EKİM FORMASYON ÖZEL ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ LİSTELERİ.pdf

NÝSAN 2014
55. sayý
Tasavvuf Kültürü Dergisi
h z . Ü F TÂ D E
EDÝTÖRDEN...
Nisan 2014 sayýmýza hoþgeldiniz. Bu sayýda konumuz Mehmed Muhyiddin Üftâde
(k.s) Hazretleri, yani Bursa’nýn sahibi bir güzel ve özel Allah sevgilisi, Allah âþýðý…
Konumuz Üftâde Hazretleri (k.s) olarak belirlendikten sonra giriþte ne yazacaðým
koca sultan hakkýnda diye epey bir düþündüm. Ne kadar biliyorum ki, yazayým?
Sonra Bursa’ya gittiðimde dâima uðramaya çalýþtýðým sultanýn benim gönlüme her
zaman “münbit toprak” kelimelerini düþürdüðünü fark ettim ve bunu yazmaya
karar verdim.
Münbit toprak, yani bereketli toprak... Burada bahsettiðim toprak, benim gibi
dünya ilmiyle uðraþarak çok þey bildiðini sanan ve aslýnda ne kadar cahil olduðunu
fark edenler için, “içine ekilen tohumun filizlenmesin saðlayan, besleyen, büyüten
toprak” olarak algýlanabilir. Gerçekten âlim olanlar ve gerçek ilmi bilenler için ise,
sanýrým Hz. Mevlânâ’nýn dediði “Toprak gibi olun..” mânâsýnda bir toprak... O’na
öðrenci olanlarý, benliðinden geçirip, birliðe götüren, süt olan Allah ilmi ile besleyip,
tevâzû suyu ile sulayan, serpilen tohumlarý Allahý’nýn izniyle baþka tohumlara can
versin diye hâlden hâle sokarak, münbit toprak eyleyen bir gönül sultaný Mehmed
Muhyiddin Üftâde (k.s) Hazretleri…
Tasavvuf ehline göre Üftâde (k.s) Hazretleri, bir baþka münbit vatan topraðý
Bursa’nýn sultaný, sahibi diye biliniyor. Bursa þehrine bakýnca, bereketli toprak
kelimesi hakkýný buluyor. Bursa, tasavvuf âlimlerine göre Mekke, Medine, Kudüs
ve Þam’dan sonra en mübârek beþinci þehir kabul ediliyor. Baðrýnda çok sayýda
mânevî ve maddî sultaný beslemiþ, serpilmesini saðlamýþ, gerçekten bereketli,
müstesnâ bir þehir... Baðrýnda taþýdýðý, beslediði bu sultanlardan her biri ayrý bir
münbit toprak… Bu müstesnâ Allah sevgilileri arasýnda Emir Sultan, Somuncu
Baba, Molla Fenârî Hazretleri ve daha niceleri var.
Bu þehrin topraklarý o kadar bereketli ki, baðrýnda Osmanlý Ýmparatorluðu’nu
kuran, Þeyh Edebâli’nin öðrencisi, hocasýnýn evinde edebinden ayak uzatamadýðý
için, oturur vaziyette uyurken rüyasýnda kuracaðý devletin yeþeren ve büyüyen
ulu bir çýnar aðacýna dönüþtüðünü gören, müstesnâ ceddimiz Osman Bey, Orhan
Bey, I. Murat ve daha nice padiþahlar, þehzâdeler, sultanlar yatýyor. Yine öyle
bereketli bir toprak ki, , menkýbelerin, gönül sultanlarýnýn mekâný olan sanat
þaheseri Ulu Cami de týpký o ulu çýnarlarlar gibi bu þehirde yer alýyor. Velhâsýl bu
sayýmýzda böyle münbit ve bereketli bir konumuz var.
Evet dostlar, güzeller güzeli sultaný ve yaþadýðý bu mekâný ben kendi eksikliðimle
ancak böyle anlayabiliyor ve anlatabiliyorum. Ýnþaallah sizler dergimizde ve
18-20 Nisan 2014 tarihleri arasýnda düzenlenecek olan Mehmed Muhyiddin
Üftâde (k.s.) Hazretleri konulu sempozyumda bunlarý çok daha güzel bir þekilde
anlar, tanýr ve hissedersiniz. Kusurlarý, bizlere güzellikleri derginin sahibine
ait olarak, yeni sayýmýza hoþ geldiniz efendim.
Yosun MATER
SOHBETLER
Münîre Hanýmefendi, Bursa'daki Keþiþ Daðýna (Uludað) ismi verilmiþ olan
keþiþe ait bir hikâye anlattý. Bir gün Emir Sultan Hazretleri, bir mânevî iþaret
üzerine keþiþi ziyarete gider ve kulübesinin kapýsýný vurunca, içerden “Buyurun
yâ evlâd-ý Resûlullah!” diye cevap alýr. Emir Sultan Hazretleri içeriye girip de,
kendisine bu türlü hitap etmesinin sebebini sorduðu vakit keþiþ “Bu akþam
Resûlullah Efendimiz, yarýn, sana evlâtlarýmdan biri gelecek, diye haber
vermiþlerdi” der.
Münîre Hanýmefendi, mûtat tatlý anlatýþý ile hikâyesini bitirince:
-"Olabilir!" diye kayýtsýzca bir cevap aldý. Bunun üzerine Sabîha Hanýmefendi,
Hazret-i Mevlânâ Efendimiz'in de böyle bir keþiþi vardý, deyince, iþi lâtifeye
dökerek:
-"Ken'an Efendimiz'in de bir keþiþi vardý. Hem de bayaðý papaz deðil, patrik
idi!" diye tebessümle bahsi kesti...
(Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 91-92)
*****
Nazlý Hanýmefendi:
- Biz öyle bir deryaya gark olmuþuz ki nihâyeti yok. Mesnevîler, manzûmeler,
ilâhîler, sohbetler ve bin türlü þeyler ile bize hakikatleri akýtmaya
uðraþýyorsunuz:
"(Tebessümle) Bize þunu da söylemedin, demeye hakkýnýz yok þu halde…
Gerçekten de size söylemedik bir þey býrakmamýþýmdýr. Çünkü derviþler,
mürþidin kalbinin sahîfeleridir. Sizi gören, sizde mürþidinizi göreceðinden,
mes'ûlsünüz ve öðrenip bildiklerinizle amel etmeye de mecbursunuz. Bursa'da
bulunduðumuz sýrada bir kadýncaðýz, anacýðýmý ziyarete gelmiþ ve söz arasýnda
þeyhine, keman çalmanýn günah olup olmadýðýný sorunca, þeyhinin de “Bu,
kalbe göre deðiþir. Senin gönlünde Allah olduktan sonra ne istersen çalabilirsin”
dediðini söylemiþ.
Bu sözü söyleyen zâtýn bir Nakþî þeyhi olmasý bilhassa hoþuma gitti ve kendisini
arayarak buldum ve ziyaret ettim. Ârif bir zattý. Ýþte derviþi, mürþidinin
kalbinden bir sahîfe açarak onu bize göstermiþ oldu.
Sabîha Hanýmefendi:
Bu zat, biz Ýstanbul'a döndükten sonra arkanýzdan haber yolla¬mýþ ve beni
yaktý, tahammül edemiyorum, kendine kavuþtursun... diye hâlini arzeylemiþ
ve kýsa zaman sonra da vefât etmiþti.
(Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 228-229)
*****
Sâmiha Haným:
- Bir kimsenin kendinde kudret ve kuvvet tasavvur etmesi ne ka¬dar boþ deðil
mi Efendim?
- "Görmek isteyen ve görmek nasibi olan için öyledir. Evet kudret ve kuvvet
yalnýz Allah'a mahsustur, fakat bunu da bildirmesi lûtfudur, ihsânýdýr, sevgisidir.
Kudret ve kuvvetin kendinde olduðunu göstermesi pek büyük bir nimettir.
Bunu bildirmemesi ise aksidir ve verdiði gaflettir."
((Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 100)
“Allah’a yakîn olmaktan baþka
çâremiz yok”
cemâlnur sargut’la söyleþi
Bu ay, Anadolu’nun kalbinin
derinliklerinde yatan sultanlardan Üftâde
Hazretleri hakkýnda Türk Kadýnlarý Kültür
Derneði’nin öncülüðünde Bursa’da
gerçekleþtirilecek olan “Uzaktaki Yakîn”
baþlýklý uluslararasý sempozyum
vesilesiyle Cemâlnur Hocamýzla bu büyük
velîye dâir sohbet ettik.
Müge Doðan: Hocam, “üftâde” ne
demektir? Üftâde Hazretleri’ne neden
bu isim verilmiþtir?
Cemâlnur Sargut: “Üftâde” birçok mânâ
taþýr ama bunlardan bir tanesi,
“deðerinden, makamýndan düþen”
demektir. Bir diðeri, “Allah sevgilisi,
mecnun, âþýk” demektir. Bütün bunlar,
Hz. Üftâde’ye uymuþ aslýnda. 16 yaþýndan
itibâren muazzam sesiyle Ulu Câmi’de
ezan okumaya baþlamýþ ve müezzinlik
yapmýþ. Bu arada inanýlmaz þekilde kemal
ilimlerini öðrendiði için, ilm-i leduna sahip
olduðu için de ayný zamanda çok küçük
yaþta ders vermeye baþlamýþ. Ýþte bu
özelliklerinden dolayý orada uzun süre
imamlýk yaptýðý için, devlet o zamanlar
imamlara maaþ vermeyi planlayýnca, o
da farkýnda olmadan o maaþý alýnca, o
gece rüyâsýnda þeyhinin kendisine “bu
gece makamýndan düþürüldün”
anlamýna gelen “sen artýk üftâdesin”
dediðini görmüþ. Anlatýlanlardan bir
tanesi, kendisine Üftâde isminin
verilmesinin sebebini bu olarak söylüyor.
Birkaç tanesi de aslýnda çok Allah aþkýyla
dolu olduðu ve ilm-i leduna sahip olup da
dünya insanýnýn çok derinini idrak
edemediði bir güzelliðe sahip olduðu için
Üftâde adýný taþýdýðýný söylüyor. Fakat
benim anladýðým kadarýyla kendisi bu
“makamýndan düþürüldün” ismini de çok
sevmiþ. Çünkü kendisinin mütevâzi yapýsý
ile çok uygun gördüðü için ve dâimâ
makamýndan düþürülebileceðini ona
hatýrlattýðý için bu ismi de hâl etmiþ ve
kullanmýþ.
MD: Biraz melâmî meþrep mi?
CS: Bütün mürþitlerde melâmî meþrep
olur, hepsi bir taraflarýyla mutlaka
melâmîdirler. Tabiî hakiki mürþitlerden
bahsediyorum. Tevâzûda had safhaya
varýrlar. Üftâde Hazretleri’nde de bunu
had safhada görüyoruz.
MD: Peki Celvetîlik ve Halvetîliði
birleþtirdiði söyleniyor. Celvetîlik ve
Halvetîlik nedir? Birleþmesi ne mânâya
gelir?
CS: Sanki fenâ ile beka gibidir Celvetîlik
ve Halvetîlik. Halvet, insanýn kendi nefsi
ile mücâdeleyle Allah’la bir olmasý ve
vücûdunda Hak’tan baþka hiçbir þey
býrakmamasý demektir. Ýbn-i Arabî
Hazretleri’ne göre aslýnda zaten herkes
halvettedir. Yani mecbûren halvettedir.
Çünkü kimsede Hak’tan baþka bir þey
yoktur, diyor. Ama bunu hissetmesi için
de var zannettiði nefsi ile uzun uzun
mücâdele etmesi lâzým. Celvetîlikte ise bu
hâle gelmiþ insanýn tekrar halka dönerek
Hak’la birlikte olup halka hizmet etmesi
demektir. Ýkisini ardarda söylediðimizde
Hak’ta halký halkta Hakk’ý görme makamý
ikisinin birleþme makamýdýr. Kesrette
vahdeti, vahdette kesreti seyrederler. Sanki
Celvetîlik -bir nokta farký ile yazýlýrHalvetîliðin devamý ve kolu gibidir.
Dolayýsýyla da bir bütünlük arz etmeleri
gerekir. Bu Ýslâma ait bir özelliktir, bekadýr.
Bekada artýk kendinde Hak’tan baþka birþey
kalmadýðý için, þahsý için inanýlmaz bir
tevâzu fakat mânâsý için de muazzam bir
kibriyâ gözükür. Onun için o ikisini üzerinde
taþýr; bu iki özelliði o bakýmdan çok
önemlidir Celvetîlik.
“Hz. Aziz Mahmud Hüdâyî,
Üftâde Hazretleri’nin
öðrencisi olmakla
kalmamýþ, Üftâde
Hazretleri tarafýndan
yegâne vârisi seçilmiþtir.”
MD: Üftâde Hazretleri “Tarik tarik
dedikleri tevhiddir” buyuruyor. Bu ifadeyi
açabilir misiniz?
CS: Aslýnda bakarsan tarikatler çok
eleþtiriliyor. Yani tarikten maksat Allah’ýn
her yerdeki tecellisini görmektir. Yoksa “ben
tarikatteyim” demek, “þu yoldayým, bu
yoldayým, Celvetîyim, Halvetîyim” demek,
yolda olmak demek deðildir diyor. Yolda
olmak bile tevhidi hissetmek, idrak etmek,
herkesin fikrine hürmet etmek, herkesle
bir ve beraber olmaktýr, diyor. Onun için yol
son noktadýr, son nokta yoldur zaten.
Bana “aþk nedir, yol mudur, varýþ yeri
midir?” diye soruyorlar. “Hem yoldur,
hem varýþ yeridir” diyor hocam Ken’an
Rifâî Hazretleri. “Aþkla gidersen, aþka
varýrsýn” diyor. Sonuç olarak, baþka da bir
þey olmadýðýný hissediyorsun.
cemâlnur sargut’la söyleþi
MD: Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin
Üftâde Hazretleri’nin öðrencisi
olduðunu biliyoruz. Onlarýn arasýndaki
mürþid-mürid iliþkisinden bahsedebilir
misiniz?
CS: Tabiî Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri,
Üftâde Hazretleri’nin öðrencisi olmakla
kalmamýþ, yegâne vârisi seçmiþtir Üftâde
Hazretleri onu. Bu da o devir için çok
önemlidir. Çünkü ancak çok yüce
seviyedeki mutasavvýflar kendi oðullarýný
deðil de daha ziyâde hakikaten
yetiþtirdiklerini vâris seçme yoluna
gitmiþlerdir. Ve Üftâde Hazretleri de kendi
tek vârisinin Aziz Mahmud Hüdâyî
Hazretleri olduðunu iþaret etmiþtir. Tabiî
bu makama eriþmek için Aziz Mahmud
Hüdâyî Hazretleri çok büyük bir nefis
mücâdelesine girmiþ. Zirâ kadý imiþ. Ben
Nezihe Araz’ýn “Anadolu Evliyâlarý”ndan
okuduðum kadarýyla kadý olduðunu ve
Bursa’ya geldiðinde oldukça kibirli
olduðunu ve birçok bilgiye sahip
olduðunu biliyorum. Ama o rahatsýzlýðý
da üzerinde duymuþ olmalý ki bir mürþide
intisab etme ihtiyacý içinde; çünkü
ezelinde çok büyük bir mürþid olmaya
meyil var; yani ilm-i ledun onun ezelinde
var. Dolayýsýyla bu bakýþ açýsýndan
baþlamýþ hayata.
Atýnýn üstünde ilk Üftâde Hazretleri’ne
geldiði zaman, orada tarým yapan bir kiþi
görmüþ ve ona sormuþ “buralarda bir
Üftâde varmýþ, kimdir?” diye. Hz. Üftâde
imiþ o kiþi. “Sen onu göremezsin” demiþ
ve Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri çok
üzülmüþ ve “sen kim oluyorsun ki ben
onu göremiyorum?” demiþ. Nezihe Araz
böyle anlatýyor. O zaman “iþte bu kibirle
onu göremezsin” diyor Hazreti Üftâde,
ve o zaman anlýyor Üftâde olduðunu. Ve
kibrinin olmadýðýný anlatmaya çalýþýyor.
Ama Hazreti Üftâde tabiî bir kere onu
görmüþ, anlamýþ ve ezelindeki güzelliði
görmüþ. Arýzî kibrini yok etmek için de
onu sýrmalý kýyafetiyle sýrýklardaki ciðeri
sattýrmaya yollamýþ. Ancak bu þekilde
bana intisab edebilirsin, demiþ. Hazret
almýþ ciðerleri, bir sopanýn iki ucuna asmýþ
ve gitmiþ bir kenara köþeye saklanarak
ciðer satmaya çalýþmýþ. Yanýndan
geçenler, “bu þekilde olsun istemiyor
mürþidin, ortaya çýk ve herkese baðýr”
demiþler. O zaman sýrmalý cübbesiyle ve
sýrýklarýyla ortaya çýkarak baðýrmaya
baþlamýþ “ciðerci ciðerci” diye. Kadý delirdi
diye taþlamaya baþlamýþlar. Ýþte o ilk
taþlama nefsini taþlama olduðu için onun
sonradan büyük bir sultan olmasýna
sebebiyet vermiþ . K imsenin
yapamayacaðý birþeyi yapmýþ. Seviyesinin
ne kadar yüksek olduðunu gösteriyor
Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin.
Yýllarca mürþidine hizmet ediyor, týpký
Üftâde gibi. Üftâde de küçücük yaþýnda
intisab ettiði Hz. Hýzýr’a -ki o bir çoban ve
hayvanlarýný güderken dondurucu
soðuktan iki ayaðý da kangren oluyor ve
ayaklarýný kesiyorlar- senelerce hizmet
ediyor. Üftâde Hazretleri mürþidini
sýrtýnda taþýmýþ 18 yaþýna kadar. Onun
dâimâ bütün hizmetlerinde kendisi
bulunmuþ. 18 yaþýnda vefat etmiþ. Sonra
o bir üveysî, yani direkt Peygamber’den
almýþ ondan sonra tâlimini. Kadý olan Hz.
Aziz Mahmud Hüdâyî de odun kesiyor,
ateþini yakýyor, sabah suyunu ýsýtýyor,
getiriyor. Hakaret görüyor, susuyor,
ýsýnmamýþ diyor, tekrar ýsýtýyor. Hattâ bir
gece rüyâsýnda Peygamber Efendimiz’i
gördüðünde sabah kalkýyor ki ezan
okunuyor ve su ýsýnmamýþ. Çok üzülüyor,
alýyor ibriði ve kalbinin üstüne tutuyor.
Sonra Hz. Üftâde’ye götürdüðünde
dökünce mürþidi haþlanýyor ve Hz. Üftâde
diyor ki “bu normal ýsýyla ýsýnmýþ bir su
deðil. Sen oldun. Bundan sonra ayný yerde
olamayýz. Ýstanbul’a git; sen artýk
padiþahlara mürþid olacaksýn.” Daha
sonra hakikaten I.Ahmed’e mürþitlik
ettiðinde, “sadece mürþidim emrettiði için
bu mürþidliði yaptým” diyor. I. Ahmet’in
rüyâsýný kimse tâbir edemezken yalnýz
Aziz Mahmud Hüdâyî çok güzel bir tâbir
gönderiyor ve o þekilde tanýþýyorlar.
Ondan sonra I. Ahmed onu mürþid olarak
addediyor. Hattâ bir keresinde “mürþidim
keþke bana bir mûcize gösterse” demiþ
içinden. I. Ahmet, o zaman Aziz Aziz
Mahmud Hüdâyî de demiþ ki: “Sen
ibriðimle suyumu döküyorsun, Vâlide
Sultan havlumu tutuyor, ben abdest
alýyorum, daha baþka ne mûcize
istiyorsun?” diyor.
“Hz. Üftâde’de Celvetîliði,
Hz. Hüdâyî’de de o
Celvetîliðin dünyaya
yayýlýþýný görüyoruz.”
Hz. Üftâde’nin Aziz Mahmud Hüdâyî’yi
irþad etmek için yazdýklarý kitap Arapçadýr
ve çok derin bir kitaptýr. Çok üst seviyede
bir sohbet ihtivâ eder. Ama onun dýþýnda
kendi yazdýðý bütün þiirleri, divâný, eserleri,
sanki Yunus Emre’nin yolundan gitmiþ bir
sultan gibi öztürkçe yazmýþtýr Üftâde
Hazretleri. Ýki özelliði yani Türkçeyi ve
Arapçayý çok güzel kullanýþý ve týpký Ken’an
Rifâî Hazretleri’nde olduðu gibidir. Hz.
Mevlânâ, Ken’an Rifâî Hazretleri’ne
rüyâsýnda teþrif edip “bundan sonra
Mesnevî þerh etmeni istiyorum”
dediklerinde “ben Farsça bilmiyorum”
dediðinde “sen baþla, Farsça da öðretiriz”
buyurmuþlar. Üftâde Hazretleri, Arapça ve
Farsçayý bildiði halde Türkçe yazmýþtýr
eserini. Dolayýsýyla çok büyük bir sultan.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin bir
baþka özelliði de bildiðiniz gibi kendi
öðrencilerini ve kendine intisap edenleri
boðulmaktan tamamen korumasýdýr. Hattâ
“mezarýma bir kere bile gelenler ve bana
duâ edenler boðularak ölmeyeceklerdir”
der. Bunun iç mânâsý, “benim mezarýma
bir kere bile gelse benim ilmim onu
hayatta tutar, zirâ su ilimdir, ilmim onu
hayatta tutar; hiçbir zaman dibe
götürmeyecektir” demektir.
O yüzden de Üsküdar ile Beþiktaþ
arasýndaki yol, gemiler bile iþlemese,
mutlaka iþler ve orada hiçbir kiþi
fýrtýnalardan etkilenmez. Aziz Mahmud
Hüdâyî Hazretleri’nin gene bir baþka
özelliði de þu: Gece ezan okurmuþ, sabah
namazýný gece saat birde okurmuþ. Civar,
hastane ile dolu olduðu için,
hastanedekiler de gece uyumadýklarý için,
sabah oldu zannedip de mutlu olsunlar
diye... Yani bir sultanýn iki tecellisini
görüyoruz ayný devirde. Mürþidde
Celvetîlik, müridde o Celvetîliliðin dünyaya
yayýlýþýný görüyoruz. Dolayýsýyla Celvetîlik
açýsýndan çok önemli bir makam ihtivâ
ediyor.
cemâlnur sargut’la söyleþi
MD: Üftâde Hazretleri sadece Aziz
Mahmud Hüdâyî Hazretleri için gelmiþtir
diyebiliyor muyuz?
CS: Tabiî ama aslýnda bugün bütün
dünyayý irþad eden bir sultan. Arapça bir
kitabý olmasý dolayýsýyla Batý âlemi daha
iyi tanýyor onu. Hacý Bayramý Velî
Hazretleri’ne nazaran daha iyi tanýyorlar.
Nasýl Ankara’da yapmýþ olduðumuz Hacý
Bayram Veli Sempozyumu’ndan sonra
Hazret, Oxford’da okutulmaya
baþlandýysa, inþaallah -Batýlý profesörler
de katýlacaðý için- týpký Hacý Bayramý Veli
gibi Oxford’da Üftâde Hazretleri ile ilgili
derslerin de baþlatýlmasýný, ve inþaallah
daha derin bilgilerle dünya tarafýndan
hatýrlanmasýný dilerim.
MD: Ýnþaallah hocam. Üftâde Hazretleri,
“tabiat ve nefs mertebelerini ýslah eden,
sâlih mârifetullaha kabiliyet kazanýr.
Dost haberleri gelmeye ve canan
semtinden vuslat bad-ý sabâlarý esmeye
baþlar; meþakkat gider rahat gelir,
zahmet gider rahmet gelir. Ancak ayrýlýk
acýsý kalýr” diyor. Neden ayrýlýk acýsý
kalýyor?
“Sevgiliye kavuþmak,
aslýnda onu özlemekten
baþka birþey deðildir. Hz.
Üftâde bize bunu
hatýrlatýyor.”
CS: Çünkü vücud olduðu sürece bu vücud
tamamen Allah’a kavuþmayý engeller.
Neden? Çünkü karnýn acýkacak, yemek
yiyeceksin; her an kalbin Allah’la bile olsa
nefsinin arzu ve istekleri seni vücudundan
dolayý Allah’tan uzak tutar. Tabiî
Peygamber gibi onlarýn da üstüne çýksan
gene de ten varlýðý kýsýtlama yaptýðý için
ve belli þekilde o kýsýtlamanýn içinde
kaldýðýn için, dünyaya baðlý kaldýðýn için
seni Allah’tan bir ölçüde alýkoyar ve
oradan ayrýlýk acýsý duyarsýn diyor.
Üftâde Hazretleri çok güzel bir sýnýflama
yapmýþ. Diyor ki, vücudda dört bölüm
vardýr. Ýkisi dünyevî, ikisi uhrevîdir. Bu
dünyevî iki bölüm, nefs ve tabiattýr, diyor.
Yani meþreplerdir. Ýnsan meþreplerini
edebe çekmeye baþladýðý zaman nefsi
terbiye olmaya baþlar, diyor. Yani
meþreplerde zorluk var; çünkü ben
yapamýyorum, iþte þu olmazsam bunu
yapamýyorum... Onlarý yapabileceðine
iman ettiði zaman terbiye olmaya baþlar,
diyor. Ýkisini terbiye ederse zaten ruh
bütün diriliðiyle vücudda hâkim olur ve
ruh diriliðiyle hâkim olunca da sýr âþikâr
olur, diyor. Yani ruh ve sýr da vücud
içindeki gaybûbetteki yani Melekût
âleminin iki özelliðidir, diyor. Dolayýsýyla
aslýnda benim deminden beri anlattýðým
Halvetîlik, bu ilk iki tarafý terbiye içindir.
Celvetîlik de ikinci iki tarafýn ortaya
çýkmasýndan dolayý halka tesir etmenin
gücünü anlatýr.
MD: Ken’an Rifâî Hazretleri, “Hayatýn
mânâsý hicranla karýþýk vuslat, heyecanla
karýþýk sükûnet, gizlilikle karýþýk aþikârlýk”
derken Hz. Üftâde de “Hicranda olan için
huzur yoktur. Ne acâyiptir ki ben visalle
birlikte hicrandayým” diyor. Bundan ne
anlamalýyýz?
CS: Yani insan çok sevdiði zaman, aslýnda
sevdiðine kavuþmanýn ayrýlýk olduðunu
hisseder; çünkü kavuþtuðu zaman, Allah’a
kavuþtuðunu hissettiði zaman sonsuzun
içinde kavuþamadýðýný anlar. Nereye
eriþse hiçbir þekilde ona eriþilemeyeceðini
idrak eder. Ýlmine eriþse ilminin sonsuz
olduðunu ve kendi cehâletini anlar.
Birazcýk mânâsýna eriþse kendi eksikliðini
aczini ve hiçbir zaman onu tam mânâsýyla
idrak edemeyeceðini hisseder. Dolayýsýyla
sevgiliye kavuþmak, aslýnda onu
özlemekten baþka birþey deðildir. Hz.
Üftâde bize bunu hatýrlatýyor.
MD: Neden “uzaktaki yakîn”?
Uzaklaþýlarak nasýl yakîn olundu?
CS: Þöyle olundu: Denizin içindeki balýðýn
denizden hiç haberi olmaz ama balýðý
denizden çýkarýrsan denizsiz
yaþayamayacaðýný hisseder. O zaman
aslýnda sadece yakîn olduðu yerin deniz
olduðunu idrak eder. Biz de bu âleme
geldiðimiz zaman Allah’a yakîn olmaktan
baþka hiçbir çâremiz olmadýðýný idrak
edebiliyoruz. Biz bunu idrak ederken
kâmil insanlar aslýnda þeklen uzak olsalar
bile mânen yakîn olduklarýný farkediyorlar.
Yani onlar ezelden yakýndalar, hattâ çok
yakýndalar. Yani mi’rac seviyesinde
yakýnlar; fakat þeklen de vücûden de
uzaktalar. Yani sen onu bu âlemde uzakta
görme; aslýnda onlar mânâ olarak Allah’a
çok yakýn bir mesâfedeler anlamýnda
koydum ben bu ismi –sempozyumun
baþlýðý olarak. Zaten kendisi de o ismi
bence onun için kullanmýþ.
MD: Çok teþekkürler efendim..
DÝZÝNÝN
DÝBÝNDE
OLMAK
Baþým önümde, gözlerim kapalý,
huzurdayým...
Aklýma ilk tanýþtýðýmýz gün geldi. Deðiþik
bir doðumgünü hediyesiydi. Seneler
evvel bir arkadaþým doðumgünümde
beni O’nun huzuruna getirdiðinde fark
etmiþtim: Bursa’da yaþayýp da
bilmediðim ne çok zenginlik vardý.
Sonra “cemâli nur” olan hocam
tanýþtýrdý beni O’nunla. “Hâmil-i Kart
yakînimdir” demiþti belli ki hocam,
ondan sonra açýlmýþtý Hazret’in kapýlarý
bir bir.
ülkü bozkurt
“Yakîn olmak” ne demekti acaba?
Baþým önümde, gözlerim kapalý,
huzurdayým...
Kulaðýma bahçedeki kuþlarýn sesleri
geliyor. Türbenin içini doldururan bir
cývýltý, cennetten bir bahçe gibi... Nasýl
da huzurlu bir yer burasý...
Okudukça öðreniyorum, meðer
“üftâde”nin baþka anlamý da varmýþ.
Meðer “üftâde” “âþýk” demekmiþ…
Sonra hayatýmdaki ‘Üftâde’leri
düþünüyorum.
Ýlk olarak Sâmiha Anne lûtfettiler
hayatýma girerek… “Yaþayan Ölü” ve
“Ateþ Aðacý”ydý benim dönüm noktam...
Satýrlarýnda aþkýn keskin kokusu vardý
ve bu koku beni benden alýp sarhoþ
etmiþti.
Sonra Meþkûre Anne öðretti, nasýl
“üftâde” olunmasý gerektiðini;
anlattýklarýný hâlinde gösterdi bizlere.
“Cemâli nur” olan hocam da anlatýrlar
hep: “Annem, sabah kalktýðýnda ilk iþ
olarak efendisinin resimlerine selâm
verip öperdi, Efendisinin ismi besmele
olmuþtu dilinde” demiþti. Ne kadar yakýn
gelmiþti anlattýklarý bir anda bana.
Baþým önümde, dizinin dibindeyim…
Yanaðýmda süzülerek inen yaþlar var.
Kulaðýma kýrýlan putlarýmýn sesleri
geliyor…
Hiç nasip olmadý bana Mekke ve
Medine’ye gitmek. Her seferinde
niyetlendim ama bir þeyler çýktý;
gidemedim. Aðladým, çok aðladým...
Sonra bu gidemeyiþlerin bana anlatmak
istediði bir þey olmalýydý diye düþündüm.
Sýðýndýðým yer, yine
mahallesindeki türbeydi.
Kavaklý
“Sevr maðarasý” gibiydi burasý. Mekke
de, Medine de, Arafat da burasýydý
benim için.
Huzurdayým, huzurluyum ve dizinin
dibindeyim.
“Yakîn olmak” buymuþ demek ki..
Üftâde olan Cemâli Nûrum’dan
öðreniyorum: Boyasýna boyanmanýn
nasýl olmasý gerektiðini, aþkýn nasýl
hizmete dökülmesi gerektiðini ve
Celvet’in mânâsýný...
Lûtfunun büyüklüðü karþýsýnda aðýrlaþan
omuzlarým ve baþým secdeye vardýðýnda
hafifliyor ve dilimden dökülen duâya
“âmin” diyorum:
“Ýzinden, gözünden, sözünden, özünden
Allah ayýrmasýn. Ey hakký bildiren, O’na
götüren, perdeyi kaldýrýp O’nu gösteren,
Hakk’ýn var olduðunu, varlýðýn Hak
olduðunu, görünenin gösteren,
gösterenin görülen olduðunu bildiren!
Bu dünyada, o dünyada Allah senden
ayýrmasýn.”
dilek güldütuna
Kur’ân-ý Kerim’de, Peygamber’e hitabla
þöyle buyurulmaktadýr: De ki: Eðer
Allah’ý seviyorsanýz bana uyun ki Allah
da sizi sevsin (Âl-i Ýmran, 31). Tasavvuf
ehli, kemâle “yaratýlmýþlarýn en
hayýrlýsý”ný takip etmekle eriþtiklerini
ifâde ederler, ki bu da zâhirde þeriatin
emir ve yasaklarýna uymak, bâtýnda ise
tarîkatin makamlarýný geçmek sûretiyle
olmaktadýr.
Hz. Üftâde de müridi Hüdâyî
Hazretleri’ne hilâfet verirken “Þeriat-i
þerîfeye her hâlde riâyet eyle, Her ne
kadar âlî mertebede olursan da” diye
ögüt verir.
PEYGAMBERE
UYMAK
Hz. Üftâde’nin amel konusundaki
hassasiyeti, kulluk ve þeriati her konuda
ön planda tutmasý en bâriz
özelliklerinden olup onun zühd ve takvâ
hususundaki titizligi, sünnetin teferruatla
ilgili meselelerine dahî son derece
önem vermesi, ileri yaþlarýna kadar
nâfile ibâdet ve taatlere düþkünlügü
bilinmekte idi. Teferruat denebilecek
konularda dahî Hz. Peygamber’in
sünnetini araþtýrmýþ ve onunla amel
etmeye gayret etmiþ, hakikate ulaþmakla
üzerindeki teklifin kalkacagýný düþünen
kimseleri þiddetle eleþtirerek onlarý
“mülhid” (inkârcý, dinsiz) olarak
degerlendirmiþti.
Ona göre hakikate vâsýl olanlar namazý,
orucu, zekâtý azaltmaz, tam tersine
artýrýrlar; çünkü namazda müþâhedeleri
artar. Peygamber bu yüzden “Gözümün
nuru namaz” buyurmuþtur. Hz. Üftâde
hangi makamda olursa olsun, teklif
yurdunda bulundugu müddetçe
mükelleften
þer ’î
tekliflerin
düþmeyecegini ifâde eder. Kâmil veliler,
farz, sünnet ve nâfilelere riâyet ettikleri
gibi dinin edeplerine de riâyet
etmiþlerdir. Onlarýn iþleri böyledir. Þâyet
bir velî, dinin adâbýndan bir þey terketti
ise onun velâyette bir kemâli yoktur.
Bir mürîd, ömrünün sonuna kadar
mücâhedeyi elden býrakmamalý ve bunu
da kendine bir saâdet vesilesi bilmelidir.
Hz. Üftâde için þeriat, kendi keþfinin de
önünde gelip bu hususta mürþidi Hýzýr
Dede’nin kendisine vasiyetini esas
almýþtý: “Þeyhim, mülk ve melekûtta
bulunan þeylerin tamamý size keþf
olunsa þer’a uydurmaya gücünüz
yetiyorsa ne âlâ, yok eger yetmiyorsa
o keþfi terk edin, fakat þeriati terk
etmeyin derdi.” Hýzýr Dede’nin “Keþfi
terkedin” sözünü Hz Üftâde “þeriata
aykýrý olan keþfinizi gizleyin ve onunla
amel etmeyin, bu arada tevhidle meþgul
olun, bir zaman gelip mertebeniz
yükselince keþfiniz de þeriata uygun
hale gelir” þeklinde yorumlamýþtýr.
Demiþtir ki: “Bizim itikadýmýz ve
îmânýmýz Hz. Peygamber’in îmâný gibidir.
Ashâbýn îmâný gibidir. Ol itikaddan rücû
eylemeziz. Hatta ol itikada muhâlif
þuhud hâsýl olsa âna iltifat etmeziz,
itikadýmýz üzre sabit oluruz.”
Ayrýca Hz. Üftâde’ye göre insan keþfini
baþkalarýnýn kusurlarýný araþtýrma ve
görme için kullanmamalýdýr. Gençliginde
kendisine gelen bir hâlle kendisine
insanlarýn kusurlarý görünmeye
baþlamýþtý. Durumu þeyhine anlatýnca
þeyhi ona “Böyle deme, zirâ her kulun temiz
ve iyi bir yönü vardýr (ona bak)” demiþ ve
onu bu vartadan kurtarmýþtý. Müridi
Hüdâyî’ye de bu makamlara ulaþtýgý zaman
âsî ve günahkâr kimselere bedduâ
etmemesini, bilâkis Allah Teâlâ’nýn sabýr ve
tahammül denizinden kendisine tahammül
vermesi için O’na yalvarmasýný tavsiye
etmektedir. Müþrikler de Peygamber’in
baþýný yardýklarý ve diþini kýrdýklarý halde o
“Allahým kavmine hidâyet et, zira onlar
bilmiyorlar” diye duâ etmiþti.
Hz. Üftâde, keþf ve mârifetle ilgili hususlarýn
herkese anlatýlmasýna karþý çýkmaktadýr.
Eger anlatýlacaksa bu tür meseleler þeriat
elbisesi ile örtülmeli ve öyle anlatýlmalýdýr
ki bunu da yapabilmek için ilim
gerekmektedir. Ýnsanlara anlayýþ seviyelerine göre hitab etmek gerektigini, peygamberlerin böyle yaptýgýný, insanlarýn
akýllarýnýn alacagý þekilde konuþtuklarýný
söyler. Melekût âleminin sözü ile mülk
âleminin sözü farklý farklý oldugundan,
melekût aleminde seyreden bir sâlik, o
âlemin meselelerini mülk âleminde bulunan
ve bu âlemin kayýtlarý ile baglý olan bir
kimseye anlatmamalýdýr. Hakikati keþfeden
sâlik, agzýný þeriatin iðne ve ipliðiyle dikmeli,
konuþursa ya ehline konuþmalý, ya da
þeriata uygun biçimde konuþmalýdýr.
Hz. Üftâde’ye göre bir mürid, ömrünün
sonuna kadar mücâhedeyi elden
býrakmamalý ve bunu da kendine bir saâdet
vesilesi bilmelidir.
melike türkân baðlý
Gece, varlýðýn yokluða deðmesinden
doðan bir rüzgâr ile ses buluyor.
Varlýðýn, yokluðuma deðiyor; ince bir
sýzý yüreðime doluyor… Uludað’ýn
etekleri, bir derviþin tennûresinin
etekleri gibi, kendisini giyinmiþ olan
yokluðun etrâfýnda dönüyor. Belli
belirsiz, aðýr aðýr…
Eski bir zamanda karalanmýþ satýrlarý
hatýrlýyorum…
Daðýn etekleri dönerken, benim de
baþým dönmüþ: Çiziktirmiþim…
Varlýðýnýn yokluðuma deðiþi, ince bir
jilet gibi nasýl çizmiþse tenimi, kendi
kendime kanamýþým:
“Daða yaslar sýrtýný ya da sýrtý, bizzat
kendi daðýdýr. Yüzünü nereye dönsen,
yön, adýný daða göre alýr. Dað,
pencerenin ardýnda salýnan dallarýn
sessizliðine koyu bir fonla eþlik eder.
Dallar içten içe haykýrýr ama dað susar.
VARLIÐIN
YOKLUÐUMA
DEÐÝYOR
Bursa'da zamanýn nabzý, eski bir câmi
avlusunda deðil, küçük þadýrvanda
þakýrdayan suda da deðil, o daðda atar...
O daðýn gölgesinde yürür, yolumuzu
buluruz. Susayýnca eðildiðimiz çeþmelere
o daðýn gölgesi düþer. Þehirdeki
yokuþlara sebep, hep o daðdýr; iniþler
de ondandýr.
Sabah uyanýnca kýþ mýdýr yaz mýdýr,
bilinmez. Daðýn söyleyecekleri beklenir.
Dað, sabah namazýndan sonra konuþur.
Câmi avlusunun, þadýrvandaki suyun,
yuvasýndaki güvercinin, asýrlýk çýnarýn,
yeni
döþenmiþ
kaldýrýmlarýn
söylediklerini dinlemiþtir. Þimdi
buyuracaktýr, zaman ne, mevsim
hangisi...
Senin gibi bir uluya þâhitlik eden bu dað,
muhakkak ki bu yüzden “ulu” sýfatýyla
anýlmaktadýr.
Ama dediklerini duymak ve anlamak
için onunla göz göze gelmek gerekir.
Seni seyretmekle ömür süren bu dað,
muhakkak ki mübârektir.
Göz göze gelmek ve bir müddet öylece
kalmak gerekir.
Ve her sabah, o yangýnýn tatlý hâtýrasýný yâd
etmek üzere içi ürpererek ezan sesini
beklemektedir. Zîrâ o ezan, bir zamanlar
minârelerinden beþ vakit büyüklüðünü
haykýrdýðýn Allah’ýn, Ýslâm’ýn beþinci makamý
olarak mukaddes kýldýðý Ulu Câmi’den
yükselecek ve daðýn göðsüne çarpýp onu
âdetâ Nur Daðý kýlacaktýr.
O bakýþlar altýnda can çekiþmek ve can
vermek gerekir.
Zamanýn ve mevsimin olmadýðýný
anlamak için...”
***
Üftâde…
Huzurundayken, açýk pencereden gelen
sesi hatýrlýyorum.
Sýcak bir yaz gününün kulaðýna fýsýldanan
serinlik müjdesi gibi… Bu serinlik ki, aþk
çilesi ile kavrulmuþ gönüllere doðan
bereketin âleme armaðanýdýr. Derde
tâlip olarak önden gidenlerin, insanlýða
ihsânýdýr. Çocuklarýn yüzündeki
gülücükler, aðaçlardaki taze tomurcuklar,
kuþlarýn kursaðýna tek tek býrakýlan
buðday taneleri, o zahmetin
mukabilinde varlýða hediye edilen
rahmet vesilesiyledir.
Senin de gözlerini bu daða dikip onu
uzun uzun seyrettiðini hayâl ediyorum.
Sonsuz bir hasretin kanattýðý yaralý
yüreðindeki deprem bütün bir âlemi
sarsarken, daðýn bu sarsýlýþýn en yakýn
þâhidi ve en büyük nasipdârý olduðunu
düþünüyorum.
Bu gece ben de sabah vakti göðsüme çarpýp
beni Nur Daðý kýlacak o ulu kelâmý beklerken,
himmetini umarak duâ edeceðim…
Derinlerden daðýn “âmin” diyerek beni
Allah’ýmýn huzurunda yalnýz býrakmayacaðý
ümid edeceðim.
hüseyin gökhan
ELVÝS PRESLEY ve
CÝÐER SATMAK
Bundan yaklaþýk on beþ yýl önce,
Manhattan’ýn en lüks kafelerinden
birindeyiz. Ýçeriye baþtan ayaða Elvis
Presley kostümü giymiþ, saçýný onun
gibi taramýþ, onun tarzýnda yarým gölgeli
koca çerçeveli güneþ gözlükleri takmýþ
biri giriyor. Kendinden emin adýmlarla
ilerlerken içeridekiler yarý þaþkýnlýk, yarý
merakla onu izlemeye baþlýyorlar.
Kafenin tam orta yerine geldiðinde bir
amfiyi yere koyuyor, buna baðlý
mikrofonu alýyor ve çok da güzel
olmayan sesiyle baþlýyor Elvis’in en
bilindik þarkýlarýndan birini söylemeye…
Gülümsemeler yavaþ yavaþ kahkahalara
dönüþüyor. Ýnsanlar bunun ne olduðuna
bir anlam veremiyor ama hepsi de çok
eðleniyorlar. Biri hariç: Bu adamý çok
yakýndan tanýyan eþim, bu kafede o
dönem garsonluk yapýyormuþ. Tüm
bunlar olup biterken “Aman Allahým,
beni tanýyýp selâm falan verirse rezil
olacaðým!” stresiyle bir köþede âdetâ
saklandýðýný hatýrlýyor.
sokaklarda ciðer satmasýný söyler.
Günümüzde þoför ve korumalarýyla
gezen bir hâkimin sokakta bir arabada
kokoreç sattýðýný düþünün. Ýþte belki de
bir insana verilebilecek en zor görevdir
bu: Ha Elvis, ha ciðerci… Kendi aklýmýzca
kurduðumuz itibârý ayaklar altýna
alabilmek… Aslýnda böyle bir itibârýn
olmadýðýnýn farkýnda olabilmek…
Neyse ki adam, eþimi tanýmadan oradan
çýkýyor. Ýnsanlar neyin ne olduðunu
anlamadan kaldýklarý yerden devam
ediyorlar yaptýklarýna. Sonradan iþin
aslý ortaya çýkýyor. Aldýðý liderlik
eðitiminde adamýn hocasý bütün sýnýfa
bir ödev veriyor: Kendini insanlarýn
ortasýnda gülünecek duruma düþürmek.
Bu arkadaþ da görevini tam anlamýyla
yerine getiriyor.
Dost bizim olsun!”
Üftâde Hazretleri’nin muhteþem
öðrencisi Aziz Mahmud Hüdâyî
Hazretleri’ne verdiði benzer ödevi
bilirsiniz. Üftâde Hazretleri, Aziz
Mahmud Hüdâyî herkesin itibar ve
iltifat ettiði çok fâik bir kadý iken ona
Elhamdülillah!
Gerçi böyle eðitimler, iki örnekte de
olduðu gibi bir mürþid nezâretinde
yapýlmalý muhakkak. Fakat yine de
zaman zaman bu meseleyi aklýmýza
getirmemiz lâzým. Biraz burunlarýmýz
havaya dikildiðinde, kendimizle dalga
geçemediðimizde ya da þirk-i hafînin,
yani gizli þirkin eteklerinde gezdirirken
kovulmuþ Þeytan bizi, Elvis gözlüklerini
taktýðýmýzý aklýmýza getirmeliyiz. En kötü
ne olabilir ki? Kendimizi fazla ciddiye
almaktan daha mý gülünç oluruz?
Býrakalým, insanlar bizlere gülsün...
“Gülenler gülsün efendim,
Baþkalarýndan takdir ya da en azýndan
teyid beklediðimiz her an, deliliðe doðru
yavaþ yavaþ yaklaþýyoruz. Hakîkatle
alâkamýz giderek azalýyor. Kocaman bir
“hiç” olduðumuz gerçeðini unutup
kendimizi uyuþturuyoruz âdetâ.
Zaten övülecek neyimiz var? Övgü,
yalnýz O’na mahsus deðil mi?
banu büyükçýngýl
DERTLÝ ÂÞIKLAR
TABÝBÝ
Kaynaklara
göre,
Bursa’nýn
sultanlarýndan Üftâde Hazretleri, iki
kiþiyi en mükemmel
þekilde
yetiþtirmiþtir. Bunlardan biri Kemal Dede
Hazretleri’dir. Kemal Dede, þeyhinin
önderliðinde kemalâta ermiþtir, fakat
þeyhinin vârisi olmamýþtýr. Ýkincisi ise
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’dir.
Þeyhinin halifesi olarak irþâda devam
etmiþtir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri,
Bursa’da müderrislik ve kadýlýk
hizmetlerinde bulunmuþtur. Ancak
Üftâde Hazretleri’ne talebe olduktan
sonra, hocasýnýn isteði üzerine
makamýndan, malýndan mülkünden
vazgeçip kendisini Hak yoluna adamýþtýr.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin
ezelî nasibi ve tasavvuf ilmi bilgisi onun
hocasýna tam teslim olmasýný saðlamýþtýr.
Bu teslimiyet, onu üç yýl gibi bir sürede
yetiþtirip kemâlâta eriþtirmiþtir.
Ýnsan, kâmil mürþid bulup da ona teslim
olursa nefsini alt etmesi kolaylaþýr. Ne
var ki, nefsimiz, kendi baþýna buyruk
hareket etmeyi seviyor. Allah’a sýrtýný
yaslamak ve nasibine râzý olmak, ona
akýlsýzlýk gibi gelir. Oysa aslýnda akýllý
olmak, Allah’ýn verdiklerine râzý olmaktýr,
çünkü Allah bizim için en iyisini bilir.
Ayrýca Kur’ân-ý Kerîm, hep tevekkülden
bahsederek yapan ve yaptýran Allah’týr
demiyor mu?
Biz gayret ederek nefsimize aðýr gelen
þeyleri yapmaya çalýþmakla mükellefiz.
Ama bizden bir Aziz Mahmud Hüdâyî
Hazretleri çýkar mý, bunu bilemeyiz. Bu,
Allah’ýn takdiridir. Her hâlükârda yolda
olmak ve gayret etmek de çok güzeldir
ve aslýnda bu da bir nasip meselesidir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, hocasý
Üftâde Hazretleri için yazdýðý medhiyede
“dertli âþýklar tabibi hazreti Üftâde’dir”
demektedir. Bu sözlerden de anladýðýmýz
gibi, mürþid, müridin tabibidir. Mürid,
mürþidi sâyesinde Allah’a ulaþýr ve
nefsin esâretinden kurtulur. Biz yeter ki
mürþide teslim olalým inþaallah...
Âmin…
simitçi
UZAKTAKÝ
YAKÎN
Hz. Üftâde, aþký ile yakînlikten düþmüþ,
bir daha da yakînliðinden hiç dem
vurmamýþ sevdâlý bir nur.
Bu yýl da geçen yýllarda olduðu gibi küçücük
kaplarýmýzý yanýmýza alarak annesinin o
daha bebekken içinde oðlunu yüzerken
gördüðü süt ýrmaðýnýn yanýna gelip el
açtýðýmýz, hâk-i pâyilerine yüz sürdüðümüz,
Bursa’nýn ve aþký ile düþen âþýklarýn hocasý
Mehmed Muhyiddin Üftâde Hazretleri’nin
tecellî-i zuhurlarýnýn huzurundayýz.
Genç yaþta kendi Hýzýr’ý ile karþýlaþmýþ,
Karacabeyli Hýzýr Dede’sinin çobanlýk
yaparken soðuktan donan ayaklarý, eli
ve en sonunda gönlü olmuþ bir âþýk,
aþký ile yakînlikten düþmüþ bir nur, ilk
adý ilk nurdan bir zuhur: Muhammed
Muhyiddin Üftâde.
Hakikati olan Muhammedî nur tecellî ederek
O’nu bu âleme aþk ile düþürmüþ (indirmiþ),
âþýk olarak mâþûkunu her yerde temâþâ
edebilmek için ikilik âleminde uzaklýða râzý
olmuþ, ama onu bu âleme düþüren aþký ile
kulluðunu, hiçliðini ve aczini bilerek fenâ
bulmuþ ve uzaktayken yakîn olmuþ bir âþýk.
Eðer huzurunda içlerinde nokta kadar
kibir varsa kadýlarýn dahî kabul
bulmadýðý, her nefesi mûcize olmuþken
mûcize göstermenin makbûl olmadýðý,
gönül kýrmamak için kendini
eleþtirenlere dahî cevap vermekten
sakýnýrken, rüyâlarýnda Muhyiddin-i
Arabî’den aldýðý derslerin zekâtýný
kendisinden sonra gelenlere fazlasýyla
vermekten sakýnmayan, nakleden bir
nur, aþký ile bu âleme düþmüþ bir tecellîi zuhur…
Biz ise kapýsýnda birer râcî, el açýp niyâz
ediyoruz. Ýçinde yüzdüðü süt ýrmaðýndan,
sâkîsinin elinden içtiði aþk þarabýndan,
uzaklýklarýný bilerek yakîn olanlarla girdiði
bal nehirlerinden, kendi hâliyle hâllendirdiði
öðrencilerinin boðulmaktan emin olduðu
su nehirlerinden el açýp niyâz ediyoruz.
Kapýlarýna gelen hiçbir günahkârý geri
çevirmediklerine güvenerek, ceplerimizde
tövbelerimiz, ellerimizde yýllarýn hatâ ve
isyanlarý ile el açýp niyâz ediyoruz.
Farsça bir kelime “Üftâde”… Anlamý,
“düþkün”, “düþmüþ”. Bir baþka anlamýyla
“tutkun”, “âþýk”, “sevdâlý”. Aslýnda
Farsça’da bir kadýn ismi “Üftâde”.
TÜRKKAD tarafýndan her yýl düzenlenen,
yere göðe sýðmayanýn dahî sýðabildiði o
gönül sahiplerinin gönüllerinin bize
açýldýðý sempozyumlardan bu yýl
yapýlacak olanýn konusu “Uzaktaki Yakîn:
Üftâde Hazretleri”
PARAYLA
SAADET
OLUR
Para ile saadet olmaz… Bu sözü her
birimiz kim bilir kaç kere duyduk. Bu
konuda baþka atasözlerimiz, hatta birçok
Yeþilçam filmimiz bile var. Ammâ velâkin
araþtýrmalar, bunun tam tersini iddia
ediyor. Yani, para ile saadet oluyor.
Fakat paraný baþka insanlar için
harcadýðýnda…
ayça
Bir araþtýrmada, üniversite öðrencilerinden bir gruba 5 ve bir gruba 20
dolar veriyorlar. Bu iki grubu da kendileri
için harcama yapanlar ve baþkalarý için
harcama yapanlar olmak üzere ikiye
bölüyorlar. Ve sonuçlar gösteriyor ki
paranýn miktarýndan baðýmsýz olarak
parayý baþkalarý için harcayanlar,
kendilerini daha mutlu hissediyorlar.
Yine ayný araþtýrma çerçevesinde, bir
satýþ ekibinin elemanlarýna para veriliyor.
Elemanlarýnýn parayý kendilerine
harcadýðý ekibin satýþlarýnda bir fark
olmazken, birbirleri için harcayan ekibin
satýþlarý artýyor. Ayný þekilde bir spor
takýmýnýn oyuncularýna para verildiðinde
kendileri için harcayan takýmýn
performansýnda bir fark olmazken
birbirleri için harcayan takým, ligde daha
üst sýralara týrmanmaya baþlýyor.
Amerikalý araþtýrmacýlarýn 2010’larda
fark ettikleri þeyleri, Ýslâm dini bize
yüzyýllar öncesinden tavsiye ediyor. Ýslâm
dininin beþ þartýndan biri olan zekât,
hem kiþinin mutluluðunu, hem de
toplumsal birlik, mutluluk ve baþarýyý
saðlayan bir uygulama olarak
süregidiyor. Cemâlnur Hocamýz da
infâkýn öneminden sohbetlerinde sýkça
bahsediyor. Örneðin sýk sýk örneði
anlatýr: Biz vermek deyince dolabýmýzý
açýp þu kýyafeti giymiyorum, bu kýyafeti
giymiyorum diye giymediklerimizi
toparlamaya çalýþýrýz. Oysa gerçekten
makbul olan infak, en sevdiðimiz kýyafeti,
giydiðimizde en hoþumuza gideni
vermektir. Yani, vermesi kolay olanýn
deðil, verirken insanýn canýný acýtan
þeylerin verilmesi güzeldir.
Yine hocamýzdan nakille bir hâdise:
Kendileri küçükken vereme yakalanmýþlar ve hayâtî tehlike atlatmýþlar.
Yeni iyileþtikleri dönem bayrama
rastgelmiþ ve ablalarý kendilerine kýrmýzý
kadife bir elbise dikmiþ. Hocam bu
elbiseyi giydiðinde yaþadýðý duygularý
“bana göre dünyadaki en güzel kýz
bendim” diyerek anlatýr. Elbise
üzerlerinde olduðu hâlde hastalýðý
döneminde kendisi ile ilgilenen doktora
gittiklerinde, doktor “Esmere al baðla,
geç karþýsýna aðla” deyince sevgili
hocamýn kendi kendisine dair pozitif
duygularý daha da yükselmiþ. Bu
duygular ve özgüven ile Kenan Rifâî
Hazretleri’nin bendelerinden, kendisi
de bir Allah sevgilisi olan Nazlý Anne’nin
ellerini öpmeye koþan hocam, bu her
þeyi Allah yoluna vermiþ hanýmefendinin
“Cemâlnur’cuðum, ne güzel olmuþsun.
Fakat þu karþýdaki fakir kýzýn hiç böyle
bir elbisesi olmayacak, istersen çýkar da
ona ver” demesi üzerine elbiselerini
çýkarýp söz konusu kýza vermiþler. Bu
hâdise vesilesiyle de hem kendileri daha
o yaþtan vermenin asýl bayram olduðunu
idrak etmiþler hem de bu hadiseyi bize
kadar naklederek gerçek insanlýk
mertebesine de -ki bence gerçek insan,
ayný zamanda mutlu insandýr- vererek
ve infâk ederek çýkýlacaðýný göstermiþler.
Benim de kendim için Allah’tan niyâzým,
gerçek saadetin mal biriktirerek, pahalý
þeylere sahip olarak, kendi için
harcayarak ele geçmeyeceðini, tam
aksine, vererek, ihsan ederek, infâk
ederek elde edilebileceðini mantýk
seviyesinde deðil de duygu seviyesinde
bana idrak edebilmemdir. Allah hepimize
elimizdekini paylaþmayý nasip etsin
inþaallah.
MÜRÞÝD ÝLE
ÝÞLENMEK
emine ebru
Anglo-Sakson dillerinde ortak kökten
gelen bir sözcük vardýr. Fransýzca bir
tâbir olarak zaman zaman Türkçe
konuþmalarda da yer bulur: “Cultivé”
ya da Türkçe okunuþu ile “kültive.” Bir
anlamýyla “iþlenmiþ toprak” diðer
anlamý ile ise “kültür ve görgü sahibi
kimse” demektir. Bu iki sesdeþ sözcük,
ilk bakýþta alâkasýz gibi dursa da, içerik
bakýmýndan birbiri ile oldukça benzer
bir nedensellik kurgusu taþýr. “Bu
baþlangýç da ne böyle?” demeyin.
“Ziraat” (agriculture) kelimesi ile
“bilgili,
görgülü”
mânâsýndaki
“kültür”ün ayný kökten geliyor olmasý,
nedense dikkatimi çekti. Etimolog
olmadýðýma göre, bu yazýda bilimsel ya
da bilgece bir karþýlýk ortaya
koyabilmem mümkün deðil. Eh, bu
iddiasýzlýðýn verdiði özgürlük ile
yalnýzca içimde yarattýðý çaðrýþýmlar
üzerinden yazmanýn zevkine varmak
istedim ben de…
Toprak tek baþýna býrakýldýðýnda kendi
tabiatýna uygun bitki örtüsünü
vücuduna toplar. Bazen coþkulu bir
nebat, bazense öylesine çorak...
Çoðunlukla bereketlenmek için bir
insanýn eline muhtaçtýr. Bir insan çorak
arâziyi önce taþlarýndan temizler.
Üzerinde net çizgiler oluþturur, eker,
sürer ve cinsine uygun þekilde ürün
çýkmasýný saðlar.
Batýlý zihin haritasý, iþlenmiþ toprak ile
kültürlü insan ifadelerini ayný kökten
besliyor. Buradaki sihirli sözcük
“iþlenmiþ” olmalý. Bilinçli bir iþlem
görmüþ, belli bir disipline tâbî olmuþ,
tanýmlý çizgileri olan, üreten toprak ile
tanýmlanmýþ þablonlar üzerinden
okumuþ, belli konularda bilgi ve fikir
sahibi olmuþ kültür sahibi insanlar
arasýndaki
benzerlik.
Ýþte benim çaðrýþým dediðim kýsým tam
da burada baþlýyor galiba… Batý
normlarýnýn ortaya koyduðu iþlenmiþlik
târifinin kendi kültürümüzdeki yer
buluþ þekline karþý çýkýyorum. Son
dönemde uzun zamandýr görmeye
alýþkýn olmadýðýmýz türden toplumsal
bir girdabýn içinde bulduk kendimizi.
Millet olarak taraflarýn ayrýþtýðý,
insanlarýn birbirini sürekli yargýladýðý,
herkesin yalnýzca kendini haklý
gördüðü ve kendine benzemeyeni
ötekileþtirdiði bir tünelin içindeyiz.
Kalabalýklarýn havaya kaldýrdýðý toz
bulutlarý yavaþ yavaþ çökerken ortaya
çýkan fotoðraf, taraflarýn kendi
zanlarýnca yorumlayacaklarý ne de çok
malzeme sundu. Muhakkak ki bu
yaþananlar, keskin hâfýzalar için tarihin
bir tekerrüründen ibârettir ve yaþanan
muhakkak “Hak”týr. Ama ben kendi
adýma bu süreçten tefekkürle
çýkabilmeyi ve payýma düþen öðrenme
hissesini
cebime
koyabilmeyi
istiyorum.
Ýþe kendi geçmiþimi sorgulamakla
baþlarsam iyi olur. Seksenli yýllarýn
sonunda eðitim sisteminin bilinçsizce
meslek seçtirdiði her genç gibi
gerçekten istediði deðil ama
puanýndan dolayý “yakýþacaðýna”
inandýðý üniversiteye girmiþ olarak
görüyorum kendimi: “Siyaset Bilimi ve
Uluslararasý Ýliþkiler.” Bu bölüm yýllar
içinde kendisinden en beklenmeyecek
etkiyi yaptý bana. Çoðu öðrencisine
yaptýðý gibi… Politikayý bir an önce
üzerinden atýlmasý gereken bir
sorumluluk olarak tasvir eden,
“mâdem buradayým, en azýndan þu
geçmiþi adâbýyla bir öðreneyim” diye
bir merak dahî taþýmayan, seçmeli
Ýþletme derslerine yönelerek kendine
özel sektörde kariyer hazýrlamaya
çalýþan, parlak Boðaziçi diplomasýndan
dolayý ayrýcalýklý hissi taþýyan ama
apolitik ve sýð bir genç olarak katýldým
kalabalýklar
arasýna.
nasipli bir toprakmýþým. Bir gün bir
“insan” benim çorak topraðýma girdi,
içimdeki taþlarý tek tek ayýklamaya
baþladý… Taþ çok olunca temizlemek
zaman alýyor. Bir yandan Allah aþký
ekiyor içime, diðer yandan ahlâk-ý
Muhammedî ile suluyor. Ýþliyor beni
anlayacaðýnýz... Tohum vereceðim bir
gün inþaallah. Niyâz ediyorum ki
nasibimde hangi “rýzýk” olmak var ise
o olacaðým. Dünyaya gelmekten
maksadým hâsýl olacak inþaallah,
“insan”a karýþacaðým ve ben de insan
olacaðým. Yeter ki karþýsýnda çorak bir
topraðýn kýmýltýsýzlýðý ile teslim
durmayý
becerebileyim.
Aslýnda görünürde herþey çok
yolundaydý. Ayrýcalýklý bir toplumsal
duruþ, parlak bir kariyer... Batýlý ve
“modern” bir hayat tarzý. Toplumun
belli bir kesiminin ortaya koyduðu
þablonlarla uyumlu “kültür” sahibi bir
“elit”. Yukarýdaki tâbir ile, “kültive” bir
vatandaþ.
Ýþte o zaman gerçek kültür bende
zuhur edecek ve ancak o zaman
“kültürlü/kültive” olacaðým. Artýk
eminim ki kültür batý normlarý ile
bugüne kadar zihnime kazýnmýþ olan
kavram deðil. Diploma sahibi olmak,
kariyer yapmak, sosyal dayatmalara
uygun deðerler taþýmak deðil.
“Ýþlenmiþlik” hiç deðil. Eðer sahip
olduðunuz “kültür” sizde baþkalarýna
kýyasla “ayrýcalýklýlýk” hissi yaratýyorsa,
atýn o kültürü bir köþeye. Sýrtýnýzda iþe
yaramayan bir yükten ibarettir
yalnýzca. Toplumda ayrýþmayý ve taraf
yaratmayý besleyen fitneden ne farký
kalýr o “kültür”ün? Kültür, baþkalarýný
daha farklý görerek toplumda
ayrýcalýklý bir yer kapma kaygýsý deðil
ki. Gerçek iþlenmiþlik, gerçek kültür,
yaratýlmýþ herþeyde Yaradan’ý görerek
muâmele etmekten öte bir þey deðil.
Demem o ki, ilimle iþlenmeyen,
mürþidle mayalanmayan, dahasý aþkla
yoðrulmayan
kültürünüzü
de,
eðitiminizi de atýn çöpe; nâkýstýr.
Sözde eþitlikten yana bir demokrat
ama gerçekte ise eþitler arasýnda
kendini daha “eþit” hissetmeye
meyleden, toplumda ayrýcalýklý söz
sahibi olmayý doðal kabul eden
cür’ette bir zavallý. Kendisinden farklý
olana hürmet etmeyen, sözde kültürlü
ve aydýn…
Buradaki analoji bellidir; vücudum
topraðýnda kötü huylarýmdan ve
nefsimden müteþekkil taþlardan
bîhaber bir hayat sürüyordum. Baþka
türlüsünü bilmediðimden ya da bu
taþlarý bir parçam gibi gördüðümden,
deðiþmeye, dönüþmeye çalýþmadan
geçiyordu yýllar. Ama ben, çok þükür
KARDEÞE
MEKTUP
Kardeþim!
sanem ömürlü
Aslýna bakarsan bu mektubu sana neden
yazýyorum bilmiyorum; zirâ sen beni
bilirsin ben de seni! O halde bu mektup
da neyin nesi? Gel sen bunu “du┠gibi
düþün. Duâ gibi! Týpký kendinden kendine
müracaat ve münâcat edenin duâsý…
Hem söyleyenin hem dinleyenin bildiði
ama gene de söylenmesi, vücûda
gelmesi gereken, vücuda gelirken de ne
söyleyenin ne de dinleyenin bildiði hâliyle
kalan bir duâ.
Beni bilirsin, en az benim bildiðim kadar.
Bilmek demiþken, ne kadar muhtacýmdýr
bilmeye ve emin olmaya. Yaradýlýþým bu
olsa gerek ki hep imtihan ve zorluk da
buradan eriþir bana. Bilmenin sonu yok
ve emin olmak ise imkânsýz. Öyle ki bu
içimdeki bütün huzuru bir anda
hortumlayýp, beni kuþku cehenneminde
dolanan bir kaçýða çevirebilir. Ýþte tam
da bu noktada inanç eriþir de elimden
tutarsa ve beni bilginin saðladýðý emin
oluþa tutsaklýðýmdan azâde kýlarsa,
içimdeki sýkýntý ve vesvese de bir anda
yerini huzur ve teslimiyete býrakýverir.
Derler ki; inanç da bir tür afyondur ve
onu kullananlarýn beyni uyuþur ve
hakikati göremez olurlar. Öyle olabilirdi
belki, eðer inancýn zihinle iþi olsaydý!
Gel gör ki o oraya hiç uðramaz, onun
kabulgâhý kalptir, istenmediði yere
varmaz.
Yakýndan tanýyaným olarak sen de
þâhitsin ki, ben inancýný zirvede yaþayan
ve nedensellikle baðlarýný kopartabilmiþ
biri deðilim. Çoðunlukla nedenlerle kayýtlý
kaldýðým için yüksek gerilim hattýnda
yaþadýðýma da en yakýn þâhit yine sensin.
Lâkin geldiðim ya da getirildiðim son
nokta yine de iman olur... “Mâdem
dönüp dolanýp buraya geleceksin, o
halde akýllý olsan da dönüp dolanmadan
gelsen” diye kendi kendime söylenirim.
Ne yaparsýn ki, bu da fýtrat.
******
Neye inanýp, iman ediyorum o hâlde?
Beni ve bütün âlemi yaratan, Sübhan
ve Rahman olan bir Allah’a iman
ediyorum. O’nun dýþýnda hiçbir þeyin
olmadýðýna ve yapanýn, edenin
doðrudan O olduðuna, kendi kendine,
kendini sürdüðüne inanýyorum. Bu
âlemin O’nun a) kendisi b) sahnesi c)
kurgusu d) hepsi ve e) hiçbiri olduðuna
iman ediyorum. Çoðu zaman bu inancýmý
davranýþ olarak gösteremiyorum çünkü
bu þýklardan “e” þýkkýný tam olarak
kaldýramýyorum. Kuvvetle akan bir
nehrin en minik damlasý olarak akmaya
devam ediyorum ve bunun farkýnda
olduðum o kýsacýk anlar ise hayattan
tam anlamýyla zevk aldýðým yegâne
zaman dilimleri.
Peki yaþanmýþ, somut, örnekleþtirilmiþ
olaylardan ne anladým? Hiçbirinin akýl
yoluyla anlaþýlamayacaðýný anladým.
Bildiðim bütün peygamberler hakaret
ve zulüm gördü, duyduðum bütün
âlimler yakýldý, yýkýldý ve horgörüldü;
yakýnlýk duyduðum bütün Veliyullah ise
iftiraya uðradý, o veya bu þekilde... O
hâlde bu dünyanýn düzeni pek de bizim
anladýðýmýz mantýk düzenine uymuyor.
Allah da diyor aslýnda “ne hayýrlarda ne
þerler, ne þerlerde ne hayýrlar gizlerim”
diye. Ýþte bu nokta, tam da benim bir
kere daha gördüðüme, duyduðuma ve
bildiðimi sandýðýma dayanmaktan
vazgeçtiðim nokta. Mûsâ ile Hýzýr
hikâyesi gibi yani.
Sen benim kardeþimsin ve hem insanlýkta
hem de mâneviyat yolunda benden kat
be kat ötelerdesin. Sen, “bir pîrin eteðin
tuttum, ana belû deyup gittim” demiþsin,
þimdi “küçük âlem”de neler olduðundan
çok “büyük âlem”de olanlara bakma
zamaný… Dünyada ve bu ülkede her an,
her vesile yalnýzca Allah’ýn dediði
olmakta! “Kûn fe yekûn” oldu bile!
Peki ya þimdi senin safýn ne? Kimin
tarafýndasýn? Aklýnýn mý yoksa aþkýnýn
mý? Ýlm-i Mûsâ’ya mý tâlipsin yoksa
irfân-ý Hýzýr’a mý? Birinci ki onu miraçta
yanýna alamazsýn. Alýnabilseydi
Peygamber Efendimiz alýrdý. Olabilseydi
eðer, “Beni bu gözle göremezsin ya
Mûs┠hitâbý duyulmazdý. Ýkinci ki onunla
da dünyayý mâmur edemezsin, yanýndaki
Mûsâ olsa hâlinden bilmez.
O hâlde tercihini yap! Allah Kur’an’da
inandýk deyip kurtulamayacaðýmýzý, türlü
zorluklarla deneneceðimizi, sözümüzde
sâbitkadem olup olmadýðýmýza
bakýlacaðýný, yani “dildeki dâvâya elde
delil isteneceðini” söylüyor. Her þey
güllük gülistanlýkken iman sýnanýr mý
hiç? Güneþ, etrafý parýl parýl aydýnlatýrken
kim virâneden geçmekten korkar?
Üç günlük yalan dünyanýn gâilesine
aldanýp zülfiyâre dokunmaktan sakýn.
Sen, ameliyat olduktan sonra bir gün
bana kendini “kabz”da hissettiðini
söylemiþtin; ben de sana “hayýr, sadece
post-op depresyondasýn” demiþtim.
Çünkü nâçizâne fikrime göre kabz,
“kabz”da olduðunun farkýnda olmamayý
gerektirir. Allah, seni de beni muhâfaza
eylesin. Âmin.
NE HABER?
Cemâlnur
Sargut’tan Yeni
Kitap: “Allah’ýma
Sefere Çýktým”
“Bu âleme gelmekten maksat, maddeden
mânâya, kuldan Hakk’a doðru alýnan
yolda idrakli olmak, nereden gelip nereye
gittiðini bilmektir. Bu seyahat, hem kulun
içinde hem de kulun dýþýnda gerçekleþir.
melike türkân baðlý
Yaþamak, idrak etmek demek olduðuna
göre kul, bu yolculukta bir yandan aczini
ve yokluðunu anlar, bir yandan da
kendindeki Yaradan’ýn kýymetini bilir ve
‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ lûtfuna mazhar
olur. Hele bir de ölmeden evvel ölme
seviyesine ulaþýrsa cenneti burada yakalar,
sonsuz huzur ve mutlulukla hakiki kulluk
derecesine yükselir.
Allah’ýma Sefere Çýktým, bu seyahatin
merhalelerini anlatýyor. Kiþiyi ona þah
damarýndan da yakýn olan Allah’a
yöneltiyor.
Cümlemize hâl etmek nasip olsun
inþallah.”
Bu sözler, mutasavvýf ve yazar Cemâlnur
Sargut’un Nefes Yayýnevi’nden çýkan yeni
kitabý “Allah’ýma Sefere Çýktým”ýn arka
kapaðýndan… Bu âlemdeki her insanýn,
farkýnda olsun ya da olmasýn, seferde
olduðunu, hem de Allah’a doðru seferde
olduðunu anlatan eser, hakikati arayan,
onu bulmak yolunda gayret göstermek
mecburiyetinde olduðunu hisseden
herkesin baþvurabileceði bir mâhiyette
kaleme alýnmýþ. Ayrýca Cemâlnur Sargut
Hocamýzýn anlatýmýndan alýþkýn
olduðumuz özelliklere bu kitapta da
rastlýyoruz: Yalýn bir dil, açýk bir anlatým
ve günlük hayattan örnekler…
Kitabýn ortaya çýkýþ vesilesi, Cemâlnur
Hocamýzýn Beyaz TV’deki “Cemâlnur
Sargut’la Aþka Yolculuk” programý…
Ferda Yýldýrým’ýn sorularý, hocamýzýn ilim,
irfan ve aþk neþveli cevaplarý ile karþýlýk
bulmuþ ve daha sonra bunlar yazýya
dökülerekþimdilerdeelimizdetuttuðumuz
“Allah’ýma Sefere Çýktým” baþlýklý esere
dönüþmüþ.
Eserde, nefs, ahlâk, edep, tevhid ve aþk
gibi, basit görünen ancak esâsen hakikati
bakýmýndan zorlu konular, günümüz
insanýnýn gayet rahat anlayabileceði bir
þekilde aktarýlýyor. “Allah’ýma Sefere
Çýktým”, okuyucusuna, kulun âcizliðine
mukabil Cenâb-ý Hakk’ýn kudretini ve
O’nun kuluna duyduðu sonsuz sevgiyi
aþkla hissetme fýrsatýný sunuyor.
Sayfalar birbiri ardýna çevrilirken, her bir
sayfanýn ardýndan, kitabýn arka kapaðýnda
hocamýzýn kayda geçirdiði “Cümlemize
hâl etmek nasip olsun inþallah” duâsýna
defalarca“âmin”,“âmin”,“âmin”diyoruz…
dekorasyon
duygu tükek aydýn
EVDE HUZUR
Rahat ve ferah bir oturma
odasý için mavi en uygun
renklerden birisidir. Mavinin
dinlendirici etkisini siz de
dekorasyonunuzda
kullanabilirsiniz.
Dekorasyonunuzda kullanmak istediðiniz renge kýrlent yastýklar,
koltuk þallarý, berjer koltuklar gibi yardýmcý ögelere de yer vermek
bu renkten sýkýldýðýnýzda veya deðiþiklik yapmak istediðinizde daha
esnek olmanýzý saðlayacaktýr.
Oturma odanýzda mavi rengi
duvarlarýnýzda ve halýlarýnýzda
da kullanabilirsiniz. Renkli
boyanmýþ bir duvar ve ona
uygun, desenli bir duvar kâðýdý
size bu konuda yardýmcý
olabilir.
Halýda ise dikkat
etmeniz gereken husus
þudur: Eðer
mobilyalarýnýz çok
modelli ve renkli ise
halýnýzý sade ve düz
renklerde seçmelisiniz.
Ancak mobilyalarýnýz düz
renklerde ve sade
modellerde ise bu
takdirde desenli ve daha
canlý renkte halýlarý
kullanabilirsiniz.
SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA
nefes
alan tarifler
fýrýnda
balýk
köfte
peynirli
mantar
Fýrýnda Balýk Köftesi
Malzemeler:
500 gr kýlçýklarý ayýklanmýþ çupra veya levrek gibi beyaz etli büyük bir balýðýn
filetosu
4 adet yeþil soðan
1/4 demet maydanoz
1 yumurta
2 yemek kaþýðý galeta unu
Defne yapraðý ve zeytinyaðý
Yapýlýþý:
Tencerede 1,5 lt suyu kaynattýktan sonra içine 1 adet defne yapraðýný koyun. Daha
sonra balýklarý kaynamýþ suya býrakýn. 5-10 dakika sonra tencereyi ateþten alýn ve
kapaðýný kapatýp 2-3 dakika bekletin. Bu süre içinde balýklar yumuþamýþ olacak.
Yumurta, yeþil soðan, maydanoz, galeta unu ve tuz ekleyerek köftenizi yoðurun.
Köftelere þekil vererek hafif yaðlanmýþ tepsiye dizin. 200 derecede ýsýtýlmýþ fýrýnda
15-20 dakika boyunca üzeri kýzarýncaya kadar piþirin.
Peynirli Mantar
Malzemeler:
1 paket taze mantar
3-4 dilim eritme peyniri (Çedar, Taze Kaþar, Karper vs.)
2 çorba kaþýðý sýzma zeytinyaðý
2 tatlý kaþýðý baharat karýþýmý (Fesleðen, kekik, biberiye, sarmýsak tozu)
Tuz
Karabiber
Kýrmýzý pul biber
Yapýlýþý:
Mantarlarý yýkayýp temizledikten sonra 2 veya 3’e bölerek bir fýrýn kabýna veya bir
güvece yerleþtirin. Bir bardak içine koyduðunuz zeytinyaðý ve baharatlarý karýþtýrýp
mantarlarýn üzerinde gezdirip mantarlarla beraber iyice karýþtýrýn. Üzerlerine
peynirinizi koyduktan sonra önceden 250 derecede ýsýttýðýnýz fýrýnda 20-30 dakika
kadar piþirin.
Âfiyet olsun.
görüþmek üzere...
i l e t i þ i m @ h e r n e f e s . c o m
w w w . h e r n e f e s . c o m
w w w . n e f e s y a y i n e v i . c o m
facebook.com/HerNefesDergisi
twitter.com/HerNefesDergisi