MUSTAFA KEMAL·in AGZINDAN

Falih R1fk1 Atay
Atatürk'ün Bana Anlattıkları
\J
MUSTAFA KEMAL·in AGZINDAN
Dijital Mürekkep Di eM
pozi+ if
Pozitif Yayınları
1 Sosyal Tarih Dizisi
-ıGenel Yayın Yönetmeni !
l
S.
Dursun Çimen
Dizi Editörü i Abdülaziz Biçkioğlu
Dizgi i Girişim Dizgi
Tasbilı
ı
ı
Redaksiyon Erlıan Güngör
Baskı· Ayhan Matbaası
Nisan 2006
© Falih Rıfkı ATAY- Pozitif Yayınları
POZİTİF YAYINLARI
Genel Dağıtım
ARTI
Tel: (0-212) 512 48 84
Fax: (0-212) 512 09 14
Falih
Rıfkı Atay
Mustafa Kemal'in
Ağzından
Vahidettin
İSTANBUL
2005
..
..
ONSOZ
İstanbull9 Şubat 1955
Atatürk'ün ağzından birçok hatıralar anlatılmaktadır.
Kendisinin kaleminden çıkan tek hakiki vesika Nutuk, tek
hakiki hatıralar da
1 926'da Hakimiyet-i Miliiye gazetesinde
yayınlanmak üzere bana anlattıklarıdır.
İşte bu ciltte bunları bulacaksınız.
Sultan Hamid zamanı yetişen kafalı ve heyecanlı su­
bayların çoğu gibi, Atatürk de askerlik kadar politika ile
uğraştı. Genç bir kurmay subay iken Şam'a sürülmüştür.
Oradan da Selanik'e gelerek,
1 908 ihtilali'nin hazırlayıcı­
ları arasında, daha sonra İttihat ve Terakki Partisi'nin ilk fa­
aliyetleri içinde bulunmuştur. Fakat daha o günlerde parti­
nin asker ve sivil liderleri ile Mustafa Kemal'in bir türlü
uyuşamadıklarını görüyoruz. Bu uyuşmazlık
Dünya Harbi'nin sonlarına kadar devam etti.
Şu var ki Mustafa Kemal hiçbir zaman partiden ve as­
kerlikten ayrılıp, başka siyasi cereyanlara katılmak heve­
sinde bulunmadı. İttihat ve Terakki de Mustafa Kemal'e
esaslı siyasi bir rol vermekten çekinmiştir. Arkadaşı Fethi
Bey'in (Fethi Okyar) parti genel sekreterliği sırasında,
onun yardımı ile bazı teşebbüslerde bulunmak istemişse de,
İttihat ve Terakki, Fethi Bey'i Sofya Elçiliği ile tasfiye etti
1 9 14 - 1 9 1 8
ve Mustafa Kemal de onun ataşemiliteri olarak memleket­
ten uzaklaştı.
19 1 4 - 1 9 1 8 Dünya Harbi, Mustafa Kemal, Sofya'da
ataşemiliter iken başlamıştır. Elde bulunan bir mektuba gö­
re, Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin Alınanların safın­
da bu savaşa katılınasının aleyhinde idi. Fakat memleket
savaşa sürüklendiği zaman O da vazife istemiştir. Hal ter­
cümesinin herkesçe bilinen bu taraflarını, escrimizin baş­
langıcında tekrarlamayı faydalı bulınuyoruz.
İzmir'e giren Mareşal ve Gazi Mustafa Kemal, İz­
mir'de Yakup Kadri ile beni kabul ettiği vakit, aniatış kuv­
vetine hayran kalmıştım. Konuşma sanatını en iyi bilenler­
den biri idi. Uzun yıllar, kendisi ile buluştukça, hemen bü­
tün hatıralarını dinlemek bahtiyarlığını kazanmış olanlar­
damın.
Her akşam iki saat O konuşur, ben not tutardıın; ertesi
gün bu notlara biraz düzen vererek okur, bir itirazı yoksa
yayınlardık.
Hatıralar üç kısım olacaktı; Dünya Harbi'ne ait olan­
lar, Mütareke sırasında İstanbul'daki faaliyetlerine ait olan­
lar, nihayet Kuvayı Milliye devrine ait olanlar!
İlk yazı,
1 926 Mart'ının 1 3 'ünde çıktı. Otuz iki parça­
lık bu seride Mustafa Kemal, savaş politikası hakkındaki
tenkitlerini, gerek Türk gerek Alınan kumandanları ile ınü­
nakaşalarını, Vahideddin'le beraber, Kayzer'in genel karar­
gahına gidişini, ateşkes şartlan üzerine Sadrazam İzzet Pa­
şa ile Adana'dan telgraflaşmalarını hikaye eder. Hatıralar­
da birçok isimler geçtiğinden ve bu isimler arasında yaban­
cı devlet reisieri de bulunduğu için, bu yazıların içeride ve
dışarda yankılar uyandırınamasına ihtimal yoktu. Hüküme­
tin ricası üzerine Mustafa Kemal, birinci kısmın sonunda
hiitıralarını kesti. Fakat biz Samsun'a çıkıncaya kadar ge­
çen hadiseler hakkında notlarımızı tamamlamıştık.
-6-
Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet tarih­
lerine kaynaklık etmek üzere meşhur Nutuk'unu yazmıştır.
Nutuk, kendisinin Samsun'a ayak basması ile başlamakta­
dır. Bizim eLimizde bulunan nallar ise ateşkes esnasında
Adana'dan İstanbul'a gelişi ile Samsun'a ayak basışı ara­
sındaki devrin hatıralarıdır. Mustafa Kemal'i İstanbul'dan
ayrılarak Anadolu'ya gelmeye ve Türk tarihinin başlıca bü­
yük hareketlerinden birine başlatmaya sevk eden sebepler,
bu hatıralardan anlaşılmaktadır.
Rahmetlinin yüksek hatırası etrafında herhangi bir şah­
si münakaşayı önlemek için dedikoduya meydan verecek
ve tarih bakımından ciddi bir değeri olmayan parçalan
ayırdım ve özel adların bir kısmı yerine işaretler kullandım.
Şanlı kahramanın hatırası önünde bir daha eğilirim.
Falih Rıfkı Atay
ATATÜRK, SÖZÜ 1914
BİRİNCİ DÜNYA HARBİ'YLE AÇTI
Ben Genel Harb'in müttefiklerimiz için iyi netice ve­
receğine itimat etmiyordum; fakat emrivakiden sonra bu­
lunduğum cephelerde savaşı başarıya ulaştırmaya çalıştım.
Diğer cephelerde ise sanki Aksine bir durum söz konusuy­
du. Başkumandan yardımcısı her hareketinde bir ordu mah­
vederdi. Sarıkamış'ta olduğu gibi ... O ve arkadaşları zaten
daha evvel Türk milletini ve ordusunu gayri tabii bir duru­
ma sokmuşlardı. Bu gayri tabii durum dolayısıyla, ordunun
yabancı bir askeri heyetini eleştirrnek istemem. Asıl eleşti­
riyi hak edenler, tabiatıyla bizim devlet reisimiz ve bilhas­
sa devlet adamlarımızdır.
Türk ordusunun aciz ve kabiliyetsiz olduğu kanaatiyle,
o heyeti, ayaklarına kadar giderek ve rica ederek memleke­
timize davet eden onlardı. Bu heyete Türk milletinin kabi­
liyetsizliğinden ve beceriksizliğinden açık suretle bahsedil­
miş, kendilerine adeta gelip bizi adam etmeleri teklif olun­
muştur. Böyle bir müracaat üzerine gelen bu heyet, içine
girdiği çevreyi ve o çevreye hakim olanları aciz, hatta hay­
siyetsiz telakki ederse mazur görülebilir.
Ben ordunun kayıtsız şartsız, bütün sırlanyla Alman
askeri heyetine teslim edilmesinden çok üzgündüm. Daha
karar verilmezden evvel, tesadüfen bu durumdan haberdar
olduğum vakit, sesimin erişebileceği makama kadar itiraz-9 -
larda bulunmayı vazife saymışttm. İtirazlarıma hiç kimse
cevap vermedi, cevap verıneye lüzum dahi görmedi.
Yalnız bu ınünasebetle bu zemin üzerinde görüş alış­
verişinde bulunduğum dostlarımdan biri -ki o zaman Erka­
m
Harbiye-i Umunıiye'de (Genelkurmay Başkanlığı'nda)
en yüksek makamlardan birini işgal ediyordu- bana güya
son derece samimi davranarak dedi ki:
-"Arkadaş bizim tecrübemiz senden çoktur; gerçi se­
ni duygusallığa ve hayalciliğe yöneiten şey memleket ve
milletine aşkındır. Ama düşünmüyorsun ki, bu memleket
ve halk senin hararetli aşkına zannettiğin kadar layık mı­
dır? Bizim başımızda pek büyük adamlar var: Sen henüz
onlarla konuşmaımş, onların deneyimli nazariarına bakışla­
rını yöneltmemiş ve memleketin her tarafmdaki başanlan­
nm sırlarını anlayamamışsın. Eğer bir defa kendileriyle gö­
rüşscn, aynı fikirleri kabul etmekte bizden daha ileri gide­
ceğine şüphe yoktur."
Kimlerden bahsedilmek istenildiğini pekala anlamış­
tım; fakat teyit ettirmeye lüzum görmedim. Büyük bir hata
içinde bulunduklarını söylemekle yetindim. Genel Harp'te
(Birinci Dünya Savaşı) vefat eden muhatabım, o zaman
kendini yüksek hayallerin faili gibi tasavvur etmekten kay­
naklanan bir heyecan içinde idi, diyordu ki:
- Kemal, Kemal, bizi rahat bırak! Sonra vicdanen so­
rumlu olursun. Biz öyle şeyler yapacağız ki, neticesinde
sen de memnun olacaksın, dünya da hayretler içinde kala­
caktır.
Çok güzel konuşan ve müstear isimle Tanin'de yazı
yazan muhatabıma cheınıniyet verenler çoktu; ben ise bu
çok samimi, çok vatanperverce ve hayalperesıçe sözlerden
üzüntü duymadım; fakat ne söylersem bütün sözlerimin
muhatapsız kalacağına kanaat ederek susmayı ve düşünme-lO-
yi tercih ettim. Yalnız bu diyaloğa kısa bir cümle ilave et­
mekten kendimi alamadım:
- Evet, çok şeyler yapacaksınız; fakat yapacağınız
şeyler korkarım ki, ınemleketi çıkılmaz bir girdaba sok­
maktan başka bir şeye yaramayacaktır. Eğer ben benim gi­
bi düşünenler o gün hayatta buJunursak, sizin bugünkü söz­
lerinizi takdirle yad ctmeyeceğiz. Temenni ederim ki, bizi
içinden çıkılmaz zorluklar içinde terk etmeyesiniz.
Muhatabım, sözlerimdeki ciddiyeti ve samimiyeti an­
lamamış görünerek; "Merak etme kardeşim!" dedi.
Bu zat arkadaşları içinde en çok konuşabilen, en çok
münakaşa edebilen ve zekasma en çok güvenenlerden biriy­
di. Diğerleriyle de aynı konular üzerinde konuşmaınış ve
serbest münakaşalarda bulunmamış değilim. On1ar, uzun gö­
rüşn;ıektcnse büyük bir devlet adamı vaziyeti takınıp, emsal­
siz bir devrimci ruh sahibi olduklarını ima ederek ve bilhas­
sa ince diplomatik ve mahir politikacılık sanatıanna güvene­
rek, o zamanın bilinen tabiriyle atıatmayı tercih etmişlerdir.
Bunda başarılı olduklarından emin idiler. Farkında değiller­
di ki kendilerini derin bir merhamet hissiyle dinliyordum.
Zavallı Talat Paşa! Kendisinin bir çapkın Eııneni kurşunuy­
la Berlin sokaklaır nda yere serildiğini işittiğim zaman ne ka­
dar üzülmüştüm. Sadrazam olduğu günlerden birinde Sacta­
ret makanıında kendisine bazı hayatı meselelerden bahset­
miştim. Verdiği cevaplada beni güzelce atlattığına kani ol­
muş, hatta bu memnuniyerini bir saat sonra bir araya geldiği
yakın bir arkadaşıma anJatmıştı. Fakat iki gün soma kendini
telaşa düşüren bir vaziyet oluşması üzerine beni gece yan­
sında evine davet ederek, çare ve tedbir sormak lüzumunu
hissetti. O gece telaşlı Sadrazam'ın meclisinde aynı arkada­
şım da hazırdı, şu sözleri söylemekle kendimi teselli ettim.
- Benden fikir ve mütalaa soruyorsunuz, söylemekte
mazurum. Çünkü ben size daha üç gün evvel hayati bir me-11-
sele hakkında fikir ve müHHaamı söylemiştim. Siz ise beni
atıattığınız kanısına kapılmış, hatta sevindiğİnizi göster­
miştiniz.
- Asla! dedi.
- Söylediğiniz zat yanınızda oturuyor, dedim.
OSMANLI HUKUMET ADAMI
O devrin psikolojik durumu anlatmak için "Rical-i Os­
maniye''den diğer büyük birisini de bu vesile ile anayım.
Anburnu'nu, Anafartalar'ı yapmış bir kumandandım.
Zannediyordum ki memlekete bir hizmette bulunmuştum.
Bilahare dost düşman herkesin kişisel görüşü de benim bu
zannımı teyit etti. O hareketle bilhassa payi-tahtı (İstan­
bul'u) kurtarmıştım. insanlık hali, bu naçiz hizmeti ifa et­
miş olmaktan memnun olabileceğini tahmin ettiğim önem­
li Osmanlı yöneticilerini ziyaret ediyordum. ilim, fen, sanat
ve hadiseler itibariyle, memleketim için ve milletimin söz
konusu edilmesi gereken hayat ve mematı için düşüncele­
rim vardı. Başta bulunanlara onları söylemek istiyordum.
Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) muhteremini de görmek
ve kendisiyle görüşmek faydalı olur inancına saptım. Ba­
kanlığın bir müsteşar yardımcısı vardı. Sofya elçiliğinden
tanırdım: Halil Bey ... Evvela bu güzel kalpli adamı maka­
mında buldum; Nazır (bakan) beyefendiye, kendilerini zi­
yaret için geldiğimi söylemesini rica ettim. Beklememi­
söylediler. Bir müddet bekledim. Fakat beklernem epey
uzun sürdü. Bu sürede muhterem Nazır bey çok enteresan
ziyaretçileri kabul etmekle meşguldü. Farkına vardım ki,
ben geldikten ve haber verildikten sonra gelmiş olanlar da­
hi Nazır bey tarafından kabul olunmaktadır. Canım sıkıl­
ınadı değil, müsteşar yardımcısına:
- Beyefendi hazretleri galiba beni unuttular, dedim.
Müsteşar yardımcısı benim beklediğimi tekrar hatırlattı.
- 13 -
- Beklesin!. . . diye buyurmuş. Sükfınetle muavin be­
yin yanına oturdum. Kendisine dedim ki:
- Sizin nazırınız bütün zamanını böyle ınanasız ziya­
retleri kabul etmekle mi geçirir?
Terbiyeli ve iyi huylu olan muhatabım cevap vermedi.
Bir aralık Nazır beyefendinin bürosunu salonla birleştiren
kapı açıldı ve bir odacı:
-- Buyurun efendim, dedi.
Müsteşar yardımcısı ciddi bir konu üzerinde konuşuyorduın:
-Nedir o'? dedim.
Odacı:
- Nazır beyefendi hazretleri sizi kabul buyuracaklar,
cevabını verdi.
- Beklesinlerı dedim.
Gerçekten de müsteşar yardımcısı ile olan konuşmamı­
Zlll
biraz uzatılmış safhasının bitmesine kadar nazır beye­
fendinin davetine icabet edemedim.
Nazır beyefendinin muhteşem bürosuna girdiğim va­
kit, kendisi beni ayakta ve iltifatla kabul etti ve bana aske­
ri durumun, dahili durumun, genel siyasi durumun çok par­
lak olduğundan parlak bir lisanla bahsetti. Nezaketen teşek­
kür ettim. Yalnız bazı düşüncelerimi söyleyip söyleyeme­
yeceğimi sordum.
- Hay hay efendim, dedi.
Dedim ki:
- Ben vaziyeti hiç de sizin gördüğünüz gibi görmüyo­
rum. Genel durumumuzun sizin izah ettiğiniz gibi olmasını
çok temenni ederdim. Fakat ben en çetin ve en müşkül ne­
tice alınabilen bir savaş alanında ve o alanın kumandanı
olarak İstanbul'a geliyorum. Eğer lütfeder de beni bir sani­
ye dinlerseniz minnettar olurum.
-Lütfen efendim, buyurdular; devam ettim:
- 14 -
- Beyefcndi, vaziyet sizin gördüğünüz gibi parlak de­
ğildir. Siz ki devletin idari sorumluluklarından bir kısmını
üzerinize almış bir zatsınız; eğer şunun bunun ifadesine iti­
mat ederek siyaset yapmakta devam ederseniz, mevcut teh­
like genel tahminin de üstünde olur.
Pek ciddi bir amir tavrı takınarak cevap verdi: "Beye­
fendi, ne demek istediğinizi anlayamadım."
Alçakgönüllü bir dille izah ettim:
- Memleket ve her şey mahvolmak üzeredir: Siz bu­
nu henü?: fark etmediğİnizi söylüyorsunuz. Estağfirullah,
böyle demeyin! Siz her şeyi biliyorsunuz da beni yabancı
ve acemi bir adam telakkİ ederek, bu acı hakikatler üzerin­
de benimle açık konuşmaktan kaçınıyorsunuz. Muktedir
bir nazıra yaraşan da budur. Fakat ben, her şeyi konuşabi­
leceğiniz bir adamım. Müsaade buyurunuz, beyan edeceği­
miz fikirler aramızda kalacaktır. Sizi diğer noktada aydın­
latayım. Hakikati konuşmaktan korkmayınız. Hakikat sizin
dedikleriniz değil, benim dediklerirndir.
Çok sert ve ciddi tavırla şöyle karşılık verdi:
- Kurnandan bey! Biz size hürmet ettik; çünkü bize
dediler ki, Arıburnu ve Anafartatar Kumandanı Mustafa
Kemal hizmet etti; bunun için zatıalinizi iyi karşılamak is­
temiştirn. Fakat bugün, bana bahsettiğiniz şeylerin başka
manada olduğunu hisseder gibi oluyorum. Beyefendi, bu
konuların ve eleştirilerin makam ve muhatabı ben değilim.
Ben ordu başkumandanına, onun kurmaylarına, büyük ba­
kanlar kurulu ile beraber derin ve sarsılmaz itirnat taşıyan
bir nazırım. Sizin tereddütleriniz olabilir; sizin vakıf olma­
dığınız hakikatler bulunabilir. Ben size bunları izah etmek­
te rnazurum. Eğer siz buraya şüphe ve tereddütlerinizi gi­
dermek için gelmişseniz, yanlış yere geldiğinizi ihtar etmek
mecburiyetindeyim. Başkumandanlığa ve Genelkurmay'a
müracaat ediniz; hiç şüphe etmem ki orada sizi lüzumu ka- 15-
dar, ihtiyacınız kadar aydınlatmaya muktedir şahıslar var­
dır.
- Bana yol göstermek nezaketinde bulunduğunuz için
size teşekkür ederim. Yalnız müsaadenizle şunu arz edeyim
ki, evvela ben Türk ordusunun yabancısı bir adam değilim;
ben ordu ile küçük zabitlikten beri derinden temasta bulu­
nan bir askerim. Ben olayların sevki ile ordunun içinde za­
bit, nihayet kumandan olarak iş görmüş ve zannıma göre
muvaffak olmuş bir kumandanım. Türk ordusunu, onun fa­
zlletini, kıymetini ve bu ordu ile neler yapılabileceğini bi­
zim kadar anlayan az olmuştur. Beni acemi bir subay, tesa­
düfle kumandan olmuş bir adam gibi gördüğünüz için üz­
günüm. Bununla beraber sizi mazur görüyorum; zira bütün
hayatınızda, hatta şimdiki mühim' siyasi vaziyetinizde he­
nüz hakikatle temas etmiş bir zat değilsiniz. Bana tavsiye
ettiğiniz şeyi yapamam. Başkumandanlık vekaletine ve Ge­
nelkurmay'a müracaat etmek, tereddütlerimi orada gider­
mek . . . Beyefendi; farkında değilmisiniz ki artık bu memle­
ketin milli bir Genelkurmayı vardır, o da Alman Genelkur­
mayıdır. Türk ordusunda ilk İcraatı olarak da benim gibi asi
bir askeri atmak kararına vardı, beni o heyete mi gönderi­
yorsunuz?
Birkaç gün sonra işittim. Bu nazır beyefendi, beni ba­
kanlar kuruluİla şikayet etmiş, hatta cezalandırılmaını iste­
miş; kahkaha ile güldüm. Evet o zaman herhangi bir Mus­
tafa Kemal, böyle içi dışı çürümüş, soysuzlaşmış bir süla­
lenin ismi padişah olan reisine arkasını vererek kendini
kuvvetli zanneden bu heyet tarafından kolaylıkla cezalan­
dmlabilir anlayışı genel idi. Fakat ben, başı ve nihayeti ma­
lum olmayan, kimi kendini dahi, kimi kendini diktatör, ki­
mi kendini doktor farzeden bu adamların naçiz Mustafa
Kemal'e bir şey yapamayacaklarından emindim. Bir şey
yapabilirlerdi. O da, o gün hakim oldukları süngüye ve in-
-16 -
san dışılığa dayanarak Mustafa Kemal'i yakalamak ve as­
maktı. Halbuki o gün idamımın bütün millet arasında du­
yulmasını nimet sayardım. Onlar buna cesaret edememiş­
lerdir. Niçin? Zannederim ki, yapabileceklerine emin ola­
madıklarından! ..
Kendi münasebetsiz emellerini tatbik etmeye uğraş­
maktan başka kusuru olmayan bir Yakup Cemil'i asmak
için bile ne kadar korku ve heyecan geçirmişlerdi.
- 17 -
YAKUP CEMİL OLAY I
Yakup Cemil'in şahsından bahsetmek istemem.
Yalnız Yakup Cemil'de, Mustafa Kemal'e karşı heyecanlı
bir eğilim uyanmıştı. Bu bedbaht, kendi ufak tecrübesiyle
ve kendisini bin türlü kanlı olaylara sevk edenlerin fiilleri
ve hareketlerini görmesi neticesinde, Mustafa Kemal'in iş­
başına geçmesi gerektiğine hükınetmişti İşte Yakup Ce­
mil'in sehpaya gitmesine biraz da bu sebep olmuştur. Bu
çocuk, bir gün Bursa'da ihtili:ll arkadaşlarıyla bir görüşme
yapıyor, diyor ki:
- Büyük sandığımız adamlar çok küçükmüş, vatanın
selameti için bunları öldürmek lazımdır. Bunu ben yapaca­
ğım.
Daha ılımlı inkılapçılar kendisine soruyorlar:
- Öldürmek kolay, fakat durumu düzeltecek kim?
- Mustafa Kemal! . . . ismini telaffuz ediyor.
Bu zavallı, malum adamların kendine alıştırdıkları sa­
natın onlar aleyhinde de tatbik edilmesinde bir sakınca ol­
madığını zannederek vaziyeti kabul ediyor, İstanbul'a geli­
yor, eksik önlemlerle teşebbüse girişiyor, yakın zannettiği
arkadaşları faciadan ürküyorlar. Haber veriyorlar. Neticesi
şudur ki, Yakup Cemil yakalanmış ve asılınıştır.
Bana bu hikayeyi söyleyen, onunla hemfikir ve hem­
hal olup asılmaktan kendini kurtaran ve beni Silvan karar­
gahında bulan Doktor Hilmi Bey'dir. (Hatırat yayınlandığı
zaman Malatya Mebusu) Doktor Hilmi Bey Diyarbakır'a
gelerek telgrafla Silvan'daki karargahtan bana mühim bil­
giler vereceğini söyleyerek çağrılmasını rica etti. O günler
Diyarbakır'da bulunan yaverim Cevat Bey'e, doktoru be-1 8 -
nim yanıma getirmesini emrettim. Doktor geldi. Bütün hi­
kayeyi anlattı: "İstanbul' da kalamazdım, kalamadım. Çün­
kü beni de asacaklar." dedi.
Ben genel durumu düşünerek, adam asıırmanın çok fe­
na olduğunu anladım. Adam asınamaları için fiili bir İhtar­
da bulunmak istedim. Bu ihtarı, gayrı resmi bana iltica
eden doktoru muhafaza ettiğimi en büyük makama bildir­
mekle yaptım.
Yalnız şunu söyleyeyim ki. Yakup Cemil'in hareketini
doğru bulmamıştım. Hatta o sırada bana bağlı tümenlerden
birine tayin olunan bir kumandanla konuşurken, kendisine
İstanbul'daki faciadan balısederek:
-Yakup Cemi! asılmış ... Sebebi de; Mustafa Kemal
harbiye nazırı ve başkumandan vekili olmadıkça kurtuluş
yoktur, demiş. Sana bir şey söyleyeyim; bu adam faraza
muvaffak olsaydı ve ben işitseydim ki Yakup Cemi! İstan­
bul'da, Mustafa Kemal harbiye nazırı ve başkumandan ve­
kili olsun diye isyan etmiş ve muvaffak olmuş, benim bunu
kabule tenezzül edeceğiınİ tasavvur edebilir misin? Evet
vaziyeti derhal kabul ederim; fakat İstanbul'a gidip Yakup
Ceınil'i cezalandırmak suretiyle. . . Eğer ben onun gibilerin
tavsiyesiyle iktidara gelecek bir adamsam, adam değilim!
-19 -
ALMAN KOMUTANLAR
- Harbi Umumi'ye girdikten sonra, b u harbin feci ne­
ticelerini daima öne sümıekten kendimi men edemedim. Ka­
nal harekatı aleyhindeki isyanım, bana teklif olunan Hicaz
kuvvei seferiyesi kumandanlığı vesilesiyle söylediğim ve
kabul ettirdiğiınİ zannettiğim halde semeresini göremediğim
eleştiriler ve bunun gibi birçok mücadele sahaları izledi. En
sonunda Y ıldırım Ordusu Grubu'nun serüveni ile benim bu
grupta asıl Y ıldırım Ordusu kumandanlığım herkesin malu­
mudur. Hatırladığıma göre yatıştırılamayan isyanım işte bu
hadisede olmuştur. Artık sükfit ve alçakgönüllülüğüm sona
ermek üzereydi; ben de bu anı kaçırmadım. Felaketin coş­
kun bir nehir gibi, Türkiye üzerine aktığını görüyordum. Na­
sıl tahammül edip susabilirdim? Bu olayların vesikalarını si­
ze vereceğim, okuyacaksınız; netice ne oldu? Benim felake­
tim! Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum, ben hayatta felaket
kabul edenlere gülmüştüm. Zira bundan ne çıkabilirdi? Eğer
ben alelade gurur sahibi bir insan olsaydım ve bütün tahmin­
lerimin doğru çıktığını görmekten zevk alsaydım, ne olacak­
tı? Memleketin felaketinden nasıl zevk alabilirdim? isterdim
ki benden evvelkilerin hatalarını düzeltebileyim; çamur ve
batağa düşmüş Türkiye'yi çıkarabileyim.
- Yedinci Ordu, yani Y ıldırım Ordusu'nun ilk defa
kumandanı olduğum sırada, -zira malumdur ki, aynı ordu­
ya bilahare tekrar kumanda ettim- bu ordunun da dahil ol­
duğu grup kumandanı General Falkenhein'ın askerlik ve iç
siyasetimiz yönünden takip ettiği usul ve hareket aramızda
mühim bir münakaşaya sebep oldu; bu münakaşa nihayet
daha büyük makama aksetti. Ben çok ehemmiyet verdiğim
görüşlerime değer verilmediğini görünce susamazdım.
-20 -
Her türlü sonuçlarını evvelden kabul ederek usUl ve
teamül dışı denebilir ki, biraz isyankar bir şekilde, kendi
kendimi ordu kumandanlığından af ve hatta vekiliınİ de
bizzat tayin ederek (Kolordu kumandanlarından Ali Rıza
Paşa idi) vazifeme son verdim ve bu ernrivakii büyük ma­
kamlara bildirdim. Beni bu hareketten vazgeçirmek için
General Falkenhein özel bir mektupla, başkurnandanlık
vekaleti ve bu durumla ilgilenen dördüncü ordu kurnanda­
mm hayırhah ve dostane aracılıkta bulundular. Bu hal, ha­
kikatin hala bu şahıslar ve makarnlar tarafından ne kadar
anlaşılrnarnış olduğunu, yahut anlaşılmış ise hakikati sak­
lamak için ne hazin şartlar ve rnecburiyetler içinde kalmış
olduklarını gösterdiğinden; beni, ancak tesirlerimi daha
şiddetli ifadeye sevk etti. Nihayet bu istifarnın, yüce ma­
kamlara ve belki bütün millete anlatmak istediğim hakiki
manasını gözden kaçırmak ve kumandanlıktan alelade bir
sebeple çekilmiş olduğumu yaymak için, beni merkezi Di­
yarbakır'da bulunan eski ordurna, İkinci Ordu Kurnandan­
lığı'na tayin ettiler. Görünür bazı mazeretler göstererek
onu da reddettim. Kuvvetle üzerinde durduğum feci "vazi­
yet"i, basit işlerdenmiş gibi saydıklarını gösterir bir hare­
ketle, "bir ay kadar süreyle izinli olduğumu" bildirdiler.
- Burada hatırırna gelen hazin bir noktayı da, ilgile­
nirseniz işaret edeyim: Ben Halep'te mevki ve vaziferne ni­
hayet veren bu teşebbüste bulunduğum ve en son teklif olu­
nan İkinci Ordu Kurnandanlığı'nı da reddettiğirn sırada,
Halep'ten İstanbul'a gitrnek için tren ücreti verecek kadar
pararn olmadığını bilrniyormuşurn.
Vakıa, Yıldırım Ordusu kurnandanlığını üstürne alıp
İstanbul'dan Halep'e hareket ettiğim günün gecesiydi. Fal­
kenhein tarafından bana bazı şeyler gönderildiği söylendi:
O "şey"lerin, kendilerini kabul ettiğim odaya nakledilmesi­
ni ernrettirn. Salon kapısının yanına ufacık sandıklar istif
- 21 -
edildi.
"Bunlar nedir? " dedim.
Alman subayı dedi ki: --İstanbul' dan ayrılıyorsunuz,
Mareşal Falkenhein tarafından bir miktar altın gönderilmiş­
tir.
Kimseye hiçbir ihtiyacımdan bahsetmemiştim; fakat
zannettim ki Mareşal bu parayı ordunun ihtiyacına sarfedil­
mek üzere göndermiştir. Onun için tercümanlık eden Türk
subayına dedim ki:
-Bu sandıklar bana yanlış geldi, ordunun levazım re­
isine gönderilmesi lazımdı; benim için fazla külfettir.
Muhatabım sözlerimi Alman subayına nakletti: Subay
derhal:
- Efendim o da başka! dedi.
Bizim subayımıza: - Paranın miktarını bu subaydan
öğren, huzurunda alındığına dair bir senet yaz, ver, imza
edeyim, dedim.
Bu zat emrimi yaptı, fakat subay imzalı senedi kabul
etmek istemedi, tekrar:
- Bu subay bilmiyor, dedim; senedi alsın ve Mare­
şal 'e versin ve siz de bu paraları gelip alması için levazım
reisine haber gönderiniz.
Tabii iş böyle devam etti.
Bu sandıklar ve içindekiler, ordunun levazım başkanlı­
ğında ve benim bunlara karşılık verdiğim senet de Falken­
hein' in gizli dosyasında birkaç ay beklernede kaldılar. İşte
yukanda söylediğim üzere, Yedinci Ordu Kumandanlı­
ğı 'ndan kendimi affettikten sonra, kumandanlığa vekil ta­
yin ettiğim Ali Rıza Paşa'ya bu sandıklan teslim ettim ve
kendisinden aldığım senedi o vakit yaverlerim bulunan Ce­
vat Abbas (Gürer, Bolu milletvekili) ve Salih (Bozok) bey­
lere vererek, kendilerine şu emri verdim:
- Hemen Falkenhein'in karargahına gideceksiniz,
- 22-
bizzat kendisini gorup bu senedi vereceksiniz ve benim
kendi nezdinde bulunan senedimi alacaksınız.
Yaverlerim bizzat Falkenhein'i görmek hususunda bi­
raz zorluk çekmekle beraber emirlerimi harfiyyen yapmış­
lar. Biraz sonra yanıma gelerek dediler ki:
-- Mareşal Falkenhein, size böyle bir para vermiş ol­
duğunu hatırlamıyor ve bu para için sizin imzanızı taşıyan
hiçbir vesikanın kendisinde mevcut olduğunu bilmiyor, bi­
naenaleyh Ali Rıza Paşa imzalı senedi de kabul etmiyor.
Tekrar yaverlerime dedim ki:
- Şimdi size çok ciddi emrediyorum. İkiniz tekrar
Falkenhein'ın odasına gireceksiniz ve şöyle diyeceksiniz:
"Verdiğiniz altınlar olduğu gibi saklanmaktadır. Buna kar­
şılık size senet verilmiştir. Senet olmadığını iddia etmek,
altınların mevcudiyetini değiştiremez. Vesikayı kaybetmiş
olabilirsiniz, o halde verdiğiniz altınları size iade edece­
ğiz; aldığımza dair bize vesika veriniz. Bizi buraya gönde­
ren kumandanın altın karşılığı memleket menfaatleri hak­
kında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çok­
tan öğrenmeliydiniz. Hala bunda tereddüdünüz varsa, ku­
mandanımız bunu size ve kamuoyuna daha başka şekiller­
de de ispat edebilir. Paralarınız duruyor, fakat bu paralar­
dan daha çpk kıymetli olan ' Mustafa Kemal' imzası sizde
kalamaz." Olumlu bir netice almadıkça da karşıma gelme­
yeceksiniz.
Emir verdiğim arkadaşlar grup kumandanı Falkenhe­
in'i tanıyan adamlar değildi; fakat beni çok iyi tanıyorlardı.
Onun için bir saat sonra Falkenhein 'ın elinden benim imza­
mı taşıyan kağıt parçasını alıp dönmüşlerdi. Kolayca tah­
min etmek mümkündür ki, Mareşal Falkenhein beni, belki
benden başka birçoklarını, böyle sandıklarla altın vererek
gaflete düşürmek istiyordu!
- Bıraktığım noktaya geliyorum: Evet, Halep'ten İs- 23 -
tanbul'a gitmek için tren ücreti verecek param olmadığının
farkında değilmişim, yalnız beş-on atım ve kısrağım vardı;
zamanla edinilmiş, yetiştiritmiş cins atlar ve kısraklar. Sa­
lih'i çağırdım ve:
- Bu atlardan birkaçını satın da İstanbul'a gidebile­
lim, dedim.
Bu alım satım neticesini beklerken, Halep'te bir aile
yanında misafir bulunuyordum. Fakat benim en güzel atla­
rıını pazarda satın alan bir tek adam çıkmamıştı. Hayret et­
tim, halbuki hayret edilecek bir şey yoktu. Subaylanmızın
m�m kuvvetlerine güvenilemezdi. Halep'in zenginleri ata
ve kısrağa meraklı iseler de, seferberlik içinde olduğumuz­
dan bunların ellerinde bulunan hayvanları ordu alacaktı.
Bizim yegane servetimiz olan atlardan da ümidimizi
kestik.
Fakat takip ettiğimiz dava ve gösterdiğimiz direnç, bu
kadar parasız olduğumuzu belki zannettirmezdi. Bunu ni­
çin söylüyorum, biliyor musunuz? Bir gün aynı Halep şeh­
rinde çok büyük, tanınmış bir kumandaola hasbihal ediyor­
dum. Benim bütün fikirlerime katılarak:
-Ne yapmak lazımdır? dedi.
- Hiçbir şey yapamazsınız, hiç olmazsa istifa ediniz,
dedim.
Muhatabım gözyaşlarıyla teyid ettiği fikri ve hissi işti­
rakinden sonra, bana dedi ki:
- Yapamam, çünkü kendim ve çok sevdiğim evlatla­
nın için dayanak noktam yok.
Hatırladığıma göre şu cevabı verdim:
- Efendim, söz konusu olan koca bir Türk milletinin
hayat ve mematıdır. Mahvolan budur ve buna emin olduğu­
nuzu gözyaşınızla gösteriyorsunuz, bu hayat ve ölüm man­
zarası karşısında hususi düşünceleri ve endişeleri akla ge-
-
24
-
tirmemek gerekir.
O tarihte vaziyeti ve sözü, kamuoyu üzerinde etkili
olacağına şüphe etmediğim bu zatın harekete gelmesini çok
bekledim.
Atlar ve kısraklarımızın pazarda satılamamış olduğunu
söylemiştik; o sıralarda Dördüncü Ordu'nun kumandanı
bana Halep'te yetişti. Çok şeyler konuştuk. Ortak kararlar
vermiş olduğumuz zannına kapıldım. Bu safhaları anlat­
mak uzun olur; bu da ayrı bir tasvir. Fakat merhum Cemal
Paşa'nın bana ayrıca bir muhabbet ve bağlılığı olduğunu
zikretmek de vazifemdir. Ben Cemal Paşa'yı Cemal Paşa
olduktan sonra tanımış değildim; aynı şekilde Cemal Paşa
da Mustafa Kemal'i, kendisiyle Halep'te konuşan ordu ku­
mandanı Mustafa Kemal olarak bulduktan sonra tanımış
değildi.
-25-
İSTANBUL'DA
-At ve kısraklarıının satılmamış olduğunu söylemiş­
tim. Halep'te Cemal Paşa merhumla birçok ciddi konu üze­
rinde münakaşadan sonra, şu basit konuşma cereyan etti:
-Cemal Paşa, benim bazı cins at ve kısraklanm var.
Bunları satmak ihtiyacındayım; taJip bulamadım. Siz bura­
nın eski kumandanısınız, bana bir yol gösterir misiniz?
-At ve kısraklarınızı evvela veterinerleriine muaye­
ne ettireyim.
-Diyarbakır 'da iken Avusturyalılar, bu atlarla kısrak­
ların mühim bir servet olduğunu söylediler, kıymetlerinden
şüphe etmiyorum; bununla beraber öyle yapınız.
Cemal Paşa hepsi için iki bin altın teklif etti . . . Kabul
ettim ve bu suretle İstanbul'a hareket ettik.
Bir gün İstanbul'da Bahriye Müsteşarı Vasıf Paşa'dan
bir tezkere aldım. Bu tezkereye raptedilmiş olan "Cemal
Paşa" imzalı telgrafın içeriği şu idi: "Hayvanlarınızı beş
bin liraya sattım; sizden çok ucuz almışım, üç bin lirasını
nereye göndereyim?" Bu telgraf üzerine müsteşar Vasıf Pa­
şa'nın yanına gittim; kendisine dedim ki: "Bu telgrafın ma­
nasını anlayamadım: Ben paşaya atlarıını iki bin liraya sat­
tım, o beş bin liraya satmışsa üst tarafını bana vermeye
mecbur değildir. " Fakat ilave etmeliyim ki bu tokgözlülü­
ğüme rağmen Cemal Paşa merhum, üç bin lirayı Vasıf Pa­
şa'nın yardımıyla bana göndermiştir:
Bu para yeni girişimierirnde benim için dayanak ol­
muştur; bunu söylemeyi gerekli görüyorum. Çünkü ben
ateşkes zamanı İstanbul'da bulunurken ve çok geniş teşeb­
büslere karar verirken, bana bu teşebbüslerimin manasını
-2 6 -
hissedenler tarafından çok tekliflerde bulunulmuştur. Hepsi­
ni reddettim. Çünkü bana bu yolda teklif yapanların hiçbiri
ideal sahibi adamlar değillerdi. Tabirimi maruz görürseniz,
bu satırlan okudukları zaman kendilerinin ima edildiklerini
aniayacaklarına şüphe olmayan o zatlar dahi, adi entrikacı­
lar olduklarını reddetmeyi başaramazlarsa bana çok küstah­
ca tekliflerde bulunmuş olduklarını kabul edeceklerdir.
At ve kısrak parasıyla İstanbul'a geldik . . .
İstanbul'da Pera Palas otelinin bir dairesine yerleşmiş­
tim. Artık her şeyin mahvalduğuna inanmış bir adam gibi
ümitsizce düşünüyordum. Ancak mahvalan bu her şeyin
tekrar kurtarılabileceğine kanaat getiren bir adam gibi ken­
dimi avutuyordum.
Bu psikoloji içinde iken Enver Paşa bir gün bana, pa­
dişahın vekili sıfatıyla bir aracı vasıtasıyla müracaatta bu­
lundu ve dedirttİ ki:
- Alman imparatoru Zat-ı Şahane'yi genel karargahı­
na davet etti. Zat-ı Şahane böyle bir seyahati yapamayacak
halde bulunduğundan. Veliaht Hazretlerinin, Zat-ı Şahane
namına bu seyahati yapmasının uygun olacağını düşündük.
Kendisinin refakatinde bulunmayı kabul eder misiniz?
Ben böyle bir zat ile böyle bir seyahati kendim için en­
teresan gördüğümden, derhal uygundur cevabı verdim. Ter­
tibat ve tebliğat yapılmış, iki üç gün sonra bir perşembe ak­
şamı trene binip Vahideddin ile scyahate çıkmamız karar­
laştırılmıştı. Bana denildi ki:
- Seyahate çıkmadan evvel, Veliaht Hazretleri'yle ta­
nışmalısınız! Naci Paşa, kolordu kumandanı ve Mekteb-i
Harbiye'de (Harb Okulu) benim askeri eğitim hocamdı.
Onun da Vahideddin ile beraber bulunması uygun görül­
müştü.
Bir gün hareketimizden evvel Vahideddin'in sarayında
bir araya geldik. Bizi sarayın içinde Arap hasırlarıyla örtül-27-
müş bir salona açılan kapıdan bir odaya soktular. Redingot­
lu adamlarla dolu olan odanın eşyası bir kanape ve kanape-,
nin iki tarafından birer koltuktan ibaretti. Henüz girdiğimiz
bu odada ayakta dururken, çok laubali görünen redingotlu
adamların içinde redingotlu başka bir adam belirdi. Bu ye­
ni gelenin kim olduğunu, ne olduğunu ve ne olması gerek­
tiğini ne ben, ne de arkadaşım fark etmedik. İçeri girdi, bi­
zim bulunduğumuz tarafa yöneldi. Kanapenin sağ köşesine
oturdu. Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Benim karşım­
daki koltuğu Necip Paşa işgal etti. Bu zat bir defa gözleri­
ni kapadı, derin bir şekilde daldı, neden· sonra tekrar gözle­
rini açtı, bize lütfen iltifat etti:
- Sizinle müşerref oldum, memnunum.
Tekrar gözlerini kapadı, bu nazikane sözlere cevap
vermeye hazırlanırken, şaşkın bir şahsiyerin huzurunda bu­
lunduğumu fark ettim; cevap vermek mi, yoksa vermemek
mi gerektiğinde tereddüt ettim. Naci Paşa'nın yüzüne bak­
tım, o da çok durgundu. Onda bir defa daha konuşma kud­
reti mevcut olup olmadığını anlamak için beklemeyi tercih
ettim. Biraz sonra gözlerini açtı:
- Seyahat edeceğiz değil mi?
Ben çok sıkıntılı bir halde:
- Evet, seyahat edeceğiz! dedim.
İtiraf edeyim ki, bir mecnunla karşı karşıya bulundu­
ğumuzu hemen hissetmiş, fakat mantık! konuşmaya giriş­
rnekten kendimi men etmiştim. Hemen ayağa kalkıp dedim
ki:
- Efendi Hazretleri, beraber seyahat edeceğiz. Seya­
hat iki gün sonra başlayacaktır. Perşembe akşamı garda ha­
zır bulunacaksınız, oradan hareket edeceğiz.
Veda ettik ve çıktık. Süslü bir saray arabasına binmiş­
tİk. Naci Paşa ile aramızda takriben şöyle bir konuşma ol­
du:
-28 -
- Zavallı, bedbaht, acınacak adam! . . . Bunlarla ne
olabilir?
- Öyledir.
- Bu zavallı yarın padişah olacaktır, kendisinden ne
beklenebilir?
-Hiç! . . .
- Biz ki aklımız, mantıkımız vardır, biz ki memleketin mukadded'itını, halini ve geleceğini anlamış insanlarız,
ne yapabiliriz?
Naci Paşa:
-Güç!. . . dedi.
-29 -
ALMANYA SEY AHAT İ
-Perşembe akşamı gara gittim, yalnız daha evvel Va­
hideddin'in etrafındaki adamlara haber göndermiş ve bizim
seyahatimizin bir bakıma askeri bir seyahat olacağını; zat-ı
alilerinin üniformasım giymesi gerektiğini söylemiştim.
Gara geldiğim vakit, Vahideddin'in sivil giyinmiş olduğu­
nu gördüm. Veliabctın teşrifatçısı olan İhsan bey isminde
bir adam vardı. Kendisine dedim ki:
- Ben Veliaht hazretlerinin üniforma giymesi için haber yollamıştım. Söylemediniz mi?
Bana saray geleneklerinin verdiği bir gururla:
- Siz kim oluyorsunuz? dedi.
- Ben sana kim olduğumu izah eelecek durumda değilim, yalnız soruyorum: Ben sana Veliaht hazretlerinin
üniforma giymesi gerektiğini ilettim. Kendisine söyledin
mi, söylemeelin mi?
Bu cümleleri biraz sert telaffuz ettim. O zaman bana
cevap vermeye mecbur kaldı:
- Ben söyledim, fakat yapmadı.
-Neden?
- Müsaade ederseniz, izah edeyim . . . dedi.
- Anlattığına göre Veliahcl' a, feriklik (korgenerallik)
rütbesi verilmiş, sonra mirliva (tuğgeneral) olduğunu bil­
clirmişler; o da bundan gücenerek, "madem ki benelen ilk
rütbeyi geri almışlar, ikinci rütbeye tenezzül etmem" elemiş
ve hiçbir rütbeye layık olmayan Vahicledclin işte bu sebep­
le gara sivil gelmeyi tercih etmiş. İhsan bey denilen adam­
la fazla meşgul olmaya lüzum görmedim. Bineceğimiz tren
hazırdı. Bir asker! müfreze, savaş sırası düzeninde, Veli-
ahd'i uğurlamayı bekliyordu. Veliabd'ın yanına yaklaştım.
Başkumandan Vekili Enver Paşa da orada idi.
- Bu asker sizi uğurlamak için hazırdır. Kendilerini
selamlayınız, dedim.
Vahideddin yüzüme baktı. Bu bakışıyla:
-Nasıl? demek istiyordu. işaret ettim:
- Siz yürüyünüz, arkanızdan biz geleceğiz.
Vahideddin askerin önünden geçerken, iki eli de yuka­
rıda, gayri tabii ve bilinçsiz bir şekilde selam vererek yürü­
dü. Geriye dönüp trene bindik, içine girdiğimiz salonun
pencerelerini açtırarak, tren hareket edeceği sırada Vahi­
deddin'e:
-- Bu pencereden askeri ve ahaliyi selamlayınız, dedim.
-Niçin lazımdır? dedi.
- Evet lazımdır!
Vahideddin benim korkusuzca ihtanma boyun eğmiş
gibi görünerek, dediğimi yapıyordu. Tren İstanbul'u terk
etti. Vahideddin, beraber bulunduğumuz salonun gerisinde­
ki di ğer bir salonda kendine hazulanan korupartımana git­
ti. Beni bıraktığı salon bana aitti. Ben burada yatacaktım.
Fakat salonun her tarafına birtakım bavul1ar, sepetler vesa­
ire yığılmış olduğunu gördüm. Daha evvel, Vahideddin'in
çok yakını Refik isminde bir zata demiştim ki:
- Vahideddin'in yakınında yatmak, onunla beraber
bulunmak ve kendisini tanımak istiyorum.
Bu adam bana evvela söz vermişken, sonra öyle bir
tertip yapmış ki, Vahideddin'in yakın adamları her tarafı
doldurmuş ve bana bahsettiğim salon kalmış.
- Niçin böyle yaptınız? dedim.
Bana güzel bir cevap verdi:
- Efendimiz köleleri ile yakın olmak ister. Zat-ı ali­
niz efendimizi ve o da sizi rahatsız edebilir. Bu sebeple si- 31-
zi onun vagonuna bitişik bir yerde bulundurmayı tercih et­
tim.
Refik beyin sözünü akla aykırı bulmadım. Evet, Vahi­
deddin 'in yanında uşakların ve Refik beyin de o uşakların
başında bulunması gerekiyordu.
- Trenimiz İstanbul'dan hayli uzaklaşmış, Trakya
topraklarında ilerliyorduk; bir zat geldi:
-Efendimiz sizi salona davet ediyor, dedi:
Doğrusu bu
davet beni memnun etti. Yarınki padişahı
yakından incelemek fırsatlarından birincisi balışediliyor
demekti. Vahideddin'in salonuna girdiğim vakit kendisini
ayakta, beni beklerken buldum. Oturdu. Bana da oturmak
için yer gösterdi. Bu dakikada, sarayında çoğunlukla gözle­
ri kapalı konuşan zatı büsbütün başka bir vaziyette buldum.
Bilakis gözlerini çok kuvvetle açmış ve dikkatle bana bakı­
yordu. Bir nutuk söyler gibi, şu tarzda beyanatta bulundu:
- Affedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç dakika evveli­
ne kadar kiminle seyahat etmekte olduğumu bana açıkla­
mışlardı. Ancak trenin hareketinden sonra aldığım malumat
üzerine gıyaben çok tanıdığım ve takdir ettiğim bir kuman­
danımızia beraber bulunduğumu anladım. Ben sizi çok iyi
bilirim. Arıburnu'nda ve Anafartalar'da yaptığınız bütün
icraat, kazandığınız başarılar tamamen malumumdur. Siz
İstanbul 'u ve her şeyi kurtarmış bir kumandanımızsınız,
beraber seyahat etmekte olduğum için çok memnunuru ve
bundan iftihar ediyorum.
Vahideddin bu sözleri çok ağır, fakat muntazam söylü­
yordu. Hayret ettim. Gerektiği gibi cevaplar verdim, ara­
mızda mükemmel ciddi ve samimi sohbetler oldu.
O gece için görüştüklerimizi yeterli sayarak kendisini
fazla rahatsız etmek istemediğimi söyleyip izin aldım. Salo­
na döndüğüm zaman terahlık hissediyordum. Düşündüm ki
bu zat akıllı olmalıdır. istanbul'da ilk buluştuğumuz vakit, o
-32 -
devri biLenLerce anLaşıLması koLay oLan neden ve koşuLLarın
etkisi aLtında garip bir haL gösteren VeLiahd; İstanbuL'u terk
ettikten, kendisini tamamen serbest gördükten ve biLhassa
muhatapLarının güveniLir adamLar oLduğunu anLadıktan son­
ra şahsiyetini oLduğu gibi göstermekte artık sakınca görmü­
yor. Buna göre ben de kendisine bütün durumLarı ve zaruret­
Leri anLatabiLirim; hatta kendisince yapıLabiLecek bazı ze­
minLer üzerinde faaLiyete geçebiLirim, ümidine kapıldım.
Seyahat günLeri birbirini takip ediyor, biz her gün kısa
veya uzun bir görüşme yapıyorduk. Bende oLuşan kanaat şu
idi ki, bu adamLa kendisini aydınLatmak ve kendisine yakın­
dan ve samimi yardım etmek şartıyLa bazı işLer yapmak
mümkündür. Bu görüşümü gerek Naci Paşa'ya, gerek diğer
zatLara söyLedim ve VeLiahd'i bu şekiLde hazırLamanın,
memLeket çıkarLarı adına bir görev oLduğunu beLirttim. Ar­
kadaşLar ve ben, bu tür temasLarda buLunarak seyahatimize
devam ediyorduk.
***
Büyük Alman karargahının bulunduğu küçük bir kasa­
baya geLmiştik. Bizi imparator karargahının girişi karşısına
diziimiş heybetLi bir ALman kıtası seLamLadığı esnada, bizzat
Kayzer girişin sahanLığında bu karşıLamaya katıLıyordu. Gi­
rişten büyücek bir hoLe geçtik. Orada İmparator, Hinden­
burg, Ludendorf ve bütün karargah kurmay ve amirLeri VeLi­
ahd'ı ve onun refakatinde buLunanLarı kabuL ediyordu. Kay­
zer, VeLiabd'La tokaLaştıktan sonra ve Naci Paşa aracıLığıyLa
birkaç keLime konuştuktan sonra Vahideddin'e deniLdi ki:
- Refakatinizde buLunanLarı İmparator'a takdim et­
meniz Lazımdır. VeLiahd beni İmparator'a takdim etti. Bir
eLi, göğsü üzerindeki düğmeLerinin arasına sokuLmuş oLan
İmparator, diğer eLiyLe benim eLimi tuttu ve çok yüksek ses­
Le, ALmanca oLarak:
- 33 -
-On altıncı kolordu. . . Anafarta! sözlerini telaffuz etti.
Bütün hazır bulunanlar, İnıparatorun bu hatırlatması
üzerine bana yöneldiler. Ben Kayzer'in ne demek istediği­
ni anlamadığımdan biraz sıkılelım ve önürne baktım.
İrnparator benim bu mahcup ve mütevazi vaziyetim­
den şüphelenerek, yanlış bir hitapta bulunmuş olması ihti­
malini düşünmüş olsa gerek, bana sordu:
- Siz on altıncı kolordu kurnandanlığını ve Anafartalar'ı yapmış olan Mustafa Kemal değil misiniz?
Almanca sorulan bu suale Fransızca cevap verdim:
- Evet, Ekselans . . .
Bu kelimeler ağzımdan çıkınca derhal anladım ki, bü­
yük bir hata yapmıştım.
- Sir yahut Kayzer demek lazımdı. Ne yalan söyleye­
yim, insan dilini alıştınnadığı şeyleri söylemekte zorluk çe­
kiyor; bu benim yaptığım birinci hata da değildir. Bulgaris­
tan Kralı Ferdinand'la ilk defa karşı karşıya geldiğim za­
man da aynı hatada bulunduğumu hatırlarım.
***
Karargahta çok güzel ve rahat yerleştirilmiştik. Veli­
ahd tarafından bazı ziyaretler yapılması gerekliydi; mesela
Hindenburg'u ondan sonra Ludendorf 'u ziyaret ettik; ben
ve Naci Paşa Veliahd'a refakat cdiyorcluk.
Hindenburg 'un ufacık bürosunda idik. Mareşal, masa­
nın başında ve sol ilerisindeki koltukta Vahideddin, onun
yanında dili değerinde olan Naci Paşa oturuyordu. Ben
Hindenburg'un sağına tesadüf eden sandalyede idim. Veli­
ahd ve Hindenburg birbirleriyle görüşüyorlardı. Kısa ve
merasim kabilinden olan böyle bir görüşmede çok mühim
şeyler konuşulmaması alışılmış olmakla beraber, Hinden­
burg, Veliahd'a ve tabii onun aracılığıyla bütün Türk mille-
- 34 -
tine çok teselli verici sözler söylüyor, Veliahd bu sözlere te­
şekkür ediyordu.
Ben Hindenburg'un ağzından işittiğimiz sözlerin en
nihayet kibar ve misafirperver olduğu için nezaketen sarfe­
dilmekte olduğuna inanmak istiyordum. Yoksa beyanatın
gerçek anlamı beni üzecek mahiyette idi. Konuşmaya katıl­
mayı uygun görmedim; bilakis görüşmenin kısa kesilmesi­
ni bekliyordum, öyle oldu.
Vahideddin 'i Ludendorf da büyük nezaket ve itina ile
kabul etti. Denebilir ki, o da Mareşal'in temas ettiği konu­
lar üzerinde teselli verici sözler söyledi. Bilhassa o günler­
de kuzeybatı cephesi üzerinde İtilaf ordularına karşı başlat­
tıkları parlak taarruzu esasen biliyorduk. Fakat taarruzun
ulaşabileceği neticeyi Ludendorf'un ağzından işitmek için
sabırsızlanıyordum.
Gördüm ki, konuşmanın hedefi bu değil. Alman ordu­
sunun taarruz etmekte olduğunu söylemesinin nedeni, Al­
ınan millet ve ordusunun ve bütün müttefiklerin maneviya­
tım yükseltebilecek teminat vermekten ibaretti. Şüpheınİ
halletmek için olmalı, generale kısa bir sual sordum:
- Taarruz kuvvetleri en son hangi hatta kadar gidebi­
leceklerdir?
Böyle, Veliabd refakatinde bulunan bir subayın daın­
dan düşer gibi sorduğu soruya muh<'Hap olan Ludendorf,
nezaket içinde devam eden beyanatını kesti, biraz düşündü,
biraz da yüzüıne baktı ve dedi ki:
- Biz taarruz ediyoruz, neticesini olaylar gösterecektir.
Cevap verdim:
- Yapılmakta olan taarruz neticesinin ne olabileceği­
ni anlamak için olayların ve talihin tecellisini beklerneye
lüzum olmadığını zannediyorum; çünkü yapılan taarruz, en
nihayet "parsiyal" bir taarruzdur.
-- 3 5 -
Ludendorf, tekrar yüzüme baktı. Ne demek istediğimi
pek iyi anlamıştı. Olumlu veya olumsuz cevap vermeyerek
sustu.
Konuşma burada kaldı ve ziyarete son verildi.
Ludendorf'un hatıratını baştan başa okudum. Hatıratta
çok büyük esaslardan çok büyük ustalıkla bahsedilmiştir.
Tabii bu kadar kısa bir görüşmede kendisi için meçhul bir
ziyaretçinin çok kısa sorusundan ve o sorunun neticesinde­
ki beklemeden bahsetmiş olmasını kendisinden talep etmek
hakkımız değildir. Lakin biz de bu ziyaretten bahsettiğimiz
sırada, bütün dünya ordularında büyük bir asker ve subay
olarak tanınmış bir zat ile ani denilebilecek kadar kısa gö­
rüş alışverişinin hatırasım gömmek istemedik.
***
imparatorluk karargahı olarak kullanılan otelin
içinde, Veliabd'ın odasında Vahideddin, ben ve Naci Paşa
konuşuyoruz. Bütün seyahatimiz esnasında benim Veli­
ahd'a bahsini açtığım genel ve hayat! konular üzerindeyiz.
Başkumandanlık vekaletinin, Alman ordusuna dayandırıla­
rak seçilmesiyle devam edeceğimiz fedakarlığın, mutlaka
parlak bir başarıyla neticeleneceği hakkındaki fikir ile bu
fikri memlekette sağlamlaştırmaya çalışmaktaki mantıksız­
lığı izah ve ispata çalışıyordum. Beni bu açıklamaya sevk
eden vesile, kısa soruru karşısında Ludendorf'un bu sonuç­
ları Allah'a bırakan bir mütevekkili andırır vaziyeti idi.
Çok arzu ediyor ve çalışıyordum ki, yannın padişahı tam
yerinde benim dediklerimi çok iyi anlayabilsin! Bilmem
neden böyle bir teşebbüsten ümitvar olmak istiyordum.
Verdiğim izahat, Veliabd'ın tasdik ve uyanıklığına delalet
eden işaretlerle karşılanmakta idi.
Bu esnada bazı yüksek sesler, bütün boşluklarını dal­
durarak bizim oturduğumuz salonun içine kadar geldi.
-36 -
- Kayzer... Kayzer. ..
Kapı vuruldu; Veliabd hazretlerini ziyarete gelmekte
oldukları bildirildi. İmparator 'u karşılamak için acele ettik;
Kayzer salona girdi. Hep beraber oturduk. İmparator haki­
katen centilmence konuşuyor, sadık ve vefakar Osmanlı
devletinin çok kıymetli bir Alman müttefiki olduğundan ve
bilhassa başkumandan vekili olan Enver Paşa hazretlerinin
bu dostluğun kıymet ve yüksekliğini aniayarak çalıştığın­
dan; Alman Başkumandanlık ve Erkan-ı Harbiyesinin bu
seçkin zata fevkalade güvendiğinden ve itimat ettiğinden
bahsediyordu.
Ben Vahidcddin 'in sağındaydım. Naci Paşa karşımızda
bulunuyordu, İmparator salonda idi. Takriben şöyle bir so­
ru Naci Paşa aracılığıyla Vahideddin tarafından İmpara­
tor'a soruldu:
- Türkiye'nin Almanya'ya karşı sadakat ve vefasın­
dan, yakın gelecekte Alman müttefiklerinin saadete kavu­
şacaklarından bahseden beyanatı şahaneleri, Osmanlı dev­
letinin yarınını düşünmek vaziyeünde bulunan acizlerinde
büyük bir terahlık ve teselli uyandırdı. Ancak genel duru­
mu incelemekten kaçınarak, bir noktayı daha açıkça anla­
mak ihtiyacındayım. Türkiye 'nin kalbgahına yönelen dar­
beler dumıaksızın ilerlemektedir. Eğer bu darbeler başarılı
olursa Türkiye rnahvolacaktır. Bu darbeleri durdurmak için
yeterli teminat ifade eden beyanlarınızı dinleyernedim.
Lütfen bu hususta beni biraz aydınlatır ve tatmin buyurur
musunuz?
Bu soru üzerine İmparator oturduğu sandalyeden der­
hal ayağa kalktı. Şöyle bir hitapta bulundu:
- Türkiye'nin muhterem Veliahdı! Anlıyorum ki, si­
zin zihninizi kanştıranlar vardır. Ben Almanya imparatoru
size gelecekten, gelecekteki başarılardan bahsettikten son­
ra şüpheniz kalır mı, kalmaz mı?
-
37
-
Yanında bulunduğum Veliahd olumlu cevap vermekle
beraber, endişesinin giderilmediğini de ilave etti.
İmparator, kalktığı sandalyeye artık oturmad ı.. . Ve bi­
zi terk edeceğini nczaketle ima etti. Salonun kapısına doğ­
ru yürüdü. Vahideddin ve arkasından bizler, Kayzer' i salo­
nun kapısından dışarı çıkardık. Kayzer sola doğru giden bir
koridordan yürüyecekti. Ben Kayzer'in hoşuna gitmediği­
mi anladığım için ters koridora doğru ve biraz uzakta dur­
dum. İmparator, Veliahd 'ın ve sonra ona yakın bulunan Na­
ci Paşa'nın ellerini sıkarak, uzağında bulunan bana baktı ve
yöneldiği koridor istikametinde yürümeye başladı.
Benim elimi sıkmamıştı. İmparatorun hakkı vardı. Ve­
liahd'ın refakatinde bulunan herhangi bir generalin elini
sıkmak için onun ayağına mı gidecekti? Ul.zım değil midir
ki, bu general, imparator tarafından eli sıkılmak şerefine
erişmek için biraz acele etsin.
Bu kusurumu itiraf ederim. Bilmem neden durgun, ha­
rekete iktidarsız, sabit ve dalgın bir vaziyet almıştım. İmpa­
rator iki üç adım yürüdükten sonra tekrar geri döndü. Bana
yaklaştı:
- Affedersiniz, sizin elinizi sıkmamıştım.
Elimi uzattım; çok nazik ve yücegönüllülükle iltifatla­
rına mazhar oldum.
***
- İmparatorun sofrasına akşam yemeğine davetli idik.
Kayzer 'in karşısında bir prens, sağında Vahideddin, solun­
da Berlin Elçisi Hakkı Paşa merhum ve prensin solunda da
ben bulunuyorduk. Benim solumda Ludendorf vardı. Lu­
dendoıi, Fransızcasıyla benimle görüşüyordu. İmparator,
Ludendorf'a Almanca:
- Sağındaki adamla konuş! dedi.
-3 8 -
Ludendorf:
- Onu yapıyorum, cevabını verdi.
Tabii bu konuşmaları aniayacak kadar Almanca bildi­
ğim için imparatorun İhtarını ve Ludendorf ' un cevabını an­
lamıştım. Çok büyük bir harekatın idaresi nden dolayı zihni
yorgun bulunan Ludendorf, yemek esnasında hatırımda yer
tutacak kadar ciddi bir konuşma konusu bulamadı .
Yemek bitti; salona biti şik, adeta onun büyük parçası­
na benzeyen diğer bir salon vard ı. Sofrada hazır bulunan­
lardan bir kısmımız oraya geçtik. İmparator, Hindenburg,
Ludendorf, Alman Başvekili olduğunu zannettiğimiz bir
zat; bizim tarafımızdan da Veliahd, Hakkı Paşa merhum ve
bizler. . .
İmparator bir köşede ayakta Vahideddin ile t atlı tatlı
konuşuyor; ben , arkasını iki salonun arasını ayıran kavisin
duvarına dayam ı ş, çok heybetli ve canlı, asil nazariarında
gerçekleri anladığı görülen, fakat anladıklarını her muhata­
ba söylemekten çekinen y üksek bir şahsiyet karşı sındayım.
Hindenburg ! Hindenburg ' l a görüşmek istiyor, kendisini
bilhassa Veliah d ' la beraber ziyarete gittiğimiz vakit temas
etmiş olduğu tatlı sohbet zeminine sevk etmeye çalışıyor­
dum .
Mareşal , ziyaretimiz esnasında, S uriye 'deki durumun
düzeldiğini; son günlerde yeni ve taze bir süvarİ tümeninin
savaş meydan ına gönderildiğini söylemişti . Halbuki bu bü­
yük adamın bahsetti ği, tabii ki oradaki kumandanların ver­
diği raporların içeriğiydi. Gerçekte söz konusu edilen bu
süvarİ tümeni, ben henüz İkinci Ordu kumandanı iken Yıl­
dırım Grubu ' nu takviye için bu gruba gönderilmesi talep
olunan tümen idi. Ben Yedinci Ordu kuman danı olmadan
evvel, bu süvarİ tümeninin oluşturulmasına çok çalışılmış­
u . Ancak toplanabilen bu seyyar kuvvet o kadar güçsüz idi
ki, evvala cılız hayvanların ı Re 'sülay n civarındaki otl aklar-
39
-
da beslemek ve ondan sonra faydalı bir hale gelip gelmedi­
ğini yeniden incelemek lazımdı. B en aylarca sonra Yedinc i
Ordu kumandanı olduğum zaman b u tümenden istifade
edip edemeyeceğimi araştırdım. Aldığım ciddi bir rapor, tü­
menin bir kuvvet olmadığı mahi yetinde idi. Alman büyük
karargahında Hindenburg'un ağzından i şitti ğim şu idi ki;
bu tümen savaş meydanına dahil olmuş ve durumu düzel­
tilmiştir. M areşal 'e bu m acerayı anlattım ve dedim ki:
- Benim söyleyeceğim sözler sizin aldığınız raporla­
rın içeriğine uymayabilir. Fakat Suriye ' ni n durumunun dü­
zelmediğinden em in olabilirsiniz. B u nu kabul edi niz. Son­
ra Mareşal, siz öneml i bir taarı·uz yapıyorsunuz ve zannet­
meın ki, buna çok bel bağlamı ş olasınız. Yaln ı z bana söyler
misiniz, emni yetle ümit ettiğiniz hedef ve maksat nedir?
B ü yük ve ihtiyatlı asker benim bu soruma cevap vere­
bilir miydi? Zaten kendisinden bunu beklememeliydim. B u
belki de biraz laübal i vaziyetim, bir ihtimal de, İmparator
Hazretleri ' ni n sofrasında bize ikram edilen nefis şampan­
yaların tesiriyle olmuştu.
M areşal , söylediklerimi dikkatle d inler gibi göründü.
Fakat çok basi t ve şirin bir cevap verdi; salonun ortasında
duran ve üzerinde muhtelif sigaralar bulunan u fak bir masa
v ardı:
- Eksel ans, size bir sigara takdim edebilir miyim?
H indenburg her şeye cev ap vermişti. Ortadaki m asaya
gittik, kendi eliyle bana bir sigara verdi.
Meğer Vahideddin ile konuşan İmparator, bizim ko­
nuşmam ızla i lgileniyorınuş. Almanca olarak Mareşal 'e sor­
du:
- Ne diyor?
M areşal cevap verdi:
- B ir şeyler!
- 40 -
Ben sigararnı yaktıktan sonra, Hindenburg ' u bıraktım.
İmparator ' la konuşan Vahideddin ' in yanı na gittim:
- Hakikati anlıyor musunuz? diye sordum. Muhatabı­
ınız Alınanya imparatorudur. Benim size arz ettiğim endi­
�cleri izah edecek bir tek kelime söyleyeyim mi?
- Hay ır! dedi.
- Konuşmaya devam ediniz, dedim ve ciddi konuşunuz, bütün e ndişeleri İmparator ' a söylemektc tereddüt et­
ıneyiniz; ben eminim ki, o sizden memnun olmayacaktır.
Fakat hiç olmazsa Türkiye ' de hakikati görmüş olanların
varlığına inanacaktır.
Veliabd masum bir tavır takınarak:
- Öyle yapıyorum , dedi , söz de son buldu .
***
- Artık Batı cephesindeyiz. Kanaat, iman ve güven
verecek kuvvetli ve azametli manzaralan görmek üzere
muhtelif cephelere gönderiliyorduk. Cephede bir karargaha
ulaştık: Büyükçe bir karargahtı . Cephenin en yüksek ku­
m andanı, bizzat bütün hazırlıkların çok tatl ı renklerle gös­
terilmiş olduğu bir harita üzerinde hepimize vaziyeti açık­
lıyordu. Sözler, i zahat parlak ve sanatkarca idi. Vahideddin
bu beyanat karşısında sarsıldı ve yakında bulunan bana, ku­
l ağıma denecek bir surette:
- Ya buna ne dersin? dedi.
Derhal cevap verdim:
- Haritada gösterilen bu v aziyeti yerinde görrnek is­
teyiniz.
Öyle oldu; asıl ateş cephesine temas ettik. Orada da
bizi karşılayan, bize h ürmetkarca muamelelerde bulun an
büyük, küçük kumandanl ada karşılaştık. Bizim neresini
göreceğimiz ve oraya nereden gideceğimiz gerektiğine da- 41 -
ir hemen plan h azırlanm ı ş, bu plan ı gördükten sonra dedim
ki :
- Cephenin büyük kumandanı bize genel durumu
açıklad ı. İçinde bulunduğumuz savaş cephesi bize o açıkla­
manın öğrettiği cephedir. Müsaade edilir mi, bu sizin yaptı­
ğınız planı bırakalım ve benim göstereceğim yere gidelim.
O anda bir kargaşa oldu. Vahideddin, haz ır krokiye ta­
bi sevk olunciuğu istikamctte yürüdiL Bende bir asker inadı
uyand ı. Onları takip etmedim. Edinmiş olduğumuz harita­
n ın �ılavuzluğuna güvenerek ateş hatt ını n bir noktasına yü­
rüdüm y e ateş hattı geris inde bir ağacın dibine geldim. Ora­
da genç b ir subay, ağaç üzerinde gözetierne y ap ıyordu. Ba­
na refakat eden Alman subaylan da vard ı. Gözetierne yapan
subay aşağıya i ndi. Gördüklerini anlatt ı .
- Müsaade eder misiniz, ben d e bu ağaca çıkay ım!
dedim.
- Hay, hay ! . . cevabını verdiler, çıkt ım; subay ın söyle­
diklerini aynen gördüm. Fakat asıl konuşulması gereken
nokta, bu tanık olunan duruma karşı hangi durumda oldu­
ğumuzdu; onun için sordum:
- Bu düşman vaziyeti karşıs ındaki kuvvetiniz, h azır­
lıkların ız, yedekleriniz nedir, lütfen bana söyler misiniz?
Ateş hatt ın ın saf olan subaylar ı ve kumandanları, Türk
m üttefiklerinin bir kumandanı n a hakikati söylediler. Haki­
kat şu idi: Piyade kuvvetler hemen hemen yetersizdi . S üv a­
rİ iken piyade gibi kullanmaya mecbur oldukları bir kuv­
vetten bahsettiler; o da birinci hattın i s tinatlan ndan sonra,
yedek denecek nicelik ve nitelikten ç ıkmı şt ı. Bu bilgiyi al­
d ıktan sonra, çok hayrete düşerek kendilerine pervasızca
dedim ki:
- O halde tehlikedesiniz!
- Öyle ... dediler.
***
- 42 -
- B u ateş karargahın ı terk ederken , Vahideddin ' in İm­
parator tarafından retakatine memur edilen bir kolordu ku­
rnandanı beni takip ediyordu. Günlerden beri ternasta bu­
lunduğumuz bu zat ben imle ilk defa ilgili göründiL Otomo­
billere bineceğimiz noktaya kadar atla gidiyorduk. Alman
kolordu kumandan ı yanı ma yaklaştı , sordu:
- Siz Vel iahd ' ı n yavcri mi siniz?
- H ay ır! . .
- Ne münasebetle refakette bulunuyorsunuz?
- Böyle bir vazi fe aldığım için . . .
- Askeri vaziyetlerden çok iyi anlıyorsunuz, Türkiye ' de herhangi bir kuvvete kumanda ettiniz mi?
Müsbet cevap verdim: "Mutlaka alaya kadar kumanda
etmiş olacaksınız ! " dedi . Alaya evvelce kumanda etmi ş ol­
duğumu söyledim. "Tümene de kumanda ettiniz mi?" dedi.
Sorusuna tekrar, evet, cevabını al ınca:
- Beni mazur görünüz. Ben kolordu kumanclan ıyım
ve sizin babanız yaşındayım. Lütfen en son kumarıda etti­
ğiniz kuvveti söyler misiniz? . .
B u temiz kalpli adamı meraktan kurtarmak i stedim :
"Muhatabınız tümen v e kolorduya kumanda e ttikten
sonra, defalarca ordulara kumanda etmiş bir arkadaş ın ız­
dır." B u cevap, Alınan kolordu kumandanını benim hiç tah­
min etmediğim bir şekilde duygulandırdı. "Affedcrsiniz,
biz şimdiye kadar size y anlış hitap ediyorm uşuz. Demek
siz ' ekselan s 'sınız ! "
Alman ordusunda kolordudan büyük kuvvetiere ku­
m anda edenlere ekselans denildiğini de izah etti . Bu güzel
kalpl i askerin misafirlik müddetinin sonuna kadar, y aş da­
v asını unutarak b ize çok hürmetkar olduğunu zikretmek is­
terim.
***
- 43 -
- Alsas 'ta bir gece v alinin evine davet edildik. Güzel,
geniş bir salonda; Vahideddin , vali ile bir m asada oturuyor
ve konuşuyor gibiydi. Ben salondakileri inceleyerek gezi­
niyordum. B ir aralık Vahideddin beni bulunduğu . masaya
davet etti. Gittim. Vali, Vahideddin 'e bir sual sormu ş, Vahi­
deddin bazı cevaplar vermi ş; fakat verdiği cevapları benim
tarafıından teyit ettirmeye l üzum görerek demiş ki:
- Cephelerde bulunmu ş, memleketi tanıyan bir kumandan yanımdadır, isterseniz onu da dinleyiniz !
Veliahd' a bahsedilen meselenin ne olduğunu sordum:
- Ermeniler! . . dedi .
Alman valisi çok iyi niyet sahibi olduğundan; Türkle­
rin Ermenilere karşı feci saldırılarda bulunduğundan, fakat
Ermenilerin bu tarzda h areketi hak etmediğinden bahset­
mi ş; ınİsafiri olduğumuz dost ve müttefik Almanya milleti­
nin yüksek bir valisinin, müstakbel Türkiye padişahı ile
ciddiyetle bu konu üzerine konuştuğunu anladığım zaman
hayrette kaldım. Naci Paşa, Vahideddin ağzından:
- Bu kumandan temas ettiğiniz meseleyi iyi bilir, sizi
aydınlatacak cevaplar verecektir, dedi.
Valiye dedim ki:
- Türkiye ' nin veliahdı ile Almanya' nı n seçkin bir
bölgesinde kıymetli olduğuna şüphe etmediğim bir valisi­
nin bulabildiği konuşma zemini beni hayretlere düşürdü.
Evvela sizden şunu anlamak istiyorum: "Müttefikiniz olan
ve bu i ttifak uğru nda m addi v e m anevi tüm v arlığını m alı­
veden Türkiye' ye karş ı, tarihin bilmem hangi devrinde v ar
olduğunu iddia eden ve bu varlığı diriltmek için dünyayı
kandırmaya çalışan Ermeniler lehine konuşmak fikri s ize
nereden geliyor?"
B ize dair çok eksik bilgi sahibi olduğunu anladığım ve
bütün fedakarlığımıza karşılık, hala Türkiye topraklarında
bir Ermeni hakkı olabileceği dü şüncesinde bulunan bu v ali
- 44 -
ile alaycı konuşmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Muha­
tabım derhal bütün söylediklerinin en nihayet duydukları
olduğundan ve böyle bir davası bulunmadığından bahsede­
rek beni tatmine kalkıştı. Konuşmayı bitirmek için kendisi­
ne dedim ki:
- Vali hazretleri ! B i z cepheler dolaşan bir heyetiz.
B uraya Ermeni meselesi konuşmak için değil, fakat mütte­
fikimiz olan ve kendisine itimat etmekte olduğumuz Alman
ordusunun gerçek durumunu anlamaya geldik, onu anladık;
yeteri kadar anlamış bir vaziyette memleketimize dönüyo­
ruz.
Vali, Vahideddin ' i sofraya davet etti.
***
- Ondan sonra meşhur Krup fabrikası sahibinin, fab­
rikalar civarındaki muhteşem şatosuna davet edildik. Orada
akşam yemeğinde bulunarak gece trenle Berlin ' e h areket et­
tik. B erli n ' de Adlon Otel i ' nde İmparator ' u n misafiri idik.
Hepimizi ayrı ayrı ve güzel yerleştirmişlerdi. Vahideddin bu
güzel karşılamadan biraz da gururlandı. Artık memnuniyet
içinde dünya gazetecileriyle temas ediyor, mülakatlar yapı­
yordu. B ir gün otelde Naci Paşa bana dedi ki:
- Vahideddin beni yaver almak istiyor; halbuki bilir­
siniz ki ben saray hizmetinde bulunmaktan memnun ol­
mam.
Cevap verdim:
- Eğer Vahideddin size bunu teklif etmişse derhal ka­
bul etmeniz gerekir. Bu adam yarının padişahıdır. Siz temiz
bir adamsınız. Onun yanında kendisine h akikatleri perva­
sızca söyleyecek birinin bulunması gerekir; gerçi saray hiz­
metinde bulunmak güçtür, fakat memleket için her şey ya­
p ıl ır.
- 45 -
N aci Paşa bunu uygun gördü. Ancak y averliği, biz İs­
tanbul ' a gittikten sonra gerçekleşti. Daha evvel cereyan
eden bazı meseleler var. Adlon Oteli ' ndeyiz. Bir gün birkaç
gazete muhabiri Vel iaht'tan yine müHikat istemişler; m üla­
katta ben de hazır bulundum. Veliabd İstanbul ' dan son gü­
ne kadar aldığı fikirlerle mülhem görünüyor, kiminle gö­
rü şse, daima aynı fikirlerle konu şuyordu. O gün yabancı
gazetecileric sohbetinden de memnun oldum .
Gazeteciler çekildikten sonra salonda ikimiz, yalnız
kaldık. Bana sordu:
- Ne yapmalıyım?
Şu şekilde hoşuna gidecek bir söz söylediğimi h atırl anın :
- Osmanlı tarihini biliriz ; bu tarihi n birtakım satn a­
l ar ı vardır ki, sizi korku ve endişeye sevk eder ve bunda
h aklısın ız. Ben size bir şey söyleyeceğim, o nisbette haya­
tımı size ortak edeceğim, memnun olur musunuz?
- Söyleyini z ! . .
- Henüz padişah değilsiniz; fakat Almanya ' da gördünüz ki İmparator, Veliabd ve prensler hep bir i ş üzerindedir.
Neden siz bütün i şlerden uzak kalasınız?
- Ne yapabilirim? diye sordu.
- İstanbul' a gider gitmez bir ordu kumandanlığı isteyiniz, ben sizin erkan- ı harbiye reisiniz olurum .
- Hangi ordunun kumandanl ı ğ ın ı?
- Beşinci Ordu ' nun kumandanlığın ı . . .
B u ordu, Liman von Sanders ' in emrinde bulunan veya
bulunması gereken ve Boğazların savu nmas ına memur or­
du idi .
Vahideddin:
- Bu kumandanlığı bana vermezler.
- Siz istcyiniz . . .
- 46 -
- İstanbul ' a gittiğim zaman düşünürüm , cevabın ı ver­
di. Bu benim için ümit kırıcı bir cevapt ı.
İstanbul ' a geldik; fakat varır v armaz, kendiınce feci
bir ı st ırap hissettim. Doktorlar sol böbreğimden rahatsız ol­
duğumu söyledi ler. Bir ay kadar yatağıını terk edemedim .
Doktor arkadaşların tedavisi, ıstırabım ı bir türlü kökten gi­
dercmiyordu. Bir aralı k iyileşir gibi oldum, fakat tekrar
yattım . Nihayet doktorlar Viyan a ' ya gitmem gerektiğindee
ısrar etti ler.
Viyana'da müracaat ettiğim profesör, benim sanator­
yumda yatmaını zaruri gördü. Bir ay kadar Viyana civarın­
daki Kotaj Sanatoryumu ' nda bizzat bu profesör tarafı ndan
tedavi olundum. Sonra yine aynı profesörlin tavsiyesiyle,
K arlsbad ' a gittim . Rahats ızlığıın ın henüz tamamıyla geç­
memiş bulunduğu bir tarihte (Gazi Paşa Karlsbad ' da aldığı
notl ara bakarak bu tarihi buldu) , 1 9 1 8 Temmuz'unun 5 ' inci
cuma günü Karlsbad 'daki ib1metgahıma İzmir 'de tanıdığım
bir zat, diğer bir arkadaşıyla geldiler. Misafirler padişah ın
vefat ettiğini ve Vahideddi n ' in tahta ç ıktı ğ ın ı haber vererek:
- Allah herkese ve yeni padişaha ömür versin ! .. dediler.
Ben bu haber karşıs ında biraz gayri tabii bir hal alın ı ş
olacağım ki , misafirlerimin dikkatlerini çekmiştim. Üzül­
müş müydiim, memnun mu olmuştum? Pek tahlll edemi­
yordum. Gerçek şu idi ki, ne ölen p adi şaha acım ı şt ım, ne de
yeni padişah ın ömrünün uzun veya k ısa olmasıyla ilgiliy­
dim. Acaba üzüntümön sebebi bu değişim esnas ında İstan­
bul ' da bulunmamak m ıyd ı? Buna dair bir kesin bir fikir
söyleyemem, y aln ız bi r durgunluk geçirdiğiınİ hatırlar ım.
,
Birkaç gün içinde tamamlay ıc ı bilgi geldi. Ben Yalıided­
din ' i telgrafla tebrik ettim. Cevabı verildi.
Son malumauan anlaş ıld ı ğ ına göre, İzzet Paşa yeni pa­
dişahın yaveri ekremi olmuştu. Bu olayı manidar buldum.
- 47 -
Çünkü İzzet Paşa yaver olmaktan ziyade, bu isim altında
bir askeri danışman veya erkan-ı harbiye reisi gibi bir v azi­
yet almış oluyor zannettim. Birkaç gün sonra İstanbul ' d a
bulunan yaverim Cevat Abbas (Gürer) beyden hemen İs­
tanbul ' a dönmeme dair bir telgraf aldım. Henüz hastal ı ğ ım
geçmediği için ciddi bir sebep olmadıkça İstanbul ' a dön­
mek istemiyordum. Onun için Cevat Abbas beye bu meal­
de cevap yazd ım. Kendisinden aldığ ım ikinci telgrafta, İs­
tanbul ' a kısa sürede dönmemin arzu huyurulduğu yazılm ı ş­
tı . Artık dönmemin kimin tarafı ndan arzu huyurulduğunu
araştırmaya l üzum görmeden, 1 9 1 8 senesi 27 Temmuz Cu­
martesi günü Karisbad ' dan hareket ettim.
-
48
-
PAD İ ŞAH
ı 9 ı 8 tarihinde meşrutiyet padi şahı Mehmed Reşad öl­
mü ş, yerine otuz altıncı padişah olmak üzere Mehmed Va­
hideddin tahta geçmişti. Padişah o lduktan sonra, veliahtlığı
zamanında kendisiyle beraber Almanya seyahatinde bul u­
nan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeyi arzu etmişti. Ata­
türk de bu arzu üzerine saraya geldi. B u görüşmeyi Atatürk
şöyle anlatıyor:
- Viyana ' da hiç kalmaksızın seyahatime devam et­
mek niyetinde iken, o zamanın çok yaygın ve öldürücü bir
hastalığına, İspanyol nezlesi ne yakalanarak, bir müddet Vi­
yana' da kalmaya mecbur oldum.
B eni İstanbul ' da karşılayan Cevat Abbas beyden aldı­
ğım açıklama şudur: "İstanbu l ' a dönmemi bana yazmas ın ı
söyleyen yaveri ekrem İzzet Paşa' dır. "
Geldiğimi İzzet Paşa'ya bildirdim. Hatırımda kaldığı­
na göre, Pera Palas 'taki dairemde kendisiyle görüştüm. Da­
vet sebebinin ne olduğunu merakla anlamak istiyordum.
Paşa hiçbir sebep olmadığını, ancak yeni padişahla veliaht­
lığındaki seyahatim münasebetiyle çok yakından temasla­
nın olduğunu bildiği için, bu temaslan tekrar devam ettir­
mek suretiyle faydalı olabileceğiınİ düşü nerek böyle bir ar­
zu göstermiş olduğunu beyan etti. Paşa'ya beni hatırladı­
ğından dolayı teşekkür ettikten sonra dedim ki:
- Herhalde genel durumun kötülüğünü gidermek için
yeni padişahı yeni bir istikamete sevk etmek lazımdır. B u
görüş doğrultusunda kendis iyle görüşmeınİ uygun bulur
musunuz?
Uygun gördü. Derhal Naci Paşa aracılığıyla padişahtan
görüşme istedim; belirli bir saat için olumlu bir cevap geldi.
- 49 -
S eyahat arkadaşım Veliaht Vahideddin ' le birkaç ay ay­
nl ıktan sonra yeni padişah Vahideddin 'in salonuna N aci
Paşa'n ın kılavuzluğuyla girdim . B u andaki duygularımı
şöyle izah edebilirim: Tahta oturmadan evvel çok şeyleri
açık açık görüştüğümüz ve benim bütün görüşlerimi doğru­
l ayan karşılıkl arda bulunan bu zat, acaba hükümdar o lduk­
tan sonra benim aynı tarzda görüşmeme m üsaade eder m i
ve aynı karşılıkl arda bulunur m u ? B unda tereddütlüydüm.
İşte Padişah Vahideddin ' le bu tereddüt içinde karşı karşıya
geldik.
B eni çok nazik kabul ettiğini söylemeliyim. Veliahtlığı
zamanında olduğundan daha fazl a mültefitti. Oturdu, bana
da karşısında yer gösterdi ve aramızdaki tabure üzerinde
bulunan sigaralıktan bir sigara alıp verdi, kendisi de bir si­
gara aldı ve yaktığı kibriti bana uzattı. Bu tavırdan çok
ümitvar oldum. Evvela kendisini münasip bir lisanla tebrik
ettim. Sonra çok mühim bir anda Osmanlı tahtını işgal et­
miş olduğunu izah ederken dedim ki:
- Seyahatimiz esnasında bütün fikirlerimi çok açık
dille söylemiştim. B u dakikada aynı tarzda görüşmeme mü­
saade huyurulur mu? . .
- Hay hay ! dedi.
B ekliyordum. Uzun konuşmalarım içinde esas nokta
şu idi: "Hemen B aşkumandanl ı ğ ı bizzat üstleniniz; kendi­
nize vekil değil, bir erkan-ı h arbiye reisi tayin ediniz. Her
şeyden evvel orduya sahip ve h akim olmak lazımdır. Ancak
ondan sonra düşünülecek uygun kararlar uygulanabilir."
Vahideddin bu teklifim üzerine, tıpkı kendini ilk defa
veliaht iken sarayda gördüğüm vakit olduğu gibi, gözlerini
kapadı ve az sonra cevabı verdi:
- Sizin gibi düşünen başka komutanlar var m ıdır?
- Vardır, dedim.
- Düşünelim.
- 50 -
Konuşmamız kendiliğinden kesilmişti, izin aldım.
Birkaç gün sonra idi. N aci Paşa, padişahın beni İzzet
Paşa ile beraber kabul etmek istediğini bildirdi.
İkimiz Vahideddin 'in huzurundayız. B en bu daveti , ay­
nı fikir ve mütalaa üzerine ikimizi birden dinlemek arzu­
sunda bulunmuş olmasıyla yorumluyordum. Konuştuğu­
muz esnada bu görüşümü takibe çalıştırnsa da, konuşmayı
genel konulardan çıkarmaya muvaffak olamad ım. Yalıided­
din çok ihtiyatkar tavırlıydı. N ih ayet neticesiz bir görüş­
mcyle padişahın yanından ayrıldık.
Günler geçti, tekrar yalnız olarak padişahla görüşmek
istedim. B eni bu sefer de kabul etti. Ben ilk görüşümde ıs­
rarcı görünen bir adam tavrıyla belki de önceki gibi aynı
v adide konu şmaya başladım. Vahideddin hızlı bir geçişle
bana cevap verdi.
- Paşa! B en her şeyden evvel İstanbul halkını doyur­
mak mecbi'ıriyetindeydim. İstanbul halkı açtı, bunu temin
ctmedikçe alınacak her tcdbir i sabetsiz olurdu .
B u cümlenin sonunda Zat-ı Ş ah ane gözlerin i kapadı.
Ben tilki tabiatında her cntrikanın her gün şahidi olduğum
yüzlerce örneğinden biri karşısında bulunduğuma büyük
bir üzüntüyle kanaat getirdim. Dü şündüğüm şu idi: "Zat-ı
Ş ahane cvvcla İstanbul halkını kazanmak istiyor, kendisi­
nin gelecekteki giri şimleri için kuvvet ve dayanak noktası­
nı burada arıyor." Fakat yine düşündüm ki, genel şartlar dü­
zeltilmedikçe, politikacılık noktasından doğru olsa bile bu
isteğin gerçekleşmesi mümkün müydü? B unun için bir fi­
kir d ah a söylemekten kendimi engelleyemedim:
- Çok doğru düşünüyorsunuz; fakat İstanbul halkını
doyurmak için alınması gereken önlem ve teşebbüsler, Zat­
ı Ş ahanenizi bütün mcmleketi kurtarmak için alınması ge­
reken k aç ın ılmaz ve acil tedbirlere başvurmaktan engelle­
yemez. Herkesin selametini temin edecek mesai, ancak ma- 51 -
kinenin tamarnın ın işlernesiyle mümkün olur ve tamarnı i ş­
lernedikçe bu makineden az sonuç dahi almak mümkün ol­
maz. S öylediğimin doğruluğuna inan ıyorum; belki Zat-ı
Ş ahanelerince fazla şahsi görülür; l akin bildirmeye mecbu­
ruru ki, yeni padişahın h areket başlangıcı evvela kuvvete
sahiplenmek olmal ıdır. Devleti, milleti ve bütün rnenfaatle­
ri rnüdafaa eden kuvvet başkasının elinde bulundukça, sizin
padişahlığınız dahi sözde olmaktan kurtul amaz. B iraz ted­
birsizce olduğuna kanaat getiriyorum.
Padişahın verdiği cevaba şu cümle karıştı :
- Ben gereken şeyleri Talat ve Enver Paşalar hazret­
leriyle görüştüm !
B unu söyleyen zat, daha birkaç ay evvel velihatl ı ğında
Talat ve Enver Paşalardan nefret duyduğunu anlatan ve bu
adamların memleketi mahvolmaktan başka bir neticeye gö­
türmesi mümkün olmayan teşebbüslerini eleştİren Yalıided­
din idi:
Ş imdi Padişah ve Halife Vahideddin , bu zatlada görüş­
müş, memleketin selameti için gereken tedbirleri almış bu­
lunuyor; Vahideddin demek istiyordu ki :
- Siz vazife ve yetkinizin ü stünde benimle laubalilik
mi etmek istiyorsunuz?
Bu maksadı anladıktan sonra, Vahideddin karşısında
benim vicdan! görevim son bulmuştu. Ayağa kalktım. İzin
istedim. Gözlerini kapadı ve hiçbir kelime söylemeksizin
elini uzattı.
Salondan çıktığım v akit Naci Paşa gözlerimdeki üzün­
tüyü okumuş gibi göründü. Bir şey söylemeden, uzaklaş­
tım . Pera Palas ' taki dairerne geldim ve düşünmeye başla­
dım. Hacı zannettiğirniz zatın biri koltuğunun altından h a­
çı çıkmıştı. Artık başka bir şey aramak lazırndı. Birkaç gün
daha geçti. Vakitsiz kimseyi ürkütrnek isternediğimden, cu­
ma selamlık merasirninde, Y ıldız Saray ı ' nı n Sultan Harnid
- 52 -
yapısı camiinde ben de ordu kumandanı s ıfatıyla bulunu­
yordum.
B ir gün namazdan evveldi; bir salonda B aşkumandan
Vekili Enver Paşa, İzzet Paşa, Vehib Paşa, B alkan S avaş ı ' nı
idare etmiş büyük kumandanlada beraber namaz v aktini
bekliyorduk. Namazdan sonra Naci Paşa, Zatı Ş ahane ' nin,
özel salonunda beni görmek istediğini bildirdi.
- Yalnız m ıdır?
- Hayır, yanında iki Alman generali v ar.
- Rica ederim, onlar ç ıktıktan sonra Zat-ı Ş ahane ile
ben yalnız görüşeyim.
- Ben de bu noktayı düşündüm. B irkaç defa vuku bu­
lan iradelerine münasip cevaplar verdim. Fakat anlıyorum
ki sizi bu generallerin yanında kabul etmek istemekte ısrar­
lıdır.
- Mümkünse bir daha teşebbüs ediniz, dedim.
Naci Paşa elinden geleni yaptı. Ve hatta p adişahın ku­
lağına: " Generaller gittikten sonra kabul etmeniz m ünasip­
tir" dahi demiş. O bilakis, onlar orada iken gelmeınİ söyle­
yince, Naci Paşa bunda bir özel maksad olacağını düşüne­
rek olanları bana anlattı.
Vahideddin 'in yanına girdim. Ne nazik, ne takdirkar
bir padişah; henüz ayakta iken Alman generalleri karşısın­
da kısa bir nutuk söyledi. Bu sefer gözleri açıktı: "Çok tak­
dir ettiği m ve güvendiğim bir kumandan" diyerek beni on­
lara tanıtıyordu.
Oturduk, dedi ki: "Sizi Suriye ' ye kumandan tayin et­
tim. Oradaki durum önem kazanm ı ş; oraya gitmeniz gere­
kiyor. S izden talebim şudur: O tarafları düşman e line geçir­
meyeceksiniz ! Verdiğim v azifeyi başarıyla yerine getirece­
ğinizden eminim, derhal o diyara hareket etmelisiniz. "
- 53 -
isteğini tebliğ ettikten sonra A lman generallerine baktı:
- Bu kumandan , " dediklerimi yapabilir, dedi.
Görünüşte ne büyük teveccühe mazhar olmuştum. B e­
nim yerimde bir ahmak olsaydı, ne kadar sevinecekti . . . B en
ise bir entrikacı karşısında bul unduğurndan ne kadar üz­
gündüm . . .
Düşündüm: Diyelim ki padişah hazretleri bana öyle bir
vazife veriyorsunuz ki, o vazifeyi ifaya memur kumandan­
lar mevkiilerinde durmaktadırlar. Beni onların üstünde, bir
başkumandanlığa mı memur ediyorsunuz? Eğer böyle ise
çok iftiharla iradenizi kabul edeceğim. Fakat şüphe etmiyo­
rum ki bunun farkında bile değilsiniz. B eni , v aktiyle istifa
ederek, haklı sebeplerle bıraktığım ve bugün orada bulunan
bütün ordular gibi mağlup olmuş bir ordunun baş ı na m ı
gönderiyorsunuz? O halde bütün b u istenilen vazifeleri
yapmaya nasıl muktedir olurum? . .
Fakat muhatabımın b u konu üzerinde münakaşa etme­
ye değeri olmadığını artık kabul etmiştim. S adece izin alıp
evvelce terk ettiğim salona geldim. Orada Enver Paşa'n ın
çok mütebessim çehresi karşıma çıkt ı.
- B ravo, tebrik ederim, muvaffak oldu nuz! . . dedim
ve c iddi bir tavırla ilave ettim :
- Azizim, h i ç olmazsa biraz esaslı tedbirler üzerinde
konu şal ım. B enim bildiğime göre artık Suriye ' de ordu,
kuvvet, vaziyet isimden ibarettir. Beni oraya göndermekle
güzel bir intikam al ıyorsunuz; sonra görenek d ı ş ı bir şey
yaptınız . . . B izzat padişaha bana emir verdirdiniz ! . .
Enver Paşa gülüyordu, Vehib Paşa d a öyle. . . Fakat di­
ğer zatlar bir şey anlamamış ve hissiz bir şekilde duruyor­
lardı. O esnada salonun bir köşesinde , demin i şaret ettiğim
B alkan S avaşı kumandanlan hareketli bir diyalog içinde
idiler. . . B ir büyük kumandan diyordu ki:
.
- 54 -
- Efendim, bu Türk neferlerinden hayır yoktur, btm­
lar hayvan sürüsüdür. Yalnız kaçınayı bilirler. Allah muha­
faza etsin, böyle hissiz bir sürüye kimseyi kumandan etme­
sm. . .
Kendi vaziyetimi unutarak onlarla ilgilenmeye başla­
mıştım. Coşkun konuşmanın en çok konu şan kumandanına
dedim ki:
- Paşam, biz de askeriz; , biz de bu orduya kumanda
etmiş adamız. Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez . . .
Eğer Türk neferinin kaçtığını görm üşseniz, derhal kabul et­
melidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaç­
mıştır. Eğer siz kaçtı ğ ınız alçakl ığını Türk neferlerine yük­
lemek istiyorsanı z insafs ızl ık ediyorsunuz. Muhatabım
olan general beni tanımıyordu. Yahut tanımamazlıktan ge­
liyordu. . . Bir an durdu, sağındaki solundaki arkadaşlarına
sordu: "Kimdir?" Fısıltılar bu zatı aydınlattı. Ondan sonra
sessizlik hakim oldu.
-
55
-
BOZG UN
N ablıs karargahında, ikinci defa Yedinci Ordu kuman­
dan ıy ım. İlk işim, çok üzücü ve yorucu seyahatlerle cephe­
yi dolaşmak ve v aziyeti incelemek oldu . Bu teftiş neticesin­
deki kanaatim şu idi ki, her şey bitmiştir. Yakın felakete en­
gel olmak için köklü önlemler almak zordu.
Düşününüz; yüzlerce kilometre uzunluğunda bir cep­
he ü zerinde üç ordu v ard1. İsimleri ordu; zayıf, dağınık bir­
takım kuvvetler. . . Daha İstanbul ' dan hareketten evvel dü­
şündü ğ ü m şey bu şekilden çıkmak ve h ak1kate dahil al­
maktı . Yani bütün bu kuvvetler yoğun bir kütle, u facık da
olsa, kıymetli bir kütle halinde tek bir ordu teşkil etmeliy­
di ve m adem ki ben buraya memur ediliyordum ; kendime
güve nerek gerekli olanlara daha evvel, İstanbul ' dan h are­
ketimden evvel bildirdim ki; bu kuvvet, benim emrime ve­
rilmelidir. B u yoldaki tekliflerim küçümserneye maruz
kald ı.
B iliyorsunuz ki, ben Karlsbad' dan tamamen iyi olarak
gelmiş değildi m. İstanbul ' a vardıktan sonra gerek orada,
gerek karargaha kadar seyahatimde çektiğim üzüntüler ve
bilhassa cephenin çok sıkı ve az zamanda teftişi yüzünden
tekrar rahatsız olmuştum. İstanbul ' dan çıkalı daha on beş
gün olmamıştı, yatağımda yatıyordum.
B ir gün Erkan-ı Harbiye Reisi alışıldığı üzere bana o
günün raporların ı okudu; her zamanki gibi basit raporlar. . .
Yal nız b u raporlar içinde bir görüş dikkatimi celbetti. B ir
İngiliz esirinin ifadesi. . . Onun sayesinde keşfettim ki, bir
veya iki gün sonra İngilizler bütün cephe üzerinde ciddi ta­
arruzlar yapacaklardır.
-
56
-
- B iraz sonra kuımay subaylarımı toplu olarak göre­
ceğim, dedim. Yataktan kalktım, giyindim; iş odasına gide­
rek bir savaş emri yazdırdım. Bu emirde: "Düşman 19 Ey­
lül günü akşamı genel taanuz yapacaktır" diyor ve buna
karşı ordumca al ınacak tedbirleri zikrediyordum.
Bu emri bilgi için , grup kumandanı bulunan Liman
von S anders paşaya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu
zat, benim raporlardan çıkardı ğ ım neticeyi basit görmüş ve
gülmü ş; bununla beraber ihtiyattan bir zarar gelmez, diye­
rek bana da fazl a bir şey söylemeye lüzum görmemiş.
Ben verdiğim emrin uğrayabileceği yanlış anlamalan
tahmin etmiştim. B u sebeple, dü şmanın, işaret ettiğim za­
mandaki taanuzunu çok dikkatle takip ediyordum.
1 9- 20 Eylül gecesi, kolordu kumandanlarını ( İsmet ve
Ali Fuad Paşalar) telefon başına çağırdım ve sordum:
- Verdiğim emri ve ona göre gereken tedbirleri aldı­
nız m ı?
- Emriniz yapılmıştır, cevabını verdiler.
Ben daha telefon konuşmasını bitirmeden, dü şman
topçusu savaş hatlanmız üzerine ateş etmeye başladı. Gece
sav aşla geçti. B enim ordumun sağ cenahındaki ordu yarıl­
dı. Esir oldu. Ve boş kalan bu cepheden geçen düşman sü­
varileri Liman von Sanders 'in karargahını bastı. Gerçek an­
laşıldı, fakat neye yarar?
Ben, zorluklar içinde, nchiderden geçerek, çöllerden
aşarak ordumu Ş am ' a kadar getirebildim. Ordum Ş am ci­
v arında dinlenmek için toplandığı sırada yanımda küçük
bir maiyetle Ş am ' a gidiyordum . Ş am ' ın içinde doğal ol­
mayan bir h al v ardı, bunun manasını anlamak güçtü . La­
kin ben mektepten kurmay y üzbaşı olarak çıktıktan sonra
ilk sürgün yerim o lan Ş am ' ı tanımış olduğum için kolay­
l ıkla anladım ki, şehri bize karşı b ariz bir sertlik kapla­
mıştır.
-
57
-
Ş am ' da Liman von Sanders ' i bulacağıını tahmin edi­
yordum. Adı geçen şahıs Şam ' ı terk etmiş; oraya daha ev­
vel gönderdiğim erkan-ı harbiye reisim Sedat Bey'e bir ta­
limat bırakm ı ş. B u talimata göre, ben ordumu Şam' ın sa­
v unması için dördüncü ordu kumandanı Mersinl i Cemal
Paşa 'ya terk edeceğim ve kendim Ray ak civarında kuman­
dansız kuvvetleri emrime almak üzere hareket edeceğim.
Viktorya Oteli ' nde dördüncü ordu karargahı olan oda­
ya girdim, Cemal Paşa'yı buldum; benim aldığım talimat­
tan onun da bilgisi v ardı. Yedinci Ordu kuvvetlerini nok­
sansız, kolordu kumandanlarından İsmet beyin emrine ve­
rerek kendisine teslim ettim; ben de o gece özel bir trenle
Rayak ' a gittim. Hareketimden evvel diğer kolordu kuman­
damın Ali Fuad Paşa' nın bana katılmasını bildirdim. Ra­
vak 'ta Liman von S anders ' le görü ştüm. B ana oradaki kuv­
vetleri teslim etmek istedi. Hatırlanın ki , Asya kolu unvanı
taşıyan ve bir Alman albayın emrinde bul unan Alman kuv­
vetinin karargahına dahil o lmuştuk. Bu karargah Rayak ci­
varında (Tegnabel ) ziraat mektebi binasında idi. Güzel ve
modern bir bina. . . A lman albay, bize birer soğuk bira ısmar­
ladı. Ayn ı zamanda Liman von S anders 'e, parlak Alman
kolunun , her şeye rağmen parlak göstermek istediği vaziye­
ti harita üzerinde izah etti. Albay bey sözünü bitirdikten
sonra dedim ki:
- Bu zat benim emrime verildi mi?
- Evet ! ..
- O halde albay bey, bana cevap veriniz; nerede, ne
kadar kuvvetiniz kalmıştır ve ne vaziyettedir?
Soruru karşısında albay durdu:
- Henüz olumlu cevap veremem. Çünkü h arekat ge­
reği , v aziyet biraz şüphelidir.
Dedim ki:
- 58 -
- Albay bey, bir v atan elden gitmektedir. B unun so­
rumluluğunu üzerlerine almış olanlar şüphe üzerine savun­
malarını kuramazlar. B en şimdi karar vermek mecburiye­
tindeyim. S izin nerrize güvenebilirim, bana söyler m isiniz?
A lbay akıllı bir zattı . Ciddi sorum üzerine bir an dü­
şündükten sonra gerçeği söylemekten çekinmedi:
- Efendim, savunma yapabilecek bir kuvvet olmadı­
ğını kabul etmek yerindedir.
- Yani karşımda b ir albay bey ve maiyetini görüyo­
rum. O kadar. . .
- Doğrusu budur, cevabını verdi.
- Karargahlarımıza gidelim ! dedim. Benim karargahım Rayak'ta, Liman von Sanders Paşa' nınki B aalbek 'te
idi. Gördüğümc nazaran Rayak civarında dağınık, düzen­
siz, m aneviyatı k almamı ş birtakım insanlardan başka, kuv­
vet denecek birşey yoktu. Fertleri, güvendiğirn subaylar v a­
sıtasıyla derhal toplatıp düzene koydurdum. B u i şleri yap­
tığı m esnada, bir taraftan da Rayak istasyonunun tamamen
ateşe verilmesini emretmiştim. İstasyon binalannın ateşi
arasında bana haber verdiler: "Bazı ordu kumandanl arı ku­
zeye geçti. " Anlaşılmıştı ki, Ş am ' ı savunma için ordumu
kendisine devrettiğim kumandan Ş am ' dan ayrılmıştır. Yine
bana, düşmana teslim olmay a mecbur kalan ordunun bir
kolordu kumandanının buraya gelmediğini haber verdiler.
Hiç unutmam; bu kolordu kumandanını yanıma çağırdım,
dedim ki:
- Siz kolordunuzu bırakıp B eyrut' a gittiniz, oradan
da benim yolladığım trenle buraya geliyorsunuz. Kolordu
denilen birlik, kuvvet ve kudret itibanyla en büyük birlik­
tir. B u nun kumandanı, bir tek neferini dahi kurtarmaksızın,
bilakis bütün askerlerini düşman elinde bırakarak, şahsını
kurtardığı v akit, neden ve koşul l arı ne olursa olsun, kolor­
du kumandanının aleyhindedir. Ş imdi ben size bir iyilikte
- 59 -
bulunmak istiyorum. Fakat bir şartla: Henüz kumanda et­
mek için manevi gücünüz yerinde midir?
B iraz düşündükten sonra:
- Evet yerindedir!
- O halde B aalbek ' te bekleyen arkadaşınız Ali Fuad
Paşa' nın yanına gidiniz, yarın size tekrar bir kuvvetin kli­
mandanlığını vereceğim. . .
Söylemeliyim ki, bu zat benim yanımdan ayrılmış; fa­
kat B aalbek' e değil , trene binip İstanbul ' a gitmiştir.
O akşam bende şu fikir belirdi: B ütün cephelerde ve
bütün kuvvetler üzerinde emir ve kumanda kalmamıştır.
Adeta delice bir emir verdim. B u emrin esaslı noktal arı
şunlardır: " Şam ' da bulunan bütün kuvvetler Ali Fuad Paşa
kumandası altında kuzeye hareket edeceklerdir."
Emrin bir suretini bütün kuvvetlerin kumandanı olan
Liman von Sanders Paş a ' ya bilgi için gönderdim. Aleyhim­
de bir isyan olmuş:
- Bu adam kimdir ve ne yapıyor?
B e n zaten bunu bekliyordum; yaptığım işin mana ve
mahiyetini izah edeceğimden emin olarak, Rayak istasyo­
nunu y aktıktan soma, ertesi gün yerli ahalinin ateşleri için­
de B aalbek ' e geldim. B aalbek'te beni bekleyen kolordu ku­
mandanı Ali Fuad Paşa' ya, kuzeye harekete dair olan em­
rin yerine getirilmesine devam edilmesi gerektiğini tekrar
ederek trenle Liman von Sanders ' in bulunduğu Humu s ' a
vardım. Gece idi. Çok samimi bir lisanla, Liman von S an­
ders ' e bu vaziyet karşısında verilmesi gereken kararların
bundan ibaret olduğunu izah ettim. Liman von S anders,
çok y ücegönüllülükle:
- Karar budur. Fakat ben nihayet bir y abancıyım; bu
kararı veremem; bunu ancak memleketin sahipleri verebi­
lir.
-O h alde bu karar uygulanacaktır, cevabını verdim.
-
60
-
- Yalnız ric a ederim, benim erkan-ı h arbiye reisini de
ikna eder misiniz?. . .
Liman von S anders ' in erkan-ı harbiye reisi Kazım Pa­
şa (Diyarbakırlı) idi. Kazım Paşa hasta idi. Liman von S an­
ders ile beraber onun yattığı odaya gittik. Söylenınesi gere­
ken şeyleri anlattım. Kazım Paşa, derhal Liman von S an­
ders ' le beraber, benimle hemfikir oldular. B enim pratik ka­
ranın şuydu :
(Ortada kalan Yedinci Ordu unv an ı ve birçok cnkaz ! . .
Bunları Halep 'te, S uriye ' nin e n kuzeyinde toplamak, on­
dan sonra yeni karar almak . . . ) ve bunu bizzat ben yapacak­
tım . Liman von Sanders teselli bulmuş bir vaziyette, bu
teklifimi kabul etti .
- B ahsettiğim kuvvetleri Halep'te topladım. En ileri­
de bıraktığım kumandan, tümen komutanı Kazım bey idi .
Ordumun kolordu kumandan ları İsmet ve Fuad Paşalardı.
Halep ' te, sürekli yorgunluklar sebebiyle eski rahatsızlığım
tekrar etti. Üç beş gün tedavi oldum. Yatağımdan kalktığım
gün karargahım olan B aron Oteli ' ne gittim, otelde oturu­
yordum. Yanımda S uriye Valisi fahri binbaşı Tahsin bey
vardı. Halep ' in doğu cephesinden işgal edilmiş olduğuna
dair karışık bir bilgi geldi. Çok yakın bir tehlikeyi işaret
eden bu h aberi araştırmak için, bizzat o istikamete gitmeyi
tercih ettim. Otomobilde Tahsin beyle y averim Cevad Ab­
bas bey v ardı . Şehrin doğu girişinde bir kalabalığın içine
girdik; bunlar, askeri kıyafet taşıyan aşiretler ve bedeviler­
di. Esir olmuştuk. Yanımda kuvvet olarak tek bir nefer yok­
tu, hücum eden bedevller otomobilin etrafın ı sardı ve her
tarafına yüklendiler. Sald ırıyı görünce şoföre:
- Dur ! . . emrini verdim.
Elimde Tahsin beyin verdiği kırbaçla ayağa kalkarak,
onların anlayabileceği lisanla sordum :
- Reisiniz nerededir?
- 61 -
Cevap verdiler:
- Hepimiz reisiz!
Derhal karar vermek l azımdı. Kırbaçla vurmaya başlayarak:
- Çekilin ! . . diye bağırdım.
G ayri ihtiyari çekildi ler. Emrettim:
- Çabuk, reisiniz karşııml gelsin ! ..
Reisieri geldi. Ona dedim ki:
- B en sizin yardım ettiğiniz vaziyete galebe çaldım,
herkes mağlUptur. Fakat sizin i ştirakinizi de mazur görüyo­
rum. B u akşam yanıma geliniz, sizinle görüşeceklerim var.
- Emredersiniz ! dedi.
Şoföre: "Çabuk geriye ! " emrini verdi m. Halep 'in için­
deki k arargahıma döndüm. B iraz sonra Şeyh geldi. Kendi­
ni onun anlayabileceği merasimle kabul ettim ve sordum:
- Benden ne istiyorsunuz?
- Ş imdilik bin altın, silah ve cephane . . . dedi.
Bin altını o akşam verdim. Silah ve cephane için söz
verdim . Ertesi gün yine rahatsız olarak karargahımda uzan­
mış, yatıyordum. B ir aralık Halep şehrinin içinde bir ateş
koptu. B alkana çıkıp sokağa baktım: Herkes heyecan için­
dedir. Ve bir kalabalık, otele h ücum halindedir. Herkes ba­
na doğru geliyor. Vaziyeti kavradım, kırbac ımla evvela ka­
labalı ğ ı otel dışına çıkardım. Alt kattaki taraçaya indiğim
vakit, Halep kumandanı, heyecandan okuyamadığı bir ra­
poru bana verdi, s ük unetle okudum. Rapordan anlaşılıyor­
du ki, Halep saldırıya maruz kalmıştır.
B u lu nduğum otelin kapısından sağa saparak yüründü­
ğü zaman bir dört yol ağzına rastlanır. O noktaya kadar gel­
dim. B ütün yollan tutturmuştum. Düşman uçak larından atı­
lan bombalara bazı damlardan atılan bombalar ekleniyor­
du. B u beni güldürdü. Çünkü ben Halep ' i korumayı dü şü- 62 -
nüyordum. Akşam v akti idi. B ulunduğum yerden ileride
birçok adamın yere serildiğini görüyordum ; bunlar beni
yalnı z zannederek saldıran zavallılardı. Ben Halep şehrin­
de, sokak savaşını idare ettim. Hücum edenler tamamen ye­
nil ip bozguna uğrayarak, kovuldular ve takip olundular. Şe­
hirde vaziyete tamamen hakim olduk ve sükunet geri dön­
diL Akşam yaklaşmıştı. Sokak savaşını idare ettiğim nokta­
nın y akınında şoför bekliyordu. i şaret ettim, bulunduğum
noktaya yanaştı. Otomobile binmeden evvel H alep kuman­
danına emirlerimi ve talimatı verdim. Verdiğim talimatta
esas olan şu nokta v ardı : (Bu akşam Halep ilerisindeki kuv­
vetleri geriye çekeceğim , yarın Halep' i n kuzey batısında
İngiliz ve Araplada savaşacağım . B un a göre hareketinizi
düzenleyiniz.)
Olaylar dilediğim gibi cereyan etti. Ertesi gün sabahle­
yin benim kuvvetlerimin geri çekildiğini zanneden Arap ve
İngilizler sevinçle taarruza başladıl ar. Ve tarafımızdan alın­
mış olan önlemlerle mağlı1p olup, bozguna uğradılar. İşte
orada bu zafer neticesi bir hat tesbit edip sınır çizdim ve
kuvvetlerime, düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir di­
ye emir verdim. Nitekim geçmemiştir.
Gerek Erzurum Kongresi ' nde, gerek Sivas Kongre­
si ' nde Türkiye 'nin milll sınırlarını tesbit hususunda ben,
"Türk süngülerinin i şaret ettiği bu h attı" esas kabul ettim.
M alumunuzdur ki, misak-ı milliyi nihayet Ankara' da tesbit
etmiştim. Meselenin y abancısı olan birtakım zatlar, bunda
etkil i olmak istediler ve milli sınırlar söz konusu olduğu za­
man, hak1kati bilmedikleri için türlü türlü zanlara kapıldı­
l ar.
İtiraf ederim ki, ben de milli sınırları, biraz Wilson
prensiplerinin insani maksatlarına göre ifadeye çalıştım. O
insani prensipiere dayanarak, Türk süngülerinin savunduğu
ve tesbit ettiği sınırlan müdafaa etmişimdir.
- 63 -
Zavallı Wil son! Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin sa­
vunamadığı hatların, başka hiçbir prensiple savunulamaya­
c ağ ını anlamadı.
Halep 'te bulunduğum günler zarfında memleketin ge­
nel durumunu kendi kendime düşündüm. Vaziyet şu idi:
Müttefiklerimiz ve biz partiyi kaybetmiştik. Fakat Türkiye
için mesele, bütün varlığını kaybetmek neticesine varacak
kadar ölümcüldü. O tarihte düşünülecek şey, kaybolduğuna
şüphe kalmayan partiyi iade etmek olamazdı; yalnız varlı­
ğ ımızı muhafaza için en h ızl ı ve kesin çarelere başvurmak­
ta tereddüt etmemeliydik. Hatta bu uğurda bütün müttefik­
lerimizden ayrı olarak gerekirse yeniden vaziyet almak zo­
nmlu olabilirdi.
Halbuki savaşı neticeye ulaştıran o günkü kabineden
böyl e bir hareket beklemek boşuna idi. Derhal bu kabİneyi
düşürmek, onun yerine benim de düşündüğüm tarzda i ş gö­
rebilir yeni bir kabİneyi iktidara getirrnek gerektiğine inan­
dım. Ş unu da ilave etmeliyim ki, düşüncelerimi uygulaya­
bilmek için bu yeni kabİnede mutlaka bütün ordunun ku­
mandasının bana verilmesi gerektiğine de kanaat etmiş bu­
lunuyordum.
Vaziyet buhranlı olduğundan ve alınacak tedbirlerin
çok ciddi ve seri alınması gerektiğinden, bu düşüncemi
telgrafla Padişah Vahideddin ' e bildirdim. Yeni kabine için
S adrazam olan İzzet Paşa'y ı ve nezaretlere (bakanlıklara)
de bazı arkadaşları isimleriyle tavsiye etmiştim. Ayn ı tel g­
rafta kendimin de bu kabinede Harbiye Nazın olarak bu­
lundurulmamı çok samimi bir lisanla istedim. Padi şah ' a bu
müracaatımdan, kabine için tavsiye ettiğim zatlara da ayrı­
ca bilgi verdim.
Çok geçmedi. TaHit Paşa kabİnesi istifa etti. İzzet Pa­
ş a ' nı n başkanlığında yeni kabine teşekkül etti. Bu yeni te­
şekkülün benim yazılı beyanımla ilgisi olup olmadığı hak-
64
-
k ıncia bir şey diyeınem. Ancak, tavsiy e ettiğim arkadaşları­
mın mühim leri kabineye dahil oldular. Yeni kabinenin te­
şekkülü nden sonra Sadrazam Paş a ' dan aldığım bir telgraf­
name, hatırımda kaldığına göre şu cümle ile bitiyordu: " B a­
rıştan sonra birlikte olmam ızı Allah ' ın lutfedeceğini uma­
rım. " B u telgrafa verdiğim cevapta şunları anlatmaya ça­
lıştım : Ben, barışın çabuk gelemeyeceğini, barışa kadar çok
buhranlı ve mühim vaziyetlcr karşısında kalacağımızı ve
bu zor luklar içinde vatanıma ciddi hizmetler etmemin
mümkün olduğunu anladığım içindir ki, Harbiye Nezareti
makam ın ı istemiştim . Yok sa barışa ulaşılabildi kten sonra
onun huzur ve sükunu içinde H arbiye Nezareti görevini
benden çok mükemmel yerine getirecek kıymetli zatl ar ol­
duğunu bitirdim. Buna göre barıştan sonra reffıkatimizi hiç
de zanıri, hatta lüzumlu saym ıyordum .
B u hatıratı anlatırken, salonda bulunan Ticaret Vekili
Ali Cenani Bey:
- Pa şa H azretleri, müsaade buyurur musunuz? O sı­
rada m illl mukavemet teşkililtı için ilk yol göstermeele bu­
l un muştunuz; bu küçük hatırayı arz edeyim.
O zaman İstanbu l 'dan G aziantep 'e giden Ali Cenani
Bey (Katma) istasyonunda Gazi Paşa Hazretleri 'ne rastla­
mıştı. İstasyon binasındaki karargahında G azi Paşa nereden
geldiğini ve nereye gi ttiğini sormu ş. Ali Cemmi Bey cevap
vermış :
- Antep 'te hcmşirem, kayınvalideın v e akrabalarıın
var. Antep v iHiyeti Maraş ' a naklediyormu ş. Çapulcular şe­
hir civarına kadar gelerek yağ maya başlamışlar. Ordu Ada­
n a ' ya çekildikten sonra, hep düşman ayağı altında kalacak­
lar, onları b aşka tarafa nakil için gidiyorum .
Paşa Hazretleri dem işler ki:
- Memlekette adam kalmadı m ı? Kendinizi savunma
çaresini düşününüz. . .
- 65 -
Ali Cenani Bey, çok ciddi bir şekilde sormuş:
- Ne ile, n as ıl?
- Örgütlenin, milli bir kuvvet meydana getirin, kendinizi savunun. B en istediğiniz siHihı veririm.
Gerçekten, o zaman Gazi Paşa ' nın emri üzerine An­
tep' e verilen silahlar, meşhur mLidafaa teşkilatının çekirde­
ği ni oluşturmuştur.
-
66
-
SON VAZIFE
Yedinci Ordu Halep civarındaki durumu tesbit etmişti,
1 3 34 ( 1 9 1 8) senesinin son aylarında bulunuyorduk. B u sı­
rada Umum Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı ' nı n so­
rumluluğuma verildiğine dair bir telgraf aldım. Yedinci Or­
du kumandanlık vek�Hetine, kolordu kumandanlarından Ali
Fuad Paş a ' yı tayin ederek grup karargahının bulunduğu
Adana' ya hareket ettim.
Grup karargahı, Adana şehri içinde büyücek bir otelde
idi; M areşal Liman von Sanders ile kurmay subay heyetini
bu otelde buldum.
Yedinci Ordu karargahından bu heyete kavuşuncaya
kadar otomobille, gece gündüz, uyumaksızın, bozuk ve fe­
na yollarda uzun mesafeler katetmiştim. Uzun mesafeler
diyorum ; bu mesafelerin ne olduğu nu Katm a ' dan Adana'ya
giden karayolunu harita üzerinde pergelle ölçerseniz, daha
doğru bir şekilde elde etmiş olursunuz.
Niçin bu kadar acele ediyordum? B unu izah etmek güç­
tür. Bu acelenin sebebinin; ordu kumandanı bulunan bir genç
generalin, ordul ardan oluşmuş bir gruba kumandan tayin
edilmiş olmasından doğan sevinç olduğu hatıra gelebilir.
Halbuki bu hüküm, ancak h arp başlangıcında bu tür tecellile­
re mazhar olanlar için doğru olabilir. Zira böyle büyük kuv­
vetieric vatana şerefli ve tarih! vazifeler ifa etmek ümidi, in­
sana çok kuvvet ve zindelik verecek bir etkendir. Fakat har­
bin sonunda, hez!met ve perişanlık manzaraları karşısında,
aynı hükmü yürütecek mantık sahibi bulunmaz zannederim.
O halde beni çok yorgun dü şüren bu acelenin sebebi
neydi? O zamanki duygularımı olduğu gibi nakletmek zor
olmakla beraber, şu kadarını hatırlıyorum ki; bir an evvel
- 67 -
Adan a ' ya ulaşmak, güney cephelerine henüz hakim bulu­
nan kuvvetlerin başında ol arak İstanbul ile aracı sız bir şe­
k i lde konuşmak, görüşlerimi uygulamaya geçirebil mek
için müsait bir fırsat olacağı zannında idim. Bu zannımda
ne dereceye kadar isabet edebiimiş olduğumu , bundan son­
raki gel i şmelerden anlayacaks ın ız. Ümitlerimin boşa ç ıkt ı­
ğını görürseniz, bunun sebeplerini inceleyebilecek kadar
vesikaları size verece ğim.
Mareşal Liman von Sanders Paşa'nın karargahında,
büyük nezaket ve itina içinde İstirahat ettirildim.
Şimdi yalnı z Liman von S anders ' le ben, onun kuman­
danl ık bürosundayız. İkimiz bir masada, karşılıklı ayakta­
yız. Liman von Sanders, huy edindiği terbiye ve nezaketle,
fakat çok hazin bir li sanla bana şu kısa cümleleri söyleye­
rek kumandayı terk ve teslim etti:
- Ekselans ! Siz, savaş cephelerinde, Arıburnu ' nda,
Anafartalar ' da çok yakından tanıdığım bir kumandansmız.
Aramızda gerçi belki bazı hadiseler geçm i ş olabil ir. Fakat
nihayet bunlar bizi birb i ri mize daha iyi tanıtmış oldular.
Kal pten dost o lduğum uzu zannederim. Bugün Türkiye ' yi
terke zorlanırken, emrim altındaki orduları, Türkiye ' yi ilk
geldiğim zamandan beri takdir ettiğim bir kumandana tes­
lim ediyorum . Bu umumi fel aket içinde bedbahtlı k duyma­
mak mümkün değildir. Ben yalnız bir şeyle teselli oluyo­
rum . Kumandayı size terk ve teslim etmek ! Bu dakikadan
itibaren emir sizindir, ben sizin misafirinizim.
M areşalin hüzün ve elemle dolu sözleri beni de üzdü.
Hiç cevap vermedim, sadece:
- Oturalım, dedim. Karşı karşıya oturduk, birer siga­
ra yaktık ve benim ricam üzerine o, birer kahve ikram etti;
ikimiz de suskun, birbirimize bakıyorduk. Bu anda zihnim­
den geçenler neydi?
***
- 68 -
Adana otel inin bu bahsettiğim odasında Liman Paşa ile
karşı karşıya düşünürken, diğer bir nokta da hatın ından
geçti. Arıburnu kumandanı idim. İngil izler Anafartalar ' a
ç ı km ıştı. Vaziyet buhranlı v e çok teh likeliydi. Ba şkuman­
dan vekil i Enver Paşa'ya kadar doğıudan doğruya müraca­
at etmek zorunda k aldım. Yeterli cevap gelmedi. Karargflhı
Yalov a ' da bulunan ordu kumandanı Liman von Sanders pa­
şa telefonla beni aradı; konuşmamı zcia aracılık eden. yine
Erkün-ı Harbiye Reisi Kazım beydi, sorduğu sual şu idi:
- Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, n asıl bir tedbir düşü­
nüyorsunuz? . . .
Vaziyeti nasıl gördüğümü v e kademe kademe nasıl
tedbirler almak laz ım geldiğini çoktan , bütün ilgililere bil­
dirmi ştim. B ütün bu müracaatlarıının cevapsız kalmasın­
dan kaynaklanan bir üzüntü içinde k ızgınlıkla şu cevabı
verdim:
- Vaziyeti nasıl gördüğümü çoktan size bildirmi ştim.
Tedbire gelince: Bu dakikaya kadar çok müsflit tedbirler
v ardı, fakat bu dakikada tek bir tedbir kalmıştır.
- O tedbir nedir?
- Bütü n kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrım altına
veriniz, tedbir budur.
Alaycı bir cevap aldım:
- Çok gelmez mi?
- Az gelir! dedim. Telefon kapandı. B undan sonra da
uzun hikayeler var, en nihayet A nafartatar Grubu Kuman­
danlığı ' nı bana verdi, vesaire . . .
.A z m ı gelir, çok m u gel ir? B u k ararı vermek için ara­
dan bunca facialar ve telafi si mümkün olmayan zararlada
dolu dört sene geçmesini mi beklemek gerekirdi? Takdir
olunan bu imiş . . O gün benim dedi ğim, hakikat teslim
olunsa daha iyi olurdu; dört :;enelik felaket derslerinin se­
bep olduğu uyanma hissinin baskısı altında, bugün bana
.
- 69 -
grup kuvvetlerinin teslim olunmasında mı fazla fayda var­
dı , bunlar tartışmaya değer. Osmanl ı Devleti mukadder fe­
lakete maruz kalıp darmadağın olduktan ve her şey çamur­
lar içine battıktan sonra dahi yapılan bu işlerde olumlu hiç­
bir m ana ve maksat yoktu . Esasen devirlerin birer ara çiz­
gisi olması gerektir. Şimdi çok memnunum ki beni geçmiş
safl1aların birbirini izlemesi üzerinde bulunmaktan engelle­
mişlerdir. Hakikaten insan, yaşadı ğ ı, bulunduğu ve çalıştı­
ğı çevre içinde, o dönemi sevk ve idare edenlerle hemhal ve
bir kanaatte olursa, aynı çevre ve dönemin adamı olmaktan
çıkamaz; bana bu felaketten uzak kalmak için ellerinden
geleni yapanlara teşekkür etmeyi vazife sayarım . Onların ,
b u h areketlerini bilinçli olarak yapmadıkl arını zikretmek
şartıyl a. .
-
70
-
MONDROS !VIÜTAREKES İ
Atatürk, Y ıldırım Orduları teşkil§.tım ikmal ederken ,
Mondros Mütarekesi' nin imzalandığı günleri anlatıyor:
- Kumandasını üstlendiğim kuvvetler şunlardı: İkin­
ci Ordu, kumandanı N ihat Paşa: Karargahı Adana, benim
eski ordum. . . Yedinci Ordu, benim ordum, kumandanı ve­
kaleten Ali Fuad Paşa. . . Hicaz ktıvve-i seferiyesi, kuman­
danı Muhiddin Paşa (eski Kabil elçimiz), bir tarihte bunun
kumandanl ığına tayin edilmi şken , kabul etmeyerek Ş am ' ­
dan dönmüştüm; v e son olarak d a Maan (Ürdün sınırları
içerisinde bir bölge) 'da birtakım kuvvetler. . .
Yıldırım Ordular Grubu Kumandanl ığını üstlendikten
sonra, düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı : Doğrudan
doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün
zorluklara rağmen h akiki kuvvet haline getirmek, düzene
koymak, yeniden oluşturmak, takviye etmek ! Hicaz kuvve­
i seferiyesini, Maan kuvvetlerini hiç de hesaba katınayı dü­
şünmedim. Onların zaten esarete mahkum olduklarını iki
sene evvel Cemal ve Enver paşalara anlatmıştım.
Musul civarında bulunan Altıncı Ordu ' dan i stifade et­
mek isterdim . Bu m aksatla bu ordunun kumandanıyla doğ­
rudan doğruy a haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanak­
kale civarında bulunan kuvvetiere ümit bağlamıyordum.
Doğuda Azerbaycan ve İran ' da bulunan ordulada hiç­
bir temas ve münasebetim yoktu; onlar için de henüz bir
şey düşünecek halde değildim. Aden (Yemen) kapısını zor­
l ayan S aid Paşa alayının varlığını bile hatırlamıyorum. Fa­
kat her şeyden evvel, elim altında bulunan iki ordunun ar­
zu ettiğim tarzda takviyesi halinde, bütün felaketiere rağ- 71 -
men Türk sesini işittirebileceği kanaatinde idirn. B u yolda
işe başladım. B ütün görüşlerimi anlam ı ş, bana her ihtimale
karşı yardım etmeye söz vermiş kişiler vardı. B u mi zaçta
olmayanlar da vardı . Onları bir şekilde bertaraf ettim ; me­
sela Menzil Müfettişi Avni Paşa ki, bilahare B ahriye N azı­
rı ve veka!eten Harbiye N azın olmuştur. Ben ve arkadaşla­
rım, bu esaslı görüş üzerinde çalı şırken, İstanbul ' dan şu
emri aldım:
Yıldırım Orduları G rubu Kumandanl ığına
Karargah
2729
İtilaf dev letl eri ile imzaladığımız ateşkes koşulları aşa­
ğıya çıkarılmıştır. B ilindiği gibi her ordunun kendine ait i ş­
lerini derhal uygulaması gerekmektedir. B u konuda l üzurn
görüldükçe izahat ve talimat verilecektir.
S adrazam ve B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiyesi Reisi
İZZET
B u emre ilişik ateşkes ko şullarını herkes bilmektedir.
Onu ben size tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Bu ateş­
kes antlaşmasını baştan sona kadar inceledikten sonra, ben­
de oluşan kanaat şu idi : Devlet-i Aliye-i Osmaniye, bu ateş­
kes antiaşması ile sadece kendini kayıtsız şartsız düşmanla­
ra teslim etmeyi değil, memleketi istilası için düşmanıara
yardımı da v adetmiştir. Bu beni h azin dü şüncelere sevk et­
ti. isterdim ki, İstanbul h ükümetini biraz aydınlatayım. Bu- 72 -
na çalıştığıını zannederim; fakat bu konuda iki muhtelif dü­
şünce ve anlayış bel irdi. Ben size bunu anl atmayay ım; şim­
diye kadar kısmen malum olmuş olan belgeleri aynen sun­
ınayı tercih ederim. O belgeler, benim bu dakika söyleye­
ceklerimden çok kuvvetl idie Bu belgeleri okuduğunuz za­
man göreceksiniz ki, ben. yapılan ateşkes antl aşmas ın ın sa­
katl ı ğ ın ı gördüm. Bu sak at noktaları düzeltmeye çal ışmak
gerektiğine inanarak, ilgil i makamlara söyledim . Bu ateş­
kes antı aşması olduğu gibi uygulanırsa, memleketin baştan
sona kadar işgal ve istilaya maruz kal:' cağı kanaatini belirt­
tim . Dü şmanların her dediği ne başüstüne demenin, bütün
Türk i ye ' ye bu işgal cilerin hakim olmasına neden ol acağı
konusunda şüphe edilmemesi gerektiğini ve bir gün Os­
manlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini
anlattım. B unun için hiç de kehanete l üzum yoktu. Kendi­
ni zayıf ve aciz gören insanlar, n isbeten kuvvetli ve azim­
kar i nsanlardan merhamet dilendikleri zaman, mutlaka
kendilerine ac ındıracaklanna inanmak için bilmem ne his
v e s ıfatta olmalıdırlar?
Başkumandanhk Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine
N umara
565
Adana' dan
3/1 1 / 1 3 34
Ateşkes şartların ı içeren emr-i sami (sadaret makamın­
dan gelen emir)leıi ni aldım. Her ordunun kendine ai t i şleri
derhal uygulaması emir buyuruluyor. Uygulamaya geçebil­
mek içi n , söz konusu şartların genel bazı m addelerinin so­
rulmasını zorunlu görüyorum. İlgili maddeleri sırasıyla arz
edeceğim:
- 73 -
1 - Madde 1 0: Toros tünellerinin galipler tarafından iş­
gali maddesinin açıklanması gerekiyor.
Toros tünelleri denilen tüneller en son açılan iki tünel­
dir, işgal edilecek y alnız bunlar mıdır? işgalin mahiyeti, o
kısımd aki h attın i şletilmesin i de kaps ıyor mu? Yoksa koru­
ma önlemlerinden mi ibaret kalacaktır. B üsbütün ayrı bir
grup teşkil eden Amanos tünelleri de bu meyanda m ıdır?
Toros tünellerini tutacak işgal kuvvetlerinin miktarı nedir
ve nereden gelecektir?
2- S uriye sınmn ı , S uriye vilayetimizi n kuzey s ın ın
sayınakla beraber bu hususta başkaca bir görüş ve karar v ar
ise bildirilmesi icab eder. Suriye ' de terk ettiğimiz ve bizim­
le irtibatı olan hiçbir birlik yoktur. Hicaz ' da bir kuvv e-i se­
feriyemiz v ardır. Onunla telsizle dahi irtibatımız yoktur.
Kilikya bölgesinin, Adana vilayetinin önemli bir kıs­
mını ihtiva ettiği malum ise de, sınırı meçhuldür, bunun da
açıklanması icab eder.
3- Terhise i lişkin kesin kararların sair icraat ile pek çok
alakası v ardır. Ş artnamenin 20' nci maddesinde bahsedilen
talimat nereden ve ne zaman alınacaktır? Bu hak tamamıy­
l a hükümetimize mi, yoksa galiplere mi aittir?
4- Ateşkes şartlarında, her ordunun kendine ait şartl arı
derhal uygulamaya başlaması emir huyurulduğuna göre,
galiplerle oıtaklaşa düzenlenmesi gereken i şlerde galiplerin
müracaatın ı beklemeksizin , t arafımızdan heyetler gönderil­
mesiyle ateşkes uygulamasına başlanması mı talep buyu­
rulmaktadır?
Arz olunan maddeler h akkında gerekli bilgi al ınıncaya
kadar alınmas ı düşünülen tedbirleri aşağıda arz ederim.
1 . Yalnız antlaşma heyetleri teşkili.
2. Grup ınıntıkasındaki kıyılara konan ve bırakılan tor­
pilleri taramak veya kaldırmak hususunda talep edilecek
yardımları ifa için bir deniz müfrezesinin hazırlanması.
- 74 -
3 . Savaş esirleri ve Ermeni esirler ile tutukluların nak­
line ait hazırl ıklar.
4. Kadrosu en genç fertlerden olmak ü zere kuvvetli bir
alay oluşturulması ve jandarmanın takviyesi.
5. Fazla mal ve askeri malzemenin Toros ' un kuzeyine
nakli ve hiçbir suretle tahribatma meydan vermeyecek ted­
birler alınması.
6. Demiryolları işletmesinin, Alman sivil memurların
dahi ç ıkarılacağı göz önüne alınarak yeniden düzenlenme­
si, (Grup bu hususta İstanbul ' dan fazlas ıyla yardım bekler).
7. Terhi s edilecek kuvvetierimize ait teçhizat, silah,
cephane ve diğer araçların toplanma ve saklanmasına ait
hazırlıklardan ibarettir.
Yedinci Ordu Kumandanı
MUSTAFA KEMAL
Yıldırım Ordulan G ru bu Kumandanlığına
Harbiye
567
34- 1 -4/5
1 505
C.36 l 1/1 3 34 tarih ve harekat 565.
1 - Toros tünellerinin İtilaf kuvvetleri tarafından işgali,
yalnız bir muhafaza mahiyetini içermektedir. işletme me­
muru kontrol altında olarak size aittir. M ütareke metninde
yalnız Toros tünelleri konu edilmektedir. Eğer Amonos tü­
nellerini de i şgal etmek isterlerse, mütareke metninde yal­
nız Toros söz edildiğinden bahisle A mano s ' un işgal edil­
memesinde ısrarlanmızı genel karargaha iletiriz. İşgal kuv­
vetlerinin nereden geleceği ve miktarı İngiliz kumandanı
tarafından bildirilir.
- 75 -
2- Suriye ' deki garnizonların teslimi maddesi i htiyaten
yazılmış bir maddedir. Herhalde bugün cephede bulunan kı­
talar bu hususta kesinlikle söz konusu değildir. Suriye' de terk
edilmiş bulunan Hicaz kuvve-i seferiyesine, birinci kuvve-i
mi.irettebeye, Maan çevresindeki birliklere, mütfuekenin ken­
dilerine ait maddesi hakkmda Yıldırım Grubu Kumandanlığı
tarafından emir verilmesi H1zımdır. Bunun için İngiliz telsiz
telgrafından istifade olunur. Bugün cephede bulunan kıtalar,
ateşkes antaşmasının beşinci maddesi gereğince yeni asker!
konum kararlaştırılıncaya kadar, hali hazırda bulunduğu hat­
ta kalacaktır. Kilikya sınırı gerekirse bildirilecektir.
3 - Terhise, yen i asker! duruma ait kararlar ve 20. mad­
dede bahsedilen talimat size buradan verilecektir.
4- Söz konusu i şlerde galiplerin m üracaatını beklemek
lazımdır.
5- Al ınmasına başl anılan ilk önlemler uygundur.
B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiye Reisi
İZZET
Başkumandanhk Erkan- ı Harbiye Riyasetine
Pek aceledir.
Adana
5/1 1 34
C: 4/5 - 1 1 -34
tarih 5 67/ 1 505 numaralı emirnameyi sa-
m ı:
1 - Toros tünellerini i şgal edecek kuvvetlerin miktarı
İngiliz kumandanlığı tarafından b ildirilir buyuruluyor. B u
kuvvet mesela, gerekirse bütün Anadol u ' yu hakimiyetine
alacak dahi olsa m üsaade edilecek midir?
- 76 -
2- Suriye' deki garnizonların teslimi maddesi iht iyaten
yazılmış bir maddedir, buyurulur. Münasip cümlelerle cep­
hede bulunan kıtaların bu hususla aHikası olmadığı izah edi­
l iyor. Benim görüşüm, söz konusu maddenin İngilizler tara­
fından bizi kandırmak için yazclınlrnış olduğuna ve yüce hü­
kümetin elelegelerinin imza ettikleri mütarckc şartların ın iki
tarafca başka başka anlaşı lelığına şüphe kalmamıştır. Çünkü
aynı maclclecle, cephede bulunan kıtaların Suriye 'de bulun­
madı ğı düşüncesine karşı , İngilizler bu geeeki (5/6- 1 1 -34)
raporla lafsilatı arzedileceği gibi, Suriye kıtasında bulunuyor
diye Yedinci Ordu 'nun tesl imini teklif etmişlerdir. icab eder­
lerse, acizane maksaclım ; bu tarihi ismi ve bunun huduelunu
resmen kabul eden yüce hükümetimizin bu ınıntıkayı göste­
ren İngilizce atlasta, (Kilikya) m ıntıkasın ın doğusunda Suri­
ye kuzey sınırının Maraş kuzeyinden geçtiğini nazara dikka­
te alıp alınadığın ı anlatınaktı. Çünkü acizlerine, Adana ismi
yerine Kilikya ismi tarihisini koyan İngiliz Hükümetinin ,
Suriye sınırın ı da Kilikya kuzey sınırının doğusuna uzatmak­
tan ibaret kabul ettiğinele şüphe yoktur. Bu zan Irak sınırının,
İngiliz kumandanı tarafından Altıncı Ordu ' ya gönderilen ha­
ritada, Siirt ' ten geçtiğinin gösterilmiş olmasıyla da doğru çı­
kıyor. İngilizlerin birkaç günden beri İskenderiye ' ye asker
çıkaımaktan ve Halep 'te milyonlarca erzak mevcut iken er­
zak toplamaktan bahsetmeleri de, İskenderun ' un Kilikya
mıntıkasını gösteren haritada Suriye ve Kilikya sınırları üze­
rinde bulunuşundandır. Pek ciddi ve samimi olarak arzede­
rim ki, ateşkes şaıtları ıneyanıncla yanlış anlamaları gidere­
cek önlemler alınmadıkça, orduları terhis eelecek ve İngiliz­
lerin her dediğine boyun eğecek olursak, İ ngilizlerin güçlü
isteklerinin önüne geçmeye imkan kalmayacaktır.
Yıldırım Orduları Grubu
Kumandanı
MUSTAFA KEMAL
-
77
-
Y ıld ırım Orduları G rubu Kumandanlığına
Numara:
Harbiye ' den
2735
5/1 1 /34 sonradan
Altıncı Ordu kumandanlığına verilen emrin sGretidir.
"Ateşkes antiaşması gereğince, İ ngiliz Irak ordusu kuman­
danhğ ın ın ne Musul ' u işgale, ne de Irak ' ı istediği gibi yo­
rumlamaya yetkili olmadığı ; İskenderun' un İ ngilizler tara­
fından işgaline dair mütareke metninde bir kayıt bulunma­
dığı; Mondros 'taki Amiral C althorpe ' a yazılmıştı. Adı ge­
çen şahsın ifadelerine atfen gelen cevapta, Musul ve diğer
yerler hakkında bir daha böyle yanlış anlay ı şiara sebeb
olan harekatta bul unulmaması için İngiliz Ordulan kuman­
clani arına emir verilmesinin hemen hemen Londra 'ya bildi­
rildiği haber verilir. Bundan dolayı keyfi yetinin nazik bir
şekilde İngiliz ordusu kumandalarına tebliğiyle, Lond­
ra' dan verilecek emri beklemeleri hususunun sağlanması
dilenmektedir.
S adrazam ve B aşkumandanlık
Erkan-ı Harbiye Reisi
İZZET
Y ıldırım Orduları Kumandanl ığı
4/1 1/34 tarihli ve 650 numaralı
Sadaret Konağı
rapora:
1 1/34 "sonradan"
Ateşkes hükümlerince İngilizlerin İskenderun ' u işgale
hak ve yetkileri yoksa da, Halep civarındaki ordularını bes­
lemek için İskenderun ' dan yararlanmak istemeleri de haklı
- 78 -
bir istek mahiyetindedir. Ateşkes antiaşması nda birçok mad­
deyi değiştirmek vakit alacağ ından, bize yalnız şifahen iza­
hat ve teminat verebilen İngiliz delegesinin bu centilmenli­
ğine karşıl ık bir iyilik olmak ve Yunanistan ' ın faaliyet saha­
sına ç ıkarılmasını sağlamak ve kolaylaştırmak üzere; İsken­
derun limanından İngilizlerin erzak vesaire nakliyatı husu­
sunda yararlanmasında ve İskenderun-Halep yolunu tamir
edebilmelerine izin verilmesinde, en başta bu ordunun vazi­
yetince de bir malnur görmüyorum. Bu limandan ve yoldan
yararlanmalarını sağlamakla İskenderun liman ve şchrini
kendilerine terk etmiş olmuyoruz. Liman ve şehir, yine biz­
de kalacak; hükümetin askeri ve idari kadrosu (? . . . ) her şeyi­
miz yine yerli yerinde bulunacak. Onlar yalnız limandan ve
yoldan, sırf bir misafir sıfatıyla yararlanacaklardı r.
Keyfiyetin yüce tarafınızdan Suriye ordusu kuman­
danl ı ğına bildirilmesi istenmektedir.
Sadrazam ve B aşkumandanlık
Erkan-ı H arbiye Reisi
İZZET
Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesine
Adana
6/1 1 /34
No: 579: Erteleyen i dam olunur.
Altı saat ara ile alınan biri açık diğeri şifreli 5/1 1 /34 ta­
rihli iki kıta yüce telgrafnamenizin muhteviyat ın ı ve şifrel i
olanının da içeriğini uygulamak için duraksamaya v e dü­
şünmeye lüzum gördüğümü itiraf ederim.
-
79
-
İngil izlerin Halep civarındaki orduların ı beslemek için
İ skenderu n 'dan yararlanmak isterneleri hakl ı değildir. Çün­
kü İ ngilizlerin eline geçmiş bu lunan Halep vi I ayeti ndc, Ha­
lep ' in kendisinde milyonlarca erzak olduktan başka, ateş­
kes şartnamesinin 2 1 . maddesine göre, hakikatte H alep ' teki
İngiliz ordusuna iaşece yardı m etmek lazım gelirse, pek çok
crzaka sahip bulunan K il is ve Antep çevresinden özel h azır­
lıklar ve önlemlerle erzak sat ı labilir. Yüce şahsiyetl crinizi
temin ederim ki, maksat Halep ' teki İngil iz ordusuna iaşe te­
min etmek olmay ıp, İ skenderun' li işgal ve İskenderun-K ı ­
rıkhan-Katma yoluyla hareket ederek Antakya- Diricemal­
Ahterin hattı nda bulunan Yedinci Ordu ' nun dönüş hattın ı
kesrnek ve bu orduyt, , Alt ınc ı Ordu 'ya Musu l ' da yapıldığı
g i bi teslimden kaç ın ı lamayacak bir vaziyete sokmaktır.
İng i !izleri n Eımeni çetelerini bugün Islahi ye ' ele faali­
yete geçirmi ş olmaları da bu zanna kuvvet verecek mahi­
yettedir.
İngiliz delegesinin centilrnenl i ğini ve buna kar ş ıl ık bu
tarzda iyilik gösterilmesini idrak ve takdir nezaketinden
uzak bulundoğumu arz ederim.
Yunanistan' ın faaliyet sahas ına ç ıkarılmasını sağlamak
için İ ngilizlerin İskenderun ve İskenderun-Halep yolu üze­
rinde birleşmelerindeki mantıklı i lişkiyi anlayamadığım gi­
bi, bu hususta müsamahayı da biJ akis pek sakıncalı görüyo­
rum.
Bundan dolayı keyfiyetin tarafın ızdan İngiliz Suriye
ordusu kumandanına tebli ğine delaleten rnaruzum. İsken­
derun ' a her ne sebep ve bahane ile olursa olsun, asker ç ı­
karmaya teşebbüs e decek İngilizlere ateşle direnilmesini ve
Yedinci Ordu 'ya, bugün bulunulan hatta gayet zayıf bir ile­
ri karakol tertibatı b ırakarak, büyük k ısm ın ın Katma-lslahi­
ye istikametinde h areketle K il ikya s ın ırları içerisine girme­
sini emrettim .
- 80 -
İngilizlerin aldatıcı davranı şların ı, teklif ve hareketle­
rini İ ngilizlerden ziyade haklı gösterecek ve buna karşılık
iyilik gösterıneyi de kapsayacak emirleri güzellikle uygula­
rnaya y aradıl ı ş ım m üsait olmadığından ve halbuki B aşku­
mandanlık Erkan-ı Harbiye Riyaseti Celilesinin ictihadına
uygun hareket etmediğim takdirde birçok suçlamalar altın­
da kalmam tabi i bulunduğundan , kumandayı hemen teslim
etmek üzere yeriine tayin buyuracağınız zatın süratle emir
ve tebliğini özellikle istirhaın ederim.
Yıldırını Ordular Grubu
Kumandanı
M USTAFA KEMAL
Yıldırım Orduları G rup K umandanl ığına
Harbiye
6/1 1 /34
C . 7 8 1 ve 782 şifreye
1 - İskenderun' a çıkacaklara karşı tarafımızdan silah
kullanılınasın ın emir verilmiş olması, devletin siyasetine
ve memleketin çıkarlarına kesinlikle aykırı olduğundan, bu
yanlış emrin derhal düzeltilmesi tavsiye olunur. Ateşkes
şartlarının yanlış yoruınlanmasından ve yanlış uygulama ve
değişik tabirlerden oluşan zorluklar da görülmüştür. Ateş­
kes antiaşmasında bu uygunsuz hükümleri kabul ettiren
gaflet değil, kesin yenilgimizdir. Devlet mevcut durumun
dayattığı siyasi girişimlerde bulunmakta ve başarı u ınmak­
tadır. Ş urası samimiyetle ifade olunur ki, bu nazik zaman­
da devletin geleceğine büyük etkisi olan h arekat ve müna­
sebatın cephede tarafımızdan yerine getirilmesinin fazla­
s ıyla emniyet gerektireceğine şüphe yoktur. B ununla bera�
81 -
ber şu anki nazik durumda, halimizin m ünakaşa ve ertele­
meye tahammülü olmayıp, ordulara tarafımızdan verilen
talimatıara kesin surette uyulması zorunludur ve grubun
lağvı mümkün değildir. Al ıkonulması uygun görülen karar­
gahla Yedinci Ordu karargahı unvanı verilenler ve fazl a
olanlar ilga olunur. Gruptaki müfetti şierin v e diğer şah ısla­
rın Yedinci Ordu unvanıyla dahi kazanılmış h akları saklı
olduğundan, i ş zaman ında h izmetten kaçınmaları düşünül­
memektedir.
S adrazam
Ahmed İzzet
Sadrazam Ahmed İzzet Paşa Hazretlerine
Adana ' dan
7. 1 1 . 34
C : Ş ifrel i iki maruzatıma cevap olan 6. 1 1 . 34 tarihli ş ifreye
1 - İskenderu n ' a çıkacaklara karşı silah kullanma hak­
kında verdi ğim ve 5 . 1 1 . 34 tarihli gizli emrin özel madde­
lerini aynen arz ediyorum.
(İngilizlerin muhtelif bahanelerle İskenderu n ' a asker
ç ıkararak Yedinci Ordu birliklerini zor duruma sokmak is­
tediklerini anlıyorum. B una meydana v ermemek için üçün­
c ü kolordu İskenderun ' a kuvvet çıkarılmasını, Yirminci
Kolordu için birinci maddede zikredilen harekat sonuçla­
n ınc ay a kadar gerekirse ateşle engelleyecektir.) Zikredilen
birinci madde ise, Yirminci Kolordu' nu n büyük kısmının
Katma-Subaşı hattının kuzeyine geçmesine aittir.
- 82 -
B u h arekat sonuçlanmış olduğundan, silah kull anma
hakkında emrin de uygulama zamanı geçmiştir. Bununla
beraber kuvvetli isteğiniz Uzerine, oradaki kumandana ye­
niden gerekli talimat verilmi ştir.
2- Dünlin kötü mirası olan bugünkü berbat durumdan
devletimizi kurt<.uma hususunda başan umulan siyasi girişim­
lerde Allah ' ın iltifatl arına erişmelerini, Cenab-ı Hak ' tan bü­
tün ruhumla niyaz ederim. Cephedeki harekat ve mlinaseba­
tın acizane tarafıından yerine getirilmesinde gösterilen sami­
rniyete şüphe etmem ve bu samirniyet ve tevcccühe itimadı­
mın derecesi, memleketin kurtuluşu hususunda Ustüme düşen
görevlerin uygulamaya geçiıilmesiyle meydana ç ıkacaktır.
3- Mevcut durumun nezaketini bütün mahiyetiyle ve
pek bilriz bir şekilde takdir edebil eeeğime kuvvetli güveni­
nizin yokluğu kadar acizlerini üzecek bir şey olamaz. Vazi­
fenin yerine getirilmesinde mutlaka memleketin kurtuluşu­
nu amaçlayan tarzı icra etmek v e bunun gerektirdiği bazı
türlü istirhamlarımın, gecikme sebebi olarak al ınmasını
özel likle rica ederim.
4- Grup karargahın ın Yedinci Ordu karargahı v aziyeli­
ni almasıyla, yeni teşkilat hakkındaki kuvvetE isteklerinize,
Yedinci ve İkinci Ordular karargahiarı l ağvedilerek yalnız
grup karargahının bırak ılmas ı hakkındaki maruzatım tama­
men uygun düşmüştür. Aradaki fark l afızdan ibaret kalmış­
tır. Y ıldırım Grup adı konusunda ise; diğer bütün nedenler­
den ve anlay ı şlardan kaçınınakla beraber, bugün kuman­
dam altında bulunan birlikler ve her türlü enkazın ın geçmi­
şe ait birçok girift muameleleriyle tamamen barış zamanı
geçilineeye kadar Yıldırım Grubu ile ilgisinin kesilmesinde
şimdilik birçok zorluk v ardır. Yedinci Ordu dahi önce veya
sonra i lgaya mahkum bulundu ğu ndan, bunun şimdiden lağ­
vıyla gelecekte dahi tarihi bir ad o larak herhangi bir ku­
mandanl ığa verilmek suretiyle saklı kalabilecek ve bir gün
- 83 -
de manevi' etkis i büyük olan (Yıldırım Orduları Grubu) un­
vanının Yıldırım Grubu şeklinde korunmasına yüksek mü­
saade lerinizi istirham e ylerim.
M ustafa Kemal
Yedinci Ordu Kumandanlığına
8. 1 1 . 34
No: 24
Bugün Britanya hükümetinden aldığı emre uyarak
Amiral Calthorpe, General Allenby tarafından bildirilecek
müddet zarfında İskenderun şehrinin teslimini talep ve ak­
si takdirde adı geçen generalin şehri zorla i şgal edeceğini;
İ skenderu n ' da kıta kumandanımıza emir ve talimat veril­
mesini yazıp, bu doğrultuda ateşkes antlaşmasın ın yedinci ,
onuncu, on birinci maddeleriyle beyan olunan şehri teslim
teklifine hak ve yetkisi olduğu ve savaşa devam noktasında
mutlak surette ikiz bulunduğumuz açık bir h J susken ; İs­
kenderun şehri için, güçlükle akdine muvaffak olduğumuz
ateşkesin feshedileceği malum olmakla, müracaat gerçek­
leştiğinde şehrin tahliye ve teslim olunması için gerekl i ki­
şilere süratle tebliğ edilmesi gerekir.
İskenderun l imanından ve Halep şosasından istifade
edilecekleri teklif edilmiş iken, böyle dehşetli bir cevaba
maruz kalmamızın; İskenderun kumandanına İtilaf devlet­
lerinin ilk müracatlannda tarafım ızdan sert ve soğuk bir ce­
vap almalarının büyük etkisi olduğu kuvvetle muhtemel ol­
duğundan, gevşeklik göstermernek şartıyla bu aczimizin
dikkate alınması ve söz ve hareketlerimizin buna göre ol­
ması, memleketin selameti için çok gereklidir.
S addizarn ve B aşkumandanl ık
Erkan-ı Harbiye
Ahmed İZZET
- 84 -
Sadrazam İzzet Paşa Hazretlerine
Adana
8 . 1 1 . 34
İskenderun şehrinin İngilizlere teslimi hakk ındaki
8 . 1 1 .34 tarihli yüce emirleriniz alındı. İskenderun limanın­
dan ve Halep şosasından istifade edebilecekleri hakkındaki
İtilaf güçlerinin gerçekleşen i lk müracaatlarına tarafımızdan
sert ve soğuk bir cevap veıilmiş olduğu hakkındaki, devlet­
lerinin yanl ı ş zanna kapılmalarının sebebi anlaşılmam ıştır.
Muhtelif sebep ve bahanelerle, İngilizlerin İskende­
run 'u işgal için gerçekleşen ilk ve son müracaatlarına, ora­
daki kumandan tarafından, verdiğimiz talimata uygun ola­
rak verilen cevap fazlasıyla nazikane ve hükümetimizin bi­
ze tebliğ eyLediği ateşkes şartnamesi içeriğine ve zat-ı dev­
letlerinin emirlerine tamamen mutabık olduğu grupça bel­
gelere dayan arak iddia olunur. Bu doğrultuda sert ve soğuk
cevap alındığının B ritanya hükümetinin delegeleri tarafın­
dan dahi söylenmiş olduğuna bir kay ıt ve işaret yoktur.
B undan dolayı İngilizlerin dehşetli bulduğumuz en son ce­
vapların ın sebeblerini başka yerde aramak l azımdır ve azar
azar bütün memleketi istilaya kadar v aracak olan böyle
dehşetli cevapların tekrarına şüphe olmadığından, arz etti­
ğim sebebierin derin düşüncelerle muhakeme edilmesinin
gereğini sunmayı görev sayarım .
Halep ' te bulunan İngiliz kumandanı yararlanmayı ta­
lep ettikleri İskenderun-Halep şosasını güvenlik altında bu­
lundurabilmek için birliklerimizin Kilis-Payas hattın ın ku­
zeyine alınmasım İngiliz başkuınandanlığının İstanbul ' a
teklif ettiğini ve zaman kaybına yer vermemek üzere H a­
lep-İskenderun şosasının şimdiden keşfine izin verilmesi
gereğini bildirmiştir.
- 85 -
Altıncı Ordu kumandanlığının 7 . 1 1 . 34 tarihli raporu da
doğal olarak zatınızın dikkatini çekmiştir. Bu raporun içe­
riğine göre, İngilizlerin Nusaybin-Cerablus-Halep demir­
yolunu işgale işaret olan ve İngiliz ordusu başkumandanı­
nın , Musul 'un derhal terki ve aksi takdirde zorla gireceği
hakkındaki tekl ifi ne şekilde yorumlanacaktır? Görü lü yor
ki, meselenin tarafımızdan İngiliz delegelerine karşı ger­
çekleştiği zannolunan soğukluğa bağlanmasına yer yoktur.
Belirttigim görüşlerdeki amacım acizane şudur: Her ne
sebeble olursa olsun, İngilizlerle aktedilen ateşkesin imza
altına giren kayıtlı şekli, Osmanlı Devleti 'nin korunması ve
selameti için yeterli mana ve mahiyette değildir. B ahsolu­
nan maddelerin önemli ve geniş manaları nın bir an evvel
tesbiti lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne ka­
dar olduğu tarzda karşılık verildiği takdirde, bugün Payas­
Kilis hattına kadar olan araziyi isteyen İngili zlerin , yarın
Toros'a kadar olan Kilikya m ıntıkasının ve daha sonra
Konya-İzmir hattının işgali gereği tekli flerinin birbirini ta­
kip edeceğine ve netice olarak ordumuzun kendileri tara­
fından sevk ve i dares i ve hatta Osmanlı Devleti ' ni n bakan­
lar kurulunun B ritanya hükümeti tarafından seçilmesi ge­
rektiği gibi tekliflerle karşı l aşmak da olmayac ak bir şey de­
ğildir. Acz ve zaafımızın derecesini pek iyi bi lirim. Bunun­
la beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakarlığın
derecesini de belirlemek gerektiği kanaatini muhafaza
edcrdim. Yoksa Almanya i le müttefikken sonuna kadar de­
v am etmek halinde büsbütün bozguna uğramaya nazaran;
İngilizlerin kendi gayretleriyle elde edeceği neticeyi onlara
bizim yardıınımızla bahşetmek, tarihte Osmanlıl ık için ve
bilhassa mevcut h ükümetimiz için pek kara bir sah i fe mey­
dana getirir. Şayet yüce hükümetimizin, İngili zlerle ciddi­
yet ve samimiyetine güvenilebilecek bir gizli anlaşma y a­
pı lmrş ve yapı lması kuvvetli bir ihtimal ise, bu hususu bil- 86 -
mememiz, tabii ki yanlı ş anlay ışıara sevk edebileceğinden;
m ümkünse bu hususta imaen olsun aydınlatılmayı istirham
ederim. Vatan ın geleceği için endişelenmekten doğan ve
samimi olduğuna şüphe edil memesi gereken işbu düşünce­
lerimin, münakaşa mahiyetinde görülmemesini özell ikle ri­
ca ederim. Bilhassa zatınızca anl aş ıldığına inandığım ve
gerekeniere arz ve tebl iğini memleket selameti gereği ka­
bul ettiğim görüşlerime uymaktan kendimi engellemeye
·
kadir değilim.
***
B enim görüşlerün ve bu görüşlerimi be1ge1endirmek
için size bahsettiğ im veslkalar okunduktan sonra, bütün
Türk milletini bilhassa Türk aydınların ı vicdani ve fikri
olarak iyice düşünmeye davet etmek isterim. Hatırat diye
size naklettiğim bu hikayelerin, zamanımıza kadar bazı ki­
şilerin hatırat yayınlamak sevdasına benzer bir eğilimden
doğmuş olduğunu zannetmezseniz. . . Eğer ben bu gerçekle­
ri size söylüyorsam ve milletimize tebliğ ediyorsam, elbet­
te bundan büsbütün başka bir maksactım v ardır. B u maksat
ne olabilir? Bunu ben burada açıklayamam. Fakat benim
tasavvurlarım şudur ki; düşüncelerimi samimi olarak nak­
leden bu yazı lar okunduktan sonra, milletimin kendi kendi­
ne vaziyeti anlamak ve m uhakeme etmek için lüzumlu bel­
gelere sahip olacağına şüphe etmem.
Eğer bahsettiğim zihniyette olanların dünyadan ne ka­
dar anlamadıklarını olaylar ispat etmemiş olsaydı, benim
bu sözlerimin gerçekliği zor anlaşılabilir diye bir zaman
daha beklemeyi gerekli görürdüm Fakat zannediyorum ki,
böyle bir gecikmeye benim tarafıından değil, fakat Türk
milleti tarafından da artık hiç l üzum ve ihtiyaç kalmamı ş­
t ır.
-
87
-
. .
ISTANBUL' A DONUŞ
.
.
.
Atatürk artık İstanbul ' a dönmüştür.
-B ir gün İzzet Paşa tarafından makine başına davet
olundum. Adı geçen şahıs kabineden istifa ettiğini bildir­
dikten sonra, benim İstanbul ' da bulunmamın uygun olaca­
ğını söyledi. Ben bu imadan, İstanbul ' da buhranlı vaziyeı­
ler cereyan ettiğini anlayarak, zaten kumanda ettiğim grup
da lağvedilmiş olduğundan, İstanbul ' a hareket ettim.
Eğer yanılmıyorsam, İzzet Paşa ile ilk defa. henüz terk
etmemiş olduğu Fuad Paşa türbesi karşısındaki Sadaret Ko­
nağı ' nda görüştük. İzzet Paşa kabineden niçin çekildikleri­
ni izah etti . Bu nihayet bir onur meselesiydi.
Ben çekilmiş olmalarını doğru bulmadım; kendisine
Sadaret (başbakanlık) verilen Tevfik Paşa kabinesini oluş­
turmamak ve tekrar İzzet Paşa başkanl ığında yeni bir kabi­
ne meydana getirmek gerektiğine inandığımı bildirdim .
Durum tartı ş ılarak, teklifim kabu l edildi. H atta yeni bir ka­
bine l istesi de yapıld ı. Esaslı bir noktayı atıadım galiba; ben
İstanbu l ' a geldiğim zaman artık savaş kabinesinin önemli
ki şileri Enver, Talat ve Cemal Paşalar orada değildiler.
Sadaret Konağı ' nda verilen karardan sonra, her biri­
miz bir türlü çalışmaya başladık. İlk hedef kabineyi düşür­
mek olduğuna göre, ben derhal Meclis-i Mebusan ' l a temas
aradım. Öteden beri arkadaşım olan mebuslarla (milletve­
killeriyle) konuştum. Görüşümü onlara izah ettim ve beni
daha büyük mebus kitleleriyle temasa geçirmelerini kendi­
lerinden rica ettim . Bu arkadaşların aracılığıyla, ilk defa
olarak sivil kıyafetle, Fındıklı ' daki Meclisi Mebusan bina­
sına gittim.
- 88 -
O günlerde Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu söz ko­
nusuydu. B en güvensizlik oyu verilmesi fikrinde idim. İşte
Meclis-i Mebusan binasına girdiğim gün , güvenoyu mese­
lesinin Meclis ' te oylanacağı gündü. Kanaatimi mümkün ol­
duğu kadar süratle, tanıdı ğım veya orada bana tanıtılan me­
buslara izaha çal ı ş ıyordum. B ir kısım mebuslarda şu tered­
düt vardı: "Eğer güvensizlik oyu verecek olursak, Meclis ' i
dağıtacaklardır. Fakat Tevfik Paşa kabinesine güvenoyu ve­
rip biraz zaman kazanarak, bu esnada belki faydalı işler
görmek mümkün olur."
B en ise Meclis ' i n zaten dağıtılacağına inanıyordum
ve dağıtacak olan da yeni s addizamdı. B u kararı uygula­
mak için tabii ki evvela Meclis ' in güvenoyunu alarak sa­
daret makam ın ı usulünce i şgal etmesi gerekiyordu. B unu
sağladıktan sonra bazı zatların düşündüğünün aksine, hiç­
bir zaman ve fırsat vermeksizin Meclis ' i dağıtaeağına şüp­
he yoktu. O halde netice madem ki bu olacaktı; kabİneye
güvensizlik oyu vererek ve bunu tekrarlayarak zaman ka­
zanmak daha yerindeydi . İ şte belki bu kazanılacak zaman
zarfında tekrar İzzet Paşa başkanlığında bir kabine meyda­
na getirmenin sebeb ve şartlarını h azırlayabilirdik. Meclis
salonlarında, koridorlarda, ayak üstü, ani mantıklad a yapı­
l an bu münakaşalar şöyle bir netice verdi : Mebuslann
önemli bir kısmı sal onlardan birine toplandılar ve beni de
oraya davet ederek, genel kurul a açıklama y apmam ı teklif
ettiler. Vaziyeti , içinde bulundukları şartları ve yapılması
gereken hareketi , muktedir olduğum kadar kendilerine
izah ettim. Kabineye mutlaka güvensizlik oyu vermelerini
tavsiye ettim.
Teklifim orada hazır bulunanlarc a kabul olundu ve ba­
şarıl ı olacakları noktasında kesin ümitlerin i söyleyerek, bu­
lunduğumuz salondan ç ık ıp Meclis B aşkanı ' nın toplantı
çağrısına uydular.
- 89 -
Ben bir locada karar neticesini bekliyordum. İsimler
okun arak oylar soruldu; tasnif olundu ve netice kürsüden
Genel Kuru l' a bildirildi. Tevfik Paşa kabinesi çoğu nlukla
güvene layık görü lmü ştü !
Ne y al an söyleyeyim, biraz hayret ettim. Benim tekli ­
fimi kabul ettiklerin i söyleyen mebus (milletveki l i ) adedi
küçümsenecek gibi değildi. B unlar arasında özellikle söz­
lerinin ve mevkilerinin çok etkili olduğu zannını verenler
de v ardı. Fakat şüphesiz Mecl i s ' teki psikoloj ik havanın bir
an içinde deği şebilecek mahiyette olduğundan daima uzak
kalan benim gibi bir askerin şaşkınlığı normaldir. B u aca­
yip fikirler ve h islerin hakim olduğu ortarndan çıkmak i ç i n
fazla beklemedirn. Derhal Osmanlı Meclisi Mebusan s ara­
yını terk ettim. Evi me döner dönmez, saraya telefon ederek
Vahideddin ' den görüşme i stedi m . Onunl a hemen bir görüş­
me yapmayı faydalı buluyordum.
M aksadım kendisiyle görüşüp, tedbir olarak düşün­
düklerimi açıkça söylemek ve bu tedbirlerin uygulanma­
sındaki zorunluluğu izah etmekti. Padişahı düşündüğümüz
teşebbüse ikna edebileeeği m i zannediyordum. Görüşme
talebi için, vazifesi itibarıyla aracı lıkta bulunan N aci beye
( Naci Paşa) maksadımı ima ettim. Naci beyin, bu görüş­
menin o gün veya ertesi gün olması için çok çalıştı ğ ına
eminim. Fakat kafasında gizli bir kararı şeytani bir şekilde
saklayan Vahi deddin , saffet ve samirniyet gösteren aldatı­
c ı tavrıyla, önümüzdeki cuma günü selamlıkta hazır bulun­
marnı ve orada benimle görüşeceğini bi ldirdi . Cuma günü­
ne çok v ardı. B ununla beraber yapılacak başka bir şey de
yoktu.
- Cuma selamlığına gittim; namazdan sonra oradaki
salona davet eden Vah ideddin ' le, dışarıda d inleyenler tara­
fından çok uzun olarak yorumlanmış bir görüşme yaptık.
Hakikaten görüşme, zaman itibarıyla çok sürmekle beraber,
- 90
-·
fikir alışverişi itibanyla pek kısa olmuştur. Ben, tahmin
edebileceğiniz zemin üzerinde onu aydınlatmak ve uyar­
mak için giriş yaparken, o çok ustaca bir tarzda benden ön­
ce davrandı. Dedi ki:
- Ordunun kumandan ve subaylan eminim ki, seni
çok severler; onlardan bana bir fenalık gelmeyeceğine te­
m inat verir misin?
B irdenbire böyle bir sorunun maksat ve manasını anla­
yamadım. Sordum:
- Ordunun aleyhinizde bir harekete giriştiğine dair
b ilgi ve h isleriniz mi var, efendim?
Gözlerini kapad ı , olumlu veya olumsuz cevap verme­
di; aynı soruyu tekrar etti. Cevap verdim :
- Gerçi , b e n İstanbu l ' a geleli birkaç gün oldu; bura­
daki durumu yakından bilmiyorum; fakat ordu komutanla­
rı ve subaylannın Zat-ı Ş ahanenizle karşı karşıya gelmesi
için bir sebep olabileceğini zannetmiyorum. Onun için, hiç­
bir kötülük gelmeyeceği noktasında b an a güvenin.
Çok örtülü bir tarzda i lave etti:
- Yalnız bugünden bahsetmiyorum , bugünden ve ya­
rından.
Son cümle, bende bir şüphe uyandırdı; demek ki, padi­
şah ın i leride öyle bir hareket yapma ihtimali v ardır ki, or­
dumm vatansever kumandan ve subayları müteessir olabi­
lirler. Zat-ı Ş ahane beni kandırarak, sayemde onlardan
emin olmak istiyor; fakat bu düşüncemi kendisine nasıl
izah edebilirdİm ve böyle bir izahta bulunmak kendim ve
maksactım için faydalı olur muydu?
Karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyor­
du; biz ise bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anla­
mak istemeyen kimse lerle temasta kalm ış, karşı hiçbir ted­
bir almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. Padi-
-
91
-
şah gözlerini açarken ayağa kalktı ve şu sözlerle görüşme­
ye son verdi.
- Siz akıllı bir kuın andansınız, arkadaşiannızı ayd ın­
latıp yatı ştıracağınızdan eminim.
Çok ümitsiz ve üzgün, fakat üzüntümün gerçek sebe­
bini dahi anlayanıaın ı ş h alde Vahi deddi n ' in salonundan
çıktım.
D ı şan da bir saati aşan zamandan beri kapılarda, kori­
doı·larda, şurada burada ayakta bekleyen birçok kişinin, bu
uzun görüşmeden bezgin ve yorgun, fakat biraz manidar
bakışlada bana bakmakta olduklarını hissettim. itiraf ede­
yim ki, o anda bu bakı şların manalarını anlayaınaın ı şt ım.
Ancak bir iki gün sonra artık her sırrı öğrenmiştim. Bu ge­
çen günler zarfında ne olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz;
Meclis-i Mebusan feshedilmişti l
Sonraları işittim ki, güya o uzun görüşmede Pad işah,
Meclis-i Mebusan ' ı dağıtmak gerektiği hususunda benimle
düşüncelerini paylaşmı ştır. Ve ben kendisini onaylayarak
ordunun aynı fikirde olduğunu söylemi ş ve kendimle arka­
daşlarım namına ona söz vermi şim. Artık böyle dedikodu­
lara önem verecek halde değildiın, ü zgündüm. İzzet Paşa
ve bazı arkadaşlar ile Sadaret konağında verdiğimiz karar
çoktan suya düşınüştü.
Ş işli ' deki evimde yeni durumu dü şünüyordum. İ stan­
bul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleri yle dol­
muştu. B oğaziçi, topların ı s ağa sola çeviren düşman zırhl ı­
l anyla, lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülüydü.
Herkes ancak çok zorunlu ihtiyaçlan için evlerinden çıka­
biliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere
uğramamak için caddelerin duvar diplerinden, büzülerek,
eğilerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı. B ütün tedbirlere
rağmen yine bin türlü fec i saldırı sahneleri eksik olmuyor- 92 -
du. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul ' un yüz binlerce
halk ı, sesleri kısılmış bir halde idi.
İstanbul ufuklarında y aln ız düşman hakaretleri , düş­
man bayrak ve süngüleri yükseliyordu.
Şaşıl acak şeydir. Art ı k adi bir mendil gibi ayak altında
çi ğnenen bu çevrede hala bir saltanat, bir hükümet, bir v ar­
l ık olduğunu zannedenler vard ı.
- 93 -
ATE ŞKES
Ş imdiye kadar Atatürk'ün ağzından nakletmiş oldu­
ğum Mitıraların son kısmında görüldüğü üzere, İzzet Paşa
sadrazam olduğu vakit Adana'da bul unan Mustafa Kemal
Paşa, Mondros Ateşkes Antiaşması ' nı n , bilhassa askeri i ş­
gallere alabildiğine hak veren maddelerini daha fazla açık
hale getirmek, bu ateşkesin "kayıtsız ve şartsız teslim" ka­
rakterini hafifletmek ve bunlar sağlanmadıkça seferberlik
halindeki orduyu terhis etmemek fikrinde idi. Bundan baş­
ka, kabine değişikliği olduğu v akit , kendisinin Harbiye N a­
zırlığı ' na getirilmesini istemiştir. Sadrazam İzzet Paşa,
ateşkes şartlan h akkındaki eleştirilerini dikkate almadıktan
başka, Harbiye Nazırlığı için, " B arış sonrası refakatimiz
Allah' ın lütfuyla m ümkündür ! " cevab ını verdi.
İskenderu n ' a asker çıkanlmasını silahla engellemek
h akkında emir vermi ş olmasından dolayı da, Mustafa Ke­
mal Paşa ile kabine arasında anlaşmazlık çıktı.
Mustafa Kemal Paşa Harbiye N azırlığı ' nı niçin istemiş
olduğunu şöyle açıklıyor:
- B en barı ş ın çabuk gelmeyece ğini biliyorum. B anşa
kadar çok buhranlı vaziyetler karşısında kalacaktık. İşte bu
sıralarda vatana c iddi h izmetlerde bulunabileceğim kana­
atinde idim.
İstanbul ' a niçin ve nasıl h areket etmiş olduğunu yine
kendisinden dinleyelim:
" B ir gün İzzet Pa şa beni makine ba ş ına çağırdı; kabi­
nenin istifa ettiğini söyleyerek İstanbul' da bulunmam ın uy­
gun olacağını söyledi. B en bundan payİtahtta durumun ka­
rıştığı manasını çıkardım. Kumanda ettiğim ordular grubu
da kaldırılmış olduğu için, İstanbu l ' a hareket ettim."
- 94 -
İstanbu l ' a gelen M u stafa Kemal Paşa, İzzet Paşa ile,
Fuad Paşa türbesi karş ıs ındaki konağında buluştu. İzzet
Paşa i stifa sebeplerini anlattı. M ustafa Kemal Paşa, niha­
yet bir onur meselesi yüzünden, böyle bir zamanda hükü­
meti bırakmanın doğru olmadığı fikrinde idi; ona göre sad­
razamlık makamına çağr ılan Tevfik Paşa kabinesini düşür­
mek ve yeniden bir İzzet Paşa kabİnesi kurulması gerek­
liydi . Orada bulunanlar bu teklifi kabul ettiler; h atta yeni
bir kabine l istesi bile y aptıl ar ve her biri çal ışmaya koyul­
dular.
Mustafa Kemal Pa şa, önce eskiden arkadaşlık ettiği
bütün mebuslarla, kabineyi nasıl düşürecekleri h akkında
konuştu. Bu arkadaşlar, teklif üzerine, kendisini başka me­
buslarla da tanıştırmak istediklerinden, ömründe ilk defa,
Fındıklı ' d aki Meclis Sarayı ' n a gitti. Haftanın tartışma ko­
nusu ise, Tevfik Paşa kabinesine o gün güvenoyu istenecek
olmasıydı :
- Kanaatim, güvenoyu verilmemesi idi. Eski tanıdı­
ğım veya o gün tanıştığım mebuslara bu kanaatimi kabul
ettirmeye çalıştım. B ir kısım mebuslar şu fikirde idi: Eğer
güvenoyu verilmezse, Meclis dağıtılacaktı; eğer böyle ya­
p ılmazsa biraz v akit kazanmak ve bazı faydalı i şler görmek
mümkün olabilecekti. B e n ise Meclis 'in dağıtılac ağından
şüphe etmiyordum. Yen i sadrazarn ın bunu y apabilmesi
için, güvenoyu alması gerekiyordu. Vakit kazanmak için
de, bilakis güvenoyu vermemek ve bunda ısrar e tmek, ara­
da da yeni bir İzzet Paşa kabİnesi kurulma çarelerini ara­
mak daha doğru idi.
Hatta birtakım mebuslar özel bir toplantı yaparak,
Mustafa Kemal Paşa ile daha etraflı bir münakaşada bulun­
dular. B u yüzden teklifinin kabul edildiğini ve Tevfik Paşa
kabinesine güvenoyu verilmeyeceğini sanıyordu. Mebuslar
toplantı salonuna girerken , o da locaya çıktı. Herkes oyunu
- 95 -
verdi, tasnif i şi bitti ve reis, Tevfik Paşa kabinesinin çoğun­
lukla kazandığını bildirdi.
MecJ is 'ten çıkınca, Almanya seyahatindeki tanışıklığı­
na güvenerek saraya telefon etti. Vahi deddin ' i n kendisini
kabul etmesi ni rica etti. Maksadı padişahla açık konu şmak,
tedbir diye düşündüklerini açıkça söylemekti. B u ric asını
bildirecek zat, hocası Naci beydi (Mebus General Naci El­
deniz); kendi:>ine maksadını ima bile etti:
- Naci beyin o gün veya ertesi gün içinde randevu al­
maya elinden geldiği kadar çalıştığında şüphe yoktu. Fakat
kafasındaki kararını gizleycn Vahideddin, saflıktan gelerek,
önümüzdeki cuma selamlığına gelmeınİ ve benimle orada
konu şacağını bildirdi. Curnaya birkaç gün vardı . B ekle­
mekten başka ne yapabilirdim? Cuma günü selamlığa git­
tim ve görüşme yaptım. Konuşma uzun sürdü . Ancak .<:o­
nuştuklarımız çok kısa idi. Ben sözüme başlangıç ararken,
padişah benden önce davrandı ve dedi ki: "Bilirim ki, ordu­
nun subayları ve kumandanları sizi severler. Onlardan bana
bir kötülük gelmeyeceğine güvence verebilir misiniz?"
B öyle bir sorunun sebebinin ne olduğunu hemen kavraya­
madım. "Orduya ait bazı bilgileriniz mi v ar, efendim?" di­
ye sordum. Gözlerini kapadı , ne evet, ne h ay ır, ded i , yalnız
sorusunu bir daha tekrar etti. "Gerçi", dedim, " B en İstan­
bul ' a gelel i birkaç gün oldu. Buradaki durumu tamamıyla
b ilmiyorum. Yalnız ordu kurnandan ve subayl arında, Zat-ı
Ş ahanenize karşı bir cereyan olması için sebep görmüyo­
rum. " Anlaşılmaz bir tavırla ilave etti: " Yalnız bugünden
bahsetmiyorum, bugünden ve yarından. " Bu son cümle be­
ni şüpheye düşürdü. Demek Padişah ileride öyle bir hareket
yapabilirdi ki, ordunun vatansever kumandan ve subayları
bundan müteessir olabilir. Padişahın verilmiş bir kararı var
idi. B iz ise bu kararın ne olduğunu bilme yen veya anl amak
istemeyen kimselerle konuşuyorduk. Zat-ı Ş ahane gözleri- 96 -
ni açarken ayağa kalktı, şu sözlerle görüşmeye son verdi:
"Siz akıllı bir kumandans ınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı
aydınlatacağınızdan eminim.''
Meclis feshedilmiştir. Hatta o zamanlar şu rivayet de
ç ıkarılm ı ş: Padişah bu fesih i şi için Mustafa Kemal ' e da­
nışmı ş, o da hem doğru olduğunu söylemiş, hem de ordu­
nun kendi fikrinde olduğunu bildirmi ş.
Şi şli' deki evine çekildi. İstanbul sokakları İtilaf asker­
leri ile dolu idi. "Boğaziçi, top l arını sağa sola çeviren düş­
man zırhl ılanndan Hkivert sulan görünemeyecek kadar ör­
tülü idi. " B irçok hisli v atandaş ancak ekmek ve erzak al­
mak için evlerinden çıkabiliyor, onlar da hakaret görme­
mek için, duvar diplerinden büzülerek ve eğilerek geçiyor­
du: "Koskoca İstanbul ve şehirde yaşayan yüz binlerce halk
adeta sesleri kısılmış halde idi. "
Bir g ü n Akaretler ' de anas ın ın evinde iken, kapıy ı İtal­
yan askerlerinin zorlamı ş olduğunu haber verdiler. A şağı
indi, kim olduğunu haber vererek yukarı çıkmamalarını is­
tedi. Mustafa Kemal ' in pek sinirli olduğunu gören subay:
"Biz böyle emir aldık, yerine getirmeye mecburuz ! "
dedi .
- Size bu emri veren kimdir?
- Kumandanımız!
- Evimden çıkmanız için ne yapayım?
- Kumandanımızdan bir emir getirmelisiniz!
- O h alde, dedim bu emri almaya çalışırım. O zamana kadar siz de olduğunuz yerde kalınız.
S ubay nazik davrandı . Evde telefon olmadığı için,
Mustafa Kemal bir köşe yukanda oturan Diyarbekirli Ka­
zım Paşa' nın apartmanma koştu. İtalyan temsilciliğini ara­
d ı, telefona gelen zata başına geleni anlatt ı, bir müddet son­
ra kendisine şu cevabı verdiler: "- Afedersiniz, mutlaka
- 97 -
bir yanl ı şl ık olmalı. Askerlerin başındaki subayı telefona
çağırırsanız emir verilecektir." Subay geld i , konuştular ve
evi zorlamaktan vazgeçtiler.
Ertesi gün, kendis ine Ş işli bölgesi İtaly an komutan ının
arkası yazılarla dolu bir kartını getirdiler. B u kartta şunlar
yazıyormu ş:
"Bu eve , kimse tecavüz edemez."
B i rkaç gün sonra, bu sefer İtaly an olmayan bir müfre­
ze eve gel iyor. Mustafa Kemal orada yoktur . . . Kartı göster­
mi şler. Askerlerin başındaki subay, yırtmış ve bütün evi
aram ı ş.
- B ütün bunları , ateşkes ile beraber İstanbul ' u n ne
hale geldiğini gözlerimizde bir daha canlandırmak için an­
l atıyorum.
- 98 -
HAZIRLIKLAR
Artık Mustafa Kemal, birçok tanıd ıklarını ve bildikle­
rini arayarak, yahut kend ini arayantarla buluşarak, sıkı te­
maslara girişiyor. Ne saray, ne de hükümetten ümit kalmış­
tır ve bu gidişle, vatan ın h ayrına herhangi bir barış elde et­
mek imkanı da yoktur.
- Eski arkadaş ım Fethi beyle (Fethi Okyar) günlerce
ve gecelerce dertleştim. Benim evimde veya onun apartma­
nında konuşuyor ve birbirimize aym şeyi soruyorduk: N e
yapılabilir? Temas ettiklerim arasında eski İttihatçı l ardan,
yahut İtilafçılardan, işgal kuvvetleri ile beraber çalışanlar­
dan birçok kimseler vardı . Her biri ile tamamen başka tür­
lü görüşüyordum. Bunlar dı şında pek samimi ve gi zli bir
temasım da İsmet bcyle olmuştur (İsmet İnönü).
- Bir gün Fethi bey ve dört müşterek arkadaşla birlik­
te, bir hayall münakaşadan sonra, ihtil alci bir komite kurma­
ya karar verdik ve i htilalci tedbirler düşünmeye başladık :
Padişahı dcği ştinnek, kabineyi düşüımek, yeni bir h ü kümet
teşkil ederek daha azimli hareketlere başvum1ak gibi. B aş­
ka bir gün, bizim Şi şli ' deki evde toplantımız nihayet bul­
duktan sonra dört kişiden biri dedi ki: "Arkadaşlar, ben çok
dii şündüm . N amusumla söz veririm ki, sırrınız gizli kala­
c ak tır; fakat komiteele çalışmaya devam etmeyeceğim . " He­
pimiz h ayret içinde birbirimize baktık. İçimizden biri :
B u ne demek, başanya ulaşacağımızdan emin mi değilsi­
niz?" diye sordu. "- Hay ır, bunu düşünmedim. B aşarılı
ol acaksınız. Fakat ihtilfılciler başarılı olsalar bile, birçok
teh like karşısındadırlar. B unu da kabul etmelidirler. İşte o
zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı uygulamak
- 99
·-
"-­
üzere iktidara gelecek yedek adaylar o luruz." Fethi beyle
ben gözlerimizle konuştuk. Derhal dedim ki: "Beyefencli nin
katılmayacağı bir teşebbüs, makul de olmayabilir. Onun için
cemiyeti hemen fesh-etmeliyiz." Böyle yaptık. Kendisi izin
alıp gitti . . . Kalani ar cenıiyeti tekrar kunnu ş oldular.
Konuşmanın bu k ısmında Mustafa Kemal , Fethi bey le
eski münasebetlerinden bahsetti ve şu fıkrayı anlattı:
- Fethi bey, İstanbul ' da dahiliye nazırı (içi şleri baka­
nı) olmadan önce Minher isminde bir gazete çıkardı, bel k i
hatırlarsınız. Sahibi ve başyazan o idi . Fikirlerimizi birlik­
te neşretmek üzere ben de kendisi ile ortak olmuştum. Ga­
zetenin ne derece başanlı oldu ğunu bilemem. Herhalde be­
nim bu ilk ve son gazetecili ğim başarılı olmamıştır.
Günler geldi, geçti ; M ustafa Kemal ve bazı arkadaşla­
rı şu kanaate vard ılar ki , Vahideddin 'i öldürınekle, hükü­
meti düşürmekle köklü b ir neticeye u laşınaya imkan yoktu.
Nihayet yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngü­
leri karşısında bulunmak vaziyeünden kurtul muş o lmaya­
caktı :
- Bununla beraber bu temasl arıma da devam edi yor­
dum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatan perverlik hissinin
coşkunluğundan başka, ne fikir, ne de tedbir kabil i yeti var­
d ı. B ir kısmının hala alçak politikac ıl ık menfaatlerinden
başka düşündüğü yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim :
U ygun bir zaman ve fırsatta İstanbu l ' dan kaybolmak, basit
bir hazırlıkla Anadol u içine girmek, bir müddet isimsiz ça­
l ıştıktan sonra, bütün Türk mil letine fel aketi h aber vermek!
- İçimde çok dikkatle gizlediğim bu s ım vakti gelme­
dikçe kimseye söylemedim. B öyle bir karar verınemişim
gibi, sıradan temasiara devam ettim . S ırdaşlarımdan birini
size haber vereyim: B ir gün İsmet beyi (İsmet İnönü) davet
ettim . Şi şli ' deki evimde beni yalnız bul an İsmet bey:
Yine ne v ar?" dedi. S oru sorarken , gözlerinin içi yüksek ze- 1 00
"­
kası ve itimat veren derin neşesi i le gülüyordu. H atırladığı­
ma göre, İsmet bey o tarihte B arışı Hazırlama Komisyo­
nu ' nda askeri uzman olarak bulunmakta idi.
- Ne h aber? dedim.
- Tahmin edeceğin gibi.
- Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya
açar mısın? Üzerinde konuşacağım.
- İsmet l!ıey haritayı bulup açt ı. Fazladan daima ce­
binde taşıdığı pergeli de ç ıkard ı. Ş aka yaptım.
-- Herni.iz pergellik bir şey yok. B iraz pergelsiz görü­
şelim.
- Ne yapacaksın? diye sordu.
Bu münasebetle söylemeliyim ki, benim daima en iyi
anlaştığım dostlarımdan biri İsmet olmuştur. Onun için bu
görüşmenin sebepsiz olmadığına hükmetmişti.
- Mesela, dedim, hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksı­
zın A nadolu ' ya geçmek ve orada m illeti uyandırarak kur­
tulma çarelerini aramak için en müsait m ıntıka ve beni o
ınıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?
Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli güldü :
- Karar verdin mi? dedi .
- Ş imdilik bundan bahsetmeyelim; bana memleketi,
m illeti ve orduyu aniayıp bilen, vaziyeti yakından gören,
tehlikeden şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!
İsmet bey masanın kenarındaki sandalyeye i l işti ve de­
rin derin düşünmeye başlad ı. O sırada ben salonun içi nde
dolaşıyordum. B ana sesienineeye kadar gezindim. B i rden­
bire ayağa kalktı, güierek:
- Yollar çok, mıntıkalar çok! dedi.
B azı ziyaretçilerin geldiklerin i haber verdiler. H aritayı
kapamaya vakit kalmadan içeri g iren bu tanıdıklada başka
-
101
-
konularda konuştuk. Bir hayli müddet sonra y ıne İsmet
beyle y alnız kaldık:
- Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin?
- Zamanında!
Biraz dudarak ilave etti :
- Bu dakikada siz de, verilmiş bir kararım varken onu
niçin hemen uygul amadı ğıını düşünürsünüz. Ben de hemen
söyleyeyim ki, ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inan­
mak için durumu her yönüyle dü şünmek gerekir. Ağır ve
kesin karar uygul anınaya başlandıktan sonra, "Keşke şu ta­
rafını bu tarafın ı da dü şünseydim . . . B elki bir çıkar yol bu­
lurduk. Yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya
ihtiyaç kalmazdı ! " g ibi tereddütlcre yer kalmamalıdır. Böy­
le bir tereddüt, karar sahibinin v icdanı nda kanayan bir nok­
ta olur ve onun yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşü­
rür. B undan başka, beraber çal ı şacak olanl ar, yapılandan
başka bir şey yap ılmak i htimali kalmadığına inanmal ıdır­
lar. İ şte benim ateşkes sırasında dört-beş ay İstanbu l ' da k a­
lışım, sırf bunun içindir.
B u geçirdiğim zamanın bir kısmını da h azırl ıklara
ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikri h azırlıklar, seferber] ikte
asker toplarken olduğu gibi davul zurna ile yapılamaz. Fik­
ri h azırlıklarda alçakgönüllülükle çalışmak, kendini silmek,
karşındakinde samimi bir kanaat uyandıımak gerekir.
- 1 02 -
HAREKETE HAZIRLIK
- O sıralarda Anadolu 'ya geçen kumandantarla ilgile­
niyordum. Kulağırndan rahatsız o!duğum günlerde idi, ar­
kadaşım Ali Fuat Paşa (Ali Fuat Cebesoy) beni hasta yata­
ğ ımda ziyaret etti. Y.endisi U lukışla taraflanndan trenle An­
kara' y a n akledilmek üzere bulunan 20. Kolordu Kuman­
danl ığı ' n ı alacaktı : "- Bu kolordunun başında bulunmalı­
sm, bundan sonra önemli şeyler olacaktır. Kolorduna ha­
kim o l ! Etrafına güven ver. Hele halk ilc yakından temas
et! " Ali Fuad Paşa ile Erkan-ı Harbiye Mektcbi (Harp Aka­
dcnıisi ) ' ncle aynı sınıfta arkadaşlık etmiştim . Askerl i k ha­
yatının kanl ı ve buhranlı safl1alannda birlikte bulunmuş­
tum . Beni çok sevdiğini bil irdim. B abası Fazı! Paşa beni o
kadar severdi ki, ara sıra gel ir, boynuma sarılır, "Senden
Fuad ' ın kokusunu alıyorum ! " derdi .
Mustafa Kemal ' le konuşanlar arasında Anadolu mace­
rasını tehlikeli bulanlar az değildi. İngilizlere güven vere­
bil sek, yahut Fransızları kazanabil sek veya İtalyantarla hoş
geçinme yoll arını aı·asak, gibi ümitler besleyenler vard ı.
- Ş ahsen bunlara inanmıyordum. Fakat inanmakta
olanları hadiseler fikirlerinden c aydırmalı idi. Mesela bir
şayia çıkar, elçiliklerelen birinin p apazı Vahideddin ' le gö­
rü şmek istemiştir ve kendisine bilmem ne manada güvence
vermiştir. Saray ferahlık içindedir. B u ferahlık, etrafa da si­
rayet eder.
İstanbul her gün bu türlü başka bir şayia i le çalkalan­
makta idi.
- B ir gün, Umumi Harp ' te İstanbul otellerinden biri­
nin müdürü iken tanıdığım M . . . Şişli ' deki evime geldi;
- 1 03 -
Fethi bey de yanımda idi . Birçok şeylerden bahsettikten
sonra, bana dedi ki: - B urada yabancılada temastay ım. S i ­
z e n e kadar önem verdiklerini d e biliyorum . . . Mösyö F . . . . . ,
elçiliktc sizinle görüşmek istediğini birkaç defa tekrar etti.
İster misiniz, sizi bizim evde buluşturay ım. Fethi beye doğ­
ru döndüm; kabul et, der gibi baktı: "Konuşal ım, dedim fa­
kat eğer o istiyorsa . . . " Davet günü Madam M . . . . . ' n in salo­
nundayız. Biraz sonra "- Mösyö F . . . . . ! " dediler, içeriye
giren zat oturduğum kanapenin salonuna yerleşti. Frans ız­
ca görüşüyorduk: "Çoktan beri Türkiye' de yaşayan bir ya­
bancıyım" diye söze başladı; Türklerin, daha doğrusu İtti­
hat ve Terakki ' ni n idaresini bizzat gördüm. Ne fecidir efen­
dim, bilirsiniz. U ınüm1 Harp 'te şahit olduklarıını tekrar et­
mekten utanırım. Belki de hepsini anlatsam , medeniyet ale­
mi Türkiye 'yi mahveder." "Fakat" dedi m , "Siz, benimle
görüşmek istemişsiniz; bu hanım ve kocası aracıl ık ettiler,
sizinle konuşmam ın faydalı olacağın ı söyledi ler. bana bun­
ları söylemek için mi bu görüşmeyi istediniz?" "İttihat ve
Terakki ' nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz." "Ben
İttihat ve Terakki ' ni n temsilcisi değilim ! " Nutkuna devam
etti. Canım sıkılınadı değil, fakat bunu mümkün olduğu ka­
dar saklamaya çal ıştım: "Evet, İttihat ve Terakki ' n i n tem­
silcisi değilim; fakat müsaadenizle söylemeliyim ki, İttihat
ve Terakki vatansever bir cemiyet idi. B aşlang ıc ından çok
zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum.
Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aşağılamanızı hak edecek bir
mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir.
Ama, vatansevediği münakaşaların üstündedir." Bu zatın ,
b u görüşmeyi niçin istediğini hala anlamadım. Fakat bir
küçük hatıraını ilave edeyim : Ankara' da bulunduğum sıra­
larda, bir gün Antalya'ya geldiğini ve Madam M . . . . . ' in sa­
lonunda kendisinden " Yine görüşelim ! " vaadi ile ayrılmı ş
olduğumu hatıriattığını yazdılar. Ne cevap verdiğimi tah­
min edersiniz. Yabancılada bu terri'aslar, beni tanıdıklarım- 1 04 -
dan birçoğunun düşüncelerinden uzaklaştırmaya y ardım et­
ti.
B enim kanaatim o idi ki ve daima o oldu ki , dünyada
insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak vasıt1arını ve
kudretini kendilerinde görmelidirler. . . Bu uğurda her türlü
fedakarlığa razı olmal ıdırlar. Yoksa hiçbir medeni millet,
onları kendi sırasında ve safında görmek i stemez.
***
İstanbu l ' u i şgal eden İtilaf devletlerinin temsilcileri,
politikacıları, hatta askerleri bir noktayı anlamaya çok
önem veriyorlard ı: Türkiye ' de, bütün memlekete nüfUzunu
hissettirecek bir teşkilat olmasma ihtimal var mıdır? B öyle
bir teşkilat varsa, onun başına geçebilecek şahsiyetler kim­
ler olabilir? İttihat ve Terakki ' yi hiç hatıriarından çıkardık­
ları yoktu .
- Bir gün A . . . bey, bir İtalyan şahsiyetinin, Fethi bey
ve benimle görü şmek arzusunda bulunduğundan bahsetti.
B ir İtalyan mimarının evinde buluşacaktık. Teklifi kabul et­
tik. B o nmarşenin karşısında büyük bir apartman ! Çayda­
yız. B ahsedilen zat hemen söze başladı:
"- B en Türkiy e ' ni n gerçek dostuyum. Hükümetin
acizliği yüzü nden bu memleketin nasıl akıbetiere sürüklen­
diğini de görüyorum. S izin bunları düşünecek ve yeni bir
hükümet kurabilecek teşkiHit ve adamlarınız v ar mıdır?"
İttihat ve Terakki fırkasından bahsettiğine, bizi de fır­
kanın reisieri arasında saydığına şüphe yoktu. B e n ilk defa
tanıştığım bu zatla konuşur olmaktan çekindim. Arkada­
şım, belki de bize verilen önemi yanlış çıkarmamak için,
kuvvetli olduğumuzu ve kuvvetli arkadaşlarımız da bulun­
duğunu söyledi:
"- O halde, kendinizi göstermelisiniz?" dedi.
-
1 05
-
B iraz da imtih ana benzeyen bu konuşmadan nasıl bir
netice ç ıkacağ ın ı düşünüyordum . O günkü hükümeti biraz
daha tenkit ettikten sonra, bize veda etti ve gitti. Herhalde
İtalyanlar ın bir başka maksatları olmalı idi. Arkadaşlarla bu
maksact ın şu olabileceğine hükmettik: Antalya ve havali­
sinden başka İzmir ve haval İsine de h akim olmak! B urala­
rı Yun anlı l ara bırakmamakl Baz ı hadiseler bu kanaatimi
güçlendirdi. İtalyan şahsiyeti bizden, fakat Arnavut köken­
li bazı kimselerle de temas ediyormu ş. Onlara şöyle bir s ır
da vermi ş: "İzmir ve havalİ sini Yunanlılara işgal ettirecek­
lerdir. Türkiye şüphesiz bundan memnun olmaz. İtalya da
ayn ı endişededir. Onun için İzmir ve h avalisinde Yunan is­
tilas ına karşı silah l ı teşkilat kurmal ıs ın ız. Yunanlı lan İzmir
topraklarına sakınarnaya çalışmal ıs ın ız. Eğer bunda başan­
l ı olamazsan ız, h iç olmazsa dostunuz İtalya ' yı tercih etme­
lisiniz ! " B u i ş için İtalya ' nı n , istenildiği kadar silah ve mal­
zeme vereceği konusunda da güvence veriyormu ş. Bu tek­
lifi dinleyenler arasında makul görenler, hatta İtalyan deniz
vasıtaları ile İzmir ' e giderek telkinlere başlayanlar bile ol­
muştur. Yine onlar böyle bir direniş teşkiHl.tının baş ına ge­
çebilecek bir kumandan bile bulmuşlar: Ben ! B unu da ken­
dileri ile görüşen zata söylemişler. "- B unu yapar mı?" di­
ye sormu ş. "- Emi n olunu z ! ", cevab ı nı vermişler. Herhal­
de beni tavsiye edenler, bu işte yalnız Türk menfaatini dü­
şüneceğimi hesaba katm ı ş olacaklar. B ir gün, arkadaşl an­
m ızdan biri tarafından B eyazıt taraflarında birinin önerile­
rinden, fakat onları yaln ız bir dostluk yardım ı şekline soka­
rak bahsettiler. Hatta o zat ile görüşme gününün tesbit edil­
diğini de haber verdiler. Güldü m : "Çok safs ın ız" dedim.
"B ununla beraber kendisi ile konuşacağım ! " Görüşme sa­
atinde İtalyan şahsiyetinin bürosunda bulunuyordum. Çok
terbiyeli ve nazikti . Evimi basan İtalyan müfrezesini geri
çağırmak için temsilcinin nasıl yardım ettiğini anlatt ım;
"Ekselans ! " dedi, " Herhalde bir tehlike karşıs ında elçiliği- 1 06 -
m izin ernrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim." Y ı1dırımla vurulrnuşa döndüm , duyduğum acıyı saklamak için
nefesimi güç tutturn. İtalyan vatandaşı mı oluyordurn? De­
dim ki: "Beni buraya rnühirn bir şeyden bahsetmek için siz
davet etrnişsiniz. B u rnühirn şeyi dinlernek i stiyorum." Bir
a n durdu, "Ha! " dedi , "Bu görüşmeyi sizin de tanıdığınız
arkadaşlarınız istediler. Öyle pek mühim bir mesele söz ko­
nusu değildi ! " . "O halde, fazla rahatsız etmeyeyim ! " dedim
ve kalktım. Görüyorsunuz, arkadaşlar! Bir m il let esarete
düşünce , o milletten olan herkes nasıl hiç olur. Ben bu ya­
bancının evinden çıkarken, bütün uşaklannın arkarndan
güldüklerini duyar gibi oluyordum. Caddenin kalabal ığı
arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sü­
rüklemiş olanlara küstüm. B u nunla beraber, bu zat, ilk sö­
zünün benim üstündeki tesirini görünce, bana bütün o dü­
şüncelerinden bahsetmemek incel iğini göstermi şti.
O sırada İstanbul ' da b irçok kimseyi tutukladılar. Fethi
bey de bunların arasında idi. " Fethi beyi iki defa tuttular.
B irincisinden, b ilmem nasıl, çabuk kurtuldu; fakat ikincisi
biraz uzun sürdü . Galiba bu ikincisinde olacaktı; kendisini
görmek i stedim. Yaverim, tutukluların polis müdürlüğü
içindeki bir dairede bulunduklarını haber verdi. Resmi üni­
formamı g iydim, yaverimi yanıma alarak gittim . Polis M ü­
dürü, Umumi Harp ' te liyakatsizliği için hayli kötü muame­
lede bulunduğum eski bir subaydı. Merdivenlerden çıkar­
ken , kendi ayağımla geldiğim hapishanede kalmak korkusu
hatınrna geldi. B elki bir hayırları olur diye, sahanlıklarda
rastgeldiğim ve pol isi takvi ye eden genç j andarma subayla­
rının ellerini sıkıyor ve h atırlarını soruyordum . İçlerin den
beni tanıyanlar da vardı. Dam katına çıktık. Etrafıma ba­
kındım, dar bir koridor ü stünde karşılıklı ufak odalar! M an­
zara heybetli idi; sadrazamlar, n azırlar ( bakanlar), bütün
"önemli adamlar" ve bazı meşhur gazeteciler! Benim de iç- 1 07 -
. lerine katıldığıını görünce sevindiler. Her t araftan neşeli,
"Buyurun ! " sesleri geldi. Saddizarn S aid Halim Paşa'nı n
odasın a gittik. B aşka nazırlar d a geldi: " N e v ar, n e oluyor?"
Ji ye soruyorlardı. Ne kadar derin düşüncelere daldım. Ca­
nı; · ı ın yandığı şu idi: Bu zatlar arasında hesaba, iıntihana
çekilmesi gerekenler vardı. Fakat, hesap soran millet değil­
di. Bilakis milleti daha ağır bir felakete sürükleyen insan­
lardı. Damda Fethi beyle biraz dolaştık, konuştuk.
Ben de o günlerde birtakım takipiere u ğrar gibi oldu­
ğumu hissettim. İstanbul ' da hala ordu kumandanı sıfatı ile
bulunuyordum. Ne azledilmi ş, ne emekli olmuş, ne de açı ­
ğa ç ıkarılrnıştırn. Resmi bir vaziyette idim. B ir g ü n Harbi­
ye Nezareti (Savunma B akanlığı) ' nden bir tezkere geldi:
Otomobilimi ve yaverimi almışlar ve ödeneğimi kesrnişler­
di. O gün iktidarda bulunanlardan kendi h akkımda böyle
bir muamele beklemiyordum. B u , henüz ne taraftan geldi­
ği belli olmayan bir baskı idi.
O tarihlerde General Allenby İstanbul ' a gelmişti. B ir
gün Harbiye Nazırı ' nı ve Erkan-ı Harbiye ( Genelkurmay
B aşkanlığı) İkinci Reisi ' ni karşısına �larak, cebinden çıkar­
dığı bir not defterinden bazı şeyler dikte etmek ister. Nazır
ve İkinci Reis konuşmak isterlerse de General Allenby:
"- Görüşrnek için değil, bazı arzularımı söylernek
için sizleri kabul ettim", cevabını verir:
- İşte bu konuşmalar arasında, Allenby, Altıncı Ordu
Kurnandanlığı ' n a benim tayin olunmamı da tavsiye eder.
Gideceğim yerin neresi ve alacağım v azifenin ne olduğunu,
ne vaziyette kalacağını tabii anlıyordum. Hemen reddettim.
Yaver, otomobil ve ödenek meselesi bu hadiseye bağlı olsa
gerektir.
Harbiye Nezareti ' nin muamelesini harp hizmetlerine
ve şerefine bir tecavüz sayan Mustafa Kemal, bir dilekçe
ile bunu protesto etmiştir. B u dilekçe M aarif Vekilliği (Eği- 1 08 -
tim B akanlığı) tarafından yayınlanan Tarih Vesikaları der­
gisinde çıkt ı, san ıyorum. Yalm z Mustafa Kemal bize hatı­
ral arını anlatırken , bu dilekçenin İsmet bey ( İsmet İnönü)
tarafından kaleme alınmış olduğunu söylemiştir.
O zamanlar ordu kumandanlarını şu veya bu vesile ile
küçük düşürmek bir parola idi. Bu saldırılar nihayet Mus­
tafa Kemal ' e kadar bulaşt ı, muhalif gazetelerden birinde
bir yazı çıktı. Mustafa Kemal, ordu haysiyetinin daha iyi
savunulması gerektiğini Harbi ye Nezareti 'ne yazdı. Garip­
tir ki Harbiye Nezareti ' ne giden bu mektup, N azır tarafın­
dan yine o gazcteye veri lmiştir. Ve gazete sahibi bu sefer
kendisi saldırıya uğramış gibi bir sahte tavır takınmıştır:
"Beni Osman l ı mahkemelerine dava etti. Bir gün bir
celpname aldım. H akaret zanlısı sıfatı ile bir hafta sonra
mahkemeye çağnlıyordum. Yaman çatmı ştık. Aklımı başı­
ma topladım, kumandanlık mevkiinde değildim . Siyasi bir
şey de yapamazdım. Hukuk çareleri bulmalı idim. isterdim
ki bu muhakemede bulunay ım; fakat o zamanki İstanbul
gazetecilerinin en aşağ ıs ı ile karşı karşıya gelmek çok gü­
cüme giden bir şeydi. B undan başka davanın bazı yüksek
politikacılar tarafı ndan hazırlanan bir plan neticesi olduğu­
nu da dü şünüyordum. Ne yaparsam yapayım , mutlaka
mahkum ol acaktım. B u vesile ile birçok dertlerimi döksem
bile, bunlar mahkeme salonlan n ın duvarlan içinde kala­
caktı. Avukat tanıdığım S adeddin Ferit beyi çağırdım. Ken­
disine vaziyeti anlattım ve fikrin i sordum: " Dava önemli­
dir" dedi, "mahkum olmamz ihtimali vardır". "Amma yap­
tın canım, ben hiç de mahkum olmak niyetinde değili m ! "
Maksadımı pek tabii olarak kavrayamayan avukatım cevap
verdi: "Elbette . . . Fakat müsaade ederseniz, davac ın ın veki­
li ile konuşayım ! " "Hayır, müsaade edemem! B e n haklı ol­
duğumu biliyorum. D avac ın ın avukatı ile görüşmeye ne lü­
zum v ar? B u i ş yolumun ü stüne çıkan bir dikendir. B iraz
- 1 09 -
daha zamana i htiyacım var. Davayı lehimde de kazanınanı­
zı istemiyorum. Yaln ız bana zaman kazandırabil irsiniz?"
"Bun a söz verebil irim ! " İHlve ettim: "Bu veslle ilc oyalan­
mak, belki de hürriyetimden mahrum olmak istemem. Siz
buna engel olabilirseniz, en büyük iyiliği yapmış olursu­
nuz ! " Vekilim bir-iki defa mah kemeye gitti , davayı dağıtt ı;
bana o kadar zaman kazand ırdı k i İstanbul ' dan çıktığ ım
gün henüz mahkeme bitmi ş değildi .
***
Şöyle bir soru sorulabilir: Vaktiyle Enve r ' i n muhalifi
tanının akla beraber, Hürriyet ve İtil afçılar tarafından da bir
türlü kendi sine güveni l meyen Mustafa Kemal, n için başka­
ları gibi tutulup hapsedil memiştir? Cevabını b atıralardan
dinleyelim:
"Ateşkes devrinde İzzet Paşa' dan sonra sactarete ge­
lenlerle adeta her gün değişen kabinelerinde nazırlık vazi­
fesi alanların, h akkımda şöyle bir düşünce beslediklerini
zannediyorum: B eni Talat Paşa ' nı n , Enver Paşa' n ın ve ge­
nellikle İttihat ve Terakki erkflmn ın muhalifi sayıyorlardı;
bu sebeple taraflanndan kazanılabileceğim ve onlara hiz­
met ederek faydalı olacağ ım fikrinde idi ler. Benimle bu
yoldan temas arayan, dostluk kurmaya çalışan nazırlar ol­
duğunu hatırlarım. Mesela bir aralık Dah iliye N ezareti ' nde
bulunan Mehmed Ali Bey adında bir zat, bir-iki defa Şiş­
l i ' deki evimde beni ziyaret etti. Bu ziyaretinden memnun
kaldığını da arkadaşlarına söylemi ş . B ir defa da B ahriye
Nazırı Avn i Paşa i le gelerek muhtelif mevzular üzerinde
benimle konuştular. Artık adeta ahbap olmuş gibi idik. B ir
defa bu zatlar tarafından "Cercle d ' Orient"de bir öğle ye­
meğine davet olunmuştum. B ununla beraber şunu da sezer
gibi idim: Temas ettiklerimin arkadaşl arı arasında, bana gü- 1 10 -
venmenin doğru olmadığı kanaatinde bulunanlar vardı. B ir
gün Avni Paşa, otomobil ini göndererek, beni B ahriye Ne­
zareti ' ne davet etti. Hatta evinden sefertası ile gelen öğle
yemeğini de beraberce yedik. B u saf nazırdan bir şeyler an­
layabilmek için, ne düşündüğü , vaziyeti nasıl gördüğü hak­
k ı nda bazı sorular sordum. Hiçbir şeyden haberi olmadı ğ ı­
nı , ilk sözlerinden anladığım nazır; iyi şeyler düşündükle­
rinden, padişahın himayesi sayes inde işlerin iyi olacağın­
dan , çok kuv vetli bulundukl arından, İngilizlerle anlaşmak
üzere olduklarından bahsetti. Tebrik ettim ve çok hoşuma
g idecek ınemm1niyet alametleri gösterdim. Aynı Paşa, o va­
kit H arbiye Nazırl ığı ' nda bul unan Şakir Paş a ' n ı n damadı
idi . "
B ir aralık isnı i ne ve şahs ına çok önem verilen Ayan
(Senato) Reisi Ahmed Rıza beyin padişahla çok sıkı temas­
larda bulunduğunu ve belki de sadrazam olacağını i şitiyor­
dum. Kendisi ile münasebette bulunan bir arkadaş bana ay­
nı haberleri verdi, şunu da ilave etti: "Ahmed Rıza B ey si­
zinle gizlice görüşmek arzusundadır! " Fakat göze çarpma­
mak için, ne onun benim evime gelmesi, ne de benim onun
evine gitmem doğru değilmi ş. Kendisi haftada birkaç gece
ayan dairesinde kalıyormu ş. B ir gece ben oraya g i tmeli ve
orada konu şmal ı imişiz. B u görüşmeyi kabul ettim. B aş­
kanlık bürosunun ü stüne dirsekierini dayayan Ahmed R ıza
Bey b;ma dedi ki: "Gerçi Padişah bana henüz hiçbir işaret­
te bulunmuş değildir. Fakat eğer sactareti tekl if edecek olur­
sa, kabul edip etmeınem h akkındaki fikriniz nedir?" ihti­
mal ki kendisine böyle bir teklif yap ılmıştır ve sadarelinin
ne tesir yapacağını anlam ak istemektedir. B ir soru daha
sordu:
"B ugünkü kabineden memnun musunuz?"
" Hayır! Çok acizdirler, haysiyetsizdirler. "
"O halde ilk soruma cevap verir misiniz?"
- lll -
"Beyefendi ! " dedim, "Padişah bugünkü kabineyi be­
ğenmiyorsa, acaba sebepleri nedir? Acaba kabinenin ya­
banc ı haskılanna karşı aciz ol duğundan ve ciddi tedbi rler
alamadıklarından mı üzgündür? S izde ve nazırlannızda ak­
si vasıfları mı arayacaktır? Eğer böyle ise, sadaretinizin ha­
ynl ı olacağına şüphe yoktur. Hatta bunun için Padişah üze­
rinde tesir de yapmalısınız." B iraz da kimlerin böyle bir ka­
bi nede nazırlık alabileceklerine dair konuştuk: "En çok dü­
şünülmesi l azım gelen kuvvettir, ordudur. Gerçi ordumuz
mağlup edil miştir. Fakat ne de olsa geriye kalan kuvvetler,
son şerefli kurtulu şa hizmet edecek bir h ale getirilebil ir ! "
"Askerler içinde çok kıymetli şahsiyetler v ardır. Ge­
çenlerde çok memnun kald ım . Mesela Harbiye Nezaretini
ona vennek. . . "
"Çok isabetl i o lur" dedim.
İhümal, Ahmed R ıza beyi n bana d a söylemek isteme­
diği esaslı düşüncel eri vardı. Fakat ne kendisine sadrazam­
l ık veril miştir; ne de o, eğer düşündükleri v arsa onları uy­
gulayabilmiştir.
***
"Ben artık son denebilecek bu temaslar ve görüşmeler­
de bulunurken, İstanbul içinde olumlu çalıştığını bildi ğim
bir makamdan bahsetmeliyim . Ateşkes kabinelerinin birin­
de Harbiye Nezaretine geçen Cevad Paşa, faziletinden ve
liyakatinden emin olduğu Fevzi Paşa' ya (Mareşal Fevzi
Çakmak) Erkan- ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Gene lkur­
may B aşkanl ı ğ ı ) ' n i tekl i f e tt i . Fevzi Paş a ' yı ben de eskiden
tanırdım . Anatartalar Grubu Kumandanl ığı ' ndan ayrıldı­
ğım vakit yeri me onu tayin etmişlerdi. Bir tarihte İkinci Or­
du Kumandanlığı ' ndan Yedinci Yıldırım Ordusu Kuman­
danlığı ' na geçtiğim zaman da benim yerime yine o fazilet- 1 12 -
l i arkadaş geldi. i stifa etmiş olduğum Yedinci Ordu Ku­
mandanlığı ' nı da yine kendisine devretmiştim. Fevzi Paşa
beni istifa mecburiyetinde bırakan sebeplere göğüs germek
için sıhhatini kaybetmi ş, h ayatının tehlikeye girdiğini gör­
müştür. Hatta İstanbul ' a gelerek aylarca tedavi altında kal­
dı. Fevzi Paşa, Erk an- ı Harbiye-i U mumiye Reisliği ' nde ne
yapacaktı, ne yapabilirdi? Eninde sonunda, bu milletin sila­
ha san l acağından şüphesi yoktu. Halbuki ateşkes şartlarına
göre bütün si lahlar ve her yerdeki cephane İ tilaf devletleri­
ne tesl im olunacaktı. Fevzi Paşa, ateşkes şartlarını uygulu­
yor görünerek; eğer silah ve cephaneler İtilaf devletleri ta­
rafından kolaylıkl a nakil olunabilecek yerlerde ise, onları
Anadolu ' nun içinde kalabilecek gibi yollardan sevk eder
gibi davranmıştır. Mesela Diyarbakır ' daki silah ve cephane
trenle hemen İ stanbul ' a gelebilirdi . Fevzi Paşa öyle sebep­
ler buldu ki, bunların kağnıl arla Sivas üzerinden Samsun
Limanı ' na gelmesi zaruri sayıldı . Şimdiden haber vereyim
ki bütün bu kafileler nihayet benim elimde kalmıştır. Gene
mesela Kütahya' da pek çok cephane v ardı . Fevzi Paşa tren­
le taşınınamalan i çin , bunların Ankara-Sivas istikametinde
nakledilmesi üzere emir verdi. Fakat bunlar, emrin içyüzü
aniaşılamadığı için kazaya uğramıştır ve trenle İzmi t Kör­
fezi' ne getirilerek denize dökülmü ştür. Çanakkale ' deki
toplarım ız da tahrip olunacaktı . Gerek Fevzi Paşa, gerek
onun yerine geçen Cevad Paşa'nın terti pleri ile bu toplar da
gizlice, sonradan bizim işiınize yarayabilecek yerlere gön­
derilmiştir. İ stanbul ' daki depolarda bulunan silah ve cepha­
ne, hiç kimse farkında olmaksızın , daha sonra istedi ğimiz
yerlere gönderilecek şekilde hazırlanm ı ştır.
Cevad Paşa, bir gün Harbiye Nezareti ' nden çekilmek
zorunda kal ınca Fevzi Paşa' ya der ki: "Paşaın , göreceksiniz
ki sık sık H arbiye Nazırları değişecektir. Fakat siz yeriniz­
de kalınız ki, başlan ılan i şleri yürütebilesiniz ! " Fevzi Pa- 1 13 -
şa'n ın, A nkara 'ya gelinceye kadar, nasıl ıstıraplara taham­
mül ettiği ni; süngü tehditleri altında bile beni aydınlatacak
ve yönlendirecek tedbirler almı ş olduğunu söylemeliyim.
"Yahideddin k abinelerinde benim için iki zıt fikir oldu­
ğunu yukanda söylemiştim : B iri beni Jelılerinde kazanma­
ya çalışanlar, diğeri, hiçbir suretle güvenilmemeın gerekti­
ğini iddia edenler! Ayl arca münfıkaşalardan sonra hangi fi­
kir hak kazanmış, bilir misiniz? "Mustafa Kemal ' e güveni­
lemez! Mustafa Kemal, İstanbu l ' da birtakı m olumsuz tel­
kinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İ stanbul' dan
uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal 'i Anadolu dağlan­
na atmalı ve orada çürütmeli ! " Nihayet bu karar üzerinde
mutabı k kalm ı şl ar. B unu işiten yak ın arkadaşlarım beni
tebrik ettiler.
B e ni İstanbul ' dan çıkannakla ağır bir yükten kurtula­
cakların ı zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul
idiler. Nihayet bu sebep, i şgal kuvvetleri subayların ın ra­
porları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi.
B ir gün Harbiye Nazırı rahmetli Ş akir Paşa, beni ma­
kamına davet etti. B ürosunun karş ısına oturdum. B ir tek
kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı : "Bunu okur mu­
sunuz?" dedi . Dosyayı baştan nihayete kadar gözden geçir­
dim. Özeti şu idi: "Samsun ve çevresinde birçok Rum kö­
yü Türkler tarafından her gün saldırıya uğram aktadır. Os­
manlı hükümeti bu vahşi saldırıların önüne geçememekte­
dir. B u bölgenin emniyet ve huzurunu temin etmek insan­
lık namına borcumuzdur." Raporlar, İstanbul hükümetine
veril irken bir de protesto ilave edilmişti: "Bu saldırıl arı en­
gellemek gerekir. Eğer siz aciz iseniz, vazifeyi biz üstüroü­
ze alacağız ! " Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazır ı ' nın
yüzüne baktım. "Emriniz Paşam ! " dedim. "Bu böyle midir,
zannedersiniz?" "Zannetmiyorum , fakat bir şeyler olması
ihtimali vardır." B unun üzerine asıl konuya geçti:
- 1 14 -
" İ şte, dedi, böyle midir, değil midir; evvela bunu mey­
dana ç ıkarmak için oralara bir zat ın g i dip incelemelerde
bulunmas ı laz ımdır. Ben Sadrfm1m Paşa i le (Damat Ferid
Paşa) görüştüm. Sizi uygun gördük. Oraya g idesiniz ve me­
selenin mahiyetini anlayasın ız."
"Memnuniyetle giderim . Ancak ben oraya. Türkler
Rumiara zulmediyor mu, etmi yor mu, y alnız bunu anlamak
için mi gideceğim; vazifem bu mudur?"
"Evet ! " dedi , "konuştuğumuz budur."
"Pekala, yalnız müsaade buyurursan ız, memuriyet ime
bir şekil vermek lazım ! Sizi üzmeyeyim , arzu ederseniz Er­
kan-ı Harbiye Reisi 'n izle görüşerek bunu tespit ede li m ! "
"Hay hay ! " dedi.
***
N az ırl ık makam ından ç ı karak, Erkan- ı Harbi ye-i
Umumiye Reisi Fevzi Paşa'y ı aı·ac! ım. Yerinde yoktu Yir­
mi günden beri hasta olduğu için gelmemektc olduğunu
söylediler. Merak ettim . Acaba yeni bir rahatsızl ı ğ ı mı v ar­
dı ? Çok sonra anlad ı ğ ıma göre mesele şu idi: Suriye fatib i
General A l l enby İ stanbul 'a geleceği zaman, Harbiye Nazı­
rı, Fevzi Paşa 'y ı çağırm ı ş ve karş ılamaya gi tmesini i stemiş .
Fevzi Paşa: "Ben bunu yapamam ! " demiş. "Yapmak lazım­
d ır ! " cevabın ı alınca da: " Hastayım, evime gidiyorum ! " de­
miş. O günden beri de çıkmam ı ş.
Daireele İkinci Re is Diyarbakırlı Kazım Paşa ile karşı­
laşt ım. Kendisine, Nazır Paşa' nı n bana verdiği v azifeden
bahsettim: "Bilginiz var mı?" " Hayır! " dedi. "İşte ben sana
haber veriyorum ! " dedikten sonra, "Kapılan kapattınr mı­
sın?" dedim. Kazıın Paşa gülerek yüzüme bakt ı: "Ne oluyo­
ruz?" Kaz ım Paşa ile açı k konu şarak bütün düşündüklerimi
anl attım: "Her ne sebep ve maksatla, beni İstanbul ' dan
- 1 15 -
uzaklaştınnak için vesile aramışlar ve bu memuriyeti bul­
muşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle
Anadolu ' ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif
ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz! "
Kazım Paşa: "Nasıl?" dedi. Cevabı beklemeksizin iHive etti:
"Ha .. Zaten ordu müfettişlikleri meselesi var. Sen o tarafla­
ra Ordu Müfettişi u nv an ı ile gidebilirsin!" "Unvanın önemi
yok" dedim, "Yalnız şimdi Harbiye Nazırı ile konuş, benden
ne istiyorlar, tesbit et; ü st tarafını kendimiz yaparız." Kazım
Paşa, Harbiye Nazırı ' nı gördü; kendisinden aldığı direktif şu
idi: "Maksat Samsun çevresinde Rumiara saldıran Türkleri
cezalandırmak, sonra Anadol u ' da birtakım milll teşekkül ler
beliriyormuş, onları da ortadan kaldırmak! Mustafa Kemal 'i
bunun için yolluyoruz. Kendisine S addizarn Paşa ile beraber
yetki belgesi vereceğiz! " Kazım Paşa bürosuna dönerek ba­
na bunları izah etti: "Çok güzel ! " dedim ve kapıların iyi ka­
palı olup olmadığına bakt ım: " Yalnız ız!" dedi. "Onlar ne is­
tiyorlarsa fazlasını ilave ederek bir talimatname kaleme alı­
nız, yalnız bir iki noktayı ben not ettireyim ! " "Peki ! " dedi .
B enim cheınıniyet verdiğim, yetki meselesi idi. Mümkün ol­
duğu kadar Anadolu ' nun her tarafma emir verebilmeliydim.
İstediğim bir madde; Samsun ' dan başlayarak kuvvetlerin
bulunduğu bütün şark vilayetleri valilerine doğrudan doğru­
ya emir verebilmekti . Bir başka madde; bu mıntıka ile her­
hangi bir temasta bulunan askeri ve idari makamlara bildiri­
lerde bulunabilmemdi . Kazım Paşa ' ya dedim ki: "Onların
arzularını bir araya topla, fakat sonuna bu iki maddeyi i lave
et! " Kazım Paşa yüzüme baktı: "Bir şey mi yapacaksın?"
"Kulağını bana doğru uzat ! " dedim. . . "Evet. Bir şey yapaca­
ğım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağ ım?" Kazım
Paşa güldü : "Vazifemizdir, çalışacağız ! "
"Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra be­
ni bırakarak, müsveddeyi Harbiye Nazırı ' n a göstermek
- 1 16 -
üzere oradan çıkt ı. Az bir süre geçer geçmez, Kazım Paşa,
Sadrazam Paşa' nın talimatnameyi imzalamayacağını söy­
ledi. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş; ancak, bu
rahmetiide vicdani bir seziş olsa gerekti ki " İmza ede­
mem ! " sözünden sonra:
"Mührümü b asarı m ! " demi ş. "Mührünü basıyor mu?"
dedim. "Evet, hatta bana mührün ü verdi ve bas dedi ! " "O
halde talimatıümeye, Mustafa Kemal Paşa gerekli gördük­
çe doğrudan doğruya S adrazam Paşa ile haberleşir, kaydını
da ilave edelim." "Çok iyi ama, Ş akir Paşa'ya okuduğum
müsveddede bu kayı t yoktu." B ununla beraber Kazım Paşa
böyle bir m adde de ilave ederek talimatname temize çekil­
di, Şakir Paşa' n ı n makam mühürü basıld ı. İki nüsha idi, bi­
rini cebime koydum . Ötekini de Kazım Paşa'ya vererek:
"Sen de bunu dosyanda s aklarsın ! " dedim. Uitifeli bir gü­
lüşle:
"Paşam, beni torbaya mı sokuyorsun?" dedi. "Hayır,
hayır! S an a şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu
hatırlarız ! ( ı ı
"
( 1 ) B u taLimatın, Tarih Vesikalan dergisinde çıKan sureti şudur: "DoKuzuncu Ordu
Kıtaatı M ü fetti� L i ğ i ' ne ait vazifeLer yaLnız asKeri olmayıp, müfettişLiğin ihtiva
ettiği m ı ntıKa dahiLinde aynı zamanda da müLKidir.
1- işbu ortaK görevLer şunLardır:
A) M ı ntıKada iç asayişin iade ve istiKrarı ve b u asayişsizL i ğin çıKış nedenLerinin
tesbiti.
B ) MıntıKada ötede beride dağınıK bir halde mevcudiyetinden bahsedilen s i l ah
ve cephanenin bir an evvel topLattmLaraK, nı ü nasip depoLara topLanması ve mu­
hafaza altına aLınması.
C) MuhteLif mahalLerde birtaKım şuraLarın mevcut oLduğu ; bunLarın asKer topLa­
maKla bul unduğu tesbit edi lm i ş ol up; bunlar gayr-i resm] bir surette oLup da as­
ker topluyor, >iUlh dağıtıyor ve ordu iLe de m ü n asebette buLunuyor!arsa; bunLar
KesinLiKLe yasaKLanmaLı v e b u şeKiLde oLuşturuLan şuraLar da Lağv ediLmeLi.
2- B unun i ç i n :
A) İ K I fırKalı o l a n üçünc ü ve dört fırKalı o l a n on beşinci Kolordular (müfetti ş liK
emrine) veriLmiştir. İş b u KoLorduLar hareKat ve asayiş hususlannda doğrudan
- 1 17 -
"Müfettişlik meselesinin Erkan- ı Harb iye-i UmCııniye
(Genelkurmay B aşkanl ı ğ ı) İkinci B aşkanı tarafından hat ır­
lat ıld ı ğ ın ı söylemiştim. Sonradan öğrendiğim bazı şeyleri
de ilave edeyim: Fevzi Paşa' nın İttihatçı olduğundan şüphe
eden hükümet, kendisini makamından uzaklaştırmak içi n,
galiba B irinci Ordu Müfettişliği ' ni teklif etmiş ler. Halbuki
başka bir yerde söylediğim sebeplerle, Fevzi Paşa' nın Er­
kan-ı Harbiye Reisliği ' nde kalması lazımdı. istifa teklifini
kabul etmemektc ısrar etmi ştir. Gene o s ıralarda Mersinli
Cemal Paşa, Konya' da olu şturulan bir mi.ifettişliğe tayin
olunduğu için, benim de yeni vazife ın İ alınam tabii ve ko­
lay olmuştur: Samsun ' da Rumiara baskı yapan Türkleri ya­
tıştırmak üzere Anadol u ' ya gönderilmek istenen Mustafa
Kemal, böylece bütün Doğu vilayetleri için Ordu Müfettiş­
liği yetkisini üstlenmiştir.
doğruya (müfett i şlikle) ve genel k uvvetl erin özl ü k işleri vesairc gibi hususlarda
eskisi gibi Harbiye Nezi\ı·e t i ' y l e haberlqeceklerd i r. Fırka veyahut m ı n tıka ku­
mandanlığı veya özel bir vazIfeye tayin edilecek subayların tayin veya tebdi l le­
ri ( m ü fetti şli ğin muvilfakat ve talebiyle) olacakt ı r. B ununla beraber sair husus­
l arda lüzunı ve menfaat görerek ( m ü fett i şli ğin verdiği) talimatı kolordu k uman­
danl ıkl arı aynen uygulayacaklardır. B il h assa sağl ı k l a i l g i l i d u rumhtr çok önem­
lid ir. B u zemindeki incelemelerin ve İcraatların ahaliyi de içine a l nıası gerekir.
B) MüfEttişlik nııııtıkası Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleriyle Erzincan
ve Canik (Samsun ve çevresi) müstakil lival arını ( l i va: m ü l ki idarcdc i l ç e ile i l
arasında b i r derece) kapsadığından, m ü fett i ş l i ğin yukarıda sayı l an vazifeleri ye­
rine getirmesi için vereceği bütün talimat ı i şbu vill ilerle nıutasarrı tlar doğrudan
doğruya i ni edeceklerdir.
3) M ü fett i şlik sını rların:ı komşu vilayet ve müstakil v i l ayetl e r (Diyarbakır, B i t ­
lis, Elazığı, Ankara, Kastamonu v i l ilyetleri) ile kolordu kumandanl ıkları da m ü ­
fetti şl i ğin görevi sırasında re'sen v a k i olac:ık müracaatlarını naz:ır-ı dikkate ala­
caklardır.
4) M ü fe t t i ş l iğin askeri hususlara ait mercii Harbiye Nczilreti olnıııkla beraber,
sair konular için ilgili bakan l ı k l arla haberleşecek ve i şbu haberleşmeden Harhi­
ye Nczaretine de haber verecektir.
Harbiye Nazırı
l\1chıneD Şiikir bin
N uman Tahir
- 1 18 -
"Ne ala şey. . . Ben o gün bütün bunl arı bilmiyordum.
Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki, kendimi onla­
rın kucağında hissetti ğiın zaman ne kadar bahriyarl ık duy­
dum, tarif edemem. B akanl ı ktan ç ıkarken, heyecan ımdan
dudaklar ım ı ıs ırd ı ğ ı ın ı hat ırl ıyorum . Kafes açılm ı ş, önünde
geni ş bir alem , kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir
kuş gibi idim . "
- ı 19 -
ORDU MÜFETTi Şi
Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa, artık
kurmay kadrosunu oluşturmak yolundadır. İkinci başkanla
konuştuğu sırada, yanına alacağı kişileri kendisinin seçece­
ğini söylemiştir. Kurmay kadrosunda şu isimleri görüyo­
ruz: Reis Miralay Kazım B ey (rahmetli General Kazım Di­
rik), kurmay subay Husrev Bey (eski B erlin B üyükelçisi
Husrev Gerede), Arif Bey (milletvekili idi, sonradan su­
ikastçılarla beraber idam edilmiştir), doktor İbrahim Tal i
B e y (milletvekili), doktor Refik B e y (rahmetli b aşbakan,
doktor Refik Saydam) . . . B aşkaları ile beraber kurmay kad­
ro yirmi, yirmi beş kişiye ulaştı. Merkezi Sivas 'ta bulunan
3. Kolordu ' nun kumandanı S alahaddin B ey, Kony a ' ya ta­
yin edildiğinden; onun yerine de Miralay Refet B ey ' i (mil­
letvekili general Refet beyle) seçti . Bu muameleler olur­
ken, bir yandan da yol hazırlığı y apmakta, özel ve resmi zi­
yaretlerde bulunmakta idi. Harbiye Nazırı, 9 'uncu Ordu
Müfettişi sıfatıyla, kendisini S adrazam Paşa'ya bizzat tak­
dim etmek istedi:
"Sadaret (başbakanlık) makamında altın gözli.iklü , ba­
kışlar ı sevinçten parlayan D amat Fer'id bana çok iltifat etti.
itimadının ne kadar derin olduğunu ima eder sözler sarfet­
ti. " Veda ederken : "Her arzunuzu doğrudan doğruya bana
yazab ilirsiniz, derhal yapılacağından emin olunuz ! " diyor­
du. B u nun çok faydalı olacağ ın ı söyleyerek, derin teşek­
kürlerimi tekrar ettim. S adaret makamından çıktık. Şakir
Paşa ile holde yürürken b ana dedi ki: " İster misiniz, D ahi­
liye Nazırı Mehmed Ali Bey ile sizi konuşturayım?" "Çok
rnünasip olur, efendim. Vazifemin o makarnl a alakası var­
dır." Mehmed Ali B ey ' i daha önce tanımış olduğumu söy-
1 20
-
lemedi m. Dahiliye Nazırl ı ğ ı ( İçişleri B akanlığı) bürosunda,
Şakir Paşa, pek iyi bir düzenleme yapmış olmaktan dolayı
adeta sevinerek, Mehmed Ali Bey ' in yüzüne baktı; beni
gösterip: "Samsun 'daki olay ı araşt ırınakl a görevli Mustafa
Kemal Paşa!" diye takdim e tti. Mehmcd Ali Bey de sevinç
alaıne lleri göstererek, elimi tuttu. Şakir Paşa'ya dedi ki:
"S izi tebrik ederim, çok isabetli bir seçimde bulundunuz:
ben zaten Paşa'y ı tan ı yıp takdir etmiştim . Kanaalimize siz
de katılm ı ş olduğunuz için bahtiyarım." Oturduk. Mehmed
Ali Bey, Dalıiliye ' ye ait işlerele bana her kolaylığı yapaca­
ğından, doğrudan doğruya haberleşeceğimizden bahsetti.
Pek samim i ayrıld ık.
Ş i meli size gizli bir buluşmadan bahsecleyim: Sü ley­
maniye sokakları ndan birinde boş bir cv. . . B uraya vakitsiz
ve teklifsiz git ıniştiın . Kim olduğumuzu bilmeksizin bizi
evin içinele gören hizmetçi k ız: "Ne istiyorsunuz? Beyefen­
di haz ır değil ! ' diyordu. Kızc ağ ıza: "Hele bizi misafir oda­
s ına al, bir taraftan beyefendi ele h azır olur ! " dedim. Odaya
girdik. Hizmetçi k ıza fazla bir şey söylemeye l üzum kalma­
dan, ev sahibi beyefeneli g ü ler yüzü ile içeri girdi : "Ne ha­
ber. . . Ne haber. . . B u ne baskın?" Kimdi, tahmin ediyor mu­
sunuz? İs ınet bey ! ( İsmet İnönü). "Vaktim dar, sana h ikaye­
yi k ısaca söyleyeyim, dedim" ve her şeyi anlatt ı m : "Ben
yerieşineeye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş baş­
ladı ğ ı v akit yanı ma geleceksi n ! " Veda etmek üzere ayağa
kalktını , ellerimi tuttu : "Biraz daha konuşsayd ık" dedi. İs­
tanbul 'da kaldığ ım süre içerisinde, ben inı l e mümkün oldu­
ğu kadar az ali'tkal ı görünmesini de rica ettim . "
"Fethi Bey ' i öteki tutuklularla beraber B ekirağa bölü­
ğüne nakletnıi şlerdi. B ir-iki defa da yanları na gitnıi ştim.
Tekrar ziyaret ederek bu müjdeyi vermek istedim. Önce ha­
pishane müdürünün odasına girdim. Müdür beni hürmetlc
karşıladı ve ben oturduktan sonra ayakta durdu: "Oturunuz
- 121 -
Ali bey ! " dedim. B u Ali bey, B uğlan gel r �; '"ii garbi nde , kli­
mandanının kendi sini aydınl atmamış olmas ından dolayı
bana yanl ı ş bilgi verdiği için aç ığa ç ıkard ığım 20 ' nc i alay
kumandanı idi. Kabahatİn onun olmadığını sonradan anl a­
m ı ştım. Ş imdi kar ş ımda duran ve arkadaşları nezareti altın­
da bulunduran o idi. Harpte açığa çıkar ılm ı ş olmas ından
dol ay ı ona güveniyorlardı . Namuslu insan l arı savunmak
borcumuzdur. A li bey müstesna bir asker olmayabil ird i ; fa­
kat cephclerde fedakarlık etmiş olanlardandı. Ehl i yetsiz bir
kum andanın k urban ı, hakka razı olacak kadar da temiz
kalpli i d i . Art ık söyleyebi l i rim. Son ziyftretimde, hap ishane
müdürü s ı fatı i l e bana dedi k i :
" Paşam haber aldık, Anadol u ' ya gidiyormuşsunuz. Ne
vakit emrcderseniz, tutuklul ardan i stediklerinizi yanı ma
alarak size geleceğim. " Ayağa kalktım, Ali beyin eli nden
tuttum : "Bana başanmın i l k müjdelerini veriyorsunuz, te­
şekkür ederim" dedim. B ütün koğuşta serbestçe dolaşmak
i stediğim için, ben imle beraber gelmemesini söyledim .
"Önce Fethi beyi gördüm. B ir köşeye çekildik. Duru­
mu anl attım . Sonra koğuşları dolaştık. Baz ıl annda birbirle­
ri üstline yığılmış insanlar, s ıkı ş ık k aryolalar. .. İçlerinden
biri üstüme atıld ı, boynuma sarıl arak: "Görüyor musun Ke­
mal, ne haldeyiz?" dedi: Husrev S ami ! B azı büyükleri oda­
l arında vakit ö ldürmek için oyun oynar buldum. S ırdaşlan­
ınızla, Ali beyle tertip yapmak mümkün olacağ ın ı konuş­
tuk. Veda ettim.
***
- Yunanl ılar İ zmir ' e asker ç ıkarınazdan biraz öne�,
galiba May ıs ' ın 1 4 ' üncü günü, S adrazam Damat Ferid Pa­
şa' n ın N işantaş ı' ndaki evine akşam yemeğine davetli idim.
B elirlenen saatte gittim. B enden başka henüz kimse yoktu.
- 1 22 -
Kısa birkaç kelimeden sonra uzunca bir durgunluk devam
etti : Kendisinde Harbiye N az ırı ilc beraber gördüğüm za­
manki samirniyetten eser yoktu. Benimle yalnız kalmaktan
s ık ıl ıyor gibi idi. Bir aralık saatine baktı : "Acaba nerede
kald ı?"
"B irini mi bekliyordunuz, efendim?" "Evet, Cevad Pa­
şa hazretleri gelecekti." Gene sessi zlik . . . B iraz sorıra Cevad
Paşa salona girdi. Hemen üçüın üz beraber yemek salonuna
geçtik. Sofrada çatal ve tabak tıkırt ı l arından başka ses yok.
Üçümüz de susuyoruz. İçimden gelen soru lara kendi kendi­
me içimden cev ap vermeye çal ı ş ıyordum. Her halde be­
nimle konuşacak bazı şeyleri olmal ı idi. Belki de çok
önemli meseleler vardır, sofradan sonraya sakl ıyordur, di­
yordum. Yemeğ İn sonuna yaklaşmı şt ık. Sadrazam Pa şa kı­
sa bir cümlesi ilc beni kuruntularımdan kurtardı . Cevad Pa­
şa ' y a ve bana bakarak: "Yemekten sonra biraz görüşelim"
dedi; "Emir buyurursunuz ! "
Ortasında genişçe bir masa bulunan çok dar, fakat hoş
bir salonday ız. Daha ayakta iken Sadrazam dedi ki: "Bir
harita getirsek de Müfettiş Paşa onun üzerinde aç ıklam a
yapsa. . . " Kipert ' in atiası geldi, Anadolu paftasın ı bulduk.
Sadrazam Paşa' y a baktım. " N e yönlerden açıklama yapma­
mı buyurursunuz?" dedim. "Mesela, dedi, Samsun ve hava­
l isinde ne yapacaksınız?" Kelimeler adeta ağzımdan dökül­
meye başlad ı : "Efendim, dedim; İngiliz raporlarına göre
Samsun ve h aval İsinde bazı karışıklıklar varmış . . . B iraz
abartıdır, zannediyorum. Ne de olsa bunlar basit şeyler. . .
Yerinde yapacağımız inceleme ile hallederiz. Ş imdiden isa­
betli bir şey söyleyememekten korkarım . " Cevad Paşa'ya
döndü : "Siz ne dersiniz?" Cevad Paşa çok doğal bir tavır­
l a : "Öyledir efendim ! B u gibi işler yerinde hall olunur. " Ka­
naat getirmemiş görünen S adrazam ' ın kafasında daha bü­
yük bir endişe, sual şekli arıyordu. Derken biraz heyecanl ı
- 1 23 -
bir sesle sordu : "PekiiHi, siz bana harita üzerinde nerelere
kadar kumanda edeceksiniz, gösterir misiniz?" Vesvescye
dü ştüğü noktayı hemen anlamıştım:
"Efendim , henüz ben de pek iyi bilmiyorum, belki . . .
Takriben . . . (Kipert' i n küçük haritas ına el imi koyarak) ihti­
m al şu kadar ufak bir parça. . . " diye baz ı vilayetleri göster­
dim ve manalı bir tarzda Cevat Paşa' nı n yüzüne bakt ı m .
B e n haritadan e l i m i kaldırırken , o d a ilave etti : "Efendim,
dedi. Paşa tabii o m ıntıkadaki kuvvete kumanda edecek. . .
Zaten nerede kuvvet kald ı ki ! . ." Sözünü tamamlarken, v a­
ziyetin hiç de önemli ol madığmı anlatmak i sterın iş gibi,
masadan uzaklaşır gibi oldu. İçimden Cevat Paşa'ya teşek­
kür ediyordum. Her birimiz birer koltuğa çekildik ve kah­
velerimizi i çmeye başlad ık. Damat Paşa ferahl amış gibi idi:
"Ne vakit hareket edeceksini z?" "Ne vakit emir buyurulur­
sa. . . Ben hazırım, arzu ederseniz yarın veya öbür gün."
"Zat-ı Ş ahaneyi (padişfth ı ) ziyaret ettiniz mi? "Hay ır efen­
dim ! " "Ziyaret etmeden mi gideceksiniz?" " İrade buyrul­
mad ı." "Ben irade-i seniyeyi (padişa!ıı n emrini) tebliğ edi­
yorum, yarın kendilerin i ziyaret ediniz ! " "Peki efendim ! "
"S adrazamın konağ ından çıktıktan sonra, Ccvat Paşa
ile kol kola, karanlıkta, Nişantaşı Caddesi ' nden Teşviki­
ye ' ye doğru sık adımlarla i lerliyorduk. Cevat Paşa samimi
bir l i sanla bana sordu: "B ir şey mi yapacaksın Kemal?"
"Evet Paşam, bir şey yapacağ ım ! " "Allah muvaffak etsi n ! "
"Mutlaka muvaffak olacağız ! ''
B irbirimizden ayrı ld ık.
***
9 ' u ncu Ordu Müfettişli ği ' ni n hareketini gecikti ımek
için artık bir sebep kalmam ı ştı. B ütün muameleler bitmi ş,
hazırl ıklar tamamlanmıştı . M ü fettişlik karargahını Sam- 1 24 -
sun ' a n akledecek vapur, 1 6 Mayıs günü Galata Rıhtımı ' nda
sabahtan akşama kadar hareket emri bekleyecekti. Mustafa
Kemal, veda etmek üzere Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Re­
isli ği ( Genelkurmay B aşkanl ı ğı ) ' ne gitti.
"Reislik bürosunday ım. Fevzi Paşa' nın yerine Cevad
Paşa tayin olunmu ştur. Tam o gün Fevzi Paşa'dan görevini
teslim alacakmı ş . Bu suretle her ikisi ile buluşmuş oluyo­
rum . Cevad Paşa makamındadır, biz Fevzi Paşa ile karşı­
s ındayız. B i r olay daha anlatay ım: Fevzi Paşa'y ı niçin çe­
kip uzaklaştırmak i stediklerini söylemi ştim . Görevinden
ay ırmaya karar vermek için daha ciddi bir sebep ortaya çık­
m ı ş. Sebep şu: İzmir ' e çıkmaya hazırlanan Yunanlıl ar ada­
lara asker y ığmaya başlamışlar. Erkan-ı Harbi ye ' ye rapor­
l ar geldikçe, Fevzi Paşa, böyle bir tecavüze ateşle karşı
koymak gerektiğini Harbiye Nazırı imzası ile tebli ğ ediyor­
mu ş. Nihayet bir gün Harbiye Nazırı Ş akir Paşa, İzmir ku­
mandanı tarafından telgrafhaneye çağrılm ı ş. O zamana ka­
dar bu gibi davetiere Fevzi Paşa ile birlikte giderken, o gün
Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ' ne haber vermemiş. Ha­
berleşme başlamış. Belki iyi hatırlayamam , fakat Erkan-ı
Harbiye dosyalarında vesikaların olması gerekiyor, kuman­
dan demiş ki: "Amiral Calthorpe, ateşkes şartlarına göre İz­
mir ' e ç ıkıp Kadifekale ' y i i şgal edeceğim, diyor; ne buyu­
rursunuz?" Ş akir Paşa, imzası ile, ateşkes şartlarına uyul­
m ak gerekti ğini yazmı ş . Kumandan şifreli bir telgrafla şu­
nu ilave etmi ş: '·Ondan sonra Yunanl ılar İzmir ' e ç ıkacak­
m ı ş, buna ne dersiniz?" Harbiye Nazırı: "Böyle şey olur
mu? Hayal ediyorsun, vehmediyorsun ! " cevab ın ı vermi ş.
Haberleşmenin sonuna doğru Fevzi Paşa ' yı da telgrafhane­
ye çağırmışlar. Kendisine bahsettiğim telgraflaşmalann
dosyasını vermişler. H arbiye Nazırı ' nın tal imatı ile, Fevzi
Paşa' n ın ilk verdiği emirler tezat halinde idi. Fevzi Pa­
şa' nın yerinde kalmasına ihtimal yoktu. Fakat onun yerine
- 1 25 -
reisliğe gelen Cevad Paşa da n ihayet Fevzi Paşa'n ın yolun­
da yürüyecek bir şahsiyet idi .
"Masa üstünde bir harita vard ı. Fevz i Paşa'n ın gözle­
rinden, yüzünden ve tavrından çok dalg ın olduğunu anlıyor­
dum. Cevad Paşa 'n ın ne düşündüğünü de bir gece evvelki
S adaret konağındaki buluşmam ızdan b iliyordum." Fevzi
Paşa'ya dedim ki : "Paşam vaziyeti nasıl değerlendiriyorsu­
nuz?" Gök gürler gibi bağırarak: "Anlamıyorum ki efen­
dim. . . " dedi. ( Ve sağ elinin şehadet paımağı ile haritada İs­
tanbul noktasını göstererek) "B uradaki rahat ım ızı feda et­
memek için koskoca mcmlekct i veriyoruz , bu ne ak ıldır?"
İç imden sevindim ve daha ferahladım. Cevad Paşa da: "Öy­
le ol uyor ! " dcr gibi bak ıyordu. Hatırımda iyi kaldıysa, arka­
daşlara şunları söyledim: "Hakikat sizin dedikleriniz ve dü­
şündüklerinizdir. Ben bunu ispat etmek için Anadolu ' ya gi­
diyorum. Aramızda uzun görüşmelere l üzuın olmadığın ı da
görüyorum. Yalnız sizlerden bir şey bekliyorum: Bana yar­
dım edeçeksiniz." "Tabii . . . Evet." Cevad Paşa' ya döndüm :
" B i l hassa siz paşam . A s ı l yetki m akamında ş imdi siz
bulunuyorsunuz. Beraber yürüyebilecek miyiz?" "Elbette . "
"O halde i lk i ş ol arak, U l uk ı şla taranannda bulunurken,
trcnle nakillerine izin veri l meyen Yirminci Kolordu 'nun
yürüyerek Ankara ' ya hareket etmelerini emir buyurun uz ! "
Önünde k i bloknota i şaret ett i : "Emir vereceğim. . . " ded i.
"Sonra s izinle şahsen haberlcşebi lmek üzere özel bir ş ifre
isterim." " Şimdi ! " dedi, zile bast ı , lazım gelenlere söyl eye­
rek bana bunu da temin ett i . B urada i lave edeyi m : Aldatıcı
vaatlcrle Anadolu'dan İ sıanbul ' a çağrı l d ı ğ ım vakit, hak i ki
sebebi bu ş i fre ilc Cevad Paşa' dan sormuş ve işgal kuvvet­
leri kuınandanl ı ğ ı tarafmdan bunda ısrar edilmekte olduğu­
nu öğ rcnmi ştim. Arkadaşlara veda ederek ayrıldım.
" B aşka ziyaretlerde de bu lunmam gerek i yordu. Harbi ­
y e N ftz ırı ' nı. Sadrazam ' ı , Dftlı iliye N az ırı · nı arad ım. Hiçbi-- 1 26
�
r i makam ında yoktu. Toplant ı hal inde i m işler. En kestirme­
s i Babıal!' ye gidip kendilerine h aber vermekti . Beni Sada­
ret bekleme salonuna ald ı lar. Benim geldi ğimi duyan bazı
nazırıann da heyecanl a salona geldikl eri n i görerek, biraz
şaşırd ım. Mehmed Ali B ey beni meraktan kurtardı : "Al lah
Allah, ne küstahlık ! . . . İ ş i tt i niz mi efendim, Yun anlıl ar İz­
m i r ' e çıkı yor. . .'' Bu sözleri B ahriye N azırı teyid etti : "Ya. . .
dedim, bu da m ı oldu?" "Eve t ! . . . " Ben memleketin baş ına
neler gelece ğini tahmin etmemi ş değildi m ; fakat kimseye
anlatamam ışt ıın . N az ıri arın t elaşı karş ı s ı nda ağlamak m ı ,
gülmek mi laz ımd ı? Kendi m i zor tutuyorduın. Fakat b u
emrivaki karş ısında ben "Allah Allah . . . " demekten başka
bir şey düşünmeyen bu naz ıri ara i bretle bakıyordum. i tidal­
den ayrılmamaya pek dikkat ederek: "Ne yapmayı tasavvur
ediyorsunuz'?" diye sordum . "Protesto edeceğ iz ! " cevabın ı
verdiler. "Bu lazımdır, doğrudur. Ancak böyle bir protesto
ile Yunanlıların İzmi r ' den geri çekileceklerine veya İngiliz­
lerin onları geri çekeceklerine ihtimal veriyor m usunuz?"
Yüzüme baktılar: "Fakat, başka ne yapab i l iriz?" "Belki de
daha kesin tedbirler düşünülebi lir. "
"Mesela. . n e gibi?" O zaman bir ses, eğer yanlış hatı­
rımda kal mamı şsa, Mehmed Ali Bey ' in ses i cevap verd i :
"Öyle hareketlere kalkarsak bize ne y aparlar, bilir m isi­
niz?" B u şartlar alt ında gerçek fikri ınİ açıklayamazdım.
Av ni Paşa' n ın elini tuttum: " B i zi Anadolu ' y a götürecek va­
pur hazırd ır, deği l mi?" ''Çoktan hazırlık y apm ışt ım, Barı­
d ırımı vapuru emrinizdedir," "Doğrudan doğruya vapur
kapı an ına em ir verebi l i r m i yim?" "Hay hay! . . . " dedi. Yave­
rime seslendi ın , "Paşa hazretleri n i n bir emirleri v ar, not
ed iniz." Yavcrim kurşun kalemi i le B an dırma kaptarıma bir
emir yazd ı, imza edilmek üzere Avn i Paşa'ya uzattı .
"Damat Ferld kabi nesini bu perişanlık içinde bırakarak
Zat-ı Ş ahan e ' y i ziyaret etmek üzere B abıali' de n ayrı ld ım."
- 1 27 -
PADİŞAH 'LA SON GÖRÜ ŞME
Y ıld ız S aray ı' n ın ufak bir salonunda Vahideddin ' le
adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirse­
ğini dayamı ş o lduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. S a­
lonun B oğaziçi ' ne doğru açıl an penceresinden gördüğü­
müz manzara şu: B irbirine paralel hatlar üzerinde dü şman
zırhhlan ! B ardalarındaki toplar sanki Y ıldız Saray ı ' na doğ­
rulm u ş ! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden
başlarım ız ı sağa sola çevirmek yeterl i idi. Valıideddin hiç
unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı : "Paşa pa­
şa! Şimdiye kadar dev lete çok h izmet ettin, bunların hepsi
artık bu kitaba girmi ştir (elini demin bahsetti ğim ki tabın
üstüne bastı ve ilave etti), tarihe geçmi ştir. " O zaman bu­
nun bir tarih kitabı olduğunu anladım . Dikkatle ve sessiz
bir şeki lde dinliyordunı:
"Bunları unutun ! " dedi. "Asıl şimdi yapacağm hizmet
hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin ! " B u
son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahideddin benimle
samimi mi konuşuyor? O Vahideddin ki yabancı hükümetle­
rin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve
saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pi ş­
man mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tah­
min ile başka babisiere girişmeyi tehlikeli gördüm. Kendisi­
ne basit cevaplar verdim: " Hakkımdaki teveccüh v e itimada
teşekkürlerimi m-z ederim. Elimden gelen hizmette kusur et­
meyeccğime güvenebilirsiniz." Söylerken, kafamdaki mu­
ammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, ve­
l iahtlığında, padişah lığında bütün his ve fikirlerini , tem[tyül­
lerini, sahtekarlıklarını tanıdığ ım adamdan nasıl yüksek ve
asil bir hareket bekleyebilirdim? "Mernleketi kurtannak la- 1 28 -
zımdır, istersem bunu yapabilirmişim . " Kısaca hemen hük­
mümü verdim. Vahideddin demek istiyordu ki: Hiçbir kuv­
vetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul ' a hakim olanların
siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet et­
tikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilir­
sem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inan­
dırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yatıştırırsam,
Vahideddin ' i n arzul arın ı yerine getinniş olacaktım. "Merak
buyuımayın efendimiz!" dedim. Demek istcdiklcrinizi anl a­
dım. Emriniz ol ursa hemen hareket edeceğim ve bana emir
buyurduklarınızı bir an unutmayacağım." "Muvaffak ol ! " hi­
Uib-ı şahanesine mazhar olduktan sonra, huzurundan çıktım.
N aci Paşa, Padişah ' ın yaveri, fakat benim de hoeamdı; der­
hal benimle buluştu. Elinde, ufak kutu içinde bir şey tutuyor­
du. "Zat-ı Şahfmenin ufak bir hatırası . . ." dedi . Kapağının
üzerine Vahi deddi n 'in isminin baş haı·f1eri işlenmiş bir saat­
ti . "Peki, teşekkür ederim," dedim. Yaverim aldı.
Sonra, sanki Yıldız Saray ı' ndan çıktığımızı ve hareket
etmek üzere olduğumuzu gizleınek, saklamak ister gibi bir
ihtiyatla, ayaklarımızın patırt ıs ın ı işinirmekten korkarak
saraydan uzak l aştık.
Artık Şi şli ' deki evi bırakmak üzereyiz. B andırma v a­
puru Galata nh tımmda hazır, bildiğimiz bu ! Karargahımız­
dan ol anlar belirlenen saatte rıh tımda toplanmı ş olacaklar­
dı. Otomobi l kapıın ın önünde idi . Evdeki vedalan biti rıniş­
tim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum,
aldığı bir habere göre ben im y a h arekctime müsaade edil­
meyeceğini, yahut v apurun Karadeniz ' de batırılacağını
söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Dah a sonra vaktiy­
le uzun müddet yanımda çal ı şan bir kurmay subay da gele­
rek, maiyetinde çalıştığı bir Damat' tan aynı şeyleri öğren­
diğini bildirdi. B i r an y alnız kaldım ve dü şündüm. B u da­
kikada d üşman l arm eli n d e i di m . Bana h er ü ;tediklerini ya- 1 29 -
pamazlar m ıydı? B eynimelen bir şimşek geçti: Tutabilirler,
sürebilirler, fakat öldürmek ! B unun için beni Karadeniz ' in
coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal
mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsol­
mak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek,
hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verelim, otomobile at­
layarak Galata rıhtımına gelelim. B aktım ki nhtıma yanaş­
mış olacağını sanelığım vapur, uzaklardadır. S andallada va­
pura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de
Kızkulesi açıklarında kontrole tabi tutulduk. B irkaç yaban­
c ı subay ve asker bizi yoklayacaklardı. Kontrol uzayıp git­
ti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler arasın­
da bir haberleşme mi vardı? Maksat beni tevkif etmeksc,
bütün bu şeylere lüzum yoktu, sıkılıyordum . Bir kararsızlık
da olabilir, diye düşündüm. B undan istifade edebilmek için
kaptana hareket hazırlıklarını çabuklaştınnasını söyledim.
Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırınaya başla­
dı. B e n kaptan yerinde idim. Subay ve askerler dı şarı çıktı­
lar. Hareket ettik. Karadeniz boğazından çıkarken, kaptana
tehlikeli ihtimalleri anlatt ım. Cevap verdi: " Ne aksi ! " dedi,
"Bu denizi pek iyi tanımam, pusulamız da biraz bozuk. . . "
Mümkün olduğu kadar kıyıları takip etmesini tavsiye ettim .
Çünkü bundan sonra benim tck istediğim, Anadolu ' nun bir
kara parçasına ayak basmaktan ibarctti .
S ahi li takip edc ede evvela Sinop ' a geldik. Kasabaya
çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun ' a kolaylıkla gide­
bilecek yol olup olmadığını soruşt urdum . Maalesef yok­
muş ! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık.
B ilmem nedendir, Samsun ' a bir an evvel ayak basmak için
o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense tehlike­
ye göğüs germeyi tercih ettim.
Tekrar B andırm a vapuruna bindik. Aynı şekilde seya­
hat ederek, nihayet Samsun Lim a nı ' na vardık ! ''
- 1 30 -
{ kutupyıldızı kitaplığı }
954
Falih R ıfka Atay
A t a t ü rk' ü n B a n a A n l a t t ı k l a r ı
...,
MUSTAFA KEMAL ·in AGZINDAN
Atatürk' ü n gerçek hatıraları n ı , onun en yak ın çal ı şma
arkadaşı ve s ı rda ş ı Fal i h R ı fkı Atay kaleme a l m ı ş ve
Atat ü rk' ü n i z n i i l e 1 9 2 6 y ı l ı n d a H a k i m i yet-i M i l l iye
Gazetesi'nde yay ınlatm ıştır. Atatürk'ün Vahidettin hakkı ndaki
düşünceleri ve yorumları en gerçek haliyle bu hatı ralardadır.
Falih R ıfkı Atay bu hatıralarla ilgili şunları kaydetmektedir.
"izmir'e giren Mustafa Kemal, izmir'de Yakup Kadri ile
beni kabul ettiği vakit, aniatış kuvvetine hayran kal m ı şt ı m .
Konu şma sanat ı n ı e n i y i bilenl erden biri i d i . Uzun y ı l lar
boyunca h e m e n h e m e n b ü t ü n h a t ı ralar ı n ı d i n l e m e k
bahtiyarl ı ğ ı n ı kazand ı m . H e r akşam iki saat o konuşur, ben
not tutardı m; ertesi gün bu notlara biraz düzen vererek okur,
bir itirazı yoksa yay ı nlard ı k . H at ı ralar üç k ı s ı m ol acakt ı ;
Dünya Harbi'ne ait olanlar, mütareke s ırasında istanbul'da�i
faaliyetlere ait olanlar, nihayet Kuvay-ı M i lliye devrine alt
olanlar.
i l k yazı 1 926 Mart' ı n ı n 1 3' ü nde ç ı kt ı . 32 parça l ı k b
seride Mustafa Kemal harp politikası hakkındaki tenkitlerin ,
gerek Türk gerek Alman Kumandanları ile mü nakaşaların ,
Vahidetti n'le beraber, Kayzer'in genel karargah ı na gidişi i
hikaye eder. Hatı ralarda birçok isimler geçtiği için ve b
isimler aras ı nda yabancı devlet reisieri de bulunduğu içi n ,
bu yaz ı ları n içeride v e d ı şarıda yankılar uyandırmaması n a
ihtimal yoktur.
Bizim e l i m izde bulunan notlar m ütareke esnas ı nd a
Adana'dan i stanbul'a g e l i ş i i l e Sams u n ' a ayak bas ı ş ı
arası ndaki devrin hatıralarıd ı r. Mustafa Kemal'i istanbul'dan
ayrılar�
elmeye ve Türk tarihinin başlıca büyük
6 . 50
6.50 YTL
pozi :ıt- if
�
başlatmaya sevk eden sebepler bu
:ı.ktad ı r."
t