View/Open

VAKIFLAR ve VAKIFLARIN MARUZ KALDIĞI TECAVÜZ V E
İHMALLER
Ali H i m m 3 î
Fahri Âlem (S. S.) Efendimizden
başlayarak eshabi kiram ve tabiin ve
tebaai tabiin' ve sonradan gelen Müs­
lümanlar tarafından kâmil bir inanç ve
tam bir hulûsla İslâm ülkslerinde sayı­
sız vakıflar yapılmış ve İslâm beldeleri
bu insanî ve içtimaî müesseselerle müs­
tesna bir hususiyyet iktisap etmiştir.
Vakıfların nasıl bir iman ve hulûs
la meydana getirildiğini anlamak içn'
(sultanların, vezirlerin, emirlerin, dabı
vakıfları dahil olmak üzere) mevcu.
vakfiyyeleri şöyle bir gözden geçirme
yeter. Bir mümin için en ulvî emel, vasiyyet veya vakıf tarikile hayrî bir eser
bırakmaktır. Bu fanî dünyadan ebedi
âleme intikal ederken medarı teseîii,
diğer amellerinin yanında bu havıriavdır. Diğer tasarruflar hissi ve maddi
menfaat saikasile vukubulduğu halde,
vakıflar sn-f Allalı rızası için manevî
maksatla vâki olur. Bu cihetle vakıf
müessesesi hukukî müessese ve tasar­
rufların en hayırlısı ve sevimlisidir. Ce­
nabı Hak ve Resulü Kerimi, müminle­
ri ebedî saadete vesile olacak bir ve
hayra teşvik buyurmuşlardır'.
1. Ta?3-iin, r: .sulüUah
efendimizin esba­
b ı n d a n birini veya bir kaçını g-örüp onlardan
hadis rivayet eden ve
tebai tabiîn, tabiinin
z a m a n l a r ı n a erişüp onlardan raviyetlerde bu­
lunan zatlerdir.
2. Kur'ani kerimde.
vakfa dair sarih
bir nas yoksa da, vakıf bir nevi bir ve ih­
sandır, cenabı hak Aliımran suresinin 92 inci
ayetinde «siz sevdiğiniz ş e y l e r d e n harcaymc a y a k a d a r aslâ iyiliğe ermiş olmazsınız, lıer
ne i n f a k ederseniz Allah, onu bilir» mealinde
olan â y e t i celile ile birr ve h a y n n mertebe­
sini b e y a n buyurmuştur.
BERKİ
Vakıflar, bidayeten veya intihaen
hepsi hayra ve umumî menfaata hiz­
met eden tasarruflardır. Mevcut vakfiyycler tetkik olununca görülür ki,
bunlar ya fükaranm istirabını teskin
etmek veya cami', mescit veya medrese
ve mektep ve3'a şifahane ve hastahane
gibi hayrî müesseselerle onların ida­
mesi ve kendilerinin veya yakmlarınm
veya iyiliklerini gördükleri kimselerin
evlât ve ahfadının sefalete düşmemesi­
ni veya bu cihetlerin birkaçına şâmil
olmak üzere insanî ve içtimai, gayjlcri
istihdaf eder.
Meşrutunlehi zikir olunmayan v:ıkıflarla, fükaradan gayriye meşrut va
kıflar, meşrutunîehler münkariz olunca
fükaraya sarf olunur.
Müslümanlardan en çok bu larika
tevessül eden Müslüman Türklerdir.
Yaradılışlarında gayr endişclik ve ha­
yırseverlik temayülü bulunan Türkle­
rin bu hasletleri, dini akide ile birleşin­
ce rasih bir hale gelmiştir.
Selçuk ve Osmanlı İslâm ülkelerin­
de yer yer görülen sayısız mescitler, ca­
miler, musallalar, medreseler, mektep­
ler, kütüphaneler, imarethaneler, şifa­
hane ve hastahaneler, sebilhane, çeşme,
Vakıf, hayırdır. Cenabı hak Bakare su­
resinin 110 uncu a3-etiudc kendiniz için ön­
den ne hayır işlerseniz.
Allalı yanınd.ı onu
bulacaksınız^) meâlindeki naznıi cehli ile h.'iyır amellerin Allah yanında niak'-.m! olacağı­
nı beyan buyurmuştur.
Sadaka-i cariye, yani v:\kif
lıakkmda
varit olan hadisi şerifler malûmdur.
336
ALİ
HİMMET
sarnıç ve kuyular, menzilhane ve müsafirhaneler ve bunları yaşatmak için
vakıf edilen ev, arsa, han, dükkân, ha­
mam, bağ ve bahçe gibi gayrimenkul1er bu beyanımızın bariz delilleridir.
Çok mühim olarak bazı kasaba ve
köylerde AVARIZ vakıfları da vardır'.
Bu hayırlar arasında selâtin, vüzera ve ümera vakıfları şehirlere müstes­
na bir revnak ve zinet vermişti. İstan­
bul ve Konya gibi şehirlerimizdeki asa­
rı hayriyye Türk ve İslâm medeniyeti­
nin muhallet abideleridir.
İslâmî vakıflardaki ihlâsı, kıy­
metten düşürmek için bazı kimseler,
birçok vakıfların, müsadere korkusilc
yapılmış olduğunu ve bu vakıfların va­
ridatını kendilerine ve evlât ve ahfatla­
rına şart etmek suretile, mallannı mü­
sadereden kurtardıklarım iddia eder­
ler. Bu, tamamen hilâfı hakikattir. Vüzera ve ümera vakıfları arasında belki
bu maksatla yapılmış tek tük vakit
vardır, fakat böyle birkaç vakıf bulun­
ması milyonlarca tesis olunan vakıf­
lardaki ihlâs yanında bir şey ifade et­
mez ve hattâ bahis konusu dahi yap­
mağa değmez.
Eslâfm ahlâfda yadigâr bıraktığı
vakıflar, vakıf hükümleri dairesinde
idare olunmuş olsaydı, vakıf akar ve
paraların varidatı hayrî cihetleri temin
3. E s h a b ı h a y ı r t a r a f ı n d a n
br.zı k a s a b a
ve k ö y l e r d e , f u k a r a d a n v e f a t edenlerin t e ç ­
h i z ve defnine ve h a s t a olup k â r ve kisipten
a c i z k a l a n l a r ı n ve k i m s e s i z m u h t a ç d u l ve ye­
t i m l e r i n i h t i y a ç l a r ı n a , k a s a b a ve k ö y ü n k u y u
ve ç e ş m e l e r i ve y o l l a r ı t a m i r e m u h t a ç o l u n c a
bunların tamirine sarf olunmak üzere vakıf­
lar yapılmıştı ki, ç o k l ü z u m l u ve y a ş a t m a y a
ve m e v c u t l a r ı n ı a r t ı r m a y a d e ğ e r b i r m ü e s s e ­
se idi. A y n ı m a k s a d a h i z m e t edecek y a r d ı m
m ü e s s e s e l e r i v ü c u d a g^etirecek yerde, m a a l e ­
sef diğ-er v a k ı f l a r gibi b u n l a r d a i h m a l ve s u i
istimale ug:ramıştır. P u n l a r a v a k ı f l i s a n ı n d a
A V A R I Z V A K I F L A R I denirdi.
B i r sanat
erbabının
avarızına
v a k ı f l a r d a a y n ı h ü k ü m d e idi ( * )
(*) A V A R I Z :
beliyye d e m e k t i r .
beklenmeyen
meşrut
ihtiyaç
ve
BERKİ
ettikten sonra artan milyarlara baiıg
olur ve cemiyyetin ihtivat hazinesi ha­
lini alırdı. Maalesef bövle olmamış
umumî ahlâk zayıfladıkça hatır ve ha­
yale gelmeyen ihmal, gaflet ve suiisti­
mallerle ve nihayet Vakıflar Kanıınile
en kıymetli akaratı vakfiyye elden çı­
karılmak suretile, ihtiyat hazinesi ol­
mak şöyle dursun elde kalanları yaşa­
tabilmek için devletin yardımına muh­
taç bir hale gelmiştir.
«•
Vakıfların bugünkü acıklı durumu­
nun sebebleri şunlardır :
1 — Bazı mütevellilerin ihma' vc
hiyaneti,
2 — Nezaret vazifesilc mükellef
olanların vazifelerini yapmamaları,
3 — Mukataa vc icareleyn
seselerinin suiistimali,
mües­
4 — Cüz'î bir bedel mukabilinde
mukataah ve icareteyinli vakıfların
mutasarrıflarına temliki,
5 — Elde bulunanlardan istifade
yolunu bilerek hasar ve zayiatın telâ­
fisi yoluna gidilmemesi.
Şimdi bu sebebleri gözden geçire­
lim: Evvelâ bazı mütevellilerin hiyanet
ve ihmalinden başlayalım:
Vakıflar birer hükmî şahsiyettir, mü­
messillerle idare olunur ki, başka türlü
idareye imkân yoktur. Bu mümessillere
sabık hukuk lisanında mütevelli denir.
Mütevelli bir şahıs olabileceği gibi
müteaddit de olabilir. Medenî hukuk li­
sanında bunlara idare uzvu itlâk olu­
nur. Vâkıflar, ekseriyetle temsil salâhiyyetini nefislerine ve öldükten sonra
herhangi bir şahsa veya bir makama ve
çok kerre evlât ve evlâdı evlâtlarına;
bunlar münkariz olduktan sonra azat­
lılarına ve bunların evlâdı evlâtlarına
şart etmiş ve vakfiyyelerin bazısında
vâkıflar tevliyet cihetini meskût bira-
V A K I F L A R I N M A R U Z KALDİĞİ TECAVÜZ ve İHMALLER
karak bu hususta bir arzuda bulunmamışlardn^ bu takdirde mümessil tâyini
devlete aittir. Büyücek vakıflarda mü­
tevellinin idaresine nezaret etmek üze­
re nazırlar tâyin olunmuştur.
Vakıflar âmme mülkü hükmünJc
olmak dolayisile mütevelliler üzerinde
devletin mürakabe hakkı vardır. Bu
hakkını istediği makam ve memur marifetile kullanır, zaman zaman bu hak,
hakimler, müfettişler ve bazı memurlar
marifetile kullanılmış; fakat suistimallere, hıyanet ve tecavüzlere tamame<ı
mani' olunamamıştır. H. 1150 tarihin­
den sonra umumî ahlâka arız olan zaav
sebebile hayâ ve Allah korkusu bir ta
rafa bırakılarak bazı mütevelliler i da
relerinde emanet olan müessesatı hay
riyye ve fükaranm hakkı taallûk eden
vakıfların varidatını kısmen kendi
umurlarna sarf etmiş ve hırsızik ve hı­
yanetlerini türlü hilelerle devletin mürakabesinden gizlemeye muvaffak ol­
muşlar ve bu yüzden birçok müessesat hayriy^y'e harap olmuştur. Bu ka­
darla da kalmamış, vakfın akarlarını
mülklerine geçirerek veya satarak, iha­
nette bulunmuşlardır.
Zaman zaman devletçe müfettişler,
mürakipler tâyin olunmuş ise de mun­
tazam ve esaslı teftiş ve mürakabe teş­
kilâtı olmadığından veya mevcut mürakiplerin ihmalinden dolayı hiyanetleri yanlarına kalmıştır. îşte milyonlar,
milyarlar değerinde bulunan i'akıf akarlann bugünkü akibetinin sebeblerinden biri mütevellilerin hiyanetidir.
Hattâ bugün dahi öyle mütevelli­
ler vardır ki, vakfın nef'ine değil, ken­
di menfaatlanna çalışır veya idareleri­
ne bırakılan vakıf akarların ne halde
ve kimlerin ellerinde olduğunu bilmez­
ler. Vakıflar idareleri de aynı haldedir,
zıyaa uğrayan vakıfları aramamakta,
mahallî vakıf memurları mütevellilerin
o kadar şayam itimat olmayan beyanlarile iktifa etmektedir, tşte kısaca mü­
337
tevellilerin hali, mürakabe ve nezaretle
mükellef olanların ihmallerine gelince:
Vakıfların maruz kaldığı zarar ve
zıya' sebeblcrinden biri de, devlet na­
mına yapılan mürakabenin kifaj^etsizliğidir. Vakıflar umumî menfaate hiz­
met itibarile yukarıda söylediğimiz gi­
bi vakıflar üzerinde devletin mürakabe
hakkı vardır, devlet bu hakkını müs­
takil ve devamlı bir teşkilâtla yürüt­
meyi muhtelif zamanlarda bazı müfet­
tişlere veya resmî makamlara tevdi ey­
lemiş ve nihayet 9 9 9 H. tarihinde haremeyn vakıfları nezareti^ ihdas olunal ak vakıf ve mütevellilerin murakabesi
bu nezarete verilmiştir. Nezaret ve mü­
rakabe hususunda bir vahdet temini
ve tevliyeti makamı saltanata ait va­
kıfların idare ve muhafazası maksadile 1 2 4 2 H . tarihinde EVKAF NEZARE­
Tİ tesis ve Haremeyn Evkaf Nezareti
bir müddet sonra yani 1 2 5 4 H. tarihin­
de Evkaf Nezaretine ilhak olunmuştur.
Evkaf Nezareti, mütevelli maka­
mında tevliyeti saltanat makamına
meşrut vakıflarla, evkaf hazinesince za­
bıt olunan vakıfları id'a~<i etmekte ve
nezareti âmmesile de bilumum ^•akıflan mürakabesi altında bulundurmakta
idi. En son teşkil olunan VAKIFLAR
UMUM MÜDÜRLÜĞÜ bu nezaret ma­
kamına kaim olmuştur.
Mukaddema mürakabe, müstakil
ve muntazam bir teşkilâtla idare edil­
memesi ve teşkil olunan evkaf nezare­
ti ve memurlanmn şehir, kasaba ve
köylerde dağınık bir halde bulunan
büyük ve küçük vakıflara ıttıla' hasıl
ederek vazifelerini yapamaması, teca­
vüz ve ihanetin devamına meydan ı-ermiştir. Vâkıflar tarafından tâyin olu­
nan Nazırlar da ahlâk bakımından mü­
tevellilerle aynı sevi\^ede bulunduğun­
dan, bunlarla da nezaretleri altında bu4. H a r e m e y n v a k ı f l a r ı , i p t i d a e n v e y a i n ühaen
varidatı tamamen veya kısmen,
haremeyn yani
M e k k e ve
Medine f u k a r a s m a
m e ş r u t vatkıflardır.
ALİ H İ M M E T
338
lunan vakıflaan muhafaza ve sıyaneti
emrinde beklenen gaye husule gelme­
miştir.
Nihayet Vakıflar Kanunu ve Ni­
zamnamesi ile vakıfları muhafaza maksadile bazı hüküm ve müeyyideler kon­
muş ise de, vâkıfların şart ve arzuları­
na muhalif bazı hükümler ve tatbikat­
taki yanlışlıklar, umumî hoşnutsuzlu­
ğu mucip olmuştur.
Vakıfların birçoklarının elden çık­
masına yol açan sebeplerden biri de,
mukataa ve icareteyn usulünün suiisti­
mal edilmiş olma-sıdır. Bir vakıf yerin
mukataaya ve bir vakfın icareteyne
bağlanması için birtakım kayıt ve şart­
lar olduğu halde, bunlar mevcut olma­
dığı halde yüzlerce, binlerce vakıflar
mukataa ve icareteyne bağlanmış ve
böylece milyarlar değerinde bulunan
vakıflar faide temin etmez bir hale
gelmiştir. Bunu izah için, bu müesse­
selerin mahiyyet ve sebebi ihdası hak­
kında bilgi vermeye lüzum vardır:
MUKATAALI VAKIF :
Üzerine bina yapmak veya ağaç
dikmek ve bunlann orada durması
mukabilinde sene besene ecri misle mü­
savi bir ücret vermek üzere bilâ müd­
det icar olunan vakıf yerdir. Bina ve
ağaç yapıp dikenin, mülkü olup bunlar
kaldıkça, bina ve ağaç sahibi bunların
orada durması mukabilinde tâyin olu­
nan ücreti sene besene ödemekle, borç­
lu olur ve yer, bina ve ağaca tebaan ta­
sarruf olunup muhdesatile beraber sa­
hibinin vefatında varislerine mevrus
olur.
Bir vakıf yer, mukataa ile icar olunabilmek için, şu şartlann bulunması
ve mütevellinin re'yi ve hâkimin izni
ve hükümdann müsaadesi lâzımdı:
1 — Mukataa ile verilecek yerden
bir suretle istifade mümkün
olmamak.
BERKİ
2 — Bu yeri, istifade edilecek ha
le getirmek için vakfında
kudret olmamak, nakit veya
faideli başka bir yerle müba­
dele edilememek.
Bir misal ile meseleye \'uzuh vere­
lim: Farz edelim ki, vakıf bir arsa var,
kimse isticara talip olmuyor, üzerine
bina yaparak veya ağaç dikerek fayda­
lı bir hale getirmek için vakfında kud­
ret yok, varidat getirecek başka biı
yerle veya para ile mübadele de yapı­
lamıyor. Biri çıkıyor, ben sene besene
bir ücret vermek üzere bu arsa üzerine
bina yapayım veya ağaç dikeyim diyor;
mütevelli muvafık görüyor, hâkim izin
veriyor ve hükümdar müsaade ediyor,
bu şartlarla o arsa o kimseye bilâ müd­
det icar olunuyor.
Bu şartlar tahakkuk etmedikçe bir
vakıf yerin mukataaya raptına cevaz
yoktu. Buna rağmen zikir olunan .şai l1ar bulunmadığı halde yüzlerce varidat
getiren yerler pek cüz'î bir ücretle muİcataalı olarak tapuya geçirilmiştir.
Bunlar tapuya nasıl geçirildiğini, tap .ı
memurlannm hangi vesika ile kayıt et­
tiklerini anlamak mümkün değildir.
Bunlar yetişmiyormuş gibi, tedavül ve
münakale gören mukataalı bazı yerle
rin mukataalı vakıf olduğu gösterilme­
miştir.
Ankara'da Bula Hatun vakfından
böyle birçok mukataalı vakıf arsalar
vardır ki, ücretleri senevi 100 - 200 ku­
ruş gibi cüz'î bir paradan ibarettir. Bu
arsalar üzerine sonradan apartmanlar
yapılmış ve ihtiva ettikleri daireler şu­
nun bunun mülküne geçmiştir. Vaktile
tâyin olunan zemin ücretinin kimden
isteneceğini anlamak mümkün değiîdir. Bu güçlük karşısında, vakfın mü­
tevellisi takipten sarfı nazar etmiştir.
Bu arsaların bugünkü kıymetleri
beher metre murabbaı 100- 200 liradır ;
diğer şehirlerdeki mukataalı vakıflar
da böyledir.
V A K I F L A R I N M A R U Z KALDİĞİ TECAVÜZ ve İHAAALLER
İCARETEYN MUAMELESİNE GELİNÇE :
Bu muamele Ömer Hilmi Efendi
merhumun «Ahkâmül' evkaf» adlı ese­
rinde izah olunduğu üzere, icarei fasi­
de olduğu halde, ihtiyaç ve zarurete bi­
naen tecviz olunmuştur. Şöyle k i : İs­
tanbul ve bilâdı selâsede yani Üsküdar,
Galata, E\'y'üp semtlerinde vukubulan
büyük yangınlarda vakıf binaların ek­
serisi yanmış ve vakıflarında bunları
yeniden inşaya kudret bulumnayup,
masrafı ücretine mahsup edilmek su­
retiyle inşa etmek üzere isticara da ta­
lip bulunmamış olduğu cihetle, yanan
binaları yapmak üzere icarete\-n usulü
ihdas olunmuştur.
Bir, ev veya dükkân yanıp da vak­
fın da yeniden inşa ve imara kâfi gaile,
para bulunmadığı ve masrafı ücretile
mahsup edilmek üzere isticara da ta­
lip olmayup, icarete}^ suretile icarı
vakıf için menfaatli olduğu ber nehci
şer'i sâbit olarak izni hâkim sadır ol­
duğu takdirde yanan binayı yeniden in­
şa etmek üzere isticar etmek isteyen
şahıs, yanan binanın kıymetine yakın
peşin bir ücret ^'ermek ve her sene ni­
hayetinde ödenmek üzere «müeccel üc­
ret» namile bir ücret ödemek üzere
icar olunmak tecviz olunmuştu. Müstecirin vefatında o yer evlâdına intikal
ederken 1284 tarihinde intikal eshabı
sekiz dereceye çıkarılmış ve 328 Şubat
tarihli kanunla da hududu intikaliyye
çok fazla tevsi' olunmuştur.
İşte icareteyn usulünün sebebi
kabul ve şartları.. Fakat tatbikat böy­
le olmamış, hiç bir ihtiyaç ve zaruret
olmadığı halde sajısız topraklar ve
ma'mur vakıfları dahi, icareteyne ra­
bıt olunarak şunun bunun tasarrufu­
na geçmiş ve tapuda icareteynli ola­
rak kayıt edilmiş ve bazılarında... vak­
fından kaydile iktifa olunmuştur. İca­
reteynli vakıflarda müecceleleri tahsil­
de, mukataalar gibi zorluklarla karşı­
lanmıştır.
339
Ne gariptir k i , bazı vâkıflar, ica­
reteyn muamelesini bir şey zanniîe va
kıf ettikleri akarların icareteyn suretiy­
le idaresini şart eylemişlerdir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, cl koy­
duğu vakıfların karışık ve perişan dvırumu karşısında ne yapılmak lazım
geldiğini, mevcudu sihhat vekâletine
\'e belediyelere devirmi yoksa ıslahı
muvafık olacağını düşündüğü bir sıra­
da İsviçreden davat ettiği bir bilginin
re'yine müracat etmiş, bu zat mukataalı ve icareteynli vakıf müesseseleri­
nin ilgası ve mevcutların tasfiycsile,
memleketin ilim ve irfanma, beledî iş­
lere ve içtimaî yardıma büyük hizmet­
ler yapan ve hiç bir memlekette ben­
zeri olmayan bu vakıfların muhafazasmı ve ıslahını tavsiye etmesi üzerine,
2762 numaralı vakıflar kanunu ve ni­
zamnamesi neşir olunmuş ve yirmi
misli m.ukataa ve icarei müeccele kar­
şılığında, bunların
mutasarrıflarına
temliki suretile tasfiyesi kabul edile­
rek mukataa ve icareteyn muamelesi
ilga edilmiştir. 26 ve müteakip mad­
deler yukarıda izah edildiği üzere, için­
den çıkılmaz bir hale gelen mukataah
ve icareteynli vakıf müesseselerinin i l ­
ga ve tasfiyesinde isabet vardır. An­
cak tâyin olunan ivaz pek azdır. Ta­
sarruf ve mülkiyyet haklan miklarile
mütenasip değildir. Çünki, senevi mu­
kataa ve icarei müeccele cüz'î bir mik­
tardan ibaretti. Bu miktara göre 40 50 bin liralık mukataah ve icareteynh
bir vakıf, bir kaç yüz liraj'a mutasar­
rıfının mülkiyyetine geçebilecekti, ta­
nıdığım bir zat 35 bin liraya aldığı ica­
reteynli bir arsanın mülkiy\'etini, 200
lira mukabilinde uhdesine geçirttirmiştir.
Bil vakıfların tasfiyesi düşünülürken
tasarruf ve mülkiyet hakları kıymetleri
ve vakıf kn^meti nispeti tâyin olunarak,
tâviz bedeli ona göre tâyin olunmalı idi,
fakat böyle olmamıştır. Ekseriyetle İs­
tanbul ve diğer büyük şehirlerde bulu-
340
ALİ
HİMMET
nan mukataah ve icareteynh vakıflann
böyle cüz'i bir ivaz mukabilinde mutasarnflan namına, tescili, yüz binler­
ce vakim elden çıkmasma ve telâfisi
mümkün olmayacak büyük zararlara
sebep olmuştur ki, vakıflarm maruz
kaldığı en büyük zıya'dır.
Senelerdenberi temadi eden türlü
tecavüz ve hiyanetlerle büyük zıyaa uğ­
rayan vakıfları, bilkülliyye indirastau
kurtarmak lazımdı. Bunun için dur­
madan çakışmaya ihtiyaç vardı. Bu im­
kânsız değildi, çünkü, ecdadımız tükenmiyecek kadar vakıflar bırakmışlardı.
Vakıfların her yerde boş arsaları,
harap han, mağaza ve dükkân ve ha­
mamları vardır. Arsalara varidat geti­
recek iş hcinlan, mağazalar, dükkânlar
yapılır, harap yerler tamir olunarak
intifa edilecek bir hale getirilirse beş
on misli artacak olan varidatla bugün­
BERKİ
kü muzayakalı durum ıslah edilir ve
mevcut olup mulıtacı tamir asarı hayriyyen tamiri ve yeni yeni asan hayriyye vücuda getirilmek imkânı hasıl olur­
du. Bu istikamette matlup derecede
faaliyet gösterilmemiş, yapılan biv
kaç iş hanı ve dükkânla iktifa edilmiş­
tir.
Zaman zaman vakıfların ihyası
hakkında ne yapılmak lazım geldiği
hususunda mütalaam sorulmuş, dü­
şündüklerimi arz etmiştim.
Yapılan son toplantılarda, vakıf
mahiyyet ve hükmile kabili tevfik ol­
mayan fikirler üzerinde durularak,
asıl takip edilecek hattı hareket üze­
rinde durulmamıştır.
Zaman ve tecribeler, alakalılara
ne yapmak iktiza ettiğini ilham etmiş
olsa gerektir, bundan sonra muhinı
olan hayır ve vazife aşkile çalışmaktır.