığının kabulu nedeni ile Latın Avrupası‘ndan dıĢlanan Ruslar, Ortodokslukla Bozkır Türk tatar
külütürünün karıĢımından kaynaklanan, ne Avrupa ne de Asya‘da benzeri olmayan uygarlığa ulaĢmıĢlar. Katolık
2
3
Nikolay Danilevskiy, Nikolay Strahov
Yalnız Moğolistan‘ın SSCB‘ye katılmasını önermiĢler.
282
Avrupası, bir yabançı ve hatta zaman zaman bir düĢman statüsündedir Avrasyaçılara göre Tatarlardan sonra bu
Avrasya‘çılık misyonunu IV Korkunç Ġvan üstlenmiĢtir. Tatarıstan‘ın ve Sibirya‘nın iĢğalini
Avrasya
topraklarının bütünleĢmesi olarak gören Avrasyaçı‘lara göre Rus kimliğine en büyük darbeni Deli Petro, Batı
Avrupa‘ya özenen reformları ile vurmuĢtur. Rus halkının tarihi misyonunu değiĢtirerek onu Avropa modeli bir
yapılanmaya içine sokmaya çalıĢan Petro, buna rağmen dıĢ politikada yine de Avrasya‘çı politika hedeflemiĢ,
Sıcak denizlere – Hint Okyanosuna çıkmayı esas hedef olarak görmüĢtür.
Zamanla Avrasyaçılık akını, akademisyen bir çevrede tartıĢılan fikir akınından, bir çok rus mühacir dairelerinde
merkezleri bulunan, siyasi bir örgütlenme sürecine girmiĢtir. Bunların içinde ―Avrasyaçı Birlik‖ temsilçileri,
Sovyet Rusya‘sındakı muhalif gruplarla iliĢkiye girerek gizli Ģekilde Rusya‘yı ziyaret ederler. Bu ziyaretçiler ve
iliĢkileri yürütenler, BolĢeviklerin gizli servislerinin gerçekleĢtirdiği ―Triest‖ operyanu sonuçu yakalandılar.
1928-1929-da ―Avrasya‖ gazetesi yayınçıları, Sovyet ve sol düĢünce yanlıları Avrasyaçılık harekatından
ayrılarak Sovyet Rusya‘sına dönseler de, orda güvenlik güçleri tarafından imha edildiler. Avrupa‘dakı
Avrasyaçılık akını 1930-lardan sonra varlığını sürdüremedi.
Avrasyaçılığın tekrar doğuĢunun XX y.y.-ılın ikinci yarısına geldiğini söyleyebiliriz. SSCB‘nin resmi ideolojisi
Komunizm olsa da, akademik dairelerde tekrar Avrasyaçılık incelenmeye baĢladı. Ġster Avrasyaçılığın, isterse
de Kommunizmin ortak düĢmanı Batı‘dan gelen kapitalist ideoloji, Amerikan ve Avrupa kültür değerleri idi.
Bunun yanında geliĢmekte olan Çin ile Batı dünyasının kara yolu ile iliĢkilerinin kesilmesi amaçlanıyordu.
SSCB ile Ġran bir araya gelirse Küzey Denizi‘nden Fars Körfezi‘ne kadar olan bölge Anglo-Saks güçlerine
kapanarak Çine ulaĢmak olanaksız olucaktı. Ġran‘da 1979-da sovyet yanlısı güçlerin baĢlatarak daha sonra
inisatifi dinçi gruplara kaptırdığı devrim, SSCB-nin Afganistan‘ı iĢğal ederek Pakistanı hedefe alması I Petronun vasiyetlerine uyum ve Avrasyaçılık ideolojisini açık bile olmasa Sovyet hakim dairelerinin kabullenmesi
idi.
Nitekim, o devrde bilimsel karyerine Ġran dillerinden tercuman olarak baĢlayan, Jeopoilitik bilimleri ve Türk
halkları ve devletlerinin tarihini araĢtıran, eserleri günümüzde de ister Avrasyaçılık isterse de Doğu Politikasının
inceleyenlerın ana kaynagı olan Gumilyev‘in bilim sahnesine çıktığını görmekteyiz. ―Hazar etrafında bin yıl‖,
―Etnogenez ve Yer‘in Biokapsamı‖ gibi kitaplarında klasik avrasyaçı öğretisine kendi yorumlarını da ekleyerek
ulusların ortaya çıkıĢı, yukseliĢ ve zayıflamalarına kendi düĢüncelerini katarak, ―super-ulus‖ ve ―super uygarlık‖
kavramlarını ortaya çıkarmıĢtır. Gumilyev Rusları, Türk – Moğol unsurlarının karıĢımı ile hem Avrupa hem de
Asya‘nın Bozkır kültüründen yararlanarak super ulus olarak sınıflandırmıĢtır.
Gumilyov‘un düĢünceleri, SSCB dağılması ile giderek yaygın hale gelen ve daha önce söylediğimiz gibi
günümüzde nerdeyse Rusya dıĢ politikası‘nı etkileyen ana unsurlarından sayılabilecek Neo- Avrasyaçı olarak
nitelendirebileceğimiz okulu güçlü bir Ģekilde etkilemiĢtir.
SSCB ordularının Afganistan‘da hezimete uğraması, Batı ile çekiĢmede ister ekonomik isterse ideolojik yönden
yenilgi, Sovyetler içinde yaĢayan halkalarının bağımsızlık mücedelerine ve yerel iç çatıĢmalarına baĢlaması,
Gorbaçev‘in reform giriĢimlerine rağmen Sovyetler‘in sonunu getirdi. 90-ların baĢında Yeltsin politikası Batı‘ya
yönelik olsa da ekonomik hezimet SSCB-den sonra bir de Rusya Federasyonu‘nun dağılması tehlikesinin
gündeme gelmesi Rus dıĢ politikası‘nda farklı görüĢlerin ve stratejilerin gözden geçirilmesini teĢvik etmiĢdir.
283
Bir tarafda Batı ve liberal ekonomi yanlısı, genellikle Rus kökenli olmayan ülke zenginleri - oligarĢi sınıfı iç ve
dıĢ politikada söz sahibi olmaya çalıĢarak, devlet içinde hala çok güçlü, güç kurumlarını ve bürokrasiyi
kapsayan ve Batı‘dan gelen her Ģeye Ģüphe ve olumsuzlukla bakan memurlarla mücadele ediyorlardı. Siyasi
karmaĢa, ekonomik kriz ve bu kriz sonuçunda düne kadar dünyanın iki en büyük gücünden birinin vatandaĢı
olmasına rağmen, bu gün hiperenflasyon sonucu sokaklara düĢen halkın, onları eski dönemlere götürebilecek
idoloji ve liderlere ihtiyacının boy göstemesi, Rusya akademisyen ve politik çevrelerine aĢırı milliyetçilik,
avrasyaçılık ve sosyalizmin karıĢımından olan karma ideolojik akımları getirmiĢtir. O zamanlara kadar
tanınmayan, bir çoklarının bu güne kadar ciddi bir insan olarak yanlıĢlıkla kabul etmediği, oysa daha sonra
yıllarda, idarı yapıdakı düĢüncelerinin Putin tarafından kabul gördüğü, renkli imaja sahib Jirinovski, o dönemleri
ürünüdür diye biliriz. Moskova Devler Üniversitesi‘nin Doğu Bilimleri bölümü mezunu, Orta Doğu ülkeleri
uzmanı ve bir süre Türkiye‘de yaĢayarak Türkçe bilen Jirinovski, istihbaratla olan iliĢkilerini hiç bir zaman
inkar etmemiĢtir. 1993‘de kaleme aldığı ―Güneye Doğru Son ĠlerleyiĢ‖ kitabında Rusya dıĢ politıkasını
yönlendirenlerin yüzyıllardır hayal ettiği planları açık Ģekilde göstermiĢ, Rusya‘ya karĢı en büyük tehdidin
Türkiye ve Pantürkizm ideolojisinin olduğunu belirtmiĢtir.
Sovyetler sonrası Avrasyaçılık düĢüncesinin anababası olarak ise Aleksandr Dugin‘i gösterebiliriz. SSCB‘in en
gizli istihbarat servisi olarak bilinen Milli Savunma Bakanlığına bağlı ―GRU‖ 4 korgeneralinin oğlu olan A.
Duginin(Mihail Boyko ve Roman Seçin ―əəəəəə əəəəə‖, ―əəəəəəəəəəəə əəəəəə‖
gazetesi, ə15. 13.04.2007) hayatı SSCB‘nin dağılmasına kadar gizli ve gizemli, yasadıĢı ırkçkı çevrelerden,
tarihi ve dini örgütlere katılmak gibi maceralarla geçmiĢ, 1990‘ların ortalarından itibaren ise kendisini
Avrasyaçılık Harekatının önderi ve evrensel mühafazar devriminin öncüsü olarak tanımlamıĢtır (E. Limonov
əəəəəəə əəəəəəəə əəəə ―Zavtra‖ gazetesi 21-05-2002). KarmaĢık ideoloji ve biribirine zıtt
düĢünceleri yüzünden bilim adamları tarafından eleĢtirilen Dugin‘in görüĢleri 2000‘li yılların baĢında Putin‘in
iktidara gelmesi ile Rusya devletinin bazı çevreleri tarafından desteklenmiĢ, Rusya Meclis BaĢkanı
Seleznyov‘un danıĢmanı görevine atanmıĢ, 2008‘den Moskova Devlet Universitesinde de bölüm baĢkanlığı
yapmıĢtır.
Yukarıda da söylendiği gibi, 2000‘li yılların baĢından itibaren Dugin, Rusya hükümetini ideoloji yetersizliğinde
suçlayarak, Avrasyaçılık ve Muhafazakarlığı resmi ideoloji olarak önermektedir.
Neo - avrasyaçılığın kurucusu olarak tanımlayabileceğimiz Duğin, kendisinin ―Ulusal bir düĢünce olarak
Avrasya Yolu‖ kitabında Ģunları yazmaktadır:
―Farklı tarihsel ve felsefi okullar, sonuç olarak tarihin öznesinin ne olduğu konusunu tartıĢmaktadırlar. Bu soru
hala cevapsız gibi. Fakat biz, ülke, ortak kültür, belirli bir uygarlık hakkında konuĢtuğumuzda bu ―öznenin‖ halk
olduğunu görüyoruz. Devlet tipleri, ekonomik düzenlemeler, kültürel modeller, ideolojik üstyapı bir birlerini ve
nesilleri değiĢtirmekteler. Fakat bir Ģeyler bu değiĢimlere rağmen sabit kalmaktadır. Ve bu halktdır. Rusya‘yı
zikr ederek anlattığımızda biz devletin kendisini değil onun içeriğini – yani halkı kastediyoruz. Çünki devlet,
4
Ana Ġstihbarat Örgütü
284
yalnızca bir yapıttır, onun içeriği ise halktır.‖ (Aleksandr Dugin, əəəəəəəəəəə əəəə əəə
əəəəəəəəəəəə əəəə, "əəəəəəəəəəə əəəəəəəəə" dergisi ə9, 2003)
Dugin de, klasik Avrasyaçılar gibi Rus halkının ne Batı, ne de tam bir Doğu halkı olduğunu savunuyor, ona göre
Rus insanı benzersiz bir etnokültürel yapıya sahiptir. Hareket edeceği yön de bu doğrultuda olmalı.
Putinin cümhürbaĢkanlığına ilk geliĢinden sonra özellikle ikinci döneminde Dugin, Rusya dıĢ politikasında sözu
geçer ve ideoloji belirleyecek akademisyen gruplarda kendine göre önemli söz sahibi olmaya baĢlamıĢtır.
Gürcüstan ve Ukrayna‘da renkli devrimlerden sonra, Dugin, Batı‘nın ―demokrasi ihracına‖ çıkan en önemli
unsur haline gelmiĢ, 2008 Ağustos savaĢında devlet baĢkanı Medvedev‘i aĢırı barıĢcıl olmakta suçlayarak
―tanklar Tiflise‖ söylemini kullanmıĢtır.
DıĢ politikada Duğin ve diger Yeni – Avrasyaçılar bazen Berlin – Moskova – Tokyo üçgenini, zaman – zaman
ise Ġran‘la ittifak düĢüncesini ortaya koymuĢlar. Batı‘nın Doğu‘ya göre geniĢlenmesini Kuzey kutbundan Ġran
Körfezine kadar sahayı kapatmak Rusya ve Ġran‘ın ittifakı ile mümkün ki burda da en önemli sorun iki ülkenin
kara sınırları arasında olan Azerbaycan‘dır.
Klasik Avrasyaçılardan farklı olarak Dugin, Avrasya‘nın oluĢmasında en önemli yeri Turan unsurlarına
bırakmamaktadır. Bu Türkiye‘nin NATO ve ABD ile yakın iliĢkilerinden kaynaklanmaktadır.(Aleksand Dugin,
əəəəəəəəəəə əəəəəəəəəəə, 2007 s.242 ) Fakat 2000‘ li yıllardan bu yana, özellikle Ġrak savaĢı
öncesi ve 2008 Ağustos‘unda rus - gürcü savaĢı sırasında boğazları askeri gemilere kapatması ile Türkiye‘nin
sergilediği tutum Yeni Avrasyaçıları Türkiye‘ye yakınlaĢtırmıĢtır.
Putin‟in Ġktidara Tekrar GeliĢi ve Avrasya Birliği Projesi
Son dönem dünya medyasının gündemini meĢgul eden Avrasya Birliği oluĢumunu anlayabilmemiz için son 10
senede Rusya‘sına ve Avrasya Birliği‘in ortaya çıkması için siyasi sürece göz atmamız önemli olmaktadır.
Daha önce anlattığımız gibi B. Yeltsin döneminde devletin tüm alanlarında krizin boy göstermesi söz konusu
idi. 1991‘de SSCB‘nin dağılmasının hemen ardında Rusya‘nın kendi federe bölgelerinde ayrılıkçılık istekleri
boy göstermiĢ, ilk dönemde Tatarıstan‘da daha sonra Kuzey Kafkasya‘da ve hatta etnik bakımdan nufusunun
Rusların oluĢturduğu Ural Bölgesinde bile Moskova‘dan bağımsızlığı ilan etme giriĢimleri baĢlamıstır.
Tatarıstan ve Urallarda bazı tavızler vererek tam bağımsızlığın önünü kesmeyi beceren Kreml, Çeçenistan asker
koĢullandırmak zorunda kalmıĢ, 1996 Hasoyurt anlaĢması sonucu yenilgisini kabul ederek Çeçenistan‘ın
nerdeyse bağımsızlığını tanımıĢtır.
1999 ortalarına geldikde, Çeçenistan‘dan Dağıstana geçen selefi yönümlü savaĢçılar tüm Küzey Kafkasya‘da
Ġslami Hilafet kurmak için Moskova‘ya savaĢ ilan etmiĢlerdi.
Resmi Moskova‘nın derdi bir tek Kuzey Kafkasya ile değildi. Bölgelerde halk oylaması ile seçilen valiler her
fırsatda Moskova‘dan bir az daha ayrılmaya özen gösteriyorlardı. Ekonomide 1996 krizi etkileri hala
aĢılmamıĢtı. Yeni oluĢan oligarĢi sınıfı gayrımeĢru yollarla elde ettikleri zenginlikleri Avrupanın pahalı turizm
merkezlerinde havaya uçurarak skandal haber baĢlıkları olmaları, CümhurbaĢkanının devamlı rahatsızlığı ve
birbirinin yerine geçen baĢbakanların etkili olamamaları Rusya‘da halkın tepkisi tabii ki körüklüyordu.
SSCB‘nin dağılmasından sonra sayları 30 milyonu aĢkın olan etnik rus, Rusya dıĢında baĢka ülkelerde kalmıĢlar
285
ve aĢırı sağ yönümlü siyasi kurumların yaptığı demagojiye, göre bulundukları ülkerlerde her türlü hezimete
uğruyorlardı.
Bu durumun getirebileceği en kötümser sonuç 2000 yılındakı seçimlerde Kommunist Partisi ve ya aĢırı sağçı
grupların iktidara gelmesi idi. Her iki grupun da etkili bir ideolojisi vardı ve bu ideolojinin arkasıyla halkı sandık
baĢına götürebilecek durumdalardı. Rusya o zamanlar hemen hemen 1920‘lerin Almanya‘sına benzemekteydi ve
mühtemel bir Hitlerin ortaya çıkması nerdeyse kaçınılmaz gibi gözükoyordu. Zaten bir bu rol için artık
soyunmuĢ onlarca Jirinovski gibi maceracılar da vardı.
ĠĢte tam o sırada daha önceden kimsenin tanımadığı FSB5 baĢkanı olan Putin‘in ilk baĢta baĢbakan olarak
atanması, 31 Aralık 1999‘da ise Yeltsin‘in onu kendi siyasi mirasçisi gibi göstererek istifa etmesi, kimilerine
göre ĢaĢırtıcı olmamaktadır. Bazı uzmanlara göre Putin, ilk baĢta gerçek yönetimi elinde bulunduran oligarĢi
sınıfının adayıydı ve halkın gözünde ―kurtarıcı‖ misyonunu sürdürmenin yanında onlara bağımlı ve sadık biri
olarak kalacaktı. Fakat kendi oyununu kurarak onu iyice devam ettirmeyi beceren Putin, az bir sürede olıgarĢi
gruplarını ya kendine bağımlı hale getirdi, ya ülkeden sürdü, ya da hapse attırdı. Onbinlerce kan pahasına
Çeçenistanı tekrar Rusya‘ya katan Putin, Rusya‘nın idari yapısında sert bir merkezleĢdirme politikası izlemeye
baĢladı. Ülkeyi yedi federel daireye bölen Putin her dairenin baĢına askeri ve istihbarat birimlerinden generalleri
getirdi. Bölgelerde valiler halk oylaması ile değil Kremlin ataması ile yönetime gelmeye baĢladılar. Ekonimide
devletin payı artırıldı. Medya kuruluĢlarına Ģansür getirildi ve muhalif medya kurumlarının el değiĢmesi süreci
baĢlatıldı.
En önemlisi ise Putin‘in televizyon kamerları karĢısında verdiği demeçlerde Rusya‘nın büyük bir devlet olması,
bir zamanlar sahip olduğu ihtiĢamı ve toprakları bir gün tekrar elde edeceğine, Sovyetler Birliğinin dağılmasının
20-ci yüzyılın en büyük trajedisi olduğunu (əəəəə əəəəəəə, əəə əəəəəə əəəə əəəə
əəəəəəəəə
əəə
əəəəəəəəə,
―əəə
əəəəəəə‖
haber
ajansı
http://ria.ru/politics/20050505/39937603.html) ve bu büyük hatanın mutlaka telafi edilmesi gerekteğini
tekrarlayarak halkın güvenini kazanabildi. Tekrar ―mühteĢem ve güçlü bir Rusya Ġmparatorlu‖ hayali ile
yaĢayan sıradan ruslar için zaten bu yapılanlar ilk etapta yeterli gibi gözüküyordu. Fakat aradan geçen 12 yıllık
zaman zarfında halkın büyük bir çoğunluğunun hayalkırıklığına uğradığını söyleyebiliriz. Petrol fiyatlarının
yüksek seviyyede olması nedeni ile Rusya gibi hammade ihracatçısı ekonomide büyüme gözükse de, aradakı
zaman sarfında kayırmaçılığın, memur yobazlığı ve rüĢvetin ortadan kalkması bir yana, artıĢı görüldü.
90‘lardakı güçlü yeraltı dunyası yerini, eski emniyet ve istihbarat güçlerinin alıĢı, ülkeyi baĢtan baĢa sarmıĢ bu
ve ya diğer sorunlar Rus seçmenlerin gözünden ―pembe perdeyi‖ kaldırdı.
Putin ve yandaĢlarının karĢılaĢdıkları en büyük sorun ise halkı tekrar sandık baĢına getiren bir ideolojinin
olmamasıydı. Tarihten günümüze hep düĢman ve düĢmana karĢı kullanılmak için ideolojinin mevcudiyyeti
Rusya‘yı yönetenlere yardım etmiĢtir. 2011 sonlarına doğru ise tekrar cümhürbaĢkanlığı için soyunan Putin daha
öncekı ―kurtarıcı‖ imajını büyük ölçüde tüketmiĢ yeni bir formulun bulunmasında ise zorlanmıĢtı.
5
KGB‘nin devamı olan Federal Emmiyet Hizmeti
286
ĠĢte tam o sırada, Putin‘in yukarıda adı geçen makalesi – tezi ortaya çıktı. Makalenin yayınlamasının hemen
ardından ister Rusya ve Rusya‘ya komĢu ülkelerde, istersede dünya medyasında ortaya çıkabilecek yeni oluĢum
2015 de kurulması beklenen Avrasya Birliği, onun ne kadar gerçekçi olabilmesi tartıĢılmaya baĢladı. Bunun
nedenı, 2012 CümhurbaĢkanı seçimlerinde Putin‘in tekrar baĢkanlık sandalyasine oturacağı kesin gözü ile
bakıldığından Avrasyaçı tezin hemen hemen Rusya‘nın önümüzdeki 10 yıldan fazla bir süreçte resmi ideolojisi
haline gelme ihtimali idi. Bu ideolojini neyi kastettiğini anlayabilmemız için Putin‘in tezlerine göz atmamız
önemlidir.
1 Ocak 2012 de Rusya Federasyonu, Kazakistan ve Beyaz Rusya‘nın yeni bir ittifak projesine – Ortak Ekonomi
Alanı‘na baĢlayacaklarını dile getiren Putın, bu projenini yalnızca üç ülke için değil tüm eski Sovyetler Birliği
cümhuriyyetleri için önemli olduğunun altını çizmiĢtir.
Sovetlerin yıkılmasının hemen ardından kurulmuĢ ve daha çok devlet baĢkanları klubunu hatırlatan BDT‘nin 6
tüm eleĢtirilere rağmen iĢlevsel bir kurum olduğunu hatırlatıyor. Ona göre, yaĢanan son mali krizlerden sonra
dünya ülkeleri daha çok bütünleĢmeye gereksim duymaktalar. Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya,
Özbekistan ve Tacikistan tarafından 10 Ekin 2000‘de kurulmuĢ ve Ukrayna, Moldova Ermenistan‘nın gözlemçi
olarak katıldığı ―Avrasya Ekonomi Topluluğu‖ örgütü ve Rusya, Beyaz Rusya ve Kazakistan‘ın kurduğu
―Gümrük Birliği‖ bu amaçlara hizmet etmektedir.
Bu yüzden de Putin, yeni uluslarası örgüte - Avrasya Birliği‘ne gereksim duyulduğunu dile getiriyor. Avrasya
Birliği‘nin kesinlikle eski Sovyetler Birliği‘nin restore edilmiĢ versiyonu olmadığını, üyelerin istedikleri zaman
bağımsız bir Ģekilde Birliğe katılıp ayrılma hakkının olduğunu savunuyor.
Avrasya Birliği‟nin kurulması yönündeki ortaya çıkabilecek engeller
Avrasya Birliği‘nin kurulmasında model olarak Avrupa Birliği gösterilmektedir. Fakat kurulma süreçinin, içinde
bulunması öngörülen devletlerin ve devletler içinde yaĢayan halkların yapısı ve bu benzer faktorler AB‘den çok
daha farklı bir boyut sergilemektedirler.
Kültürel bazda, her ne kadar da bağlılıklar bile olsa da Avrasya‘da yaĢayan halkların arasında bir o kadar da
farklılar vardır. Sovyetlerin dağılmasından bu yana geçen 20 yıllık zamanı ve bu zaman zarfında farklı bir
dünyada, farklı sistemde oluĢmuĢ bir nesilin ortaya çıkıĢını da göz önünde tutacak olursak bu farklılıların ne
derecede derin olduğunu göre biliriz.
Her ne kadar laik bir sistemde bile yaĢasalar, AB ülkelerinin hepsi hiristiyan. Zaten bazı gözlemcilere göre
Türkiye‘nin bu kuruma israrla alınmamasınnın nedenlerinden biri de budur.
Oysa, Avrasya Birliği içindeki halkların farkli dinleri yaĢam tarzları ve görenekleri vardır. Moğolistan‘da bozkır
kültürü yaĢayan insanın Batı Ukrayna‘da kı çiftçi ile arasında kı fark bir finlandiyalı ile ispanyolun arasındakı
farktan daha derindir.
Bazılarına göre kültürel mozaiklik Avrasya Birliği‘ni güçlü kılacak bir özellik gibi görülse de, diğer faktorler de
göz önünde tutulduğunda, bunun daha çok dağılmaya yönelik bir etken olduğunu söylemek zorundayız.
Birliğin kurulma yolundakı bir baĢka engelse Rusya‘nın bu kuruluĢta lider olma soyunmasıdır.
6
Bağımsız Devletler Topluluğu
287
Yukarıda belirtildiği gibi, klasik avrasyaçılardan farklı olarak neoavrasyaçılar turanist varsayımlardan
uzaklaĢarak, rus halkının, kültürünün göreneklerinin ve batı avrupa halklarından farklı kılan diğer faktorlerin
oluĢmasında bozkır – türk kültürünü onemini yeterince değerlendirmeden, zaman zaman Rus devlet
geleneklerinin bile 300 yıl Tatar istilasının bir ürünü olmasını kabullenmekten bile kaçıyorlar. AB‘den farklı
olarak Avrasya Birliği daha kurulmadan bile ―üst- alt‖ iliĢkisinin öngörülmesi, birliğin kurulması yönündeki
varsayımları karamsar hale getiriyor.
Bir çoklarına göre, BDT, Avrasya Ekonomi Topluluğu gibi kuruluĢların effektiv olmamalarının nedenlerinin
baĢında da Rusya‘nın söz sahini statüsünün kimseye yedirmeme kararlığı geliyor.
Sovyetler Birliği döneminde, Rusya Federasyonu ile diğer devletler arasında sıkı bir ―abi - kardeĢ‖, zaman
zaman ―ağa ve uĢak‖ düzeyine geçen bir iliĢki vardı. O zamanlarda Moskova, Leningrad7 ve baĢka Rusya
Ģehirlerinde Sovyetlerin diğer Ģehirlerinden gelenlere karĢı Ģu anda gibi bile olmasa hakaretli bakıĢlar, takma
adlar8 mevcut idi. SSCB dağılmasından sonra ise, Rusya‘da ırkçılığın, özellikle son dönemlerde neonazi
haraketlerin boy göstermesi, Avrasya Birliği kurulduktan sonra, bu sorunun nasıl çözüleceyı sorusunu gündeme
getiriyor. ġu an bile Moskova‘da sokakları temizleyen Orta Asya‘lı göçmen, her gün hakaret ve hatta nazi
grupları tarafından ölüm tehkikesi ile yaĢıyorsa, Avrasya Birliği‘nin kurulmasından sonra göç politikasında
zorunlu olarak yumĢalmaya gidilince Rusya, yaĢanacak insan akının ve bu akının yaratabileceği problemlerin
büyük boyutlara ulaĢacağı mühtemeldir. Çünkü, örnek gösterilen Avrupa Birliği‘nde bile aĢırı sağın yükseliĢi ve
göçmenlere karĢı olumsuz tepkiler söz konusudur.
Bir baĢka engelleyici durum ise, öngörülen Avrasya Birliği içinde etnik çatıĢmaların hala çözülmemiĢ olmasıdır.
Bunun en güzel örneği Moldova‘dakı Dnestryanı çatıĢmasıdır. Ayrımçı bölge, Rusya‘dan 1000 km uzaklıkta
olmasına rağmen kendisinin Rusya‘nın bir parçası olarak görerek, resmi Moldova hükümetini tanımamakta
israrlı. Yukarı Karabağ‘ı ve etrafındakı bölgeleri Rusya‘nın yardımı ile hala iĢgal altında tutan Ermenistan‘la,
Karabağ‘ı er ya da geç tekrar kendine topraklarına katacağını her fırsatda dile getiren Azerbaycan‘ın aynı
birlikte nasıl varolucakları sorunu da buna örnek olabilir.
Rusya eski Sovyet Cümhuriyyetleri içinde bağımsızlıktan sonra devamlı ülke yönetiminde bulunan, Batı
devletlerinin ve uluslarası insan hakları örgütlerinin söylemince, diktatör rejimlerinin yanında yer almıĢtır. Orta
Asya devletleri bunun örneğidir. Arap Baharı gibi süreçlerin bu ülkedeki 20 yıldan beri süre gelen iktidarları
devirdikten sonra onların yerine geçen siyasi oluĢumların Rusya‘ya beraber her hangi bir kurumda istekli
olmayacakları söylenebilir. Bu rejimler kendi karakterince her hangi bir entegrasyondan uzak kalarak kendi
ülkelerini rahat bir Ģekilde yöneterek ne olursa olsun dıĢ etkenlerden uzak durmak istemektedirler.
Avrasya Birliği kurulması yönünde en yoğun çağırım, ülkelerin entegre olarak ve bütünleĢerek daha fazla
ekonomik büyüme elde edebilmeleridir ki bu konuda da uzmanların bazı karamsar görüĢleri vardır.
AB tarihten günümüze, kurulma yolunda 40 yıla yakın bir süre içinde büyük aĢamaları geçerek gelmiĢtir. Her ne
kadar refah düzeyi ve ekonomi göstericiler benzer olsa da, günümüzde AB‘nin karĢılaĢtığı en büyük sorun,
birlik ülkeleri arasındakı farklı ekonomik değerlerdir. Yunanıstan, Ġspanya gibi devletlerin ekonomisinin alman
7
8
Sankt – Peterburgun SSCB dönemindeki adı
vahĢi, karabaĢ gibi
288
ekonomisi gibi ekonomilere ayak uyduramaması ve bunun sonucu yaĢanan krizlerin boyutuna hepimiz tanık
olmaktayız. Zaman zaman hatta AB‘nin bu sorunun üstesinden gelemeyeceği ve çözülebileceyiğini de
duymaktayız. Bu anlamda ĠMF‘in 2010 verilerine dayanarak, ekonomisinin esaen enerjiye dayalı olan,
GSYĠH‘in
1 trilyon 500 milyar dolara yakın Rusya ile, GSYĠH‘i 5 milyar 600 milyonu geçmeyen
Tacikistan‘ın(International Monetary Fund, World Economic Outlook Database, October 2010: Nominal GDP
list of countries. Data for the year 2010.) Putin‘in dediği gibi hanga eĢit Ģartlarda entegre olacağı en azından
ilginctir. Eski Sovyet Cümhuriyetleri‘nin ekonomisi ya enerji ve hammadelerinin ihracına dayalı, ya da çok
düĢük verilere dayanan ekonomilerdir. Tüm bu ülkelerin üretim güçü zayıf, bir çok malları dıĢarıdan idhal
etmektedirler. Bu Ģartlarda ekonomik bütünleĢmenin nasıl olacağı kafalarda soru iĢaretleri yaratmaktadır.
Bir baĢka ekonomik sorun Avrasya Birliği‘ne katılacağı beklenen ülkelerde ekonominin büyük bir bölümü
oligarĢi dediğimiz grupların elinde toplanmıĢ olmasıdır. Ġdari çevrelere yakınlıklarını kullanarak ekonomini
nerdeyse yarıdan fazlasını yeraltından yöneten bu gruplar, entegre süreçlerine ve süreçlerin oluĢtaracağı serbest
piyasa koĢullarını kendi tekellerine karĢı bir tehlike olarak görmektedirler.
Daha önce söylendiği gibi, Rusya‘nın Avrasya Birliği içinde eski SSCB üye ülkelerini ve bazı baĢka ülkeleri
görmek istemektedir. Bu ölkelerin Avrasya Birliği‘ne üyelik perspektiflerine içinde bulunduğu politik koĢullar
ve Rusya ile iliĢkiler düzeyine baktığımızda, entegrasyonun pek de kolay bir süreç olmayacağı gözükmektedir.
Avrasya Birliği projesinin Rusya‘dan sonra en iddialı üyesi Kazakistan‘dır. Hatta Kazakıstan‘ın Avrasya Birliği
kurulması yönünde nerdeyse Rusya‘dan bile daha istekli olduğunu söyleyebiliriz. Resmi düzeyde Avrasya
Birliği‘nin kurulması teklifi de ilk kez 1994‘de Kazakıstan cümhurbaĢkanı N. Nazarbeyev‘den gelmiĢti.
Nazarbayev‘in önerisinde ilk etapta Avrasya Birliği‘ne 5 eski Sovyet Cümhuriyetinin – Rusya, Kazakistan,
Beyaz Rusya, Kırgizistan ve Tacikistan‘ın katılması öngörülüyordu. Sonrakı aĢamada Uzbekistan ve
Ermenistan‘ın da oluĢuma katılabileceği tahmin ediliyordu.
Kazkistan‘ın Avrasya Birliği‘ne inisatifinin bazı anlaĢılır nedenleri vardır. En uzun sınırını Rusya ile paylaĢan
Kazakistan‘ın büyük bölümünün bozkırlardan oluĢan sınırını koruma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu sorunun
giderilmesi için Rusya ile Avrasya Birliği‘nde entegrasyona gidilmesi Kazakistan için daha mantıklıdır. Öte
yandan, doğusunda bulunan ve giderek güçlenen Çin tehlikesi ile karĢı karĢıya kalan Kazakistan‘ın
yanıbaĢındakı Rusya‘yı muttefik olarak görmesini, bir baĢka neden olarak gösterebiliriz. Dahası, ülkedeki
nufusun %23,7 bölümünü oluĢturan etnik Rusların mevcudiyyeti de Kazakıstan‘ın Avrasya Birliği‘ne ılımlı
bakmasını sağlayan bir baĢka etkendir.
Fakat Kazakistan‘ın öngördüğü Avrasya Birliği projesi, üye devletlerin eĢit haklarının ve statülerinin olması tezi
yukarıda bahsettiğimiz Rusya hegemonyası ilkesi ile çeliĢmektedir. Bu nedenle Kazakıstanın tam Ģekilde birlik
üyeliği net olarak görülmemektedir.
Avrasya Birliği için inisatif gösteren bir baĢka ülke Beyaz Rusya‘dır. Ülkedeki rejimin AB ve ABD tarafından
devamlı eleĢtirilmesi, özellikle son dönemler AB devletlerinin Beyaz Rusya‘dakı büyükelçilerinin geri
çağırmaları ile doruğa ulaĢan son krize benzer krizlerin devamlı yaĢanması, sayıları 600 binden 1 milyona kadar
olan Beyaz Rusya‘lı göçmenlerin Rusya‘da kazandıkları paraları vatanlarına göndererek zaten büyük bir ölçüde
Rusya‘ya bağlı olan ülke ekonimisini daha da bağımlı kılması, Beyaz Rusya‘yı Avrasya Birliği‘ne ve Rusya ile
289
yakınlığa itmektedir. Ama Rusya‘nın da Beyaz Rusya ile arasının tamamen iyi olduğunu söyleyemeyiz. AB ile
yaĢanan krizlerinin benzerlerini, Beyaz Rusya zaman zaman Rusya ile yaĢamaktadır. Abhazya ve Güney
Osetya‘yı Rusya‘nın tüm telkin ve baskılarına rağmen bağımsız birer devlet olarak tanımaması, enerji ve
doğalgaz ihtiyaçlarını temin ettiği Rusya ile bu kaynaklar yüzünden olan borç ve fiyat anlaĢılmazlıkları, bazı
söylentilerle göre bizzat Rusya yetkililerinin sipariĢi yapılmıĢ Beyaz Rusya devlet baĢkanı LukaĢenko‘nu sert
dille eleĢtiren belgesellerin Rusya merkezi kanallarında gösterime girmesi iki ülke arasındakı sorunlarının
pürüssüzlükten uzak olduğunu göstermektedir.
Ruslarla etnik bağımlılığı olan bir baĢka eski Sovyet devleti Ukrayna‘nın ise Avrupa Birliğine katılma Ģansının
daha zor olmasını söyleyebiliriz. Ukrayna‘yı her zaman kendisinden koparılmıĢ bir parça olarak gören Rusya, bu
ülkenin bağımsızlığını, AB ve NATO ile olan iliĢkilerini her zaman kendisine karĢı bir tehdid unsuru olarak
görmektedir. Her ne kadar Rusya yanlısı gibi gözükse bile bağımsız bir politika yürüten devlet baĢkanı
Kuçma‘dan sonra turuncu devrim sonucu iktidara gelen, ukrayna halkının etnik bakımından bile ruslardan ayrı
olduğuna inanacak kadar aĢırı sağçı, koyu NATO ve Batı yanlısı YuĢenko‘nun döneminde iki ülke arasında
iliĢkiler belkide tarihin en zorlu aĢamısından geçmiĢtir. 2010 baĢlarında Rusya yanlısı olduğu düĢünülen
Yanukoviç‘in devlet baĢkanı seçilmesi ile Rusya iliĢkilerde olan zorluklar azalsa bile, tamamen ortadan
kalkmamıĢtır. Yanukoviç bağımsız bir dıĢ politika sergileyerek, Rusya ile AB arasında denge kurmaya
çalıĢmaktadır. Ukrayna‘yın bağımsız politikasını kendisine karĢı ihanet gibi değerlendiren Rusya, doğalgaz
fiyatlarında Ukrayna‘ya indirip yapmadan bu fiyatlarının Batı Avrupa ülkeleri seviyyesinde tutmaktadır. ġu
andakı Ģartlarla Ukrayna‘nın Avrasya Birliği‘ne üyeliği nerdeyse mümkünsüz gözükmektedir.
Kafkasya‘ya gelince, burada her Ģey açık gibi gözüküyor. Bağımsızlığın hemen ardından Rusya ile iliĢkileri
zaten kötüye giden Gürcüstan‘ın Rusya‘ya karĢı tutumu, Batı‘ya yandaĢlığı zaman zaman aĢırıya seviyye kadar
ulaĢan SaakaĢvili‘nin ―Gül devri‖ sonuçu iktidara gelmesi ile doruğuna ulaĢmıĢtır. 08 Ağustos 2008‘de patlak
veren, Guney Osetya ve Abhazya‘nın fiilen Gürcistan‘dan koparılması ve bir süre Gurcistan‘ın diğer
topraklarını da iĢgal etdikten sonra Rusya ordusunun çekilmesi ile sonuçlanan savaĢın ardından, iki ülke
arasındakı iliĢkilerin yakın zamanda normalleĢmesinde söz edemeyiz. Hemen hemen her fırsatda Rusya‘nın
tekrar imperatorluk kurma isteğini ve Avrasya Birliği modelini bu isteğin bir parçası olarak gördüğünü dile
getiren SaakaĢvili‘nin iktidardan gideceği halde bile, Rusya‘nın söz sahibi olduğu bir oluĢumda Gürcistan‘ın yer
almasını söylemek zor olur.
Gürcüstan‘dakı durumun tam tersi ise Ermenistan‘da gözükmektedir. Ġster siyasi, ister ekonomik, isterse de
askeri düzeyde tamamen Rusya‘ya bağlı bu ülke, Rusya ve Ermenistan‘ın devlet büyüklerinin de ettiği itirafla
―Rusya‘nın Kafkasya‘dakı kalesı‖ konumundadır. Doğu komĢusu Azerbaycan‘ın topraklarının %20‘sini hale
iĢgal altında tutmakla, Batı‘da komĢusu Türkiye‘ye karĢı toprak iddiaları ile kendi izole etmiĢ durumda. Kuzey
sınırındakı Gürcüstan‘la zaman zaman sorunlar yaĢayan Ermenistan‘ın bölgede tek iyi geçindiği devlet Ġran‘dır.
Ġran etrafında cereyan eden olayları göz önunde tutacak olursak o zaman Ermenistan‘ın tek umudu ortak sınırları
bulunmayan Rusya kalıyor. Bu faktörlerle rağmen Ermenistan‘ın bile Avrasya Birliği projesine pek de sıcak
bakmadığı, Ģu anda projeye katılımcı değıl, gözlemcı statüsünde baktığı görülmektedir.
290
Kazakistan dıĢında, diğer Orta Asya cümhuriyyetleri Avrasya Birliği‘ne katılmaya hazır gibi gözükmüyorlar.
Türkmenistan kimseye bağlı olmayan dıĢ politika sergileme çabasında. Özellikle son dönem çıkan haberlere
göre, ülkenin enerji kaynaklarını Hazar Denizi‘nden Azerbaycan‘a, oradan da tüm dunyaya bağlamayı düĢünen
Türkmenistan‘ın bu tavrları Rusya siyasi kamuoyunun kızgınlığını körüklemektedir. Bir baĢka Orta Asya
cümhuriyyeti Kırgızıstan‘ın da özellikle Atambayev‘in devlet baĢkanlığına seçilmesinini ardından büyük güçler
arasında denge politikası kurmaya çalıĢması, gözlemcilere göre Rusya‘da olumsuz yankı uyandırmaktadır.
Sonuç
Tüm bu faktörleri göz önünde tutarak Ģu kanaata gelebiliriz ki, özellikle son zamanlar dunyanın gündemini
meĢğul eden ―Putin‘in Avrasya Birliği Projesi‖ en azından tezlerde söylendiği gibi kendi kendiğilinden,
üyelerinin gönüllü Ģekilde katıldığı bir oluĢum olması için en azından Ģimdilik gerçekçi görülmüyor. Bu nedeni
Avrasya‘dakı politik, iktisadi, kültürel v. b. g. b. durumların henüz yetiĢkin olmamasıdır. Ġmzalanması 2015‘de
öngörülen bu projenin de akibetinin bir zamanlar Rusya Federasyonu ile Beyaz Rusya arasında imzalanmıĢ
―Ortak Devlet‖, BDT örgütü gibi fazla etkili olmayacağı, kağıt üzerinde kalacağı kanımızca mühtemeldir. O
zaman 2011 sonlarından bu yana konuĢulan bu projenin daha çok Putin‘in seçim öncesi manifestosu ve politik
spekülasyona daha çok benzediği düĢüncesi ne yazık ki daha mantıklı gözükmektedir.
Kaynakça
əəəəəəəəəəə əəəəəəə; (2003) əəəəəə ə əəəəəə // əəəəəəəə əəəəəəəəəəə,
XIX əəə: əə. — ə.: əəə «əəəəəəəəəəəə əəə»,
əəəəəəəə əəəə;
(2003) əəəəəəəəəəəəəə ə əəəəəəəəəəəəəəə əəəəəə
əəəəəəəəəəə əə. — ə.: əəə «əəəəəəəəəəəə əəə»,
əəəəəəəəə əəəəəəə; (2003) əəəəəə əə əəəəəəə əəəəəəə əə ə əəəəəə, ə ə
əəəəəəə, əə. — ə.: əəə «əəəəəəəəəəəə əəə»,
əəəəəəəəə əəəəəəə; (2007) əəəəəəəə əəəəəəəəəə. əəəəə,
əəəəəəə əəə; (2005) «əəəəəəəəə ə əəəəəəəə əəəəə». — əəə, əəəəəəə,
əəəəəəə əəə; (2004) «əəəəəəə əəəə ə əəəəəəə əəəəə». — əəəəəəə, əəə,
əəəəəəə
əəə;
(2008)
«əəəəəəəəəəə əəəəəə əəəəəə».
əəə əəəəəə,
əəəəəəə,.
291
əəəəəəəəəəə əəəəəəəə; (1995) əəəəəəəəə əəəəəə əə əə , əəəəəəə
əəəəə əəəəəəəəə; (2002)
əəəəəəəəəəə əəəə əəə əəəəəəəəəəəə əəəə,
OZON
əəəəə əəəəəəəəə; (2007) əəəəəəəəəəə əəəəəəəəəəə – əəəəəəə əəəəə
əəəəəəə. əəəəəə
əəəəə əəəəəəəəə, əəəəəə
əəəəə
ə.ə.;
(2009)
«əəəəəəəəəəəəə
əəəəəəəəəəəə:
əəəəəəəəə
əəəəəəəəəə ə əəəəə əəəəəə əəəəəəəəəəəə» əəəəəəə
əəəəəəəəə
əəəəəəəəə; (2003) «əəəəəəəəəəə əəəəəəəəəəə»
əəəəəəə,
Almatı
əəəəəəəəəə ə.ə.; (1993) «əəəəəəəəəəə əəəəəəə // əəəəəə əəəəə əəəəəəə ə
əəəəə: əəəəəəəəəəə əəəəəəə» əəəəəəəəə. ə.,
əəəəəəə ə.ə. (2008) «əəəəəəəəəəəəəə əəəəəəəəəə əəəəəəəəə əəəəə əəə:
əəəəəəəə ə əəəəəəəəəəə.» əəəəəə..
əəəəəə əəəəəə; (2010) «əəəəəəəəəəə əəəəə əəəəəəəə ə əəəəəəəə» əəəəə
əəəəəəəəəəəə, Moskova
ĠBRAHĠMLĠ Haleddin (2000) DeğiĢen Avrasya‘da Kafkasya, Avrasya Stratejik AraĢtırmalar Merkezi, Ġstanbul
YAPICI Utku, (2007) Yeni Soğuk SavaĢ; Putin, Rusya Ve Avrasya, BaĢlık Yayın Grubu
ĠSMAYILOV MeĢdi (2011) Avrasyacılık Mukayeseli Bir Okuma, Doğu Batı Yayınları
GRAZIOLI Stefano, (2011) Unione Eurasiatica: il ritorno dell‘Urss? ―Limes‖ gazetesi 8/12/2011
CAFERSOY NAZĠM, Rusya‘yada (Yeni) Avrasyacılık Akımı http://www.turksam.org/tr/a700.html
KARABAĞ
MEHMET, Rus Emperyalizmi Ġçin Yeni Bir Ġdeoloji: Neo-Avrasyacılık
292
TÜRK-RUS ĠLĠġKĠLERĠNE YÖN VEREN ETKENLER
Esma Torun Çelik*
GĠRĠġ
Türk-Rus iliĢkilerinin kurulması üzerinden yaklaĢık 500 yıldan fazla zaman geçmiĢtir. Bu iki ülke
tarihsel süreçler içinde toplumsal, siyasal ve ekonomik önemli değiĢikliklere uğramıĢlardır. Osmanlı
Ġmparatorluğu ve Rus Çarlığı arasında baĢlayan ve ticari nitelikte olan ilk iliĢkiler, 1920‘lerde Türkiye
Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasındaki siyasi ve ekonomik iĢbirliği ile devam etmiĢtir. Belki de 500 yıllık
süreç içinde en sıcak iliĢkiler bu dönemde kurulmuĢtur. II. Dünya SavaĢı‘nın çıkması iki ülke iliĢkilerini son
derece olumsuz etkilemiĢtir. II. Dünya SavaĢı sonrası iki bloklu dünyada Doğu bloğunun lideri olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği‘nin Türkiye ile iliĢkileri en alt düzeye inmiĢtir. Ancak 1991‘de SSCB‘nin
dağılması ve dünyada baĢlayan küresel süreçle birlikte Rusya Federasyonu ile Türkiye yeniden iliĢki kurma ve
iĢbirliği sürecine girmiĢlerdir.
Türkler ve Ruslar içinde bulundukları coğrafya içinde uzun bir komĢuluk süreci yaĢamıĢlardır. Ġki
ülkenin Ģu anda kara sınırları olmamasına rağmen Karadeniz‘e sınırları nedeniyle yine komĢu sayılmaktadırlar.
Ġki ülke coğrafi konumları nedeniyle Asya ve Avrupa kıtalarında önemli yere sahip olmalarının yanı sıra;
dünyanın en sorunlu bölgelerinin tam ortasında yer almaktadırlar. Özellikle Türkiye Ortadoğu, Balkanlar,
Kafkasya ve Orta Asya bölgeleri gibi dünyanın en istikrarsız bölgelerinin merkezinde yer almaktadır. Rusya ise
imparatorluk süreci ve daha sonraki sosyalist cumhuriyetler ve Doğu bloğu açısından düĢünüldüğünde
saydığımız -belki kısmen Ortadoğu hariç- bölgeleri en çok etkileme potansiyeline sahip ülkelerin baĢında
gelmektedir. 1920–1938 dönemi ve 2000‘li yıllar bir kenara bırakılırsa iki devlet arasında alabildiğine rekabet
ve bu paralelde çatıĢmanın sıklıkla söz konusu olmuĢtur.
Bu çatıĢma sürecinde çıkarlar önemli rol oynamıĢ olmakla birlikte, iki devletin birbirine benzerlikleri
de rol oynamıĢ olabilir. Her iki devlet imparatorluk süreçlerinden baĢlayarak çok uluslu bir yapıya sahip
olmuĢlardır. Her ikisi de geçmiĢten bugüne Avrupalı devlet olarak sayılmamıĢlardır. 18.yüzyıldan itibaren her
iki imparatorluk da batılılaĢma çabalarına girmiĢ olmalarına rağmen, iki ülke yine Batılı olarak görülmemiĢtir.
Bun nedenle Avrupa‘ya ısınamayarak, Avrupalıları güvenilmeyen arkadaĢ olarak görme eğiliminde olmuĢlardır.
Osmanlı Ġslam adına Rusya ile mücadele ederken, Rusya da Hıristiyanlık-Ortodoksluk adına Osmanlı
topraklarına egemen olma amacını taĢımıĢtır. Ġki imparatorluğun ortak noktalarından biri de menĢeiler
noktasındadır. Her ikisi de Ġran ve Bizans medeniyetinin ve Moğol-Tatar egemenliğinin unsurlarını yapılarına
katmıĢlardır1.
500 yıllık tarihi boyunca Türk-Rus iliĢkileri birçok değiĢiklik yaĢamıĢtır. Ġki ülke arasında yaĢanan bu
iliĢkileri belirleyen pek çok faktör vardır. Bu faktörler içinde bazıları özellikle coğrafi konumdan kaynaklananlar
bugüne kadar güncelliğini korurlarken; bazıları da mesela ideolojik ve ekonomik etkenler gibi dönemsel olarak
etkin olmuĢlardır. Günümüzdeki etmenler ise hiç olmadığı kadar sayıları ve değiĢkenlikleri artmıĢ, çok taraflı
*
1
Doç. Dr. Esma Torun Çelik, Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
Ġlber Ortaylı, ―XVIII. Yüzyıl Türk-Rus ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500Yıl 1491–1992, Ankara, TTK, 1999, s.125–126.
I
hale gelmiĢtir. Ancak iliĢkileri etkileyen faktörler içinde geçmiĢin taĢıdığı izler hiç de azımsanmayacak
düzeydedir. Bu nedenle Türk-Rus iliĢkilerini belirleyen temel etkenlere geçmeden önce iki ülke arasındaki
iliĢkilerin temellerini ve hangi boyutta baĢladığını ortaya koymaya çalıĢalım.
A.
1.
OSMANLI DÖNEMĠ 1492–1917
Ġlk Osmanlı-Rus ĠliĢkilerinin BaĢlaması
Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul‘u ele geçirdikten sonraki amacı, Karadeniz kıyılarındaki bazı liman ve kaleleri en
önemlisi Kırım‘ı kontrol altına alarak, Karadeniz‘i bir Osmanlı gölü haline getirmekti. Kırım‘ı 1475‘te
kontrolüne alan Osmanlı Devleti, bölgedeki ekonomik kaynaklardan yararlanmaya baĢlamıĢtır. Ġmparatorluğun
güçlenmesi için bölgenin elde tutulması oldukça önemliydi 2. Kırım‘ın Osmanlı‘nın eline geçmesi ve Rusların
Altınordu egemenliğinden kurtulmasıya iki ülkenin ilk iliĢkileri daha çok ticaret alanında baĢlamıĢtır.
XV.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Moskova Knezi III. Ġvan, Kırım Hanı ile müttefik olduğundan, dolaylı
olarak Osmanlı himayesinden faydalanıyordu. Bu elveriĢli havadan yararlanmak isteyen Büyük Knez, 1492‘de
PadiĢah II. Beyazıd‘a bir elçi göndererek, ticari imtiyazlardan yararlanmak istediğini belirtmiĢtir. Bu istekleri
kabul görmemesine rağmen, ticari iliĢkiler artarak devam etmiĢtir. XV. yüzyılın baĢlarında Kırım Hanlığı ile
Moskova Knezliği arasındaki ittifak bozulmasına rağmen, Osmanlı Devleti, güçlü Lehistan ve Litvanya‘ya karĢı
Moskova‘yı doğal müttefik olarak görmüĢtür 3. I. Süleyman‘ın tahta çıkıĢını kutlama bahanesiyle Moskova
Knezi Vasiliy bir elçiyi Ġstanbul‘a yollar. Ancak imtiyaz alamadığı gibi, bir Osmanlı elçisi Moskova‘ya gelerek,
Osmanlı memuru için gümrük vergisi vermeye ikna için çalıĢmıĢtır. Ancak o da amacını gerçekleĢtiremez 4.
1547‘de IV. Ġvan, Altınordu Hanlığı‘nın gerçek varisi olduğu iddiasıyla Çar unvanını almıĢtır. Böylece artık Rus
Çarlığı kesin olarak kurulmuĢtur. IV. Ġvan, Kırım Hanlığı ile Osmanlı arasındaki anlaĢmazlıktan yararlanarak,
1552‘de Kazan‘ı ve arkasından Astrahan Hanlığı‘nı topraklarına katarak, Kafkasya ve Karadeniz‘i tehdit etmeye
baĢlamıĢtır. Bu süreçte Don Kazaklarıyla ve Ġran Safevileriyle iliĢkiler kurarak, bölgedeki Osmanlı-Türk ve
Ġslam varlığına zarar vermeye baĢlamıĢtır. Kendisini Üçüncü Roma olarak gören ve Ortodoks Hıristiyanlığının
savunuculuğuna soyunan Rus Çarları bu tarihten itibaren karĢılarında Ġslam‘ın koruyucusu rolünü üstlenen
Osmanlı padiĢahlarını bulacaklardır. ÇatıĢmanın nedeni din gibi gösterilse de esas neden ekonomik çıkarlar
noktasındadır5. Her iki imparatorluk da yayılmacılıklarını haklı gösterebilmek için din unsurunu kullanmıĢlardır.
Yayılmak istedikleri alanlar birbirlerinin ekonomik çıkarlarına zarar verdiği için din faktörünü kullanarak
mücadelelerine destek sağlamayı amaçlamıĢlardır.
Çarlık güçlerinin zaman zaman Karadeniz üzerindeki Osmanlı merkezlerine saldırılar düzenlenmesine ve Azak
kalesini zapt etmelerine rağmen Osmanlı kuzeye savaĢ açmaktan kaçınmıĢ ve diplomatik olarak protesto
etmekle yetinmiĢtir. Bu dönemde Asya-Avrupa ticaretinde kendisine rakip olarak çıkan Rus Çarlığı‘na karĢı,
Osmanlı Devleti 1580‘de Azerbaycan‘ı alarak Kafkas yolunu kontrolü altına almıĢtır. Bölgede ticarette etkin
Victor Ostapchuk, ―1648-1681 Yılları Arasında Avrupa‘da (Ukrayna, Rusya, Polonya, Türkiye) Yeni Bir Düzen Kurulması Yolunda
Yapılan Mücadeleler‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, s.99.
3
Halil Ġnalcık, ―Osmanlı-Rus ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, s.25-28.
4
Omeljan Pritsak, ―1491–1532 Yıllarında Osmanlı-Moskova ĠliĢkisi‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, 70.
5
Ġnalcık, s.28–30
2
294
olma Ģansını kaçıran Çarlık Rusyası, Avrupa iliĢkilerini sıkı hale getirerek, Batının özellikle silah teknolojisini
alarak, Osmanlı‘ya karĢı önemli bir rakip haline gelmeyi baĢarmıĢtır. Rus Kazakları da Çarın egemenliğini Çin
sınırına Orta Asya hanlıklarına kadar geniĢlettiler. Bu geliĢmeler karĢısında Osmanlı sessiz kalmıĢ ve bölgenin
Rus egemenliğine girmesine karĢı koymamıĢtır6.
1678 yılı Türk-Rus iliĢkilerinde bir dönüm noktasıdır. Çarlık Rusya‘sının yıkılmasına kadar sürecek olan, kısa
zamanlı barıĢ sürecine nazaran, bitmez tükenmez savaĢlar dönemi bu tarihten sonra baĢlamıĢtır. 1678 savaĢı
sonunda Kuzey Karadeniz‘de Osmanlılarla karĢı karĢıya gelen Rus Çarlığı, Kutsal Ġttifaka da katılarak
Osmanlı‘ya karĢı savaĢmıĢtır. 1700‘de Büyük Petro ile Ġstanbul‘da bir anlaĢma yapılmıĢtır. Bu anlaĢma ile
Osmanlı‘nın Karadeniz‘deki egemenliği önemli bir darbe yemiĢtir. Osmanlı Azak Kalesi dıĢında Ukrayna‘daki
nüfuzunu da kaybetmiĢtir. Rus Çarı Osmanlı PadiĢahı ile eĢitliğini de kabul ettirmiĢtir 7. Artık giderek artan
süreçte Osmanlı‘ya karĢı Rus Çarlığının üstünlüğü kendini gösterecektir.
XV. ve XVII. yüzyıllardaki Osmanlı-Rus iliĢkileri ticaret ve savaĢ etrafında dönmektedir. Karadeniz‘deki
egemenlik mücadelesinin temel noktası ekonomik çıkarlara dayanmaktaydı. Boğazların konumu da giderek
artan oranda Rus Çarlığı için önemli hale gelmiĢ olmakla beraber ilk önemli rekabet Karadeniz ve Kafkaslar
olmuĢtur. Azak kalesine yerleĢerek Karadeniz‘e inen Çarlık Rusyası, geleneksel hale gelecek olan sıcak
denizlere inme politikasını da bu tarihten itibaren uygulamaya koymuĢtur. Ġki ülkenin coğrafi ve jeopolitik
konumlarından kaynaklanan siyasi ve ticari rekabet, aralarındaki çatıĢmanın temelini oluĢturmuĢtur.
Karadeniz iki ülke açısından en önemli rekabet alanıydı. Osmanlı için Karadeniz, hayati bir öneme sahipti.
BaĢkent Ġstanbul, kuzeyden deniz yoluyla getirilen buğdaydan ete kadar, pek çok önemli besin maddeleriyle
besleniyordu. Rusya ise, bir taraftan Karadeniz ve Hazar Denizi‘ne diğer taraftan Baltık Denizi‘ne yönelmiĢtir.
Çünkü ancak bu yollarla dünya ticaretine açılabileceklerdir. Bu noktadaki tek ve en büyük engel de onlar için
Osmanlı Devleti idi8.
Rus Çarlığı bu engeli ortadan kaldırmak için XVII. yüzyıldan baĢlayarak XX. yüzyılın baĢlarına kadar amansız
ve sürekli bir mücadele vermiĢtir. Osmanlı Devleti Rus tehdidini ortadan kaldırmak için zaman zaman politika
değiĢikliğine gitmiĢtir. Ancak Rus etkisini ortadan kaldırma yolunda pek de baĢarılı olamamıĢtır. Bu nedenle
Osmanlı tarihini Rusyasız, Rus tarihini Osmanlısız düĢünmenin olanağı yoktur.
Çarlık Rusya‘sı Osmanlı‘ya o derece büyük önem veriyordu ki, ilk daimi elçiliği Ġstanbul‘da 1702 yılında
açmıĢtır. 1711‘de Prut SavaĢı‘yla baĢlayan savaĢlar dönemi, XIX. yüzyıl sonuna kadar her yüzyılda en az 4-5
büyük savaĢ yapılarak geçilmiĢtir. Bu dönemde Rusya artık Osmanlı Ġmparatorluğu‘ndan toprak ilhak eden,
üstün bir güç olarak ortaya çıkmıĢtır. Giderek zayıflayan Osmanlı dıĢında bölgede yeterince etkin bir gücün
olmaması, Rusları daha da cesaretlendirmiĢ ve saldırgan politikalara itmiĢtir. XVIII. yüzyılın sonunda
II.Katerına dönemiyle birlikte daha saldırgan ve emperyalist politikalar izlemeye baĢlamıĢlardır. Bu politikalarla
XIX. yüzyıldaki Çarlık Rusya‘sının ve Rus emperyalizminin temelleri atılmıĢtır.
6
A.g.m., s.30-32.
A.g.m., s. 32-34.
8
Ġnalcık, s.34–35.
7
295
XIX. yüzyılda Osmanlı-Rus iliĢkilerinde üç kez ittifak süreci yaĢanmasına rağmen genel olarak savaĢlarla
doludur. Osmanlı‘nın dağılma sürecinde en etkili devletin Rusya olduğunu söylemek sanırım doğru bir yargı
olacaktır. Sadece kendi elde ettiği topraklar değil, Osmanlı‘daki toplulukların bağımsızlık hareketlerine yaptığı
katkı, diğer devletlerden daha fazladır.
2. Osmanlı-Rus ĠliĢkilerine Yön Veren Faktörler
a. Ekonomik Faktörler: Osmanlı-Rus iliĢkilerinin baĢlangıcı ekonomik iliĢkilere dayanmaktadır. Bununla
beraber ekonomik etkenler, Karadeniz‘deki rekabetin temel kaynaklarından birisidir. Karadeniz‘in kuzeyindeki
tarım ve hayvancılığın, bölgedeki deniz taĢımacılığının ekonomik değeri, XV. yüzyıldan itibaren esasen iki ülke
arasında giderek artan oranda rekabet konusu olmuĢtur. Ġstanbul‘un beslenmesi için hayati olarak görülen kuzey
bölgesi, hem temel besin maddelerinin üretildiği hem de deniz taĢımacılığıyla ucuza taĢındığı yer olması
nedeniyle önemlidir.
Rusların bölgeye hakim olma amacı dünya ticaretine açılmaktır. Ayrıca Kafkaslar üzerinden Hazar denizine
egemen olarak da Asya ve Avrupa arasındaki ticarette etkin olmaya çalıĢmıĢtır. Kafkasya, Osmanlı‘nın Orta
Asya‘ya açıldığı kapısıdır. Bölgeye egemen olan Ruslar, Karadeniz, Kafkaslar ve Çin‘e kadar olan bölgeyi hem
ekonomik hem de siyasi olarak egemenliği altına almayı önemli ölçüde baĢarmıĢtır. Bu da ekonomik güçlerini
büyük ölçüde arttırmıĢtır.
b. Ġdeolojik etkenler: Fatih‘in Ġstanbul‘u fethedip Doğu Roma Ġmparatorluğu‘na son vermesinden
sonra, bu imparatorluğun varisinin kim olduğu konusu iki devlet arasında temel tartıĢma konularından olmuĢtur.
BaĢkent dahil olmak üzere yıkılan imparatorluğun topraklarını elinde tuttuğu için Osmanlı kendini varis
sayarken, Bizans hanedanına mensup bir prensesle III. Ġvan evlendiği için, XVI. yüzyıldan itibaren Rus
Çarlığının Doğu Roma‘nın gerçek varisi olduğunu savunmuĢlar ve Üçüncü Roma düĢüncesini ortaya
atmıĢlardır. Hatta bu amaçla Ortodoks Hıristiyanlığının koruyuculuğunu, Ġslam dünyasının koruyuculuğunu
halife sıfatıyla üstlenen Osmanlı‘ya karĢı üstlenmiĢlerdir. Böylece iki devlet arasındaki rekabet dinsel nitelikte
kazanmıĢtır. Ruslar, Osmanlı karĢı Hıristiyan dünyasının desteğini sağlamayı amaçlamıĢlardır. Bununla birlikte,
Osmanlı‘yı yıkma ve boğazlara egemen olma gayesiyle, XIX. yüzyılın baĢlarından itibaren Osmanlı‘daki
Hıristiyan toplulukları ayaklandırma ve bağımsızlıklarını kazanmasını sağlamak için mücadele vermiĢtir. Bu
mücadelede din faktörünü ve Panortodoks düĢüncesini kullanmayı ihmal etmemiĢtir.
Ġdeolojik nedenler içinde XVIII. yüzyıldan itibaren savunulan Slavizm veya Panslavizm politikası da
Rus dıĢ politikasında ve diplomasisinde önemli bir yere sahip olmuĢtur. Slavları Osmanlı yönetiminden
kurtarma ve birleĢtirme amacına dönük olan bu politikalar, XIX. yüzyılda Osmanlı‘nın çöküĢ sürecinde etkili
olmuĢtur. Balkanlardaki Slav topluluklarının bağımsızlık hareketlerini uyandırmada ve güçlendirmede Rusların
bu politikası önemli rol oynamıĢtır9.
9
Yuluğ Tekin Kurat, ―XIX. Yüzyılda Rusya‘nın Balkanlar‘daki Panislavizm ve Panortodoks Politikası KarĢısında Osmanlı Diplomasisi‖,
ÇağdaĢ Türk Diplomasisi:200 Yıllık Süreç, Ankara TTK 15-17 Ekim 1997 Sempozyuma Sunulan Tebliğiler, Ankara, TTK, 1999,
s.173.
296
Osmanlı Devleti de son dönemlerde uygulamaya çalıĢtığı Ġslamcılık politikasıyla etkili olmaya
çalıĢması da Rusları rahatsız etmiĢtir. Kafkaslar ve Orta Asya toplulukları bu amaçla kullanılmak istenmiĢtir.
Özellikle II. MeĢrutiyet dönemiyle birlikte benimsenen Türkçülük ve savaĢ yıllarında da gerçekçilikten uzak
Turancılık politikası etkisizliğine rağmen, Rusları tedirgin etmeye yetmiĢtir.
Ġki imparatorluğun politikalarında hanedan itibarı ve çıkarlarının yanı sıra fetih ve yayılma düĢüncesi
de etkin olmuĢtur. Sınırları alabildiğine geniĢleterek dünya imparatorluğu kurma düĢüncesi iki ülke iliĢkilerinde
belirleyici etkenlerden biridir10.
c. Coğrafi Faktörler: Karadeniz ve Boğazlar: Türk-Rus iliĢkilerini etkileyen etmenler içinde
geçmiĢten bugüne hep devam eden ve edecek olan sorun hiç kuĢkusuz Karadeniz ve Boğazlar konusudur. Bu
sorun neredeyse iliĢkilerin tarihi kadar eskidir. Ġstanbul‘un alınmasıyla birlikte Boğazlar kesin olarak Osmanlı
yönetimine geçmiĢti. Rusların Kerç Boğazı ile Azak kalesine yerleĢip Karadeniz‘e inmesiyle sıcak denizlere
inme amacı neredeyse eĢ zamanlıdır. Bu tarihten sonra Ruslar hem güvenlikleri için hem de ticari amaçla
Akdeniz‘e inmek için Boğazların denetime alınmasını gerekli görmüĢlerdir 11.
Bu amacı gerçekleĢtirmek için ise üç yol vardır: Birincisi, Boğazlar yoluyla Akdeniz‘e inmek; ikincisi,
Erzurum-Ġskenderun hattı yoluyla yine Akdeniz‘e inme; üçüncüsü ise, Kafkas-Basra yoluyla sonra da
Türkistan‘dan Hint Okyanusu‘na geçmektir. Bu yollar içinde ilkini yani Osmanlı egemenliğine son vererek
Boğazlar üzerinden geçme giriĢimlerine, Ġngiltere ve Avusturya karĢı çıktığından, ikinci yolu uygulamak
istemiĢlerdir. Ancak Rusya‘nın bunu gerçekleĢtirmesi için Anadolu‘yu parçalaması gerekiyordu. Böylece
Erzurum-Ġskenderun hattı yoluyla Akdeniz‘e inebilirdi. Bu amacı gerçekleĢtirmek için de Ermenileri
kullanmaya çalıĢmıĢtır12.
Ancak Osmanlı için Boğazlar yaĢamsaldı. Boğazların kaybedilmesi demek devletin çöküĢü demekti.
Güvenlikleri için boğazların elde tutulması için her türlü çabayı göstermeye çalıĢmıĢtır. Boğazların mevcut
statüsü Avrupa‘nın önemli güçleri açısından da benimseniyordu. Boğazların Osmanlı‘da kalması için zaman
zaman silahlı mücadeleyle veya diplomatik giriĢimlerle Osmanlıya destek vermiĢlerdir. Ġngiltere, Fransa gibi
devletlerin bu tutumları I. Dünya SavaĢı içinde değiĢmiĢ ve gizli paylaĢım anlaĢmalarıyla Rusya‘ya
bırakmıĢlardır.
XIX. yüzyılda Osmanlı zor durumda kalıp da Ġngiltere ve Fransa‘dan destek alamadığı durumlarda
Ruslardan yardım istemiĢ ve ittifak yapmıĢtır. Bu ittifak anlaĢmalarının birçoğunda Boğazlardan geçiĢ kolaylığı
sağlanması veya Karadeniz‘e kıyısı olmayanlara boğazlardan geçiĢi çok kısıtlı tutulması gibi hükümler
mevcuttur.
d. Ermeni Sorunu: XVIII. yüzyıldan itibaren Rus Çarı I.Petro, Doğu‘daki ticaretten pay almak için
Ermenilerden yararlanmayı düĢünerek, onları hem Rus topraklarına davet etmiĢ, hem de dinsel ve diğer
alanlarda imtiyazlar sağlamaya hazır olduğunu bildirmiĢtir. Çarın davetine uyan pek çok Ermeni, Ġran‘dan
Ġnalcık, s.35.
Mensur Akgün, ―Türk DıĢ Politikasında Bir Jeopolitik Etken Olarak Boğazlar‖ Türk DıĢ Politikasının Analizi, der. Faruk Sönmezoğlu,
Ġstanbul, Der Yayınları, 1994, s.216.
12
Ramazan Çalık, Alman Kaynaklarına Göre II.Abdülhamid Döneminde Ermeni Olayları, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000,
s.40-41.
10
11
297
Rusya‘ya göçmüĢ ve XIX. yüzyıla gelindiğinde etkili görevlere gelmiĢlerdir 13. Bunların da çabalarıyla Ruslar,
Osmanlı egemenliğindeki Ermeni topluluk üzerindeki kontrolü büyük ölçüde ellerine geçirmiĢlerdir.
Yukarıda bahsedildiği gibi, Rusya sıcak denizlere inme amacını gerçekleĢtirme yollarından biri ErzurumĠskenderun hattı yoluyla yine Akdeniz‘e inmekti. Bunu gerçekleĢtirmesi için Anadolu‘yu parçalaması
gerekiyordu. Bunun için Ermenileri kullanmayı düĢünen Rusya, öncelikle Ermeni kiliseleri ve Ermeni örgütleri
ve komitacılarıyla temas kurmuĢ ve onları Osmanlı Devleti‘ne karĢı kıĢkırtmıĢtır. Ermenistan, Rus
yayılmacılığının tampon bölgesini oluĢturacak ve böylece Rusya hem sıcak denizlere inme hem de toprağı
verimli
ve
petrol
kaynakları
bakımından
zengin
Mezopotamya
bölgesini
ele
geçirme
amacını
gerçekleĢtirecektir14.
Berlin Kongresi ile sorunu uluslararası niteliğe kavuĢturan Rusya, bu süreçten sonra da Osmanlı‘yı zayıflatma
ve Akdeniz‘e inme amacı için Ermenileri kullanmaya devam etmiĢtir. I. Dünya SavaĢı baĢlayınca Ermeniler en
çok Rusya‘ya güvenerek, Rus ordusunda gönüllü savaĢmıĢlardır. Rusya‘nın bu yüzyıldaki dıĢ politikasının
temeli Osmanlı Ermenilerini kıĢkırtmak olmuĢtur. Osmanlı Devleti‘ne karĢı Ermenilerin koruyucusu rolünü
üstlenerek, Osmanlı‘yı baskı altına almaya çalıĢmıĢlardır. Rusya, kendi sınırları içindeki Ermenileri göz önüne
alarak, bazı imtiyazlara sahip bir Ermeni toplumu kurma düĢüncesinden yana olmuĢtur.
e. KarĢılıklı güvensizlik: Ġki ülkenin iliĢkilerinin tarihi eski olmakla beraber, kurulduğu dönemden
itibaren ekonomik ve siyasi iliĢkilerin çok yakın olduğu bir dönem pek gözükmemiĢtir. Bazen Osmanlı son çare
olarak Ruslarla ittifak yapsa da bu süreçler oldukça kısa olmuĢtur. Avrupa‘nın büyük devletlerinin Osmanlı
toprak bütünlüğü konusundaki politikası XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar büyük ölçüde de olsa sürdürülmüĢ
olmasına rağmen, Çarlık Rusya‘sı neredeyse kurulduğu andan itibaren gözü Osmanlı‘nın topraklarındadır. BaĢta
Karadeniz ve Kafkaslar olmak üzere Rusya Osmanlı‘nın elindeki toprakları yaĢam alanı olarak görmüĢtür.
1815‘teki Viyana Kongresi‘nde Rus Çarı Alexandr tarafından Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyan
topluluklarının durumu “Doğu Sorunu‖ olarak adlandırıldı. Ancak zaman içinde bu sorun Osmanlı‘yı paylaĢma
anlamını almıĢtır15. Rusya‘nın Osmanlı‘yı paylaĢma konusunda arzusu hiçbir zaman azalmamıĢtır, Kırım SavaĢı
öncesinde de ―hasta adam ölmeden mirasını paylaĢma‖ konusunda Ġngilizlere teklif sunmuĢlardır16. Esasen XX.
yüzyılın baĢlarında da paylaĢım önerileri devam etmiĢtir.
Toprak kayıplarının yanı sıra her fırsatta Osmanlı yönetimindeki Hıristiyan topluluklarının ayrılıkçı
hareketlerini kıĢkırtma ve destekleme amacından sapmamıĢtır. Osmanlı‘nın baĢına tabiri yerindeyse ―bela‖ olan,
en çok toprak alan ve toprak kaybettiren ülke olarak gözüken Çarlık Rusyası, Osmanlı diplomatları ve
yöneticileri için güvensizlik kaynağı olmuĢtur. DüĢman ülke nazarıyla toplumsal hafızaya kazınmıĢtır.
Çarlık Rusyası‘nın XIX. yüzyılın sonlarında izlediği milliyetçi politikalar nedeniyle Türk- Müslüman
topluluklara yaptığı baskılar kamuoyunda Ruslara karĢı bir tepkinin oluĢmasına neden olacaktır. Rusya‘dan
kaçan Türk milliyetçileri Osmanlı kamuoyunu bu konuda etkilemeyi baĢarmıĢlardır.
Salim Çöhçe, ―Büyük Ermenistan‘ı Kurma Projesi,‖ www.eraren.org/tur/dergi-makale-salim, s.2.
Çalık, s.40-41.
15
Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 2.B., Ankara, TTK, 1999, s.97-98.
16
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, 5.B., Ankara, TTK, 1988, s.221-222.
13
14
298
B.
TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ VE SOVYETLER BĠRLĠĞĠ (1918–1990)
I. Dünya SavaĢı‘nın baĢlarında yapılan gizli anlaĢmalarla nihayet Çarlık Rusyası emeline kavuĢacaktı. 1915
tarihli Ġngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılan Ġstanbul AnlaĢması ile Türk boğazları savaĢtan sonra
Rusya‘ya verilecekti. Ancak bu geliĢmeler yaĢanırken Rusya‘da devrim rüzgârları çoktan esmeye baĢlamıĢtı.
Ġçte yaĢadığı bu karmaĢa nedeniyle zor durumda kalan Çar müttefiki olan Ġngiltere ve Fransa‘dan yardım
istemek durumunda kalmıĢtı. SavaĢın kısa süreceğini düĢünen Ġtilaf güçleri, bu süreci daha da kısaltmak ve
dostları Rusya‘yı karıĢık durumdan çıkarabilecek yardımı ulaĢtırmak amacıyla 1915 yılı Mart ayında Çanakkale
Boğazını geçmek için giriĢimde bulunmuĢlardır. Ancak kaderin garip bir cilvesi, 400 yıldır yıkmaya uğraĢtığı ve
tam sona geldiğini düĢündüğü bir anda, yine karĢısına Türkler çıkacak ve Çarlık rejiminin yıkılmasını sağlayan
son darbenin vurulmasına dolaylı olarak etki edeceklerdir. Yüzyıllardır yıkmaya çalıĢtığı ve son bir darbeyle
yüzyılların özlemi boğazları alacağı günü sabırsızlıkla bekleyen Rus Çarlığı, Osmanlı‘dan önce ve onun da
etkisiyle yıkılmıĢtı. Türk halkının amacı kuĢkusuz Çarlığı yıkmak değildi; sadece ve sadece kendi vatanını canı
pahasına korumaktan ibaretti.
Ekim 1917‘de müttefiklerinden yardım alamayan Çarlık rejimi yıkılmıĢ ve BolĢevikler Lenin‘in liderliğinde
iktidarı ele geçirmiĢlerdir. BolĢevikler savaĢtan çekilme kararı alarak gizli anlaĢmaları kamuoyuna açıklamıĢlar
ve bunların kendileri için geçersizliğini belirmiĢlerdir. Ġttifak devletleriyle anlaĢma imzalamak için BrestLitovsk‘da ateĢkes için görüĢmeler yapılmıĢtır. Rusya, 3 Mart 1918 tarihli anlaĢma ile 1878‘de Berlin
AntlaĢması‘yla aldığı Kars, Ardahan ve Batum‘u Osmanlı‘ya geri iade etti ve Anadolu‘yu tamamen boĢaltma
kararı aldı17. Bu antlaĢma ile birlikte yüzyıllardır süren savaĢ süreci yerini uzun bir barıĢ dönemine bırakmıĢtı.
Sovyetlerin savaĢtan çekilmesi Osmanlı‘nın dahil olduğu Ġttifak bloğunun savaĢı kazanmasına yetmemiĢtir. 30
Ekim 1918‘de Ġtilaf devletleriyle Osmanlı arasında imzalanan Mondros Mütarekesi, Ortaçağ imparatorlukları
için son kalan Osmanlı‘yı da fiilen ortadan kaldıran bir anlaĢma olmuĢtur. ĠĢgallere merkezi hükümetin tepkisiz
kalması, halkı harekete geçirmiĢ, Çanakkale‘de Ġtilaf güçlerine karadan geçit vermeyen Mustafa Kemal,
Samsun‘a çıkarak hareketin liderliğini üstlenmiĢtir.
Çarlık Rusyası‘nın yıkıldığı Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun son anlarını yaĢadığı bir dönemde iki ulusu temsilen iki
yeni yapı ortaya çıkmıĢtı. Bir tarafta Sovyetler Birliği, diğer tarafta ulusal mücadeleden sonra Türkiye
Cumhuriyeti adını alacak olan Ankara Hükümeti.
Cumhuriyetin kuruluĢundan Sovyetlerin dağılmasına kadar geçen süre Türk-Rus iliĢkileri açısından kendine has
özelliklere sahiptir. Bu dönemin ilk kısmında iki ülke arasındaki iliĢkiler en yakın seviyeye getirilmiĢken, ikinci
evrede ise iliĢkiler en soğuk sürecini yaĢamıĢtır. Radikal değiĢimlerin yaĢandığı bu dönemde Türkiye‘nin dıĢ
politikası iç politikayı da büyük ölçüde belirlediği için, Türk siyasetinde, ekonomisinde, sosyal ve kültürel
yaĢamında da önemli değiĢimlere yol açmıĢtır.
17
Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1990, C.I., Ankara, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 1993, s.139-140.
299
1.
Milli Mücadele Döneminde ĠĢbirliğine Neden Olan Etkenler (1919-1923)
a. Ortak DüĢmana KarĢı ĠĢbirliği: BolĢeviklerle Mustafa Kemal arasındaki ilk temas, milli mücadelenin
baĢlangıç dönemlerinde daha Havza‘da iken 1919 yılı Haziran ayının ilk günlerinde gerçekleĢmiĢtir 18. Bu ilk
resmi olmayan temastan sonra 26 Nisan 1920‘de TBMM yazılı bir teklifi Moskova‘ya yollar. Bu yazılı teklifte
emperyalist hükümetlere karĢı birlikte hareket etme ve yönetimleri altındaki tutsak ulusların kurtarılması için
ortak çalıĢma öneriliyordu. Bu öneri hemen Sovyetlerden olumlu yanıt bulmamıĢtır. Bunun iki nedeni vardı:
Biri Rusların yeterince ulusal harekete güvenmemeleri; diğeri de Ermenilerle ilgili Rus isteklerinin Türk
tarafınca kesin olarak reddedilmesi. 1920 yılının sonbaharında önce Ermeni birliklerinin yenilerek Gümrü
AntlaĢması ile Doğu sınırlarının güvenceye alınması sağlanmıĢtır. Arkasından da ilk zafer olan I. Ġnönü
SavaĢı‘nın kazanılmasıyla Rusların güvensizliği ortadan kaldırılmıĢtır 19. 16 Mart 1921 tarihli Moskova
AntlaĢması ile Türk-Sovyet dostluğunun temelleri atılmıĢtır. Sovyetlerden para ve savaĢ malzemesi desteğinin
sağlanmasıyla iĢgalci güçlere Ankara‘nın yalnız olmadığı mesajı verilmiĢtir. Ġki ülke arasındaki iĢbirliği savaĢ
boyunca devam etmiĢtir.
TBMM bu anlaĢma ile batılı devletler nazarında caydırıcı olmayı ve mücadelesine güç kazandırmayı
amaçlamıĢtır. ―Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinden hareketle ortak düĢmana karĢı iĢbirliği yapılması
düĢüncesinin somut ifadesidir bu anlaĢma. Ulusal sınırlar içinde bağımsız bir ulus devlet kurmak isteyen
Türkiye, sadece, kendisine en yakın ve düĢmanlarına en uzak bir durumda olan Sovyetlerin yardım
yapabileceğine inanıyordu. Bu nedenle yabancı bir devletle ilk iliĢkiler Sovyetlerle kurulmuĢtur.
Kapitalist dünya ile arasına bir set çekmeyi amaçlayan Sovyet hükümeti, Ġngiltere‘nin sömürüsü altındaki
Müslüman halkın ayaklanacağını düĢünmüĢtür. Bu sayede bölgedeki etkinliğini arttıracağına inanan BolĢevikler,
dünya devrimine destek arayıĢıyla geçici nitelikte bir anlaĢma yapmıĢlardır. Dünya emperyalizminin lideri
konumundaki bir ülkenin çıkarlarına zarar vermek için bu yardımın zorunlu olduğuna inanmıĢlardır 20.
TBMM amaçlarının BolĢevikliği kabul etmek değil, BolĢeviklerle iĢbirliği olduğunu vurgulamalarına rağmen,
gelecek için de kesin bir reddediĢ içine girmemiĢlerdir. Bu politika bir taktik olarak da düĢünülmelidir. Ayrıca
Türklerin Sovyetlere olduğu kadar Sovyetlerin de Türk-Ġslam dünyasına ihtiyacı olduğuna sıklıkla dikkat
çekilmiĢtir. Bu tarafların güçlerini arttırmaları için iĢbirliğine ihtiyaçları olduğunu ortaya koymaktadır21.
Ġki devletin Batılı güçlere karĢı duyduğu güvenlik endiĢeleri ve izledikleri antiemperyalist politikalar bu
dönemde iki tarafın iliĢkilerinde önemli rol oynamıĢtır.
b. KarĢılıklı Güvensizlik: Esasen iki tarafın farklı nedenlerle de olsa iĢbirliği sürecine girmelerine
rağmen, özellikle BolĢeviklerin güvensizliği iliĢkilerin geç bir süreçte baĢlamasına neden olmuĢtur. Bununla
beraber sadece TBMM Hükümeti ile değil, alternatif iliĢkiler de kurmaya giriĢmiĢlerdir. Mesela, Bakü‘de
kurulan Türkiye Komünist Fırkası ve Enver PaĢa aracılığıyla iliĢki kurma seçeneklerini arttırmaya
Selahi R. Sonyel, Türk KurtuluĢ SavaĢı ve DıĢ Politika I, 3.B., Ankara, TTK, 1995, s.81-82.
Mehmet Gönlübol vd., Olaylarla Türk-DıĢ Politikası, 8.B., Ankara, Siyasal Kitabevi, 1993, s. 17-25.
20
Suat Bilge, Türkiye-Sovyetler Birliği ĠliĢkileri 1920-1964 Güç KomĢuluk,, Ankara, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları, 1992, s.61.
21
Saime Yüceer, ―Atatürk Dönemi (1919-1938) Türk-Rus ĠliĢkilerinin Siyasi Boyutu, Atatürk‟ten Soğuk SavaĢ Dönemine Türk-Rus
ĠliĢkileri, I. ÇalıĢtay Bildirileri, Ankara, Atatürk AraĢtırma merkezi, 2011, s.68-69.
18
19
300
giriĢmiĢlerdir. Bu da hem TBMM‘ye hem de milli mücadeleye yeterince güvenleri olmadığını gösteriyor. Bu
kuĢku belki de imparatorluk mirası olarak BolĢeviklere geçmiĢtir. Tıpkı milli mücadele önderlerinin de Sovyet
Rusya konusundaki güvensizlikleri gibi. Çünkü Ruslar fırsat buldukları anda Ermenilerle ilgili istekleri dile
getirmeleri de bu güvensizliği besleyen unsurlar arasındadır.
2.
1923–1990 Yılları Arasında Türk-Sovyet ĠliĢkilerinde Rol Oynayan Faktörler
Milli mücadele Büyük Taarruz‘un zaferle sonuçlanmasından sonra yapılan Mudanya Mütarekesi ile son
bulmuĢtur. Ancak barıĢ süreci için toplanan Lozan Konferansı sonuçlanmadan tam olarak barıĢın sağlandığını
söylemek zordur. 24 Temmuz 1923‘te anlaĢmanın imzalanması ile birlikte barıĢ dönemine girilmiĢ ve yeni Türk
devleti 29 Ekim 1923‘te Cumhuriyeti ilan ederek, Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmuĢtur.
Türk-Rus iliĢkileri çok eskiye dayanmakla beraber, en yakın temaslar, milli mücadele döneminde baĢlamıĢ ve
1930‘lu yılların sonlarına kadar devam etmiĢtir. Günümüzdeki çok yönlü iliĢkilerin temelleri esasen 1930‘lu
yıllarda atılmıĢtır22.
Esasen inceleme konusu ettiğimiz bu dönem kendi içinde de önemli değiĢimler göstermiĢtir. Türk-Rus iliĢkileri
kırılma tarihleri ele alındığında 1923–1938, 1939–1945 ve 1946–1990 dönemleri olarak ayrılması mümkündür.
Ancak bu dönemleri ayırmak yerine iliĢkilerde genel olarak etkili olan faktörleri belirtirken dönemlerin ayırıcı
özelliklerini de vurgulamak kanımızca konunun daha anlaĢılır olmasını sağlayacaktır.
Genel olarak Atatürk dönemi iyi iliĢkilerin kurulduğu dönemdir. Ancak 1939‘dan itibaren giderek artan oranda
iki ülke arasında iliĢkiler gerginleĢmiĢtir. Boğazlardan üs ve toprak talepleri karĢısında batı bloğunu tek çıkıĢ
yolu olarak gören Türkiye, 1945‘den 1953 yılına kadar Sovyetlerle iliĢkilerini neredeyse dondurmuĢtu. Stalin‘in
ölümü iki ülke arasındaki gerginlik unsurlarının azaltılmasına neden olmuĢtu. 1953 yılında Sovyetlerin
Türkiye‘den özür dilemesi ve Türkiye‘nin toprak bütünlüğüne saygılı olacağını açıklaması, iki ülke arasında
iliĢkilerin kısmi yumuĢamasında etkili olmuĢtur; ama iliĢkiler henüz durgundur. 1960 askeri darbesinden
sonrasında Kıbrıs‘a müdahale kararı sonrası yaĢanan geliĢmeler Türkiye‘yi çok yönlü dıĢ politika izlemeye
yöneltmiĢti. Bu arada hem Kıbrıs meselesi hem de Türk ekonomisinin içinde bulunduğu koĢullar Türkiye‘yi
nispeten Sovyetlerle ikili iliĢkiler kurmaya sevk etmiĢti. ĠliĢki sürecinde normalleĢmeye doğru gidilme süreci
1990‘lara kadar devam etmiĢtir.
a. KarĢılıklı Güvenlik EndiĢesi: Bu dönemin baĢında imzalanan Lozan AntlaĢması ile Türkiye hem
uluslararası alanda kabulünü hem de sınırlarının güvenliğini büyük ölçüde sağlamıĢtı olmasına rağmen, devam
eden sorunlar yüzünden Batılı ülkelere karĢı güvensizliğini hala koruyordu. 1930‘lı yılların baĢında sorunlar
büyük ölçüde aĢılmıĢ ve Batılı devletlerle ikili anlaĢmalar imzalanarak karĢılıklı güven tesis edilmeye
çalıĢılırken, Ġtalyan tehdidi ortaya çıkmıĢtır. Ġtalyan tehdidi Türkiye‘yi Ġngiltere ve Fransa ile iyi iliĢkiler
kurmaya iterken, 1934‘ten sonra Sovyetlerle iliĢkilerinde de kısmi güvensizliğe neden olmuĢtur. Türkiye‘nin
Balkan Paktı‘nı imzalanması ve Ġngiltere ve Fransa ile iliĢkileri geliĢtirmeye çalıĢması iliĢkilerde belirgin bir
soğuma yaratacaktır.
22
Aleksandr Kolesnikov, ―Atatürk Dönemi Türk –Rus ĠliĢkilerinin AraĢtırılmasında Metot ve Historiyografi Sorunları‖, Atatürk‟ten Soğuk
SavaĢ Dönemine Türk-Rus ĠliĢkileri, s.17.
301
Ġki ülke arasındaki iliĢkilerde güvensizlik II. Dünya SavaĢı yıllarında özellikle 1941‘de Almanya ile imzalanan
ve Sovyetlerin kendisine karĢı olduğunu düĢündüğü Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması nedeniyle iyice
artmıĢtır. Çünkü bu anlaĢmadan sadece dört gün sonra Almanlar Sovyetlere saldırmıĢlardır. Bu duruma
Sovyetlerin tepkisi sert olmuĢ ve daha savaĢ sırasında Türkiye, Sovyetler nedeniyle güvenlik endiĢesi
yaĢamıĢtır. Sovyetlerin savaĢtan galip çıkan iki süper güçten biri olmalarından dolayı kendilerine duydukları
güvenle 1945‘te 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması‘nı yenilemeyeceklerini açıklamaları üzerine
güvensizlik doruğa ulaĢmıĢtır. 1945‘ten itibaren Türkiye‘den toprak istemini ve Boğazlardan üs taleplerini
sıklıkla yineleyen ve bu konuda Türkiye üzerine psikolojik baskı uygulayan Sovyetler, bu dönemde oluĢan iki
bloklu sistemde Türkiye‘yi batı bloğuna elleriyle itmiĢlerdir. Bu durum iki ülke arasında güvensizlik unsurunu
öne çıkardığı gibi iliĢkileri de önemli ölçüde kesintiye uğratmıĢtır. Türkiye‘nin NATO‘ya katılmasına kadar,
bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü konusundaki endiĢesi devam etmiĢtir.
i.
Batı Korkusu: 1923–32 döneminde Türkiye, Anadolu‘yu iĢgal eden Avrupalı güçlerle var olan
sorunlarını tam olarak çözemediğinden, bu ülkelere karĢı güvensizdi. Bu sorunlar; Yunanistan ile nüfus
değiĢimi, Ġngilizlerle Musul sorunu, Fransa ile anlaĢmazlıklar, Ġtalya ile ikili iliĢkilerin kurulamaması. Bu
nedenle Batılı devletlerle iliĢkilerin gergin olması, Türk-Sovyet iliĢkileri lehine bir durum yaratmıĢtır. Özellikle
Musul meselesi nedeniyle Ġngiltere ile neredeyse savaĢın eĢiğine gelinmesi, Türk-Sovyet iliĢkilerinde önemli bir
adım atılmasını sağlamıĢtır. Musul sorunun en sıcak döneminde yaĢanan ve Ġngilizlerin destek verdiği anlaĢılan
ġeyh Sait Ġsyanı ise, Musul için Ġngiltere‘nin her türlü araca baĢvurabileceğini göstermiĢti. Uluslararası
kamuoyunu ve Milletler Cemiyeti‘ni kendi yanına çekmeyi baĢaran Ġngilizler bölgedeki petrol nedeniyle
Musul‘un Irak‘ta bırakılmasını ısrarla istemiĢlerdir. Türkiye‘nin bu konuda neredeyse tek güçlü desteği
Sovyetler olmuĢtur. 17 Aralık 1925 tarihinde Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması imzalanmıĢtır.
Bu da iki ülke arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel iliĢkilerin artmasına neden olmuĢtur. Böylece Türkiye
Ġngiltere‘ye yalnız olmadığı mesajını vermiĢtir.
Türkiye 1932‘de Milletler Cemiyeti‘ne katılarak, Avrupalı devletlerle iliĢkilerini yakınlaĢtırma yolunda önemli
adımlar atmıĢtır. Türkiye‘nin güvenliğini tehdit eden tek Avrupa ülkesi bu dönemde Ġtalya‘dır. Kendisine
yönelen Ġtalyan tehdidi nedeniyle Balkanlar ve Ortadoğu‘da paktlar kurmak için büyük çaba harcamıĢtır.
Türkiye‘nin Ġtalya‘dan ne denli endiĢe duyduğunu biliyor olmalarına rağmen, Ġtalya‘nın isteğiyle Türkiye‘nin
paktı imzalamaması için çeĢitli güçlükler çıkarmıĢlardır. Ancak sonunda 1934‘te imzalanan Balkan Paktı‘ndan
sonra iki ülke arasındaki iliĢkilerde güvensizlik ve endiĢe unsuru yeniden baĢ göstermiĢtir. Esasen bunun nedeni
Sovyetlerle Ġtalya arasındaki Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması‘nın imzalanmasıdır
. Ġtalya bu konuda
23
Sovyetlerden Türkiye‘ye baskı yapmasını istemesi, Sovyetlerin tutumunun nedenini ortaya çıkarmıĢtır.
Sovyetler Birliği hem 1934‘teki Balkan Paktı‘nı hem de 1937‘deki Sadabat Paktı‘nın Ġngiltere‘nin çıkarlarına
hizmet ettiği, dolayısıyla kendilerini tehdit ettiği görüĢünü taĢıyorlardı 24.
ii. Sovyet Tehdidi: Türk-Sovyet iliĢkilerinde tarih boyunca olduğu gibi iliĢkiler iyi olsa da, iki tarafın
güvenlik kaygıları taĢımadığı bir dönem hemen hemen yok gibidir. Milli mücadelede baĢlayan iyi iliĢkiler bile
23
24
Kamuran Gürün, Türk-Sovyet ĠliĢkileri (1920-1953), Ankara, TTK, 1991, s.137-141.
Boris B. Potskhveriya, ―1920 ve 1930‘lu Yıllarda Türk-Sovyet ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl, s.193.
302
endiĢeleri yok etmemiĢ, tersine Lozan görüĢmeleri öncesinde iki ülkenin görüĢ farklılıkları yeni soru iĢaretlerine
yol açmıĢtır. Lozan görüĢmelerine Boğazlar meselesi nedeniyle Moskova AntlaĢması‘nda da ifade edildiği gibi
Karadeniz‘e kıyısı olan devletlerin katılması öngörülmüĢtür. Bu amaçla Ukrayna ve Gürcistan ile birlikte
Sovyetler de davet edilmiĢtir. Ancak Sovyetlerin sadece Boğazlar için değil, görüĢmelerin geneline müdahil
olmak istemesi iki taraf arasında hoĢnutsuzluğa neden olmuĢtu 25. Ancak, boğazlarla ilgili görüĢmelerde
Sovyetler daha çok Türkiye‘nin lehine olan öneriler getirmiĢlerdir 26. Buna rağmen Türkiye, konferanstaki
ağırlıklı görüĢ olan Ġngiliz önerileri noktasında olması nedeniyle ortalama bir yol izleyerek, Boğazların silahtan
arındırılması dıĢında Ġngiliz tezine destek vermiĢtir. Sovyetler buna tepki göstermelerine rağmen, sonunda
boğazlar konusunda Ġngiliz görüĢleri kabul edilmiĢtir. Ġki ülke arasında yaĢanan bu anlaĢmazlık güvensizlik
sürecine katkı sağlamıĢtır.
1930‘lu yılların baĢlarından itibaren Türkiye‘nin Batılı devletlerle iyi iliĢkiler kurmak istemesi de Sovyetlerin
Türkiye‘ye yönelik güvensizlik düĢüncesine katkı sağlamıĢtır. Türkiye‘nin Ġngiltere ve Fransa gibi devletlerle
yakın iliĢkiler kurma isteğinin nedeni, çok yönlü dıĢ politika izleme ve böylece dıĢ politik iliĢkilerini dengeleme
amacıdır. Ayrıca, yeni oluĢmaya baĢlayan bloklaĢma hareketleri karĢısında statükocu devletle iĢbirliği içine
girerek, toprak bütünlüğünü korumaya, mevcut yapının sürdürülmesine bölgesel olarak katkı sağlamaya
çalıĢıyordu. Bu noktada iki ülkenin tehdit kaynakları ve düĢüncesi konusundaki farklılıklar, Türk-Sovyet
iliĢkilerini giderek artan oranda olumsuz etkilemiĢtir. 1936 Haziran ayında toplanan Montrö Boğazlar
Konferansı‘nda Türkiye ile görüĢ farklılıkları da güvensizlik düĢüncelerini daha da güçlendirmiĢtir. YaklaĢan
savaĢ nedeniyle Türkiye‘nin Ġttifak arayıĢı, Ġtalya‘nın Arnavutluğu iĢgaliyle birlikte eyleme geçmeye
baĢlamıĢtır. BaĢta karĢı çıkmamalarına rağmen Ruslar, Türk-Ġngiliz-Fransız Ġttifak
AntlaĢması‘nın
imzalanmaması için epey çaba göstermiĢtir. Türkiye ise böylesi bir ittifaka dahil olmaları için Sovyetleri ikna
edememiĢtir. Ancak söz konusu ittifak anlaĢmasına ek bir protokol ekleterek, Sovyetlerle karĢı karĢıya getirmesi
durumunda yükümlülüklerinden muaf tutulacağı belirtilmiĢtir.
Türkiye anlaĢmaya koydurduğu bu çekinceyle
Sovyetlerle dostluğunu bozmak istemediğini ortaya koymuĢtur. Ancak, bu süreçte 1939 yılı Sovyetlerin
Boğazlarla ilgili ilk kez dile getirdikleri ortak savunma veya üs kurma talepleri Türkiye‘yi bir hayli tedirgin
etmiĢtir.
II. Dünya SavaĢı‘nın baĢında yaptığı ittifakla batı bloğuna dahil olan Türkiye, savaĢın ilk zamanlarında SovyetAlman anlaĢmasından bir hayli tedirgin olmuĢtur. 1940‘da Sovyetlerle müttefik olmalarına rağmen, savaĢın
sonuna kadar Türkiye, Almanlardan çok Sovyetlerin saldırma olasılığından ve tehdidinden bir hayli endiĢe
duymuĢtur. Aynı tarafta yer alan iki ülke arasında böylesine güvensizlik ve endiĢe ortamının oluĢmasında 18
Haziran 1941 tarihli Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması‘nın önemli rolü vardır. Çünkü bu
anlaĢmadan sadece dört gün sonra Almanlar Sovyetlere saldırmıĢlardır.
25
26
Gürün, s.83-96.
Rus DıĢiĢleri Bakanı Çiçerin konferansta açıkladığı öneriler Ģöyledir: ―Ġstanbul ve Çanakkale Boğazlarında ve Marmara Denizi‘nde ticaret
gemilerinin mutlak geçiĢ serbestisi; bu bölgelerde barıĢı temin gayesiyle, Türkiye hariç, bütün devletlerin savaĢ gemilerine Boğazların
kapatılması; ayrıca Türkiye‘ye Boğazlarla Marmara‘yı her türlü vasıta ile silahlandırma yetkisinin tanınması.‖, Gürün, s.96.
303
Bu anlaĢma belki de savaĢ sonrası oluĢacak Türk-Sovyet iliĢkilerinde önemli kırılma noktalarından biri
olacaktır. Böyle bir anlaĢmayı yapmakla Türkiye, Sovyetlere düĢman, Almanlara dost olarak nitelendirilmiĢtir.
Kafkasya‘yı ve Kırım‘ı almak için Sovyetlere saldıran Almanya‘nın baĢarılarını bekledikleri ileri sürülmüĢtür 27.
Türkiye ise hem Sovyetlerin ve hem de Almanya‘nın Türkiye‘ye saldırı olasılığını ortadan kaldırmak için böyle
bir anlaĢma yapma gereği duymuĢtur. Türkiye ittifak anlaĢması yapmıĢ olmasına rağmen, tarafsızlık politikası
izlemeye çalıĢmıĢtır. DıĢ politikanın etkin ismi olan CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü‘nün amacı koĢullar ne olursa
olsun Türkiye‘yi sıcak savaĢa sokmamaktır. SavaĢtan önce Sovyetlerin boğazlar konusunda bir takım isteklerde
bulunmaları, Hitlerin Boğazlar ve Türk toprakları konusunda Sovyet isteklerini kamuoyuna duyurması,
Türkiye‘nin Sovyetlere yönelik güvensizliklerinin kaynağı olmuĢtur.
SavaĢ yıllarında müttefik blok içinde Türkiye‘nin savaĢa katılması konusunda en ısrarlı hatta tehdit yollu
tavırlarıyla Sovyetler olmuĢtur.
SavaĢ yıllarında baĢlayan ve giderek artan iki ülke arasındaki gergin iliĢkiler, savaĢtan sonra iyice su yüzüne
çıkmıĢtır. Sovyetler Birliği, 19 Mart 1945‘te Ankara‘ya verdikleri bir nota ile Kasım 1945‘te süresi bitecek olan
1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık AntlaĢması‘nı yenilemeyeceklerini bildirmiĢlerdir. Sovyetler Birliği
komĢularını müttefik olarak görmek istediğinden Ġran ile birlikte Türkiye‘ye baskılarını arttırmıĢtır. SavaĢ
yıllarında güney sınırlarının güvenliğini 1925 tarihli anlaĢmanın sağlamadığını düĢünen Stalin, genel olarak
savaĢ içinde Türkiye‘nin izlediği politikalardan da memnun olmamıĢtı. Siyasi ortamın Türkiye‘ye baskı
yapmaya uygun olduğunu ve böyle istediği türden bir anlaĢmayı yaptırabileceğine inanıyordu. Çünkü Türkiye,
savaĢ sonrası adeta uluslararası izolasyon içindeydi 28.
Sovyetlerin yeni bir anlaĢma için bazı talepleri vardı. 7 Haziran 1945‘te DıĢiĢleri Bakanı Molotov taleplerini,
Moskova Büyükelçisi Selim Sarper aracılığıyla Türkiye‘ye iletmiĢtir. AnlaĢma yapmak için iki taraf arasındaki
pürüzlerin giderilmesi gerektiğini savunarak, Moskova AntlaĢması‘nın zayıf oldukları bir dönemde
imzalandığından sınır düzenlemesi istemiĢtir. Amaçlanan Kars ve Ardahan gibi illeri geri almaktır. Ayrıca
Montrö Boğazlar SözleĢmesi‘nin değiĢtirilerek, boğazlardan üs verilmesi ve ortak savunulması sağlanmalıydı.
Ancak bağımsız bir devlet olan Türkiye‘nin bu isteklere olumlu yanıt vermesi söz konusu bile değildi 29.
Sovyetlerin baskı politikası bunlarla sınırlı kalmadı; Postdam‘da boğazlar konusundaki istemlerini bir kez daha
gündeme getiren Sovyetler, ABD ve Ġngilizlerden de kısmen olumlu bir karĢılık görmüĢlerdir. En azından
boğazlar rejiminin değiĢtirilmesi konusunda görüĢ birliği vardı. Bu geliĢmeler Türkiye‘yi iyice endiĢeye sevk
etmiĢtir. Sovyetlere her geçen gün baskılarını arttırmaya devam etmiĢlerdir.
Sovyetler bu konuda beklenen notaların ilkini 7 Ağustos 1945‘te vermiĢtir. SavaĢ yıllarında Türkiye‘nin
Boğazlar rejimine aykırı hareket ederek, Alman gemilerine geçiĢ izni verildiğini ileri sürmüĢ, boğazlar rejiminin
kendi önerileri doğrultusunda yeniden belirlenmesini istemiĢlerdir. Türkiye bu notaya cevap hazırlarken Ġngiliz
ve Amerikan yetkililerden görüĢlerini almıĢtır. Verdiği cevapta Sovyetlerin suçlamaları ve istekleri kabul
Aleksandr Satniçenko, ―1945-1956 Yıllarında Türk-Sovyet Diplomatik Mücadelesi ve Sonuçları‖, Atatürk‟ten Soğuk SavaĢ Dönemine
Türk-Rus ĠliĢkileri, s.321-322.
28
A.g.m., s.324-326.
29
Türk DıĢ Politikasında 50 Yıl Ġkinci Dünya SavaĢı Yılları, Ankara, DıĢiĢleri Bakanlığı Yayınları, 1973, s.264–274.
27
304
edilemez bulunduğu belirtilmiĢtir. 24 Eylül tarihli ikinci notada Sovyetler bir kere daha aynı istekleri
tekrarlamıĢlardır30.
Sovyetler Birliği‘nin bu denli Türkiye‘ye baskı uygulama cesaretini kendisinde bulma nedeni savaĢtan galip
çıkan ve süper güç olarak anılan iki ülkeden biri olmasıydı. KomĢularını doğal yaĢam alanı olarak görmeye
baĢlaması ve henüz bu konuda bir karĢı çıkıĢla karĢılaĢmaması, onu Türkiye konusunda daha baskıcı hale
getiriyordu. Üstelik bunu en doğal hakkı olarak görüyordu. Ancak bu durum çok uzun sürmedi. ABD bu
dönemde yeni dıĢ politika geliĢtirmeye çalıĢırken, jeopolitik önemi nedeniyle Türkiye‘yi bölgede dıĢ
politikasının en önemli halkalarından biri olarak belirlemiĢti. Yeni politikasını 1946 yılı ortalarından itibaren
uygulamaya geçirmiĢti. Türkiye ABD‘nin desteğini hissettiği andan itibaren derin bir nefes alabilmiĢtir.
Soğuk SavaĢ döneminin baĢlamasıyla dünyada yeni bir dönem baĢlamıĢtır. SavaĢtan galip çıkan iki devletten
ABD kapitalist Batı dünyasının lideri olurken, Doğu bloğunun liderliğini ise Sovyetler yapmıĢtır. Türkiye‘de
ekonomik, siyasi, güvenlik endiĢeleri, ideolojik ve psikolojik etkenler nedeniyle Batı bloğuna katılmıĢtır.
NATO‘ya katılımıyla birlikte güvenlik noktasında büyük bir rahatlama hisseden Türkiye 45 yıl süren iki kutuplu
dünyada Türkiye ile iliĢkilerini en alt düzeye indirmiĢtir. Bu dönemde Türkiye Sovyet yayılmacılığının hedefi
olmaktan kurtulurken, bu kez Amerikan emperyalizminin yörüngesine girmek durumunda kalmıĢtır. Bunun
dıĢsal olarak en büyük nedeni Lenin‘in ölümünden sonra Sovyetlerin lideri olan Stalin‘in giderek artan oranda
emperyalist politikalarıdır. Bu yönüyle Stalin 19. yüzyıldaki Çarlık Rusyasının düĢünsel mirasını Sovyetler
Birliği‘nde uygulamaya çalıĢmıĢtır.
b. Coğrafi Nedenler:
i. Ġki ülkenin KomĢu Olması: Türkiye‘nin Sovyetlerle iliĢkilerinde en önemli faktörler hiç kuĢkusuz coğrafi
durumundan kaynaklanmaktadır. Osmanlı döneminde ilk kez komĢu haline gelmelerinden sonra iki ülke
arasındaki sınırlar her zaman sorun teĢkil etmiĢtir. Esasen gerek Brest-Litovsk AntlaĢması gerekse Moskova
AntlaĢması ile iki ülke arasında sınır sorunları tamamen çözülmüĢ gözükmekteydi. Ancak Sovyetler II. Dünya
SavaĢı‘ndan güçlü çıkmalarından ve Türkiye‘nin dıĢ politikada yalnızlığa itilmesinden yararlanmaya
çalıĢmıĢlardır. Dönem boyunca tek toprak talebi savaĢ sonrası Stalin yönetiminin yaptığıdır. Ancak Stalin‘in
ölümünden sonra 1953‘te Sovyet rejimi Türkiye‘den özür dileyerek, Türkiye‘nin toprak bütünlüğüne saygılı
olduklarını ifade etmelerine rağmen, dönemin Demokrat Parti Hükümeti bu özrü çok samimi bulmamıĢlar ve
ciddiye almamıĢlardır.
ii. Türkiye‟nin Orta Doğu‟yla sınırı olması: Osmanlı‘nın daha çok Anadolu toprakları üzerine kurulmuĢ olan
Türkiye Cumhuriyeti, Batılı devletlerin ilgi odağı olmasının en önemli nedenlerinden biri 20 yüzyılda keĢfedilen
petrol kaynaklarının büyük bir kısmına sahip olan Orta Doğu‘nun giriĢ kapısı durumunda olmasıdır. Sovyetlerle
iliĢkiler Türkiye‘nin bu konumundan dolayı etkilenmiĢtir. Türkiye, NATO ülkelerinin Orta Doğu‘daki sınırı
olduğu için zaman zaman Sovyetlerin de hedefi haline gelmiĢtir. Özellikle soğuk savaĢ döneminde Türkiye‘nin
Orta Doğu‘da Ġngiliz ve Amerikan çıkarlarını koruma noktasındaki faaliyetleri Sovyetleri son derece rahatsız
etmiĢ ve tepkilere neden olmuĢtur. Bölgedeki Sovyet propagandalarında Türkiye, ABD‘nin jandarması olarak
30
Türk DıĢ Politikasında 50 Yıl Ġkinci Dünya SavaĢı Yılları, s.287–302.
305
nitelendirilerek, Türkiye‘nin bölgedeki etkinliğine ve saygınlığına zarar verilmiĢtir. Suriye‘de hükümet
değiĢiklikleri, Bağdat Paktı kurma giriĢimi, SüveyĢ bunalımı, Irak darbesi gibi olaylar iki ülke iliĢkilerini iyice
gergin hale sokmuĢtur.
iii. Boğazlar: Türkiye‘nin coğrafi konumu nedeniyle Sovyetlerle aralarındaki en büyük sorun hiç kuĢkusuz
Boğazlardır. Boğazlar, Osmanlı‘dan Cumhuriyet Türkiyesine geçen süreçte sürekli olarak iki ülke arasındaki ilk
gündem maddesini teĢkil etmektedir. XVIII. yüzyılın sonundan XX. yüzyılın baĢlarına kadar Çarlık Rusyasının
en önemli ve hayati olarak gördüğü temel amacı boğazlara sahip olmaktı. 1917‘de BolĢevik Devrimi‘nden sonra
kurulan Sovyetler Birliği de bölgedeki güvenliği ve ekonomisi açısından boğazları çok önemli olarak görüyordu.
Moskova AntlaĢması‘nda boğazların statüsü, Karadeniz‘e kıyısı olan devletlerin belirleyeceği hükmü gereğince,
Boğazlarla ilgili görüĢmelere Gürcistan, Ukrayna ile birlikte Sovyetlerde davet edilmiĢtir. Yukarıda da
belirtildiği gibi görüĢmelerde Türk tarafı Boğazlardan geçiĢ konusunda Rus önerisini değil, Ġngiliz önerisini
desteklemiĢti. Türkiye‘nin bu tutumu Rusları hayal kırıklığına uğratmıĢtı; çünkü boğazların Türk yönetimine
geçmesini sağlayacak olan kendi önerilerini desteklemesini bekliyorlardı. Bu nedenle iki ülke arasında kısmi
yaĢanan soğukluk kısa zamanda yerini sıcak ve her alanı kapsayan iĢbirliğine bırakmıĢtı.
Lozan‘da yapılan Boğazlar sözleĢmesiyle, Boğazların silahtan arındırılması ve Boğazlar komisyonunun
kurulması Türkiye‘nin boğazlar üzerindeki denetimini zayıflatmıĢ ve Türkiye‘yi savunma zaafı içinde
bırakmıĢtır. 1930‘lu yıllarda baĢlayan bloklaĢma hareketiyle birlikte Ġtalya‘nın HabeĢistan‘a saldırması,
Almanya‘nın Ren bölgesini silahlandırması ve mecburi askerlik uygulaması nedeniyle güvenliğini tehlikede
gören Türkiye, boğazların rejiminin günün koĢullarına göre yeniden düzenlenmesini öneren bir notayı, Lozan‘ı
imzalayan devletlere yollamıĢtır. Bu nota üzerine Haziran 1936‘da Montrö‘de konferans toplanmıĢ ve 20
Temmuz 1936‘da Boğazlar SözleĢmesi imzalanmıĢtır. Sovyetlerin, boğazların Karadeniz‘e kıyısı olmayan
devletlerin savaĢ gemilerine kapatılması önerisi Türkiye tarafından destek bulmamıĢtır. Türkiye‘nin bu tutumu,
Balkan Paktı nedeniyle soğumaya baĢlayan Türk-Sovyet iliĢkilerini olumsuz etkilemiĢtir. Sovyetlerin
Türkiye‘ye yönelik güvenilmez komĢu düĢüncesinin devamında etkili olmuĢtur, Ancak sözleĢme Türkiye‘nin
istediği biçimde olmuĢ ve boğazların egemenliği Türkiye‘ye geçmiĢtir. Boğazlar komisyonunun varlığına son
verilmiĢ ve boğazların silahtan arındırılması yolundaki kısıtlamalar kaldırılarak, Türkiye‘nin güvenliğine katkı
sağlanmıĢtır. Böylesi bir durumda Türkiye‘nin Sovyet önerilerini desteklemesi pek çıkarına uymamaktaydı. Bu
konferansta izlediği politikayla hem çıkarlarına uygun bir sözleĢme yapılmasını sağlamıĢ; hem de yaklaĢan
savaĢ rüzgârları nedeniyle Batılı devletlerle yakınlaĢma amacına destek sağlamıĢtır.
Ġki ülke arasında bu görüĢ farklılıklarına rağmen, Sovyetlerin 1939 yılında boğazların ortak savunulması
konusundaki talepleri karĢılıklı güvensizliği beslemiĢtir. Türkiye‘nin Ġngiliz ve Fransızlarla ittifak antlaĢmasını
kendine karĢı yapılmıĢ olduğuna inanan Sovyetler, Türklere daha bir kuĢkuyla bakar olmuĢlardır. II. Dünya
SavaĢı sürecinde iki ülke arasında yaĢananlar da her geçen gün iliĢkilerin gerilmesine neden olmuĢtur. SavaĢtan
sonra en güçlü iki devletten biri olduğu inancıyla ilk isteği Boğazlardan üs talebi olmuĢtur. Yayılma politikasını
en yakın çevresinden baĢlayarak uygulama amacındaki Stalin yönetimi bu bağlamda hareket noktası olarak
boğazları görmüĢtür. Türkiye‘nin, boğazlar yoluyla kendilerini boğmasına izin vermeyeceklerini belirten Sovyet
yönetimi Boğazlar rejimi değiĢtirmek için faaliyete giriĢmiĢlerdir.
306
Ama boğazlar konusundan baĢlayan Sovyet tehditleri Türkiye‘yi ABD‘ye yaklaĢtırmıĢ ve NATO‘ya katılmasına
hizmet etmiĢtir. Ancak Boğazlar sözleĢmesi 20 yıllık süre için imzalanmıĢ olduğundan 1956‘da süresi sona
erecekti. Bu durumda Sovyetlerin fesih hakkını kullanabileceği konusunda endiĢeler baĢ göstermiĢtir. Ancak
Sovyetler fesih haklarını dönem boyunca hiç kullanmamıĢlardır31.
Stalin‘in Boğazlar konusundaki taleplerini neden yaptığını anlamak için onun Türkiye algısına bakmak gerekir.
Türkiye ile ilgili yaptığı bir yorumda Stalin, Türkiye‘nin 10–12 milyon nüfusa sahip ve yüzölçümü olarak da
oldukça küçük olduğunu, bu nedenle ciddi bir pazar teĢkil etmediğini belirtmiĢtir. Ona göre; emperyalistler için
böylesi küçük bir pazarın çok değeri olmayacaktır. Bu değerlendirmeye göre; emperyalistler ilgi
göstermeyeceğinden Türkiye‘nin kolaylıkla Sovyet nüfuzu altına gireceğini düĢünerek, Türkiye‘ye savaĢ sonrası
baskı uygulamıĢlardır. Ancak Stalin‘in bu yargısında ne denli yanıldığı kısa zamanda ortaya çıkmıĢtır 32.
Türkiye‘nin jeopolitik konumunu göz önünde tutmadan yaptığı bu değerlendirme, Sovyetlerin stratejik hatalar
yapmasına ve uzun bir süreç Türkiye‘yi kaybetmelerine yol açacaktır.
c. Ġdeolojik Etkenler ve Yönetim AnlayıĢı: Türk-Sovyet iliĢkilerinde belirleyici etkenlerde biri de iki ülke
arasındaki ideolojik ve yönetim anlayıĢlarındaki farklılıklar önemli rol oynamıĢtır. Özellikle komünist rejimi
yayma amacı Türkiye‘yi cumhuriyet döneminden itibaren rahatsız etmiĢ olmakla birlikte, II. Dünya SavaĢı
sonrası Sovyetlerin tutumuyla birlikte bu durum komünizm düĢmanlığına dönüĢecektir.
i. Türkiye‟nin BatılılaĢma Amacı: Osmanlı‘dan itibaren devletin çöküĢünü önleme çabalarının baĢında,
batılaĢma düĢüncesi gelmektedir. Devletin çöküĢünü önlemenin tek yolunun batılılaĢma olduğu, Osmanlı aydın
kesiminin büyük bir kısmı tarafından kabul edilmiĢtir. Cumhuriyet döneminde batılılaĢma düĢünce ―batıya
rağmen batıcılık‖ biçimine dönüĢtürülerek, çağdaĢlaĢma amacı için Batı modeli örnek alınmaya çalıĢılmıĢtır.
Atatürk‘ün gerçekleĢtirmeye çalıĢtığı devrimlerin amaçlarından biri de batının demokratik ve laik sisteminin
Türkiye‘de yerleĢmesini sağlamaktı. Bu nedenle cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren demokratik sistemin
yerleĢtirilmesi için adımlar atılmıĢtır. Ġki kez denenmesine rağmen çok partili demokratik yaĢamın kurulması
sağlanamadığı için, zorunlu olarak kabul edilen bir tek partili dönem II. Dünya SavaĢı‘nın sonuna kadar
sürmüĢtür. SavaĢtan galip çıkan demokrasi cephesi Batı bloğuna dahil olmanın ön koĢulu olarak çok partili
yaĢama geçmeyi koyduğu için de, 1946‘da Türkiye daha çok dıĢ etkenlerin etkisiyle çok partili yaĢama
geçmiĢtir. Bu sürece kolayca geçilmesinde kuĢkusuz Atatürk dönemi tek partili sistemin puliralist olması ve tek
partiyi amaç değil, demokratik yaĢama geçmek için araç olarak kullanmasının önemli rolü vardır.
Mustafa Kemal milli mücadele döneminde zaman zaman Sovyetlerle Türkiye‘nin benzerliklerini vurgulaması,
daha çok yardım sağlamaya dönüktür. Bu dönemde hiçbir zaman Sovyet yönetim anlayıĢını alabilecekleri
konusunda bir açıklaması söz konusu olmamıĢtır. Ulusçu kimliği komünist rejime uzak olmaya itiyordu. Ayrıca
çağdaĢ dünyanın gereklerinin alınacağını belirtirken, o tarihte en geliĢmiĢ konumda olan Batıyı kastetmiĢtir. Bu
nedenle batılılaĢma daha çok iç politika meselesidir.
Selma Yel, DeğiĢen Dünya ġartlarında Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, Ankara, Atatürk AraĢtırma Merkezi Yayınları, 2009, s.184185.
32
Satniçenko, s.336.
31
307
Atatürk‘ten sonra ülke yönetiminde etkili olan kiĢiler, Atatürk‘ün batılılaĢma düĢüncesini Batı ittifakına dahil
olma olarak algılamıĢlardır. Batılı olduklarını her fırsatta kanıtlamak için büyük bir çaba içine girmiĢlerdir.
Sovyetlerden gelen her isteği de, bu düĢüncelerine engel olmak olarak görmüĢlerdir. Avrupalı olmayı, Avrupa
ile ittifaklar kurmak, yakın iliĢkiler kurmak olarak görüp politikalarını buna göre yürütmüĢlerdir. Bu anlayıĢtan
hareket eden Türk yöneticileri, ulusal mücadelenin temel felsefesi olarak kimden gelirse gelsin her türlü
emperyalizme karĢı olmak yerine, Batıyı kendisi ile özdeĢleĢtirerek, Sovyet yayılmacılığına karĢı gönüllü olarak
mücadele etme kararlılığında olmuĢlardır.
Sovyetlerin Boğazlar ve toprak talepleri nedeniyle Türkiye‘yi baskı altına almasını, Türkiye‘nin batı bloğuna
dahil olmasında tek neden olarak göstermek doğru değildir. Türk devlet adamlarının 1939 tarihli ittifak
anlaĢmasıyla Batı bloğuna katılma yolunda önemli bir adım atmıĢlardı. Bu nedenle savaĢtan sonra da iliĢkiler bu
denli gergin olmasa da Türkiye büyük olasılıkla yine batı bloğunu seçebilirdi. Bu da Osmanlı‘dan itibaren
BatılılaĢmaya ve cumhuriyet dönemindeki çağdaĢlaĢmaya bakıĢının bir parçası olarak algılanmasından
kaynaklanmaktadır.
ii. Komünizm düĢmanlığı: Türkiye ile Sovyetler arasındaki iliĢkilerde, ideolojik farklılıklar içinde Sovyet
rejiminin komünizm olması önemli bir yer tutmaktadır. Batılı demokrasi ile birlikte kapitalist sisteme dahil
olma, özellikle II. Dünya SavaĢı sonrası Türkiye‘nin politikalarında önemli bir yer tutmaktadır. Milli mücadele
döneminde Mustafa Kemal‘in ve TBMM‘nin istediğinin BolĢevikliği kabul etmek olmadığı sadece ortak
düĢmana karĢı mücadele için ittifak yapmak olduğu sıklıkla vurgulanmıĢtır 33. Mustafa Kemal son derece faydacı
bir yaklaĢımla Sovyetlerle iĢbirliği sürecini baĢlatırken, hem mecliste hem de ülkede komünizm taraftarlarını
kontrol altında tutmayı ihmal etmemiĢtir. Devrimin doğası gereği rejim ihracını amaçlayacağını gözden
kaçırmayarak, Sovyetlerle hem milli mücadele hem de cumhuriyetten sonraki süreçte kontrollü olarak
sürdürmüĢtür. Ancak Batı ile sorunların çözülmesinden sonra çok yönlü bir politika izlemeye baĢlayınca da,
Sovyetlerin tepkileriyle karĢılaĢmıĢlardır.
II. Dünya SavaĢı‘ndan sonra Sovyetler, yakın çevrelerinden baĢlayarak komünizm yayma politikasını izlemeye
baĢlayınca ve Türkiye‘den toprak ve Boğazlardan üs istemi gündeme gelince komünizm hakkında ülkede oluĢan
olumsuz algı düĢmanlık boyutuna gelmiĢtir. Hiç kuĢkusuz bu düĢüncenin oluĢumunda Türkiye‘nin ABD ile
Truman Doktrini bağlamında yardım anlaĢması yapması ve NATO‘ya katılması çok nemli rol oynamıĢtır. Bu
noktada Türk yöneticilerinin daha çok Amerikan yardımı alma yolunu, komünist tehdidi gündemde tutmak
olarak görmüĢlerdir.
Esasen komünizm, Ekim devriminden itibaren Sovyetlerin rejimi olmasına rağmen, Türkiye için en büyük tehdit
olduğu düĢüncesi savaĢtan sonra geniĢ bir yönetici kitlesi tarafından benimsenmiĢtir. Komünizm din karĢıtlığı
olarak yorumlanmıĢtır. Bu düĢünceyle komünizmin yayılmasına engel olmanın yolunun milli ve manevi
değerleri güçlendirmek olduğu sıklıkla savunulmuĢtur. Komünizmin yayılmasına engel olabilecek tek gücün
Ġslamiyet olduğu da yönetici kesim arasında ciddi taraftar bulmuĢtur34. Komünizmin yayılmasını önlemek için
Ġslam dininin kullanılması politikası 1950‘lerde Sovyetleri çevreleme halkasının en önemli ayaklarından biri
33
34
Yüceer, s.68.
Tarık Zafer Tunaya, Ġslamcılık Akımı, Ġstanbul, Simavi Yayınları, 1991, s.194-195.
308
olarak ABD tarafından uygulamaya konulacaktır. Bu politika, komünizme yönelik Türk düĢmanlığını
arttırdığından, zaten NATO yörüngesinde olan iki ülke arasındaki iliĢkilere de olumsuz olarak yansıyacaktır.
Komünizm karĢıtlığı, Amerikan nüfuzunun Türkiye‘de iyice artmasına da neden olacaktır. Ayrıca bu politika
Türkiye‘nin içteki siyasi ve kültürel yapısını da derinden etkileyecektir.
d. Psikolojik Etkenler: Ġki ülke kamuoylarının genel düĢünceleri ve yaklaĢımları, aralarındaki iliĢkiyi
etkilemiĢtir. Özellikle tarihsel süreç içinde yaĢanan geliĢmeler neredeyse toplumsal hafızaya kazındığından
kolay kolay kurtulmaları mümkün değildir. Osmanlı‘nın batılılarla iĢbirliği yaparak Sovyet çıkarlarını olumsuz
etkilediği, yönetimi altındaki Hıristiyanlara katliam uyguladığı propagandasını yapan Çarlık Rusyası, onu doğal
düĢmanı gibi görmüĢtür. Çıkarların Karadeniz‘de, Boğazlarda ve Doğu Anadolu‘da kesiĢmesi bu iki ülkeyi uzun
savaĢlar sürecine sokmuĢtur. Rus kamuoyu bu noktada Osmanlı‘ya güvenilmez, tarihi Doğu Roma‘yı iĢgal eden,
Hıristiyanları ezen bir Halife devleti olarak görme eğilimindedir. Milli mücadele döneminde Sovyetler esasen
bir uzun bir süre Kemalistlere güvenmemiĢlerdir. Ancak ortak düĢman söz konusu olduğu için iĢbirliğine
gitmiĢlerdir. ĠĢbirliğinin yoğunlaĢtığı Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bile iki ülke arasında geçmiĢten gelen
olumsuz görüĢlerin ve güvensizlik yaklaĢımın izleri her aĢamada görülebilmektedir. Ancak buna rağmen iki ülke
Batı ile iyi iliĢkiler kurana kadar, birbirleriyle iĢbirliğini gerekli görmüĢlerdir. SavaĢtan güçlü çıkan ve süper
devlet konumuna gelen Sovyetler, artık Çarlık Rusyası gibi yayılma politikasını hayata geçirirken, bir zamanlar
Çarlığın yaptığı gibi Boğazları elinde tutan bir Türkiye‘nin düĢmanlarıyla iĢbirliğine girip, her an Rus
çıkarlarına zarar verebileceğine inanmıĢtır. Bu nedenle Türkiye‘yi baskı altına alıp Boğazlara yerleĢmek,
Sovyetlerin dünyadaki nüfuzunu doruğa çıkarmaları anlamına gelecekti.
Buna karĢılık Osmanlı yöneticileri ve aydınları Osmanlı Devleti‘nin baĢ düĢmanı olarak Çarlık Rusyasını
görmüĢlerdir. XVIII. yüzyıldan baĢlayarak Osmanlı‘yı yıkma amacı XIX. yüzyılda iyice doruğa çıkmıĢtır.
Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyan toplulukların ayaklanmasında bağımsızlıklarını kazanmalarında Rus
Çarlığı‘nın çok önemli rolü vardır. Bu nedenle Rusya güvenilmeyen bir ülke olarak Osmanlı Türk-Müslüman
unsurunun kafalarına yerleĢmiĢtir. Çarlık Rusyasının yıkılması ve BolĢevik rejiminin kurulmasıyla bir dönemin
yayılmacı Rusyasının bittiği düĢünülmüĢtür. Özellikle 1878‘de aldıkları Kars, Ardahan ve Batum‘un iadesi
böyle bir düĢünceyi güçlendirmiĢtir. Milli mücadelede iĢbirliğine rağmen tam bir güven ortamı olmamıĢtır.
Ancak 1934 yılından itibaren Türkiye‘nin Batı ile yakınlaĢmasından rahatsız olan Rusya‘nın politika değiĢikliği
1939‘da açık biçimde ortaya çıkmıĢtır. Bu süreçte Rus Çarlığı ve Ruslar konusunda Türklerin kafalarındaki
güvensizlik ve saldırganlık düĢünceleri yeniden hayat bulmuĢtur. SavaĢ yıllarında müttefik konumunda olmasına
rağmen Rus saldırısına uğrayacağı korkusu endiĢe kaynağı olmuĢtur. SavaĢtan sonraki tutumu ise geleneksel
Osmanlı‘daki Rus imajı daha da pekiĢir hale gelmiĢtir.
Sovyet Rusya‘nın rejimi ihraç edeceği korkusu Türklerde önemli bir endiĢe kaynağı olmuĢtur. Buna karĢılık,
Ruslar da Asya Türkleri arasında Türkçülük hareketinden sonra Kemalizm hareketinin yayılmasından
korkmuĢlardır. Bu sürece engel olmak için politikalar geliĢtirmiĢlerdir. Bu endiĢede Sovyet yönetiminde ciddi
bir Türk-Müslüman nüfusun bulunmasıdır.
1945 sonrası dönemde Sovyetler Türkiye üzerindeki baskıları arttırmak için Ermeni ve Kürt meselesinden
yararlanma yoluna gitmiĢlerdir. GeçmiĢten beri Ermeni sorunu konusunda Osmanlı‘yı zora sokan Sovyetler,
309
1945 yılının sonlarında bir ilan vererek, isteyen Ermenilerin Rus Ermenistan‘ına dönebileceğini bildirmiĢtir.
GörünüĢte masum gibi görünen bu ilan ve sonrası geliĢmeler de tarihi hafızanın yeniden canlanmasına neden
olmuĢtur35.
Sovyetlerin Türkiye‘ye yönelik baskıları 6 Nisan 1946‘da Amerikan Misouri zırhlısının 1944‘te ölen büyükelçi
Münir Ertegün‘ün cenazesini Türkiye‘ye getirerek destek verdiğini göstermesi de kesmemiĢtir. Gürcistan ve
Ermenistan‘ı kullanmasından sonra sıra Türkiye‘deki Kürt nüfusu kullanmaya gelmiĢti. Sovyetler dikkati
Türkiye‘deki Kürtlere çekmeye çalıĢmıĢlardır. Sovyet basını bunun bir Kürt halk hareketi olduğunu ve Türklerin
Kürt halkını baskı altında tuttuğunu savunmuĢtur36. Bu tutumları toprak bütünlüğü ve egemenlikleri konusunda
oldukça hassas olan Türk kamuoyunu rahatsız etmiĢtir. Sovyet düĢmanlığı düĢüncesini güçlendirmiĢtir.
Türk-Sovyet iliĢkilerini etkileyen unsurlardan biri de Kıbrıs sorununda Sovyetlerin Rum tarafını destekler bir
tutum içine girmeleridir. Bu da iki ülke iliĢkilerine olumsuz yansıyacaktır.
e. Ekonomik Etkenler: Milli Mücadele döneminde TBMM‘nin en büyük sorunu ekonomikti. Bu nedenle
Sovyetlerin ekonomik desteğine çok ihtiyaç duyuyordu. Moskova AntlaĢması ise Sovyetlerin yardımı karara
bağlanmıĢtır. Bu tarihten itibaren çeĢitli zamanlarda toplam 10 milyon ruble para ve çok sayıda silah ve cephane
Sovyetler tarafından yapılmıĢtı37.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Sovyetler için Türkiye önemli ölçüde mal satabildiği ülkelerden biri
olmuĢtur. Türkiye‘ye toplam ihracatı 3 milyonu bulan Sovyetler buna karĢılık Türkiye‘den 1,7 milyon liralık bir
ithalat yapmaktaydı. Sovyetlerin Türkiye ithalatı içinde oranı sadece %2,1; ihracatı içindeki oranı ise %2‘dir. Bu
verilerden de anlaĢıldığı gibi iki ülke arasındaki ticaret hacmi henüz çok azdır. Ancak bu tarihten itibaren siyasal
iliĢkilere paralel olarak, ekonomik iliĢkiler de geliĢmiĢtir. 1929‘da ticaret hacmi 5 kat artmıĢ (21 milyon Ruble)
olmakla birlikte yine en çok artıĢ Türkiye‘ye yaptıkları ihracat noktasında olmuĢtur. I. Sanayi Planı‘nın
uygulamaya konulması nedeniyle 1930‘lu yıllarda iki ülke arasındaki ticaret hacmi büyük artıĢ göstermiĢtir.
Sovyetlerden çok sayıda makine araç ve gereç alınmıĢtır. Bu nedenle 1937‘de Türkiye‘nin ithalatının %40‘ını
Sovyetlerden almaya baĢlamıĢtır. Hızlı seyreden ekonomik iliĢkiler Sovyetleri Türk ekonomisi açısından önemli
bir yere getirmiĢtir. Türkiye ve Sovyet ekonomilerinin birbirini tamamlar nitelikte olması ticaret hacminde
artıĢta önemli rol oynamıĢtır. Maddi yardımların yanı sıra planın uygulaması sırasında Sovyetlerden önemli
ölçüde kredi desteği de sağlanmıĢtır38.
II. Dünya SavaĢı‘nın baĢlamasından itibaren iki ülke arasında yaĢanan sorunlar ekonomik iliĢkilerde de kendini
göstermiĢ ve ticaret neredeyse sıfır düzeyine inmiĢtir. 1930‘lu yılların ortalarından beri artıĢ gösteren TürkAlman ticari iliĢkilerinin bu azalmada payı vardır. SavaĢ yılları içinde karĢı blokta olmasına rağmen Almanya ile
ekonomik iliĢkiler geliĢme gösterirken, aynı blokta müttefik olan Türkiye-Sovyetler arasındaki ekonomik
iliĢkiler dondurulma noktasındadır39. Bu nedenle savaĢ sona erdiği zaman Türk-Sovyet iliĢkilerinin
Gürün, s.302
Satniçenko, s.331.
37
Erdinç Tokgöz,Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢme Tarihi (1914-2001), 6.B., Ankara, Ġmaj Yayınevi, 2001, s.35-36.
38
Ġlyas Kamalov, ―1920-30‘lu Yıllarda GeliĢen Türk-Rus Ekonomik Münasebetleri‖, Atatürk‟ten Soğuk SavaĢ Dönemine Türk-Rus
ĠliĢkileri, s.227-230.
39
Satriçenko, s.323.
35
36
310
gerginleĢmesi iki ülke açısından yeni bir ekonomik zarara neden olmamıĢtır. Almanya ile iliĢkilerin kesilmesi
Türk ekonomisine çok büyük darbe vurmuĢtur.
BarıĢ dönemine ekonomik olarak zayıflayarak giren Türkiye‘nin ana sorunlarından biri, ekonomik kalkınmayı
bir an evvel gerçekleĢtirmeye çalıĢmaktı. Ancak bu noktada çok önemli iki sorunu vardı: Biri savaĢ sırasında
yükselen ihraç mallarının fiyatlarını normale çekmek. Diğeri de, ordusunu savaĢ mevcudunda tutarken diğer
yandan modernleĢtirmek ve yeni çalıĢma alanları açmak. Ayrıca savaĢ ekonomisini savaĢ sonrası koĢullara
uydurmak da temel zorunluluktu40.
Ancak Demokrat Parti Hükümeti beklediği ekonomik yardımı ve desteği sağlayamadığı için Sovyetlerle
ekonomik iliĢkiler kurma yoluna gitmiĢtir. Kısmi de olsa ekonomik iliĢkiler kurulmaya çalıĢılmıĢtır.
C.
1991‟DEN GÜNÜMÜZE TÜRK-RUS ĠLĠġKĠLERĠNE YÖN VEREN ETMENLER
Soğuk SavaĢ dönemi II. Dünya SavaĢı‘nın sona ermesinden sonra iki süper gücün iki ayrı ideolojiyle dünyayı
nüfuz alanlarına ayırdıkları ve iki kutuplu güç odaklarının etkin olduğu bir dönemdir. Bu dönem yaklaĢık 45 yıl
sürdükten sonra Doğu bloğunun ve Sovyetlerin parçalanmasıyla son bulmuĢtur. Doğu bloğunun yıkılması
esasen Batı bloğunun varlığını gereksiz kılmıĢtı. Ancak dünya tek kutuplu bir sürece gidiyordu, yıllarca süren iki
bloğun çatıĢması yerini Amerikan nüfuzuna bırakmıĢ gibi gözüküyordu. 1991‘de yeni bir düzen kurulmaya
baĢlanmıĢtı. NATO‘nun varlık nedeni ortadan kalkmıĢtır. Sovyetlerin dağılması ile bölgede 14 yeni devletin
ortaya çıkmıĢtır. Amerika‘nın dünya hegemonya yarıĢında rakipsiz kalması, milliyetçilik düĢüncesinin güç
kazanması, Sovyetlerin Türkiye ile komĢu olmaktan çıkması, Kafkasya ve Orta Asya‘nın Rus tekelinden
çıkması gibi çok önemli geliĢmeler yeni bir sürecin doğması sürecinde ortaya çıkan ilk geliĢmelerdir.
Soğuk savaĢın sona ermesi Türkiye‘yi de etkilemiĢti. Yıllarca batı bloğuna katılımı ve NATO‘daki yerini
jeopolitik konumuna borçlu olan Türkiye, soğuk savaĢ dönemindeki iliĢkilerini genellikle bloklar arasındaki
iliĢkilerle yürütmüĢtü. Bölgesel ve küresel öneminin jeopolitik konumundan kaynaklandığını düĢünerek, ilk
zamanlar eski önemini kaybedeceği düĢüncesi endiĢe kaynağı olmuĢtur. Esasen Türkiye, böylesi bir geliĢmeye
hiç hazırlıklı değildir. Bu beklenmeyen geliĢme Türk dıĢ politikasının yeniden belirlenme zorunluluğunu ortaya
koymuĢtur. En önemli değiĢimler bölgesel olarak Türkiye‘nin çevresinde gerçekleĢmiĢtir. Sovyetlerin dağılması
ve artık Türkiye‘ye sınır olmaması nedeniyle, Türkiye‘ye tehdit olma iĢlevini büyük oranda yitirecekti. Uzun
zaman Sovyet tehdidinin dıĢ politikada belirleyici rolü göz önüne alındığında Türkiye bu dönemde yepyeni
politikalar geliĢtirmek zorunda kalacaklardı.
Sovyetler Birliği‘nin dağılması ve Rusya Federasyonu‘nun kuruluĢ sürecinde Türk-Rus iliĢkileri oldukça
sıkıntılı bir dönem geçirmiĢtir. 1990‘lı yılların ortalarından itibaren normalleĢmeye baĢlamıĢtır. Sovyetlerin
dağılma sürecinde yeni kurulan orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri üzerinde yaĢadıkları rekabet varlığını
sürdürmesine rağmen, ekonomik iliĢkiler gittikçe artar hale gelmiĢtir. Bu dönemin baĢından itibaren iki ülke
arasında anlaĢmazlık konusu olan konular özetle Ģunlardır: Rusya‘nın Kafkasya‘da AKKA‘ya (Avrupa‘da
Konvansiyonel Kuvvetlerin Ġndirimi) uymaması; Dağlık Karabağ, Çeçen ve Dağlık Karabağ konusundaki görüĢ
40
A. Halûk Ülman-Oral sander, ―Türk DıĢ Politikasına Yön Veren Etkenler II‖, A.Ü S.B.F.D, C.27, S.1 (Mart 1972), s.18.
311
farklılıkları; PKK konusu; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan‘da Rus askeri üsleri; Güney Kıbrıs‘a S–300
füze satıĢı; Ġran-Rus iliĢkileri; Karadeniz‘de Türk askeri varlığı; Boğazlar ve enerjileri kaynaklarının nakilleri.
Bu sorunlar 1992–1997 arasında sorun oluĢturan temel baĢlıklardır41.
Ġki ülke arasında yeni dönemde oluĢan rekabette, bu dönemin baĢlarında çok düĢünülerek hazırlanmamıĢ
politikaların izlenmesinin önemli payı vardır. Türkiye Sovyetlerin dağılması sürecinde kısa bir ĢaĢkınlık
geçirdikten sonra, Orta Asya‘daki bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin varlığı nedeniyle 21. yüzyılın Türk yüzyılı
olacağı, ―Adriyatik‘ten Çin Seddi‘ne Büyük Türk dünyası‖ yaklaĢımıyla Rusya‘yı tedirgin etmiĢtir. Türkiye‘de
bu düĢüncenin benimsenmesinde, yeni kurulan cumhuriyetlere kültürel yakınlık nedeniyle model olabileceği
noktasında yönlendirilmesi önemli etken olmuĢtur. Ancak Türkiye‘nin tarihi fırsat olarak nitelendirdiği bu
politika hiç de beklenmedik biçimde ilk sonuçlarını olumsuz olmuĢtur.
1992‘de resmi olarak Rusya Federasyonu ile Türkiye arasında iliĢkiler kurulmuĢtur. Bu dönemde imzalanan
―Rusya Federasyonu Ġle Türkiye Cumhuriyeti Arasındaki iliĢkilerin Esasları Hakkındaki AnlaĢma‖ günümüze
kadar olan süreçte ikili iliĢkilerin meĢru zeminini ve çerçevesini çizmiĢtir. Bu anlaĢma temelinde birçok anlaĢma
yapılmıĢtır. AnlaĢmaya rağmen, Rusya Türkiye‘nin Kafkasya konusunda izlediği politikalardan özellikle
Çeçenlere ve Abhazlara destek vermesine karĢılık, PKK kartını oynamayı ihmal etmemiĢtir 42.
1990‘lı yılların ortalarında Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya rekabetinde geri adım atmak zorunda kalmıĢtır.
Bunu temel nedeni Türkiye‘nin olanak ve yeteneklerinin abartılması ve doğru hesaplanmamıĢ olmasıdır. Yeni
kurulan cumhuriyetler Türkiye‘nin yapabileceğinden çok daha fazlasını ondan beklemiĢlerdir. Bu konuda
Rusya‘yı dengeleyecek batı desteği de bulamadıkları gibi PKK kartının etkili biçimde Rusya tarafından
oynanması da Türkiye‘nin Kafkas politikalarında değiĢime neden olacaktır.1996‘da iki ülke terörizme karĢı
iĢbirliği anlaĢması imzalayarak, bir çeĢit birbirlerinin içiĢlerine karıĢmama kararı alacaklardır 43.
1990‘lı yılların ortalarından itibaren Rusya, Batı ile iĢbirliğini arttırmak için çaba harcamıĢtır. Bu süreçte hem
Türkiye hem de Rusya Federasyonu‘nun ekonomik sorunları iki ülkeyi ekonomik iĢbirliği içine sokmuĢtur. Bu
dönemde rekabet, yerine iĢbirliğine bıraktı. 1997‘de yapılan 2005‘te hayata geçirilen Mavi Akım AnlaĢması ile
Rusya Federasyonu Türkiye‘nin en büyük ticari ortaklarında biri haline geldi. Ancak ihracat-ithalat dengesi hep
Türkiye‘nin aleyhine geliĢmiĢtir44.
Rusya Federasyonu bir yandan, Batı demokrasilerine ve ekonomisine uyum sürecine girerken, diğer yandan
dağılma sürecinde yaĢadığı ĢaĢkın ve dağınık politikanın yerine çevresini denetim altında tutma ve dıĢ
politikasına alternatif seçenekler koymak için bir doktrin geliĢtirmiĢti. Ġlk yıllarda ABD‘ye ve Avrupa‘ya
uyumlu hatta bağımlı politikalar izleyen Rusya, Avrasyacı kanadın da etkisiyle, özellikle Putin yönetiminin iĢ
baĢına gelmesiyle ―yakın çevre‖ ve ―askeri doktrin‖ belgelerini ilan etti. Rusya, Bağımsız Devletler
Mitat Çelikpala, ―Ġkili ĠĢbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa:1990‘dan Günümüze Türk-Rus ĠliĢkileri‖, Prof. Dr. Fahir Armaoğlu‟na
Armağan, Ankara, TTK, 2008, s.313-314.
42
A.g.m., s.315-317.
43
A.g.m., s.318-320.
44
1990 yılının baĢında 1,7 milyar dolar olan ticaret hacmi, 1997‘de 4,2 milyar dolara, 2006‘da ise 18 milyar dolar civarında olmuĢtur.
Çelikpala, s.332
41
312
Topluluğunu ülkelerini yakın çevresi gördüğünden eski Sovyetlerin egemenlik alanlarını yeniden etki altına
almaya giriĢmiĢtir45.
Rusya Federasyonu ile artık kara sınırı olmayan, ancak Karadeniz‘e kıyıları olmaları nedeniyle yine de komĢu
olarak görebileceğimiz Rusya Federasyonu, bölgesinde etkin güç olma çabasını sürdürmeye çalıĢmaktadır.
NATO‘nun eski Doğu Avrupa ve Kafkaslara doğru geniĢleme süreci de Rusya‘yı tehdit eden unsurlardan biri
olmuĢtur. Yeni dönemde Rusya Federasyonu önemli ölçüde güç kaybetse de kendisini yeniden toparlamaya
çalıĢmaktadır. Bu sürecin her alanında Türkiye ile karĢı karĢıya gelmek zorunda kalmıĢlardır. 1990 öncesi iki
ülkenin politikası daha çok bloklar düzeyinde ve bölgelerinde iliĢkileri etkileyen temel konular niteliğinden
olduğundan politikalar geliĢtirmek nispeten kolaydı. Ancak küreselleĢen dünyada genelde Türk dıĢ politikasının
belirlenmesinde olduğu gibi iki ülkenin iliĢkilerini etkileyen faktörler çok çeĢitli hale gelmiĢtir. Gittikçe
karmaĢık hale gelen uluslararası iliĢkiler, geleneksel politikalardan tamamen ayrılarak, karmaĢık bir yapı
kazanmıĢtır. Bununla beraber, iliĢkileri etkileyen faktörlerin süreklilikleri de ayrı bir sorun olarak karĢımıza
çıkmaktadır.
Günümüzde iki ülke arasındaki iliĢkilerin en önemli ayağı hiç kuĢkusuz ekonomiktir bununla birlikte siyasi,
sosyal ve kültürel iliĢkiler aynı düzeyde olmasa bile geliĢme yolunda olduğu söylenebilir. Ancak iki ülkenin
iliĢkilerinin geliĢiminin yanı sıra potansiyel çatıĢma alanları da bir hayli fazladır. GeçmiĢten gelen ve önemini
koruyan konuların yanı sıra yeni dönemde iki ülkenin iliĢkilerini etkileyen pek çok faktör ortaya çıkmıĢtır.
Bu faktörleri klasik bir sınıflama içinde incelemek yerine, iliĢkilerde rol oynayan faktörleri ayrı ayrı incelemenin
konuyu daha anlaĢılır kılacağı kanısındayım.
1. Karadeniz ve boğazlar
Soğuk savaĢın sona ermesiyle birlikte jeopolitik önemi artmaya baĢlamıĢtır. Bunun nedeni, stratejik coğrafi
konumundan, etrafındaki bölgenin büyük ekonomik potansiyelinden, bölgedeki çatıĢmalardan kaynaklanan
güvenlik kaygılarından ve ulaĢım koridorlarına köprü vazifesi görmesindendir. Bölgeye kıyısı olmayan küresel
güçlerin hem AB hem de NATO‘nun geniĢleme süreci kapsamında bölgeye olan ilgilerinin artması Türk- Rus
iliĢkilerini etkileyecektir. Bu döneme kadar genellikle Türkler ve Ruslar arasında sorun olan Karadeniz
bölgesinde artık her sorun uluslar arası nitelik taĢır hale gelmiĢtir. Bulgaristan ve Romanya‘nın NATO‘ya
katılmasıyla bölge iki ülke açısından daha hassas bir noktaya gelmiĢtir 46.
Karadeniz Rusya için tarihsel süreçte hep doğal güvenlik alanı olarak görülmüĢtür. Ancak kendisi için hayati
olan bu bölgede büyük bir jeopolitik kayba uğramıĢtır. ABD‘nin bölgedeki varlığı Rusya için tehdit unsuru
olmuĢtur47.
Soğuk savaĢ sonrasında Türkiye‘nin en büyük değiĢim yaĢadığı bölge Karadeniz olmuĢtur. Bu durum hem
bölgesel iĢbirliği hem de bölgeye dönük politikalarına stratejik açılım yapma fırsatı sunmuĢtur. KEĠÖ ve
BLACKSEAFOR gibi oluĢumlar bu fırsattan istifade edilerek oluĢturulmuĢtur.
Erel Tellal, ―1990-2001: Rusya ile ĠliĢkiler‖, Türk dıĢ Politikası C II, ed. Baskın Oran, Ġstanbul, ĠletiĢim Yayınları, 2001, s.541-543.
Fatih Özbey, ―21. Yüzyılın BaĢında Karadeniz‘in Artan Jeopolitik Önemi Ve Türkiye-Rusya ĠliĢkilerine Etkileri‖, Dünya Jeopolitiğinde
Türkiye, ed. Hasret Çomak, Ġstanbul, Hiperlink Yayınları, 2011, s.51-55.
47
A.g.m.,s.59-60.
45
46
313
Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında ekonomik iliĢkilerin geliĢmesinin yanı sıra en çok iĢbirliği yaptıkları ve
görüĢ birliğine sahip oldukları konu Karadeniz‘in küresel rekabet alanı haline gelmesine engel olmaktır.
ABD‘nin Karadeniz‘de güvenlik açısından bir güç boĢluğu olduğu iddiasıyla NATO‘nun bu boĢluğu
doldurmasını istemesinin nedeni Karadeniz‘de kalıcı olmaya yöneliktir. Akdeniz‘deki terörizm ve suçla
mücadele kapsamında faaliyet gösteren NATO Aktif Çaba Operasyonu‘nun görev alanını Karadeniz‘e de
geniĢletme isteği sadece Rusya‘yı değil Türkiye‘yi de rahatsız etmektedir. Tarihte ilk kez Boğazlar konusunda
ortak fikre ve iĢbirliğine sahip olan bu iki devlet, küresel hegomon güç olan ABD‘nin bölgeye girmesiyle
bölgedeki etkinliklerini yitirecekleri kanısındadırlar. Ġki ülkenin ortak görüĢü bölgenin güvenliğini Karadeniz‘e
kıyısı olan ülkeler tarafından yapılmasıdır. ABD ise bu düĢünceye Ģiddetle karĢı çıkmaktadır48.
Karadeniz bölgesinin ve Boğazların mevcut statüsünün korunması iki ülke çıkarları açısından son derece
elzemdir. Bu nedenle iki ülke tarihte hiç olmadığı kadar iĢbirliği içerisine girmiĢlerdir. Ancak ABD bölgeyi
NATO kapsamına alarak iki ülkenin bölgesel etkinliklerini azaltmaya çalıĢmakta ve bölgesel politikalara aktif
olarak katılmayı amaçlamaktadır. Ayrıca enerji havzaları çevresine egemen olarak enerji bölgelerini elde tutma
düĢüncesi de küresel Amerikan çıkarlarını ve Amerikan nüfuzunu geniĢletmeye yöneliktir. ABD Karadeniz‘de
var olabilmesi için Montrö Boğazlar SözleĢmesi‘nin değiĢtirilmesini de gündeme getirmeye baĢlamıĢtır.
Karadeniz‘de etkin olmak için önce Bulgaristan ve Romanya‘nın NATO‘ya katılını sağlayan ABD‘nin yeni
hedefi Gürcistan ve Ukrayna‘dır. Gürcistan ve Ukrayna‘nın NATO‘ya üyeliği iki ülkenin bölgedeki çıkarları
açısından en kötü senaryodur. Ayrıca AB‘nin bölgeye doğru geniĢleme olasılığı, Karadeniz‘e kıyısı olmayan
ülkeleri bölgede söz sahibi yapacağından, bu iki ülkeyi önemli ölçüde iĢbirliğine itebilecektir.
Karadeniz ülkeleri Rusya‘ya karĢı güvenliklerini sağlama almak için NATO ve AB üyeliğini bu noktada
kendilerine güvence olarak görmeleri bölgedeki mevcut durumun değiĢebileceği olasılığını güçlendirmektedir.
Ancak ABD ve AB‘nin bölgede etkin olması Türkiye‘nin desteğiyle mümkün olabilecektir 49. Bu noktada
Türkiye‘nin ulusal çıkarlar noktasında ne denli kararlı olacağı iki ülke arasındaki iliĢkilerde belirleyici
faktörlerden biri olacaktır.
Karadeniz‘de ABD‘nin etkin hale gelebilmesi için öncelikle Montrö sözleĢmesinin değiĢtirilmesi gerekmektedir.
Bu konuda Türkiye kararlılığını sürdürürse yakın gelecekte Karadeniz ticari rekabet dıĢında iki ülke arasında bir
sorun oluĢturmayacaktır. Ancak iki ülkeden birinin görüĢ değiĢikliği bölgede yeni çatıĢma alanı açma
potansiyeline sahiptir.
Boğazlarla ilgili bir baĢka anlaĢmazlık da Hazar petrollerinin dünyaya taĢınmasında deniz yolunun kullanılması,
tankerlerle petrolün taĢınması konusundadır. Türkiye boğaz trafiği arttırması nedeniyle yaĢanacak kazalar ve
diğer olumsuzluklar nedeniyle Sovyetlerin bu istemine karĢı çıkmasına rağmen, Rusya her fırsatta bu isteklerini
gündeme getirmiĢlerdir. Bundan sonra da konu iki ülke arasında anlaĢmazlık konusu teĢkil edecektir.
2. Orta Asya ve Kafkaslar Bölgesine Yakınlıkları
Sovyetlerin dağılmasından sonra kuzeyde Türkiye‘nin yeni komĢuları Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan
olmuĢtur. Rusya Türkiye‘nin sınır komĢusu olmaktan çıkmıĢtır. Bu döneme kadar bu iki bölgeyle Türkiye‘nin
48
49
Özbey, s.62-69.
Yel, s.247–248, 266.
314
doğrudan pek iliĢkisi olmamıĢtır. Ancak bu dönemde bölge ülkeleriyle iĢbirliği fırsatı yakalanmıĢtır. Model
olma tartıĢmalarını bir kenara bırakırsak, bölge ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel iliĢkilerin kurulması için
Türkiye çaba harcamıĢtır. Bölgenin enerji kaynakları bakımından zengin olması ve yeni ekonomik fırsatlar
yaratması ikili iliĢkilerin kurulmasında itici güç olmuĢtur.
Ancak Türkiye‘nin bu tutumu bölgeleri yakın çevresi olarak gören Sovyetleri rahatsız etmiĢtir. Bölgenin içinde
bulunduğu küresel çerçeveye bakıldığında ekonomik rekabetin ve istikrarsızlığın artıĢ gösterdiği, sistemsel
değiĢimin yaĢandığı bölgenin istikrar ve güven ortamına kavuĢturulmasının zor olduğu gözükmektedir. Türkiye
ve Rusya arasında en önemli rekabet alanlarının baĢında bu bölgeler gelmektedir. Çünkü bölge enerji kaynakları
bakımından çok zengin olduğundan yeni ve büyük ekonomik fırsatlar yaratmaktadır. Ayrıca Hazar petrollerinin
ve Orta Asya doğal gazının dünya pazarların nakledilmeleri noktasından da bölge çok önemlidir. Bu nedenle
bölgede etkin olan devlet ekonomik ve stratejik olarak önemli çıkarlar sağlayacaktır. Bölgenin büyüklüğü göz
önüne alındığın da aynı zamanda önemli bir pazar durumundadır.
Türkiye‘nin, Orta Asya‘da yeni kurulan Türk cumhuriyetleriyle ilk iliĢkiler gerçekçilikten uzak ve
yönlendirilmiĢ ve abartılmıĢ olduğundan baĢarısız olmuĢtur. Ancak 1990‘lı yılların sonlarından itibaren Türkiye
daha bölge gerçeğine ve Türkiye çıkarlarına uygun politikalar izlemeye çalıĢmaktadırlar.
3. Milliyetçilik ve Terörizm
Bu süreçte iki ülke arasında Kafkasya‘daki ve Orta Asya‘daki milliyetçilik hareketleri nedeniyle sorunlar
yaĢanmaktadır. Renkli devrimlerle sivil muhalefet tarafından iktidar değiĢimleri yaĢanmıĢtır. Bu durum
Rusya‘yı olduğu gibi Türkiye‘yi de yakından ilgilendirmektedir. Bu devrimlerin bölgeye yayılması, Rusya‘nın
güvenliğini ve çıkarlarını ciddi olarak tehdit etmektedir. Rusya Federasyonu içindeki Çeçenler ve Abhazlarla
ayaklanmaları ve Rusya‘nın karĢı tepkisi karĢısında Türkiye‘nin tutumu iki ülke arasındaki iliĢkileri etkileme
potansiyeline sahiptir. Rusya konuyu içiĢleri meselesi olarak görme eğilimindedir.
Bölgede yaĢanacak etnik ve dini çatıĢmalar küresel döneminde en temel sorunlarından biri olmuĢtur. Sovyetlerin
yıkılmasıyla birlikte baĢta Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu‘da bu tip çatıĢmalara sıklıkla rastlanır olmuĢtur. ġu
ana kadar çoğu kez iki ülke bu konularda görüĢ birliğinde pek olmamıĢtır. Bundan sonra yaĢanacak bu türden
olaylarda görüĢ ayrılıklarının olması olası olduğundan, iki ülke iliĢkilerine olumsuz yansıması olacaktır.
Aynı Ģekilde Türkiye‘nin PKK terör örgütüyle yaptığı mücadelede de Rusya zaman zaman olumsuz bir tutum
içine girerek, terörist gruplara destek vermiĢtir. Bu nedenle iki ülke teröre karĢı iĢbirliği anlaĢması yapmıĢlardır.
Ancak yine de terörizm konusu iki ülkenin iliĢkilerine etki etme potansiyeli bulunan konulardan biri olarak
karĢımıza çıkmaktadır.
Kafkaslarda ve orta Asya‘daki dini fanatizm iki ülke arasındaki iliĢkileri etkileyecek faktörlerden biridir.
Özellikle köktendinci Ġslamcı gruplar ve bunlara yönelik alınacak önlemler iki ülkenin güvenliğini de tehdit
eden unsurlardır. Bölgedeki istikrarsızlık unsuru olarak ticari çıkarları da olumsuz etkileyebilirler. Uluslararası
terörizm ve terörizme karĢı iĢbirliği politikaları da iki ülkenin ulusal güvenlikleri ve çıkarları açısından
önemlidir.
315
4. Enerji Kaynaklarının Dünyaya TaĢınması Konusundaki GörüĢ Farklılıkları
1990‘lı yıllardan itibaren iki ülkenin iliĢkilerini etkileyen unsurlardan biri Hazar petrollerinin ve Orta Asya
doğal gazının taĢınması konusunda farklı görüĢleri ve bundan kaynaklı iliĢkilerinde gerginlik olmuĢtur. Bu sorun
hem Türkiye-Rusya arasındaki ekonomik ve siyasi iliĢkilerin geleceğini hem de uzun vadede Türkiye‘nin
ekonomik ve politik parametrelerini belirleyebilme potansiyeline sahiptir. Boru hatlarının kontrolünü
sağlayabildiği oranda Türkiye bölgede ağırlığı ve gücü olan etkin bir ülke konumunda olacaktır 50.
Rus dıĢ politikasını belirleyen iki önemli unsurdan biri petrol ve güvenliktir. Rus ekonomisinin temeli petrol ve
doğal gaza dayanmaktadır. Toplam ihracının %80‘ninin petrol ve doğal gazdan oluĢtuğunu düĢünürsek
ekonomideki önemi daha net ortaya çıkacaktır. Bu nedenle hem Kafkasya hem de Hazar bölgesi ekonomik ve
güvenlik açısından hayati önem sahiptir. Öyle ki; Rusya, Orta Asya ve Kafkaslarda ―Büyük Oyun‖ sırasında
kazandığı kontrolü kaybetmemek için ―yakın çevre‖ adıyla yeni bir güvenlik politikası bile oluĢturmuĢtur.
Sadece petrolün ve doğal gazın üretimi ve denetimi değil, pazarlamasını da tekeline almaya çalıĢmaktadır51.
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı Azerbaycan ve Kazakistan petrollerinin taĢınmasında önemli bir yere sahip
olduğu gibi Türkiye‘nin ekonomik çıkarları için de önemlidir. Rusya çok uğraĢmıĢ olmasına rağmen buna engel
olamamıĢtır. Enerji ulaĢım yollarını elde tutmayı Rus jeopolitiğinin önemli bir halkası olarak görmüĢlerdir. Bu
süreçte Türkiye‘yi uzak tutmak için her türlü yolu denemek için uğraĢmıĢlardır. Ancak gelecekte enerji
kaynaklarının taĢınma yolları iki ülkenin iliĢkilerini etkilemeye devam edecektir.
5. Ekonomik etkenler
1990‘lardan itibaren iki ülke arasında ticari iliĢkilerde gederek artan oranda artıĢ görülmüĢtür. Ġki ülkenin
ticaretinde en önemli yere sahip olan konu petrol ve doğal gaz alımıdır. 1996–97 yılları arasında iki ülkenin
ekonomik sıkıntıları ülkeleri iĢbirliğine zorlamıĢtır. Uluslararası iliĢkilerde ve Avrasya coğrafyasındaki
değiĢimler, rekabet yerine iĢbirliği düĢüncesini öne çıkarmıĢtır. Ekonomik iĢbirliği ve stratejik ortaklık
tanımlamaları 11 Eylül olaylarından sonra bir adım daha iliĢkileri ileriye taĢımıĢtır. 2001 yılında iki ülke
arasında imzalanan Avrasya‘da ĠĢbirliği Eylem Planı, taraflar arasındaki iĢbirliğinin eylem ortaklığına
çevrilmesi amaçlanmıĢtır. Mavi akım projesi 2005 yılında tamamlanarak hayata geçirilmesi ile Türkiye doğal
gaz alımının %65‘ini Rusya‘dan almaya baĢlamıĢtır. Türkiye‘nin bu düzeyde Rus doğal gazına bağımlı olması,
Rusya‘nın zaman zaman bunu silah olarak kullanmasına neden olacaktır. Türk-Rus iliĢkilerini etkileme
potansiyeline sahip olan doğal gaz bağımlılığını azaltacak önlemleri Türkiye almak zorundadır. Türkiye petrol
alımının ise sadece %20‘sini Rusya‘dan gerçekleĢtirmektedir52. Bu durum doğal gaz alımı kadar bağımlılığı
kadar olmasa da, Türkiye‘nin ticaret hacminde Rusya‘yı önemli bir noktaya getirmektedir. Türk ticaretinde
Rusya‘nın ikinci sırada olması Türk ekonomisi içindeki Rusya‘nın vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. Türk
ekonomisi içindeki ağırlığı kadar Rus ekonomisinde önemli olmasa da Rusya için Türkiye de vazgeçilmez bir
ticari ortaktır.
Havva Kök, ―Günümüzde Türkiye-Rusya ĠliĢkileri ve Hazar Petrolleri Konusu‖, ÇağdaĢ Türk Diplomasisi: 200 Yıllık süreç, s.605.
A.g.m., s.605-606.
52
Çelikpala, s.325-327.
50
51
316
Ġki ülkenin ekonomik iliĢkilerinin bu denli geliĢmiĢ olması iki ülkenin yatırımcılarının karĢılıklı
büyük yatırımlar içine girmeleri Türk-Rus iliĢkilerinin seyri açısından önemlidir. Bu ekonomik ortaklık siyasi
alanda ülkeleri iĢbirliğine zorlayabilecektir. Burada Türkiye‘nin dikkat etmesi gereken Ģey, Türkiye-Rusya
arasındaki ticaret hacminin hep Türkiye aleyhine iĢlemesidir. Eğer nispeten bir denge oluĢturulabilirse iki ülke
arasındaki her alandaki iliĢkilerin olumlu seyri açısından daha yararlı olacaktır.
Dağlık Karabağ ve Ermenistan Meselesi
6.
1991‘de Ermenistan ve Azerbaycan cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmiĢlerdir. Ancak bir süre sonra
Rusların bilgi ve desteğiyle Azerbaycan toprakları içindeki Dağlık Karabağ‘ın nüfusunun çoğunluğunun
Ermeniler olması nedeniyle Ermenistan ile birleĢme kararı aldığı belirtilmiĢtir. Bu süreçte Ermenistan Rus
ordusunun desteği ile dağlık Karabağ‘a saldırarak, iĢgal etmiĢtir. Ermenistan‘ın Dağlık Karabağ‘ı iĢgaline
Türkiye tepki göstermiĢ, hatta savaĢ tehdidinde bulunmuĢtur. Ermenistan ile iliĢkilerin baĢlaması için ön koĢul
olarak dağlık Karabağ‘ın iĢgaline son verilmesini koymuĢtur. Buna karĢılık Türkiye karĢısında Rusya‘yı
bulmuĢtur. 1990‘lı yıllardan itibaren görüldüğü gibi, Ruslar 19.yüzyılda izlemeye baĢladıkları Ermeni
politikasını kısmen değiĢik bir boyutta da olsa 21. yüzyılda da takip etme amacındadır. Çünkü Kafkas
bölgesinde Ermenistan Rusya‘nın politikaları gerçekleĢtirmesi için en önemli ülke konumundadır. Bu nedenle
Ermenistan ile Türkiye arasındaki sorunlarda da Ermenistan tarafında olduğundan iliĢkiler olumsuz
etkilenmiĢtir. Gelecek yıllarda bu konudaki geliĢmeler iki ülkenin iliĢkilerinde belirleyici olacaktır.
7.
Kıbrıs Meselesi
Türkiye ile Rusya arasındaki sorun merkezlerinden biri de hiç kuĢkusuz Kıbrıs sorunudur. 1990‘lı yıllarda
Ruslar Güney Kıbrıs‘a S-300 füzeleri satmaları iki ülke arasındaki iliĢkilerde olumsuz rol oynamıĢtır. Rusya
geleneksel siyasetinden iki ülke arasındaki iyi iliĢkilere rağmen pek vazgeçmemiĢ, Türkiye‘nin politikasına karĢı
hep Rum tarafında olmuĢtur. Bu konu daha sonraki Türk-Rus iliĢkilerini etkileyen unsurlardan biri olarak devam
etmesi muhtemeldir.
Yukarıda bahsettiğimiz konular 1990 yılından itibaren Türk-Rus iliĢkilerinde belirleyici rol
oynadıkları gibi bundan sonraki süreçte de etkili olabilecek baĢlıklardır. Ancak bunlar dıĢında psikoloji nedenler
de iliĢkilerde rol oynayabilecektir. Tarihsel süreçte zihinlerde oluĢan algılar karar vericiler ve kamuoyları
açısından politika geliĢtirirken etkin olabileceklerdir. Tarihsel olarak iki ülkenin karĢılıklı güvensizlikleri,
iliĢkilerin ittifak düzeyine çıkarılmasının önündeki en önemli nedenlerden olabilecektir. Bunun yanı sıra
Türkiye‘nin NATO üyesi olması; AB yolunda aday ülke olması da iki ülke arasındaki iliĢkiler etkili olan
unsurlardandır. Tarihsel, kültürel, dinsel ve dilsel ortaklığı olan Türkiye‘nin bu özelliklerini kullanarak birleĢik
bir yapı oluĢturabileceği olasılığı da Rusya‘yı tedirgin eden unsurlardan biridir. Gerçi model devlet olma
politikası baĢarısız olsa da bölgede oluĢabilecek Türkçülük düĢüncesi de iki ülkenin iliĢkilerini etkileyebilir.
SONUÇ
Türk-Rus iliĢkilerinin ilk kuruluĢu üzerinden yaklaĢık olarak 520 yıl geçmiĢtir. Bu süreçteki ağırlık noktası
Osmanlı ile Çarlık Rusyası arasındaki iliĢkiler teĢkil etmektedir. Ġlk iliĢkiler ticari alanda kendini göstermekle
317
beraber coğrafi ve siyasi durumlarının yarattığı ortamda rekabetleri her geçen gün artmıĢtır. XVIII.yüzyıldan
itibaren artık iki ülke arasındaki iliĢkiler neredeyse hep savaĢlar boyutunda olmuĢtur. XIX. yüzyılda Çarlık
Rusyasının tek amacı hasta adam Osmanlı‘yı öldürmek ve mirasına konmaktır. Ancak Osmanlı yıkılmadan
Çarlık Rusyası yıkılmıĢ ve amacını gerçekleĢtirememiĢtir. Bu dönemde iki ülke arasındaki iliĢkileri belirleyen
en temel unsur boğazlar ve Karadeniz bölgesindeki hayati çıkarlarla sınırlıdır. Diğer etkenler hep bu amacı
gerçekleĢtirmeye yöneliktir.
Rus Çarlığının uğradığı akıbete kısa süre sonra Osmanlı Devleti de uğramıĢ ve Türkiye Cumhuriyeti
kurulmuĢtur. BolĢevik Rusya ve Türkiye olumsuz dıĢ politika mirasını devralmalarına rağmen ilk iliĢkileri ortak
düĢmana karĢı iĢbirliği yapmak olmuĢtur. Ticari iliĢkilerin geliĢmesiyle güç kazan bu iliĢkiler 1930‘lu yılların
ortalarında yaĢanan bloklaĢma hareketleri ve Türkiye‘nin batılı devletlerle sorunlarını çözerek, dıĢ politikada
çok yönlülüğe gitmesi iki ülkenin iliĢkilerinde soğumaya neden olmuĢtur. Bu soğuma savaĢ öncesinde tarafların
politikalarıyla artıĢ gösterirken, savaĢ yıllarında geleneksel olarak karĢılıklı güvensizlik unsuru iki ülke
iliĢkilerini müttefik olmalarına rağmen gerginleĢmesini önleyememiĢtir. Çarlık Rusyasının yayılmacılık
anlayıĢının savaĢ sonrasında etkili olması Türkiye‘nin toprak bütünlüğü ve Boğazlardaki egemenliğine yönelik
tehditleri iki ülke iliĢkilerini bitme noktasına getirmiĢtir. 1920‘li ve 30‘lu yıllarda var olan batı tehdidinin iki
ülke açısından sona ermesi sürecinde iĢbirliği olanakları da gittikçe azalmıĢtı. Bu kez Sovyet tehdidi Türk dıĢ
politikasında en belirleyici unsurlardan biri olmuĢtur. Türkiye görünüĢte siyasi nedenler olsa da ekonomik ve
kültürel nedenlerle de batı bloğuna dahil olarak yaklaĢık 45 yıl boyunca blok politikalarına uygun davranmaya
gayret göstermiĢtir. Stalin‘in ölümünden sonra Sovyetlerin Türkiye‘ye yönelik politika değiĢikliği 1960‘lı
yılların ortalarından itibaren ekonomik alanda iki ülke arasında bir normalleĢme süreci yaĢanmıĢtır.
1991‘de Sovyetlerin dağılması, iki kutuplu dünyanın sona ermesi ilk baĢlarda sevinç yaratsa da gerek
uluslararası ortamın çok karmaĢık ve istikrarsız hale gelmesi, gerekse dünyayı dıĢ politikalara yön veren
etkenlerin çok çeĢitli olması Türkiye‘nin bulunduğu coğrafyaya bir güven ortamı getirmemiĢti. ABD‘nin tek
küresel hegomon aktör olması, baĢta Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinin daha da
istikrarsız hale gelmesine neden olmuĢtur. 1990 öncesi tehdit odakları somut olarak saptanabiliyorken, artık
tehdit kaynakları bile belirsiz olduğundan tam olarak yok etmek söz konusu değildir.
Karadeniz ve boğazlar eskiden Sovyetlerin tehdit ettiği bir alan iken, artık iki ülke çıkarları NATO bağlamında
ABD ve AB tarafından tehdit edilir hale gelmiĢtir. Bu nedenle iki ülke iĢbirliğini daha da geniĢletme kararını
almıĢlardır. Bugün iki ülkenin iliĢkileri özellikle ekonomik alanda önemli geliĢme göstermiĢken, siyasi iliĢkiler
aynı paralelde gitmemiĢtir. Bu süreçte iki ülkenin ortak rekabet alanları ve karĢılıklı güvensizlik unsurunun
varlığını koruması etkili olmuĢtur. Rusya‘nın zaman zaman Çarlık Rusya‘sın miras aldığı politikalar Türkiye‘yi
endiĢeye sevk etmiĢ olmakla beraber, aĢmaları gereken önemli sorunlar vardır. Bu dönemde ve yakın gelecekte
enerji kaynaklarının dünya pazarlarına nakledilme yolları konusunda yeni iĢbirliği yapılması her iki ülkenin
çıkarına olacaktır. Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu bölgesi söz konusu olduğunda –ki dünyanın en
istikrarsız ve sorunlu bölgesidir-iki ülkenin iĢbirliği bölgesel çıkarları açısından çok önemlidir. Rusya geleneksel
olarak bu bölgeleri yaĢam alanı olarak görüp tek baĢına etkin olmaya çalıĢmayı bırakırsa, iki ülkenin iliĢkileri ve
318
iĢbirliği daha da geliĢecektir. Karadeniz‘in güvenliği ve boğazlar konusunda yaptıkları iĢbirliği bunun açık kanıtı
olmuĢtur.
KAYNAKÇA
AKGÜN, Mensur, ―Türk DıĢ Politikasında Bir Jeopolitik Etken Olarak Boğazlar‖ Türk DıĢ Politikasının
Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, Ġstanbul, Der Yayınları, 1994, s.213-225.
ARMAOĞLU, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 2.B., Ankara, TTK, 1999.
ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1990, C.I., Ankara, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yayınları,
1993.
BĠLGE, Suat, Türkiye-Sovyetler Birliği ĠliĢkileri 1920-1964 Güç KomĢuluk,, Ankara, Türkiye ĠĢ Bankası
Kültür Yayınları, 1992.
ÇALIK, Ramazan, Alman Kaynaklarına Göre II.Abdülhamid Döneminde Ermeni Olayları, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayınları, 2000.
ÇELĠKPALA, Mitat, ―Ġkili ĠĢbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa:1990‘dan Günümüze Türk-Rus ĠliĢkileri‖, Prof.
Dr. Fahir Armaoğlu‟na Armağan, Ankara, TTK, 2008, s.309-343.
ÇÖHÇE, Salim, ―Büyük Ermenistan‘ı Kurma Projesi,‖ www.eraren.org/tur/dergi-makale-salim.
GÖNLÜBOL, Mehmet, vd., Olaylarla Türk-DıĢ Politikası, 8.B., Ankara, Siyasal Kitabevi, 1993.
GÜRÜN, Kamuran, Türk-Sovyet ĠliĢkileri (1920-1953), Ankara, TTK, 1991.
ĠNALCIK, Halil, ―Osmanlı-Rus ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, 25-36.
KAMALOV, Ġlyas, ―1920-30‘lu Yıllarda GeliĢen Türk-Rus Ekonomik Münasebetleri‖, Atatürk‟ten Soğuk
SavaĢ Dönemine Türk-Rus ĠliĢkileri, s.223-232.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, 5.B., Ankara, TTK, 1988.
KOLESNĠKOV, Aleksandr, ―Atatürk Dönemi Türk –Rus ĠliĢkilerinin AraĢtırılmasında Metot ve Historiyografi
Sorunları‖, Atatürk‟ten Soğuk SavaĢ Dönemine Türk-Rus ĠliĢkileri, s17-22.
KÖK, Havva, ―Günümüzde Türkiye-Rusya ĠliĢkileri ve Hazar Petrolleri Konusu‖, ÇağdaĢ Türk Diplomasisi:
200 Yıllık süreç, s.605-620.
KURAT, Yuluğ Tekin, ―XIX. Yüzyılda Rusya‘nın Balkanlar‘daki Panislavizm ve Panortodoks Politikası
KarĢısında Osmanlı Diplomasisi‖, ÇağdaĢ Türk Diplomasisi:200 Yıllık Süreç, Ankara TTK 15-17 Ekim 1997
Sempozyuma Sunulan Tebliğiler, Ankara, TTK, 1999, s.173-179
ORTAYLI, Ġlber, ―XVIII. Yüzyıl Türk-Rus ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500Yıl 1491–1992, Ankara,
TTK, 1999, s.125-137.
OSTAPCHUK, Victor, ―1648-1681 Yılları Arasında Avrupa‘da (Ukrayna, Rusya, Polonya, Türkiye) Yeni Bir
Düzen Kurulması Yolunda Yapılan Mücadeleler‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 1491-1992, s.99-110.
ÖZBEY, Fatih, ―21. Yüzyılın BaĢında Karadeniz‘in Artan Jeopolitik Önemi Ve Türkiye-Rusya ĠliĢkilerine
Etkileri‖, Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, ed. Hasret Çomak, Ġstanbul, Hiperlink Yayınları, 2011, s51-74.
319
POTSKHVERĠYA, Boris B., ―1920 ve 1930‘lu Yıllarda Türk-Sovyet ĠliĢkileri‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500
Yıl, s.189-197.
PRĠTSAK, Omeljan, ―1491–1532 Yıllarında Osmanlı-Moskova ĠliĢkisi‖, Türk-Rus ĠliĢkilerinde 500 Yıl 14911992, s.111-114
SATNĠÇENKO, Aleksandr, ―1945-1956 Yıllarında Türk-Sovyet Diplomatik Mücadelesi ve Sonuçları‖,
Atatürk‟ten Soğuk SavaĢ Dönemine Türk-Rus ĠliĢkileri, s.321-337.
SONYEL, R. Selahi Türk KurtuluĢ SavaĢı ve DıĢ Politika I, 3.B., Ankara, TTK, 1995, s.
TELLAL, Erel, ―1990-2001: Rusya ile ĠliĢkiler‖, Türk dıĢ Politikası C II, ed. Baskın Oran, Ġstanbul, ĠletiĢim
Yayınları, 2001, s.540-550.
TOKGÖZ, Erdinç, Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢme Tarihi (1914-2001), 6.B., Ankara, Ġmaj Yayınevi, 2001.
TUNAYA, Tarık Zafer, Ġslamcılık Akımı, Ġstanbul, Simavi Yayınları, 1991.
Türk DıĢ Politikasında 50 Yıl Ġkinci Dünya SavaĢı Yılları, Ankara, DıĢiĢleri Bakanlığı Yayınları, 1973.
ÜLMAN, A. Halûk -Oral sander, ―Türk DıĢ Politikasına Yön Veren Etkenler II‖, A.Ü S.B.F.D, C.27, S.1 (Mart
1972), s.1-24.
YEL, Selma, DeğiĢen Dünya ġartlarında Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, Ankara, Atatürk AraĢtırma
Merkezi Yayınları, 2009.
YÜCEER, Saime, ―Atatürk Dönemi (1919-1938) Türk-Rus ĠliĢkilerinin Siyasi Boyutu, Atatürk‟ten Soğuk
SavaĢ Dönemine Türk-Rus ĠliĢkileri, I. ÇalıĢtay Bildirileri, Ank., Atatürk AraĢtırma Merkezi, 2011, s.61-106.
320
TÜRKĠYE-RUSYA FEDERASYONU UZUN SÜRELĠ ĠYĠ ĠLĠġKĠLERĠN YARARLARI
Prof. Dr. M. Oktay ALNIAK
Bahcesehir Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü
[email protected]
ArĢ. Gör. Aylin Çelik TURAN
[email protected]
Bahçeşehir Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü
ArĢ. Gör. Dr. Pelin BOLAT
[email protected]
İstanbul Teknik Üniversitesi, Denizcilik Fakültesi
Özet
Türkiye açısından bakıldığında bölgesel barışın en uzun sürdüğü bölge Kafkasya olarak kabul edilebilir.
Barışın ön plana çıkarılması bölge için büyük bir şanstır. Son defa Rusya Federasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti
arasında II. Dünya Harbi rüzgarları sırasında bir sınır anlaşmazlığı olmuştu. Soğuk savaş döneminde,
Türkiye‟nin NATO üyesi olması nedeniyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile arasındaki soğukluğun
yerini bugün politik ve ekonomik bir yakınlaşma almıştır. Rusya‟nın Türkiye‟ye, Türkiye‟nin Rusya‟ya
potansiyel bir tehlike olması sona ermiş görülüyor. Bundan sonraki dönemlerde her iki tarafın ideolojik
kutuplarda yer alması beklenmemektedir. Rusya ile Türkiye‟nin dostluğu, işbirliği Ortadoğu barışı için politik
bir platform oluşturmaktadır. Önümüzdeki dönemde Türkiye‟nin Enerji ihtiyacı olan doğalgazın büyük oranda
Rusya Federasyonu‟ndan karşılanacağı göz önünde bulundurulmalıdır. NABUCCO projesi, Rusya
Federasyonu‟nun ve Azerbaycan‟nın desteği sağlandığında büyük potansiyeli olan önemli bir projedir. Bu
çalışmada yukarıdaki konular incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Evrensel Gelişim Projesi, Kültür İklimi, Soğuk Savaş, Ekonomik İşbirliği
Abstract
The Caucasus region can be considered as place where peace has lasted long in terms of Turkish
foreign affairs. Highlighting peace is a great chance for the region. The most recent dispute between Russia
Federation and the Republic of Turkey over the border was during the Second World War. The political
distance between Turkey and the Union of Soviet Socialist Republic, resulting from Turkey‟s NATO
membership, has been replaced by political and economic cooperation today. For Turkey and Russia, being a
mutual threat has come to an end. Neither is expected to be at ideological polars in the coming years. The
friendship and cooperation of Turkey and Russia is constituted a political platform over the Middle East peace.
It must be taken into consideration that Turkey‘s natural gas need to a large extent is going to be met by Russian
Federation. NABUCCO is an important project with great potential when supported by Russian Federation and
Azerbaijan. This study focuses on aforementioned issues.
Key words: Universal Progressing Project, Cultural Climate, Cold War, Economic Cooperation
BÖLGE HAKKINDA DEĞERLENDĠRME
GENEL DURUM: Bu çalıĢma, kıtalar arası konuma yerleĢmiĢ Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti gibi
ülkelerin yarattığı geniĢ güçler platformundan, bir siyaset ve ekonomik iĢbirliği stratejisi olarak sınırlı, ancak
I
önemli ekonomik bir potansiyel güce sahip Kafkasya bölgesine odaklanacaktır. Bölgeler geniĢlediklerinde
kıtaları kapsarlar. Her iki ülke de Asya ve Avrupa‘da toprağa ve nüfuza sahiptirler. Bu çalıĢmada, "Bölgelerinin
Güçleri Rusya Federasyonu ve Türkiye‖ konulu bir çalıĢma ile barıĢın taraflara ve bölgeye stratejik fayda
yaratacağı ifade edilmektedir. Bilim insanları, ülke yöneticileri ve politikacıların akıl birliği yapması devletler
için faydalıdır. Bu çalıĢmadaki görüĢlerin ekonomik ve politik gerekçeleriyle bölge insanlarına fayda sağlaması
temenni edilir. Bu çalıĢmada akıl ön plana çıkarılmıĢtır. Doğruyu bulmak için dürüst olmak yeterlidir.
Dürüstlerin fikirlerini olduğu gibi ifade etmesi Ģarttır. Bu çalıĢmanın kapsadığı konuların ana baĢlıkları siyaset
ve ekonomi ağırlıklıdır. Bu çalıĢmanın bölge ülkelerine ve uluslararası kararlar üreten odaklara; sosyal ve politik
fayda sağlayacağı ve karar mekanizmalarına yol gösterici bir referans olabileceği düĢünülmektedir.
KÜRESELLEġME VE BÖLGENĠN AKTÖRLERĠ: GeliĢmemiĢ ülkeleri sömürmek ne bu ülkelere bir fayda
getirmiĢ, ne de sömüren ülkelere çok fayda sağlamıĢtır. GeliĢmiĢ ülkeler, geliĢmemiĢ ülkelerle uzun vadeli
iĢbirliğini ön plana çıkarmaktadırlar. Akıl verdikleri ve kaynaklarından yararlandıkları ülkelerin idareleriyle
olumlu iĢbirliği geliĢtirmektedirler. GeliĢmekte olan ülkelerin imkanlarını yaptırım getiren ekonomik
anlaĢmalarla elinden almak onlardan modern anlamda faydalanmak demektir. Evrensel Ġnsan Hakları
Beyannamesinin hazırlandığı zamanda, fiziki güvenlik daha önemli bir surundu. Ekonomik kıskaçlarla ilgili
koruyucu tedbirlerin o zaman beyannamede açık olarak getirilmemiĢ olması bir noksanlık olarak düĢünülebilir.
Günümüzde adil yaĢamın ilkelerine ters bir durum ortaya çıkmıĢtır. Bülgenin aktörleri olarak Türkiye ve Rusya
düĢünüldüğünde, idarecilerin esas görevi; barıĢ, demokrasi ve insan hakları üçgeninde halklarının eğitim ve
ekonomik konulardaki refahını sağlamaktır. Ülkeleri idare edenlerin ve liderlere akıl üretenlerin temel hedefleri
halkın refahının sağlanması olmalıdır. Aynı yorum dünya ülkeleri için de geçerlidir. Türkiye ve Rusya büyük
imparatorluk kültürlerinden gelmektedirler. Tarafların devlet aklı kendilerini idare eden aktörlerin güncel
akıllarının ötesindedir. Bölgenin bin yıllık tarihi kültürü içinde tarafların komĢuluk iliĢkileri, tarihin hiç bir
döneminde bugünkü kadar müĢterek iĢbirliğine yönelik olmamıĢtı. Bölgenin bu iki gücünün güncel teknolojileri
kullanarak ve bin yıllık tarih vizyonu ile akıllı politikalar üretmesi kendi halkları ve bölge için mükemmel
fırsatlar doğurabilir. Bölgedeki etkin aktörlerin sayısı arttıkça ortaya daha baĢka bilinmeyenleri içeren
denklemler çıkacak ve denklemlerin çözümleri zorlaĢacaktır.
KAFKASLAR VE ORTA DOĞU: Son yüz yıldır Dünya da, Orta Doğu‘da, Kafkaslarda huzur aranıyor. Eğer
sağlanamıyorsa bunun nedenleri tarihten gelen sosyal ve ekonomik adaletsizliklerdir. Kültürel, etnik, ekonomik,
temelde güven ve özgürlük sorunları bölgelerin yaĢamını etkilemektedir. Kaos olduğunda bunun
sorumluluğunun kaosu yaratanlarca üstlenilmesi gerekir. Uluslararası sistemlerin ve endüstriyel sektörlerin
varlığının sebebi halk için huzur yaratmak olmalıdır. Bu konuda uluslararası platformlarda gerçeği yazmanın
riskleri vardır. Bu risklerden çekinmemek gerekir. Günümüzde her sorunlu taĢın altından dünyayı idare etmeye
azmetmiĢ bir küresel zihniyet çıkmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerin idaresinde sorumluluk üstlenmiĢ liderlerin
bu küresel güçlerle mücadele imkanı bulunmamaktadır. Bugün küresel yönetimde, tek taraflı bir yönetim
anlayıĢı hakimdir. Son elli yılda soğuk savaĢın sorumlusu liderlerce her iki kutupta da tek taraflı
karar
mekanizmaları geliĢtirilmiĢtir. Nato ve WarĢova Paktı ülkeler bu ikilem ile elli yıl geçirmiĢlerdir. Bu ikilemden
herkes zarar görmüĢtür. Asıl zararı geliĢmesini tamamlayamayan ülkeler çekmektedirler.
322
ÜLKELER, COĞRAFYA VE POLĠTĠKA: Rusya Federasyonu Pasifikten Avrupaya, Kuzey Kutbundan,
Kafkaslara kadar uzanan bir coğrafya‘da değerlendirilebilir. Avrupa, Asya, Afrika üçgeninin coğrafi merkezinde
olan Türkiye‘nin de kendi nüfuz Ģartlarında değerlendirilmesi fayda vardır. Global güç ileri teknoloji ile dünyayı
yönetiyor. Uzaktan ortaklıklar kuruluyor. Ġleri teknolojinin getirdiği güç ile uzaktan kumandayla koalisyonlar
yaratılıyor ve sisteme uyum göstermeyen ülkelerin idarecileri cezalandırılıyorlar. Bölgedeki kültür altyapısı ve
özlenen barıĢ önemlidir. Orta Doğu Bölgesindeki dengesizlik, zamanın emperyal güçleri tarafından çizilen
bölge haritalarından kaynaklanmaktadır. Bugün global güçler tarafından bölgede revizyon planlanmıĢ görülüyor.
TOPRAĞIN ALTINDAKI PETROL DENIZI: Orta Doğu Bölgesi‘nin altındaki petrol denizi yatak mı
değiĢtirdi? Yatak değiĢtirmedi, ancak kullanılan petrol debisinde değiĢiklikler oldu. Ġleri teknolojinin enerji
ihtiyacı artık bu kaynaklarla karĢılanamıyor. Libyanın ve Kıbrısın güneyindeki ve Azerbaycan‘daki enerjiye
ihtiyaç duyuluyor. Bu kapsamda, Azerbaycan, Hazar Denizi Bölgesi, Gürcistan petrol konusunda merkez üs
olma yolundadır. ABD bölgeye girmiĢ ve ortaklıklar kurulmuĢtur. Herkesin kendi bölgesinde güç olması
konusunda var olan süper güçler mutabakatında sorunlar olduğu görülmüĢ ve Kafkas Bölgesinde bir sürtüĢme
balatılmıĢtır. Kafkasların ekonomik bir güç merkezi olması halinde daha güvenli bir yapıya kavuĢacağı
düĢünülebilir. Gürcistan‘da örneği yaĢanan global güçlerin siyasi etkin gücü karĢısında, Rusya Federasyonu‘nun
ani silahlı müdahalesi bu iĢlerde super güçler arasında tam mutabakat sağlanmadan global güçlerin bölgeye
izinsiz nüfuzunu bir baĢka bahara bıraktırmıĢtır. Görüldüğü gibi, bölgenin süper güçü olan Rusya Federasyonu
bölgede henüz etkinliğini bırakmamıĢ olup, bu ve benzeri her davranıĢın ülkeler arası politik karmaĢaya yol
açabileceği nazara alınmalıdır. Adeta III. Büyük Dünya Olayları bu bölgenin etrafında planlanmaktadır. Her
karmaĢa bölge ülkelerinin ekonomilerini olumsuz olarak etkilemektedir.
BÖLGENĠN AKTÖRLERĠ: Yükselen güçler, tek veya çok kutuplu politik statüler dünyaya istenilen barıĢı
getirememiĢlerdir. Dünyanın tek baĢına yönetiliyor olmasından belki küresel güçler de hoĢnut değil! Bölgede
iĢler, hem geliĢmiĢlerin kendi menfaatine göre planlanıyor, hem de bu iĢlere adeta karıĢmama siyaseti
güdülüyor. Ülkelerde idareler global güçlerce taĢeronlar kullanılarak devriliyor. Planlamayı yapanlar kenarda
sanki seyirci gibiler... Ülke içinde muhalif güçler yaratılıyor. Muhaliflere bölgede rol verilen aktörlerce yardım
ediliyor. Dünyayı yöneten güçlerin ülkeleri kendi idaresine bırakmak niyetleri yok.
AKTÖRLER ve TÜRKĠYE: Atlantik Ötesi, Çin, Rusya ve Avrupa‘nın Türkiye, Ġran, Ġsrail ve Arap Dünyalı bir
Orta Doğuya bakıĢı önemlidir. Enerji kaynaklarına sahip ülkelerin AB ve ABD‘ye bir nedenle bir asır
borçlandırılması, bu kapsamda; Libya ve Irak‘ın geleceği, Tunus, Mısır, Irak, Suriye'nin bir Ģeye karĢılık güç
odaklarının politikalarını gelecek yüzyıl destekleme mecburiyeti sürdürülebilir bir barıĢın güvencesi olmaktan
çıkabilir. Ülkelerin ulusal onurları bu yaptırım ezikliğini uzun süre taĢımayabilirler. Bölgedeki BarıĢın
güvencesi ve Bölgenin ekonomik can suyu olan Türkiye; önümüzdeki yıllarda bölgenin istikrarlı ve huzurlu
olmasına önemli destek verebilecek, iĢbirliği yapılabilecek tek ülkedir. Bu gerçek bir umut olarak çok değerlidir.
Kimsenin bu gerçekten çekinmemesi gerekir.
DENEYĠMLER:Türkiye için ; küresel güçlerin verdiği müsaadenin ötesinde bir güç olabilmek, cari açıktan
kurtulmak ve iflas oyununa düĢmemek için, geliĢmiĢler ve geliĢenlerin mücadelesinde akılcı olmak, rekabet
oyununu öğrenmek gerekir. Türkiye'nin ve Bölgenin Ekonomik Güç Göstergelerini iyi takip etmek, tedbir
323
almak, dinamik stratejiler geliĢtirmek önemlidir. En önemli factor her Ģart altında demokrasiye ve barıĢa sahip
çıkmaktır. Son yüz yılın tarihi 19. Asrın baĢında zamanın emperyal güçlerince çizilmiĢtir. Asrın ortasındaki II.
Dünya Harbi Ģizofrenisi ülkelere zarar vermiĢ, ancak bugünkü atmosfer söz konusu travmadan sonar, bu kerre
de elli yıllık bir soğuk savaĢ dönemiyle sürdürülmüĢtür. Ülkeler sinir gerilimiyle bu günlere gelmiĢtir.
Taraflarda noksan olduğu değerlendirilen uygarlık hedefleri Ģöyle sıralanabilir.
HEDEFLER: Cumhuriyetçi, demokratik, güvenli bir ülke sağlanması ve ilim, barıĢ, özgüven, birlik ana fikrine
sahip çıkılması. Hukuk, demokrasi kavramlarının çağdaĢ normlarda uygulanması. Eğitimin milli ve çağdaĢ
normlarda projelendirilmesi. Türkiye için yeni söylemlerin ortaya konulması. Gençlere yeni iĢ, eğitim ve yaĢam
imkânı yaratılması. Akılcı, hürriyetçi, değiĢimci olunması. Ġnsan sevgisinin yaĢam tarzı yapılması. Türkiye‘de
ekmeğin büyütülmesi ve adaletle bölüĢülmesi. Dinamik ve üretken bir Türkiye yaratılması. Türkiye‘de
tasarrufun ve bilim projelerinin ödüllendirilmesi. Yoksulluk ve yolsuzluğun sonlandırılması. Ġnsana değer
verilmesi. Bürokrasinin azaltılması, devlet çarkının hızlandırılması. Lider kadrolarının eğitilmesi. Bu bir
projedir. Bu proje, ―Evrensel GeliĢim Projesi‖ olarak kabul edilebilir.
RUSYANIN HEDEFLERĠ: Sunulan ―Evrensel GeliĢim Projesi‖ nin toplum faydasına olduğu aĢikardır. Rusya
Federasyonu bu yıllarda idaresiyle ve halkıyla ilgili refah, güven ve özgürlük sorunlarını çözememiĢtir. Basın
hürriyeti, ferdin hürriyeti ve hakları, özgürlük, demokrasi, insan hakları, adalet sistemlerinde tarafların
idarelerinin söylemlerine ragmen uygulamada büyük sorunlar bulunmaktadır. Dünyada bu konuda geliĢmiĢlerin
de sorunlarını tam olarak çözemediği düĢünülebilir. Türkiye ve Rusya‘da insanca yaĢam amaç edinilmiĢ, insanın
refah ve mutluluğu birinci derecede önemsenmiĢtir. Bu bağlamda, amaca ulaĢılamamıĢ olmakla birlikte,
söylemde Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında halkların refahının ve evrensel haklarının ön plana alındığı
ilkesel bir hedef birliği saptanabilir. Gayeleri evrensel amaçlarla örtüĢen ve iliĢkileri güven ve saygıya dayanan
iki barıĢcı gücün bölgeye güven ve barıĢ sağlaması beklenir.
GELECEKTEN BEKLENTĠLER:
Stratejik hedefler önemlidir. Bu hedeflerin ulaĢılabilir ve gerçekleĢtirilebilir olması gerekir. Stratejik olarak
gelecek 100 yılını planlamıĢ toplumlar uzun vadeli görüĢü olan toplumlardır.
Bu kapsamda; bölgede güvenilen, demokratik, evrensel hak ve değerlere saygı duyulan, bireysel ve toplumsal
kültürel enerjisini sağlamıĢ, motivasyon kazanmıĢ, barıĢ, ekonomi konularında cazibe merkezi olmuĢ bir ülke
olunması hedeftir.
Aynı zamanda; yeni nesilleri çağcıl yetiĢmiĢ, inanç ve sevgi ile birliğini sağlamıĢ, yaĢamda ahlakın ve emeğin
ödüllendirildiği, çağın gereği projelerin üretildiği, ekonomik refahını sağlamıĢ, ihtisasa önem verilen bir ülke
olunması gerekir.
Ġnsanların ülkede adaletli ve güvenli yaĢaması, mutlu olması,iĢinde sadakatle çalıĢması esastır. VatandaĢları ve
kurumlarıyla güvenilir, insanca yaĢam Ģartlarını sağlamıĢ bir ülke olunması özlenir. Evrensel, yaĢama iliĢkin bu
taleplerin bölgenin kültür iklimini oluĢturması bir gerekliliktir. Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti için
bu iklimin önemli olması icap eder…
SONUÇLAR:
324
Soğuk savaĢ döneminde, Türkiye‘nin NATO üyesi olması nedeniyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile
arasındaki soğukluğun yerini bugün politik ve ekonomik bir yakınlaĢma almıĢtır. Ekonomik dayanıĢma yanı
sıra; Evrensel GeliĢim Projesi ve Kültür Ġklimi tarafların halkları için gerçekleĢtirebilecekleri stratejik hedef
projeleridir.
Rusya‘nın Türkiye‘ye, Türkiye‘nin Rusya‘ya potansiyel bir tehlike olması sona ermiĢ görülüyor. Bundan
sonraki dönemlerde her iki tarafın ideolojik kutuplarda yer alması beklenmemektedir. Güncel alevlenen bölgesel
sorunlarda, Rusya ile Türkiye‘nin dostluğu, iĢbirliği Ortadoğu barıĢı için sağlam bir barıĢ platformu
oluĢturabilir. Global güçler ile bu konuda menfaatlerin örtüĢmediği görülen kaos ortamının sükunetle müzakere
edilmesi faydalı olur. Bununla beraber menfaatleri çok defa çatıĢmasına rağmen, birbirleriyle çabuk anlaĢan
taraflar süper güçlerdir. Bosna, Afganistan, Kırgızistan, Gürcistan bölgelerinde ki anlaĢmazlıklarda tarafların tez
anlaĢtıkları bir durum görülmüĢtür. Türkiye‘nin kritik düzeydeki çok uluslu toplantılara davet edilmediği Bosna,
Irak, Afganistan, Mısır, Libya, Suriye müzakerelerinde oy hakkı sahibi olarak nazara alınmadığı görülmüĢtür.
Bölgenin jandarması gibi görevlendirilmeye çalıĢılan Türkiye‘nin bölgesel konudaki kararları, Rusya
Federasyonu, Atlantik ötesi, kendisi ve bin yıllık komĢuları için stratejik önem taĢıyabilir.
Türkiye‘nin Rusya ile iyi iliĢkileri geliĢtirmesi ve ekonomik iĢbirliğini kuvvetlendirmesi bölgeye her konuda
fayda sağlar. MüĢterek akıl faydalıdır. Evrensel amaçlar doğrultusunda bölge insanına saygı gösterilmesi
zorunluluktur. Krizli bir dünya, savaĢlı bir bölge yerine huzurun sağlanması amaçlanmalıdır. Bölgeyi
normalleĢtirmek faydalı olur. Türkiye bu amaçlar için gereken kültürel olgunluğa sahip bir ülkedir. Bölgedeki
aktörlerin bu değerlendirmeleri yapmaları sorumlulukları gereğidir.
Global güçlerin bölgeyi rahat bırakmaları Ģartıyla amaçları barıĢ yolunda örtüĢür iki büyük bölgesel gücün bölge
barıĢının sağlanmasında baĢarı sağlamaları mümkün olur. Bu tip kaoslar aynı zamanda Ġran‘ın içinde yer almak
istediği bir platform oluĢturmaktadır. Bunca yıllık tarihi mirasa ve ekonomik alt yapıya ragmen, Türkiye Irakta
son yirmi yıldır devamlı konum kaybetmiĢ, Ġran ise Irak‘ta daha etkin söz sahibi olmuĢtur.
Orta Doğunun barıĢı Kafkas Bölgesinin de barıĢıyla yakından ilgilidir. Orta Doğudaki sıcak çatıĢmalara taraf
olunduğunda Kafkasların da kaostan pay alması kaçınılmazdır. Orta Doğuda tarafların siyasi kadroları basiret
yerine kaosu tırmandırdıkça bölgesel barıĢa eriĢilmesi güçleĢmektedir. Gürcistan olayında olduğu gibi menfaat
çatıĢması ortaya çıktığında Rusya Federasyonu‘nun ĢahinleĢtiği ve Atlantik ötesi güçlerle çatıĢma ortamı
yaratıldığı görülür. Rusya Federasyonunun ön veya arka bahçelerinde dolaĢmak tehlikelidir. Bazı durumlarda
lüzumsuz konuĢma yerine susmak daha faydalı olur. Orta Doğuya Rusya Federasyonu‘nun müdahalesinin
Kafkaslardan olacağı görülmelidir. Orta Doğu ile Kafkas Bölgesi iliĢkisi birbirine bu derece yakındır… Bu
Dünya‘da ileri teknolojiler nedeniyle ülkeler birbirine çok yakınlaĢtılar. Kafkaslar‘da ve Orta Doğu‘da bir sorun
meydana geldiğinde, ekonomik ve askeri gücünün zirvesine eriĢmiĢ Çin Halk Cumhuriyeti‘nin ―bu iĢte ben de
varım‖ demesi sürpriz olmamalıdır…
325
KAFKASYA‟DA ĠRAN - ĠSRAIL ÇEKIġMESI VE GÜVENLIK SORUNLARI
Orhan Gafarli, Yusuf Çınar,Çağatay Balcı
ÖZET
Sovyetler Birliği‘nin çökmesi Kafkasya‘yı uluslararası politikada önemli bölge haline getirmiĢtir. Kafkasya
Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu‘nun güvenliğinin sağlanmasında önemli rol almaktatır. Böylelikle Büyük Orta
Doğu‘nun parçası olmakla Kafkasya bölgesi, Ġran ve Ġsrail arasında mevcut olan çekiĢme merkezlerinden birine
çevrilmektedir. Güney Kafkasya bölgesinin bağımsız devletleri Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan kendi
ulusal güvenlikleri açısından Ġran ile Ġsrail arasında olan mücadelede tarafsız kalmak istemektedirler. Ancak bu
devletlerin sözkonusu tutumlarını ne ölçüde pratiğe dökebildikleri tartıĢmalı bir konudur.Bunun en önemli
sebebi,
Ġran‘ın bölgedeki tarihsel etkinliği ve Ġsrail‘in bu bölgede kendi nüfuzunu geliĢtirmek ve Ġran‘ı
çevrelemek isteğidir. Bu durumdan ötürü Güney Kafkasya devletleri, Ġran ve Ġsrail devletlerinden steril bir
politika izleme hususunda zorlanmaktadır.
Makalede
çağdaĢ
güvenlik
Ġkilemi
kavramı
incelenecek
ve
bu
kavram
Kafkasya
düzleminde
değerlendirilecektir. Kafkasya‘da Ġran ve Ġsrail‘in doğurduğu güvenlik ikilemi incelenmekle birlikte
Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan devletlerinin dıĢ politikaları analiz edilecektir. Güney Kafkasya
devletlerinin Ġran ve Ġsrail ile iliĢkileri incelenek ve bölgenin güvenlik sorunları ortaya konacaktır.
Öte yandan Kafkasya coğrafyasının evsahipliği yaptığı bu rekabetin küresel politikaya etkisi ele alınacaktır. Ġran
ve Ġsrail‘in dıĢ politikaları ve Kafkasya bağlamında birbirlerine karĢı sergiledikleri tutumlar analiz edilecek,
Kafkasya‘da istikrar ve güvenlik için atılabilecek adımlar sıralanacaktır.
Anahtar Kelimeler:
Güvenlik Ġkilemi, Kafkasya Ġkilemi, Kafkasya Güvenliği, Büyük Orta Doğu,
Ulusal Çıkar.
GiriĢ
Büyük Orta Doğu ve Avrasya jeopolitik kavramlarında Kafkasya her zaman jeopolitik anlamda bölgesel güçler
için önemli bölge olmuĢtur. Kafkasya jeoekonomik ve jeopolitik önemi ile tarihte her zaman özel bir konuma
sahip olmuĢ bir bölgedir. Bugün dünyada Ġran üzerinde kurulan siyasi oyunlara bakıldığında Güney Kafkasya
bölgesindeki bağımsız devletler Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan da, Orta Doğuda varolan siyasi
oyunlardan etkilenmektedirler. Azerbaycan ve Ermenistan Ġran‘ın kuzeydeki komĢuları olmanın yanında bu ülke
ile derin tarihi bağlara da sahiptir.Ġran ile sınırı bulunmayan Gürcistan da aynı Ģekilde Ġran ile tarihi bağlılığa
malikdir. Dikkate almak gerekir ki, 19. asrın öncelerine kadar Ġran bölgede söz sahibi olan ülkelerden olmuĢtur.
Sovetler Birliği Ġran ile Güney Kafkasya ülkelerini 70 yıl birbirinden ayırmıĢ olsa da, ister kültürel anlamada
ister ekonomik anlamda bu iliĢkiler kısa zamanda eski haline döndürülebilmiĢtir.
Güney Kafkasya‘da Azerbaycan ve Gürcistan‘ın doğu bölgesinde yaĢayan nüfusunun büyük bölümü ġii
mezhebine mensuptur. Ve bugün Ġran tüm ġiilerin merkez devleti, dini ocağı durumundadır. Aynı zamanda

Ilia State University, [email protected].
Selçuk Üniversitesi Ġ.Ġ.B.F. Uluslararası ĠliĢkiler Bölümü AraĢtırma Görevlisi, ycinar86@hotmail.
 Selçuk Üniversitesi Ġ.Ġ.B.F. Uluslararası ĠliĢkiler Bölümü, [email protected]

I
Ġran‘da 30 milyona yakın Azeri yaĢamakdadır. Bunun yanında Gürcü ve Ermenilerin de az sayıda da olsa
Ġran‘da yaĢadağını belirtmek gerekir. Bütün bu veriler göz önüne alındığında Ġran‘ın bölgede ne kadar önemli
devlet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sovyetler Birliği‘nin çöküĢünden sonra bağımsızlığını kazanan Güney Kafkasya ülkeleri Ġran ile iliĢkilerini
geliĢtirmiĢlerdir. Bu dönem Ġran‘da Rafsacani‘nin dıĢ politikada açılım yaptığı yıllara rastlamaktadır Bu yıllarda
savaĢtan yeni çıkmıĢ olan(Ġran-Irak SavaĢı) Ġran‘ın baĢına geçen Rafsancani, dıĢ politika paradigmalarını revize
etmiĢtir.Böylelikle, Rafsacani dönemində Güney Kafkasya ülkeleri ile daha çok iktisadi yönlü iliĢkiler
geliĢtirilmiĢtir. 1998-2005 yılları arasında Ġran‘da Hatemi iktidarı dönemidir Bu dönemde Ġran ideoloji unsuru
ile yeniden bölgede kendi etkisini oluĢturmak istemiĢtir.Yakın dönemde ise, 2005-2012 yılları arası
Muhafazakarların Ġran‘da iktidara döndüğü yıllar olmuĢtur. Bu yıllarda Ġran, Güney Kafkasya ülkeleri ile
iliĢkilerinde bir değiĢim yaĢamıĢtır. Önceki yıllardaki ılımlı ideoloji ve ekomik iliĢkiler artık yerini olumsuz bir
havaya bırakmıĢtır
Ġran, Güney Kafkasya‘da, Rusya - Ermenistan, Azerbaycan–Türkiye ve Gürcistan–ABD olmak üzere üç bloğun
oluĢtuğunun farkındadır. Gürcistan-ABD yakınlaĢması Azerbaycan-ABD yakınlaĢması gözönüne alındığında
Ġran açısından daha az bir öneme sahiptir. Diğer iki bloğun önemi ise, son zamanlarda daha da artmıĢdır. Ġran,
Güney Kafkasya‘da kendi güdümünde bir etki alalına sahip olmadığında dolayı bu bloklar arasında bir seçim
yapmak durumundadır. Dolayısıyla, Ġran‘ın Güney Kafkasya‘daki duruma nasıl ve ne ölçüde etki edebileceği
yapacağı bu seçime bağlıdır. Bu nedenden ötürü Ġran, bölgede Ermenistan-Rusya bloğunu seçmiĢtir. Ġran‘ın
bölgedeki etkisinin neden ibaret olduğunu anlaĢılabilmesi için Ermenistan–Ġran, Azerbaycan–Ġran ve GürcistanĠran iliĢkilerinin yeniden incelenmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
Post-Sovyet dönemde dikkate alınması gereken önemli hususlardan biri, Ġran‘ın, bölgede baĢlıca rakibi olan
Ġsrail‘in Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile iliĢkilerini geliĢtirme çabasıdır. Ġsrail‘in ve Batılı üllkelerin
Ġran‘ı çevreleme politikası da böylece Güney Kafkasya ülkelerinde gerçekleĢtirilmek istenmektedir. Ġran‘ın
kuzey bölümü olan Güney Kafkasya Ġsrail ve Batı ülkeleri için büyük önem arz etmektedir. Ġsrail, Ġran‘ın
nükleer güç elde etmesi tehdidinden kendini korumak amacıyla Güney Kafkasya‘ya ilgi göstermektedir. Ġran‘ı
çevreleme politikası ile birlikte Ġsrail özellikle Azerbaycan ile iliĢkilere büyük önem vermektedir. Bu durumun
bir kaç sebebi bulunmaktadır. 1) Azerbaycan‘ın ġii jeopolitiğinde Kuzey bölgesi olması. 2) Azerbaycan‘ın
Müslüman bir ülke olarak Ġsrail için önemli bir müttefik olması. 3) Son zamanlarda Türkiye ile bozulan
iliĢkilerde din faktörünün sebeb olmadığını göstermek, 4) Azerbaycan‘ın bölgede ekomomik yönden en güçlü
ülke olmasıdır. Ġsrail için siyasi ve ekonomik amaçlarının kesiĢtiği bölge olması Güney Kafkasya‘da
Azerbaycan‘ın önemini artırmaktadır. Güney Kafkasya ülkeleri, Orta Doğu‘da birbirilerine rakip olan Ġran ve
Ġsrail arasında denge kurmaya çalıĢmaktadır. Fakat bu dengeyi etkilemek adına, bu ülkelerin taraf olması için
siyasal, ekonomik ve terör eylemleri (gayri resmi) gercekleĢtirilmektetir. Bu açıdan Azerbaycan ve Gürcistan
güvenlik ikilemi yaĢamaktadırlar.
ÇağdaĢ güvenlik ikilemi
400 yıl önce baĢladığı kabul edilen Uluslararası iliĢkiler tarihinde 1648 Westphalia sisteminin oluĢması klasik
realizm konseptinin önemli bir parçası olan Güvenlik ikilemi, Soğuk SavaĢ yıllarından sonra kendi imajını
327
değiĢtirmiĢtir. Güvenlik Ġkileminin tarihine ve geleceğine baktığımızda Birinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra oluĢan
ve Ġkinci Dünya SavaĢı‘nın sebebi olan güvenlik yaklaĢımları, Soğuk SavaĢ yıllarında iki kutuplu dünyanın,
soğuk savaĢ sonrası tek kutuplu dünyaya çevrilmesi sonucunda, 11 Eylül olaylarından sonra dünyada yeni bir
dönemi baĢlatmıĢtır. Son dönemde oluĢan yeni Ģartlar ve bu Ģartların doğurduğu güvenlik yaklaĢımlarının
değiĢtiği bir süreç yaĢanmaktadır. Barry Buzan, askeri güvenlikler konusuna kaleme aldığı makelesinde bu
konuyu değinerek süreçleri Ģu Ģekilde gördüğünü belirtmiĢtir: ― Realist uluslararası iliĢkiler düĢüncesinde
oldukça yaygındır. Ġlk üç dönem kutupluluktaki değiĢimleri ,çok sayıda büyük güçten ikiye, ikiden bir büyük
güce, sonuncu dönemse; temel tehdit kaynağının devletten devlet dıĢı aktörlere değiĢmesini temsil etmektedir.
Bu dönemselleĢtirmenin, güvenlikleĢtirme modellerindeki önemli değiĢiklikleri de yansıtmaktadır‖. 1
2001 yılında 11 Eylül olaylarından sonra dünya güvenliği açısından yeni tehditler ortaya çıkmıĢtır. Bu
tehditlerin doğurduğu güvenlik ikilemi daha farklı bir durum almıĢtır. Tehdidinin nereden geldiği ve gelen
tehdidin bir kaç devletden oluĢtuğu süreçler yaĢanmıĢtır. Terör olarak bilinen yeni tehditlerin arkasında bazı
devletlerin durduğunu ispatlamak daha zor olmuĢtur. Fakat görünen yüze bakıldığında sadece terör grupları
kendini göstermektedir. Bu örgütlerin nerede ve ne zaman terör eylemi greçekleĢtireceklerini tahmin etmek
enformasyon döneminde zorlaĢmıĢtır. Bazen terörist grupların baĢındabulunan insanların farklı devletlerden
olması durumu daha da zorlaĢtırmaktatır. ÇağdaĢ dönemde terör örgütlerinin faaliyetlerini izlemenin kolaylığı
yanında zorlu tarafları vardı. Soğuk SavaĢın bitmesi ile ABD‘nin alternatifsiz hegemon güç olarak kalması, yeni
güvenlik tehdidi ile ilk karĢı karĢıya kalan ülke durmuna gelmesine sebep olmuĢtur. 11 Eylül olayları, dünya
konjonktürünü değiĢtirdiği gibi güvenlik yaklaĢımlarının da Soğuk SavaĢ yıllarındaki reailst yaklaĢımdan
sapmasının beraberinde getirmiĢtir. Günümüzün Güvenlik sorunları daha geniĢ bir biçimde ele alınmaktadır.
Askeri, Ekonomik, Ekolojik sorunlar ile birlikte Siber sorunlara da dikkat edilmektedir.
Güvenlik yaklaĢımlarının belirlenmesinde temel soru Ģudur: Korkunç acıları önlemek için müdahale etmek ve
insanları korumak, ne zaman ve nasıl gerçekleĢtirilmelidir?. Bu sorunun cevabı için egemenlik kavramının
yeniden tanımlanması gerekir. Egemenlik, bugün herhangi bir ülkede insanların refahını korumak için güç ve
yetki kulllanmaktır2. ÇağdaĢ güvenlik yaklaĢımında ise, bir ülkede yaĢayan insanların, yaĢanabilecek terör
eylemlerinden koruma görevi olduğu söylenebilir. Ama bu eylemler bazen devletin güvenliğini tehdit altına
etmekte veya iç ve dıĢ politakasını değiĢmesine neden olmaktadır. Yeni güvenlik ikilemi daha fazla açılımlara
dayanmaktadır.
Günümüzde bazı terör gruplarına destek verdiği ve hatta bizzat gizli terör faaliyeti gerçekleĢtirdiği bilinmesine
rağmen, sözkonusu devletlerin bu eylemleri ispatlanmamaktadır. Fakat terörün nereden lojistik destek sağladığı
anlaĢılmaktadır. Böylece, güvenlik parametrelerini belirlemek zorlaĢmaktadır.
Ġran ve Ġsrail devletlerinin Güney Kafkasya‘daki cekiĢmeleri de benzer güvenlik sorunları yaratmaktadır.
Azerbaycan ve Gürcistan ġii jeopolitiğinde yer aldığından dolayı, bu sorunlarla daha sık karĢılaĢmaktadır. Her
iki devletde Ġran‘ın din devleti olarak nüfüzu vardır. Ermenistan‘da ise, benzer sorunlara rastlanmamaktadır.
Ermenistan bu çekiĢmede ekonomik ve jeopolitik sebeplerden dolayı Ġran‘ın yanında yer almaktadır.
1
2
Buzan, Barry, ―Askeri Güvenliğin DeğiĢen Gündemi‖, Uluslararası ĠliĢkiler, Cilt 5, Sayı 18 (Yaz 2008), s. 107-123.
Amitai Etzioni, ―Responsibility as Sovereignty,‖ Orbis, Winter 2006, pp. 1-15.
328
Ermenistan‘ın komĢularından olan Ġran‘ın Gürcistan ile sınırının olmaması Ermenistan-Ġran iliĢkilerini önemli
hale getirmektedir.
Gürcistan ve Azerbaycan‘ın Batı eksenli dıĢ politika yürütmesi, Ġran‘ı kızıdıracak bir durumdur. Aynı zamanda,
Azerbaycan ve Gürcistan‘ın Ġsrail ile kurduğu iliĢkiler de Ġran‘ı çok rahatsız etmektedir. Azerbaycan-Ġsrail
iliĢkilerinin daha çok askeri düzeyde olması Ġran açısında tehlike olarak algılanmaktadır.
Ġran, Güney Kafkasya