Yalnız Yürüdü İnsan Hazineleri

Yasam
KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 2
ve
EYLÜL / EKİM / KASIM 2014
3 AYDA BİR YAYINLANIR
SAYI 67
Gizemli
Uygarlıkların
Mirası
Peru
Timur ÖZKAN
Doğru
Bildiği Yolda
Yalnız
Yürüdü
Olkan ÖZYURT
Türkiye’nin
Yaşayan
İnsan
Hazineleri
Esra AÇIKGÖZ
KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 3
Yaşam
MESA ve
MESA DOSTLARINA ÜCRETSİZ GÖNDERİLİR.
Mesa dostlarına
merhaba
Türkiye’nin Yaşayan
TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ
İnsan Hazineleri
Yine gönlümüz sonbahar
MESA Mesken Sanayii A.Ş. adına sahibi
Erhan Boysanoğlu
Yazı İşleri Yönetmeni
Aslı Tokatlı
Yayın Kurulu
Ayşe Kandar, Aslı Tokatlı,
Uğur Büke
Yayın Hazırlığı:
Büke Yayıncılık
Altıevler Mah. Kumsal Sok. No: 120
Narlıdere / İzmir
Tel: 0232 238 22 29
e-mail: [email protected]
Tasarım
Hazan Koltuk
Yazışma Adresi:
MESA Mesken Sanayii A.Ş.
MESA Plaza, Koru Sitesi Ihlamur Cad. No:2
Çayyolu 06810 Ankara
Tel: (0312) 291 50 00 Faks: (0312) 240 09 99
Tatiller bitti, soğuk su sürahileri buzdolabından çıktı, sıcaklar azaldı,
okullar açıldı, her şey rutine döndü değil mi? Olur mu öyle şey! Ne
rutini! Önümüzde nefis bir sonbahar var: Dinlenmiş ve yenilenmiş
olarak, sarının güzelim tonlarının her birini göreceğimiz günler
başladı. Yere dökülmüş yaprakların üzerinde söyle bir yürüyün,
sesini duyun. Akşamları sırtınıza bir hırka aldığınızdaki sıcak
mutluluğu hele bir hatırlayın, hemen arkasından da bir bardak nefis
demli çayınızı içiniz yanmadan yudumladığınızı düşünün. Açık
havada hafiften esen rüzgarın altında bir konserde olduğunuzu
düşleyin. Hava aydınlıkken girdiğiniz sinemadan gece çıktığınızdaki
hissi hatırlayın. Bir de sevdiğinizin elinden tutup püfür püfür esen
Boğaz’da güzel bir yürüyüş sonrası içilen Türk kahvesinin insanı ne
kadar mutlu ettiğini tasavvur edin. Yaptınız mı hepsini! Peki, hâlâ
sonbahar kötü mü? O yüzden hoş gelsin sonbahar ve herkese
huzurlu bir mutluluk getirsin. Ve elbette bütün bu güzelliklere biz de
bir parça hoşluk katacaktık değil
mi? Alın şimdi elinize derginizi,
Bürokrat, Siyasetçi, Araştırmacı,
şöyle bir karıştırın önce, açık
Tarihçi, Mizah Yazarı, Öykücü…
havadaysanız sayfaların hafif hafif
Cahit Kayra
uçuşmasına bir bakın, kapalı
alandaysanız da kendinize bir
İ
kahve söyleyin, biz hesabı öderiz!
Siz okumaya başlayın yeter ki!
CAHİT KAYRA
Cahit Kayra’yı “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı” elli yaşlarının
başında tanıdım, saygı duydum. Yıllar bu saygıyı hayranlığa dönüştürdü.
Çalışma disiplini ve heyecanı örnek alınması gereken yanlarından sadece ikisi.
deal bir sekreter olan” Sevim Hanım
kapıda karşılamıştı. Odaya girdik,
kıdemli Kurul üyesi Nazif Oker,
“Yeni gençlerimiz…” dedi. Teker
teker önünden geçip elini sıktık, masanın
çevresinde gösterdiği yerlere oturduk.
1971 yılı Kasım ayının ortalarıydı.
Odanın ışıkları loş, mobilyalar cevizdi.
Biraz sonra pos bıyıklı Bayram
Efendi’nin getirdiği çayları yudumlarken
karşımızdaki 50 yaşlarında gözlüklü,
güngörmüş bürokratın bize yönettiği
sorularını yanıtlıyorduk.
Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanı’nın
odasında ne kadar süre kaldık tam
Kendi anlatımıyla, “bürokratlığının en
mutlu dört yılını yaşadığı Maliye Tetkik
Kurulu’nun” Başkanı Cahit Kayra’nın elini
ilk sıktığım gün böylesine uzun soluklu
hayranlığa ilk adımı attığımın bilincinde
değildim. Hakkında bildiklerimiz, saygın
bürokratlığı, öğreticiliği, esnek çalışma
anlayışı, araştırmacılığı ve tabii Mülkiye
mezunu oluşu idi. Birkaç kez
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
konser salonunda uzaktan görmüş olmak
birkaçımızın unutulmaz anıları arasındaydı.
1972 yılının başlarında Maliye Teftiş
Kurulu’na yeni girmiş okul arkadaşımın
evliliğe adım attığı gün, nikâh memurunun
Cahit Bey’e yönelttiği “Mesleğiniz?”
sorusuna “Memur” diye yanıt vermesine
çok şaşırmıştım. Sonraki yıllarda “Ben
maliyeciyim” diye başladığı cümlesini
“maliyeden anlamam, bütçeden anlamam,
vergiden anlamam…” diye tamamlaması
yazılara konu olacak türdendi.
1859’da İstanbul’da kurulan Mekteb-i
Mülkiye’ye Ablası Mediha’nın
zorlamasıyla 1934 yılında katıldığı sınavda
dördüncü gelerek girmişti. “Yıldız’ın tatlı
ve romantik rüzgârlar esen türlü renklerle
çevrili doğasında” Yıldız Sarayı Yaveran
Dairesi’nde başlayan eğitimini, Ankara’da
“sarı, çorak ve ruhsuz bir sahranın
ortasında, gerçek dışı resimlerdeki gibi tek
4
MESA VE YAŞAM
Bürokrat, Siyasetçi,
Araştırmacı,
Tarihçi, Mizah
Yazarı, Öykücü…
Cahit Kayra
Bu sayımız da ilk okuyacağınız yazı,
Vecdi Seviğ’in lezzetli mi lezzetli
portresi. Elbette Seviğ’in eline sağlık
ama lezzete lezzet katan şey, portresi
yazılan kişi: Bürokrat, siyasetçi,
araştırmacı, tarihçi, mizah yazarı ve
öykücü Cahit Kayra. Yazıyı
okuduktan sonra Kayra’nın
kitaplarına da koşacaksınız belli ki.
Bu sayıda çok önemli bir dosya
konumuz var. Adını bile
unuttuğumuz meslekler. Büyük
ihtimal şu anda elinde cep telefonu
ve tabletle bir olmuş gençlerin adını
duyduğunda “Yaa bu ne yaaa, böyle
bir şey mi varmış ki?” diyeceği
meslekler. Ama hepsi kaybolmak
Vecdi SEVİĞ
üzere olan birer hazine. Çinicilik,
S4
Karagöz ustalığı, hattatlık, çam
düdükçülüğü, nazar boncuğu
ustalığı, yazmacılık, ebru ve dokumacılık... Aslında bir yandan da yok
oluyorlar. Ama Esra Açıkgöz’ün de dediği gibi “UNESCO'nun ‘Yaşayan
İnsan Hazineleri Listesi’ buna engel olmak için var. Türkiye de bu
sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu
listede 20 kişi bulunuyor.” Açıkgöz, bu nadir meslekleri yapan ustalarla
bizi tek tek tanıştırıyor. Ömürlerine bereket diyoruz biz de.
.
İvedik Organize Sanayi Bölgesi Matbaacılar Sitesi 1341.Cad.
(Eski 35. Cad.) No: 36-38 06370 Yenimahalle-ANKARA
Tel : (0312) 395 21 12
Faks: (0312) 394 11 09
devam ettirmek için nefeslerini
tüketmeye devam ediyorlar.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) tarafından 2003'te
kabul edilen “Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması Sözleşmesi” işte bu
zanaatkârlara sahip çıkıyor. “Yaşayan İnsan
Hazineleri Listesi”ne girmek için bazı
şartlar var tabi ki: Kişinin ustalığını
10 yıldır icra ediyor olması, sanatını
usta-çırak ilişkisiyle öğrenmesi, bilgi ve
becerisini uygulamadaki üstünlüğü,
konusunda ender bulunan bilgiye sahip
olması, kişi veya grubun yaptığı işe
kendini adamışlığı, sanatının toplumla
buluşmasını sağlayacak yenilikler içermesi,
bilgi ve becerilerini çırağa aktarma becerisi
gibi... Türkiye'nin 2006'da taraf olduğu bu
sözleşme kapsamında Kültür ve Turizm
Bakanlığı 2008'den beri yaşayan insan
hazineleri Türkiye ulusal envanteri
çalışmaları gerçekleştiriyor. Şimdilik
yaşayan insan hazinesi sayısı 20. Ama ne
yazık ki bir kısmı aramızdan ayrıldı bile;
çini ustası Sıtkı Olçar, abdallık geleneğihalk şairi Neşet Ertaş, bağlama yapımcısı
Bekir Tekeli, Karagöz ustası Tacettin Diker.
Ama gelin biz yaşayanlarından birkaçıyla
çok geç olmadan tanışalım...
MESA VE YAŞAM 7
Türkiye’nin
Yaşayan
İnsan Hazineleri
Esra AÇIKGÖZ
S.7
anımsamıyorum. Odadan çıktığımızda
Başkan’dan etkilendiğimiz açıktı.
Okulumuzu bitirdikten sonra birkaçımız
onun ününü duyduğumuz için kalıcı bir
seçim olarak burada işe başlamıştık,
kimilerimiz de girecekleri sınava hazırlık
yeri olarak seçmişlerdi Tetkik Kurulu’nu.
İleriki yıllarda, Kadıköy’de Söğütlüçeşme
Caddesi’ni, Karadut ve Vişne
Sokaklarının kestiği bölgede dört katlı
pembe taştan yapılmış evde 11 Mart
1917’de sabah saatlerinde ebe Münevver
Hanım’ın yardımlarıyla bu dünyaya ilk
adımını attığını okuyarak öğrenecektim.
Baskı
C
am boncuk, Karagöz ustası,
çini sanatı, ebru, tezhip,
dokumacılık, kispet ve sipsi
yapımcılığı, bağlama, yazma
sanatı, çam düdüğü yapımcılığı... Bir
zamanlar şehir merkezlerindeki küçük
dükkânlarda şehre ruh katan bu
meslekler icra edilirdi. Ancak o
zamanların üzerinden çok geçti. O
dükkânlar çoktan yerini fabrika imalatı,
tek tip, ruhu olmayan ürünler satan süslü
mağazalara bıraktı. Bu meslekler de tek
tük hayatta kalmış ustalarıyla bir bir
elimizden kaymak üzere. Her şeye
rağmen son zanaatkârlar mesleklerini
Vecdi SEVİĞ
“
e-mail: [email protected]
www.mesa.com.tr
Y O R U M BASIN YAYIN SAN. LTD. ŞTİ.
Çam düdüğü, kispet, nazar boncuğu, ebru, dokumacılık, yazmacılık... Türkiye geleneksel el
sanatları açısından zengin ülkelerden biri. Ya da belki de biriydi demek daha doğru, zira artık birer
birer yok oluyorlar. İşte UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi” listesi buna engel olmak
için var. Türkiye de bu sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu listede
20 kişi bulunuyor. Biz de geç olmadan yaşayanların bir kısmıyla sizi tanıştıralım istedik.
Esra AÇIKGÖZ
Gizemli Uygarlıkların Mirası
GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU
Peru
Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten
silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu
görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş tapınaklarının
üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler.
Timur ÖZKAN
O
rta ve Güney Amerika, tarihte
üç büyük uygarlığa ev
sahipliği yapmış, Aztekler
Meksika’da, Mayalar
Guatemala ve Belize’de, İnkalar ise
bugünkü Bolivya, Peru, Ekvator ile
Arjantin ve Şili’nin bir kısmında
yaşamışlar. 12 ve 16. yüzyıllar arasında
egemen olan İnkalar kendilerinden önce
uygarlık kuran Nazca ve de Titikaka
yerlilerinin mirasçıları olarak kabul
ediliyorlar. Yazıyı bilmedikleri için yazılı
tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden
sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı
hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden
çok fazla. İspanyollar bu görkemli
uygarlığın izlerini silerken dinlerini
değiştirmişler, kutsal güneş
1 2
Kralların Kenti: Lima
doğru büyüyerek önce San Isidro, sonra
okyanus kıyısındaki Miraflores ve daha
sonra da Barranco’yla birleşmiş.
Gelişmekte olan diğer ülkelerin metropol
kentleri gibi zengin ve yoksul kesimleri
arasında büyük uçurumlar bulunan kent
ahalisinin çoğunluğunu, İspanyol-yerli
melezi Mestizolar oluşturuyor.
Yaklaşık 30 milyonluk ülkenin başkenti
Lima, 8 milyon civarında nüfusuyla
büyük bir metropol. Lima önce Rimac
Irmağı kıyısında kurulmuş ve adını;
buradaki eski kentin yerel Keçua dilinde
“vaiz” anlamına gelen Rimac şeklindeki
söylenişini yanlışlıkla Limac olarak
anlayan İspanyollardan almış. Kendine
turistik bir unvan olarak “Krallar Kenti”ni
seçen Lima zamanla Pasifik Okyanusu’na
Lima’nın gezilecek yerleri daha çok eski
kentte yer alıyor, burada iyi korunmuş
tarihi meydanlar ve dar sokaklardaki
kolonyal mimarinin güzel örnekleri
görülüyor. 1991 yılında UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen
Lima’nın tarihi kent merkezinin en güzel
meydanları Plaza San Martin ve Plaza
Mayor. Eski kentin merkezi ve son derece
iyi korunmuş bir meydan olan Plaza
tapınaklarının üzerine kiliseler inşa
etmişler ve kıymetli hazinelerini
İspanya’ya götürmüşler. Bu arada
başkentlerini de değiştirmişler. Bugünkü
Peru’nun başkenti Lima böylece
kurulmuş.
MESA VE YAŞAM
Gizemli
Uygarlıkların Mirası
Peru
Timur ÖZKAN
S.12
Tatil bitti dedik ama bu yeni tatil planı yapmak için elbette engel değil. Hatta şimdiden
yaparsanız, çok daha uygun olur. İşte size bizden bir öneri. Timur Özkan, gizemli uygarlıkların
mirası olan Peru’yu yazmış. Machu Pichu’yu görebilme fikri bile insanı heyecanlandırmaya
yetmiyor mu? O zaman yanına bir de sınır kenti Puno’yu verelim. Zaten fotoğraflara bakınca,
içiniz gidecek! Bizim içimiz de aklımız da gitti çünkü!
KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 4
really adds flavor to this piece is
the person depicted in the
portrait: The bureaucrat,
politician, researcher, historian,
humorist, and short story writer
Cahit Kayra. After reading the
article you will evidently go
looking for Kayra’s books.
“UNESCO’s ‘List of Living
Human Treasures’
Our hearts once more in
autumn
The holidays are over, the
pitchers of cold water no longer
in the fridge, the weather has
cooled down, schools have
opened, everything has settled
back into its old routine, hasn’t
it? No way! What do you
mean, “routine”?! We still have
a beautiful autumn ahead of us:
Now that we are all rested and
refreshed, we will be able to
enjoy every shade of yellow
around us. Walk among the
leaves on the ground and listen
to their sound. Just remember
the cozy warmth you feel when
you throw on a cardigan in the
evening; and right afterward,
picture yourself sipping a
delicious cup of strong tea
without the burning sensation.
Imagine that you are at a
concert in the open air under a
light breeze. Remember the
feeling of coming out at night
from a movie theater you
entered in bright daylight. And
again, imagine how happy it
feels to take your sweetheart by
the hand for a nice stroll along
the breezy Bosphorus, followed
by a cup of Turkish coffee.
Well? Have you done it all?
Okay, then do you still think
autumn is a bad season? So, let
us welcome autumn and may it
bring a peaceful happiness to
all. And of course we’ve added
a few touches of our own to all
this beauty. Now pick up your
magazine and first leaf through
it; if you are outdoors look at
how the pages gently flutter, or
if you are indoors, order
yourself a cup of coffee; we’ll
pay the bill! As long as you start
reading!
The bureaucrat, politician,
researcher, historian, humorist,
and short story writer...
Cahit Kayra
The first article you will read in
this issue is a delectable portrait
by Vecdi Seviğ. Our
compliments to Seviğ, but what
In this issue we have a very
important feature story: Longforgotten professions. If young
people fiddling with their cell
phones or tablets heard about
them, they would probably say
“what the hell is that, is there
even such a thing?” But these
professions are all treasures on
the verge of extinction.
Tileworking, Karagöz masters,
Turkish ‘hat’ calligraphy, makers
of pine flutes, of evil-eye beads,
of hand-painted scarves,
marbling, weaving... They are all
disappearing but, as indicated
by Esra Açıkgöz, “UNESCO’s
‘List of Living Human Treasures’
is there to prevent this. Turkey is
also party to this convention
with 20 names on the list,
though some have long passed
away.” Açıkgöz introduces us to
each of the masters of these rare
professions. Long may
they live.
Taksiyarhis Church... It’s
absolutely delightful, especially
when it gets less crowded; we
promise we won’t be jealous
of those who go!
Books
Right after the Ayvalık pages,
Cem Erciyes has written what
book to take along. One of the
best this year: Deliduman. You
will of course recognize the
author Emrah Serbes from Behzat
Ç. And Erken Kaybedenler. But
his new book is even better.
Serbes has blended the life of an
adolescent with last year’s Gezi
Events, producing a book that
flows very smoothly yet engraves
itself in the memory. Though it’s
possible that you’ve already read
it, since it is one of the bestsellers
in this article, you need not
worry, we have two more books
to recommend. They’re both first
books but great ones
nevertheless. Hayalname by
Harun Candan and Bil ki Hayat
Virane by Ilyas Barut. The choice
is yours.
Peru
We said vacation was over but
of course this does not prevent
us from making new vacation
plans. In fact, it’s better if you
start planning in advance.
Here’s a suggestion: Timur
Özkan has written about Peru;
a legacy of mysterious
civilizations. Isn’t the mere idea
of seeing Machu Picchu exciting
enough? Then let’s add the
border city of Puno to that. In
any case, once you look at the
photos, you’ll wish you were
already there! Because that’s
exactly what happened to us!
Here’s our suggestion:
Ayvalık!
However, we’re not so
inconsiderate as to not
recommend a place to those
who cannot go to faraway
lands. Here’s our suggestion:
Ayvalık! The narrow streets,
the stone pavement, the old
Greek houses, the Şeytan (or
“Devil’s”) Hill, the Yalnız
Island, Kerbela and Tokmaklar,
the red corals, Taş Kahve, the
Grapes
“What is a cluster of grapes in
terms of its sight,
nourishment, and flavor; have
you ever given it a thought?
Had humanity not discovered
wheat and grapes, civilization
would not have begun. The
grape is the supreme king
among fruits; just as the lion is
the king of beasts...” writes
Refik Halit Karay. So, Gökhan
Akçura pursued this idea and
wrote us all about grapes,
which you will feel like you
are tasting as you read.
“Bird Paradise”
During the beautiful autumn
days, all that denizens of
Ankara need to do to make
their weekend even nicer is read
Timur Özkan’s article. What
say you to learning about
wildlife? In other words, how
about beginning with the “Bird
Paradise” Nallıhan Kuş Cenneti.
The ideal season for birdwatching here is between April
and July, says the author; but
that’s ok, nature is nature.
Watching the birds from the
two-story observatory, which
was recently built by the
roadside, as well as taking in the
magnificent view, or capturing
beautiful pictures could make
for quite a weekend!
Nuri Bilge Ceylan
Mesagenda
Of course there’s no way we
could forget to include Nuri
Bilge Ceylan, who on the last
evening of the Cannes Film
Festival had us all waiting with
bated breath, breaking out in a
cold sweat, and finally leaping
with joy. After Yılmaz Güney,
Nuri Bilge Ceylan won the
Palme d’Or at the 2014 Cannes
Film Festival. Olkan Özyurt has
penned Ceylan’s beautiful and
solitary adventure in film. You
will see that you have before
you a man who owes his
success in film to his life
choices. And what’s left for us
to do is to bow respectfully
before him.
Of course this is not the only
activity available. Mesagenda is
abounding with events. For
example, the wonderful Buena
Vista Social Club will be at
Congresium Ankara on
October 23 and at Black Box
Istanbul on October 24. Let us
remind you that this is a
farewell tour. The Akbank Jazz
Festival, Istanbul Filmekimi, the
Istanbul Book Fair, Cafe
Aman’s Izmir concert, Lady
Gaga’s concert, the Miro
exhibition… We’ve done our
part and now it’s up to you to
go and enjoy yourselves.
Have a fun and peaceful
autumn
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 3
TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER
Tutkunun Götürdüğü Yer
Ayvalık
Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri,
size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem,
yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem,
çağırır Ayvalık kıyıları.
Serdar KIZIK
M
aviye tutkunum ama denize
bir başka. Öyle düz kıyıları,
uzayıp giden plajları değil,
dantel kıvrımlarının
gizeminde saklanan koyları, vadilerin
kucağına sığınan suları severim mavide.
Sürpriz karşılaşmaları....
Önünüze serilmiş çırılçıplak bir güzelliğin
etkisi elbet önemlidir, ama ya onu adım
adım keşfetmenin cazibesi?
Farklı dönemeçlerde, seyirlerde şaşkınlığa
sürüklendiğiniz, karşılaştığınız,
keşfettiğiniz güzelliklerin anlamı?
Kuzey Ege'de sarılıp sarmalaştığım iki
coğrafya, benim için özeldir bundan ötürü.
Önce Ayvalık, diğeri Bademli...
Bazı coğrafyalar ortak çağrışımlar yaratır.
Yine de aynı coğrafyanın adamına göre
etkisi farklıdır. Güzellik çekicidir, evet ya
onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size
seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç
sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık
olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık
kıyıları. Giderim... Acımı, hüznümü
kucaklar, sarar sarmalar, farklı bir terapi.
Şeytan Tepesi'nin ufkunda adaları
seyreylerim. 24'ünden en çok Yalnız Ada,
Kerbela ve Tokmaklar'a dalmışlığım vardır,
kırmızı mercanları hayran hayran
izlemişliğim, tavsiye ederim...
Şeytan Sofrası, Ayvalık
MESA VE YAŞAM 1 7
Tutkunun
Götürdüğü Yer
Ayvalık
Serdar KIZIK
S.17
ANKARA’NIN KUŞ CENNETİ
Ankara’nın
Kuş Cenneti...
Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan - Temmuz
arasıdır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve gözlem evinden kuşları
izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek, herkes için mutlaka
yaşanması gereken unutulmaz bir deneyimdir.
Timur ÖZKAN
A
nkara’dan Beypazarı, Nallıhan
yönünde yolculuk yapanları
Beypazarı’na yaklaşırken
karşılayan ilginç jeolojik
oluşumlar, Çayırhan’dan sonra olağanüstü
bir görselliğe dönüşür. Hiç kimsenin
kayıtsız kalamayacağı, arabasını
durdurup seyretmeden geçemeyeceği bu
görsellik Kız Tepesi olarak adlandırılan
olağanüstü bir coğrafik yapı ile önündeki
sulak alanın kusursuz düetidir.
Ankara’nın Kuş Cenneti’ne de ev sahipliği
yapan bu sulak alan, mevsimine göre
mavi veya yeşil bir renge bürünürken Kız
Tepesi her mevsim, yeşil, kırmızı
kahverengi, sarı renkli katmanlarıyla ve
bunların sudaki yansımalarıyla görenleri
büyüler.
İç Anadolu Bölgesi’nin en önemli yaban
hayatı koruma alanlarından biri kabul
edilen bu sulak alan Nallıhan’a bağlı
3 0
Çayırhan’ın Davutoğlan köyünde,
Sakarya’nın kollarından Aladağ Çayı’nın
havzasında yer almaktadır. Bazı
kaynaklara göre 200 bazılarına göre 425
hektar genişliğindeki alan 1994 yılında
koruma altına alınarak “yaban hayatı
geliştirme sahası” ilan edilmiştir.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan
gelen göçmen kuşların bahar ve güz
mevsimlerinde konakladıkları sulak
alanın sürekli yaşayan sakinleri de az
değildir. Sulak çamur düzlüklerle birlikte
ağaçlık, bozkır ve kayalıklardan oluşan
jeolojik yapı, farklı kuş türlerinin beslenip
barınmasına olanak vermektedir.
Sembolü Karaleylek
Sembolü karaleylek olan Nallıhan Davutoğlan Kuş Cenneti’nde geçiş
yapan, kışlayan veya üreyen 168’den
fazla yerli veya göçmen kuş türü
belirlenmiştir. Soyu tehlikede bulunan
bir tür olan karaleylek Davutoğlan Kuş
Cenneti’nde üremektedir. Türkiye’de
yaşayan altı balıkçıl türünden beşi
burada yaşamakta ve bunların da üçü
burada üremektedir. Bir yıl boyunca
Davutoğlan Kuş Cenneti’nde; aralarında
kara çaylak, akkuyruklu kartal,
gökdoğan, kuzgun, kırmızı gagalı ve dar
karpasının da bulunduğu on yırtıcı kuş,
beş baykuş, 35 su kuşu ve 80 ötücü kuş
cinsi görülebilir. 150’si karaleylek olmak
üzere Haziran’daki leylek nüfusu 3 bin,
kış aylarındaki angıtların sayısı ise 3 bin
civarındadır. Yaz ve kış aylarında suyu
azalan, ilkbaharda artan havzada,
balıkçıl çeşitleri (akbalıkçıl, gece
balıkçılı, gri balıkçıl) başta olmak üzere
küçük akbaba, bıyıklı doğan, kara
çaylak ve gökdoğan kuşları kuluçkaya
yatmaktadırlar.
MESA VE YAŞAM
Ankara’nın
Kuş Cenneti
Timur ÖZKAN
S.30
Amma velakin, çok uzaklara gidemeyeceklere bir öneri
sunmayacak kadar da düşüncesiz değiliz. İşte önerimiz;
Ayvalık! Dar sokaklar, taş kaldırımlar, eski Rum evleri,
Şeytan Tepesi, Yalnız Ada, Kerbela ve Tokmaklar, kırmızı
mercanlar, Taş Kahve, Taksiyarhis Kilisesi… Hele iyice
tenhalaştığında tadından yenmez, söz gideni
kıskanmayacağız!
Yanınıza alacağınız kitabı da hemen akabinde Cem Erciyes
yazmış. Bu senenin en iyilerinden Deliduman. Yazarı Emrah
Serbes’i Behzat Ç. ce Erken Kaybedenler kitaplarından
tanıyorsunuz elbette. Ama bu kitabı daha da iyi. Bir ergenin
hayatı, geçen yıla damgasını vuran Gezi Olaylarıyla
birleştirmiş Serbes ve su gibi okunan, ama hafızaya da
kazınan bir kitap çıkarmış ortaya. Bu yazın en çok
satanlarından olduğu için velev ki bu kitabı okudunuz,
üzülmeyin, iki kitap önerimiz daha var. İkisi de ilk kitap
ama sıkı ilk kitaplar. Harun Candan’ın Hayalname’si ve İlyas
Barut’tun Bil ki Hayat Virâne’si. Seçim artık sizin.
Cannes Film Festivali’nin son gecesinden hepimizin
yüreklerini ağzına getirmiş, beklerken kurdeşen döktürmüş
ve sonuçta sevinçten havalara fırlamamıza sebep olmuş Nuri
Bilge Ceylan’ı da unutamazdık elbette. 2014 Cannes Film
Festivali'nde Yılmaz Güney’den sonra Altın Palmiye’yi
kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın güzel ve yalnız sinema
yolculuğunu Olkan Özyurt yazmış. Görüyoruz ki,
filmlerindeki başarısı, hayatındaki seçimlerden gelen bir
adam var karşımızda. Bize de önümüzü ilikleyip okumak
kalıyor elbet.
ÜZÜM
“Üzüm meyvaların
buğdayıdır”
“Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ?
Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi.
Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi…”
Refik Halit Karay
Gökhan AKÇURA
Ü
zümün tarihin derinliklerine
gelen bir meyva olduğu kesin.
Örneğin İsa’dan 3 bin yıl
kadar öncesine tarihlenen
Mısır hiyerogliflerinde üzüm ve şarap
üretimine dair ayrıntılı bilgiler bulunuyor.
Kutsal Kitap’da da Nuh’un üzüm
bağlarından bahsedilir. Anadolu
tarihinde ise Hititlerden bu yana üzümün
kutsanmadığı bir uygarlık
olmamıştır. Hatta bazı
arkeolojik bulgulardan
hareket edersek,
üzümün vatanının
Anadolu olduğu bile
söylenebilir. Çünkü bu
bulgular İ.Ö. 40003500 yıllarına kadar
uzanmaktadır.
Şarap tanrısı
Dionysos’un da bu
topraklarda
yeşermesine
şaşmamalı.
Evliya Çelebi sadece üzümlerin adlarını
ve nerede yetiştiklerini söylemekle
kalmaz, küçük küçük bilgiler de verir
bize. Örneğin Tavşanlı’da “deve yükü
üzüm kurusunun getirilip pekmez
yapıldığı”nı öğreniriz. Urla’daki asmaları
anlatışı ise bir rüya tasviri gibidir:
“Çarşının ortasında bir üzüm asması var
ki, iki adam ancak kucaklayabilir. Dalları
bütün çarşıyı kaplamıştır. Yüzlerce salkım
üzümü yol üzerine sarkar. Her bağ sahibi
bu asmaya yeni aşı yaparak üzerinde
çeşitli üzümler hasıl olmuştur. (…) Piri
Beşe’nin 120 yaşındaki pederi ‘ben 120
senedir bu ağacı böyle bilirim, babam da
120 sene yaşamış olup, o da bu ağacı
böyle bildiğini söylerdi” dedi.
Osmanlı
döneminde
üzümün
imparatorluğun
dört bir
yanında
sersebil
yetiştirildiğinin
en büyük tanığı
Evliya Çelebi.
Seyahatnâme’sinde
Balkanlar’dan
Arabistan’a kadar
yüzlerce şehirde üretilen
üzümlerden söz eder. Adlarını sıralarsak
karşımıza çıkacak çeşitlilik gözlerimizi
yaşartır: Ağırbinik üzümü, alaca üzüm,
aveng üzümü, Cem üzümü, dölderesi
üzümü, dürbili üzümü, engür şiresi,
Frenk üzümü, füruşka üzümü,
Halilülrahman üzümü, ham üzüm,
Hanya üzümü, hora üzümü, Hüsami
üzümü, keşmekeş üzümü, kıradına
2 6
Hoca Ali Rıza’nın çizgileriyle
bir üzüm salkımı
MESA VE YAŞAM
“Üzüm
meyvaların
buğdayıdır”
Gökhan AKÇURA
S.26
“Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç
düşündünüz mü ? Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi
medeniyete giremezdi. Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan
hayvanların padişahı olduğu gibi…” demiş Refik Halit Karay. Bunun
peşine düşen Gökhan Akçura da bize üzümle ilgili her şeyi,
yerken hissettiğiniz lezzette yazmış.
Ankaralılar’ın güzel güz günlerinde haftasonunu daha da
güzelleştirmek için Timur Özkan’ın yazısına bakmak yeterli.
Yaban hayatını tanımaya, yanı başımızdaki Nallıhan Kuş
Cenneti’nden başlamaya ne dersiniz? Nallıhan Kuş Cennet’inde
kuş gözlemek için ideal sezon Nisan – Temmuz arasıdır diyor
yazar ama olsun, doğa doğadır. Yol kenarında yeni yapılan iki
katlı ziyaretçi ve Gözlemevi’nden kuşları izlemek kadar karşıdaki
muhteşem manzarayı seyretmek ya da nefis fotoğraflar çekmek,
hiç de yabana atılacak bir haftasonu etkinliği sayılmaz!
Elbette bir tek etkinlik bu değil. Mesajanda’da yok yok. Mesela
şahane Buena Vista Social Club 23 Ekim’de Congresium
Ankara’da, 24 Ekim’de ise İstanbul Black Box’da. Hatırlatalım, bu
veda turnesi. Akbank Caz Festivali, İstanbul Filmekimi, İstanbul
Kitap Fuarı, Cafe Aman’ın İzmir konseri, Lady Gaga’nın konseri,
Miro’nun sergisi… Yazması bizden, gitmesi ve eğlenmesi sizden.
Eğlenceli ve huzurlu bir güz olsun.
üzümü, Kudsi üzümü, kumla üzümü, kuş
üzümü, melikî üzümü, misket üzümü,
Namık üzümü, razaki üzümü, sarı ve yeşil
ve kırmızı kış üzümü, Semendire üzümü,
Sirgi üzümü, siyah üzüm, Şam üzümü, ter
gömlek üzümü, Urla’nın çarsû üzümü,
tilki kuyruğu üzümü, yaban üzümü,
yediveren üzümü, zeynî üzümü.
MESAJANDA
MesAjanda
21 tırla
Lady Gaga şov
16 EYLÜL
İlk kez 16 Eylül’deki konseriyle
Türkiyeli izleyiciyle buluşacak olan
Lady Gaga, “Lady Gaga’s artRAVE:
the ARTPOP Ball” turnesi
kapsamında İstanbul’da İTÜ
Stadyumu’nda olacak. 21 tırla
İstanbul’a gelecek olan sanatçı,
performansını 14 dansçı ve 5 grup
üyesi ile birlikte sergileyecek.
Biletix: 0216 556 98 00
26-28 EYLÜL
Uluslararası bir sanat fuarı
İstanbul'un yeni çağdaş sanat fuarı
ArtInternational ikinci yılında, 26-28
Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre
Merkezi'nde gerçekleşecek.
Amerika'dan Çin'e, Suudi
Arabistan'dan Finlandiya'ya,
24 ülkeden 80 seçkin galeriyi bir araya
getirecek fuar, “İnisiyatifler”
bölümünde ise Türkiye'nin en yenilikçi
ve alternatif sanat kurumlarının en yeni
çalışmalarını izleme fırsatı sunacak.
ArtInternational ayrıca,
Spot tarafından düzenlenecek “Konuşma Programı”, Başak Şenova'nın
küratörlüğünde hazırlanan “Video Sanatı” bölümü, sürpriz enstalasyonlar ve
performanslardan oluşan programıyla da çağdaş sanat dünyasındaki son
gelişmeleri takip etmek açısından önemli. Tel: 0212 311 11 11
Bir Ayrılık Şarkısı:
Mübadele
16 EYLÜL
Mübadelenin 90. yılında iki yakanın
unutulmaz şarkıları, Anadolu ve Rumeli
ezgileri, 16 Eylül’de saat 21.00’de İzmir
Fuar Açıkhava Tiyatrosu'nda bir araya
geliyor. İlk kez İzmir’e konuk olacak
Cafe Aman İstanbul konserde; İzmir
rembetikoları, Girit ezgileri, TrabzonKaradeniz şarkıları, Selanik-Rumeli
ezgilerini özgün dönem dansları eşliğinde
sahneye taşıyacak.
Biletix: 0216 556 98 00
Cazlı sonbahar
23 EKİM-2 KASIM
Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden Akbank Caz Festivali bu yıl
23 Ekim - 2 Kasım tarihleri arasında İstanbul’u cazın farklı renkleriyle
kucaklayacak. 24. kez düzenlenen festivalin öne çıkan isimleri arasında Jamie
Cullum, Christian McBride Trio ve Kenny Barron & Dave Holland yer alıyor. Caz,
pop ve rock’ı özgün bir yaklaşımla buluşturan Jamie Cullum, 30 Ekim’de saat
20.30’da Zorlu Center’da konser verecek.
Kontrbasın günümüzdeki en önemli
temsilcilerinden Grammy ödüllü
Christian McBride 24 Ekim’de saat
20.30’da Cemal Reşit Rey Konser
Salonu’nda piyanist Christian Sands ve
Grammy ödüllü davul sanatçısı Ulysees
Owens Jr ile birlikte caz tutkunlarıyla
buluşacak. Dizzy Gillespie ve Miles
Davis gibi caz efsaneleri tarafından
keşfedilen piyanist Kenny Barron ve
kontrbascı Dave Holland ise 31 Ekim’de
saat 21.00’de Zorlu Center’da
dinleyicileriyle bir araya gelecek. Biletix:
0216 556 98 00
3 2
Başka türlü
bir trompetçi
24 EKİM
Lübnan asıllı Fransız trompetçi İbrahim
Maalouf, 24 Ekim'de saat 20.30’da
Ankara MEB Şura Salonu'nda olacak.
Geleneksel üç sübaplı trompet yerine
babası Nassim Maalouf'un 1960'larda
icat ettiği dört sübaplı trompeti çalan
Maalouf, Sting, Vanessa Paradis, Vincent
Delerm gibi pek çok isme albümlerinde
eşlik etti. Yazar Amin Maalouf'un da
yeğeni olan müzisyen, son albümüyle
aynı adı taşıyan "Illusions" projesiyle
karşımızda olacak.
Biletix: 0216 556 98 00
MESA VE YAŞAM
MesAjanda
Esra AÇIKGÖZ
S.32
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 4
CAHİT KAYRA
Bürokrat, Siyasetçi, Araştırmacı,
Tarihçi, Mizah Yazarı, Öykücü…
Cahit Kayra
Cahit Kayra’yı “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı” elli yaşlarının
başında tanıdım, saygı duydum. Yıllar bu saygıyı hayranlığa dönüştürdü.
Çalışma disiplini ve heyecanı örnek alınması gereken yanlarından sadece ikisi.
Vecdi SEVİĞ
“
İ
deal bir sekreter olan” Sevim Hanım
kapıda karşılamıştı. Odaya girdik,
kıdemli Kurul üyesi Nazif Oker,
“Yeni gençlerimiz…” dedi. Teker
teker önünden geçip elini sıktık, masanın
çevresinde gösterdiği yerlere oturduk.
1971 yılı Kasım ayının ortalarıydı.
Odanın ışıkları loş, mobilyalar cevizdi.
Biraz sonra pos bıyıklı Bayram
Efendi’nin getirdiği çayları yudumlarken
karşımızdaki 50 yaşlarında gözlüklü,
güngörmüş bürokratın bize yönettiği
sorularını yanıtlıyorduk.
Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanı’nın
odasında ne kadar süre kaldık tam
anımsamıyorum. Odadan çıktığımızda
Başkan’dan etkilendiğimiz açıktı.
Okulumuzu bitirdikten sonra birkaçımız
onun ününü duyduğumuz için kalıcı bir
seçim olarak burada işe başlamıştık,
kimilerimiz de girecekleri sınava hazırlık
yeri olarak seçmişlerdi Tetkik Kurulu’nu.
Kendi anlatımıyla, “bürokratlığının en
mutlu dört yılını yaşadığı Maliye Tetkik
Kurulu’nun” Başkanı Cahit Kayra’nın elini
ilk sıktığım gün böylesine uzun soluklu
hayranlığa ilk adımı attığımın bilincinde
değildim. Hakkında bildiklerimiz, saygın
bürokratlığı, öğreticiliği, esnek çalışma
anlayışı, araştırmacılığı ve tabii Mülkiye
mezunu oluşu idi. Birkaç kez
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
konser salonunda uzaktan görmüş olmak
birkaçımızın unutulmaz anıları arasındaydı.
1972 yılının başlarında Maliye Teftiş
Kurulu’na yeni girmiş okul arkadaşımın
evliliğe adım attığı gün, nikâh memurunun
Cahit Bey’e yönelttiği “Mesleğiniz?”
sorusuna “Memur” diye yanıt vermesine
çok şaşırmıştım. Sonraki yıllarda “Ben
maliyeciyim” diye başladığı cümlesini
“maliyeden anlamam, bütçeden anlamam,
vergiden anlamam…” diye tamamlaması
yazılara konu olacak türdendi.
İleriki yıllarda, Kadıköy’de Söğütlüçeşme
Caddesi’ni, Karadut ve Vişne
Sokaklarının kestiği bölgede dört katlı
pembe taştan yapılmış evde 11 Mart
1917’de sabah saatlerinde ebe Münevver
Hanım’ın yardımlarıyla bu dünyaya ilk
adımını attığını okuyarak öğrenecektim.
1859’da İstanbul’da kurulan Mekteb-i
Mülkiye’ye Ablası Mediha’nın
zorlamasıyla 1934 yılında katıldığı sınavda
dördüncü gelerek girmişti. “Yıldız’ın tatlı
ve romantik rüzgârlar esen türlü renklerle
çevrili doğasında” Yıldız Sarayı Yaveran
Dairesi’nde başlayan eğitimini, Ankara’da
“sarı, çorak ve ruhsuz bir sahranın
ortasında, gerçek dışı resimlerdeki gibi tek
4
MESA VE YAŞAM
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 5
başına ve sert çizgilerle dikilmiş yeni,
modern bir yapıda” tamamladı. 6 Kasım
1936’da Haydarpaşa Garı’ndan kalkan
tren, okulun tüm öğrencilerini Ankara
Cebeci’de Avusturyalı Mimar Ernst
Egli’nin imzasını taşıyan binada eğitime
götürüyordu. Kayra’nın yaşamındaki
önemli merkezden biri olan Ankara’daki
günler başlamıştı.
Okulunu tamamladığında kendi
ifadesiyle, “güçlü bir cahil” olarak Maliye
Bakanlığı’nda önce memur, sonra Maliye
Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladı.
“Yetişmesinde devletçilik ve milliyetçilik”
çok büyük rol oynamış, solu öğrenmek
için kırk yaşını geçmesi gerekmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık yıllarında
Maliye Müfettişi olarak Anadolu’nun
birçok kentinde denetimler yaptı. Görevli
bulunduğu Trabzon’dan İstanbul’a
giderken, fasulye, pirinç, nohut gibi gıda
maddelerini kendisi gibi Maliye Müfettişi
olan okul arkadaşı Memduh Aytür’ün
annesi Azize Hanım’a götürdü. Oysa gıda
maddelerinin kent dışına çıkarılması
yasaktı. Kayra bu olayı, hayatında
bilmeden yasalara karşı gelişinin anısı
olarak belleğinden hiç çıkartmadı,
anlattı, yazdı.
Yıllar sonra Moda’da evinde konuşurken,
bu olayı anımsattığımda Kayra’dan
aldığım yanıt toplumsal değişimimizin
yönünü de özetler nitelikteydi: “Bizim
kafamızda, birkaç kilo hububatın kent
değiştirmesi büyük suçtu. Bugün akıl
almaz şeyler var, görevi kötüye kullanma
anlamında. Toplum, o kadar titiz değil,
ilişkilere tepkisiz kalıyor.”
Piyanosunun başında Chopin
Impromoptlu’leri çalan Gönül Çanga ile
tanıştığında Demokrat Parti iktidara yeni
gelmişti. Cahit Bey’in sanat yoğun
“Gönül”lü günleri başlıyordu. Gönül
Hanım, piyanosuna ilgisini evde icra
ederek, konser salonlarında dinleyerek
sürdürecekti. Moda, Atifet Sokak’taki
evinden son yolculuğuna uğurlandığında
vasiyetine uyularak, Cenevre’deki Yaeger
Mağazası’ndan 1960’ların başında Piyanist
Ömer Refik Yaltkaya’nın yol
göstericiliğiyle alınan piyano da Ayvalık
Kültür ve Sanat Vakfı’na gönderilecekti.
Gönül Hanım’ın “küçük yaşlardan beri
tanıdığı” İdil Biret, Ayvalık’ta bu
piyanonun başında genç sanatçılarla
birlikte çalışmalar yürütüyor.
Cahit Bey, Gönül Hanım ile evlendiğinde
müfettişlik yıllarını geride bırakmıştı.
Maliye Bakanlığı Gelirler Genel
Müdürlüğü’nde sabit göreve gelmiş,
evine, konserlere, tiyatrolara daha fazla
zaman ayırmaya başlamıştı.
Cüneyt Gökçer, Macide Tanır, Mahir
Canova, Muazzez Kurtoğlu, Yıldız Kenter
ve daha niceleri genç evlilerin gittikleri
mekânlardan ortak tanıdıklar arasına
katılmışlardı. Bu mekânlardan biri
Ankara, Mithatpaşa Caddesi 25
numaradaki Helikon Derneği Sanat
Galerisi idi. Derneğin kurucu üyesi
Bülent Ecevit, eşi Rahşan Hanım ile
birçok akşamını burada geçiriyordu.
Bürokrasinin en üst
kademelerinde çalıştığı
günlerde nikâh masasında
tanıklık yaparken,
mesleği sorulduğunda,
“memur” karşılığını
verebilen, Bakanlık
görevi sona erince evine
yürüyerek dönen ve
“Yaşam kitabından bir
bölümü daha kapattık”
diyebilen Kayra’nın her
kitabı okurlarına yeni bir
ufuk açıyor.
O tarihlerde, kendi anlatımıyla, “kültür
kitaplarına yeterince ilgili göstermeyen”
Cahit Kayra, yine de Melih Cevdet’in,
Metin Eloğlu’nun Cahit Külebi’nin
dizelerinden uzak kalmıyordu. Cemal
Süreyya Seber, Maliye Bakanlığı
binasının kapısından henüz girebilmiş,
zemin katta sol koridor ucundaki Maliye
Teftiş Kurulu odalarından birinde
katıldığı müfettişlik sınavını kazanmıştı.
Süreyya’nın bir “y”si gittikten, Seber
soyadı sadece resmi yazışmalarda
görülmeye başladıktan sonra Tetkik
Kurulu’nda birlikte çalışma yılları ve
ardından Kadıköy’de perçinleşen yoğun
ilişkiler dönemi başlayacaktı. Kayra, artık
Cemal Süreya’nın adıyla anılan sokaktaki
evin kiralanmasında şairin kefili olacaktı.
Evlilik ve sanat çevreleriyle gelişen
ilişkilerin sürdüğü 1952 yılında dönemin
Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın
talimatıyla Bağdat’a gitti. Görevi, Musul
petrollerinden Türkiye’nin alacağı paya
ilişkin 1932 yılında yapılan anlaşmanın
uygulama biçimi hakkında görüşmelerde
bulunmaktı. Bu görevin getirdiği bilgi
birikimi “Yakın Doğu ve Irak Petrolleri”
kitabının yayımını sağladı. Paris’te OECD
Daimi Temsilciliği döneminde, örgüt üyesi
ülkelerden bir bölümünün temsilcilerinin
çağrıldığı, petrol konulu gizli toplantıların
katılımcısı oldu. O günlerde yolu Paris’e
düşen gazeteci Müşerref Hekimoğlu’nun
“OECD’deki Türk Heyeti ve Heyet Başkanı
petrol kokuyor” diye yazması 1974 yılında
kurulacak hükümetin Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı’nın kim olacağının ilk
işareti gibiydi.
OECD Heyet Başkanlığı’na giden yoldaki
uluslararası deneyimler Bağdat
görüşmeleri ile sınırlı değildi. Okul
arkadaşı Hayrettin Erkmen, Kayra’yı 40’lı
yaşların başında, günümüz Dış Ticaret
Müsteşarlığı makamına karşılık gelen Dış
Ticaret Dairesi Başkanlığı görevine getirdi.
27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından Bakan,
yargılanmak üzere Yassıada’ya; Daire
Başkanı da görevli olarak Cenevre’ye
gidecekti. Cenevre’de günümüzdeki Dünya
Ticaret Örgütü’nün o dönemdeki karşılığı
olan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret
Anlaşması, GATT’ın sekretaryası vardı.
Türkiye de bu çalışmanın içinde ekip
oluşturacaktı. Kayra, “sürgün” olarak
gördüğü görevi üstlendi.
Bu yurtdışı görevi, Türkiye’ye çok önemli
bir kanun kazandırdı: 474 Sayılı Gümrük
Tarifeleri Kanunu. 14 Mayıs 1964’te
TBMM’de kabul edilen kanun, halen
yürürlükte ve Türkiye’nin dış ticaretine
konu bütün ürünler bu kanuna göre
gümrük kapılarında işlem görüyor.
Kanunun hazırlanması ve Meclis’te
MESA VE YAŞAM 5
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 6
CAHİT KAYRA
kabulü sırasında Başbakan olan İsmet
İnönü, 1971 yılında Genel Sekreteri
Bülent Ecevit’in evinde, kanun
çalışmaları sırasındaki görüşmeleri
anımsatarak Kayra’ya, “Sen o değil
misin?” diye soracak, ardından da
ekonomik durum hakkında bilgi alacaktı.
1964 yılı Mayıs ayında, Türkiye’nin
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü’nün Paris’teki merkezine temsilci
olarak atanınca, kıdemli arkadaşları bile,
“Demokrat Parti ve Adalet Partisi
iktidarına yakın olarak bilinen”
nitelemesinde bulunacaklardı.
Türkiye’nin dış borçlarının ertelenmesi
ve yeni kaynak bulunması çabalarının
yoğun olduğu Paris yılları 1967’de Maliye
Tetkik Kurulu’na dönüşle tamamlandı.
12 Mart 1971 darbesi ardından kurulan
hükümetler döneminde, Kayra’nın
Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu
Başkanlığı görevine paralel bir uğraşısı
daha başlıyordu; siyaset. 1972
sonbaharında Maliye Bakanlığı’ndan
emekli oldu, Cumhuriyet Halk Partisi’ni
temsilen Türkiye İş Bankası Yönetim
Kurulu üyeliği görevine başladı. Banka
genel müdürlüğü Ankara Ulus’ta olduğu
için, memuriyet alışkanlıkları ve yaşam
biçiminde kayda değer değişiklik
olmamıştı.
14 Ekim 1973 sabahı CHP Ankara
Milletvekili idi. 26 Ocak 1974’te Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Her zaman
“tarihsel yanılgı” olarak gördüğü Ecevit
liderliğinde CHP ile Necmettin
Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin
oluşturduğu koalisyon hükümetinde
görev almama direncini Rahşan Ecevit
kırdı. İlk Bakanlar Kurulu toplantısının
ardından İdil Biret konserinden eve
dönerken, bakanlıkta görev yapacağı
dönemde “belki ilk ve son kez bu işe
giriştiği için mutlu olduğunu
düşündüğünü” 1995 yılında 1938 Kuşağı
kitabında yazılı olarak “itiraf etti”.
Eski arkadaşları ve gençlerden kurulu
yakın bir çalışma ekibi oluşturduğu
bakanlık, o tarihlerde Türkiye’nin en
önemli yatırımcı birimlerini bünyesinde
toplamıştı. Orta Anadolu Rafinerisi’nin
kuruluşuna uzanan çalışmaları başlattı,
Keban Barajı’nın açılışını yaparken,
koalisyon ortaklarının nasıl birbirine zıt
iki dünyanın insanları olduğunu gördü.
20 Temmuz 1974’te Türk askerlerinin
Kıbrıs çıkartmasının heyecanının
ardından koalisyon krizi istifayla
sonuçlandı. Yeni bakan, arkadaşı Erhan
Işıl’a görevi teslim etti. Bakanlıklar
semtinde, bugün Yargıtay Başkanlığı
olarak kullanılan binanın kapısından
çıktı, sağa döndü ve yaklaşık bir
6
MESA VE YAŞAM
Güngör Uras, onun “büyük
birikimi ve derin kültürü, en
ciddi konuları tatlı tatlı
anlatma yeteneği” olduğunu
anımsatır. Tarihçi Prof. Dr.
İlber Ortaylı, Kayra için,
“ölçülü ve titiz bir tarih yazarı”
olarak nitelemesini yapar.
O ise, yaptıklarını fazla
önemsemez ifadeyi tercih eder:
“Yazmak içimden geliyor, bu
bir tür üretme isteğidir.”
kilometre uzakta, Şimşek Sokağındaki
evine yürüyerek gitti, Gönül Hanım’ın
demlediği bergamotlu çayını yudumladı
ve “Yaşam kitabından bir bölümü daha
kapattık” dedi. Tarih 18 Kasım 1974.
Asıl bölüm kapatma, 12 Eylül 1980
darbesinden sonra gerçekleşecekti.
Siyaset günleri yerini, sanat edebiyat,
yazarlık günlerine bırakacaktı. Kayra 65
yaşında yeniden Kadıköy’e dönüyordu,
1982 baharında, İstanbul’a taşındılar.
Dönemin yazarlarıyla Cuma akşam
buluşmalarında en az miktarda alkol
tüketicisi olarak tek kadehle yetinen
Kayra, kitaplarına Yakın Doğu ve Irak
Petrolleri, Türkiye’nin İthalât Politikası,
Türkiye’nin Gerçek Ödemeler Dengesi
gibi adlar koyma dönemini de
kapatmıştı. Zaten, artık bu “eski”
kitaplarının bir bölümünü başarısız
buluyor, bir bölümünden nerede ise
utanıyordu.
Kayra’nın kimi zaman Prof. Dr. İlber
Ortaylı’nın ifadesiyle, “ölçülü ve titiz bir
tarih yazarı” olarak karşımıza çıkacağı,
“berrak hafızalı, geniş bilgili, titiz yazar”
olarak anılma dönemi başlamıştı.
Kadıköy Hatay Meyhanesi’nde, Cemal
Süreya, Mehmet Kemal, Arif Damar, Edip
Cansever, Cihat Burak, Behzat Ay ile
paylaştığı masadan 1983’te
Bodrum Üzerine
Çeşitlemeler kitabı doğdu,
sonra ardı geldi. Romantik
Bir Karga mizah
dünyasında tartışılırken
yeni çalışmalar birbiri izledi.
Kayra soranlara, “Yazmak
içimden geliyor. Bir şeyler
yazmak istiyorum. Bu bir
tür üretmek isteği” diyordu.
Onun için yazmak “doğal”
davranıştı. Milliyet ve
Güneş gazetelerinde
“Trenin son vagonuna asılmış gidiyor”
hissini duyduğu haftalık mizah yazıları
yayımlandı.
Kadıköy’deki cuma akşamı
buluşmalarına çarşamba öğle
yemeklerinde Beşiktaş’ta Turgut’un
yerinde biraya geldiği farklı dostları
eklendi. Sonraki yıllarda Moda’da
Koço’ya taşınan Beşiktaş buluşmaları
rafine mizah ürünü Bilgeler ve Balıklar
öykü kitabını okurlarına kazandırdı.
Kayra’nın Bilgeler ve Balıklar’daki
öykülerle, ilişkisi olmadığını vurguladığı
kişiler listesinde bulunan kültür insanı,
yazar Murat Katoğlu, onu anlatırken
“Cahit Bey yemek yemez, beslenir…”
diye başlar ve sürdürür:
“Onun için bir kayısı az, iki tanesi
fazladır. Bir dilim ekmeği kenarından
kemirdiği, bir tabak patlıcanlı pilavdan
iki çatal aldığı görülmüştür. Eğer
lokantada önüne zorunlu olarak bir
porsiyon köfte konmuşsa, beşte dördünü
sizin tabağınıza aktaracağından emin
olun. İçkiye gelince dayanamaz:
akşamları kadehinin dibindeki tam iki
santimetre viskiyi devirir. İki buçuk
santime çıkmaz…”
İlk 1995’te yayımlanan anılarının yer
aldığı 1938 Kuşağı, 2002’de ikinci
baskısını yaparken Kayra, kitaba,
“Merdivenin Son Basamakları”
bölümünü eklemişti. Bir süre sonra,
Hasan Pulur’un naklettiği ifadeyle
“mutat ve mukaddes” akşam
dolaşmasından eve dönüp eşi Gönül
Hanımı gözü yaşlı, elinde eski telefon
defteriyle bulduğu an, yeni bir kitap
hazırlamasının başlangıcı oldu. Güngör
Uras’ın ifadesiyle, “büyük birikimi ve
derin kültürü, en ciddi konuları tatlı tatlı
anlatma yeteneği” evdeki eski Telefon
Defteri’ni kitaplaştırmıştı:
Kitap piyasaya çıktığında hemen aldım,
sayfaları karıştırırken telefon numaram ve
karşısında “gazeteci” notunu gördüm.
Aradan yıllar geçmiş, Cahit Bey’in
Başkanlığı’nı yaptığı Maliye Tetkik
Kurulu’ndaki “Birinci
Mümeyyiz” unvanım
“gazeteci” olarak değişmişti.
Yıllar, benim Cahit Beye ilk
günden duyduğum saygıyı,
gün geçtikçe büyüyen
hayranlığa dönüştürdü.
Her yeni kitabını, söyleşisini
büyük heyecanla bekliyorum,
yayımlandığında herkese
öneriyorum. Sayıları kırka
yaklaşan kitabıyla çoğumuza
“ne kadar tembelsiniz”
der gibi çalışmalarını
sürdürüyor.
n
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 7
TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ
Türkiye’nin Yaşayan
İnsan Hazineleri
Çam düdüğü, kispet, nazar boncuğu, ebru, dokumacılık, yazmacılık... Türkiye geleneksel el
sanatları açısından zengin ülkelerden biri. Ya da belki de biriydi demek daha doğru, zira artık birer
birer yok oluyorlar. İşte UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi” listesi buna engel olmak
için var. Türkiye de bu sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu listede
20 kişi bulunuyor. Biz de geç olmadan yaşayanların bir kısmıyla sizi tanıştıralım istedik.
Esra AÇIKGÖZ
C
am boncuk, Karagöz ustası,
çini sanatı, ebru, tezhip,
dokumacılık, kispet ve sipsi
yapımcılığı, bağlama, yazma
sanatı, çam düdüğü yapımcılığı... Bir
zamanlar şehir merkezlerindeki küçük
dükkânlarda şehre ruh katan bu
meslekler icra edilirdi. Ancak o
zamanların üzerinden çok geçti. O
dükkânlar çoktan yerini fabrika imalatı,
tek tip, ruhu olmayan ürünler satan süslü
mağazalara bıraktı. Bu meslekler de tek
tük hayatta kalmış ustalarıyla bir bir
elimizden kaymak üzere. Her şeye
rağmen son zanaatkârlar mesleklerini
devam ettirmek için nefeslerini
tüketmeye devam ediyorlar.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu (UNESCO) tarafından 2003'te
kabul edilen “Somut Olmayan Kültürel
Mirasın Korunması Sözleşmesi” işte bu
zanaatkârlara sahip çıkıyor. “Yaşayan İnsan
Hazineleri Listesi”ne girmek için bazı
şartlar var tabi ki: Kişinin ustalığını
10 yıldır icra ediyor olması, sanatını
usta-çırak ilişkisiyle öğrenmesi, bilgi ve
becerisini uygulamadaki üstünlüğü,
konusunda ender bulunan bilgiye sahip
olması, kişi veya grubun yaptığı işe
kendini adamışlığı, sanatının toplumla
buluşmasını sağlayacak yenilikler içermesi,
bilgi ve becerilerini çırağa aktarma becerisi
gibi... Türkiye'nin 2006'da taraf olduğu bu
sözleşme kapsamında Kültür ve Turizm
Bakanlığı 2008'den beri yaşayan insan
hazineleri Türkiye ulusal envanteri
çalışmaları gerçekleştiriyor. Şimdilik
yaşayan insan hazinesi sayısı 20. Ama ne
yazık ki bir kısmı aramızdan ayrıldı bile;
çini ustası Sıtkı Olçar, abdallık geleneğihalk şairi Neşet Ertaş, bağlama yapımcısı
Bekir Tekeli, Karagöz ustası Tacettin Diker.
Ama gelin biz yaşayanlarından birkaçıyla
çok geç olmadan tanışalım...
MESA VE YAŞAM 7
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 8
TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ
Çam Düdüğünü
Bilir misiniz?
Ş
imdi sesi nasıldı pek bilen olmasa
da, çam düdüğü yüzyıllık bir
gelenek. 1933'te Denizli Çameli'nde
doğan Hayri Dev, büyüklerinden
görerek, öğrenerek yapmaya ve çalmaya
başladığı çam düdüğüne sahip çıkıyor.
Karagöz Ustası
1
930'da İstanbul’da dünyaya
gözlerini açıyor Orhan Kurt. İnşaat
mühendisliği eğitimi alıyor.
Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Rumeli
Hisarı, Edirnekapı Surları gibi İstanbul’daki
birçok tarihi yapıyı restore eden ekibin
içinde yer alıyor. Bunların yanında
müzikle, sporla ilgileniyor. Hem de öyle
kıyısından köşesinden değil, Milli Güreş
Hakemliği ve Güreş Antreörlüğü yapıyor!
Ancak ilgi alanları içinde biri var ki, onu
UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri
Listesi”ne Değerleri listesine sokan da o;
Karagöz yapımı ve oynatması. Karagöz
sanatının inceliklerini ve tasvir yapımını
ustası Ragıp Tuğtekin’den öğreniyor. Kendi
anlatımıyla Tuğtekin’e 23 yıl çömezlik
yapıyor. Bakın Karagöz ustası olma
seramonisini nasıl anlatıyor: “Karagözcüler,
üç bilemedin beş yıl eğitim aldıktan sonra
Karagöz komisyonu kurulur ve Karagözcü
adayı perde arkasına geçer. Komisyonun
önünde yapılan bu sınavdan geçebilen
Karagözcü peştamalle kuşandırılır”.
O peştamali kuşandıktan sonra, onlarca
yıldır Karagöz'ü elinden hiç bırakmamış.
Bırakmayacak da. O yıllara sığdırdıklarını
soracak olursanız, öyle çok ki, anlatmakta
zorlanıyor. Ama birini hiç unutmuyor:
1970’lerde Alman Kültür Merkezin’de
Karagöz oynatmak üzere davet edildiğinde,
oyun öncesinde sahneye Haldun Taner
çıkıp Karagöz’ü anlatıyor ustalıkla. Onun
ardından perde açmayı büyük bir gurur
sayıyor Kurt. Hele de oyunu sonrası,
Haldun Taner’in gözleri dolarak yanına
gelip “Çok güzel bir oyundu, tebrik ederim”
laflarını anlatırken hâlâ eski heyecanı
taşıyor. Kurt, sayısız plaket ve ödül sahibi.
Aynı zamanda müzisyen, Karagöz
Musikisi’nin günümüze aktarılmasında
önemli rol üstleniyor.
8
MESA VE YAŞAM
Halen bu geleneği gelecek kuşaklara
aktarıyor. Dev'in yeteneği bu kadar da
değil, icra ettiği üç telli sazın namı
Fransa'lara kadar ulaşmış bir sanatçı aynı
zamanda O. Yürümeye başladıktan kısa
süre sonra ailenin en önemli mal varlığı
birkaç keçinin peşine düşen Dev'in
hayatına müzik dağlarda giriyor; yanık
kaval sesine, düğünlerde dinlediği üç telli
saza gönül veriyor. Bunda kalbine
dokunan bir aşkın da payı var. Cura
denilen üç telli çalgıyı öğrenip, söylemeye
o yıllarda başlıyor. Aşkı da onu besteler
yapmaya itiyor. Ama ne yazık ki o
hikâyenin sonu mutlu bitmiyor, başkasıyla
evleniyor sevdiği kadın. Ama curadan,
çam düdüğünden hiç ayrılmıyor Dev.
Düğünlerde, ormanlarda, dağlarda çalıp
söylüyor, 1992'de Fransız Jerome Cler
duyduğu bir bağlama sesinin büyüsüne
kapılarak Türkiye'ye gelinceye kadar.
Dinlediği ses, Dev'in elindeki üç telli saza
ait. Bir Fransız ekibi Dev'in hayatını
“Ormanlar Arkası” adlı belgesele çekiyor.
Fransız müzikologlar ülkelerine konser
verdirtmek için çağırıyor “Koca Usta”
dedikleri Dev'i. O ise kendine “Ben
çobanım ve müzisyenim” diyor ve ekliyor:
“Çalgıcılıktan çok aç kaldığım oldu, ama
hiçbir zaman ondan ayrılmadım.” diye
anlatıyor.
Keçeyi Kültürle
Yoğuran Usta...
1
953 Konya doğumlu Mehmet
Girgiç, keçe sanatının en yetkin
isimlerinden. Anadolu’nun binlerce
yıllık birikiminden süzülen motifleri
yarım asırdır dedesinden öğrendiği
yöntemlerle keçeye işliyor.
Keçecilik Girgiçler’in aile mesleği; dedesinin
de, babasının da yaptığı zanaata o daha 13
yaşındayken başlıyor. “İşi öğrenince, dedem
arkadaşlarını topladı” diyerek anlatıyor o
günleri, “Bana kepenek (çoban kıyafeti)
yaptırdılar, ben desturu aldım. O önemliydi
benim için. Bana bir hava verdiler, ben hâlâ
o havayla gidiyorum.”
O hava Girgiç'i İngiltere'de, Amerika'da,
Avrupa'da atölye vermeye kadar
götürüyor. Yurtiçi ve yurtdışında pek
çok sergi açıyor. O yine de “Ben 47 yıldır
bu işi yapıyorum ve hâlâ öğreniyorum”
diyecek kadar mütevazi. 1986'da Konya'da
Mevlevi Müzesi'nde sandukaların
üstündeki derviş sikkelerini, Yenikapı ve
Galata Mevlevihanesi'ndeki keçeleri o
tamir etmiş.
Çocuklarına da bu işi öğretmiş.
Japonya’dan Kanada’ya iki binden fazla
öğrenci yetiştirmiş. ABD, Avrupa ve
Avustralya’daki saygın üniversitelerde keçe
yapımı konusunda dersler veriyor. Bu
zanaatın geleceğe taşınması için çırak
yetiştirmeyi çok önemsediğinden
Sultanahmet ve Konya'daki dükkânının
kapısından girene zamanı varsa hemen
öğretmeye başlıyor, ama bir uyarısı var:
“İnsanlar bunu kolay yoldan öğrenmek
isteyince 'Bunun kolay yolu yok,' diyorum.
Terlemeden keçe kıvama gelmez.
Çocukluğumun Konya’sında keçeci
hamamları vardı. Sabah namazından
hemen sonra başlayan yoğurma işi akşam
ezanına kadar sürerdi.”
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 9
S
u yüzeyindeki kağıtta birbiri
ardına çıkan şekiller başka bir
dünyayı seriyor insanın önüne.
Köklü Kültür
Hüsn-ü Hat
H
attat Hasan Çelebi, 1937
Erzurum doğumlu. 1964'ten
beri hat sanatıyla ilgileniyor.
Sultanahmet Camii’nin restore edilen
kubbe yazıları, Beyazıt ve Hırka-i Şerif
Camii kubbe yazısı, Bursa'da Cem Sultan
Türbesi başta olmak üzere 53, yurtdışında
da Medine'deki Kuba Mescidi'nin kûfî ve
celi sülüs yazıları, yine Medine'deki Cuma
ve Kıbleteyn mescidi başta olmak üzere 24
camide yazıları; birçok yerli ve yabancı
koleksiyonda eserleri bulunuyor.
Osmanlı devrinde yetişen son
hattatlardan Hamid Aytaç'ın çok değer
verdiği öğrencilerinden biri Çelebi.
Hatta, onun ilk öğrencisi. Aytaç, Çelebi
ile karşılaşana kadar başka birini öğrenci
olarak kabul etmemiş. “Hat hayatımın bir
parçası” diyor, “Bıraksam ne yaparım
diye düşünüyorum bazen, hiçbir şey
yapamam. Havasız yaşayamayacağım gibi
hatsız da yaşayamam”. 1976’dan beri
verdiği hat dersleriyle yurt içinden ve
yurtdışından toplam 44 talebesine icazet
verdi Çelebi. Hat sanatı onun uğraşlarıyla
yaşamaya devam ediyor.
Dünyayı Çiniyle
Süsleyen Adam
Ç
inicilik, kökleri yüzlerce yıl
öncesine uzanan sanatlarımızdan.
Ancak şimdi tek tük kalmış çini
ustaları onu hâlâ yaşatmak için
uğraşıyor.
Mehmet Gürsoy da Türkiye’nin yetiştirdiği
en önemli çini sanatkârlarından. 1950’de
dünyaya gelen Gürsoy’un Çini sanatıyla
profesyonel olarak ilgilenmeye başlaması
Kütahya yakınlarında küçük bir köyde
ilkokul öğretmeni olarak çalıştığı 1975’te
gerçekleşiyor. İznik çiniciliğinin yeniden
keşfedilmesinde önemli bir rol oynama ve
16. yüzyıldan beri bilinen çini sanatının
günümüzdeki haleflerinden biri olma
hikâyesi böyle başlıyor. İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisi’nden Prof. Dr. Muhsin
Demironat’tan özel öğrenci olarak eğitim
alıyor. Yurtiçinde onlarca; ABD, İngiltere,
Almanya, Avusturya, Birleşik Arap
Emirlikleri, Umman, Japonya gibi ülkelerde
elliden fazla sergi açan, eserleri dünyanın
dört bir tarafındaki ülkelerde, Türk
elçiliklerinde, özel koleksiyonlarda ve
Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi
de dahil dünyanın en değerli müzelerinde
sergilenen Gürsoy, yüzden fazla çırak ve
öğrenci yetiştirdi.
Huzurlu, neşeli, her çizginin derin bir
anlam ifade ettiği bir dünya bu. Ebru
sanatının dünyasından bahsediyoruz. İşte
onun usta sanatçılarından biri Fuat Başar.
1953 Erzurum’da doğan Başar, Atatürk
Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeyken
hasbelkader ebru ve hat sanatıyla
tanıştığında yıl 1976. Bakın o yılı nasıl
anlatıyor: “Ondan sonra mesleğim ve bir
anda niyetim değişti. Bu işlere ağırlık
verdim. Çünkü o yıllarda bu iki sanat
kaybolmak, unutulmak tehlikesiyle karşı
karşıyaydı. Tıp mesleğini bu işe feda ettik.
Biraz delilik denebilecek cesaret ama çok
isabetli davrandığımı şimdi anlıyorum.
Ülkemizin ata-dede sanatı! Onları
kurtarmak için epeyce çırpındık”.
Hamit Aytaç’tan hat, Mustafa
Düzünman’dan ebru icazeti alıyor. Dünya
çapında birçok hattat ve ebru ustası
yetiştirdiğini, yurtiçi ve yurtdışında birçok
kişisel ve karma sergide yer aldığını, yerli ve
yabancı çok sayıda koleksiyonda ve
müzelerde eserleri bulunduğunu söylemeye
gerek var mı? “Şimdi el sanatları malum
hepsi zordur” diyerek anlatıyor, “Yani
insandan bir ömür istiyor. Ebru Farsça’dır.
Bunun aslı ebridir. Türkçe’mize ebru olarak
dönüştürmüşüz. Bulut manasına veya
buluta benzeyen şekiller manasına gelir.
İsmiyle sanatın kendisi arasında çok
enteresan bir bağ var”.
Dokumacılık
Hayatımızın Parçası
Su Yüzeyindeki
Bulutumsu Şekiller
E
mine Karadayı, dokumacılık ve
doğal boyamacılık ustası. 1965'te
Gülnar'da bir Yörük obasında
dünyaya geliyor.
Dokumacılık konusunda bildiği her şeyi
annesinden öğreniyor. Ailesiyle birlikte
Mersin sahilleri ve Konya yaylaları arasında
konar-göçer hayvancılığa devam ediyor.
MESA VE YAŞAM 9
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 10
TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ
Yani, Türk yörük geleneğinin Anadolu'daki
son temsilcileri Sarıkeçililer kültürünün de
bir temsilcisi O. Sarıkeçililerin yaşam
biçiminde dokumacılık ve doğal
boyamacılığın önemli bir yeri var. Neden
mi? “Günlük hayatımızda kullandığımız kıl
çadırı, yer çulu, kilim, torba, heybe, un
çuvalı, develere yükümüzü sardığımız ala
çuval ve ipleri kendimiz dokuyup, üzerine
nakış işlemekteyiz. Sarıkeçililer'de herkes
dokuma yapıyor. Atalarımızdan
öğrendiğimiz sanatımızı çocuklarımıza
aktarmaktayız. Ben çocukluğumda dokuma
yapmaya başladım. Bizde annem dokumayı
çok iyi yaparken, nakışı ise babam çok iyi
yapıyor. Babam nakış işlemeyi ablasından
öğrenmiş ve bana öğretti. Bende kızıma
dokuma ve nakışı öğretiyorum.”
Istar adını verdikleri tezgahlarda,
Toroslardan elde ettikleri kök boyayla
dokumaya can veriyorlar. Karadayı'nın en
büyük korkusu, Sarıkeçililer üzerindeki
baskı devam ederse önümüzdeki yıllarda
Orta Asya'dan getirdikleri Türk kültürünün
yok olma aşamasına gelmesi. “Sarıkeçili
kültürü birkaç yıl içinde sona erebilir” diyor,
“Bizler son temsilcileriz. Biz hayatımızdan
memnunuz, göçer yaşama ve bu kültürü
yaşatmaya devam etmek istiyoruz. Ancak
baskı devam ederse, yerleşik hayata geçmeye
mecbur bırakılırsak bu Türk kültürünün de
yok olacağı unutulmasın. Dokumacılıkta
nakış işi 6 ayı bulurken, orman memurları
bir yerde 20 gün durmamıza izin vermiyor.
Göç olunca nakış da işlenmiyor. Sarıkeçililer,
göçer yaşamını bırakacaksa, baskılar devam
edecekse UNESCO'dan aldığım belgenin
hiçbir değeri yoktur. Çünkü yok olan bir
kültürün belgesi de olmaz”.
en iyi usta. Tokat Niksar'da doğan Güç,
“İlkokulu bitirdikten sonra, 12
yaşımdayken iyi bir kaval ustası olan
babamın yanında çırak olarak kaval
yapmaya başladım. Bu meslek ailem
açısından 70 yıllık bir kültürü temsil
ediyor” diyor. Horlatma kaval diğer
kavallara göre daha zor bir üfleme ve
çalım özelliğine sahip, her bölgede
çalınmayan, yapılamayan bu çalgı, bize
özgü olmasıyla diğer kavallardan ayrı bir
yerde duruyor. Güç, iki oğlunu da bu
konuda yetiştiriyor.
Taşa Motif Elle
Verilebilir
Y
ağlı güreşle ilişkisi olan herkesin
yakından tanıdığı ve saygı
duyduğu biri İrfan Şahin.
Çoban Çalgısı Kaval
K
aval insanlığın ilk üflemeli
çalgılarından. Halk arasında
çoban çalgısı olarak da bilinen
kavalın Türkiye'deki yeriyse ayrı
kuşkusuz.
Hortlatma kaval, dilli, dilsiz kaval
yapımcısı ve icracısı Yaşar Güç, bu önem
devam etsin diye çabalıyor. Bu alandaki
1 0
MESA VE YAŞAM
Ata Sporunu
Yaşatıyoruz
Ya Zanaatkarını?
T
aş ustalığı Türkiye için önemli bir
zanaat. Zira Anadolu-Türk
mimarisi büyük ölçüde taşa dayalı.
Tahsin Kalender, Ahlat'ta taş ustalığı
denilince akla gelen ilk isim.
İlçede onun dışında kümbet inşa eden usta
kalmamış. 1928 Ahlât doğumlu. 17
yaşında taş ustalığına gönül veren
Kalender, 500’ü aşkın yapı inşa etmiş.
“Ben ömrümü taş işçiliğine adadım” diyor,
“Bizim zamanımızda taş bin bir güçlükle
işlenirdi. Artık ne kümbet yapan ve
yaptıran kaldı, ne de eskisi gibi taş ustası.
Taş artık hızarlarla kesiliyor. Bizim
dönemde tek tek elle yontulurdu. Tüm
şekilleri ve motifleri el yordamıyla
yapardık. Makineler bu motifleri yapacak
kapasitede değil. Ahlat taşına motif ancak
elle verilebilir. Taş işçiliğinin gün geçtikçe
kaybolmaya yüz tutmasından büyük
üzüntü duyuyorum”.
Ata sporu güreşin olmazsa olmazı kispeti
geleneksel yöntemlerle yapan ender
kişilerden biri. 1942'de Çanakkale
Eğridere’de doğuyor. Bir arkadaşının
aracılığıyla Mustafa Turabi ustanın yanında
işe başlayınca hayatı değişiyor. “13 yaşında
başladığım meslekte, ustalarımın ani
ölümüyle tek başıma kaldım. Türkiye'de
kispet dikim işinin sadece bana kalacağını
hiç tahmin etmiyordum” diye anlatıyor.
Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri başta olmak
üzere Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yapılan
güreşlerdeki pehlivanlar onun kispetleriyle
meydanlara çıkıyor. Şimdi sadece öğretici bir
usta olarak çalışıyor Şahin. Yurtdışı, yurtiçi
ve belediyelerin el sanatları sergilerine
istenen kispetlerle hediyelik minyatür
kispetler dikiyor. Bilgisini genç kuşaklara
aktararak bu geleneğin sürmesine katkı
sağlıyor. “Bu oldukça meşakkatli bir iş”
diyor, “Çünkü kispette kesinlikle hile ve
yalan olmaz. Kispeti iyi deriden yapmak
gerekiyor. Çünkü kispet yırtılırsa veya
çıkarsa, pehlivan yenik sayılır. Bu yüzden en
iyisini, en güzel şekilde yapmaya gayret
ediyorum. Güreş olmazsa kispet, kispet
olmazsa güreş olmaz”.
Bir Meslek Daha
Ölmesin Diye...
C
emil Kızılkaya yazmacılığın
önemli ustalarından biri.
1949'da Kastamonu Çoroğlu
köyünde doğuyor.
Yazma sanatı ile 1971'de ilgilenmeye
başlıyor ve kısa sürede tüm inceliklerini
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 11
öğreniyor. “Ben başladığımda
Kastamonu’da baskı işiyle uğraşan 135 kişi
vardı” diyerek anlatıyor o yılları, “Şu anda
kala kala bir tek ben varım. Diğerleri maddi
ve manevi destek görmediğinden bıraktı”.
O, ceviz kabuğu, ıhlamur ve şeftali
yaprağından ürettiği doğal yazma
boyasını kullanmaya devam eden son
ustalardan. Baskı işlemi sırasında
kullandığı kalıpların oymasını da kendisi
yapıyor. Koleksiyonunda Selçuklu,
Osmanlı dönemlerine kadar uzanan
çeşitlilikte dört yüzü aşkın kalıp var.
Ancak artık bunları satmak istiyor. Niye
mi? “Kastamonu'da 136 kalem sanat
vardı. Sahip çıkılmadığından bu sanatlar,
Osmanlı'dan bu yana yok olmuş ve sadece
taş baskı sanatı bugüne kadar gelmiş.
Eşimle yapıyordum. Eşim, göğüs kanseri
olunca mesleği bırakmadım ama bırakmış
gibi oldum. Devlet büyüklerimiz bize
yardımcı olursa, bu mesleği yapmaya
devam edeceğim. Yardım edilmediği
taktirde kalıpları satmak zorundayım. Taş
baskı kalıplarının çürümesindense, belki
bir vatandaş bunlardan bir ekmek yer. Bu
sanat yaşar. Kurs açılmasını istiyorum.”
14'ünde dayılarının yanında boncuk
sanatına adım atıyor. Bir dönem çalıştığı
Paşabahçe Cam Fabrikası'nda cam
sanatına dair bilgilerini daha da
genişletiyor. Ancak fabrika kapanınca
40 yaşında işsiz kalıyor. “İnsanın işini
kaybetmesi kötü bir şey” diyor,
“Okutmak istediğim bir kızım vardı.
Köydeki ustalar bu işten para
kazanamıyorlardı, parayı tüccarlar
kazanıyordu. Ben de bu işi yapacağım ve
nazar boncuğunu ayağa kaldıracağım,
dedim. Kendime hedefler koydum;
kaliteli yapacağım, kimseyi
kandırmayacağım, diye. 2002'de
atölyemi açtım. 2004-2005'te altın yılımı
yaşadım, 3-4 rengi 12 renge çıkardım.
Eskiden sadece düz mavi boncuk
yapılırken, ben eskitme boncuk
yapıyorum şimdi. 2005'te Türkiye'ye
konteynırlarla Çin malı getirdi tüccarlar.
Köydeki ocak sayısı 12'den 2'ye düştü.
Atölyemi kapatmadım, birikimimi işçiye
yedirdim, göz boncuğu stoku yaptım.
2006-2007 gibi tekrar düzelmeye başladı
işler. Köy adına bir kooperatif kurduk bir
arkadaşımla. Kooperatif hâlâ açık ama,
ikna edemedik diğer boncukçuları ve
hala tüccarlar köyümüzü sömürmekte.
Bu arada keşfedilmeye başlandım. Elinde
lokumla, baklavayla gelen turistler oldu,
dürüst bir Türk'le karşılaştık, diye. Bu
beni duygulandırdı. Dükkânımda asla
Çin malı satmadım. Boncuk renklerini
ve çeşitlerimi daha da arttırdım. Kaliteyi
arttırdım. Bu meslek biter diye
korkuyorum”.
Sür, bu sanatla ilgili yeni arayışlar ve
tasarımlar peşinde hep. Yeni boncuk
ustaları yetiştirmek için de çalışıyor.
Ayrıca boncuğun kalitesini belirleyen
boncuk ocaklarını mükemmel inşa
etmesiyle de nam salıyor.
n
Yaptıklarıyla
Nazardan Sakınıyor...
N
azar boncuğu Türkiye
kültüründe önemli bir yere
sahip. Ancak şimdi pek çok
yerde satılan cam olmayan ya da
fabrikasyon çeşitlerine aldırmayın, bu
toprakların önemli bir el sanatı
aslında.
Boncuk yapımcısı Mahmut Sür, bu
sanatın önemli isimlerinden. 1962'de
İzmir Nazarköy’de dünyaya geliyor.
MESA VE YAŞAM 1 1
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 12
GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU
Gizemli Uygarlıkların Mirası
Peru
Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten
silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu
görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş tapınaklarının
üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler.
Timur ÖZKAN
O
rta ve Güney Amerika, tarihte
üç büyük uygarlığa ev
sahipliği yapmış, Aztekler
Meksika’da, Mayalar
Guatemala ve Belize’de, İnkalar ise
bugünkü Bolivya, Peru, Ekvator ile
Arjantin ve Şili’nin bir kısmında
yaşamışlar. 12 ve 16. yüzyıllar arasında
egemen olan İnkalar kendilerinden önce
uygarlık kuran Nazca ve de Titikaka
yerlilerinin mirasçıları olarak kabul
ediliyorlar. Yazıyı bilmedikleri için yazılı
tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden
sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı
hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden
çok fazla. İspanyollar bu görkemli
uygarlığın izlerini silerken dinlerini
değiştirmişler, kutsal güneş
1 2
MESA VE YAŞAM
Kralların Kenti: Lima
doğru büyüyerek önce San Isidro, sonra
okyanus kıyısındaki Miraflores ve daha
sonra da Barranco’yla birleşmiş.
Gelişmekte olan diğer ülkelerin metropol
kentleri gibi zengin ve yoksul kesimleri
arasında büyük uçurumlar bulunan kent
ahalisinin çoğunluğunu, İspanyol-yerli
melezi Mestizolar oluşturuyor.
Yaklaşık 30 milyonluk ülkenin başkenti
Lima, 8 milyon civarında nüfusuyla
büyük bir metropol. Lima önce Rimac
Irmağı kıyısında kurulmuş ve adını;
buradaki eski kentin yerel Keçua dilinde
“vaiz” anlamına gelen Rimac şeklindeki
söylenişini yanlışlıkla Limac olarak
anlayan İspanyollardan almış. Kendine
turistik bir unvan olarak “Krallar Kenti”ni
seçen Lima zamanla Pasifik Okyanusu’na
Lima’nın gezilecek yerleri daha çok eski
kentte yer alıyor, burada iyi korunmuş
tarihi meydanlar ve dar sokaklardaki
kolonyal mimarinin güzel örnekleri
görülüyor. 1991 yılında UNESCO Dünya
Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen
Lima’nın tarihi kent merkezinin en güzel
meydanları Plaza San Martin ve Plaza
Mayor. Eski kentin merkezi ve son derece
iyi korunmuş bir meydan olan Plaza
tapınaklarının üzerine kiliseler inşa
etmişler ve kıymetli hazinelerini
İspanya’ya götürmüşler. Bu arada
başkentlerini de değiştirmişler. Bugünkü
Peru’nun başkenti Lima böylece
kurulmuş.
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 13
Mayor etrafında Başkanlık Sarayı ve
Katedral bulunuyor. Bu meydanın önemli
bir özelliği daha var. Peru halkı 1821’de
İspanyollara karşı bağımsızlığını Plaza
Mayor’da ilan etmiş. Gerek bu meydandaki
gerekse meydana açılan sokaklardaki
kolonyal binalar karakteristik
mimarileriyle ve özellikle ahşap cumba ve
balkonlarıyla dikkat çekiyorlar. Eski
kentteki San Francisco Kilisesi’nin birinci
katında bulunan tarihi eser niteliğindeki
25 binden fazla kitabın saklandığı
kütüphane ile uzun dehlizlerden geçilerek
ulaşılabilen ve 25 bin civarında kişiye ait
tasnif edilmiş vaziyette binlerce insan
kemiğinin sergilendiği yeraltı mezarlığı da
görülmeli...
Yeni kentte ise; daha çok zenginlerin
yaşadığı ve aynı zamanda turistlere
yönelik konaklama ve yeme-içme
yerlerinin bulunduğu bir mahalle olan
Pasifik Okyanusu kıyısındaki Miraflores
gezilebilir. Av. Jose Larco ile okyanus
kıyısındaki Aşk Parkı’nı birleştiren Av.
Benavides yeni kentin en hareketli
yerleri. Lima’nın pek çok müzesi
arasında; Antropolji ve Arkeoloji Müzesi,
Ulusal Müze, Altın Müzesi ve seramik,
mumya, tekstil ve erotik bölümleriyle
ünlü Rafael Larco Herrara Müzesi en çok
tavsiye edilenler.
Lima
Nazca Çizgileri Gizini Koruyor...
Başkent Lima’dan sonra, Peru’da ilk
durağımız Nazca. Ülkenin
güneybatısında küçük bir kasaba olan
Nazca yakınlarında bulunan ve ne
zaman, ne amaçla ve kimler tarafından
yapıldığı kesin olarak bilinmeyen yer
resimlerinin dünyada başka bir örneği
yok. Bazıları insan veya hayvan figürleri
bazıları ise geometrik formlarda yapılan
yer resimlerinin MÖ 200-900 yılları
arasında çizildiği sanılıyor.
Nazca Çizgileri’nin astronomik bir
takvim veya bir çeşit yıldız falı olabileceği
şeklindeki tahminlere karşılık daha
yaygın görüş İnkaların da ataları olan
Machu Pichu
MESA VE YAŞAM 1 3
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 14
GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU
Nazca
Nazcalılar tarafından dinsel amaçlı
olarak çizildiği şeklinde. Nazca
Çizgileri’ni dünyaya tanıtan Alman
araştırmacı Maria Reiche 1946 yılında
Nazca’ya yerleşerek ömrünü bu çizgilerin
sırrını çözmeye adamış. Bu çabalar 1983
yılında Nazca Çizgileri’nin UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil
edilmesiyle sonuçlanmış ancak
Nazcalıların şükran borcu olarak bir
caddeye adını verdikleri ve heykelini
diktikleri Reiche bile bu resimlerin gizini
çözememiş...
Nazca Çizgileri 30 metreden 300 metreye
kadar değişen farklı büyüklüklerde ve
çöle çizilmiş. Çizgilerin bulunduğu 50
km uzunluğunda ve 15 km genişliğindeki
alan genellikle küçük uçaklarla geziliyor
ama bazılarını karadan da görmek
mümkün. 3-6 kişilik Cessna tipi
uçaklarla ve 500-600 metre yüksekten
gerçekleştirilen uçuşlar, pilotun kısa bir
açıklamasıyla başlıyor. Havalandıktan beş
altı dakika sonra ilk çizgilere ulaşıyoruz.
İlk önce 63 metrelik “Balina”yı
görüyoruz. Sonra diğerlerini... İnişten
önce pilotumuz birer sertifika vererek bu
ilginç uçuşumuzu belgeliyor. Uçuşlarda
korkulacak bir şey yok; pilotlar şekilleri
tam olarak gösterebilmek için uçağı sık
sık sağa sola yatırıyor ama
dayanılmayacak gibi değil, yarım saat çok
çabuk geçiyor ve indiğimizde hafif bir
baş dönmesi oluyor. Gene de uçuş
korkusu olanlar veya küçük uçakların ani
yükseliş veya dönüşlerinden çekinenler
için Nazca çizgilerini görmenin bir
alternatifi daha var. Pan American
1 4
MESA VE YAŞAM
Otoyolu üzerinde ve Nazca’ya 15 km
uzaklıkta bulanan seyir kulesinden
“Ağaç” ve “El” resimleri (hem de daha
yakından) görülebilir.
Nazca köy merkezinde yapılacak bir şey
yok, genellikle herkes çizgileri gördükten
sonra gece otobüsleriyle Lima’ya ve
Cusco’ya doğru yola devam ediyor.
Lima’dan otobüsle yedi saatte geldiğimiz
Nazca’dan, Cusco’ya yolculuğumuz 15
saat sürecek. Peru’da otobüs sistemi
oldukça gelişmiş, yemekli lüks
servislerden başka bazı otobüslerin alt
katı biraz farklı bir fiyatla VIP olarak
satılıyor. Otobüslere binerken tüm
yolcuların videoya kaydedilmesi Peru’ya
özgü farklı bir güvenlik önlemi olarak
dikkat çekiyor. Yolculuk boyunca Nazca
Çizgileri’nin sırrını düşünmeye ve
aramızda tartışmaya devam ediyoruz.
Uzaylılar mı yapmış Nazcalılar mı?
Diyelim ki geometrik şekiller bir
havaalanı, peki hayvan resimleri ne
oluyor? O devirde bir astronot resmini
kim hayal edebilirdi? Ve yanıtı olmayan
daha birçok soru... Nazca Çizgileri büyük
gizini korumaya devam ediyor.
İnkaların Saklı Kenti:
Machu Pichu
Peru gibi önemli bir kısmı And
Dağları’nın yüksek bölgelerinde
kurulmuş bir ülkeyi gezerken uzaklık
bilgileri kadar rakım bilgileri de önemli
oluyor. Deniz yüksekliğindeki Lima’dan
itibaren iç kesimlere doğru yükselmeye
başlıyoruz. Nazca’nın 500 metrelik
yüksekliği fazla değildi, bundan sonra
sürekli yükselerek Cusco’da 3400 metreye
ulaştık. Karayoluyla yavaş yavaş
yükselerek çıktığımız için bu durumdan
fazla etkilenmedik ama gene de havadaki
oksijen azlığı artık iyiden iyiye
hissediliyor. Antik İnka Uygarlığı’nın
Machu Pichu
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 15
başkenti ve Peru´nun en popüler kenti.
Cusco’nun nüfusu 350 bin. Gezilecek
görülecek yerler açısından zengin bir kent
olan Cusco kent ölçeğinde UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer
alıyor. Ayrıca hem dünyanın yeni yedi
harikasından biri kabul edilen hem de
Peru’nun UNESCO listesindeki diğer
önemli bir yeri olan Machu Pichu´nun
yolu da Cusco’dan geçiyor.
Convento Santo
Domingo Kilisesi
Cusco’nun sözcük anlamı “Göbek Deliği”
(yerel Keçua dilinde). Çevresindeki dağlar
yıldız sistemine benzetildiği için “Evrene
Açılan Kapı” olarak da tanımlanıyor. Kent
merkezi Plaza de Armas’ın kenarındaki
Katedral ve La Compania de Jessu Kilisesi
öncelikle görülecek yerler. Her zaman
kalabalık büyük bir park şeklindeki
meydanın diğer kenarlarını da kolonyal
binalar çevreliyor. Merkezde görülmesi
gereken diğer önemli bir yapı; eski güneş
tapınağı Koricancha’nın (Altın Kale) yerine
yapılan Convente de Santa Domingo
Kilisesi. Cusco’nun yakın çevresinde ise;
kenti yüksekten gören Sacsayhuman
Arkeolojik Alanı, İnka döneminde kurban
törenlerinin yapıldığı Quengo, suya
adanan tapınak Tambomachay görülebilir.
Cuso’ya gelen herkes gibi biz de Macuhu
Pichu’yu görmek için sabırsızlanıyoruz.
Buraya gelmeden önce tren biletlerimizi
aldığımızdan tren bileti telaşına
düşmeden, bizi Machu Pichu Town’a
(Aguas Caliantes’e) götürecek Peru Rail
trenine binmek için önce Ollanta’ya
gidiyoruz. Cusco’dan itibaren 68110.km’ler arasında kalan Ollanta - Machu
Pichu Town hattındaki yolculuğumuz 1,5
saat sürüyor. Bu kısa ama keyifli yolculuk
belgesellerdeki tren seferlerine pek
benzemiyor, Peru Rail trenleri, And
Dağları’nı tırmanan, vagonların üzerinde
de yolculuk yapılan trenlerden değil, gene
de Urubamba nehir yatağı boyunca
kıvrılarak ve yeşil bir coğrafyada devam
eden yolculuk çabuk bitiyor.
Küçük ve turistik bir kasaba olan Aguas
Caliantes’de bir hostelde geceledikten
sonra sabah 5.30’da kalkan ilk servisle
Machu Pichu’ya çıkıyoruz. İnkaların saklı
kenti Machu Pichu Eski veya Yaşlı dağ
olarak adlandırılıyor. 100’den fazla
konutta bin kadar nüfusun yaşadığı
kentin çatıları zamana dayanamamış ama
duvarları olduğu gibi duruyor. Etrafında
daha da yüksek tepelerin yer aldığı 2360
metre yükseklikte kurulan kent, doğu batı kesimleri ve tarım terasları olmak
üzere üç bölümden oluşuyor. Machu
Pichu’nun en iyi göründüğü yer tarım
teraslarının üzerindeki muhafız evi. Antik
kentin doğu kesimindeki beli başlı yerler;
Kule, Akbaba Tapınağı, Kraliyet Bölümü,
Üç Kapılar ve Seremoni Kayası olarak
özetlenebilir. Asıl görülecek yerler ise
nispeten daha düzlük bir alan olan batı
kesimde yer alıyor; Ana Giriş Kapısı,
Tapınaklar Bölgesi, Üç Pencereli Tapınak
ve Ana Meydan.
Yazıyı bilmedikleri ve bu nedenle yazılı
belge bırakmadıkları için İnka Uygarlığı
hakkındaki bilgiler biraz da tahminlere
dayanıyor. Machu Pichu’nun krallar için
inşa edilen bir tapınma veya gerektiğinde
sığınabilecekleri güvenli bir yaşama yeri
olduğu veya sadece dinsel amaçlı olarak
kullanıldığı düşünülüyor. İnşaatın elli yıl,
buradaki yaşamın yüz yıl kadar sürdüğü
tahmin edilen Machu Pichu 500 yıl saklı
kalmış. İlginç olan İspanyol işgali
döneminde de bulunamamış olması.
Machu Pichu, 1911’de başka bir İnka
kentini arayan Amerikalı mimar, tarihçi
ve araştırmacı Hiram Birgham tarafından
tesadüfen keşfedilmiş.
Machu Pichu’nun hemen yanında yer alan
Wayna Pichu (Yeni veya Genç Dağ) ile
Wayna Pichu yolundaki Huchu Pichu
(Küçük Tepe) hem Machu Pichu’nun hem
de çevrenin yukardan görülebileceği yerler.
Sınırlı sayıda ziyaretçiye izin verilen bu
tepelere çıkmak bayağı zor, tamamı yokuş
yürüyüş yolu için bir saat gidiş bir saat
geliş öngörülüyor. Bugün Machu
Pichu’nun, turistlerin işgali altındaki taş
sokaklarında şaşkın şaşkın dolaşan
lamalar, kentin görkemli geçmişinden
habersiz görünüyorlar. Fotoğraf çekme
telaşındaki turistler de öyle. Ama her
şeye rağmen İnkaların saklı kenti Machu
Pichu dünyanın her tarafından binlerce
turisti buraya çekmeye devam ediyor...
MESA VE YAŞAM 1 5
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 16
GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU
Peru’nun sınır kenti Puno
Uros’ların Sazdan Dünyası
Peru’nun sınır kenti Puno’nun fazla bir
özelliği yok. Buraya Titikaka Gölü’nde
sazlardan yaptıkları adalarda yaşayan
Uros kabilesini görmek için geldik ama
daha kente gelir gelmez karşılaştığımız
bir karnaval, gezimizin en ilginç
bölümlerinden biri oldu. Her yıl 18
Eylül’de düzenlenen ve çeşitli okullardan
grupların yerel kıyafetleriyle dans ederek
katıldıkları geçitten sonra Puno’nun ana
meydanı Plaza de Armas’taki yarışma
gösterileri “sözcüğün tam anlamıyla” çok
renkliydi...
Plaza de Armas Meydanı’nın etrafındaki
tarihi binalar arasında en önemlisi
17.yüzyılda, Perulu mimarlar tarafından
İspanyol Barok tarzda yapılan katedral.
Burada ayrıca Balcon del Conde de
Limas olarak anılan tarihi binadaki Puna
Kültür Enstitüsü ve katedralin hemen
arkasındaki Kent Müzesi (Carlos Dreyer
Müzesi) de görülebilir. Plaza de
Armas’dan trafiğe kapalı Independencia
Caddesi boyunca yürünerek kentin diğer
bir tarihi meydanı olan Parque Pino’ya
ulaşılıyor.
Titikaka Gölü, Puno’nun doğusunda,
kent merkezine 2 km, arabayla 15 dakika
kadar uzaklıkta. Limana giden Puno Del
Puerto Bulvarı’nın sonunda parklar ve
turistik pazarlar bulunuyor. Limandan
hem yüzen adalara, hem de en önemlileri
Amantani ve Taquile olan diğer bazı
doğal adalara tekne seferleri
düzenleniyor. (Bir zamanlar İspanyollar
tarafından politik hapishane olarak
1 6
MESA VE YAŞAM
kullanılan üç saat uzaklıktaki Taquile’da,
İnka öncesi dönemlere ait kalıntılar
görülebilir. Puno’ya dört saat uzaklıktaki
Amantani’nin daha doğal ortamında ise
yerlilerin yaşamları izlenebilir...)
Tekneyle yarım saat kadar uzaklıktaki
yüzen adalar, gölde bol miktarda
bulunan sazların yerel Uros halkı
tarafından üst üste yığılmasıyla
oluşturulmuş. Zamanla alttaki sazlar
çürüdükçe üste yenileri eklenerek bu
yapay adaların varlıkları korunuyor.
Bölgedeki küçüklü büyüklü 60 kadar
adada 3 bin civarında Uros halkının
yaşadığı, genellikle balıkçılık ve turizm
ile geçinen Uros halkının buraları terk
etmemesi için devlet tarafından
desteklendiği ifade ediliyor. Elektrik ve
suyun olmadığı adalar bugün için
neredeyse tam bir turistik objeye
dönüşmüş durumda. İlk durağımız
Wınay Pacha Adası. Rehberimiz Roy
burada kısa bir bilgi verdikten sonra beş
kişilik grubumuzu serbest bıraktı. Bir
süre sazlardan zemin üzerinde
gezindikten ve ada halkının sattığı el
işlerini inceledikten sonra biraz zorlama
bir müzik gösterisiyle uğurlandık. Ve
yine sazlardan yapılmış bir tekneyle
gittiğimiz ikinci durağımız Utama
Adası’nda da her şey turistlere birkaç
parça el işi satma üzerine kurgulanmış.
% 60’ı Peru ve % 40’ı Bolivya tarafında
olmak üzere iki ülke arasında paylaşılan
Titikaka Gölü’nün iki önemli özelliği söz
konusu. Deniz düzeyinden 3827 metre
yükseklikteki Titikaka dünyanın
üzerinde yaşam olan en yüksekteki gölü.
Sözcük anlamı yerel Aymara dilinde
“Büyük Kedi Kayası”, Keçua dilinde ise
“Kurşun Renkli Kaya” anlamına
geliyormuş. Titikaka Gölü çevresiyle
birlikte barındırdığı zengin fauna ve
florasının korunması amacıyla 1978
yılında ulusal park ilan edilmiş.
Titikaka’nın diğer özelliği ise yerliler
tarafından kutsal kabul edilmesi.
Mitolojiye göre; Güneş Tanrısı dünyayı
adam etmesi için oğlu Manco Capac’ı, Ay
Tanrısı da onunla evlenmesi için kızı
Mama Ocllo’yu Titikaka Gölü’ndeki
Güneş ve Ay adalarına bırakmışlar. Daha
sonra İnka kralı ve kraliçesi olacak ikili
buradan yola çıkarak başkenti Cusco
olan büyük imparatorluklarını
kurmuşlar. (Güneş ve Ay adaları
Titikaka’nın Bolivya tarafında ve buralara
Copacabana’dan düzenlenen günübirlik
veya Güneş Adası konaklamalı turlarla
gidilebilir.)
Nasıl Gidilir?
Peru ile Türkiye arasında (-) 8 saat farkı
bulunuyor. Türkiye’den Lima’ya
doğrudan uçak seferleri bulunmadığı
için Madrid, Paris veya Amsterdam gibi
bazı Avrupa kentleri üzerinden
düzenlenen uçak seferleriyle veya THY
ile Sao Paula veya Buenos Aires
aktarmalı olarak ulaşılabiliyor. Peru,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize
uygulamıyor. Güney Amerika’da yaygın
dil İspanyolca olmakla birlikte turistik
bölgelerde İngilizce de yaygın şekilde
kullanılıyor.
n
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 17
TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER
Tutkunun Götürdüğü Yer
Ayvalık
Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri,
size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem,
yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem,
çağırır Ayvalık kıyıları.
Serdar KIZIK
M
aviye tutkunum ama denize
bir başka. Öyle düz kıyıları,
uzayıp giden plajları değil,
dantel kıvrımlarının
gizeminde saklanan koyları, vadilerin
kucağına sığınan suları severim mavide.
Sürpriz karşılaşmaları....
Önünüze serilmiş çırılçıplak bir güzelliğin
etkisi elbet önemlidir, ama ya onu adım
adım keşfetmenin cazibesi?
Farklı dönemeçlerde, seyirlerde şaşkınlığa
sürüklendiğiniz, karşılaştığınız,
keşfettiğiniz güzelliklerin anlamı?
Kuzey Ege'de sarılıp sarmalaştığım iki
coğrafya, benim için özeldir bundan ötürü.
Önce Ayvalık, diğeri Bademli...
Bazı coğrafyalar ortak çağrışımlar yaratır.
Yine de aynı coğrafyanın adamına göre
etkisi farklıdır. Güzellik çekicidir, evet ya
onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size
seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç
sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık
olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık
kıyıları. Giderim... Acımı, hüznümü
kucaklar, sarar sarmalar, farklı bir terapi.
Şeytan Tepesi'nin ufkunda adaları
seyreylerim. 24'ünden en çok Yalnız Ada,
Kerbela ve Tokmaklar'a dalmışlığım vardır,
kırmızı mercanları hayran hayran
izlemişliğim, tavsiye ederim...
Şeytan Sofrası, Ayvalık
MESA VE YAŞAM 1 7
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 18
TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER
bitkilerden ötürü Moshonisi'dir...
Yani Kokulu Ada.
''Alibey''e gelince, önemli bir tarihsel
gerekçesi var: Ayvalık'ta işgalci Yunan'a
karşı ilk direniş ateşinden ötürü Komutan
Ali Çetinkaya'nın anısına konmuş Alibey
adı... Ada diyoruz aslında karayla bir
bağlantı söz konusu. Hem de Türkiye'nin
ilk ''boğaz köprüsü'' olarak 1960'lı yılların
ortasında tamamlanmış, 54 metre
uzunluğunda...
***
Bana mı öyle geliyor, yoksa bilmem
neden, burada “büyülü bir halin” altını
çizmeliyim. Çılgın bir doğa parçasının
koynunda olağanüstü bir kentsel doku.
Hele şöyle bir el atılıp derlense, toparlansa
nasıl olacak kimbilir? Kaş yapalım derken
göz çıkarmadan tabii... Sessizliğin sesi,
işte tam bu adada...
Başka bir kucaklıyor insanı, alıyor içine.
Dingin, ayakların yerden kesildiği düşsel
bir zaman-mekân buluşmasında, başımı
döndürür Cunda. Bundandır belki de,
Arnavut taşlı dar sokakların götürdüğü
Taksiyarhis Kilisesi'nin yakınındaki küçük
pansiyon, hep bekler durur beni? Bilirim,
ne zaman gitsem bir odacık bulurum...
Aklıma düştü!
Neredeyse harabeye dönüşen Taksiyarhis
Kilisesi’ni, Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür
Vakfı onardı, müze olarak kullanılıyor.
Aşıklar Tepesi’ndeki yel değirmenini de
restore edildi, Sevim-Necdet Kent
Kütüphanesi doğdu. Pek güzel oldu her
iki düzenleme de.
Kütüphanenin bahçesinden manzara
olağanüstüdür, rüzgarla buluşmak
harikadır dostlar.
Dar sokaklar, taş kaldırımlar,
eski Rum evleri, tenekedeki
çiçekler...
Bu tepe Midilli'ye doğru bir derinlik verir
ki, dinginliğin yanında uçmak gibi
çılgınca bir girişimi tetikleyebilir. Zaten
şimdilerde her nasılsa insanların üç beş
bozuk para atıp dilek tuttukları şeytanın
ayak izi, bu yüzden buradadır. Yürürüm...
Çamlığa sığınırım, başım avucumda.
Tahta bir masanın çatlağına takılır
gözlerim, çizgiler yaralarıma yürür, neyse
ki şekerli kahve!..
Ama başımı kaldırdığımda yine mavi...
Kıyıya demirli, kırmızı gövdeli balıkçı
teknesinin sevimliliğine teslim olurum
bir de. İlerlerim...
Bu ruh hali beni önce çarşıya, sonra
yamaçtaki sokaklara sürükler; küçük, dar
sokaklardaki sardunyalı eski evlerin
huzuruna.
Yemekle aram yok ama acıkıyor insan.
1 8
MESA VE YAŞAM
Çarşıda esnaf lokantaları, zeytinyağlılar,
otlar, balıklar...
Bir de meşhur Ayvalık tostu var bu arada.
Yoğurt ve cacığı tapulayan komşu, onu da
tescillerse şaşmam doğrusu...
***
Tepeden Cunda'yı seyretmeli sonra. İşte
bana göre Ayvalık'ın anlamı, Cunda Adası,
diğer bir adıyla Alibey Adası.
Şimdi, şu isim meselesinden başlayayım
konuya... Meseledir çünkü.
Kimileri Rum adı sanarak Cunda demez,
kimileri de dayatma diye Alibey'i
kullanmaz.
Aslı astarı şudur ki, bir kere Cunda,
Rumca değildir. Değildir çünkü,
mübadelede çoğunluğu karşıya, Midilli'ye
göç eden Rumlar için burası çiçek ve
Yaşamak ne güzel şey kardeşim dedirtir...
En son umutla, büyük bir yaşam
çoşkusuyla bakmıştım çam ve zeytin
ağaçlarının arasına serpiştirilmiş eşsiz
koylara, şimdi hüzün bulutları nedense...
***
Adadaki Aiga Triyada ve Ayos Yannis
kiliseleri de tümüyle yıkılmadan önce
onarılsa, öyle misyonerlik faaliyetleri ve
ibadet için değil, örneğin bir sanat galerisi,
küçük bir gösteri ve konser salonu olarak
kullanılsa, ne iyi olurdu sahi.
Taksiyarhis'in müştemilatında konaklayan
yaşlı teyzeyi de özledim bu arada, gelip
gelip gözümün önünde beliriyor o sevimli
haliyle.... Buradan biraz yukarıya,
Sarımsaklı taşının uçuk pembeye kaçan
eskimişliğinde daha sevimlileşen güzelim
taş evlerin sıralandığı, dar sokaklara
tırmanalım.
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 19
Cunda da bir sokak.
Sahilin hemen arkasında zeytinyağlıların,
enfes balıkların hazırlandığı aile
lokantasını da anımsadım birden.
Zeytinyağı limon ve sarımsakla terbiye
edilmiş bin bir çeşit ot, Cunda'ya özgü,
hamsiden de küçük papalina... O ne lezzet,
o ne tat...
Adanın arkası, Patriça Koyu da ayrı bir
güzelliktir hani. Yok, ''Bunca güzellik
yeter!'' deyip kıyıya inerseniz, pencereleri
büyük, aynaları görkemli, o meşhur Taş
Kahve'de yeniden soluklanmanın
sırasıdır.
Hangi zamana denk düştüyseniz başka bir
keyif. Hele de gün batımı... Geceyse zaman,
sekiz on adım atıp denizin kıyısındaki
masalarda taze balık, kalamar, midye ya da
karidesle bir iki kadeh parlatmanın vaktidir.
En son otlu peynirle bir ufağı
götürmüştük içimizdeki şarkılarla düşleri
paylaşarak, ancak bir masanın sığabildiği
terasta. Ayvalık'ın ışıkları Alibey'e
karışmıştı. Denizdeki o inanılmaz
yansımaları anımsarım hâlâ! Hüzün
müdür, burukluk ya da "iyi ki yaşadım"
avuntusu mu, bilinmez...
n
Tarihi Taş Kahve...
Taksiyarhis Kilisesi
BALIKESİR’in Ayvalık İlçesi’ne bağlı
Alibey (Cunda) Adası’nda, kaderine terk
edilen Taksiyarhis Kilisesi (Aya Nikola),
Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’nca
müze olarak restore edildi. 2012 yılı
başında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden
yap-işlet-devret usulüyle 49 yıllığına
kiralanan Taksiyarhis Kilisesi’nin 9
milyon lira harcanarak restore edildiği
belirtiliyor.
Görkemli bir açılış yapılması planlanan
ancak Soma’da 301 maden işçisinin
yaşamını kaybetmesine yol açan maden
kazası nedeniyle sessizce yapılan açılış
törenine vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi.
Ayvalık’ın en önemli eski yapılarından
biri olan Taksiyarhis Kilisesi, yıllarca
define avcılarının talanına uğramış.
Kilisenin tavanındaki mühüre göre,
yapımı 1873’e kadar uzanıyor. Mermer
işçiliği, tavan süslemeleri ve ikonları ile
dikkat çeken kilisenin, balık derisi
üzerine yapılmış azize portreleri eşsiz
güzellikte kabul ediliyor. Kilisenin altında
ve duvarlarının arasında altın olduğuna
inanan define avcıları, yıllarca binayı
tahrip etti. Viraneye dönen yapının,
yeniden Cunda’ya kazandırılmasının
turizme olumlu katkı yapması, özellikle
kültür turizmini canlandırması
bekleniyor.
Müze olarak kullanılıcak Taksiyarhis
Kilisesi’nde; halen klasik otomobiller,
1600 ve 1800’lü yıllara ait eserler,
denizcilikte kullanılan aletler, gemi
dümeni, eski dalgıç kıyafetleri, buharlı
araba, buharlı iş makineleri, tarihi
bisikletler, dünyanın bir çok önemli
eserlerin yapı modeli maketleri (Eyfel
Kulesi, Keops Pramidi gibi) sergileniyor.
MESA VE YAŞAM 1 9
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 20
MÜREKKEP ZAMAN
Bu yazın bir numarası:
Deliduman
Emrah Serbes, Behzat Ç. Ve Erken Kaybedenler kitaplarından
bildiğimiz üslubunu daha da geliştirmiş yeni romanında. Deliduman,
bu yazın en çok okunan ve konuşulan kitabı oldu. Belli ki Gezi Olayları
hakkında ilk iyi roman olarak edebiyat tarihine de geçecek.
Cem ERCİYES
E
debiyat alanında bu yazın tartışmasız
en önemli kitabı Emrah Serbes’in
romanı Deliduman oldu. Genç
yazarlar içinde kendine özgü bir yeri
olan Emrah Serbes, esas ününü yarattığı
Behzat Ç. Karakteri üzerine kurulan tv
dizisiyle kazandı. Aslında bu diziye ilham
veren iki roman, ‘Son Hafriyat’ ve ‘Her Temas
İz Bırakır’ 2006 ve 2008 yıllarında yayımlanmış
ve polisiye edebiyat takip eden küçük bir kitle
arasında kendince meşhur olmuştu. Ama ne
zaman ki ‘bir Ankara polisiyesi’ olarak ekranda
yerini buldu, o zaman bu delidolu, kural
tanımaz ama sırf vicdan cinayet şube müdürü
bir anda Türkiye’nin e meşhur polisi oldu.
Emrah Serbes de yarattığı karakterle birlikte
tanınırlık kazandı.
Yeni romanı Deliduman, Gezi Parkı
Olayları’na adanmış bir kitap. Aslında diliyle
de içeriğiyle de tipik bir Emrah Serbes kitabı.
Yazarını edebiyat açısından bir üst aşamaya
taşıyan bir kitap. Emrah Serbes’in gerek Behzat
Ç. polisiyelerinden gerekse unutulmaz öykü
kitabı Erken Kaybedenler’den tanıdığımız
karakterlerini çağrıştıran yepyeni insanlar ve
ruh halleriyle karşılaşıyoruz burada. Behzat Ç.
ne kadar ‘harbi’yse, Erken Kaybedenler’deki
hikaye kahramanlarının tümü nasıl ‘kırgın ve
kızgın ergenler’ ise Deliduman’ın kahramanı
Çağlar da öyle… Emrah Serbes, adını bir
internet sitesinden alan ‘afili filintalar’ ekibinin
önemli bir kalemi. Bu ekibin bütün
yazdıklarında görülen o geçmişe özlem
kokusu, mahalle hayatı, gündelik dil,
dostluğun ve insani erdemlerin kutsanması,
hayatın çirkinliklerine karşı mağlup bir öfke
Emrah Serbes kitaplarında da bol bol var. Ben
bu ekibe Fatih Özgüven gibi ‘Oğuz Atay
sonrası oğlan çocukları’ demeyi seviyorum ve
bu ironik ismi aslında edebi bir tabir olarak da
gayet doğru buluyorum.
Bu yaz hem en çok satılan hem hakkında en
çok konuşulan kitap oldu Deliduman. Serbes
burada bizi, Gezi Olayları’ndan hemen önce,
2013 ilk baharında muhtemelen Marmara
kıyılarındaki hayali bir sayfiye kasabasına,
Kıyıdere’ye götürüyor. Herkesin tanıdığı ve
sevdiği, bitirim delikanlı Çağlar bize o yaz,
başından geçenleri anlatıyor. Dayısı kasabanın
belediye başkanı. Çağlar’ın Dedemi Kanser
Eden Parti dediği partiye girmiş ve seçilmiş.
Sayfiye kasabasını ranta açan ve eskiyi
2 0
MESA VE YAŞAM
neredeyse silip süpüren bir fırsatçı. Ama
romanın bütün karakterleri gibi bir yanıyla
hala ‘ergen’ kalmış bir adam. Çağlar, annesi,
kardeşi ve dayısı aynı evde yaşıyorlar. Günleri
taparcasına sevdiği kız kardeşi ve en yakın
arkadaşı Mikrop’la geçiyor. Hedefi büyük
yetenek olduğuna inandığı kız kardeşi
Çiğdem’in Michael Jackson taklidiyle hak ettiği
ünü kazanması. Bunun için çektikleri video
tam internette izlenmeye başlamışken birden
bir şey oluyor; herkes Gezi Olayları’na
odaklanınca onlar gündemden düşüyor.
Ondan sonra Çağlar, kardeşinin meşhur
olmasına engel oldukları için kızdığı Gezicilere
adım adım yaklaşacak ve roman, bütün
karakterlerin buluştuğu Taksim’de Çağlar’ın
büyümüş de küçülmüşlükten çıkıp 14 yaşına
ve hayatın kendi gerçekliğine döndüğü tatlı bir
finalle sona erecektir.
Emrah Serbes, Çağlar’ın anlatımıyla ikili bir
dünya kuruyor. Çağlar’ın olmaya çalıştığı
dünya ve gerçekler. O güçlü, kendinden emin,
hayata aldırmayan ‘erken kaybetmiş’ kalender
Çağlar aslında bin bir derdi dert edinen 14
yaşında bir delikanlıdır. Tek başına çocuklarını
büyütmeye çalışan depresyondaki annesi,
sorunlu kız kardeşi, yoksul ve kapana kısılmış
en yakın arkadaşı, bir baltaya sap olmaya
çalışırken kendisine, ailesine, kasabasına ihanet
eden dayısı, İstanbul’da yaşayan ‘aktivist
mimar’ babası ve uzaktan uzağa aşık olduğu
sevgilisi onun esas gerçekleridir. Çağlar’ın
hikayesini biraz da bunları nasıl yok saydığına
görerek ve onu anlayıp severek okuruz.
Romanın, Gezi ruhunu inşa eden gençlerin tek
tek hepsinin ruhuna sirayet etmemize imkân
veren bir yanı da var. Tüm Türkiye’ye yayılan
Gezi Olayları’nı küçük bir kasabadaki
yansımalarıyla çok iyi anlatıyor. Kahramanlar
İstanbul’a bizzat Gezi Parkı’na geldikten sonra
biraz daha belgesel bir hava kazanıyor kitap.
Yazarın eylemcilerin işgal ettiği Gezi Parkı’nı
ve oradaki hayatı, ilişkileri tasvir etmeye
soyunduğu sayfalar sanki Çağlar’ın
hikâyesinden rol çalıyor.
deliduman
İletişim Yayıncılık, 350 syf
Emrah Serbes
Yine de Deliduman, Türk Edebiyatı’nda
hemen etkisini gösteren Gezi Parkı’yla ilgili
yazılmış en iyi roman ve sanıyorum ki yıllarca
da öyle kalacak. Hatta bu özelliğiyle edebiyat
tarihine de geçecek.
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 21
İki yeni yazar, iki yeni roman
Yaz aylarında hem çok satan maceralar ve aşk
romanları yayımlanır, hem de yeni yazarların
yoğun sezonda arada kaybolabilecek riskli ilk
kitaplar. Yeni yazar keşfetmek konusunda
yayıncılık dünyasında bir efsane olan İletişim
Yayınları’nın vaktiyle keşfettiği bir yazarı,
Emrah Serbes’i yukarıda anlattım. Biraz da
geleceğin Emrah Serbesleri olması kuvvetle
muhtemel iki başka yazardan söz edeyim. Her
ikisinin de ilk kitapları bu yaz çıktı. Her ikisi de
polisiye birer öyküyle birlikte gerçekçi, etkileyici,
samimi dünyalar kuruyor.
Harun Candan, Hayalname adlı romanında bir
köy imamını anlatıyor. Bu yanıyla edebiyatımızda
biraz ihmal edilmiş inançlı Müslüman
Hayalname
İletişim Yayıncılık, 260 syf
Harun Candan
karakterlerin kendini gösterdiği ilk yapıtlardan
biri olarak da dikkat çekiyor. Roman kahramanı,
yoksul bir aileden. İstanbul’da İlahiyat okurken
hayatının ilk aşkını yaşıyor. Tanıştığı fotoğrafçı kız,
canlılığı ve farklılığıyla aklını başından alıyor. Ne
var ki bu ilk aşk hüsranla sonuçlanınca
kahramanımız bir köye imam olarak tayinini
istiyor. Erken Cumhuriyet romanının kırgın
idealist karakterleri gibi Anadolu’da bir münzevi
hayatı seçiyor. Buradan sonra roman adeta ikinci
bir safhaya geçiyor. Bir definecinin peşine takılan
kahramanımız suça, cinayete karışıp masum bir
kadının sorumluluğunu üstlenmek ve Anadolu’da
bir kaçak hayatı yaşamak durumunda kalıyor.
Masum ya da değil bütün karakterlerin biraz da
kaderi ve tesadüfleri kabullenip değiştiği bir
hayatın kitabı. Gerçekten hem sürükleyici hem de
diliyle anlatımıyla okunmaya değer.
Bil ki hayat virâne
İletişim Yayıncılık, 236 syf
İlyas Barut
İlyas Barut’un Bil Ki Hayat Virâne adlı romanı,
fena halde ‘afili filintalar’ janrına dahil olabilecek
vaziyette. Emekli cinayet amiri Nusret Çakmak,
çocukluk arkadaşını kıramayıp intihar ettiği
sanılan kızının gizemini çözmek üzere işe dalar.
Alkolik, kural tanımaz, kavgacı ve tabii ki bir nevi
filozof tadındaki Nusret Çakmak, kara polisiye
türünün pek sevdiği dedektif tiplemesinin bir yeni
örneği. Konu bir sahil kasabasında geçiyor. Yani
Taşraya dönüş bir kez daha karşımıza çıkıyor.
Entrika, içine girdikçe karmaşıklaşıp zorlaşıyor;
dedektifimiz hem başına açılan yeni işler hem de
ailesiyle yaşadığı çatışmalar nedeniyle iyice
çıkmaza giriyor. Ama bütün bunlar hikâyenin
heyecanını, kitabın sürükleyiciliğini arttırıyor.
Yine de kitabı kendine özgü ve sözünü etmeye
değer kılan tarafı içindeki edebi oyun. O da iki
ayrı anlatımın iç içe geçmesi. Nusret Çakmak’ın
hikâyesini hem genç bir yazar, hem de kendisi
yazıyor. Birinde alkolik, diğerinde içkiyi bırakmış;
birinde karısı intihar etmiş, diğerinde kanserden
ölmüş… Ama bu iki farklı anlatım romanı hiç
karmaşıklaştırmıyor ve nasılsa hiç bir tekrara
düşmeden birbirine dokunarak ilerliyor. Bu tarz,
hem Nusret Çakmak’ın içkiden bulanık zihnine
sirayet etmemizi sağlıyor hem de gelişmelerin
müphemliğini artırarak merakımızı gıdıklıyor.
Neticede serseri dedektiflerin acıklı ve heyecanlı
ve mutlu sonla biten hikâyelerini seven herkese
tavsiye olunur.
n
MESA VE YAŞAM 2 1
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 22
NURİ BİLGE CEYLAN
Doğru
Bildiği Yolda
Yalnız
Yürüdü
Nuri Bilge Ceylan, Yılmaz
Güney gibi doğru bildiği
yolda yalnız yürüdü.
Bu uzun yürüyüş iyinin
vasata karşı zaferiyle
sonuçlandı. Grasham Yasası
bu sefer işlemedi, kötü iyiyi
kovamadı. İyi olan filizlendi
ve büyüyüp bir ağaç oldu.
Şimdi bu ağacın gölgesinde
oturmanın keyfini
çıkarmayalım mı?
Olkan ÖZYURT
9
0’lı yıllar… Türk sineması dibe
vurmuş, çıkış arıyor. “Eşkiya” Türk
filmlerine gidilmez algısını
değiştirse de zar zor çekilen yerli
filmlere vizyon şansı pek tanınmıyor.
Fakat, bu kültürel olarak çorak ortamda
kendi imkânları ile film çeken birtakım
yönetmenler çıkıveriyor ortaya. Yine
kendi imkânlarıyla ve şartları da
zorlayarak filmlerini seyirciyle buluşturma
adına çare arıyorlar. Bu yönetmenlerden
biri de Nuri Bilge Ceylan… İlk uzun
metrajlı filmi “Kasaba”yı çekmiş.
2 2
MESA VE YAŞAM
Gazetelere verdiği küçücük bir ilanla
seyircisini arıyor filmi. Sonra da o
günlerde has sinemanın İstiklal
Caddesi’ndeki kalelerinden biri olan,
Avrupa Sineması’nın seçkin örneklerini
gösteren Beyoğlu Sineması’nda birden
afişi beliriyor “Kasaba”nın. 1997’nin son
günlerinde yolu Beyoğlu Sineması’na
düşünler çok farklı bir yönetmenle
tanışarak çıktı salondan. O günlerde
Radikal Gazetesi’nde sinema yazarı Tunca
Arslan “Kasaba” ile ilgili yazısında “Yılmaz
Güney’in ‘Umut’undan bu yana bu kadar
‘gerçekçi’ bir film izlediğimi
anımsamıyorum” diye yazdı. Çiçeği
burnunda bir yönetmen için ne büyük bir
onur bu cümle. Ama bu cümlenin bir
başka anlamı daha var. O da Ceylan ile
Yılmaz Güney’in bir yazıda da olsa ilk defa
buluşuyor olması. Ama bu buluşma son
olmayacak. Ceylan ile Güney’in yolları
farklı farklı olsa da kesişecek. En sonunda
Cannes Film Festivali’nde “Kış Uykusu”
ile Altın Palmiye aldığında Ceylan verdiği
bir Yılmaz Güney pozuyla bu buluşmayı
nihayetine erdirecek.
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 23
Nuri Bilge Ceylan
Kasaba
('The Town'), 1997
Ceylan ve Güney’in sinemalarında
benzerlik yok aslında. Ama sinema
tutkularının, sinema için yürüdükleri
yolun, film çekme arzularının ayrı
düştüğünü söylemek de zor. Muhtemel
Ceylan’ın sinemamızda ilham aldığı
birkaç yönetmenden biridir Güney. Zaten
onun sinemasını kıymetli bulduğunu her
zaman söyleyegelmiştir.
Yeşilçam’ın masal dünyasını yırtıp atan,
Türk Sineması’nın aktığı yatağı değiştiren
Güney, kendi bildiği yolda yalnız yürüyen
ve büyük bedeller ödeyen ama
sinemasıyla dünyayı etkileyen bir
sinemacı. Ne hapishaneler, ne sürgünler
ne de türlü türlü itham ve suçlamalar
onun sinema yapmasına engel oldu.
Inarritu’dan Costa Gavras’a, Emir
Kusturica’dan Abbas Kiarostami’ye kadar
farklı coğrafyalardan pek çok yönetmeni
etkileyecek kadar önemli filmler yaptı.
Uluslararası arenada Türk Sineması
deyince akla gelen ilk yönetmenlerden biri
oldu. Ceylan da tıpkı Güney gibi kendi
bildiği yolda yalnız yürüyenlerden. Sıkıcı
filmler yapıyor dense de, giydiği kıyafetler
eleştirilse de, başarıları kimi zaman
görmezden gelinse de, filmleri az izlense
de hiçbir şeye kulak asmadı ve yolunda
yürüdü. İşin aslı yürüdükçe de büyüdü.
Bugün dünyanın en saygın
yönetmenlerinden biri kabul ediliyor.
Uluslararası arenada Türk Sineması
deyince de Yılmaz Güney’den sonra
hemen onun adı veriliyor.
Peki nasıl bir serüvendir Ceylan’ın ki? 1959
doğumlu Ceylan’ın çocukluğu
Çanakkale’de doğayla içiçe geçse de
1969’da 10 yaşında İstanbul’a gelerek
Türkiye’nin çalkantılı yıllarına daha
yakından tanıklık etmiş biri O. Hatta ilk
gençlik yıllarında bu çatışmalı ortamın
etkisini bizatihi hissetmiş olduğu da
biliniyor. İlk üniversitesi İstanbul Teknik
Üniversitesi. Kimya okuyor. Ama o yıllarda
Maçka Kampüsü çok hareketli. Boykotlar,
gösteriler… Ceylan bu gerilimli ortama iki
yıl dayandıktan sonra 1978’de tekrar sınava
girip Boğaziçi Üniversitesi Elektrik
Mühendisliği’ni kazanıyor.
O yıllardaki tutkusu fotoğraf. İyi de
fotoğraf çekiyor. 1982 yılında Milliyet Sanat
Dergisi tarafından geleceğin Türk
fotoğrafçıları arasında gösterildiğinde
henüz yaşı 23. “Fotoğrafla uğraşmak, her
geçen gün dünyaya daha büyük bir
merakla, sevgiyle bakmamı, bunun
Nuri Bilge Ceylan
Bir Zamanlar Anadolu’da
('Once Upon a Time in Anatolia'), 2010
MESA VE YAŞAM 2 3
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 24
NURİ BİLGE CEYLAN
Nuri Bilge Ceylan
İklimler
2006
yanında kendimle ve kitlelerle daha yapıcı
iletişim kurmamı sağlıyor” diyecek kadar
açık sözlü o yıllarda. Sinema hayatında var
ama izleyici durumunda henüz. Okul
bitince dünyaya açılıyor bir süre.
Yolculuklar başlıyor, önce Batı, sonra
Doğu. Hayalinde National Geographic
fotoğrafçısı olmak var. Ki o yıllarda bu tür
hayal kuran kaç insan vardır bir düşünün.
Fakat bu hayal de onu tatmin etmiyor.
Askerde aldığı kararla sinema yapmaya
karar veriyor. Sinema okumak için Mimar
Sinan Üniversitesi’ne kaydını yaptırıyor.
Ama iki yıl sonra bırakıyor okulu.
İlk kısa filmi “Koza” için kamera arkasına
geçtiğinde 34 yaşındadır Ceylan. Hemen
Nuri Bilge Ceylan
Uzak
2002
hemen yolun yarısına gelmiştir. Ama
aradığını bulduğunu hisseder. “Koza”yı
çeker ve Cannes Film Festivali’ne gönderir.
İşin açıkçası o yıllar için alışık olmadık bir
durumdur bu. Film Cannes’e seçilir ve
yarışır. Lakin bu genç yönetmenin başarısı
bir iki kısa haber olarak kalır gazete
sütunlarında.
Ama “Kasaba” sonrası artık yeni filmi
merakla beklenen bir yönetmendir Ceylan.
90’ların siyasi, toplumsal ve kültürel olarak
kaotik ortamında Zeki Demirkubuz,
Derviş Zaim, Rehan Erdem, Yeşim
Ustaoğlu gibi bir yönetmen kuşağının
içinde adı anılır. Bu yönetmenlerin Türk
Sineması’nın çehresini değiştireceklerine
inanç vardır. Ki öyle de olur. Hepsi
birbirinden bağımsız olarak Yeni Türk
Sineması’nın temellerini atarlar. Ceylan
genel olarak yaşadıklarından yola çıkar.
“Kasaba”da olduğu gibi “Mayıs Sıkıntısı” ve
“Uzak”ta da otobiyografik unsurlar
kullanır. Sinemasının kıblesi de
çocukluğunda derin derin soluduğu
taşradır. “Mayıs Sıkıntısı” Berlin Film
Festivali’nde Altın Ayı için yarıştığında
Yeni Türk Sineması’na umut bağlayan bir
avuç sinemasever dışında kimse bu
başarının farkında değildir. “Uzak”ın
Cannes’da Altın Palmiye yarışına katılması
ve Jüri Büyük Ödülü alması 2000’lerin
başında sinemamızın en büyük başarısıdır.
Bu başarı gerektiği gibi takdir edilmez, ama
Ceylan herkesin kafasındaki Cannes
algısını yavaş yavaş değiştirir, her çektiği
filmle ve her aldığı ödülle.
Ceylan’ın sinemasının farkında olanlar,
onun filmlerini ilgiyle takip edenler entel
olmakla itham edilirken, Ceylan ve onun
gibi film yapan yönetmenlerse ‘sanat filmi’
çekiyor diye belirli bir alana hapsedilmeye
çalışılır. Ama bu tür tepkiler çok sonuç
vermez. 90’larda su damlamaya 2000’lerde
su yolunu bulmaya başlamıştır.
Nuri Bilge Ceylan tarafından yönetilmiş
2014 yapımı Kış Uykusu, 2014 Cannes Film
Festivali'nde Altın Palmiye kazanmıştır.
2 4
MESA VE YAŞAM
“İklimler”le yeniden Cannes’a gider. O
güne kadar ağırlıklı olarak yakın
çevresini filmlerinde oynatan Ceylan bu
filmde bir ilke imza atar ve eşiyle kamera
önüne geçer. Festivalden FIPRESCI
ödülüyle döner. Ama onun Türkiye’de
yıldızını parlatan şey ne filmleri ne de
ödülleridir. “Üç Maymun”la Cannes
arenasına çıkıp En İyi Yönetmen ödülü
aldığında, ödülünü “Benim yalnız ve
güzel ülkeme ithaf ediyorum” deyince
Ceylan birden Türkiye’de ‘starlaşır’.
Memleketteki kimilerinin gururunu
başarılarından ziyade onun bu sözleri
okşamıştır. O güne kadar filmlerini
izlemeyenler ya da ona karşı ‘sıkıcı film
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 25
Nuri Bilge Ceylan
Üç Maymun
2008
Nuri Bilge Ceylan,
Cannes Film Festivalinde en iyi
yönetmen ödülünü “Üç Maymun”
isimli filmi ile kazandı.
çekiyor’ diyenler ya da başarıları
karşısında alkışı esirgeyenler birden
Ceylan’ı göklere çıkarır. Lakin Ceylan’ın
derdi sinemadır, film yapmaktır. Vakti
zamanında örselenmeyi önemsemediği
gibi bu birdenbire gelen coşkulu
tezahüratları da çok önemsemez. Star
rolüne bürünmez ve normal hayatına
devam eder. Ama başarıları onun film
yapmasını kolaylaştırdığı için mutludur.
“Bir Zamanlar Anadolu’da” filmiyle
tekrar Cannes’dadır lakin Altın
Palmiye’nin kıyısından döner. Ama yine
de Jüri Büyük Ödülü ile döner. Ve
yönetmenliğe başladığının 21. yılında
“Kış Uykusu” ile Altın Palmiye’yi alır.
Yılmaz Güney’den sonra Altın
Palmiye’yi Cannes’da eline alan ikinci
yönetmendir Ceylan. Dünyayla ayakta
alkışlar kendisini. Ama adına haber
kanalıyız diyen kanalların muhteşem
öngörüsüzlüğü sayesinde bu alkışları
gecikmeli duyarız…
Yıllar önce fotoğraf için “Kendimle ve
kitlelerle daha yapıcı iletişim kurmamı
sağlıyor” diyen Ceylan sinema için de
“Sinema benim için bir muamma.
Filmler, bana kendim hakkında, insanlık
hakkında çok şey öğretti” diyecekti. İşin
aslı öğrendikçe üretti. Ama kendini
sinemaya hapsetmedi. Edebiyatı, resmi,
fotoğrafı yani sanatın diğer disiplinlerini
ilgiyle takip etti. Yazarlardan Çehov’un
her zaman onu zenginleştirdiği söyledi.
Kendisiyle ilgili beklentilerle pek
ilgilenmedi. “Özgürlüğün ve gerçeğin
peşinde olmak, her şeyin üzerinde
olmalı. Hatta sanatçı, kendinden
beklenenden bile tamamen sıyrılmalı”
diyerek açıkladı bunun da sebebini.
Başarıları, Cannes macerası, aldığı
ödüller işin aslı Ceylan için yapmak
istediği sinemadan çok da önemli
değiller “Ödüller çok işe yarayabilir ama
sinema yapmak benim için ciddi bir iş,
bu işin ödül ve şatafatlı tarafını tamamen
bir oyun gibi görmek ve fazla anlam
yüklememek lazım” demesi de bu
yüzden. Başarıya endekslenmiş bir
zamanda aslolanın kalıcı eser bırakmak
olduğunun farkında. Ki öyle de yapıyor.
Filmlerinin eskimediğini, zamanın
üzerine taşındığını oturup filmlerini bir
kez daha izlerseniz hissedeceksiniz.
Nuri Bilge Ceylan’a yıllar önce bir
yabancı gazeteci soruyor “Geleceğin
sinemacılarına ne tavsiye edersiniz?”
diye. Ceylan da “Doğru bildiğin yolda
yalnız yürü” cevabını veriyor. Aslında bu
öğüt Ceylan’ın sinema kariyerini
özetleyen bir cümle. Ceylan kendi
doğrularına, sezgilerine güvenerek
bildiği yoldan vazgeçmeden yürüdü ve
bugünlere geldi. Başarıyı cezalandıran
bir coğrafyada bir kazaya kurban
gitmemek için belki biraz temkinli
yürüdü ama yine de yürüdükçe büyüdü.
Kendi sinemasını oluşturdu. Kendi
seyircisini yarattı. Onunkisi kalitenin,
iyinin vasata karşı zaferiydi bir anlamda.
Grasham Yasası bu sefer işlemedi, kötü
iyiyi kovamadı. İyi olan filizlendi ve
büyüyüp bir ağaç oldu. Şimdi bu ağacın
gölgesinde oturmanın keyfini
çıkarmayalım mı?
n
Nuri Bilge Ceylan
Kış Uykusu
('Winter Sleep'), 2014
MESA VE YAŞAM 2 5
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 26
ÜZÜM
“Üzüm meyvaların
buğdayıdır”
“Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ?
Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi.
Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi…”
Refik Halit Karay
Gökhan AKÇURA
Ü
zümün tarihin derinliklerine
gelen bir meyva olduğu kesin.
Örneğin İsa’dan 3 bin yıl
kadar öncesine tarihlenen
Mısır hiyerogliflerinde üzüm ve şarap
üretimine dair ayrıntılı bilgiler bulunuyor.
Kutsal Kitap’da da Nuh’un üzüm
bağlarından bahsedilir. Anadolu
tarihinde ise Hititlerden bu yana üzümün
kutsanmadığı bir uygarlık
olmamıştır. Hatta bazı
arkeolojik bulgulardan
hareket edersek,
üzümün vatanının
Anadolu olduğu bile
söylenebilir. Çünkü bu
bulgular İ.Ö. 40003500 yıllarına kadar
uzanmaktadır.
Şarap tanrısı
Dionysos’un da bu
topraklarda
yeşermesine
şaşmamalı.
Osmanlı
döneminde
üzümün
imparatorluğun
dört bir
yanında
sersebil
yetiştirildiğinin
en büyük tanığı
Evliya Çelebi.
Seyahatnâmesi’nde
Balkanlar’dan
Arabistan’a kadar
yüzlerce şehirde üretilen
üzümlerden söz eder. Adlarını sıralarsak
karşımıza çıkacak çeşitlilik gözlerimizi
yaşartır: Ağırbinik üzümü, alaca üzüm,
aveng üzümü, Cem üzümü, dölderesi
üzümü, dürbili üzümü, engür şiresi,
Frenk üzümü, füruşka üzümü,
Halilülrahman üzümü, ham üzüm,
Hanya üzümü, hora üzümü, Hüsami
üzümü, keşmekeş üzümü, kıradına
2 6
MESA VE YAŞAM
üzümü, Kudsi üzümü, kumla üzümü, kuş
üzümü, melikî üzümü, misket üzümü,
Namık üzümü, razaki üzümü, sarı ve yeşil
ve kırmızı kış üzümü, Semendire üzümü,
Sirgi üzümü, siyah üzüm, Şam üzümü, ter
gömlek üzümü, Urla’nın çarsû üzümü,
tilki kuyruğu üzümü, yaban üzümü,
yediveren üzümü, zeynî üzümü.
Evliya Çelebi sadece üzümlerin adlarını
ve nerede yetiştiklerini söylemekle
kalmaz, küçük küçük bilgiler de verir
bize. Örneğin Tavşanlı’da “deve yükü
üzüm kurusunun getirilip pekmez
yapıldığı”nı öğreniriz. Urla’daki asmaları
anlatışı ise bir rüya tasviri gibidir:
“Çarşının ortasında bir üzüm asması var
ki, iki adam ancak kucaklayabilir. Dalları
bütün çarşıyı kaplamıştır. Yüzlerce salkım
üzümü yol üzerine sarkar. Her bağ sahibi
bu asmaya yeni aşı yaparak üzerinde
çeşitli üzümler hasıl olmuştur. (…) Piri
Beşe’nin 120 yaşındaki pederi ‘ben 120
senedir bu ağacı böyle bilirim, babam da
120 sene yaşamış olup, o da bu ağacı
böyle bildiğini söylerdi” dedi.
Hoca Ali Rıza’nın çizgileriyle
bir üzüm salkımı
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 27
Besim Ömer ‘in[Akalın] üzümün sağlık açısından
değerlendirmesini yapan kitabının kapağı (1933)
İstanbul Üzümleri
İstanbul üzümleriyle ilgili bilgilerimiz ise
Bizans dönemine kadar uzanır. Özellikle
Adalar’daki manastırların çevresinde üzüm
bağları bulunmaktadır. Boğaziçi’nde ise
Rumeli yakasında Rumelikavağı’ndan
Büyükdere’ye doğru, Anadolu yakasında
ise Fenerbahçe’den Pendik’e doğru uzanan
bölgede bağlar yer aldığı eski kaynaklar ve
gezi notlarında belirtilmektedir.
Osmanlı döneminde ise, müslümanlık
şarabı yasakladığından üzüm bağları aynı
ivme ile gelişmez. Ama yine de kentin dört
bir yanında üzüm yetiştirilmektedir.
Üzümleriyle ünlü bölgeler Anadolu ve
Rumeli yakasındaki Boğaziçi köyleri,
Çamlıca, Yakacık, Üsküdar’dan Erenköy,
Göztepe, Maltepe’ye uzanan alan, Kadıköy
Fenerbahçe arası, Topkapı civarındaki
Maltepe, Ayazpaşa’dan Kabataş’a doğru inen
sırtlar ve Adalar. Eski bağların ne denli
yaygın olduğu günümüze de kalan semt,
bölge ve sokak adlarından da anlaşılabilir:
Bağlarbaşı, Valdebağı, Papazınbağı,
Viranbağ, Dolaybağları ve çeşitli
semtlerdeki Bağodaları adını taşıyan
sokaklar.
Padişaha ait bahçelerde yani Hasbahçelerde
de üzüm önemini korur. Evliya Çelebi,
Edirne Sarayı’nın bahçelerindeki
asmalardan övgüyle söz eder. Haliç
Aynalıkavak’taki Tersane Bahçesi’nde de en
iyi cins üzümler yetiştirilmektedir. 19.
Yüzyıldan kalma bir belgeden de Topkapı
Sarayı bahçesinde yetiştirilen meyvelerin
erik, çilek, limon ve üzüm olduğunu
öğreniriz. Topkapı Sarayı Müzesi’nde
bulunan 1847 tarihli bir elyazmasında ise
59 cins üzümden söz edilir. Bu sayının
İmparatorluk düzeyindeki bir çeşitliliğe
işaret ettiğini sanıyorum. Zaten kaynaklar,
İstanbul’un üzüm ihtiyacının sadece ‘taze
üzüm’ olmadığını, bol miktarda kuru üzüm
ve pekmezin Anadolu’dan sağlandığına
işaret ediyor. 16. Yüzyıla ilişkin bazı
belgelerden bu ihtiyacın İzmir, Aydın,
Menemen, Gelibolu, Bozcaada, Midilli,
İznik gibi değişik bölgelerden sağlandığını
öğreniyoruz.
Anadolu ve İstanbul Rumlarının dini
kökenli bir üzüm bayramı olduğundan söz
etmenin de tam zamanı. Ortodoks
geleneğine göre her yıl 6 Ağustos’daki
Metamorfoseos Yortusu’nda üzümler
sembolik olarak takdis edilir ve orada
bulunanlara yemeleri için dağıtılır.
Günümüzde de (sadece İstanbul’da) devam
eden bu çok eski gelenekten önce dini
bütün Rumlar üzüm yemezler.
İstanbul bağlarının 19. Yüzyılın sonlarına
doğru filoksera salgını nedeniyle
kuruduğunu ve kentte üzümün uzun süre
yetişmediğini Sait Kesler’in 1938 tarihli bir
yazısından öğreniyoruz. İstanbullular’ın
uzun süre üzümü küfede, çardağı resimde
gördüğünü belirten Kesler, durumun
değişmeye başladığını okuyucuya
müjdeliyor: “Şimdi İstanbul’da bağcılık ve
bağ alemleri yeni baştan başladı. Birkaç yıl
sonra İstanbullu üzümünü elile koparıp
yiyecek. Bana bu satırları yazmak vesilesini
veren, Topkapı’da yeni bir bağın, İncirli
Bağın açılmış olmasıdır. Elli yıldanberi
filokseranın matemini tutan Topkapı’da,
şimdi her yıl bir yeni bağ açılıyor ve her yeni
bağ bu matem sahası üzerinde bir neşe
kaynağı oluyor. Yeni filizlenmeye başlamış
her çubuğun yanıbaşında bir genç kızın
pembe beyaz eli nazlı nazlı büyüyen salkımı
okşuyor.” Topkapı yöresinin bu yeni bağlarını
Sait Kesler şöyle sıralıyor: “Sülü’nün bağı,
Kavas’ın bağı, Sarraf’ın bağı, Tepe bağı,
Litros, Viranbosna bağları, Semerci’nin,
Ebe’nin, ACemin, Yorgancı’nın bağları,
Barutcubaşı’nın bağı, Hacı Bekir’in bağı.”
Anadolu’da üzüm bayramları
Şimdi 1930’lu yıllara ışınlanıyor ve sizlere
salgın hastalıkların geride bırakıldığı,
üzümün Anadolu’da tekrar yaygın ve
makbul bir meyva olduğu bir dönemden
tanıklıklar getiriyoruz. İlk tanığımız
1936 yılının yazında Yedigün Dergisi için
Manisa’ya bir yolculuk yapan Adnan Bilget
ve Ziya Nebi ikilisinden. Manisa’nın bağlar
bölgesine at sırtında gidiyorlar.
İlk izlenimleri şöyle: “Bağlar arasında, renkli
basma entarileri içinde bir kat daha
güzelleşen, temiz yüzlü köy kızları göze
çarpıyor. Ellerindeki sepetleri en olgun
salkımlarla dolduruyorlar. Yer yer bütün bağ
evlerinin bacasından duman tütüyor.
Yollarda ve sergi başlarında büyük bir insan
kalabalığı var… Manisa’nın niçin bomboş
olduğunu şimdi anlıyoruz…
Yollardan ayrılarak, atlarımızı dar patikalara
sürüyoruz. Bir müddet gittikten sonra Gediz
bütün ihtişamile yine karşımıza çıkıyor. Öteye
geçmek için, atlarımızı sulara sürüyoruz.
Ayaklarımız ıslanırken, içimiz ürperiyor…
Oh… Gediz’in temiz suları arasına karışmak
ve uzak denizlere doğru akıp gitmek bile ne
büyük bir bahtiyarlık olabilir… İçimiz
yanarak bir bağın önünde duruyoruz. Bu
sıcakta yaprakların gölgesi arasından buz gibi
üzümler sanki gülerek bakıyor.”
MESA VE YAŞAM 2 7
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 28
ÜZÜM
2007 yılında yapılan
Karaburun Şenlği afişinde
üzüm ön plandaydı
(Grafiker: Rauf Kösemen)
Manisa ilk üzüm bayramını yapacak. Bu
bayramın iktisadi bakımdan mevzubahis
olabilecek kıymeti, istikbalde kazanacağı
değeri; tarihi Mesir bayramından –lehde
olmak üzere- çok daha farklı olacaktır.”
İznik Üzüm Bayramı broşürünün kapağı
Yazarlarımız bağda çalışan kızlardan izin
aldıktan sonra (“Üzüm de istenirmiymiş
hiç… Bağa girin istediğiniz kadar yeyin..”
cevabını alırlar aslında), kütüklerin arasına
dalıyor ve üzüm yemeye başlıyorlar.
İşin hikâye kısmı bir yana, Gediz
bağlarında o yıl mahsulün çok iyi
olduğunu, dalların salkımların ağırlığından
yıkıldığını öğreniyoruz.”
2 8
MESA VE YAŞAM
Bir yıl sonra bu kez Yarımay Dergisi’nin
muhabiri Muazzez Günal’la yine Manisa
yollarına düşüyoruz. Ama bu kez daha
farklı bir olay var: Manisa’da ilk kez Üzüm
Bayramı yapılıyor. Sözü Muazzez hanıma
bırakıyoruz: “Şen, hareketli bir pazar günü.
Halk geniş sokaklardan Halkevi’ne doğru
akın yapıyor. Yüksek sesle konuşanlardan
bayramın teferruatını öğrenmem mümkün.
Birbiriyle konuştukları şeyleri toplayıp
hüküm vermek lâzımsa, şöyle demeli: ‘Bu yıl
Üzüm bayramı Halkevi’nin geniş salonu ve
bahçesinde Vali Lütfü Kırdar’ın
konuşmasıyla açılır. Ardından popüler
romanların unutulmaz ismi Mükerrem
Kamil Su (o sıralar yanılmıyorsam lise
öğretmeni), kısa bir konuşma yapar. Sıra
üzüm yarışmasına gelmiştir. Yanyana
sıralanmış olan birbirinden güzel üzümleri
hakem heyeti incelemeye başladı. “Halk,
bağcılar, davetliler heyecan içindeydiler.
Birden gür bir sesle netice bildirildi: Çobanisa
üzümü birinciliği almıştı. Alkışlar arasında
armağanını alan bağcı, en yüksek eserini
yaratamış bir sanatkâr gururu ile
gülümsüyor; elini sıkanlara sevincini dilinin
döndüğü kadar söylemeye çalışıyordu.”
Yeniden üzümün bol bol yetiştirildiği bu
yıllarda üzüme adanmış bayram ve
panayırlar da birden çoğalmaya
başladığını görüyoruz. 1938 yılında
yapılan birinci Kocaeli Üzüm Panayırı,
Hereke sahillerini şenlendirir. Cevdet
Yakub’un Yarımay Dergisi için yaptığı
Kocaeli röportajı şöyle başlıyor: “Üzüm
bayramını görmek için, İzmit’de adam
kalmadığını söylüyorlar. Körfez bucakları,
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 29
kadar çok ürün alınamasa da, lezzetleri
şükür yerli yerinde duruyor.
Osmanlı döneminde Karaburun’da yetişen
Sultaniye ve Karaburunî üzümleri çok iyi
kalitededirler ve Osmanlı Sarayı’na bile
yollanmaktadırlar. Eti sıkı, rengi sarı ve çok
tatlı olan bu üzümün bir de efsanevi bir
öyküsü vardır: Karaburun’un hemen yanı
başındaki Saip Köyü’ne, dört yüz yıl kadar
önce, İstanbul Sarayı’ndan Topal İbrahim
adında biri gelmiş. Elindeki salkımdan
köydeki çiftçilere birer çılkım verip
anlatmaya başlamış. ‘Manisa Şehzade
Sarayı’na İstanbul’dan gelen gelin çeyizleri
arasında bu yediğiniz üzümün asmasından
iki asma çubuğu çıkmış. Geline sormuşlar,
bu çubuklar da ne, diye. Sultan gelin de,
Saray sofralarında yediğimiz üzümlerin
asmasıdır. Çok sevdiğim için yanımda
getirdim. Bunu duyunca pencerenin iki
yanına çubukları dikmişler. Zamanla
asmalar dal budak salmış, salkımları
çardakları doldurmuş. Bu güzel üzüme de
Sultan gelinin hatırına Sultaniye demişler.
İşte Karaburun’un Sultaniye’si de bu
üzümün soyundandır.
Karaburun’da Osmanlı döneminde ihraç
edilen bir meyve olan üzümün 1927 yılında
rekoltesi 1.200.000 kilogram olarak
gerçekleşmiş ve kilosu 90-150 kuruştan
satılmıştır. Bölge tarihi üzerine yapılmış bir
araştırmada bu bilgiler verildikten sonra
şöyle devam ediyor: “Karaburun’da, ahaliden
bazılarının kesin rakam vermemekle beraber,
anlattıklarına göre, bir dönem 50, 60, 70
kuruş civarında sattıkları üzümler, öyle bir
zaman gelmiş ki 7 kuruşa kadar düşmüş ve
bunun üzerine bazı üreticiler bağlarını
sökmüşler. Tarih verilmeden anlatılan bu
hadiseler muhtemelen 1929-30’lu yıllarla
beraber başlayan iktisadi buhran yılları
olmalıdır. Bağlarını söken üreticiler bu
arazilere tütün ekmeye başlamışlardır.”
Karaburun’da
yetişen
Enfes
üzümü ve
yetiştiricisi.
Sapanca ovaları, Sakarya sahaları, akın
akın Hereke’ye hücum etmiş…Pek şık ve
pek zarif ambalajlarla geçit resmi yapan
renk renk, cins cins üzümlerin arasındayız.
Yanımdaki menevişli kızın neşesine payan
yok. Kınalı yapıncaklara bakıyor, salkım
salkım çavuşlardan tadıyor, Hacıbakkallara
göğüs geçiriyor.” Yapılan yarışmayı ise enfes
çavuş üzümleriyle Halim Arcan kazanıyor.
Bu tür üzüm bayram ve panayırlarının
İkinci Dünya Savaşı yıllarında
yapılamadığını ve giderek unutulduğunu
biliyoruz. Son yıllarda ise bazı il ve
ilçelerimizde bu tür etkinlikler
canlandırılmaya çalışılıyor. İznik, Tarsus,
Alaşehir, Bozcaada, Mut, İbradı,
Ormana, Alanya, Vakıflı, Samandağ gibi
yörelerde düzenlenen “Üzüm
Bayramları” yapılacak kısa bir
araştırmada hemen karşımıza çıkmakta.
Karaburun üzümleri
Dün de bugün de Anadolu’nun bir çok
bölgesi birbirinden değişik lezzette ve
özellikte üzümler yetiştirmiş. Ama Ege,
özellikle de İzmir, üzümü neredeyse bir
amblem düzeyinde kendine maletmiştir.
Bu yöre bin yıllardır çekirdeksiz
üzümlerinin olağanüstü lezzetiyle öne
çıkar. İzmir üzümü dendiğinde ise akla
Urla ve Karaburun bölgesi üzümleri gelir.
Bu bölgelerin bağlarından bugün eskisi
Son sözü Refik Halit Karay’a bırakalım.
Üstad yaz meyvelerini ele aldığı bir
yazısında önce “üzüm meyvaların
buğdayıdır” tanımlamasını yapar. “Bir
salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle
nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ?
Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi
medeniyete giremezdi.” Ardından keyiflenir,
konuyu şaha kaldırır: “Üzüm meyvaların
şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı
olduğu gibi… Sabah serinliğinde, bağı
dolaşıp kehribar rengi bir olgun üzüm
salkımını buğusu üstünde iken kütürderek
yiyebilen bir adam kendini mesut
addedebilir. Üzüm yetişmeyen beldeler deniz
görmeyen yerler gibidir.” n
MESA VE YAŞAM 2 9
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 30
ANKARA’NIN KUŞ CENNETİ
Ankara’nın
Kuş Cenneti...
Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan - Temmuz
arasıdır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve Gözlemevi’nden kuşları
izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek, herkes için mutlaka
yaşanması gereken unutulmaz bir deneyimdir.
Timur ÖZKAN
A
nkara’dan Beypazarı, Nallıhan
yönünde yolculuk yapanları
Beypazarı’na yaklaşırken
karşılayan ilginç jeolojik
oluşumlar, Çayırhan’dan sonra olağanüstü
bir görselliğe dönüşür. Hiç kimsenin
kayıtsız kalamayacağı, arabasını
durdurup seyretmeden geçemeyeceği bu
görsellik Kız Tepesi olarak adlandırılan
olağanüstü bir coğrafik yapı ile önündeki
sulak alanın kusursuz düetidir.
Ankara’nın Kuş Cenneti’ne de ev sahipliği
yapan bu sulak alan, mevsimine göre
mavi veya yeşil bir renge bürünürken Kız
Tepesi her mevsim, yeşil, kırmızı
kahverengi, sarı renkli katmanlarıyla ve
bunların sudaki yansımalarıyla görenleri
büyüler.
İç Anadolu Bölgesi’nin en önemli yaban
hayatı koruma alanlarından biri kabul
edilen bu sulak alan Nallıhan’a bağlı
3 0
MESA VE YAŞAM
Çayırhan’ın Davutoğlan köyünde,
Sakarya’nın kollarından Aladağ Çayı’nın
havzasında yer almaktadır. Bazı
kaynaklara göre 200 bazılarına göre 425
hektar genişliğindeki alan 1994 yılında
koruma altına alınarak “yaban hayatı
geliştirme sahası” ilan edilmiştir.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan
gelen göçmen kuşların bahar ve güz
mevsimlerinde konakladıkları sulak
alanın sürekli yaşayan sakinleri de az
değildir. Sulak çamur düzlüklerle birlikte
ağaçlık, bozkır ve kayalıklardan oluşan
jeolojik yapı, farklı kuş türlerinin beslenip
barınmasına olanak vermektedir.
Sembolü Karaleylek
Sembolü karaleylek olan Nallıhan Davutoğlan Kuş Cenneti’nde geçiş
yapan, kışlayan veya üreyen 168’den
fazla yerli veya göçmen kuş türü
belirlenmiştir. Soyu tehlikede bulunan
bir tür olan karaleylek Davutoğlan Kuş
Cenneti’nde üremektedir. Türkiye’de
yaşayan altı balıkçıl türünden beşi
burada yaşamakta ve bunların da üçü
burada üremektedir. Bir yıl boyunca
Davutoğlan Kuş Cenneti’nde; aralarında
kara çaylak, akkuyruklu kartal,
gökdoğan, kuzgun, kırmızı gagalı ve dar
karpasının da bulunduğu on yırtıcı kuş,
beş baykuş, 35 su kuşu ve 80 ötücü kuş
cinsi görülebilir. 150’si karaleylek olmak
üzere Haziran’daki leylek nüfusu 3 bin,
kış aylarındaki angıtların sayısı ise 3 bin
civarındadır. Yaz ve kış aylarında suyu
azalan, ilkbaharda artan havzada,
balıkçıl çeşitleri (akbalıkçıl, gece
balıkçılı, gri balıkçıl) başta olmak üzere
küçük akbaba, bıyıklı doğan, kara
çaylak ve gökdoğan kuşları kuluçkaya
yatmaktadırlar.
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 31
Hem görsel hem de fauna açısından
zengin bir çeşitlilik sunan Nallıhan Kuş
Cennet’in varsa tek eksikliği yeterince
tanınmaması ve korunmaması olarak
özetlenebilir. Ve bu görev öncelikle biz
Ankaralılar’a düşmektedir. Yöreye
yapacağımız günübirlik (yarım günde
gidip dönmek de mümkündür) ve/veya
konaklamalı gezilerde, yol kenarından üç
beş kare fotoğraf çekmekle yetinmeyerek
Gözlemevi’nde birkaç saat geçirmekle ilk
adımı atamaz mıyız?.
Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek
için ideal sezon Nisan - Temmuz arasıdır.
Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi
ve Gözlemevi’nden kuşları izlemek kadar
karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek,
herkes için mutlaka yaşanması gereken
unutulmaz bir deneyimdir.
Gündoğumunda ve günbatımında
olağanüstü görsellikler sunan Kız Tepesi ise
fotoğrafçılar için adeta bir hazinedir.
Ankara’ya 130 km uzaklıktaki Nallıhan
Kuş Cenneti’ne Etlik Garajları’ndan saat
başı hareket eden Nallıhan otobüsleriyle
gidilebilir. İstanbul çıkışı, Sincan, Ayaş,
Beypazarı üzerinden özel araçla yolculuk
1,5 - 2 saat sürecektir. Konaklama için
Beypazarı veya Nallıhan, yemek için
buralara ilaveten Çayırhan tercih edilebilir.
Önce Bilinç
Farklı iklim koşullarının yaşandığı ve
sulak alanlar bakımından oldukça zengin
bir ülkede yaşıyoruz. Ayrıca dünyanın
önemli göç yollarından ikisi Anadolu
üzerinden geçmektedir. Bu özellikleriyle
Türkiye nadir ve nesli tehlike altında
olan kuş türleri bakımından kıymetli bir
coğrafyada yer almaktadır.
Buna karşın dünyada olduğu gibi
ülkemizde de endüstrileşme tehdidi
altında bulunan sulak alanların ve
buralardaki doğal yaşamın korunması
yönündeki çabalar, 1971’de İran’ın
Ramsar kentinde imzalanan uluslararası
bir sözleşmeyle resmiyet kazanmıştır.
Türkiye’nin ancak 1994’de imzaladığı bu
sözleşme ile belirlenen ölçütlere göre;
uluslararası öneme sahip 135 sulak alanın
bulunduğu ülkemizdeki bu alanlardan
şimdilik 14’ü Ramsar Listesi’ne
girebilmiştir. (Mart 2013 itibariyle)
Öte yandan, bu ve benzeri resmi adımlar
yanında asıl gerekli olan toplumsal
duyarlılığımızın ve sivil inisiyatifimizin
yeterince gelişmediği de bir gerçektir.
Böyle bir duyarlılığın ön şartı bilinç ise
bilinçlenmenin ön şartı yaban hayatını
tanımak olsa gerekir. Yaban hayatını
tanımaya, yanı başımızdaki Nallıhan Kuş
Cenneti’nden başlamaya ne dersiniz? n
MESA VE YAŞAM 3 1
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 32
MESAJANDA
MesAjanda
21 tırla
Lady Gaga şov
16 EYLÜL
İlk kez 16 Eylül’deki konseriyle
Türkiyeli izleyiciyle buluşacak olan
Lady Gaga, “Lady Gaga’s artRAVE:
the ARTPOP Ball” turnesi
kapsamında İstanbul’da İTÜ
Stadyumu’nda olacak. 21 tırla
İstanbul’a gelecek olan sanatçı,
performansını 14 dansçı ve 5 grup
üyesi ile birlikte sergileyecek.
Biletix: 0216 556 98 00
26-28 EYLÜL
Uluslararası bir sanat fuarı
İstanbul'un yeni çağdaş sanat fuarı
ArtInternational ikinci yılında, 26-28
Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre
Merkezi'nde gerçekleşecek.
Amerika'dan Çin'e, Suudi
Arabistan'dan Finlandiya'ya,
24 ülkeden 80 seçkin galeriyi bir araya
getirecek fuar, “İnisiyatifler”
bölümünde ise Türkiye'nin en yenilikçi
ve alternatif sanat kurumlarının en yeni
çalışmalarını izleme fırsatı sunacak.
ArtInternational ayrıca,
Spot tarafından düzenlenecek “Konuşma Programı”, Başak Şenova'nın
küratörlüğünde hazırlanan “Video Sanatı” bölümü, sürpriz enstalasyonlar ve
performanslardan oluşan programıyla da çağdaş sanat dünyasındaki son
gelişmeleri takip etmek açısından önemli. Tel: 0212 311 11 11
Bir Ayrılık Şarkısı:
Mübadele
16 EYLÜL
Mübadelenin 90. yılında iki yakanın
unutulmaz şarkıları, Anadolu ve Rumeli
ezgileri, 16 Eylül’de saat 21.00’de İzmir
Fuar Açıkhava Tiyatrosu'nda bir araya
geliyor. İlk kez İzmir’e konuk olacak
Cafe Aman İstanbul konserde; İzmir
rembetikoları, Girit ezgileri, TrabzonKaradeniz şarkıları, Selanik-Rumeli
ezgilerini özgün dönem dansları eşliğinde
sahneye taşıyacak.
Biletix: 0216 556 98 00
Cazlı sonbahar
ASIM
23 EKİM-2 K
Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden Akbank Caz Festivali bu yıl
23 Ekim - 2 Kasım tarihleri arasında İstanbul’u cazın farklı renkleriyle
kucaklayacak. 24. kez düzenlenen festivalin öne çıkan isimleri arasında Jamie
Cullum, Christian McBride Trio ve Kenny Barron & Dave Holland yer alıyor. Caz,
pop ve rock’ı özgün bir yaklaşımla buluşturan Jamie Cullum, 30 Ekim’de saat
20.30’da Zorlu Center’da konser verecek.
Kontrbasın günümüzdeki en önemli
temsilcilerinden Grammy ödüllü
Christian McBride 24 Ekim’de saat
20.30’da Cemal Reşit Rey Konser
Salonu’nda piyanist Christian Sands ve
Grammy ödüllü davul sanatçısı Ulysees
Owens Jr ile birlikte caz tutkunlarıyla
buluşacak. Dizzy Gillespie ve Miles
Davis gibi caz efsaneleri tarafından
keşfedilen piyanist Kenny Barron ve
kontrbascı Dave Holland ise 31 Ekim’de
saat 21.00’de Zorlu Center’da
dinleyicileriyle bir araya gelecek. Biletix:
0216 556 98 00
3 2
MESA VE YAŞAM
Başka türlü
bir trompetçi
24 EKİM
Lübnan asıllı Fransız trompetçi İbrahim
Maalouf, 24 Ekim'de saat 20.30’da
Ankara MEB Şura Salonu'nda olacak.
Geleneksel üç sübaplı trompet yerine
babası Nassim Maalouf'un 1960'larda
icat ettiği dört sübaplı trompeti çalan
Maalouf, Sting, Vanessa Paradis, Vincent
Delerm gibi pek çok isme albümlerinde
eşlik etti. Yazar Amin Maalouf'un da
yeğeni olan müzisyen, son albümüyle
aynı adı taşıyan "Illusions" projesiyle
karşımızda olacak.
Biletix: 0216 556 98 00
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 33
UBAT
23 EYLÜL-1 Ş
Miró’nun Akdeniz’i
SÜ Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Barcelona doğumlu
Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’nun eserlerinden
oluşacak kapsamlı sergiye 23 Eylül - 1 Şubat tarihleri
arasında ev sahipliği yapacak. “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar,
Yıldızlar” adıyla sanatseverlerle buluşacak sergi,
Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile
koleksiyonu Successió Miro, Mallorca’daki Pilar ve Joan Miro
Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilecek. Akdeniz coğrafyası ve
insanına dair gözlemlerinden ilham alan Miro’nun, kadın, kuş ve yıldız temalarına
yoğunlaşan sergi; resim, baskı, heykel ve seramiklerin bulunduğu zengin bir seçkiyle,
sanatçının sembolik dilini anlama olanağı sunacak. SSM Tel: 0212 277 22 00
Kitap fuarında sinema
8-16 KASIM
33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı
8 - 16 Kasım tarihleri arasında
Büyükçekmece’deki TÜYAP Fuar ve
Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Bu yıl
“Onur Konuğu” olarak Macar dili ve
edebiyatını ağırlayacak fuarda Macar
edebiyatının güncel ve klasik örneklerine
yer verilecek. Sinema eleştirmeni Atilla
Dorsay’ın “Onur Yazarı” olarak
belirlendiği fuarda, bu yılın teması ise
“Sinemamızın 100 Yılı”. 0212 867 11 00
6 KASIM
İstanbul’un ruhu, ayaklan!
Coğrafyamızın kültür ve tarihini etkileyici bir dans gösterisiyle sunan “Spirit of
Istanbul” 6 Kasım’da ilk kez Zorlu Center PSM Drama Sahnesi’nde izleyiciyle
buluşacak. 40 dansçıya 80 kişilik bir orkestranın eşlik ettiği dört gösteriden oluşan
“Spirit of Istanbul”, etnik danslarla tüm Anadolu’yu dolaşıp, Balkanlar’dan
Kafkaslar’a, oradan Akdeniz’e ulaşarak üç kıtanın renkli kültürel öğelerinin
buluştuğu İstanbul’da sonlanıyor. Biletix: 0216 556 98 00
9 KASIM
Sarah Brightman’la iyi müzik
70. yılını kutlayan Yapı Kredi ana
sponsorluğunda gerçekleşen “Good Music
In Town Konserleri” kapsamında
dünyanın en ünlü sopranosu Sarah
Brightman 9 Kasım'da İstanbul Ülker
Sports Arena'da olacak. Dünyaca ünlü
opera baladlarını, klasik müzik eserlerini
kendine özgü bir yorumla sanatseverlerle
buluşturan İngiliz soprano, aktris, şarkı
sözü yazarı ve dansçı Sarah Brightman,
“Phantom of the Opera”, “Cats”,
“Requiem” ve “Aspects of Life” gibi
müzikallerde rol aldı, Barselona
Olimpiyat Oyunları’nda da Jose Carreras
ile birlikte “Amigos Para Siempre”yi
seslendirdi. Konserin başlama saati ise
21.00. Biletix: 0216 556 98 00
Filmekimi hasadı
11-17 EKİM
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından
13. kez düzenlenecek Filmekimi’nin
İstanbul ayağı 11-17 Ekim tarihlerinde
yapılacak. Yeni sinema sezonun
habercisi olan etkinlikte prömiyerini
Sundance, Cannes, Venedik ve Toronto
gibi festivallerde yapan 40’a yakın film
bir hafta boyunca İstanbul izleyicisiyle
buluşacak. Kült yönetmen David
Cronenberg’in, dünya prömiyerini
Cannes’da yapan son filmi “Maps to the
Stars”, usta İngiliz yönetmen Mike
Leigh’in dahi ressam J.M.W. Turner’ın
hikâyesini konu alan filmi “Mr. Turner”,
sinemanın yaşlanmayan ustası Jean-Luc
Godard’ın 39. uzun metrajlı filmi
“Goodbye to Language” etkinliğin öne
çıkan filmleri arasında.
Biletix: 0216 556 98 00
MESA VE YAŞAM 3 3
67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 34
MESAJANDA
Adios Buena Vista!
24 EKİM
K
im derdi ki, hayatımıza Oliver
Stone’un çektiği bir filmle
girecek ve dünyanın en saklı
köşelerinden birinde ‘başka
bir hayat’ süren bu Kübalı topluluk uzun
yıllar bizi mest edecek! Tüm dünyayı
müziğiyle 16 yıldır sarıp sarmalayan
Buena Vista Social Club, şimdilerde
“Adios” turnesiyle bu renkli yolculuğuna
son vermeye başladı bile. 25 Haziran’da
Polonya’da veda turnesine başlayan
topluluk, 23 Ekim’de Congresium
Ankara’da, 24 Ekim’de ise İstanbul Black
Box sahnesinde dinleyicilerle buluşacak.
Küba’nın başkenti Havana’da, 1940'ların
popüler müzik kulüplerinden biriydi
Buena Vista Social Club. Amerikalı
gitarist Ry Cooder'ın aklına 80’lerde
kapanan bu kulübün o dönemlerdeki
müzisyenleriyle beraber çalışma fikri
gelince, olaylar da hızla gelişmeye
başladı. Unutulmuş ve 90'lı yaşlarındaki
bu Kübalı müzisyenleri bir araya getiren
Cooder’la dünyayı dolaşmaya
başladıklarında yıl 1997’ydi. Fakat ne
zamanki ünlü Alman yönetmen
Wim Wenders tarafından 1998’de
Amsterdam’da başlayan performansları
ve grup üyeleriyle yapılan söyleşilerle
hikâyeleri bir belgesele dönüştürüldü, o
zaman cümle aleme sesleri ulaştı.
Ulaşmakla kalmadı, Wenders'e grup ile
3 4
MESA VE YAŞAM
aynı ismi taşıyan bu film, belgesel film
dalında Oscar ve Avrupa Film
Ödülleri'nde “En İyi Belgesel” ödülünü
de getirdi.
Albüm ile filmin birlikte getirdiği başarı
ise geleneksel Küba müziğine ve Latin
Amerika müziğine olan evrensel ilgiyi
arttırdı ve Kübalı birçok müzisyenin
albüm çıkarmasına ön ayak oldu.
Küba'nın ‘müzikte altın çağı’ olarak
nitelendirilen 40'lı ve 50'li yıllardan
bugüne geleneksel müziklerini taşıma
mutluluğu yakalayan grup üyeleri
kimdi peki? Neden bu kadar
sevilmişlerdi farklı kuşaklarca bütün bu
‘eski’liklerine rağmen?
Compay Segundo, İbrahim Ferrer,
Ruben Gonzalez, Cachito Lopez,
Manuel Galban, Omara Portuondo,
Anga Diaz, Roberto Fonseca… Filmde
ruhları her nasılsa genç, yaşları geçkin
kadın ve adamlardan kurulu
müzisyenlerin hikâyesini izlerken
fondaki Küba portresi başlı başına
anlatıyordu aslında onların tüm dünyayı
nasıl da sarıp sarmaladığını.
Basit hayatlarını coşkuyla yaşamaları,
müziğin yemek içmek gibi bir
gereksinimmiş gibi hayatlarının
merkezinde durması, inançları,
enerjileri, kendi dünyalarının o tarifsiz
fakat sade mutluluğu…
Orada huzur, saf aşk, güzel günler, vefalı
dostlar vardı. Üstelik yokluğa, yok
sayılmaya rağmen dünyanın
çoğunluğunca.
Önce Compay Segundo gitti, sonra
Gonzales, ardından Ferrer… Şimdi
dünya onlarsız olsa bile sesleri duyuldu
bir kere ve ayrıca aynı yolu yürüdükleri
dostları onlar için de elveda diyecek bu
konserde.
Tromboncu ve grup lideri Jesus Aguaje
Ramos yönetimindeki konsere
katılacak müzisyenler arasında, 16 yıl
önce albüm ve filmde de yer alan eşsiz
diva Omara Portuondo, trompetist
Guajiro Mirabal ve ud virtüözü
Barbarito Torres de olacak.
Au Guajira'sından Danzon'una, Le
Balero'suna, Le Cha Cha Cha'sına,
Buena Vista Social Club Orkestrası, yine
geleneksel Küba müziğinin ezgilerini
son kez tüm dünyaya canlı olarak
duyuracak. Bu veda turnesinde Buena
Vista'nın arşivinde olan, henüz
yayınlanmamış bazı kayıtların
dinleyiciye sunulması da bekleniyor.
2015 sonbaharına kadar sürecek Buena
Vista Social Club Orkestrası’nın “elveda
turnesi” topluluğun doğduğu
Havana'daki konserle sona erecek.
Biletix: 0216 556 98 00
KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 1
Yaşam
ve
BÜROLAR
TÜRKİYE
ANKARA
Mesa Plaza, Koru Sitesi, Ihlamur Caddesi
2, Çayyolu, 06810 Ankara
Tel: (90.312) 291 50 00 (pbx)
Faks: (90.312) 240 09 99
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
İSTANBUL
İSTANBUL BÖLGE
Kuzguncuk Mah. Abdullahağa Cad. Cemil
Molla Köşkü No: 23 Kuzguncuk-İstanbul
Tel: (90.216) 532 3333-34-38
Faks: (90.216) 532 33 32
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
LİBYA
TRİPOLİ
Near by gobop Market EL-SAYAHİYE
Tel - Faks: (+218)21 484 32 17
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
SUUDİ ARABİSTAN
CIDDE
MESA SAUDI ARABIA LLC
Arabian Business Center Building Floor 5
Office No.506, WALY AL-AHD Str.
Tariq Bin Ziyad Square, P.O.Box 7413
Jeddah 21461
Tel: +966 2 614 30 92
Faks: +966 2 614 30 93
mesasaudiarabia @mesa.com.tr
www.mesa.com.tr
PARKORAN KONUTLARI SATIŞ OFİSİ
Eski TBMM Lojmanları , Oran- Ankara
Tel: (90.312) 490 81 81 (pbx)
Tel - Faks : (90.312) 490 75 55
E-posta: [email protected]
www.parkoran.com
MESA KOZA 66 SATIŞ OFİSİ
Koza Sok. No: 66 Çankaya, 06105 Ankara
Tel: (90.312) 291 50 16
Faks : (90.312) 240 14 36
E-posta: [email protected]
www.mesakoza66.com
SATIŞ OFİSLERİ
ANKARA
MERKEZ SATIŞ OFİSİ
Mesa Plaza, Koru Sitesi, Ihlamur Caddesi
2, Çayyolu, 06810 Ankara
Tel: (90.312) 291 50 00 (pbx)
Faks: (90.312) 240 14 36
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
ALMANYA
BERLİN
ALMES GmbH
Quarzweg 89 12349 Berlin-Germany
Tel: (49) 30 70 17 87 57
Faks: (49) 30 70 17 87 58
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
PARK MOZAİK SATIŞ OFİSİ
Mesa Plaza, Koru Sitesi,
Ihlamur Caddesi 2, Çayyolu, 06810 Ankara
Tel: (90.312) 291 50 80
Tel - Faks : (90.312) 240 14 36
E-posta: [email protected]
İSTANBUL
ÇAMLICA’DA MESA SATIŞ OFİSİ
Kısıklı Mah.,Bağlar Yolu Cad.,
Deva Sok.,No:4 Üsküdar-İstanbul
Tel: (90.216) 402 11 15
Faks: (90.216) 402 11 16
E-posta: [email protected]
www.mesacamlica.com
MESA KARTALL SATIŞ OFİSİ
Cumhuriyet Mah.Mermer Sok.No:16,
Kurfalı Yakacık Yanyol,34876
Kartal-İstanbul
Tel: (90.216) 451 93 70-71-72
Faks: (90.216) 451 93 73
E-posta: [email protected]
www.mesakartall.com
KARTAL SAHİLL SATIŞ OFİSİ
Cumhuriyet Mah.Mermer Sok.No:14,
Kurfalı Yakacık Yanyol,34876
Kartal-İstanbul
Tel: (90.216) 451 93 70-71-72
Faks: (90.216) 451 93 73
E-posta: [email protected]
www.mesakartalsahil.com
TEMA İSTANBUL SATIŞ OFİSİ
Atakent Özel Proje Alanındaki Doğa ve
Eğlence Parkı TEM Otoyolu
Güney Yan Yol Üzeri 842 Ada
Atakent-Halkalı-İstanbul
Tel: (90.212) 970 00 00
Faks: (90.212) 970 00 01
www.temaistanbul.com
RUSYA
MOSKOVA
MESA LTD / MOSCOW
Sadovnicheskaya ul. 35-37/2, 115035
Moskova- RUSYA FEDERASYONU
(THE RUSSIAN FEDERATION)
Tel: +7 (495) 937 48 60
Faks: +7 (495) 937 49 17
E-posta: [email protected]
www.mesa.com.tr
PAPİRUS PLAZA SATIŞ OFİSİ
Merkez Mah. Ayazma Yolu Cad. No: 37
Kağıthane-İstanbul
Tel: (90.212) 294 9999-05-06
Faks: (90.212) 294 99 91
E-posta: [email protected]
www.papirusplaza.com
MESA-NUROL BAHÇEŞEHİR
EVLERİ SATIŞ OFİSİ
Gölet Mevkii, Bahçeşehir-İstanbul
Tel: (90.212) 669 06 00
Faks: (90.212) 669 06 10
www.mesa-nurol.com
KAZAKİSTAN
ALMATY
MESCO INTERNATIONAL CONSTRUCTION LLC
050004 Kazakhstan Almaty City Medeu
Kazybek-Bi Str.No:22
Office:211-KAZAKİSTAN (KAZAKHSTAN)
Tel: (+7) 352 72 27
Faks: (+7) 266 90 02
İZMİR
MESA URLA EVLERİ SATIŞ OFİSİ
Mesa Urla Evleri, Kekliktepe PK.37-İzmir
Tel: (90.232) 761 02 01-02
Faks: (90.232) 761 02 03
E-posta: [email protected]
www.mesaurlaevleri.com
KAZAKİSTAN
ALMATY
MESA - CASPIAN LLC
050056 Kazakhstan Almaty City
Turksibski Syunbaya Str.No:211
Office:3/2 KAZAKİSTAN (KAZAKHSTAN)
Tel: (+7-27) 279 56 40
Faks: (+7-27) 232 73 39
www.mesa.com.tr