Dosyayı İndir

DEVRİM, JAKOBENİZM VE ÖZGÜRLÜK
“Hiç kimse bir başkasını satın alabilecek kadar zengin ve kendisini satmak zorunda
kalabilecek kadar fakir olmamalıdır”
J. J. Rousseau
GİRİŞ
Jakobenizmi yalnızca tarihin bir döneminde, mesela 1789’u takip eden birkaç yıl içinde
Fransız siyasetinde etkili olmuş bir hizip olarak görmek ve Jakobenizm tartışmasını bu hizbin
bahsi geçen konjonktürde yapıp ettikleriyle sınırlandırmak oldukça yanıltıcıdır. Çünkü bu
hareket aydınlanmayı moderne bağlayan kesitte özgün bir siyaset yapma tarzına karşılık gelir.
Fransız Devrimi tarihselinden bugünlere dünyanın hemen her yerinde taraftarları ve
mirasçıları olan Jakobenizm, destekçilerinin gözünde karanlığı (hurafeyi) aydınlıkla (akılla)
değiştiren ve eşitlik temelinde toplumu özgürleştiren bir sivil toplumu yeninden inşa projesini
ifade eder. Jakoben siyaset yurtsever yurttaşlığı, cumhuriyetçiliği ve demokrasiyi hakim
kılmaya çalışmıştır. Ancak bu akımın önderlerinin söylevleri ile Jakoben siyasetçilerin
Fransa'nın yazgısına hükmettiği yıllardaki olaylar özelinde Jakobenizm'in sınıf diktatörlüğü
ve terörle ilişkili bir anlayışı karakterize ettiği de söylenebilir. Bu son hatırlatma bakımından
rahatlıkla diyebiliriz ki Jakoben siyasetin en temel özelliklerinden biri Devrim ideallerini
hayata geçirebilmek adına özgürlükleri askıya almayı makul sayan araçsal bakış açısıdır.
Kaleme aldığımız makalede bahsi geçen bakış açısıyla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme
yapmaya çalışacağız. Yanıtı aranan soru Jakoben siyaset yapma tarzının demokratik kültürle
olan ilişkisi üzerinedir. Jakobenizm Devrimin demokratikleşmesine katkıda bulunmuş mudur,
yoksa uygulanan terör özgürlükçü toplumun kurulmasını engellemiş ve Devrimi toplumdan
koparmış mıdır? Tabii bu sorularla başlayacağımız tartışma derinleştikçe meselenin sadece
Jakobenizm-demokrasi ilişkisinden ibaret olmadığını, Jakoben davranış tarzıyla standart
devrimci tavır arasındaki paralellik ölçüsünde devrimci eylemin demokrasiye olan katkısının
da sorgulanması gerektiği görülecektir.
DEVRİM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Jakobenizmi ele almadan önce Devrim'in niteliği ve içeriği hakkında birkaç hususa
değinmekte yarar var. Öncelikle Fransız Devrimindeki Fransız veya Fransa kelimesinin bir
yanılgıyı ifade ettiği meselesi üzerinde durmak gerekli. Çünkü Devrim koşulları ve Devrim'in
yarattığı etkiler bakımından Fransa iki karşıt güç, evrensel ve yerel tarafından etkisiz hale
getirilmiş durumdaydı. Tocqueville'nin yorumunda açık bir şekilde dile getirildiği üzere
Fransız Devriminin özel olarak bir vatanı yoktur, sadece başladığı bir yer vardır. Devrim
evrensel insana hitap eden ve dinsel yanı ağır basan siyasi bir olay niteliğindedir (Tocqueville,
2004: 59-62). Devrimin dinsel bir coşku şeklinde açığa çıkan evrenselci niteliğini sınıfsal bir
temele oturtmakta mümkün. Mesela Pareto'ya göre Devrim alt sınıflar arasındaki duygudaşlık
veya kardeşliğin bir ifadesiydi (Pareto, 2005: 38). Evrenselci yan kadar yerel bağlam da
dikkat çekicidir. Devrim patlak verdiğinde Paris neredeyse tüm taşrayı yutmuş durumdaydı
(Tocqueville, 2004: 141-2). Diğer Fransız vilayetleri Paris'in yaşamasını sağlayan, ona hizmet
eden araçlar gibi muamele görüyordu. Bu nedenle Fransız Devrimi aslında neredeyse tümüyle
bir Paris devrimidir. Belki de bu yüzden karşı devrimci ayaklanmaların tamamı taşrada
çıkmış, Devrim konjonktürü içerisinde başkent ile taşra arasındaki ilişki bir devrim-karşı
devrim ilişkisi gibi sonuç doğurmuştur. Dahası Paris-taşra karşıtlığı sadece devrimci güçler ile
1
karşı devrimci güçler arasındaki ikiliğin bir izdüşümü olarak görülemez. En az bu husus kadar
önemli olan bir diğer nokta devrim konjonktürü içerisinde devrimci başkent ile karşı devrimci
taşranın merkez-çevre metaforundaki siyasal mesajı hatırlatan konumları bakımından söz
konusu olur. Merkezi değerler ile yerel değerler arasında karşıtlık vardır. Devrim daha çok
kenti temsil eder ve oradaki yaşantıyı yansıtır. Yerel ise kendi ritmine ve kendi öz değerlerine
sahiptir. Merkez çevreyi dönüştürmeye çalışır. Bu sürece paralel bir şekilde çevre de merkezi
kuşatır.
Devrimle ilgili bir diğer ilgi çekici mesele burjuva devrimi yakıştırmasında kristalize
olan yanılgıdır. Şüphesiz ki Fransız Devrimindeki en temel eğilim bir sürekli savrulma halidir
(Arendt, 2012: 156). Kendini yadsıyarak veya olumsuzlayarak yoluna devam eden Devrim bu
savruluş içerisinde başladığı yere geri dönmüş, yıkılan mutlak monarşinin yerini önce bir
askeri diktatörlük, sonra da Napolyon'un şahsında somut bir içeriğe bürünen imparatorluk
rejimi almıştır. Bu başladığı yere geri dönme hali devrim teorisi açısından hiç de şaşırtıcı
değildir. Çünkü sonuçta devrim aslında astrolojik bir sözcüktür. Yenilenen döngüsel
hareketler devrim olarak adlandırılabilinir (Arendt, 2012: 54).
Peki, Napolyon'un imparator ilan edilmesinden bir gün sonrası itibariyle Ulusal
Meclis'in toplanmasından bir gün öncesine dönen Devrim'i burjuva devrimi olarak
adlandırmak neden sorunludur ve bu soruya verilecek yanıtla bağlantılı bir şekilde Devrim'i
istikrarsızlaştıran güçler hakkında ne söylenebilir? Fransız Devriminin belirleyici gücü
Baldırıçıplak hareketinde kristalize olan yoksul kalabalıklardır. Bu kitlenin en temel
özelliklerinden biri piyasaya karşı düşmanca tutumda kristalize olan anti-kapitalist tavırdır
(Moore, 2003: 140). Paris'teki devasa yoksul kitle Devrimi hem canlı tutmuş hem de onu bir
diktatörlüğe, yani kendi kötü sonuna doğru sürüklemiştir (Arendt, 2012: 76). Aslında
Devrim'in, özellikle de Fransız Halklar Bildirgesinde ilkeler bakımından sosyal yurttaşlığı
hatırlatan maddelere sahip olduğu söylenebilir. Daha az şanslı olanlara kaynak aktarılması
Devrimin pek çok amacından biridir (Heater, 2007: 130). Ulusal Meclisteki tartışmalarla
başlayıp 1791 Anayasasıyla somut bir içeriğe bürünen ilk Devrimci ivme ağırlıklı bir şekilde
burjuva taleplerini yansıtır. Özel mülkiyeti sıkı bir şekilde koruyan hukuk, feodal güçler ile
kilisenin mallarının burjuvaziye aktarımı, aktif vatandaşlıkla pasif vatandaşlık arasında
yapılan ayrım uyarınca siyasi hakların mülk sahibi sınıfa özgülenmesi gibi belirteçler
Devrim'in başlangıçtaki ruhunu yansıtır. Ancak 1791 Anayasası hiçbir zaman tam olarak
uygulanamamıştır. Ayrıca özel mülkiyetçi düzen üzerinde yoksul halkın baskısı çok
belirgindir (Amin, 2006: 20). Bu baskı Devrim'i felç etmiş, onu başlangıçtaki burjuva
özünden uzaklaştırmıştır. Jakobenler dahil olmak üzere Devrimci kadroların hemen tamamı
yoksulluğu önlemek için yoğun bir çaba içerisine girmiştir. Tam bu noktada Arendt'in
yorumunu makul görmek gerekir Toplumsal sorunu siyasal yollarla çözmeye çalışan çaba
siyasal alanın zorunluluklar tarafından işgaline ve siyasi olanın da çözülmesine yol açar.
Jakobenizm bölümünde ayrıntılı bir şekilde ele alacağımız terör meselesi bu bahsi geçen
çözülüşün göstergelerinden biri olarak görülebilir (Arendt, 2012: 119, 144-7).
Devrimdeki önü alınmaz sürüklenişin bir nedeni yoksulluksa diğer nedeni de savaştır.
Savaşın Devrim üzerindeki etkisi o kadar yoğun ve belirleyicidir ki, savaş başladıktan sonra
ortada bir devrimin kaldığı bile şüphelidir. Skocpol'un deyimiyle savaş devrimi devirmiştir
(Skocpol, 2004: 349). Hem bu sonuç hem de savaşa dair bir dizi ayrıntı üzerinde ayrıca
durulabilir. Bilindiği üzere Fransa, topraklarına her hangi bir saldırı olmadan kendisi savaş
ilan etmiştir. Bu nedenle Devrim Fransa'sının başlattığı savaş tam anlamıyla bir savunma
savaşı olarak görülemez. Robespierre'i bir kenara bırakırsak başta Jirondenler olmak üzere
hemen tüm Devrim liderleri ve tabii ki Kral ya açıkça savaşı desteklemiş ya da ses
çıkarmayarak süreci zımmi bir şekilde onaylamıştır (Furet, 2013: 106, 189).
Savaşı en çok isteyen Jironden'lere göre savaş vatanseverlik hissiyatı üzerinden ulusun
bir araya gelmesine olanak sağlayacak ve böylelikle devrimci dönüşüm kolaylaşacaktır.
2
Ayrıca savaş sayesinde ekonominin canlanması ve kralın siyaseten daha da değersizleşmesi
olanak dahilindeki kazanımlara karşılık gelir. Brissot ve izleyicileri savaşı bir devrim ihraç
projesi olarak okumaya eğilimliydiler. Onlara göre devrim ihraç edilmediği müddetçe
içerideki ve dışarıdaki karşı devrimci kalkışmadan kurtulmak tam anlamıyla mümkün
olmayacaktı (Ağaoğulları, 2006: 256-8). Kral da savaştan yana tavır koymuştur. Ama tabii
onun kafasındaki plan Jironden'lerden farklıydı. Ordunun savaşı kaldıramayacağı ve sonuçta
savaşın Devrimin sonunu getireceğini düşünüyordu. Savaş taraftarı savlara yanıt niteliğindeki
Robespierre'nin savaş karşıtı söylemi oldukça dikkat çekicidir. Ona göre savaş Devrimi
boğacak bir komplodan başka bir şey değildir. Savaşı kaybetme riski büyüktü. Bu risk işgal
edilme ve karşı devrim tehlikesini de içerisinde barındırıyordu. Ayrıca savaşın kazanılması da
sorunluydu. Çünkü bu durumda da Sezarizm tehlikesi ön plana çıkacaktı (Ağaoğulları, 2006:
262-3).
Savaşın Devrim ve Jakobenizm üzerindeki etkisi tartışmaya açıldığında ise karşımıza
şöyle bir tablo çıkar: Her şeyden önce oldukça ironik bir şekilde savaşı en çok isteyenler onun
kurbanı olmuş, savaşın yarattığı olumsuz koşullar Kral'ı ve Jironden'leri giyotine
göndermiştir. Bu son hatırlatma özelinde savaş ile Jakobenizm arasındaki ilişki neredeyse bir
illiyet ilişkisine karşılık gelir. Savaş Jakobenleri iktidara getirmiştir. Bir sonraki bölümde daha
ayrıntılı bir şekilde ele alacağımız üzere savaşın Jakoben terörünü hem kolaylaştıran hem de
meşrulaştıran bir yanı olduğu da açıktır. Son olarak Robespierre'nin savaş karşıtı tezlerini
olumlamak yerinde olur. Çünkü savaşın Devrimi bir sezara teslim edeceği düşüncesi Fransız
Devrimi-İmparator Napolyon ilişkisi bakımından olgusal anlamda doğrulanmıştır.
*******
Fransız Devrimini bir sürükleniş tarihi olarak ele almak mümkündür. Ancak Devrimin
devrimci niteliğine gölge düşürmek pahasına Devrim öncesi ile sonrası arasındaki
benzerliklere dikkat çekmek ve Devrimci konjonktür içerisinde belirleyici olan dinamiğin
sürükleniş değil de süreklilik olduğu iddia etmek de göz ardı edilemeyecek bir açıklama
tarzına karşılık gelir. Bu bağlamda öncelikle siyasi sürekliliğe değinebiliriz. Devrime yasa ile
iktidarı aynı kaynaktan türetmeye çalışan bir mantık egemen olmuştur. Devrimci kadrolardan
hemen hiçbirinde iktidarı özgürlük adına sınırlama gibi bir hassasiyetin olmaması bahsi geçen
mantığın doğal bir sonucudur. Demek ki Devrim siyasete bakışta kalıcı bir değişiklik
yaratmamış, her şeye egemen, mutlak krallık iktidarının yerini aynı niteliklerle donatılmış
ulus iktidarı almıştır. Devrimcilerin büyük ölçüde hayranlığını kazanmış Rousseau'nun genel
irade kuramı kralın tek ve bölünmez iradesi yerine halkın tek ve bölünmez iradesini koyma
girişimi olarak okunabilir. Rousseau'cu teze yönelik olumlayıcı ilgi ve Devrimci pratiğin
bizati kendisi kral halkla yer değişti ve siyasi iktidar tüm sınırlanamazlığıyla yoluna devam
etti görüşünü doğrular niteliktedir (Arendt, 2012: 95, 98-100, 207, 240-41).
Tabii süreklilik sadece siyasete egemen olan mantıktan ibaret değildir. En az siyaset
kadar önemli olan bir diğer husus yönetim aygıtıdır. Özellikle Tocquevile'nin Devrim
okuması devrimci kalkışmanın yarattığı büyük değişim söyleminin hiç de gerçek durumu
yansıtmadığını kanıtlar nitelikte pek çok ayrıntı ve argümanı içersinde barındırır.
Tocqueville'ye göre eski rejim ile yeni rejim arasındaki fark kesinlikle bir kopuşa karşılık
gelmez. Devrim monarşinin anti-tezi olmaktan çok onu tamamlayan bir unsurdur. Devrimci
kalkışma yeni bir Fransa yaratmamış, sadece gerçekte olan ile hukuksal durum arasındaki
uyuşmazlığı gidermiştir (Kılıçbay, 2004: 14-6; Furet, 2013: 39). Bu bağlamda rahatlıkla
diyebiliriz ki despot, feodal eski rejim ile bu rejimi deviren ilerici burjuva güçler arasındaki
karşıtlık fazlasıyla abartılı bir açıklama tarzına karşılık gelir. Fransız devrimci burjuvazisi
3
ağırlıklı olarak serbest meslek sahibi kesim ile memurlardan oluşur (Wood, 2007: 103).
Ancak çıkarların realize edilmesi noktasında bir türdeşlikten bahsetmek yine de söz konusu
değildir. Mesela büyük burjuvazi serbest piyasadan, küçük ve orta burjuvazi ise tıpkı köylüler
gibi fiyatların devlet tarafından denetlenmesinden yana tavır koymuştur (Kılıçbay, 2004: 112). Burjuva sınıfının ortak bir çıkarı olmadığı için Devrimi bir burjuva devrimi olarak
adlandırmak hiç de o kadar kolay değildir. Ayrıca Devrim'in sürüklenişini analiz eden
paragraflarda bir ölçüde değinildiği üzere Devrim sürecinde belirleyici olan unsur
burjuvaziden çok Baldırıçıplak kitledir. Kaldı ki sorun sadece sınıfsal anlamda fazlasıyla
karmaşık olan durumla ilişkili de değildir. Tocqueville'ye göre eski rejimi yok etmek için
kullanılan fikir ve alışkanlıkların neredeyse tamamı eski rejimin bakiyesi durumundadır.
Ayrıca Devrimin ürünü olduğu varsayılan pek çok yenilik aslında çok da yeni değildir. Şöyle
ki, Devrim gelip çattığında kamu idaresi zaten fazlasıyla merkezi ve güçlü bir durumdaydı.
Ayrıca aristokrasi çoktan anakronik bir konuma itilmişti. Aristokrasinin çöküşüne paralel bir
şekilde köylü serflikten çıkmış ve toprak sahibi olmuştu (Tocqueville, 2004: 33-5, 78-9). Dine
karşı mücadelede Devrimin büyüklüğü karşısında son derece küçük bir ayrıntıyı ifade eder.
Dahası kilisenin gerilemesi Fransa'ya ve Devrim'e özgü bir gelişme değildir. Aşağı yukarı tüm
Avrupa'da kiliseyi güçten düşüren bir sekülerleşme süreci yaşanmıştır (Tocqueville, 2004: 545).
Devrim şüphesiz ki siyasi bir kargaşaya yol açmıştır. Tocqueville siyasi yapıdaki
kırılmanın olgusal bir durumu karakterize ettiğini kabul eder. Bu bağlamda onun konumu
Devrim'in mutlakiyetçi siyasi kültürü olduğu gibi devam ettirdiği, Devrim'le birlikte aslında
siyasi sistemin mantığında ciddi bir değişiklik olmadığı iddiasında kristalize olan Arendtçi
okumadan farklıdır. Ama o siyasi kargaşanın idari yapı ve gündelik işleri çok da aksatmadığı,
bu bağlamda Devrim öncesi Fransa ile Devrim sonrası Fransa arasında yapısal bir devamlılık
olduğu hususunda ısrarcıdır (Tocqueville, 2004: 301).
Tocqueville Kılıçbay'ın yorumunda da belirtildiği üzere aslında Fransız Devrimiyle
ilgili en gerçek senaryonun yazarıdır. Devrim tarihinde benzersiz bir yere sahiptir. Çünkü bir
dönemi değil, bir sorunu anlatır. Ayrıca Devrim'in anlamıyla devrimcilerin kendi eylemlerine
yükledikleri anlam arasında ayrım yapar (Furet, 2013: 43, 50). Onun izleği bakımından
feodalitenin tasfiyesi, büyük kopuş ve burjuva devrimine yönelik açıklamaların ağırlıklı bir
kısmı fazlasıyla abartılıdır. Ancak Tocquevilleci analizi bile belli bir ihtiyat payı ile
karşılamak gerekir. Şüphesiz ki eski düzenle yeni düzen arasında güçlü bir paralellik vardır.
Bilindiği üzere ancak Üçüncü Cumhuriyetin başlarında cumhuriyetçiler kralcılara karşı kesin
bir zafer elde etmiş, krallık düşüncesi ve iddiası popüler olmaktan çıkmıştır. Tek başına bu
olgu bile Devrim'in eski olanı yıkmadığı, yeni içerisinde eskinin bir biçimde devam ettiğini
gösterir. Ama sürekliliğin varlığı Devrim'in neden olduğunu açıklayamaz. Çünkü sonuçta
Devrim öncesi ile sonrası arasındaki dönemler bakımından her şey birbirine bu kadar yakın
ise değişimin neden ve nasıl devrimci bir yolla gerçekleştiği sorusu yanıtsız kalır (Furet,
2013: 26, 50).
JAKOBENİZM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Jakoben hareketi demokrasi-devrim ilişkisi bakımından soruşturduğumuzda karşımıza
çıkan manzara hiç de iç açıcı değildir. Öncelikle komplocu düşünme tarzı hakkında birkaç
tespitte bulunmak gerekir. Bilindiği üzere jakobencilik aslında bir tür kulüpçülüktür. Kulübün
üyeleri daha çok burjuva kökenlidir. Genel kanı Mason locaları ile Jakoben kulüpleri arasında
ciddi benzerlikler olduğu yönündedir. Şüphesiz ki Mason düşüncesi Jakoben hareketi
yönlendirdi gibi bir yargıyı dile getirmek fazlasıyla abartılı olur. Ama ezoterik-Masonik
örgütlenme biçiminin kulüp çalışmaları üzerinde güçlü bir etkisi vardır (Maintenant, 2005:
15-6, 82-3). Durumun gerekleri ölçüsünde işlerin gizli kapaklı bir şekilde yürütülmesi, her
4
bilgiden herkesin haberinin olmaması Jakobenizmin standart prosedürlerine karşılık gelir.
Tabii bu bakış açısı hem kulüp üyelerinin birbirlerine hem de kulübün halka şüpheyle
yaklaşmasına yol açmıştır. Bu nedenle demokrasinin aydınlarca yönetilmesi gerektiği
düşüncesinin Jakoben hareket içerisinde bir hayli popüler olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Dahası komplocu düşünme tarzı ulusal iradenin ortaya çıkış sürecinde her türlü özel çıkar ve
tikel iradenin susmasını olumlayan çoğulculuk karşıtı demokrasi algısının vazgeçilmez bir
enstrümanıdır. Hatta bu tavırda kötülüğü gizli güçlerin ürünü olarak gören dinci düşünceden
izler de vardır (Furet, 2013: 90-1; Heater, 2007: 31). Sonuçta denilebilir ki Jakobenizm
komplo kurar ve her türlü farklı fikir ve hizbi karşı komplonun parçası olarak gösterir. Böylesi
bir bakış açısının egemen olduğu siyasal dizgede toplumsal çoğulculuğun ve bireyci
özgürlüğün ayakta kalması olanaksızdır.
Jakoben hareketin devrim-demokrasi ilişkisi bakımından bir diğer olumsuz etkisi
uygulanan devasa devlet teröründe somut bir içeriğe kavuşur. Jakobenlerin bir tür olağanüstü
hal rejimi uyguladıkları ve terörün de olağanüstü koşullara verilen olağandışı bir tepki
olduğunu iddia eden geniş bir literatür oluşmuştur. Şöyle ki, 1793 başlarında Fransız
topraklarının en az 3/4'ü monarşi yanlısı karşı devrimci köylü ayaklanmalarıyla
sarsılmaktaydı. Paris'teki devrimci yönetim bir çok kentin kontrolünü kaybetmişti. Dahası
başkentte ve ordu da ciddi bir açlık sorunu vardı. Fiyatların aşırı şekilde yükselmesi ve
karaborsa erzak temin sorununu daha da ciddi hale getirmişti. Ayrıca savaşta işler hiç de iyi
gitmiyordu. Fransa işgal edilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Jakoben diktatörlük felaketin
eşiğindeki ülkeyi toparlayabilmek için aşırı sert önlemler aldı ve merkezileşmeyle birlikte
terörü de bir silah olarak kullandı. Terör öncelikle devrime boyun eğmeyen köylüleri ve
rahipleri, zengin burjuvaziyi ve ülkeden kaçmamış soylu kesimi vurdu. Başlıca enstrümanı
terör olan diktatörlük rejimi uyguladığı devasa şiddetle merkez kaç kuvvetleri etkisiz hale
getirdi. Kentleri ve orduyu doyurdu ve ülkeyi işgal edilme tehlikesinden kurtardı (Skocpol,
2004: 351-6; Maintenant, 2005: 113, 125; Furet, 2013: 191; Arendt, 2012: 119; Hobsbawm,
1989: 128; Baker, 2001: 49). Demek ki terör çılgınca bir kan dökme isteğinden veya
totalitarizme meyletmiş sapkın bir yönetme anlayışından kaynaklanmıyordu. Devrim ve savaş
terörü kaçınılmaz hale getirmişti (Moore, 2003: 140-2).
Terörün devrimin kaçınılmaz bir unsuru olduğu, Fransız devrimcilerinin Devrimi
korumak için terör uyguladıkları ve yaptıkları bu iş için kınanamayacakları yönündeki hakim
görüş daha sonra gerçekleşen diğer devrimlerin devrimcileri tarafından da benimsenmiştir.
Mesela Kautsky'in eleştirilerine yanıt veren ve proletarya diktatörlüğünün uyguladığı terörü
etik politik bir gereklilik olarak makul ve maruz göstermeye çalışan Trotskiy Bolşeviklerin
terör hususunda Jakobenleri izlediği, çünkü devrimci durumun yarattığı olağanüstü ortam
nedeniyle benzer koşulların söz konusu olduğuna dikkat çeker (Trotskiy, 2008: 109). Arendt
de benzeri bir bağlantıyı vurgular. Lenin'in proletarya diktatörlüğüyle Robespierre'nin
özgürlük despotizmi arasında ciddi paralellikler vardır (Arendt, 2012: 34).
Terörü devrimin gereği olarak sunan açıklama seti sorunludur. Çünkü terör, devrim ve
demokrasi arasındaki ilişki çok katmanlı bir düzlemde sonuç doğurur. Öncelikle terörün
savaşla birleşerek Devrimin etik politik çekiciliği ve hatta meşruluğunu ciddi ölçüde
aşındırdığını söylememiz gerekir. İnsanlık, kardeşlik ve erdemden bahseden Jakoben liderler
insanları acımazsıca ölüme göndermişlerdir (Pareto, 2005: 34). Devlet terörü devrimci
yönetimi kör bir şiddete ve çıplak bir zor aygıtına indirgemiştir. Ayrıca terör yarattığı korku
rejimi nedeniyle geniş kitleleri Devrimden uzaklaştırmıştır. Uyguladığı terörün kurbanı olan
Robespierre'nin düşüşü karşısında Paris sokaklarının sessizliği terörün yarattığı yorgunluk ve
bıkkınlığın bir sonucu olarak okunabilir (Skocpol, 2004: 360; Maintenant, 2005: 136; Moore,
2003: 129).
Bu arada terörün olağanüstü şartların dayattığı olağanüstü bir tedbir olduğu ve devrim
ile savaşın terörü zorunlu kıldığı tezi ancak belli sınırlar içinde ve kısmen doğru kabul
5
edilebilir. Çünkü Büyük Terör Dalgası olarak tarihe geçen Robespierre'nin başlattığı kıyım
1794 baharında gerçekleşmiştir. Bahsi geçen tarihte hem askeri durum düzelmiş ve bu
bağlamda Fransa'nın işgale uğrama tehlikesi ortadan kalkmış hem de karşı devrimci isyanların
hemen tamamı bastırılmıştı (Furet, 2013: 103, 191-2). Demek ki binlerce insanın giyotine
gönderilmesi için hiç de nesnel koşullar yoktu. Ayrıca Jakoben Diktatörlüğü Jakobenlerin
kendisini de vurmuştur. Danton ve Herbert'in idamı ve bu idamlar özelinde hareketin sağ ve
sol kanatlarının tasfiyesi terörün sadece nesnel zorunluluklarla değil, aynı zamanda bir hizbin
iktidara kalma stratejisiyle de ilgili olduğunu göstermiştir. Tabii terörden ne sadece
Jakobenler ne de sadece Robespierre sorumludur. Bu bağlamda diyebiliriz ki, Taylor'ın
Constant'a dayanarak ortaya koyduğu analizde haklılık payı vardır. Çünkü hem teröre hem de
merkezileşmiş iktidar inşasına yönelik olarak ciddi bir halk desteği söz konusudur. Kurban ve
intikam isteyen halkın Jakoben liderlik üzerindeki baskısı terörle sonuçlanacak devrimci
sürecin başlıca katalizör gücüdür (Taylor, 2005: 135-7). Ayrıca Robespierre terörüne olumlu
oy kullanmış Thermidor'un Jakoben diktatörlük yıkıldıktan sonra terörü sadece Jakobenlere
ve Robespierre'e mal etmesi oldukça sorunlu bir tavırdır (Furet, 2013: 113).
Tüm bu ikazlara rağmen Jakoben Diktatörlüğün uyguladığı terörle devrimi ve
demokrasiyi sakat bıraktığını söylemek gerekir. Çünkü terörü ahlakileştiren jakoben çizgi
yurttaşlık ve yurtseverlik gibi nosyonları özendikleri antik köklerinden bir hayli uzaklaştırarak
hayata geçirmiştir. Jakobenlerin savunuculuğu yaptığı erdem anlayışı yasalarca
denetlenmemiştir. Oysa antik deneyimde ön plana çıkan erdem hemen her durumda ölçülü ve
sınırlı bir niteliğini ifade ediyordu. Bu çarpıtmaya paralel bir şekilde Jakobenizm sonuç
doğurdukça insanlar kitlelerin içerisinde erimiş, öznelikleri elinden alınan kişiliksiz bir
toplum ortaya çıkmıştır. Belki de bu nedenle Robespierre'nin düşüşünü toplumun
bağımsızlığını geri alma girişimi olarak yorumlamak hiç de yanlış olmaz (Baker, 2001: 49-50;
Heater, 2001: 131-2; Arendt, 2012: 110, 117, 156; Furet, 2013: 119).
SONUÇ YERİNE
Bu çalışmada jakoben hizbin siyaset anlayışının reel politik ve etik politik sonuçlarını
devrim-demokrasi ilişki özelinde yorumlamaya çalıştık. Geldiğimiz yer bakımından şöyle bir
değerlendirme yapmak yerinde olur sanırım: Bilindiği üzere Fransız Devrim tarihi aslında bir
kimlik tarihidir. Bahsi geçen tarihin şekillenmesinde jakobenlerin katkısı oldukça fazladır.
İlgili katkı özellikle Devrimin inşası ve Devrimin savunulması gibi noktalarında belirginleşir.
Ayrıca aktif yurttaş-pasif yurttaş ayrımına açıkça görüldüğü üzere Devrimin yarattığı
demokrasi eşitsizlikler ve ayrıcalıkları yeniden üretmiştir. Başta Robespierre olmak üzere
jakoben liderler ise genellikle eşitsizliğe karşı çıkmış ve adil bir yurttaşlık düzeninin oluşması
yolunda çaba harcamışlardır. Ancak bu olumlu unsurlar Jakoben siyasetin devrime ve
devrimci demokrasiye verdiği zarar karşısında önemsiz ayrıntılara dönüşür. Çünkü jakobenler
hiçbir zaman demokratik anayasal rejimi devrimin amacı olarak görmemişlerdir. Bu nedenle
onların yazdığı tarih bakımından devrimci despotluk sadece koşulların dayattığı bir gelişme
değil, aynı zamanda jakoben liderlerin diğer seçenekler karşısında daha çok sempati duyduğu
iktidar ethosuna karşılık gelir. Dahası küçük kent radikalizmine teslim olan jakoben anlayış
hayranlık duyduğu antik erdemlere ve cumhuriyetçi düşünceye taban tabana zıt bir siyasetin
uygulayıcısı gibi davranmıştır. Yasa, erdem ve demokrasi arasındaki ilişkilerin doğru şekilde
kurulamaması içi boşaltılan cumhuriyetçiliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak görülebilir. Kaldı
ki sorun sadece antik mirasla ilgili değildir. Genel olarak Fransız devrimcileri, özel olarak ise
jakobenlerin İngiliz ve Amerikan devrimleri sonucunda ortaya çıkan dizgelere yeterince güçlü
bir şekilde ilgi göstermemesi ve hatta devlet ile birey arasındaki tüm ara kurum ve katmanları
yok etmeye çalışarak modern kapitalizme paralel bir şekilde gelişen sivil topluma karşı
6
düşmanca bir tutum içerisine girmeleri ortaya etkisi neredeyse bir asır sürecek istikrarsız bir
rejim ve devasa bir şiddet konjonktürü çıkarmıştır.
KAYNAKÇA
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali (2006). Ulus Devlet ya da Halkın Egemenliği, Ankara: İmge
Yayınları.
AMIN, Samir (2006). Modernite, Demokrasi ve Din, Ankara: Özgür Üniversite Yayınları.
ARENDT, Hannah (2012). Devrim Üzerine, Çev: Onur Eylül Kara, İstanbul: İletişim
Yayınları.
BAKER, Keith Michael (2001). “Transformation of Classical Republicanism in EighteenthCentury France”, The Journal of Modern History, Vol. 73, No: 1, ss. 32-53.
FURET, Fronçois (2013). Devrim'in Yorumu, Çev: Ahmet Kuyaş, Ankara: Doğu Batı
Yayınları.
HEATER, Derek (2007). Yurttaşlığın Kısa Tarihi, Çev: M. Delikara Üst, Ankara: İmge
Yayınları.
HOBSBAWM, Eric J. (1989). Devrim Çağı, 1789-1848, Çev: Jülide Ergüder ve Alaeddin
Şenel, Ankara: V Yayınları.
KILIÇBAY, Mehmet Ali (2004). “En gerçek senaryo”, Eski Rejim ve Devrim, Çev: Turhan
Ilgaz, Ankara: İmge Yayınları, ss. 9-18.
MAINTENANT, Gerard (2005). Jakobenler, Çev: İsmail Yerguz, İstanbul: İletişim Yayınları.
MOORE, Barrington (2003). Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, Çev:
Şirin Tekeli ve Alaeddin Şenel, Ankara: İmge Yayınları.
PARETO, Vilfredo, (2005). Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü, Çev: Merve Zeynep Doğan,
Ankara: Doğu Batı Yayınları.
POGGI, Gianfranco (2005). Modern Devletin Doğuşu, Çev: Şule Kut ve Binnaz Toprak,
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
SKOCPOL, Theda (2004). Devletler ve Toplumsal Devrimler, Çev: S. Erdem Türközü,
Ankara: İmge Yayınları.
TOCQUEVILLE, Alexis de (2004). Eski Rejim ve Devrim, Çev: Turhan Ilgaz, Ankara: İmge
Yayınları.
TAYLOR, Charles (2005). Modern Toplumsal Tahayyüller, Çev: Hamide Koyukan, İstanbul:
Metis Yayınları.
TROTSKIY, Lev (2008). Terörizm ve Komünizm, Karl Kautsky’a Yanıt, Çev: Onur Koyunlu,
Ankara: Epos Yayınları.
7
WOOD, Ellen Meiksins (2007). Kapitalizmin Arkaik Kültürü, Çev: Oya Köymen, İstanbul:
Yordam Yayınları.
8