– — ˜ ™ 41. CİLT 4. FASİKÜL (255)

TULUMBACI
Halk Müziði El Kitabý I: Terimler Sözlüðü, Ankara 1998, s. 187-188; Süleyman Þenel, Trabzon
Bölgesi Halk Musýkisine Giriþ, Ýstanbul 1994, s.
290-291; Özhan Öztürk, Karadeniz: Ansiklopedik Sözlük, Ýstanbul 2005, II, 1119-1121; U.-K.
Reinhard, Türkiyenin Müziði (trc. Sinemis Sun),
Ankara 2007, II, 74-75.
ÿEray Cömert
–
—
TULUMBACI
˜
Osmanlý Devleti’nde
asker veya sivil itfaiye neferi için
kullanýlan unvan.
™
Ýtalyanca “tromba” (boru, borazan) kelimesinden gelen tulumba bir tür basit yangýn söndürme düzeneði iken zamanla onu
kullanan kimselerin unvaný olmuþtur. Su
pompalarýnýn XV. yüzyýlda Ýtalya’da ortaya
çýktýðý ve kýsa sürede Akdeniz havzasýnda
yaygýnlaþtýðý bilinmektedir. XVII. yüzyýlda
Osmanlýlar’da gemilere dolan suyu tahliye eden bir tulumbacý esnafý mevcuttu.
Türkçe’ye bir denizcilik terimi olarak giren
tulumbacý, XVIII. yüzyýlda yangýn söndürmek için kurulan teþkilâtta suyu tahliye
eden deðil ateþi söndürmek üzere taþýyýp
pompalayan zümreyi niteleyen bir anlam
kaymasýna uðradý; XIX. yüzyýlda ise bunun yaný sýra “külhanbeyi, býçkýn, serseri”
mânasýnda da kullanýldý.
Yangýnlara tulumbayla müdahale edilmesi XVI ve XVII. yüzyýllarda baþta Macaristan ve Fransa olmak üzere Avrupa’da giderek yaygýnlaþtý. Osmanlýlar’da ayný dönemde evlerde çatýya kadar uzanan merdivenlerle su dolu fýçýlar bulundurulmasý
ve bunun yasakçýlar tarafýndan kontrolü
gibi birtakým önlemler alýnmakta, Ýstanbul’da meydana gelen yangýnlar yeniçeri
kolluklarýndaki neferler, sakalar, baltacýlar
ve halk tarafýndan söndürülmekteydi. Osmanlý Devleti’nde yangýn söndürme teþkilâtýnýn kurulmasý ve tulumbanýn kullanýlmasý, XVIII. yüzyýl baþýnda donanmayla
katýldýðý Venedik seferinden (1715) dönüþ-
te ihtida eden ve Fransýz asýllý bir mühendis olan Gerçek Dâvud (David) tarafýndan
1132’de (1720) gerçekleþtirildi. Temmuz
1718’deki Tüfenghâne ve ardýndan Tophane yangýnlarýnda tulumba ile yangýna
müdahale eden ve hizmeti büyük takdir
toplayan Gerçek Dâvud Aða’yý Sadrazam
Nevþehirli Damad Ýbrâhim Paþa 1720’de
Tulumbacý Ocaðý’ný (Dergâh-ý Âlî Yeniçerileri Tulumbacý Ocaðý) teþkil etmekle
görevlendirdi. Dâvud Aða ölümüne kadar
(1733) tulumbacýbaþýlýk vazifesini yürüttü. Þehzadebaþý semtinde Acemi Oðlanlarý Kýþlasý’na yerleþtirilen Tulumbacý Ocaðý baþlangýçta sadece altý zabit ve elli neferden müteþekkildi. Bu sebeple tamirat
ve teknik iþler cebehâne, tophâne ve tüfenghâne tarafýndan yapýlýyordu. Daha
sonra kýþlalarda tulumbalar için kuyular
açýldýðý gibi hortum ve makinelerin tamiri için birtakým alet ve edevat alýnarak bir
“kârhâne” (imalâthane / tamirhane) oluþturuldu. Önceleri ocak mevcudunun yetersizliði
sebebiyle yangýna müdahale ve su tedarikinde sakalardan, yeniçeri ve cebecilerden
yararlanýldý. Ardýndan “mütefennin amele” adýyla nitelikli iþçiler / ustalar istihdam
edildi.
Tulumbacýlar acemi oðlanlarýn saðlam
ve çevik (“ayaðý koþarlý, uçarlý”) olanlarýndan
seçilirdi. Yangýna müdahale esnasýnda baþlarýna üzerinde kendilerine ait numara bulunan çorba tasýna benzer bakýrdan bir
miðfer (yangýn tasý) giyerlerdi. Yangýn dýþýnda günlük kýyafetleri sarýk, “kartal kanat” denilen kýrmýzý kaput ve ayakta kýrmýzý bir yemeniydi, baldýrlarý ise çýplaktý
(baldýrý çýplak). Yangýna müdahale sýrasýnda yaralananlara tazminat ödenir, çalýþamayacak derecede zarar görenler ise emekli edilirdi. Tulumbacýlýk hizmeti baþlangýçta sadece Yeniçeri Ocaðý’na baðlý bir askerî birlik tarafýndan görülürken zamanla
Topkapý Sarayý’nda ve Tersane’de bostancýbaþýya baðlý birer tulumbacý ocaðý kuruldu. 1724’te ocaktaki nefer sayýsý arta-
XX. yüzyýlýn
baþýna ait
bir kartpostalda
yangýn
söndürmeye
giden
tulumbacýlar
rak 150’ye, 1755’te 461’e ulaþtý. XVIII. yüzyýl sonlarýnda bütün devlet kurumlarýnda
birer tulumbacý takýmý teþkil edilince 1804
yýlý itibariyle merkezdeki toplam sayýlarý
531’e yükseldi.
Bir Fransýz / Frenk tarafýndan imal edildiði için “didon” olarak adlandýrýlan ilk tulumbalar çok hantaldý ve 120 kilodan aðýrdý. Taþýma güçlüðü sebebiyle zamanla “didon bozmasý” denilen daha hafif emmebasma tulumba modelleri geliþtirildi. Üstü açýk, resimlerle süslenmiþ boyalý bir sandýk içine yerleþtirilen düzeneðin taþýnmasýný kolaylaþtýrmak amacýyla dört sýrýk ve
altýna yerle temasýný engellemek için dört
adet çýkýntýlý bölüm (týrnak) eklendi. Makinenin çardak kýsmý ile tepelik ve deve boynu denilen, hortum takýlan aðzý açýkta ve
su alýp veren haznesi sandýk içindeydi. Tek
hazneli ilk tulumbalar yetersiz kaldýðýndan 1737’de Tulumbacýbaþý Ali Sâdýk Aða
tarafýndan iki hazneli (çifte kazganlý) tulumba geliþtirildi (BA, Cevdet-Belediye, nr. 123/
6135). Bu icat, sadece çeþme bulunan yerlerde kullanýlabilmesi ve masraflý oluþu yüzünden yaygýnlaþmadý. 1754’te Bostancý
Ocaðý tulumbacýsý Mehmed Aða, uzun hortumlarýyla bahçe kuyularýndan su çekip
pompalayabilen yeni bir tulumba yaptý.
Ancak bu da kuyulara baðýmlýlýk sebebiyle her yangýnda kullanýlamadýðýndan mekanik özellikleri ve boyut bakýmýndan farklý türdeki geleneksel tulumbalarýn kullanýmý sürdü.
Ýstanbul’un çeþitli semtlerinde yangýna
müdahaleyi kolaylaþtýrmak amacýyla bostancý ocaklarýndan sonra Temmuz 1798’de humbaracý ve laðýmcý ocaklarýnda da
itfaiye teþkilâtý kuruldu (BA, Cevdet-Askeriye, nr. 126/5601, 503/23623). Ayrýca küçük yangýnlara süratle müdahale için þehrin çeþitli semtlerine kolluklar konuþlandýrýlýrken deniz aþýrý yangýnlara müdahale için “ateþ kayýklarý” denen sandallara tulumbalar monte edildi (BA, A. MKT. MHM,
nr. 134/70). Ýstanbul’da yangýn gözetlemek üzere ilki 1750’de inþa edilen ve Beyazýt, Galata, Vaniköy’ün arkasýnda Ýcadiye’de olmak üzere üç yangýn kulesi bulunmaktaydý. Yangýn / duman kulelerden görülmüþse gündüz bir kýrmýzý / sarý bayrak
veya iki yana sepet asýlýrdý. Yangýn gece
vuku bulursa kýrmýzý bir fener ve maytap
yakýlarak Ýcadiye Kulesi’ne bildirilir, oradan
top atýlarak bütün Ýstanbul’a duyurulurdu. Bu amaçla kulelerden davul / kös çalýndýðý dönemler de olmuþtur. Yangýn duyurulduktan sonra seraskerlik binasýnýn
avlusunda bulunan Harîk Köþkü’nde yangýný gözetlemeye memur, “köþklü” (önce369
TULUMBACI
leri dîdebân) adý verilen nöbetçi ulaklar du-
rumu mahalle bekçileri ve tulumbacýlara
haber verirdi.
Yeniçeri Ocaðý’nýn 1826’da kaldýrýlmasýnýn ardýndan Tulumbacý Ocaðý da kaldýrýldý. Týphâne olarak kullanýlmasý kararlaþtýrýlan Tulumbacýbaþý Konaðý’nda (BA, HAT,
nr. 19308) ve ocakta bulunan tulumbalar
seraskerliðe nakledildi (BA, Cevdet-Belediye, nr. 37/1826; Kånunnâme-i Askerî Defteri, I, 57). Kýsa süre sonra 2 Aðustos 1826’da büyük Hocapaþa yangýný çýkýnca tulumbacý ocaðýnýn ihyasý gündeme geldi. Bu sebeple yeni kurulan Asâkir-i Mansûre’ye
baðlý yangýncý taburlarý teþkil edildi. Tulumbacý kelimesinin yerine “yangýncý”nýn
tercih edilmesi ilkinin yeniçeriliði ve önceki dönemi hatýrlatmasýndandý. Ýtfaiye
hizmetlerinin aksamadan yürütülebilmesi
amacýyla yangýncýlar bir müdüriyet þeklinde yeniden teþkilâtlandýrýldý (Eylül 1827).
Ayrýca dýþarýdan alýnan ustalar (hortumcu,
çilingir, kancacý, baltacý, borucu vb.) tulumba
kârhânesi müdürünün maiyetinde istihdam edildi. Hocapaþa yangýný tulumba teþkilâtýnýn süratle ihyasýný ve nefer sayýsýnýn
arttýrýlmasýný zorunlu kýldýðýndan çýkarýlan
ferman gereði Ýstanbul halký her semte,
her mahalleye bir tulumba tedarik etti;
böylece sonralarý çok ün kazanacak olan
mahalle tulumbacýlýðý ortaya çýktý (1868).
Bu tulumbalar baþlangýçta müslüman mahallelerinde mescidlere, hýristiyan mahallelerinde kiliselere kondu.
Tulumba sandýðý sadece basit bir yangýn düzeneði deðil mahallenin yiðitlik, þeref ve namus sembolü telakki edilirdi. Bir
mahallenin tulumbacýlarý koðuþ adý verilen bir kahvehaneyi veya büyükçe bir odayý merkez edinir, sandýk ve edevatýný buraya koyar, duvarlarýna dizlik denilen pantolonlarýný ve keçe külâhlarýný asarlardý. Bekâr tulumbacýlar genellikle toplu halde bu
koðuþlarda kalýrlardý. Mahalle ihtiyar heyeti tarafýndan seçilen ve alâmet-i fârikasý deri bir kýrbaç olan birinci reis âmir konumundaydý. Birinci reis kabiliyetlerine göre sandýðýn vasýfsýz neferleri sayýlan uþaklar arasýndan ikinci reis, fenerci (yol gösterici), borucu (su fýþkýrtma aksamýndan
sorumlu görevli) ve kökenci / künkçü (hortumcu, borunun hortumdan çýkmamasýný
saðlamakla görevli) tayin ederdi.
Tulumbacý sandýklarý kenarlarýndaki sýrýklara omuz veren dört kiþi tarafýndan taþýnýrdý; bu sebeple birbirlerine “omuzdaþ”
derlerdi. Sandýðý taþýyan dört uþak bir takým teþkil ederdi ve nöbetleþe taþýnan her
sandýðýn birkaç takýmlýk efradý bulunurdu.
Dört takýmlýk sandýklar büyük sandýk kabul
370
edilirdi. Kendilerine mahsus bir “haaayt”
ile baþlayan nâralar (meselâ Eyüp tulumbacýlarýnýn nârasý “hazret-i ziyaretli” idi) ve
manilerle yangýna gidiþ, dönüþte öndeki
sandýðý geçmek tulumbacýlar tarafýndan
büyük bir zafer sayýlýrdý. Bu rekabet sebebiyle kavgalar eksik olmaz, bazan ölümle
biten hesaplaþmalar yaþanýrdý. Beledî bir
hizmetin ifasý yanýnda bir gösteri de sunan tulumbacýlarýn yangýna gidiþleri ve dönüþleri halk tarafýndan büyük ilgiyle izlenirdi. Mahalle tulumbacýlýðý gönüllü / fahrî yapýlan bir kamu hizmetiydi. Buna karþýlýk devlet tulumbacýlara birtakým vergi
muafiyetleri saðlayarak bu hizmeti özendirmiþtir. Ayrýca tulumbacýlar söndürdükleri yangýnlardan bahþiþ, elbise ve kurbanlýk koyun alarak veya semtin belli yerlerinde iþportacýlýk yapma imtiyazýyla geçimlerini temin ederlerdi. Yine bayramlarda
klarnet ve darbuka eþliðinde bahþiþ toplar, elbise isterlerdi.
1846’da Zaptiye Müþirliði kurulunca tulumbacýlýk teþkilâtý bu yeni birime baðlandý. Yangýnlara süratle müdahale edilebilmesi için Ýstanbul’un belli yerlerine havuzlar inþa edildi (BA, Ý. MSM, nr. 25/673).
1855’te þehremâneti kurulmakla birlikte
belediye dairelerinin teþkili ve itfaiye hizmetlerinin bu yeni kuruma devri 1868’i
buldu. Ayrýca yangýnlara süratli ve etkin
müdahale amacýyla her mahalleye bir tulumba tedarik etme þartý getirilmesiyle
mahalle tulumbacýlýðý daha da yaygýnlaþtý. Bundan dolayý halk dilinde belediye tulumba teþkilâtýna ocak / daire sandýðý, ahali tarafýndan oluþturulanlara ise mahalle
sandýðý denilmeye baþlandý. 1870’teki bü-
yük Beyoðlu yangýnýndan sonra mevcut
itfaiye sisteminin Avrupa standartlarýnda
yeniden teþkilâtlandýrýlmasý gündeme geldi. Araþtýrmalar neticesinde en mükemmel sistemin Budapeþte’de olduðuna karar verildi; Macaristan’dan Kont Ödön Szechenyi 1871’deki ilk ziyaretinin ardýndan
1874’te uzman sýfatýyla Ýstanbul’a davet
edildi. Szechenyi Paþa, ordu bünyesinde
ayrý bir tabur halinde eðitilen neferlerden
modern bir itfaiye bölüðü yetiþtirdi. Yangýn yerine karga tulumba gitme usulü terkedilerek iki yahut dört at koþulu tulumba arabalarý kullanýlmaya baþlandý. Zamanla Deniz Ýtfaiye Birliði’nin (Bahriye Taburu) kurulmasýyla dört tabura ulaþan ve
kendilerine üniforma giydirilen itfaiye alayý ve alýnan buharlý tulumbalar itfaiye teþkilâtýnýn modernleþtirilmesinde önemli
adýmlar oldu. Bu çerçevede belediye tulumba teþkilâtlarý yeniden yapýlandýrýlýrken
mahalle tulumbalarý da varlýðýný sürdürdü.
1885’te tulumbacýlarýn kýyafetinde yeni
bir düzenleme yapýldý. Sandýk kolu altýndaki gösteriþli kýyafetler sadeleþtirildi. Her
sandýk için bir yangýn rotasý, iþ baþý üniformasý, futbol kulüplerinin oyuncularýna
giydirdiði gibi bir forma belirlendi.
1889’da Tersane’de bahriye efradý ve
Bahriye Nezâreti’ne baðlý müstakil bir deniz itfaiye taburu teþkil edildi. Kara itfaiye teþkilâtýnýn dört taburunun seraskerlik dairesiyle üç kýþlada (Kasýmpaþa Bahriye, Taksim ve Selimiye kýþlalarý) toplu
halde bulunmasý uzak semtlerde çýkan
yangýnlara müdahaleyi güçleþtirdiðinden
1908’de Meþrutiyet’in ilânýndan sonra ta-
XVIII. yüzyýla ait bir kýyafet albümünde tulumbacý eri ile yangýn söndürmeye giden tulumbacýlarýn tasvirleri (T. Klaus, Türkische Gewänder und Osmanische Gesellschaft im Achtzehnten Jarhhundert, Graz 1966, lv. 104-105)
TU‘ME
burlar bölüklere ayrýlarak semt karakollarýna daðýtýldý. 1911’de birkaç otomobille motorlu tulumbalar satýn alýndý. Balkan
savaþlarý ve I. Dünya Savaþý’nda itfaiye bölüklerinin de cepheye sevki zarureti ortaya çýktý. Bu sebeple askerî itfaiye devre dýþý kalýnca yangýn söndürme görevi belediye ve mahalle sandýklarýna kaldý. Bu durum itfaiye hizmetlerinin askeriyeden belediyeye devrini gündeme getirdi. Neticede itfaiye hizmetleri 1923’te Ýstanbul valisi ve þehremini Haydar Bey zamanýnda
belediyeye devredildi. Mahalle tulumbacýlýðý Aðustos 1924’te yasaklandý, atlý ve
kýrbalý sakalarla birlikte tarihe karýþtý. Ýtfaiyecileri çaðdaþ meslekî teknik ve pratik bilgilerle donatmak için 1937’de Saraçhane’de bir itfaiye okulu açýldý.
Tulumbacýlýk, bir yangýn söndürme iþinden ziyade özellikle Ýstanbul’da gündelik
yaþamýn ve folklorun önemli unsurlarýndan biriydi. Tulumba takýmlarýnýn isimleri
de ilginçti: Toygartepeliler, Çengelköy Türkleri, Hasköy Mûsevîleri, Kazlýçeþmeliler vb.
Ýstanbul gençleri ve özellikle ayak takýmýndan gençler arasýnda tulumbacýlýk bir sevda halini alýnca pazý kuvveti, pençe ve koþarlý ayak iddialarý baþladý ve bir mahallenin tulumba sandýðý semt sakinlerinin yiðitlik, þeref ve namusunun timsali oldu.
Sadece çevik ve gözü kara tipler olarak deðil ayný zamanda semâi, mani ve destan
okumakla da ün salan tulumbacýlar XIX.
yüzyýl Ýstanbul hayatýnýn önemli tiplerinden biriydi. Çoðunluðu yetimhanelerden
ve bekâr odalarýndan yetiþen bu insanlar
kendilerinden esirgenmiþ hayatý elde etme ideali peþinde koþar, sonuçta kaybeden de kazanan da efsaneye dönüþürdü.
Tulumbacýlýk aslýnda bir tür þehir kabadayýlýðýydý. Mintanlarý, rütbe alâmetleri, kahvehane ve koðuþ muhabbetleri, keçe külâh, yalýn ayak ve dizlik fanila þahbazlýðý,
pýrpýrlýðý ile zamanýn gençlerini sarmýþ bir
heves halini almýþtý. Bazý tulumbacýlarýn
kanunsuz iþlere karýþtýklarý, gayri ahlâkî
bir hayat tarzý içinde olduklarý da belirtilmiþtir. Aralarýnda kavganýn eksik olmadýðý tulumbacýlar kendilerine has bir argo ile
konuþurlardý. Çoðu edep dýþý bu tür konuþmalar tulumbacý aðzý þeklinde anýlýrdý. Genelde tulumbacý tiplemesi, ayyaþ, serseri
ve küfürbaz þeklinde takdim edilirdi. Tavýrlarý ve kýyafetleriyle Ýstanbul’un en renkli
zümrelerinden biri olan tulumbacýlar, Ýtalyan ressamlarý Preziosi ve Fausto Zonaro
tarafýndan resmedilmiþtir. Edebiyatta ise
Nâbizâde Nâzým’ýn Zehra (Ýstanbul 1954)
ve Sermet Muhtar Alus’un Onikiler (Ýs-
tanbul 1999) adlý romanlarýnýn kahramanlarý yine tulumbacýlardýr.
–
BÝBLÝYOGRAFYA :
Râþid, Târih, IV, 387-388; V, 18-20; Çelebizâde Âsým, Târih, Ýstanbul 1282, s. 255-257; Lutfî,
Târih, I, 251, 282; Osman Nuri Ergin, Mecelle-i
Umûr-ý Belediye (Ýstanbul 1330-38), Ýstanbul 1995,
II, 1077-1097; III, 1119-1255; a.mlf., “Tulumbacýlar”, Ýstanbul Ýçin Þehrengiz, Ýstanbul 1991, s.
113-117; a.mlf., “Ýstanbul Ýtfaiyesi”, Ýstanbul Belediye Mecmuasý, sy. 51, Ýstanbul 1928, s. 140165; Uzunçarþýlý, Kapukulu Ocaklarý, I, 82-86;
Tahir Alangu, Çalgýlý Kahvelerde Külhanbey Edebiyatý ve Numuneleri, Ýstanbul 1943; M. Halit
Bayrý, Ýstanbul Folkloru, Ýstanbul 1947, s. 22-33;
Ýtfaiye Tarihçesi ve Ýstatistiði 1714-1948, Ýstanbul 1948; Reþat Ekrem Koçu, Ýstanbul Tulumbacýlarý: Yangýn Var, Ýstanbul 1981; Ý. Hakký Soyyanmaz, Tulumbacýlar ve Edirne Tulumbacýlarý,
Edirne 2002; Sermet Muhtar Alus, “Eski Tulumbacýlar”, YM, sy. 13 (1939), s. 27-28; Enver Behnan Þapolyo, “Tulumba Teþkilâtý: Gerçek Davut”,
Ýller ve Belediyeler Dergisi, X/112, Ankara 1955,
s. 101-105; Mehmet Tarcan, “Batý Devletlerinde
ve Bizde Ýtfaiye Teþkilatý”, Ýdare Dergisi, sy. 279,
Ankara 1962, s. 67-83; M. Herterich, “Ýtfaiye Pompalarýnýn Tarihçesi: El Tulumbasýndan Türbinli
Pompaya” (trc. Þefik Okday), Mühendis ve Makina, XI/130, Ankara 1968, s. 325-331, 338; Ýhsan
Birinci, “Ýtfaiye Teþkilatýmýzýn Tarihçesi”, Ýller ve
Belediyeler Dergisi, sy. 277, Ankara 1968, s. 550552; a.mlf., “Tulumbacýlar”, Mesleki ve Teknik
Öðretim, sy. 203, Ankara 1970, s. 22-23; A. Süheyl Ünver, “Bizde Ýlk Fennî Tulumbayý Kuran
Dâvud Gerçek”, Hayat Tarih Mecmuasý, IX/2, Ýstanbul 1973, s. 8-10; Aliye Önay, “Türkiye’de Ýlk
Ýtfaiye Teþkilâtý”, a.e., XIII/5 (1977), s. 63-67; Turgut Kut, “Ülkemizde Yangýn Tulumbasýný Ýlk Kez
Ýmal Eden Gerçek Davud’un ve Bazý Tulumbacýlarýn Mezar Taþlarý”, TD, XXXII (1979), s. 771788; Uður Göktaþ, “Kartpostallarda Tulumbacýlar”, Ýlgi, sy. 51, Ýstanbul 1987, s. 30-32; a.mlf.,
“Tulumbacýlýk”, DBÝst.A, VII, 301-303; Mehmet
Arslan, “Tulumbacý Nârâlarý”, Türk Dünyasý Tarih Dergisi, sy. 58, Ýstanbul 1991, s. 46-47; a.mlf.,
“Osmanlý Saray Þenliklerinde Tulumbacýlar”, a.e.,
sy. 63 (1992), s. 41-49; Mehmet Ergün, “Külhanbey-Tulumbacý Destanlarý”, Toplumsal Tarih, XV/
86, Ýstanbul 2001, s. 4-12; Hüseyin Özgür – Sedat Azaklý, “Osmanlýda Yangýnlar ve Ýtfaiye Hizmetleri”, Gazi Üniversitesi Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi Dergisi, III/1, Ankara 2001, s. 153172; Erkan Tural, “Türkiye, Hollanda, Ýngiltere
ve Amerika'da Modern Ýtfaiye Teþkilatýnýn Kuruluþu ve Harik (Yangýn) Nizamnameleri”, Çaðdaþ
Yerel Yönetimler, XIII/1, Ankara 2004, s. 67-91;
Kemalettin Kuzucu, “Széchenyi Paþa ve Osmanlý Ýtfaiyesinin Modernleþtirilmesi (1874-1922)”,
Türk Kültürü Ýncelemeleri Dergisi, sy. 14, Ýstanbul 2006, s. 31-52; Abdurrahman Kýlýç, “Tulumbacý Aðzý”, Yangýn ve Güvenlik, sy. 125 (2009),
s. 8-10; Cengiz Orhonlu, “Tulumbacý”, ÝA, XII/2,
s. 50-54; Stefanos Yerasimos, “Tulumbadji”, EI 2
(Ýng.), X, 616; “Gerçek Davud Aða”, Ýst.A, VIII,
4287-4289; M. Sabri Koz, “Tulumbacý Destanlarý”, DBÝst.A, VII, 301.
ÿYüksel Çelik
–
˜
TUMANBAY
(bk. TOMANBAY).
—
™
—
TU‘ME
( À‫) א‬
Ýhtiyaç sahiplerine
ve devlet görevlilerine
mülkiyeti devlete ait yerlerden ayrýlan
tahsisat.
˜
™
Sözlükte “doymak” anlamýndaki ta‘m
(ta‘âm) kökünden türeyen tu‘me “yiyecek
nesne, lutuf, ikram ve ziyafet” gibi anlamlara gelir. Terim olarak Hz. Peygamber’in
hanýmlarýndan baþlamak suretiyle bazý ihtiyaç sahiplerine ve devlet görevlilerine devlete ait yerlerden belli miktarda gýda tahsisi yapýlmasýný ifade eder. Ýbn Abbas’ýn rivayet ettiði bir hadiste Resûl-i Ekrem’in fýtýr sadakasýný oruç tutanlarýn gereksiz ve
çirkin sözlerinin bir kefâreti ve yoksullar
için bir tu‘me yaptýðý belirtilmektedir (Ebû
Dâvûd, “Zekât”, 18; Ýbn Mâce, “Zekât”,
21). Sahâbeden Ebû Katâde’nin hac yolunda iken avladýðý yabani eþek etinden o sýrada ihramlý olanlarýn yiyip yiyemeyeceði
hususu kendisine sorulduðunda Resûlullah onun Allah’ýn kendilerine yedirdiði bir
tu‘me olduðunu söylemiþtir (Buhârî, “Cihâd”, 88; Müslim, “Hac”, 57).
Terim anlamýyla tu‘menin ilk defa Hz.
Peygamber’in Hayber arazisindeki uygulamasýnda ortaya çýktýðý söylenebilir. Burada Ketîbe denilen kale arazisinin beþte
birinden ve Fedek’in yarýsýndan Resûl-i Ekrem ve yakýnlarýnýn aldýðý paylara bazý kaynaklarda tu‘me adý verilmiþtir (Ýbn Hiþâm,
III, 363-364; Ýbn Þebbe, I, 211). Ancak Ali
b. Muhammed el-Huzâî, Taberî’ye dayanarak 4 (625) yýlýnda ele geçirilen Nadîroðullarý yurduna deðinirken bu yerin Resûlullah’a ve ailesine ihtiyaçlarý kadar yiyecek saðlamalarý amacýyla tu‘me þeklinde
verildiðini, onlarýn da bundan artaný müslümanlarýn güçlenmesi için harcadýklarýný
kaydeder (TaÅrîc, s. 530, 803; ayrýca bk.
Semhûdî, II, 155).
Ganimet ve fey hukukuna uygun biçimde gerek Hz. Peygamber’in þahsýna
kalan yerler gerekse hanýmlarýna ayrýlan
paylar hayatta kaldýklarý sürece kendilerine ait olmuþ, onlardan sonra bu yerler ve
elde edilen gelirler bütün müslümanlar için
vakýf (sadaka) haline getirilmiþtir. Resûl-i
Ekrem bir hadisinde Allah’ýn peygambere bir tu‘me vermesi durumunda bunun
ondan sonra idareyi ele alanýn emri altýna gireceðini diðer bir hadiste ise kendisini kastederek nebînin býraktýðý bütün mallarýn -ehline tu‘me þeklinde yedirdikleri
ve giydirdikleri hariç- sadaka kabul edildiðini ve peygamberlere mirasçý olunama371