HF139 - Hayatım Futbol

Yayın Koordinatörü
James ve Real Madrid
İlker Yılmaz
2014 Dünya Kupası’nı Almanya kazandı, Brezilya’yı hezimete uğrattı ama
akıllarda en az bunlar kadar kalan başka bir şey vardı. James Rodriguez…
Turnuvanın gol kralı olan 23 yaşındaki futbolcu, Kolombiya’nın çeyrek finale
gelmesinde de aslan payının sahibiyidi. Geçen sezon Porto’dan Monaco’ya
yolu düşen James’in turnuva sonrası Fransa’da kalması beklenmiyordu.
Beklentilerde de haklı çıkıldı. Real Madrid, genç yıldızı kadrosuna katarak
10 numaralı formayı ona verdi. Biz de Hayatım Futbol ekibi olarak, James
Rodriguez transferinin Real Madrid için ne ifade ettiğini, yıldız futbolcunun
nasıl bir yapı içinde başarılı olabileceğini sorguladık. Ayrıca her başarılı
futbolcu gibi James’in de hayat hikayesi ilginçliklerle dolu. Babası da
futbolcu olan James’in, bir uyuşturucu baronunun etkisi olduğu hayatını da
okumanızı tavsiye ediyorum.
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Aslıhan Karlıdağ
Bahadır Bozkurt
Emre Çelik
Fırat Topal
Serkan Akkoyun
Uğur Karakullukçu
Varol Döken
Ayrıca, bu sayıda Trabzonspor’un yeni yıldızı Oscar Cardozo, Türkiye
Kupası’nın yeni statüsü, Manchester United’da göreve gelen Louis van
Gaal, Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek Konak Belediyespor’un
kadın futbol takımı da sizlerle. Tabii Varol Döken Maç Bahane için yine
Yunanistan’dan bildiriyor.
Keyifli okumalar,
Cantürk Temelli
[email protected]
[email protected]
#139 BU SAYIDA
Güzel Gülen Adamın Hikayesi
Real Madrid James Rodriguez’i alarak sadece bir futbolcu
transfer etmedi. Zihni hatıralarla, kalbi vefa ve minnet ile,
hayali ise başarı açlığı ile dolu bir futbolcuyu kadrosuna kattı
Los Galacticos v3.0.5’te James Rodriguez
James Rodriguez transferiyle üçüncü Los Galacticos’u
geliştirmeye devam eden Real Madrid geçtiğimiz sezondan
daha ofansif ve gol makinesi kıvamına dönüşebilir
Şimdi Sıra İngiltere’de
İspanya ve Almanya’da başarıya koşan, Hollanda Milli Takımı ile
Brezilya’da namağlup üçüncülük kürsüsüne çıkan Van Gaal için
şimdi hedef Premier League
Salı Pazarı Kupası
Türkiye Kupası’nda statü yine değişti. İş iyice karmaşık hal aldı.
Büyük takımlara kıyak çekilen yeni uygulamada kupayı almak için
bir düzine maça çıkmak gerekiyor
Oscar Trabzon’da
Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon
Fenerbahçe’nin kadrosuna katabilmek için büyük uğraş
verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek
Maç Bahane Yunan Adalarında #2
Varol Döken sezonun yorgunluğunu attığı Yunanistan’dan
bildirmeye devam ediyor. Serinin ikinci bölümü bu hafta sizlerle
Devler Ligi Zamanı
Geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalarak Türk kadın futbolu
adına büyük bir başarıya imza atan Konak Belediyespor bu sezon yine
Devler Ligi’nde boy gösterecek
Aslıhan Karlıdağ
Kadın Futbolu HF139
DEVLER LiGi ZAMANI
Geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalarak Türk kadın futbolu adına büyük bir
başarıya imza atan Konak Belediyespor bu sezon yine Devler Ligi’nde boy gösterecek
Kadınlar Şampiyonlar Ligi, 9 Ağustos Cumartesi
günü oynanacak grup maçlarıyla başlıyor.
Kadınlar Şampiyonlar Ligi’nde gruplar, Erkekler
Şampiyonlar Ligi’ndeki ön elemelere karşılık
geliyor. UEFA sıralamasında seri başı olamayan
takımlar gruplarda mücadele ediyorlar. Her gruba,
grupta yer alan bir takım ev sahipliği yapıyor.
Maçlar ev sahibi ülkede, tek maç üzerinden
oynanıyor. Grubunu lider bitiren takımlar ile en
iyi ikinciler birinci tura yükseliyorlar. Seri başı olan
takımlar birinci turdan Şampiyonlar Ligi’ne dahil
oluyorlar. Bundan sonrası finale kadar çift maç
eliminasyon usulü ile devam ediyor.
Bu yıl 8 grupta 32 takım mücadele edecek.
Grupları lider bitiren takımlar ile en iyi iki ikinci
son 32’ye kalacaklar. UEFA sıralamasında ilk
22 sırada yer alan takımlar grup mücadeleleri
sona erdikten sonra turnuvaya dahil olacaklar.
Ülkemizi, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Konak
Belediyespor temsil edecek. Temsilcimiz 1.
Grupta; Letonya’nın Rigas, Belarus’un Minsk ve
İsviçre’nin Zürih takımlarıyla Letonya’da karşı
karşıya gelecek. Konak, ilk maçını 9 Ağustos’ta
ev sahibi Rigas ile oynayacak. İkinci maç 11
Ağustos’ta Minsk ile son maç ise 14 Ağustos’ta
grubun favorisi Zürih ile olacak.
Büyük ihtimalle gruptan çıkacak takımı Zürih-Konak
karşılaşması belirleyecek. İki takım da geçen yıl, son
maçlar oynanmadan gruptan çıkmayı garantilemişlerdi.
İki takım da son 16’ya kalma başarısı göstermişti.
Zürih, Barcelona’ya elenirken, Konak Belediyespor
Avusturya’nın Neulengbach takımına elenmişti.
Zürih, daha önce beş defa Şampiyonlar Ligi’ne katıldı.
En büyük başarısını geçtiğimiz sezon ikinci tura
yükselerek elde etti. Çok genç bir kadroya sahip olan
İsviçre ekibinin en tecrübeli oyuncuları 30 yaşındaki
Keller ile 27 yaşındaki Humm. Humm orta saha
oyuncusu olmasına rağmen Şampiyonlar Ligi’nde
takımının en skorer oyuncusu.
Hazırlık kampını Çeşme’de gerçekleştiren
İzmir ekibinin tek handikapı ise hazırlık maçı
oynayacak güçlü bir takım bulamaması oldu.
Konak U16 erkek takımı ve Besem ile iki hazırlık
maçı oynadılar, iki karşılaşmayı da farklı
kazandılar. Konak Belediyespor kadrosunu,
Bayer Leverkusen’den Arzu Karabulut,
Karadeniz Ereğlispor’dan Ebru Topçu ve Berna
Yeniçeri’yi transfer ederek güçlendirdi. Geçen
yıl Konak’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki en skorer
oyuncusu Cosmina Duşa idi. Bu yıl Cosmina’nın
yanında Yağmur’un ve Tata’nın da devreye
gireceğini düşünürsek, takımın gol yollarında
oldukça etkili olacağını söyleyebiliriz.
Konak Belediyespor, bu yıl ikinci kez Şampiyonlar Ligi’ne
katılacak. Temsilcimiz, geçen yıl ilk kez boy gösterdiği
Şampiyonlar Ligi’nde büyük bir sürpriz yaparak ikinci
tura kadar ilerlemişti. Türkiye Kadınlar futbol tarihinin
en önemli başarısına imza atan Konaklı kadınlar, bu yıl
da hedeflerine emin adımlarla ilerliyorlar.
Konak Belediyespor, gruptaki en büyük rakibi
olan Zürih’i yenecek güçte bir takım. Kadro
olarak da geçen yılki gibi iyi bir ekibe sahipler.
Çok büyük aksilik olmazsa gruptan çıkacaklardır
bunu başarmamaları için hiçbir sebep yok.
Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalan
Konak Belediyespor bu sezon da iddialı.
Serkan Akkoyun
İspanya HF139
“BUNUN FiLMiNi ÇEKELiM, TUTAR”
GÜZEL GÜLEN ADAMIN HiKAYESi
Real Madrid sadece bir futbolcu transfer etmedi. Zihni hatıralarla, kalbi vefa ve minnet ile,
hayali ise başarı açlığı ile dolu bir futbolcuyu kadrosuna kattı
Real Madrid, James Rodriguez’i transfer
etti. Sadece bir cümle ile bu kadar basitçe
anlatabileceğimiz durumun arkasında yatan
hikaye ise çok büyük. Henüz 23 yaşında, milli
takımdan arkadaşının kız kardeşi ile evli, ülkesinin
varoşlarından çıkmış Rodriguez’in; dünyanın en
çok kazanan isimleri arasına girmesi çetrefilli bir
yolun sonucu…
“Düşünmek ve söylemek kolay, fakat yaşamak, hele
başarı ile sonuçlandırmak çok zordur”
Ziya Gökalp
Başlangıç için sıradan…
Rodriguez, Kolombiya’nın Venezuela ile sınırı
olan Cucuta kentinde 12 Temmuz 1991 yılında
dünyaya geldi. Tarih aromalı bir şehir. 18. yy’da
temelleri atılmaya başlıyor, 19. yy’ın ortalarında
büyük bir depremle sarsılıyor ama toparlıyor.
Genelde sıcak ve Veneuzela’ya yakınlığından
da anlayacağımız gibi yüksek bir yer. Belki
de James’in enerjisini 90 dakikaya yaymasını
sağlayan da doğduğu yerden aldığı genetik
özelliktir. Genç nüfusu sürekli artıyor, artan
genç nüfus da futbolla iç içe yetişiyor. James
Rodriguez dışında meşhur futbolcuları yok
ancak bizim Kanuni Sultan Süleyman’a denk
gelen (İkisinin de lakabı kanunlarda yaptıkları
yenilik ve hukuka büyük önem vermelerinden
kaynaklı) Kolombiyalı lider Francisco de Paula
Santander yani nam-ı diğer “Kanun adamı”
ile dünyaca ünlü bir başka sporcu olan Fabiola
Zuluaga şehrin yer küreye armağanı diğer ünlü
isimler.
Belli, bir şeyler olacak…
Rodriguez henüz bebekken Cacuta’dan
Ibagué’ye taşınıyorlar. Babası da kendisi gibi
futbolcu; James Wilson Rodríguez pek parlak
olmasa da Independiente Medellin’de geçiriyor
kariyerini. Belki o da yetenekliydi ancak Carlos
Valderrama, Faustino Asprilla, Rene Higuita
ve Freddy Rincon tayfası ile aynı döneme denk
gelmişti. Kötü kader tabii... Ufak Rodriguez
daha 5 yaşında topla tanışıyor; Academia
Tolimense’ye giriyor. Zaten yerel bir takım
olan Cooperamos Tolima’nın idmanlarını
küçük parmaklarını tellere yapıştırarak izlediği
dönemi anımsayınca, “Çocukluğuma dair en
iyi hatırladığım şey her zaman futbol topunu
istiyordum. Her zaman futbolu düşünüyordum”
diyor. 5 yaşını takip eden 9 sene boyunca
Tolimense’nin çeşitli altyaş gruplarında oynuyor.
2004 yılında ise hayatını değiştirecek adam onu
bir turnuvada izliyor…
James Rodriguez’in
çocukluğu…
James’in doğduğu ve
büyüdüğü ev.
İşler değişiyor sanki…
Yıl 2004. Üzerinde kendisine birkaç beden büyük
geldiği bakınca çok rahat anlaşılan Tolimense’nin
sarı-kırmızılı forması, sırtında 10 numara ile James
Rodriguez, Pony Futbol Championship’te boy
gösteriyor. İzleyenler arasında ise Medellin’in en
önemli isimlerinden, Envigado Futbol Kulübü
patronu Gustavo Adolfo Upegui Lopez var. Onu
görür görmez, gece yarısı araba farı görmüş tavşan
gibi olduğu yerde donup kalıyor. Turnuvanın en iyi
oyuncusu, şampiyon takımın 10 numaralı kaptanı
James Rodriguez başkanı fena çarpıyor. Başkan
maçın son düdüğü çalar çalmaz hemen harekete
geçiyor, özel çalıştırıcı Omar Suarez’le birlikte bizim
çocuğun ailesinin yanına gidip ikna etme işlerine
başlıyor. Bu onun için iyi bir fırsat. Çünkü hapisten
yeni çıkmış ve hapisten yeni çıkan insanların
fırsatları değerlendirmesi gerekiyor.
…Ve evet, şov başlıyor
Film aslında burada kopuyor. Hikayeyi biraz bu
heyecanlı başkana çevirelim. Gustavo Adolfo
Upegui Lopez. Kendisi Kolombiya’nın en ünlü
uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın ortaklarından
birisi. Pablo Escobar’ı bilirsiniz, ölmeden önce
dünyanın uyuşturucu piyasasının neredeyse
tamamına yakınını kontrolü altında tutan,
90’lı yılların en zengin ve en tehlikelli kanun
kaçaklarından birisi... Pablo Escobar’ın da, özel
hayvanat bahçesi bulunan evinde yapmaktan
zevk aldığı aktivitelerin başında hemen hemen
her Latin gibi futbol oynamak geliyor. Arkadaşı
Lopez’in sahibi olduğu Envigado takımının
maçlarını takip ediyor, zaman zaman sahaya
giriyor, futbolculardan önce maçın başlama
vuruşunu yapıyor. Evet, Escobar, James henüz 2
yaşındayken öldürüldü, onu hiç canlı izleyemedi
ancak Envigado takımına ve James’i keşfedip 16
yaşında Arjantin’e transfer olduğu döneme kadar
adeta ikinci bir baba gibi ona sahip çıkan Lopez’e
desteği ile kariyerine dokunduğu kesin. Kötü
adamlar her zaman kötülük yapmazlar.
James 12 yaşında, Pony Futbol Championship’te
Toliminense ile ilk kupasını kazanırken, turnuvanın da en
iyi oyuncusu seçiliyor ve Envigado Futbol Kulübü patronu
Gustavo Adolfo Upegui Lopez’in dikkatini çekiyor.
Eleştiren yok ama henüz
Tamam, güzel bir hayat hikayesi var. Envigado
sonrası Arjantin’e daha 16 yaşında transfer
olması, orada en genç futbol oynayan isim
olması, 7 milyon euroya Porto’ya transferi
ardından 45 milyon euroya Monaco’ya transferi
derken önümüzde ciddi bir futbol figürü
duruyor. Bu figür şu ana kadar da hemen hemen
herkes tarafından sürekli övgü aldı. Kolombiya
futbolunun efsanelerinden Asprilla, “ülke tarihinin
en iyi futbolcusu” derken bir bildiği vardı. Ya da
Kolombiya’nın saçıyla şanlı 10 numarası Carlos
Valderrama, “korkunç bir potansiyeli var” diyerek
genç halefini boşuna övmedi. Ancak işin rengi
değişebilir…
James Rodriguez, Real Madrid’de 10
numaralı formayı giyecek.
Banfield, Porto ve Monaco’da oynamakla Real
Madrid’de hem de bu kadar yüksek bir bedelle
transfer edilmişken oynamak arasındaki fark bariz.
Tıpkı James Rodriguez’in yetenekleri gibi. Hayat onu
zor şartlara sürükledikçe görünmez bir el oradan alıp
rotasını başarıya çevirdi. Akranları yeni yürümeye
başlamışken Tsubasa gibi boyu kadar futbol topunu
kovalaması, bir uyuşturucu baronunun ortağı
tarafından keşfedilmesi bu genç adamın hayatının
sıradan olmayacağının kanıtı. Bu nedenle Real
Madrid kariyerinin de öyle sıradan ya da beklendik
olumlu veyahut olumsuz gerçekleşmesi zor.
Mutlaka bir şeyler olacak ve eğer görünmez elin
emekliliği gelmediyse, bu olacaklar başarı diye
nitelendirilecek şeyler.
“Ne derler bilirsin; savaş ne kadar zorsa zafer o
kadar tatlıdır”
Revolver (2005)
Emre Çelik
İspanya HF139
LOS GALACTICOS V3.0.5’TE
JAMES RODRIGUEZ
James Rodriguez transferiyle üçüncü Los Galacticos’u geliştirmeye devam eden başkan
Perez’in Real Madrid’inde sistemde taşlar yerinden oynayacak. Ancelotti’nin hamleleriyle
Real geçtiğimiz sezondan daha ofansif ve gol makinesi kıvamına dönüşebilir
Real Madrid, geride bıraktığımız sezon Devler
Ligi`ni kaldırarak ‘La Decima’ rüyasını sonunda
gerçeğe dönüştürse de anlaşılan o ki Florentino
Perez tatmin olmamış görünüyor. Başkan Perez
en iyi yaptığı politikayı sürdürüp yıldızlara deyim
yerindeyse saldırarak 1950´lerin sonundaki Ferenc
Puskas´li, Alfredo di Stefano´lu, Paco Gento´lu,
Raymond Kopa´li, Héctor Rial´li, José Santamaría’li,
Luis del Sol´lu kadrodan sonra gelmiş geçmiş
en şatafatlı Real Madrid´i oluşturmak için kolları
sıvamış durumda. Hale hazırda Ronaldo, Bale,
Modric, Xabi Alonso, Di Maria gibi süperstarlara
sahip kadroya önce Toni Kroos, ardından da harika bir
Dünya Kupası geçiren Kolombiyalı genç yıldız James
Rodriguez katıldı. Brezilya´da takımının çeyrek finale
çıkmasında çok büyük rol oynayan, yaşına rağmen
saha içinde örnek bir liderlik sergileyen, daha da
önemlisi Porto´da başlayan ve Monaco´da devam
eden yükselişini istikrarlı bir biçimde uluslararası
platformun en önemli sahnesine de taşıyarak
istikrarını herkese bir kez daha gösteren James,
birçok kişinin hayallerini süsleyen kontratı kaptı ve
Los Blancos´a, daha doğru bir ifadeyle Los Galacticos
v3.0.5´e imzayı attı.
Bu noktaya kadar her şey gayet güzel; James
Rodriguez´in yetenekleri zaten ortada ve genç
yıldız Dünya Kupası´nda da bu yeteneklerini
fazlasıyla gösterdi. Elbette Madridistalar
takımlarında yeni ve heyecan verici bir yıldız
daha görmekten memnun, Florentino Perez
yaptıklarıyla Real Madrid tarihinde Santiago
Bernabeu´nun ardındaki yerini iyice pekiştirmiş
durumda. Kadro ise çok daha korkutucu ve
derin bir hale gelmiş durumda... Fakat asıl
sorunun, özellikle de Carlo Ancelotti için, bu
noktada başladığını söylemekte herhangi bir
beis yok. James Rodriguez´in sistemdeki yeri,
rolü ne olacak? Belki de daha kompleksi eldeki
isimlerden maksimum verimi elde edebilmek
adına sistemde ne gibi değişiklikler göreceğiz?
Dahası bütün bunları belirleyen faktörler sadece
Di Maria geçtiğimiz sezon Real
Madrid’in en etkili silahlarından
olmasına karşın James Rodriguez’le
daha olgun ataklar izleyebiliriz.
James Rodriguez´e bağımlı olmayıp Khedira,
Di Maria ve Isco´nun gündemde yer alan olası
ayrılıkları ile Radamel Falcao´nun Real Madrid´e
gelip gelmeyeceği konusunun belirsizliği işin
içine eklenince Carlo Ancelotti adına denklemin
çok daha kompleks bir hal aldığını söylemekte
herhangi bir sakınca yok. Bu noktadan yola çıkarak
James Rodriguez’in Real Madrid’e katacaklarını
ve Kolombiyalı yıldızın ne tür katkılar vereceğini
incelemek icin takımın yeni olası taktiksel yapısına
bakmak, yani büyük çerçeveyi değerlendirmek çok
daha sağlıklı olacaktır.
Daha kontrollü atak
Real Madrid’in ana sistemi olan 4-2-3-1 ve
takımdan ayrılması an meselesi olan Di Maria’nın
durumu düşünülünce James Rodriguez’in santrfor
arkasında Ronaldo ve Bale ikilisinin arasında
oynayacağını tahmin etmek çok da zor değil.
İlk bakışta sağ açıktan devşirme Di Maria’dan
James Rodriguez’in görevi alacak olması Real
Madrid’i daha güclü ve ne yaptığını bilen bir
takıma dönüştürecektir ki James’in oyun kurma
ve yönlendirme özellikleri ile Di Maria’nınkiler
karşılaştırıldığında bunu açıkca görmek mümkün.
James’in, Mesut kadar olmasa da, Di Maria’ya göre
çok daha kontrollü oyun profili bu açıdan Real
Madrid hücumlarını da daha düzenli kılacaktır.
Özellikle geçtiğimiz sezon Osasuna, Valladolid
ve Celta Vigo karşısında Real
Madrid’in ön alanda oyunu
kontrol edecek ve takımı
sakinleştirecek lider bir ismin
eksikliğini çektiği için La
Liga’da beklenmedik
puan kayıpları yapması
dikkate alındığında
James’in önemli
bir ekleme olduğu
su gotürmez bir
gerçek. Görece zayıf
rakiplerin dışında
Real Madrid’in
geçen sezon lig
karnesine ve puan
kayıpları yaşadığı diğer
maçlara bakınca ise göze
çarpan başka bir noktadan söz etmek
mümkün. Özellikle Villarreal -Cani-,
Atletico Madrid -Gabi ve Koke-, Sevilla
-Rakitic-, Athletic Club -Herrera-,
Valencia -Parejo- maçlarında,
kısacası rakibin tempoyu
dikte edebilecek bir lideri ve
Modric’i iyice geriye itebilecek
kapasitede kompakt bir
orta sahası olduğunda Real
Madrid’in tempo kontrolünü tamamen kaybetme
ve topu ileri istenen hızda taşıyamama sorununu
yaşaması da James transferini son derece önemli
kılan bir başka nokta olarak öne çıkmakta. Di
Maria’nin geçen sezon Real Madrid’in ligde en
fazla asist yapan ismi olmasına rağmen Barcelona
maçları hariç Real Madrid’in ligde puan kaybı
yaşadığı 8 maçta sadece 2 asist yapabilmesi de
James transferinin önemini açıkça ortaya koyuyor.
İşin özeti James’in takıma katılması, bariz bir
biçimde geçen sezonu lig üçüncüsü tamamlayan
Madrid’in La Liga’da yaşadığı en büyük handikapı
gidermiş durumda.
Oyunu son bölgede yönlendirme yeteneğinin
yanı sıra James Rodriguez’in Dünya Kupası’nda
parlamasını sağlayan en önemli özelliği de hiç
şüphesiz golcülüğü. Golcülüğü ve inisiyatif
alma yeteneği sayesinde pozisyonunu
ve dolayısıyla da takımını öne çıkaran
James bu sayede hem rakip
takımlar için zaten yeterince
fazla silaha sahip Real
Madrid adına bir önemli
tehlike unsuru daha
olacak; daha da
önemlisi açacağı
alan ile özellikle
kaliteli orta
sahalara karşı
rakip kaleye yaklaşmakta zorlanan
Modric’i de ileri çıkmaya iterek rakip
üzerinde çok daha bunaltıcı bir oyun
oynanmasını sağlayacaktır. Tabii bu
durumda savunma yükünün diğer
ön libero ve hatta çoğunlukla
stoperlere bineceği
düşünülünce ligdeki
Avrupa potası
dışındaki takımlar
üzerinde daha
rahatlıkla uygulanabileceğini tahmin etmek çok da
zor değil.
Defansif yönünü geliştirmeli
Sadece La Liga değerlendirildiğinde James
transferinin nokta atışı olmadığını söylemek
abesle iştigal olur ama Real Madrid için bir
de, hatta çok daha önemlisi, işin Şampiyonlar
Ligi boyutu mevcut. Özellikle Bayern Münih
maçlari başta olmak üzere Jose Mourinho’nun
tohumlarını ektiği ve oturdukça Madrid’i çok daha
üst seviyeye taşıyan kontra atak sisteminde
Di Maria’nin zaman zaman kontrolsüzlüğe de
varsa deliciliği ve her daim rakip kaleyi dikine
bir biçimde düşünen bir oyun yapısına sahip
olması Real Madrid’in en büyük silahlarından
biri. Bir de Mesut’un ayrılmasının ardindan Carlo
Ancelotti’nin verdiği gazla defansif olarak da
eskisine göre çok daha katkı yapan bir oyuncuya
dönüşmesi de Di Maria’yi Devler Ligi için önemli
bir kayıba dönüstürebilir. Olur da Di Maria kalırsa
James’in formayı bu tip maçlarda kapabilmesi için
savunma açısından kendisini geliştirmesi şart. Di
Maria’nin ayrılması durumunda da aynı şey geçerli
ki aksi halde Real Madrid’in, James Rodriguez ile
dişli rakiplere karşı biraz daha yumuşayacağını
söylemek yanlış olmaz. Hele ki Xabi Alonso da
artık yaşının belli bir seviyeye gelmesinden dolayı
Nisan başından itibaren düşmeye başlıyorken ve
Khedira’nin ayrılması gündemdeyken, bu yükü
sadece Kroos ve Ancelotti’nin pek güvenmediği
Illaramendi’ye bırakmanın pek akıllıca bir hamle
olmayacağını söylemek doğru olacaktır. Bu açıdan
Real Madrid yönetiminin de James Rodriguez
sonrası yapacağı hamleler de son derece belirleyici
olacak ki bu noktada Isco’dan vazgeçilebilir lakin
Khedira -Ancelotti’nin Illaramendi konusundaki
düşünceleri değişmediyse- ile Di Maria’nın
takımda tutulması Real Madrid’i gerçekten eşsiz
bir takıma dönüştürebilir. Tabii bu arada bu kadar
yıldızın tutulması durumunda da Ancelotti’ye
takım içi huzuru koruma konusunda da büyük bir
iş düşecektir ki Mourinho’nun son 1 senesi hala
hafızalardaki yerini korumakta.
Alternatif sistem
Özellikle Juventus´u çaliştırdığı dönemde Zidane´ı
kaybettikten sonra teknik direktörlüğü kariyerinde
taktiksel anlamda çok daha esnek bir hocaya
dönüşen ve bunu Milan, Chelsea, Paris Saint
Germain ve Real Madrid´de defaten kanıtlayan
Ancelotti’nin, çok büyük ihtimalle geçtiğimiz
sezon fazlasıyla kullandığı 4-2-3-1´i zaman zaman
terk edeceğine de şahit olacağiz. Şimdiden Real
Madrid’e yakın kaynaklardan AS ve Marca’nın
haberleri dikkate alınırsa Ancelotti´nin 4-2-2’nin
değişik bir varyasyonunu da sezon içerisinde
kullanma itimalinden söz etmek mümkün. Klasik
geri dörtlünün önünde iki ön liberonun (Kroos/
Xabi ve Modric/Khedira/Illarramendi) yanı sıra
bu ikilinin önünde zaman zaman kenarlara
kayarak oyunu açan, zaman zamansa göbekte
oynayıp özellikle üçüncü bölgede yetenekleriyle
hem takımın vurucu gücünü artıracak hem de
Real Madrid’in geçen sene en fazla kullandığı
silahlardan biri olan kanat beklerinin önünü açacak
iki hücuma yönelik orta saha (James/Isco/Bale/
Jese, James/Di Maria/Bale/Jese ) ve en uçta da
Ronaldo, Bale, Benzema üclüsünden ikisinin
görev alacağı, zaman zaman 4-2-4’ü zaman
zamansa 4-2-2-2’yi andıracak bir Real Madrid’in
bizleri beklediğini söylemek yanlış olmaz. Tabii bu
sistemin hücumcu kanat bekleri de düşünülünce
tüm savunma yükünü çift ön liberoya yüklediği
düşünülünce özellikle La Liga’da görece zayıf
takımlara karşı kullanılacağını ve işler hesaplandığı
gibi giderse Real Madrid’i gol makinasına
dönüştüreceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
İşin özeti James Rodriguez, Real Madrid’in hem
bugünü hem de geleceği adına son derece kritik
bir hamle. Hele ki takımın La Liga’da yaşadığı
sorunlar ve James Rodriguez’ın oyun yapısı ile
özellikleri degerlendirilince bu iddiayı dile getirmek
daha da kolaylaşıyor. Lakin Avrupa arenasında
Rodriguez transferi ile birlikte Real Madrid’i bu
sezon 4-2-4 ve 4-2-2-2 olarak da sahaya dizilmiş
olarak görebiliriz.
Real Madrid’ın nasıl bir ekibe dönüşeceği, özellikle
de Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final aşaması
ve sonrası için yeterli olup olmayacağını James
Rodriguez değil Florentino Perez söyleyecek.
Dahası Real Madrid’ın kontra atak kimliğinin
değişip değişmeyeceğini de Ancelotti değil yine
başkan Perez belirleyecek ki bu noktada Khedira
ile Di Maria’nin takımda kalması veya gitmeleri
durumunda da yerlerine seviye olarak 1 gömlek
düşük olsa da aynı oyun profillerine sahip takviye
yapılması -Real Madrid camiasının tümüyle
Falcao’ya kitlenmiş olması ve yapılan harcamalar
dikkate alındığında pek mümkün görülmüyorReal Madrid’i James Rodriguez ile birlikte bileği
bükülmez bir takıma çevirebilir.
Uğur Karakullukçu
Türk Futbolu HF139
TRABZONSPOR’UN OSCAR’I
Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon Fenerbahçe’nin kadrosuna
katabilmek için büyük uğraş verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek
Yaklaşık bir yıl önceydi… Mayıs ayına fırtına gibi
giren takımını sırtlıyor, gol yükünü çekiyordu.
Kulüp tarihinin efsane figürlerinden biriydi. Üç
koldan zafere koşuyorlardı ama son düzlükte
beklenmedik şeyler oldu. Önce şampiyonluk
yolunda ezeli rakiplerine 93. dakikada yedikleri
golle yenildiler, ardından Avrupa Ligi finalinde yine
son anlarda boyun eğdiler. Artık teselli gözüyle
baktıkları kupa finalinin 70.dakikasında kenara
alındığındığındaysa takımı 1-0 öndeydi. Kalan
dakikalar ise adeta bir kabustu. 2-1 yenilmişler,
Kara Mayıs’a bir çivi daha çakarak kupayı da
kaybetmişlerdi. Maç bitimi sinirlerine hakim
olamadı, hocasıyla tartışırken onu itti. Sonra
ondan açıkça özür diledi ancak hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktı.
Benfica’nın tarihi üçlemeye giderken elde sıfırla
kalakaldığı 2013 yazında Jorge Jesus’la kavga eden
Oscar Cardozo, bir sezon daha takımda kalsa da
kavganın izlerini silmekte zorlandı. Zaten kavga sonrası
ayrılma isteği ve Fenerbahçe’ye transfer söylentileri
sebebiyle kampı büyük ölçüde kaçıran Cardozo, sezon
ortasında yaklaşık 2.5 ay süren bir sakatlık geçirince
adeta gol makinesi olarak geçirdiği 6 sezondaki
performansının arkasında kaldı. Sakatlığı döneminde
de rolünü tamamen Lima ile Rodrigo’ya kaptrıdı.
Sezonun kalanını büyük ölçüde kulübede geçirdi.
Cardozo’nun Benfica adına olmazsa olmaz bir
oyuncu olmaktan çıkışı ve yaşının 31’e gelmiş olması
Trabzonspor için bir fırsata dönüştü desek
yanlış olmaz.
2013/14 sezonunda yaşadıkları, sadece bir sene
önce bonservisi için 13 milyon euro istenen bir
oyuncu olan Cardozo’nun Trabzonspor’a 5.6 milyon
euroya gelişinin önünü açan ana neden oldu. Fakat
bu kalitesinden bir şeyler kaybettiği anlamına
gelmiyor. Tam tersine Benfica’yla diğer sezonlara
göre iki vites geride geçirdiği son sezon Türkiye’ye
transferi için bir fırsat yarattı ve bu fırsat
Trabzonspor tarafından başarıyla değerlendirildi.
Jorge Jesus’un ekibi bir ay içinde üç kupayı
kaybetmese belki de o kavga ve sonrasındakiler
yaşanmayacak ve bugün Cardozo’nun Benfica’dan
ayrılığı gündeme bile gelmeyecekti. Ya da Benfica
geçen sezon Fenerbahçe’ye yaptığı gibi çok daha
yüksek fiyatlar talep edecekti.
İşinin piri ama…
Kariyeri boyunca yavaş ve hareketsiz bir oyuncu
olmakla eleştirilen ancak bu eleştirilere muhteşem
sol ayağıyla yaptığı gol vuruşlarıyla cevap veren
Cardozo, hiçbir zaman sıradan bir golcü olmadı.
Pozisyonları başarıyla bitirebilmesinin yanı sıra
kullandığı frikikler ve mermi gibi giden şutlarıyla
Benfica’yı yıllardır sırtlayan, takımını Avrupa’nın
en değerlileri arasına sokan isimlerden birisi
oldu. Elbette heybetli ancak ağır fiziği yaşının
da ilerlemesiyle birlikte futbolun zirvesinde
geçireceği süre konusunda soru işaretleri oluştursa
da Cardozo kariyerinin bitimine dek gollerini
atmaya devam edecek kalitede bir oyuncu ve
Trabzonspor’a en az iki sezon ileri uçta bitiricilik
sorunu yaşatmayacak, yıllardır aranan golcü rolünü
fazlasıyla dolduracak bir isim olacaktır.
Taktik tahtasının en ucuna Cardozo gibi bir
oyuncuyu dikmek Trabzonspor adına maliyetli
ancak ihtiyaca yönelik doğru bir hamle olmakla
birlikte bunun arkasının da doldurulması gerek.
Cardozo bitiriciliği, şutları ve frikikleriyle Türkiye
Ligi’nde çok can yakacak bir oyuncu olacak ama
pozisyonları bitirebilmesi için önce baştan aşağı
yenilenen takımın Halilhodzic’in istediği düzene
uyum sağlayıp dişlilerin çalışır hale gelmesi gerek.
Defans çizgisini geride kurup savunmayı ön plana
çıkarmayı seven Boşnak hocanın bu yaklaşımı
Kabus gibi biten sezonda hocasıyla tartışan Oscar
Cardozo özür de diledi ancak hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Benfica’da daha önde ve rakip yarı sahada
oynamaya alışmış Cardozo için bir handikap olabilir
ama ondan da kritik olanı özellikle onun doğru
bölgede topla buluşup buluşamayacağı… Onun
kalitesini, kariyerini konuşmaya gerek yok ama
ciddi mali yükümlülüklerle getirilmiş, gerçek bir
yıldızın performans olarak da kalitesine yakışır bir
çizgide olması takımın kalanının yapacaklarına
fazlasıyla bağlı ve Trabzon’da görüntü henüz pek
net değil.
Oscar’lık oyuncu geldi, sıra filmin senaryosunu
yazmakta ve rol oyuncularını doğru seçmekte…
Cardozo Türkiye Ligi’nde çok can yakacak bir oyuncu
olacak ama bunun için önce takımın Halilhodzic’in
istediği düzene uyum sağlayıp dişlilerin çalışır hale
gelmesi gerek.
Bahadır Bozkurt
İngiltere HF139
ŞiMDi SIRA
iNGiLTERE’DE
Ferguson sonrası kabus gören Manchester United’da yeni yapılanma için görev Louis
van Gaal’in… Avrupa’nın sayılı hocalarından biri olan bu kibirli, dahi ve kurt teknik adam
Hollanda Milli Takımı, La Liga ve Bundesliga’daki repütasyonuyla Ada’da göreve soyundu
Dünya Kupası bittiğinde gazetelerde,
televizyonlarda, yorumlarda hatta kalplerde
en iyiler seçilirken şüphesiz kupanın en başarılı
teknik direktörlerinden biri de Louis Van Gaal’di.
Hollanda ile yakaladığı başarı ve eleme gruplarında
takımın tekrar yapılanmasıyla herkesin takdirini
kazandı. Klasik Hollanda’nın tamamen hücum
ağırlıklı futbolu, 2010’da Bert Van Marwijk’le
biraz daha defansif olmuş, 4-3-3’ün doğduğu
topraklarda 4-2-3-1 gibi daha defans ağırlıklı
bir dizilişle turnuvayı finalde kaybedip, evlerine
dönmüşlerdi. Her zaman turnuvada seyir zevki en
yüksek oyunu izleyenlere sunan bu total futbol
ülkesi de bu tatsız futbolu oynatan Van Marwijk’le
yola devam edip, EURO 2012’de grupta sıfır puan
çekince, ülkenin egosu ve başarısı en yüksek
futbol adamını milli takımın başına getirmesi
kaçınılmazdı. Yeniden yapılanma ve kadro seçimi
ile ezber bozan Van Gaal taktiksel dehasını 2014
Dünya Kupası’nda tekrar gözler önüne serdi. Kevin
Strootman’ın beklenmedik sakatlığı sonrası 4-33’ten vazgeçmek zorunda kalan Van Gaal, total
futbol ülkesini bu kez turnuvada 5-3-2 gibi hiç
alışık olmadığımız ve tahmin etmediğimiz bir
dizilişle sahaya çıkardı. Yeni taktikle beraber, yeni
isimler de dikkat çekiyordu. Van Gaal, defansı
tamamen ülkesinin kulüplerinde boy gösteren
oyunculardan kurdu. De Vrij-Martins İndi-Janmaat
(Feyenoord)-Blind (Ajax)-Vlaar olarak belirlenen
beşliden, sadece savunmanın lideri Vlaar (Aston
Villa) yurtdışında forma giyiyordu. Yedeklerde
bulunan defans oyuncuları Veltman, Kongolo
dahi Hollanda Ligi’nde top koşturuyordu. Kağıt
üzerinde savunmayı uluslararası üst düzey bir
turnuva için yetersiz bile görenler vardı. Bekler
Janmaat ve Blind kanat koridorlarını tamamen
kontrol ederek takımın dizilişini zaman zaman
3-5-2’ye çevirebiliyorlardı. Defansfın önünde Nigel
De Jong, De Guzman forvet arkası Sneijder ve çift
serbest santrfor Robben ve Van Persie takımın ilk
maçının iskeletini oluşturdular.
Van Gaal Brezilya’da yardımcılarıyla beraber 2
yıllık çalışmasının ürünlerini topladı, haftada
ortalama olarak 50 futbolcu izlediler, rakipleri
analiz ettiler. Takım için en iyi varyasyonları
planlarken oyuncuların form ve fizik özelliklerini
ön planda tuttular. Gruplarda tercih 4-3-3 iken
gerekli durumlarda yeni bir tablo çiziliyordu.
Van Gaal tempolu ve atak futbolu Ajax
günlerinden itibaren çok iyi uyguluyordu, daha
sonra çalıştırdığı Barcelona ve Bayern Münih’le
hücum futbolunun varyasyonlarını denemişti.
Strootman’ın sakatlığı sonrası milli takıma
uyguladığı taktiği ise AZ Alkmaar’da tecrübe
etmişti. Daha defansif ve çift forvet oynayan AZ,
Şota ve Koevermars’ın muhteşem performansıyla
şampiyonluğu kucaklamıştı. Van Gaal yine çift
forvetle sahaya çıktı. Çift forvetle yola çıkmayı her
şeyden önce karşı kaleye farklı iki kanal açmak
olarak belirtiyordu, Hollandalı teknik adam.
Robben ve Van Persie tamamen serbest olarak
ileride Hollanda’yı uçuran ikili oldu. Van Gaal’in
vazgeçemediği isimlerden biri Sneijder hem forvet
arkası, hem orta sahanın ortası olarak pas trafiği
ve baskıdan çıkmakta, oyunu kontrol etmekte
önem arz etti. Van Gaal için Sneijder ayrıca bir
parantez içinde düşünülmüştü. Türkiye’den
Brezilya’ya gelecekti, uçuş mesafesi olarak
kadrodaki en uzak coğrafyadan gelen oyuncuydu.
Dünya Kupası sonrası doğrudan Manchester’ın yolunu
tutan Van Gaal çalışmalarına da hemen başladı.
Van Gaal zaten turnuvadan önce doktorlar
ve profesörlerle görüşüp jetlagın kısa sürede
atlatılması için neler yapılabileceğini, bunun yanı
sıra Brezilya’nın hava şartlarının oyuncularının
performansını nasıl etkileyeceğini düşünüyordu.
Van Gaal araştırmalarında Brezilya’da %20
oranında fiziksel ve performansa dayalı bir düşüş
olacağını öğrendi. Bunun üzerine Brezilya’ya
uçmadan önce takımı Portekiz’e götürdü. Portekiz
iklim olarak Avrupa kıtasında Brezilya’ya en
yakın ülke olma özelliğini taşıdığı için takımın
adaptasyonunu hızlandırmak adına bu alanda
Van Gaal, milli takımdan öğrencisi Van Persie ile
Manchester United’da da birlikte çalışacak.
kamp çok önemli bir hamleydi. Bu hamlesinin
önemi de başarılı bir turnuva geçirmenin yanı
sıra ilk maçta İspanya’yı bozguna uğratmaları
düşünülünce daha iyi anlaşılıyor. Kadrosundaki
23 futbolcudan verim alan, oyuna yaptığı
müdahalelerle sonuca etki edip, hiç yenilmeden
turnuvayı tamamlayan Hollanda’nın ilk teknik
direktörü olmayı başardı. O; tüm bu detayları
düşünen bir dahi, bir futbol düşünürü, bir taktik
dehası. Kimileri tarafından her şeye rağmen
küstah, kibirli olarak görülen hala sevilmeyen biri.
United’ın yeni mimarı
Ve o artık Ada’da… Hollanda’nın dahi adamı Van
Gaal bu yaz itibariyle, geçen sezon yerle bir olan
Manchester United’ı yapılandırma görevine kolları
sıvadı. Kurt hoca, Dünya Kupası biter bitmez, bir
gün bile dinlenmeden Manchester’a ayak basıp,
çalışmalarına başladı. İlk işi antrenman sahalarına
müdahale olan Van Gaal, sahanın çimlerini hibrid
materyallerle desteklenmiş suni çim yapılmasını
istedi, ardından antrenman sahasının bulunduğu
Carriongton bölgesinin rüzgardan etkilenmemesi
için belirttiği noktalara ağaç dikimi yapılmasını
kulüp çalışanlarına bildirdi. Bu operasyonların
ardından antrenman sahasına kamera sistemi
kurdurup, oyuncularını daha yakından takip etmek
istiyor. United’ın kulüp olarak uzun yıllar boyunca
yararlanabileceği bir sistemin temellerini atan
Van Gaal’in günümüzün sıradan iyi bir antrenörü
değil, geleceğin futbolunu tasarlayan bir mimar
olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Uzun yıllar boyunca dörtlü savunamaya alışkın
olan Manchester’ın kırmızı yakası Van Gaal’le
beraber önümüzdeki sezonda üçlü savunmaya
geçiş yapacak. Ada’da bu geleneksel yöntemden
farklı bir sisteme geçişin nasıl olacağı şimdiden
tartışma konusu. Bazı otoriteler Manchester
United’in bu yeni sisteminin, yıllardır hasret
kalınan milli takım başarısına da katkı
sunabileceğini düşünüyor.
İngiliz futbolunun yeni gözbebeği bu adam, sivri
diliyle de medyanın ilgisini bir an bile kaybetmiyor.
Kulübün sahibi Glazer ailesi Amerikalı ama
patronların yaptığı yeni sponsor ve reklam
anlaşmaları Van Gaal’i pek mutlu etmemiş gibi
duruyor. Zira Van Gaal, takımın sezon öncesi
Birleşik Devletler’de yapılan hazırlık kampını
bir basın toplantısında sert bir dille eleştirdi.
Antrenman sahalarının yetersizliği ve maçlar
için kullanılan sahalarının başka spor dallarına
ait olması, bunların futbol oynamak için müsait
olmadığını ve bir daha Birleşik Devletler’e böyle
bir amaçla gelmek istemediklerini duyurdu.
Şampiyonluk mücadelesi veren böyle bir takımın
ciddi bir hazırlık dönemi geçirmesi gerektiğini
bildiren “yeni patron”, gelecek sezon kamp alanını
kendi seçeceğini duyurdu. Öte yandan kulübün
başına geldikleri günden bu yana, taraftarlarla
arası pek hoş olmayan Glazerlar, Van Gaal’den
gelen bu eleştirilerle zor duruma düştüler.
Taraftarlar gibi Van Gaal’e göre de bu büyük
kulübün başka bir ülkede pazarlanmaya değil,
kendi topraklarında sportif başarıya ihtiyacı var.
Hırslı, kazanmayı arzulayan bir adam… Louis van
Gaal saha kenarında her maç büyük efor sarf ediyor.
Genç Şeytanlar
Özellikle son yıllarda savunma dörtlüsünü
oluşturan üç oyuncusu Vidic-FerdinandEvra ile yollarını ayıran United gençleştirme
operasyonunu da Van Gaal’le beraber yapmayı
planlıyor. Kadrosundaki birçok ismi yetersiz bulan
Hollandalı, Nani, Zaha, Cleverly, Fellaini, Ashley
Young gibi isimlerle yollarını her an ayırabilir.
Geçen sezon ligde gösterdiği performansla yıldızını
parlatan Luke Shaw ve Atlethic Bilbao’nun futbol
dünyasına yeni armağanı Herrera şu ana kadar
kadroya katılan iki isim. Bu iki transferden özellikle
beklentinin yüksek olduğu Luke Shaw, patronun
gazabına uğradı. Van Gaal, İngilizlerin gözbebeği
Shaw’u şu an için yetersiz bulduğunu belirterek,
kamuoyunu şaşırttı. United’ın adı birçok
oyuncuyla anılsa da henüz başka bir transfere
imza atılmadı. Van Gaal bu yeni sistemin, yeni
isimlerini altyapıdan bulabilir.
Hazırlık maçlarında 3-4-1-2 taktiğini deneyen,
stoperde Evans ve Jones’a güvenen, orta sahayı
Herrera ve Fletcher’a emanet eden Hollandalının,
ileri uçta ise Mata (forvet arkası olarak), Van
Persie – Rooney ikilisine görev vermesi bekleniyor.
Çalıştırdığı yıllarda Ajax’ın neredeyse tamamı
genç isimlerden oluşan kadrosuyla Şampiyonlar
Ligi şampiyonu zaferi yaşayan, Barcelona yıllarında
Xavi-İniesta-Thiago Motta’yı takıma kazandıran,
Bayern Münih’de ise Thomas Müller, Badstuber
ve Alaba’yı iskelete monte eden teknik adamın
United’da hangi gençleri kadroya kazandıracağı
ilgiyle bekleniyor. İngiliz ekibinin altyapısında top
koşturan isimler için Van Gaal’in göreve gelmesi
büyük bir şans. Felsefesini anlayan futbolcuların
yaşı, anlamayanların şan ve şöhreti onun için pek
önem arz etmiyor.
Van Gaal bir futbolcunun yetenekten önce bir
zekaya sahip olması gerektiğine inandığını
belirterek, sadece kendi felsefesini kavrayan
futbolcularla yola devam edeceğini defalarca
belirtmiş bir teknik adam. Tabi bu dönem
içerisinde futbolcular bu felsefeyi öğrenirken
antrenmandan kovuluyor, bol bol fırçalanıp
azarlanıyor, medya önünde sert dille eleştiriliyor
hatta hızını alamadığı zamanlarda Van Gaal’in
yumurtalıklarını görmek zorunda bile kalabiliyorlar.
Yapılan ilk basın toplantısında görevin verdiği
baskı altında ezilmemek adına ilk sözlerinde
Ajax, Barcelona ve Bayern Münih’i çalıştırdığını
belirtti ardından bir basın mensubunun
“Priemier Leauge’de ilk defa görev alıyorsunuz,
sizce dünyanın en iyi ligi hangisi?” sorusuna
verdiği yanıtla kendini İngiltere basınına tanıttı;
“Barcelona’da çalıştığım sene en iyi lig La liga’ydı,
daha sonra Bundesliga’da çalışıtığım sene en iyi
lig Almanlarındı kusura bakmayın, şimdi ise en iyi
lig Premier League, nedeni ise çünkü ben şimdi
buradayım.”
Bazı futbolseverler tarafından kibirli, kendini
beğenmiş, küstah olarak nitelendirilen, belki de
sadece titiz çalışmalarının, futbol zekasının ve
yönetim yeteneklerinin farkında olan bu adamın
United sezon / sezonlarını, basın toplantılarını,
röportajlarını futbolseverler olarak iple çekiyoruz.
Kurt hocanın
demeçleri her
daim ilginç. Her
sözü, olay ve
manşet olmak
için gereken tüm
özellikleri taşıyor.
Fırat Topal
Türk Futbolu HF139
SALI PAZARI KUPASI
Yıldırım Demirören Federasyonu’nun, her sezon “nasıl sırtından daha fazla para
kazanırız?” diye kafa patlattığı Türkiye Kupası artık trajikomik formatlarla karşımıza
çıkmaya başladı. Son haliyle Çin malı Şampiyonlar Ligi’ne benzeyen kupa üzerine
Hayatım Futbol olarak birkaç kelam edelim dedik
Yıldırım Demirören’in çok sevdiği bir belirtisiz
isim tamlaması var. Marka değeri. Hangi basın
toplantısına çıksa, federasyonunun hangi abuk
uygulamasını savunmaya kalksa bu tamlamaya
başvuruyor. Ama şöyle bir sorun var ki, marka
değerinin, yayıncı kuruluştan alınan ihale parasıyla
doğru orantılı olarak arttığını, ligde mücadele eden
büyük takımların ne kadar sık birbiriyle oynarsa
ülke futbolunun kalitesinin o kadar yükseldiğini
sanıyor. Senede 6 El Clasico izleyip, İspanya Ligi’nin
kalitesinin arttığını düşünüyor muhtemelen.
Yabancı sınırı, maçların saatleri, disiplin kararları
bütün bunların tümünde tek bir gayesi var, ülke
futbolunun marka değerini artırmak. Bunun için de
sürekli el attığı oyuncağı Federasyon Kupası.
Kupanın yeni formatının acayipliği ile ilgili
görüşlerimizi belirtmeden önce, ortadaki tarihsel
gerçeklere bir göz atalım. Yıldırım Demirören’in,
konu Türkiye Kupası olunca tek bir gayesi var.
İstanbul’un 3 büyüklerinden 2’sini (illa bir tercih
yapacaksa Galatasaray ve Fenerbahçe’yi) kupa
finalinde buluşturmak. Kaç sezondur yaptığı
düzenlemelerin, statü değişikliklerin arkasında
yatan amaç bu. Ancak kendisi veya yanındaki
ekip, biraz tarihe (fi tarihine değil, direkt yakın
tarihe) göz gezdirseydi, büyükleri kupa finalinde
buluşturmanın yolunun statü değişiklikleriyle
gerçekleşmediğini bilirdi.
Kupa uzun maraton
Federasyon kupasına grup müsabakalarını
tanıtalı (ki bu işi ilk yapan Demirören değil,
Levent Bıçakçı federasyonuydu) 10. kupamızı
oynayacağız. Bu arada, kişilerden bağımsız
kurumlardaki devamlılık ilkesinin en fazla ihlale
uğratıldığı Türkiye’de, Bıçakçı federasyonundan
sonra görev yapan Haluk Ulusoy, Hasan Doğan
(toprağı bol olsun), Mahmut Özgener ve Yıldırım
Demirören’in bu sisteme sıkı sıkıya bağlanması
da ayrı bir şaşkınlığa yol açıyor ya neyse. Geride
kalan 9 kupa mücadelesinde, finalde 3 İstanbul
büyüğünden 2’sinin karşılaştığı sadece 2 kupa
var. Grup sisteminin ilk kez uygulandığı 2005/06
sezonu ve 2008/09 sezonu. Her ikisinde de
Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya gelmiş
ve kupaları Beşiktaş müzesine götürmüştü.
2004/05 sezonundan başlayarak, geriye
doğru, eleme usulünün uygulandığı 9 kupaya
bakıldığında ise bu rakam 3. 1997/98 ve 1998/99
sezonlarında Galatasaray ile Beşiktaş, 2004/05
sezonunda da Galatasaray ile Fenerbahçe
finalde karşı karşıya gelmişti. 1990-2000
arasındaki 10 finalin 5’i İstanbul derbisiydi. Yani
devleri finale getirmenin yolu, onları tek maç
usulü elemelerden koruma amacıyla kurulmuş
sistemlerden geçmiyor. Hatta geçtiğimiz
sezon Beşiktaş, ve Fenerbahçe, grup safhasına
kalmadan, eleme maçlarında turnuvaya veda
edince, bu sezon, hiçbir eleme oynamadan
gruplara otomatik olarak kalacakları bir sistem
oluşturulduğu çok belli oluyor.
Yıldırım Demirören’in çok sevdiği bir belirtisiz
isim tamlaması var: Marka değeri. Hangi basın
toplantısına çıksa, federasyonunun hangi abuk
uygulamasını savunmaya kalksa bu tamlamaya
başvuruyor. Türkiye Kupası statüsünde yaptığı gibi..
Gelelim sistemin ayrıntılarına. Girişte Çin malı
Şampiyonlar Ligi dedik, boşuna demedik. Yeni
sisteme göre, grup safhasına gelinmeden önce,
Bölgesel Amatör Lig’deki takımların katılımıyla
başlayan 4 eleme turu düzenlenecek. 27 takım bu
elemelerden gelirken, geçen sezon, Süper Lig’de
Yeni sisteme göre, 4 büyükler ve Sivasspor, (geçen sezon
ligde ilk 5 sırayı alanlar) hiçbir eleme oynamadan doğrudan gruplara katılacaklar. Oysa Fenerbahçe ve Beşiktaş
geçen sezon grup aşamasını bile göremeden elenmişti.
ilk 5 sırayı alan takımla birleşecek ve 32 takım, 4’er
takımdan oluşan 8 gruba ayrılacak. İlk kurnazlık
burada yapılmış. Bu sisteme göre, 4 büyükler ve
Sivasspor, hiçbir eleme oynamadan doğrudan
gruplara katılacaklar. Ancak eleme oynamasalar
bile doğrudan gruplara kalacak takımlardan
herhangi birisinin kupaya uzanması halinde
oynayacağı maç sayısı 12 olacak. Ola ki, PTT 1.
Lig’de oynayan bir takımın finale kadar gelmesi
halinde oynayacağı maç sayısı ise 14. Türkiye’de
Süper Lig ve 1. Lig’de 1 devre 17 maçtan oluşuyor.
Yani Türkiye Kupası, adeta 3. bir devre yaratıyor
ülke futbolunda. Geçen sezon İngiltere’de Arsenal,
Almanya’da Bayern, Fransa’da Guingamp 6 maç
oynayarak kupaya uzandılar. Federasyon kupasının
esprisi budur, uzun lig maratonunda başarıyı
yakalamayan ya da bunu hiç hedeflemeyen
takımlar, kısa yoldan müzelerine bir kupa
koymak ve Avrupa bileti almak için bu alternatifi
kullanırlar. Demirören ve ekibi bu gerçeği de bir
kez daha yadsımış oldular. Hal böyleyken, kupanın
kalitesinin düşmesinden, katılımcı takımların
as kadrolarıyla değil de, yedekleriyle sahaya
çıkmasından nasıl dert yanıyorlar anlaması zor.
Bir kere daha belirtelim, federasyon kupası tek
maç üzerinden oynanır, seri başı denen bir şey
yoktur, sadece takımların katılma seviyesi bir önceki
sezonun performansına göre belirlenir. Almanya’nın
1982’den beri uyguladığı, amatör takımla
profesyonel takımın karşılaşması halinde, maçın
mutlaka amatör takımın sahasında oynanması
şartını savunanlar da var ki bu şart, Türkiye’ye alt
lig takımı ile üst lig takımı şeklinde uyarlanabilir.
Bu kupaları, ülkenin prestijli takımlarının dışındaki
takımların kazanmasının, ülke futbolunun Avrupa
arenasındaki performansını etkilediğini düşünenler,
yeni sistem uygulandığından beri kupanın 3 büyük
takım tarafından kazanıldığı sezonun ertesinde
gelinen en yüksek aşamanın yarı finali geçmediğini
(1 kez gerçekleşti) unutuyorlar.
Federasyona Çılgın Öneriler
Hayatım Futbol olarak, muhtemelen gelecek
sezon yeniden değişikliğe gidecek TFF’ye, 3
tane muazzam sistem öneriyoruz.
1-Portekiz Lig Kupası sistemi: Önce elemeler,
sonra biraz grup, sonra ufak bir eleme, sonra
yine grup sonra yine eleme. Evet bizden de
kötü bir versiyonu var bu işin. Hoş Taça de
Liga’dan ayrı, asıl federasyon kupası Taça de
Portugal da mevcut ve orada işler eleme ile
yürüyor.
2-Avustralya Play-off sistemi: Her sezon,
ekim ayı gibi Galatasaray ve Fenerbahçe karşı
karşıya gelsin, kazanan direkt kupa finaline
çıksın, kaybeden kupaya mart ayı gibi çeyrek
finalden katılsın, böylece dünya derbisi (!)
finale kadar kazasız belasız gelebilir.
3-Dünya Kupası sistemi: Her sezon Türkiye’de
bir şehir seçilsin. Gruplara katılan 32 takım, 1 ay
boyunca o şehirde toplansın ve Dünya Kupası
sistemi uygulansın. Kupayı bize vermiyorsan
biz kupamızı yaparız Platini efendi.
Geçen sezon kupaya uzanan Galatasaray bu sezon
da bu başarıyı yakalamak istiyorsa 12 maç oynaması
gerekecek. Yani neredeyse 3. bir lig devresi oynamak
zorunda kalacak.
Varol Döken
Maç Bahane HF139
Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon Fenerbahçe’nin kadrosuna
katabilmek için büyük uğraş verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek
MAÇ BAHANE
YUNAN ADALARINDA #2
Sezonun yorgunluğunu iyi bir tatille üstünden atan Varol Döken, Yunan Adalarından
bildirmeye devam ediyor
Bayram dolayısıyla ara verdiğimiz seriye bu hafta
devam ediyoruz. Neye devam ediyoruz diye
sorabilirsiniz tabii, bazen kendimi her gün merakla
takip edilen Dedektif Nik (bilmeyen liselidir!)
köşesi falan sanıyorum. Kimse hatırlamak zorunda
değil elbet, bayramdan önce Maç Bahane Tatil
Özel’de 3 yazılık bir seriye başladım. İçinde futbol
geçmese de futbola bizim kadar yakın bir ülkenin
topraklarından, Yunan Adalarından seslendim size.
Sezon başlayana kadar köşeyi keyfi amaçlarım
için kullanıyorum işte, siz de olur da bir gün Yunan
Adaları turuna çıkarsanız, birkaç temel tavsiye
alıyorsunuz fena mı? Win win yani! (Van Gaal
taktiği miydi bu?)
Previously on Greek Islands
Serinin ilk yazısında tura Costa Cruises şirketinin
Costa Classica isimli gemisiyle İzmir’den
başladığımı, ilk 2 durakta Samos (Sisam) ve
Kos adalarını gördüğümü yazmıştım. Samos’ta
mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri
Pythagoras kasabası, Kos’ta ise Asklepion
demiştim. Gemide tüm yemeklerin dahil ama
alkollü içkilerin hariç olduğunu belirtmiş, benim
gibi ‘‘günde 4 kadehten fazla içerim, ne 4
kadehi be, beleş buldum mu 4 şişe gömerim’’
diyenlerdenseniz günlük 23.5 euroya her şey dahil
içki paketini alın diye tavsiye etmiştim. Gemide
daha ilk gece sarhoş olduğumu anlatmış mıydım?
O kısmı geçelim…
Palace of the Grand Masters
yani Büyük Ustalar Sarayı,
hayır hayır o değil.
Şövalyeler diyarı
Kos’tan ayrıldıktan sonra Rodos’a programdaki
gibi sabah değil, gece varacağımızı öğreniyoruz.
Bu aksilik gibi gözüken şey, bizim için oldukça iyi
çünkü tüm tur boyunca ilk defa bir adanın gece
hayatını görebileceğiz.
Rodos’a gece 11:00 gibi varıyoruz. 1988’den beri
Unesco kültür şehri mirası olarak koruma altında
olan eski şehrin surları tam karşımızda. Yürüyerek
surların altından geçiyor ve şehre giriyoruz.
Rodos daha ilk anda büyülüyor beni. Gözlerimi
kapattığımda kendimi bir Orta Çağ şövalyesi gibi
düşlüyorum. Şaka lan şaka hemen gözüm Wi-Fi
bulunan barlara kayıyor ama eski şehir gerçekten
harika. Güzel tişörtler satan bir dükkandan birkaç
hediyelik tişört alıyor ve ara sokaklardan birindeki
Todo Bien bara dalıyoruz. Burası bir Küba barı.
İnsanlar, müzik, dans her şey çok güzel. Saatler
ilerledikçe dans edenler sokağın ucuna kadar
taşıyor ama bizim ertesi gün programımız yüklü
olduğu için 1.30 gibi ayrılıp gemiye dönüyoruz.
Sabah erken saatte yine eski şehirdeyiz. Hedef
Şövalyeler Yolu ve Büyük Ustalar Sarayı. Büyük
Usta deyince aklınıza gelen kişiyi biliyorum, hayır o
değil, unutun onu. Bunlar gerçek duvarcı ustaları,
Masonlar yani Türkiye’de bilinen adıyla Kurtlar
Vadisi. Şövalyeler Yolu’ndan geçip saraya varıyoruz.
Ama oraya varmadan çok yakında olan Modern
Yunan Sanatı Müzesi’ni gezmeyi unutmuyoruz.
Giriş 3 euro, 20.yy’ın Yunan ressamlarını görmek
isteyenler kaçırmasın, ben özellikle Theofanis
Gekas isimli sanatçının ‘‘Altıpas’’ isimli tablosuna
bayıldım.
Araya aldığımız bu küçük müzeden sonra işte
saraydayız. Giriş 6 euro, pahalı demeyin köprüden
geçmek bile 5 lira oldu, burası sonuçta saray!
Hakikaten de güzel bir saray, Baron’un Kılıç’ın
heykellerini görüyorum gözlerim doluyor. Ünlü
Rodos Şövalyeleri de bu sarayda yaşamış, Hülya
Avşar da buradan aldı. Ya tarihini karıştırıyorum
işte ben, gezin görün veya açın okuyun.
Yine geleceğim Anthony Quinn
Saraydan çıktıktan sonra eski şehri iyice tavaf
ediyoruz, girmedik sokak bırakmıyoruz. Ara
sokaklar, pansiyonlar, hediyelik eşya dükkanları
derken zaman akıp geçiyor. Bir şehri sokaklarında
kaybolmadan tanıyamazsınız. Kaybolun! Sayfadan
değil ya biz devam ediyoruz.
Eski şehrin mistik kapılarının birinden çıkıp otobüs
durağına gidiyoruz. Hedef dünyaca ünlü Anthony
Quinn plajı ama otobüsü 10 dakikayla kaçırmışız.
Bir önceki plaj olan Faliraki’nin otobüsü 5 dakika
içinde geliyor, biz yine geliriz Anthony Quinn deyip
ona biniyoruz. Faliraki de güzel bir kumsal ama
biz gittiğimizde saatler artık 18’e geliyor. İnsanlar
yavaş yavaş ayrılıyor, bizim de vaktimiz az,
Rodos’un denizine girmedik demeyiz deyip şöyle
bir 10 dakika çimiyoruz. Dönüş yine otobüsle…
(ilk yazıda tüm Adaları belediye otobüsleriyle
gezdiğimizi, eğer saatleri iyi ayarlarsanız bunun en
ekonomik yol olduğunu yazmıştım)
Eski şehirden kopmak zor, birkaç hediyelik eşya
dükkanı daha dolaşıp yürüyerek gemiye doğru yola
çıkıyoruz. Gemiye binmeden, Duty Free Shop’a
uğruyoruz. İlk yazıda bu konuya değineceğim
demiştim. Genel olarak en ucuz free shop bizim
İzmir Limanı’nda. Ama Rodos’ta başka hiçbir yerde
göremediğim Auchentoshan marka bir bir viski
buluyor, affetmiyorum. Meleklerinpayi.com’da
değerli viskisever Burkay Bey sayesinde aşina
olduğum 3 kere distile edilmiş bu viskiyi 32 euro
gibi gayet makul sayılabilecek bir fiyata alıyorum.
Birer hediyelik Jack Daniels ve sakız likörü Mastika
ile alışveriş tamam. Hediyeliklerin fiyatı söylenmez
ama Jack Daniels’ın fiyatı da oldukça iyi. İzmir
Limanı’ndan sonra Rodos Free Shop da alışveriş
edilebilir uygunlukta. Gemiye dışardan içki
getirmek yasak, aldıklarımız kabin numaramızla
girişte işleniyor ve gemiden ayrılacağımız gün
odamıza geliyor. Güzel sistem.
Rodos, büyük bir ada, biz sadece küçücük bir
kısmını gördük. Mutlaka 1 daha gidilecekler
listemdeki yerini alıyor.
Bir şehrin sokaklarında
kaybolmadan o şehri
tanıyamazsınız.
Girit Adası, Yiğit Adası
Akşam yemeğimizi gemide yiyip 23.5 euroluk
her şey dahil paketinin hakkını verdikten sonra
erkenden uyuyoruz. Sabah bizi Girit limanı
karşılıyor bütün görkemiyle. Gördüğümüz 6
ada içerisinde en büyük liman bu. Zaten ilk
defa limandan şehre yürüyerek değil shuttle
otobüslerle taşınıyoruz. Aslında şehre de değil
limanın çıkışına. Liman çıkışında sizi Sightseeing
(üstü açık şehir turu) otobüsler karşılıyor. 11
noktadan oluşan ve gün boyu ücretsiz indi bindi
yapabileceğiniz en ekonomik şehir turu. Kişi başı 15
euro, bence gayet mantıklı zira Knossos sarayına
taksiler zaten 40 euroya götürüyor. Bu otobüslerle
Girit Arkeoloji Müzesi, Kazancakis’in mezarı, Girit
Tarih Müzesi gibi 11 noktadan istediğinizde inip
gezip, bir sonraki otobüse binebiliyorsunuz.
Ringo ringo müzeler
Biz sabah 10:00 gibi üstü açık otobüsümüze
atlıyoruz, ilk durağımız turda 9 numaradaki
Girit Arkeoloji Müzesi. Knossos Sarayı ile birlikte
kombine bilet alırsanız 10 euro, öyle yapıyoruz.
Biz gitmeden tadilatta olan bazı bölümlerinin
açılmasıyla birlikte şahane bir müze olmuş.
Mikenlerden Kikladlara oradan Bizans’a uygarlığın
izlerini adım adım izleyebilirsiniz. Sırrı hâlâ
çözülememiş meşhur Phaistos Diski de burada.
Müze akşam 7:00’a kadar açık.
Müzeden çıkıp Sightseeing Tur’un başka bir
otobüsüyle merkeze dönüyor, araçtan inmiyor ve
aynı yoldan geçip Girit Tarih Müzesi’ne gidiyoruz.
Otobüsler bir çember halinde tur attığı için en
mantıklı yöntem bu. Tarih müzesinde Giritli ünlü
ressam El Greco’nun (gerçek adı Domenikos
Theotokopoulos, 1541-1614), Girit halkının da
katkılarıyla, açık artırmadan alınan Saint Catherine
Manastırı ve İsa’nın Vaftizi isimli 2 tablosu da
var. Tabi Sadece El Greco’yu değil, yakın tarihli
Girit bağımsızlık savaşının kahramanları, Nikos
Kazancakis’in çalışma odası (veya kopyası),
el yazmaları, Venizelos’un çalışma odası gibi
Yunan tarihine damga vurmuş isimlerin eser ya
da hatıratlarını görebilirsiniz. Müze 9-17 saatleri
arasında açık, giriş 5 euro, Wi-Fi bedava.
Nikos Kazancakis’in çalışma odası, yani çalışan
kazancakis.
kitapçığı. Seçimimi yapıyor, şoföre gösteriyorum.
Şoförümüz, Sofokles Venizelou’daki restorana sırf
bizi yakın indirmek için yolunu değiştiriyor. Canım
Yunanlar ya…
γειά σου Kostas (Merhaba Kostas)
Aradığımız restoran limana 1, 1.5 km uzakta Girit
Kalesi manzaralı, deniz kenarında bir yer. O cadde
üstünde böyle sıra sıra 4-5 restoran var. Aslında
kitapçıkta bulduğum yer başka ama aynı sıradaki
restoranların önünden geçerken Kastella Tavern’in
(restoran) sahibi Kostas kibarca yanaşıyor.
Vaktimizi iyi ayarlayamadığımız için Knossos
Sarayı’na giden son otobüse son anda yetişiyor
ve aynı otobüs yarım saat içinde döneceği için bu
muhteşem şehri koşa koşa üstünkörü geziyoruz.
Ancak buradaki mozaiklerin en iyi örnekleri zaten
Arkeoloji Müzesi’nde olduğu için kaçırdığımız çok
bir şey yok. Yine de siz bizim gibi yapmayın, Miken
medeniyetinin bu kanlı canlı şaheser şehrine en az
3 saatinizi ayırın.
Merkeze dönen son Sightseeing otobüsünü
yakalıyoruz. Girit’te bir yemek ahdım var, elimde
de turist danışmadan alınmış bir Girit restoranları
İşte meşhur Phaistos Diski, takribi 4 GB, hayatın
anlamını yüklerken yer yetmemiş.
Türkiye’de olsa kıllanacağımız bu ilgi orada
hoşumuza gidiyor. Fiyatlar 3 aşağı 5 yukarı aynı,
biz de seçimimizi Kastella’dan yana yapıyoruz. İyi
ki de yapıyoruz. Zaten burası Trip Advisor’un da
tavsiye ettiği yerlerden biriymiş.
Ahtapot ve karides klasik, taze balık için
Kostas’tan yardım istiyoruz, çipura öneriyor. Ama
asıl bunların yanında bir şey daha öneriyor ki, ben
böyle şey yemedim arkadaş. Kabak kızartması. Ne
o beğenemedin mi? Bildiğiniz kabak kızartmaları
gibi değil ama patates gibi dikine incecik
soyulmuş, tahminim bira ile kızarmış, aklımı
başımdan alan bir kabak kızartması. Tepeleme
tabağa rağmen bir tane daha söylüyoruz. Şarap
seçimini de Kostas’a bırakıyoruz, şahane bir rose
söylüyor. Ahtapot ve domates soslu karidesler de
taptaze, şahane. Karidesleri de 2’liyoruz. Tatlı ve
uzo ikram. Sohbetimiz de çok tatlı; konu konuyu
açıyor. Yunan-Türk dostluğuna, oradan politikacılar
olmasa bizim tek millet olduğumuza hatta
Yunanistan ile Türkiye’yi bir köprüyle birleştirecek
dev projeye kadar geliyor. Düşünsenize, tarih
neden olmasın diyenlerin tarihi. Yunanistan ile
birleşsek, Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız kalmaz.
Dünyanın en gözde turizm merkezi oluruz, bizim
genç nüfusumuz onların kültürü falan filan. Tatlı
düşler…
Balık, içkiler ve ikram dahil hesap 57 euro.
Gönlümden kopuyor, büyük bir bahşiş bırakıyorum,
fazla olmuş bu diyor, diyorum ki her kuruşunu
hak ediyorsun. Kostas ile ayrılırken gözlerim
doluyor, aramızda konuşulmadan anlaşılan bir
yakınlık var, dürüstlüğün, samimiyetin, ortak bir
insanlığın yakınlığı, memlekete uzakken bulunan
bir yakınlık…
Haydi Abbas vakit tamam
Bu inanılmaz keyifli ve duygusal yemekten sonra
hem dolan mideleri biraz rahatlatmak hem de
gitmeden Girit’ten biraz daha pay çalmak için şehir
merkezine yürüyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim,
bizim gezdiğimiz yer sadece Heraklion,
Kastella Tavern’in menüsü, dalmak serbest.
Girit’in başkenti aslında. Girit’e bir ada değil,
Yunanistan’ın bir şehri demek daha doğru. O kadar
büyük. Neyse işte biz Heraklion’un merkezinde
biraz turluyoruz, etraf oldukça kalabalık, küçük
alışverişler yapıyor, sokakta saklambaç oynayan
çocuklara şaşırıyoruz. Artık akşam olmakta,
gemimiz bizi çağırmakta…
Coming soon
Rodos ve Girit’i de arkamızda bıraktık. Şöyle bir
özetlemek gerekirse Rodos’ta surların içinde eski
şehrin sokaklarında kaybolmadan, Büyük Ustalar
Sarayı’nı gezmeden gelmeyin, Girit’te ise Arkeoloji
Müzesi ve Knossos Sarayı’nı dolaşıp günün
yorgunluğunu Kostas ile Kastella Restoran’da
atmadan dönerseniz pişman olursunuz. Benden
yazması, gerisi size kalmış (Axe Axe, şahane
deodorant, reklamları dinlediniz, Axe yaz hesap
numaram…)
Haftaya serinin son yazısı Mikonos ve Santorini ile
karşınızdayım. Selçuk Şahin’den sonra Mikonos’a
giden ilk Fenerbahçeli olarak izlenimlerimi
ve çıplaklar kampından foto galerimi sizlerle
paylaşacağım (aha kilitledim seni okuyucu!)
Görüşmek üzere…
Costa Cruises Türkiye: Teşvikiye Cad. Sadun
Apt. No: 19 Da: 4 Teşvikiye/Şişli-İstanbul 444
3412
Kastella Tavern: Sofokles Venizelou Sok.
Heraklion, Girit/Yunanistan +30 2810 300779,
+30 6973252477
Knossos Sarayı veya antik kenti, deveyi diken uygarlığı Mikenler başlattı.