Bir gün gözlerimin ta içine bak, Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak,
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Sezai Karakoç
Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ bana
Gösterme ol tarîki ki gitmez sana bana
Fuzûlî
(Rabbim! Lütfunu bana her zaman yol gösterici,
önder kıl. Sana ulaşmayan yolu bana gösterme.)
Aralık Ayı Yazarlarımız
Rüştü Köse……………………………………………………………..
“Aşura Gününe Bağımlı Olmak”
Aleyna Yiğit…………………………………………………………..
“Hüzün”
Ali Taşkır……………………………………………………………….
“Hasbihâl”
Osmanlı Türkçesi Okuyorum
İpek Sözer…………………………………………………………….
“İmam Hatip’te Öğrenci Olmak”
Mert Can Canlı ………………………………………………………
“Aksa”
Merve Köker …………………………………………………………
“Sessizliğin Çığlığı”
Feyza Nur Erbayoğlu ……………………………………………..
“Geçmişi Tufan, Geleceği Kıyamet”
Zülal Sert …………………………………………………………….
“Mutluluğun Renkleri”
Deniz Dilek Özpınar………………………………………………
Sultan Mahmud”
“ Vermeyince Mabud Neylesin
Münevver Çağman ………………………………………………
“Gül Aşktır”
Şevval Zeynep Turgut……………………………………………
“Filistin’e Mektup”
Yaren Feyza Nur Ayyıldız……………………………………….
“ Her Güne Yeniden Başla”
Okulumuzdan Haberler
Büşra Şenses ……………………………………………………….
“Öğretmenlik” Üzerine Mülakat
Ali Kaya- Muharrem Karagöz - Serranur Gündoğdu .
“Marmara Üniversitesi”
Yaren Feyzanur Ayyıldız ………………………………………
Yapmak ”
“Karpuz Kabuğundan Gemiler
Süeda Şaşkın ……………………………………………………….
“Bir Şair, Bir Şiir: İbrahim Tenekeci”
Serranur Gündoğdu………………………………………………
“Ne Okuyalım?”
Eleştirileriniz İçin E-Mail Adresimiz: [email protected] Dergide Yer Alan Yazılardan Yazarları
Sorumludur. Yazıların Kurumu Bağlayıcı Bir Yönü Bulunmamaktadır.
Merhaba,
Rehnüma dergisinin 2. sayısı ile okurlarını bekleyen yazıları
sizlere sunmaya gayret ediyoruz. Ġlk sayımız eba.gov.tr ve issuu.com
gibi internet platformlarında ilgililerince okundu ve okunmaya devam
ediyor. Ġkinci sayımızda okur sayımızı daha da arttırmayı temenni
ediyoruz.
Bu sayımızda Ģiir, hikâye, deneme, araĢtırma türlerinde yazılar
bulacaksınız. Bu sayımızda bizimle fikirlerini paylaĢan Kadir GEÇĠCĠ
hocamıza, teknik anlamda yardımcı olan Cem BURBUT hocamıza,
yazılarını bizimle paylaĢan RüĢtü KÖSE hocamıza, kapak tasarımı
yapan Merve ÜSTÜN‟e çok teĢekkür ederiz.
En önemlisi yazılarını bizimle paylaĢan, yazma zahmetinde
bulunan yürekli öğrencilerimizin dillerine, gönüllerine sağlık.
Selam ve dua ile.
“Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında”
Erdem Bayazıt
GEÇMĠġĠ TUFAN, GELECEĞĠ KIYAMET
Sonu
olan
bir
sonsuzluğun
girdabına kapılıyoruz ömür geçtikçe.
Kursağımızda takılı kalmış Dünya‟nın akışı
bozuyor benliğimizi. Oysa o kadar
özümsenecek
bir
gezegen
değil.
Geçmişi tufan, geleceği kıyamet olan bir
imtihan sayfası.
Özümseyerek değil, ölümseyerek
bakmalıyız
Dünya‟ya.
Ölüme
gülümseyen bir insan olacak şekilde
yaşamalıyız. Her insan, her varlık gibi
Dünya‟da ölümlüdür. Kimi zaman, hatta
çoğu zaman bitmeyecek bir yol gibi
görünen Dünya‟nın bir sonu var elbet.
Şüphesiz gelecek olan bu sona
nasıl hazırlanıyoruz? İmtihan sayfamızı
boş bırakıp müteessir bir halde mi çıkmak
isteriz sınavdan; yoksa kâğıdı doldurup
mütebessim bir çehre ile kâğıdı Sahib‟ine
teslim mi etmek isteriz? Bir sınavımız iyi geçtiğinde bile ziyadesiyle mutlu
oluyorsak, ebedi mutluluk için çabalamamıza engel olan nedir?
Her gün, her saniye, her nefes bizi kendi kıyametimize yaklaştırıyor,
tüketiyor ömür sermayemizi. Heveslerimiz, hayallerimiz, umutlarımız,
infiallerimiz hatta dualarımız bile Dünya içinken Rahman‟a kul olmak bu
kadar zor gelmemeli insana.
İçecek bir Ab-ı Hayat yok. Tertemiz olan kalpler de yok. Ama tövbe
var, dua var, namaz var, esirgeyen ve bağışlayan, hep esirgeyen ve hep
bağışlayan Rabbimiz var!
“Hep Rabbine yönel, O’na yaklaĢ!”(ĠnĢirah,8)
Allah gönlümüze İnşirah ferahlığı versin. Vesselam…
Feyza Nur ERBAYOĞLU
AŞURA GÜNÜNE BAĞIMLI OLMAK
Aşure günü denilince matem, yas akla gelir. Sevgili
peygamberimizin sevgili torunu Hz Hüseyin’in zalimler
tarafından vahşice şehit edilmesi tarihe damgasını vurmuştur.
Bu şanlı şehadetten sonra Muharrem’in 10. günü matem günü
olarak anılmaya başlandı.
Hz Hüseyin’in destanlaşan şehadeti… Hz Zeynep’in zalim
yezidin karşısında kahramanca direnmesi… Daha sonra bu
şanlı destanı dilden dile aktarması…
Bir tarafta yiğitlik, şecaat, şanlı direniş…
Bir tarafta korkaklık, dünya sevgisi, saltanat
düşkünlüğü…
Bir tarafta şehitlerin efendisi Hz Hamza gibi korkusuzca ölümü öldürmek üzere
yola çıkış… Allah yolunda ölümü göze alacak yiğitlere örnek olacak asil tavır:
“Eğer her nefis ölümü tadacaksa şu halde en büyük şeref; O’nun yolunda bu
canı vermektir.”
Tarihe altın harflerle kazınan bu sözün karşısındakilerin saltanatları birkaç yıldan
öteye gidemedi. Geriye kötü ün ve nefret söylemlerini miras bıraktılar.
Bu muhteşem destanı ayrıntılarıyla anlatmaktan öte çıkarılacak ders üzerinde
durmak isterim. Elbette, Hz Hüseyin’e yapılanları unutmayacağız.
Ama biz,
Niçin biz, Kerbela olayından ders çıkarmayız? Yoksa Kerbela Müslümanlara ders
verir boyutta değil mi? Bu olaydan ders çıkarıp bir daha ama bir daha, Müslümanlar
olarak birbirimize silah doğrultmasak olmaz mı?
Bu acı mirasa Müslümanlar abone olmak zorunda mıdır? Yani bu acı ve ibretlik
olaydan ders çıkarmadan, niçin hâlâ Müslümanlar birbiriyle cihad(!) etmekte? Niçin
hâlâ kerbelalar yaşanmakta?
İslam dünyasına baktığımızda, kan, gözyaşı, patlama ve öldürmeler sanki
kaderimiz olmuşçasına artarak devam ediyor. Öldüren de Müslüman ölen de
Müslüman…
Öyle ki, Allah rızası için aşkla şevkle, o kirli ağızlarıyla ALLAHU EKBER nidalarıyla
cezbe halinde boyunlar kesiyor. Ötekisi büyük bir zafer edasında diğer gurubun
camisini tarıyor, bomba patlatıyor.
Hiç bu haldeyken Allah’ın rahmeti Müslümanlara ulaşır mı?
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya
kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle
beraberdir.”
Rabbimiz, Enfal suresi 46. ayette ne güzel buyurmuş değil mi? İslam dünyasının
parçalanmışlık halini ve nedenini ne güzel açıklamıştır.
Nitekim Efendimiz veciz bir şekilde buyurmuştu: “Mümin yılan deliğinden ikinci
kez sokulmaz.”
Maalesef, ne bir kere, yüzlerce, binlerce defa küfrün hazırlamış olduğu tuzaklara
aynı şekilde düşüyoruz. Aynı delikten hep sokuluyoruz. Adeta peygamberimizi yalan
çıkarmak için yarışıp duruyoruz.
O halde “Müslümanlar kardeştir” (Hucurat suresi 10. Ayet) ilkesini hatırlayıp
kardeşliğimizi tesis edecek iş ve adımların peşinden koşmamız gerekmez mi? Yoksa
Allah katında altından kalkamayacağımız vebali yüklenmiş oluruz.
Hicri yılın ilk günleri olan bu günler aynı zamanda HİCRET’in anlam ve önemini
de vurgular. Yine hicri yılın ilk ayı Muharrem ayı, HARAM aylardandır.
Hicretle, yeni bir hayatın ve medeniyetin inşasını gerçekleştiren peygamberimizi
örnek alarak; biz Müslümanlar yeni ufuklarla medeniyet projesini yeniden inşa
edelim.
Hicreti gündeme alıp;
Tüm zorluk ve sıkıntılarına rağmen kötülükleri geride bırakarak, daralmış
gönülleri rahatlatan, huzura erdiren, insanlığa örnek ve önder olan Medine projelerini
hayata geçirmek için HİCRET etmek gerek!
HARAM ay olan Muharrem’i esas alıp;
Tüm Müslümanların –elbette tüm insanların- akıl, din, mal, can, namus
emniyetlerini HARAM/HÜRMET EDİLEN değer görüp birbirimizi sevip, saygı
gösterelim. Unutmayalım ki, iman etmeden cennete giremeyecek, birbirimiz
sevmeden iman edemeyeceğiz.
Sonuçta klişe ifadeyle AŞURA günü kader değildir. Matem gününün BAĞIMLI’sı
olunmamalı. Çünkü BAĞIMLI olmak İRADESİZLİKTİR. İRADE yoksa ibret almak, ders
çıkarmakta yoktur.
Müslüman olmanın gereği, İRADE sahibi olup, ENSAR-MUHACİR KARDEŞLİĞİNİ
yeniden gerçekleştirmektir. ÇÜNKÜ:
“Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina
gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” Saf suresi 4. ayet
Bu vesileyle, 1436. Hicri yılının İslam dünyasına kardeşlik ve vahdet, tüm
insanlığa barış ve huzur getirmesini yüce rabbimizden dilerim.
RÜŞTÜ KÖSE
İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi
Meslek Dersleri Öğretmeni
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra
korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü
Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal,46
MUTLULUĞUN RENKLERĠ
Doğumla başlayıp ölümle nihayetlenecek bir
yolculuktur hayat. Bu yolculukta uğradığımız limanlar
vardır. Hüzün limanları ile mutluluk limanları arasında
gidiş-gelişler yaşanır…
Hazırlığımız yolculuğa göre olmalıdır. Ki her
yola çıkan yola hazırlanır. Bu hazırlık hedeflenen
menzile göre farklı farklıdır. Mutluluk da bir menzildir,
ulaşılmak istenen nihai hedeftir. Ve bu hedefte
gemimizi sapa sağlam ulaştırmak da mutluluk limanını
hedefleyen görevidir.
Kimi zaman, yolculuğumuzda gemimiz
engellerle karşılaşabilir. Yolda dalgalar, fırtınalar bizi
yolumuzdan alıkoyabilir. Çaresizlik, korku, hüzün
etrafımızı sarabilir. Ancak hazırlık tamam, tedbirler alınmışsa bu badireler atlatılıp ulaşılan menzildeki
sevinç, hedefi kıymetlendirir.
Mesela; ciddi bir hastalığa yakalanan bir insanın hastalıktaki ecri düşünerek Rabbine şükre
ulaşması, gönlünü mutlu eder. Bir çiftçi tohumu eker, ürünü hasat edene kadar dolu, ayaz, fırtına
korkulu bir süreç geçirir. Nihayetinde ürününü hasat ettiğindeki duygularının, sevincinin tarifi yoktur.
Bir talebe, hedeflediği diplomaya ulaşana kadar birçok zorlukla karşılaşır. Çalışır, gayret eder… Zorlukları
birer birer aşar gün gelir diploması eline verilir. Tarifsiz bir mutluluktur hissettiği…
Elim bir kazada yararlanan hastasını hayata döndüren doktor, emek verdiği öğrencisinin istediği
meslek diplomasını veren öğretmen, kulluk yolculuğu sonrası kelime-i şehadetle, tebessümle biten bir
ömür. Kozadan çıkan kelebeğin uçuşu, rızkını alıp yuvasına dönen kuşun çığlıkları hepsi mutluluktur.
Yani mutluluk tektir. Fakat çok renklidir.
Bütün bunları yaşayan insanın şükür halinde olması gerekir. Yani şükretmek mutluluğun farklı bir
ifadesidir. Mutluluk adeta şükrümüzün nihayetinde gelen ödülümüzdür.
Zülâl SERT
Sevgili Hanzala,
Eğer bir yerden başlamak gerekiyorsa susarak başlıyorum. Derin bir sessizliğe
boğularak, çare gelmez ellerimize bakarak ve kuruyan gözlerimize inatla… Eğer bir şey
yazmak gerekiyorsa yazmalıyız sonsuz kez. Sizi yazmalı, sizi okumalı ve sizi anlatmalıyız.
Bu mektup ulaşmalı daha nice Hanzalalara. Postacı varmalı Mescid-i Aksa’ya ve ayakta
alkışlanan, yüzyıllara konu olan bir direniş görmeli bu dünya.
Uzattığınız zeytin dalını kırdılar değil mi? Tuttuğunuz dalı kestiler. Hayallerinizi,
mutluluğunuz ve hatta oyuncak bebeklerinizi bile çaldılar değil mi o en ufak vicdan
kırıntısı bile kalmamış kalpleriyle? Tabi kalp de denemez ya ona işte. Sonsuz imanınızla
yürüyün üzerlerine. Dualarımız, dualarınıza karışsın. Bir Kudüs gücü gelsin hepimize.
Dünya ne tuhaf değil mi kardeşim? Biri acı çeker, diğeri fotoğrafını ve milyonlarca insan
seyreder o acıyı. Bu mektup ulaşırsa eğer sadece şunu bil ki bizi de uyutmaz bu acı,
gecelerimizi çalar, ışığımızı söndürür, içimizi acıtır.
Filistin’i Filistin yapan, bombalara taş atan cesur yürekli kardeşim. Aslında hepimiz
Filistin’imin küçük elleri taş değil kalem tutsun, elinizden zorla alınan vatanınızın ebediye
kadar sizin kalmasını isteriz. Çok şey istemiyoruz değil mi kardeşim?
Siz orda üşüyünce bizde üşüyoruz. Selamlamadıkça yıldızlar sizi güneşi göremiyoruz.
Çünkü mermileri oyuncak, kefeni gelinlik yapmış kardeşlerimiz geliyor aklımıza. Bir kez
daha ağlıyoruz ama inanın Hanzalaları, Esmaları hiç unutmuyoruz. Mescid-i Aksa’yı
koruduğunuz gibi bizde sizi korumak istiyoruz. Bir taş da biz atmak, direnişe bir bayrak
da biz kaldırmak istiyoruz. Belki yapamıyoruz hiç birini ama en içten dualarımızı yolluyor,
Allah’ın selamıyla selamlıyoruz.
Kelamım yetmez sonlara, o yüzden bir şiirle
bitiriyorum.
Tur dağını yaĢa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs‟ü kol saati gibi taĢıyorum
Ayarlanmadan Kudüs‟e
BoĢa vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar.
Adam baba olunca
Ġçinde bir Kudüs canlanır
Yürü kardeĢim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.
Nuri PAKDĠL
Sevgilerimle
Şevval Zeynep TURGUT
HÜZÜN
Var mıdır özlemin böylesi, benzerin senin
Sesinden gözlerine derin hüzünlerdeyim
AkıĢına bıraksam akmıyor sanki zaman
Sürgün ettiğin baĢka iklimlerdeyim
KuĢlar mı uçuyor ne turnalar hep gökyüzünde
Ġnceden hep derinden sevmekteyim seni yine
Soruyorlar adın ne diye
Güzüm diyorum, aĢığım güze
En çok yakan içimi gidiĢin değil senin
Sessizliğin büsbütün dokunan kalbime
Sonra gülüĢün biraz, biraz gözlerin
Tutukluyum aklımdaki yandan çehrene
BaĢtan aĢağı hüzün sonbahar yine
Usulca dökülen sevinçleriyle
Karamsardır biraz, yarası derinde
Ölüm gibi kimsesiz ve sessizce
ALEYNA YĠĞĠT
ĠMAM HATĠP‟TE ÖĞRENCĠ OLMAK
“Gülümsemek sadakadır.” Cümlesini hayat felsefesi
kabul etmiĢ insanlarla bir arada olmak baĢka türlü huzur
veriyor insana. Allah rızası için sizinle ilgilenen
öğretmenlerin size verdiği değerle bin kat daha mutlu olup,
kat kat olan koruma tabakanıza bir kat daha eklersiniz.
Okulun koridorlarında yükselen Arapça makamlar
ruhunuza bir bayramın huzurunu tattırır.
Etrafınız, “ Allah görüyor.” diyenlerle doluyken
sırtınızı istediğiniz yere dönebilirsiniz. Ağlarken, “ Tüm bu
gözyaĢların günahlarını döker, rahat ol sen.” diyen dostlarla
hayata tutunmak çok da zor olmasa gerek.
Test kitaplarının arasında mantığın kafa törpüleyen kısmını
birkaç dakika kenara koyup Kur‟an‟ı ustaca okuyan
öğretmenlerden dinlemenin tadı baĢka yerde yoktur. Öğle
aralarının, namaz saatini de içermesi baĢka bir okulun
programında olamazdı. Mescide gidip öğretmenlerle omuz
omuza durup burada sadece kuluz iĢte, diyebilmek
bambaĢkadır. Allah kabul etsin hocam, diyerek
gülümsemenin verdiği sıcaklık okulun koridorlarını
süslemektedir.
Geleneği ihyâ geleceği inĢâ niyetiyle yola çıkan tüm
yolculara selam olsun.
ĠPEK SÖZER
AKSA
Çiğnediler mi seni o koca botlarla
Ġncittiler mi seni o kalın sopalarla
Ey Aksa‟m güzel Aksa‟m
Ben sana hangi yüzle baksam
Yakıp yıktılar seni
Söyle nasıl dayansam
Bu acılı gönlümü
Hangi dağlara vursam
Ġlk sana döndüm yüzümü
ġimdi sırtımı dönmüĢüm
Allah sesi kesilmiĢ
Sanki ben de ölmüĢüm
MERT CAN CANLI
GÜL AġKTIR
“İlla birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin.
Gördüğünü herkes sever ama sen asıl görmediklerini seveceksin.
Sözde değil özde aşk istiyorsan şayet tene değil cana değeceksin”
diyor sevgili Rumi.
Kalbini dökmüş yazılarına. Öyle saf, öyle gerçek… İlla
dünyalık aşk arıyorsan güzelliğe bakmayacaksın. Kalbine
bakacaksın, imanına… O dünyalığın seni görmeden sevdiğin
Sevgili‟ye
bağlıyorsa,
ayırmayacaksın
ahrettedir
çünkü. Bütün
görmeden
yollarınızı.
Hakikat
sevdiklerimizle
orada
buluşuruz. Yusuf oradadır. İsa oradadır. Güllerin Efendisi;
Habib‟imiz oradadır çünkü… Biz seni görmeden sevdik Ya
Rasulullah. Ne mutlu ki bizi onlara bağlayan dünyalığımız
varsa… Ne mutlu ki ellerimizi göğe açtığımızda dualarımızı
dolduran güller var ise… Ve yine ne mutlu ki, o güller solan
güller değil. O güller dünyada da olduğu gibi bir sembol. Aşk
demek gül. Aşk solar mı hiç? Bir kere koklarsınız gülü, unutur
musunuz kokusunu? Unutulmaz. Yineliyorum; gül aşktır. Gül hiç
görmediğiniz birine bağlılıktır. Gül, bağlı olduğunuzla sizi asıl
Sevgili‟ye
götürendir.
Eğer
ki
o
seviyorum
dediğiniz
uzaklaştırıyorsa sizi Rabb‟den, Habibullah‟dan, ayrılığın vakti
gelmiş demektir…
Gül aşktır azizim. Gül, bizi görmediklerimize bağlar. Ya
Rasulullah biz senin ümmetin; biz seni görmeden sevdik.
Münevver ÇAĞMAN
SESSĠZLĠĞĠN ÇIĞLIĞI
Pırıl pırıl parlayan güneĢin altında, mor leylakların açtığı ara ara dağ
menekĢeleriyle süslenen ve geniĢ gövdeli uzun çınarların, yeĢil çamların arasında o
güzelim yayla. O, bir dağ evinde dünyaya geldi. Tahta merdivenler, kerpiç
duvarlardan örülmüĢ sıcacık bir dağ evi. Bu evde çok sevdiği minik kedisi ve
ahırdaki küçük kuzucuları onun en yakın arkadaĢlarıydı. Malum yaylalarda pek sık
ev bulunmaz, sıcak dostlukların bulunması da pek mümkün değil. Ama o zaten
bunun eksikliğini hissetmiyordu ki. Minik kedisi, ahırdaki kuzusu, ineği, kümesteki
tavuğu hepsi zaten onun dostu değil miydi? Tomari yaprakları arasında esen ılık
meltemler saçlarının her bir telini nazikçe okĢar gibiydi. Her gün dolu dolu geçerdi.
Bir yaĢlı annesi bir de yaĢlı babası vardı. Diğer kardeĢleri bir kuĢ misali yuvalarını
kurup gitmiĢlerdi. Hayvanları otlatırken ağaçların gölgesinde bezden bebeği ile
oynadığı tek oyun evcilikti.
Günler böyle sıcak, mutlu, huzurlu geçerken bir gün teyzem dediği bir
akrabası çıkageldi. Sevinmeli miydi, üzülmeli miydi?
Ġçinden bir ses teyzesinin geliĢinin hayatının dönüm
noktası olacağını söylüyordu. YanılmamıĢtı. Büyükler
aralarında
anlaĢıp
karar
vermiĢlerdi.
Ağaçların
gölgesinde adına evcilik dediği oyun gerçek oluyordu.
Bilmediği yerlerde bilmediği insanlarla yaĢamak…
Evden
ayrılırken
dört
kelime
vardı
kafasında:
“Gelinlikle giden kefenle çıkar.”
Bu düĢüncelerle kuruldu yuva, daha yuvanın
anlamını bilmeden. Kendi çocukken çocuklarıyla
büyüdü, geliĢti. Evcilik oyunu kadar eğlenceli değildi
bu durum. Ġlk tokadı ilk çocuğu kucağındayken sadece
sütü taĢırdığı için yemiĢti. O tokat yüzüne değil
gönlüne inmiĢ bir darbe misali Sultan‟ın umutlarını
birer birer yok ediyordu.
Ama bunu karĢısındaki his yoksunu insanlar
nerden anlayacaktı? Ardı ardına gelen dayaklar. Kaç gece aç yattığını, kaç gece
gözyaĢlarını yüreğine akıttığını bir Allah biliyordu bir de Sultan.
Altı evlat vermiĢti Sultan. Onun değerini sadece evlatları biliyordu. En çok da
onun sayesinde hayata tutunduğu, annesine her daim destek olan, güç timsali biricik
oğlu. Hayatın bir imtihan olduğunun farkındaydı Sultan ve Ģunu çok iyi biliyordu
“Allah sabredenler beraber.” Oğlunun ölümünü metanetle karĢıladı. Rabbi onunla
beraberdi, hiçbir dert bükemezdi yüreğini.
Daha çocukken girdiği bu evde Sultan artık
istenmeyen kadın olmuĢtu. Eskiden darbeler bedenine
gelirken Ģimdi yüreğine geliyordu. Bir paçavra gibi
buruĢturulup bir kenara atılıyordu. Kocası onu
istemiyordu. Sultan hiç tatmadığı sevgiyi bir baĢkası
tadıyordu. Elinde bavulu, birkaç parça eĢyasıyla baba
ocağına dönmüĢtü. Ama ne kedisi ne tavukları ne de
anne ve babası vardı. Kırık bir ayna parçasında
kendine
baktığında
yüzendeki
derin
çizgiler,
saçlarındaki aklar geçen yılların acımasızlığını ona bir
kez daha göstermiĢti.
“Allah
sabredenlerle
beraberdir.”
Bu
söz
yüreğini ferahlatıyordu. ġu ayetler dudaklarından
hece hece yağmur damlası gibi dökülüyor: “ O halde sabret çünkü Allah‟ın vaadi
haktır. Hem günahından dolayı istiğfar et ve akĢam sabah rabbini hamd ile tespih
et.”
Sultan‟ı gerçek aĢka sürükleyen belki de farkında olmadan adım adım
Allah‟a yaklaĢtıran o üç kelimede saklıydı. Herkesin arayıp da bulamadığı sadece
sözlere mahkûm ettiği tam manasıyla hayatına yansıtamadığı o gerçek aĢkı Sultan
bulmuĢtu.
MERVE KÖKER
HAYAT
UzamıĢ hayatlar
KısalmıĢ insanlıklar
Vefasızlık olağan
Hayâsızlık modernlik olmuĢ
ÇoğalmıĢ iki günlük dostlar
Birbirini sevmez olmuĢ insanlar
Sonu gelmiĢ umutlar
Nesli tükenmiĢ duygular
TUĞBA NUR KARA
HER GÜNE YENĠDEN BAġLA
Her gün, bir sonraki günün dünü
aynı zamanda dünün de yarınıdır.
Her geçen gün dün niteliğindeyse
geçmiş; yarın niteliğindeyse gelecektir.
İnsan dün üzüldüyse yarından
mutluluk bekler hâlbuki farkında olmaz
dün de önden önceki günün yarınıydı.
Her güne yeniden başlayamaz insan.
Çünkü hep bir bekleyiş içindedir. Üzülür,
bekler. Sevinir, bekler. Üzülürse dünü
kötü sayar, mutluysa yarını güzel. Hayat
gelecekten ibaret, gelecekse insana neyi
getirecek belli değil. Mutlu olmayı bilmeli
insan dününü de yarınını da bugününü de
mutlu saymayı bilmeli. Dün üzüldüğü
mutsuz olduğu ne varsa ondan tecrübe
kazanıp yarınlarına yol vermeyi bilmeli.
İnsan yaşadıklarıyla tecrübe kazanır. Her tecrübe bir adımı daha da sağlamlaştırır.
Her dün tecrübedir. Fakat her yarın bir umut değil. Yarınlar şekillenmeyi bekler
yön almayı bekler dünlerse yarınları şekillendirmeyi bekler, gün vermeyi bekler.
Hiçbir dünde umutsuz olmamalı insan. Umutsuzluğa her davette umuda bir adım
daha yaklaşmayı bilmeli. Çünkü farkında olmalı umut olmasaydı umutsuzluk diye
bir şey olmazdı. Umutsuz bir dün, yarını güzelleştiremez her yarın dünün
yansımasıdır. Her dünü düşman, her yarını dost yapamayız.
Her güne yeniden başlamalı insan.
Her gün tekrar mutlu olmalı, her gün tekrar mutlu olmalı, her gün tekrar
şükretmeli, her gün tekrar tecrübe kazanmalı… Her gün tekrar birilerini affetmeli
her gün kırgınlıklarını, kızgınlıklarını bir kenara bırakmalı. İnsanın yaşı bellidir,
alacağı nefes bellidir. Fakat ölümün yaşı, insanın alacağı nefes kadardır.
Bugünlerimizi şehir ilan edersek fethedilecek çok şehir yaşanacak çok ülke var.
Yaren Feyza Nur Ayyıldız
BĠR ġAĠR, BĠR ġĠĠR: ĠBRAHĠM TENEKECĠ
1 Eylül 1970 tarihinde Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde doğdu. Lise
eğitimini yarıda bırakıp edebiyata yöneldi. Bir dönem kitapçılık yaptı. İlk şiiri
1988 yılında yayınlandı. Sonrasında ağırlıklı olarak Dergâh, Kırklar, Derkenar,
Merdiven, Endülüs, Kardelen, Düş Çınarı ve Kaşgar dergilerinde göründü. 199899 yılları arasında Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörü ve köşe yazarı olarak
çalıştı. Milli Gazete'de köşe yazarlığı ve düşünce sayfası editörlüğü yaptı. 20002005 yılları arasında, 36 sayı yayınlanan Kırklar dergisinin genel yayın
yönetmenliğini yaptı. Aynı yıllar içinde, Birey ve Birun yayınlarında dizi
editörlüğü yaptı. Kırk civarında şiir, hikâye ve deneme kitabının yayınlanmasına
vesile oldu. Ağır Misafir adlı eseriyle, 2008 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği
tarafından Yılın Şairi seçildi. Aynı yıl, Yılın Yazarı ödülünü de aldı. Evli ve beş
çocuk babasıdır.
DOKUNSALAR AĞLAYACAĞIM
„İyi‟ demek adettendir ya!
„İyiyim‟ dedim…
Değilim
Anlatılması zor bir duygu içimde ki
Her harf
Her kelime
Ve her cümle, olduğundan ya çok basit ya da daha karmaşık bir hale getiriyor
dilime
getiremediklerimi
Bir gün konuşmayı unutmak, sadece susmak istiyorum
Bir gün susmayı unutmak, olur olmaz konuşmak istiyorum
„Kime, neye konuşursan konuş‟ diyorum…
Yeter ki susma!
Hiçbir söz yetmiyor, beni 'bana' anlatmama…
Dinleyemiyorum kendimi, acımadan içim…
Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu…
Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça…
Bir anlık değil, boğulduğum bilinmezlik
Acısı çıkıyor sustuklarımın
Oysa ben iyiyim görünürde!
Anlamını içime çeke çeke mutluluğa erişemiyorum
Ya hep ben fazla geldim ya da hep bir şeyler eksik kaldı…
Şimdi iyi olan ne varsa, üzerine çizgi çekemediğim kırgınlıklar sarıyor dört yanını
Ve ben,
İyi olmanın eşiğinde, korkulara kapılıyorum anlamadığım bir biçimde…
Sebebim yok
Belki de çok…
Biliyorum;
Ben bile kendimi anlayamıyorken anlaşılmayı beklemek, hayalden de öte
Ben kendimi,
Görmüyorum
Duymuyorum
Ve bilmiyorum…
Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu…
Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça…
Dünyaya biraz düĢkün olduğum vakit,
Telefonumun „hatırlatmalar‟ bölümüne “ölüm var”
yazıyorum.
Böylece, saat baĢı uyarı geliyor: Ölüm var!
SÜEDA ġAġKIN
VERMEYĠNCE MA‟BUD NEYLESĠN SULTAN MAHMUD
İçimizde bu sözü duymayan hemen hemen hiç kimse yoktur. İsterseniz bu
sözün ne sebepten söylendiğine değinelim.
Sultan Mahmud devrinde “Tıkandı Baba” namı ile bilinen bir zat varmış.
Padişah bu adamın niçin bu lakap ile anıldığını merak etmiş ve işin doğrusunu
öğrenmesi için bir memur göndermiş. Meğer adam nasipsizliği ile meşhurmuş. O
kadar ki: Çeşmeden su doldurmaya gitse kurna tıkanır, bir şey almak için pazara
gitse ona sıra gelmeden tükenirmiş.
Padişah bu şahsı sevindirmek için bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimin
altına da bir altın konulmasını emretmiş. Sonra da bu tepsiyi sanki bir zengin
konağından geliyormuş gibi göndertmiş. Tıkandı Baba:”Bir tepsi baklavayı bir
günde yiyip bitirmektense, satıp parası ile bir hafta idare ederim.” deyip,
komşusuna satmış.
Durumu haber alan padişah üzülmüş ama yine de bu zavallı adama yardım
etmek istediği için ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırmış ve
içerisini altın ile doldurarak babaya göndertmiş. Daha önce baklavayı satın alan
kurnaz komşu kapıya gelip:
-Bre Tıkandı Baba, sen bir garip adamsın, tek başına bu hindiyi nasıl
yiyeceksin? Gel sen bu hindiyi bana sat, demiş ve onu da satın almış. Padişah yine
çok üzülmüş. Bu defa babayı saraya çağırmış ve ona son bir fırsat daha vermek
için hazine odasından altın dolu bir sandık bir de kürek getirilmesini söylemiş.
Sandık ve kürek geldiğinde padişah:
—Al şu küreği ve sandığa daldır. Ne kadar altın alabilirsen hepsi senindir,
demiş.
Bu durum karşısında çok mutlu olan baba, sevinçten titreyerek küreği sandığa
daldırmış, sonra da itina ile kaldırmış. Ancak küreği ters tuttuğu için sap kısmında
sadece bir tek altın kalmış. Bunun üzerine Sultan şöyle demiş:
—Vermeyince ma‟bud, neylesin Sultan Mahmud.
Deniz Dilek ÖZPINAR
EDEBĠYAT HABER
Necip Fazıl Kısakürek'in kültürel ve manevi mirasını yaĢatmak amacıyla bu yıl ilki düzenlenen
Necip Fazıl Ödülleri sahipleriye buluĢtu.
Yazarlar Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu, Hicabi Kırlangıç, şair Osman Konuk ile öğretim üyeleri
Prof. Dr. Turan Karataş ve Prof. Dr. M. Fatih Andı‟dan oluşan jüri üyeleri şiir, hikaye, roman,
deneme, fikir ve araştırma dallarında yayınlanmış eserleri incelemeye aldı.
NECĠP FAZIL ġĠĠR ÖDÜLÜ-HÜSEYİN ATLANSOY
Hüseyin Atlansoy, Türk Şiirinde ana akıma mensup kurduğu yeni şiir diliyle Modern Türk Şiiri'nde
yerini almış bir şairdir."Şiir olmasaydı bir hayatım olmazdı" diyecek kadar şiiri hayatının en önemli
meselesi olduğunu ifade etmektedir. İlk kitabı, “İntihar İlacı”ndan son kitabı “Karşılama Töreni”ne
kadar, 30 yıldır Türk Şiirii'nin burçlarından biri olarak eser vermeyi sürdürmektedir. "Balkon
Çıkmazında Efendilik Tarihi"nin şairi, çıkmazlardan büyük bir eser ortaya koyan Hüseyin Atlansoy‟a
Necip Fazıl Şiir Ödülü verilmesine karar verilmiştir.
NECĠP FAZIL HĠKÂYE ÖDÜLÜ-GÜRAY SÜNGÜ
“Deli Gömleği” ve “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” kitaplarında yer alan öykülerinde
yerli hayata çevrilen dikkatiyle ve tüketip durduğumuz yaşamalar içinde ihmal ettiğimiz insani
yanımıza ışık düşüren; kendi kuşağı içinde belirginleşen; farklı anlatma tekniği arayışlarıyla ve dili
ayrıntılara inen bir biçimde kullanma titizliğiyle Türk öyküsüne yeni imkanlar sunan Güray
Süngü‟ye “Necip Fazıl Hikaye Ödülü” verilmesine karar verilmiştir.
NECĠP FAZIL SAYGI ÖDÜLÜ-NURİ PAKDİL
Çıkardığı Edebiyat dergisiyle, on yıllarca yazıp yayımladığı Biat, Batı Notları, Bir Yazarın Notları,
Bağlanma gibi etkileyici düşünce hayatına taze bir soluk getiren, yeni edebi oluşumların
doğmasına kaynaklık eden; bir neslin uyanışına, yetişmesine, bilinç kazanmasına öncülük eden;
çıktığı düşünce ve edebiyat yolculuğundaki yürüyüşünü, temsil ettiği düşünsel duruşunu
bozmadan sürdüren Nuri Pakdil‟e “Necip Fazıl Saygı Ödülü” verilmesine karar verilmiştir.
NECĠP FAZIL FĠKĠR-ARAġTIRMA ÖDÜLÜ-İSMAİL E. ERÜNSAL
Osmanlılarda entelektüel hayat üzerine arşiv kaynaklarına dayalı son derece önemli çalışmalar
yapan Prof. Dr. İsmail Erünsal, 2013 yılının sonlarında yayımlanan Osmanlılarda Sahaflık ve
Sahaflar adlı son eserinde sahaflığın XVI. asırdan başlayarak yaklaşık dört asırlık tarihini ele almıştır.
İstanbul, Bursa ve Edirne‟ye ait üç bin civarında mahkeme defteri taranarak elde edilen iki yüz
civarında sahaf terekesi ve binlerce arşiv belgesinin kullanıldığı eser, Osmanlı kültüründe
sahaflığın yeri, sahafların kitap temin etme süreçleri, ekonomik durumları, müşterileri, kitap
fiyatları, kitap müzayedeleri, kitap kültürünün yaygınlaşmasında hattat, müstensih ve mücellitlerin
rolleri, yabancılara yapılan kitap satışları gibi konularda benzersiz bir kaynaktır.
NECĠP FAZIL FĠKĠR-ARAġTIRMA ÖDÜLÜ-GÜLRU NECİPOĞLU
Harvard Üniversitesi Sanat ve Mimarlık Tarihi Bölümü’nden doktorasını alan ve halen aynı
üniversitede Ağa Han Ġslam Sanatı Kürsüsü profesörü ve Ağa Han Ġslam Mimarisi Programı’nın
direktörü olarak görev yapan Gülru Necipoğlu, genel olarak Ġslam sanatı, özel olarak Osmanlı
Sanatı üzerine yaptığı önemli çalıĢmalarla milletlerarası ilim çevrelerinde haklı bir Ģöhrete
sahiptir.
NE OKUYALIM?
SERRANUR GÜNDOĞDU
Hasbihâl
Ġsminden bahsederken cismin gelmiyor aklıma
Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz
Sen dokunmak isterken yüreğimdeki saklıma
Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz
Kelimelerimiz çarpıĢırken tenha bir köĢede
Cümle kurmaya mecalimiz yok dilde
Efsunludur derler senin için onu bilmem de
Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz
Ali TAġKIR
Yönetmen:Ahmet ULUCAY
Tür:Komedi,Drama
Senaryo:Ahmet ULUCAY
Yıl:2004
IMDB:7,9
Oyuncular: Fizuli Caferof, Gülayşe Erkoç,Hasbiye Günay
Yakın bir zaman önce sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Uluçay'ın belki de tüm
yaşamını özetleyebilecek bir isme sahip olan "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"
isimli bu filmi aslında tam bir gönül hikayesi. Kendi özyaşam öyküsünün beyazperdeye
aktarıldığı bu yapım da aslında "olmayacak işler için boşuna uğraşmak" diye
kullanılan bu tabir ile Uluçay'ın yaşamı ve sinemasına gönderme yapıldığı aşikar.
Karpuzcu Mustafa'nın sarf ettiği bu söz şu soruyu akla getiriyor: Herkesin hayatında
olmayacağını bile bile hayal ettiği şeyler yok mudur? Recep ve Mehmet 60'lı yıllarda
Tepecik adlı bir köyde yaşayan iki kafadardır. Yaz aylarını herkes gibi aylak aylak
geçirmemek için yakındaki kasabada çıraklık yaparlar. Recep bir karpuzcunun,
Mehmet ise bir berberin yanında çalışır. Hayat hep böyle mi geçecektir, bir karpuzcu
ve berber olma uğruna çalışan İki çocuğun ufku ne o köye ne de kasabaya sığmayacak
kadar geniştir. Boş kalan tüm zamanlarını terk edilmiş bir ahırda film projeksiyon
makinesi yapmaya çalışarak geçirirler. Kimsenin umursamadığı bu uğraşlarında tek bir
destekçileri vardır, köyün delisi Ömer. O yaz sandıklarından çok daha fazla
genişletecektir ufuklarını. Recep, kelek çıkan karpuzları toplamaya gelen Nezihe ile
ahbap olur ve kadının evine arada bir yemek yemek için gidip gelmeye başlar. Tüm
hayallerinin ötesinde bir duyguyla tanışır ve aşık olur. Aşk, iş, hayaller... Bu iki çocuk
için Tepecikli köyünde ömürleri boyunca unutamayacakları bir yaz yaşanmaktadır.
Ahmet Uluçay, "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" adlı bu eseriyle sinema tarihine
ölümsüz bir eser kazandırmış oldu.
YAREN FEYZANUR AYYILDIZ
““E
Eğğiittiim
m,, ööğğrreettiim
m,, aarraaşşttıırrm
maa vvee ttoopplluum
maa hhiizzm
meett ffaaaalliiyyeettlleerrii iillee kküürreesseell
ddüüzzeeyyddee lliiddeerrlliikk eeddeenn,, üürreettttiikklleerriinnii iinnssaannllıığğıınn yyaarraarrıınnaa ssuunnaann,, eettiikk ddeeğğeerrlleerree
ssaayyggııllıı,, yyaarraattııccıı,, bbaağğıım
mssıızz vvee eelleeşşttiirreell ddüüşşüünneebbiilleenn bbiirreeyylleerr yyeettiişşttiirreenn bbiirr
üünniivveerrssiittee oollm
maakk..”” m
miissyyoonnuuyyllaa yyoollaa ççııkkaann üünniivveerrssiittee 1166 O
Occaakk 11888833
ttaarriihhiinnddeenn iittiibbaarreenn 1166 ffaakküüllttee,,1111 eennssttiittüü,,55 yyüükksseekkookkuull,,44 m
meesslleekk
yyüükksseekkookkuulluu
iillee
eeğğiittiim
ddeevvaam
eettm
mee
m
meekktteeddiirr..
B
BİİR
RB
BA
AK
KIIŞŞTTA
AM
MA
AR
RM
MA
AR
RA
AÜ
ÜN
NİİV
VE
ER
RSSİİTTE
ESSİİ
M
Maarrm
maarraa Ü
Ünniivveerrssiitteessii,, üüllkkeem
miizziinn eenn kköökkllüü eeğğiittiim
m kkuurruum
mllaarrıınnıınn bbaaĢĢıınnddaa ggeellm
meekktteeddiirr.. 1166
O
Occaakk 11888833 ttaarriihhiinnddee H
Haam
miiddiiyyee T
Tiiccaarreett M
Meekktteebb--ii Â
Âlliissii iissm
mii aallttıınnddaa T
Tiiccaarreett vvee Z
Ziirraaaatt O
Orrm
maann vvee
M
Maaaaddiinn N
Neezzaarreettii‟‟nnee bbaağğllıı oollaarraakk C
Caağğaallooğğlluu‟‟nnddaa ĠĠssttaannbbuull K
Kıızz L
Liisseessii‟‟nniinn aarrkkaassıınnddaakkii bbiirr eevvddee
eeğğiittiim
mee bbaaĢĢllaam
mııĢĢ oollaann M
Maarrm
maarraa Ü
Ünniivveerrssiitteessii iillkk m
meezzuunnllaarrıınnıı ((1133 kkiiĢĢii)) 11888877‟‟ddee vveerrm
miiĢĢttiirr..
K
Kuurruum
m,,11995599 yyııllıınnddaa ĠĠssttaannbbuull ĠĠkkttiissaaddii vvee T
Tiiccaarrii ĠĠlliim
mlleerr A
Akkaaddeem
miissii hhaalliinnee ddöönnüüĢĢm
müüĢĢ,, 11998822
yyııllıınnddaa ggeerrççeekklleeĢĢttiirriilleenn ddüüzzeennlleem
meelleerrllee ddee M
Maarrm
maarraa Ü
Ünniivveerrssiitteessii aaddııyyllaa T
Tüürrkk Y
Yüükksseekkööğğrreettiim
m
K
Kuurruum
mllaarrıı aarraassıınnddaakkii yyeerriinnii aallm
mııĢĢttıırr..
M
Maarrm
maarraa Ü
Ünniivveerrssiitteessii,, 11998822 –– 11998833 eeğğiittiim
m vvee ööğğrreettiim
m yyııllıınnddaa 99 ffaakküüllttee,, 11 yyüükksseekkookkuull,, 11 eennssttiittüü
iillee eeğğiittiim
m vvee ööğğrreettiim
mee bbaaĢĢllaam
mııĢĢttıırr.. B
Buuggüünn ffaakküüllttee ssaayyııssıı 1166‟‟yyaa,, yyüükksseekkookkuull ssaayyııssıı 99‟‟aa,, eennssttiittüü
ssaayyııssıı ddaa 1111‟‟ee yyüükksseellm
miiĢĢttiirr.. Ü
Ünniivveerrssiitteem
miizzddee hhaalleenn aaççııkk oollaann öönnlliissaannss vvee lliissaannss pprrooggrraam
m ssaayyııssıı
119999‟‟dduurr..
M
Maarrm
maarraa Ü
Ünniivveerrssiitteessii,, T
Tüürrkkiiyyee‟‟nniinn bbiilliim
msseell bbiirriikkiim
miinnee 33..000000‟‟ee yyaakkıınn ööğğrreettiim
m eelleem
maannıı vvee
7700..000000‟‟nniinn üüzzeerriinnddee ööğğrreenncciissiiyyllee kkaattkkııddaa bbuulluunnm
maayyaa ççaallııĢĢaann öönneem
mllii yyüükksseekkööğğrreettiim
m
kkuurruum
l
a
r
ı
n
d
a
n
b
i
r
i
d
i
r
.
Ġ
k
t
i
s
a
t
,
Ġ
Ģ
l
e
t
m
e
,
S
i
y
a
s
a
l
B
i
l
g
i
l
e
r
,
M
ü
h
e
n
d
i
s
l
i
k
,
T
ı
p
,
D
i
Ģ
H
e
k
i
m
l
i
ğ
i
,
G
ü
z
e
mlarından biridir. Ġktisat, ĠĢletme, Siyasal Bilgiler, Mühendislik, Tıp, DiĢ Hekimliği, Güzell
SSaannaattllaarr vvee ĠĠllaahhiiyyaatt FFaakküülltteelleerrii bbaaĢĢttaa oollm
maakk üüzzeerree aakkaaddeem
miikk bbiirriim
mlleerrddee T
Tüürrkkççee,, ĠĠnnggiilliizzccee,,
FFrraannssıızzccaa,, A
Allm
maannccaa vvee A
Arraappççaaddaann oolluuĢĢaann 55 ddiillddee eeğğiittiim
mii bbüünnyyeessiinnddee ttooppllaayyaann M
Maarrm
maarraa
Ü
Ünniivveerrssiitteessii,, bbuu öözzeelllliiğğii iillee T
Tüürrkkiiyyee‟‟nniinn tteekk ççookk ddiillllii üünniivveerrssiitteessiiddiirr..
A
Ayynnıı zzaam
maannddaa üünniivveerrssiittee,, öönnüüm
müüzzddeekkii yyııllllaarrddaa ĠĠssttaannbbuull‟‟uunn ffaarrkkllıı sseem
mttlleerriinnddee bbuulluunnaann 1144
ffaakküülltteeyyii tteekk bbiirr kkaam
mppüüssttee ttooppllaayyaaccaakk ddeevv bbiirr pprroojjeeyyee iim
mzzaa aattttıı.. K
Kaam
mppüüss,, ĢĢeehhiirr m
meerrkkeezziinnddee
33220000 ddöönnüüm
mllüükk bbiirr aallaannaannaa yyaappııllaaccaakk..A
Ayyrrııccaa yyaappııllaaccaakk yyeennii kkaam
mppüüss,,ööğğrreennccii vvee
aakkaaddeem
miissyyeennlleerree m
meettrroo iillee kkoollaayy uullaaĢĢıım
m vvee ssoossyyaall tteessiisslleerrddee kkaalliitteellii vvaakkiitt ggeeççiirrm
mee iim
mkkaannıı
ttaannııyyoorr..
K
Kaam
mppüüssttee m
meerrkkeezz kküüttüüpphhaannee iillee bbiirrlliikkttee ççookk ssaayyııddaa aarraaĢĢttıırrm
maa llaabboorraattuuaarrıı vvee uuyygguullaam
maa
m
meerrkkeezziiddee hhiizzm
meettee ssuunnuullaaccaakk..
SSE
ER
RR
RA
AN
NU
UR
RG
GÜ
ÜN
ND
DO
OĞ
ĞD
DU
U
Rehnüma: Öğrenim hayatınızda sizin için en değerli
öğretmeniniz kimdir?
Rehnüma:Öğrenim hayatınızda sizin için en değerli
öğretmeniniz kimdir?
Ali Kaya: İlkokul öğretmenim Gülsüm Demirkesen.
Muharrem Karagöz: Coğrafya öğretmenim İsmail Azmi
Başlı
Rehnüma: Öğrencilik yıllarınızda öğretmen olmayı
düşündünüz mü? Düşündüyseniz o yıllarda istediğiniz
öğretmen profilini oluşturabildiniz mi?
Rehnüma:Öğrencilik yıllarınızda öğretmen olmayı
düşündünüz mü?Düşündüyseniz o yıllarda istediğiniz
öğretmen profilini oluşturabildiniz mi?
Ali Kaya:Öğrencilik yıllarımda öğretmen olmayı
düşünüyordum.O yıllarda istediğim profili oluşturdum
sayılır.Ama tam anlamıyla oluşturduğum söylenemez.
Muharrem Karagöz:Düşündüm.Öğrencilik yıllarımda
düşündüğüm profili hemen hemen oluşturuyorum.
Rehnüma:Öğretme yönteminiz teori ağırlıklı mı yoksa
teoriyi pratikle birleştirerek mi öğretirsiniz?
Rehnüma: Öğretme yönteminiz teori ağırlıklı mı yoksa
teoriyi pratikle birleştirerek mi öğretirsiniz?
Ali Kaya:Mümkün olduğu kadar teoriyi pratikleştirerek
anlatmaya çalışırım sonuçta temel amacımız öğrencinin
anlayabilmesini sağlamaktır.
Muharrem Karagöz:Zaten branşımda görsel içerikli bir
ders olduğu için görselliği ön planda tutmaya
çalışırım.Böylece teoriyi pratikleştiririm.
Rehnüma:Öğretmen olduğunuz halde öğrenci
olduğunuzu düşünüyor musunuz?Düşünüyorsanız eğer
öğretmenken öğrencilikten kastınız nedir?
Rehnüma:Öğretmen olduğunuz halde öğrenci
olduğunuzu düşünüyor musunuz?Düşünüyorsanız eğer
öğretmenken öğrencilikten kastınız nedir?
Ali Kaya:Bir öğretmenin sürekli kendini öğreneceği yeni
bilgilerle yenilemesi gerekir.Ayrıca her şeyi bildiğini
söyleyen hiçbir şey bilmiyordur.
Muharrem Karagöz:Tabi ki.Hayat boyu öğrenciliğin
devam ettiğini düşünüyorum.Özellikle bir öğretmen
kendini yeni bilgilerle yenilemelidir.
Rehnüma:Sizce bir öğretmenin kendi alanında iyi olması
yeterli midir yoksa her alanda az çok bilgisi olmalı
mıdır?
Rehnüma:Sizce bir öğretmenin kendi alanında iyi olması
yeterli midir yoksa her alanda az çok bilgisi olmalı
mıdır?
Ali Kaya:Yeterli değildir.Çünkü dersler birbirleriyle
bağlantılıdır.
Muharrem Karagöz:Yeterli değildir.İnsan psikolojisini iyi
bilmesi,sosyal iletişiminin iyi olması lazım.
Rehnüma:Eğer bir öğrenci sizin branşınızdan
hoşlanmıyor,hiç sevmiyor fakat çok da zeki ise
öğrenciyle ilgilenip ondaki cevheri ortaya çıkarmak için
uğraşır mısınız yoksa branşınızda başarılı öğrencilere mi
yönelirsiniz?
Rehnüma:Eğer bir öğrenci sizin branşınızdan
hoşlanmıyor,hiç sevmiyor fakat çok da zeki ise
öğrenciyle ilgilenip ondaki cevheri ortaya çıkarmak için
uğraşır mısınız yoksa branşınızda başarılı öğrencilere mi
yönelirsiniz?
Ali Kaya: Öğrencimi aşmaya çalışır onda dersle ilgili
merak uyandırmaya çalışırım.
Muharrem Karagöz: Öğrencimin ne kadar bilmesi
gerekiyorsa o kadarını öğretirim.
OKUL HABER
İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi okul aile birliği üyeleri 24 Kasım Öğretmenler
Günü dolayısıyla geleneksel olarak düzenledikleri programda okul
öğretmenlerine ve eşlerine yemek
verdi.
“NĠCE MUTLU GÜNLERE”
Yemek öncesi okul aile birliği
başkanı Süleyman Peker ve okul
öğrencisi 2 kızı yemeğe katılanlara
ilahiler ile fasıl verdi. Fasıl sonrası kısa
bir konuşma yapan İzmit Anadolu
İmam Hatip Lisesi Okul Müdürü
Ayhan Kılıç, „‟Bu mutlu günümüzde
tüm öğretmenlerimizin öğretmenler
günü kutlu olsun. Allah nice böyle
mutlu günleri bizlere yaşatsın.
Hepinize hayırlı geceler diliyorum‟‟
dedi. Ardından konuşan Peker,
„‟okul aile birliği olarak öğretmenler
gününüzü kutluyorum. Bu kutsal
görevinizde Allah her daim
yanınızda olsun‟‟ dedi.
İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde hentbolda ödül töreni yapıldı
İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde sınıflar arası hentbol turnuvası geçtiğimiz günlerde yapılan final
ve üçüncülük maçıyla noktalanmıştı. 11E sınıfının şampiyon olduğu turnuvada 9İ Sınıfı ikinci, 10B Sınıfı
da üçüncü sırayı aldı. Dereceye giren takımlar içinde okulda tören düzenlendi. Okulu Müdürü Ayhan
Kılıç, gençlerin her zaman spor yapmalarını istedi, bu turnuvaya katkı sağlayanlara teşekkür etti.