Müziğin İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkisi

Müziğin
İnsan Sağlığı
Üzerindeki
Etkisi
Sesin Tanımı
Kâinatta her şey titreşir. Dalga hareketlerini ortaya çıkaran titreşimlerinin herbiri, ses dalgaları olarak bilinir.
Ses dalgalarının ritmik desenleri, musikiyi ortaya çıkarır. Bu açıdan varlıkların aktiviteleri sırasında çıkardığı
ses titreşimleri, birer musikidir. Musiki sadece insana has değildir. Her varlık, musikisiyle birlikte yaratılır. Düşük
frekanslı ses dalgaları ihtiva eden kuş, su ve rüzgâr, uyku esnasındaki insanın beyin dalgalarına yakın dalgalar
ürettiğinden insanı dinlendirici tesirlere sahiptir. Duyguları incelten ve gönlü yumuşatan müzik türleri, asırlardan
beri tedavide kullanılmaktadır. Günümüzde araştırmacılar, beden ve zihin hastalıklarının tedavisinde müziğin
kullanılması konusunda hemfikirdir. Bu konuda yapılan birçok araştırma, doktor ve müzisyenlerin; depresyondan
kansere, yüksek tansiyondan kronik ağrılara, disleksiden akıl hastalıklarına, migrenden uyuşturucu madde
bağımlılığına kadar geniş bir sahada tedavi gayesiyle müziği kullandıklarını göstermektedir.
Yüzyıllar boyu insanlar, hastalıkların iyileştirilmesinde çeşitli tedavi yöntemleri kullanmışlar ve çare
aramışlardır. Müzik-terapi de en eski tedavi yöntemlerinden biri olup pek çok eski çağ medeniyetlerinde
kullanılmıştır. İlkel kabilelerin yaşayışlarında ruhi varlıklar önemli rol oynamış, hekimler çeşitli bitki, ilaç, müzik
ve dansı kullanarak hastalarını iyileştirmeye çalışmışlardır. Birçok toplumda hasta insan sağlığına kavuşmak için
kendisini bazı güçlere sahip olduğu düşünülen sihirbaza, rahibe teslim etmiştir. Hastalıkların kötü ruh veya cin adı
verilen varlıklar tarafından meydana getirildiğine inanılmıştır. Tedavi törenlerinde müzik, dans, ritim ve şarkılar
başlıca rol oynamış, hastanın kötü varlık ve ruhlardan kurtarılması tedavinin temelini teşkil etmiştir. Ses, müzik de
bu gizli varlıklarla haberleşmek için bir araç olarak görülmüş, ilaç, su ve otlar ise hastanın vücuduna girmiş olan
bu kötü varlıklarla mücadele için kullanılmıştır. Bunların ancak sihirbaz – doktor tarafından danslar, şarkılar ve
tütsülerle kullanıldığı zaman etkili olabileceğine inanılmıştır. Monoton bir ritm ile birlikte varlığın tepkisine göre
hızlı, yavaş, yumuşak veya sert melodi ikna edici sözlerle övülü şarkı ile müziğe refakat, müzikle tedavinin temelini
teşkil etmiştir.
Dünyanın en ünlü bateristlerinden İskoçyalı Evelyn Glennie ise, işitme engelli olmasına karşın, yere çıplak
basan ayakları ile hissettiği titreşimlerden müziği algılıyor! Yaşamının son yıllarında sağır olan klasik müziğin
devlerinden Beethoven da, beste yaparken çaldığı müziği hissedebilmek için, dişlerinin arasına sıkıştırdığı bir
tahtayı piyanonun rezonans kutusunun üstüne dayıyordu!
Müziğin insan fizyolojisi üzerindeki etkileri ve bu etkilemenin nasıl gerçekleştiği konusundaki bilgilere,
günümüzün çok gelişmiş teknolojileri ile beyin üzerinde yapılan araştırmalar sayesinde ulaşılıyor. Müziğin
beyindeki etkilerini anlamak, teknolojinin tüm gelişmişliğine karşın oldukça güç, ancak bir o kadar da önemli...
Beynin Frekans Dalgaları
Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875 yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz
otuz yıla rağmen bu konuda hala sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor. Taşıdığımız bir
sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı. “Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar sinirlendim ki onu parçalamak istedim;
duyduklarım beni o kadar rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda pek çok soru
oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki kalbim yerinden çıkacak…” Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz, ayrı dalga boyunda frekanslarda
titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını değiştiriyor. Kısacası Beyniniz bir radyo gibidir… elektrik dalgalarını alır ve yayar. Frekanslar, elektrik faaliyetlerinin
ölçüldüğü ve grafiğinin çıkarıldığı aralıklardır. Her şey bir ölçüde frekans yaydığı için frekanslar etrafınızı sarar
ve bedeninize bile nüfuz eder. Yeryüzünün ise kendine özgü frekansları vardır.
Bedeniniz hareket ettiğinde, bu hareketler etrafınıza iletilir. İyonosfer katmanı (buna iyonosferik kovuk da
denir) yaklaşık 9.5 cps’lik(saniyedeki devirler, 7.5 civarındaydı ama şimdi çok hızlı şekilde artıyor) frekansa
sahiptir. Bedeniniz 6.8 ve 9.5 Hz arasında titreşiyor. İskeletiniz ve iç organlarınızın birbiriyle uyumlu hareketleri
yaklaşık 8 ile 9 cps hızındadır. Bu da şu anlama gelir: bedeniniz ve iyonosferik kovuk toplamda eş zamanlı hareket
eder.
Gezegenle birlikte yankılanırsınız ve birbirinizle enerji alışverişinde bulunursunuz. Ne kadar uzaklıktan
enerjinizi yeryüzünün elektromanyetik kovuğuyla paylaşabilir ve enerjinizi yayabilirsiniz? Yaklaşık 40.000 km. ya
da gezegenin yaklaşık tüm çevre uzunluğu kadar. Başka bir deyişle, zihninizden ve bedeninizden gelen sinyaller bu
iyonosfer kovuğu vasıtasıyla tüm gezegene yaklaşık saniyenin yetmişte biri kadar hızda yayılır. İnsan bedenleri ve
çevre arasındaki frekans bağı nedeniyle güneş / ay / fırtına / gökgürültüsü ve insan davranışlarındaki değişiklikler
(mesela: dolunay deliliği) arasında bir ilişki vardır. Hatta benzer ilişki güneş ışınları ile hisse senedi fiyatları
arasında da buna benzer bir ilişki vardır. Sadece biz çevremizi etkilemiyoruz, çevremiz de bizi etkiliyor. Çünkü her
ikimiz de aynı frekansta (7-9.5 cps) titreşiyoruz. Ya da daha iyi bir ifadeyle biz ve gezegen aynı şekilde frekans
değiştiriyoruz.
Zihin gücü tekniklerini uygulamaya başladığınızda düşünceleriniz “bulanık geçici arzular” peşinde
olmadığında isteğiniz somut ve gerçek olur. Zihnin frekanslarını anladığınızda başkalarının düşünce dalgalarının
da kolaylıkla sizinkiyle uyumlu olduğunu göreceksiniz. Gezegensel frekans arttıkça sizin kişisel frekansınız da
artacak. Bu nedenle, gerçekleştirme gücünüzü daha kolay ve daha hızlı kullanabileceksiniz. Bu noktadaki şunu
bilmelisiniz ki içinde bulunduğumuz gezegenin modern zamanı zihin gücünüzü geliştirmek için en iyi zamandır.
İnsan beyninin yaptığı zihinsel aktiviteye göre belli frekansları vardır.
Beta :
Alfa :
Teta :
Delta:
14-30 cps – zihin fiziksel bir aktivite ile meşgulse ya da tetikteyse
7-13 cps – hayal kurduğunuzda ya da düşüncelere daldığınızda
3.5-7 cps – uyuya kaldığınız an
0.5-3.5 cps – en derin uykuya daldığınız an
Frekansları Teta’dan Alfa’ya be Beta’ya değişmesine dikkat edin. Nasıl arttığını fark ettiniz mi? Gezegenin
frekansı artıyor…bu gezegeninde uyandığı anlamına gelir mi?.Düşüncelerinizin sizin ve çevreniz üzerinde farklı
etkileri olur.
Alfa ve Teta durumu özellikle en yararlı olanlarıdır ve bu iki beyin durumuna daha çok başvurulur. Beyin
durumu ne kadar düşerse kafanız o kadar rahattır.
Bu beyin durumlarına ulaşmak;
1. Beyin dalgalarınız iyonosferin doğal frekansına daha yakın olacaktır…yani çevrenizi lehinize kullanmak ve
etkilemek daha kolay olacaktır. Çevre derken bulutlardan, yerden, ağaçlardan bahsetmiyoruz…yaşadığınız alanı
kapsayan mekanı,enerjiyi,zamanı kastetiyoruz.
2. Zihninizi kullanmak için farkındalığınız ve yeteneğiniz daha kolay ve daha güçlü hale gelecektir. Bu tüm
zihin gücü çalışmanızı etkileyecektir. Farkındalığın çeşitli hallerine ve bilincin çeşitli aşamalarına ulaşabileceksiniz.
3. Kalp atışınız yavaşlayacak ve bedensel fonksiyonlarınız rahat konuma gelecektir. Unutmayın giriş
bölümünde içsel bedensel fonksiyonlarınızla bilinçaltınız nasıl ilgileniyordu? Zihninizin uğraşacağı bir sürü işi
var, hücre bölünmesinden tutun, kan pompalamaya, sinir uyaranlarını analiz etmekten anı depolamaya kadar
bir sürü şey. Zihniniz kesinlikle meşguldür ve tüm bunlar olurken sizde başka şeylerle uğraşıyorsunuzdur. Bunları
düşünmenize bile gerek yoktur. Temel olarak, beyin dalgalarınız yavaşladıkça ve zihniniz daha da rahatladıkça
bedeninizde rahatlar. O zaman zihniniz bedeninizle daha az uğraşır. Farkında olmayan zihniniz teknikleriniz
üzerinde daha çok vakte sahip olur. Beden rahatladığında beyninize daha fazla kan pompalanır ve beyin daha
fazla beslenir. Bunun tam tersi beden rahatlamayıncaya kadar bu teknikleri uygulayamayacağınız anlamına
gelmez. Enerji seviyeniz açısından bazı şeyleri kolaylaştırmak için teknikleri boş mideyle deneyin (aç değil, boş)
farkı hissedeceksiniz.
4. Beyin dalgalarınız yavaşladıkça daha iyi odaklanırsınız.
5. Siz beyninizin farklı bölümlerine ve fonksiyonlarına ulaşırken bu konuda eğitimsiz olanlara fark atarsınız.
Düşünceleriniz vardığı yerde engelleri rahatlıkla aşabilir. Yani düşünceleriniz bir başkasının düşüncelerine
rahatlıkla karışabilecek yeteneğe sahiptir. Bu halde kişiyi programlayabilirsiniz. Beyninizi alfa durumuna
getirmek zihninizi lehinize kullanmanın ve etkilemenin ilk anahtarıdır.
Elektroensefalograf beyindeki elektriksel faaliyetleri ölçer. Bu ölçümler, beyinde her biri kendine özgü işlevlere
sahip dört farklı durum saptanmıştır. Bunlar Alfa, Beta, Teta, ve Delta’ dır.
Beta Dalgaları:
Beta, fazlasıyla meşgul olduğumuz hallerde devreye girer. Hızlı, seri ve inişli çıkışlı dalgalardır. Heyecanımız
arttığında veya dış faktörlerce fazlaca uyarıldığımızda beta dalgaları yayınlamaya başlarız. Konuşan biri,
ders veren bir öğretmen beta dalgaları yayar. Konuşma sırasında tartışma çıkarsa, ortalık gerginleşirse beta
dalgalarının frekansı artar.
Alfa Dalgaları:
Alfa dalgaları ise; rahatlayınca, heyecan yatıştığında devreye girer. Alfa dalgalarının beta dalgalarına
kıyasla genliği daha yüksek, frekansı daha düşük. Beta dalgaları saniyede 15 ila 40 Hz yaparken, alfa dalgaları
saniyede 9 ila 14 Hz arasında devir yapıyor. Elinizdeki iş bitince, bir toplantıdan dışarıya çıkıp hava aldığınızda
alfa dalgaları gene faaliyete geçiyor.
Teta Dalgaları:
Teta, zihnimizin bilinçsiz olduğu hallerde ortaya çıkmakta. Frekansı çok düşüktür, saniyede 5 ila 8 Hz arası
. Teta dalgaları bastırılmış duygular ortaya çıktığında aktifleşiyor. Yaratıcılık için ihtiyaç duyulan beyinsel
bağlantılar da teta dalgaları sayesinde kuruluyor.
Uzun bir yolda ilerlerken, yürüyüşe çıkıp bedeninizi dinlendirmek istediğinizde, gene ilginç ve yaratıcı fikirlerin
dalgası teta işbaşındadır.
Delta Dalgaları:
Delta, frekansı en düşük olan dalgadır tespit edilenler arasında. Saniyede 1.5 ila 4 Hz arasında gidip gelir.
Son derece de düzensiz yayılır. Bilinçsiz zihnin en derinlerinde, uykunun en derin saatlerinde bu dalgaları yayar
beynimiz.
Yatakta kitap okurken de yayılan dalgalar gene betaya dönüverir. Uykumuz gelince önce düşük frekanslı beta,
kitabı okumayı bırakıp yanı başınıza koyunca alfa, uykuya geçmeye başlayınca teta, uyku derinleşince de deta
devreye giriyor.
Araştırmalar teta ve delta dalgalarının özellikle yaratıcılıkla ilgili olduğunu, bu dalgaların beynimizin içine
doğru odaklanmamıza yardım ettiğini ve yaratıcı düşünceyi ortaya çıkardığını ileri sürüyorlar. Bu dalgaların
en aktif olduğu dönem uykudan uyanma dönemidir. Bu nedenle uykudan uyanma süreci yaratıcılık açısından en
yararlı dönemdir. Buna örnek olarak Descartes, en çok uyandıktan sonra, yatakta uykulu, yarı uykulu bulurmuş
yeni fikirleri.
Yaratıcılık ile beynin dalgaları arasında ilintili olduğu belirginleştikçe, beynin elektriksel çalışmasını
düzenleme faaliyetleri de daha popülerleşiyor. Birçok uzak doğu geleneği, aslında beynin kendisini dingin bir hale
getirmeye yarıyor.
Beynin dalgalarına egemen olduğunuzda, sinirlenmeyen, aşırı heyecana kapılmayan, zihni yaratıcılık sürecini
uzatabilen biri haline geliyorsunuz. Kas gücünü çalıştırır gibi beynin dalgalarını çalıştırabiliyor, istediğiniz yönde
harekete geçirebiliyorsunuz..
Müzikle Tedavi
Bilimsel Bir Gerçek
Enerjinin biçimleri vardır. Isı, ışık, ses, madde ve sanal gerçeklik, ruhsal gerçeklik. Göremediğimiz ama
hissettiğimiz bazen de hissedemediğimiz enerji bantları kendi dalga boyu penceresinden beynimize girer.
İlgili duyu organı tarafından elektrik enerjisine dönüştürülür. İnsan beyninde ‘müziği takdir yeteneği’ olduğu,
bebekler üzerinde yapılan deneylerle doğrulanmıştır. Müziği, beyinde mutluluk, neşe, elem, öfke, nefret gibi alanları
tetikleyen bir enerji bandı olarak tanımlamak doğru olur.
Beyin haritalama tekniği (PET) çalışmalarında ses, ritim, melodi, vurgu ve armoninin beynin sağ
yarımküresinde; frekans ve ses şiddetindeki değişmelerle birlikte müzikle ilgili düşünce kalıplarının beynin sol
yarımküresine kaydedildiğini gösteriyor. Diğer taraftan korku, öfke, keyif gibi etkiler duygusal bellek ve düzenleyici
olan limbik sisteme işleniyor. Müzikle çok ilgilenenlerin beyninin orta kısmında köprü görevini gören ‘corpus
callesum’ bölgesinin fazla genişlemiş olduğu ifade ediliyor.
Müzikte duygularını harekete geçirenler, limbik sistemi konuştururlar. Müzikte düşüncelerini harekete
geçirenler, öğrenirken müziksel unsurları kullanarak, sol beyinlerini de işe katar. Müzik kulağı olanlar öncelikle
sağ beyinlerini iyi kullanır.
Uzmanların “geleneksel motiflikten kurtarılarak bilimsel temele oturtulmalı” dediği müzikle tedavide; Hicaz’ın
çocuk hastalıklarına, Rast makamının kemiklere, Hüseyni’nin mideye, Nihavend’in ise bel ağrısı ile tansiyona iyi
geldiği kaydediliyor. 1154’lerde Türk Atabegi Nurettin tarafından Şam’da yaptırılan Nurettin Hastanesi’ni 1648’de
ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne yazdıkları, müzikle tedavinin oldukça köklü bir geçmişinin
olduğunu gözler önüne seriyor. III. Selim zamanında Gevrekzade Hasan Efendi’nin çocuk psikiyatrisi ve çocuk
hastalıklarında makamların etkilerini kitaplaştırdığı çalışmada Rast makamının felçlilere iyi geldiği, Isfahan
makamının zekayı açtığı, Büzürk makamının korkuyu azalttığı gibi birçok araştırma sonucunu görebiliyoruz .
Müziğin Tedavi Gücü… Müziğin psikolojik rahatsızlıklar üzerindeki tedavi edici etkisi ilk çağlardan bu yana
bilinen bir yöntemdir. Osmanlılarda müzikle tedavi en parlak dönemlerinden birini yaşamıştı. Orta çağda ve batılı
ülkelerde ruhlarına şeytan girdi diye akıl hastaları, insanlık dışı ağır işkencelere maruz bırakılırken Sultan 2.
Bayezit Edirnede 1488 de mimar Hayrettin’e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde
hastaları müzik’le tedavi ettiriyordu.
Müziğin tedavi gücü, aslında Osmanlı Türk ruh hekimlerinin bir buluşu değildi. Fakat, bilimsel çalışmaları
ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri, hastaların
müzikle tedavi konusunda bir hayli ileri gitmiş, İbn-i Sinâ, Râzi, Farâbi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı
müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tutmuşdur.
Evliya Çelebi’ye göre “müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeteri bilgi ve deneyime sahip
darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp yada
yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya
getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerine konserler tertipletiyordu. Evliya Çelebi, zihni açma,
hafıza ve hatırları güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı,
karamsar durgun ve neşesiz hastalarada Kuçi makamının iyi geldiğine seyyahatnamesinde belirmişti.
Felsefe, tıp, matematik, astronomi, musiki gibi bilim dallarında eserler veren İslam âlimi Yakup El Kindi’nin
tüccar komşusunun oğlu birdenbire hastalanır. Hastalık, tüccarın işlerini sekteye uğratır; çünkü her işi oğlu
yönetmektedir. Hastalığa çare bulunamaz. Bir arkadaşı tüccara, bu hastalığı ancak Kindi’nin tedavi edebileceğini
söyler. Tüccar, komşusu Kindi’yi bilmektedir ama şimdiye kadar sürekli aleyhinde konuşmuştur. Yine de aracı
vasıtasıyla ondan yardım ister, Kindi de kabul eder. Hastanın nabzını kontrol ettikten sonra musikide hünerli
öğrencilerinden birkaçını çağırır.
Onlara ne çalmaları gerektiğini söyler ve sürekli o musikiyi icra etmelerini ister. Dakikalar geçtikçe nabzı
kuvvetlenen ve nefesi canlanan hasta bir süre sonra kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlar. Kindi, tüccara,
“Oğluna ne sormak istiyorsan sor?” der. Sorular sorulup cevaplar alındıktan sonra hasta yeniden eski haline
döner. Baba müzisyenlerin devam etmesini isteyince Kindi, “Hasta son gayretini gösterdi. Fazlasına imkan yok;
çünkü ömrü tamamdır.” diye konuşur.
Büyük islam bilgin ve filozoflarından İbn-i Sina (980-1037), musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle
tanımlamaktadır: “Tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak,
ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir
araya getirmektir.”
Zeka geriliği, davranış ve öğrenme bozukluklarında da müzik terapi kullanılıyor. Müziğin çocuklar üzerinde
etkisi var. Çocuğun ruhsal, duygusal, toplumsal gelişimine katkıda bulunur. Ayrıca hareket ve duyu sistemleri ile
ilgili yetersizliklerin giderilmesine, dikkat-konsantrasyon gibi zihinsel becerilerin kuvvetlendirilmesine ve iletişim
yeteneğinin gelişmesine yardımcı oluyor. Müzik terapi esnasında çocuk, bozulmuş olan fiziksel yeteneklerini yeniden
şekillendirebiliyor. Birtakım davranış kusurları varsa bunları değiştirebiliyor.
Selçuklu ve
Osmanlılarda
Müzikle Tedavi
Türklerde ilk ciddi müzikle tedavi Osmanlı devleti zamanında görülmekle beraber, Orta Asya`da Anadolu
öncesi zamanda Baksı adı verilen Saman müzisyenler tarafından, çeşitli hastalıklar için tedavi çalışmaları
yapılmıştır. Hala bu faaliyetlerini sürdüren Baksılar Orta Asya Türkleri arasında yaşamaktadırlar.
İlk dönem Osmanlı hastane ve tıbbiyelerinden 1399 yılında Bursa’da kurulan Yıldırım Bayezit Dârüşşifası,
1470′de İstanbul’da kurulan Fatih Dârüşşifası ve 1488 yılında hizmete açılan Sultan II.Bayezit Edirne Dârüşşifası,
akıl ve ruh hastalarının ve diğer hastaların tedavilerinde musikiden yararlandıkları bilinen merkezlerimizdir.
Bir Selçuklu Türk`ünün yaptırdığı Şam`daki Nurettin Hastanesi’nde İbn Sina, müzikle akıl hastalığının
tedavisini uygulamıştır. İbni Sina`nın tesirleri Osmanlı devrinde de devam etmiştir.
Fatih Dönemi’nde 1478 yılında kurulan Topkapı Sarayı’nın Enderûn(Saray Üniversitesi) hastanesinde çocuk
yaştaki öğrencilerin musiki ile tedavi edildiği, İstanbul’u ziyaret eden Baron J.B. Tavernier’nin Paris’te yayınlanan
Topkapı Sarayı’na ait eserinde belirtilmektedir.
Osmanlı saray hekimi Musa bin Hamun, diş hastalığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle
tedavi yöntemini kullanmıştır.
İbni Sina`nın meşhur eseri “ El Kanun fi`t-tıbb`” adlı eserini tercüme eden Tokat’lı Mustafa Efendi’nin talebesi
Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi (18yy) yazdığı eserinde İbni Sina`nın eserinden çok faydalandığını ifade
etmiştir.
Osmanlıda Musiki ve Tedavi
Osmanlı şair hekimlerinden 1693 yılında öldüğü bilinen ŞUURİ Hasan Efendi, “T’adil-ül Emzice” adlı eserinde
musikinin tıpla olan ilgisini şöyle anlatıyor:
“Musiki ilminin, diğer ilimlerde olduğu gibi tıp ilmiyle de ilişkisi olduğu aşikârdır. Nabzın vuruşları
makamların usullerine göredir. Nabız hareketlerinin her biri bir makama ve nağmeye uymaktadır. Nabzın hareketi
makamlar usulüne (ritmine) aykırı olsa, bu, hayırlı bir belirli değildir. Nabız hareketi usulden haberi yoksa
hekimlikte yetkin ve sanatında becerikli olmayıp hastalıkları tanımada güçsüzdür.”
Selçuklu ve Osmanlı Türkleri’nde müzikle tedavi bu üç büyük bilginin kurdukları temel ilkeler üzerinde
geliştirilmiştir.
İlk İnsan topluluklarında büyücüler bedene ve ruha yerleşen hastalığı iyileştirmek için tef çalıyor, şarkı
söylüyor ve dans ediyorlardı. Orta Asya’daki Türk toplumlarının dini Şamanizm’deki görevlileri Kam”lar da
hastalarına yöntemi, yani müzikle tedavi yöntemini uyguluyorlardı. Uygur Türklerinde bir anlamda aynı görevi
üstlenen şamanlar, bir hastaya çağrıldıklarında, davul ve kopuz çalmakla işe başlıyor, mistik havaya girinceye
kadar bu eylemi sürdürüyorlardı. Bir tür trans haline giren şamanın ruhunun bedenden ayrılarak yeraltına
indiğine, hastanın canını aramaya koyulduğuna inanılıyordu.
Türklerin müzikle tedavi uygulamaları ileriki yüzyıllarda Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de sürdü.
Bu alanda ünlenen ilk tıp fakültesi, 1154’de Musul alabeki Nureddin Zengi taralından Şam’da yaptırılan
Nureddin Şifahanesi idi. 1648de Şifahaneyi gezen Evliya Çelebi,ünlü Seyahatnamesinde, burada uygulanan tedavi
yöntemlerinden söz eder. Çelebinin aktardığı kadarıyla, Nureddin Şifahanesi’nde, hüznün yok edilmesi amacıyla
güzel sesti hanende ve sazendelerin günde üç kez fasıl yapıp meşk ettiklerini biliyoruz.
1154 yılında Şam’da Türk asıllı Selçuklu Atabeği Nureddin Zengî’nin kurduğu ve yapı olarak günümüze kadar
ulaşan en eski Türk Tıbbiyesi “Nureddin Hastanesi”nin ilk başhekimi Muhammed bin Abdullah al-Bahili, aynı
zamanda müzisyen olup, musikinin, hastalıkların tedavisindeki etkisini incelemiştir.
Osmanlı İmparatorluğunda, Sultan II. Bayezid’in 1488 yılında Edirne’de Tunca Nehri kenarında yaptırttığı
Darülşifa’da sinir hastalan müzikle tedavi ediliyor, çok olumlu sonuçlar alınıyordu. Darülşifa, günümüzde Türk
psikiyatri tarihinden örneklerin de sergilendiği bir sağlık müzesi olarak hizmet veriyor.
Darüşşifa’nın(Şifa evi)en ilgi çekici bölümü olan musiki ile tedavi odası, müziğin psikolojik hastalıklara deva
olmasının yanı sıra beden hastalıklarına da çözüm olduğunu sergiliyor.
Evliya Çelebi, Sultan II.Bayezit Dârüşşifası’nda hastaların musiki ile tedavi edildiğine ilişkin olarak
görgülerine dayanan bilgi vermektedir.Psişik ve organik hastalıkların musiki ile tedavisi Büyük Türk ve İslâm
bilgin ve hekimleri Ebubekir Râzi (584-932), Fârâbi (870-950) ve İbn-i Sîna (980-1037), müzikle tedavinin,
özellikle musikinin psişik hastalıkların tedavisindeki etkinliğinin bilimsel temellerini kuranlardandır. Fârâbi’nin
“Kitab-al Mûsiki” adlı bir eseri de vardır. İbn-i Sina’nın da “Necat ve Şifa” gibi eserlerinde musiki bilimine ayrılmış
bölümler bulunmaktadır.
Sultan III. Selim zamanında yaşayan Hekimbaşı Gevrekzade Hasan Efendi, çocuk psikiyatrisi ve
hastalıklarında makamların etkilerini incelemiş ve bunu bir kitap haline getirmişti. Kitapta; rast makamının
felçlilere iyi geldiği, büzürk makamının korkuyu azalttığı, hicaz makamının İdrar zorluğuna iyi geldiği, ırak
makamının çocuktaki menenjit ve hafakan hastalıklarının tedavisinde yararlı olduğu, ısfahan makamının zihni
açtığı, ateşli hastalıklardan vücudu koruduğu yazılı. Gevrekzade’nin bugün bile ilginç karşılanabilecek bir
belirlemesi de, insanların renklerine göre müzik zevklerinin de farklılık gösterdiği. Ona göre esmerler rast, kumral
ve sarışınlar kuçek makamından etkileniyorlardı.
Orta Asya Türk Kültüründe Müzikle Tedavi
Orta Asya döneminde kullanılan kopuz veya saz tedavi edici, iyi ruhları çağıran, kötü ruhları kovan önemli bir
çalgı olarak kullanılmıştır. Ayrıca Altaylar ve kuzeyinde davullar da hasta tedavisinde ve dini törenlerde özellikle
“şamanlar” tarafından kullanılmıştır. Şaman herşeyden önce kendine özgü tekniğiyle, ruhu göklere yükselten veya
yer altına indiren bedenin vücuttan ayrıldığını hissettiren bir trans (aşkın) ustasıdır. Kendisi davul çalarak ruhları
hükmü altına alır, ölülerle, şeytanlarla, cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtırdı.
Daha sonra İslam dini tesiri ile “Baksı” adını alan tedavi eden hekimler Altay, Kaşgar, Kırgız Türklerinde
ortaya çıkmıştır. Baksı, seans süresince müzik, şiir, taklit ve dansı sanatkar bir biçimde birleştirerek hastayı
iyileştirmeye çalışmış-tır. Kendisinden tamamen geçtiği zaman(trans) yaptığı dansın özellikle iyileştirici bir güce
sahip olduğuna inanılmıştır.
Yine Özbekistan’da da pek meşhur olmasa da halkın içinde “Kinne Yöyücü” ler yani nazar değen insanları
tedavi edenler olmuştur. Onların da tedavi-leri, yine şarkı söyleyerek veya dans ederek şeytanı kişinin ruhundan
kovmayı he-defleyerek olmuştur.
söylenmesidir, diğeri ise, “tagbir” denilen nesir halindeki sözlerin terennümüdür. Böylece dini olmayan musiki
doğmuştur.
İslamlığın başlangıcında, musikiye karşı bir direnme gösterilmiştir. Şarkı söylenmek pek hoş karşılanmamıştır.
Bunun sebebi, müzik ve şarkının insanı zevk ve sefaya yöneltmesi, dini vazifeleri ihmale götürmesi, ve cinsel istekleri
teşvik etmesi olarak düşünülmesindendir. Daha sonra Peygamberin Kuran-ı Kerim’i güzel okuyanlara karşı
memnuniyet duyması ile insanların müziğe karşı bakış açısını yavaş yavaş değiştirmiştir. İslamın ilk çağında
Kuran ses perdeleri pek az olan minör gamından oluşan sade melodiler ile okunmuştur. Fakat zamanla güzel sesli
kişiler ülkelerinin müzik özelliğini taşıyan melodilerle süslemeye başlamışlardır.
Yavaş yavaş musikinin cazibesine tutulan devlet büyükleri arasında şarkı söylemek, çalgı çalmak moda
olmuştur. Böylece musiki derece derece ilerleyerek Abbasiler çağında daha üstün bir düzeye ulaşmıştır. Abbasiler
döneminde yaşamış ünlü Türk-İslam bilgini ve filozofu Farabi yazmış olduğu Kitab ül Musiki adlı ese-rinde müziği
nazari açıdan açıklamış, müzik aletleri hakkında bilgi vermiştir.
Türklerin İslamiyeti kabulü, 9.yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İslamiyetten önce büyük göçlerle batıya
taşınan bu eski kültür, kendi kültürleriyle
kaynaşmış ve değişik müzik türlerinin doğmasına sebep olmuştur. Türk-İslam kül-türü içinde esaslı bir yer edinen
musiki özellikle saray ve tekkelerde, mehterhane çevresinde gelişmesini sürdürmüştür. Bu gelişmelerin merkezini
ağırlıklı olarak mevlevihane ve enderun oluşturmuştur. Mevlevi ve diğer tarikat mensupları ara-sında büyük
bestekarlar yetişmiş, hem dini hem din dışı musikinin gelişmesi ve ilerlemesi gözlenmiştir. Bektaşilik tarikatı içinde
halk müziği varlığını sürdürmüş-tür.
İslam Medeniyetinde Müzikle Tedavi
İslam Medeniyetinde Müzik
İslam Medeniyeti tarihinde özelikle tasavvuf ekolü mensupları(sufiler) mü-zikle uğraşmış, kullanmış ve
savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir.
İslamdan önce, Arapların çoğunluğu deve, koyun sürülerini besleyerek gö-çebe bir hayat sürerek çadırlarda
yaşamıştır. Bu yüzden güzel sanatların özellikle şiir kolunda ilerlemişlerdir. Sonra şiire yakın olarak müzik
doğmaya başlamıştır. Araplarda terennüm iki türlü olmuştur;biri “gına,şarkı” denilen şiiirin müzik ile
Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam alimleri ve hekimleri Zekeriya Er-Razi (854-932), Farabi (870950) ve İbn Sina (980-1037) müzikle tedavinin bilhas-sa müziğin psişik hastalıkların tedavisinde ilmi esaslarını
kurmuşlardır.
Farabi, “Musiki-ul-kebir” adlı eserinde müziğin fizik ve astronomi ile olan ilişkisini açıklamaya çalışmıştır.
Büyük İslam bilgini ve filozoflarından İbn Sina (980-1037) Farabi’nin e-serlerinden çok yaralandığını ve hatta
musikiyi de ondan öğrenerek tıp mesleğinde uyguladığını ifade etmiş ve şöyle demiştir: “Tedavinin en iyi yollarından,
en etkili-lerinden biri hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi müca-dele etmek için cesaret
vermek, hastanın çevresi sevimli, hoşa gider hale getirmek ona en iyi musikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla
biraraya getirmektir.”
İbn Sina’ya göre “ses” varlığımız için zaruridir. Ahenkli bir düzen içersin-de, belirli bir şekilde ayarlanmış olan
sesler, insan ruhu üzerinde çok derin tesirler yapar. Sesin etkisi insan sanatı ile zenginleştirilir. Yine İbn Sina’ya
göre, ses tonu değişiklikleri insanın ruh hallerini belirtir. Müzik bestelerini bize hoş gösteren i-şitme gücümüz değil, o
besteden çeşitli telkinler çıkaran idrak yeteneğimizdir. Bu-nun için seslerin düzenli olarak birbirine ahengi, besteleri,
ahenkli vuruşların dü-zenli ve kaideye uygun oluşları, insanı derinden derine cezp eder.
Sonuç olarak, İslam medeniyeti döneminde, Er-Razi, Farabi, İbn Sina gibi Türk-İslam hekimleri, psikolojik
hastalıkların tedavisinde; ilaç ve müzikle tedavi yöntemlerini kullanmışlar, bu yöntemler, gerek Selçuklu gerekse
Osmanlı hekimle-ri tarafından tatbik edilerek 18 yüzyıla kadar geliştirilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlılarda Müzik
İslamiyetten önceki Asya Türk Musikisindeki beşseslilik, dini tesirle birlik-te değişmeye başlamış ve bir gamda
sekiz ses kullanılmaya başlanmıştır. Bu müzik yavaş yavaş Selçuklu müziğini ve bununla yakın ilgisi olan Mevlevi
Müziğini oluş-turmuştur. 13.yüzyılda yaşayan Safiyüddin Urmevi büyük Türk-İslam bilgini ola-rak karşımıza
çıkar. Safiyüddin, Türk Musikisi sistemini ilmi şekilde ortaya koy-muş, santur, nüzhe, mugni gibi çalgıları icat
etmiştir.
Safiyüddin’den sonra, 1360-1435 yılları arasında yaşamış Hoca Abdülkadir Meragi’den doğunun yetiştirdiği
en büyük bestekar, musiki bilgini, hanende, sa-zende olarak söz edilir. 1207 yıllarında doğmuş olan Mevlana’nın
babası Bahaeddin Veled Anadoluya gelirken mevlevi kültürünü oluşturan ney, rebab, çeng, kudüm, halile, mazhar
gibi çalgıları getirmiştir. Musikiye zamanla Itri, İs-mail Dede Efendi gibi dahi bestekarlar girmiştir. Dini motifler
yerini yavaş yavaş sosyal konulara terk etmeye başlayınca Türk Sanat Müziği, Mevlevi müziği ortaya çıkmıştır.
Mevlana, özellikle rebab, ney gibi çalgılara önem vermiştir.
Bir taraftan Mevlevi ve Klasik Türk Müziği devam ederken, diğer taraftan Hoca Ahmet Yesevi’nin şiirleriyle ve
Bektaşi nefesleriyle kopuz ve bağlama eşli ğinde icra edilen Türk Halk Müziği’nde türkü, uzun hava, atışma, bozlak
vb form-ları oluşmuştur.
Selçuklulardan Osmanlılara geçen askeri gayelerde kullanılan Mehter Mü-ziğinin yeniçeri ocağına takdiminde
Hacı Bektaşi Veli’nin rolü olduğu söylenmek-tedir. Bu musiki türünde kös, davul, nakkare, kudüm, zurna, nefir,
nısfiye, zil, zilli maşa vb kullanılmıştır.
Osmanlı sarayında II. Murat, II. Beyazıt, IV. Murat, II. Mustafa, III. Ah-met, III. Selim, II. Mahmut gibi bir
çok değerli musikişinastlar yetişmiştir.Yine bu dönemde Itri, İsmail Dede Efendi, Hafız Post, Recep Efendi, Zekai
Dede, Emin Dede, Nayi Osman Dede, Ebubekir Ağa, Kantemiroğlu gibi meşhur üstatlar yetiş-miştir.
Hangi Makam
Hangi Hastalığa
İyi Geliyor
Bu konuda literatür oldukça zengin olmakla beraber bu listeleri daha da çoğaltmak mümkündür. Hatta hangi
milletlerin, hangi ırkların (renklerine göre) hangi makamlardan zevk aldıkları, hangi makamların, günün hangi
saatinde okunmasıyla daha çok haz ve huzur vereceği bile saptanmıştır.
Seher vakti doğa uyanış mahmurluğu içindeyken seba makamında okunan bir ezanın insan ruhunu nasıl
okşadığı birçoğumuzca bilinmekledir. Kahramanlık güfteleri aynı, cenaze marşları ise ayrı makamlarda bestelenir.
Bunların usulleri, yani ritimleri de ayrı olup anlatılmak istenilen düşünceye göre değişir.Aynı eserde hangi
makamın hangi hastalıklara iyi geldiğine ilişkin bir de liste vardır ki buna “Müzikal akrobadin” de diyebiliriz.
Her makamın etkisi de manzum olarak birer beyitle tanımlanmıştır.
Diğer makamların da hastalıklarla ilişkisi şöylece sıralanmaktadır:
İsfahan Makamı, zihin açıklığı, gönül yenileme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır.
Zîrefgent Makamı, sırt ve eklem ağrılarının ve kuluncun tedavisinde faydalıdır.
Rehavî Makamı, baş ağrısına ve hafakana devadır.
Büzürk Makamı, ateşli hastalıklara iyi gelir, zihni temizler, vesvese ve korkuyu uzaklaştırır, fikre yön verir.
Zengûle Makamı, kalp hastalıklarının devasıdır.
Hicaz Makamı, idrar zorluğuna iyi gelir, cinsel gücü arttırır.
Buselik Makamı, kuluç ve bel ağrılarının ilacıdır.
Uşşak Makamı, kalp, karaciğer, sıtma ve mide hastalıklarına faydalıdır.
“Bahar mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, deveboynu, müşk-i Rûmî, yasemin, gülnesrin, şebboy,
karanfil, reyhan, lâle, sünbül gibi çiçekleri hastalara verip güzel kokularıyla hastalan iyi ederler.”
Evliya’nın anlattıklarından da, insan ruhunun hoşlandığı musiki ve güzel kokunun hastalar üzerindeki olumlu
etkisi açıkça belirmektedir, makamlar nasıl ki güzel sesin ayrı tonlardaki armonisi ise, değişik kokular da güzel
kokunun ayrı ayrı tonlarda oluşturdukları armonilerdir.
İbn-i Sina’nın «Kanun» adlı tıp eserini Türkçe’ye çeviren Tokatlı Mustafa Efendinin talebesi, I.Abdülhamit
ve II.Selim Dönemi’nde hekimbaşı olan Gevrekzade Hasan Efendi, çocuk psikolojisi konusunda yazmış olduğu
“Neticetül-fikriye ve Tedbir-i veladet-ül bikriye” adlı eserinde hangi musiki makamlarının hangi çocuk
hastalıklarına iyi geleceğini açıklamaktadır.
“Musiki nağmelerinin insani nazlarla ileri derecede ilgisi olduğu için güzel seslerden çocukların da fazlaca
haz duymalarından nefsine ferahlık ve huzur, neşe ve sevinç duyup ruhen sükûna kavuşur ve üzüntüden uzaklaşıp
uykuya dalar ve her yönden gelişmesine sebep olur” demekte ve aynı eserde hangi makamın hangi çocuk
hastalıklarına nasıl etki yaptığını da belirtmektedir. Gevrekzade, Şuurî’den bir yüzyıl sonra yaşamış olduğundan,
herhalde onun eserinden de yararlanmış olmalı. Şimdi Gevrekzade’nin musiki kodeksini bakarsak.
Rast Makamı, nağme ve teranesi ile dimağî(beyin) hastalıklardan ileri gelen havale (epilepsi) ve felç
hastalıkları önlenir ve tedavi edilir.
Irak Makamının, çocuktaki menenjit ve hafakan hastalıklarının tedavisinde çok yararlı olduğu hakkında
hekimler birleşmişlerdir.
Evliya Çelebi ve musiki ile tedavi
Isfahan Makamı nağmeleri zihni açar, zekâyı arttırır, gönül tazeleyici, düzen verici olup üşüten ve ateş
yükselten hastalıklardan vücudu korur.
Doğrusu mûsiki ilminde neva, rast, dügâh, segah çargâh, suzinak makamları onlara mahsustur.
Ama, zengûle makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha
gıda vardır.”
Evliya Çelebinin kendisi de bir müzisyendir. Döneminin müzik üstadı Muhasip Derviş Ömer Gülşenî’den musiki
dersleri almıştır. Bu nedenle de musiki ile hastalıkların tedavisinde ileri sürdüğü görüşler değer taşır.
Zîrefgen Makamının etkisi çocukların damağından kaynaklanan ağız çarpılması (yüz felç), felç ve sırt ağrısı,
eklem ağrıları, özellikle kulunç hastalığına büyük faydası ve sözü edilen hastalıklara da kuvvetli etkisi vardır.
Evliya Çelebi, Edirne Dârüşşifası’nı anlatırken, güzel kokuların da hasta ruhlar üzerindeki olumlu etkisinden
şöyle söz ediyor.:
Rahâvî Makamı, çocukların tüm baş ağrılarına faydalı olup burun kanamasına, ağız çarpıklığına, felç ve
balgamdan ileri gelen hastalıklara her yönden kaldırıcı ve defedicidir.
Büzürk Makamı nağmelerinin de beyin ve kulunç ve çocuklarda ortaya çıkan şiddetli hastalıklara büyük
yararı olup güçsüzlüğü gidermek ve düşünceyi yönlendirmekte genel etkisi ve sevdayı defedici ve tehlikeden korkma
hususunda faydası vardır.
Zengûle Makamı Bu makam çocuğun kalp hastalıklarına, menenjite ve beyni ilgilendiren diğer organların
hastalıklarından dolayı meydana gelen kalp ferahlatıcı olup hastalıklardan kurtulmasını sağlar ve mide karaciğer
yanmalarını yok eder.
Hicaz Makamı nağmelerinin çocuklarda görülen idrar zorluğuna büyük yararı vardır.
Buselik Makamının bedene etkileri, çocuklara olan beyin boşaltıcılığı nedeniyle bir süre sonra meydana gelecek
arızalardan kulunç ve kalça ağrısına, soğuk baş ağrısına ve çeşitli göz hastalıklarına açık faydası vardır.
Uşşak Makamı gönül yakan nağmeleri küçük çocuklarda kulağına güzel sesle okunursa gündüz ise bütün
organlarında dolaşan kuru ve sıcak yellere, yetişkin erkeklerde meydana gelen ayak ağrılarına faydalı olup,
söylenmesi çocukların uykusunu getirme ve naz uykusunda dinlenmeye etkisini kesinlikle meydana çıkar.
Hüseynî Makamı ferahlık verir, çocukların karaciğer, kalp ve ruhlarının iltihabını söndürme ve harareti (beden
ısısını) düşürme ve mide hararetine ve ergin erkeklerde gizli humma, dört günde bir gelen humma nöbetine ve vücut
ısısının düşmesine gayet faydalıdır.
Neva Makamı gönül okşayıcı bu makamın da ergenlik çağına gelmiş çocuklarda meydana gelen urk-un nisa
hastalığı ve kalça ağrısına tam faydası olup kötü düşünceler adı geçen nağmelerin sürekli olarak söylenmesiyle
ortadan kalkıp gönül sevincine pek çok yararı vardır.
Bir dönem sonra bu uygulama da ciddiyetini yitirip yozlaşmış ve ehliyetsiz kişilerin içkili olarak musiki
icrasına kalkışmaları üzerine de bu güzel geleneğe son verilmiştir. Dârüşşifa’nın büyük kubbe ile örtülü orta
salonundan iki basamak merdivenle çıkılan sahne de burada musiki faslı icra edildiğinin yapısal bir tanığıdır.
Türk Müziği makamlarının ruha olan etkileri Farabi’ye göre
şöyle sınıf-landırılmıştır:
1. Rast makamı: İnsana sefa(neşe-huzur) verir.
2. Rehavi makamı: İnsana beka(sonsuzluk fikri) verir.
3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir.
4. Büzürk makamı: İnsana havf(korku) verir.
5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi verir.
6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir.
7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir.
8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir.
9. Saba makamı: İnsana cesaret,kuvvet verir.
10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir.
11. Hüseyni makamı: İnsana sükunet, rahatlık verir.
12. Hicaz makamı: İnsana tevazu(alçakgönüllülük) verir.
Farabi Türk müziği makamlarının zamana göre psikolojik etkilerini de
şu şekilde göstermiştir:
1. Rehavi makamı: yalancı sabah vaktinde etkili
2. Hüseyni makamı: sabahleyin etkili
3. Rast makamı: güneş iki mızrak boyu etkili
4. Buselik makamı: kuşluk vaktinde etkili
5. Zirgüle makamı: öğleye doğru etkili
6. Uşşak makamı: öğle vakti etkili
7. Hicaz makamı: ikindi vakti etkili
8. Irak makamı: akşam üstü etkili
9. Isfahan makamı: gün batarken etkili
10. Neva makamı: akşam vakti etkili
11. Büzürk makamı: yatsıdan sonra etkili
12. Zirefkend makamı: uyku zamanı etkilidir.
Hangi Makam Hangi Hastaliğa İyi Geliyoṙ
böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer
önemli etki alanıdır.
1) Rast Makamı: Kemik ve beyne etkili. Fazla uyumayı engeller. Nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle
çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. Felç
hastalığına devadır.
10) Nihavend Makamı: Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel
ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır.
2) Irak Makamı: Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol
ve ellere etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir.
Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. hâr(Ters, kötü) mizaçlılara,
sersâm(sersemlik veren hastalık) ve hafakana(çarpıntı ve sıkıntıya) faydalıdır.
3) Isfahan Makamı: Ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek
için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekayı
açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır.
4) Zirefkend Makamı: Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp,
ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir.
5) Büzürk Makamı: Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır.
Boyun, boğaz, göğüs, ciğer kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir.
6) Zengule Makamı: Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin
hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder.
XIII. asırdan önce hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir, masal duygusu
verir.
7) Rehavi Makamı: Sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara,
akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür için faydalıdır.
8) Hüseyni Makamı: Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer ve kalbin
iltihabını söndürür. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Ateşli nöbetlerin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza
etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir.
9)
Hicaz Makamı: Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro–genital sisteme ve
11) Neva Makamı: Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü
giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir.
12) Uşşak Makamı: Kalp, ayak rahatsızlıkları ile nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet
ve kahramanlık duyguları verir. Çocukları etkileyen yellerde ve erkeklerdeki ayak ağrılarına faydalıdır.
13) Acemaşiran Makamı: Kemiklere ve beyne etkilidir. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce
ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının
düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır.
14) Segah Makamı: Şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin
nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur.
15) Pentatonik Melodiler: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musıkîsinin en önemli ve karakteristik
özelliğidir. Kendine güven ve kararlılık verir, rahatlık sağlar. Çocuklara, 9–10 yaşına kadar sadece pentatonik
müzik dinletilmesi öneriliyor.
Burçlar
ve
Makamlar
Koç Burcu (Rast Makamı)
Gece yarısı ve seher zamanları etkilidir. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir. Fazla uyumayı
engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hakim olduğu için; bu nedenle
oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir.Tedavi değeri yüksek olan dört esas makamdan birisidir.
Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devadır. Başa ve göze etkilidir. Kaslara tesiri vardır. Spazmı
çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır.
Terazi Burcu (Rehavi Makamı)
Seher zamanı ve ikindiyle yatsı arası etkilidir. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür (basen) için
faydalıdır. Sonsuzluk ve yer çekiminden kurtulma duygusu verir. İbn-i Sina ve Evliya Çelebi’de bahsi çok geçer.
Sonraları Rast makamı, Rehavi makamının yerini almıştır. Diğer adı Ruhavi’dir.
Akrep ve Kova Burcu (Hüseyni̇Makamı)
Sabah ve gün ağarırken etkilidir. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır.
Karaciğer, kalp ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Sol omuza
etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir. Barış duygusu verir. İç organlara etkilidir. Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli
pentatonik yapı sebebiyle, kendine güven ve kararlılık duygusu verir; bundan dolayı otistik ve spastik hastalara
faydalıdır. En eski makamlardan biridir. En az altı asırlıktır.Kalp, karaciğer ve mide için faydalıdır.
Yay Burcu (Hicaz Makamı)
Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi fazladır. Kuru- soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır.
Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü
fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır.
Adını Arabistan’daki Hicaz bölgesinden almıştır.
Balık Burcu (Uşşak Makamı)
Fecirden kuşluk vaktine kadar ve günbatımında etkisi fazladır. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla)
ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen
kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülen ayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade
vasıtasıdır. En eski makamlardandır. Uyku ve istirahat için faydalıdır, gevşeme hissi verir.
İkizler ve Yengeç Burcu (Isfahan Makamı)
İkindi ile yatsı arası etkilidir.Soğuk tabiatlı olduğu gibi, ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır.
Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül
yenileme, düzgünlük verme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır. En az yedi asırlık bir makamdır.
Kova ve Oğlak Burcu (Neva Makamı)
Gece ve kuşluktan ikindiye kadar olan zamanda etkisi fazladır. Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik,
kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir.
Kötü fikirleri kovduğu, cesaret ve yiğitlik verdiği, gönül sevinci oluşturduğu ileri sürülür. Kuvvet ve kahramanlık
duyguları meydana getirir. Akıl hastalıklarının tedavisinde faydalıdır. En eski makamlardandır. Buluğ çağındaki
kız çocuklarının kadın hastalıklarına tedavi etkisi vardır. “Ses, seda, makam ve ahenk” demektir.
Boğa Burcu (Irak Makamı)
Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol, sol kol ve ellere
etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku
gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. Tarih olarak en az 7 asırlıktır.
Spiritüel tesiri görülür. Irak-ı Acem’den gelmektedir.
Aslan Burcu (Büzürk Makamı)
Fecirden kuşluk vaktine kadar etkili olmaktadır. Zihni temizler, vesvese ve korkuyu def eder. Fikre yön verir.
Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs, ciğer
ve kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir. Yedi-sekiz asırlık bir makamdır.
Yengeç Burcu (Zirefkend Makamı)
Uyku vakti etkilidir. Sırt, mafsal ağrılarına faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs,
kalça ve sağ omuza etkilidir. Neşeyi arttırır, derin duygu hissi verir. Farsça ” döşek ( yatak)” demektir. XIII.
asırdan önceye aittir.
Başak ve Terazi Burcu (Zengüle Makamı)
Günbatımından sonra etkilidir. Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit
ve beyin hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok
eder. XIII. asırdan önce Hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir masal
duygusu verir.
Günümüzde
Müzik ile Tedavi
1977′de Amerika müzikle tedaviyi bir bilim dalı olarak kabul etmiştir. Müzik terapisi psikiyatri temelli
hastalıklarda 1950’lerden bu yana etkin olarak kullanılmaktadır.Tür kiye, müzikle tedavinin öneminin henüz
farkında değildir. Oysa Farabi, Razi, İbn-i Sina ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi Türk alimleri bu alanda çok
önemli çalışmalara imza atmışlardı. Batı dünyası da 20. yüzyılın ortalarında keşfettiği müzikle tedavi ya da
terapiyi, alternatif tedavi yöntemi değil, geleneksel tıbba uygun ve kuralları kendine has bilimsel bir tedavi yöntemi
olarak kabul etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda yaralanan askerlerin terapisinde müzikten yararlanılır ilk olarak.
Ardından, 1947’de ABD’nin Michigan Devlet Hastanesi’nde müzik tedavi programına alınır. Böylece bu konuda
araştırmalar hızlanır. Depresyon, şizofreni, zeka geriliği, alkol ve madde bağımlığı ile mücadelede müzik tedavi
yöntemine başvurulur. Yeni teknik ve pratik uygulama biçimleri geliştirilir. Amerikan Müzikterapi Birliği 1997’de
bir tanımlama yaparak son noktayı koyar: “Müzikterapi, bazı bireylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel
ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müzik aktivitelerini kullanan uzmanlık dalıdır.”
Bugün Batı’da hastane, klinik, gündüz bakımevi, okul, madde bağımlılığı merkezi gibi yerlerde 5 binden
fazla uzman, müzik terapisi uygulamaktadır. Şüphesiz, bunda etkili olan temel faktör son yıllarda müzik ve beyin
araştırmalarında elde edilen verilerdir. Müziğin, özellikle serotonin, norepinefrin, dopamin, melatonin, kortizol,
adrenalin, testosteron gibi psikiyatrik hastalıkların oluşumunda etkili hormonlara; kan basıncı, solunum ritmi,
solunum kalitesi, nabız sayısı gibi fizyolojik olaylara olumlu etki yaptığı artık bilinmektedir.
Amerikalı anestezi uzmanı Dr. Fred Schwartz, anne karnındaki sesleri Özel bir mikrofon aracılığıyla
kaydederek erken doğan bebeklere dinletti. Bebekler kısa sürede kilo almaya başlamış ve daha sağlıklı bir gelişim
göstermişlerdi. Üstelik eskisine oranla daha sakin davranıyorlardı. Erken doğan bebeklerin bakımları masraflı
işlemler gerektirdiği için, bu bulgu büyük önem taşıyor. Anne karnındaki sesler, yetişkinler üzerinde de olumlu
etkiler yaratıyor. Yetişkinler, bu sesler kendilerini ana rahmindeki o güvenli dünyaya götürdüğü için kolayca
sakinleşebiliyorlar
Elde edilen verilere göre, işitme duyusu, organizmayı görme duyusundan çok daha Önce yönlendirmeye başlıyor.
Anne karnındaki embriyo, hiçbir duyusunun aktif olmadığı dönemde işitme yetisine sahip. Anne karnındaki bebek,
fetüs evresinde İlk duygulanımları sesler aracılığı ile yaşıyor. Bunlar, annenin kalp atışı, nefes alıp vermesi ve
dolaşım sistemine ait sesler...
Şaman Bana Bir Çare
En son teknoloji ürünü çeşitli müzik ekipmanları, günümüzde artık yalnızca hastanelerin koridor ve
odalarına yayın yapan aletler olarak değil, tedavi işlemlerinin yapıldığı tüm birimlerde basit bir oksijen
tüpü kadar vazgeçilmez sağlık gereci olarak da kabul görüyor. Hastalar, herhangi bir lokal anestezi
sırasında ne dinlemek istediklerine kendileri karar verebiliyorlar. Seçenekler, tekno müzikten big-band’e
ya da klasik müzikten etnik müziklere kadar uzanan geniş bir yelpaze oluşturuyor. Bu nedenle, artık
“müzikle anestezi” uygulamasının vazgeçilmezleri arasına “müzik anamnezi” de girmiş durumda.
Yani, operasyon öncesi uzman doktorlar, hastaya, en sevdiği müziği, hangi müziklerin ona güzel anılar
çağrıştırdığını ve hastanın herhangi bir müzik aleti çalıp çalmadığı m sormakla işe başlıyorlar. Bu
bilgiler doğrultusunda o hasta için özgün bir kişisel “anestezik müzik programı” hazırlanıyor. Bu müzik,
ameliyat öncesinde, ameliyat sırasında ve sonrasında hastaya eşlik ediyor. Ameliyathanelerde müzik
kullanımı yalnızca hastaları etkilemiyor, cerrahların da rahatlamasını sağlıyor. Ameliyat ekibinin nabız
ve tansiyonları en beklenmedik durumlarda bile yükselmiyor.
İstatistikler, anestezik müzik sayesinde ameliyatlarda kullanılan narkoz malzemesinde yaklaşık
yüzde 50’lik bir tasarruf sağlandığını gösteriyor. Öte yandan, pek çok hastanın müzik dinlerken daha
sakin davrandığı, bu nedenle de ameliyat sonrası komplikasyonların azaldığı veya hiç görülmediği ve
buna bağlı olarak hastanede yatma sürecinin de önemli ölçüde kısaldığı saptanmış durumda. Önümüzdeki
yıllarda, tedavi edici müzik CD’lerinin eczane vitrinlerinde boy göstereceğini söylemek, her halde çok uzak
bir olasılık olmasa gerek!
Sesi duyarken, müziği algılayamamak!
Hannover’daki Müzik Yüksekokulu’nda görevli müzik fizyolojisi ve nöroloji uzmanı Eckart
Altenmüller, müziğin konser salonlarında değil, ilk olarak beyinde oluştuğunu söylüyor. Bize garip
gelebilir belki, ama müzik aslında kulaktan beyne aktarılan bir demet fiziksel uyarıdan başka bir şey
değil. Bu uyarılar, beynimizde gerçekleşen bir dizi işlemden sonra müziğe dönüşüyor. Dolayısıyla, bazı
insanlar sağlıklı bir şekilde işitebildikleri halde, patolojik nedenlerle, bazı nörolojik bağların iyi işlememesi
sonucu, müziği algılayamıyorlar.
Bilim dünyası, organizmanın fizyolojik mekanizmalarını bilgisayar teknolojisinin sunduğu olanaklarla yavaş
yavaş çözmeye başladı. Ses, ritim ve hareketlen büyük bir hassasiyetle kaydedebilen video sistemleri sayesinde artık
ayrıntılı incelemeler yapılabiliyor. Bulgular, bilgileri hemen alma ve işleme konusunda, insanoğlundaki işitme
duyusunun görme duyusundan daha gelişmiş olduğunu gösteriyor. Evrimsel biyoloji uzmanları, eski çağlarda
hayatta kalabilmek için iyi İşiten kulakların çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Yaprak hışırtısı ya da dallardan
gelen çıtırtıları işitebilmek, yaklaşan bir tehlikeyi ve nereden geldiğini anlayıp hemen oradan uzaklaşmak,
canlıların hayatta kalabilme reçeteleriydi.
Hastalığın Nedeni: “Doğadaki müziğin kaybolması”
Almanya’nın Lüdcnscheid kentindeki Hellersen Sporcu Hastanesi’nden anestezi uzmanı Dr. Ralph Spintge,
bugüne kadar yürüttükleri araştırmalar ve klinik gözlemlerde, müzik ile tıp arasındaki tedavi edici bağlantıyı
oluşturan etkenin ritim olduğu sonucuna varmış: “Müziği, nefes almak suretiyle gerçekleşen kalp atımından
beyin etkinliklerindeki döngülere kadar, insandaki iç ritmin bir yansıması olarak değerlendiriyorum. Bu nedenle,
organizmayı dışarıdan kalıcı olarak etkileyecek tek şeyin de ritim olduğunu düşünüyorum.”
Yeryüzünde yaşayan tüm canlar belirli ritimleri izleyerek yıllara, ayın evrelerine, geceye ve gündüze, hatta
gelgite uyum sağlıyor. Fizyoloji uzmanları, pek çok hastalığın bu ritimlerin kaybolması nedeniyle ortaya çıktığını
saptamış durumdalar! Örneğin; astım krizleri daha çok gece yaşanıyor, ya da kalp enfarktüsü sabah 10-12 saatleri
arasında yoğunlaşıyor. Kalp atışımız, sağlıklı ve rahat olduğumuz durumlarda yumuşak bir ritim izlerken; korku,
ağrı duyumu ya da diğer stresli durumlarda hızlanıyor. Ritim kontrolüne dayalı tıbbi uygulamalar konusunda
başarılı örneklerden bir diğeri ise, uzay çalışmaları sırasında hayata geçti. Roket siloları ve nükleer denizaltılarda
çalışan personelin uyku ritimlerini düzenleyen müzik programları, Rus uzay İstasyonu MIR’deki kozmonotlar
tarafından geliştirilmişti...
Felci yenen ritimler
Colorado Devlet Üniversitesi Biyomedikal Müzik Araştırmaları Merkezi başkanı Prof. Dr. Michael Thaut da,
terapide kullanılan müziklerdeki belirleyici unsurun ritim olduğunu düşünüyor. Thaut, neredeyse mucize olarak
nitelenebilecek örnekler veriyor. Müzik eşliğindeki terapi seansları sonunda felçli hastalar yeniden yürümeye,
konuşma becerisini kaybedenler de yeniden konuşmaya başlamışlar!
Bu kadar da değil... Walkman İle dinlenecek basit bir marş müziği, Parkinsonlu veya felçli hastaları yeniden
adım atar hale getirebilmiş. Felçli hastalar için bilimsel kriterler dikkate alınarak tasarlanıp uygulanan müzik
terapisi sonucundaki iyileşme oranı yüzde 25’i bulabiliyor. Hafızaları bütünüyle kaybolmuş gibi görünen Alzheimer
hastalarına çocukluklarından aşina oldukları müzikler dinletildiğinde, o müzikle bağlantılı anıların yeniden
canlandığı gözlenmiş! Müzikli terapiler sonunda, konuşma yetilerini kaybeden bir kısım Alzheimer hastası artık
yeniden konuşabiliyor! Thaut ve ekibinin elde ettiği sonuçlara göre, insan beyni dışarıdan verilen bir ritmi çok hızlı
algılayıp, hemen harekete dönüştürebiliyor.
Sağlıklı insanların verilen bir ritme uyum sağlamaları zor değil. Ancak felçli ya da Parkinsonlu hastalar
düzenli adımlarla yürüyebilmede veya adımlarını kontrol ederek köşeleri dönmede zorluk çekiyorlar. Uyarıcı
mekanizmanın beyin travması geçirmiş kişilerde de işleyip işlemediğini ortaya çıkartmak isteyen Thaut’un ekibi
şaşırtıcı sonuçlar elde etti. örneğin, normal koşullarda ayaklarını yerden kaldıramayan felçli hastalar, uygun
ritimdeki bir müzik eşliğinde rehabilite edildiklerinde, neredeyse eskisi kadar rahat yürümeye başladılar. Tedavinin
ileri dönemlerinde giderek rutinleşen bu uygulamanın amacı, ritmi “içselleştirmek”, yani ihtiyaç duyduğunda
hastanın otomatik olarak bu alışkanlığını kullanabilmesini sağlamak. Böylelikle hastalar, zaman içinde müzik
olmadan da normal hareket etmeye başlıyorlar. Daha sonra yapılan muayeneler, bu şekilde egzersiz yaptırılan
hastaların beyinlerindeki motor hareket koordinasyon yeteneğinin zamanla düzeldiğini gösterdi.
New York’taki Beth Israel Tıp Merkezi’nde çalışan Joanne Loewy, bir aylık ile dört yaş arasındaki grubu
kapsayan; AIDS’li, lösemili, astımlı ve ağır beyin travması geçirmiş çocuklar üzerinde yaptığı uzun soluklu
araştırmalarda, ritim ve seslerin beyni ve beynin kontrolündeki bedensel işlemleri olumlu etkilediğini gözlemledi.
Müzikal terapi, sakinleştirici ilaçlarla aynı etkiyi yaratıyordu, üstelik de yan etkisiz. Müzik, nefes alışverişlerini
senkronize ediyor, ağrıyı hafifletiyor ve vücudun bağışıklık sistemini güçlendiriyordu. Müzikle tedavinin bir başka
yararı da, hastaların doktor ve tedavi kurumuna daha kolay güven duymalarını sağlıyor olmasıydı. Bu amaçla,
çocuklara yapılan müdahaleler sırasında dinletilmek üzere çocuk şarkıları, klasik müzik, Budist ezgiler ve “anne
karnı” melodileri geliştirildi.
Bu konuda çeşitli araştırmalar yürüten, Hellersen Sporcu Hastanesi anestezi uzmanı Ralph Spintge de,
120 binden fazla hasta üzerinde yaptığı araştırmada, ameliyattan önce ve ameliyat sırasında müzik dinletilen
hastaların yüzde 5O’sinin daha az narkoza ihtiyaç duyduğunu ortaya çıkardı. Omuriliğe enjeksiyonla müdahale
gibi, hastanın bilincinin yerinde olması gereken çok ağrılı operasyonlarda yararlanılan müzik, etkili bir anestezik
yerine geçebiliyordu. Spintge, bu müziklerde ritmin “canlı” ve değişken olması gerektiğini belirtiyor. Sert ve tekdüze
ritimli bir müziğin ters etki yapması olasılığı var. Çünkü, yapılan deneylerde sağlıklı bir organizmanın ritminde de
dalgalanmalar görülebiliyor.
Müzik nasıl rahatlatır?
‘Müzik İneklerin Süt Verimini Bile Etkiliyor’
Evinde çicek yetiştirenlere onlara müzik dinletmeleri önerilir. Böylece çiçeklerin daha sağlıklı olacağı,
yapraklarının daha parlak ve canlı olacağı söylenir.
Avrupa `da ineklerin daha fazla süt vermesini sağlamak amacıyla müzikten yararlanılıyor ve ineklere müzik
dinletilerek verimlilikleri artırılıyor. Çünkü ineğin verdiği süt, ortamın ışığına, hayvanlara dinlettirilen müziğin
türüne göre değişiklik gösteriyor. Yine aynı şekilde müziğin bitkileri nasıl etkilediği yönünde de araştırmalar devam
ediyor.
Müzikoterapi
Daha çok ruhsal hastalıklarda kullanılıyor. Özellikle kronik hastalığı olan hastalarda müziğin daha etkin
kullanılması için yoğun bir çalışma yapılıyor. Çünkü her hastalıkta ve her ruh halinde insanların tepkileri farklıdır.
Kanser, kalp hastalığı, diyabet gibi kronik hastalıklarda da hastanın moralinin yüksek olması büyük önem taşıyor.
Müzik günlük hayatın koşuşturması içindeki günümüz insanına dinlenme, stresle mücadele etme, kaygılardan
kurtulma ve sıkıntılarından uzaklaşma konularında yardımcı oluyor. Kısacası ‘müzik ruhun gıdasıdır` sözü
koruyucu tıp açısından önemli bir anlam ifade ediyor.
Hiçbir zaman saat 12 hizasında bir insan bulamazsınız. Yani çeşitli ruh tepkileri var. İnsanın bir tarafı depresif
ise bir tarafı da maniktir. Her insanın ömrü boyunca ya manik tarafı ağır basar ya da depresif tarafı. Yani insanlar
gezinen ruh haline sahiptir. Bir bakarsınız bir dönem çok neşelidir, bir bakarsınız karalar bağlamıştır. İşte bu
noktalarda insanların hayatlarındaki faktörler ruh halinde etkili oluyor. Müzik de bu faktörlerden biridir. İnsanın
kendisini iyi hissetmesini sağlayan müzik bu noktada önem kazanır.
Kaynaklar
•
•
•
•
•
•
"Power of Music", Early Childhood News, by F. Ruscher.
Reader's Digest Magazine, 1999.
Music Therapy. ca-Kanada Müzikle Tedavi Merkezi.
tampamusic. com - misci Academi.
www.newsweek.com
Cinuçen Tanrıkorur, "Osmanlı Musikisi"
www.gulenmedya.com