BALKANLAR

TEBLİĞ ÖZETLERİ
Osmanlı İlim, Düşünce Ve Sanat Dünyasında
BALKANLAR
- Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslami Araştırmalar
Merkezi ve
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV)’ın işbirliği ile
gerçekleştirilecektir.
Tarih: 7-9 Mayıs 2014, Edirne
Yer: Trakya Üniversitesi Balkan Kongre Merkezi
Kıztaşı, Kâmil Paşa Sokak, No:5 Fatih-34080 İstanbul, Turkey
e-mail: [email protected]; [email protected] Web Site:
http://www.isavvakfi.org
Tel: +90 (0212) 523 54 57 Fax: +90 (0212) 523 65 37
Prof. Dr. Numan ARUÇ
Makedonya Bilimler ve Sanatlar Akademisi-MANU
1
İslam Kültürü ve Medeniyeti Balkanlara ve Avrupa’ya Ne Kadar
Otantik ve Yabancıdır?
Tebliğin ana başlığından anlaşıldığı gibi, makalenin ana konusu Türk-İslam
kültürü, medeniyeti ve tarihinin Balkanlar’a ve Avrupa’ya otantik bir konu olup
olmadığıdır. Türk-İslam medeniyetinin yabancı ve yeni bir vaka olup olmadığını ele
almaktadır. Türk-İslam kültürü ve tarihinin Balkanlar ve Avrupa’daki tarihi
geçmişini ortaya koymaktadır. Türk-İslam medeniyetinin Balkanlılara ve
Avrupalılara yabancı ve bilinmeyen bir şey olmadığını ispatlamaya çalışacaktır.
Kendi medeniyetleri kadar İslam medeniyetinin de bilinen ve özümsenen bir vaka
olduğunu ortaya koymaktadır. Türk-İslam medeniyetinin diğer medeniyetler kadar
yerli ve öz medeniyet olduğu gerçeğini de ele almaktadır. Diğer medeniyetler nerden
gelmiş ise bu medeniyetin de oradan geldiğini görürüz. Onlar ne kadar otantik iseler
Türk-İslam medeniyetinin de okadar otantik olduğunu ispatlamaktadır. Tebliğ,
Makedonya ve Balkan dillerinde yazılmış makale ve eserler kullanılarak ve ele
alınarak hazırlandı.
Prof. Dr. Hamza KELEŞ-Gulbanu KOSHENOVA
(Gazi Üniversitesi-Ahmet Yesevi Üniversitesi)
Balkanlarda Muslihıddin Bin Abdulgani Vakıf Eserleri ve Vakıfları
Muslihıddin Bin Abdülgani’nin (Müezzin Hoca) Balkanların değişik
ülkelerinde Makedonya-Üsküp’te Cami, Kurşunlu Han, Şengül Hamamı, Su Kemeri
ve Çeşmeler; Sırbistan-Yeni Pazar’da (Novipazar) cami, mekteb, han ve ev;
Kosova’da Mitroviça-Trepça’da cami ve ribat yapılarını inşa ettirdiğini Hicri 30
Zilhicce 956/Miladi tarihli Arapça vakfiyesinden öğreniyoruz. Günümüzde
vakfiyede adı geçen yapılardan, Üsküp’te Cami, Kurşunlu Han ile Şengül Hamamı,
Trepça’da Cami, Yeni Pazar’da cami ve mektep yapısı ayakta olan yapılardır.
Yapılardan Üsküp’te su kemeri ve çeşmeler, Yeni Pazar’da han ve Trepça’da ribat
gibi vakıf eserleri günümüzde yıkılmış olanlardır. Külliyedeki diğer önemli
yapılardan Kurşunlu Han, Üsküp’teki şehir hanlarından en büyüğü ve en
ihtişamlısıdır. Han, Üsküp Arkeoloji Müzesi olarak faaliyetini sürdürmektedir. Söz
konusu ayakta olan yapıların tamamı yerinde incelenmiş olup, yapıların tarihi ve
mimari özellikleri vakfiyedeki bilgilerle karşılaştırılacaktır. Vakfiyenin yapılarla
ilgili gelir ve giderleri detaylı bir şekilde anlatılacaktır. İncelememiz esnasında
camiden günümüze intikal eden bir kitabe tespit edilememiştir. Külliyedeki dört
yapının tamamı, Makedonya Anıtlar Kurumu Enstitüsü tarafından tescil edilerek
koruma altına alınmıştır.
Prof. Dr. Lyubomir MIKOV
Bulgarıstan Bilimler Akademisi
Bulgaristan Osman Pazarı (Omurtag) Bölgesi Bazi Köy Camilerinde
2
İmzalı Yazı ve Duvar Süslemeleri
Bildiride Kuzeydoğu Bulgaristan Osman Pazarı (Omurtag) bölgesi Veliçka,
Vrani kon, Zvezditsa ve Plıstina köylerinde bulunan camilerin duvar yazıları ve
oldukça zengin duvar süslemeri ele alınmaktadır. Genellikle 19. yüzyılda inşa edilen
ve dış görünümü mütevazı olan bu camilerin iç bezemesi beklenmeyen bir şekilde
oldukça zengin ve etkiliyecidir. Bu camilerin iç bezemesine benzeyen örneklere
diğer bölgelerde nadir rastlanmaktadır. Yazı ve resimler Osmanpazarlı Mustafa ibni
Kadri adlı bir sanatçının imzasını taşımaktadırlar. Gerek Bulgaristan’da, gerekse
Balkanlarda imzalı olan cami iç bezemesi oldukça nadir bir olaydır. Belli oluyor ki
eserlerin altında imzasını atan bu sanatçı eğitim görmüş ve ustalığından emin olan
bir kişi idi. Söz konusu cami duvarlarının üzerinde çizdiği yazılar ve motiflerden
ressamın Bektaşi olduğu anlaşılmaktadır. Bildiride ale alınan bazı köy camilerinin
19. yüzyıla ait duvar bezemeleri Osmanlı sanat geleneği bağlamında
değerlendirilmektedir.
Prof. Dr. Mesut IDRIZ
International University of Sarajevo, Social andPol. Sciences
Prof. Amir Pasis-IRCICA
Kâbe’ye Bakan Köprüler: Balkanlarda Eşsiz Bir Osmanlı Mimarisi
Hiç şüphesiz kemale ulaşmış her devlet şu ya da bu şekilde şehirlerinde yer
alan şehir mimarisi üzerinde bir etkiye sahip olmuştur. Asıl mesele, aralarındaki
farklılıkların yanı sıra altyapı mimarisi ve tasarıma kattıkları eşsiz ilavelerdir. Bu da
devletin ve neticede idarecilerin büyüklüğünü gösterir. Bununla birlikte Osmanlı
Devleti neredeyse altı asırlık idaresi boyunca bu alanda önemli bir rol oynamıştır.
Bu husus kesin ve tartışmasız bir biçimde Balkanlarda müşahede edilir. Ne var ki
yalnızca Balkanlar ve Osmanlı Devleti’nin diğer bölgeleri arasında değil bir bütün
olarak İslam Âlemi arasındaki fark, diğer birçok şeyin yanında köprülerin inşasında
görülür. Her ne kadar birçok şehirde olmasa da Osmanlı Döneminde Edirne, Üsküp,
Visegrad ve Konjic’de inşa edilen köprüler mihraplar, Müslümanların Mukaddes
şehri Mekke’ye, Kâbe’ye bakacak şekilde inşa edildikleri için eşsiz karakterlerini de
yansıtırlar. Bu tebliğde, Balkanlarda Osmanlı’dan kalan bu eşsiz mimari kalıntılar
incelenip tartışılacaktır. Tebliğ esnasında İslam Âlemi ve ötesindeki modern
mimarlara bir çağrıda bulunulacaktır.
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE
Gazi Osman Paşa Üniversitesi
Balkanlar’da Tasavvuf ve Tarikatlar
3
Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Arnavutluk, Bosna-Hersek, Kosova,
Makedonya, Yunanistan ve Bulgaristan topraklarındaki Müslüman köy ve
kasabaların genelinde bir tekkenin varlığı bir gerçektir. Halvetîlerin başı çektiği
bölgede Bektâşîler, Kâdirîler ve Rifâîlerin onları takip etiği görülmektedir.
Arnavutlar daha çok Bektâşî Tarîkatı’na mensupken, Boşnak, Pomak, Türk ve diğer
milletler arasında Halvetî, Kâdirî, Nakşî, Mevlevî, Melâmî gibi tarîkatlar yaygınlık
kazanmıştır. Arnavutların genelde Yeniçeri Ordusu içerisinde görev almaları veya
devşirmelerin daha çok bu bölgeden seçilmesi nedeniyle doğal olarak Bektâşîliğe
girdiklerini, Boşnak ve diğer ulusların ise Osmanlı bürokrasisi ve idarî kadrolarında
görev almaları, padişahlara sadakatleri onları zaman içerisinde Halvetî, Mevlevî,
Melâmî ve Nakşîliğe yöneltmiş olmalıdır. Prizren Halvetî Tekkesi Halvetîlerin
âsitânesi iken, Dimetoka Bektâşîlerin âsitânesidir. Her iki tarîkat meşâyihi bu
merkezlerde, diğerleri ise Konya, İstanbul, Bursa gibi merkezlerde eğitimlerini
tamamlamaktadırlar. Bu tespitler Rumeli yakasının “dest-i takvâ” ile alındığını,
“i'lây-ı kelimetullah” şuurunun tasavvufî cereyanlarla bu topraklarda yeniden ete
kemiğe büründüğünü göstermektedir. Akıncılarımızı Otranto kapılarına kadar
götüren Malazgirt’le başlayan “Kızılelma” ülküsü, Rumeli erenlerinin Balkanları
Anadolu mayası ile bereketli kıldıklarını göstermektedir. Tekkelerin vahdet,
muhabbet ve ahlak felsefeleri bölgeyi İslâm’ın kültür, medeniyet, mâneviyat ve
mîmârî mahsulleri ile çiçeklendirmiştir. İşte tebliğim bu hareketin motor gücünü,
gazi-dervişlerin sâhip olduğu dinamik, hamleci ve kucaklayıcı hususiyetlerini,
tekkelerin dağılımını, tarikat zümrelerinin etkinliklerini, bölgedeki tasavvufî
atmosferin esasını ortaya koymaya yönelik olacaktır.
Doç. Dr. Selami ŞİMŞEK
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Osmanlı’nın Balkanlardaki Önemli Kültür Merkezlerinden Biri
Filibe’de Tasavvuf ve Tarikatlar
Osmanlı kültür ve uygarlığına Balkan şehirlerinden yetişmiş ilim, kültür ve
sanat adamlarının yanında tasavvuf erbabının da büyük katkıları olduğunu biliyoruz.
Nitekim İstanbul’un fethine kadar, Osmanlı’nın önemli kültürel merkezlerinden
olarak Edirne, Gelibolu, Serez, Vardar Yenicesi, Üsküp, Manastır, Selanik, Belgrad,
Prizren ve Priştine gibi Rumeli şehirleri yer almaktaydı. İşte böylesi şehirlerden
birisi de Filibe idi. Şehirde başta Mevlevîlik olmak üzere Halvetîlik, Kâdirîlik,
Celvetîlik, Nakşbendîlik gibi tarikatlar ve bu tasavvuf yollarına bağlı sûfîler, şâirler
etkili olmuştur. Mevleviyye’den Peçevî Ahmed Dede, Hacı Hasan Efendi, Ali Rızâ
Dede, Muhammed Nesib Dede; Halvetiyye’nin Uşşâkiyye kolundan Şeyh Ahmed
Efendi ile Gülşenîlik koluna bağlı Sezâiyye şûbesinden Seyyid Mehmed Efendi,
Kâdiriyye’den Şeyh Edhem Efendi, Nakşbediyye’den Şeyh Mahmûd Baba,
Celvetiyye’den Şeyh Mustafa Efendi, Dede Çelebi lakaplı Şeyh Muhammed Sabûrî
ve Şeyh Veliyyüddin Efendi bunlardan ilk akla gelenlerdir. Bu şeyhlerden
bazılarının şâirlik yönü de bulunmaktadır. Nitekim Nakşbendiyye’den Şeyh
Mahmûd Baba “Rızâyî” mahlası ile şiirler yazarken, Celvetiyye’den Dede
4
Çelebi’nin “Sabûrî” mahlasıyla nutukları vardır. Şehirde mezkur tarikatlara mensup
olan tekkeler ise şunlardır: Mevlevîliğe bağlı Filibe Mevlevîhânesi; Halvetiyye’den
Şeyh Himmet Efendi Zâviyesi, Şeyh Nureddinzade Muslihiddin Zâviyesi, Uşşâkiyye
koluna bağlı Uşşâkî Dergâhı, Gülşenîlik koluna bağlı Gülşenî Tekkesi ile Şeyh
Hasan Tekkesi; Celvetiyye’den Celvetî Dergâhı. Şehirde hangi tarikata mensup
olduğunu tespit edemediğimiz tekkeler de vardır: Hacı Ahmed Ağa Zâviyesi, Şeyh
İsmail Efendi Zâviyesi, Şeyh Ömer Zâviyesi, Şeyh Bayram Efendi Zâviyesi.
Tebliğimizde şu ana kadar üzerinde durulmamış olan Filibe ve çevresindeki
tarikatlar, tekkeler ile buralardan yetişmiş sûfîler, şâirler hakkında bilgi verilerek
dikkat çekilmek istenmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Nurullah KOLTAŞ
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Balkanlarda Tasavvufun Yayılışını Hızlandıran Etmenlere
Reaksiyoner Bir Tavır Olarak Bogomilizm ve Melamilik
Kavimler Göçü’yle birlikte Avrupa’nın demografik ve siyasi yapısında
büyük değişiklikler olmuştur. Balkanlara yerleşen Türk boyları, ileride bölge
üzerinde bir nüfuza sahip olacak Osmanlı idaresi ve İslami dünya görüşünün
yayılmasına zemin hazırlayan etmenlerden biridir. Bölgeye Osmalılardan önce gelen
dervişler de genelde İslam’ın özelde ise tasavvufun neşv-ü nema bulmasına yardım
etmişlerdir. Diğer bir etmen ise bölgede yayılmış olan Bogomilizm inancıdır.
Anadolu üzerinden gelen Bogomil inancı, kilisenin yozlaşan bakış açısına bir tepki
olarak doğmuş bir harekettir. Katolikliğin merkezinden uzak bölgelerde –tabiri
caizse zorlamayla- dayatılan Hristiyan inancı, ancak yüzeysel bir kabul
gördüğünden, Bogomilizm yaygınlık kazanmıştır. İbadet biçimleri, Ruh’un Tanrıyla
birleşmesi, münzevi bir yaşam biçimi, gnostik bir bakış açısı, inisiasyon, fakr vb.
unsurlar, bu irfani hareketin yayılışı ve Balkanlarda tasavvufun benimsenişi arasında
bazı korelasyonların kurulmasınımümkün kılmaktadır. Her türlü gösterişten uzak
durmayı benimseyen ve bir reaksiyoner hareket olarak doğan Melamîliğin bu
coğrafyada yayılışında yayılışı da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Eyüp SALİH
Araştırmacı Gazeteci (Makedonya)
Makedonya’da Tasavvuf Alanında Etkili Olan Halvetilik ve El Hacc
Mehmet Pir Hayati Efendi Rumi Halveti Asitanesi
Osmanlı Balkanlara yerleşmesiyle bu topraklara yeni bir kültür ve
medeniyeti de getirmiştir. Osmanlı kültürü içerisinde farklı dini ve etnik gruplar beş
5
asırdan fazla bir zamanı adalet temelli idare anlayışı doğrultusunda yaşamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu bu topraklara büyük önem vermiş, her alanda gelişmesi için
tüm imkânları seferber ederek çok sayıda eser inşa etmiş, önemli şahsiyetler de
yetiştirmiştir. Balkanlarda, ilmi, fikri, siyasi ve askeri alanlarda olduğu gibi,
Osmanlı düşünce dünyasına katkı sağlayan ve Balkanlar üzerinde etkili olan mimari,
edebiyat, İslami ilimler alanlarında ve tasavvuf alanında da eser veren şahsiyetlerin
sayısı az değildir. Osmanlı döneminde inşa edilen çok sayıda kültür eserinin yanı
sıra tasavvuf kültürünün yayılmasında çok büyük bir rol oynayan farklı tarikat
mensuplarının kurdukları “manevi eğitim merkezleri, irfan ocakları olan tekkeler
inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de Makedonya’da tasavvuf
alanında en etkili tarikatın Halvetilik olduğunu görüyoruz. Halvetilik Makedonya
topraklarına Yunanistan’ın kuzeyinde bulunan Serez kasabasındaki Pir Hüseyin
Serezi’nin halifeleriyle yayılmıştır. Asırlar boyunca geniş bir coğrafyada güzeran
eden Halveti meşayihi bu bölgede de İslam kültür ve medeniyetine kalıcı izler
bırakmıştır. Makedonya’da Halvetilik, Üsküp, Köprülü, İştip, Ohri merkezli yerlerde
olmak üzere çok sayıda inşa edilen tekkeler sayesinde genişlemiştir. Halveti
tekkelerinden bugün ayakta kalan Pir Mehmet Hayati Halveti Hazretleri’nin
Ohri’deki asitanesine bağlı Usturga ve Kırçova Halveti tekkeleri sayesinde tasavvuf
kültürü devam etmektedir. Horosan erenlerinden olan Pir Mehmet Hayati Halveti
farklı yerlerde tasavvuf eğitimi alarak Serezli Pir Eşşeyh Hüseyin efendiden aldığı
icazetle Ohri’de asitanesini kurmuştur. Kişiliği ve edebiyle etkisini genişleterek çok
sayıda halife yetiştirmiş ve tekkeler kurmuştur. Hicri 1180 (m. 1766/67) yılında
vefaat eden Ramazanilik şubesinin Hayati kolunun kurucusu Pir Mehmet Hayati
hazretlerinden sonra posta oturan meşayihler arasında Şeyh Mehmet Zekeriyya
efendinin (1864-1938) önemli bir yeri vardır. Yazdığı ilahi, şiir ve kasideleriyle
tasavvuf anlayışını sergilemiş, Piri’ne ve şeyhine karşı olan muhabbetini
yansıtmıştır.
Prof. Dr. Fadıl HOCA
Üsküp Kiril ve Metodiy Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Osmanlı’nın Son Döneminde Makedonya’da Türkçe ve Dini Eğitim
Müfredatı
Makedonya’da, Osmanlı döneminde ve II. Dünya Savaşından önce eğitim
ve öğretim siyaseti, okulların teşkilatı, eğitim düzeni, kadro durumu ve okullardaki
eğitim müfredatı konusunda birçok yazarlar bilgi vermektedir. Bu konuda ayrıntılı
bilgilere Glişa Elezoviç, Dr. Svetozar Çanoviç, Dr. Mariya Yovanoviç, Mustafa
Memiç gibi yazarların eserlerinde rastlıyoruz. Bunun dışında, Dr. Bayram Kodaman
ve Dr. Yaşar Recepagiç de bu konuya açıklık getiren araştırmalar yapmışlardır.
Osmanlı döneminde Makedonya’daki Türk eğitimi konusunda dolaylı olarak Sabri
Cemil’in ve Abdülhakim Hikmet’in eserleri de bilgi vermektedir. Söz konusu
kaynaklarda II. Dünya Savaşına kadar Makedonya’daki Türk okullarında uygulanan
eğitim sistemi, eğitim siyaseti, eğitim programları ve metodları, okul kitapları ve
öğretmen kadrosu ile ders müfredatları ve pedagojik hazırlığı konusunda belgesel bir
6
biçimde bilgi verilmektedir. Türk eğitimi, Balkan Savaşlarından sonra hemen hemen
tamamen durmuştur. 1912 yılında savaşın devam etmesi yüzünden düzenli
çalışamayan Türk okulları, savaştan sonra tamamen kapatılıp, bütün çocuklar Krallık
Yugoslavya devletinin açtığı Sırp okullarına gitmeye zorlanmıştır. Osmanlı’nın
Balkanlardan çekilişinden sonra kurulan SHS Krallığının yürütmüş olduğu devlet
eğitim politikasının en önemli unsuru olan Sırp siyaseti, Bulgaristan ve Yunanistan
gibi komşu ülkelerin yakın ve uzak geçmişindeki benzer durumları incelemiş ve bu
tercrübeye dayanarak daha başarılı bir denasinalizasyon ve asimilasyon siyaseti
uygulamıştır. Nitekim Sırpların uyguladığı bu siyaset sadece Türklere yönelik
değildi. Aynı siyasetin Makedonya’da yaşayan Arnavut ve diğer azınlıklara karşı da
eksiksiz uygulandığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Salnamelerden edinilen
bilgilere göre, 1882 yılına kadar Kosova vilayetinin merkezi olan Üsküp sancağında
hiç bir iptidai okul yoktu. Burada ilk iptidai mektepleri 1885’ten sonra açılmaya
başlamıştır. Bu yıllarda Üsküpte olmak üzere, 5 İptidai okulu açılmıştır. Bu
okullarda 60’ı kız toplam 570 öğrenci öğrenim görmüştür. Bazı kaynaklara göre,
1911-12 eğitim-öğretim yılında Vardar Makedonya’sının altı (Üsküp, Kumanova,
Kalkandelen, Kavadar, Debre ve Manastır) kazasında 178 Sırp, 290 Ekzarklık
(Kliseye bağlı din okulu), 47 Yunan, 16 Romen ve 10 başka okul olmak üzere, gayrı müslim okullarının toplam sayısı 541’e çıkarken, Türklerin sadece 167 okulu vardı.
Doç. Dr. Erdinç AHATLI
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Bulgaristan’da Yayımlanmış Olan İntibah Gazetesi ve Burada Çıkan
Hadis Yorumları
İntibah gazetesi Bulgaristan’da (Şumnu) on beş günde bir yayınlanması
planlanan ancak bazen maddî yetersizlikler nedeniyle periyodu aksayarak neşredilen
1927-1931 yılları arasında Osmanlı Türkçesiyle çıkmış bir süreli yayındır. Tespit
edilebildiği kadarıyla henüz hakkında hiçbir değerlendirme yapılmamıştır.
İntibah’taki yazılar yıkılan Osmanlı Devleti sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne
ve peşpeşe gerçekleştirilen inkılaplara Bulgaristan Müslümanlarının bir kısmının
bakışını ortaya koyması açısından önemlidir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne
karşı yürüttüğü muhalefet nedeniyle İntibah, milliyetçi Türk gazetelerinin devamlı
hücumlarına dayanamayarak ve Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekâleti’nin Bulgar
Hariciye Nezareti nezdinde yaptığı teşebbüs üzerine Bulgar Hükümeti tarafından
kapatılmıştır. Aslında mezkûr gazete dönemin ilmî, fikrî özellikle de siyasî analizini
yapması açısından oldukça kıymetli bilgiler içermektedir. Pek çok yönden
incelenebilecek olan İntibah gazetesi bu tebliğde hemen her sayısında yer alan
güncel hadis yorumları çerçevesinde değerlendirilecektir. Hadis yorumları İntibah’ın
yazarları arasındaki Necip Mustafa Âsım (ö. 1935) tarafından “Yed-i Beyzâ”
müstear ismiyle “Emrâz-ı İctimaiyye ve Ahlâkımızın Islâhına Dair Akvâl-i
Sedîde” (Toplumsal Hastalıklarımız ve Ahlâkımızın Düzeltilmesine Dair Sağlam
Sözler) başlığı altında serlevha verilen hadisin akabinde yapılmıştır. Hakkında fazla
bilgi elde edilememekle birlikte Necip Âsım Şumnu’daki (Bulgaristan) dînî ilimlerle
müspet bilimlerin ortak olarak öğretiminin yapıldığı Medresetü’n-nüvvâb’ın âlî
7
(Lise sonrası Yüksek eğitim kurumu) kısmından mezun olmuş yaşadığı bölgenin
Müslüman münevveridir. İntibah’ta yer alan hadisler genellikle Gümüşhânevî’nin
Râmûzu’l-ehâdîs, İbn Melek’in Meşâriku’l-envâr, Mehmet Arif Bey’in Binbir Hadis
türü derleme eserler ile Zübtedü’l-Buhârî gibi tasnif dönemi hadis eserlerinin
muhtasarlarından seçilmiştir. Yorumlar hadis tekniği açısından ilmî bir hüviyet
taşımamakla beraber, dönemin tartışma konularına hadisler üzerinden getirilen
açıklamalar, savunulan görüşlerin desteklenmesinde hadislerin bir meşruiyet aracı
olarak kullanılması, devrin sosyal ve siyasi ortamının anlaşılmasına yaptığı katkılar
nedeniyle oldukça faydalı malzeme içermektedir. Ezcümle bu tebliğde; kısaca
devrin genel panoraması verilerek İntibah gazetesi tanıtıldıktan sonra, burada yer
alan hadisler ve yorumlar değerlendirilip zikredilen hadisler güncel hadis yorumu
açısından tahlile tabi tutulmuştur.
Bekir ŞAHİN
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı
Anadolu’yu Aydınlatan Balkan Kökenli Âlimler ve Türkiye Yazma
Eser Kütüphanelerindeki Eserleri
Balkan topraklarının nice mümtaz insanlar yetiştirdiği tartışmasız bir
gerçektir. Balkan topraklarında doğmuş, o topraklarda yetişmiş, Bosnevî, Vardarî,
Selanikî, Uskûbî, Sofyevî, Slistrevîvb. nisbeli ilmiyle, irfanıyla Anadolu’yu
aydınlatan, filolog, edip, tabip, fakih, müfessir, muhaddis, minyatür cilt ve tezhip
sanatçısı pek çok alim vardır. Bu âlimlerin hayat hikâyelerinin, rical kitaplarından,
tabakât ve tezkirelerden tetkik ederek hayat ve ilmi faaliyetleri aydınlığa
kavuşturulacaktır. Hayat ve faaliyetlerini sunacağımız şahsiyetlerin çoğunluğu
devrinin tanınmış, alanlarında ihtisaslaşmış âlimleri olacaktır. Balkan bölgesinde
yetişmiş filolog, edip, tabip, müfessir, muhaddis, fakih yüzlerce kitap ve risale
kaleme almıştır. Bunların çoğunluğu Arapça bir kısmı Farsça, bir kısmı da Osmanlı
Türkçesidir. Bu şahısların Türkiye Yazma Eserler Kütüphanelerinde bulunan eserleri
tanıtılacaktır.
Doç. Dr. Orlin SABEV
Bulgaristan Bilimler Akademisi Balkan Araş. Enstitüsü
Bulgaristan Örneği Işığında Balkanlar’da Osmanlı Vakıf
Kütüphaneleri
Bildiride, XVI-XIX. yüzyıllar arasında Bulgaristan’ın Sofya, Vidin,
Köstendil, Tırnova, Ziştovi, Razgrat, Filibe vs. gibi Osmanlı döneminde gelişmiş
Müslüman merkezlerinde onlarca sayıda kurulan vakıf kütüphanelerinin kuruluş
tarihi ve nedenleri, kurucularının sosyal ve mesleki statüsü ile maddi durumu, kitap
koleksiyonları ele alınmaktadır. Osmanlı kütüphanelerinin genelinde olduğu gibi
gerek Balkanlarda, gerekse Bulgaristan’daki erken döneme ait kütüphaneler
medreselere bağlı olarak kurulmuş, daha sonraları camilere bağlı olarak ya da
tamamen müstakil olarak faaliyet göstermişlerdir. Ancak camilerde veya müstakil
8
binalarda saklanan kitap koleksiyonları genelde yine medreselerde eğitim gören
öğrencilerin ya da müderrislerin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Arşivlerde mevcut
olan kütüphane kataloglarında kitapların tasnifi ise medreselerde okutulan ilimlerin
genel tasnifine göre yapılmıştır. XIX. yüzyılda ise birleştirilen bazı küçük kitap
koleksiyonları ile daha büyük müstakil kütüphaneler kurulmuş ve bu şekilde
kütüphanenin medrese dışında daha geniş bir okur kitlesine hitap etmesi
doğrultusunda girişimlerde bulunulmuştur.
Chousein Bostantzi
Gümülcine Seçilmiş Müftülüğü
1913 Atina Anlaşması ile 1924 Lozan Anlaşması Dönemleri
Arasında Batı Trakya’da Osmanlı Eğitim Sistemi
Batı Trakya’da medreseler, müslüman halkın örgün eğitim kurumları
işlevini görmüştür. Bilebildiğimiz kadarıyla medreseler, Osmanlıların bu coğrafyaya
gelişlerinin hemen akabinde kurulmuş ve Batı Trakya’dan resmen ayrıldıkları 1913
Atina Anlaşmasına kadar Osmanlıların yönetimi ve denetimi altında varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Her ne kadar Osmanlıların Balkan coğrafyasından ayrılması büyük
bir müslüman göçüne yol açmışsa da Arnavutluk’tan Edirne’ye kadar Balkanların
farklı bölgelerinde müslümanlar nüfus azınlığı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Balkan coğrafyası içinde yalnızca Batı Trakya Müslüman-Türk toplumu uluslararası
bir anlaşma olan Lozan Anlaşması çerçevesinde bir “azınlık” olarak tanımlanmış ve
bu anlaşmaya dayalı olarak birtakım haklar elde etmiştir. 1913 ile 1924 tarihleri,
Batı Trakya Müslüman-Türklerinin kendi dinî ve millî kimliğini nasıl koruyacağı
hususunda yalnız kaldıkları bir dönem olarak belirginleşmektedir. Bu tarihler
arasında bu coğrafyada siyasal gelişmeler ilginç derecede karışıktır. Batı Trakya’dan
Osmanlıların ayrılışı, ilk Türk Cumhuriyetinin kuruluşu, Bulgarların işgali, Fransız
mandası olma tartışmaları ve daha sonra bölgenin Yunanistan’ın eline geçmesi ve
nihayetinde İstanbul’daki Rumlara karşılık olmak üzere Batı Trakya MüslümanTürklerinin Yunanistan’da azınlık olarak tanımlanmaları bu gelişmelerden
bazılarıdır. Tebliğimizin konusu, siyasal açıdan çalkantılı olan bu dönemde Batı
Trakya Müslüman-Türklerinin eğitim etkinliklerinde ne türden bir yöntem
izlediklerini ortaya koymak olacaktır. Bu bağlamda Batı Trakya’daki eğitim
kurumlarının neler olduğu, eğitim programlarının nasıl olduğu, varlıklarını nasıl
sürdürdüğü gibi meseleler tarihsel belgeler bağlamında incelenecektir.
Prof. Dr. Abdalaziz Mohamed AWADALLAH
Ezher Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi
İlim ve Devlet Adamı Giritli Sırrı Paşa’nın “Tabakat ve Adab-ı
Müfessirin” Eseri Üzerine
Giritli Sırrı Paşa (Kandiye 1844-İstanbul 1895), 19. yüzyılda çeşitli
Osmanlı vilayetlerinde valilik yapmış olan bir devlet adamı, yazar ve şairdir. Şair
Leyla Saz’ın kocası ve mimar Vedat Tek’in babasıdır. 1844 yılında eşraftan
Helvacızade Salih Tosun Efendi’nin oğlu olarak Girit adasında Kandiye’de doğdu.
9
Dini ağırlıklı bir şekilde süren öğrenim hayatı sonrasında memuriyete Girit adasında
başladı. Bazı vezirlere divan kâtipliği yaparak başladığı devlet hizmeti içinde Yanya,
Aydın, Prizren ve Tuna’da mektupçu muavinliği ve mektupçuluk görevlerinden
sonra zamanla valiliğe yükseldi. Trabzon, Kastamonu, Ankara, Sivas, Diyarbekir ve
Bağdat’ta valilikler yaptı. Yazışmalarını (Mektubat), Kuran tefsirlerini ve şiirlerini
yayınladı. Eserleri: Mektubat, Nakd ül-kelam fi akaid il-İslâm (Kelam ilmi), Ru’yeti Bârî Hakkında Risâle, Şerhu Akâid ve Haşiyelerinin Tercümesi, Ara ül-milel
(Mezhepler tarihi hakkında), Rûh, Ahsenü’l-kasas Sûre-i Yusuf aleyhisselam (3
cilt), Nurü’l-Hüda Limen İstehda (Dinler Tarihi), Sırr-ı Furkan, Tefsir-i Sure-i
Furkan (2 cilt), Sırr-ı İnsan, Tefsir-i Sure-i İnsan, Sırr-ı Kur’an tercümesi, Sırr-ı
Meryem (Tefsir-i Sure-i Meryem), Tabakat ve Adab-ı Müfessirin (Biyografi). Bu
kıymetli eserlerden birini çalışmamız ele alacaktır. Bizce,Tabakat ve Adab-ı
Müfessirin adlı kitaba gerekli önem verilmemiştir. Burada açıklamalar verilip çok
yerlerde Arap kaynaklarıyla mukâyese yapılacktır.
Doç. Dr. Süleyman Baki
Tetova (Kalkandelen) Devlet Üniversitesi Şarkiyat Bölümü
Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Eserleri ve Kelami Görüşleri
Osmanlı devrinin son dönem ulemasından Manatırlsı İsmail Hakkı Efendi,
ulema-yı sitte olarak bilinen meşhur din alimlerindendir. Manastırlı İsmail Hakkı
Efendi, son dönem Osmanlı uleması arasında bir çok özelliğiyle temayüz etmiş,
başta kelam-akaid ilmi olmak üzere tefsir ve fıkıh ilmi alanında eserler vermiş, bu
alanlarda eserler telif etmiştir. Kelam ilmi alanında ise temayüz etmiştir. Ayrıca bu
ilim dallarında İstanbul’da dönemin önemli okullarında dersler vermiştir. Kelam
ilminde devrin önemli kelam uleması arasında İzmirli İsmail Hakkı gibi şahsiyetlerle
birlikte yeni dönem kelam ilminde ilk adımların atılmasına da vesile olmuştur.
Telhisu’l-Kelam, Tenkihu’l-Kelam, Hak ve Hakikat isimli eserlerinin yanında
Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, ayrıca Ayasofya Camii’nde verdiği vaazlar ile de
temayüz etmiştir. İlmi şahsiyetinin yanısıra Osmanlı devlet kademesinde
ayan/senatör olarak da görev yapmıştır.
Dr. Sefer HASANOV
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü
Yusuf b. Muhammed eş-Şumnî ve “el-İm‘ân fi Cem’i-l-Kur’an” Adlı Risalesi
Makale, iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde “Şumnulu Yusuf
Efendi” namıyla şöhret bulan Şeyh Yusuf b. Muhammed b. İbrahim Efendi’nin,
bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Şumnu’daki yetişmesinden, daha sonra da
Edirne’deki talim, telif ve irşad faaliyetlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölümde,
Yusuf Efendi’nin Edirne Askerî idadîsi’nde mantık muallimi olarak görev yaptığı
sırada 1262/1845 yılında Kurân’ın yazıya geçirilmesi, toplanması ve çoğaltılması’na
dair kaleme almış olduğu „el-İm‘ân fi cem‘i-l-Kurân“ adlı risalesi incelenmiştir. Bu
10
bölümde eserin yazma nüshasının özellikleri, yazılış sebebi, ana konuları, temel
kaynakları ve müellifin metodu ayrıntılı olarak tanıtılmıştır. Sonuç kısmında ise söz
konusu iki bölüme dayanarak müellif ve eser hakkında değerlendirme yapılmıştır.
Prof. Dr. Adil YAVUZ
Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Edirne Darulhadisi Müderrisi Sinan Paşa ve Hadis Kültürü Üzerine
Bir Değerlendirme -Tazarru’nâme ÖrneğiOsmanlı Devleti’nin yükselme döneminin önemli ilim adamlarından birisi
olan Sinan Paşa (v. 891/1486), İstanbul’un Fethi’nden sonraki ilk kadısı Hızır
Bey’in (v. 863/1459) oğludur. Anne ve baba tarafından önemli alimler yetiştirmiş bir
aile ortamından gelmektedir. Genç yaşta kendini yetiştirip dikkatleri çeken Sinan
Paşa, babasının vefatından sonra henüz yirmi yaşlarındayken Fatih (v. 886/1481)
tarafından, önce Edirne’de bir medreseye, sonra Edirne Dârulhadîsi’ne müderris
olarak görevlendirilmiştir. Dönemin ünlü şeyhlerinden İbnü’l-Vefâ’ya intisap
etmiştir. Daha sonra da Hâce-i Sultânî unvanı ile padişah hocalığına tayin edilmiştir.
Bu görevlerinden sonra devlet adamı olarak önce vezirlik görevine, bunu takiben
vezir-i azamlığa atanmıştır. Bilinmeyen bir sebeple Fatih ile arası açılmış, görevden
alınıp hapsedilmiştir. Dönemin alimlerinin tepkileri üzerine hapisten çıkarılıp
Sivrihisar kadılığına tayin edilmiştir. Fatih vefat edinceye kadar bu görevde
kalmıştır. II. Bayezid tahta geçince (v. 886/1481) Sinan Paşa, önce vezir olarak tayin
edilmiş, daha sonra Edirne Dârulhadîs’ine tekrar müderris olarak atanmıştır.
Önceleri daha çok akaid, fıkıh, astronomi gibi alanlarda Arapça eserler yazan Sinan
Paşa, hayatının bu son döneminde, Tazarru’nâme, Ma’arifnâme ve Tezkiratü’lEvliyâ adıyla Türkçe üç eser kaleme almıştır. Tazarru’nâme, tasavvufi duyguların
dile getirildiği bir gönül kitabı olarak değerlendirilmektedir. Bir yönüyle onun bir
ömürlük birikiminin hulasası ince ruh dünyasının yansımları bu esere aksetmiştir.
Nesir ve şiir üslübu karışık olarak kaleme alınan bu eserde önemli ölçüde ayet ve
hadislerden yararlanmıştır. Tasavvuf alanı ile meşgul olanların, hadislerin
muhtevasına ağırlık vererek, sıhhati konusunda gereken özeni göstermedikleri
yaygın bir kanattir. Tebliğimizde, bir taraftan Dârulhadîs müderrisi diğer taraftan
tasavvufa müntesip bir mürit olarak dikkat çeken Sinan Paşa’yı kısaca tanıtmak ve
Tazarru’nâme’sini esas alarak hadis kültürü üzerine bir değerlendirme yapmak
istiyoruz.
Prof. Dr. M. Zeki İBRAHİMGİL-Arş. Gör. Funda NALDAN
Gazi Üniversitesi Sanat Tarihi Bilim Dalı
Balkan Ülkelerindeki Osmanlı Kültür Mirası Üzerinde Genel Bir
Değerlendirme
Balkanlar’da 1913’te Türk hâkimiyetinin çekilmesinden sonra, Türk
yapılarının büyük bir kısmı zamanla yıkılıp ortadan kaldırılmış; bir kısmı birkaç
duvar parçası veya harabe halinde, çok az bir kısmı da eski orijinal haliyle veya
11
tamiratlarda değiştirilerek günümüze ulaşabilmiştir. Yapıların büyük bir kısmının
yok olmasında değişik tarihlerde vuku bulan savaşların, yangın ve deprem gibi tabii
afetlerin yanı sıra tarihi mirasa sahip çıkması gereken kurum, kuruluş ve kişilerin
bilinçsizliğinin de rolü vardır. Balkanlar’daki Türk yapıları plân, hacim biçimlenişi,
malzeme ve teknik, cephe düzeni ve süsleme bakımından Osmanlı–Türk
mimarisinin bir bölümünü teşkil etmektedir. Balkan ülkelerindeki Türk eserleri
Anadolu’daki çağdaşı olan yapılarla her yönden benzerlikler göstermektedirler.
Balkanlar’da kısmen veya tamamen ayakta olan camilerin Erken ve Klasik Osmanlı
Mimarisi’nin plan ve hacim, malzeme, teknik ve süsleme anlayışını devam
ettirdikleri dikkat çekmektedir. Bulgaristan, Makedonya, Bosna-Hersek, Yunanistan,
Arnavutluk, Karadağ, Kosova, Sırbistan, Macaristan, Romanya ve Hırvatistan’da
bulunan Türk eserlerinin korunması, tahrip olanların restore edilerek kullanıma
açılması gerekmektedir. Bütün Balkan ülkelerinde, mevcut Osmanlı Mirası üzerine
tablolar halinde bir değerlendirme yapılacaktır.
Prof. Dr. İbrahim COŞKUN
Necmettin Erbakan Üniversites İlahiyat Fakültesi
Filibeli Ahmet Hilmi’nin Allah Tasavvuru
Allah kavramı, düşünce tarihinin en eski ve değişmeyen konularından biri
olagelmiştir. Bütün düşünürler ve filozoflar Allah hakkında fikirlerini belirtmekten
geri durmamışlardır. İlahi din mensupları bu konuda ortak bazı inançlara sahip
olmuşlarsa da onların Allah tasavvurları arasında da zamanla farklılıklar ortaya
çıkmıştır. Allah inancı ile ilgili temel konularda İslam düşüncesini oluşturan kelam
felsefe ve tasavvufta bir farklılaşma söz konusu olmamıştır. Ancak ayrıntıya
inildiğinde farklı Allah tasavvurlarına ulaşılmıştır. Biz bu tebliğimizde
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin Allah tasavvurunu açıklayacağız. O,
Avrupa’da Rönesans ve reform hareketlerinden sonra Allah’ın insan ve kâinatla
ilişkisini neredeyse yok sayan deist tanrı tasavvurlarının yaygınlaştığı, bu
düşüncenin bir sonucu olarak ateizmin ve sekülerleşme eğilimlerinin ivme kazandığı
bir dönemde, aşkınlığının yanı sıra insana şah damarından daha yakın bir Allah
tasavvurunu eserlerinde öne çıkarmıştır. O genel olarak vahdet-i vücut anlayışına
sahip olmakla birlikte yeri geldikçe Spinoza’nın tanrı tasavvurunu da değerlendirmiş
bazı konularda onun düşünceleri savunurken bazı konularda da eleştirmiştir.
Kültürlerin özünü din; dinlerin özünde de Allah inancı oluşturur. Allah inancı ile
Allah tasavvurları farklı şeylerdir. Tasavvurlarda bireysel ve toplumsal izlere
rastlamak mümkündür. Bazı toplumların sosyo-psikolojik beklentileri tanrı
tasavvurlarına da yansır. Yanlış tanrı tasavvurları tanrı adına bir takım yanlış
uygulamaları meşrulaştırma aracına da dönüşebilmektedir. İnsanlık tarihi bunun
örnekleriyle doludur. Kimileri yanlış kader ve tevekkül inancı ile tembelliklerini
Allah’a havale ederlerken kimileri de yaptığı her türlü zulüm ve haksızlığı kutsallık
kılıfı ile zihninde kurguladığı Allah tasavvuru üzerinden meşrulaştırmaya
çalışmaktadır.Tarihte yaşanan savaşların çıkış nedenlerinde ve başarısızlıklarını
kader inancıyla kapatmaya çalışan kimi yöneticilerin söylemlerinde bunlara
fazlasıyla örnek bulmamız mümkündür. Biz sunacağımız tebliğde Ahmet Hilmi’nin
12
yaşadığı dönemde Avrupa’da ve balkanlarda felsefe ve teolojide öne çıkan tanrı
tasavvurlarını değerlendirdikten sonra Mellifimizin eserlerinde vahdet-i vücud
anlayışını çağrıştıran Allah tasavvurunu aktaracağız. Daha sonra da bunun Kur’an-ı
Kerim’in bildirdiği Allah inancı ile telif edilip edilemeyeceğini, düşünce
tarihimizdeki benzer görüşlere sahip olan mutasavvıf ve mütekellimlerin
görüşleriyle karşılaştıracağız.
Yrd. Doç. Dr. M. Necip YILMAZ
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Filibeli Ahmet Hilmi ve Materyalizme Yönelttiği Eleştiriler
Ahmet Hilmi 1865 yılında Filibe’de doğdu. Babası Şehbender Süleyman
Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. İlk bilgilerini Filibe müftüsünden alan Ahmet Hilmi
İstanbul’a gelerek Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nden mezun oldu. Ardından
değişik memuriyet görevlerinde bulundu. Bir süre Darulfünûn’da felsefe
müderrisliği yaptı. Çaylak, İttihad-i İslam, Hikmet adlı gazete ve dergileri yayınladı.
Bu gazete ve dergilerde gerek siyasi meseleler ve gerekse sosyal, edebî ve felsefi
konularla ilgili yazılar kaleme aldı. Ayrıca İkdam, Şahbal, Yeni Tasviri Efkâr ve
Sırat-i Müstakım gazete ve dergilerinde de siyasi ve felsefi yazılar yazdı. 30 Ekim
1914’te bakır zehirlenmesinden vefat etti. II. Meşrutiyet döneminin önde gelen fikir
adamlarından biri olan Filibeli Ahmet Hilmi, kelam, felsefe, tasavvuf ve tarih
alanlarında döneminden günümüze kadar etkileri devam eden ve inceleme konusu
yapılan eserler kaleme almıştır. Ayrıca şiir, roman ve tiyatro alanlarında da eserleri
bulunmaktadır. Âmak-i Hayal adıyla yazdığı felsefi roman günümüzde de geniş bir
okuyucu kitlesine hitap etmektedir. Tanzimat ile birlikte Batı’nın askeri ve eğitim
sistemine olan ilgi zamanla Osmanlı düşünce hayatı üzerinde de etkiler meydana
getirmiştir. Osmanlı Devleti’nin çöküşünü durdurabilmek için Batı’da gelişen pozitif
bilimlerden istifade etme çabası Batı felsefi düşüncesinin de ülkeye girişinin yolunu
açmıştır. Bu felsefi akımlardan biri de materyalizmdir. Klâsik materyalizm XIX.
yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti’nde yayılma imkânı bulmuş, gelişiminin
ilk evresini İkinci Meşrutiyet ile tamamlamıştır. Hoca Tahsin, Beşir Fuad, Ahmed
Midhat Efendi gibi fikir adamları materyalizmin Türkiye’ye girişine zemin
hazırlamışlardır. Ahmed Şuayb, Baha Tevfik, Dr. Ethem Necdet, Celal Nuri, Subhi
Ethem, Memduh Süleyman, Abdullah Cevdet’in fikri ve siyasi mücadeleleriyle
materyalizm Türkiye’de bir fikir hareketi haline gelmiştir. Materyalizm ile ilgili
yapılan çeviriler bu fikir akımının geniş çevrede tartışılmasına yol açmıştır. Baha
Tevfik ve Ahmed Nebil’in Ludwig Büchner’den çevirdiği Madde ve Kuvvet adlı
eser bu tartışmalara hız kazandırmıştır. Materyalizmin bir düşünce sitemi olarak
tartışılması ve savunulması başta Filibeli Ahmet Hilmi, İsmail Fenni Ertuğrul olmak
üzere birçok yazar tarafından eleştirilmiştir. Ahmet Hilmi Huzur-ı Akl ü Fende
Madiyyûn Meslek-i Dalaleti ve Allah’ı İnkâr Mümkün Müdür? Yahut Huzur-i
Fende Mesalik-i Küfür adlı eserleriyle materyalizmi ve bu görüşü savunan dönemin
fikir adamalarını tenkid etmiştir. Bu tebliğde Ahmet Hilmi’nin sözü geçen eserleri
13
ve konu ile ilgili diğer yazıları ışığında materyalizme yönelttiği eleştiriler ortaya
konularak değerlendirilecektir.
Assoc. Prof. Dr. Qani NESİMİ
Tetova Devlet Üniversitesi
Osmanlı Dönemi ve Sonrasında Yaşayan Önemli Şahıslardan Olan
Arnavut Eqrem Bey Vlora
Balkanlar genelinde olduğu gibi, Arnavutlar arasında da az olsa da,
Osmanlılar aleyhindeki tutuma rağmen, yine de Osmanlıların onlara verdiği siyasi,
ekonomik ve dini önem de unutulmamalıdır. Arnavutlar kültürel, dini, siyasi
yönlerinde Osmanlıların katkılarının farkında olmalıdırlar. Çünkü Osmanlı olmak
sadece Türk olmak anlamına gelmeyip Osmanlı olmak hem Türk hem Arnavut hem
Boşnak hem Arap vs olmak demektir. Balkanlar’da beşyüz seneden fazla hayatını
sürdüren Osmanlı Devleti, tarihi boyunca varlığını koruyan Vloralıların ailesinden
olan Eqrem Bey Vlora (1885-1964), geçmişteki Osmanlılar döneminde ve 1912
yılında ilan edilen Bagımsızlığı’ndan ortaya çıkan Arnavutluk devleti dönemini ile
birleştirip üç ayrı dönemde ortaya çıkan üç farklı hükümette en yüksek seviyede
görev yapan kişidir. Öte yandan, o okumuşu, kültürlüyü, yazarı, tarihçiyi, diplomatı,
siyasetçiyi, bilim adamını temsil eden kişidir. Aynı zamanda o, Osmanlı Devleti’nin
Balkanlar’dan çekilmesiyle buralarda entellektüel sınıfı, sözleri, davranışları,
profesyonelliği, siyasi düşüncelerini temsil eden birisidir. Eqrem Bey Vlora
hakkında konuşmak, Ortaylı’nın sözüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun en uzun
yüzyılının son dönemi ve Arnavutluk’un bağımsızlıktan sonraki döneminde ortaya
çıkan olaylara biraz daha objektif şekilde yaklaşmak demektir.
Prof. Dr. Fikret KARAMAN
Sofya Din Hizmetleri Müşaviri
Balkanlar’ın Zor Dönemi ve Medeniyet Gazetesi
Balkanlar, farklı milletlerin yaşadığı stratejik bir coğrafyadır. Osmanlı, 13.
asrın ortalarından itibaren bölgeye gelmiş ve 20. yüzyılın başlarına kadar burada
köklü bir medeniyet kurmuştur. Doğal olarak bölge halkı bu zengin medeniyetin
birçok değerinden etkilenmiştir. Üç kıtada, hüküm süren Osmanlı devleti, 19101915 yıllarında Balkanlar’dan çekilmeye başlamıştır. Bulgaristan’da kalan
Müslümanlar, kimliklerini korumak için, Türkçe ve eski harflerle “MEDENİYET”
gazetesini çıkarmışlardır. Bu gazetenin ilk sayısı 19 Ağustos 1933 yılında Filibe’de;
“Dini, ilmi ve İçtimai Gazete” logosuyla yayımlanmıştır. Daha sonra Din-i İslam
Müdafileri Cemiyeti bu görevi üstlenmiş ve derginin basımı 28. sayısından itibaren
Sofya’da yapılmıştır. Gazete 15. sayısına kadar haftada bir, daha sonra on günde bir
olmak üzere 4 sahife halinde 15 ağustos 1944 yılı ve 375. sayısına kadar
yayınlanmıştır. Osmanlının geri dönmesiyle birçok cami ve medrese yıkılmış veya
kapatılmıştır. Ancak Balkanların “Darü’l Fünun’u denebilecek Nüvvab Medresesi”
bir müddet daha direnmiştir. Burada görev yapan Yusuf Şinasi, Hafız Yusuf, Salih
14
Ahmed, Yusuf Ziyaeddin Ezheri, Osman Seyfullah (Keskioğlu) ve Ahmed
Davudoğlu gibi bilim adamları gazetenin yayımına destek vermişlerdir. Gazetede,
haber, siyasi olaylar, dini, sosyal ve kültürel içerikli birçok makale yayımlanmıştır.
“Kelam Bilimi” alanında ise; Nifak ve Münafıklar, Hidayet ve Dalaletin Esbabı ve
Mebdei, Amelsiz İmanlar Milleti Mes’ud Edemez, Kur’an ve Peygamberin
Müslümanlık Telkini Amelidir, Mezhep Kavgaları Sünnilik ve Şiilik Mücadelesi,
Gazali’nin Hayatı ve Felsefesi gibi makaleler yer almıştır. Biz bu toplantıda,
gazetenin başmuharriri Mehmed Fikri’nin, “Nifak ve Münafıklar” konusunda dizi
halinde 14 sayıda çıkan yazılarını irdelemeye çalışacağız. Bakara suresinin başında,
insanlar mümin, kâfir ve münafık olarak inanç bakımından üç kısma ayrılmıştır.
Daha ilk ayetlerde nifak ve münafıklığın özelliklerine işaret edilmiştir. Toplumda bu
kitle daima bölücü olmuştur. Müslümanların zayıf dönemlerinden istifade ederek
maddi menfaatlerini ön plana çıkarmışlardır. Bu yönüyle münafıklar, kâfir ve
müşriklerden daha tehlikeli olmuşlardır. Bu nedenle açık düşmanından bir, münafık
postuna bürünen dostundan ise bin kere sakın denilmiştir. Çünkü bu dostlar (!) çok
defa düşman olur ve insana hangi yönden zarar vereceklerini herkesten iyi bilirler.
Doç. Dr. Rıdvan CANIM
Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Bir Devrin Unutulmaz Eseri: Zağra Müftüsünün Hatıraları
Hüseyin Raci Efendi tarafından yazılan Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, esasen
tarihimizde “93 Harbi” olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşlarının Balkanlar
cephesinde sebep olduğu insanlık dışı acıların abidevi destanıdır. Eserin yazarı
Hüseyin Raci Efendi’nin hayatına dair bilgiler ise onun naklettikleri ile sınırlıdır.
Babasının adı Hasan, dedesinin ismi ise Mustafa’dır. Bugün itibariyle Orta
Bulgaristan şehirlerinden biri olan Stara Zagora yani yaklaşık beş asır boyunca
Osmanlı’nın “Eski Zağra” adını verdiği şehirde yerleşmiş bir ailenin çocuğudur.
Eski Zağra’da Rüştiye Mektebi Muallimliği ve Müftülük görevlerinde bulunmuştur.
Bundan dolayı adı geçen eser, “Zağra Müftüsünün Hatıraları” adıyla da bilinir.
Hüseyin Raci Efendi, Rusların Eski Zağra’ya girmesinden sonra kasabanın ileri
gelenleriyle beraber hükümet konağında hapsedilmiş, bir zaman sonra Süleyman
Paşa kuvvetlerinin Eski Zağra’yı yeniden ele geçirmesi üzerine serbest kalmış,
büyük göçün başlaması ile de ailesiyle birlikte 1877 yılı Ağustos ayında İstanbul’a
göç etmiştir. Hüseyin Raci Efendi’nin, eserine son şeklini verdiği 1896 yılında sağ
olduğu anlaşılıyor. Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, Hüseyin Raci Efendi’nin oğlu Necmi
Raci Bey tarafından ilk defa (1326) 1910 yılında İstanbul’da yayınlanır. Eser, üç
bölümden oluşur. 1.bölüm; eserin yaklaşık üçte ikisini ve dolayısıyla esasını
oluşturan Tarihçe-i Vak’a-i Zağra adını taşır. Bir bakıma bir “savaş günlüğü”dür.
Eserin ikinci bölümü, “Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli” adını taşır. 93 Harbi’nin Rumeli
cephesindeki askeri harekatının ana hatlarıyla ele alındığı bir bölümdür. Eserin
üçüncü bölümü, 364 beyitten ibaret manzum bir destandır. Bildiride bu önemli
eserin içeriği ve yazarı hakkında tanıtıcı bilgiler verilecektir.
15
Yrd. Doç. Dr. Muhammet ALTAYTAŞ
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İslâmî Zaviyeden Mehmed Akif’te Vatan, Millet ve Tarih Şuuru
Üzerine
Hakikat üzere olmak, insanın aşkın varoluşu/imanı ile kendini
konumlandırdığı tarihî yeri; başka bir ifadeyle mücerretle muşahhas, yani din ile
millet, iman ile vatan arasında kurulacak “tarih şuuru” dediğimiz sıhhatli irtibatla
mümkündür. Bu manada “vatan, millet ve tarih şuuru, imanımızdan bir cüz’dür”
denilse yeridir. Geçen yüzyılın başında Osmanlı’nın etkinliğini yitirmesi, dağılması
ve Batı medeniyetinin etkin bir güç olarak tarihin merkezine yerleşmesi sürecinde
sadece vatan toprakları parçalanmamış, milletin yüzyıllardır biriktirdiği tarihi hafıza
ve şuur da altüst olmuştur. Son iki yüzyıldır Türkiye’de yaşayanların tarihsizliği,
sadece kendisinin değil, bütün Müslümanların hatta bütün insanlığın tarihsizliğine
ve dolayısıyla talihsizliğine vesile teşkil etme istidadı taşıyor. Günümüzde artık
birçok dindar insanın bile sahiplenmekte beis görmediği, Tevfik Fikret de ifadesini
bulduğu şekilde, “milletim insanlık, vatanım yeryüzü” noktasına kadar varan seküler
ve evrensel bir vatan ve millet anlayışı, hakikatte bir gerçekliği olmaması bir yana,
İslâm’ın klasik tarih görüşü açısından da bir sapmadır. İtikadî açıdan meseleye
bakıldığında, müslümanın varolduğu tarihi vasatta, İbrahim milletinin izini takip
etme ve bu millete mensup olanların sözünün geçtiği “yer” manasında bir vatan
davasına sahip olmadan da iman sahibi olabileceği fikri, tarihsizleşmiş modern
bireye özgü bir gaflet olarak değerlendirilebilir. Zira mümin vatan sevgisinin
imandan olduğunu tefrik edecek olgunluğa erişmiştir. Balkan savaşlarıyla artık
kuvveden fiile geçen Osmanlı’nın parçalandığı bu kritik süreçte Mehmet Akif’in
düşünce, sanat ve eylem dünyası, buhrana düşen tarih şuurumuzu yeniden
keşfetmek, istikametimizi tayin etmek, vatanın manasını kavramak ve bir millet
olma olgunluğuna erişmek bakımından bizim için hazine kıymetindedir. Zira Balkan
Harbi’nden itibaren, Millî Mücadeleye uzanan bu süreç, bütün dramatik safhalarıyla
en etkileyici ifadesini Mehmed Akif’te bulmuştur. Akif’in tasavvuruna göre
vatanımız İslâm’ın son yurdu, milletimiz İbrahim milletinin tarihî omurgasıdır; onun
Çanakkale şehitlerini Bedrin aslanlarına benzetmesi de bu sebepledir. O bu süreçte
İstiklâl mücadelesinin sadece edebiyatını yapmamış aynı zamanda manevi cephesini
idare eden adsız kahraman olmuştu. Biz tebliğimizde Mehmet Akif’ten hareketle
vatan, millet ve tarih şuurunu ele aldık.
Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Özdinç
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hersekli Arif Hikmet ve Osmanlı Dinî Modernleşmesi
Ârif Hikmet’in dinî-itikadî sahadaki görüşlerinin Osmanlı dinî
modernleşmesi zaviyesinden ele alınması modernleşmenin belli bir hat ve çerçevede
ilerleyişine de bir itiraz hüviyetini haizdir. Osmanlı dinî modernleşmesi dediğimiz
zaman 19. Asır boyunca dinî düşüncede gerek batıdan gelen fikirlerin etkisiyle gerek
devrin şartları gereği dinî düşüncedeki değişim ve dönüşüm kastedilmektedir.
16
Devrin bizzat şahidi olan Ârif Hikmet’in bu meselelere dair düşüncelerini ele almak
arzusundayız. Ârif Hikmet’in dinî düşüncenin birçok sahasına dair ortaya koyduğu
düşünceler kelam, tasavvuf, felsefe ve hukuk sahasında birçok tahlil ve teklifi
içermektedir. Sonrasında fikrî olarak birçok tartışmaya mevzu olan meselelere dair
fikir ve düşünceleri gerek dinî düşünceyle alakadar olanları gerek İslamcıların ilgi
alanına girmiştir. Dinî düşüncenin ıslahı/yenilenmesi şeklinde modernleşme
boyunca yapılan izahların Ârif Hikmet’de dinî olanın doğru anlaşılması şeklinde bir
tahlile tutulduğunu görürüz. Dinî düşüncedeki arayışları tarihî tecrübe içerisinde
özellikle de tasavvufî gelenekte hikmeti merkeze alan anlayışı esas alan bir
çerçeveye sahiptir. Fakat akıl merkezli okuma biçiminin hiç de reddedilmediği ve bu
tarafıyla aklî bir zemin üzerine inşa edildiği savunulabilecek hususlardandır. Varlık
alanından siyaset sahasına kadar geniş bir yelpazede ortaya konulan düşüncelerin
miras kaldığı Osmanlı fikir hayatında neye tekabül ettiği asıl meselenin mihverini
teşkil etmektedir.
Doç. Dr. Sabri Tevfik HAMMAM
Sohag Üniversitesi
Yahya Kemal Beyatlı'nın Şiirleri, Arapça Çevirileri ve Arap Şiiri
Üzerine Etkisi
Türk ve Mısır halklarının ilişkileri çok eski dönemlere uzanmaktadır.
Türkler ve Mısırlılar yüzyıllar boyunca sürekli etkileşim halinde olmuşlardır. Aynı
coğrafyayı paylaşmaları, her iki halkın maddî ve manevî kültüründe büyük izler
bırakmıştır. Mısır’la dokuzuncu yüzyılda başlayan ve on altıncı yüzyıldan itibaren
Osmanlılarla devam eden uzun bir tarihimiz ve bunun geride bıraktığı önemli bir
kültürel birikim, aile bağları ve halklar arasında karşılıklı sempati bulunmaktadır.
Yahyâ Kemâl Beyatlı (Üsküp1884–İstanbul 1958), doğduğu toprakların maddî ve
mânevî atmosferini derinden hissetmiş ve bu hislerini eserlerine aksettirmiştir. Şâir,
Üsküp’te geçen çocukluk yılarının son derece hareketli, renkli, coşkulu ve hüzünlü
günlerini hâtıralarında hasret yüklü cümlelerle nakleder. Hâtıralarında çocukluk ve
ilk gençlik yıllarında seyahat ettiği diğer Balkan şehirlerini de aynı üslûpla anlatır.
Bu yazılarında Yahyâ Kemâl, gördüğü insan tiplerini karakteristik özellikleriyle dile
getirir. Fakat Yahyâ Kemâl’in Balkanları ele alması, sâdece çocukluk yıllarının bu
topraklarda geçmiş olmasına bağlı değildir. Bunda Yahyâ Kemâl’in tarih ve vatan
anlayışının da büyük rolü vardır. O, Fransa’dan döndükten sonra Türkiye’de, târihe
ve coğrafyaya dayalı bir milliyetçilik anlayışını temsil etmiş ve böylece milletimizin
üzerinde yaşadığı topraklara ve bu topraklar üzerinde yüzyıllar boyunca geliştirilen
târihîmîrasa farklı bir gözle bakılmasına yol açmıştır. Mısır ve Türkiye aynı
medeniyete mensup ve aynı kültüre sahiptir. Bunun temeli İslam medeniyetidir. Son
dönemde bu medeniyet ve kültür hakkında en değerli ve etkileyici unsurlara, yazmış
olduğu eserlerinde büyük Türk şairi ve yazarı Yahya Kemal BEYATLI yer
vermiştir. Osmanlı ve Cumhuriyetinin kuruluşuna ve Türk toplumunun yeniden
inşaasına şahit olan BEYATLI, kendisini vatan idealleri uğruna vakfetmiştir. Yahya
Kemal Beyatlı'nın eserleri Mısır'da oldukça beğenilmektedir. Çoğu eserleri tercüme
17
edilmiştir. Bu tercümelerden bazıları şiir alanında “Kendi Gök Kubbemiz” “Eski
Şiirin Rüzgârıyla” “Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş” ve düzyazı
alanında “Aziz İstanbul” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yahya Kemal’in şiirleri,
şairin şiir tasarımına başvurulmadan irdelendiğinde, eleştirmenler, bu şiirleri çok
daha kolaylıkla çözümleyebilir, yeniden anlamlandırabilir. Yahya Kemal’in
tercümelerine bakıldığında, Yahya Kemal’in üslubunun korunmaya çalışıldığı
görülür. Özellikle kafiye ve ahenk konularında oldukça başarılı olunduğu
söylenebilir. Bazı beyitler kelimesi kelimesine tercüme edilirken, bazıları da
dahaserbest bir biçimde, hatta tamamen farklı kelimelerle aynı imajı vermeye
çalışılarak yapılmıştır. Bazen de kısa bir mısra tercümede çok daha uzun
olabilmektedir. Hatta mısraların yerinin değiştiği bile görülür. Bunun sebebi şiirdeki
imgeyi doğru bir şekilde dile aktarma kaygısından başka bir şey değildir. Bunun bir
diğer sebebi de orijinal şiirin kafiyesini verebilmektir. Bu yönüyle de bazı şiirler
tercümenin ötesinde ilham alınarak yazılmış yeni bir şiir havasına bile
bürünmektedir. Yahya Kemal Beyatlı’nın inandığı ve eserlerinde yer verdiği
milliyetçilik anlayışı Mısır halkı tarafından da kabul gören ve beğenilen bir
milliyetçilik anlayışı olmuştur. Çünkü Yahya Kemal Beyatlı’nın inandığı
milliyetçilik anlayışı tarihe ve coğrafyaya dayalıdır. Bu anlayışa dayanarak Mısır
halkı ile Türk halkı arasındaki ortak tarih iki ülkenin aynı millete mensup olduğunu
ortaya çıkarmaktadır. Bu anlayışa binaen her iki ülke halklarının aynı millete ait
olması çok büyük bir öneme sahiptir. Yakın gelecekte inanıyorum ki, Türk Dili ve
Edebiyatı çalışmaları sınırları aşacak bir şekilde yükselecek. Çünkü Türk – Mısır
arasındaki ilişkiler her alanda ilişkilerin artmasına paralel olarak, bu tür akademik
çalışmaların da artmasına da katkı sağlayacaktır.
Öğr. Gör. Djuneis NURESKİ
Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü
Şuara Tezkirelerine Göre Osmanlı Döneminde Makedonya’dan
Yetişmiş Mutasavvıf Divan Şairleri
Osmanlı Türkleri, Makedonya’ya ilk olarak 14. Yüzyılın ikinci yarısından
sonra I. Murat devrinde girdiler. I. Murat devrinde 1389 Birinci Kosova ve II. Murat
devrinde 1448 İkinci Kosova savaşlarında Türklerin Haçlıları yenmesiyle bütün
Makedonya Osmanlı Devletinin Türkleri yerleştirmesiyle bu bölgeler hızlı bir
şekilde Türkleşmeye, dolayısıyla bu bölge şehir ve kasabalarında Türk-İslam kültürü
hızla yayılıp benimsenmeye başlamıştır. 14. Yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyılın
başlarına kadar 550 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında
medrese, mektep, tekke ve zaviyeleriyle maddî-manevî büyük gelişmeler gösteren
Makedonya’nın kültür merkezi konumundaki çeşitli şehir ve kasabalarında din,
edebiyat-şiir, kültür ve sanat alanında Osmanlı-Türk kültürüne hizmetleri geçen
musikişinaslar, şeyhler, âlim ve sanatkârlar, edipler ve şairler yetişmiştir. Şüphesiz
ki Osmanlı kültürünün bu topraklarda gelişme gösteren en önemli sanat dallarından
biri Divan şiiridir. Osmanlı coğrafyasının her yerinde büyük gelişmeler gösteren
Osmanlı şiiri ve bu şiiri meydana getiren Divan şairleri hakkında bilgi veren şuara
18
tezkireleri bu konuda neredeyse tek başvuru kaynağı konumundadırlar. Dolayısıyla
şuara tezkirelerine baktığımızda bugünkü Makedonya’nın Üsküp, Manastır,
Kalkandelen, Debre, İştip, Kratova ve Gevgeli, gibi şehirlerden 55 divan şairinin
yetiştiğini görüyoruz. Bunlara Şakayıklar, Vefâyatlar, Katip Çelebînin Keşfü’zzunûnu, Mecelle, Osmanlı Müellifleri, Sicill-i Osmânî, Kamusu’l-A’lâm gibi diğer
Osmanlı kaynaklarında yer alan 12 şairi de ilave edilecek olursa Makedonya’dan
yetişen divan şairi sayısının 67’ye çıktığı görülmektedir. İşte Makedonya’da yetişen
bu 66 divan şairi içinde İştipli Tâlibî gibi bir kısmı postnişinliğe kadar yükselmiş
olan 16 kadar mutasavvıf divan şairi vardır. Tezkirelerde bunlardan bazılarının
tarikat mensubiyetleri açıkça zikredilirken bazılarının ise sadece tekkede şeyh
oldukları zikredilerek mensubu oldukları tarikatlar açıkça belirtilmemiştir. Meselâ,
Üsküplü Fennî, Hemdemî; Manastırlı Hafız, Kemaleddin, İştipli Tâlibî ve Debreli
Vecdî’nin Mevlevî, Üsküplü Atâ’nın ise Nakşibendî olduğu açıkça zikredilmiştir.
Osmanlı dönemi Makedonya’sının manevi mimarlarından olan söz konusu
mutasavvıf
divan
şairleri,
mensup
oldukları
tarikatlar
açısından
değerlendirildiklerinde Mevlevîlerin ilk sırada yer aldıkları görülmektedir. Daha
sonra Nakşibendî, Halvetî, Celvetî, Kâdirî, Sünbülî ve Melâmiler gelmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Necdet ŞENGÜN
Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Balkanlarda Edirneli Bir Kadı Şâir:
Nazîr İbrahim Gülşenî
Edirne kültür ve medeniyet yolculuğumuzun önemli duraklarından biridir.
Yetiştirdiği pek çok din, devlet, sanat ve kültür adamı vasıtasıyla Türk İslam
kültürüne önemli katkılar sağlamış bir şehirdir. Edirne aynı zamanda batıya açılan
kapımız, Balkan şehirlerine bir merhabadır. Bu özellikleri dolayısıyla üzerinde
önemle durulması; tarihi, mimarisi, kültürü, sanatı ve bunları meydana getiren
şahsiyetleri üzerinde derin araştırmaların yapılması gereken bir şehirdir. Türk İslam
kültür ve medeniyetine önemli katkılar sağlayan şâirlerden biri de Edirneli Nazîr
İbrahim’dir. Nazîr İbrahim Gülşenî, 1105/1694 yılında Edirne‘de Hacı Hallâc
Mahallesi’nde doğmuştur. Ailesinin tamamı Edirne’de o gün için güçlü tasavvufî
merkezlerden biri olan Gülşeniyye tarîkatına bağlıdır ve o da bu gelenek içerisinde
yetişmiştir. Dedesi Şeyh İbrahim Gülşenî, tarîkatın Kahire’deki pîri Diyarbakırlı
İbrahim Gülşenî ile aynı adı taşıyordu. Büyük dedesi Semerci Dede, Eğri seferinden
kısa bir süre önce hastalanması üzerine, Sultan III. Mehmed’e nefes etmek için
Edirne’ye gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Babası Müderris Mustafa Efendi, Edirne‘de
Sarıcapaşa Medresesi’nde, yani daha sonra yanan Eminiye Medresesi’nde müderris
idi. Amcası Kâmî Mehmed Efendi çok önemli bir devlet adamı ve aynı zamanda iyi
bir şâir idi. Tarîkatın pîr-i sânîsi kabul edilen ve Osmanlı‘nın Hâfız-ı Şîrâzî’si olarak
tanınan Hasan Sezâyî-i Gülşenî’yi yetiştiren La’lî Mehmed Fenâyî Efendi de
babaannesi tarafından akrabası idi. Nazîr İbrahim iyi bir eğitim aldı. Bir müddet
müderrislik ve Edirne mahkemesinde katiplik görevinde bulundu. Daha sonra kadı
oldu. Babaeski, Tekirdağ, Eski Zağra, İbrail, Ergeri Kesri (Kesriye) gibi bugün
19
Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Balkan şehirlerde
kadılık ve kadı naibliği yaptı. Görevi dolayısıyla balkanlarda birçok yeri gezdi ve bu
gezileri sırasında gördüklerini şiirlerle anlattı. (Örneğin bugün Yunanistan‘ın Batı
Makedonya bölgesinde kalan Florina şehrini anlattı). Gülşenîlik tarîkatının merkezi
olan Mısır’da bir müddet bulundu. Nazîr İbrahim aynı zamanda tasavvuf ile
yakından ilgilendi. Hasan Sezâyî-i Gülşenî el-Edirnevî’nin halifelerinden biri idi.
Tasavvuf terbiyesini ondan aldı. Kadılık görevi dolayısıyla çok fazla şeyhlik
yapamadı. Ancak ömrünün sonlarında bugün güney Arnavutlukta bulunan ılıcaları
ile meşhur Ergeri Kesri’de (bugün Gjirokaster şehri) bir tekke yaptırarak burada bir
müddet şeyhlik yaptı. 1188/1774 tarihinde burada vefat etti. Nazir İbrahim son
derece çalışkan ve son derece velûd bir kimse idi. Bu hareketli yaşamına rağmen
ömrü son derece bereketli geçmiş ve seksen yıllık ömrüne irili ufaklı yirmi dokuz
eser sığdırmıştır. Bu eserlerinden; şiirlerini topladığı iki yüz yaprağı aşkın Dîvân‘ı,
Manzûme-i Ahlâkiyye‘si, Risâle-i Ehâdîs-i Erbaîn-i Sülâsiyye‘si, Muammeyât-ı
Manzûme‘si, Beyân-ı Hurûf-ı Teheccî’si, Tercüme-i Kasîde-i Münferice’si ve Risâlei Erbaîn ale’l-Kelimeteyn’i manzum; İnsan-nâme, Behcetü’l-Ebrâr ve Lem’atü’lEsrâr, Câmiu’l-Mu’cizât... vb. gibi önemli eserlerini ise mensur olarak kaleme aldı.
Yrd. Doç. Dr. Ramadan DOĞAN
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Niyazî-i Mısrî’nin Makedonya Üsküp Milli Kütüphanesindeki
Cönklerde Yer Alan Şiirlerine Dair
Balkanlar tarih içinde Türk kültürünün yaygın olarak yaşandığı yerlerden
biridir. Bu coğrafyada Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biri de
Makedonya’dır. Üsküp’te bulunan Millî Kütüphane’de Türkçe cönkler önemli birer
edebî mirasımızdır. Bu cönklerdeki metinler Türk kültürünün varlığını ve
yaygınlığını göstermektedir. Bu metinlerde bazı şairlerin şiirleri nispeten daha
fazladır ki, bu şairlerimizden birisi de Niyâzî-i Mısrî’dir. Bu tebliğ, bir Yunus
takipçisi ve onu en iyi bir şekilde temsil eden; aynı zamanda divan şiirini, özellikle
de Fuzûlî’yi çok iyi bilen Niyâzî-i Mısrî’nin Makedonya’daki Millî Kütüphane’de
yer alan şiirleri hakkında olacaktır. Zira Üsküp’teki cönklerde var olan bu şiirler
Niyâzî-i Mısrî’nin tüm Osmanlı coğrafyasında beğenilerek okunduğunun bir
kanıtıdır. Daha önceki çalışmalarda özellikle, benim de istifade ettiğim, Kenan
Erdoğan’ın, tenkitli divan neşrinde bu şiirler bir şekilde yer alsa da birtakım
farklılıklar söz konusudur. Hülasa, amacımız Mısrî’nin bahsi geçen kütüphanedeki
on beş ilahisine ve bir nebze olsun bu şiirlerin muhtevasına işaret etmek olacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Abbas Yahya
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Makedonya’da Dini Musiki
Her sanat, içinde doğduğu tabiî ve coğrafi çevrenin izlerini taşır. Gerek
Batı’da gerekse Doğu’da mûsikînin ve güzel sanatların kaynağını dinler
20
oluşturmaktadır. Yerli ve yabancılar tarafından kaleme alınan dünyâ târihi
mûsikilerinde, özellikle Türkler’in müziğe karşı ne derece duyarlı ve düşkün
oldukları her fırsatta gündeme getirilmiş, bu alanda pek çok eser verilmiştir.
Gerçekten Türk kültür târihi içerisinde mûsikînin tartışmasız kayda değer bir yeri ve
önemi vardır. Bu önem gereği fethettikleri yerlere kendi kültürleri ile yerleşen
Türkler bulundukları yerlerin kültürleriyle kendi öz kültürlerini birleştirmişlerdir.
Güzel sanatlar içerisinde ayrı bir yeri olan mûsikî, kültürü taşıyıcı en önemli
lokomotiftir. Bir milletin mûsikîsinin gücü kültürünün gücü ile doğru orantılıdır. İki
neslini mûsikîsinden habersiz geçiren bir milletin üçüncü nesilden kültürel anlamda
söz etme ihtimali yoktur. Son zamanlarda sadece teorik olarak değil pratik anlamda
da Türk Mûsikîsi yeniden Makedonya’da etkisini arttırmaktadır. Biz bu
çalışmamızda Makedonya’da cami musikisini ele aldık.
Doç. Dr. Arif AYTEKİN
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Osmanlı Döneminde Balkanların Dini Hayatında Mızraklı İlmihal
Bu tebliğde, Osmanlı yönetiminde, Anadolu’da olduğu gibi Balkanlar’da da
inanç ve dinî pratiklerle ilgili olarak Müslüman halkın en büyük ortak paydasını
oluşturan bilgilerin sunulmasında Mızraklı İlmihal’in rolü araştırılacaktır.
Mezhepteki müftâbih (tercihan tatbik edilebilir) görüşlerin hayata uygulanması ile
bilginin hikmete dönüştürülmesinde Müslümanların el kitabı denebilecek
ilmihallerin değeri belirlenecek ve bu bağlamda Mızraklı ilmihalin önemine atıfta
bulunulacaktır. Asırlar boyu her türlü şartlara rağmen Balkanlarda İslâm dininin
yaşamasında İlmihal bilgisinin sadeliği ve gücü incelenecektir. Sultan II.
Abdülhamit döneminde basılıp Anadolu ve Balkanlarda her köye dağıtılan Mızraklı
ilmihalin halklar arasında oluşturduğu müşterek bağın gücüne dikkat çekilecektir.
Bu maksatla Trakya bölgesinin en eski ve dinî eğitim verilen köylerden yeteri sayıda
yerleşim yerleri gezilecek ve ahali ile görüşmeler yapılacak. Aynı amaçla,
Yunanistan, Bulgaristan ve Yogoslavya’da, belli merkez ve köylerde tarama
yapılarak Mızraklı ilmihalin Osmanlı dönemine ait etkileri araştırılacaktır. Mızraklı
ilmihalin din kültürü açısından Trakya ve Balkan müslüman halkları üzerindeki
paralel kalıcı etkileri araştırılacak; var olan kültür birliğinin, halkın sosyal hayat
birliğine olan yansımaları incelenecektir. Çalışmanın giriş bölümü İlmihal tarihine
ve Mızraklı ilmihal geleneğine ayrılacaktır. Bu hususlarda referans gösterilecek
bilimsel kaynaklara halktan elde edilen tarihi bilgi ve hatırata da atıflarda
bulunulacak ve görüş beyan eden kişilerin adı ve doğum yeri ile doğum tarihi
verilecektir.
Doç. DR. Lindita XHANARI (LATIFI)
Tiran Universitesi
Arnavutça Sözlüklerindeki İslamî Terminolojinin Özellikleri
21
Arnavutçadaki İslamî terminolojinin ilk izleri yaklaşık 500 yıl önce
görülmüştür. Bu dönem Balkanların İslam dinine geçme sürecine tekabül ediyor.
İslam dini, İslam kültürü ve Osmanlıların gelenekleri Arnavutluk’a yeni bir yaşam
standardı getirmiş ve Arnavutların yaşadığı bütün bölgelerdeki (bugün: Arnavutluk,
Kosova, Makedonya ve Karadağ) Arnavutların çoğu tarafından kabullenmiştir. Bu
süreçte Arnavutçaya islam dini terminolojisine ait kelimeler de girmiştir. İslam dini
terminolojisi 5 yüzyıl boyunca Arnavutçanın doğal bir bileşenine dönüştü. Arnavut
dilinin içinde kendisini iyi hisseden bu terminolojinin Arnavutçanın gramer ve
kelime özelliklerine uyması açısından ilginç özellikler yansıtılmaktadır. Arnavutlar,
başından beri kullanımına aşina oldular ama tarihi nedenlerden dolayı bu
terminolojinin kendi inişleri-çıkışları da olmuştur. Bu çalışmada, islamî
terminolojinin doğru ve yanlış kullanımının kronolojik tablosunu oluşturmaya
çalışacağız. Bu tabloyu, anılan terminolojinin Arnavutçanın en önemli sözlüklerine
nasıl yansıdığını inceleyerek göstermeye çalışacağız. Çalışmamız dört bölümden
oluşmaktadır:
1. Yazılı Arnavutça belgelerindeki İslam terminolojisi (X-VI. yy)
2. İlk Arnavutça sözlüklerindeki İslam terminolojisi (XVII-XIX. yy)
3. Komunizm rejimi dönemine ait sözlüklerdeki İslam terminolojisi (19441991)
4. Demokrasi döneminden sonra Arnavutça sözlüklerindeki İslam
terminolojisi (1992-2013)
Prof. Dr. İrfan MORİNA
Priştina Devlet Üniversitesi
Osmanlı’dan Sırbistan’da Kalan Türk Kültür İzleri
Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar bölgesine birkaç sene değil yüzyıllar
boyunca hakim oldu. Dolayısıyla Osmanlı hakimiyeti Balkanlar’ı değişik alanlarda
(siyaset, iktisat, kültür, din, toplum, vs…) derinden etkiledi. Bu etkiler, kaçınılmaz
olarak değişik alanlarda değişik düzeylerde izler bıraktı, miraslara dönüştü: Siyasal,
iktisadi, kültürel, demografik miraslar gibi… Osmanlı İmparatorluğu’nun
Balkanlar’daki siyasal mirası bağımsızlık sonrasında Balkan ülkelerinde siyasal
kurumların oluşumunda son derece zayıf olurken, Balkan devletleri arasında
sınırların belirlenmesinde ve Balkanlı Ortodoks Kiliselerin nüfuzlarının korunması
ve hatta arttırılmasında son derece güçlü oldu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu,
Balkan ülkelerinde kendi kendini yönetme kabiliyeti anlamında önemli bir devlet
geleneğinin gelişmesine büyük katkı sağladı. İşte Sırbistan söz konusu kültür
izlerinden en çok pay alan ülkelerden biri oldu.
Prof. Dr. Adem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “İslam Tarihi” Eseri
Merkezinde Tarih Metodolojisiyle İlgili Görüşleri Üzerine
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, H 128l (M.l865) yılında günümüzde
22
Bulgaristan sınırları içinde yer alan Filibe (Plovdiv) şehrinde dünyaya geldi. Babası
Şehbender Süleyman Bey, annesi Şevkiye Hanım’dır. Filibe’de başladığı
öğrenimine İstanbul’da devam etti. Galata Sultanisi’nden mezun olan Ahmed Hilmi,
1890 yılında Duyun-i Umumiye İdaresinde memur sıfatıyla Beyrut’a gönderildi.
Daha sonra Jön Türkler grubuna katılarak Paris, Londra ve Kahire’de bu teşkilat
adına siyasî faaliyetlerde bulundu. Mısır’da Jön Türkler’in kurduğu Terakkî-i
Osmânî Cemiyeti’ne girdi, ayrıca Çaylak adıyla bir mizah dergisi çıkardı. 1901
yılında İstanbul’a gelen müellif, kısa süre sonra Fizan'a sürgün edildi. Sürgünde iken
tasavvufa ve Senûsîlik hareketine ilgi duydu, bu arada Arûsiyye tarikatına intisap
etti. Meşrutiyetin 1908 senesinde ikinci defa ilan edilmesiyle İstanbul’a geri döndü.
İttihad-ı İslam isimli haftalık bir gazete neşrine başladı. Bu gazete kapanınca İkdam
ve Tasvir-i Efkar’da siyasî ve felsefî nitelikli makaleler yazdı. Daha sonra da Hikmet
Ceride-i İslâmiyesi isimli bir mecmua çıkardı. 30 Ekim 1914’te 50 yaşında iken
vefat etti. Cenazesi Fâtih Camii hazîresinde defnedildi.İlmî, edebî pek çok eser
kaleme alan müellifin olan Şehbenderzâde Filibeli Ahımed Hilmi'nin önemli
çalışmalarından biri de onun Tarih-i İslâm’ıdır. R. Dozy’nin Târîh-i İslâm adıyla
Abdullah Cevdet tarafından Türkçe’ye çevrilen eserindeki hatalı görüşleri tenkit
amacıyla kaleme alınmış olup Şehbenderzâde’nin en önemli kitabıdır. Eser, Ziya
Nur tarafından çeşitli ilâvelerle üç misli genişletilerek yeni harflerle de
yayımlanmıştır (İstanbul 1971, 1974). Bu tebliğde Filibeli’nin İslam Tarihi eserinde
ele aldığı tarih metodolojisi hakkındaki fikirleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Şehbenderzâde, klasik kaynaklarda olduğu gibi, İslam tarihinin sadece siyasî
yönünün aktarılmasıyla iktifa etmemiş, tarihin zihniyet altyapısını teşkil eden sosyal,
kültürel, dinî vs. tüm yönlerini eserinde incelemiştir. Bu nedenle onun eseri, sadece
tarihçiler için değil, tarih dışındaki diğer sosyal ve dinî ilimler alanında araştırma
yapanlara da örneklik sunacak niteliktedir. İslâm tarih ve kültürüne önemli katkıları
olan Osmanlı son dönem müelliflerinden Filibeli Ahmed Hilmi’nin bu tebliğde
sunulacak olan özellikle tarih metodolojisiyle ilgili görüşlerinin, dünyada ve
ülkemizde gerek tarih, gerekse İslam tarihi alanında yapılacak çalışmalara mütevazı
boyutta ışık tutacağı ümit edilmektedir.
23