SİSTEMATİK KELAM - sauPORT

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ
SİSTEMATİK KELAM
Hafta 12
Doç. Dr. Mustafa AKÇAY
Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Sakarya Üniversitesi’ne aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak
hazırlanan bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan ders içeriğinin tümü ya da bölümleri
mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Her hakkı saklıdır © 2011 Sakarya Üniversitesi
ÜNİTE
12
İlahî Metinler ve Metafizik
Varlıklar
İÇİNDEKİLER
12. 1. İlahî Metinler (Kitaplar)
12. 1. 1. İlahî Kitaplara İman
12. 1. 2. Kutsal Metinler
12. 1. 2. 1. Kutsal Sahifeler (Suhuf)
12. 1. 2. 2. Kutsal Kitaplar
12. 1. 2. 2.1.Tevrat
12. 1. 2. 2. 2. Zebur
12.1. 2. 2. 3. İncil
12.1. 2. 2. 4. Kur’an-ı Kerim
12.1. 2. 2. 4.1. Kur’an’ı Kerim’in Mucize Oluşu
12. 2. Metafizik Varlıklar
12. 2. 1. Melekler
12. 2. 1.1. Meleklerin Varlığı, Mahiyetleri ve Sayısı
12. 2. 1.2. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri
12. 2. 1. 3. Meleklerin Çeşitleri
12. 2.1. 3.1. Dört Büyük Melek
2
12.2.1.3.1.1.Cebrail
12.2.1.3.1.2. Mikail
12.2.1.3.1.3. Azrail
12.2.1.3.1.4. İsrafil
12. 2.1.3. 2. Mukarreb Melekler
12. 2.1.3. 3. Hamele-i Arş Melekleri
12. 2.1.3. 4. Kirâmen Katibîn Melekleri
12.2.1.3. 5. Münker-Nekir
12.2.1.3. 6. Cennet ve Cehennem Melekleri
12. 2.1.3. 7. Hârût-Mârût
12. 2. 2. İblis ve Şeytan
12. 2. 2. 1. İblis ve Şeytan Kavramı
12. 2. 2. 2. İblis ve Şeytanın Varlık ve Mahiyeti
12. 2. 3. Cinler
12. 2. 3. 1. Cinlerin Özellikleri
12. 2. 3. 2. Cin-İnsan İlişkisi
HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
ü İlahî Kitap, suhuf, melek, şeytan , iblis ve cinleri tanımlayabilecek,
ü İlahî kitaplar ile suhufların, melekler ile diğer metafizik varlıkların farkını
gösterebilecek
ü Kutsal metinlerin özelliklerini açıklayabilecek,
ü Meleklerin özelliklerini, çeşitlerinin ve görevlerini seçebilecek,
ü Kutsal metinlere ve metafizik varlıkların mevcudiyetine inanmanın önemini
sağlayabileceksiniz.
ÖNERİLER
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce;
3
•
DİA, “Cin, İblis, Kitap, suhuf, melek” maddelerinin,
•
Şerafeddin Gölcük- SüleymanToprak, Kelam, Konya, 1988.
•
Emrullah Yüksel, Sistematik Kelam, İz Yay. İst. 2005
•
Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, (hz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, İst.1991
•
B.Topaloğlu-Y. Şevki Yavuz- İlyas Çelebi, İslam’da İnanç Esasları, İFAV.
Yay. , İst., 1998. eserlerinin ilgili yerlerinin okunması önerilir.
4
İlahî Metinler
12.1. İLAHÎ METİNLER (KİTAPLAR)
Kitap kavramı, kelime olarak “yazmak ve yazılı belge” anlamına gelir. Terim olarak
“Yüce Allah’ın insanlara yol göstermek üzere peygamberine vahyettiği beyan ve
mesajları ihtiva eden yazılı ilahî belgeler” dir. Kitap, kelimesinin çoğulu “Kütüb”dür.
İlahî Kitaplara, Rabbü’l-âlemîn tarafından indirildikleri için "Kütüb-ü münzele";
Allah’ın azametine işaret eden yönü ve metafizik âleme işaret etmesi açısından da
“Semavî Kitaplar” denilmektedir. “Kitap” kelimesi Kur’an’da üç anlamda
kullanılmıştır: bizzat kendisi için; diğer ilahî kitaplar için ve ahiretteki “amel defteri”
için de “Kitap” denmiştir. (İsra, 17/14). Yahudi ve Hıristiyanlara ilâhî kitap olarak
Tevrat ve İncil verildiğinden onlara da “Ehl-i Kitap” denilmiştir. İlâhî suhuf-kitaplar,
Allah Teala’nın ilim, irade, kudret, tekvin gibi bir çok sıfatının yanı sıra doğrudan
O’nun kelâm sıfatı ve “mütekellim” ismi ile ilgilidir ve bunların tezahürleridir. Onlar,
Allah’ın ezelî ilminden iradesiyle dilediği kadarını kelam sıfatının tezahürü olarak
Peygamberlerine vahiy yoluyla bildirdiği mesajının ortaya çıkmış şeklidir.
12. 1. 1. İlahî Kitaplara İman
İslâm akaidinde inanılması zorunlu olan iman esaslarından biri de ilâhî kitaplara iman
etmektir. İlahî Kitaplara iman etmenin dinin temellerinden olduğu (zarûrât-ı dîniye)
ayet, hadis ve ümmetin icması ile kesin olarak sabittir; bu yüzden Müslüman olmak için
ilâhî kitaplara iman etmek farzdır. Kur'ân-ı Kerîm’de Yüce Allah "Ben Allah’ın
indirdiği Kitab'a inandım...” (42/15) beyanıyla Hz. Peygamber'in şahsında tüm inanlara
kitaplara iman etmek gerektiği bildirmiş; keza müminlere de "Ey iman edenler! Allah'a,
Peygamberi'ne, Peygamberi'ne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da
sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü
inkâr ederse tam manâsıyla sapıtmıştır." (4/136) buyurarak kitaplara inanmanın bir
iman esası; inkârının ise küfür olduğunu bildirmiştir. (bk. 2/285; 4/136; 42/15)
Hadislerde de ilâhî kitaplara iman etmek her Müslüman’ın inanması gereken esaslar
arasında zikretmiştir. Nitekim iman esaslarının da sıralandığı meşhur Cibril hadisinde
ve daha başka hadislerde hem kendisinden önce gönderilen peygamberlere ve ilâhî
kitaplara, hem de kendisine indirilen Kur'an'a iman etmek gerektiğini insanlara açıkça
bildirmiştir. İlahî Kitapların hepsinin ismi tevkifî’dir, yani Allah tarafından verilmiştir.
İlâhî kitaplara inanmak aklî ve dinî açıdan gereklidir. Zira dünya ve âhiret mutluluğunu
sağlayacak hidayet yolunu göstermek üzere gönderilen peygamberlerin vefatlarından
5
sonra insanların ellerinde hak ile bâtılı tefrik, Alalh’ın emir ve yasaklarını bilmek için
başvuracakları belge niteliğindeki ilâhî kaynakların bulunması zaruridir. Aksi takdirde
insanların çeşitli etkenlerle hevâ ve heveslerine uyarak hidayetten kolayca saparlar.
Hâlbuki elde mânevî yaptırım gücüne sahip bulunan ilâhî kitaplann bulunması halinde
problemlerini isabetle çözmede başvurabilecekleri sağlam bir kaynak daima mevcut
olmuş olur.
12. 1. 2. Kutsal Metinler
Allah kelâmı olmaları bakımından kutsal metinler (suhuf ve kitaplar) arasında hiçbir
fark yoktur. Böyle olmakla birlikte; kendilerine gönderilen peygamber ve ümmetler
açısından; içerdikleri hakikatler açısından; üslup zenginliği ve hacim açılarından
birbirlerinden farklıdırlar. Özellikle bir kısmı az hacimli, küçük, sayfalar ve risaleler
halinde; diğerleri ise büyük hacimde ve bir kîtap şeklindedir.
Mevcudiyetleri açısından Allah tarafından indirilmiş vahiyler olan kutsal metinler, üç
kısımda incelenebilir. (1) Tamamen kaybolmuş, hiçbir eseri kalmamış olan ilahî
metinler. İlahî suhuf/sayfalar, böyledir. (2) Çeşitli şekillerde bozulup değiştirilmiş
olarak günümüze kadar gelebilen, elde mevcut metinlerdir. Bunlar tahrif ve tebdil
edildikleri için ilahî metinler-kitaplar olmaktan çıkmıştır. Bugünkü Tevrat, Zebur ve
İncil, metinlerin böyledir. (3) Allah Teala’nın vahyettiği şekilde orijinal olarak
günümüze dek gelebilen ilahî metinlerdir. Bu da Kur’an-ı Kerîm’dir.
12. 1. 2. 1. Kutsal Sahifeler (Suhuf-u İlâhiyye)
Suhuf, Arapça “sahîfe” kelimesinin çoğuludur. Sahife’nin diğer bir çoğulu da “Sahâif”
tir. Türkçede üzerinde yazı bulunan parçalar, “yazılı kâğıt parçaları” anlamında “sayfa,
varak, yaprak” demektir. Böylece kelime olarak suhuf “sayfalar, yazılı kâğıt parçaları"
demektir. Terim olarak ise erken dönemlerde çeşitli topluluklara gönderilen
peygamberlere verilen Allah kelamı vahiy hakikatlerini içeren birkaç sayfadan veya
parçadan oluşmuş risale, kitapçık, tablet ve levhalara suhuf denilmiştir. Hadislerde
kutsal suhuf-sayfalar hakkında oldukça sınırlı bilgi vardır.
12. 1. 2. 2. Kutsal Kitaplar
Kutsal Kitaplar, Zebur, Tevrat, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bunların hepsinin Allah
tarafından gönderilmiş kitaplar olduklarına topluca iman etmek farzdır. Bunun yanı sıra
ilahî kitapların her biri hakkında ayrıntılı olarak bilinmesi gereken hususlar da vardır.
12. 1. 2. 2. 1.Tevrat
Tevrat, İbranîce bir kelime olup, sözlükte, “kanun, şeriat ve öğreti” anlamlarına gelir.
Hz. Musa'ya indirilmiştir. Bugün bozulmamış bir nüshası bulunmayan Tevrat’a, Ahd-i
Atîk veya Ahd-i Kadîm-Eski Ahid de denmektedir. Tevrat'ın aslının Allah’ın Hz. Musa’ya
bir defada göndermiş olduğu Allah kelâmını içeren ilahî kitap olduğuna inanmak farz,
inkârı küfürdür. Çünkü Tevrat’ın Musa’ya gönderilen Allah kelamı olduğu ayetlerle
sabittir. (bk. 5/44; 6/91).
6
Kur'an-ı Kerîm'in 16 ayetinde Tevrat kelimesi bizzat geçmektedir. Cenab-ı Hak, Tevrat
ve İncil'in Hz. İbrahim'den sonra (3/65); Kur'an-ı Kerim'den önce indirildiğini (3/3);
Tevrat'ta bir hidayet ve nur bulunduğunu (5/44); Hz. İsa'ya yazı, hikmet, Tevrat ve
İncil'in öğretildiğini (3/48); Tevrat'ı tasdik edici olarak İncil'i (5/46) ve Kur’an’ı,
gönderdiğini (3/50; 5/110; 61/6); bunun için Tevrat, İncil ve Kur'an'ın dosdoğru
tutulması gerektiğini (5/66-68) beyan buyurmuştur. Kur'an'da Tevrat’ın bazı özellik ve
içeriğinden bahsedilmiştir. Mesela Tevrat’ın Hz. Musa’ya ve Harun’a verildiği (21/48);
insanları hidayete sevk eden, hakkı batıldan ayıran bir Furkan (2/53); bir nur, bir zikir
ve bir hidayet kaynağı (6/91; 21/48); İsrâiloğullan'na miras olarak bırakıldığı
bildirilmiştir, (40/53). Keza Tevrat’ta ümmî bir peygamberin geleceği yazılı olduğu
halde Yahudilerin bunu gizleyerek veya metninden çıkartıp yerine başka şeyler yazarak
onu tahrif ettikleri Kur’an’da özellikle bildirilmiştir. (bk. 2/75; 6/91) Kur'an'ın bu
beyanı modern araştırmalar ve bazı Yahudilerce de kabul edilmektedir.
12. 1. 2. 2. 2. Zebur
Zebur, kelime olarak "yazılı kitap" demektir. Terim olarak ise Hz . Dâvûd’a verilmiş
ilâhî kitaptır. Hz. Dâvûd, Hz. Mûsâ'dan sonra gelen bir peygamberdir. Zebur’un Hz.
Davud’a verildiği ayetle sabit olduğu için her ne kadar orijinal haliyle elde mevcut
olmamasına rağmen onun Allah kelamı olduğuna iman etmek farzdır. Kur'ân-ı Kerîm'de
"Dâvûd'a da Zebûr’u verdik.” (17/55; krş. 4/163;) buyrulmuş;“Andolsun, Tevrat'tan
sonra Zebur'da da yazmışızdır ki, arza ancak salih kullarım mirasçı olur." (21/105)
denilmiş; ve Zebur'un Tevrat'tan sonra nâzil olduğu, yeryüzüne ancak salih kişilerin
mirasçı olacakları bildirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) de ehl-i kitaptan bir fırkanın
Zebur okuduklarını beyan buyurmuşlardır.
12.1. 2. 2. 3. İncil
İncil, kelime olarak “müjde, iyi haber, talim ve öğreti” demektir. Terim olarak İncil,
Allah tarafından İsrail oğullarına iletmek üzere Hz. İsa verilmiş olan Allah kelamıdır.
Elde tahrif edilmiş şekliyle mevcut olan bugünkü İncil’e Ahd-i Cedîd-Yeni Ahid de
denir. İncil’in Isrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. İsa’ya verildiği
bir çok ayetle sabit dinî bir hakikat ve tarihî bir gerçektir. Kur'ân'da "Kendinden önce
gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı
arkalarından gönderdik. Ve Ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki
Tevratı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik." (5/46)
buyrulmaktadır. İncil’in İsa’ya (a.s) verildiği ayetlerle sabit olduğu için İncil'e,
Allah’dan İsa'ya indirildiği orijinal şekliyle inanmak, kitaplara imanın gereklerindendir.
Ancak bugün Tevrat ve Zebûr gibi İncil’in de aslı mevcut değildir.
12. 1. 2. 2. 4. Kur’an-ı Kerim
Kur’an kelime olarak “okumak, toplamak, bir araya getirmek, cem etmek” anlamına
gelen “karae” den gelmektedir. Okumak anlamı alındığında Kur’an, ism-i meful olarak
“okunan şey” demektir. Cem etmek anlamı alındığında ise ism-i fail olarak “ayetleri
cem eden, bir araya toplayan.” demek olur. Terim olarak ise Kur’an, “Allah tarafından
7
tüm mükellef canlılara gönderilen Hz. Muhammed’e Arapça olarak vahyedilen,
günümüze kadar orijinal haliyle Mushaflarda yazılı olarak gelen, okunmasıyla ibadet
edilen, cin ve insanların benzerini yapmaktan aciz kaldığı son ilâhî kelâmdır.” Kur’an’ın
Allah Kelamı olduğu ayet ve hadisler, icma ile sabit ve aklî, tarihî bir realitedir. Bu
yüzden O’nun Allah’ın gönderdiği son ilahî kelam olduğuna iman farz; inkârı küfürdür.
Mesela "Şüphesiz bu, değerli bir Kur'ân'dır, korunmuş bir kitaptır. O'na ancak
temizlenenler dokunabilir. O, âlemlerin Rabbi'nden indirilmiştir." (el-Vâkı'a, 56/77-80)
ayeti bu gerçeği ifade etmektedir.
Kur’an-ı Kerim, toplam yüz on dört sûredir; Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile
son bulmuştur. Kur'an surelerinin bir kısmı Mekke'de indirildiğinden "Mekkî", bazıları
Medine'de indirildiğinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki küsur yılda
tamamlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm'in, bizzat Kur’an’da yer alan sayısı elliyi geçkin başka
isim ve sıfatlan da bulunmaktadır. Bunların en meşhurları, Kitab, Furkân (hak ile bâtılı
ayıran), Tenzîl (Allah katından indirilmiş), Tezkire (öğüt), Zikir (Allah'ın zikri olan
kitap), Hakk (gerçek), Nûr, Kelâmullah, Hablullah (Allah'in ipi), Hakîm, Hüdâ, gibi isim
ve sıfatlardır. Bunlar içinden Furkan, Zikir ve Nur, isim ve sıfatları hem Kur’an hem de
Tevrat ve İncil için de kullanılmıştır.
İlahî Kitaplara imanın gerçekleşebilmesi için icmali ve tafsili şekilde inanmakla
mümkün olur. Kur'an'ı-Kerîm’e imanın geçerli olabilmesi için bazı hususların bilinmesi
gerekir. Buna göre Kur’an’a iman a) Kur'an’ın Arapça lafzı ve manasıyla Cebrail
vasıtasıyla tüm mükelleflere tebliğ edilmek üzere Hz. Muhammed’e gönderilmiş son
Allah kelâmı olduğunu bilip inanma; b) Lafzı ve mânasıyla mûcize olup benzerinin
meydana getirilmesinin imkânsız olduğunu bilip inanmak; c) Kur’an’ın son ilahî Kitap
olduğuna; geçmiş ilâhî kitaplann asıllarını tasdik edip şerî hükümlerini kaldırmış
olduğuna inanma; d) Kur’an’ın orijinal şekliyle günümüze dek gelmiş olduğuna
inanma; e) Kur'an'ın tamamına ve her bir ayetinin doğru olduğuna inanma, esaslarını
içerir.
12.1. 2. 2. 4. 1. Kur’an’ı Kerim’in Mucize Oluşu
Kur’ân’ı Kerîm Arapça gönderilmiş hem lafız hem manasıyla büyük ebedî ve aklî bir
mucizedir. Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara bir benzerini
getirmeleri için meydan okumuş olmasına rağmen, Arapların Kur’an’ın benzerini
yapmaktan aciz kalmaları Kur’an’ın Allah’ın bir mucizesi olduğunu gösterir. Kur'ân-ı
Kerîm, manâ bakımından da mucizedir. Çünkü Ümmî olan Hz. Muhammed'in (a.s.), Allah'tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur'ân en yüksek ahlakî değer ve ilmî
gerçekleri kapsamaktadır. İlmin sonradan ulaştığı gerçekleri, Kur'ân asırlarca önce
haber vermiş, hiçbir bilimsel gelişme onun içeriği ile ters düşmemiştir. Aksine çeşitli
bilimsel gelişmeler Kur'ân'ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Bunun yanı sıra Kur'an’ı
Kerim’in mucize oluşu çeşitli bakımlardan ele alınabilir. a) Kur'an'ın Ümmi bir insanın
elinde ortaya çıkışı O’nun mucize olduğunu gösterir. b) Ayetlerinin birbiriyle
çelişmeyişi Kur'an’ın mucize olduğuna delildir. c) Geçmiş ve gelecek gayba dair doğru
8
haberler verişi Kur'an'ın mucize olduğuna delildir.d) Kur'an'ın Kevnî, ilmî, bilimsel
gerçeklerden haber vermesi O’nun mucize olduğunu gösterir.
12. 2. METAFİZİK VARLIKLAR
Metafizik varlıklarla normal şartlarda gözle görülmeyen ve duyularla hissedilmeyen,
mevcudiyetleri naslarla bildirilen mükellef ve gayri mükellef varlıklar kasdedilmektedir.
Bu tür varlıklar melek, iblis, şeytan ve cin kavramlarıyla ifade edilmektedir.
İslâmî varlık anlayışına göre varlık, zorunlu varlık (vacibu’l-vücud) ve mümkün varlık
(mümkinü’l-vücud) olmak ikiye ayrılmaktadır. Vacibu’l-vücud ile varlığı kendinden
olan, varlığı ve varlığını sürdürmek için kendinden başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayan
Allah Teala kasdedilir. Mümkinü’l-vücud ile de Allah’tan başka sonradan yaratılanhâdis olan tüm varlıklar, yani âlem kastedilmiştir. Âlem ise duyularla algılanan maddî
varlıklar-kesif ve duyu ötesi manevî varlıklar latif olarak iki gruba ayrılmıştır. Maddîkesif varlıklara gelince bunlar, insan dâhil belli bir maddî varlığa, fizikî yapıya, hacme
sahip olan üç boyutlu varlıklardır.
12. 2.1. Melekler
12. 2.1.1. Meleklerin Varlığı, Mahiyetleri ve Sayısı
Melek kelimesi sözlükte "kudret, kuvvet, götürme ve elçilik yapma” anlamlarına gelen
“eleke; leeke; meleke” köklerinin birinden türemiş olup "elçi; güçlü-kuvvetli; tasarruf
eden ve idare eden» anlamlarına gelmektedir. Melek, kelimesinin çoğulu “melâike”dir.
Tekil ve çoğul haliyle bir çok ayette geçmektedir. Terim olarak melek, çeşitli şekillere
bürünebilen, insanın gücünün yetmediği işleri yapabilen, Allah’a itaatten ayrılmayan,
cinsiyetleri bulunmayan Allah’ın yarattığı duyu ötesi, görülmeyen latif-nuranî
varlıklardır.
Meleklere iman, İslâmiyet’tin altı iman esaslarından birini oluşturmaktadır. Kur'ân-ı
Kerîm'de bir çok ayette meleklerin varlığına dikkat çekilmiş ve onlara inanılması
emredilmiş; onlara iman etme müminlik şartı ve sıfatı; inkarı kâfirlik ve küfür özelliği
kabul edilmiştir. Meleklerin neden yaratıldığına ilişkin Kur'ân-ı Kerîm'de kesin bir
bilgi bulunmamakla birlikte ilgili hadislerde meleklerin nurdan yaratıldığı bildirilmiştir.
Nitekim Hz. Âişe'den (v. 58/678) rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz
"Melekler nurdan” yaratıldığını bildirmiştir.( Müslim, Zühd, 10; Hanbel, Müsned, VI,
168) Meleklerin insanoğlundan önce yaratıldığı çeşitli ayetlerde bildirilmiştir.( 2/30-34;
7/11; 15/28,30)
Kur'an ve hadislerde yer alan meleklerle ilgili bilgiler göz önüne alındığında meleklerin
hayalî ve tümüyle soyut varlıklar değil, aksine belli bir nuranî bedene sahip, şuurlu,
gerçek canlı varlıklar oldukları anlaşılmaktadır. Buradan hareketle Kelamcılar göre
melekler, yer işgal eden-mütehayyiz, gözle görülmeyen latif varlıklar (ecsâm-ı latîfe);
İslam filozoflarına göre ise melekler bilgi, güç-kuvvet bakımından insanlardan çok
üstün, yer tutmayan-gayr-i mütehayyiz soyut cevherlerdir. Selefiyye ulemasına gelince
9
onlar, meleklerin gaybî varlıklar yani gayb âlemindeki canlılar olduklarını, bu yüzden
mahiyetlerinin bilinemeyeceğini belirtmişler ve bu yüzden en güvenli tutumun onların
varlığına naslarda verilen bilgiler ışında inanmak gerektiğini, bunun ötesinde her hangi
bir yorumda bulunmanın doğru olmayacağını vurgulamışlardır.
Meleklerin mahiyeti hakkında XIX. ve XX. yüzyılda İslam dünyasında pozitivizmin
etkisiyle farklı çağdaş değerlendirmelerde bulunanlar çıkmıştır. Mesela bir kısmı
meleklerin “tabiat kanunları” olduğunu ileri sürmüş; bazısı onları maddenin mikrodalga boyutu kabul etmiş; kimisi de melekleri salt enerji ve kuantumvarî bir yapı olarak
nitelemişlerdir. Hâlbuki naslarda sergilenen melek tasvir ve tasavvuruna dikkat
edildiğinde onların vahiy getirme, suçlu fert ve kavimleri cezalandırma, amelleri kayda
geçme, insanlara yardım etme, canları alma, cennet ve cehennemi yönetme gibi her iki
âleme yönelik faaliyetlerde bulunduğu göz önüne alındığında bu tür yorumların isabetli
olmadığı görülecektir. Melekler, akıl ve ruh gibi vardır. Onlar duyularımızla
algılanmasa da peygamberler görmüşler, onlarla konuşmuşlar ve Cebrail’in elçiliği ile
Allah Teâlâ'nın vahyine mazhar olmuşlardır. Bir çok sahabenin de onları çeşitli maddî
suretlerde gördükleri tarihî bir realitedir.
Bütün bunlardan Kur'ân'a ve Sünnete göre melekler asli yapıları itibariyle duyu ötesi
nurdan yaratılmış lâtif varlıklar olmalarına rağmen, Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde
çeşitli maddî suretlere, insan şekline bürünerek görünme ve konuşma gücünü bağışlamış
olduğu net olarak anlaşılmaktadır.
Meleklerin sayısına gelince Kur’an’da ve hadislerde tüm melek çeşitlerini içine alacak
şekilde meleklerin sayısına ait kesin bilgi verilmemektedir. Ancak bir ayette cehennem
işleri ile görevli melekler olduğundan bahsedilirken "Rabbinin ordularını, kendisinden
başkası bilemez" (74/31) ve “ göklerin ve yeryüzünün orduları Allah’ındır.” (48/4, 7)
buyurularak meleklerin sayısının bilinemeyecek kadar çok olduğuna dikkat çekilmiştir.
Bu ayetlerde “Allah’ın orduları” ndan maksat, melekler olduğu ifade edilmiştir. Keza
bazı ayetlerde cehennem meleklerinin sayısının ondokuz olduğu, onların sayısının
açıklanmasının ise sadece bir imtihan vesilesi olduğu bildirilerek en azından
cehennemdeki meleklerin sayısı konusunda bilgi verilmiştir. (Müddessir, 74/31)
12. 2. 1. 2. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri
Kur’an’da meleklerin bir çok özelliklerine dikkat çekilmiştir. Buna göre meleklerin bazı
ortak özellikleri ile görev ve konum farklılıklarına göre farklı özellikleri de vardır.
Kur’an ve hadislere göre meleklerin şu gibi özellikleri yer vardır.
Melekler Adem’den önce yaratılmıştır: Allah Teala melekleri Hz. Adem’den ve
dolayısıyla insan soyundan önce yaratmıştır. “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben
yeryüzünde bir melek yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle sana tesbih ve seni
takdis edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek birini mi
yaratacaksın? dediler. Allah onlara: Sizin bilmeyeceğinizi ben bilirim, dedi." (2/30)
ayeti bu gerçeği dile getirmektedir.
Melekler günahsız varlıklardır: Melekler her türlü kötülük, şer ve günahlardan
korunmuşlardır. Onlar asla Allah'a isyan etmez, O’nun emrinin dışına çıkmazlar. Hangi
10
iş için yaratılmışlar ise o işi yaparlar. Bu itbarla Melekler, "emanet" sıfatıyla
muttasıfdırlar.
Melekler Görülebilir ve Görünebilirler: temel yaratılış özellikleri gereği melekler
duyu ötesi varlıklar olmalarına rağmen tamamen duyulara algılanmaları da aklen
imkansız değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de meleklerin insan suretinde erkek kılığına
bürünerek bazı peygamberlere, kadınlara ve topluluklara göründüğü ve onlarla
konuştukları açıkça zikredilmiştir. Mesela Allah Teala, meleklerin erkek kılığında Hz.
İbrahim’e ve karısına göründüklerini, o ikisiyle konuşarak onları yaşlılıklarına rağmen
bir erkek evlât ile müjdelediklerini (11/69-73; 15/51-60); ardından Hz. Lût'a ve
kavminden bazılarına göründüklerini bildirmiştir. (11/77-82; 15/60-74) Keza Cebrail'in
(a.s) Hz. Meryem'e insan şeklinde görünerek ona tertemiz bir erkek çocuk dünyaya
getireceği söylediği (17/21) ve Hz. Peygamber'in Cebrail’i apaçık ufukta ve Sidretü’lmünteha’da gördüğü de Kur’an’da haber verilmiştir.( 81/23; 53/6-7;13-17) Peygamber
Efendimiz’in yanı sıra beraberindeki sahabenin Hz. Cebrâil'i insan şeklinde görüp
peygamberimize iman, İslam, ihsan, kıyamet ve kıyamet alametlerinden sorup
konuştuklarına şahit olduğu meşhur Cibril hadisinde yer almaktadır.( Buharî, İman, 37;
Müslim, İman, 1)
Melekler Şuurlu, Konuşan Canlılardır: Kur’an’da meleklerin fizikötesi bir alemde
Allah Teala ile konuştuğu açıklandığı gibi(2/30; 7/11; 18/50); meleklerin bu âlemde Hz.
İbrahim, Lut, Zekeriya, Hz. Muhammed ve Meryem ile temessül ederek konuştukları
(15/59-60; 11/77-82; 3/39; 42-45); âhiret aleminde de cennetlikler ve cehennemliklerle
konuşacakları (4/97); bazı hadislerde de kabirdeki ölülerle konuşup onları sorguladıkları
bildirilmiştir.
Melekler çok güçlü ve heybetlidirler: Meleklerin çok güçlü ve kudretli oldukları
(53/5; 81/20); çok büyük gövdeli ve sert tabiatlarının bulunduğu (66/6) ayetlerle sabittir.
Keza "Melekler göğün etrafındadır. O gün Rabbin'in Arşını, bunların da üstünde sekiz
melek yüklenir." (69/17) ayeti de meleklerin son derece güçlü ve kudretli olduklarını
ifade etmektedir. Çünkü Arş, Allah'ın yarattığı en büyük varlığı ifade ettiğine ve bunu
kıyamet gününde sekiz melek taşıyabileceğine göre, bu âyet meleklerin son derece güçlü
ve kuvvetli varlıklar olduğunu ortaya koymaktadır.
Melekler Çok Hızlı Hareket Eden Varlıklardır: Kur'ân-ı Kerîm'de meleklerin
kanatlarının ve ellerinin mevcut olduğu (6/93; 35/1) bildirilmiş; hatta bir kısmının
ikişer, üçer, dörder ve daha fazla kanatları olduğu ifade buyrulmuştur. (35/1)
buyurulmuştur.
Meleklerin görevlerine gelince bunlar şöyle sıralanabilir:
Allah’a kulluk: Meleklerin en temel görevi Allah’a daimi kulluktur. Onlar Allah'ı
hamd ile tespih eder, yalnız O’na secdede bulunurlar, gece gündüz Allah’ı över ve
O’nun Mukaddes Zat’ını her türlü eksikliklerden uzaklaştırır ve her türlü kemal
sıfatlarıyla övgüde bulunurlar. Şu ayetler buna örnektir. “Muhakkak ki Rabbinin
11
huzurundakiler… O’nu tesbih eder ve ve yalnız O’na secde ederler.” (7/206) ve
“Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar.” (42/5; 2/30)
Peygamberlere vahiy ve haber getirmek: Allah Teala, insanlar gibi meleklerden de
elçiler-resuller seçtiğini bildirmiş(22/75; 35/1); Hz. İbrahim’e ve Hz. Lut’a insan
kılığında haberci melekleri resul-elçi gönderdiğini açıklamıştır. Ancak vahiy getirmekle
özel olarak görevli olan melek Hazreti Cebrail’dir. (a.s) Bu doğrultuda elçi meleklerin
elçilik görevi doğrudan peygamberlere yöneliktir. Ancak elçi-resul olarak gelen
meleklerin bir kısmı Allah’ın helak edileceklerini haber verme gibi belli bir haberi
getirmekle; özellikle Cebrail gibi bir kısmı ise her türlü içeriğe sahip ilahî hakikatleri
içeren Allah kelamını-vahyi getirmekle vazifelidirler.
Peygamberlere salat ve selam getirmek: Kur’ân-ı Kerîm'deki "Allah ve melekleri
Peygamber'e salavat getirirler. Ey iman edenler siz de ona salât ve selam getirin.” (33/
56) ayeti meleklerin bir vazifesinin de peygamberlere salat ve selam getirmek olduğu
açıklanmıştır. Meleklerin salat ve selamı hem onlara olan saygı ve hürmetlerini
göstermek hem de onların makam ve derecelerinin artırılmasına vesile olmaktadırlar.
Peygamberlere ve müminlere destek olup manevî güç vermek: Meleklerin önemli
vazifelerinden biri de peygamberleri destekleyerek onlara kuvvet vermek, karşılaştıkları
güçlükleri kolaylaştırmak ve üzüntülü anlarında onları teselli etmektir. Kur’an’da Hz.
İsâ'nın Rûhu’l-kudüs/Cibril ile desteklendiği ( 2/87; 253; 5/110.) bildirilmiştir. Mesela
bir ayette şöyle buyurulur: "…Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik, onu Ruhu'lKudüs ile destekledik." (2/87) Melekler sadece peygamberler değil, müminlere de darda
kaldıkları, bunalıp sıkıştıkları zaman yardımda bulunur; sıkıntılı ve üzüntülü anlarında
teselli ederler. Mesela "Rabbimiz Allah'tır deyip dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerlerine
(müjdeci) melekler iner. Onlara: Korkmayın, mahzun da olmayın, size vadedilen
Cennetle sevinin. Sizin dünya hayatında da, ahirette de dostlarınız Biziz." (24/30-31) ve
"Hani siz Rabbinizden imdat (yardım) istemiştiniz. O da; "Ben size birbiri ardından
gelen bin melekle imdat ediyorum" diye duanızı kabul etmişti." (8/9-10) Keza Allah ve
âhiret gününe inananların Allah katından bir ruh-melek ile desteklendiği (58/22); Allah
Teala’nın savaşta darda kalan Peygamber Efendimiz’e ve yanındaki müminlere üç bin,
beş bin melekle yardım edildiği bildirilmiştir.(3/123-125) Bazı hadislerde bildirildiğine
göre meleklerin bir kısmı ahirette mümünlere şefat edecektir.( Buharî, Tevhid, 24)
Bir kısım melekler ilahî cezaları infazla görevlidir. Onlar, kâfirler hakkında takdir
edilen cezaları yerine getirmektedirler. Meleklerin görevlerinden bir diğeri de cennet ve
cehennem işlerini yürütmektir.
12. 2. 1. 3. Meleklerin Çeşitleri
Melekleri bulundukları mekan-yerlere göre Semavî ve Arzî melekler diye iki ana gruba
ayırmak mümkündür. Semavî meleklerden kasıt, fizikötesi âlemdir. Semavî-metafizik
âlem melekleri kendi içinde Semavî-Arşî melekler ve Semavî-Arşî olmayan melekler
olarak ikiye ayrılabilir. Arzî Meleklerden maksat ise bu fizik âlemdeki meleklerdir.
İnsanı daha çok ilgilendirmesi bakımından arzî olarak isimlendirilmişlerdir. “Mele-i
12
a’l’a” melekleri (37/8; 38/69) Semavî-Arşî olmayan meleklere işaret etmektedir.
Semavî-Arşî meleklere gelince, Arşı taşıyan ve Arşın etrafındaki meleklerdir;(40/7-8).
Arzî melekler ise bu alemle doğrudan ilişkili çeşitli görevlerle vazifeli tüm melekler arzî
melekler çeşitine girmektedir. Doğum meleği denebilecek olan rahimlerdeki canlılara
can üfleyen melekler; Ölüm meleği, kâinat işleriyle alakalı melekler, Kiramen katibin
ve Hafaza melekleri gibi.
12. 2.1. 3.1. Dört Büyük Melek
12. 2. 1. 3.1.1. Cebrail
Cebrail, kelime olarak Allah'ın kulu (Abdullah) ve Allah'ın kuvveti (Cebrullah,
Ceberûtullah) anlamına gelir. Istılahta ise Cebrail, Peygamberlere vahiy getirmekle
görevli olan Vahiy meleğinin adıdır. Cebrâil’in, görevi Allah ile peygamberleri arasında
elçiliktir; yani Allah'tan aldığı emir ve hükümleri peygamberlere aynen bildirmektir.
Kur'an-ı Kerîm de Hz. Muhammed’e (s.a.s.) onun vasıtasıyla indirilmiştir. Bu husus
şöyle ifade edilmiştir: "(Ey Muhammed!) Uyaranlardan olman için Kur'an'ı senin
kalbine apaçık Arapça diliyle Ruhu'l-Emin (Cebrâil) indirmiştir." (eş-Şuâra, 26/192195)
Hazreti Cebrâîl, Kur’an’da çeşitli isimlerile anılmıştır. Bu isimler Cibrîl (2/97, 98;
66/4); Resûl-i kerîm (81/19); Rûhu'l-emîn (26/193); Rûhu'l-kuds (2/87; 5/110) Rûh’dur.
(19/17; 70/49; 97/4) Bazı hadislerde Cebrail’in bir adının da Nâmûs-ı Ekber olduğu
belirtilmiştir. (Buharî, Bed’u’l-vahy, 6) Cebrâîl’e (a.s), meleklerin en üstünü, en büyüğü
ve Allah'a en yakını olduğu için ona Seyyidü'l-melâike (meleklerin efendisi) denmiştir.
Cebrâil (a.s.) çeşitli suretlere girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu vahyin
başlangıcında Hira'dan Mekke'ye gelirken, bir de Mirâc'dan dönüşte Sidretü'lMünteha'da kendi aslî şekliyle görmüştür. Cebrâil (a.s.) bazan yakışıklı ve genç bir
sahabî olan Dıhye el-Kelbî'nin sûretinde insan kılığına girerek Rasülullah’a (s.a.s.)
vahiy getirmiştir. Cebrâil, İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah’a Mekke'den Kudüs'e
ve oradan Sidretü'l-Münteha'ya kadar eşlik etmiştir. (Buhârî, Bed'u'l-Halk, 6; Salât,1)
12. 2. 1. 3. 1. 2. Mikail
Mîkâîl (a.s) dört büyük melekten biridir ve kâinattaki tabiî olayları, canlıların rızklarını
idare etmekle görevlidir. Mikail’e iman etmek de meleklere imanın bir gereğidir; inkârı
küfürdür. Kur’ân-ı Kerîm'de sadece bir yerde geçmekte olup şöyle buyrulmaktadır:
"Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl'e ve Mîkâîl’e düşman olursa
muhakkak ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (2/98)
12. 2. 1. 3. 1. 3. Azrail
Ölüm meleğinin adıdır. Kur'ân’da Azrâil ismi geçmemektedir. Ancak "De ki: Size vekil
kılınan ölüm meleği(Melekü’l-mevt) canınızı alacak, sonra Rabbiniz’e
döndürüleceksiniz." (32/11) ayetinde de geçtiği üzere görevi, ölüm sırasında canlıların
ruhunu almak olduğu için Melekü'l-mevt (ölüm meleği) adıyla da anılmıştır. Kur’an’da
canlıların ruhlarını alan meleğin bir tane olduğunu ifade eden “Melekü’l-mevt” ayetinin
13
yanı sıra, birden fazla ölüm meleklerinin varlığına delalet eden ayet de vardır. “O kimseler
ki nefislerine zulmederlerken melekler-melâike canlarını alırlar.” (5/ 97) ve “O halde
melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken nasıl olacaklar.” (47/
27) ayetleri bunu göstermektedir. Bazı ayetlerde ise yaşama süresi dolan insanların
canlarını alan meleklerden “Resullerimiz-elçilerimiz” olarak bahsedilmiştir. Nitekim “
birinize ölüm geldiği zaman resullerimiz-elçilerimiz onun canını alırlar ve onlar
görevlerinde asla hata yapmazlar.” (6/ 61) buyrulmuştur.
Can almakla görevli melekler, temiz ve pak müminlerin ruhlarını onlara selâm vererek
alacaklardır. (Nahl 16/32) Naziat suresinin ilk iki ayetinde geçen (79/1-2) naziat ve
naşidat kelimelerinden hareketle Müminlerin ruhunu acıtmadan kolayca alan bu
meleklere Nâşitât denmiş; kâfirlerin ve isyankârların canlarını zorla çekip alan
meleklere de Nâzi'ât denmiştir.
12.2.1.3.1.4. İsrafil
İsrafil dört mukarreb ve büyük melekten biridir. Başlıca görevi kıyametin kopmasını
başlatan, sonra da ölülerin dirilmesini bildiren Sur’u iki defa üflemektir. Bu sebeple Sur
meleği diye bilinir. Kur'ân-ı Kerîm'de İsrâfîl adı geçmemektedir. Bununla birlikte birçok
ayette Sûr’a üfleneceği meçhul sığasıyla haber verilmektedir. Mesela “Sûr’a
üfürüleceği gün de mülk O Allah’ındır.” (6/73) ve "Sur üfürülünce, Allah’ın
dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölürler.. Sonra Sur’a bir daha
üflenince, (ölüler dirilerek) ayağa kalkıp bakışır dururlar" (39/68) Hadislerde ise
İsrafil’in adı dört büyük melek içinde zikredilmiştir. (Müslim, Müsafirîn, 200; Ebû
Davud, Salat, 119) İsrafîl, Sûr’a iki defa üfürecektir. İsrâfil'in birinci üflemesi ile yer ve
gökteki bütün canlılar ölecek ve dünya hayatı sona erecektir. İkinci defa üflemesiyle de
bütün canlılar dirilecek ve ahiret hayatı başlayacaktır Sûr'un ilk üflenişine "nefha-i
ûlâ"; ikinci üflenişine "nefha-i sâniye" denilir. Birinci üfürüşde kâinattaki tüm varlıklar
hepsi dehşet içinde sarsılacağı için buna Nefha-i feza; dehşet içinde sarsıldıktan sonra
yıkılıp öleceklereri için de dir Nefha-i saik denmiştir. İsrafil’in Sur’a ikinci üfürüşünde
de canlılar kabirlerinde diriltilip derhal süratle diriliş meydanı olan Mahşer’e doğru
sevk edileceklerdir. Ölülerin diriltilip Mahşer’e doğru gitmek üzere kabirlerinden dışarı
çıkarılmalarına da Nefha-i kıyâm denmektedir.
12. 2.1.3. 2. Mukarreb Melekler
Bu meleklere İlliyyûn ve kerûbiyyûn melekleri de denilmektedir. Bu meleklerin
özellikleri Kur’an’da zikredilmiştir. Buna göre Mukarreb Melekler, Allah Teâlâ’ya en
yakın, en şerefli meleklerdir; onlar Allah’a ibadet etmekte asla yüksünmez ve
kibirlenmezler; hiç usanıp bıkmadan sürekli Allah’ı tesbih ederler. "Ne Mesîh ve ne de
Allah'a yakın melekler/el-melâiktü’l-mukarrebûn, Allah'ın kulu olmaktan yüksünüp
çekinmez.." (4/172).Bir başka ayette ise Allah’ın huzurunda bulunanların O'na ibadette
kibirlenmedikleri, hiç bıkıp usanmadan gece-gündüz O'nu tesbih ettikleri bildirilmiştir.
(21/19-20) Arşı taşıdıklan ve Arşın etrafında bulunan, Allah'ı hamd ve tesbih eden
melekler de bunlar içinde sayılmaktadır.( Mümin, 40/7)
12. 2. 1.3. 3. Hamele-i Arş Melekleri
14
Arşı yüklendikleri için bu meleklere “Arş Taşıyıcıları” anlamında bu isim verilmiştir.
Kur'ân'da onlardan bu meleklerin nerede bulundukları ve ne yaptıkları belirtilerek "Arş'ı
yüklenen ve ve Arşın çevresinde bulunan melekler, Rableri'ni hamd ile tesbîh ederler,
O’na iman ederler, Müminlerin de bağışlanmasını isterler." (Mü'min 40/7)
buyrulmuştur. Hamele-i arş ile etrafındaki meleklere aynı zamanda Kerûbiyyûn (Allah'a
en yakın melekler) de denir. Arşın etrafında bulunan meleklerin sayısı bilinmemekle
birlikte Kur'ân-ı Kerîm, kıyamet günü bizzat Arşı taşıyan Arş Meleklerinin sayısının
sekiz olduğunu açıklamıştır. " Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler
onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbin'in arşını, bunların da üstünde sekiz melek
yüklenir." (69/16-17). Bu ayetteki “sekiz” ifadesi, “sekiz adet” veya “sekiz saf” olarak
anlaşılmıştır. Arşın mahiyetini bilmediğimiz gibi bu meleklerin arşı taşıma keyfiyetini
de bilemiyoruz. Bununla birlikte hakkalarında bir kısmî bir tasavvur oluşması için bazı
hadislerde onların büyüklük ve azametini ifade eden yönleri dile getirilmiştir. Mesela
Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem
konusunda bana izin verildi. Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun
arasındaki mesafe yedi yüz yıldır” (Ebû Dâvûd, Sünne,18)
12.2.1. 3. 4. Kirâmen Katibîn Melekleri
Kirâmen Katibîn, “şerefli yazıcılar” demektir. Her insanın iyi-kötü tüm söz ve fiillerini
kaydeden meleklerdir. "Muhakkak sizin üzerinizde gözetici-hafız çok şerefli yazıcılarkirâmen katibîn vardır ki bunlar yaptığınız amel ve işlerin hepsini bilirler." ( 82/10-12)
ayeti buna delaet etmektedir: Bu meleklerin bir adı da Rakîb ve Atîd’dir. (50/17-18) Bu
meleklere “Yazıcı Resuller-elçiler” de denilmektedir. (43/80).Bu melekler, ahirette
hesap gününde insan “Bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiç bir şey bırakmayıp saymış.”
(18/49) demekten kendini alamayacağı kadar en küçük teferruatıyla her ferdin tüm söz
ve davranışlarını kaydedeceklerdir. Bu Melekler, iki tane olup insanın daima sağ ve
solunda yer alır; sağdaki melek insanın iyi söz, fiillerini; soldaki ise kötü söz ve fiilleri
tespit edip kaydetmekle görevlidir. Şu ayet buna delalet etmektedir: "Hatırla ki insanın
hem sağında hem solunda oturan ve onun amellerini tesbit etmekte olan iki de melek
vardır. O insan bir söz atmaya dursun mutlaka onun yanında hazır olan
gözcü(melek)vardır." (50/17-18) Kirâmen Katibîn Meleklerinin sayıları bilinmemekle
birlikte, her insanın sağ ve solunda birer tane olduğuna göre onları sayıları kıyamete dek
gelecek olan insanların iki katı olması gerekir.
12.2.1.3. 5. Münker-Nekir
Ölümden sonra kabirde ölüyü sorgulamakla görevli olan iki melektir. Münker ve Nekîr,
“Bilinmeyen, tanınmayan, değişik kılık ve kıyafette olan” demektir. Mezardaki ölüye
hiç görmediği şekilde görünecekleri için bu iki meleğe Münker-nekir isim verilmiştir.
Bu meleklerin adları Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir. (Tirmizî, Cenaiz, 70;
Hanbel, Müsned, III, 126; IV, 140)
12. 2.1. 3. 6. Cennet ve Cehennem Melekleri
15
Cennet ve cehennem meleklerinin varlıkları bir çok ayetin yanı sıra hadis ve icma ile
sabit olduğu için inkâr edilemez. Bu melekler, cennet ve cehennemdeki işleri
yürütmekle görevli meleklerdir. Bunlar içinde bir kısmı cennet ve cehennem bekçiliği,
bir kısmı cennet ve cehennemdeki hayatı, müminlerle ilişkileri düzenleyen meleklerdir.
Bu meleklerinin sayısı bilinmemektedir. Cennet bekçilerine Hazene-i cennet;
cehennem bekçilerine de Hazene-i cehennem denilmektedir. Hazene-i cennet, cennete
gönderilen müminleri "Size selam olsun, tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere
girin buraya’ derler.” (39/73) diyerek selam ve tatlı sözlerle karşılayarak içeri alan
alacaklardır.
Çeşitli bölümleri olan Cennet içinde de melekler vardır ve onlar da tıpkı cennet
muhafızları gibi müminleri selam ve hürmetle karşılayacak, onlara güzel sözlerle
muamele ve hizmet edeceklerdir. Nitekim Adn cennetlerindeki melekler de salih olan
babaları, eşleri ve çocuklarıyla birlikte aileler halinde Adn cennetine giren müminlerin
yanına her kapıdan gelerek "Sabrınıza karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu
ne güzeldir." diyecekleri haber verilmiştir. (13/23-24) Muhafızları ve içindeki çeşitli
bölümlerde sayıları bilinmeyen melekleri bulunan cennetin meleklerinin başkanı da
vardır. Cennet meleklerinin başkanına Rıdvân denilmiştir.
Cehennem meleklerine gelince cehennemin de bekçileri, içinde görevlileri ve
başkanları vardır. Cehennem bekçisi meleklere “Hazenetü’l-cehennem”; içindeki
görevlilere Zebânî (Alak, 96/18); Cehennem meleklerinin başkanına da Mâlik (Zuhruf,
43/77) denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), rüyasında kendisine cehennem ehlinin
durumu gösterilirken, önündeki ateşi yakmakla meşgul birine gözü takılır. Kim
olduğunu sorduğunda: "Cehennem bekçisi Mâlik’tir" cevabını alır. (Buhâri, Cenâiz, 93)
12.2.1.3. 7. Hârût-Mârût
Harût-Marût hakkında farklı görüşler ileri sürülmekle beraber yaygın kanaate göre
Bâbil halkını kötülüklere, özellikle şeytanların öğrettikleri sihre karşı uyarmak, hayrı
ilham etmek üzere gönderilmiş iki melektir. Ancak Bâbilliler bu İki meleğin ilhamıyla
keşfettikleri bir takım güçleri, asıl maksatlarının tersine olarak sihir ile bâtıl ve haram
şeylerde kullanmışlar, onlann hayır için bildirdikleri gerçekleri küfür ve diğer kötü
işlere vesile yapmışlardır. Bu husus Kur’an’da şöyle bildirilmiştir: “…şeytanlar,
insanlara sihri ve Babil’de Harût ve Marût’a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o
ikisi (Harut ve Marût) ‘biz ancak imtihan için gönderildik; sakın kafir olma’ demeden
hiç kimseye bir şey öğretmezlerdi. İnsanlar ise o ikisinden karı ile kocasının arasını
açacak şeyleri öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye
zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine fayda vereni değil de zarar veren şeyleri
öğrenirlerdi…” (2/102).
12. 2. 2. İblis ve Şeytan
12. 2. 2. 1. İblis ve Şeytan Kavramı
16
Kelime anlamıyla İblis “hayırsız olan, Allah’ın rahmetinden ümidini kesen, zarara
uğrayan, şaşkınlığa düşen” demektir. İşlediği Allah’a isyan günahı kendisini sonsuza
kadar hüsrana uğratması ve kendisi de Allah’ın rahmetinden ümit kesmesi sebebiyle
Şeytana, ‘İblis’ dendiği söylenmiştir. İblis kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bir yerde
“Şeytan” olarak (34/20) onun dışındaki toplam on bir yerde ise şeytanların atası
“İblis” olarak geçmektedir. Özellikle Meleklerin Âdem’e secde etmelerinin emredildiği
ayetlerde İblis olarak zikredilmiştir. (2/34; bk. 7/11; 15/31-32) İblis, Allah’ın emrine
karşı gelmesi ve O’nun huzurunda küstahlık yapıp kibirlenmesi, Adem’i kıskanıp
soyuna kin gütmesi gibi sebepler yüzden huzurdan kovulmasıyla şeytana dönüşmüş;
Allah’ın ve insan soyunun düşmanı kesilmiştir.
Şeytan kelime olarak “hayır ve rahmetten uzaklaştırılmış, şerde aşırı gidip çizgiyi aşan
varlık”; veya “ateşten yaratılmış, helake uğramış yüzü sararmış varlık” demektir. Terim
olarak ise Şeytan, “ azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, asi, insanları
saptırmakla uğraşan, varlığı kesin gözle görülmeyen duyu ötesi gizli varlık” demektir.
Şeytanın varlığı ayet ve sahihlerle sabittir. Şeytan, ateşten yaratılmıştır.
12. 2. 2. 2. İblis ve Şeytanın Varlık ve Mahiyeti
İblis ve Şeytan’ın gözle görülemeyen duyuötesi varlıklar olduğu ayet ve hadisler,
icma ile sabit bir hakikattir. Dinî bildirim olmaksızın akıl tek başına onların varlığını
ispat edemezse de inkâr da edememektedir. Bu itibarla sırf aklî olarak onların varlığı
mümkündür; imkânsız değildir. Kesin dinî delillerle varlıkları sabit olduğu için İblis ve
şeytanların varlığını kabul etmeme dinî bir gerçeği inkâr ve küfürdür.
İblis’in mahiyetine gelince Kur’an’da onun cinlerden olduğu “İblis, cinlerden idi, fakat
Rabbinin emrinden çıktı.” (18/50) ayetiyle açıkça bildirilmiştir. “Allah cinleri halis
ateşten yarattı.” (55/15), “ Cinleri de daha önce dumansız zehirli ateşten(nar-ı semûm)
yaratmıştık.” (15/27) ayetleri de cinlerin yaratılış maddesinin ateş olduğunu
bildirdiğine; İblis de varlık türü olarak cinnî olduğuna göre İblis de ateşten yaratılmış
olmaktadır. Ayrıca Kur’an’da geçtiği üzere İblis’in kendisi de ateşten yaratıldığını
söylemiş, üstelik bu durumu Âdem’e karşı bir üstünlük sebebi olarak algılamıştır.
Nitekim ‘ben Âdem’den daha hayırlı ve üstünüm, çünkü beni ateşten onu ise toprak ve
çamurdan yarattın.’ iddiasında bulunmuştur. (bk. 7/12; 17/61; 38/76)
İblis, cinlerin ve şeytanların babası “Ebu’ş-Şeyâtin” kabul edilmiştir. Naslar böyle
söylemekle birlikte İblis’in melek, cin veya başka tür bir varlık olup olmadığı hususu
İslam alimleri arasında tartışmalıdır.
Kelâmcıların çoğunluğuna göre şeytan görünmez latîf bir cisim; İslâm filozoflarına
göre görünmez soyut nefistir. Mutasavvıfların bir kısmı kelâmcıların, bir diğer kısmı
İslâm filozoflarının görüşünü benimsemiş; bir grubu da şeytanı her insanın içine
yerleştirilmiş bulunan nefis olarak kabul etmiştir. Ancak konuyla ilgili ayet ve
hadislerden İblis ve şeytanın yapısal bünyeleri itibariyle gözle görülmemesine rağmen,
insan zihninin dışındaki dış alemde mevcut olan gerçek bir varlık olduğu
anlaşılmaktadır. O, yapısal olarak hem meleklere hem insana zıt, insana düşman, ona
17
nüfuz edebilen ve dıştan etkileyebilen, sanal olmayan gerçek bir varlıktır. Nefis ise
insanın içindedir ve insana yabancı değildir.
12. 2. 3. Cinler
Cin, kelime olarak “örttü, gizledi, sakladı,” manasına gelen Arapça "cenne" fiilinden
türetilmiş, çoğul bir kelimedir; “cinler” demektir. Cin kelimesinin tekili ise "cinnî" dir.
Cinin kelime anlamı, “duyularla algılanamayan tüm gizli varlıklar” demektir. Bu
görünmez varlıkların erkeklerine cinnî, dişilerine cinniyye; cinlerin atalarına da cân
denilir. Farsça'da cin karşılığında perî ve dîv-dev kelimeleri kullanılır.
Terim olarak cin kavramının genel vei özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel terim
anlamıyla cin kelimesi, insan türünün karşıtı olan duyularla algılanamayan tüm
görünmez varlıkları kapsar. Bu durumda cin kelimesi, melek ve şeytanları da içine
aldığı için en kapsamlı kelimedir; duyularla algılanamayan görünmez gizli varlık
anlamında her melek ve şeytan, cindir; fakat her cin, melek veya şeytan değildir. Özel
terim anlamıyla cin “Allah tarafından şuur ve irade sahibi olarak yaratılmış, ilâhî
emirlere uymakla yükümlü duyularla algılanamayan gizli varlık türü.” demektir.
Cinlerin varlığı Kur’an, Sünnet ve ümmetin icması ile sabittir. Onların varlığı akıl
tarafından da mümkün kabul edilmiştir. Kur’an’da müstakil olarak “Cin suresi“ nin
bulunması; ilaveten "Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım."
(51/56) “Ey cin ve insan toplulukları göklerin ve yerin katmanlarını aşmaya gününüz
yeterse aşın…“(55/33); “Ey cin ve insan toplulukları içinizden size ayetlerimi anlatan ve
bu gününüzün gelip çatacağını size bildiren resuller gelmedi mi?..“ (6/130) gibi ayetler
de Allah’ın onlara hitap etmesi cinlerin mevcudiyetine kesin delildir.
Kelâm âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinip ispat edilebilir, akıl
da bunu imkânsız görmez. Kelâm âlimleri cinlerin mahiyeti konusunda farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Cinler kendi başına kaim olan gayri maddî cevherlerden oluşmuştur.
Bu görüşü benimseyenlerden biri Gazzâlî’dir.
Hayat için bünyeyi şart koşan Mutezile âlimleri ile Ebû Ya'lâ el-Ferrâ ise cinlerin basit
cisimlerden ibaret olduğunu kabul etmişlerdir. Cinlerin de cismanî bir bünyesi-bedenleri
olabilir; ancak insanın her bünyeyi görmesi gerekmediği gibi, görebildiklerinin de her
cüzünü göremediği de malum bir hakikattir. Cinler, tanımlanamaz müteşabih
varlıklardır.
12. 2. 3. 1. Cinlerin Özellikleri
Cinlerin varlıkları ve özellikleri Kur’an ve sahih hadislerden öğrenilmektedir. Çeşitli
ayetlerde onların varlık ve özelliklerine dikkat çekilmiş; hadislerde de onlardan
bahsedilmiştir. Buna göre Cinler ateşten (15/26-27; 55/15), insanoğlundan önce
yaratılmış (15/26-27), mükellef varlıklardır. Bunun için insanlar gibi iman etmek ve
ilâhî emirlere itaat etmekle yükümlüdürler. Mükellef oldukları için de içlerinde mümin
ve kâfirler, iyi ve kötü karakterli olanlar da bulunmaktadır. "Ben cinleri ve insanları
ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (51/56), "Ey cin ve insan topluluğu, İçinizden
size ayetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler
18
gelmedi mi?" (6/130) ayetleri onların şuurlu, iradeli, mükellef canlılar olduklarını açıkça
göstermektedir. Kur’an-I Kerim, Cinlerin mümin ve kâfirleri, salih hayırlı ve şerli-kötü
olanları bulunduğunu haber vermiştir, (72/11, 14).
Mutezile âlimleri de latif cisimlerden oluşmaları sebebiyle cinlerin fiilen görülemeyeceğini, ancak görülmelerinin teorik olarak imkânsız olmadığını kabul etmişlerdir.
Cinler mükellef olduğuna göre onlara peygamber gönderildiği noktasında İslâm
âlimleri arasında ittifak vardır. Bununla birlikte cinlere gönderilen bu peygamberlerin
insan veya cin türünden oluşu hususunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır.
12. 2. 3. 2.Cin-İnsan İlişkisi
İnsanoğlunun en temel yaşama alanı dünyadır ve bu dünyayı canlı cansız çeşitli türden
varlıklarla paylaşmaktadır. Cinlerin yaşama alanları insanınkinden daha geniş olmakla
birlikte onların yaşama alanlarından biri de dünyadır. Bu açıdan dünya, diğer
milyonlarca canlı-cansız varlık türleiyle bereber cinler ve insanların da ortak yaşama
alanlarından birini oluşturmaktadır. Aynı ortak mekânlarda yaşama zorunda olma ise
ister istemez bu ortak alanlarda yaşayan varlıklarının birbirleriyle belli şartlar altında
ilintili olmasını ve ilişki kurmalarını mümkün kılar. Bu doğal bir durumdur.
İnsanoğlunun aynı atmosfer altında ve mekânlarda birlikte yaşamak zorunda kaldığı
cansızlar âlemi, bitkiler, hayvanlar ve milyarlarca mikrobik varlıkların mevcudiyeti
düşünüldüğünde bunun ne denli zorunlu, zorunlu olduğu kadar da doğal olduğu
anlaşılır. Ortak fiziko-sosyal alanlarda yaşansa bile her varlık türünün kendi fıtrî
özelliklerinin bir gereği olarak kendine özgü yaşama alan ve şartları da Allah tarafından
yaratılmıştır. Bu yüzden aynı mekânlarda yaşamalarına rağmen her varlık türü diğerinin
hayatlarını idame ettirmesine engel olmamakta, olamamaktadır.
İslam âlimleri arasında insanlarla cinler arasındaki etkileşim konusunda görüş ayrılıkları
bulunmaktadır. Cinlerin insanlara vesvese vermek gibi bazı etkilerinin olabileceği
hususu prensip olarak kabul edilmiştir. Mesela Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî gibi Sünnî
âlimler, cinlerin sadece vesvese vermek suretiyle insanlara etkili olabileceğini kabul
etmektedirler. Ehl-i sünnet âlimlerine göre insanlarla cinlerin birbirlerine tesir etmeleri
mümkün görülmüştür. Zira Kur'an'da, faiz yiyenlerin kıyamet günü şeytanın çarptığı
kimselerin kalkışı gibi kalkacakları belirtilmiş; bir hadiste de şeytanın insan bedeninde
kanın dolaştığı gibi dolaştığı bildirilmiştir. Buna göre şeytanlar gibi cinlerin de insanları
etkileyebileceği ve meselâ onları saralı hale getirebileceği sonucuna varılabilir. Cinlerin
insanlar üzerinde etkili olabileceğini benimseyenlerin bir kısmı bunun daha çok sihir ve
büyü ile ortaya çıktığını söyleyerek cinlerin bu nevi işlerde kullanılabileceğini ileri
sürmüşlerdir. Ancak önde gelen âlimlerin çoğunluğu, cinlerin tesirinden kurtulmak veya
ona maruz kalmamak için Kur'an okuma dışında herhangi bir yola başvurulmasını
tasvip etmemişlerdir. Mu'tezile'den Amr b. Ubeyd ve Kadî Abdülcebbâr gibi âlimler bu
hususta Sünnî görüşü paylaşırken büyük bir kısmı da cinlerin insanlar üzerinde hiçbir
etkisinin bulunmadığı kanaatindedirler.
19
ÖZET
Kitap kavramı, kelime olarak “yazmak ve yazılı belge” anlamına gelir. Terim olarak
“Yüce Allah’ın insanlara yol göstermek üzere peygamberine vahyettiği beyan ve
mesajları ihtiva eden yazılı ilahî belgeler” dir. Kitap, kelimesinin çoğulu “Kütüb”dür.
İslâm akaidine göre ilâhî kitaplara iman etmek, inanılması zorunlu olan
esaslarındandır. Bu husus, ayet, hadis ve ümmetin icması ile kesin olarak sabittir. Bu
itibarla Müslüman olmak için ilâhî kitaplara iman etmek farz; inkârı küfürdür. Suhuf ve
Kitaplar arasında Allah tarafından gönderilmiş olmaları açısından ayırım yapmamak
kitaplara imanın makbul olması için zorunludur. Buna göre ilk suhufa- sayfalara; Hz.
İbrahim’e ve Hz. Musa’ya verilen suhufa; Tevrat, Zebûr, Incil ve Kur'an'a iman etmek
farzdır. Müslüman, Kur’an-ı Kerîm dışındaki diğer kutsal kitapların şu andaki tahrif
edilmiş şekillerine değil, Allah'tan gelen bozulmamış orijinal şekillerine inanmakla
yükümlüdür. Allah kelâmı olmaları bakımından kutsal kitaplar arasında hiçbir fark
yoktur. Ancak gönderilen peygamberler ve ümmetleri, içerdikleri hakikatler, üslup
zenginliği ve hacim açılarından birbirlerinden farklıdırlar.
Cinler, Allah tarafından yaratılmış, mümin ve kafiri, hayırlı ve şerlisi bulunan,
duyularla algılanamayan gizli mükellef varlıklardır. Tek başına akıl ve ilim şu ana dek
cinlerin mahiyetleri ve özellikleri hakkında kesin bilgi elde edemediği için Cinlerin
varlığı, Kur'ân-ı Kerîm ve sahîh hadîslerle sabittir. Cinler, insan türünden önce ateşten
yaratılmış, mükellef şuurlu yiyip-içen üreyen gözle görünmeyen canlılardır.
İblis ve şeytan birbirinden türeyen duyu ötesi varlıklardır. İblis terim olarak Allah
Teala’nın Âdem’e secde etme emrine isyan ederek Allah’ın lanetine uğramış,
şeytanların atası ve insan soyunun amansız düşman olan duyu ötesi gizli bir canlıdır.
İblis ve şeytanların varlığı, melek ve cinler gibi duyu ötesi görülemeyen latif canlılar
olduğu ayet ve hadisler ile sabit kesin dinî bir hakikattir. Genel kabule göre İblîs
meleklerden değil, cinlerdendir ve şeytanların atasıdır.
Okuma Parçası
ALLAH’IN KELAMI KUR'AN YARATILMAMIŞTIR (GAYR-I MAHLÛK)
(İmam Eş’ari, Bahrül-Kelam)
Bizden Allah’ın kelamı olan Kur'an’ın mahlûk olmadığına dair delil istendiğinde, şöyle
denilir:
Allah’ın “Yine göğün ve yerin O'nun emriyle durması da Allah’ın âyetlerindendir” sözü
Kur'an’ın yaratılmamış olmasının delillerindendir. Zira Allah’ın emri, O’nun sözü ve
buyruğudur. Allah yerile göklere görevlerini yapmalarını emrettiğinden beri, aksaklık
olmadan vazifelerini yapıyorlar. Yer ve göklerin ayakta durması, O’nun buyruğuyladır.
Nitekim “İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O'na aittir” buyurmuştur. Yaratmanın
içinde bütün yaratılmış varlıklar dahildir. Çünkü kelamın ibaresi, umumi olursa, onun
20
manası da hakikat olur. Bizim için herhangi bir delil olmaksızın, kelamı gerçek
anlamından değiştirmek caiz değildir. Madem ki Allah “İyi bilin ki, yaratmak da
emretmek de O'na aittir. Ne ulu, o alemlerin Rabbi olan Allah!” buyurmuştur, bu
yaratılmışların hepsini kapsamaktadır. yine Allah’ın, “emir” terimini, “yaratmak”tan
ayrı kullanması, “Allah’ın emri” nin gayr-i mahlûk olduğuna delalet etmektedir.
Bir kimse, Allah “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ve Mikail’e
düşman olursa, bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır” buyurmadı mı? derse, ona şöyle
cevap veririz:
Kur’an icmâ ve delil ile tahsis edilir. Âyette Allah teâla, kendini ve meleklerini belirtti.
Fakat Allah, Cebrail ve Mikail birer melek olmalarına rağmen, melekler terimini ayrı
kaydetti. Sanki O’nun zikrettiği melekler Cebrail ve Mikaildir. Melekleri andıktan sonra
Cebrail ve Mikail’in ikisini belirtti. Halbuki Allah, “İyi bilin ki yaratmak da emretmek
de O’na aittir” buyurmuştur. Hiçbir âyette yaratma fiilini belli konulara indirgemedi.
Allah’ın “Biliniz ki yaratmak O’na özgüdür” buyruğu bütün yaratıkları içine almaktadır.
Öte yandan “emir” i, “yaratmak” tan sonra andı. Böylece Allah emri, yaratmaktan
ayırdı. Allah’ın emri, O’nun kelamıdır. İşte bu Allah’ın kelamının “gayr-ı mahlûk”
olduğunu göstermektedir. Allah, “önünde de sonunda da emir Allah'ındır” buyurdu.
Yani halkı yaratmadan önce de yarattıktan sonra da, emir O’nundur. Bu da emrin
yaratılmamış olduğunun alametidir.
Kur’an’ın yaratılmamış olduğunun bir başka delili, Allah’ın kitabında, O’nun kelamının
gayr-ı mahlûk olduğuna delalet eden “Bizim, herhangi birşey için sözümüz onu murat
ettiğimiz zaman, yalnızca ona:"Ol!" dememizdir. O da hemen oluverir” âyetidir. Eğer
Kur'an, mahlûk olsaydı, Allah’ın ona “ol” demesi gerekecekti ve o da hemen
oluverecekti. Eğer Allah Kur'an hakkında “ol” derse, bu söz diğer bir kavli icap ettirir,
bu da üçüncü bir emri gerekli kılacaktı ki, bu sonsuza kadar devam ederdi. Bu durumda
“emir” ya gayr-ı mahlûk olarak değerlendirilecek, ya da sonsuza kadar devam eden ve
gerçekte muhal olan, kısır döngü oluşacaktı. Buna göre Allah kelamının yaratılmamış
olduğu sahih olarak sabittir.
Bir kimse, “Allah bir şeye “ol” deyip, onun olduğunu ifade eden âyetin anlamı, ancak
Allah’ın o şeyi ihdas edip, oluvermesidir” derse, şöyle yanıt verilir:
Âyetteki “yalnızca ona dememiz” (en nekûle leh) den açık olan, Allah’ın o şeye
emretmesidir. Allah’ın sözünün bütün eşya için “ol” (kûnî) demiş olması caiz olmaz.
Zira bu durumda bütün eşyanın, Allah’ın sözü olması gerekir. Bunu kim iddia ederse,
büyük bir iftira atmış olur. Çünkü o, insan, at, eşek ve bunların dışında dünyada var olan
varlıkların, Allah’ın kelamı olmasını icap ettirir. Bunu ileri sürmek ise, şaşkınlıktır.
Madem ki, bu iddia imkânsızdır, öyle ise, Allah sözünün mahlûkata “ol” (kûnî) demesi
gösteriyor ki, bu kelâm mahlûkattan başkadır. Eğer “kün” emri o yaratıklardan başka
ise, Allah kelamı mahlûk olmaktan elbette çıkmış olur. Allah kelamının mahlûk
olduğunu iddia eden kimsenin, Allah’ın “konuşan” olmadığını da ispat etmesi gerekir.
Tıpkı Allah’ın ilminin mahlûk olduğunu iddia etmek gibi, bu da temelsizdir. Eğer Allah
alîm olmayacak olsa, o zaman O’nun alîm olmaması gerekir. Allah’ın ilminin zıddıyla
21
vasıflanmış olması, caiz olmadığı için, Allah’ın, ilminin aksiyle nitelenmiş olması
mümkün değildir. Çünkü kelamın zıddı olan sükut ve eksiklikle kelam beraber olmaz.
Nitekim ilim, zıttı olan cahillik, bilgisizlik ve kuşku haliyle birlikte bulunmaz. Allah,
bilginin aksi olan cahillikle nitelendirilemez. Bundan dolayı kelamın, zıttı olan sükut ile
nitelendirilmesi müstahildir. Böylece Allah’ın alîm olması icap ettiği gibi, mütekellim
olması da icap etmektedir.
Tezle ilgili bir başka delil ise, Allah’ın “De ki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için
deniz mürekkep olsaydı, kesinlikle Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi, bir
misli de yardımcı getirsek bile” şeklindeki buyruğudur. Eğer denizler mürekkep olsa da
kullanılsa, tükenir, kalemler biter, fakat Allah’ın sözleri son bulmaz. Tıpkı Allah’ın
ilminin yokluğa ulaşmadığı gibi. Eğer bir kimse Allah’ın kelamının tükeneceğini
düşünse, Allah’a eksiklik nispet etmiş olur. Binaenaleyh, Allah hakkında bu caiz
olmadığı gibi, O’nun mütekellim (buyurucu) olması doğrudur. Çünkü eğer O,
mütekellim olmamış olsa, sükut ve eksiklikle nitelendirilmiş olurdu. Allah, bu tür
düşüncelerden yücedir.
Öte yandan Allah, kendi irâdesini bir başka varlıkta yaratmaz. Yine O, kelâmını bazı
nesnelerde halk etmez. Eğer Allah’ın irâdesi bir kısım varlıklarda yaratılmış olsaydı, o
nesne, “irâde eden” olurdu. Bu ise mümkün değildir. yine Allah’ın kelamını bir varlıkta
yaratması caiz değildir. zira bu durum, o mahlûkun mütekellim olmasını gerektirir.
Oysaki Allah sözünün mahlûk olması müstahildir.
Biliniz ki, Cehmiyye’nin, “Allah kelamı olan Kur'an yaratılmıştır” şeklindeki görüşleri,
Allah’ın mütekellim olmadığı düşünüldüğünde, O’nun, putlar gibi, konuşmayan ve
hitap etmeyen bir varlık olduğunu kabul etmek icap ediyor. Çünkü Allah Hz. İbrahim
(as) bağlamında müşriklerin “Dediler ki: "Bunu bizim tanrılarımıza kim yapmış?"
şeklindeki sözlerini aktardıktan sonra, Hz. İbrahim’in “(İbrahim): "Belki onu şu
büyükleri yapmıştır; sorun bakalım onlara, eğer söyleyebilirlerse" dedi” şeklindeki
sözünü rivâyet etti. Bu ifadelere göre putlar, müşriklerin aleyhinde delil olmuştur.
Mademki onlar konuşmaz ve söyleyemezlerse, tanrı olamazlar. Çünkü konuşamayan
tanrı olamaz. Mademki Allah, isterse putları diriltebilir ve konuşturabilir ama yine de
onlar tanrı olamazlar. Zira kendisinden kelam müstahil olan bir varlık nasıl tanrı
olabilir? Allah putların niteliklerinden uzaktır. Öyle ise her türlü eksikliklerden
münezzeh olan Allah’ı, konuşamayan putların derecesinden daha aşağıya düşürmek caiz
değildir. Bu nedenle Allah’ın mütekellim olması zorunludur.
Allah teâla kendisinden haber vererek, “"Bugün mülk kimindir?” dedi. Rivayetlere göre
Allah, bunu söylediğinde, hiçbir şey karşı çıkmadı ve devamla buyurdu: “"Bir olan,
herşeyi kudreti altında tutan Allah'ındır" (denir). Allah, içerisinde insan, melek, canlılar,
cinler, ağaçlar ve taş parçalarının da bulunduğu mahlûkatın geçici olduğunu
vurgulamıştır. Buna göre Allah’ın kelamının mahlûkattan başka olduğu anlaşılmaktadır.
Zira kelâm öncesi varlıklardan hiç birisi mevcut değildi.
Öte yandan Kur'an’da, “Allah, Musa’ya hitap ile konuştu” buyurulmuştur. Hitap, kelam
ile konuşmadır. Mütekellimin bir başkasına hulul ederek konuşması caiz değildir. Bu
22
ister bir mahlûk, isterse bir başka varlık olsun. Nitekim bu türlü bir hulul, ilim için de
söz konusu değildir.
13.5. DEĞERLENDİRME SORULARI
S.1)İlahî Kitaplara Allah Teala tarafından indirildikleri için ne ad verilmiştir?
A) Kitab-ı münzel.
B) Kitab-ı münzele.
C) Kütüb-ü münzele.
D) Kütüb-ü tenzile.
E) Semavî Kitaplar.
S.2)Kendisine elli sayfa verilen peygamber, kimdir?
A) Hz. İdris.
B) Hz. Şit.
C) Hz. Adem.
D) Hz. İbrahim.
E) Hz. Musa
S.3) Melekler neden yaratılmıştır?
A) Su.
B) Saf ateş.
C) Dumansız ışık.
D) Nur.
E) Beyaz Nur
S.4)Dört büyük melekten olduğu halde Kur’an’da adı geçmeyen melek hangisidir?
A) Azazîl.
B) İsrafil.
C) Mikail.
D) Cebrail.
E) Azrail
S.5) Cinler neden yaratılmıştır?
A) Nurdan.
B) Soğuk ateşten.
C) Yakıtsız ateşten.
23
D) Saf ateşten.
E) Dumansız ateş korundan
CEVAPLAR
1- C
2- B
3- D
4-E
5-D
24
13. 6. KAYNAKLAR
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay. İst. 1413/1992.
Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhu’l-Ekber, İst., 1955.
Bilmen, Ö. N., Muvazzah İlm-i Kelam, İst. 1955.
Buharî, Sahih, Çağrı Yay. İst. 1413/1992.
Ebu Davud, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1413/1992.
Ebu Zehra, Muhammed, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, (trc. Âkif Nuri) İstanbul 1978, s. 105-107;
Eş’ari, el-İbane, trc. Ramazan Biçer, İstanbul: Gelenek Yayınları, 2010.
Fahreddin er-Râzi, Mefâtihu'l-Gayb, Ankara, 1990, 8/417.
Gölcük, Şerafeddin –Toprak, Süleyman, Kelam, Konya, 1988.
Nûreddin es-Sabûnî, el-Bidaye, (trc.Bekir Topaloğlu, Maturîdî Akaidi, Diyanet Yay., Ank.2005.
Pezdevî, Usûlu’d-dîn, (trc. Ş.Gölcük, Ehl-i Sünnet Akaidi), Kayıhan Yay., İst. 1980.
Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, (hz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, İst.1991.
Yavuz, Y. Şevki, İslam’da İnanç Esasları, İFAV. Yay. , İst., 1998.,
Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İst.1938.
Yüksel, Emrullah, Sistematik Kelam, İz Yay. İst. 2005
25