View/Open

İSLÂM'DA KİTAP SEVGİSİ V E İLK KÜTÜPHANELER
^Mahmut GÜNDÜZ
İSLÂM'DA KİTAP SEVGİSİ V E
İLK KÜTÜPHANELER
sadece, bu i l k âyetle değildir. Bu hu­
susta sırası geldikçe, geı-ekli bilgiler ve­
rilecektir.
A — GİRİŞ :
1 — İslâm, okumayı,
her şeyden önce insanlara
tek dindir.
öğremneyi,
farz kılan
Gelip geçmiş veya yaşıyan diğer
dinlerden hiçbiri, kutsal
kitaplarında,
Kur'ân-ı Kerim'de beUrtildiği gibi, i l ­
me, e ğ i t i m e bu derece b ü y ü k önem ve­
rerek, onu, elde etmeği teşvik etmiş,
tavsiyede b u l u n m u ş değildir.
K u r ' â n - ı K e r î m ' i n i l i m öğreıuneği
farz kılan muhkem âyetlerinin yanısıra, islâm'ın Ümmî (okuyup, yazması ol­
mayan) b ü y ü k Peygamberi de, söz ve
davramşlarında, i l m i benimsemiş, onu,
her zaman ü s t ü n t u t u ş t u r . B u nedenle,
İslâm'da, bilginlere, i l i m sahiplerine bü­
yük değer verilmiştir.
2 — Kur'ân-ı Kerîm'in Hazreü Muhammed (S.A.S.) (570-632) aracılığıyla
Müslümanlara inen i l k âyetleri, (Alâk
Sûresi, â y e t 1-5) de, U l u Tanrı : «tnsanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabb'inin
adıyla oku! Oku! Kalemle öğreten, i n ­
sana bilmediğini bildiren Rabb'in, en
b ü y ü k kerem sahibidir» b u y u r m a k t a d ı r .
Allah'ın, îslâm
ü m m e t i n e , daha
doğrusu, b ü t ü n
insanlara, diğer her
t ü r l ü davranışlardan önce, i l k olarak,
okuyup öğrenmeyi, bilgi sahibi olmayı
emretmesindeki derin hikmeti anlamak
önemlidir.
Kur'ân-ı
Kerim'de
okumayı,
renmeyi, i l i m sahibi olmayı
öğ­
emredici
3 — İslâm'ın b ü y ü k Peygamberi de,
tebliğ ettiği dinin, esaslarını ümmetine
öğretip, uygularken, okumayı, öğrenme­
y i , i l i m sahibi olmayı daima telkin ve
teşvik etmiştir. Nitekim; «Kadın, erkek
her Müslümana i l i m öğrenmek farzdır.
«Beşikten mezara kadar ilim öğre­
niniz.»
«İlim Çin'de olsa bile gidip alınız.»
«İlim ibadetten efdaldır,
tün, daha faziletli)» dinin
(düzenleyici).
(daha üs­
nazımıdır
Bilgin ol, ya da i l i m öğretici, yahut
ta öğrenici, ya i l i m i dinleyici veya onu
sevici ve yayıcı ol. Bunlar olamazsan
hiç olursun. «Dünya'yı dileyen ilme sa­
rılsın; Ahiret'i dileyen ilme sarılsın, hem
D ü n y a ' y ı hem Ahiret'i dileyen gene ilme
sarılsın.» gibi birçok sözleriyle (Hadisleriyle) bu husustaki gerçek inanışını
içtenlikle ortaya koymuştur.
4 — İslâm inanışına, daha açıkçası
Kur'an-ı K e r î m âyetlerine göre, her kişi,
Allah'ı ancak, ilmi derecesinde anlayabiUr. Aslında, Kur'ân-ı Kerim, herkesi,
Allah katında eşit saymıştır.
Ancak,
Takva (Allah'ın yasakladığı şeylerden,
g ü n a h l a r d a n sakının) ve i l i m sahihleri
bunlardan ayrı tutulmuşlardır.
Kur'ân-ı K e r î m ' i n Z ü m e r Sûresi'nin
9 uncu âyetinde, bu hususta : «Ey M u ­
hammedi De k i : Bilenlerle bilmiyenler
bir olur mu? Doğrusu, ancak, akıl sa-
166
MAHMUT GÜNDÜZ
hipleri öğüt kabul eder, ibret alırlar.»
buyrulmuştur.
Aslında, insan bilgi edinebilecek, onu taşıyacak bir özellikte yaratılmış­
tır. İnsanın, diğer b ü t ü n y a r a t ı k l a r a olan çeşitli ü s t ü n l ü k l e r i n d e n b i r i ve en
önemlisi, i l i m sahibi kılınması ve bu
olanaklara erişebilmesidir.
Bilindiği gibi, i l i m , insanı, d ü n y a ­
da, maddeye hakim kılar, sonra mana­
ya yükseltir; madde ile uğraşan insan,
bunlara ait i l i m dallarına akıl erdirdik­
çe, aradaki ilişki ve orantıları, olayların
mahiyetini, k a n u n l a r ı n ı öğrenir. B u sa­
yede, insan, kolaylıklara kavuşur, uy­
garlığın nimetlerinden y a r a r l a n ı r , ufku
ve kavrayışı genişler» Allah'ın iyilikle­
rinden y a r a r l a n ı r ,
ufku ve kavrayışı
Allah'ın
y i l i k l e r i n i daha
derinden
t a n ı m a y a , tanıdıkça da, O'nu sevme­
ye ve d ü ş ü n m e y e başlar. Bu şekil­
de, i l i m yoluyla
Allah'a
yaklaşan,
tecelli eden gerçekleri daha i y i tanımış,
düşünce ve d u y g u l a r ı n ı O'nun yoluna
k o y m u ş olur.
B u hususta, K u r ' â n - ı K e r î m ' i n Ba­
kara Sûresinin 269 uncu âyetinde : «Al­
lah dilediğine hikmet ihsan eder; kime
hikmet verilmişse, şüphesiz, ona b ü y ü k
i y i l i k edilmiştir. Bundan, ancak, akıl
sahipleri ibret alır.» denilmektedir.
B u âyet, öğrenmenin, i l m i n , insan­
lara kazandırdıklarını açıkça belirtmek­
tedir.
5 — Y e r y ü z ü n d e hiçbir din, hiçbir
düşünce sistemi, doğuşundan bu kadar
kısa bir süre sonra, M ü s l ü m a n l ı k kadar
geniş bölgelere yayılmış, insanları etkisi
altında bırakarak, i l i m alanında bu de­
rece hızlı gelişme ve yükseliş göstere­
memiştir.
t s l ^ , ilimde, sadece öğrenilenlerle
yetinilmesini yeter görmez, daha ileri
gidilmesini, daima arttırılmasını
ister.
Netekim, bu hususta Kur'ân-ı K e r î m ' ­
i n Tâ-hâ Sûresi'nin 114 üncü
âyetinin
son b ö l ü m ü n d e :
«Yarabbi (Rabbim)
İlmimi a r t t ı r de» buyrulmak suretiyle,
Hazreti Muhammed'e telkinde bulunu­
lur. Islamın b ü y ü k
Peygamberi ise,
Kur^a-ı K^rîpıUn bu emrine uyarak,
M ü s l ü m a n l a r ı n b u l u n d u k l a r ı seviyeden
g ü n d e n güne daha ileri gitmelerini, ge­
lişimlerini ve m u t l u l u ğ a ermelerini amaç edinmeleri için : «Dünü ( i k i g ü n ü
birbirine) bu g ü n ü n e eşit olan kayba
uğramıştır.» demiştir.
Okumaya - ö ğ r e n m e y e feü derece
b ü y ü k önem veren, i l i m i insan için ga­
ye kabul eden bir dine bağlı olanların
da, i l m i öğretici araçlara, yollara sahip
olmaya çalışacakları şüphesizdir.
6 — İslâm'da, i l i m edinmek için olan b ü y ü k ilginin doğal bir sonucu ola­
rak, kısa bir sürede b i r kitap sevgisinin
ve m e r a k ı n ı n d o ğ d u ğ u n u g ö r m e k t e y i z .
Bu, aynı zanıanda, g ü n ü m ü z a n l a m ı n ­
da b ü y ü k ve paha biçilmez eserlerle do­
lu k ü t ü p h a n e l e r i n de k u r u l m a s ı n ı sağ­
lamıştır. Bu yazımda, İslâm'da kitaba
verilen önemle, i l k kurulan k ü t ü p h a n e ­
ler h a k k ı n d a ayrıntılı bilgiler v e r m e ğ e
çalışacağım.
Konuya girmeden önce, şu hususu
da belirteyim k i : İslâm memleketle­
rinde, başlangıçtan, yakın, tarihlere ge­
linceye kadar, kitap ve k ü t ü p h a n e l e r
h a k k ı n d a geniş bilgiler veren, eserler­
de, b i r t a k ı m maddi h a t a l a r ı n olduğu
anlaşılmaktadır. Şöyle k i :
K i t a p l a r ı n ve yazarlarının, a d l a r ı n ­
dan tutun, k ü t ü p h a n e l e r i n k u r u l u ş ta­
rihleri, yerleri, k u r u c u l a r ı , kitap k o l leksiyonları hakkında, b i r b i r l e r i n i t u t ­
maz bilgiler verilmektedir.
Özellikle, g ü n ü m ü z d e , bu
konuda
elinıizde kaynak olarak f a y d a l a n m a m ı z
gereken m ü r a c a a t eserlerinde örneğin,
İslâm Ansiklopedisi, Meydan Larpusse
gibi bir hayli t e r c ü m e , transkripsiyon
ve rakam h a t a l a r ı b u l u n m a k t a d ı r . D i ­
ğer bir takım özel y a y ı n l a r d a da, bu
gibi hatalarla birlikte, kronolojik u y g u n
suzluklar göze
ç a r p m a k t a d ı r . Benim
maksadım, bu eserleri eleştirmek değil­
dir. Faydalandığım bu
gibi ve diğer
eserlerin yazarlarını rahmetle, ş ü k r a n ­
la anmayı bir borç b i l i r i m .
Yazımda,
kaynaklar
bölümünde
belirttiğim eserleri, birbirleriyle kar­
şılaştırmak suretiyle, yukarda bahset­
tiğim hata ve eksiklikleri
gidermeye
çalıştım. Bunda, ne derece başarılı ol­
duğumu belirtmem m ü m k ü n değildir.
Görülecek kusurların bağışlanmasını ve
uyanda bulunulmasını önemle rica ederim.
B — K İ T A P NEDİR?
1 — Türk D i l K u r u m u ' n u n y a y ı n ­
ladığı «Altıncı baskı, T Ü R K Ç E S Ö Z Lt)K, 1974» te (sayfa 497) : Kitap «ya­
zılmış, ya da basılmış y a p r a k l a r ı n bir
araya getirilmesiyle oluşan dergi» şek­
linde tanımlanmaktadır. Gene, a y n ı K u rum'un yayınladığı 1974 baskı «Kitap­
lık Bilim Terimleri» sözlüğünde (sayfa
39) ise, bu t a n ı m l a m a , «yazılmış ya
da basılmış y a p r a k l a r ı n b i r araya ge­
tirilmesinden oluşan, 49 sayfadan az ol­
mayan ve bir konuyu belirli bir düzen
içinde sunan yapıt» olarak belirtmek­
tedir. Kanımızca, bu ikinci t a n ı m l a m a ,
bilim bakımından daha d o ğ r u d u r .
Arapça (Ketb-Yazmak)
mastarın­
dan türetilmiş olan, kitap sözcüğünün
asıl anlamı, yazılı olan şeydir. Çoğulu,
Kütüb'dür. K ü t ü p h a n e
sözcüğü
ise,
aslında kitapların b u l u n d u ğ u ,
onları
saklıyan, ev, konut, yer a n l a m ı n a gelir.
Biz, konumuzdaki amaçları gerçek­
leştirmeye hizmet etmesi b a k ı m ı n d a n
gene, Türk D i l K u r u m u ' n u n adıgeçen
sözlüğündeki t a n ı m l a m a l a r ı almak mecburij^etindeyiz :
Kütüphane
(Kitaplık) :
Kuruluş
amaç ve görevine uygun kitap,
film,
plak vb. gibi her t ü r l ü düşünce ve sanat
ürününü toplayan, düzenleyen ve
ge­
nel olarak karşılık gözetmeden ve ayı-
n m yapmadan okurların yararına sunan
kurum.» (Kitaplık B i l i m Terimleri Söz­
lüğü, s. 41 - 42)
2 — Yazının
bulunuşu yedi bin
yıl öncesine v a r m a k t a d ı r . Bu, insanlık
tarihinin en b ü y ü k olaylarından biridir.
Yazı, insanoğlunun, u n u t k a n l ı k denen
beyin zayıflığına en etkin ve kesin bir
çare olmuştur.
Bu sayede, bilgilerin
saptanması, korunması,
geliştirilmesi,
daha som-aki kuşaklara intikal ettiril­
mesi olanağı sağlanmıştır. Yazının bu­
lunuşu ve zamanla geliştirilmesi, günü­
müze erişen yazılı belgelerin kolayca
tetkik ve anlaşılmasına hizmet etmiştir.
Bu yazılı belgelerin başında, en önemli­
leri olarak şüphesiz kitapları saymamız
gerekecektir.
3 — Geçmişte olduğu gibi, bu g ü n
ve bundan sonra da, milletlerin uygar­
lık seviyelerinin ölçülerinin başında ge­
lecek kitabın i l k i n hangi toplumda oluşl u r u l d u ğ u ve i l k kitabın nerede yazıldı­
ğı kesinlikle bilinmemektedir.
Genel
olarak, kitabın tarihini incelemek için,
beşbin yıl gerilere gitmek zorundayız.
İlk yazılı belgelerin, iz ve kalıntı­
ları, bizi bu kadar gerilere götürdüğün­
de, kitabın tarihinin daha çok, kâğıdın
bulunuşuyla
aydınlığa
kavuştuğunu
görürüz. B u b a k ı m d a n , Çin eserlerini en
eski kitaplar olarak kabul edebiliriz,
M i l â t t a n Önce 3000 - 400
yıllarında,
Çin'de yazıya dayanan b i r t a k ı m edebi
faaUyetlerin olduğu anlaşılıyor. Çinli­
ler, başlangıçta k â ğ ı t yerine tahta yap­
raklar kullanıyorlardı.
Mısırlılar da. Milâttan Önce 1800
yıllarında papirüs bitkisini kâğıt gibi
kullanmışlardır. Bunlar, zamanla rutu­
betin ve böceklerin tahribine uğramış­
tır.
Ancak, Milâttan Önce 213 yılma ge­
linceye kadar, kitap yazmalarının, bu­
g ü n k ü anlamda kâğıt üzerine yapılma­
dığını biliyoruz. Bu tarihte,
Çinliler
ipekten kâğıt yapmışlardır. Fakat, bu
168
MAHMUT
pahalıya mal oluyordu. Nihayet, M.S.
105 yılında, genel Çin'de Han Sülâlesi
devrinde —^Han Sülâlesinin resmî ka­
yıtlarına g ö r e — Ts'ai Lun (Tsi-Lun,
M.S. 50? -118) adında bir hadım (Haremağası) tarafından (birtakım kaynak­
lar, bu kimseyi Tarım Baltanı veya Mü­
hendis olarak gösterirler) ağaç kabuklariyle, kemiir (kenevir) otu, paçavra,
balık ağı gibi maddelerin karışımından,
günümüzdekine
benzer ilk ekonomik
kâğıdın imâline muvaffak olunduğunu
bildirmektedirler.
Bu şekil kâğıt imâli, zamanla daha
çok gelişmiş ve öteki ülkelere de yayıl­
mıştır. Bu yayılış, Türkler aracılığıyla
olmuştur. Kâğıt yapımı, Çinlilerden, il­
kin Orta Asya'daki Türk'lere geçmiştir.
Müslüman Araplar, 712 yılında Türk
illerine saldırdılar. Semerkand'ı ele ge­
çirdiklerinde, Türklerin, keten ve baş­
ka bitkileri döğüp, hamur yaptıktan
sonra, bunu ince yapraklar halinde ku­
ruttuklarını görüp, öğrendiler. Bu mad­
de, henüz papirüsün unutulmadığı bir
çağda, Orta Doğuya girerek parşöme­
nin yerini aldı.
Kâğıdın bulunması ve diğer ülke­
lere yayılması, yazma kitapların daha
çok artmasına, oikuyucuların,
büyük
kolaylık ve olanaklara sahip olmalarına
yaradı. Denilebilir ki, kitabın bugünkü
yüksek seviyeye gelmesinde, ilkin kâğı­
dın bulunması, sonra da matbaanın ica­
dı en büyük etken olmuştur. Bilindiği
üzere, İslâm'ın ilk devirlerinde, yazılar
kemik, kumaş, hurma yapraklan, yassı
(levha) taş ve deriler üzerine yazılıyor­
du. Daha sonraları, özellikle, Abbasiler
devrinde Horasan kâğıdı kullanılmaya
başlandı, tik büyük îslam Bibliyografı
olan Eb'ul Ferec Muhammed İbn'al-Nedim'in (? öl. 996) «Kitab al-Fihrist» adlı
bibliyografyasından, zamanın halifesi­
nin emriyle, adi derilerin kullanılması
ve fena yazıların yasaklandığını öğreni­
yoruz. Bu gibi eserler temize çekildik­
ten sonra yaktırılmıştır.
(^DÜZ
4 — İslâm dünyasında ilk kâğıt
fabrikası, Abbasi veziri El-Fazi Bermekî (766-808) tarafından 794 te Bağdat'­
ta kuruldu. Daha sonraları, Müslüman­
lar kâğıt yapımını Sicilya'ya, İspanya'ya götürdüler. Kâğıtçılık buralardan
İtalya'ya, Fransa'ya geçti.
Kâğıt sırasıyla Mekke'de 797, Mı­
sır'da 800, İspanya'da 950,
İstanbul'da
1100, Sicilya'da 1102, italya'da 1154, A l ­
manya'da 1228, İngiltere'de 1309 yılla­
rında kullanıldı.
İslâm memleketlerinde kâğıtçılık en­
düstrisinin doğmasıyle, kitapçılık hız­
la gelişti. İlk kitapçı dükkânları, Abba­
siler (750-1258) devrinin
başlangıcı
sıralarında görülmeye başladı. Kısa za­
manda, bütün İslâm dünyasına yayıldı.
Bu şekilde yeni bir sanat, meslek, kâğıt,
kitap satıcıları, müstensihler
(kitap
kopya edenler) gibi (Varrâkûn) denen
sınıf ortaya çıktı. Tanınmış Arap tarih­
çi ve coğrafyacısı, Ahmet İbn'Vahid A l Yakubî (? öl. 897) kendi zamanındaki
Bağdat'tan bahsederken, sadece "Vaddah
mahallesinde yüzden fazla kitapçı dük­
kânı sajrdığım bildirir.
Aynı şekilde Mısır'da, Tulonoğulları (Tulunlar, 868-905) ve Ahşıtoğulları (Ihşitler, 935 - 969) zamanında kitap­
ların satıldığı, bir kitapçılar çarşısı var­
dı. Bu dükkânlarda sık sık ilmî, edebi
tartışmalar ayrı yapılıyordu.
Şam'da (Sûk al-Varrâkîn) denen
kitapçılar çarşısı da önemliydi. İspan­
ya'da, İran'da ve Türk illerinde de bu
gibi gelişmeyi görmek mümkündür. Öğ­
renmek hevesi ve kitap sevgisi, A v r u ­
pa'dan en az sekiz yüz yıl önce, î s l â m
memleketlerinde ilim ve fikir mahfil­
lerinin (bilgin evleri, ilim ve edep mec­
lisleri, çevreleri) dogmasına hizmet et­
miştir.
C — İLK KÜTÜPHANELER
1 — Kütüphane sözcüğünün arapçası Maktaba, farsçası ise Ketaphane'dir. Bu da, arapça olan kitap sözcüğü
ile, farsça olan hane sözcüklerinden doğ­
muştur.
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
İslâm memleketlerinde okumaya ve
kitaba verilen b ü y ü k önemi ve bunun
sonucu olan gelişmeleri, tarihsel belge­
lerin ışığmda ayrıntılarıyla belirtmek
gerekiyor. İslâm'da i l k k ü t ü p h a n e l e r i n
k u r u l u ş l a n n r anlatırken, halkın kitap
tutkusunu da, sırası geldikçe açıklamak
konunun özelliği b a k ı m ı n d a n yerinde olur. İslâm'ın doğuşundan kısa b i r süre
aonra meydana getirilen camiler, sade­
ce, birer ibadet ve toplanma yeri olmak­
la kalmayıp, a y n ı zamanda, halkın ya­
r a r l a n m a s ı için birer kitaplığa da sahip
olmuşlardır. Hicretin i l k yüz yılında.
İslâm ülkelerinde bu gibi camileri bol
bol g ö r m e k m ü m k ü n d ü . Hemen hepsi
de vakıf veya bağış suretiyle verilen k i ­
taplar, okumak isteyenlerin,
zamanın
isteklerine göre ihtiyaçlarını
karşılı­
yordu.
K u r ' â n - ı K e r î m ' i n emirlerine ve her
fırsatta, ü m m e t i n e i l i m öğrenmeyi tel­
k i n ve tavsiye eden sevgili Peygamber­
lerinin hadislerine uyabilmek için, Müs­
l ü m a n l a r b ü y ü k güçlüklere k a t l a n m a y ı
göze aldılar, çabalar gösterdiler.
Müslümanlar, okumak, öğrenmek,
yazmak, ö ğ r e t m e k suretiyle yalnız ken­
dilerini t a t m i n etmekle kalmayıp. Batı
d ü n y a s ı n ı n da u y a n m a s ı n a hizmet etti­
ler.
Nitekim, Batı'nın Skolastik kilise
zihniyetiyle
karanlıklara
gömüldüğü
bir çağda, hızla gelişen ve yayılan İs­
lâmlık, eski Akdenize, Önasya, Orta ve
Uzak Doğu'ya ışık tuttu, onlara renkler
kattı. B u konuya biraz sonra gene de­
ğineceğiz.
2 — İslâm fetihleri sonunda beliren
yeni şeyler ö ğ r e n m e k heves ve çabası,
rdebî, ilmî incelemelerle birlikte, eser
yazm? tutkusu ve kitapçılık sanatının
doğmdsma, gelişmesine yol açtı. Kitap­
çılık, k ı s a b i r süre sonra hattatlık, cilt­
çilik, tezkipçilik gibi sanatlarla birhkte,
zevkU, güzel ve b ü y ü k değeri olan b i r
güzel sanat kolu haline gelmiştir.
İ69
Kitapçı dükkânları ö devirde, a y n ı
zaınahda istinsah işlerinin, hat sanatınm ve edebî toplantıların da merkezi
idi. Öğrencilerin çoğu kitap istinsah ederek hayatlarını kazanıyorlardı.
• Kitapçı dükkânları önemli şehirler­
de, özellikle Bağdat, Kurtuba, Kahire;
Meşhed, Şam'da hızla gelişme göster­
mişlerdir. B u şehirlerde, kitap depolan
kolayca girilebilecek şekilde kurulmuş,
birçok bilginler vakitlerinin çoğunu bu­
ralarda
harçamışlar, kitapları incele­
miş, üzerlerinde çalışmış veya seçtikle­
ri kitapları satın almışlardır.
Kitapçıların
kendileri de bilgin
kimselerdi. Varrakun denen bu kitap­
çılar, zamanla, diğer bilginleri dükkân­
larına çekmişler, böylece Akademik
Tartışmalar için resmi olmayan klüpler
doğmuştur.
Kitapçılar, gezilerde bulunmak su­
retiyle de İslâm eğitimine katkıda bu­
lunmuşlardır. Bunlar, kitap derleyicile­
r i , bilginler, halife ve diğerleri için iste­
nilen kitapları bulmak üzere şehir şehir
dolaşmışlardır.
Bunun sonucu, kitap
kolleksiyonları ortaya çıkmış, bu ise
kütüphanelerin çoğalmasında büyük et­
ken olmuştur.
3 —• X . yüzyıldan itibaren el yaz­
malarına özel bir değer verildiğini ve
kitap kolleksiyoncularmm nadir yazma­
lara b ü y ü k paralar ödediklerini görü­
yoruz.
Bu devirde, yazarlar, kitaplarının
satışından asla para beklemezlerdi. On­
ların, geçimlerini h ü k ü m d a r l a r
veya
bü>aik zenginler sağlıyorlardı.
4 — Gittikçe genişleyen ve gelişen
İslam toplumundaki camilerde bulunan
kitaplıklar ihtiyacı karşılamaya yetme­
yince i l k özel ve halk kütüphanelerinin
kurulduklarını görüyoruz.
İslâm memleketlerinde i l k özel kü­
tüphaneyi (kişiye özel kütüphane) ku­
ranın, Hadîs İlmi'nin
kurucularından
170
MAHMUT GÜNDÜZ
Muhanaıuad bin Müslim İbn Şahap A l Zühri (670-742) olduğu anlaşılıyor.
Söylentilere göre, bu zatın k a n s ı :
«Bu kitaplara üç ortaktan daha çok öf­
keleniyorum» demek suretiyle
evdeki
kitapların çokluğundan ve sıkıntısından
şikâyet eder dururmuş!
B u devirde, özel kütüphanesi olan­
ların sayıları pek çoktur. Bunların, bü­
yük kısmının adlan zamanımıza intikal
etmiştir. Ö r n e ğ i n :
a — Es- Sahib ismail bin Abbad'm
(938 - 995) özel kütüphanesinde çok sa­
yıda kitap vardı.
SamanoğuUarından,
Horasan ve Maveraünnehir hükümdarı
Ebu Salih Mansur bin Nuh (?.. Hük.
976 - 997), İsmail bin Abbad'a, Horasan
valiliğini teklif etmiş, o da reddetmiştir.
Buna neden olarak, 400 deve yükü tu­
tan kitaplarının taşınması
güçlüğünü
göstermişti. B u kitapların katoloğu on
büyük cilt tutuyordu.
b — Ünlü tarihçi Al-Vakidi (747 823) öldüğünde, geride altıyüz sandık
kitap bırakmıştı. B u sandıklardan her
birini, iki kişi güçlükle yerinden kaldı­
rıyordu.
c — Arap Edebiyatının seçkin simalanndan El-Cahiz (Ebu Osman Amr
bin Bahr bin El-Cahiz 766 - 76? -870) ki­
tap derlemek ve kütüphane
kurmak
için büyük paralar harcamıştır. Söylen­
diğine göre doksan yaşını aşkın, felç ve
damla hastalığından muzdarip olan E l Cahiz, Basra'daki evinde, etrafına yığ­
dığı kitapların üzerine devrilmesi sonu­
cu ölmüştür. Anlaşılan, kitaplar, El-Cahiz'in kendilerine gösterdiği nezaketi
göstermemişlerdir.
d — A l i bin Yahya El-Müneccim'i n (? öl. 888) sarayında (Hizânet el-Hikme-Hikmetler Hazinesi) denilen b ü y ü k
bir kütüphane k u r u l m u ş t u . B u k ü t ü p ­
haneye, her yerden isteyen gelebilir, üc­
retsiz b ü t ü n i l i m l e r i tetkik edebilirler­
di. Öğıencil'^i' için, ücretsiz yatacak yer
ve yiyecek bile sağlanırdı. B u kütüpha­
nede, ünlü kişiler bilimsel çalışmalarda
bulunmuşlardır.
Bu ünlü kişilerden biri olan Ebu'l
Maş'er El-Müneccim (? I X . yy.) Hora­
san'dan Hacca giderken, yolu Bağdat'a
düşünce, bu kütüphaneye
rastlamış.
Kütüphanenin büyüsüne, kendini o
derece kaptırmıştır ki, sonunda Hacca
gitmekten vazgeçerek
Ilm-el-Nücum
(Astroloji) öğrenmek için orada kal­
mıştır.
e — Musullu Cafer bin Muhammed
bin Hamdan (? öl. 934), kendi kentinde
kütüphanesi bulunan bir eğitim kurumu
tesis etmişti. Herkese açık olan bu ku­
rumda, fakir öğrencilere de para yardı­
mı yapılırdı, ö ğ r e t i m işini eline alan
kurucu, kendi kitaplanndan
parçalar
okutuyordu.
f — B i r tıp bilgini olan El-Mübeşir
Ibn Fatik'in ( X I I . yy.) çok güzel bir
kitap kolleksiyonu vardı. Bütün zama­
nını kitaplara ayırdığı için, karısı onun
kitaplara olan bu tutkusuna, büyük
kıskançlık duymuş, kocasının ölümün­
de, kitapları bir kuyuya doldurarak yas
tutmuştur. Bir süre sonra, kitapların
çoğu kurtarılmışsa da, büyük bir kısmı
hasara uğramış, kurtarılan kitaplar da,
lekeli kalmıştır.
5 — Kitap ve kütüphanelerin çoğalmasıyle, Müslümanlar arasında ya­
kın ilgiden ötürü bir takım yeni heves,
merak, sevgi gibi duygular uyanmıştı.
Bazıları bilimsel meraklarını gider­
mek, bazıları cilt veya dış güzellikleri­
nin hayranı olarak kitapları derlemiş­
lerdir.
Litteratürde
«Bibliyomani - K i t a p
Deliliği» açıkçası, kitap toplama, kitap
edinme konusunda duyulan aşırı t u t k u
demektir.
Hastalık
derecesine
varan
kitap
sevgisi ve d ü ş k ü n l ü ğ ü çeşitli anlamlar;la kendini göstermişti. B u n l a r ı n arasın-
İ3LÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
da, kitap sevgisini kitabm içindekilere
olandan daha ü s t ü n tutanlar da vardır.
Bunlar : «Sadece kitap toplamış olmak
için kitap derlerler.»
B ü y ü k bir kitapsever olan El-Hadr a m î (? X . yy.) i l g i d u y d u ğ u kitapları
elde etmek için kitapçıları dolaşırdı.
Bir gün, güzel bir kitabın açık a r t t ı r m a
ile satılışına katılmış, a r t t ı r m a d a , daima
bir başkasının çıktığını görmüştü.
Sonunda, onun en çok kızdıran, kar­
şısındaki adamın kitap hakkında en kü­
çük bir bilgisinin dahi bulunmadığı, k i ­
tabı, sadece, dış güzelliği ve k ü t ü p h a ­
nesindeki bir rafı dolduracak hacmi do­
layısıyla satın almak istemesi olmuştur.
6 — İslâm memleketlerinde kitap­
lara karşı beslenen b ü y ü k sevgi ve i l g i ­
den b i r t a k ı m övgülü deyişler ortaya
çıkmıştır :
a — B ü y ü k bilgi ve mutasavvıf olan Muhyiddin İbn'al Arabi (1165 - 1240)
«Muhâdarât-el-Ebrar
v'a
Musamarat
Al-Ahyar-İyi Kişilerin Hikâyeleri ve
Faziletlilerin Gece Sohbetleri» adlı ese­
rinde kitaplar hakkında şöyle diyor :
«Onlar, tarih ve b i l i m i n harikaları­
nı, sağlam kafaların ve bilgece tecrübe­
lerin meyvasını, önceki nesillerin ve uzak bölgelerin haberlerini ihtiva eder.
Bu kadar kısa kalan, ya da gölgen hat­
ta, bedeninin bir organı gibi birlikte
bulunan böyle bir misafire k i m sahip
olabiHr?".
Gene kitaplar h a k k ı n d a k i şu sözler
de Muhyiddin El-Arabi'ye aittir : «Uyu­
yuncaya kadar uyumayan, istemedikçe
konuşmayan, hiçbir sırrı
açıklamayan
bir akşam misafiri'dir. Onlar, t a r t ı ş m a ­
dan h o ş l a n m a y a n sahibini sıkmayan
pek sadık bir komşu, adil ve itaatli bir
dost, uysal bir müderris, uzman ve ya­
rarlı bir yol arkadaşıdır.»
b — El-Cahiz de, k i t a p l a r ı n
rini şu sözlerle belirtmiştir :
değe­
171
«Kitaplar, sessizliğe ihtiyacımız ol­
dukça sessiz, konuşmak
istediğimizde
ise konuşkandır. Meşgulken, sizi asla
işgal etmez, fakat, yalnızlık hissederse­
niz, i y i bir arkadaştır. O, hiç aldatma­
yan, m ü d a h a n e (dalkavukluk, koltuklaiTvak) etmeyen bir dost, usanmayan
bir yol arkadaşıdır.»
c — Ünlü Arap şairi Ahmet İbn-Al
Hüseyin El-Mütenebbi (915 - 965) kitap­
lar için :
«Bu dünyada en şerefli mevki atın
sırtı, en i y i arkadaş ise, kitaptır» demiş­
tir.
7 — Doğuşundan itibaren i l k yüz
yıl içinde Arap yarımadasından,
Çin
sınırlarına, Afrika'dan İspanya'ya yayı­
lan İslâmın, kısa sürede i l i m ve k ü l t ü r
alanında elde ettiği b ü y ü k ilerleme ve
gelişmesinin nedenlerinin başında, ger­
çek din anlayışıyla, i l m i n insan için ga­
ye kabul edilmiş olmasıdır.
Bunun,
Kur'ân-ı Kerîm'in emirleri ve Hazret!
Muhammed'in (S.A.) hadisleriyle sabit
olduğunu ve İslâm inancına göre, ilmin,
insanı Allah'a yaklaştırdığını ve ger­
çekleri görmeği sağladığını önce belirt­
miştik. Bu arada, şunu da belirtelim k i ,
İslâm'ın doğuşundan önce
Arapların
kayda değer yazılı bir edebiyatları yok­
tu. Araplarda, menkibeler, şiirler ve
bir nevi tarih şekli olan Jenealoji (Genealogie-secereler, soy kütüğü, ensap)
kuşaktan kuşağa, ağızdan ağıza nakle­
diliyordu.
Ancak bu fırsattan
yararlanarak
şu hususu da açıklamamız gerekir:
Bilindiği üzere, diğer dinlerde, özel­
likle hıristiyanlıkta, başlangıçta ve da­
ha sonraki yüzyıllarda, İslâm'daki ihm
anlayış ve zihniyetinin tersi görülmüş­
tür. İlmî değersiz ve tehlikeli gören hıristiyan büyükleri, bu eylemi yüzyıllar
boyu sürdürmüşlerdir.
Hıristiyanlığın
ilk kurucularından olan Aziz Pavlus
(Havari, Saint Pierre, M.S. 5-15?-67),
i l m i ve bilginleri aşağılamak için A l -
m
MAHMUT GQNDtlZ
lâh'ı suçlayarak «Tann, hikmeti aptalhğından;.mi dünyaya açıklama^âı?» dîye
soruyor ve şöyle; devam edİ3w>rdu:'
«Şû sözfef yazıh olarak mevcuttıür.
Ben, alimlerin hikmetim boşâ çıkarmak
ve âkim idrâkini reddetiriek îstîyoruıiı.
Dünyadaki, budalaca herşejl,
Tânri,
âlimleri utandırmak için tfertiplemiştir.»
sözlerini sarfetmektedir.
Gene, 'Hıristiyâriîıgın iİk kurucü ve
kilise babalarından, aziz, filozof Saint
Augustine (Aurelius Augustinus, 354 430), hıristiyanlığm
felsefesini kurar­
ken, ilimlerin öğretilmesini
tehlikeli
göstermiştir.
Bu filozofa göre; Hıristiyanlara
ilimlerin öğretilmesinde tehlikeler var­
dır, ilimler, Allah'la insan arasını aç­
mak etkisini gösterdiğinden, bu tehli­
keyi önlemek için ilim doğrudan doğru­
ya gaye olmamaktadır. Çünkü
«İlim
gaye olunca, şeytan ilmi olabilir. B u da,
insanı Allah'tan uzaklaştırır. Bu yüz­
den, ilimden uzak olan Allah'a yakın
olur.»
Biz, burada Hıristiyanlığın, sonra­
dan kabul ettiği inanç akidelerini ve
bunların saçmalığını ispatladığı için il­
mi hor görmesi konusunu
tartışacak
değiliz. Ancak, şu tarihi gerçekleri de
belirtmeden geçmiyelim. Hıristiyanlı­
ğı ve kilise kanunlarını bu şekilde sa­
vunanların etkisiyle, gitgide büyük bir
taassup ve tazyik sistemi doğmuş, yüz­
yıllar boyu, insanlar, büyük zulüm ve
haksızlıklara maruz kalmışlardır. Hıris­
tiyanlığın bu tutumu bin yıl sürmüştür.
B u Fanatizm'in tazyiki altında ya­
şayan Hıristiyanlık, hiçbir canlılık, iler­
leme, yeniUk ve gelişme gösterememiş­
tir.
Hıristiyan dünyasının bu karanlık
devirlerinde, Doğu'da İslâm bilginleri
Yunan ve Helen kültürlerinin ürünleri­
ni toplamak,
incelemek ve onlardan
yepyeni sonuçlar elde etmek için yoğun
bir çalışma içinde bulunuyorlardı.
. B u şekilde, Müslümanlar Hır^^
laria aradaki altıyüz yıllık farkı kşıpatarak, özellikle X . yüzyıldan itibaren, edin­
dikleri bilgileri ve ilim alanındaki yara­
tıcılıklarını Batı'ya nakletmek yüzeyi­
ne ulaştılar: Lâitihce bir atasözü «Ex
oriente lux=:Işık doğudan gelmiştir» an­
lamındadır. B u söz, dinlerin doğuşun­
dan; önceki tarihten, X V I I . yüzyıla ge­
linceye kadar süren devreyi kaplair ve
yansıtır ki, bundan kültür ve uygarlı­
ğın olduğu kadar, insan eğitiminin de
ilk beşiğinin Doğu olduğu hükmü çıkar.
Ne yazık ki, Jslâm âleminin, bu üstün,
parlak ve gururlu tutumu, sonraları ter­
sine dönmü§t^r; İslâm'ın Bağdat, Bas­
ra, Semerkant, Buhara, Kayreyan,. İs­
panya'da ışıklar saçan ilim güneşinin,
Kur'ân-ı Kerîm'in ve Peygamberimizin
hadislerinin ruhuna aykırı düşen bir
taassup ve tazyik altına giriniştir.
Hıristiyanlıktaki
«îlme dalarsak,
Hıristiyanlık bozulur» şeklindeki görü­
şü, ilkin Müslümanlıkta da kendini gös­
termişse de, bu etkisiz kalmış ve çabuk
önlenmiştir. İstikbali, ilimde gören, İs­
lâm Devletleri açtıkları ve günümü­
zün üniversiteleri sayılan medrese­
lerde, matematik, tıp, kimya gibi
ilimlerin yanısıra, ata binme, yüz­
me, silah kullanma gibi insanın yaşama
gücünü arttıran bilgiler de vermişler­
dir. Buna karşılık hıristiyanlık X I I . yüz­
yıla gelinceye kadar, sadece, tutucu ra­
hip sınıfı yetiştirmekten ileri gideme­
miştir.
Batı'da Renaissance'tan (Rönesans)
sonra, kilise ve din adamlarının yanlış,
boğucu ve fanatik telkinlerine karşı,
başgösteren kımıldanmalar, gittikçe ar­
tarak, Hıristiyanlığın ilme ve h ü r d ü ­
şünceye olan dar çemberini kırmıştır.
B u Batı'nın günümüzdeki ilim, tek­
nik, sanat ve uygarlık alanındaki ilerle­
me ve gelişmesini doğurmuştur.
M ü s l ü m a n l a r ise, sonradan yerinde
saymış, cılızlaşmış, gerilemişlerdir. Os­
m a n l ı p a d i ş a h l a r ı n d a n Sultan A b d ü l m e -
İ S U M D A
KİTAP
SEVCŞİSİ
VE. İLK
cid (1823- 1861) ve Sultan Abdülaziz
(1830- 1876)
devirlerinde,
Sadrazam
Mehmet Emin A l i (1815 - 1871) ve Fuat
(1814 -1869) p a ş a l a r m özel sekreterliğin­
de b u l u n m u ş olan Fransız y a z a r ı ve oriyantalisti Charles Mismere ( X I X . yy.)
1870 de Paris'te yayınladığı (Soirees de
Constantinople) adlı eserinin 220. say­
fasında bakınız ne diyor :
<icŞu İslamlar, - dinlerini b ı r a k t ı k l a r ı
için gerilemişlerdir.
A v r u p a l ı l a r ise,
dinlerini b ı r a k t ı k l a r ı için ilerlemişler­
dir!»
Bu sözlerde b ü y ü k hikmet v a r d ı r :
Bundan, b i r i n i n cehalet ve kör ta­
assup sebebiyle hakikatten ayrılıp, hu­
rafelere, göreneklere s a p t ı k l a r ı n d a n ge­
r i kaldığını, diğerinin ise, kilise tahak­
kümünden kurtulup, serbest d ü ş ü n m e ğ e
başladıktan sonra ilerledikleri a n l a m ı n ı
çıkarmak gerekir.
8 — Kütüphanelerin Türleri :
İslâm k ü t ü p h a n e l e r i n i başlıca
grupta toplamak m ü m k ü n d ü r :
a — Halk K ü t ü p h a n e l e r i
kütüphaneler),
üç
(Genel
b — Yarı Halk K ü t ü p h a n e l e r i ,
c — Özel K ü t ü p h a n e l e r
Halk k ü t ü p h a n e l e r i , okullara, med­
rese ve mescidlere mensup olanlara açık olduğu gibi h a l k ı n y a r a r l a n m a s ı n a
açık olan Cîenel K ü t ü p h a n e l e r t ü r ü n d e
idi. îslam memleketlerinde, a y n ı za­
manda, birer eğitim k u r u m u olan genel
kütüphaneler,
günümüzdeki
modern
kütüphanelerin görevlerini yapıyorlar­
dı. Evvelce de, belirttiğimiz üzere, İs­
lâm memleketlerinde kurulan k ü t ü p ­
haneler, h ü k ü m d a r l a r veya diğer kişi­
ler tarafından, bilginler, bazan b i r tari­
kat yararına veya özel a r a ş t ı r m a l a r için
kurulur, sonra vakıf durumuna getiri­
lirdi. İslâm memleketlerinde en eski
halk kütüphanesinin, Emeviler devrin­
de, Halife Halid b i n Yezid b i n Muaviye
KÜTÜPHANELER
173
I I (? öl. 683) tarafından kurulduğu an­
laşılmaktadır.
Ancak, tam anlamıyla
kurulan i l k genel k ü t ü p h a n e üçtür :
1 — Bağdat'ta, Abbasi Hahfesi ElMemun (786 - Halifeliği 813-833) za­
m a n ı n d a 830'da kurulan «Beyt'ul Hikme»dir. Burası, bir ilimler evi, öğretim
k u r u m u olduğu kadar, bir k ü t ü p h a n e
idi. Aslında, burası, i l k i n bir genel kü­
t ü p h a n e olarak kurulmuştu. K ü t ü p h a ­
nede, b ü t ü n ilimlere ait kitaplar vardı,
îkiyüzbin
dinara
(yaklaşık
olarak
950.000 dolara veya 15 milyon T ü r k l i ­
rası) mal olan Bej'tu'l-Hikme, bir ge­
nel k ü t ü p h a n e d e n ibaretti. Bu Akade­
m i n i n başkanı, Batı'da da tanınmış olan, b ü y ü k astronom ve
matematikçi,
Harzemli, Eb'u Abdullah Muhammed
bin Musa Al-Hvarizmi (7807-850?) idi.
Al-Hvarizmi, aynı zamanda Halife El
Mem'ur tarafından k ü t ü p h a n e l e r genel
m ü d ü r l ü ğ ü n e de atanmıştı.
K ü t ü p h a n e d e aylıkları devlet talafmdan ödenen bir mütercimler ve uz­
manlar kurulu vardı. Yunan, Hint, Kıp­
tî, Pehlevi, Süryani dillerinden birçok
tercümeler yapıldı. K ü t ü p h a n e d e b i l i m ­
sel araştırmalarda bulunuluyor, her ta-,
raftan gelenlere b ü y ü k kolaylıklar gös­
teriliyordu. B u K ü t ü p h a n e diğerlerine
örnek t u t u l m u ş t u .
K ü t ü p h a n e d e k i kitap kolleksiyonlarının sayısı yalkaşık
olarak 100.000
kadardı.
Bizanslılarla yapılan savaşı zaferle
sona erdiren Halife El-Memun Bizans
İ m p a r a t o r u n d a n Yunanca eserler iste­
mişti. Olumlu karşılık alınca kitapların
seçimi için i k i bilgini memur etmişti.
Beytu'l-Hikme'ye yerleştirilen bu kitap­
lar, m ü t e r c i m l e r tarafmdan Arapça'ya
çevrilmiştir.
K ü t ü p h a n e sonraları daha çok ge­
lişmiş, Bağdat'ın 1258'de Moğollar eli­
ne geçip tahrip edilmesine kadar faali­
yetini s ü r d ü r m ü ş t ü r . Moğollar Bağdat'ı
yaktıklarında şehirde 36 kütüphanenin
b u l u n d u ğ u bilinmektedir.
174
MAHMUT GÜNDÜZ
2 — Fatimîlerin (910-1171) MısırKahire'de kurdukları K ü t ü p h a n e : B u
kütüphane o kadar büyüktü ki, her bi­
l i 18.000 kitabı saklıyacak derecede ge­
niş 40 odası vardı.
Fatımî halifelerinden El-Hakim bi
Emrillah Ebu Ali El-Mansur (985? Ha­
lifeliği 996 - 1021) tarafından 1004 yılın­
da Kahire'de kurulmuş olan
«Dâr-el
Hikme» hem bir kütüphane, hem de
bir öğretim eğitim merkezi idi.
Kütüphanede her konuda kitap var­
dı. Okuyuculara, müstensihlere parasız
kâğıt, mürekkep, kalem temin edilen
kütüphaneler her sınıf halka açıktı. F a timî halifeleri kitap derleme ve kütüp­
haneler kurmaya büyük önem vermiş­
lerdir. Kütüphanenin kitap koUeksiyonlarının 1.600.000 veya daha faz­
la olduğu söylenir. Fatimî Kütüphane­
lerinde bulunan bazı konulara ait kitap
sayıları oldukça yüksekti, örneğin, ün­
lü hattatlar tarafından yazılmış 2400
Kur'an nüshası, Taberî tarihinden 1200
nüsha, Ibn El-Düreyd'ın (837-933) E l Cemhere adlı kitabından 100 nüsha, E l Halil'in Kitab-El Ayn'inden 30 nüsha
bulunmakta idi. Dar'el Hikme, bir şii
propaganda merkezi olarak faaliyet gös­
terdiğinden, sonradan Eyyubî Sultanı
Selahaddin Eyyubî (1138-1193) tara­
fından kapatılmış, yerine bir Şafii oku­
lu kurdurmuştur.
Bu zengin kütüphane, Sünnîlik-Şiîlik mezhep mücadeleleri sonunda çıkan
iç savaşta talan edilmiş, çoğu ateşe atıl­
mış, ciltlerin derileri askerlerin ayak­
kabılarının onarımında kullanılmıştır.
Kitapların bir kısmı Nil nehrine, bir
kısmı da çöle atılaı-ak imha edilmiştir.
Çöle atılan kitap yığınları üzerine, rüz­
gârlar kum yığarak tepeler meydana
getirmişler, bu tepelere «Tilâl el-Kütüb-Kitap Tepeleri» denmiştir,
3 — islâm memleketlerinde
üçün­
cü büyük kütüphane, Endülüs
Emevî
halifesi Hakem II (913 - 976) tarafından
Kurtuba'da
(Cordoba) Kurulmuştur.
Barışı, bilim ve sanatı çok seven Ha­
kem I I tslâm memleketlerinin bütün
pazarlarındaki kitap satıcıları aracılığı
ile satın aldığı kitaplarla kütüphaneyi
zenginleştirmişti. Hakem I I . kendisi de
bir okuyucu ve bilgindi, okumadığı ki­
tap yoktu.
Kütüphanedeki kitap sayısı 600.000
cilt idi. Kitapların katologlan
2 4 cilt
tutuyordu. Bu devirde, Gırnata'da 70
kadar halk kütüphanesinin bulunduğu
söylenir.
9 — Diğer K ü t ü p h a n e l e r :
Bu kütüphanelerden başka, İslâm
memleketlerinden Basra, Musul, Küfe,
Şam, Halep, Buhara gibi şehirlerde, okuyucularm, araştırmacıların yararlan­
maları için yüzlerce halk ve özel kütüp­
hanelerin kurulduğu bilinmektedir.
Özel kütüphaneler, genellikle bil­
gin bir kimsenin kendi ihtiyaçlarını kar­
şılamak maksadıyla derlenmiştir.
Bu
kütüphanelerden isteyen diğer kimse­
ler de yararlanabilirdi. B u kütüphane­
lerden birkaçını sayalım :
a — Halife El-Mütevekkil'in Nedi­
mi El-Feth bin Hakan'ın (—? öl. 861)
büyük bir kitap sevgisi vardı. Koltuğ'a
aiunda Ğaima bir kitap bulundurur,
fırsat buldukça okurdu.
Ali bin Yahya El-Müneccim'i ken­
disine kitap seçmeğe ve bir kütüphane
derlemeye memur etmişti. Bu kütüpha­
ne için birçok eserler yazılmıştır. Ünlü
bilgin El-Câhiz de bu kütüphane için
kitap yazanlar arasındadır.
İbn en Nedim : «Güzellik ve sayıca,
hiç kimsenin, bu kütüphaneden daha
iyi bir kolleksiyona sahip olmadığını»
belirtir.
b — Büyük bir tabib olan, hıristiyan Arap Huneyn bin Ishak (Abu Zayd
Hunayın bin Izhak Al-Ibadî - 809 - 873 -)
Anadolu'ya, Bizans'a geziler yaptı. Y u ­
nanca, Süryanca, Farsçayı mükemmel
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
175
Öğrendi. K ü t ü p h a n e s i , çeşitli dillerden
eserlerle dolu i d i . Kitap çevirmede ma­
hirdi. Halife Mem'un Huneyn bin Ishak'a çevirdiği kitaplar a ğ ı r h ğ m d a al­
t ı n vermiştir,
önemli katkılarda bulundular. Daha çok
Şiilik propogandası ve k ü l t ü r ü n ü n ge­
liştirilmesi maksadıyla kurulan bu kü­
tüphanelerde önemü kitap koUeksiyonları vücuda g e t i r i l d i :
c — Gene bir tıp bilgini olan, Selahaddin E y y u b î ' n i n özel hekimi M u vaffak-eddin bin El-Matran'm
(? öl.
1191) k ü t ü p h a n e s i n d e 10.000 cilt kitap
bulunuyordu. Bazı kitapları kendisi kop­
ya etmişti. K ü t ü p h a n e s i n d e devamlı üç
m ü s t e n s i h çalışıyordu.
Bunlar, ünlü
hattatlardı.
1 — Büveyh Oğullarının Bağdat hü­
k ü m d a r ı olan Muiz-al-Devle'nin (915 967) yerine geçen oğlu Izz-al-Devle Bah­
tiyar (942 ? - 978) daha çok bir şairdi.
Kardeşiyle yaptığı mücadelede ele ge­
çirdiği Basra'da kütüphaneler arasında
15.000 kitaplık kolleksiyonu olam vardı.
d — B ü y ü k bir bilgin ve dilci olan
İbn'al-Haşşab (? öl. 1171) derlediği k i ­
taplarla zengin bir k ü t ü p h a n e k u r m u ş ­
tu. B u kimse, kitap edinmek için meşru
olmayan yollara b a ş v u r m u ş t u r . Satışa
çıkan kitapları gizlice yırttığı ve eksik
olan bu kitaplara kolayca sahip olduğu
söylenir. Ö d ü n ç aldığı kitapları da iade
e t m e m i ş t i r . Sonunda, kitaplarını
ilim
peşinde koşanlara bırakmıştır.
e — Mısır'da doğan ve çeşitli i l i m
dallarında geniş bilgisiyle
ün yapan
İbn'al K i f t i (Ab'ul Hasan A l i bdn Yusuf,
Cemaleddin A l - K i f t i , 1172 - 1248) Eyyubiler devrinde yüksek mevkilerde bu­
lundu. Suriye'de vezirlik yaptı. Tarih
ve edebiyat üzerine, eserler yazmıştır.
«Tarih Al-Hukâmâ» adlı eseri pek meş­
hurdur.
İbn'al K i f t i ' n i n b ü y ü k bir kitap sev­
gisi vardı. Bunu bilenler, cömertçe ödül­
lere nail olabilmek için kitaplarını ona
takdim etmek üzere getirirlerdi. B ü t ü n
vaktini ve g ü c ü n ü kitaplara hasretmiş
olan İbn'al-Kifti evlenmeyi bile reddet­
mişti. K ü t ü p h a n e s i n i n 50.000 dinar de­
ğerinde olduğu söylenir. Vasiyetine uyularak, ölümünde kitapları Halep ha­
kimi En Nasn-'a verilmiştir.
f — B i r ara Bağdat Abbasi Halife­
liği Güney î r a n ve Irak'ta h ü k ü m süren
Şii mezhebinden
İranlı haneden Büvej'h Oğullarının (Büveyhler, 932 - 1055)
egemenliği altına geçti.
Büveyhler,
Bağdat'ta k ü t ü p h a n e l e r i n
gelişmesine
2 — Hazret! A l i bin Ebi Tahb'in
(598-661) türbesinin bulunduğu Necefte kurulan k ü t ü p h a n e b u g ü n de yerin­
dedir. BüveyhoğuUarından
Abdud-edDevle (? öl. 983) bu kütüphaneye büyük
önem vermiştir.
3 — Büveyh Oğulları hükümdarları­
nın vezirleri de önemli
kütüphaneler
kurmuşlardır. Bunlardan, vezir Ebu'l
Fazi bin el-Amid'in, her bilgi t ü r ü n d e
100 deve 3mkü tutan b ü y ü k bir k ü t ü p ­
hanesi vardı. B ü y ü k tarihçi ve filozof,
İbn-i Miskeveyh (? öl. 1030) bu k ü t ü p ­
hanenin yöneticisi olmuştur.
4 — BüveyboguUarından
hüküm­
dar İmadu'd-Devle Ebul Kalincar'm
(Kahcar ? öl. 1048) veziri. Adil Behram bin Mafanna Firuzabad'ta 7000 cilt­
l i k b ü y ü k hattatların el yazısı kitaplar­
dan oluşan bir k ü t ü p h a n e k u r m u ş t u .
5 — Bahaud-Devle'nin (? öl. 1012)
veziri, Sabur bin Erdeşir, 994 te Bağ­
dat'ın Kerh mahallesinde «Beyn-es Sureyn» (İki Sur Arası) de kurduğu hem
kütüphane, hem okul olan «Dar'el-İlim»
de 10.400 kitap arasında meşhur hattat
Ibn Mukle (886 - 939) tarafından yazılnnş 100 Kur'ân nüshası vardı. Bir aka­
demi olan kütüphanede bilim adamları
buluşur, edebiyat ve müzik
şölenleri
tertiplenirdi.
6 — Ebu'l Hasan A h bin Ahmed
ez-Zeydi (? öl. 1179) tarafından kuru­
lan. Zeydi C?.mii ve kütüphanesi do önemli halk kütüphanelerindendi.
176
MAHMUT GÜNDÜZ
10 — Medrese Kütüphaneleri
Daha önce, kurulmuş olan cami kütüphaaelerinin yerini medrese kütüp­
hanelerinin aldığını belirtmiştik.
tslâm memleketlerinde cami ve
mescid gibi öğretim ve eğitim kurum­
lan yamsıra, sonradan derse çalışılan,
ders okunan yer anlamına gelen medre­
seler kurulmuştur. Medreseler zamanla
birer üniversite durumuna
gelmiştir.
Cami ve medreselerdeki öğretim ve eği­
tim görevi medreselere geçmiştir.
Medreselerin kuruluşunda, genel­
likle arap olmayan diğer müslüman un­
surlar önemli rol oynamışlardır.
Halifeliğin Abbasîlere geçmesiyle,
arap olmayan unsurlar, özellikle, İranlı­
lar ve Türkler, gün geçtikçe, devlet yö­
netiminde hakim olmaya başlamışlar­
dır. İranlılar ve Türkler halk arasında
yaygın eğilimleri benimsemek suretiy­
le, onların sevgisini kazanmak, ellerine
geçen fırsatları, din ve eğitim alanların­
da değerlendirmek için çabalar göster­
mişlerdir.
Bu yüzden kısa zamanda, devletten
yardım gören okulların sayıları artma­
ğa başlamıştır. Bu artışın nedenlerini
kısaca, şu üç noktada toplayabiliriz:
a — Araptan olmayan sultanlar ve
prensler öteki dünyada mükâfatını gör­
mek maksadıyle okullar, eğitim kurum­
ları kurmuşlardır. Bu, İslâm'da, vakıf
sisteminde, öğretim ve eğitim hizmetle­
rinin doğmasına ve yaygın duruma gel­
mesine etkili olmuştur. Bu tür vakıflar
Osmanlı Devleti'nin sonlarına kadar gö­
rülmüştür.
b — Sultanlar, prensler ve zengin­
ler öldükten sonra, servetlerinin heba
olmamasını, açgözlülere gitmemesini
sağlamak için vakfı en uygun yatırım
olarak görmüşlerdir.
c — Kurucuların kendi dînî inanç
ve mezheplerini yaymak ve geliştirmek
(Sünnî-Şiî çatışması gibi) amacı, ö n c e ­
leri birer yüksek eğitim: merkezi olan
caniiler, mescidler, eskisi gibi faaliyet­
lerine devam etmelerinde, ders' halka­
larının ibadet sükûnetini bozacağı an­
laşıldığından, öğretim yerleri camiler­
den ayrılmıştır. Bu yüzden, öğretim ve
eğitim kurumları olan medreseler doğ­
muştur, îlkin camilere bitişik veya paminin bir bölümünde açılan medreseler,
sonradan, müstakil tesisler haline geti­
rilmiştir.
11 — İlk Medreseler
Medrese sözü ilk olarak I X . yüzyıl­
da kullanılmıştır. İslam tarihçileri ilk
medresenin Selçuklu Veziri Nizam E l Mülk (Hasan bin Ali bin Ishaket-Tusi
1018 - 1092) tarafından
1066 tarihinde
Bağdat'ta ve sonra da Nişabur, Belh,
Herat, Isfahan, Merv, Basıa, Musul'da
inşa ettirildiğini bildirirlerse de, tarih­
çi El-Makrizi (1364-1442) ve El-Suyuti'ye (1445 - 1505) göre, bunlardan daha
önce kurulan medreseler bulunduğu an­
laşılmaktadır. Örneğin:
a — Nişabur'da,
Eb'ul Fazi Muhammed
Beyhaki (996 - 1077)
da kurulan Beyhakiye
vezir ve tarihçi
bin Hüseyin E l tarafından 1049
Medresesi.
b — Nişabur valisi Emir Nasır bin
Sebüktiğin'in (X. yy.) 998 de kurduğu
medrese.
c — Abu Sa'd ismail Al-Astarabadi (X, X I . yy.) tarafından kurulan med­
rese.
d — Müderris Rükn-al Dîn Al-Isfarai (? öl. 1027) için kurulan medrese.
Bir takım yazarlar Nizamiye Med­
reselerinin ilkinin
ğunu söylerler.
Nişabur'da kuruldu
Nişabur Medresesinin
kuruluşu ile ilgiU olarak Kazvini
(Ze-
keriya bin Muhammed bin Muhammed
Ebu Yahya, 1203-1283), Asâru'l-Bilâd
v'al
Ahb'aru'l-İbâd-Beldelerin
ve kulların
şöyle anlatır:
Haberleri»
eserleri
adlı eserinde
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜl ÜPHANLLER
«Sultan A l p Arslan bir g ü n Nisabur şehrine girer. B i r caminin ka^
pısı ö n ü n d e n geçerken orada toplan­
mış b i r t a k ı m bilginler görür. Bilginler­
i n kılıkları p e j m ü r d e idi. Sultan geçer­
ken saygı göstermediler ve takdir et­
mediler. Bunun üzerine, Sultan hayret­
le, yanında bulunan veziri Nizam-el
Mülk'e b u n l a r ı n k i m olduklarını sorar.
Nizam-el Mülk, onların bilgin ve ruh­
ta şerefli insanlar olduklarını, d ü n y a v i
şeylerden zevk almadıklarını, üzerle­
rindeki giysilerin onların fakirliklerine
alâmet sayılmaması gerektiği karşılığı­
nı verir.
Nizam-el-Mülk, Sultanı bu şekilde
y u m u ş a t ı n c a , devamla, «Eğer Sulta­
nımız izin verirlerse, onlara bir yer i n ­
şa ettirip, vakıf tahsis edeceğim, böyle­
ce, onlar i l i m peşinde koşmakla iştigal
eder ve Yüce
Sultanımıza, hamd vo
sena ederler» der.
Sultan bunun üzerine Nizam-elM ü l k ' ü n medreseler k u r m a s ı n a izin ve­
rir. Ayrıca, h ü k ü m d a r l ı k gelirinin onda
b i r i n i n de yapım masraflarına ayrılma­
sını emreder. Görülüyor k i , medrese­
lerin
kuruluşunda
Nizamel-Mülk'ün
b ü y ü k hizmetleri geçmiştir. Bu husus­
ta, bazı İslâm tarihçileri, onun için :
Nizam-el Mülk'ün k u r d u ğ u med­
reseler, b ü t ü n d ü n y a d a
pek ü n l ü d ü r .
B i r tek köy bile bu medreselerden yok­
sun değildir. D ü n y a n ı n en uzak bir kö­
şesinde bulunan Cezireyi Ömer'de bile.
Radi ed-Dîn adiyle bilinen b ü y ü k bir
medrese vardır.»
Diğer b i r i de :
«Nizam el-Mülk nerede bir bilgin
görse hemen ders vermesi için bir med­
rese kurar, tahsisat bağlar ve kitaplar
temin ederdi» demektedir. Medresele­
r i n kütüphanesi kitap
koUeksiyonları
b a k ı m ı n d a n çok zengindi. Örneğin :
1 — Kahire'deki Fazihye medrese­
sinde 100.000 cilt kitap vardır.
177
2 — Mustansıriye Medresesinde i y i
düzenlenmiş 80.000 cilt kitap bulunu­
yordu.
• 3 — Şam Medreselerinin kurucu­
su olan Sultan Nureddin Zengi (11181174) büyük sayıda kitapları okuyucu­
larını emrine tahsis etmişti.
4 — Nizam El-Mülk kurduğu her
medıesede bir de k ü t ü p h a n e tesis et­
mişti. Bunların en büyüğü Nizamiye
Medresesinin kütüphanesi idi.
Nizam-el-Mülk'ün kurduğu Nizami­
ye Medreselerinin en büyüğü Bağdat'takidir. 60.000 dinara malolan bu med­
rese, diğerlerine örnekti. İman Gazali
gibi en tanınmış bilginlerin, fıkıhçılarm
ve fikir adamlarının ders verdiği med­
rese çok büyük hizmetler görmüş, adamlar yetiştinniştir. Bunlardan biri.
Şeyh Sadi Şirazi'dir (1184 - 1291). Med­
resenin yıllık masrafı
15.000 dinardı.
Nizam-el-Mülk'ün
ölümünden
sonra,
medrese ve k ü t ü p h a n e kurma faaliyeti
hızla devam ederek gelişmiş, X I V . yüz­
yılda, İslâm dünyasının hemen her ye­
rine yayılmıştır. Yüzlerce olan bu mem­
leketler içinde birkaçını ve medrese sa­
yısını sayabiliriz: Bağdat'ta 40, Kahire'de 74, Şam'da 73, Kudüs'te 41, Halep'­
te 14 vb. Eski İslâm kaynaklarında med­
reselerin ve kütüphanelerin kurulduk­
ları tarih, yer ve kuruculariyle. çalış­
malarına ait geniş bilgiler vardır. Bu
kaynaklardan önemli biri, Muhammed
Ibn'en Nedim'in (? öl. 996) 987'de ya­
yımladığı «Fihrist'el Ülûm» adlı eseri­
dir. Bu, o zamana kadar, telif ve tercü­
me b ü t ü n i l i m dallarında, arapça yazıl­
mış eserlerin bibliyografyasıdır.
Eserde, her yazarın
biyografisine
ver verildiği gibi, tenkidine de yer ve­
rilerek, olumlu, olumsuz taraflarını be­
lirten bir hste de ilâve edilmiştir.
A r a ş l ı n n a c ı l a n n , okuyucuların ace­
le müracatlarını karşılamaya
mahsus
k ü t ü p h a n e l e r de vardı. Bu t ü r kütüpha­
nelerden biri 1395 te Kalnre'de inşa edil-
178
MAHMUT GÜNDÜZ
miş olan «Madrusat-Al Mahmudiya»da
raslanır.
Günümüzde, Muhammed Ibn'al Ne­
dim'in bahsettiği kitaplardan binlercesinin bize ulaşmadığmı söylersek, Müs­
lüman kaynaklarının zenginliği hakkın­
da bir fikir vermiş oluruz. Hattâ, bu ki­
tapların Ibn'al Nedim'in kütüphanesi­
nin özel katalogu olduğu söylenir. Bib­
liyografyada her türlü esere ilmi, edebî,
peri masallan, roman, yemek pişirme,
zehir, av, spora yer verilmiştir, tslam
medreselerinde veya diğer yüksek sevi­
yeli okullarında ders veren öğretmenle­
re, «Müderris» deıürdi. ki bu günümüz­
de profesör karşılığıdır.
Öğretmenler
için üstat bir nevi şeref unvanı idi. Bu
da, bilim dalında üstün yeteneği olan
kimse anlamına gelirdi.
D — Kütüphane Yönetimine Ait
BilgUer:
1 — Yöneticiler:
Kütüphanelerin yönetim ve dene­
timleri yüksek derecede kültürü gerek­
tirdiğinden, kütüphane müdürlüklerine,
genellikle isim yapmış bilginler atan­
mıştır. Bunların arasında, dünyaca ta­
nınmış ünlü kişiler de vardır :
a — îbn Sina (980 - 1037) SamanoguUanndan Nuh bin Mansur'un Buhara'daki saray kütüphanesinin müdürlü­
ğünü yapmıştır. Sultan Nuh Ibn Mansur tarafından saraya Sultanı tedavi
için davet edilen genç hekim îbn Sina,
henüz onsekiz yaşında
bulunuyordu.
Sultanın tedavisinden sonra mükâfat olarak kendisine açık tutulan saray kü­
tüphanesinden hayrete düşen î b n Sina
şöyle bahsediyor:
«Orada üstüste raflara sıralanmış
odalar dolusu kitaplar gördüm. Bir oda,
arap dili ve şiiri, öbürü hukuk ve başka
ilimlere ayrılmıştı. Böylece her ilim da­
lına ayrı bir oda tahsis edilmişti. Eski
Yunan yazarlarına ait bir katalogu göz­
den geçirdim ve burada istediğim kitap­
lara baktım. Bu koUeksiyonda öyle eserler gördüm ki, çok az kimse adlarını
işitmiş olabilirdi. Ben bile, bunları ne
önceleri görmüştüm, ne sonraları göre­
bildim.» Genç bilgin, bu kütüphaneden
büyük ölçüde yararlandı. B i r süre son­
ra bu kütüphane yanmıştı. Yangını, îbn
Sina'nın, bu bilgilere sahip tek adam
kalması maksadıyla çıkardığı söylenir.
b — Al-Hvarizmi (Sehl bin Harun
ve Said bin Harun), Bağdat'taki Bey tel
Hikme'nin kütüphane
müdürlüklerini
yapmıştır.
c — Ebu'l Hasan Ali bin Muham­
med eş-Şabusti (? öl. 999) Kahire'deki
Fatimi Kütüphanesinin müdürü, birkaç
kitabın yazarı bir bilgindi.
d — Büyük arap filozof ve yazarı
îbn Miskeveyh (? öl. 1030). Büveyhi
vezirlerinden Ebu'l Fazi îbn el-Amid'in
(? öl. 971) 100 deve yükü tutan büyük
kütüphanesinin müdürlüğünde bulundu
Vezir Ebu'l Fazi îbn E l , Amid'in Rey
şehrindeki evi 965 yılında mezhep men­
supları tarafından tamamen yağma edil­
mişti. Kuvvetli bir ilim adamı ve büjaik
bir kitapsever olan îbn'el Amid'in kü­
tüphanecisi îbn Miskeveyh olayın sonu­
nu şöyle anlatır:
«O, kitaplarını dünyadaki her şey­
den fazla sevdiği için çok üzüldü. îlim,
felsefe ve edebiyatın bütün dallan ile
ilgili olmak üzere yüz deve yükünden
fazla kitabı vardı. Beni görünce kitap­
larını sordu. Ona, kitapların emniyette
olduklarını ve kimsenin dokunmadığını
söyleyince, neşelendi ve dedi k i : 'Sen
uğurlu bir adamsın, her şeyin yerine
bir yenisi konulabilir, fakat kitapların
konulmaz' ve güleç bir yüzle, 'Yarın
onları şu yerlere götür' dedi. îstegini
yerine getirdim. Bütün servetinden sa­
dece kitapları kurtulabilmişti.»
e —
Billah'ın
kurduğu
tüphane
Abbasi Halifesi
El-Mustanra
(? öl. 1272) Bağdat'ta 1232 de
Mustansırıye Medresesinin kü­
müdürleri arasında,
önemli
İSLÂMDA KfTAP SEVGİSİ VE İ4.K KÜTÜPHANELER
bilginler görülür. Bunlardan ünlü tarih­
çi Ibn'es Sai (? öl. 1274) ve î b n el-Fuvati'yi (? öl. 1323) sayabiliriz. K ü t ü p ­
hane m e m u r l a r ı arasında k a d ı n l a r ı n da
çalıştırıldığı kaynaklarda belirtilmekte­
dir.
2 — K ü t ü p h a n e yöneticiliği yapan
kişiler önemliliklerini, Selçuklular, Os­
m a n l ı l a r devrinde de korumuşlardır. Bu
hususta sırası geldiğinde bilgi verilecek­
tir.
İslamda k ü t ü p h a n e
hizmetleri ve
yöneticihgine ait b i r t a k ı m terimler de
b u l u n m u ş ve kullanılmıştır. Örneğin :
a — Sahip: K ü t ü p h a n e
sahibi, koruyucu
müdürü,
b — V e k i l : K ü t ü p h a n e m ü d ü r yar­
dımcısı
c — Hafızı K ü t ü p ,
muru, yönetici
k ü t ü p h a n e me­
d — M ü t e r c i m : Çevirici
e — Nasih : Müstensih, kitap kop­
ya eden
f — Mücellid ; Ciltçi
g — Münavilun :
murları
Kütüphane
me­
h — F a r r a ş : Odacı, hademe, bakı­
cı, s ü p ü r ü c ü
i — Müşrif : Nezaretçi, vakfın ko­
ruyucusu, (Müracaat Memuru, teşrifatçı).
3 — K ü t ü p h a n e l e r i n her t ü r l ü yö­
netim ve hizmetlerine ait kurallar,
g ü n ü m ü z d e k i l e r kadar
mükemmeldi.
Hattâ, daha çok olanaklara sahiptirler,
denebilir. Bunları özetliyerek açıklıyalım :
a — Her k ü t ü p h a n e n i n , hemen he­
men esasları birbirine benzeyen birer
yazılı talimatnamesi (yönetmelik) var­
dı. Buna, yönetim, araç, gereç ve diğer
ihtiyaçlar için (Bütçe ve Masraf) kesin
kayıtlar
konmuştu.
Kütüphanelerin
179
masrafları yıllık olarak hesaplanıyor­
du. Bazı k ü t ü p h a n e personeline aylık
ekmek, et ve diğer yiyecek maddeleri de
verilebilirdi. B i r k ü t ü p h a n e n i n yıUık
'ı:":'çesine bir örnek olmak üzere Mısır'­
daki Fatimi Halifesi Hakim Biemrillah'm (985 - 1021) 1004 te k u r m u ş olduğu
«Dar-el Hikme-îlimler Evi»nin k ü t ü p ­
hane masraflarının dökümünü görelim.
Para birimi, zamanın altın parası sayı­
lan ve günümüze oranla pek yüksek sa­
tın alma gücü olan Dinar'a göredir.
Masrafın Cinsi
Miktarı
Hasır için
Kâğıt (Müstensihler için)
Kütüphanecinin aylığı
Su parası
Hizmetliler için (Kapıcı v.s.)
Mürekkep, kağıt, kalem
Perdelerin onarımı
K i t a p l a r ı n cilt ve onarımı
K J Ş için keçe perdeler
Kışlık kilimler için
10 dinar
90 »
48 »
12 >
15 »
12 »
1 »
12 »
5
»
4 »
( 1 Dinar günümüzdeki 1 altın rayi­
cine göre 75 - 80 misli alış gücüne sa­
hipti.)
Yöneticilerin ve diğer
personelin
aylıkları, k ü t ü p h a n e yönetimi, okuyucu
hizmetleri, satınalmalar gibi hususlar
yönetmelikte belirtilmişti.
K ü t ü p h a n e l e r i n yönetim ve hizmet­
lerine ait bazı bilgilerin özeti :
1 — K ü t ü p h a n e l e r için kitap sağla­
m a n ı n yollan değişik olmakla beraber,
genellikle :
a — Kitap satın ahnak veya yaz­
dırmak,
b — Bizzat yazmak veya kopya et­
mek,
c — Başkalarına,
hattatlara veya
müstensihlere yazdırmak suretiyle k i ­
tap sağlanırdı.
2 — Yazarlar, bağlı oldukları
hir veya mahallenin
şe­
camilerine iste-
MAHMUT GÜNDÜZ
yenlerin okumalai'ı için eserlerinin b i ­
rer kopyasını bağışlamayı adet edinmiş­
lerdi.
•
of Abbasids, Islamic Culture, C. I I I . 1929,
s. 231» adlı yazısında devrin İslâm k ü ­
t ü p h a n e l e r i için şöyle denilrtıektedir :
3.— K ü t ü p h a n e m ü d ü r ü , k ü t ü p h a iiemn y ö n e t i m işleriyle uğraştığı gibi
f i k r i sorunları da çözümlemekte i d i . O,
yeni kitapları toplar, kataloglannnasına
nezaret eder, okuyuculara her t ü r l ü ko­
laylığı gösterirdi. K i t a p l a r ı n ciltlenme­
sinden, o n a r ı m b a k ı m l a r ı n d a n sorumlu
idi. K i t a p l a r ı n ödünç verileceği kimse­
leri de seçerdi. B i r kitap için, birkaç is­
tekli varsa, varlıklı olanı, her zaırian o
kitabı satın alabileceğinden, fakir oku­
yucu tercih edilirdi.
«Çeşitli a m a ç l a r için kullanılan bir­
çok odalar vardı. İçinde kitapların m u ­
hafaza edildiği galeriler, ziyaretçilerin
okuyup çalışabilecekleri odalar, elyaz­
malarını kopya edenlere tahsis edilmiş
odalar, edebî toplantılara ayrılmış sa­
lonlar, hatta bazı hallerde müzikli eğ­
lenceler için odalar bulunurdu. B ü t ü n
odalar zengin ve rahat ettirecek b i r şe­
kilde donatılmıştı. Yerde halı ve k i l i m ­
ler seriliydi. Üzerinde, okuyucular bağ­
daş kurup otururlar, okur, hatta yazar­
lardı. Ana giriş kapısının özfel bir şekil­
de yapılmış, soğuk havanm girmesini
engelliyen ağır bir perdesi vardı.
Çok b ü y ü k k ü t ü p h a n e l e r d e , m ü d ü ­
r ü n bir de yardımcısı (vekil) bulunur­
du.
4 — Kütüphanelerin büyüklükleri­
ne göre, m e m u r l a r ı n sayıları da değişe­
bilirdi. Gene, k ü t ü p h a n e l e r d e , büyük­
lüklerine göre devamlı olarak bir veya
birkaç mücellid bulundurulur, ciltçilik­
le uzman olan bu sanatçılar, titizlikle
ciltledikleri kitaplara, estetik değer ka­
zandırırlardı.
5 — Ödünç kitap vermek, k ü t ü p ­
hanelerin ve o k u y u c u l a r ı n d u r u m l a r ı n a
göre düzenlenmişti. K ü t ü p h a n e l e r i n ka­
talogları ve her bilgi dalının dolapları
ayrı i d i . Bunlar şeritlerle
belirtilirdi.
Ödünç alman kitaplara ihtimam gös­
terilmesi,
düzeltmelerin izin alınarak
yapılması, kenar notları konmaması, k i ­
tabın boş sayfa ve yerlerine yazılmama­
sı, üçüncü bir kişiye verilmemesi, isten­
diğinde hemen geri verilmesi, geri ve­
rene t e ş e k k ü r edilmesi kurallar arasın­
da yer almıştır.
6 — K i t a p l ı k l a r genellikle açık bu­
lundurulur, herkes dilediği kitabı ko­
layca alabilirdi. Değerli ve nadir yazma­
lar da k i l i t altında tutulur, okumak is­
teyenlere özel izinle v e r i l i r d i .
Olga Pinto a d ı n d a bir İ t a l y a n
kadın y a z a r ı n îngilizceye çevrilen «The
Libraries of the Arabs During The Time
E — TÜRKLERDE
KÜTÜPHENELER
1 — Horasan ve Anadolu Selçuklu^
l a n devrinde kurulan, ö s m a n l ı l a r dev­
rinde de gelişerek adları ve kalıntıları
g ü n ü m ü z e dek erişen yüzlerce medre­
se k ü t ü p h a n e l e r i n i n kitap kolleksiyonlarını kesinlikle tesbit etmek imkânsız­
dır.
Selçukluların
devlet kurduktan
sonra egemenlikleri altında bulundur­
dukları İslam memleketlerinde kurduk­
ları medrese ve k ü t ü p h a n e l e r h a k k ı n ­
da oldukça geniş bilgiler
vermiştik.
Bunları, tamamlayıcı mahiyette olmak
üzere ayrıntılara girişmemiz gerekiyor :
Bilindiği üzere, medreselerin
ilk
k u r u c u l a r ı Selçuklulardır. İlme ve i l i m
a d a m l a r ı n a b ü y ü k Önem veren, sultan^
1ar ve devlet ileri gelenleri, daha b a ş ­
langıçta, şehirlerde medrese ve kütüp-^
haneler kurmaya giriştiler.
a — Her medresenin ve şehrin a y r ı
ayrı birer k ü t ü p h a n e s i n i n olduğu anla­
şılmaktadır. Selçuk devletinin kurulu­
ş u n d a n beri merkezi olan Merv'de bir­
çok k ü t ü p h a n e vardı. B u n l a r ı n her b i r i ­
nin kitap kolleksiyonları 12.000 ciltten
aşağı değildi. Şehirde, Nizam-el Mülk,
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
Mustavfi, Şeref-uV Mülk, Vezir Mecd-ul
Mülk, Hatuniyye, Kemaliyye, Anıidiyye, Zameriy5'e, Ssmaniyye gibi adları
olan oıi k ü t ü p h a n e n i n b u l u n d u ğ u b i l i n ­
mektedir.
b — T ü r k i s t a n ve Harizm k ü t ü p ­
haneleri de zengin kitap kolleksiyonlarina sahiptiler. Ş a h a b e t t i n Hayraki'nin
( X l i . yy.) Ürgenç'te Şafii Camii yanın­
da k u r d u ğ u k ü t ü p h a n e n i n eskiden olduduğu gibi, gelecekte de bir benzerinin
görülmeyeceği rivayet edilir. Bu çok
j-üksek uygarlık merkezinde, bu şekil­
de nitelendirilen k ü t ü p h a n e n i n cidden
muazzam bir tesis olması gerekir. Mo­
ğol istilası önünde, kitapların, ancak,
en kıymetlilerini götürebilen Şahabeddih ölünce, onlar da,' zamanın kârgaşalığı'nda, sokak takımının eline düşmüş
ve yakılmıştır.
H ü l a g u ' n u n Bağdat ve Suriye sefer­
lerinde yanında bulunan b ü y ü k filozof
ve astronom Nasirüddin Tusi'nin (12011274) bu istilalar esnasında yağma edi­
len kitaplardan Meraga'daki b ü y ü k ra­
sathane yanında k u r d u ğ u b ü y ü k k ü t ü p ­
hanede, 400.000 kitap bulunuyordu.
c — K i r m a n h ü k ü m d a r ı Mehmed,
medrese cami, zavij'e ve kendisi için
türbe inşa ettirilen k u r d u ğ u k ü t ü p h a ­
neye, (Dar-ul-Kütüp)
her i l i m dalına
ait 5000 kitap vakfedilmişti.
d — K e r v ş a n s a r a y l a r ' d a (Dâru'z-ziyafe, han, misafirhane), okumak isteyen­
ler bilginler için k ü t ü p h a n e l e r kurulma­
sı, diğer yolcunların eğlenebilmesi için
de satranç takımları b u l u n d u r u l m a s ı ,
devrin uygarlık seviyesini belirtmesi ba­
kımından dikkati çekicidir. Ö r n e ğ i n :
Türk bilgin ve tarihçisi Fahreddin
Mübarek-şah'ın
(1130- 1206),
Misafirha­
181
2 — Anadolu Selçuklulari ve
Osmanlılar
a — 1071 Malazgirt zaferinden son­
ra, Anadolu'yu Türkleştirmeye girişen
Selçuklular, 1075 yılında Türkiye (Ana­
dolu) Selçuklu Devletini kurmuşlardır.
13SÜ taiilline kadar varlığını sürdüren
Anadolu Selçuklularının başkenti Kon­
ya'da, başlangjç'an itibaren büyük bir
i l i m hareketi göze çarpmaktadır.
Anadolu'da, ilk özel k ü t ü p h a n e n i n
kuruluşu Konya'da görüknüştür. Daha
X I I L yüzyılın başlarında, Anadolu'daki
şehirlerde, birçok medreselerin bulun­
duğu bilinmektedir.
Konya, Kayseri,
Sivas, Erzurum, Mardin, Ankara, Kas­
tamonu, Manisa, Amasya, Tokat gibi.
Bu medreselerin, b ü y ü k
kitaplıklara
sahip oldukları anlaşılıyor. Bu devirde,
kazalarda, hattâ köylerde bile medrese
ve kitaplıklar vardı.
b — Büjmk bilgin ve mutasavvuf
Sadrettin Konevi'nin (1210 - 1274) Kon­
ya'da kurduğu k ü t ü p h a n e
(256 kitap)
günümüze dek kültür hizmetini sürdür­
mektedir. Konya'da ilk kütüphane 1201
yılında Şemseddin Altunaba tarafından
İplikçi medresesinde kurulmuştu.
Selçuklular devrinde, Anadolu'da
kurulan kütüphanelerin başlıcaları:
1 — Kadı Burhaneddin Ahmed'in
(1345 - 1398) Sivas'ta kurduğu kütüpha­
ne,
2 — Bilgin bir kimse olan.
Hacı
Şadgeldi (? öl. 1381)
Paşanın oğlu,
Amasya emiri. Emir Ahmed'in Amas­
ya'da kurduğu kütüphane,
3 — Aı-tuk oğulları
1108 - 1408) Mardin Hakimi,
Cihangiroğlu K a s ı m ' m
(?
Kasımiye (Sultan Kasım)
de k u r d u ğ u k ü t ü p h a n e .
(Artuklular,
Akkoyunlu
1487 - 1502)
medresesin­
nesinde bilginlerin okumaları için k ü ­
4 — Candaroğlu İsmail Bey'in (1419 -
tüphane kurulmuş, cahiller için de sat­
1479) Kastamonu'da kurduğu k ü t ü p h a ­
ranç takımı konulmuştur.
ne.
182
MAHMUT GÜNDÜZ
c — Anadolu Selçuklulannda kuru­
lan genel ve özel küti^haneler şüphe­
siz, sadece bunlar değildir.
İslamlığın — hatta insanlığm — ziy­
net ve kültür hazineleri sayılan bütün
bu eserler, zaman zaman İslam alemin­
de başgösteren mezhep kavgaları, iç ayaklanmalar ve karışıklıklar sırasında
tı^pten
kurtulamamıştır.
Netekim
1090 da Karmatilerin Basra şehrini ele
geçirip,
yağmalamaları sırasında, ilk
vakıf kütüphaneyi yakmalarını biliyo­
ruz. Diğer yönden X I I I . yüzyıl başların­
dan itibaren,
Asya steplerinden, bîr
vahşet sürüsü halinde kopup gelen ve
hızını Anadolu'da alan, putperest Mo­
ğolların istilaları sırasında,
İç Asya,
Türkistan, Harizm, Horasan, Afganis­
tan, Irak, Azerbaycan, Anadolu ve Su­
riye'deki bütün bu uygarlık eserleri ya­
kılıp, yıkılmıştır. Bağdat'ta son kuru­
lan kütüphane, Abbasi Halifesi Al-Mustasım Billah'm (1212 - 1258) veziri Muayyad al-Dîn Muhammad İbn Ahmed
Al-Algamî*ye (? öl. 1258) aitti. 10.000
citlik kütüphane, Moğol istilâsında yağ­
ma ve tahrip edilmişti. Moğolların istilâ­
sından önce Merv'de en az on kütüpha­
ne vardı.
Çağdaş bir yazar, Moğollar
için
«Geldiler, söktüler,
yaktılar, kestiler
ve alıp götürdüler» demiştir.
Moğol vahşetiıün en büyük tahri­
batı, ilim ve kültür kurumlarına olmuş­
tur. Daha sonraları, bu vahşetin diğer
bir benzerini, mamur, müreffeh ve kül­
tür kurumlarıyla dolu İspanya'da gör­
mekteyiz.
Hıristiyanlık taassubuyla, Ispanya'daki İslâm memleketlerine saldıran ve
buralardaki küçülen İslâm devletlerini
birer birer yıkan, hıristiyanlar, 771 yıl­
lında kurulan ve X V . yüzyıl başlarına
kadar süregelen şekizyüz yıllık büyük
bir uygarlığın bütün eserlerini ve eşsiz
kitaplarını insafsızca imha etmişlerdir.
Daha X . yüzyıl başından Burtuba (Cor­
doba)'da yalnız, katoloğu 44 cilt tutan
600.000 elyazması eserle dolu kütüpha­
nelerin kitapları Gırnata'yı ele geçiren
hıristiyanlar tarafından şehrin meyda­
nında bir günde 80.000 kitap yakılmak
suretiyle, tamîunen imha edilmiştir.
Şu gerçeği de belirtmeden geçmiyelim: İkiyüz yıl süren Haçlı Seferleri
(1096 - 1272) esnasında, huristiyanlık ta­
assubu ile İslâm memleketlerine saldı­
ran. Haçlı orduları, önlerine gelen her
şeyi, yıkıp yaktıkları gibi, kütüphane­
leri de yok etmişlerdir.
Trablus'taki
kütüphanede üç milyon kitap bulundu­
ğu, bunun ellibininin Kur'ân-ı Kerîm,
seksenbininin tefsire ait olduğu, kütüp­
hanede 180 müstensi'hin çalıştığı bildi­
rilmektedir. Bu sayıların abartılmış olabilecegini hesaba katmamız gerekebi­
lir. Ancak, bu kütüphanenin, çok sayı­
da Kur'ân-ı Kerîm nüshasını gören bir
papazın teşvikiyle 'hristiyanlar tarafın­
dan yakıldığı Batılı tarihçilerce de ka­
bul edilmektedir. (Damascus Chronicle
of the Crusades, London, 1932, s. 89,
J . S. Beddie, «Books In The East During
The Crusades», Speculum, VIII, 1933,
240).
d — Osmanlı İmparatoıHiuğu'nda
İlk Kütüphaneler
1 — İslâm'ın doğuşundan kısa bir
s ü ı e sonra kitaba ve kütüphanelere gös­
terilen büyük ilginin devamı Selçuklu­
larda olduğu gibi, Osmanlılarda da gö­
rülür. Osmanlılar, kuruluşlarından iti­
baren (1299 - 1922) ilme, kitap ve kütüp­
hanelere büyük saygı ve ilgi göstermiş­
lerdir.
Osmanlıların devlet olarak kurulu­
şundan bir süre sonra ilk medrese, 1330
tarihinde Gazi Orhan Bey (1288 - 1324 1360) tarafından İznik'te kurulmuştur.
Orhan Gazi, Osmanlıların merkezini İz­
nik'ten Bursa'ya naklettikten sonra
Bursa'da Aya Elia manastırı mevkiin­
deki meşhur medreseyi inşa ettirdi.
1361 de Edirne'nin fethinden sonra, baş­
kent olan Edirne'de büyük üç şerefeli
medrese kuruldu.
Fâtih Sultan Meh-
İSLÂMOA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
med'in (1432 - 1481) İstanbul'u 1453'te
fethinden sonra, medreseler ve diğer
i l i m k u r u m l a n , b ü y ü k yeniliklere u ğ ­
radılar.
2 — Osmanlı
devletinin
kurulu­
şundan kısa bir süre sonra, Anadolu
Selçuklularının bir d e v a m ı olarak, i n ­
tikal eden vakıflar ve k ü l t ü r k u r u m l a n ,
başta h ü k ü m d a r olmak üzere,
valde
sultanlar, vezirler, paşalar, ağalar, bey­
ler, hali vakti yerinde olanlar tarafın­
dan benimsenerek u y g u l a n m ı ş , gelişti­
rilmiştir. Bunları yaşatabilmek için zen­
gin vakıflar k u r u l m u ş t u r .
Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a k i
kü­
tüphaneleri, genellikle, k u r u l u ş l a r ı n a
göre şu sınıflara ayırabiliriz :
a — Cami ve medreselerdeki kitap­
lıklar (kitap dolapları),
b — Cami ve medreselerdeki
tüphaneler (kitap odaları),
kü­
c — Saray k ü t ü p h a n e l e r i ,
d — Genel ve özel k ü t ü p h a n e l e r ,
Cami ve medreselerdeki k ü t ü p h a ­
neler hakkında daha önce ayrıntılı b i l ­
giler vermiştik. B u n l a r ı n t e k r a r ı gerek­
sizdir.
Osmanlılar, k u r u l u ş u n d a n itibaren
meydana getirdikleri sosyal ve k ü l t ü r
kurumlarının yanısıra,
kütüphaneler
kurmayı da ihmal etmemişlerdir.
Genişleyen ve g ü n geçtikçe gelişen
İmparatorluğun, yabancı unsurlardan
oluşan toprakları üzerinde bile k ü l t ü r
kurumlan ve k ü t ü p h a n e l e r k u r d u k l a r ı
gerçektir.
Osmanlı Devleti,
İ s t a n b u l ' u n fet­
hinden önce, Balkanların b ü y ü k b i r kıs­
mını egemenliği altına almıştı. Elde bu­
lunan vakfiye ve tarihi belgelerden 1435
te Manastır'da Çavuş Bey Gamii'nde,
1445 te Üsküp'te î s h a k Bey Medresesi'nde birer k ü t ü p h a n e k u r d u k l a r ı , X V I I '
ve X V I I I . yüzyıllarda ise,
Sırbistan,
183
Makedonya, Kosova ve Methiya'da yüz­
den fazla k ü t ü p h a n e bulunduğu bilin­
mektedir. Bosna ve Hersek'te
kütüp­
haneleri olan yüz kadar medrese vardı.
Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya
ve Arnavutluk'ta, Osmanlı Devletinin
i l k zamanlarından günümüze kadar in­
tikal etmiş k ı r k kadar zengin
vakıflı
ve değerli eserlerle dolu kütüphaneler
mevcuttur.
3 — Osmanlı Devletinde i l k saray
kütüphanesini, Sultan I I . Murad'm
(1408- 1451) oğlu Sultan I I . Mehmed
lehine saltanattan çekildikten sonra 1444
te Manisa'da k u r d u ğ u anlaşılmaktadır.
Sultan I I . Murad, Manisa'daki kü­
çük sarayı yeniden onarırken, bir de
k ü t ü p h a n e k u r m u ş t u . Sultan I I . Murad,
1449 tarihinde
tekrar tahta çıkmaya
davet edildiğinde, Manisa'ya dönen I I .
Mehmed, bu k ü t ü p h a n e n i n
gelişmesi
için uğraşmıştır. Netekim I I . Mehmed,
babasının ölümü üzerine 1451 de Edir­
ne'de tekrar tahta çıktığında, babasının
evvelce yarım bıraktığı (Saray-ı Cadide-i Amire-Yeni H ü k ü m d a r l ı k Sarayı)
denilen sarayını yapımını tamamlatmış,
sarayın c i h a n n ü m â kasrına, bir de kü­
t ü p h a n e ilâve etmiştir. Buraya Mani­
sa'dan getirdiği kitapları da yerleştir­
miştir. Manisa'da daha sonraları, şehzâdeler ve saray mensupları tarafında da
k ü t ü p h a n e l e r k u r u l d u ğ u n u görmekteyiz.
4 — İstanbul'un 1453 te F â t i h Sul­
tan I I . Mehmed tarafından
fethinden
sonra, i l k kurulan tesisler arasında olan
caıni ve medrese ve tekkelerde, İslâm
geleneklerine uyularak kitap dolapları­
nın da bulunduklan göze çarpar. Kısa
bir süre sonra kütüphaneler de kurul­
maya başlanmıştır.
F â t i h Sultan I I .
Mehmed'in E y ü p Sultan Camiine 2000,
F â t i h Camiine ise bundan daha çok sa­
yıda kitap vakfettiğini biliyoruz. Fatih
ayrıca eski sarayında özel bir «Dâru'lKütüb-Kitabevi,
Kütüphane» kurdurm u ş t u r . B u k ü t ü p h a n e , 1478 de Topkap ı sarayına nakledilmiş, sonradan gelen
J84
MAHMUT GÜNDÜZ
padişahlar tarafından zenginleştirilerek
günümüzdeki «Topkapı Sarayı Kütüp­
hanesi» meydana gelmiştir.
Osmanlı Devletinde kurulan kütüp­
hanelerin yöneticiliğine
(Hafız-ı K ü lüb) önceki İslâm Devletlerinde olduğu
gibi, büyük bilginlerin ve hatırı sayılır
adamların getirildiklerini görüyoruz.
Netekim, Fâtih Sultan Mehmed, ktanbul'u fethinden sonra kurduğu kütüp­
hanenin başına, zamanın genç ilim adamlarından, sonradan iftiraya uğraya­
rak idam edilen Tokatlı Molla Lütfü'yü
(Sarı Lütfü ? öl. 1949) getirmiştir.
B u gelenek son yüzyıla kadar OsmanU kütüphaneleri yönetiminde sür­
dürülmüştür: Türk şiirinin büyük üs­
tatlarından sayılan şair Nedim'in (1680 1730) uzun süre, Nevşehir'i! Damat İb­
rahim Paşa'nm kütüphanesinin Hafız-ı
Kütüblüğünü yaptığını biliyoruz.
5 — istanbul'da ve imparatorluğun
diğer şehirlerinde gün geçtikçe
vakıf
kütüphanelerin arttığı görülür. Bunlan n çoğu, zamanımıza intikal etmiştir,
îlk istanbul Kütüphaneleri, Ayasofya,
Zeyrek, Eyüp
Sultan, Mehmed Paşa
medreseleriyle Fatih Sultan I I . Mehmed'in bir üniversite olarak kurduğu
külliyesindeki (Sahn-ı Seman Medrese­
si) fakültelerin kütüphaneleridir, istan­
bul'da bağımsız olarak kurulan ilk kü­
tüphane, Sadrazam Köprülü Fazıl Ah­
met Paşa'nın (1635-1676) 1661'de kur­
duğu Köprülü kütüphanesidir. Büyük bir
devlet adamı ve Komutan olduğu ka­
dar, bilgin bir kişi olan Köprülü Fazıl
Ahmed Paşa, babasının ilk kütüphane
kurma teşebbüsünü, sonradan geliştir­
miş ve kendi kitaplarını da buraya vak­
fetmiştir. Köprülüler ailesinin vakfı olan bu kütüphane, istanbul'da Divanyolu'ndaki, zarif binasında, değerli kitap
koUeksiyonlanyle günümüzde herkesin
yararına açık bulunmaktadır.
6 — istanbul'da kurulan çeşitli kü­
tüphanelerin sayılan ikiyüz kadardır.
Bağmısız olan vakıf
kütüphanelerin
sayıları ise otuza yaklaşır. Cumhuriye­
tin ilânından sonra çıkarılan 3 Mart
1924 gün ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat
kanunu ile vakıf kütüphanelerin bir
kısmı, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı
Devlet Kütüphanelerine bağlanmış, ca­
mi, medrese gibi kurumlardaki kitaplar
da, bu kütüphanelere katılmıştır.
istanbul'daki kütüphanelerin sayı­
larını, durum ve kitap koUeksiyonlarını
belirtir ekli çizelgenin incelenmesi bu
konuda oldukça ayrıntılı fikirler vere­
bilir. E k (1) Çizelgede adları belirtilen
bu kütüphanelerin bir kısmı, ilkin bagunsız binalar halinde, bir kısmı da, ca­
mi, medrese, tekkelerde kurulmuştur.
Bunlardan bazıları ise, evvelce kurul­
muş kütüphaneler olarak içinde
ayrı
ayrı bölümler halinde hüviyetlerini ko­
rumak suretiyle, yüzyıllar boyu k u r u ­
luş amaçlarına hizmet etmişlerdir.
7 — Osmanlı imparatorluğunda, ba­
ğımsız kütüphaneler, sadece, İstanbul'­
da kurulmuş değildi, Osmanlı Devleti­
nin son zamanlarında bile, imparator­
luk sınırları için 763 kütüphane mevcut­
tu, B ı m l a n n çoğu, idaremizden çıkan
memleketlerde kalmıştır. Diğer bir k ı ­
sım önemli eserler de, yangın yağma,
bilgisizlik, ilgisizlik ve diğer nedenlerle
elden çıkarılmıştır.
Anadolu'da
birçok şehir, kasaba,
hattâ köylerde kurulan kütüphanelerin
zengin vakıfları ve bunların idarelerine
ait vakfiyeleri (yönetmelik) vardı. B u
yönetmeliklerde, kütüphanelerin bütün
ihtiyaçlan, memurların atanmaları, ba­
kım, açılıp, kapanma gün ve saatlari
gibi hususlar bütün ayrıntılanyla tesbit
edilmişti.
8 — Osmanlı padişahlarının hemen
hepsi de kitabı sevmiş ve ona önem ver­
mişlerdir. B u sevgi birtakım tarihi fık­
ralara, tiyatro ve sinema oyunlarına bi­
le konu olmuştur:
a — Kahramanlığı kadar öfkesi ve
teyıcıhgı ile de tanınmış olan Padişah
IC. Murad (1609 -1640) bir fermanla İs-
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
ianburda tcpiu gezinti yerleri eğlence­
lerini yasaklar. Bir gün, bu yasağnı ne
derece uygulandığını anlamak için, bir­
kaç nedimiyle k â s a t h a n e y e gider. Dere­
nin ıssız bir köşesinde, ağaçlar altında
ç u b u k t ü t t ü r ü p , hafif tertip içkili soh­
bete dalmış beş on ehli keyfi bir arada
görünce, öfkesinden ateş kesilir :
«Bunlar kimdir, nasıl olur da be­
n i m emrimi dinlemezler?» diyerek yan­
larına varır. Meğer, adamlar hem ma­
sumca eğleniyor, hem de zamanın Şey­
hülislamı Y a h y a ' n ı n (1533 - 1644) diva­
nını okuyor, şiirlerin havası ile mutlu
oluyorlarmış. Padişah, esip savuracağı
sırada, adamların ellerindeki divanı gol ü n c e bil den y u m u ş a m ı ş :
«C... B u bizim Yahya'nın
kitabı
imiş. Varsınlar
safalarında olsunlar.»
diyerek, y a n l a r ı n d a n ayrılmıştır.
K i U e l e r i n i n ugurulacağmdan t i r t i r
titıİ3^en adamlar, bu sefer ellerindeki k i ­
tabı yalnız zevkle değil, minnetle, şük­
ranla da okumaya koyulmuşlardır.
b — Kitap sevgisi ve
haj'ranlığı
h a k k ı n d a da birçok fıkralar a n l a t ı l ı r :
Kitap, ödünç vermek-almak
üzerine
de b i r fıkrayı anlatmak yerinde olur :
Ünlü bir kiş' yakın bir dostuna k i ­
taplığını gezdiriyormuş.
Dostu, onun
son derece zengin kitaplığına hayran
kalmış. Bu sırada, eşi ender bulunan bir
kitaba rastlayınca : <'Bu kitabı birkaç
gün için alayım, okur, geri veririm.»
demiş. Bu sözler; duj-an ünlü kişi gü­
lerek : «Yağma yok azizim, ben, bu kü­
t ü p h a n e y i zaten, bir g ü n l ü ğ ü n e ödünç
aldığım kitaplarla k u r d u m » demiştir.
c —• Kitap cdünç verme
konusu,
merhum vatan şairi Mehmet A k i f Ersoy'un (1873 - 1936) Safahat'mda da yer
etmiştir.
Kahram.anlardan, Köse İmiam, dost­
larına verdiği kitapların geri gelnıeyişinden şikâyetçidir. Ödünç olarak ver­
diği kitapların daima alanlarda kalmış
185
olmasından canı yanan Köse İmam, birgün, kitaplarının
travanlarına kadar
yükselen raflarına güzel bir nesih yaz:siyle şu beyti yazıp asar :
«Dest-i gadri müstairândan ziyanım
bihessab,
A.hdim olsun, ariyet
veımern kitap..»
demek isteniyor k i ;
hiçkimseye
«Ödünç olarak alanların zulmünden
hesapsız zaraılara uğradım. Onun için.
and içtim, artık kimseye kitap verrnayeceğim.»
F -
SONUÇ
1 — islâm Dîni, okumayı, öğren­
meyi, i l i m sahibi olmayı her insan için
farz kılmıştır.
islâm'ın temel amacı,
ilim. yoluyla ilerleme ve evrimdir. Ta­
rihsel olaylar bu gerçeği ispatlamaktadır.
Dünyamızın, bugün eriştiği uygar­
lık seviyesinde, Müslümanların etki ve
katkılarının pek b ü y ü k olduğunu, Batı­
lılar da kabul etmektedirler. Ortaçağ'm
başlarından itibaren kitaplar yazan, kü­
tüphaneler kuran, iUm yuvaları vücuda
getiren Müslümanlara kar—ılık, Avru­
pa'nın en zengin kütüphanelerinde, ör­
neğin Saint Gal'da 400, Saint Vincent'da 1100 cilt kitap bulunuyordu. Nitekim,
bu gerçeği dile getiren, L ü b n a n asıllı,
b ü y ü k Amerikalı tarih profesörü Philip
K. K i t t i (1886) <.The Arabs, A Short
History, London, 19G0 s : 2 Kısa Arap
Tarihi» de diyor k i :
tOrtaçağ'ın başlarında insanların
ilerlemesine, Müslümanlar kadar hiz­
met etmiş başka bir millet yoktur; Char­
lemagne ve büyük devlet adamlannni.
kendi adlarını güçlükle yazmağı ögr?''dikleri devirde, İslâm ögrencile;-. Ar; -to'yu tetkik ediyorlardı.
Oxford Üniversitesinde, vücudu yı­
k a m a n ı n tehlikeli bir hareket okluyu ka­
bul edildiği bir zan^ıandr^,
hor bi:;-:îr
4".0.0-0 den faz:;~ ':i'ao b::Urı:î.' f).:y:-. :
186
MAHMUT GÜNDÜZ
b ü y ü k k ü t ü p h a n e y e sahip Kurtuba'daki
İslâm bilginleri, g ü n l ü k
banyolarını
zevkle yapıyorlardı.»
2 —• Z a m a n ı m ı z t o p l u m l a r ı n ı n sagsol kısır çekişmelerden veya olumsuz
b i r t a k ı m etkenlerle karşı karşıya gelme­
sinden insanların, m u t l u l u k denen orta­
m ı y i t i r d i k l e r i bir gerçektir. B ü t ü n bu
tatsız, hatta bezdirici olayların doğması
nedenlerinin başında bilgisizliğin geldi­
ğini çekinmeden söyliyebiliriz.
Herkes, özelikle gençler, okumak,
k o n u l a r ı n aslını, mahiyetini öğrenmek
mecburiyetindedirler.
Yalnız okumak, i l i m sahibi olmak
yeter değildir, bildiklerimizi, eskilerin
irfan dedikleri, kişiyi gerçeğe, olgunlu­
ğa ulaştırıcı güçlü, sağlam br sezişe er­
dirici seviyeye getirmeliyiz. Unutmamalıki, her yanlış davranışın, kısa sürede
onarılması, etkilerinin giderilmesi m ü m ­
k ü n d ü r . Bilgisizlikten doğan ve toplum­
da kendini taassup (bağnazlık) şeklin­
de kabul ettirmeye çalışan zihniyetin
etkilerinden doğan k ö t ü l ü k l e r i n onarıl­
ması ise pek kolay değildir. B i r toplum,
m e ş r u b ü t ü n olanakları ve k ü l t ü r k u rumlariyle, m a n e v î değerlerini geliştirip
ayakta tutamıyorsa, o toplumda her t ü r ­
l ü k ö t ü l ü ğ ü g ö r m e k tabiîdir.
Şanlı atalarımızın, günümüzdekilere kıyasla, pek çok imkânsızlıklara rağ­
men, b ü y ü k çaba ve fedakârlıklarla
meydana getirdikleri
kütüphanelerden
faydalanmamız m> derecededir?
3 — Gerçek i l i m , insanları bölücü,
ayırıcı değil, birleştirici, m u t l u l u ğ a er­
diricidir.
tusanhk tarihini gözden geçirelim :
B i r s ü r ü toplumlar ,olaylar görülür.
B u n l a r ı n içinde acıklı olanlar, ü z ü n t ü
vericiler, ibret alınacaklar pek çoktur.
Bunların, gerçek nedenlerini, mahiyet­
lerini anlamaya kalkıştığımızda, başta
insanların bilgisizliğini ve bundan do­
ğan sonuçların olduğunu görürüz. Si­
yâsî ortamlar, bilim, san'at, savaşlar g i ­
bi, toplum dalgalanmalarında, en akıllı
çözüm yollarını brJmak, sağduyu ve i l i m
sahiplerinin işidir. B u hasleti kazanaVjil mek de, okumak, öğrenmek, t e c r ü b e
edinmek, temele, derinliklere inmekle
mümkündür.
işte bu gerçf-ğe inanan atalarımız,
insanları, toplumu, bu yola sevkedebilmek için, öğretim, eğitim kurumlanyle,
kütüphaneler kurmuşlardır. Kütüphane­
ler, bir b a k ı m d a n kötülükleri doğurabi­
lecek aylaklıkları önler, faydalı şeylerle
meşgul olabilmek fırsat ve olanaklarını
sağlar. Bizler, hiç değilse, insan olarak
g ü n ü m ü z d e a r t ı k kaybolmaya yüz tut­
m u ş olumlu
hasletlerimizden sayılan
kadirbilirlik yönümüzle, b ü y ü k atala­
rımızı anmakla yetiniyoruz.
187
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
SÜLEYMANİYE UMUMı KÜTÜPHANESİNDE TOPLANAN
V A K I F KÜTÜPHANELER
( K u r u l u ş Tarihleri Sırasına Göre)
K ü t ü p h a n e n i n Adı
1 — Fatih
Kuruluş
Kitap Sayısı
Tarihi
Yazma Bosma
Kurucusu
Fatih Sultan Mehmed I I
2 — Şehzade Mehmed
Kurulduğu İlk Yer
1471
5188 - 319
1548
109 -12
Şehzâde Camii
Fatih Camii
3 — EIsmihan Sultan
Esmihan Sultan
1570
554 - 59
Eyüp Medresesi
4 — Mehmed Ağa Camii
Babüssaâde Ağası Mehmed Ağa
1584
145 - 59
Çarşamba Meh­
med Ağa Camii
Kazasker Molla Çelebi
1590
146-
Molla Çelebi
Camii
Sadrazam Mesih Paşa
1592
118-3
Eski A h Paşa
Camii
7 — Sultan Ahmed I
Sultan Ahmed
1619
109 -
Sultan Ahmed
Camii
8 — Amca Hüseyin Paşa
Amca Hüseyin Paşa
1669
455 - 2
Saraçhane Başı
9 — Çorlulu A l i Paşa
Sadrazam Çorlulu A h
Paşa
1709
385 - 2
Çarşıkapı Medr.
Gülnûş Valide Sultan
1712
66 -
Üsküdar Valde
Sultan Cimii
11 — Şehîd A l i Paşa
Sadrazam Şehîd A l i Paşa
1715
2843 - 65
12 — Damad İ b r a h i m Paşa
Sadrazam Nevşehirli
Damad İ b r a h i m Paşa
13 — Yeni Cami (2 K ü t ü p ­
hane bir arada)
Sultan I I I . Ahmed
Turhan Valide Sultan
1725
14 — Beşir Ağa
Dârü's-saâde Ağası Beşir
Ağa
1745
639 • 49
Bâb-ı Ah'de
Şeyh'ül-İslâm Mustafa
Âşir Efendi
1748
458 - 11
Sultan H a m a m ı
15 — Âşir Efendi
Zeynelabidin Efendi
zevcesi Sâliha H â t û n
1751
177 - 5
16 — Sâliha H â t û n
Mesih Hasan Pa­
şa Mahallesi
Sultan I . Abdülhamid
1780
1504 - 48
Lala İsmail Efendi
1785
755 - 7
Hamidiye
tüphanesi
19 — M i h r i ş â h Sultan
Mihrişâh Vâlide Sultan
1793
447 - 93
Eyüp Camü
20 — Lâleli
Sultan I I I . Mustafa ve
I I I . Sehm
1804
3777 - 94
21 — Hafid Efendi
Kazasker Hafid Efendi
1806
462 - 35
Sultan H a m a m ı
22 — Kılıç A l i P a ş a
Debbağzâde İ b r â h i m Ef.
1806
999 -72
Kılıç A l i Paşa
Camii Medresesi
5 — Molla Çelebi
6 — Mesih Paşa
10 — G ü l n û ş Valide Sul­
tan
17 — Hamidiye
18 — Lala İsmail Efendi
.1719: ' 1153 - 28
1539 - 2
Şehzâde Başı'nda
Şehzâde Camii
Yanında
Yeni Cami'de
Bahçekapı'da
Kü­
Lâleh Medresesi
188
MAHMUT GÜNDÜZ
Kütüphanenin Adı
Kurucusu
23 — Çelebi Abdullah Ef.
B i r g i v i ' l i Abdullah Ağa
24 — Halet Efendi
Nişancı Hâlet Efendi
25 -— H ü s r e v Paşa
Kuruluş
Kitap Sayısı
Tarihi
Yazma Bcrsma
Kuruiduğu İlîc Yer
1818
403 • 40
Fatih Kadıçeşme
1818
821 -101
Hânesi
Galata Mevlevi
714-445
E y ü p Bostan
İskelesi
491 - 109
Ç a r ş a m b a - Darü'l - Mesnevi
3719 - 555
Ayasofya - Yerebatan
613-722
Yenikapı Mevle­
v i Hânesi
Sadrazam H ü s r e v P a ş a
1839
25 — Ş e y h Mehmed
Murad
Ş e y h Mehmed Murad
1844
27 — Esad Efendi
Nâkibu'l-Eşraf Esad Ef.
1845
28 ~
MaUye Nazırı Nafiz Paşa
1851
29 — t z m i r ' l i Mustafa Ef.
İzmir'li Mustafa Efendi
1885
30 — Pertevniyal Valide
Pertevniyal Vâlide Sultan
1871
Sultan
31 — D ü ğ ü m l ü Baba
K e m â l Paşa
1886
32 — Efgânî Ş e y h A l i
Haydar Efendi
Efgan'h A l i Haydar Ef.
1889
33 — Hoca Seyid - Hacı
İ s m a i l Efendi
Hacı İsmail Efendi
1893
34 — Hasan H ü s n ü P a ş a
Bahriye Nazırı Hasan
H ü s n ü Paşa
1894
1052 - 416
1901
4492 • 2512 Beşiktaş Yahya
Efendi Dergâhı
Bagdad Müftüsü Vehbi
Efendi
1920
1639 - 601
İzmir'U İsmail H a k k ı Bey
1921
Evkaf N â z ı n Hüseyin
K â z ı m Bev
1932
10 378
Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi
Ö ğ r e t m e n İhsan Mahvî
Bey
1935
8 - 309
Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi
89 - 441
Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi
Nafiz Paşa
Gidiş M ü d ü r ü Hacı
35 — Hacı Mahmud Efendi Mahmud Efendi
36 — Bagdat'h Vehbi Ef.
37 — t z m i r ' l i İsmail H a k k ı
Bey
38 — H ü s e y i n K â z ı m Bey
39 — İ h s a n Mahvî Bey
40 — M ü t e f e r r i k
41 — Mustafa Efendi
42 — S ü l e y m a n S i m Ef.
43 — Hafız Ahmed P a ş a
Muhtelif kimseler
Reisü'l-Küttâb Mustafa
Efendi
Kazasker Kasidecizâde
S ü l e y m a n Sırrı Efendi
Vezir Ahmed P a ş a
1946-54
5 -116
Mehmed Paşa
Medresesi
329 - 557
Aksaray Valide
Sultan Camii
24-847
Sultan Ahmed
D ü ğ ü m l ü Baba
31 • 43
Ü s k ü d a r Valde
Sultan Camii
20 45
Murad Molla
Kütüphânesi
E y ü p Boyacı So­
kağı
Satınalma
275 - 4110 İzmir
1203 • 13
470 - 554
36 -
Sultan H a m a m ı
Sultan H a m a m ı
Fâtih
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK
Kütüphanenin Adı
KÜTÜPHANELER
Kuruluş
Kitap Sayısı
Tariiv
Yazma Basma
Kurucusu
44 — Z ü h d ü Bey
Divân-ı Muhasebât Reisi
İsmail Z ü h d ü Bey
45 — FeyzuUah Paşa
Doktor FeyzuUah Paşa
189
Kurulduğu İik Yer
118-612
Yenikapı Dergâ­
hı
- 360
Yenikapı Dergâ­
hı
46 — Şâzeli
117 - 43
Unkapanı Şaze
Tekkesi
47 — Murad Buhârî
309
Eyüp, Belhi Der­
gâhı
39
48 — Hasip Efendi
33 - 502
Eyüp, Hasip
Efendi Dergâhı
49 — Uşşâkî
32 • 25
Samatya Uşşak
Tekkesi
50 — Muhtelif
Selim Ef., İsmâil, Osman
Ağa, Sinan Paşa vb.
51 — Serez
Abdurrahman Ağa
52 — Karaçelebizâde Hüsâmeddîn Efendi
53 — Kadızâde Mehmed
Efendi
Kazasker Hüsâmeddîn
Efendi
362-
Kadızâde Mehmed Ef.
567-
54 — Kadızâde Burhâned- Kadızâde B u r h â n e d d î n
Efendi
dîn Efendi
764 - 883
Bala ve Gümüş­
hane'n Tekkek-ri
2136 - 5048 Kurşunlu Medre­
sesi - Serez
Şehzâde Camii
33 - 233
120
Şehzâde Camii
5013 Gazanfer Ağa
Medresesi
55 — Gazanfer Ağa
Öğrenciler
56 — H i d i v İsmail Paşa
H i d i v İsmail P a ş a
1 -309 Emirgân
57 __ i d Mehmed Efendi
T ü r k i s t a n l ı İd Mehmed
Efendi
4-290
58 — Harput Eski Halkevi
Harput Halkevi
444 - 10
Harput
59 — T â h i r Ağa Tekkesi
Behçed Efendi
143 - 750
Satmalma
80 — Mahmud P a ş a
Sadrazam Mahmud Paşa
366 - 31
Mahmud Paşa
Medresesi
61 — Rüstem P a ş a
Sadrazam R ü s t e m Paşa
166 - 23
Rüstem Paşa
Medresesi
62 — Yusuf Ağa
Kapıcıbaşı Yusuf Ağa
372-5
Üsküdar M i h r i m â h Camii
63 — Şeyhü'l-İslâm Esad
Efendi
Şeyhü'l-İslâm Esad Ef.
201 - 47
Çarşamba Med­
resesi
64 — Servili
Kasapbaşı Mustafa Ağa
232 - 93
Servili Medrese
64 — Gelibolu'lu T â h i r Ef.
Gelibolu'lu Tâhir Efendi
26 - 79
Zincirlikuyu Üçbaş Medresesi
(Elâzığ)
Çarşamba. Daıii'l
Alesnevi
190
MAHMUT GÜNDÜZ
Kütüphananin Adı
66 — Mehmed Murad Mehmed A r i f
67 — Hâşim P a ş a
68 — Âsâr-ı Cedîde
69 — i b r a h i m Efendi
70 — T ı r n o v a ' h
Kurutuş
Kitap Soyıst
Tarihi
Yazma Basma
Kurulduğu İlk Yer
Mehmed Murad Mehmed Ârif
189 - 88
Çarşamba, D a r ü ' l
Mesnevi
A l i Haydar Bey
101-4
Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi
Muhtelif Kimseler
161 - 2144 Hacı Selim Ağa
Kütüphanesi
Hâfız-ı K ü t ü b İ b r a h i m
Efendi
455 - 482
T ı r n o v a ' h Mehmed H i l m i
286 - 1676 F â t i h Camii
Kurucusu
F â t i h Camii
71 — Abdülgânî Ağa
Dârü's-Saâde Ağası
Abdülgânî Ağa
72 — Teberrular
Muhtelif kimseler
73 -
F â t i h Sultan Mehmed I I
191 73
E y ü p Camii
Dârü's-saâde Ağası
Beşîr Ağa
191 - 6
Eyüp, Baba Hay ­
dar Mahallesi
E y ü b (Hz. Hâlid)
74 — Beşir A ğ a
İSTANBUL
MİLLET
KÜTÜPHÂNESİ'NDE
VAKIF
- 291
F â t i h Camii
77- 493
F â t i h Camii
TOPLANAN
KÜTÜPHANELER
Kuruluş
Kitap Sayısı
Kurucusu
Tarihi
Yazma gnsma
1 — FeyzuUah Efendi
Şeyhü'l-îslâm Feyzullah
Efendi
1700
2 — Hekimöğlu A l i Paşa
Sadrazam Hekimoglu
Ali Paşa
1733
947 - 179
3 — C â r u l l a h Efendi
M ü d e r r i s CüruUah Ef.
1734
4 — Selimiye (Pertev
Paşa)
5 — Ali Emîrî
Mülkiye N â z ı n Pertev
Paşa
A l i Emîrî Efendi
1836
2129-94
687 -185
1916
3371
Kütüphanenin Adı
TOPKAPI
SARAYI
KÜTÜPHANESİ'NDE
VAKIF
3 — Hazîne
5 — E m â n e t Hazînesi
6 — Medine
7 — Koğuşlar
8 — Ahmed I H
9 - Muhtelif
F â t i h Medresesi
Tiryal Hanım
A l i Paşa
Fâtih
Üsküdar,
Selimiye
14485 E m i r i K ü t ü p .
TOPLANAN
KÜTÜPHANELER
1 — R e v â n Köşkü
2 — B a ğ d a t Köşkü
4 — Mehmed V
2198 - 90
Kurulduğu İlk Yer
2018 - 60
469 • 25
2022 - 978
226-904
3160-14
5662070 - 54
4762 - 204
2509 - 3106
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
191
M Ü S T A K İ L (BAĞIMSIZ) V A K I F K Ü T Ü P H A N E L E R
K ü t ü p h a n e n i n Adı
Kurucusu
Kuruluş
Kitap Savısj
Tarihi
Yazma Bosma
Kurulduğu İll< Yer
1 — Köprülü
(Köp.rülü Ailesi) Meh- 1661
me dve Fazıl Ahmed Pa­
şalar, Mehmed Âsim Bey
1624 - 22
Divanyolu
2 — Ayasofya
F â t i h Sultan Mehmed I I
1740
4853 43
Ayasofya Camii
3 — Atıf Efendi
Defterdar Atıf Efendi
1741
2585 - 287
Şehzadebaşı
4 — F â t i h Camii
F â t i h Sultan Mehmed I I
1742
5141 - 307 Fâtih Camii vanı
5 — Nuruosmaniye
Sultan Osman I I I
1755
4852 • 82
Nuruosmaniye
Camii
6 — Veliyyüddîn Efendi
Şeyhü'l-İslâm Veliyyüd­
dîn Efendi
1768
3231 - 55
Beyazıt K ü t ü p .
7 — Râgıp Paşa
Sadrazam Koca Râgıp
Paşa
1762
1255 - 257
Lâleli - Koska
8 — Murad Molla
Kazasker Murad Molla
1775
1831 - 14
Fâtih - Çarşamba
9 — Selim Ağa
Selim A ğ a
1781
1261 - 38
Üsküdar, Attaşı
Maarif Nezâreti
10 — Bayezid, U m u m î
Devlet K ü t ü p h â n e s i
Küti\phâne-i Osmanî
- Maarif K ü t ü p h a n e ­
si)
1882
6787 - 28072 Beyazid
11 — S ü l e y m a n i y e
Evkaf Nezâreti
1924
1041 67
12 — Belediye
İstanbul Belediyesi
1931
13 — Şemsi Paşa
Millî E ğ i t i m Bakanlığı
1953
14 — H a k k ı Tarık Us
Gazeteci - Yazar
H a k k ı T a n k Us
1965
Süleyman
K a n u n î Sultan
(1496 - 1566) tarafından bir
külliye olarak yaptırılmıştır. 1557 yılın­
da tamamlanan
bu küUiyede, başlan­
gıçta b i r k ü t ü p h a n e k u r u l m a m ı ş , ancak
vakfiyesinde, kitap tedarikinde ne yapı­
lacağı belirtilmiştir.
3 Mart
496 - 40310 Bayezid
2952 8820 Üsküdar, Şemsi
Paşa
20000
Bayezid
dar kütüphânenln kitapları Süleymaııi-
AÇIKLAMALAR :
1 — Süleymaniye,
Süleymaniye
1923 g ü n ve
430
sayılı
«Tevhîd-i Tedrisat K a n u n u » ile, med­
rese, mescid, tekkelerde bulunan 80 ka­
ye Umumî Kütüphânesine
katıhnışar.
Bu şekilde 70.000 den faz]a yazma eser
toplanmıştır.
Süleymaniye'nin,
külüp-
hâne olarak i l k nüvesi, 1715-2 yılında
Sultan Mahmud I (1696 - Pad. 1730 1754) ve Sadrazam Köse Mustafa Bahir
Paşa zamanında,
Süleymaniye
Cumii
içinde kurulmuşiur. Sonradan 19Î8 de
Süleymaniye Medresesi'nde k u ı a l a n Umumî K ü t ü p h â n t y e
nakledihnişliı-.
192
MAHMUT GÜNDÜZ
2 — Osmanlı Devleti
zamanında,
b ü y ü k , k ü ç ü k kurulan vakıf k ü t ü p h a n e ­
lerin sayıları, ikiyüze yaklaşır. B u küt ü p h â n e l e r i n çoğu Cumhuriyet devrinde
S ü l e y m a n i y e , Millet, Topkapı gibi küt ü p h â n e l e r d e birleştirilmiştir. Çizelgede,
bu k ü t ü p h a n e l e r i n i l k k u r u c u l a r ı , k u r u l ­
dukları tarih, kitap sayıları ve yerleri
belirtilmeğe çalışılmıştır. Ancak, bu ko­
nuda kesin bilgiler ve sayılar elde etmek
pek g ü ç t ü r . Müstakil k ü t ü p h â n e l e r de
ayrıca çizelgede gösterilmiştir.
3 — B1/.1 kiılüphânelere sonradan
adlan bilinmeyer h a y ı r s e v e r l e r tarafın­
dan bağış yoluyl,-' vakfedilen kitaplar da
haylidir. B u n l a r ı ' , da kesinlikle tesbiti
m ü m k ü n olaman-ıştır.
4 — Sultan A b d ü l h a m i d I I (1842 1918) i n emriyle, 1884 de İ s t a n b u l k ü t ü p ­
hanelerinin kataloğları yeniden ve dü7.enli bir şekilde h a z ı r l a n m a ğ a başlan­
mış, 1885 yılında, 64 k ü t ü p h a n e n i n katalogiavı 40 cilt halinde
bastırılmıştır.
(Sonradan bulunan bir ciltle katalog sa­
yısının 41 olduğu anlaşılmıştır.)
K u r u l u ş tarihleri tespit edilemiyen
k ü t y p h a n e l e r çizelgeleri sonlarına alın­
mıştır.
K A Y N A K L A R
A.
TÜRKÇE K A Y N A K L A K
Adıvar,
Abdülhak
Adnan,
Osmanlı
T ü r k l e r i n d e İlim, İstanbul, 1970
Adıvar, Abdülhak Adnan, Tarih Boyun­
ca İlim ve Din, İ s t a n b u l 1989
Ahmet H i l m i ,
1974
İslâm Tarihi, İstanbul,
Akgün, Zerrin, İlim B a k ı m ı n d a n İslâmi­
yet, Ankara, 1955
Altunsu, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülis­
lâmları, Ankara, 1972
Aytaç, Kemal Doç. Dr, Avrupa Eğitim
Tarihi, Ankara 1972
Bammat Haydar, İslâmiyet'in Manevî
ve K ü l t ü r e l Iteğerleri,
Ankara,
1963
Belâzûrî, Futuhu'l-Buldan, 2 C, İstan­
bul, 1955, çev. Zakir K a d i r i Ugan
Gonk, Cemil, K u r ' â n ' d a n Hikmetler, İs­
tanbul, 195f>
Cunbur, Müjgân, Yusuf Ağa K ü t ü p h â nesi ve K ü ' ü p h â n e Vakfiyesi, Ta­
r i h A r a ş t ı r m a l a r ı Dergisi, C. 1,
sayı, s. 203-217, Ankara, 1963.
Dağ, Mehmet; Ö y m e n Hıfzırrahman, İs­
lâm Eğitim Tarihi, Ankara, 1974
Dener, Halit, S ü l e y m a n i y e Umumi K ü tüphânesi, İ s t a n b u l 1957
Devlet İstatistik Enstitüsü, Millî Eğitim
İstatistikleri, 1959 - 1969
Diyanel İşleri Başkanlığı, Kur'ân-ı Ke­
rîm ve T ü r k ç e Anlamı, Ankara,
1973
Diyanet Dergileri
Doğrul, Ö m e r Rıza, K u r ' â n Nedir? 2.
Baskı, Ankara, 1967.
Ersoy, Osman Prof. Dr., T ü r k i y e ' y e Mat­
baanın Girişi ve İlk Basılan EserIsr, Ankara, 1959
Gökmen, Muzaffer, Evinizin
nesi, İstanbul 1956
Kütüpha­
Gökman, Muzaffer, İ s t a n b u l K ü t ü p h â nsîeri Rehberi, 4. Basın İstanbul,
1954
Hamiduliah, Muhammed, K u r ' â n - ı Ke­
r î m Tarihi,
Çev. Mehmet Sait
M u t l u ve Macit Yaşaroğlu, İstan­
bul, 1965
Hayat Aile Ansiklopedisi, 2. C. İstanbul
Hunke, Sigrid, A v r u p a ' n ı n Üzerine Do­
ğan İslâm Güneşi, İstanbul, 1972.
çev. Servet Sezgin
İslâm Ansiklopediin, 1-13
1950 - 1974
C. İstanbul,
İSLÂMDA KİTAP SEVGİSİ VE İLK KÜTÜPHANELER
Keskioğlu, Osman,
bul 1953
Kur'ân Tarihi,
İstan­
Unat, Faik Reşit,
Tarihe
Köprülü, Fuat (W. Bartold), İ s l â m M e ­
d e n i y e t i T a r i h i , 2. Baskı, Ankara
1963
Meydan Larousse, 1 - 12 C. İstanbul 1989
-73.
Mufassal Osmanlı Tarihi, 1-6 C , İstan­
bul 1958
Ö v m e n , H ı f z ı r r a h m a n Raşit,
Doğvdu
B a t ı l ı Y ö n ü ile E ğ i t i m T a r i h i ,
193
Hicri Tarihleri Miladı
Çevirme Kılavuzu,
Anka­
ra, 1959
Ülkü, Hayati, M u h t a s a r
C, İstanbul, 1973
İslâm Tarihi,
2.'
W i l l Durant, İ s l â m M e d e n i y e t i , İstan­
bul. 1974, çev. Orhan Bahaaddin
Yurdadoğ, Berrin (T.D,K,) Doç. Dr., K i ­
taplık
ve
Bilim
Terimlevi
ve
Sözlü­
ğ ü , Ankara, 1974.
An­
kara, 1969
Padover, S.K., İslâm
Kütüphâneleri
(Muslim Libraries) (çevirenler :
Osman Ersoy. Özer Soysal, A. Ü.
D i l ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Tarih A r a ş t ı r m a l a r ı
Enstitüsü.
Tarih Araştırmaları Dergisi, C. I ,
sayı 1, s. 275 295, Ankara, 1963)
P a z a r l ı , Osman,
bul 1972
İslâm'da
Ahlâk,
İstan­
Sevük, İsmail Habip, A v r u p a E d e b i y a t ı
ve B i z , 1-2 C, İstanbul 1940
Ş a r Selahaddin,
İslâmî
lopedisi, İstanbul
Bilgiler
1969
Turan, Osman Prof. Dr.,
Tarihi,
ve
Ansik­
Türk-İslâm
B.
YABANCI
KAYNAKLAR
Durant, Williams James, T h e S t o r y of
C i v i l i s a t i o n , Part I V , The Age of
Fatih, Newyork, 1954.
Hunke, Sigrid,
Allah's Sonne ü b e r
Abendland,
James Westfall Thomson,
L i b r a y , New-York,
Sarton, G.A.L.,
dcni
Stuttgart, 1971
The
Medieval
1957.
I n t r o d u c t i o n to the
t o r y of
Science,
ington,
1968.
His­
5 Toms , Wash­
Selçuklular
The New Encyclopaedia Britannica, in
Medeniye­
30 volumes, U.S.A. 1974, Macro-
ti, Ankara, 1965.
paedia, volume 10
T ü r k K ü t ü p h a n e c i l e r Derneği, Bülten­
leri (Bütün Ciltleri)
Toderini, M.L. Abbe,
T ü r k K ü l t ü r ü Dergisi
Webster's Biographical Dictionary,
Kolleksiyonları
Taberi, M i l l e t l e r v e H ü k ü m d a r l a r T a r i ­
hi, 2. Baskı, 1 - 6 C , İstanbul, 1956,
çevirenler : Zakir K a d i r i Uğan ve
Ahmet Temir
Des Turcs,
De
la
Litterafure
Paris, 1789
ringfield, U.S.A., 1972
Sp­
Prof. Dr. ŞERARE YETKİN
196
l ü n ovaya h â k i m durumu ile çok pito­
resk bir g ö r ü n ü ş t e olan tepe, müdafaa­
ya uygun arazi şeklinde olayı çeşitli ka­
v i m l e r i n yerleşme sahası olmuştur. Bu
karakterini, g ü n ü m ü z e kadar muhafaza
edilebilen eserleriyle göstermektedir. Bu
b a k ı m d a n burada yapılacak sistemli ar a ş t ı r m a l a r Anadolu'nun m i m a r î tarihi
b a k ı m ı n d a n toplu bilgi verecek değerde
olacaktır. Bu makalemde sadece T ü r k
devrine aid binaları t a n ı t m a y a çalışa­
cağım. Bunlardan y u k a r ı d a k i
cami,
Lenckoronski'nin eserinde sadece zikr­
edilmiş, tepedeki kale ve y a n ı n d a k i to­
nozlu yapı Bizans eseri olarak gösteril­
miştir".
li ile sahilde Antalya ile Alanya arasın­
da kalan bölgedir. Anadolu Selçukluları
ve Beylikleri z a m a n ı n a aid tarih ve ta­
rihî coğrafya ile i l g i l i kaynaklarda Teke
adına rastlanmaz. î l k defa olarak Teke
K a r a h i s a r ı ' n ı K a r a ş a r al Takka şeklin­
de
zikreden Al-Klkaşandi'dir".
Abu'l
Fida'ya göre 721 (1321) yılında haccca
gelenlerin söylediklerine dayanarak bu
bölgeye hakim olan Hamidoğlu
Türk-
menleri'nin beyi D ü n d a r Bey, bazı yer­
leri görmeğe çıkan
Antalya
hakimini
esir ederek A n t a l y a ' y ı zaptetimiş ve bu­
rasını kardeşi Yunus Bey'e vermişti. Y u ­
nus
Bey'den sonra
HamidoğuUarı'nm
Teke kolu olarak, onlardan ayrı
olarak
bu bölgede h ü k ü m sürmüşlerdir. Yunus
Sillyon'un Türk Tarihindeki Yeri
Bey'in kölesi Zekeriya'ya da Karahisar-ı
I
Teke verilmişti. 1332 de bu
Bizans devrinde
bir piskoposluk
merkezi olan Sillyon, Pamfilya'da
Bizans şehri i d i . Pamfilya
son
bölgesinin,
Anadolu Selçuklu Devleti sınırları içine
katılması. Sultan I . Gıyaseddin K e y h ü s rev'in
A n t a l y a ' y ı fethi ile başlamış, I .
İzzeddin
K e y k â v u s z a m a n ı n d a devam
etmiş, nihayet Sultan I . Alâeddin Keykubad z a m a n ı n d a
tamamlanmıştı.
sonra Antalya'ya
A l a n y a ' n ı n fethi ile
Alanya'nın
fethinden
d ö n e r k e n yalçın bir
d a ğ üzerindeki Alara Kalesi'nin de feth
edildiğinden İbni Bibi'de bahsedilmek­
tedir. Ancak hiçbir kaynakta SiUyon'un
zaptı geçmez. K a r a h i s a r - ı Teke denilen
yer olması acaba m ü m k ü n olduğu izah­
lı bir şekilde belirtilmemiştir.
Aslında
K a r a h i s a r - ı Teke'nin de neresi
olduğu
h a k k ı n d a tam b i r b i l g i yoktur. Genellik­
le K a r a h i s a r - ı Teke olarak Aksu nahi­
yesi Perge gösterilir". B ü t ü n bölgeye is­
m i n i veren ve Teke E l i veya Teke i l i olarak t a n ı n a n yer, g ü n e y
Anadolu'da
Antalya, Finike, Kaş, Elmalı, Korkude-
Zekeriya,
Teke K a r a h i s a r ı ' n a hakim olan Zekeri5) Slllyon'da bulunan Türk esrlerlnl, 1959
ve 1971 yıllarında yaptığım cok kısa süreli ki
gezi s ı r a s ı n d a inceleme fırsatını buldum. Bana
bu İmkânı s a ğ l a y a n hocam Sayın
Prof. A. M.
Mansel'e teşekkürlerim sonsuzdur. Ancak çok
kısa süreli olan bu gezide sadece plân çizmek
ve resim ç e k m e k imkânını bulabildim. Lâyıkı ile
bir ç a l ı ş m a yapabilmek için burada uzun s ü r e
kalmak, eserleri kaplayan bitki ö r t ü s ü n ü , çalıla­
rı kesmek, temizlemek ve bilhassa bazı yerler­
de taşları kaldırmak, hatta sondajlarlar yapmok
gerekmektedir. Bu suretle bazı binaların p l â n ­
larını tam olarak ç ı k a r a r a k karakterlerini orta­
ya koymak mümkün olacaktır. Bunların sonu­
cunda bulunabilecek bazı kitâbe parçaları vc
s ü s l e m e unsurları ile de tarihlendirmenin daha
kesin olması s a ğ l a n a c o k t ı r . 1946 yılında Prof.
S. Eyice, Sillyon'daki iki camiyi
incelemiştir.
Camilerin o zamanki durumlarını gösterem fo­
toğrafları ve krokilerir>i bana vermek lütfunda
b u l u n d u ğ u için kendisine burada teşekkürlerimi
s u n m a y ı bir borç bilirim. 1969 yılındaki gezimde
bana refakat ederek plânları çizmek lütfunda
bulunan m e s l e k d a ş ı m Dr. Ara Altun'a da t e ş e k ­
kür ederim.
•6) B. Darkot. Karahisar-ı Teke, İslâm A n ­
siklopedisi, Cilt 6, s. 283; Ş. Tekindağ, Teke-Eli
veya Teke-İli, İslâm Ansiklopedisi, 121. cüz, s.
124-125.
7) Al-Kalkaşandî, Subh a l - a ' ş a , yazılış 814
(1412) Mısır, 1915 - V. 346, VIII, 17.
SİLLYON (YANKÖY HİSARI) DAKİ TÜRK ESERLERİ
ya hakkında başka bilgi yoktur-. Yunus
Bey'den sonra Mahmut Bey (1327) A n ­
talya emîri olmuş, onun Mısır'a kaçma­
sından sonra da kardeşi Sinaneddin Hı­
zır Bey Antalya emîri olmuştur. 1333 de
İbn Batuta Antalya'ya geldiği zaman
Hızır Beyin hasta o l d u ğ u n d a n bahset­
mektedir. Hızır Beyin ne zaman öldüğü
belli değildir. Yerine oğlu Dadı Bey geç­
miştir. Sonra Mahmut Beyin oğlu M ü ­
barezeddin Mahmut Bey (Teke Bey)
geçti. Antalyaya 1361 - 1373 yılları ara­
sında Kıbrıs K r a l i ı ğ ı ' n m istilâsına uğra­
mış, fakat E m î r Mübarezeddin Mehmet
Bey tarafından geri alınmıştır. Ö l ü m ü n ­
den sonra yerine Osman Bey Teke E l i
emîri olmuştur. A n t a l y a ' n ı n 1389 veya
1393 de Osmanlı h ü k ü m d a r ı Yıldırım
Bayezid t a r a f ı n d a n zaptedildiğini Neş­
r i ve Oruç Bey tarihleri yazıyor. Sultan
I . Bayezid Antalya ve Teke Eli'ni aldık­
tan sonra buraya oğlu
İsa Çelebi'ye
sancak olarak veriyor. Ankara yenilgi­
sinden sonra Osman Bey tekrar Antalya
ü z e r i n d e hak iddia etmiştir. Fakat A n ­
talya ile Teke K a r a h i s a r ı Osmanlılar'da
kalmıştır. Osmanlı h ü k ü m d a r ı I I . M u rad zamanında, Osman Bey Karamanoğlu I I . Mehmet Bey'in y a r d ı m ı n ı sağla­
yarak Antalya'yı tekrar ele geçirmek
üzere harekete geçmiştir. Antalya mu­
hafızı olan F i r û z Bey o sırada ö l m ü ş t ü r .
Bunun üzerine Teke K a r a h i s a r ı muha­
fızı olan oğlu Hamza Bey Antalya'ya ge­
lir, Antalya Kalesi'nin k o r u n m a s ı ve ta­
m i r i ile uğraşırken, Osman Bey Antal­
ya'yı kuşatmıştır. Hamza Bey başarılı
bir müdafaa yapmıştır. Osman Bey tek­
rar Korkudeli'ne çekilmiş ve Karamanoğlu Mehmet Bey'in gelmesini beklemiş­
tir. Fakat Hamza Bey bir gece K o r k u deli (İstanos) üzerine baskın yapmış ve
zaten hasta olan Osman Bey öldürül­
müştür. Böylece Tekeoğulları Beyliği
son b u l m u ş t u r (1423). K a r a m a n o ğ l u I I .
Mehmet Bey ise Antalya k u ş a t m a s ı sı­
rasında kaleden atılan bir gülle isabeti
ile öldü. Bundan sonra Teke E l i tama­
men Osmanlılar'a geçmiş ve Hamza Be­
197
ye Teke Eli sancağı mükâfat olarak ve­
rilmiştir".
Burada kısaca tarihini verdiğimiz
Teke Elli'nde, Teke Karahisarı diye ta­
nınan yer,
Antalya Emiri Hamidoğlu
Yunus Bey'in kölesi Zekeriya'nın haki­
miyetinde bir kale olarak gösterilmiştir.
Osmanlılar'm Teke Karahisarı muhafızı
Hamza Beyin. Antalya'yı Hamidoğullan ' n ı n Teke kolu beyi Osman Bey'e karşı
müdafaa ederek bu beyliğe son verilme­
si ile de Osmanlı tarihinde yer almıştır^"'.
Ayrıca bu bölgede çok kuvvetli olan Ahilik teşkilâtı için Teke Kavahisarı'ndaki Bali Baba zaviyesinden bah­
sedilmesi de Bektaşîlik tarihi bakımın­
dan önemlidir".
Teke Eli tarihinde bu kadar önemli
bir yer alan Teke Karahisan'nm Sillyon
(bugünkü Yanköy Hisarı) olması çok
kuvvetle m ü m k ü n d ü r ' - . Teke Karahi8) Bu Bu bölgenin Türkler zomanındaki ta­
rihi hakkında yazılan eserler içinde kaynaklara
dayanarak ve bütün neşriyatı en iyi şekilde de­
ğerlendiren bir çalışrna B. Flemming tarafından
yapılmıştır, B. Flemming, Landschaftgeschichte
von Pamphylien, Pisidien und Lykien im Spntmittelolter, Wiesbaden 1964. Ayrıca, Ş. Tekindag,
Teke-Oğulları, İslâm Ansiklopedisi, 121. cüz, s.
128-132; İ.H. Uzunçarşılı,
Anodolu Beylikleri,
Ankara 1969, s 6 7 - 6 9 , (İkinci Baskı); S.P (Er­
ten), Antalya Livası Tarihi,
İstanbul 1339 -10
(1S30); S.F. Erten, Antalya Vilâyeti Torihi, İstan­
bul 1840; S.F. Erten, Anktolya Tarihi, III. Kısım,
Antalya 1943.
e) Ş. Tekindağ. Teke-Oğulları, İA, s. 132;
S.F. Erten, Antalya Vilâyeti Tarihi, s. 89 -93.
10) İ.H. Uzunçarşılı, Adı geçen eser, s. 69.
11) Ş. Tekindağ, Teke Eli..., s. 125; B.
Flemming, Adı geçen eser, s. 116 v.d.; A. Refik,
Defter-i Evkâf-ı Vilâyeti Teke, TTEM, sene 14,
nr. 2/79, İstanbul 1924, s. 72 -76; S.F. Erten,
Antalya Vilâyeti, s. 122 de Bali Baba zaviyesinin
Yanköy kurbunda Teke Köyü'nde olduğunu ya­
zar.
12) S.F. (Erten). Antalya Livası Tarihi, s.
134 de Perge'yi Teke Karahisarı olarak kabul
eder. Gene aynı eser s. 149-156 da Sillyon
ile ilgili kısımda Yanköy Hisarı'ndoki (Sillyon)
iki camiden ve köşkten kısaca bahseder. An­
cak, Antalya Vilâyeti Tarihi isimli eserinde s. 99
da 1 numaralı dipnotta Korahisar-ı Teke'nin
Yanköy yanında Sillyon olduğunu yazar.
198
Prof. Dr. ŞERARE YETKİN
sarı, Antlayla'nın kuzeydoğusunda, Ak­
su ırmağının doğusunda
bulunmakta­
dır. Kâtip Çelebi, Cihânnümâ'da bu ye­
rin mevkiini en doğru olarak vermiş­
tir''. Burayı bizzat ziyaret etmiş olan
Evİiyâ Çelebi Teke Karahisan'nı şöy­
le tarif ediyor : «Antalya'ya üçbuçuk
saatlik Kondi Köyü'nden sonra, ânın şi­
malinde bir saat baîd Serik Dağı eteğin­
de E v s â f ı Kal'ai (Kara) teke Hisarı, mâtekaddem Kayser binası imiş. Badehu
Frengi Bedrenk müstevli olup badehu
Sultan Keyhüsrev fethidir. Andan Ur­
ban Gazi fethidir. Teke paşasına hassıdır. Subaşısı hakimdir. Ve yüzelli akçaşerîf kazadır. Ve nahiyesi 70 köyden
ibârettir. Ve kal'ası bir püşte üzre şek­
li murabba bir küçük kal'adır. Yedi kullesi ve cenuba nâzır bir kapusu vardi;-.
Ve ensesinde havalesi vardır. Ve hen­
deği yoktur. Ve kal'a dizdarı neferâtı
ve kethüda yeri ve serdârı ve âyâni
yoktur. Ancak yetmiş seksen hane Türk­
men kavmi sakinleridir.
Onlar dahi
Temmuz'da yaylaya çıkarlar. O kadar
memur kal'a değildir. Ancak nahiyesi
menftur ve mahsuldar kazadır. Ânı lemaşâ idüp kıble canibine dağlı orman­
lı yollar ubûr ederek nehri Aksu azîm
sudur...»'^ Bundan anlaşıldığına göre
Teke. Karahisan Antalya'nın Kuzeydo­
ğusunda, Antalya'dan dört saat uzak­
tadır ve Aksu ırmağı geçilmeden varıl­
maktadır. Burada bir vuzuhsuzluk var­
dır. Çünkü Cihânnümâ'da doğru ola­
rak Aksu ırmağının doğusunda göste­
rilmektedir. Aksu ırmağını geçer geç­
mez ise Aksu Köyü'nün 1 fcm. ötesinde
antik Perge Şehri bulunmaktadır. An­
cak, Perge'de yapılan araştırmalarda
Türk devrine aid hiçbir kalıntıya rast­
lanmamıştır. Akropolünde yapılan son­
dajlarda bulunan keramikler arasında
Türk devrine aid olanlar yoktur". Bu­
na karşılık
Perge'den bütün haşmeti
ile görülen SiUyon şehrinin yer aldığı
bugünkü Yanköy Hisan'nda Türk eser­
leri vardır. Teke Eli'nde bütün ovaya
hakim bir kale olan ve ismini de bu
durumundan almış olması mümkün olan Teke Karahisan'nın burası olması,
tarihî ve coğrafî şartlara da uygun düş­
mektedir.
Sillyon'daki Türk Mimarî Eserleri
II
Sillyon'daki Türk eserleri,
bugün
Yanköy Hisarı adını alan tepenin güney-batı yamacından başlıyarak, kuv­
vetli istinat duvarları ile meydana ge­
tirilen batı yamacındaki teras üzerinde
bulunmakta ve buradan düz fakat çok
geniş olmayan bir platform halinde olan tepenin üstünde yer almaktadır. Te­
penin en üstünde olan bu platformda
Helenistik, Roma, Bizans devrine aid
çeşitli binalar hemen hemen üst üste
denecek bir şekilde sıkışık olarak inşa
edilmiş bulunmakatdır. Bunların yanın­
da Türk devrine aid olarak kabul etti­
ğimiz yapılar antik devir eserleri ile
hiç. karışmadan hemen tepenin kena­
rında yer almaktadır.
Xanckorunski'nin eserindeki plân­
da bu tepenin gerek üzerindeki, gerek­
se yamaçlarında yer alan Türk eserleriden yalnız tepeye: yakın olan kısım­
daki (d) ile gösterilen-cami işaret edil­
miş, tam tepedeki iç kale şeklinde olan
kısım (a) ve yanındaki altı sütun üze­
rine dayanan üç beşik tonozlu yapı (b)
Bizans eseri oİ£U-ak adlandırılmıştır. E n
13) Kâtip Çelebi, C i h â n n ü m â ,
İstanbul
1145 H. (1732), S. 638-B39. Kâtip Çelebi, a h â n n ü m â . s. 612 de «Nehr-i Köprü (yani Köprüsü)
Manavgat ile Karahisar-ı Teke a r a s ı n d a n gec ü p dervayo karışır» der. Bu Sillyon'un bulun­
d u ğ u yerin Karahisar-ı Teke olabileceğini müm­
kün kılar.
14) Evliyâ Celebi, Seyahatname, Cilt IX, s..
290. Yalnız B a ğ d a t Köşkü n ü s h a s ı n d a (Kara)
vardır.
15) Sayın Hocam Ord. Prof. Dr. A.M. Mansel'e bu bilgi için çok t e ş e k k ü r ederim. A . M .
Mansel, « P e r g e ' d e yapılan kazılar ve a r a ş t ı r molor», Atatürk Konferansları IV, 1970 (1973), s.
135. Prof. Mansel, Sillyon'un Karahisar-ı Teke
olobileceğinl y a z m a k t a d ı r .
SİLLYON
(YANKÖY
HİSARI)
aşağıda olan ve plânda V I işareti ile
gösterilen çeşmenin biraz
gerisinde
yer alan diğer bir cami ise yapı olarak
verilmiş fakat isimsiz bırakılmıştır.
Kalenin y a m a c ı n d a n tepeye kadar
belli bir düzende sıralanan T ü r k eser­
leri vaziyet plânında I , I I , I I L I V olarak
gösterilmişlerdir (Plân 1).
I. Y a p ı : Yapı b u g ü n Yangöy adını
alan k ü ç ü k bir k ö y ü n hemen yukarısın­
da, Y a n k ö y Hisarı adını alan tepenin
güney-batı yamacında yer almaktadır.
Harap olmaya terkedilmiş bu yapının
b u g ü n k ü durumuna göre bazı değişik­
liklere uğramış, tek kubbeli ve önünde
son cemaat yeri olan küçük bir cami
olduğu anlaşılmaktadır. Cami tamamen
i r i l i ufaklı kesme taş ve moloz taşlarla
yapılmış kaba b i r inşaattır. Fakat bir
köy mescidi için ileri bir plân özelliği
göstermektedir.
Mescid kısmının ü s t ü n ü örten kub­
be ç ö k m ü ş t ü r . D u v a r l a r ı n önemli bir
kısmı yıkıktır. Bununla beraber kub­
beye intikalin üçgen şeklinde basit pan­
dantiflerle sağlandığı, son cemaat yeri
d u v a r ı n a dayanan kuzey duvarının iç
kısmında kalan pandantif kalıntısından
anlaşılmaktadır (Resim 2). Ayrıca gü­
ney d u v a r ı n d a iki pencere açıklığı ara­
sında basit bir mihrap nişi kalıntısı fark
edilmektedir.
Kare kubbeli mekânın
önünde dikdörtgen bir m e k â n bulunu­
yor. B u g ü n üst örtüsü tamamen yıkıl­
mış olan bu kısma cami m e k â n ı n d a n
yuvarlak taş kemerli ve taş söveli b i r
kapı açılıyordu. K a p ı n ı n sol tarafından
kaş kemerli bir mihrap nişi yer almış­
tır (Resim 3). B u g ü n kapının taş ke­
meri ve söveleri yoktur ve kapı açık­
lığı kaba bir şekilde ö r ü l m ü ş t ü r (Re­
sim 4). Bu kısmın üzerinin düz bir çatı
ile ö r t ü l d ü ğ ü n ü yan duvarlardaki pen­
cerelerin üzerinde bulunan tahta hatıl­
ların izlerinden dolayı tahmin ed'voruz. Yapının eski halini gösteren resim­
den anlaşıldığına göre kubbeli m e k â n
yıkıldıktan sonra, bu kısmın kapısı örü­
DAKİ
TÜRK
ESERLERİ
199
lerek tamamen terkedilmiş, kapı mih­
rap nişi şekline sokulmuş ve sadece son
cemaat yeri bölümü basit bir mescid
olarak bir müddet daha kullanılmıştır.
B u kısmın zemininin muntazam mer­
mer levhalarla kaplı olduğu kalıntılar­
dan anlaşılmaktadır. Bu mermer levha­
lar ve yapıda kullanılan kesme taşlar
antik harabeden toplanmış olmalıdır.
Yapının duvarlarında
görülen büyük
çatlaklar onun bir zelzele sonucunda
harap olduğunu göstermektedir.
II. Yapı: Bu yapı tek kubbeü ve
önünde son cemaat yeri bulunan bir ca­
midir.
Lanckoronski'nin
eserindeki
plânda kalenin batı yamacında C ile
gösterilen kapıdan girince tepeye doğru
karşımıza i l k çıkan yapı budur (Resim
5). Bugün harap olmakla beraber m i ­
marî özelliklerini muhafaza etmekte­
dir. Kesme taş ve moloz taştan inşa edil­
miş, tek kubbeli ve b u g ü n yıkılmış olan
son cemaat yeri ile ufak bir camidir.
(Resim 6) 'da görüldüğü gibi dört köşe
mekânın üstünü bir kubbe örtmekte­
dir. Minaresi yoktur. Önündeki dikdört­
gen son cemaat yerinin yanları kapalı
olup, kuzey kısmında i k i sütunlu bir
revak bulunmaktaydı. Devrilmiş sütun
ve kaidesi durmaktadır.
Son cemaat
yerinin sol yan duvarı hâlâ durmakta­
dır.
Burada evvelce revak kemerini
teşkil eden kemerlere aid mermerden
işlenmiş kemer başlangıcı eski resim­
de farkedilmektedir. Ayrıca son cema­
at yerinden camiye girişi sağlayan mer­
mer çerçeveli kapı da görülmektedir.
Fakat bugün ne kemer başlangıcı, ne
de kapının çerçevesi mevcut değildir
(Resim 7). Son cemaat yerinin örtü sis­
temi anlaşılamamaktadır. Kubbeli me­
kânın duvarları oldukça kalın olup i k i ­
si kapının i k i tarafında, ikisi güney du­
varında mihrabın i k i tarafında, ikisi de
doğu duvarında olmak üzere altı pen­
ceresi vardır (Plân 2), (Resim 8). Kare
mekânın üzerini, T ü r k üçgenleri ile i n ­
tikal eden bir kubbe örtmektedir (Re­
sim 9). Köşeler Türk üçgenleri ile hal-
200
Prof. Dr. ŞERARE YETKİN
ledilmiş, dairevî kubbenin dört duvara
dayandığı tam orta kısımlarda kör pen­
cere şeklinde sathî, kemerli birer niş
yapılmıştır (Resim 10). Çökmüş olan
kubbe tepesinin sonradan tamir edildi­
ği anlaşılmaktadır.
Caminin mihrabı,
camiye nispetle oldukça büyük olup,
bugün yıkık bir haldedir (Resim 11).
Belki de vaktiyle mihrap nişini kapla­
yan işlemeli mermer veya taş levhalar
sökülmüştür.
Kubbeli mekânın doğu
duvarında dikdörtgen şeklinde üç kü­
çük, bir büyük niş açılmıştır. Bunlar­
dan büyük olanın bir dolap olması ge­
rekir (Resim 12). Birinci mescide nis­
petle daha itinalı bir işçilik ve plân gös­
teren bu yapıda da hiçbir kitaba yok­
tur. Ancak son cemaat yerinin yanında­
ki yapıda devşirme olarak kullanılmış
Grekçe bir kitâbe bulunmaktadır'".
Caminin 10 m. kadar yukarısında
kaleye çıkarken
kaya içine oyulmuş,
köşeleri kesik ve içi sıvanmış bir sarnıç
vardır (Resim 13). Tepenin tam üstün­
deki platformda I I I . ve IV. yapılar yer
alır (Resim 14).
I I I . Y a p ı : Dıştan irili ufaklı kesme
ve moloz taşlarla inşa edilmiş, masif du­
varlı, yüksek ve gösterişli bir yapıdır.
Üstü güney duvarına dikey üç beşik
tonozla örtüldüdür. Tonozlar bugün ta­
mamen çökmüştür. Yalnız köşelerde to­
noz başlangıçları fark edilmektedir (Re­
sim 15). Tonozları destekleyen taştan
kaburga
kemerlerinin kalıntıları yan
üst duvarlardaki üçer dikdörtgen pen­
cere arasında görünmektedir (Resim
15). Kuzey cephe duvarının
üstünde
de aynı şekilde üç pencere vardır. Du­
varların üst tarafındaki bu pencereler
dışarıya doğru daralarak mazgal şek­
linde açılmaktadır. Doğu duvarının alt
kısmı nasif olmakla beraber batı duva­
rında altta üç dikdörtgen pencere yer
almaktadır. Kuzey duvarını norteısında, doğu ve batı duvarının kuzey köşe­
ye yakın yerlerinde birer kapı açılmış­
tır. Güney duvarının orta kısmı tama­
men yıkılmıştır. Sadece iki alt duvarı
kalıntısında birer dikdörtgen pencere
izi kalmıştır. Yapının üstünü örten üç
beşik tonoz yıkılmış olmakla beraber
kalıntılardan, tonozların altı sütuna da­
yanan kemerlerle taşındığı ve mekânın
kuzey-güney istikametinde üç eşit nefe
ayrıldığı anlaşılmaktadır. Sütunlardan
biri yıkıntı arasında fark edilmektedir.
Tonozların dayandığı kemer
ayakları
kuzey duvarında, oldukça aşağıdan baş­
lamış olarak görülmektedir
(Plân 3),
(Resim 17). Yapının güney duvarının
orta kısmının tamamen yıkık olması ya­
pının tam olarak tanımlanmasında güç­
lük yaratmaktadır.
Yapının üçerden
altı sütunla üç eşit nefe ayrıldığı belli
olmaktadır. Bu sütunların antik yapı­
lardan alındığı bellidir. Böyle bir sü­
tun gövdesi güney duvarının kalıntısın­
da devşirme malzeme olarak da kulla­
nılmıştır (Resim 18). Yapının plânı ve
istikameti bir Ulu Cami olarak kabul
edilmesini mümkün kılmaktadır. Ancak
güney duvarında bulunması
gereken
mihrap nişini, bu kısmın yıkılmış ol16) K.G. Lanckoronski. Adı gecen eser, s.
175 - 176, No. 58.
17) M. Katoğlu, 13. Yüzyıl Konya'sında
bir Cami Gurubunun Plân Tipi ve Son Cemaat
Yert, Türk Etnoğrafya Dergisi, Sayı IX (1966),
s. 81 -100.
S. Dilâver, Anadolu'da Tek Kubbeli Selçuk­
lu Mescitlerinin Mimarlık Tarihi Yönünden Yeri,
Sanat Tarihi Yıllığı IV (1971), s. 17 - 28. Mente­
şe Beyliği'nden Pecin'in
Kepez mevkiindeki
Yelli Camii'nin Türk üçgenleri ile kubbeye inti­
kal şekli Sillyon'daki yukarı comidekine benzer,
Bak. A. Arel, Menteşe Beyliğin Devrinde Peçin
Şehri, Anadolu Sanatı Araştırmaları I, I.T.Ü.
Mimarlık Fakültesi, istanbul 1968, s. 88 - 93, Res.
60. Ayrıca aynı intikal şekli daha dekoratif ola­
rak Sinop'ta isfendiyaroğlu Türkbesi'ndeki kub­
bede de görülür. F. Taeschner, Die Türbe der
Isfendiyar Oğlu in Sinop, Beitrage zur Kunstgeschichte Asiens (İn Memoriam E. Diez), İs­
tanbul 1963, s. 31 -33, Abb. 2 - 3 . Böylece aynı
intikal şeklini Cdndaroğulları beyliğinin İsfen­
diyaroğlu kolunda da tespit ediyoruz. İlk O s ­
manlı devrinde her iki camiinin kubbeye
inti­
kal şekli daha yaygın bir kullanış sahası bul­
muştur. Bak. E.H. Ayverdi, Osmanlı Mimarîsi­
nin İlk Devri, istanbul 1966.