PFS105 - Fen Edebiyat Fakültesi

 8. HAFTA PFS105 TÜRK EĞİTİM TARİHİ Prof. Dr. Zeki TEKİN [email protected] KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
İçindekiler
II.MEŞRUTIYET DÖNEMI EĞITIM ALANINDAKI GELIŞMELER (1908‐1918) .............. 3 Meşrutiyet dönemi eğitiminin temel özellikleri ................................................................. 3 Meşrutiyet döneminde okul öncesi eğitimde yenilik ve gelişmeler ................................ 5 II. Meşrutiyet döneminde ilköğretimde yenilik ve gelişmeler ......................................... 6 II. Meşrutiyet döneminde orta öğretimde yenilik ve gelişmeler ...................................... 8 II. Meşrutiyet döneminde yüksek öğretimde yenilik ve gelişmeler ................................ 9 Meşrutiyet döneminde özel eğitimde yenilik ve gelişmeler ........................................... 11 Meşrutiyet döneminde öğretmen yetiştirme politikası ................................................... 12 1.İstanbulʹda öğretmen yetiştirilmesi ............................................................................. 12 Meşrutiyet döneminde medreselerin ıslahı çalışmaları .................................................. 14 Meşrutiyet döneminde eğitimin İdarî teşkilâtlanması .................................................... 16 Öğretmenlik meslek örgütleri ............................................................................................ 17 Meşrutiyet döneminde öğretmenlerin çıkardıkları meslekî dergiler ........................... 18 Balkan ve I. Dünya Savaşlarının Türk eğitim tarihindeki etkileri ................................. 19 1.Balkan Savaşları .............................................................................................................. 19 1. Dünya Savaşı ................................................................................................................. 20 Meşrutiyet döneminde halk eğitimi çalışmaları ............................................................... 24 Emrullah Efendi’nin Türk eğitim tarihindeki yeri ....................................................... 26 Satı Beyin Türk eğitim tarihindeki yeri .......................................................................... 27 Tevfik Fikretʹin Türk eğitim tarihindeki yeri ................................................................ 30 Ethem Nejatʹın Türk eğitim tarihindeki yeri ................................................................. 30 Mehmet Âkifin Türk eğitim tarihindeki yeri ................................................................ 31 Ziya Gökalpʹin Türk eğitim tarihindeki yeri ................................................................. 34 Ömer Seyfettinʹin Türk eğitim tarihindeki yeri ............................................................ 37 İsmail Hakkı Baltacıoğluʹnun Türk eğitim tarihindeki yeri ........................................ 39 Kaynakça ................................................................................................................................ 41 KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 2 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
II.MEŞRUTIYET DÖNEMI EĞITIM ALANINDAKI GELIŞMELER (1908‐1918) Meclisli siyasal düzene dönüş için Anayasanın tekrar yürürlüğe konduğu 23 Temmuz 1908ʹden 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesine kadar geçen zamanaII.Meşrutiyet, veya daha çok kullanılan şekliyle, sadece, Meşrutiyet dönemi denir. “31 Mart” (13 Nisan 1909) günü İstanbulʹda patlak veren bir olay, yeni açılan Parlâmentoyu dağıtmayı ve Meşrutiyeti kaldırmayı amaçlamıştır. Bu olay ordu tara‐fından bastırılmış ve bundan sonra Abdülhamit tahttan indirilerek yerine Mehmet Reşat (1909‐1918) getirilmiştir. Dönemin öteki en önemli siyasî ve askerî olayları şunlardır: Trablusgarp Savaşı (1911), Balkan (1912‐1913) ve I. Dünya Savaşları (1914‐1918), arkasından gelen Mütareke dönemi, parti kavgaları, öğrenci olayları, vs... Meşrutiyet dönemi eğitiminin temel özellikleri 1.Siyasî hayat ve fikir hareketleri birden canlanmış, yayın özgürlüğüne kavuş‐ma yanında, özellikle Balkan Savaşları, aydınları toplumsal sorunları ve dertleri acımasız bir dille ortaya koymaya itmiştir. Eğitim sorunları da, üzerinde önemle durulan bir alan olmuştur. Tartışılan başlıca eğitim sorunları ve eğitim akımları şunlardır: a) Politik akımlar (Osmanlıcılık, islâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Sosyalizm) ve eğitim b) Millî ve kültürel eğitim c) Seçkinler eğitimi‐kitle eğitimi d) Anglo‐Sakson eğitimi (eğitimde pragmatizm) e) Toplumu kurtarıcı öğretmen görüşü f) Kızların eğitimi g) Halk eğitimi h) İş, üretim, köy ve çevre eğitimi i) Eğitimde çocuktan hareket j) Beden eğitimi. 2.Dönemin başında, Meşrutiyetin ilânı ile beraber, aşırı hürriyetçi bir hava ortaya çıkmış, bu okullara da yansımıştır. Bu nedenle, önceleri okullara ʺhürriyetçi mekteplerʺ dendiği olmuştur. Fakat, bu terimle aslında, okulların içine yuvarlandığı disiplinsizlik, keşmekeş, başıboşluk, gösteriş(nümayiş) anlatılmak istenmiştir. 31 Mart olayı bastırıldıktan sonra, okullarda da disiplin sağlanmıştır. 3.Özellikle Balkan Savaşlarından (1912‐1913) sonra, toplumda eğitim konula‐rına ilgi artmış, âdeta herkesin ʺgözü açılmış, eğitim işleri yalnızca Maarif Nezaretinin işi olmaktan çıkmıştırʺ . Ancak, Balkan Savaşları felâketlerinden çıkarılan, ʺtoplum olarak uyuşukluktan silkinip, çalışıp çaba harcayarak toparlanma gerektiği, yoksa Devletin daha büyük felâketlerle karşılaşacağıʺ gibi dersler, düşünceler ve özeleştiriler ne yazık ki, çabuk unutulmuştur. 4.Balkan Savaşları ve felâketlerinden sonra toplumda, ʺçökmekte olan Devleti eğitim ve öğretmenler kurtaracaktırʺ şeklinde bir görüş benimsenmiştir. Fakat bu, genellikle, bir slogan görünümünden öteye gidememiştir. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 3 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
5.Özellikle Balkan Savaşlarına kadar ʺtaassupʺ nedeniyle kızların eğitimi ko‐nusunda verimli çalışılmamış, fakat Balkan felâketlerinden sonra ʺtaassup azamış, daha cesurca ve etkili çalışmalar yapılabilmiştirʺ. 6.Kızlar için ilk kez bir yüksek öğretim kurumu açılmıştır, 7.Dönemin sonuna doğru geleneksel sıbyan mekteplerinin çoğu kapatılmıştır. 8.İlk resmî ana okulları bu dönemde açılmış, okul öncesi eğitimde ilk ciddî adımlar atılmıştır. 9.Eğitimde drama ilk kez bu dönemde kullanılmaya başlanmıştır. 10.Medreselerin ıslahı için fikirler ve teşebbüsler yaygınlaşmıştır. 11.Öğretmen yetiştirilmesinde yenilikler yapılmış, önemli adımlar atılmıştır. 12.Öğretmenler ilk kez bu dönemde meslekî örgütler kurmuşlardır. 13.Eğiğimde niceliğe, yani okul, öğrenci ve öğretmenleri sayıca artırmaya öncelik verilmiş, niteliğin önemi konusunda bazı görüşler ve uygulamalar görülse bile, nitelik hemen her zaman ikinci plânda kalmıştır. 14.Programlara sosyal, siyasal muhtevalı, hayata dönük bazı dersler girmiştir. 15.Eğitimin bilim olarak işlenmesinde ciddî gelişmeler sağlanmış, Batının önemli eğitimcilerinin fikir ve yöntemleri çok daha iyi tanınmaya başlamıştır. Pedagoji ve eğitim, eğitimcilerde ve toplumda gittikçe saygı ve ilgi uyandıran bilimler olarak görülmüştür. Bazı eğitimciler ve öğretmenler, ʺben Tarih, Coğrafya, Matematik... bilmem, fakat onların öğretim yöntemlerini bilirimʺ şeklinde aşırı görüşlere bile sahip olmuşlardır.. 16.Daha önce öğretimde öğretmen, kitap, hafıza çok önemli idi. Meşrutiyet döneminde bunların yerine tabiat, eşya, olay, deney getirildi. Bu, o dönem için ʺihtilâlci bir pedagojiʺ demekti. Başka deyişle, eğitim ve öğretim yöntemlerinde kitap ve öğretmenden eşyaya yönelen, gözleme ve öğrencinin kendisinin araştırıp bulmasına dayanan (usûl‐i tekşifî ve tedris‐i ayanî) bir yola gidilmeye başlandı. Bu şekilde, okullarda, öğrencilerin fizikî ve sosyal çevrelerini tanımaları için gözlem ve inceleme gezileri düzenlendi (fennî gezintiler, tenezzühler, müşahade cevelanları). Fakat bu yeni yöntemler pek yaygınlaşamadı. 17.Eğitim Bakanlığı ilk kez ülkenin renkli eğitim haritalarını yayınlamıştır. 18.Meşrutiyet dönemi eğitiminde özellikle yöntem ve tekniklere ilişkin yenilikler görülmekle beraber, Baltacıoğluʹna göre, eğitime ortak ve kesin bir ʺamaçʺ gösteri¬lememiştir. Her alanda ortaya çıkan düşünce ve davranış çeşitliliği ve farklılığı, eğitim için böyle ortak ve kesin bir ʺamaçʺ belirlenmesini engellemiştir. Ancak yine de eğitimin amacına ilişkin genel bir eğilimden söz edilmesi bize mümkün görünüyor. Şöyle ki:Dönemin başından Balkan Savaşlarına kadar, Tanzimatm ʺOsmanlılıkʺ ideaii ve Osmanlı insanı tipi ülke insanlarını birarada tutacak, siyasî birliği sürdürebilecek bir unsur olarak görülmüş, bu düşünce eğitimde de (amaçlarda, ders kitaplarında, vs.) geçerliliğini korumuştur. Ancak, bu insan tipi Meşrutiyet yanlısıdır ve II. Abdülhamltʹe karşıdır. Fakat, Balkan Savaşları ve felâketleri ile beraber ,,Osmanlılıkʺtan vazgeçilerek ʺTürkçülükʺ idealine yönelinmiştir. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 4 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Bu çerçevede, ʺyeni bir nesil yetiştirmeʺ düşüncesi doğmuştur. Bu, ʺçocuğunʺ artık, geleneksel değerler dışında bir ʺbireyʺ ve bir ʺvatandaşʺ olarak görülmeye ve algılanmaya başlaması demektir. Bu gelişme, Cumhuriyet döneminde tamamlanacaktır. 19.Meşrutiyet dönemi, eğitimde büyük girişimler dönemi olamamıştır. Baltacıoğlu’na göre, ʺMutlakıyet döneminde esaslı yeniliklere mani olan Sultanın istibdadı idi. Meşrutiyet döneminde yeniliklere mani olan birçok fertlerin kararsızlığı idi. Sanki sosyal hayat bütün gücüyle ortaya çıkacağı tek bir vücut bulamayıp, parça parça kanaatlar taşıyan zayıf bireyler arasında dağılıp kalmıştı.ʺ 20.Eğitimde yeterli girişim ve atılımlar yapılamamışsa da, eğitim ve öğretmen sorunları meslekî dergiler ve genel basında ilk kez geniş ölçüde tartışılmış, yeni ve orijinal görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları, Cumhuriyet dönemindeki uygulamaların tohumunu teşkil etmiştir (Köy Enstitüleri, vs.). Böylece, Meşrutiyet dönemi, eğitimde ve başka alanlarda, kısmen, gerekli bir laboratuvar dönemi olarak değerlendirilebilir. 21. I. Dünya Savaşları ve bunların yol açtığı felâketler, Meşrutiyet dönemi eğitiminin gelişmesini önleyici temel nedenler arasında yer almıştır. 22.Kadınlar Devlet dairelerinde memur olarak çalışmaya, böylece, kırk yıldır bazılarının yaptığı ʺöğretmenliktenʺ başka hizmetlere de geçmeye başlamışlardır. Meşrutiyet döneminde okul öncesi eğitimde yenilik ve gelişmeler OsmanlIlarda 19. yüzyılın ikinci yarısında bazı yabancı ve azınlıkların ana okulları da açtıkları biliniyor. Ancak, Müslümanların bu tür okul açmaları çok gecikmiştir. 23 Temmuz 1908ʹden önce, bazı vilâyetlerde özel Ana mektepleri açılmıştır. Bu tarihten sonra da İstanbulʹda bazı özel Ana mektepleri açıldı. Resmî Ana Mektepleri ise Balkan Savaşlarından sonra açıldı ve yaygınlaşmaya başladı. Ancak, eğitimle ilgili çeşitli yeniliklerde yapılageldiği gibi, hazırlıksız olarak bu işe girişildi: Ana mekteplerine muallime yani kadın öğretmen yetiştirilmemiş olduğundan, Türk okullarına Ermeni, Yahudi mualltmeler getirildi ve okulların her işi onlara bırakıldı; öyle ki, okulların şarkılarını ve şiirlerini bile onlar yazdılar. Bundan sonra muallime yetiştirilmeye başlandı. Muallimeler iki kaynaktan yetişip geliyorlardı: Allians İsraelitʹin yani Yahudilerin Ana Mektebi, İstanbul Darülmuallimatındaki Ana Muallime Sınıfı. Birinciler bir Musevi, İkinciler de bir Ermeni muallimeden örnek alıyorlardı. Bu muallimeler, artık Avrupaʹda terkedilmiş, zararları anlaşılmış yöntemleri uyguluyorlardı... Satı Bey de İstanbulʹda bir Çocuk Yuvası açmıştır. Kâzım Nâmiʹde de şu bilgileri buluyoruz: Türkiyeʹde Frobel usûlünü kabul edenler, önce Ermeniler, sonra Bulgarlardır. II.Meşrutiyetten sonra bu usûl bizde de dikkatleri çekmiştir. 1909’da Avusturya‐ Macaristanʹa bir geziye katılan Kâzım Nâmi, çocuk bahçesi öğretmeni yetiştiren bir okulu gezmiş ve dönünce, Selanikʹte bir ilkokulda, çocuk bahçesi sınıfı açmıştır. Öğretmen bulmadaki zorluk nedeniyle, Allians İsraelitʹten yetişmiş iki bayanı KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 5 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
öğretmen olarak almış, Frobel usûlünün ilk bilgilerini de onlara kendisi vermiştir. Ancak, Balkan Savaşları bu çalışmaları yarım bıraktırmış, daha sonra Şükrü Bey Maarif Nazırı iken (1913‐1917) resmî Ana Mektepleri açılmaya başlanmıştır. Bunlara kadın öğretmen yetiştirmek için Darülmuallimatta bir de özel sınıf açmıştır. Fakat, Frobel usûlüyle öğretim yapacak öğretmen bulunamamış, bilgisi sınırlı bir Ermeni bayan öğretmene başvurulmak zorunda kalınmıştır. Kâzım Nâmi, Fransızcadan Çocuk Bahçesi Rehberi adıyla bir kitap çevirmiş, İzmitʹte önce bir Ermeni bayan, sonra bir Türk bayanla Ana Mektebi açmıştır. 1913tarihli Tedrisat‐/ İptidaiye Kanun‐i Muvakkati, ilköğretim öncesi hakkında da hükümler getirmiş ve “ana okulları ve sıbyan sınıflarını” ilköğretimin içinde say‐mıştır. 1915’te Ana Mektepleri Nizamnamesi yayınlanmıştır. Bu düzenlemeler so¬nucu büyük kentlerde ana okulları çoğalmaya başlamıştır. Resmî ana okullarının bilinen ilk ve kapsamlı programı 1914 tarihlidir. Bu prog‐ramın ilk cümlesi, ana okullarının “bir öğretim ve ders okulu değil, bir yaşam ve ha‐reket okulu, çocuk bahçesi olduğu” şeklindedir. Bu programa göre ana okullarının dersleri şunlardır (bugünkü terimlerle): Ahlâkî Konuşmalar, Yaşam ve Hareket Dersleri, Tabiat Bilgisi ve Bahçe Dersleri, Resim, Anadili, Müzik, Jimnastik. Bu programın ve uygulama ilkelerinin özellikle İtalyan eğitimcisi Montessori’den etki‐lendiği anlaşılıyor. 1914tarihli program, yukarıdaki derslerin uygulanışında çocukların özgürlüğü¬ne, kendilerini serbestçe ifadelerine, kendi hayal dünyalarını kurmalarına ve yaratı‐
cılıklarına dayanan kurgusal bir yaklaşım önermektedir. Bu nedenle, eğitimimizde drama yönteminin de ilk izlerini taşımaktadır. Meşrutiyet döneminde, Pestalozzi, Frobel, Montessori gibi Batılı eğitimcilerin görüşleri ve yöntemleri telif ve çeviri eserlerle çok daha iyi tanınmaya başlamıştır. II. Meşrutiyet döneminde ilköğretimde yenilik ve gelişmeler 1913ʹde Tedrisat‐t İptidaiye Kanun‐i Muvakkati (ilköğretim geçici kanunu) çıkarılmış ve bu kanun, ʺgeçiciʺ başlığına rağmen Cumhuriyet yıllarında da bir çok maddeleri yürürlükte kalmıştır. Bu kanun ilköğretimin zorunlu ve Devlet okullarında meccani (parasız) olduğunu hükme bağlamıştır. Parasız öğretim ilk kez bu kanunla kabul edilmiştir. Kanun, okulların örgütsel yapısı bakımından önemli bir değişiklik getirmiştir: O zamana kadar İptidaî ve Rüşdî adlarıyla mevcut olan okullar birleştirilmiş ve Mekâtib‐i İptidaiye‐i Umumiye adını almışlardır. İlköğretim bu şekilde 6 yıl olarak belirlenmiş ve her biri 2 yıl süreli üç devreye ayrılmıştır: Devre‐i Ulâ, Devre‐i Mutavassıta (Vasatiye), Devre‐i Âliye. Kıraat, Hat, Lisan‐ı Osmanî, Hesap, Hendese, Coğrafya (bilhassa Osmanlı Coğrafyası), Tarih (bilhassa Osmanlı Tarihi), Dürûs‐i Eşya, Malûmat‐ı Tabiiye ve Tatbikatı, Hıfzıssıhha, Malûmat‐ı Medeniye ve Ahlâkiye ve İktisadiye, El İşleri ve Resim, Terbiye‐i Bedeniye ve Mektep oyunları, Talîm‐i askerî (erkek çocuklara), İdare‐i beytiye ve dikiş (kız çocuklara). KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 6 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Yine bu tarihlerde Tarihî Temsil (bazan Mektep Temsilleri) adıyla bir ders programlara girmiştir. Bu ders, öğrencilere yaptırılan tiyatro ve dramatizasyon uygulamaları yoluyla, özellikle tarihî konuları daha canlı öğretmenin yanında eğitimsel, sosyal ve ahlâkî bir amaç güdüyordu. İlköğretim, 1913ʹierden sonra, Satı Beyin yetiştirdiği öğretmenler sayesinde kısmen bir canlılık göstermişse de bu öğretmenler ihtiyacı karşılamaktan sayıca çok uzak olduklarından eski yöntem ve uygulamalar yeni okulların çoğunda sürüp gitmiştir. 1914ʹte İstanbulʹda bir müfettiş şunları yazıyordu: ʺBu mekteplerde yetişe‐cek, dimağları fersûdeleşmiş (eskimiş, yıpranmış, köhne), şahsiyet ve maneviyatla¬rı çökmüş, maneviyatları gibi cisimleri (vücutları) de zaaf ve inhitata (çöküntüye) uğram/ş biçare yavrucukları yarının genç ve hür fikirli, demir pazulu, şahsiyet ve irade sahibi, azimkâr ve faal bir unsurun, bir nesl‐i halâskârın (kurtarıcı bir kuşağın) müstakbel (gelecek) analığına (kuruculuğuna, temeli olmaya) namzet (aday) far‐ zetmek boş bir hülyadır.ʺ Meşrutiyet döneminin önemli fikir adamlarından Abdullah Cevdetʹin 1913ʹte yine İstanbulʹda Evkaf Nezaretine bağlı bazı önemli okullarda yaptığı gözlemler, Meşru‐
tiyet gibi azçok bir bilinçlenme ve aydınlanma döneminde bile sıbyan mekteplerinin acınacak halde bulunduğunu, usûl‐i cedîd hareketinin henüz bunları pek etkileme‐
diğini göstermektedir. Bu okullardan birincisini gezen yazar, önce abdesthane kokusuyla, sonra kırk kadar öğrencinin dolduğu 15 m2 bir odanın bozulmuş kokusuyla karşılaştığını söyler. Odada sıralar vardır fakat çocuklar oturmamaktadırlar. Yerde mangal, sefer tasları, çuvallar ve duvarda falaka vardır. Yetmiş yaşlarında iki sarıklı hoca heyet‐i tâlimiyeyi oluşturmaktadır. Yazar, sıraların neden kullanılmadığını sorunca hoca şu cevabı verir: ʺGeçen sene Evkaf Nezareti bu sıraları gönderdi, efendileri (çocukları)oturttuk. Benim de bir sandalye üzerinde oturmam lazımgeldi. Oturdum, bir türlü rahat ede‐medim. Ben yere oturdum, uşaklar (çocuklar) yukarıda kaldı, ben aşağıda kaldım. Onları iyi göremiyordum. Baktım olmayacak, onları da aşağıya indirdim.ʺ Hoca, çocuklardan topladığı ayda 80 kuruş maaşla geçinip gittiğini, çünkü ʺkanaat ehli” olduğunu söyler.Hoca, çocukların kesin sayısını da bilmez ve ʺyazın azalır kışın çoğalırʺ der. İkinci olarak Hoca Tahsin Efendi Mekteb‐i İptidaîsini gezen yazar aynı düzensizlikle karşılaşır ve şu sonuca varır: ʺİstanbulʹda böyle 200 maktel (katledilen yer, ölüm yeri) vardır. Bunların hepsi Evkafındır. Maarife ait mekteb‐i iptidaîlerin adedi 8’e bile varmaz(...) Ben dertlerimizin kalbini bu maktel‐i iptidaîlerde görüyorum. Millet ve istikbâl buralarda katlolunuyor. Bu durum ve şartlar içinde bir milletin yaşaması için bir mucize lâzımdır.ʺ İlköğretimin taşradaki durumu daha da acıklı idi. 1910’da Adanaʹnın Hassa kazasında ilkokulu gezen gazeteci Ahmet Şerif şöyle yazar: ʺHocalara ve çocuklara baktım, bu malzeme ile inşa edilecek geleceğin binasını tam bir üzüntü ile düşündüm. Anadoluʹda bir okulu ziyaret etmek, elem çiçekleri toplamak demektir. Halkı‐mızın eğitime ihtiyaç duymasını bekleyecek olursak pek geç kalacağız (...) Hükümet ve hamiyet sahipleri memleketin İstanbul’dan ibaret olmadığını düşünmelidir.” KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 7 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Dönemin sonuna doğru, geleneksel sıbyan mekteplerinin çoğu kapatılmıştır. Bu önemli olay nasıl gerçekleşti? Geleneksel ʺmahalle (sıbyan) mektepleriʺ, 1870ʹlerden itibaren sayıca giderek azalıp yerlerini usûl‐i cedîd yöntemlerine göre öğretim yapan ʺiptidaî mekteplereʺ bıraksalar da, II. Meşrutiyet yıllarında hâlâ pek çoğu faaliyet gösteriyordu. Mülkiye Mektebi mezunu Satı Beyin müdürlüğünü yaptığı dönemde (1909‐: 1912), İstanbul Darülmuallimîninde (Erkek Öğretmen Okulu) bir çok çağdaş fikirli, eğitim bilimlerinin önemine inanmış öğretmenler yetişmişti (Bkz. Soru 98 ve 107). Onların çabaları ile geleneksel mahalle mektepleri kısa sürede ortadan kalktı. Bu öğretmenler, başarıya şu yollarla ulaştılar: 1.Satı Bey, Öğretmen Okulunda ve dışarıda, eğitimin yenileşmesi konusunda konferanslar veriyor ve verdiriyor, eski öğretmenler için ʺhizmetiçi eğitimʺ faaliyetleri düzenliyordu. 2.Okuldan yetişen çağdaş fikirli öğretmenler, mahalle mekteplerine giderek eski hocalarla görüşüyor, artık bu eğitimin terkedilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Bu öğ‐
retmenler, hocalara, ʺçocuklar koşup oynayarak, renkli kâğıtları keserek, tabiatı inceleyerek, araştırarak eğitilir, ezberleyerek değilʺ diyorlar, kendilerinin bu amaçla yetiştiklerini söylüyorlar, mahalle mektebi hocaları da bu yeni uygulamalardan har bersiz oldukları için, boyun eğiyorlardı. 3.İstanbul Erkek Öğretmen Okulu, çıkardığı Tedrisat‐ı İptidaiye (İlköğretim) Mecmuası (sonra adı Tedrisat Mecmuası olmuştur) ve çok sayıda eğitimsel broşür‐lerle, eğitimde yenileşmenin gereğine herkesi inandırıyordu. Sonuçta, resmî makamların da Satı Bey ve arkadaşlarını desteklemesi ile, ka‐nunla yasaklamaya gerek kalmaksızın, mahalle mektepleri kısa sürede tarihe karış‐ t!. II. Meşrutiyet döneminde orta öğretimde yenilik ve gelişmeler Meşrutiyet başlarında İdadilerin, Rüşdiyeleri de kapsar biçimde bulundukları ve taşradaki orta öğretimi oluşturdukları anlaşılıyor. 1908ʹde 5 ya da 7 yıllık İdadiyeler, Rüşdiye sınıflarını da içlerine alıyorlardı. Bunların İptidaiye sınıfları yoktu. Temmuz Hüseyin Efendi mahdumu Halil Efendi Manisa Mekteb‐i İdadî‐i Mülkîsinde tedrisi meşrut olup bâlâda tâdât olunan ulûm ve fünûnu bittahsii her sene‐i tedrisiye nihayetinde komisyon‐ı mahsus marifetiyle icra kılınan imtihanlarda her fennin hizasında gösterilen derecatta ibraz‐ı liyakat ve derecat‐ı mezkûrenin mecmuuna nazaran Aliyyülâlâ mertebesinde ihraz‐ı muvaffakiyet eylemiş ve Maarif‐i Umumiye Nizamnamesinde muharrer imtiyazata selâhiyet kesbetmiş oimağla işbu Şehadetname yedine ita kılındı 26 Cemazîyelâhir 1328 ve 20 Haziran 1326 Müdîr‐i mektep (Mühür) 20 Haziran 1326 (3 Temmuz 1910) tarihli olarak Manisa (Saruhan) İdadisinde verilen bir diploma, belge olarak kitabımıza alınmıştır. Bunun, ʺİdadî sınıflarının ilk iki senesine mahsusʺ olduğu belirtilmiştir. Bu iki senelik dönem, Rüşdiye ile birlikte yedi yıllık veya Rüşdiye üzerine dört yıllık İdadilerin birinci devresini teşkil etmekte olup, KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 8 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
orta öğretimin birinci kademesi kapsamında bulunmakta idi (Sancak İdadileri) (Belge 15. MEBʹdan sağlanmıştır). 1913 tarihli Tedrisat‐ı İptidaiye Kanun‐i Muvakkati, Rüşdiyeleri ilk mekteplerle birleştirip orta öğretimden almıştır. Bu okullar o tarihte ortadan kalkmış sayılır. Fa‐kat Nümune Rüşdiyeleri adıyla bazıları Cumhuriyet yıllarına kadar yaşayacaktır. Bu dönemde orta öğretim alanında yenilik ve değişiklikler özellikle İdadilerde görülmüştür: 1869 Maarif‐i Umumiye Nizamnamesinin açılmasını hükme bağladığı Sultaniyeler açılamamıştı. 1908ʹden sonra önce on iki vilâyet merkezindeki İdadile‐rin adı Sultanîye çevrildi. I. Dünya Savaşı yıllarında böylece oluşan Sultanîlerin sayısı 50ʹyi buldu. Bir kısmı yatılı idi, erkeklere ve kızlara mahsus ayrı ayrı okullardı ve ilk kız İdadîsi 1911 ʹde İstanbulʹda açılmıştı. Bu okul 1913’te İstanbul İnas (kız) Sultanîsi adını almıştır. İlk Kız Lisesi budur. Okul 1915ʹte Bezmiâlem Sultanîsi adını almıştır. Fakat İstanbul dışında İnas Sultanîsi yoktu ve taşrada ilk kız Sultanîleri 1922 sonunda İzmirʹde, Ekim 1923ʹte Ankaraʹda açılan Kız Liseleridir. Meşrutiyet döneminde Sultanîler, 5 veya 6 yıllık ilköğretim üzerinde, birinci devresi (devre‐i ulâ) 4, ikinci devresi (devre‐i saniye) 3 yıl olmak üzere öğretim yapıyorlardı. Sultanîlere 1911’lerde Lise adı verilmesi düşünülmüşse de bu isim 1922 sonundan itibaren kabul edilmiştir. II. Meşrutiyet döneminde yüksek öğretimde yenilik ve gelişmeler Meşrutiyetin başında Maarif Nazırı Emrullah Efendi Darülfünûnda köklü reform‐lar yapmak istedi ve 1912ʹde bir Nizamname hazırladı ve gerekçesinde Darülfünûnu, ʺilimlerin ve fenlerin hem yayılmasına, hem ilerlemesine hizmet eden yüksek ilim müessesesiʺ biçiminde tanımlayarak bu ʺyaymanınʺ ilimleri ve fenleri ʺhalk arasında yaymakʺ ve ʺilerletmeninʺ de bunları daha ileri düzeye çıkarmak olduğunu belirtti. Emrullah Efendi, kendi görüşlerini incelerken göreceğimiz Tûba Ağacı Na‐ zariyesini hatırlatan bir düşünceyi de bu Nizamnamenin gerekçesine koymadan edememiştir. Nitekim, ʺDarülfünûnları mükemmel olan memleketlbrin tâlî ve iptidaî mektepleri de o nispette mükemmel olurʺ diyerek orta ve ilk öğretimin iyileşmesini Darülfünûnun iyileşmesine bağlamıştır. 1912 tarihli Nizamname ile Darülfünûn beş şubeye ayrıldı: Ulûm‐i Şer’iye, Ulûm‐ i Hukukiye, Ulûm‐i Tıbbiye, Fünûn, Ulûm‐i Edebiye. Bunlardan Ulûm‐i Edebiye şubesi de Felsefe, Tarih ve Coğrafya, Ulûm‐i İçtimaiye, Edebiyat, Elsine kısımlarına bölündü. I. Dünya Savaşı yıllarında Darülfünûna tekrar el atıldı: Tıp şubesi hariç, diğer şubelere çok sayıda Alman ve Macar profesör getirildi: Yalnız Edebiyat şubesine 8 Alman, 1 Macar alındı. Batıda öğrenim gören bazı Türk gençleri de kuruma müderris muavini olarak atandı. Darülfünûn hocalarına Müderris , şubelerine Fakülte denmesi, kurum İçinde Darülmesaî denen Enstitüler açılması da bu zamana rastlar. Yalnız bütün bu değişme ve yenilikler daha çok Edebiyat ve Fen Fakülte‐lerinde görülüyordu. Ne var ki, Darülfünûn reformu başarılı olamadı: O yıllardaki Osmanlı‐Alman iş‐
birliğine de hizmet için Almanyaʹdan getirilen profesörler, ʺteferruat ve zevâhirleʺ KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 9 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
(ayrıntı ve dış görünüş ile) uğraştılar, kendilerine bağlanan ümitleri boşa çıkardılar. O yıllarda kurumda hocalık yapan Baltacıoğlu şunları yazar: ʺDarülfünûn, yeni kürsüler kurulmasıyla Alman profesörlerin getirilmesi tarihine kadar iyi kötü bir mektepti. Tedrisatı ve inzibatı doğrudan Maarif Nezareti yahut onun memuru olan müdür vasıtasıyla idare ediliyordu. Fakat bu mektebin, ne dere‐ce basit ve Darülfünûn gayesine ne derece aykırı olursa olsun yine bir mantığı var‐dı. Bu mantık içindeki tedrisat, inzibat, kürsü teşkilâtıyla beraber bozuldu: Darülfünûn, aralarında ilişki bulunmayan dershanelere parçalandı. Görünürde işbölümü ve gelişme sanılan bu parçalanma, gerçekte bir çözülme idi. Çünkü parçalar arasında hiç bir bağ yoktu; herkes bildiğini okuyor, talebeyi bildiği yere çekiyordu. Darülfünûn kısımlarının ve talebesinin başı boş bırakılmıştı. O zamana kadar mektep inzibatı görmüş, hatta mubassırlarla idare edilmiş olan talebe, bu keşmekeşten olumsuz biçimde etkilendi. Artık Darülfünûn ne bağımlı bir mektep, ne de bağımsız bir kurum idi: Şeklen yarı bir muhtariyete (özerkliğe) sahip, manen ise anarşiye uğramıştı.ʺ Öğretim düzeyi ʺacınırʺ durumdaydı. Ders kitapları orta okul kitabından farksızdı. ʺAraştırma ve bilim yöntemiʺ sözleri bol bol kullanılıyordu ama ortada eser yoktu. Darülfünûn, kendi dışında da etkili olamadı: ʺBu zayıf bünyeden fikirler dışarı yayılamadı. Dışarıdaki akımlardan da kendisi habersiz kaldı. Genel eğitimin ıslah ve yayılmasında etkin olamadığı gibi, ticaret, ziraat ve zanaat müesseselerlmizin gelişmesinde, memleketin fikrî, millî hayatında, siyasî buhran ve inkılâbında zerre kadar tesiri görülmedi; beş senelik savaş zamanında hep kendisiyle meşgul oldu, gözü dışarıyı göremedi.ʺ2 Gene! dersler açmak, kadınlara konferans vermek vs. şeklinde bazı çalışmaları oldu. Kuşkusuz Darüfünûnun başarısızlığında, I. Dünya Savaşının büyük payı vardır: Bir çok genç silah altına alındığı için 1915ʹte öğretim dahi yapılamamıştı. Ekim 1919’da çıkarılan Nizamnamede, ʺDarülfünûn, maarif‐i âiiyenin inkişaf ve terakkisine hâdim (hizmet eden) Hukuk, Tıp, Edebiyat ve Fünûn medreselerinden müteşekkil (oluşan) bir müessese‐i ilmiyedirʺ deniliyor, kuruma ʺİlmî muhtariyetʹʹ tanınıyordu. Müderris denen öğretmenlerinin iki yılda bir seçecekleri Darülfünûn Emini aracılığı ile, Maarif Nazırı, Reis sıfatıyla yönetimine nezaret edecekti. 1915 yılında İnas Darülfünunu adını taşıyan ve kızlara mahsus bir yüksek öğretim kurumu daha açılmıştır. İlk öğrencileri kız İdadîsi mezunları ile İstanbul Darülmuallimat‐ı mezunları idi. Bu kurumun her biri 3 yıl süreli 3 şubesi vardı: Edebiyat, Riyaziyat, Tabiiyat. İlk mezunlarını 1917ʹde veren bu kurum 1920ʹde kaldırılıp Da‐rülfünuna bağlandı. İnas Darülfünûnu kurulduğunda Darülmuallimat‐ı Âliyeʹye bağlı idi, fakat ayrı bir müdürü vardı. Binası da ayrı ve Cağaloğluʹnda idi. 1917ʹde ilk mezunları 18 kişi idi: 7’si Edebiyat, 3ʹü Riyaziyat, 8ʹi Tabiiyat Şubelerinden ʺneşʹetʺ etmişlerdi. Mezuniyet derecelerine göre Lâmia, Âliye, Adâlet, Meliha, Seniha, Şazimend Hanımlar İstanbul İnas Sultanîleri muallimliklerine, diğerleri de taşra Darülmuallimatları müdire ve muallimliklerine tayin edilmişlerdi. Meşrutiyet döneminde açılan başlıca yüksek okullar şunlardır: KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 10 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Orman Mekteb‐i Âlisi (1909) Dişçi Mektebi (1909) Kadastro Mekteb‐i Âlisi (1911) Meşrutiyet döneminde iç ve dış politik olaylar karşısında Üniversite öğrencilerinin bazı gösteriler (nümayiş) yaptığı görülmektedir. Anadolu’yu gezerken Aralık 1909’da Sivrihisarʹa uğrayan gazeteci Ahmet Şerif burada Türkierin acınacak durumdaki Rüşdiye ve iptidaî mektebini anlattıktan sonra, Ermenilerin orta dereceli bir okul ve ilkokullarında çok iyi bir öğretim yaptıklarını söyler. Bu karşılaştırma kendisini çok önemli düşüncelere iter: ʺTürkiyeʹde yaşayan çeşitli unsurlar arasında fikir ve düşünce bakımından derin uçurum devam ettikçe ülkede birlik ve eşitlik nasıl kurulabilir? ... İslâmlar ve Türkler cahilliklerinde ne kadar ısrarlı iseler, Hıristiyan vatandaşlar çalışmakta, özellikle gelecek için çocuklarını hazırlamakta o kadar inatçı. Burada bir toplumsal tehlike başlıyor(...) Bu gidişle halimiz ne olacak? Kendi kendimizi aldatmak, müthiş gerçekleri yaldızlı hayallerimizle karıştırmak hastalığından hâlâ kurtulanı iyoruz.ʺ 0 Yabancıların giriştiği özel öğretim Yabancıların da bu dönemde okulları sayıca çoğalmış, fakat 1914ʹte, Osmanlı Devletinin kendileriyle savaşa tutuştuğu devletlerin okullarından çoğu kapatılmış ve 1914ʹte Kapitülasyonların kaldırıldığı ilân edilmiştir. Ne var ki 1918ʹde, yenilgi ile beraber, azınlık ve yabancıların ülkedeki özel öğretimi, daha da gelişmek için fırsat bulmuştur. 1913‐1914’te yabancılara ait 215 ilkokul ve 806 öğretmen vardı. İstatistiklerde azınlık ve yabancıların 80 orta dereceli okulu ve buralarda 1600 kadar öğretmeni görülüyor. Yüksek okulları tektir. Harput (Elazığ) Amerikan Koleji misyonerlerinden biri 1912’de şunları yazıyordu (özetle): “Osmanlı Devletinde gelişme görülememesinin belli başlı etkenlerinden biri, Türk kadınının durumudur. O, hiçbir zaman toplum içinde görülmez. Yoksul olanları çok çalışır ve ağır işler görürler. Orta halli veya zenginseler, işlerini mutlaka hizmetçilere gördürürler. Kendileri de bütün gün boş oturup tütün içerler. Bu tür annelerin oğullarının yüce emelleri olmaması doğal değil midir?” Kimi Amerikan misyonerleri, birçok Osmanlı aydını ve yöneticisinin bu okulları yararlı ve çağdaş gördükleri için onlara destek verdiklerini belirtirler. Meşrutiyet döneminde özel eğitimde yenilik ve gelişmeler 1913tarihli Tedrisat‐ı İptidaiye Kanun‐i Muvakkati, şu hükmü getirmiştir: ʺRuhen ve bedenen zayıf olan çocuklar ile sağır, dilsiz ve âmâ çocuklara ilköğretim imkân‐larını sağlayacak bir Nizamname yapılacaktır.ʺ (md.2). Ancak, Meşrutiyet döne‐minde özel eğitimdeki gelişmeler yavaş ve yetersiz olmuştur. Başlıca gelişmeler: •İstanbulʹdaki Dilsiz Mektebi, özellikle bina bulunamadığı için çalışmalarını güçlükle sürdürmüş, bîr ara kapatılmış, 1914ʹte tekrar açılmıştır. •Selânikʹte, 1909ʹda özel bir Dilsiz Mektebi açılmıştır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 11 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
•İzmirʹde, 1911ʹde Albert Karmona adında dilsiz bir Osmanlı Musevî tüccarı Sağır ve Dilsiz Mektebi açmıştır. Karmona, Parisʹte Dilsiz Mektebinde okumuş ve terzilik öğrenmişti. Meşrutiyet döneminde öğretmen yetiştirme politikası Meşrutiyet döneminde hem nitelikli, hem de çok sayıda öğretmen yetiştirilmesi fikri önem kazanmış, bu yolda bazı uygulamalara gidilmiştir. 1.İstanbulʹda öğretmen yetiştirilmesi Temmuz 1908’den hemen sonra Darülmualllmînden İptidaiye kısmı ayrılmış ve bağımsız bir okul haline getirilmiştir. Darülmuallimîn‐i Âliye öğrencileri ise derslerinin bir kısmını kendi okullarında, bir kısmını da Darülfünunda oranın öğrencileri ile beraber yapmaya başlamışlardır. 1909ʹda Darülmuallimîn‐i Âliye kapatılıp öğrencileri Darülfünuna gönderildi. 1910ʹda yeniden açıldı. Dersleri yine kısmen kendi bünyesinde, kısmen Darülfünûnda yapılıyordu. 1908‘de Meşrutiyetin ilânından hemen sonra Darülmuallimîn‐i İptidaiyenin durumu şöyleydi: Okula yeni 900 öğrenci alınmıştı. Bunların hemen tümü medreselerden gelmişlerdi. Yerde, hasır üstünde oturup ders yapıyorlar, öğretmenler terlikle sınıfa giriyorlardı. Öğrencilere rahle bile yapılmasına gerek duyulmamıştı. Mart 1909ʹdan sonra, Darülmuallimîne Müdür olarak atanan Satı Bey köklü yeniliklere girişti. Okulu Fatihʹten Cağaloğluʹna getirdi. Öğrencilerini sınavdan geçirip 150ʹsinî alıkoydu, ötekilerini çıkardı. Okul dışında bir işi olan öğretmenleri de uzaklaştırdı, ötekilere haftada bir gece okul nöbeti tutturdu. Öğretmen atamalarında genç ve yeteneklileri tercih etti ve değerli elemanlardan oluşan bir öğretim kurulu meydana getirdi. Okulun öğretmenlerinden ve eğitimci Ahmet Cevat bu öğretim kadrosunu şöyie anlatır: ʺSatı Bey, Müdür muavini olarak, Mülkiyeden arkadaşı Fuat Şemsi Beyi almıştı. Öğretmenler kurutunda, fesahati (güzel konuşması) ile tanınan Ali Nusret, Hamdullah Suphi, Fazıl Ahmet, Ruşen Eşref vardı. Tevfik Fikret haftada iki gün Edebiyat konferansları veriyordu. İktisat profesörü Ham it Bey konuşma yapmaya geliyor, Parisʹte yüksek tahsilini bitirip gelen profesör Mustafa Suphi Sosyoloji dersleri veriyordu. Mösyö Dubois küçük pratik kitabından Fransızca öğretmeye çalışıyordu. Matematik hocası meşhur Eyüplü Hafız Kemal Bey sarıklıydı. Muallim Cevdet Bey isminde bir bilgin de öğretim kurulunu tamamlıyordu.ʺ İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) da orada bulunuyordu. Satı Bey ayrıca öğretmen okulunun öğretmen kadrosuyla beraber Tedrisat‐ı ip‐tidaiye Mecmuası adıyla önemli bir dergi çıkardı. Fenn‐i Terbiye, Usûl‐i Tedris, Musikî, Resim, Elişi, Terbiye‐i Bedeniye derslerinin programlarda önemle ele alınmasını sağladı. Her yıl, vilâyetlerden ikişer öğretmen çağırarak onlara Usûl‐i Tedrisle ilgili konferanslar verdirdi. Darülmuallimine bağlı bir Tatbikat Mektebi açtırdı. Bu uygulama okulunun KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 12 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Müdürü, eğitimcilerimizden Mekteb‐i Mülkiye mezunu İhsan Sungu’dur. Onun da, nitelikli öğretmenler yetiştirilerek ilköğretimin düzeyinin yükseltilmesinde önemli çabaları olmuştur. Gerçekten, 1909ʹdan önce, öğretmen yetiştirmenin zayıf yönlerinden biri, uygulama okullarının bulunmayışı idi. 1909ʹdan sonra, İstanbul Darülmuallimîninin başarısını sağlayan en önemli etkenlerden biri, işte, kendisine bağlı böyle bir uygulama okulunun kurulmuş olmasıdır. Satı Bey, Darülmuallimînlerde konferanslar verdirdi, öğrencileri sosyal ve tarihî çevrelerini (fabrikalar, müzeler...) tanımak için inceleme gezilerine götürdü. Usûl‐i tekşifî ve tedris‐i (tedrisat‐ı) ayanî denen, başka deyişle öğrencilere gözlemler, deneyler yaptırmaya, onların arayıp bulmasına dayanan yöntemleri Satı Bey Darül muallimîne sokarak, yetiştirdiği öğretmenlerle yaymaya çalıştı. Meselâ, Coğrafya dersinde harita, resim, tablo göstermek, Eşya dersinde maddî şeyler, örnekler göstermek tedrisat‐ı ayanî yöntemi idi ve bu, Meşrutiyet pedagojisi için, önceki dönemlere göre büyük bir adım, büyük bir inkılâptı. Bütün bu yeniliklerden sonra İstanbul Darülmuallimîni önemli bir okul haline geldi. 1915 tarihli Nizamnamesinde okulun teşkilâtı şöyle gösterilmiştir: Adı, İstanbul Darülmuallimîn‐i Âliyesi idi ve yatılıydı. İptidaî, İhzarî ve Âlî kısımlarından oluşuyordu. İptidaî kısım (4 yıl) ilkokullara öğretmen yetiştiriyordu. İhzarî kısım (2 yıl) Darülmuallimîn‐i İptidaîlere öğretmen ve ilköğretim müfettişi yetiştiri‐yordu. Âlî kısmın (4 yıl) Edebiyat, Tabiiyat, Riyaziyat adıyla üç şubesi vardı ve bu‐ralardan çıkanlar orta ve yüksek dereceli okullara öğretmen oluyorlardı. Meşrutiyet döneminde nitelikli ve çok sayıda erkek ve kadın öğretmen yetiştirilmesi fikri önem kazanmış ve görüldüğü gibi bazı uygulamalara gidilmişse de, gerek ihtiyaç, gerek kayırma, gerek mesleğin öneminin yeterince anlaşılamaması nedeniyle, meslek okulları dışından birçok kimse (kapıcılar, kahveci çırakları vs...) mesleğe alınmıştır. Maarif Nazırı Emrullah Efendi, 1910ʹda gazetelerde yayınlattığı bir İlânla, ʺyalnızca okuma yazma bilenlere bile muallimlik ehliyeti verileceğini, bunların muallim atanacaklarım’’ duyurmuştur... Meşrutiyet dönemi sonlarında, Maarif Nezaretine verdiği bir raporda, Baltacıoğlu, Darülmuallimînler için aşağıdaki önemli değerlendirmeleri yapmaktadır: ʺSekiz dokuz seneden beri parülmuallimîn teşkilâtından aldığımız tecrübe şudur: Darülmuallimînler ya Darûlmuallimîn kalarak gelişemiyorlar ya da gelişince Darülmuallimîn kalamıyorlar. Başka deyişle, eski Darülmuallimînler iyi muallim yetiştiremediği gibi, yenilerin yetiştirdiği talebe de mesleğe bağlı olamıyor. Bence bunun birinci sebebi meslekî mefkurenin hâkim olmamasıdır: Muallimlik aşkı, muallimlik tutkusu Darülmuallimînleri dolduramamıştır. Bu mekteplerde daha ziyade ilim, tahsil, medeniyet mefkureleri hâkimdir. Mekteplerin talebesi ’muallimʹ olmaktan ziyade ʹmünevverʹ (aydın) olmayı düşünüyor ve Darülmuallimîni bu tahsili tamamlamak için bir araç görüyor. Darülmuallimînden birincilikle mezun olup da hâlâ tahsilini tamamlamak için başka mekteplere girmek isteyenler, yahut doğrudan doğruya memur olanlar, yahut gittikleri mekteplerde mutsuz olanlar vardır. Bu gibiler Darül‐muallimînler için iflâs işaretidir. Bir meslek mektebinin her mesleğe hazırlaması KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 13 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
iyi değildir. Yalnız kendi mesleğine hazırlaması yararlıdır. Darülmuallimînler, talebesini Her yere hazırladıkları sürece iyi muallim mektepleri olmaktan uzak kalacaklardır. ʺBaşarısızlığın ikinci sebebi, Darülmuallimînlerin hep ʹşehir ve medeniyet ürünü’ olması, köy ve millet ruhuyla ruhlanmamasıdır. Bizde Darülmuallimînler ʹcahilʹ köy‐
lülerimizi hükümet vasıtasıyla aydın yapmak, medenileştirmek ihtiyacından doğ‐muş, medenî ve siyasî kurumlardır. Gelişmeleri milletten medeniyete değil, daha çok hükümetten millete doğru olmaktadır. Şehir Darülmuallimînleri bütün gösteriş ve büyüklükleriyle birer memur mektebi gibi yaşar dururken, mezunlarım fakir, cahil köylere göndermeyi düşünmek zorla iş görmek demektir. Darülmuallimînler, bilgisi şişkin, ukalâ muallimler yetiştirmekten uzaklaşmadıkça ürünleri eksik olacaktır. Bizde bu mekteplerin amacı İlmî olmaktan çok harsî (millî kültür kazandırıcı) olma‐lıdır. İlk mektep muallimleri okuyup yazma öğretmekten çok millîleştirmek, harsîleş‐ tirmek zorundadırlar. Bu mekteplerde din, edebiyat, ahlâk, musikî gibi maneviyat derslerine çok önem vermelidir. Darülmuallimînler her mektepten çok mefkure mek‐tepleridir.ʺ4 Meşrutiyet döneminde medreselerin ıslahı çalışmaları Tanzimattan sonra medreselerin ıslahı gerektiği görüşü toplumda yavaş yavaş belirmeye başlamış ve bu yolda bazı girişimler yapılmıştır. 1867ʹde onbeş medrese hocasından oluşan İlmî bir heyet medrese öğretiminin ıslahı için bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda, medreselerin ıslahının Fatih ve Kanunî medreseleri düzen ve esaslarının aynen uygulanmasıyla sağlanacağı belirtilmekte, derslerin öncelikleri tesbit edilmekte, tüm medrese öğreniminin on dört yılda sona ereceği belirtilmektedir. Ancak bu girişimin resmî ve genel bir düzenleme amacıyla yapılıp yapılmadığı belli değildir. Medreselerin ıslahı gerektiği görüşü 1908ʹde, II. Meşrutiyetle beraber önem kazanmış ve yaygınlaşmıştır. Bunun başlıca nedenleri şunlardır : 1.Meşrutiyetin bir fikir ve tartışma özgürlüğü getirmesi ile herkesin düşüncelerini söylemeye imkân bulması. 2.Türk ve Müslüman toplumların en eski eğ iti m‐öğretim kurumu olan, bu top‐ lumlarla kaynaşmış, bir vakitler bu toplumların yükselmesinde, sonra gerilemesinde etkisi olmuş medreseler konusunda tüm aydınların söyleyeceği şeylerin bulunması. 3.Her geçen gün gerileyen Osmanlı toplumunda medreselerin artık o halleriyle gerçekten işe yarar kurumlar olmaktan çıktıklarının açıkça anlaşılması. 4.Tanzimat yıllarından beri eğitimde ve ülkede yenileşmenin medrese dışında açılacak yeni okullarla sağlanabileceği görüşü ortaya çıktığı için kendilerine dokunulamayan medreselerin program, kuruluş vs. bakımlarından taşlaşmalarının Meşrutiyette bizzat medrese mensupları tarafından bile görülüp eleştirilmesi. 5.Abdülhamitʹin, 1892ʹde medreselileri askerlikten muaf tutması ile bu görevden kurtulmak isteyenler medreseleri doldurmuştu. Bu durumun, bozulmanın son ve belirgin bir nedeni olarak dikkatleri çekmesi. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 14 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
6.Vakıfların kısmen Maarif Nezaretine, kısmen şunun bunun eline geçmesi. Medreselerin ıslahı gerektiğini ileri sürenler arasında bir medrese öğrencisinin bazı görüşleri şöyledir (1913): ʺZamanımızda pek çok kimse vardır ki, Kurʹan‐ı Kerim ʹin yalnız namaz, abdest gibi ibadeti emrettiğini, hırsızlık, zina gibi kabahatleri nehyettiğini, hâşâ çalışmanın, yükselmek ve ilerlemenin iyiliklerini anlatmadığını zannediyorlar. Talebe‐i ulûmun okuduğu ders kendine yarar vermezse başkasına nasıl yarar verebilir?(...) Talebe‐i ulûmun ellerindeki vaaz kitaplarına gelince, gerilememizin sebeplerinden biri de budur. Çünkü bunlar, insanların çalışmasının yararlarını, milletin ilerlemesinin se¬bep ve gereklerini öğretecek biçimde değil, ʹfalan zâhit dünya matından hiç bir şeye meyletmez, daima ibadetle vakit geçirirdiʹ gibi uydurma hadis ve hikâyelerle dolu olarak yazılmışlardır. Millete atalet ve tembellik tavsiye etmekten başka bir yararları yoktur.ʺ Bazı kişiler de medresenin hiç bir şekilde ıslah edilemeyeceğini, ıslaha kabiliyeti olmadığını, medresenin temsil ettiği zihniyetin tamamen ortadan kalkması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.Meşrutiyet döneminde, medreselerin ıslahı ile ilgili görüşlerden sonra girişilen uygulamalar da şöyledir: 1.Şubat 1910ʹda Medâris‐i ilmiye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Bu Nizamnameye göre, tüm medrese öğrenimi 12 yılda tamamlanmaktadır. Programda, Matematik, Geometri, Fizik, Kimya, Astronomi, Kozmografya, Tarih, Coğrafya, Farsça gibi dersler de yer almıştır. Medreselere ancak 15‐35 yaşlar arasındakiler kaydedile‐cektir. 2.Eylül 1914ʹte, Şeyhülislâm Mustafa Hayri Efendinin çabalarıyla Islah‐ı Medâris Nizamnamesi çıkarılarak İstanbul medreseleri Darü’l Hilâfeti’l Aliyye Med‐resesi adı altında yeniden düzenlenmiştir. Bu medrese Tâlî Kism‐ı Evvel, Tâlî Kısm‐ı Sani, Âli olmak üzere üç kısma ayrılmıştır. Her kısmın süresi 4 yıldır. Her kısım dört sınıfa, her sınıf dört şubeye bölünmüştür. Tâli kısımlara 2080, Âli kısma 800 öğrenci kabul olunacaktır. O tarihte İstanbulʹda 500ʹden fazla müderris vardır. 1914 düzenlemesi ile Şeyhülislâm, meslek derslerini daha düzenli okutmayı, müspet bilim derslerine de yer vererek medreseleri, Maarif Nezareti mekteplerine benzetmeyi düşünmüştür. Nitekim 1914 düzenlemesi ile ve bazı değişikliklerle adı geçen medreseye Batı yabancı dilleri, Farsça, Tarih, Coğrafya (iki ders de u‐mumi ve Osmani), Heyet, Mekanik, Müsellesat, Hikmet‐i Tabiiye, Kimya, Resim, Terbiye‐i Bedeniye, Hıfzıssıhha, Usûl‐i Defterî, İlm‐i içtima, İlm‐i Nefs, Felsefe, Malûmat‐i İktisadiye ve Maliye vs. gibi dersler konmuştur. 3.Nisan ve Ekim 1917ʹde Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi de bir Nizamname çıkartarak, 1914 ıslahatı doğrultusunda medreselerde yeni düzenlemeler yapmış, Darü’l Hilâfeti’l Aliyye Medresesinin üzerinde Medrese‐i Süleymaniye adında bir kurum oluşturmuştur. 4 Mayıs 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince Medaris‐i ilmiye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Gerekçesinde, TBMMʹne her taraftan halkın imam, müezzin ihtiyacını karşılamak için başvurmakta olması gösterilmiştir. Nizamname TBMMʹnin etkisi altındaki yerlerdeki eski medreseleri Medâris‐i İlmiye adı altında teşkilâtlandırın ıştır. Programlarda dini, hukuki dersler KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 15 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yanında Maarif mekteplerinde yer alan bazı sosyal ve müspet bilim dersleri de görünmektedir. Öğrenjm 12 yılda tamamlanmaktadır. Özetlenen bu yenileşme çabaları ile medreseler artık günün şartlarına uyum sağlamış, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilir bir hale gelmiş oluyorlar mıydı? Bu sorunun cevabını zaman ve uygulamanın vermesine fırsat kalmadan medreseler 1924ʹte kapatılmıştır. Meşrutiyet döneminde eğitimin İdarî teşkilâtlanması Meşrutiyetten sonra Meclis‐i Kebîr‐i Maarif, 1 Başkan ve 5 üyeden kurulu daimî bir Encümen halinde düzenlenmiş ve Maarif Nezareti de aşağıdaki daireler halinde yeniden teşkilâtlandırılmıştır: 1) Tedrisat‐ı Tâliye 2) Tedrisat‐ı İptidaiye 3) Mekâtib‐i Hususiye 4) Tahrirat (yazı işleri) 5) Muhasebat 6) Sicil 7) istatistik 8) Levâzım 9) Evrak. 1910ʹda bir Tedrisat‐ı Aliye Dairesi kurulmuş, Kütüphaneler Müfettişliği kurulmuş ve Maarif Nezareti mü‐fettişleri Meclis‐i Kebîr‐i Maarife bağlanmışlardır. Mart 1912ʹde, üyeleri Darülfünun ve başka öğretim kurumu öğretmenleri ile Maarif Nezareti mensuplarından oluşan 28 kişilik sürekli bir Meclis‐i Maarif kurulmuş ve öğretim daireleri Âliye, Tâliye, İptidaiye olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, okul yapım işleri ile ilgili danışma organları kurulmuştur. Her yıl, Maarif Nazırı tarafından seçilecek 10 vilâyet maarif müdürü, 5 Sultanî ve İdadî müdürü veya öğretmeni, 5 öğretmen okulu müdür veya öğretmeni, 5 özel okullar müdür veya öğretmeni ile sayısı 12’yi geçmemek üzere Nazırın bunların dışından çağıracağı kimselerin de katılmasıyla Meclis‐i Kebîr‐i Maarifin bir ay sürecek toplantılar yapması esası da kabul edilmiştir ki, bu, Cumhuriyet dönemindeki Millî Eğitim Şûralarının İlk çekirdeği sayılabilir. 1914ʹte Nazır Şükrü Bey zamanında Meclis‐i Kebîr‐i Maarif kaldırılmış daha sonra Telif ve Tercüme Heyeti kurulmuştur. 1918ʹden sonra ise bu sonuncu kaldırılıp Meclis‐i Kebîr‐i Maarif küçük bir kadro ile tekrar kurulmuştur. Meşrutiyet dönemi eğitim bütçeleri hakkında Satı Bey, önceki dönemle karşılaştırmalı olarak şu bilgileri vermektedir: Meşrutiyetten önce muntazam bütçe yapılmazdı. Her Nezaret (Bakanlık), gerekli gördüğü yere istediği masrafı yapabilirdi. Bunun için bir irade almaktan başka bir şeye gerek yoktu. Fakat, Divan‐ı Muhasebatʹtan alman kayıtlara göre 320 (1904)‘den 324 (1908)ʹe kadar olan senelerin bütçeleri 170.000—180.000 lira kadardı. Bu bütçe içinde Mekteb‐i Mülkiye, Aşiret Mektebi gibi bazı mekteplerin mas‐rafları dahil değildi. Bunlarla beraber 200.000 lira olarak kabul edilebilir. Meşrutiyetten sonra 1909 eğitim bütçesi 660.000, 1910 eğitim bütçesi 940.000 liradır. 1914ʹte ise 550.000 liraya iniyor. Çünkü bu yıl, İdare‐i Hususiye‐i Vilâyet Kanunu (il Özel İdareleri K.) uygulandığından İdadîfer, Darülmuallimînler, Darül‐muallimatiar, İptidaiyeler, illerin özel idare bütçelerine bırakılmıştır. Bu taşra bütçelerinin o yılki masrafları 680.000 liradır ki, yukarıdaki 550.000 lira ile beraber 1914 senesi eğitim bütçesinin 1.230.000 lira olduğu anlaşılır. Demek oluyor ki, eğitim bütçesi, Meşrutiyetin ilânından 1914ʹe kadar altı yıl içinde altı misli artmıştır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 16 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Bütçelerdeki bu farkların anlamını kavrayabilmek için şu hususlara dikkat etmelidir: Meşrutiyetten önce Maarif Nezareti merkez dairelerinin masraf ve maaşları yılda 48‐
50.000 lira tutuyordu. Bu, genel eğitim bütçesinin %25ʹidir. 1909ʹda Nezaretin merkez dairelerinin masrafı genel eğitim bütçesinin %9’una, 1914ʹte %2,5 ine iniyor. Şu hususa da dikkat etmek gerekir: 1908ʹde Osmanlı Devleti çok genişti. 1914ʹte ise bir çok büyük ve kalabalık vilâyetler elden çıkmıştı. 1908 bütçesindeki eğitim tahsisatı buralara da harcanıyordu. Bu durum düşünülürse, 1914ʹte eğitime ayrılan para, 1908ʹdekine göre on‐oniki misli artmış demektir. Meşrutiyet döneminin bazı Maarif Nazırlan şunlardır: Abdurrahman Şeref Bey : 1908, 1909 Nail Bey : 1909‐1910 Emrullah Efendi : 1910‐1911,1912 Şükrü Bey : 1913‐1917 Öğretmenlik meslek örgütleri Eğitim ve öğretmen tarihimiz bakımından bu soruların cevabının bilinmesi çok önem taşır. Fakat eğitim tarihimiz ile ilgili hiç bir eserde bu soruların cevabına rastlanmaz. Örneğin, beş ciltlik (2. bask. üç büyük cilt) Türkiye Maarif Tarihi (1939 ‐ 43,1978) adlı değerli eserinde Osman Ergin, öğretmen örgütlenmesine yer vermemiştir. Yalnızca Nafi Atuf Kansuʹnun iki küçük ciltlik Türkiye Maarif Tarihi (1932) adlı eserinde şu bilgi vardır: ʺMuallimler arasında ilk teşekkül 1911 ʹde Edirne’de Mahfel‐i Muallimin olmuştur.ʺ Kansu’nun bu cümlesini L Hakkı Tonguç İlköğretim Kavramı (1946) ve R. Alaylıoğlu‐ F. Oğuzkan Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü (1. baskısı 1968) adlı eserlerine aynen aktarmışlardır. Oysa gerçek şöyle görünüyor: Yayınladığımız bir belge, ileri sürülen 1911 tari‐hini Temmuz 1908’e çıkarmakta, bu ilk öğretmen meslek örgütlerinin uğraştıkları meslekî sorunlara ilişkin ayrıntılı bilgiler vermektedir. Fakat, bu konuda Kansu’dan yapılan alıntı vs. sürüp gitmektedir. Örneğin M. Rauf İnan, Türk Tarih Kurumunda yaptığı bir konuşmada Kansuʹnun cümlesini tekrar etmekle yetinmiştir (Atatürk’ün Devraldığı Eğitim, Öğretim Durumu ve Kurumları, Atatürk Konferansları, 1975). H. Raşit Öymen de, yine aynı kurumdaki bir konuşmasında, ilk meslek kuruluşunun, l. Dünya Savaşının sonlarına doğru İstanbul’da kurulan Darülmuallimîn Mezunları Cemiyeti olduğunu söylemiştir (Cumhuri¬yet Eğitimine Geçişte Atatürkʹün Etkisi, Atatürk Konferansları, 1977). Alaylıoğlu Oğuzkan’ın 1978ʹde 2. baskısı yapılan Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü ’nde de Kan‐ su’nun verdiği 1911 tarihi değiştirilmemiştir. Yazımızdan almtı yapan fakat kayna‐ğını göstermeyen S. Kaynak’ın TÖB‐DER yayını olan Demokratik Eğitim Kurultayı (1978) başlıklı kitaptaki yazısında da, matbaa hatası sonucu ʺTemmuz 1906ʺ gibi yanlış bir tarih yer almıştır. Ondan yararlandığı anlaşılan A. Işıklfnın Siyasal Bilgiler Fakültesi yayını olan Kanun‐i Esasinin 100. Yılı (1978) başlıklı eserde yer alan bir yazısında bu kez ʺTemmuz 1906ʺ şeklindeki hatalı tarih tekrarlanmıştır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 17 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Oysa, 1970’de yayınladığımız belgeye göre bizde bilinen, resmen ve açıkça ku‐rulmuş ilk öğretmen meslek örgütünün kuruluş tarihi Temmuz 1908’dir. Bu tarihte, II.Meşrutiyetin ilân edilmesinden hemen sonra İstanbulʹda Darülfünûn ve Darülmuallimîn mezunlan Encümen‐i Muallimin adında bir örgüt kurmuşlardır. Bu girişimden çok az bir süre sonra yine İstanbul’da İdadî, Rüşdî ve İptidaî okulların öğretmenleri Muhafaza‐i Hukuk‐ı Muallimin Cemiyeti adında ikinci bir örgüt kurmuşlardır. Bunun amacı öğretmenlerin haklarını savunmak ve belgede yazıldığına göre, halk arasında eğitimin yayılmasını sağlamaktır. Başkanlığına Mercan İdadîsi Fransızca öğretmeni Zeki Bey getirilmiştir. 1908 sonlarında Encümen‐i Muallimin ile Muhafa‐ za‐i Hukuk‐ı Muallimin Cemiyeti, Cemiyet‐i Muallimin adı altında birleşmişler ve başkanlığına yine Zeki Beyi seçmişlerdir. İşte yayınladığımız belge, 28 Aralık 1908 tarihinde Zeki Bey’in Cemiyet‐i Muallimin ’in başkanı sıfatıyla yeni Maarif Nazırı Vekili olan Abdurrahman Şeref Efendiye gönderdiği örgütün kuruluşunu ve amaçlarını açıklayan bir mektuptur. Zeki Bey mektubunda bu kuruluşun amaçlarını özetle şöyle açıklar: •Meşrutiyet ve hürriyet devrine lâyık şekilde genel eğitimin yurtta yayılmasını sağlamaya çalışmak, bu konuda Maarif Nezaretine yardımcı olmak. •Avrupa’daki bazı ilmî kuruluş ve profesörlerle temasa geçmek ve bu şekilde OsmanlIların Avrupa kamuoyunda daha iyi tanınmalarına çalışmak. Mektubun öteki kısımlarında Zeki Bey, 11 madde halinde Maarif Nazırına Cemi‐
yetinin bazı görüş ve önerilerini sunmaktadır. Bunlardan birkaçı özetle şöyledir: •İlköğretime önem verilmelidir. •Orta ve yüksek öğretim paralı olmalıdır. •Çeşitli düzeylerdeki öğretmenlerin maaşları ʺâdilceʺ belirlenmelidir, vs. ilk kurulan Encümen‐i Muallimin de öğretmenlerin maaşlarını artırmaya çalış¬mak, ʺkıdem‐ehliyetʺ listeleri düzenleyerek öğretmen tayinlerinde Maarif Nezaretine yardımcı olmak, meslekleşme sorunlarına eğilmek, taşra maarif idareleriyle ilişki kurmak... vs. gibi önemli çalışmalar yapmıştır. Türkiyeʹde ilk kurulan öğretmen örgütleri ve etkinlikleri kısaca bunlardır. Daha sonra başka örgütler de kurulmuş ve gelişmiştir. Meşrutiyet döneminde öğretmenlerin çıkardıkları meslekî dergiler Meşrutiyet dönemi, çeşitli konularda olduğu gibi öğretmenlerin çıkardığı meslekî dergiler bakımından da önemlidir. Daha önceleri de bu tür yayınlar mevcutsa da bunlar asıl Meşrutiyet döneminde gelişmişlerdir ve üzerinde durulmaya değer bir önem taşırlar. II. Meşrutiyet dönemi eğitim tarihi ve öğretmen sorunlarının anlaşılmasında bu yayınların incelenmesi gereklidir. Bu dergilerin en önemlileri özetle şunlardır: 1.İstanbul’da çıkan eğitim ve öğretmen dergileri •Mirʹat‐i Maarif: İlk öğretmen örgütlerinden Cemiyet‐i Muallimin ʹin organı olarak Ocak 1909ʹda yayınlanmaya başlamıştır. 15 günlüktür. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 18 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
•Tedrisat‐ı İptidaiye Mecmuası: Şubat 1910ʹda çıkmaya başlamış, Nisan 1912’de adı Tedrisat Mecmuası olmuştur. Önceleri aylıktır, sonraları 2 ayda bir yayınlanmıştır. Maarif Nezareti adına İstanbul Darülmuallimîni öğretmenlerince yayınlanmış, ilk çıkışında Satı Beyin çabaları olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar yaşayan bu dergi Meşrutiyet döneminin en önemli meslek dergilerindendir. •Terbiye ve Oyun: İstanbul Darülmuallimîni Beden Eğitimi öğretmenlerinden Selim Sırrı (Tarcan) tarafından çıkarılmıştır. •Terbiye Mecmuası: 1914ʹten itibaren çıkmıştır. Başyazarı Satı Beydir. •Terbiye Mecmuası: Bir önceki ile aynı adı taşıyan bu dergi 1918ʹde Fenn‐i Terbiye Encümeni tarafından çıkarılmıştır. •Millî Tâiim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası: 1916ʹda çıkmaya başlamış önemli bir dergidir. •Muallim: 1916ʹdan itibaren çıkmaya başlamış önemli bir aylık dergidir ve başlıca eğitimci ve öğretmenler bu dergide yazılar yazmışlardır. •İçtihat, Sebilürreşat, Türk Yurdu gibi dergilerde de eğitim konularda önemli yazılar yayınlanmıştır. 2.Taşrada çıkan eğitim ve öğretmen dergileri Taşrada, özellikle Darülmuallimîn ve değerli eğitimci ve öğretmenlerin bulunduğu bazı kentlerde önemli dergiler yayınlanmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır: •Sây ve Tetebbu: Şubat 1911ʹde Edirne Darülmuallimîni öğretmenlerinden Nafi Atuf (Kansu) ve Mehmet Vehbi tarafından çıkarılmıştır. •Yeni Mektep: Nisan 1911ʹde Üsküp Darülmuallimîn‐i Rüşdîsi müdürü Sabri Cemi tarafından çıkarılmaya başlanmış aylık bir dergidir. •Yeni Fikir: Aralık 1911 ʹde Manastır Darülmuallimîni müdürü Ethem Nejat ve okulun öğretmenlerinden Ferit tarafından çıkarılmaya başlanmış aylık bir dergidir. Mustafa Gündüz, II. Meşrutiyetin Klasik Paradigmaları. Balkan ve I. Dünya Savaşlarının Türk eğitim tarihindeki etkileri 1.Balkan Savaşları Ekim 1912‐Kasım 1913 tarihleri arasında OsmanlIlara karşı tüm Balkan halklarının giriştiği savaşlar OsmanlIlar için büyük bir felâket olmuştur. Çok geniş Rumeli toprakları elden çıkmış, hatta Kasım 1912ʹde Bulgarlar İstanbul önlerine, Çatalca’ya kadar ilerlemişlerdir. Bu olaylar Osmanlı halkını ve aydınlarını düşmanın başarısı ve kendi yenilgilerinin nedenlerini araştırmaya itmiştir. Başka deyişle, Balkan yenilgi ve felâketleri, aydınların düşünce yapısında bir dönüm noktası olmuştur. Aydınlar, yenilgi ve felâketlerin nedenlerini araştırmış, acımasızca özeleştiriler yaparak kusurlu taraflarımızı ortaya dökmüşler ve toplumsal sorunlarla daha derinden ilgilenmeye başlamışlardır. Bu amaçla gazete ve dergilerde pek çok yazı, ayrıca birçok kitap yayınlanmıştır KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 19 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Celal Nuri (ileri) 1. Tarih‐i Tedenniyat‐ı Osmaniye (Osmanlı gerileme tarihi) 2. Mukadderat‐ı Tarihiye (Tarihin alınyazısı) 3. Ilel‐i Ahlâkıyemiz (Ahlâkî kusur ve hastalıklarımız) M. Şemsettin (Günaltay) 1. Zulmetten Nura 2. Hurafattan Hakikata İbrahim Hilmi (Tüccarzâde) (Çığıraçan) 1. Türkiye Uyan! 2. Maarifimiz ve Servet‐i İlmiyemiz. 3. Zavallı Millet 4. Milletin Hataları 5. Milletin Kusurları İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) 1. Tâlim ve Terbiyede İnkılâp 2. Terbiye‐i Avam (Halk eğitimi) Binbaşı Hafız HakkıBozgun ( Balkan yenilgilerinin psikolojik, genel ve askerî eğitim yönleri ile ilgili çok önemli bir eserdir) Binbaşı Nuri (Conker) Zabit ve Kumandan Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal Balkan Savaşları sırasında ya da az sonra yayınlanan bazı önemli kitaplar iyi farkedilmesine yardım etti. ʺToplumu kurtarıcı, ülkücü, idealist öğretmenʺ sloganı doğdu. Ancak bu, oldukça duygusal, kâğıt üzerinde bir slogan olarak kaldı... 1914ʹte çok daha büyük bir savaşa girilmesi, yeni sıkıntılar ve felâketler, 1912ʹde alınan ve kısmen doğru olan dersleri unutturdu... 1. Dünya Savaşı I. Dünya Savaşı Osmanlı toplumu için çok büyük bir felâket olmuştur. Eğitim alanında bunun etkileri, Meşrutiyetin ilk yıllarında yetişen, eskilere göre daha iyi öğrenim görmüş genç öğretmen neslinin savaşta çok şehit vererek kırılması gibi son derece olumsuzdur. Savaş nedeniyle öğretimde büyük aksamalar olmuştur. Ancak, öğretmen okulları öğretmen ve öğrencileri askere alınmamış ve çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Hatta, İstanbul Darülmuallimîninde eğitim bilimine ve kültürel etkinliklere ilişkin çalışmalar, yayınlar artmıştır. Ne var ki, 1912’den 1918 Ekimine kadar süren korkunç savaşlar ülkede genel olarak öğretimin önemli ölçüde aksa‐masına neden olmuş, pek çok öğretmen ve aydının şehit olmasına yol açtığı için Cumhuriyet döneminde uzun yıllar yetişmiş beyin gücüne şiddetle ihtiyaç duyuldu. Dünya Savaşı sırasında öğretmenlere, halkın direnme gücünü artırma gibi bîr görev de verilmiştir. İstanbulʹda çıkan Muallim dergisinin Nisan 1918’de yayınladığı bir yazı, öğretmenlerin toplum içindeki görevleriyle ilgilidir. Dergi, hükümetin iç borçlanmaya gittiğini, bunun başarılı KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 20 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
olabilmesi için öğretmenlere önemli görevler düştüğünü, çünkü toplumda İktisadî terbiyenin bulunmadığını söyler: ʺDeğil yalnız bugünkü küçük ve genç nesli, hatta ergin nesli de terbiye vazifesi ile görevli olan muallimler, iktisat ve maliye meselelerinde talebesini ve çevrelerini aydınlatmak zorundadırlar. İç borçlanma girişimi bir sınavdır ki, bunda göstereceğimiz başarıyla ’millî uyanışımızınʹ gerçeğini dost ve düşman bütün âleme kanıtlayacağız. ʺHer memlekette halkın aydınlatılmasına ihtiyaç gösteren böyle önemli ve hayatî meselelerde muallimler aydınlatıcılık görevini yapmışlardır. Bütün muallimlerimizin bu borçlanmanın önemini, sağlayacağı büyük yararları, talebelere, halka anlatarak bu iktisat sınavında milletin ve hükümetin başarılı olması için bütün güçleriyle çalı‐
şacaklarına şüphe yoktur.ʺ I. Dünya Savaşına Almanya’nın yanında giren Osmanlı Devleti, savaş başlarken ülkede bulunan karşı Devletlerin (İngiltere, Fransa, Rusya, sonra İtalya) okullarını kapatmış, Almanya’dan eğitimciler ve uzmanlar getirterek Osmanlı eğitimini geliştirmeye çalışmıştır. Böylece orta öğretime ve Eğitim Bakanlığına yüzlerce öğretmen ve uzman gelmiştir. Sultanilere (Lise) Almanca dersleri konmuş, Fransızca öğretim yapan ancak Osmanlı Devletinin resmî okulu olan Galatasaray Lisesine karşılık, Almanca öğretim yapan bir Lise oluşturulmaya çalışılmıştır. İstanbul Üniversitesine de Alman profesörler getirildiğini görmüştük. Ancak, bütün bu çalışmalar, savaşlar vs. nedeniyle etkili ve kalıcı olamamıştır. I.Dünya Savaşının öğretmenlik mesleğine geçişle ilgili şöyle bir sonucu olmuştur: Savaşta sakat kalıp bu nedenle emekliye ayrılan subayların, isterlerse ve öğretmenlik yapmalarına engel bedenî kusurları yoksa, diplomalarının düzeyine göre, ilk veya orta dereceli okullara öğretmen olarak atanmaları imkânı getirilmiştir. Bunlar hem emekli maaşını, hem atandıkları öğretmenlik kadrosunun maaşını alacaklardı. Bu emekli subay öğretmenlerin mesleğe uyumlarını sağlamak için her yıl yaz tatilinde illerde onların meslek bilgilerini artırıcı kurslar açılacaktı. I.Dünya Savaşının sonuçlarından biri de kadınların Devlet memuriyetine girmeye başlamalarıdır. O zamana kadar kız mekteplerinde tabiatiyle pek çok muallimeler, müdireler bulunuyordu; fakat kadınların genel memuriyetlerde çalışması kimsenin aklından geçmiş değildi. Kızların okumasına karşı olanların ünlü bir sloganı vardı: ʺOkuyup Mâliyede kâtip mi olacaklar?ʺ Gerçekten ilk kadın memurlar Mâliye Nezaretinde çalıştılar... Bunlar, cepheye gitmiş memurların yerine sınavla alınmışlardı. 104. Meşrutiyet döneminde köy eğitimi için ileri sürülen fikirler nelerdir? Meşrutiyet döneminde eğitim sorunları ilk kez geniş biçimde tartışılmış, ilginç fikirler, öneriler ileri sürülmüştür. Bunların çoğu o dönemde uygulamaya konulamamış olmakla beraber, bazıları Cumhuriyet dönemindeki gelişme ve uygulamaların tohumunu teşkil etmiştir: Köy eğitimi için ileri sürülen görüşler böyledir. • Mutlakıyet dönemi sonlarında 1902‐1906 arasında bazı idadîlerde Ziraat şubeleri açılması yoluna gidildiği görülmüştü. • Meşrutiyet döneminde, bizim tesbitlerimize göre, köyler için bir eğitim sistemi ihtiyacını derli toplu ilk dile getirenlerden biri Ahmet Tevfik adında bir öğretmendir. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 21 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Ocak 1912ʹde Üsküp Darülmuallimîninin çıkardığı Yeni Mektep dergisinde ʺDarül‐ muallimînler‐Çiftlik Mektepleriʺ başlıklı bir yazı yayınlamıştır. Ahmet Tevfik, ʺOsmanlI hayat ve mevcudiyetinin (varlığının) bütün süratiyle sürüklenmekte olan inkıraz (çöküş) seli önüne çekilebilecek yegâne set, kuvvetini maariften, ziraat ve sanattan almadıkça kalıcı olamaz; ülkemizin yegâne zenginlik kaynağı ziraattır ve gelecekte yine o olacaktırʺ diyordu. Ona göre Darülmuallimînlerde ziraat dersleri bulunmakla beraber, muallimler yeterli ziraat bilgileriyle çıkmıyor. Darülmuallimînler köylerde ve köyler civarında kurulacak Çiftlik Mektepleri içinde açılmalıdır. Çiftlik Mektepleri, Darülmuallimînler için gerçek bir uygulama okulu olacaktır. Böylelikle, ziraat yöntemlerini uygulama ile iyice öğrenmiş muallimler, daha doğrusu ʺçiftçi muallimlerʺ yetiştirileceği gibi, çiftlik mektebi öğrencileri de öğretim yöntemleri hakkında bilgili çiftçiler, başka deyişle öğretmenlik yeteneğini kazanmış, ʺmuallim çiftçilerʺ olarak yetişmiş olacaklardır. • Şubat 1912ʹde Tedrisat‐t Ziraiye Nizamnamesi çıkarılmıştır. Burada ziraî öğretim dörde ayrılmıştır ve herbirinin amacı şöyledir: Amele Mektepleri: ʺMükemmel çiftlik amele başısı yetiştirmek.ʺ Çiftlik Mektepleri: Tarlasını idareye yetenekli çiftçi, yarıcı, vs. yetiştirmek. Ziraat Ameliyat Mektepleri: Çiftçi ve çiftlik kâhyası yetiştirmek. Mıntıka Ziraat Mekâtib‐i Âliyesi: Büyük çiftlikleri yönetebilecek ziraat uzman ve memuru yetiştirmek, ziraat okullarına öğretmen yetiştirmek. Ancak, bu Nizamnamenin hükümleri uygulanmadan kalmıştır. Bu tarihlerde Rumeliʹde Darülmuallîmînlerin müdür ve öğretmenlerinin köy eğitimi konularını işledikleri görülür. Bunların başlıcaları İsmail Mahir Efendi, Ethem Nejat, Mustafa Şekip, Sabri Cemilʹdir. Şimdi özetle, köye göre eğitim ve öğretmen konusunda ortaya atılan önemli görüşlere bakalım: • Mutlakıyet döneminde Selânik Darülmuallimîninde müdürlük yapan, Ataürkʹün kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin Selânikʹteki yöneticileri arasında bulunan (1906), Meşrutiyetten sonra İstanbul Darülmuallimat müdürlüğüne getirilen ve yetim çocuklar için Darüleytamların kurulmasında etkinlik gösteren İsmail Mahir Efendi, Kastamonu mebusu olarak girdiği Meclisʹte köy eğitimi fikirlerini şöyle açıklamıştır (Temmuz 1914): ʺAşağı yukarı yetmiş tane sancağımız var. Bunların çiftlik olan bir yerinde, yahut arazi‐i emirîye (Devlet toprağı) ʹden bir yere, bir erkeklere bir kızlara mahsus gayet geniş leylî iptidaî mektepler yaparız. O sancakta kaç köy varsa hesaplarsınız. Nerelerde mektep yapacaksak oralardan bir kız çocuğu bir erkek çocuğu alıp mektebe koruz. Kız mektebinin bir çok tertibatı olacak: Dokumacılık, aşçılık, dikişçilik, kadınların ziraattan yapabilecekleri tavukçuluk vs. Erkek mekteplerinde de tamamiyle ziraat işleri. Bunlara dört sene tahsil‐i iptidaî gösterelim, Türk çocukları gayet zeki olur. Üç sene de Darülmuallimîn‐i İptidaiyenin programını bunlara gösteririm. Bir sene de mükemmel tatbikat görürler. Sekiz sene oldu mu? Sekiz seneye kadar o köylüleri mecbur edersiniz, muallim evlerini ve mekteplerini yapsınlar. Sonra o erkek ve kızı evlendirirsiniz. İki lira maaşla köylerine sevinerek giderler. Çünkü köyün yanıbaşında yapılacak örnek tarlanın gelirini o muallim ve muallime alır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 22 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Bundan başka çaremiz yoktur. Bu suretle Osmanlı ülkesinde yapılmadık köy mektebi kalmaz, hem de muallim ve muallimelere sahip olursunuz (Meclis sıralarında ʹyeter!ʹ sesleri). Bu mekteplere pek çok masraf gidecek sanmayın. Pirzola, kıvırcık eti değil, köylünün yediği ayran, ayranlı çorba, pilav vereceğiz. Köylü battaniyesi, üzerinde bir aba, ayağında köylü yemenisi. İşte bu suretle, az zamanda ilerleme sağlanır. Böyle yapılmazsa, Darülmuallimîn ve Darülmuallimat‐ tan talebe çıksın derseniz, ancak üçyüz senede bu muallim ve muallimeler meydana gelir (...). Yatmak için de gayet kalın ağaç karyola yaparım...ʺ • Meşrutiyet dönemi eğitimcilerinden, Manastır Darülmuallimîni müdürü Ethem Nejat ile okulun öğretmenlerinden Feritʹin çıkardıkları Yeni Fikir dergisi, tarım eğitimi konusunu en sık işleyen dergi olmuştur. Gerek orada, gerek başka yazı ve kitapçıklarında Ethem Nejat köy için eğitim ve tarım eğitimi konusuna en çok eğilen eğitimcilerimizdendir. ʺKöy yaşamını uygarlaştırmakʺ fikrini İlköğretimin en önemli amaçları arasında gösteren Ethem Nejat, ilkokulların basit uzmanlık okulları ve yatılı okullar olarak yeniden düzenlenmesini ister. Ethem Nejatʹın basit uzmanlık okulları dediği okullar, Rüşdiyeleri de içine alacak ve 6 yıl halinde, şöyle düzenlenecektir: ilk 4 yıl her okulda ortak ve genel bir öğretim‐eğitim izlenmeli, 5. yıldan itibaren bazı dersler yine ortak görülmekle beraber, okulun yer aldığı bölgenin ekonomik hayatına göre basit uzmanlık sınıflarına ayrılmalıdır: Tarım, sanat, ticaret. Bunların herbiri de, bölgenin özelliğine göre alt uzmanlık alanlarına ayrılabilir: Tarım uzmanlığı için bağcılık, şarapçılık, meyvecilik vs. gibi. Ethem Nejat, ʺçok pratik insanlar yetiştirenʺ Almanya, İsviçre, Belçikaʹda bu tür ilkokulların çok sayıda bulunduğunu, bizim ʺuzun sürede adam yetiştirmeye zamanımız olmadığındanʺ böyle okullara daha çok ihtiyacımız bulunduğunu söyler. Onun yatılı ilkokullar önerisi ise, bu basit uzmanlık okullarının köylerde yatılıya dönüştürülmüş biçiminden başka bir şey değildir. Ancak bunlar, mıntıka ( bölge) okullarından farklıdır ve mümkünse her köyde kurulacaktır. Yatılı köy ilkokullarının amacı hiç bir zaman orta dereceli okullara öğrenci ve ilçeye tahrirat memuru yetiştirmek değildir. Bu okulların ruhu tarım olacaktır. O, çocuklar üzerinde eğitimin etki‐sini daha iyi gösterebilmesi, eğitimin daha ciddî yapılabilmesi için yatılı köy ilko‐
kulları kurulmasını gerekli görür. ʺRumeliʹde Bulgarlar bu okullardan açıyorlar ve büyük yarar sağlıyorlar. Önce büyük bir samanlığa pencereler koyup sağlık şartla‐rına uygun hale getirerek açıyorlar. Sonra iyi binalar yapıyorlar. Manastır yakınındaki Paralov köy yatılı okulunu iki erkek bir hanım öğretmen yönetiyordu. Hanım öğretmen geceleri çalışıyor ve çocukların ahlâkî, toplumsal eğitimi ile uğraşıyordu. Çocuklara iki kez iki tabak yemek, beyaz ekmek, sabahlan çay veriliyordu. Pratik düşünülecek ve öğretmen sağlanacak olursa biz de yatılı ilkokulları pek kolay açabiliriz. Fakat bir Amerikalı gibi (kadar) pratik olmayıp, müşkülpesent ve kararsız bir Şarklı kafası ile düşünürsek kararımız ʹolmazʹ olacaktır!ʺ Yeni tip köy ilkokullarına tarım ve kültür derslerini iyi öğrenmiş öğretmenler atanacaktır. Bunlar illerde açılacak öğretmen okullarında yetiştirilecektir. Kentlerin dışında kurulacak bu öğretmen okullarının geniş toprakları bulunacak, KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 23 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
öğretmenlerinin hepsi ilgili dersin en iyi bilindiği bir Batı ülkesinde yetişeceklerdir. Örneğin, Ziraat okutacaklar, Amerika, İngiltere, Macaristanʹda, Fizik, Kimya, Tabiat bilgisi okutacaklar Almanya’da, Beden Eğitimi ve Elişleri öğretecekler İsveç’te yetiştirileceklerdir. Bunlar eski tip öğretmenlerle beraber çalıştırılmamalı, beraber çalışmaları kaçınılmazsa, okulun müdürlüğü yeni öğretmenlere verilmelidir. • Üsküp Darülmuallimîn‐i Rüşdîsi müdürü Sabri Cemil ve öğretmenlerinden Mustafa Şekipʹin de köy eğitimi, köy öğretmeni konularında görüşleri vardır. • Edirne Darülmuallimîni ve müdürü Nafi Atuf tarafından çıkarılan Sây ve Tetebbu dergisinde Eylül 1912’de çıkan imzasız bir yazıda şöyle deniyordu: ʺKöylerin İçtimaî hayatları son asrın gerektirdiği düzeye getirilmelidir. Gençlerimiz, senelerce Rabbiyessir (’Tanrım kolaylaştır, güçleştirmeʹ anlamında dua) okuyan fakat hayatta hiç bir vakit güçlüklerden kurtulmamaya mahkûm olan halka öğretmen olmalıdırlar.ʺ • Nihayet, Meşrutiyet döneminde köy eğitimi konusunda son bir örnek olarak M. Şemsettin (Günaltay)ʹın 1914ʹte yayınladığı görüşlerine değinelim: ʺBirkaç yerdeki köhne İdadilerin ismini değiştirmek veya şehirlerde memur çocukları için herşeyi okutmak fakat hiçbir şeyi öğretmemek şartıyla faydasız bir kaç mektep açmakla Anadolu uyandırılamaz.ʺ Yazara göre, köylünün durumunu iyileştirecek en âcil tedbirlerden biri mıntıka (bölge) mektepleri açılmasıdır. Bunlar birkaç köyün çocuklarına yatılı ilkokul eğitimi verecekler, ziraat öğreteceklerdir. Çocuklar, velilerinden sağlanan tarhana, bulgur, yoğurt ile beslenecekler, fakat ʺinsanca yemeği öğreneceklerdir, bu köylüler için o kadar büyük bir ilerlemedir ki!ʺ Her mıntıka mektebinde bir Darülmuallimînden, bir Ziraat mektebinden mezun iki esaslı muallim bulunmalıdır. Öteki muallimler başka okul mezunlarından olabilir. ʺKöylü çocukları¬nı köylerinde mesut yaşatacak, tüketici değil üretici olacak biçimde yetiştirmeliyiz. Fakir bir köylü çocuğunu Sultanî mekteplerine sokarak nazarî birçok şeyler öğrettikten, kendisine, köyüne, köylü hayatına nefret ettirecek bir tahsil verdikten sonra dışarı atmak, hem onu mutsuz hem de memlekete ihtirası bol, serveti yok, faydasız, belki zararlı bir unsur yetiştirmektir. Köylü çocuklarını da hükümet kapısına göz dikecek, üç‐dört kuruşluk bir maaş bulabilmek için rast gelenin eteğini öpmeğe mecbur edecek biçimde yetiştirirsek bu memleketin geleceğinden şimdiden ümidi keselim!... Maarif Nezareti ile beraber hepimiz âlim yetiştirmek nazariyesini bırakıp adam yetiştirmek esasını kabul etmeliyiz. Nazariyeci âlim yamaklarından memlekete hayır ve kurtuluş gelmez. Memleket sözcü değil işçi, tüketici değil üretici unsurlara muhtaçtır. Meşrutiyet döneminde halk eğitimi çalışmaları 23 Temmuz 1908ʹde, Meşrutiyetin tekrar ilânından itibaren ülkenin her yanında yoğun bir halk eğitimi çalışması başlamıştır. Bu çalışmayı özellikle, siyasî partiler, dernekler, okullar yürütmüş, basın da halkı teşvik etmiştir. Bu halk eğitimi faaliyetleri daha çok gece dersleri, konferanslar, kurslar... şeklinde yapılmıştır. Okuma imkânı bulamamış KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 24 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yaşlılara, kızlara, yoksul çocuklara, tutuklulara okuma yazma, hatta bazı meslekî bilgiler öğretilmeye çalışılmıştır. Üzerinde durulan derslerin bir kısmı şunlardır: Okuma Yazma, Hesap, İktisat, Defter tutma, Ziraat,. Elektrik, Yabancı Dil, Dikiş, Nakış, Hastabakıcılık ... Bazı dinî yayınlarda, vâizlerin Meşrutiyet rejimini halka anlatıp benimsetmeleri gerektiği de yazılmıştır.Meşrutiyet döneminde hemen her alanda olduğu gibi, halk eğitimi alanında da, özellikle Balkan Savaşları felâketleri uyarıcı olmuştur. 1908’den sonra bir çok kadın dernekleri kuruldu. Bunların Balkan Savaşları sırasında toplantılar, konferanslar düzenlediği görülür. Ocak ve Şubat 1913’te Darülfünûnda yaptıkları toplantılarda, genellikle öğretmen kadınlar konuştular ve Balkan Savaşlarında Bulgar, Sırp, Yunanlıların Türklere karşı giriştikleri soy kırımı ve vahşeti, insan hakları savunuculuğunu yapan Avrupa Devletlerinin bu duruma seyirci kalıp bilakis zulmü teşvik ettiklerini dile getirip protesto ettiler. Toplantılarda özetle şu kararlar alındı: a) Ülkede sanayi ve ticaret teşvik edilmelidir, b) Yerli malı kullanılmalıdır, c) Hindistan, Türkistan, Rusyaʹdaki Türk kadınlarına telgraf çekerek Hıristiyanların zulmü anlatılmalı, bu kadınlardan yardım istenmelidir, d) Hıristiyanların Balkanlarda giriştikleri vahşete tepki göstermeleri için Avrupa Kraliçelerine telgraf çekilecektir, e) Osmanlı ve başka ülkelerdeki Türk kadınlarından maddî yardım (ziynet eşyaları vs.) toplanacaktır. 1908ʹden sonra, Türk Derneği, Türk Yurdu ve 1911ʹde Türk Ocağı dernekleri kuruldu. Bunlar, o dönemde gittikçe güçlenmekte olan Türkçülük akımı lehinde konferanslar düzenliyor, yayın yapıyorlardı. Baltacıoğluʹnun Türk Ocağı konferansları içinde 1913’te verdiği Terbiye‐i Avâm (halk eğitimi) başlıklt bir konferans 1914ʹte basılmıştır. Bu kitapçık, halk eğitiminin anlamı, konusu, kapsamının belirlenmesinde bizde ilk ve önemli eserlerdendir. Bu nedenle üzerinde durulması gerekir: Baltacıoğlu, Meşrutiyetin başında açılan gece derslerini şöyle değerlendirir: ʺBu derslerden amaç ne idi? Cahil halkı terbiye etmek değil mi? Fakat bu dershaneler kısa bir müddet yaşayabildi. Buna neden olarak, ’para yokʹ, ʹöğretmen yok’, ʹhalkta, heves yokʹ diyenler oldu. Bunlar da birer sebepti, ama, asıl sebep, bizim ʹavâm ter biyesiʹ (halk eğitimi)ni bilmememiz idi. Biz sanıyorduk ki, hammallara, satıcılara biraz Alfabe, Kıraat okutuvermekle onların düzeyini yükseltmiş ve onları eğitmiş olacaktık! Fakat olaylar bizi yalancı çıkardı. Çünkü, ne o hammallar derse devam ettiler, ne de okuyanlar biraz olsun değişti! Gerçekten, halkın eğitimi böyie basit bir okuma yazma He değişemezdi!ʺBaltacıoğlu, ʺo halde halk eğitimi nedir?ʺ dîye sorar ve der ki: ʺHalk eğitimi, özellikle bizim gibi bedenî; zihnî çöküşlere, iflaslara uğramış bir memlekette, halkın çürüyen ciğerlerini, kuvvetsiz bacaklarını kurtarmak, kör gözle¬rini açmak, donmuş kalbini işletmek, kuruyan azmini, teşebbüsünü canlandırmaktır. İşte, bu memlekette halk eğîtimi budur; Alfabe, Kıraat okutmak değildir...ʺ Baltacıoğluʹna göre, böyle bir halk eğitimi verilmediği içindir ki insanlarımız bayrağına, vatanına, ticarete... ilgisiz kalıyor. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 25 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Baltacıoğlu, halkı eğitmek için, önce, halkın nelerden etkilendiğini, terbiyesinin nelerden bozulduğunu araştırır ve özetle, der ki: Halkın terbiyesi, cahil vâizlerin elinde, kahvehanelerde, tekkelerde, evlerde, sokaklarda bozuluyor, dilencilerle karşılaşmaktan, şehirlerin içindeki mezarlıklarla içiçe yaşamaktan bozuluyor... Vaizlerle İlgili olarak der ki: ʺHalkımızın terbiyesi camilerde cahil vâizlerin elinde bozuluyor. Burada demek istediğim, halkın kalbini miskinlik, dünyaya ilişkin nefretle dolduran, miskince kanaati, çalışmamayı bir din ve ahlâk gibi telkin eden cahil vâizler güruhudur. Halkın mukadderatına en çok etki edenler, biz eğitimciler değil, bu cahil vaizlerdir. Halk bizim konferanslarımızı dinlemeye gelmez, fakat camideki yanlış telkinleri dinlemekten zevk alır. Cahil vaizler, masum halkın ruhuna giriyorlar, kalplerine zehir akıtıyorlar ve başarıyorlar! Camide o zehirleri alan halk hayatta çalışmaz, emelsiz, isteksiz yaşar, sürünür, dilenir... bir halk oluyor. İşte, bizde cami öğütçülerinin istediği, böyle mezarlık bir millettir.ʺ Mehmet Âkif de, Balkan Savaşları sırasında Bayezid, Fatih ve Süleymaniye camilerinde çok önemli konuşmalar yaparak halkı aydınlatmaya, uyandırmaya çalışmıştır. O konuşmalarını bazı Âyetlerin yorumu ile desteklediği için geniş bir dinleyici kitlesi bulmuştur. Bu konuşmalar, ayrıca Sebîlürreşat gazetesinde basıldığı için her tarafa yayılmıştır. Akif’in görüşleri özetle şöyledir: Batılılar, ele geçirmek istedikleri bir memleketin halkı arasına önce tefrika (ayrılık, bölücülük) sokarlar ve çeşitli toplumları birbirine düşürüp boğuştururlar. Emrullah Efendi’nin Türk eğitim tarihindeki yeri Mülkiye Mektebinden mezun olan Emrullah Efendi (1858‐1914) Mutlakıyet dö‐
neminde Yanya, Selanik, Halep, İzmirʹde maarif müdürlüğü, sonra Meclis‐i Maarif üyeliği, Darülfünûn hocalığı yapmış, 1908’den sonra Galatasaray Sultanîsi müdürlüğünde bulunmuş, 1910‐1911 ve 1912ʹde iki kez Maarif Nazırlığı yapmıştır. Onun eğitim tarihimizde yer tutması, özetle, aşağıdaki nedenlerden ileri gelir: 1.1886ʹda Selanik’te Mecelle‐i Muallimin adında bir öğretmen dergisi ile 1902’de Muhitülmaarif adlı ansiklopedik bir lügat ve 1911ʹde Yeni Muhitülmaarif adında on beş günlük bir gazete yayınlamıştır. 2.İdadileri Sultanî yapmış, 1912’de Darülfünûn Nizamnamesini çıkarmıştır. 3.O, Sultanîlere Felsefe ve Malûmat‐ı Medeniye ve İktisadiye derslerini, ilkokullara da Riyaziyat, Tabiiyat, Beden Eğitimi, Hıfzıssıhha, Musikî, Memleket Coğrafyası, Memleket Tarihi, Umumî Tarihe ait kısa bilgi, Köy İktisadı ve Sağlığı, Terbiye‐i Ahlâkiye ve Vataniye derslerini koydurmuş ya da bunların daha fazla özenle ele alınmasını istemiştir. 4.Tûba Ağacı Nazariyesi denen bir görüş ortaya atmıştır. Buna göre eğitimde yenileşme ve düzenlemeye aşağıdan (ilköğretimden) değil, yukarıdan (Darülfünundan) başlanmalıdır. Cennetteki Tûba Ağacının kökleri yukarıda, dalları ve meyve‐leri aşağıdadır. Bizim eğitimimiz de yukarıdan aşağı geliştirilebilir. Çünkü bizde önce bilimsel zihniyet kurup geliştirmek gereklidir: Bunu da Darülfünûn KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 26 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
yapabilir. Ona göre insanlığın gelişmesi de bilimlerin üniversitelerde geliştirilmesi ile sağlanmıştır. Ayrıca, ülkelerin ivedilikle ihtiyaç duyduğu ʺyetişmiş insan” da ancak kısa sürede Üniversite tarafından yetiştirilebilir. Oysa, eğitim reformuna ilköğretimden başlamak hem uzun sürede ürünlerini verir, hem de kapsamı nedeniyle çok masraflı olur. 5. Fakat Emrullah Efendi Nazırlığı sırasında ilköğretime de önem vermiştir. Hatta, Tûba Ağacı Nazariyesini savunurken bile o aslında eğitimin temelinin ilköğretim olduğunu söylemiştir. Bizde ancak, 1948’de gerçekleşecek olan ʺilkokul öğretmenlerine Devlet bütçesinden maaş verilmesiʺ ilkesini savunmuş, halkın yıllık olarak ya da bir süre parayla tuttuğu ʺyıllıkçı muallimlerle ya da mahallî gelirlerle ücreti karşılanan muallimlerle ilköğretimin gelişemeyeceğini söylemiştir. Ona göre Devlet ilkokul öğretmenlerinin maaşını kendisi vermeli, onlar üzerinde her türlü yetkiye sahip olmalı, fakat okul binalarının yapımında halkın katkısı istenmelidir. 6.ʺMuallimlik bir meslektirʺ diyerek gelişmesi için çaba harcamıştır. Bunun için, memurlardan ek görevle okuldan okula derse koşan ʺseyyar muallimleriʺ kaldırma, öğretmenlerin maaşlarını artırma yoluna gitmiştir. O, öğretmenin, saygınlığını bilgisi ve uygun davranışları ile koruması gerektiğini vurgulamıştır. Satı Beyin Türk eğitim tarihindeki yeri Mülkiye Mektebinden mezun olan Satı Bey (1880‐1968) aslen Araptır. Kayma‐kamlık ve öğretmenlik yapmıştır. II. Meşrutiyetin ilânından sonra bir süre İstanbul Darülmuallimîni müdürlüğünde bulunmuştur. Satı Bey, Türkçü değil, Osmanlıcı görüşlere sahipti. Fakat Türkçüler kendisine büyük saygı duyuyorlar ve ona, eğitim bilimi konularında değerli çalışmaları nedeniyle ʺTürk Frobelʹiʺ diyorlardı. Asyaʹdaki Türk ülkelerinden bir çok öğrenci gelip Darülmuallimînde ondan yararlanmaya çalışıyordu. Ancak, Satı Bey, 1918ʹde, I. Dünya Savaşının ülkeyi içine düşürdüğü felâket günlerinde ülkeden ayrılıp Suriyeʹye gitti ve Arap milliyetçiliğinin hizmetine girdi. Daha sonraları da bazı Arap ülkelerinde önemli eğitim görevleri üstlendi. Onurı eğitim tarihimizde yer tutması başlıca şu nedenlerden ileri gelir: 1.Darülmuallimîn müdürlüğü sırasında daha önce açıkladığımız yeniliklere, düzenlemelere girişmiştir (Soru 98). 2.Darülmuallimîn ve çeşitli düzeylerdeki okulların programlarında Terbiye‐i Bedeniye, Resim, Elişi, Musikî derslerinin yer alması ve bu derslerin gelişmesinde büyük çaba göstermiştir. 3.Malûmat‐ı Ziraiye, İlm‐i Hayvanat, İlm‐i Nebatat, Dürûs‐i Eşya, Ziraî Tatbikat, İlm‐i Akvam, Fenn‐i Terbiye (2 cilt) kitaplarını ve eğitim konusunda pek çok makale yazmış, konferanslar vermiştir. 4.Toplumda herkesin öğretmenlik yapabileceği zihniyetine karşı çıkmış, öğretmenliğin özel yeteneklere, bilgilere dayanan bir meslek olduğunu savunmuştur. Ona göre, ʺbu gerçeğin anlaşılamaması eğitimimizin en büyük yarasıdırʺ. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 27 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Satı Beye göre, eğitim meselesi bizde önce bir para meselesinden ibaret görül‐müş ve bazı güzel mektep binaları yapılmış, okullar araç gereçle donatılmıştır. Fakat bu güzel binalar çok yerlerde pislik içinde kalmış, sağlanan âlât‐ı fenniye (laboratuvar araç gereçlerinin yüzde onundan bile yararlamlmamıştır. Meşrutiyet başında, asıl meselenin muallim meselesi olduğu anlaşılmış, fakat bu işe de hazırlıksız ve çok geniş olarak başlanmış, ilk hamlede otuzdan fazla Darülmuallimîn açılmıştır. Bu mesele en önemlisidir. Fakat alelacele ve çok sayıda öğretmen yetiştirmek yanlış olduğu gibi, öğretmenleri yalnız bilgili ve ahlâklı yetiştirmek de yetmez. Muallimlik her şeyden evvel mürebbilik demektir. Tâlim ve terbiye ise bir hüner, bir sanattır. Bunun yöntem ve ilkeleri Batıda uzun inceleme ve tecrübeler sonunda belirlenmiştir. Bizim muallimlerimizde en eksik olan şey, bu hüner‐i tâlim, usûl‐i terbiye, bir başka deyişle eğitim ve öğretim yöntemleridir. Bu nedenle, bilgili, hatta âlim muallimlerimiz arasında bile gerçek bir muallimin niteliklerine sahip olanlar pek nadirdir. 5.Ona göre ülkede eğitim reformu Cennette bulunduğu varsayılan “Tûba Ağacı” gibi değil, doğal ağaçlar gibi, örneğin “Kiraz Ağacı” gibi yapılandırılmalıdır. Bu da işe ilkokullardan başlamayı gerektirir. ʹTûba Ağacı Nazariyesi”ni Eğitim Bakanı Emrullah Efendinin ortaya attığı az yukarıda görülmüştü. Satı Beye göre, Tûba Ağacı Nazariyesini savunanlar, iki iddia ileri sürerler: a) Dünyanın her tarafında önce yüksek öğretim geliştirilmiş, sonra ilköğretim ele alın‐
mıştır. b) Bize her şeyden önce, yüksek öğrenim görmüş bir aydınlar topluluğu lâzımdır. Oysa, çürük bir ilköğretime dayanacak yüksek öğretim hiçbir zaman gelişemez. Üstelik her ülkede eğitimin gelişmesi önce yüksek öğretimden başlamamıştır. Fransa, İtalya, İspanya, Ingiltere gibi uygarlık hayatı bir‐iki asrı geçen ülkelerde önce üniversiteler gelişmiştir. Fakat, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan gibi uygarlık hayatı bir asrı geçmeyen ülkelerde üniversiteler, ilkokullardan sonra kurulmuştur. Örnek: Japonyaʹda ilkokullar ve öğretmen okulları 1870ʹde düzene konmuş, ilk üniversite 1877ʹde açılmış, ikinci bir üniversite açılmasına ise 1899ʹda girişilmiştir. Yu‐nanistanʹda ilkokulların ve öğretmen okullarının açılmasına 1824ʹte başlanmış, üni‐versite 1837ʹde açılmıştır. Bulgaristanʹda da üniversitenin açılışı 1888ʹde olduğu halde, ilköğretim 1870ʹlerde geliştirilmeye çalışılmıştır. Satı Bey, bizde Tanzimat döneminde Darülfünûn kurulması çalışmalarının başarısızlığını ʺönce yukarıdanʺ başlanmakla, buna karşılık bazı okullarımızdaki başarılı Öğretimi ise, bunlara hazırlayıcı okulların bulunması ile açıklar ve der ki: ʺEğitim tarihimizde, açılan kurumlar arasında faydalı olan ve devam edenlerin hepsi, temeli ihmal edilmemiş olanlardan ibarettir: Mekteb‐i Harbiye ve hatta Mekteb‐i Tıbbiye, ancak altlarındaki Askerî İdadileri ve Rüşdiyeleri sayesinde yaşadı. Mekteb‐i Mülkiye ancak, bünyesindeki İdadî sınıfları sayesinde güç ve hayat buldu. İdadiye mektepleri hep içlerindeki Rüşdiye sınıfları sayesinde ürün verdi. Şu halde, bizim eğitim tarihimiz, yüksekten başlamanın sakıncalı olduğunu, her öğretim kurumunun teme¬le muhtaç olduğunu gösteriyor.ʺ KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 28 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Fakat, Satı Beye göre, bir İdadî mektebi kurmak için ülkenin iyi ilkokullarla dol‐masına ve Darülfünûn kurmak için ülkeyi iyi İdadîlerin kaplamasına gerek yoktur. Çünkü, böyle olmasını beklemek çok zaman geçmesine yol açar. Bu nedenle, öğ‐retimin yüksek derecelerini kurmak için bu kadar beklemek doğru değildir. Şüphesiz birkaç iyi ilkokul bir İdadîye, birkaç İdadî bir Darülfünuna mahreç (kaynak) ve temel teşkil edebilir. Satı Bey, bizde eğitim ıslahatının ilköğretimden başlamasını uygun görmekle beraber, eğitimin tüm düzeyleri arasında ilişkilerin bulunduğunu, hiçbirinin ötekilerden bağımsız, kopuk biçimde ele alınamayacağını da ileri sürmüştür. 6.Ona göre, ʺsiyasî ve İdarîʺ nitelikli olan Meşrutiyet idaresi bir amaç değil, ancak bir araçʹtır. Amaç, Meşrutiyet idaresine ʹ’İçtimaî’’ (toplumsal) bir yön vermek, gerçek hürriyeti ve ciddî toplumsal ilerlemeyi sağlamaktır. Bu ancak öğretmenler ve İlkokullar sayesinde başarılabilir. 7.O, öğretmen adayı öğrencileri ülkenin güncel ve önemli sorunları ve çözüm yollan konusunda aydınlatmaya, düşündürmeye büyük önem vermiştir. Örneğin, Kasım 1909’da Darülmuallimîn öğrencilerine “Niçin Geri Kaldık?” başlıklı bir konfe‐rans vererek bunun nedenlerini şöyle açıklamıştır: •Halkımızın bilgisizliği •Yanlış kader ve tevekkül anlayışımız •Dinî taassup. Satı Beye göre, OsmanlIların ilerlemeye niyet ettiği III. Selim döneminden 31 Mart 1909 olayına kadar ilerlemeyi durdurup ülkeyi geri götürmek isteyenler hep “din”i kendilerine siper yapmışlar ve bu konuda bilgisiz halkın dinî duygularını sömürmüşlerdir. •Azim ve sebat noksanlığı. Bu özelliğimiz de esasta şu nedenlerden kaynak‐
lanmaktadır: a) Âile içinde çocukların uslu, korkak, pasif yetiştirilmeleri b) Okullarda öğretmenlerin sürekli çalışan, azimli çocukları küçümsemesi ve bu durumu sanki “kalın kafalılık ve zekâ eksikliği” gibi görmeleri c) Aydmiar olarak kendimize, ırkımı» za güvensizliğimiz d) Batının üstünlüğünü ve ona artık yetişemeyeceğimizi peşinen kabullenmemiz. 8.Öğretmenleri ilk kez ʺorduʺya benzeten odur. Böylece öğretmenlerin bireysel: etkinliklerinin yanında, toplu etkinliklerde bulunabileceğini önemle ortaya koymuşi tur: ʺBir ordu ki, dış ve maddî düşmanlara değil, iç ve manevî düşmanlara karşı, savaş ile görevli Bir ordu ki, düşmanların en güçlü ve öldürücüsü olan cehaleti imha ile görevli! Milletlerin mukadderatı asıl orduları kadar, hatta ondan daha çok,ʹbu manevî ordularının güç ve çabasına bağlıdırʺ 9.Bizde ilk kez öğretmen‐politika ilişkilerini ele alıp işlemiş ve bu konuda öğretmenleri aydınlatmıştır. Ona göre öğretmenlerin, Devletin yönetimi ve ulusal çıkarlar konusuna ilgi duymaları doğaldır. Fakat öğretmenler, çeşitli düşmanlık ve kinlere sebep olan parti çekişmeleri şeklindeki günlük politikaya karışmamalıdırlar. Öğretmenler iyi seçmenler yetiştirmelidirler. 10.Ziya Gökalp’le giriştiği ciddi ve bilimse! tartışmalarda eğitimin mutlaka mîllî olmayacağını, millî terbiyenin yurtseverlik terbiyesi çerçevesini geçmemesi gerekliğini savunmuştur. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 29 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
10.Okul müzeleri kurmuştur. 11.Mezun ettiği öğretmenleri gittikleri yerlerde izlemeye, onların karşılaştıkları sorunlardan öğretmen yetiştirmede ders almaya çalışmıştır. 12.Öğretmenlerin hizmetiçi eğitimleri konusunu ilk kez ayrıntılı olarak ele almış, uygulamalara gitmiş, fikirler üretmiştir. O, ʺmuallimlerin tensik ve ıslahıʺ dediği hizmetiçi eğitimleri için her yıl öğretmenlere yazın bir ay Fenn‐i Terbiye ders ve uygulamaları yaptırılmasını gerekli bulur. İstanbul Darülmuallimîni bu çalışmaları yap‐mıştır. Satı Bey, taşradaki öğretmenlerin mutlaka İstanbulʹa çağrılarak eğitilmelerine gerek bulunmadığını söyler, bunun için ʺseyyar heyet‐i tâlimiye ve tensikiyelerʺ (gezici hizmetiçi eğitim yapan gruplar), oluşturulmasını önerir. Tevfik Fikretʹin Türk eğitim tarihindeki yeri Galatasaray Sultanîsi mezunu olan Tevfik Fikret (1867‐1915), bu okulda önce öğretmenlik, 1909‐1910ʹda müdürlük, Robert Kolej’de Türkçe öğretmenliği yaptı. Eğitim tarihimizde başlıca aşağıdaki nedenlerle yer tutar : 1.Şiirleriyle Batılı düşünüşü Türkiyeʹye sokmaya çalıştı, zulme, baskıya, kötülüklere isyan etti. 2.Şiirlerinde genellikle gençlere ve çocuklara seslendi, çocuklar için Şermin adında bir şiir kitabı yazdı. Şiirleriyle bütün bir gençliği yurt sevgisi konusunda etkiledi. Atatürk de ona ʺhayranlığınıʺ belirtmiş, bazı mısralarını konuşmalarında zik‐retmiştir. Gençlere ithaf ettiği Ferda şiirinde onlara şöyle seslenir: Vatan gayurinsanların omuzlan üstünde yükselir,Doymaz beşer dedikleri kuş itilâlara, Gençler, bütün ümid‐i vatan şimdi sîzdedir. (...) Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır, Yükselmeyen düşer, ya terakki ya inhitat! Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır! Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara, 3.Satı Beyle olan dostluğu nedeniyle Darülmuallimînde de hocalık yaptı ve Darülmuallimîn marşını yazdı. 4.Galatasaray Sultanîsi müdürü iken yeni ve ilginç uygulamalara girişti : Öğrencilere konferanslar verdirdi, müsamereler yaptırdı, okul hekimliği kurdu. Onlarla sevgi, anlayış dolu bir öğretmen olarak yakından ilgilendi. 5.Açmayı düşündüğü Yeni Mektep adındaki özel okulda (8‐12 yaş çocukları için) Osmanlıların etkilendikleri kuramsal Fransız eğitim sistemini değil, pratik ve yararcı Anglo‐Sakson sisteminin uygulanacağını söylemiştir. Ethem Nejatʹın Türk eğitim tarihindeki yeri Üsküdar İdadîsi ve Ticaret Mekteb‐i Âlisinden mezun olan Ethem Nejat (1882‐ 1921) Mutlakıyet döneminde gazetecilik yaptı, Avrupaʹya kaçarak rejimle mücadele etti. 1908ʹde dönerek kendisini öğretmenlik ve eğitimcilik mesleğine adadı. Manastır, Bursa, İzmir Darülmuallimînlerinde müdürlük, Beden Eğitimi, Pedagoji öğretmenliği ve KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 30 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Muğla, Eskişehir, Adana, İzmir eğitim müdürlüğü yaptı. Eylül 1918ʹde Almanyaʹya gitti ve bu tarihten sonra Marksist görüşleri savundu. Onun, eğitim tarihimizde yer tutması, aşağıdaki nedenlerdendir: 1.Eğitimle ilgili önemli eserler yazmıştır: Mektepçilik, Yiğit Türkler, Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, Çocuklarımızı Nasıl Büyütmeliyiz? Terbiye‐i İptidaiye Islahatı, vs. Ayrıca, daha önce gördüğümüz Yeni Fikir dergisini çıkardı. O, 1918ʹden önceki döneminde yazdığı bu eserlerde Türk‐İslâm düşüncelerinden, milliyetçilik ve yurt‐
severlikten kaynaklanan görüşler savunmuştur. 1918ʹden sonra eğitimle ilgili yazı¬ları azdır. Bunlardan en önemlisi Darülmuallimînli Gençlere başlıklıdır ve bunlarda Marksist görüşler savunmuştur. 2.Eğitim düşünceleri özellikle Balkan felâketleri ile gelişmiş, bilgiden çok mîllî duygulara dayanan, gençleri canlı, güçlü, becerikli yetiştirmeye yönelik bir eğitimi savunmuştur. O, Beden Eğitimi, Müzik, El İşleri, Tarım derslerinin önemle ele alın‐
masını istemiştir. Bir yazısında şöyle der: ʺSenelerden beri biz yenilgi için bilerek, bilmeyerek ha‐
zırlanmışız. Babalarımız, dedelerimiz uyumuşlar, ’okuma’ diye medreselerin karan¬lık ve öldürücü köşelerine çekilmişler, hayat ile ilgisiz yaşamışlar. Mektepler açmı¬şız, maksat ’açtık’ denilsin, sadece bir gösteriş... O açıdan mektepler yine taze ha¬yatlar verememiş... İnsan yetiştirememişierdir... 3.Tarıma dayanan ve köylerin kalkınmasına katkıda bulunacak bir eğitimi ilk savunan, bu konuyu son derece ayrıntılı işleyen bir eğitimcidir. Bu görüşleri ile, Cumhuriyet döneminde açılan Köy Enstitülerinin fikir öncülerinden sayılır. 4.Çevre korunması ile ilgili olarak ilk kez fikir üreten ve uygulamaya girişen bir eğitimcidir. Bu amaçla, öğrenci ve öğretmenler arasında bir dernek de kurmuş,okullar kanalı ile ilk ʺağaç bayramıʺ etkinliklerini başlatmıştır. 5.Öğretmen okulu öğrencilerini köylere götürerek köylülerle temas ettirmiş, onlara sosyal çevrelerini tanımayı öğretmiştir. Bu öğrencilere günlerce süren uzun yürüyüşler yaptırarak yurdu tanımalarına çalışmıştır. Mehmet Âkifin Türk eğitim tarihindeki yeri Mehmet Âkif Ersoy (1873‐1936), İstanbulʹda Baytar Mektebini bitirmiş, bu mes‐lekte ülkenin birçok yerlerini gezmiştir. II. Meşrutiyetin ilk yıllarında Halkalı Ziraat Mektebinde Kitabet, Darülfünunda Edebiyat hocalığı yapmıştır. Millî Mücadeleyi desteklemek için Ankaraʹya gelmiş, Kastamonu, Konya ve başka kentlerde halkı vaaz’larla kurtuluş yolunda aydınlatmıştır. Burdur milletvekili olarak TBMM’ne girmiş, Şubat 1921ʹde İstiklâl Marşıʹnı yazmıştır. 1926‐1936 arasında kaldığı Mısır’da Üniversitede Türk Edebiyatı okutmuştur. O, l. Dünya Savaşı yıllarına kadar İslâm birliğini savunan bir şairdir ve ʺkavmiyetʺ dediği milliyetçilik akımına karşı çıkmıştır. Fakat, olayların milliyetçilik akımını haklı çıkarması üzerine o da bu görüşe yaklaşmış ve İstiklâl Marşıʹnda ʺırkʺ terimini benimseyerek kullanmıştır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 31 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Mehmet Âkifin temel eseri, çeşitli zamanlarda yazdığı şiirleri toplayan ve 7 kitaptan oluşan Safahatʹ tır. Sanatını toplumsal sorunları, dertleri acımasızca deşmek için kullanan Mehmet Âkif eğitim, öğretim konusuna da pek tabiî eğilecekti. Bu alanda fikirleri şöyledir. O, Tanzimattan sonra açılan mektepleri eleştirir: Bu kurumlar ʺmüstehlikʺ (tüketici) adam yetiştirmektedir. Bunlardan ülkenin işine yarayacak, ihtiyaçlarını giderecek adam çıkmamaktadır. Çünkü öğrenciler ʺgörmeden okumakta, hayatı anlamamaktadırlarʺ. Mekteplerden çıkanlar Batının müsbet bilimini değil, kötülüklerini alıp gelmektedirler. Bu durumun sorumluları, millî, dinî değerleri tanımayan, halkından kopmuş ʺmuallimlerdirʺ. Mehmet Âkif, Safahatın 6. Kitabı olan Âsımʹda böyle muallimleri acımasızca eleştirir. Fakat, 4. Kitap olan Fatih Kürsüsünde daha yumuşak ifadelerle muallimlerde bulunması gereken özellikleri dile getirir: Demek ki atmalıyız ilme doğru ilk adımı, Mahalle mektebidir işte en birinci adım. Muallim ordusu derken çekirge orduları Çıkarsa ortaya artık hesap edin zararı, ʺMuallimim” diyen olmak gerektir imanlı, Edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı. Bu dördü olmadan olmaz: Vazife çünkü büyük. Mehmet Âkif bir makalesinde, çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz biçimde değil, Hz. Aliʹnin de dediği gibi gelecek için, ciddî biçimde ve eğitim biliminin esaslarına göre yetiştirmemizi ister. ʺBizler, malûmat (bilgi) diye kafamıza doldurduğumuz şeylerden ne yarar sağladık? Sekiz yaşında ezberlediğim bir çok şeyi ancak otuz yıl sonra anlayabiliyorum! (...) Çocuklarımız bugün de okuduklarını anlamıyorlar, beyinlerinde bilgiyi emanet para gibi taşıyıp duruyorlar. Biz sersem olduk diye çocuklarımızı da mutlaka kendimize mi benzetmeliyiz ?ʺ Mehmet Âkif, iyi bir öğretimde, öğretmenler kadar iyi ve uygun yazılmış ders ki‐
taplarının da önemini belirtir.Ona göre, bizim arzulanan biçimde bir toplum olamamamız eğitimimizin hatasıdır. Bizi sadece birey olarak değil, toplum olarak da değiştirip iyileştirecek bir eğitime ihtiyacımız vardır: ʺBakıyorum, ayrı ayrı pek iyi adamlarız. Bizi medeniyette dünyalar kadar (pek çok) geride bırakan milletlerin fertlerinde (insanlarında) bizdeki büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince bir heyet‐i içtimaiye (toplum) teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiye (eğitim)den yoksunuz. Bizim muhtaç olduğumuz terbiye asıl bu ikinci terbiye olacak.ʺ O,medreseleri de şiddetle eleştirir: Medreseler artık Ibni Sina, Gazali vb. gibi bilim adamları yetiştiremiyor, Kurʹanʹdan ʺkuru mânâʺ çıkarmakla uğraşıyorlar, ʺyalancı dünyaʺ felsefesi ile toplumu uyutuyorlar. Mehmet Âkif, halkın camilerde vaaz ve nasihat yoluyla eğitilmesine de çok önem verir. Der ki: Camiler, halkın aydınlatılması için ne uygun yerlerdir. Fakat ne yazık ki, cahil vaizler, hocalar İslâmî geniş kitlelere yanlış anlatıyor ve onları dinî hikâyelerle meşgul ediyorlar. Ziya Paşa, ʺbizde son derece önemli iki şey var ki bile bile en yeteneksizlere KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 32 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
verilir: Çocuk lalalığı (terbiyeciliği) ve kaza müdürlüğüʹ de¬mişti. Mehmet Âkif bunlara vaizliği de eklemek gerektiğini söyler. O,vâizlerle ilgili olarak der ki: ʺÖmründe medrese, mektep görmemiş, üç beş uydurma Hadis ile sekiz on şeni (kötü, anlamsız) masaldan başka bilgi sermayesi bulunmayan ümmî (okuma yazma bilmez) vâizler cami kürsülerine geçeli beri, milletimiz dini umacı gibi hayal etmeye başladı.ʺ Ona göre vâizler ʺkâfir oldun!ʺ tehdidi ile cemaatı korkutmaktadır. Oysa halkı aydınlatması gereken bu kişilerin, insanların nasıl yoldan saptıklarını ve doğru yola nasıl getirilebileceğini bilmesi, insanları ellerinden tutup onlara yardımcı olmayı ba‐
şarabilmesi gereklidir. Bir yazısında, vâizler için der ki: ʺVaaz (camilerde halka verilen öğütler, telkinler) bir isrâiliyât (eskilerin masal ve hurafeleri, vs.) olacaksa, vazgeçtik! Müslüman cemaate artık içtimâiyât lâzım, içtimâiyât! (İçtimâiyât burada, bilim olarak, Sosyolojiden çok, dünyayı, toplumsal olayları anlamaya imkân verecek sosyal, siyasal bilgiler vs. anlamındadır). Doğuda, Batıda, Kuzeyde, Güneyde ne kadar Müslüman varsa zillet (alçak bir durum) içinde, sefâlet içinde, esaret içinde yaşadığını, sefil (yoksul, durumu alçak) bir milletin elinde kalan dinin mümkün değil yükseltilmeyeceğim bilmeyen, anlamayan vaizi kürsüye yanaştırmamalı. Vaiz milletin geçmişini ve bugününü bilmeli, cemaatı geleceğe hazırlamalı...ʺ Ona göre Devletin çökmeye yüz tutmasının nedeni, beşikte kulağa fısıldanan, öğretmenler, yazarlar, Devlet adamları tarafından işlenen bir hayat ve eğitim felse‐
fesidir. Bu, dayakla terbiye vermeyi amaçlayan, korkak, ürkek, hareketsiz, karamsar nesiller yetiştiren bir felsefedir ve en büyük ʺhatamızʺ budur. Âsımʹda (1919 Safahat: 6) şöyle der : Zerk etmediler kalbime bir damla ümid, Hoca, dünyada yaşanmaz, yaşamaktan nevmîd. Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat, Oysa hiç korku bilmeyecektik, heyhat! Neslim ürkekmiş, evet, yoktu ki ürkütmeyeni, ʺYürü oğlum” diye teşci edecek yerde beni, Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki, Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki I Bana dünyaya çıkarken ʺbatacaksın!ʺ dediler. (...) Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık, Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık, iki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb, Çünkü bîçarenin âtisine imanı harap. Âsımʹın ilginç bir yönü de şudur: Bu şiirde, Âsim adında bir gencin sözü geçer. Şiir, Mehmet Âkifin ona birkaç arkadaşıyla beraber, ʺbilim pınarlarının sularını getirmeleriʺ için Almanyaʹya gitmelerini tavsiye etmesiyle son bulur: Giden üç yüz senelik ilmi tez elden getirin! Mehmet Âkif, Gölgeler ʹde (1919, Safahat: 7), karamsar yetiştirilen gençlik konusunu tekrar ele alır : KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 33 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Doğduk, ʺyaşamak yok size!“ derlerdi, beşikten, Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten, Telkîn‐i hayat etmedi asla bize bir ses, Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, Yeʹsin bulanık ruhunu zerketmeye baktı; Melʹun aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı. ʺDevlet batacak!ʺ çığlığı beyninde öter de, Millette beka hissi ezilmez mi ki nerde ! ʺDevlet batacak Iʺ İşte bu öldürdü şebâbı, Git yokla da bak, var mı kımıldanmaya tâbi? Af akma yüklense de binlerce mehâlik, Batmazdı bu Devlet, ʺbatacaktırʺ demeyeydik. Batmazdı, hayır, batmadı, hem batmayacaktır, Tek sen uluyan ye ʹsi gebert, azmi uyandır! Özetle, Mehmet Âkif, mektep ve medresenin ikisinden de o halleriyle ülkeye gerçek bir yarar gelmeyeceğini söylemiş, eleştirileriyle dikkatlerin eğitim konusuna yönelmesinde etkili olmuştur. O, eğitimden Batının bilimi ile Kurʹan hükümlerinin ve millî değerlerimizin sentezini beklemiştir. O, I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadelenin zor günlerinde nesillerin, beşikten başlayarak, ülke geleceğine ilişkin karamsar değil iyimser yetiştirilmesi gerektiğini haykırmıştır ki, bu belki onun eğitim düşüncemize en önemli katkısıdır. Ziya Gökalpʹin Türk eğitim tarihindeki yeri Diyarbakırʹda Askerî Rüşdiyede, İdadide ve İstanbulʹda Baytar Mektebinde okuyan Ziya Gökalp (1876‐1924) İttihat ve Terakki Fırkasında yöneticilik yaptı. 1911 ʹde Selanikʹte İdadîde İçtimaiyat (Sosyoloji) ve 1913ʹten sonra da İstanbul Darülfünununda yine aynı dersi okuttu. Pozitivist Fransız sosyologu Durkheim’in etkisinde kalmıştır. Eğitim tarihimizde yer alması, özetle, aşağıdaki nedenlerden ileri gelir: 1.Sosyoloji dersini içtimaiyat adı altında ilk kez programlara koyduran ve okutan odur. Felsefe dersinin de programlara girmesine etkisi olmuştur. Ona göre, eğitim sistemimizin asıl hatası, öğrencilerin, aydınların, öğrendikleri ile bir sentez yapıp yaratıcı olamamalarıdır. Oysa bunu, iyi bir Felsefe öğretimi sağlayabilir. İçtimaiyat da Türk toplumunun yapısını öğrenmek, bu yapıyı en uygun şekilde geliştirmek için gerekli bir bilimdir. 2.Önemli eğitim, kültür ve politika dergileri, kitapları yayınlamıştır. Çıkardığı ya da çıkmasına öncülük ettiği başlıca dergiler şunlardır: içtimaiyat Mecmuası, Millî Tetebbufar Mecmuası, Yeni Mecmua, Küçük Mecmua. Başlıca kitapları: Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet Tarihi, Türkleşmek‐Muasırlaşmak‐islâmlaşmak. 3.Millî eğitimʺ sorunlarını ilk kez sistemli olarak ortaya atıp işleyen odur. Bu konudaki düşünceleri kısaca şöyledir: O, ʺmillî terbiye ve asrî tâlimʺ ilkesini ortaya atmıştır. ʺTerbiye, bir toplumun harsını, kültürünü o toplumun fertlerinde ruhî melekeler haline KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 34 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
getirmektir. Hars, cemiyetin değer hükümlerinin tümü olduğuna göre, terbiye ister istemez millî olmak zorundadır. Oysa tâlim, şeniyet (maddî, teknik) bilgilerin fertlere öğretilmesidir. Her toplumun kendine has şeniyet bilgileri yoktur; bu bilgiler bütün insanlığın malıdır. Bu sebeple, tâlim millî değildir.ʺ Ona göre, ilkokullar ile meslek okulları tâlimî, Liseler ise terbiyevî özellik taşımalı, Liselerde yalnızca Türk harsının eğitimi yapılmalıdır. Tâlimî özellik taşıyan ilkokullar ve meslekî okullarda intifaî yani çıkar gözetme, para kazanma amacı vardır. Fakat, terbiyevî özellik taşıyan liselerde sadece hasbî yani maddî karşılık beklemeyen duygular ve Türk harsı geliştirilmelidir. Liselerden çıkanlar, gidecekleri yüksek düzeydeki uzmanlık öğretim kurumlarında artık harsî öğrenim görmeyecekleri için, Liselerin tamamen hasbî ve harsî öğretime yönelmeleri gerekir. Yoksa, toplumun yönetici ve aydın sınıfı, vatanperver, fedâkâr olarak ve çıkar beklemeyen bir şekilde yetişmezse ʺmemleket felâket içinde kalırʺ. 4.O, Türkiyeʹde vatanına en zararlı kimselerin medrese ya da mektepte okuyanlar olduğunu ve bunun da eğitim sistemimizin millî olmamasından ileri geldiğini savunmuştur. ʺKozmopolitʺ dediği eğitim sistemimiz, insanlarda kişilik geliştirmemektedir. 1916ʹda İttihat ve Terakki Kongresine verdiği lâyihada der ki: ʺTürkiyeʹyi diğer ülkelerden ayıran bir özellik var. Başka milletlerde en seciyeii (karakterli, kişilik sahibi) ve ahlâklı kimseler tahsilde en ziyade ileri gitmiş fertler arasından çıktığı halde, bizde çoğu kez bunun zıttı oluyor. Türkiyeʹde vatan için en muzır (zararlı) adamlar medrese yahut mektepten nasip alanlardır. Meşrutiyetin ilânından beri görülen bir çok olaylar bu çelişkili gerçeği doğruluyor. Türkiyeʹde medrese ve mektep, terbiye ettiği fertlerin ahlâk ve seciyesini bozuyor. Bizi diğer milletlerden ayıran bu özelliğin sebebi nedir? Bence bunun bir tek sebebi var: Diğer milletlerin eğitimi millî bir nitelikte olduğu halde, bizim eğitimimizin kozmopolit bir halde bulunmasıdır. Eğitimimizin kozmopolit olduğunu anlamak için derin tetkiklere lüzum yoktur. İstanbulʹdaki kitapçı dükkânlarıyla ders okutulan yerlere tasnif edici bir gözle bakmak kâfidir. İstanbulʹda üç tür kitapçı vardır: Sahaflar, Beyoğlu, Bâbıâli caddesi kitapçıları. Sahaflardaki maarif (kültür ve eğitim) Arap ve Acem’e, Beyoğluʹndaki maarif Avrupa’ya aittir. Bâbıâli caddesindeki Tanzimat maarifi ise bu evvel‐kilerin perişan tercümelerinden ve acemice taklitlerinden oluşmuştur. Millî maarifimizin ne kitapları, ne kitapçıları henüz doğmamıştır. Ders okutulan yerler de kitapçılara benzer şekilde üçtür: Medreseler, yabancı mektepleri, Tanzimat mektepleri. Sahafların kitapları medreselerde, Beyoğluʹnun kitapları yabancı mekteplerinde, Bâbıâli caddesinin kitapları Tanzimat mekteplerinde okutulur. Ders okutulan bu üç yerin birbirinden farkları o kadar açıktır ki, herhangi bir Türk ile on dakika görüşmemiz onun hangisinden yetiştiğini anlamamıza yeter. Aralarında bu derin farklarla beraber bu üç ders yeri ortak bir özellik taşır: Oralardan yetişen softa, levanten, Tanzimatçıların üçünde de karakter göremezsiniz. Memleketimizin en büyük hastalığı budur.ʺ 5.Ziya Gökalp, bugün örgün‐yaygın eğitim şeklinde yapılan eğitim tasnifini yapmış, terminoloji geliştirmiştir. Onun ʺmüteazzi terbiyeʺ dediği bugün örgün eğitim, ʺmünteşir terbiyeʺ dediği ise yaygın eğitim karşılığıdır. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 35 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
6.Öğretmen sorunlarına eğilmiş, mesleğin itibarının yükseltilmesini savunmuştur, Ona göre, bir ülkede öğretmenlere toplumsal bir değer verilmezse ilim de değer kazanamaz. Öğretmenler, maaş ve mevki bakımından ne kadar yükselirse, o ülkede ilmin kıymeti de o kadar artar. Öğretmenlik mesleği yükseltildiği zaman öğretmenler de yükseleceklerdir. Öğrencileri yükseltmek için de öğrenciliği yüksek görmek gerekir. Gökalp, öğretmenlerin ve ilim adamlarının birbirleriyle temas edecekleri ve fikir tartışmalarının yapılacağı bir ʺMuallimler Kulübüʺ kurulmasını ister ve bunun bilim hayatının gelişmesine önemli katkıları olacağını söyler. 7.Halkçılık, milliyetçilik, layiklik. garpçılık, millî eğitim, millî tarih ve kültür, dilin sadeleşmesi, Türkçe ezan, kadın hakları gibi konularda Atatürk kendisinden esinlenmiştir. 8.Çocukların beşikten itibaren millî duygularla ve erdemli olarak yetişmeleri için çocuk şiirleri ve masalları yazmıştır. 9.Üniversite konusunda bizde ilk kez ayrıntılı ve önemli görüşler ileri süren Gökalpʹtir. O, 1913‐1919 tarihleri arasında Darülfünunda İçtimaiyat (Sosyoloji) müderrisi olarak görev yapmış ve bir taraftan da Üniversite ile ilgili görüş ve fikirler geliştirip yayınlamıştır. Bu görüşler kısaca şöyledir: Devlet, Üniversiteye kesinlikle müdahale etmemeli, ona tam bir muhtariyet (özerklik) sağlamalı ve yalnızca çalışma araç ve imkânlarını hazırlamalıdır. Öğrenciler de istedikleri derslere devamda serbest olmalıdır. Bu esaslara dayanan Üniversitede işe yaramaz, cahil hocalar kendiliğinden ayıklanır: Bunlar, değersizlikleri öğrenciler tarafından anlaşılacağı için, istifa ederek ayrılmayı tercih ederler ve yalnızca ʺmuallimliği aşk ile seçenlerʺ saygı sevgi görürler, meslekte kalırlar. Sonuçta Üniversite ve bilim, özgürlük ve özerklikten kârlı çıkar. Fakat Gökalp yeteneksizlerin tasfiyesinde fazla iyimser davrandığını başka yazılarında ortaya koyar. Nitekim o, bir başka zaman, Üniversite hocalarını üçe ayırmıştır : 1. Maaş için çalışanlar 2. Şöhret için çalışanlar 3.İlim için çalışanlar. Fikir akımları bakımından da Üniversite hocalarını şöyie sınıflandırır: 1.Türkçüler 2.İslâmcılar 3.Tanzimatçılar 4.Kayıtsızlar. 10. Gökalp de, özellikle Emrullah Efendi ve Satı Bey arasında yapıldığını gördüğümüz Tuba Ağacı Nazariyesi tartışmalarına katılmıştır. O, bu Nazariyeyi, yani eğitimde yenileşmeye Üniversiteden başlanması gerektiği görüşünü savunur ve şöyle der: ʺMillî maarifi Darülfünun kurar, Sultanîlerle İptidaîlere yayar. Bu nedenle, Darülfünun gelişmeden Sultanîler ve İptidaîler gelişme eseri gösteremezler. Millî eğitim, Darüfünûndan başlayarak Darülmuallimînlere, Sultanîlere, onlardan da iptidaîlere inecektir.ʺ 11.Gökalp, bazı bilimsel toplantıların eğitimin gelişmesindeki önemine ilk işaret edenlerdendir. Temmuz 1917ʹde şu öneride bulunmuştur: ʺMuallimler kongresi, KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 36 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
terbiye kongresi, ahlâk kongresi, lisan kongresi gibi toplantılar yararlıdır. Bunlar önce ulusal, sonra uluslararası düzeyde yapılmalıdır.ʺ Ömer Seyfettinʹin Türk eğitim tarihindeki yeri Ömer Seyfettin (1884‐1920), Mekteb‐i Harbiyeyi bitirmiş, Balkan Savaşlarına subay olarak katılmış, esir düşmüş, İstanbulʹa dönünce askerlikten ayrılıp 1914‐1920 arasında Kabataş Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Yüz otuza yakın hikâyesi ile millî edebiyat akımının ilk ve önemli temsilcilerindendir. O da, bir çok aydın gibi, Balkan ve I. Dünya Savaşları felâketleri içinde yetişmiş, olgunlaşmıştır. Ömer Seyfettin eğitimle ilgili görüşlerini bazı makale ve kitapçık türü eserleriyle hikâye türü yazılarında dile getirir.Onun, makale ve kitapçık türünden eğitimle ilgili en önemli yazısı Mektep Çocuklarmda Türklük Mefkuresi başlıklı bir kitapçığıdır. Az bilinen bu küçük eserinde, öğrencilere şöyle seslenir: ʺElinizde bir çok kitaplar var. Onları okuyor, faydalı şeyler öğreniyorsunuz. Lâkin bu kitaplar Türk milletinin uyuduğu zamanlarda yazıldığı için size mefkûre (ulusal emel, ülkü)nin ne olduğunu öğretemez. Türklük nedir, Türklüğün maksadı, istikbali (geleceği) nedir? Bunlardan haberiniz olmaz. İşte bu küçük kitap size o âlî (yüce) ve mukaddes (kutsal) şeyin büyüklüğünü tarif edecek.ʺ Ona göre Türklerde öncelikle millî edebiyatın, güzel sanatların, tenlerin, ticaret ve iktisatın gelişmesi gereklidir. Sonra canlanan ve zenginleşen millet, mefkûresini kendisi duyar, bulur. O mefkûre şudur: ʺBüyük milletler gibi terakki etmek (ilerlemek), kan ve din kardeşlerini sırasıyla esirlikten kurtarmak, Türk adını tarihte tekrar parlatıp Türklükle beraber Müslümanlığa da eski önemini verdirmek.ʺ Bir çocuğun nasıl ʺTürk milliyetperveriʺ olabileceğini ilkeler halinde açıklar. Ona göre, Türk çocuğu; •Konuştuğu Türkçeyi sever. •Dini gibi milliyetini de sever. •Her fırsatta Türklüğü över. •En büyük cihangir ve âlimlerin Türklerden çıktığına inanır. •Türk tarihini iyi öğrenir. •Mesleği ne olursa olsun, Türklüğe hizmet emeli besler. •Şahsî hayatının fânî, Türklüğün ebedî olduğunu aklından çıkarmaz. Falaka hikâyesinde Gönenʹde mahalle mektebinde iken dayak, öğrenci muzipliği, öğrenci psikolojisini anlatır. Disiplin aracı falakayı tarifi çok canlıdır: ʺHoca efendinin rahlesi önünde top yavrusu, müthiş, tuhaf bir tüfek gibi siyah kayışlı ağır falaka asılı dururdu.ʺ Bir gün kaymakamın yasaklaması üzerine falaka kaldırılır: ʺDayak korkusu kalkınca biz kırk çocuk öyle azdık, öyle kudurduk ki. Ne yaptığımızı bilmiyor, artık hiç hocayı dinlemiyor, yüzüne leblebi atıyor, minderine iğne koyuyor, papuçlarını saklayıp onu saatlerce arattırıyor, yalvartıyorduk. Dayaksız bizi okutamayacağını anlayan hoca efendi nihayet yine bir gün falakayı çıkardı. Ama baş ucuna asmadı, minderin arkasına sakladı. Şimdi kim kabahat yaparsa eskisinden fazla dövüyordu.ʺ KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 37 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
ʺ1/2ʺ (Bir Taksim İki) başlıklı hikâyesinde, Meşrutiyet döneminde bir taşra İdadî mektebinin köhne, pis durumunu, muallimleri, öğrencileri bitin sardığını, müdürün bu sorunlar karşısındaki vurdumduymazlığını dile getirir. Okulun bu durumu için birşeyler yapmak isteyen muallimlere, müdür yalnızca ʺvezâif‐i dersiyeleriyle meşgul olmalarınıʺ (ders görevleriyle ilgilenmelerini) hatırlatır. Müdür, siyasî bakımdan her devrin adamıdır ve nutuklarla, törenlerle göz boyayıp durumu idare etmekte, hatta Maarif Nezaretinden takdirname almaktadır. O, bu hikâyesi ile, her dönemde eğitimde sıkça görülen bir çarpıklığı ortaya koymaktadır. Efruz Bey romanının Açık Hava Mektebi kısmında ise Ömer Seyfettin Meşrutiyet döneminde sık rastlanan, ʺpedagogluğa özenenʺ, rastgele eğitim önerileriyle ülkeyi ʺkurtarmayaʺ çalışan aydınları taşlamaktadır. Romanın bu kısmında, o, amelî (uygulamalı, pratik) eğitim‐nazarî (kuramsal) eğitim kutuplarını ve ikisinin de gülünç yönlerini dile getirir. ʺOkutan okumazʺ zihniyetindeki öğretmeni hicveder. Dayağın okullardan kalkmamasını komik bir adalet duygusu ile savunan öğretmen mantığı¬nın gülünçlüğünü gözler önüne serer. Yeni terbiye, kişisel azim ve teşebbüs, Anglo‐Sakson terbiyesi, tabiat içinde (açık havada) mektep, kitapsız eğitim, öğrenci özgürlüğü vb. gibi o yıllarda ortaya çıkan çeşitli yeni ve moda görüşlerin gülünç ve tutarsız yönlerini gösterir. Ancak, Ömer Seyfettin, hicvettiği şeylerin doğrusunun nasıl olması gerektiğini ele almaz. Onun, gösteriş ve parlamak için zoraki ve anlamsız yeniliklerden dem vuran sahte eğitimcileri hicvedip eğitim konusunun gerçek uzmanlarına bırakılmasını istediği anlaşılıyor ki, bu da eğitim düşüncemize önemli bir katkıdır.Ömer Seyfettin, bazı hikâyelerinde topluma ahlâkî dersler vermekle (Diyet vb.) I.Dünya Savaşı içinde ve sonunda ülkede ortaya çıkan manevi çöküntüyü dağıtmak için topluma millî duygular kazandırıp kendine güvenini sağlamaya çalışmakla, bütün bunları yaparken sade ve güzel bir Türkçe kullanmakla da eğitim tarihimizde yer tutar. Onun hikâyeleri Türkiye Cumhuriyeti döneminde ders kitaplarında okuma parçaları olarak yer almış, böylece etkisi sürmüştür. Prens Sabahattin (1879‐1948), Devletin yakın bir gelecekte karşı karşıya kalacağı büyük tehlikeyi sezmiş, buna çare olarak fikirler üretmiş, önerilerde bulunmuştur. O, ʺmeslek‐
i İçtimaîʺ denen siyasal ve sosyal görüşlerin temsilcisidir. Fransız sosyologu Le Play (1806‐1882) den ilham alan bu düşünce mensuplarına göre Türkiyeʹnin ilerlemesine engel olan ʺaşırı merkeziyetçiʺ sosyal yapısıdır, başka şey (din vs.) değil. Kurtuluş, merkezcilikten uzak, bireyci bir yapıya geçmekle sağlanabilir. Prens Sabahattin görüşlerini, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir (1913) başlıklı temel eserinde açıklamıştır: Eğitim sistemi bu yapının parçası olarak değişmelidir. Bizdeki gibi çoban ve ilkel tarımcı toplumlarda öğrenime ihtiyaç duyulmaz. Oysa, endüstri ve ticaret toplumlarında eğitime ihtiyaç kuvvetle hissedilir. Ticarî bir toplum yapısına sahip Rum ve Yahudi cemaatlerinde ilköğretimden başarılı biçimde yararlanılması bundandır. Müslüman çoğunluk için ise, ʺülkemizde tarım geridir, çünkü çiftçi bilgisizʺ demekle birşey açıklanmaz. Sorun, tarımla uğraşan kitlenin bunu ilerletmeye yarayacak KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 38 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
örgütten yoksun olmasından başka bir şey değildir. Gelişmemiş kalmak gibi, bilgisizlik de bunun kaçınılmaz bir sonucudur. Prens Sabahattin’e göre, İngiliz gençleri Fransızlara oranla Liselerden yarı bilgisiz çıkıyorlar, fakat hayata atılınca onlardan daha başarılı oluyor ve daha büyük bir güç meydana getiriyorlar. Nedeni, bireyci yapıda (İng.) eğitim bir araç, bütüncü yapıda (Fr.) ise amaçtır. Bireyci yapı, kişisel yükselme ve bağımsızlığa götürür. Meşrutiyet döneminde Prens Sabahattinʹin düşünceleri doğrultusunda bir eğitim akımı da oluşmuştur. Bu amaçla, Fransız yazar E. Demolinsʹin ünlü eseri, Anglo‐saksonların Esbab‐ı Faikıyeti (üstünlük nedenleri) Nedir? başlığı ile Türkçeye çevrilmiştir (1914). Fransız yazar bu eserinde, Anglo Sakson ırkının (İngilizler ve Kuzey Amerikalılar) dünyanın yönetiminde âdeta Roma İmparatorluğunun mirasçıları olduğu, oysa Fransa, Almanya, İspanya, İtalya Devletlerinin sömürgelerinde her bakımdan gerilik hüküm sürdüğü gözleminden hareketle bunun nedenlerini araştırır. Yazara göre bazı eğitimsel nedenler şunlardır: Anglo‐Saksonlar, çocuklarının kişiliklerine saygı gösterir, onları bağımsız, özgür yetiştirirler, beden sağlıklarına ve gelişmelerine önem verirler. Onlara el işleri öğretirler. Anglo Saksonlar maddî hayata ve pragmatik yani faydacı amaçlara değer verirler. Onlar için kitabî, kuramsal bilgiden çok uygulama önemlidir. Fransa’da bir aile babasına şu soru sorulur: “Oğlunuzu ne yapacaksınız?” O da ciddiyetle, Hâkim, memur, yapacağım” der. Çünkü bir Fransız baba sürekli çocuklarının geleceğini düşünür ve bu geleceği daha ziyade memuriyette görür. O, çocukları ileri yaşlarda iken bile, onlar için her türlü fedakârlığı yapmayı görevi bilir. Oysa bir Anglo Sakson baba, “her neslin kendi kendini kurtarıp hayatını kendisinin kazanmasını ister.” İşte Prens Sabahattin Türkiye’de de Anglo Sakson eğitim anlayışının benimsenmesini istemiştir. Bu fikirler II. Meşrutiyette ve Cumhuriyet döneminin özellikle başlarında çok tartışılan eğitim konularını oluşturmuş, hatta Cumhuriyetin başlarında resmî bakış açısı tarafından da kısmen benimsenmiştir. İsmail Hakkı Baltacıoğluʹnun Türk eğitim tarihindeki yeri İstanbul Darülfünûnu Tabiiyat şubesini bitiren Baltacıoğlu (1886‐1978), Meşrutiyet döneminde Darülmuallimîn ve Darülmuallimatta ve Darülfünûnda Pedagoji, Elişleri, Yazı öğretmenliği yaptı. 1918’den sonra orta ve yüksek öğretim müdürlüklerinde bulundu. 1923ʹten itibaren bir süre Darülfünûn Eminliği (Rektörlüğü) yaptı. Etkinliğini Cumhuriyet döneminde de sürdürdü. Başlıca eğitim görüşleri ve etkinlikleri: 1.Birçok konferans, yazı ve kitabıyla, eğitim sistemimizin yenileşmesi için çaba harcamıştır. O dönemdeki başlıca eserleri: Tâlim ve Terbiyede İnkılâp, İzmir Konferansları, Terbiye İlmi, Maarifte Bir Siyaset, Terbiye ve İman, Kalbin Gözü. 2. Ona göre, ʺcılız, ruhsuz, korkak nesiller yetiştiren, millî olmayan eğitim sistemimiz, geri kalmamızın ve felâketlerimizin tek sorumlusudurʺ. 1914 tarihli bir yazısında der ki: ʺBulgarlar, Yunanlılar Rumeli’yi bizim kafamızdan değil, ellerimizden, kollarımızdan ayırdılar. Biz, elsiz, kolsuz, bacaksız, kalbsiz, kansız, cansız millet, biz KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 39 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
bayrak sevmeyen, geçmişine, dedelerinin mezarlarına saygı duymayan, camilerin avlularına pisleyen, çeşmelerin yalaklarını süprüntü ile dolduran biz, Elifbadan, Kıraattan, Hesaptan evvel kanda, canda, ruhta inkılâplara muhtaç bir milletiz. Biz, eğer yaşamak istiyorsak, çürüyen ciğerlerimizi, kamburlaşan vücudumuzu, körleşen zekâmızı, sönen kalbimizi kuvvetle, imanla dolduralım.ʺ 3.Üretime, yaratıcılığa dayanan bir eğitim sistemi savunmuştur. Eğitimin amaçları arasında ʺüretici adam yetiştirmeyiʺ gösterdiği için Ziya Gökalp ile aralarında Muallim dergisinde ilginç tartışmalar çıkmıştır (Gökalp, ancak her milletin harsı kendi eğitimi için amaç olabilir görüşündedir). 4. Meşrutiyet dönemi sonlarına doğru, ʺbiz yeni eğitimciler, köyü okul kanalıyla değiştirmeye çalıştık, olmadı; okulu değiştiren köy fikrî üzerinde durmalıydıkʺ demiş ve köy eğitimi üzerinde durmuştur. Ona göre, tarıma dayanan bir sıbyan mektebi, tarımsız bir Darülmuallimînden daha yararlıdır. 5. Eğitimde güzel sanatların önemini ilk ileri süren ve savunan eğitimcilerimizdendir. Gerçek toplumsal kurtuluşu ressamlar, şairler, tiyatro sanatçıları, müzisyenlerin çabalarında görür: ʺSizler bu milleti kurtaracaksınız, sizler bu mîllete kan, can, hırs, emel vereceksiniz. Sizin vereceklerinizi Darülfünûnlar bile veremez. Bu millet kitapsızlıktan değil, duygusuzluktan ölecek!ʺ 6. Herkesin ʺeğitimʺ diye bağırdığını, fakat bundan ʺmektep açma, okutup yazdırmadı anladığını, oysa bunların araç olduğunu, eğitimin asıl amacının iş, çalışma, yükselme, kurtuluş için bir hırs, emel kazandırma olduğunu söyler. Ana babalar, muallimler, ʺuslu çocukʺ yetiştirmeyi amaçlarken, ʺkorkak, durgun, pısırık, esir, boyun eğenʺ insanlar yetiştirdiklerini bilmezler. Onların yanlış terbiye anlayışları imanları kadar sağlamdır ve bunların değiştirilebilmesi için inkılâplar gereklidir. ʺZaman bu inkılâpları hazırlayacaktır.ʺ 7.Eğitim reformuna ait temel görüşleri şöyledir (1912): ʺMekteplerimizde malûmatlı, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor, fakat adam yetişmiyor, memleketin muhtaç olduğu, faal, girişimci, azimli, cesaretli adam Memleketimizin bu aczi, tâlim ve terbiyemizin bu müthiş iflâsı karşısında yalnız bir çare buluyoruz: Programları değiştirmek. Program! Program! Fakat memleketin eğitimi program değiştirmenin adam yetiştirmediğini senelerden beri tecrübe etti: Bundan 20‐30 sene evvel Fransa mekteplerinden sökülüp getirilen programlar, bu memleketin terbiyesinde esaslı olarak hiçbir şey değiştirmemiştir. Fransa gibi eğitimde pek de birinci sırada bulunmayan ülkelerin değil, ABD gibi her hususta yeni ve gelişmiş bir memleketin en mükemmel mekteplerinin en son programlarını da getirsek yine boştur. Çünkü gerçekte, eğitimin kalbini besleyen daha gizli, daha kuvvetli damarlar vardır. Bu can damarları, genel olarak, derslerin sayısı ve sırasıyla, kitap yapraklarının çokluğu ile, hafızanın kuvveti ile ilgili olmaksızın güçlü etkilerde bulunur. Bu öyle bir şeydir ki, çeşidine göre, bazan en iyi programlar izleyen bir mektepte en basit bir hayat meselesini tahlilden, en ufak bir teşebbüsü yapmaktan âciz adamlar yetiştirir; bazan da en fena programlar izleyen, en az bilgi veren bir mektepte, bir toplumun mutluluğunu sağlayacak sağlam kafalar, demir eller, metin seciyeler, yüksek emeller vücuda getirir. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 40 PFS105
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Bu şey, mektebin usûl‐i terbiyesi, yani usûl‐i inzibatı ve usûl‐i tedrisidir. Usûl‐i inzibattan, öğrencilerin hareketlerine verilen hürriyetin derecesini anlıyorum.ʺ Baltacıoğlu, halk eğitimiyle de ilgili önemli görüşler ileri sürmüştür. Kaynakça Akyüz, Yahya. Türk eğitim tarihi. Ankara: Pegem Akademi Yayınları (2008). Binbaşıoğlu, Cavit. Türkiye’de eğitim bilimleri tarihi. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları 2795 (1995). Güven, İsmail. Türk eğitim tarihi. Naturel yayıncılık, 2010. Özkan, Selim Hilmi. Türk eğitim tarihi ders notları. İstanbul, 2014. Sağlam, Mustafa. Türk eğitim tarihi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını, 2007. KBUZEM Karabük Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi 41