açmak için tıklayınız.

1
İNSANOĞLUNUN MAHŞER SERÜVENİ
Kâinatın Yaratılışı
Halen geçerli olan ve doğruluğuna inanılan “Big Bang”
teorisine göre kâinat, yoktan var edilmişti. Şöyle ki, önce,
madde ve enerjiden oluşan “iptidai atom” meydana getirilmiş;
sonra adına “Big Bang” denilen büyük bir patlama ile atom
parçacıkları
yaratılmış,
daha
sonra
da
bu
parçacıklardan
atomlar, atomlardan gaz ve toz bulutları, bulutlardan galaksiler
ve galaksilerden de kâinat oluşmuş. Fakat büyük patlamanın ne
zaman gerçekleştiği konusunda bugünkü bilim verilerine göre
kesin bir rakam belirtilmesi mümkün görülmemekte. Ancak,
bazı bulgular bu tarihin 15 milyar yıl önce gerçekleştiği
yönündedir
(TUNA, T. Fizik Yük. Müh. Etrafımızdaki Hava, Yeni Asya
Yayınları, İstanbul, 1981).
Bilinen başka bir gerçek de, kâinatı oluşturan galaksi
kümelerinin devamlı birbirlerinden uzaklaşmakta, genişlemekte
ve
belirli
yörüngeler
takip
edip
uzayda
hareket
halinde
olduklarıdır. “Semayı biz kurduk ve onu biz genişletmekteyiz”
(51.Zariyat Sûr./47),
“Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir.
Bu, üstün hüküm ve hikmet sahibi Allah’ın takdiridir.”
(36.Yasin
Sur./38).
Galaksilerin
oluşması
ile
içinde
bulunduğumuz
güneş
sistemi yaratılmış ve Dünya’mız da özel bir ihtimamla canlı
hayatın başlamasına hazırlanmıştır. Yapılan hesaplara göre
2
güneş sisteminin yaratılışı günümüzden 10 milyar yıl öncesine
uzanır.
1900’lu yılların en önemli gelişmesi, insanoğlunun fiziki
olarak Ay’a gidip dönmesi ve beraberinde getirdiği toprak-taş
gibi materyallerin Dünya’dakinin bir benzeri olduğu gerçeğinin
bilime kazandırılmış olmasıdır. Bu da “Big-Bang” teorisinin
doğruluğunu güçlendirmektedir.
Dikkat edilirse, “Güneş sisteminde” bulunan gezegenler bir
birinden belirli mesafelerdeki konumlarını (manyetik çekim
güçlerini)
koruyarak
yaratıldığı
andan
itibaren
kendi
yörüngelerinde dönüşlerine devam etmektedirler. Bu nedenle
ne Güneş’in Dünya’ya ne de Dünya’nın Güneş’e yaklaşması söz
konusudur. Nitekim Yüce Allah’ın:
-“Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık
(54.Kamer Sûr/49).
-Güneş
ve
(55.Rahman Sûr/5)
Diğer
bir
Ay
bir
hesaba
göre
hareket
etmektedir
buyruğu da bu yöndedir.
gerçek
de
tüm
kâinat
ve
üzerindeki
yaratılmışların varlığı sonsuz değil, belirli bir süre sonra Allah’ın
emri ile yok olacaklardır. Biz bu değişimi “Kıyametin kopması”
olarak isimlendiriyoruz.
Hz. Âdem Ve Hz. Havva’nın Yaratılışı
Hz. Âdem balçık çamurundan yaratıldığı esnada üreme
hücresine bütün insanların bedeni karakterleri toplu bir program
halinde verilmiştir. Bu nedenle Hz. Havva, ayrı bir balçıktan
3
yaratılmamış ve Hz. Âdem’in vücudundan alınan örneklerle
bedeni oluşturulmuştur. Nitekim Yüce Rabbim:
“Sizi bir candan (Âdem’den) yaratan ve bu candan da,
gönlü kendisine meyledip huzur bulsun diye eşini (Havva’yı)
yaratan O’dur.”
(7.Araf Sur./189)
buyurmaktadır.
Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennetteki Yaşamları
Hz.
Âdem
ve
eşi
yaratıldıktan
sonra
Cennet’te
ilk
yaşamlarına başlarlar. Böylece, “nimet-külfet” dengesi kurulur.
Yani kişiye, verilen kolaylık ve olanaklar karşılığında sorumluluk
görevi de yüklenir. Nitekim Cennet’te çalışma ve meşakkatten
öte her türlü nimetten yararlanıp yaşamaları karşılığında, yasak
ağacın meyvesinden uzak durmaları, kendilerine düşman olan
şeytana uymamaları istenir. Böylece ilk insan, ilk imtihana tabi
tutulur. Bu, nefis ile akıl mücadelesinin de başlangıcı olur.
Şeytanın sözlerine aldanıp kural dışına çıkmamaları gerekirken,
başarılı olamazlar bu ilk deneyimlerinde. Nefis aklın önüne geçip
uzanır elleri yasak meyveye. Yemesi kolay, fakat çıkarması
sorun olur başlarına. Bakarlar ikisi de birbirine; çünkü çıkmıştır
edep
yerleri
meydana.
Her
ne
kadar
ağaç
yapraklarıyla
örterlerse üzerini, yine de görünür az da olsa birer yerleri.
Utanırlar, sıkılırlar, yaptıklarına olurlar pişman. Ancak, iş işten
geçmiştir artık; son pişmanlık çare olmaz kendilerine
Sûr/107-121).
(20.Taha
4
Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten Çıkarılışı
Bunun üzerine; Yüce Yaratan Âdem ile Havva’ya:
- “Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın size
apaçık
bir
düşman
olduğunu
söylememiş
miydim?”
diye
seslendi. Âdem ve Havva, Allah’ın bu seslenişine cevap olarak,
“Rabb’imiz biz kendimize haksızlık ettik; eğer bizi bağışlamaz ve
bize
acımazsan
dediler.”
kuşkusuz
zarara
uğrayanlardan
olacağız,
(7.Araf Sur./22-23).
- “Allah, pişmanlık ve içten gelen samimi yalvarışları işitti.
Onların tövbelerini kabul etti ve “ Birbirinize düşman olarak inin
aşağı. Sizin için dünyada belli bir süreye kadar yerleşeceğiniz
bir yer ve geçimlik vardır.” “Orada yaşayacaksınız, orada
öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız” (7.Araf
Sur./24-25)
diye buyurdu.
Böylece Hz. Âdem ve Hz. Havva, insan nesli için yaratılan,
birçok canlı ve cansız varlıklarla donatılıp yaşamı sürdürmeye
uygun hale getirilen yeni mekânları Dünya’ya teşrif ederler.
Onlar ve onlardan sonra gelen insan nesli için zorlu bir hayat,
çetin yaşam mücadelesi de başlamış olur. Çünkü insan neslini
kötülük işlemeye iten nefis ve şeytan hiçbir zaman yakasını
bırakmayacaktır.
İnsanın Yaratılış Özelliği
İnsan yaratılışındaki özellik itibariyle melek ve şeytandan
farklı bir yapıdadır. Melek iyilik, dürüstlük, güzel davranış
5
sembolünü temsil eder. Şeytan ise kötülük ve düşmanlık
karakterini yansıtır. İnsan ise yaratılışında her iki davranışı
yapabilecek özellikleri taşır. Şöyle ki, Allah insana, akıl, zekâ,
irade gücü ile beraber beş duyu organını vererek yaşam
mücadelesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca peygamberler aracılığıyla
da neyin iyi (helâl), neyin kötü (haram) olduğunu açıklayarak
doğru yolu göstermiştir. Ancak, bu olumlu olanakların karşısına
nefsini çıkararak şeytanın yanıltmasına da zemin hazırlanmıştır.
Böyle bir yapılanmada insanoğluna, Allah’ın buyrukları ile
şeytanın güdümündeki nefsinin dürtüleri arasında hangi yönde
tercih kullanacağına dair kendisine yetki verilmiştir. Ancak,
tanınan bu yetkiden dolayı da sınava tabi tutulma sorumluluğu
yüklenmiştir. Böylece serbest iradesiyle karar verip uygulamaya
koyduğu düşünceler, ileride kendisinin ahret hayatını belirleyen
etkenler olacaktır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, yaşam süresince, Allah’ın doğru
yoluna (emir ve yasaklarını uygulamaya) yönelip imtihanını
başarı
ile
sonuçlandıran, diğer
bir
deyişle
aklını
kullanıp
belirlenmiş kurallar içerisinde Yaratan’ına yönelen, gerçek bir
mü’min,
Cennet
ödülüne
namzet
kişi
olacaktır.
Şeytanın
vesvesesini çözüm yolu kabul edip tercihini bu yönde kullanan
kişi de, Yüce
Rab’binin
isteklerine uymadığı için sınavını
kaybetmiş Cehennem’lik olanlardan sayılacaktır.
Dünya Yaşamının Son Durağı
Dünya yaşamı, geçici bir eğlence ve oyundan ibaret olup
insanın geleceğini belirleyen sınav yeridir. Her şeyin bir sonu
6
olduğu gibi insanoğlunun dünya yaşamı da, ölümle sonuçlanır.
Ölümün vakti ise, Allah’ın ilminde belirlenmiş bir yazı olup ne
öne alınır, ne de sona bırakılır. Yüce Rab’bimizin buyruğu da bu
yöndedir:
- “Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın.
(Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır”
(3.Âli İmran Sûr/145).
- “Hiçbir toplum, ecelini geçemez ve ondan geri de
kalamaz”
(15.Hicr Sûr/5).
“İlâhi düstur”daki ifadeye göre, insanoğlunun bedeni,
önce balçık çamurundan oluşturulmuş, sonra da içine Allah’ın
ruhundan üflenerek canlılık kazandırılmıştır
(15.Hicr
Sûr/28-29).
Ölüm olayı ise, ruhla bedenin ayrışması; yani her şeyin aslına
dönüş işlevidir. Şöyle ki, ölüm melekleri kişinin ruhunu alıp
Rab’bine götürürken cansız bedeni de kabrine konularak toprak
olması sağlanır. Böylece insanoğlu, kıyamete kadar geçici
mekânında bekletilir.
Kıyametin Kopması
Yüce Rab’bimiz kıyamet alametleri hakkında biz kullarını
bilgi sahibi yaparken ne zaman kopacağı hususunu ise saklı
tutup bildirmemiştir. Elbette bunun da geçerli birçok nedeni
vardır. Kıyamet koparken kâinatta meydana gelecek bozulma
ve dehşet verici olayların serüvenini Kur’an’ın bildirdikleriyle
öğrenmeye çalışalım:
Rabbil âlemin buyuruyor:
- Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin
depremi müthiş bir şeydir!
7
- Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu
unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş
bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın
azabı çok dehşetlidir!
(22.Hac Sûr/1,2)
-“ Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün kişi
annesinden,
babasından,
kardeşinden,
eşinden
ve
çocuklarından kaçar. (Çünkü) O gün, herkesin kendine yetip
artacak bir derdi vardır.
(80.Abese Sûr/33-37)”
O, ancak Sûr’a üflenen şiddetli bir sesten ibaret olup
(37.Saffat
Sûr/19)
Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki
herkes ve yerdeki herkes ölür
(39.Zümer Sûr/68).
Yalnız canlılar
değil, Güneş ve yıldızlar parçalanır, gök yarılıp kızarmış yağ
rengine dönüşür
(55.Rahman Sûr/37).
dağlar her tarafa toz olup savrulur
Dünya sarsıldıkça sarsılır,
(56.Vakıa Sûr/4,5,6).
Orada ne
bir iniş ne de yokuş görülür; yerleri dümdüz olur
Sûr/107).
Güneş ve yıldızların ışıkları söner
(20.Taha
(77.Mürselat Sûr/8).
Dünya da karanlıklara bürünür.
Sûr’a ikinci kez üflenince tüm canlı varlıklarla beraber
insanlar
da
diriltilip
kabirlerinin
dışına
çıkarılır
ve
tekrar
bedenlerle ruhlar birleştirilir. (Kafir olanlar) “Eyvah bize! Bu
ceza günüdür” derler
(37.Saffat Sûr/19,20).
Allah’ın nuru ile aydınlanır
Bu defa Yeryüzü de
(39.Zümer Sûr/69).
Hz. Peygamber’imizin (S.A.V.) ifadesiyle, “artık insanoğlu
öldüğü tarihteki yaşta değil, bu ikinci yaşamında 30 yaş
görünümde ve kılsız olarak dirilmiş olur
(Tirmizi, Cennet:8, 23)”.
Her
insan, yanında görevli (biri sürücü ve biri de şahit) iki melek
tarafından hızla Allah’ın huzuruna, diğer bir ifadeyle “Mahşer
8
yerine”
götürülür
tutuşturulur
(50.Kaf
Sûr/21).
Cehennemin
ateşi
de
(81.Tekvir Sûr/12).
Mahşer yerine yalnız insanlar değil, Kur’an-ı Kerim’de:
”Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla
uçan kuşlardan ne varsa hepsi
getirilecekler.”
(6.En’am Sûr/38)
toplanıp Rablerinin huzuruna
denilmektedir.
Yüce Allah buyuruyor:
“Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda
vermezler. Çünkü
görendir”
Allah
aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı
(60.Mümtehıme Sûr/3).
O gün her ümmetten birer şahit (Peygamberler) getirilir;
Hz. Muhammed (S.A.V.) de hepsinin üzerinde şahitlik yapar
Nisa Sûr/41) (16.Nahl Sûr/89).
(4.
Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden
hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez
(20.Taha Sûr/109).
Kıyamet günü için adalet terazileri kurulur. Artık kimseye,
hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi
kadar dahi olsa, o (adalet terazisine) getirilir
(21.Enbiya Sûr/47).
Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilir
ve sevinçli olarak ailesine döner. Kimin de kitabı arkasından
verilirse, derhal yok olmayı ister ve alevli ateşe atılır
(84.İnşikak
Sûr/7-12).
Suçlular, “onda yazılı olanlardan korkarak vay halimize, bu
nasıl
kitapmış,
küçük
büyük
hiçbir
şey
(yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!"derler
bırakmaksızın
(18.Kehf Sûr/49).
Yüce Allah’ın buyruğu gereğince, kendilerine peygamber
gönderilen kimseler de, gönderilen peygamberler de sorguya
çekilir
(7.Araf Sûr/6).
O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış
olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik eder
(24.Nur Sûr/24).
O
9
gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar
kurtuluşa ereceklerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar,
Allah’ın âyetlerine karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini
ziyana sokarlar
(7.Araf Sûr/8,9) (23.Mü’minun Sûr/102,103).
Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık
vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak
yaptıkları kadar ceza görürler
Bu
aşamada
akla
(28.Kasas Sûr/83,84).
şöyle
bir
soru
gelebilir:
“Hangi
konulardan, nelerden sorguya çekileceğiz?” diye!... Yine bunun
cevabını Yüce Rab’bimiz bildiriyor: “Doğrusu Kur'an, sana ve
kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız”
(43.Zuhruf Sûr/44).
Peki, nasıl bir sorumluluk? Allah’ın, Kur’an’daki
emir ve yasakları ile haram ve helâl olanlara ne derece uyulup
uyulmadığını belirleyen hesaba çekilme sorumluluğu!…
İnsanların Sınıflara Ayrılışı:
Rabbil-âlemin buyuruyor:
“Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün
kılmışızdır!
Elbette
ki
ahret,
derece
ve
üstünlük
farkları
bakımından daha büyüktür” (17.İsra Sûr/21).
Mahşer
yerindeki “Yüce Adalet Divanında” hesaba
çekilen insanlar dünyada kazandığı (sevap ve günahlarının
ağırlıklarına göre) üç sınıfa ayrılırlar:
1. Sağdakiler,
2. Soldakiler,
3. Öndekiler( Allah’a yakın olanlar).
10
Bu ayırım, (56. Vakıa Sûresi’nde) şöyle ifade edilir:
“7. Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman,
8. Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!
9. Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar!
10. (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler.
11. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır,”
Ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık
ve Naîm cenneti vardır”
(56.Vakıa Sûr/88,89).
Ayrıca, hayırda önde
olanlar ile sağdakilerin amel defterleri sağdan verilir
Sûr/19-21).
(69.Hakka
Onlar yürürken de önlerini amellerinin nuru aydınlatır
(57.Hadid Sûr/12);
ve şöyle derler:” Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim
için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin”
(66.Tahrim Sûr/8)
Amel
derler.
defteri
soldan
verilenler
ise
Cehennemliklerdir
(66.Tahrim Sûr/30).
Cehennem ve Özellikleri:
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde Cehennem kelimesi, âhirette
günahkârların cezalandırılma yeridir. Cennet’te olduğu gibi
Cehennem’in de tanıtılması, her ne kadar dünyada mevcut olay
ve mekânlara mecâzi olarak benzetilmekte ise de, bunun
gerçek mahiyeti bilgimiz dışındadır. Örneğin, Cehennem’de
alevli ateş, kaynar su, zakkum ağacı ile 7 kapısı ve 19
bekçisinin (zebâni) bulunduğu ifade edilir. Kur’an’da Cehennem,
37 yerde geçmiş olup aynı anlamda” Cahim, Sair, Leza, Hutam,
Haviye ve Nar” kelimeleri de kullanılmıştır.
11
Rabbimizin
yerinde
kesinleşmiş bir
sorgusu
tamamlanan
Cehennem’e sevk edilir
hükmü
tüm
(19.Meryem Sûr/71).
gereğince, Mahşer
insanlar
öncelikle
Orada, haklarında
azap hükmü gerçekleşmiş günahkârlar zincire vurulmuş olduğu
halde Cehennem’e atılırken
(19.Meryem Sûr/72),
Allah’ın kurtuluş
lütfüne hak kazanmış olanlar da derecelerine göre Cennet’lere
götürülür.
Şurası muhakkak ki, kim Rab’bine günahkâr olarak varırsa,
Cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!
(20.Taha Sûr/74) (Tahrim Sûr/6).
Yine Kur’an-ı Kerim’de, Cehennem’in ne kötü dönüş yeri
olduğu, yakıtının insan ve taşlardan oluştuğu, kaynarken
çıkardığı uğultunun duyulduğu, oraya bir topluluk atıldığında
onun bekçileri onlara: “Sizi bu azap ile uyaran bir uyarıcı
gelmedi mi?” diye sordukları ve onların da: “Evet bizi uyaran
uyarıcı geldi, fakat biz onu yalanladık, Allah hiçbir şey
göndermedi, siz olsa olsa bir sapıklık içindesiniz” diye
söyledikleri, “Eğer düşünen ve akıl edenlerden olsaydık şimdi
burada bulunmazdık!” dedikleri, ifade edilmiştir (Mülk Sûr/6-10).
Ayrıca, günahkârların yemeğinin zakkum ağacı olduğu,
onun karınlarında maden eriği gibi kaynadığı, bu yetmezmiş gibi
Zebaniler tarafından Cehennem’in ortasına sürüklendiği, sonra
azap olarak başlarına kaynar su döküleceği, açıklanmaktadır.
(44.Duhan Sûr/43-48).
Allah Rasûlü de buyurdu ki: “Allah Cennet ehlini Cennet’e
kor; O dilediğini rahmetiyle Cennet’e sokar. Cehennem ehlini de
Cehennem’e sokar;” sonra: “Bakın, kalbinde hardal tanesi
kadar iman olan kimi bulursanız, onu Cehennem’den çıkarın.”
12
der. Bunun üzerine böyleleri kömür gibi yanıp kavrulmuş olarak
Cehennem’den çıkarılırlar ve hayat veya hâya nehrine atılırlar.
Orada, sel kenarındaki otun bitişi gibi biterler. Siz, o otun, nasıl
sapsarı kıvrılmış olarak çıktığını hiç görmediniz mi?”
(Müslim,
Kitab-ul Iman:82).
Hadis-i Şerif’te, kalbinde hardal tanesi kadar iman olan
kimseler,
Cehennem’den
çıkarılıp
Cennet’e
girecekleri
müjdeleniyor. Ancak, belirtmek gerekir ki, onların Cehennem’de
ne kadar süre kalacaklarını tayin etmek elbette mümkün
değildir.
Bu
sürenin
takdiri,
Allah’a
aittir.
Büyük
günah
işleyenler de (Allah’a şirk koşanlar dışında) Cehennem’de
devamlı
kalmayacak,
cezalarını
çektikten
sonra
Cennet’e
gideceklerdir.
Cehennem’le ilgili bilgiler kısıtlı olması nedeniyle hakkında
daha fazla yorum yapmak mümkün görülmemekte, yapılsa da
verilecek bilgi hem yanıltıcı ve hem de gerçek dışı olacaktır. Bu
nedenle Kur’an ve hadislerde belirtilen bilgiler ışığında bizlerin
bilmesinde yarar görülen hususlar aşağıda özetlenmiştir:
(1) Cehennemin ceza çekme yeri olduğu,
(2) Buraya ceza gününde günahı sevabından ağır olanların
atılacağı ve azabın çok şiddetli olacağı,
(3) Dünya yaşamında “Kelime-i Tevhit” Allah’tan başka
ilâh olmadığı, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Allah’ın kulu ve elçisi
olduğuna inanmış her Müslüman’ın cezasını çektikten sonra
Allah’ın takdir ve izniyle Cennet’e gideceği,
(4)
Allah’ın
kendilerine
şefaat
etme
izni
verilenlerin
yapacakları şefaat ile de bazı Cehennem ehlinin yine Allah’ın
bağışlaması ile Cennet’e gidecekleri
(2.Bakara Sûr./255),
13
(5) Kâfir ve münafıkların ise Cehennem’de devamlı kalıp
işkence çekecekleri
(9.Tövbe Sûr/68),
(6) Münafıkların
cezaları daha
ağır
Cehennem’in en aşağı tabakasına atılacakları
olması nedeniyle
(4.Nisa Sûr./145).
CENNETLER:
Cennet, Kur’an-ı Kerim’de ahret hayatında, takva sahibi ve
günahtan temizlenmiş Müslümanlar için hazırlanmış, akılla
tasavvur edilemeyecek kapsamda ferah ve huzur yeri olarak
zikredilmiştir.
Kur’an’da
ismi
geçen
ve
Müslümanları
özendirmek amacıyla tanıtılan cennetleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Firdevs Cenneti, (23.Mü’minün Sûr/1-11)
2-Adn Cenneti, (35.Fatır Sûr/33), (61.Saff Sûr/12)
3-Me’va Cenneti,
4-Naim Cenneti,
(53.Necm Sûr/15)
(37.Saffat Sûr/43), (56.Vakıa Sûr/12)
Cenâb-ı Hak Cennet’in özelliklerini, Müslümanların anlayıp
özen göstermeleri yönünden, dünyada mevcut olanaklara
benzetip tanıtmaktadır. Gerçek durumunu ise Allah bilir. Bu
bağlamda Cennet’te, Mü’minlerin hoşnut olup devamlı
kalacakları, her türlü konfora sahip konutların bulunduğu
meyveli ağaçlar
(36.Yasin Sûr/56,57),
“altlarından ırmaklar akan
dinlenme yerleri, tertemiz eşler, hizmet gören huriler
Sûr/48),
(37.Saffat
içenlere lezzet veren ve dünyadaki benzerlerinden çok
farklı olan süt-süzülmüş bal-şarap akan nehirlerin” Mü’minler
için yaratıldığı beyan edilmektedir. Cennetliklere altın tepsiler
ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin
hoşlandığı her şey vardır. Ve onlar, orada ebedî kalacaklar
(43.Zuhruf Sûr/71).
14
Yüce
Rab’bimizin
diğer
bir
açıklaması
da
şöyledir:
“(Cennet’te) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde
kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.” Ve onlar derler ki:
"Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun!
Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu
bulacak
değildik.
Hakikaten
Rab’bimizin
elçileri
gerçeği
getirmişler. Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi
amellere karşılık ona vâris kılındınız, diye seslenilir”
(7.Araf
Sûr/43).
Cennet’e girecek Mü’minler, hepsi aynı yaşıt (30 yaş) ve
kötü huylardan arındırılmış (günah işlemeyen, kavga, haset ve
gıybet etmeyen), birbirleriyle Allah’ın selâmı ile selâmlaşan,
günahsız kişilerden oluşacak. Peygamber Efendimiz (S.A.V.):
“Bir kimse Cennet’lik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne
olursa olsun, 30 yaşında bir kimse olarak Cennet’e girer ve artık
bu yaş ebediyen değişmez. Cehennem’likler için de durum
böyledir”
(Tirmizi,
Cennet:23,
rivayet
etmiştir).
Ayrıca
diğer
bir
hadisinde: “Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri
sürmelidir:
gençlikleri
zail
olmaz,
buyurmuştur
(Tirmizi, Cennet: 8 rivayet etmiştir).
elbiseleri
eskimez.”
YORUM:
Sayın okuyucu!
Yüce Rab’bimizin bildirdikleri esas alınarak “insanoğlunun
yaratılışından itibaren kıyametin kopma sürecine kadar Allah’ın
emir
ve
yasaklarına
ne
ölçüde
uyulduğuna
dair
“Yüce
Divanda” hesaba çekilmesi, bunun sonucuna göre hak ettiği
devamlı yaşam mekânlarına yerleştirilmelerine ilişkin anlatım,”
15
burada sona erdi. Görüldüğü gibi yaşadığımız dünya, geçici bir
yaşam
vadeden
oyalayıcı
oyun
ve
eğlence
yeri
olma
özelliğinden öte başka bir şey değil! Ne var ki, lütfedilen her
nimet bir sorumluluğu gerektiriyor. Her sorumluluk da bir
sınavla sonuçlanıyor. Her sınav sonucu da kişinin ahret azığını;
yani sevap ve günahlarını oluşturuyor.
Yurt edinip üzerinde yaşadığımız şu Anadolu coğrafyasına
baktığımızda bizden önce nice kavimlere ev sahipliği yaptığına
tanık oluruz. Bunlardan bazıları, “Hitit İmparatorluğu, Pers
İmparatorluğu,
Urartular,
Asurlular,
Lidyalılar,
Fenikeliler,
İyonyalılar, Karyalılar, Efesliler, Doğu Roma İmparatorluğu,
Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri,
Osmanlı İmparatorluğu” olarak sayılabilir. Hepsi de sonsuza dek
ayakta kalabilecek beklentisiyle bölgelerini imar edip kendi
uygarlıklarını kurarken diğer taraftan geçim uğraşısı, salgın
hastalık ve uzun süreli savaşlarla zorlu hayat mücadelesini
vermişlerdir. Fakat onlar da belirli bir süre sonra ecellerine
yenik
düşerek
tarih
sahnesinden
silinmişlerdir.
Geriye
bıraktıkları eserlerden duvar kalıntıları ören yerlerini, çanakçömlekler ise müzeleri süslemektedir. Yerli ve yabancı turist
kafilelerinin hayranlıkla izledikleri İzmir’in Efes harabeleri de
bunun güzel bir örneğini temsil eder. Site devleti görünümde
üstün uygarlığa sahip Efesliler’in görkemli yaşam söylentileri
taa!… Filistin’e kadar uzanmış olacak ki; Hz. İsa Peygamber’in
havarisi Aziz Pavlus kendilerine bir mektup yazıp Hıristiyanlık’a
davet eder. Davete olumlu yanıt alınınca da, rivayete göre Hz.
Meryemana, Yahudilerin zulmünden kurtarılıp Efes’e getirilir ve
16
-Filistin’deki Zeytindağında olduğu gibi- yine suyu bol ağaçlıklı
yüksek bir tepeye (Bülbüldağı’na) yerleştirilir
(23.Müminun Sûr/50).
(Not: Mektubun metni, dört İncil’in bir arada bulunduğu kitaba, “Pavlus’un
Efesoslular’a mektubu” şeklinde eklenmiştir).
Bu tarihi oluşumlar bize neyi hatırlatıyor, dersiniz? “Dünya
malı dünyada kalır, kişi beraberinde ancak sevap ve günahlarını
götürür!...” şeklindeki bilge kişi öğüdünü, değil mi?
“KUTADGU BİLİG” isimli kitabın yazarı Yusuf Has Hâcip
diyor ki, “Tanrı insanı yarattı ve seçip yükseltti; ona erdem,
bilgi, akıl ve anlayış verdi. Tanrı kime akıl, zekâ ve bilgi verirse
o birçok iyiliklere ulaşır. (Bu nedenle) bilgi ve zekâyı yüce bil;
(çünkü) bunlar sayesinde insan aziz olur.
Bak, doğan ölüyor, insandan eser olarak ancak söz kalıyor;
öyleyse sözünü iyi söyle, o zaman ölümsüz olursun! Nefes alan
her canlı bir gün ölür. Bugüne dek dünyaya nice erler geldi, bir
müddet sonra hepsi göçüp gitti. İster bey olsun, ister kul; hepsi
gitti! İster iyi, ister kötü, geriye onların yalnızca adları kaldı.
İnsanların biri iyi, biri kötü iki türlü adı vardır ve kendisi
gittikten sonra geriye bunlardan birisi kalır. Kötüye sövülür, iyi
olan ise övülür; sen hangisini istersen ona göre davran!...
Hem dünyayı hem ahreti elde etmek istersen şu birkaç işin
(peşini) bırakma:
- Özünü sözünü doğru tut,
- Tanrı’ya sığın, O’nun emirlerine uy (itaatsizlik etme!),
- Tanrı’dan gelene razı ol,
- Halka merhamet göster, daima iyilik yap,
- Tanrı’ya karşı, (can çıkana kadar) ümit kesme; çünkü
Tanrı iyi olana iyi yol gösterir.”
17
İşte aklını nefsinin önüne çıkaran her kişi dünya yaşamına
bu anlamda bakarsa, o zaman dünyanın oyalayıcı ve geçici
güzelliklerine aldanıp göz ardı etmez ahret hayatını. Yaptığı her
işte gözetirse Allah rızasını, sonuçta mutlu kılar kendi ebedi
dünyasını.
Yunus
Emre’nin
aşağıdaki
dizelerinde
dünya
cazibesi
tutkunlarını uyaran anlamlı mesajını rehber edinip bu yönde
verebilirsek davranışlarımıza çeki düzen; umarım o zaman
bizler de oluruz kurtuluşa erenlerden.
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi!
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..”
Bu duygu ve düşünceler ile el kaldırıp Yaratan’dan dilekte
bulunurken,
içtenlikle!
“Allah’ım!
Bize
dünyada
da
iyilik
güzellikler; ahrette de iyilik ve güzellikler ver! Ateşin azabından
da koru!
(2.Bakara Sûr/201,202)”
Süleyman GÜNVER
17 Nisan 2014, İZMİR
demeliyiz.