PİR SULTAN ABDAL Pir Sultan Abdal, yedi ulu ozanlardan birisidir

PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan Abdal, yedi ulu ozanlardan birisidir.
Pir Sultan Abdal, gelmiş geçmiş tüm ozanlar içinde, halk tarafından en çok tanınan bir
ozandır.
Pir Sultan Abdal ismi üç sözcükten oluşmuştur. Bu sözcüklerin her birinin Alevi-Bektaşi
terminolojisinde çok önemli anlamları ve yüklendikleri sıfatları bulunmaktadır. Bu anlamda Pir
Sultan Abdal; gerek ismindeki sözcüklerin yüklendiği anlamla, gerek yaşadığı dönemde vermiş
olduğu mücadeleci kimliğiyle ve gerekse halk diliyle ürettiği güçlü ve destansı şiirleriyle O’nu
diğer ozanlardan farklı bir kimlik kazanmıştır.
Pir Sultan Abdal; Alevi-Bektaşilerce ulu sayılan yedi ozandan birisidir. Sayılan bu yedi
ozan içinde hiç biri, halk üzerinde Pir Sultan’ın bıraktığı etkiyi bırakamamıştır..
Şiirlerindeki duygu, anlam zenginliği, öğretici ve düşündürücü yanı ve dizelerindeki
uyum onu edebi yönünde çok güçlü kılmaktadır. O, zengin söz öbeğine, güçlü bir belleğe ve
yoğun sezgisel bir yetiye sahip olduğunu hemen her şiirinde ortaya koymuştur. Bu yönleriyle
güçlü bir ozan olan Pir Sultan Abdal, asıl ününe, zalime karşı başkaldırıcı olması,
korkusuzluğu, cesareti, mazlumdan yana duruşu ve mücadeleci kimliğiyle ulaşmıştır.
Pir Sultan Abdal’ın, dizelerinde ki sözcüklerin vurguları çok güçlüdür. Sözcükler adeta
bir kurşun gibidir. Pir Sultan, sözleriyle karşısındaki kişiyi adeta yaralar. O, etkileyici dil
ustalığıyla, tavizsiz duruşuyla, ödünsüz davranışıyla karşındaki insanı etkileyen bir ozandır.
Onun en büyük silahı, kullandığı dili ve belleğindeki söz dağarcığının zenginliğidir. Pir Sultan
Abdal, en çok tanınan ve ünü en üst noktada olan bir ozandır. Kendisinden sonra gelen hemen
her ozan ve birçok sanatçı Pir Sultan Abdal’ın eserlerini yorumlamışlardır.
Pir Sultan Abdal’a isim olan sözcüklerin anlamı;
Pir: Bir öğretinin, bir tarikatın veya bir yolun kurucusu veya önderi anlamına gelir. Pir,
bir öğretide en üst makamda bulunan, eğitmen, öğretmendir. Pir, kurduğu veya girdiği ya da
benimsediği yolun öğretisini iyi bilen bir konumdadır. O yolu yaymayı ve en zor koşullarda bile
onu savunmayı hiçbir an bırakmayan ödünsüz ve kararlı bir insan ancak Pir olabilir. Pir,
ustadır, bilgilidir, ödünsüzdür, devindiricidir, kararlıdır, aktarıcıdır, yansıtandır, vericidir,
üreticidir. Bir ulu insandır Pir. Pir, aynı zamanda olgunluğun, turaplığın aşamasıdır. Pir, ancak
Pir’liği hak eden insanlara verilen bir unvandır. Bu sıfat herkese verilmez. Halk sevdiği ve
önder gördüğü insana bu sıfatı verebilir. Pir’e ihtiyar anlamı da yüklenmiştir. İhtiyar,
olgunluğun simgesidir.
Sultan: Kelime olarak "güç", "otorite", "yönetici" anlamlarına gelir. Sultan, AleviBektaşi literatüründe, yolu en iyi bilen, yolun en yüksek aşamasında bulanan, yetkin, etkin,
bilgili ve önder anlamlarını içerir. Herkes Sultan olamaz. Bir insanın Sultan’lık aşamasına
gelebilmesi, onun bilgi derecesinin, gücünün aşamasıyla direk ilintilidir. Sultan olmak için, yolu
iyi bilen, yolun öğretisini korkusuzca savunabilen, öğretici, akıcı, yönlendirici, sürükleyici,
inandırıcı ve kitleleri etkileyici olması gerekmektedir. Pir Sultan Abdal da gerek duruşuyla,
gerek bilgisiyle ve gerekse kararlılığıyla, bu sıfatı fazlasıyla hak etmiş bir önderdir. Sultan,
yolun, öğretinin odak ismidir. En merkezde, en üst noktada bulunan bilgili ve önder kişiliktir.
Abdal: Ermiş, ululanmış, kendi özünü pişirip olgunlaşmış ve dünya isteklerine karşı
duyarlılığı azalmış, gösterişten uzak yaşayan insandır. Halk arasında Abdal’a insanüstü bir sıfat
yüklenir. Abdal ismi “Ebdal”dan gelir. Bu sözcük kavram olarak dünya işlerinden kendini
soyutlayan, gerçeğe ve Tanrı’ya kendisini adayan anlamına gelir. Alevi- Bektaşi Tasavvufunda
Abdal kavramına; yola, öğretiye yön veren bir kimlik yüklenmiştir. Halk, Abdal’ın, aynı
zamanda gizil güçlere sahip olduğuna da inanır. Abdal, isterse birçok olayı gerçekleştirir veya
engeller. Abdal, dünya işlerine yön veren bir gücü elinde bulundurur. O ölümsüzdür. Pir Sultan
asıldıktan sonra bile, onun tinsel gücüne inanan halk, Pir Sultan’ın ölmediğine inanmıştır. Halk
O’nu yaşatmıştır. Halk, Abdal’ın tinsel yönden insanları rahatlatan bir gücü, bedenlerinde
taşıdıklarına inanırlar. Abdal, Tanrı’ya en yakın insandır.
Pir Sultan Abdal, bu özellikleri kendi benliğinde taşıyan bir kişilik oluşturduğu için, bu
kavramları içeren bir isimle anılmak istenmiş olabilir. Bu ismi ona halk vermiştir. Çünkü onun
gerçek ismi “Haydar”dır.
Halk Pir Sultan’ı “Abdal” konumuna sokmuştur. Bundan dolayı da Pir Sultan Abdal,
ölümsüzdür. Çünkü halk, Pir Sultan’ın canını kendi canına katmıştır. O canı sürekli diri tutmuş
ve onu her zaman yaşatmıştır.
Bu üç sözcüğün anlamca yüklendiği sıfatlar bakımından incelendiğinde; Pir Sultan
Abdal isminin de hangi anlamları yüklendiğini çözümlemiş oluruz.
Kavramlar temelinden bakılarak “Pir Sultan Abdal” mahlasının bize verdiği anlamı
çözümlediğimizde; O’nun bu yolu yani Alevi-Bektaşi öğretisini kendisine merkez aldığı ve
yaşamını bu öğretiyi yaymaya adadığı gerçeğiyle karşılaşırız. Pir, Sultan ve Abdal sözcüklerinin
hepsi, Bâtıni felsefede derin anlamlar yüklenirler. Bu kavramların her biri, bir ismin önüne
geldiğinde o isim çok değerli, çok anlamlı, çok önemli bir kişilik kazanmış olur.
Pir, bu yolun önderidir.
Sultan, bu yolun en üst noktasındaki insandır.
Bu sıfatları yüklenen insan, artık bu yolun tüm bilgilerini edinmiş ve doruk aşamasına
ulaşmış insandır. Onun üstünde bir önder, bir arif bulunmaz. Onun yaptıkları, eylemleri,
davranışları, düşünce ve görüşleri temel kabul görür ve taraftarları onun arkasından gider. Pir
Sultan Abdal böyle bir kişiliktir. Hiçbir zaman kendi çıkarı için çalışmamış ve tüm yaşamını
inandığı dava uğruna adamıştır. Pir Sultan Abdal, gerçekten de ismine uygun bir kimlik
oluşturmuş ve bu kimliğe uygun eylemlerde bulunarak, hak ettiği aşamaya ulaşmıştır. O hem
Pir, hem Sultan ve hem de Abdal olmasını bilmiş ve kendisinden sonra da bu isim aynı
yoğunlukta ve aynı canlılıkta yaşatılmıştır. Kendisini sevenler Pir Sultan Abdal’ın canı olmuşlar
ve altı yüz yıldır bu canı yaşatmışlardır. Bundan sonra da Pir Sultan Abdal ismi yaşatılacak ve o
sonsuza akacak ve cana can olacak, başkalarının bedeninde yeniden dirilerek yaşamın
sürekliliğinde geleceğe akıp gidecektir.
Bu sözcüklerin anlamı, O’nun kim olduğunu tanımlıyor. Şurası bir gerçek ki, Pir Sultan
Abdal, yaşamın her anında ve tarihsel olarak her mekânda, yaratılabilecek bir kimliktir.
Nitekim tarihte tek bir, Pir Sultan’dan söz edilmiyor. Çünkü halk “Pir Sultan Abdal”ını canlı
bir şekilde yaşatıyor. O’na gereksinim duyduğu her süreçte, onun ağzıyla, diliyle, söylemiyle
O’nu yeniden yaratıyor. Halk, Pir Sultan’ın, canına can olup onu bilinçlere taşıyor, O’nun
özünü kendi özüne karıştırıyor.
İnsanlar, geçmişi algılıyor, öğreniyor, kendisine katıyor ve benimsediği değeri kendi
bedenine katarak o değerin yaşamasını sağlıyor. Pir Sultan’da çok önemli bir değer olarak
sevenlerinin bilincinde ölümsüzleştirilip, yeniden doğuşu gerçekleştiriliyor. Çünkü Pir Sultan’ın
canı, halkın kendi canında söz olup açığa çıkıyor. Halk, kendi istek ve ütopyalarını Pir Sultan’ın
kimliğinde bilince taşıyor. Bundan dolayı da halktan birileri kendi yazdığı şiirleri Pir Sultan’a
mal ediyor. Onu yüceltiyor, ona yeniden kimlik katıyor ve onu yaşatıyor. Bunun için altı tane
Pir Sultan’dan söz ediliyor. Bunları çoğu kez birbirinden ayırmak çok zorlaşıyor. Önemli olan
canına katıp yaşatılan ozanın dünya görüşüne, felsefesine, yaşam anlayışına uygun düşen eserler
olmasıdır. Çünkü söz kültürünün egemen olduğu bizim gibi toplumlarda, üretilen eserlerin
birbirine karışması kaçınılmazdır. Bu anlamda Pir Sultan, halkın dili, gözü, duygusu, ütopyası
vs. olmuştur. Unutulmasın ki koşullar oluştuğunda, her halk, kendi kahramanını yaşatır.
PİR SULTAN KİMDİR
Peki, Pir Sultan Abdal kimdir:
Bu konuda çok şeyler yazılabilir, çok şeyler söylenebilir ama şu an onun gerçek kimliğini
açığa çıkaracak net bir bilgiye sahip değiliz. O’nun yaşamı üzerinde kesin bilgiler
bulunmamaktadır. Bunun nedeni, ozanlık geleneğinin “söz” kültürüne dayanmasıdır. Ozanların
yazılı eser bırakmamasıdır. Ozanları, halkın yaşatmasıdır. Böyle olunca da bazen gerçek ve
söylence iç içe geçmektedir.
Yapılan araştırmalar O’nun şiirlerindeki anlatımlar ve destanlarında süz edilen kişi ve
kurumlar veri alınarak, onun yaşamı ortaya konmaya çalışılıyor. Bu konuda birçok araştırma
yapılmış ve farklı sonuçlar, farklı tarihler ortaya konmuştur. Ama araştırmacıların çoğunun
birleştiği nokta Pir Sultan Abdal’ın 16. Yüzyılda yaşadığıdır.
Pir Sultan’ın asıl adı Haydar’dır. Sivas ili, Yıldızeli ilçesi, Çırçır Nahiyesi Banaz Köyünde
doğmuştur. Yaşamı üzerinde kesin bilgiler bulunmamaktadır.
Haydar: Aslan, cesur yiğit anlamlarına geldiği gibi, aynı zamanda, Hz. Ali’nin lakabıdır.
Pir Sultan bir şiirinde şöyle der;
Pir Sultan Abdal’ım destim dâmende
İsmim Koca Haydar, aslım Yemen’de
Garip başa bir hal gelse zamanda
Orda her kişinin dostu bulunmaz
Pir Sultan bu dizelerde adının Haydar olduğunu, aslının Yemen’den geldiğini
söylüyor. Ozan, aslım Yemen’dedir diyerek, soyunu Zeynel Abidin’e dayandırıyor. Pir Sultan
Abdal, destim damende diyerek, elinin Mürşidinin eteğinde olduğunu ve gücünü, enerjisini
bağlandığı mürşidinden aldığını, bu mürşidin de Zeynel Abidin olduğunu vurguluyor.
Bir başka şiirinde şu dizelerle karşılaşıyoruz:
Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Bizi de kem kişi bellemesinler
Bu dizelerden de anlaşılacağı gibi; Pir Sultan Abdal Banazlıdır. Banaz Sivas İli/ Yıldızeli
İlçesine bağlı bir köydür. Pir Sultan’ın mekânı, yaşam alanı, çocukluğu ve gençliği burada
geçmiştir.
Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır
Kırklar olduğun Kanber’de yandadır.
Bu dizelerde ise, Pir Sultan Abdal, aslını yani soy ağacını Horasan’a bağlıyor. Aslının
Horasan’dan, önce Hoy kentine ve daha sonra ise Anadolu’ya gelerek, Sivas’a bağlı Banaz’a
yerleştiğini anlatmaktadır. Bu konuda Mehmet Fuat şöyle diyor; “genel kanı, şairin İran’ın
doğusunda ki Türk Yurdu Horasan’dan önce İran Azerbaycan’ındaki Hoy Kasabasına, oradan da
Anadolu’ya göçüp Sivas’a yerleşen bir Türkmen soyundan geldiği yolundadır”. (Mehmet Fuat; Pir
Sultan Abdal; yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları; Detaş Yay. 1980; sayfa; 6). Buna göre de Pir
Sultan Abdal, bir Türkmendir. Bunu çok güzel ve kusursuz kullandığı dilden anlayabiliriz.
Kendisi yandaş ve yol eri olarak, Zeynel Abidin ve diğer ululara bağlıdır. Bu dizeler de o
anlamdadır. Zaten Kırklara ve Kanber’e yapmış olduğu referans da bunu göstermektedir.
Kanber, yol ulularına hizmet eden kişidir. Kanber aynı zamanda Hz. Ali’nin hizmetinde
bulunan kişinin adıdır.
Kırklar ise, Alevi- Bektaşi öğretisinin simgesel olarak yaşandığı, ütopik tinsel alandır.
Ben de bildim şu dağların şahısın
Gerçek erenlerin nazargahısın
Abdal Pir Sultan’ın seyrangahısın
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın (Mehmet Fuat age.; sayfa; 86)
Yıldız Dağı, Yıldızeli ilçesinin kuzeydoğusunda bulunan 2537 metre yükseklikte bir
dağdır. Pir Sultan’ın özünde bu dağ; alımlı, gösterişli, görkemli, dost ve güvenilir bir dağdır.
Pir Sultan Abdal, Yıldız Dağının nazlı ve korunmaklı bir dağ olduğunu, bu dağın kendisi
ve kendisi gibi düşünen yandaşlarının uğrak yeri bulunduğunu ve Yıldız Dağını çok
önemsediğini belirtir. Bu dizelerden de anlaşılacağı gibi, Pir Sultan Abdal, Yıldız Dağının
eteklerinde yaşamıştır.
PİR SULTAN NE ZAMAN YAŞAMIŞTIR
Pir Sultan Abdal’ın, nerede yaşadığı az çok belli olsa da, ne zaman yaşadığı tam olarak
bilinmemektedir. Pir Sultan Abdal konusunda yazılan birçok araştırma kitabı yayınlandı. Ama
hiçbir araştırmacı Pir Sultan Abdal, kesin olarak şu tarihler arasında yaşamıştır deme
noktasında değildir. Verilen tarihler yaklaşık tarihlerdir. Şimdi bu tarihlere bakalım.
Pir Sultan Abdal’ım er nefesinde
Arzumanım kaldı Şah çırasında
Altmış ile yetmişin arasında
Özümü irfana koşamam m’ola (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM;
2003; İlhan Cem ARSEVER; makalesi sayfa; 146)
Kimi araştırmacılar bu dizelerden hareket ederek Pir Sultan Abdal’ın H. 960–970
yıllarında sağ olduğunu söylemektedirler. Bu tarih miladi takvimde 1552- 1563 yıları arasını
kapsamaktadır. Bu yıllarda Şah Tahmasb (1524-1576) Safevilerin başındaydı.
Pir Sultan Abdal’ın, Kalender Çelebi ayaklanmasına dolaylı olarak katıldığı Kalender
Çelebi’yle, Pir Sultan Abdal’ın görüştükleri yönünde görüşler bulunmaktadır. Kalender Çelebi
başkaldırısı sırasında, Pir Sultan’ın, Banaz yakınlarına geldiği, Yıldız Dağı çevresinde
bulunduğu, bir süre buraları mekân edindiği ve bu sırada da Pir Sultan Abdal’la görüştüğü
yönünde yargılar vardır.
Kalender Çelebi kimdir? Kalender Çelebi 1476 yılında dünyaya gelmiştir. Kimilerine
göre Balım Sultan’ın kardeşi ve kimilerine göre ise torunudur. Burada hangisi doğru olursa
olsun, Kalender Çelebi, Hacı Bektaş Veli’nin meşrebine bağlı ve yolun sürücüsü olan bir halk
önderidir. Balım Sultan (1457 ?- 1516) ölünce onun yerine Hacı Bektaş postnişini olmuş ve o ulu
postta bir süre oturmuş bir Pirdir.
Kalender Çelebi’nin posta oturduğu dönemde, Anadolu çok karmaşık bir yapı
sergilemektedir. Osmanlı’nın çekilmez baskısı ve halk üzerindeki olumsuz davranışları
alabildiğine artmıştı ve o dönem, halkın, Osmanlı’ya karşı bir çıkış aramaya girdiği bir
dönemdi. Bu dönem de, Osmanlı yöneticilerince, halkın ürünlerine daha harmandayken el
konulmuş, bu nedenle yokluk ve yoksulluk iyice artmış, halka kaldıramayacağı oranda vergiler
yüklenmiş, kimi Türkmenlerin elinden dirlikleri, tımarları alınmış, tüm bu olgular halk
üzerinde bezginlik ve yılgınlık yaratmıştır. İşte Kalender Çelebi başkaldırısı bu toplumsal
yapının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Kalender Çelebi, Dulkadiroğulları’nın da desteğini alarak, bu yoksul halkı çevresine
toplamış ve yaklaşık otuz bin taraftarıyla 1527 yılında Osmanlı’ya karşı ayaklanmıştır.
Bu ayaklanma özünde bir köylü-çiftçi ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma Kırşehir
dolaylarında başladı ve daha sonra Ankara, Bozok, Sivas, Maraş, Adana ve Tarsus bölgelerine
kadar yayılmıştır.
Bu dönem Kanuni Sultan Süleyman’ın padişah olduğu dönemdir. Osmanlı bu
ayaklanmayı bastırmakta zorlanmakla birlikte, yapılan savaş sonucunda Kalender Çelebi ve
taraftarları 1527 tarihinde yenilmişlerdir. Bu tarihte Kalender Çelebi ve Dülkadir beyi Veli
Dündar öldürülmüş ve başları kesilerek İstanbul’a götürülmüştür.
Pir Sultan Abdal’ın da bu ayaklanmada yer almış olabileceği düşünülmektedir. Bu
durumda Pir Sultan Abdal’ın o tarihlerde (1526–1527) genç (ortalama 25-30 ) yaşlarında olduğu
sanılmaktadır. Bu görüş baz alındığında Pir Sultan Abdal’ın 1490- 1495 tarihleri arasında
dünyaya gelmiş olması büyük bir olasılıktır.
Pir Sultan Abdal (1524–1576 yılları) arasında yaşamıştır. (Özkırımlı age. 2. Cilt; sayfa 1956)
Pir Sultan Abdal Şah İsmail’in oğlu, Şah Tahmasp döneminde (1524–1576) yaşadığı
kesindir. (Mehmet Şimşek age; sayfa 139.)
Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal isimli kitabında, bir takım tarihi verilerden hareket
ederek, Pir Sultan Abdal’ın, 1475-1480 yılları arasında doğduğunu yazmıştır. Özdemir’e göre; Pir
Sultan’ın Alevi-Bektaşi yoluna girmesini sağlayan yol arkadaşı yani musahibi olan “Ali Baba”ydı.
Bağlandığı Tekkenin Piri ise, Şeyh Hasan’dı. Yazar, Pir Sultan’ın, Balım Sultan’dan nasip
aldığını, Hacı Bektaş Dergâh’ına hizmet ettiğini, oradaki Cemler de “zâkirlik” yaptığını, buradan
da başka yerlere gidip oralarda yol hizmetleri yürüttüğünü, gittiği yerlerde, hem görev yaptığını
hem de gittiği yerlerde gizlendiğini, yaşamının belli bir döneminde gezginci olarak bir çok yerleri
dolaştığını ve buralarda Aleviliği yaydığını anlatmış ve Pir Sultan Abdal’ın çobanlık yaptığını da
aktarmıştır.” (Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yay. 2008, s. 21)
Özdemir’in öne sürdüğü görüşlerinden hareket edersek, Pir Sultan Abdal’la, Şah
Hatayi, hemen hemen yaşıt sayılırlar. Şah Hatayi, 1486 yılında doğmuştur. Ayrıca, Pir Sultan
Abdal, eğer Balım Sultan’dan nasip aldıysa, Balım Sultan 1516 yılında öldüğüne göre; bu
tarihten önce Pir Sultan’la, Balım Sultan’ın görüşmüş olması gerekir. O tarihlerde Pir Sultan
Abdal 25 veya 40 yaşları arasında görüşmüş olması ihtimal dâhilindedir.
Pir Sultan’ım der ki Üçler Yediler
Kırklar da orada hazır idiler
Bağdat’ı, Basra’yı verdi dediler
Aslı nedir neye verdin Bağdat’ı ( Rıza Algül; Aleviliğin Sosyal Mücadeledeki yeri;
Pencere Yay.1.bs.1996; Sayfa 154;
Bu dizelerde Pir Sultan Abdal; Osmanlı İmparatorluğu’nun 1534 yılında Bağdat’ı ele
geçirmesini anlatan ve Şah Tahmasb’ın bu kenti neden Osmanlı’ya verdiğini eleştiren dizelerdir.
“Pir Sultan’ın bu şiiri 20–24 yaşlarında yazdığı varsayılırsa, o zaman Pir Sultan’ın 15101514 yılları arasında doğduğu söylenebilir.” (Rıza Algül; age.; sayfa 155; Asım Bezirci’den alıntı
yapmıştır.) O dönemde Şah Tahmasb Safevi Devletini yönettiğine göre, Pir Sultan Abdal, bu
dizeleri Şah Tahmasb’a yazdığı kesindir.
Metin Turan ise “Pir Sultan Abdal’ın 1512–1587 yılları arasında yani Yavuz Selim
döneminde doğduğunu ve Şah Abbas döneminde öldürüldüğünü belirtir”.(Metin TURAN; Ozanlık
Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; Ürün yay. 3. Bas. 1997 sayfa; 142). Pir Sultan Abdal’ın 1550 yılından
sonra öldürülmüş olması büyük bir olasılıktır.
Baki Öz ise geniş bir tarihsel analiz yapar. Kimi araştırmacıların yaptığı tarihsel bilgileri
kitabına aktarır. Buna göre, kimi yazar ve araştırmacılar ( Rıza Zelyut; İsmail Beşikçi;
Abdulbaki Gölpınarlı; Prof. Pertev Naili Boratav..vs.) kimi olaylardan ve ayaklanmalardan
hareketle Pir Sultan Abdal’ın 2. Beyazıt, Kanuni ve Yavuz Selim döneminde yaşadığını ve
Kanuni’nin İran seferi sırasında uyguladığı köylü-Alevi kırımı sonucunda idam edildiğini
savunmuşlardır. Böylece Pir Sultan Abdal’ın (doğumu 1470/80- Ölümü 1547/50 arasında)
yaşadığını söylemişlerdir. ( Baki Öz; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları; Can Yay. 3. Bas.2003; Sayfa 259)
İrene Melikoff, Olaylardan ve isyanlardan yola çıkarak, Pir Sultan Abdal’ın, Kanuni
Sultan Süleyman (1520- 1566) dönemi ile Şah Tahmasb (1524–1576) döneminde yaşamış
olabileceğini söylemiştir. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der.
Yay.)
İlhan Başgöz; Pir Sultan Abdal’ın 1590 yılında asıldığını ve Bağdat’ın elden çıkmasıyla
ilgili yazdığı şiirin 1534 tarihli olduğunu ve bu şiiri yazdığında 20–25 yaşlarında olabileceğini
var sayarak, Pir Sultan’ın 75–80 yaşlarında ölmüş olabileceğini söyler. (Anadolu Aleviliği ve Pir
Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa; 65). Bu tespite göre Pir Sultan
Abdal 1505–1510 yıllarında doğmuş olmaktadır.
Fuat Bozkurt, İbrahim Aslanoğlu’na dayanarak yaptığı tarihlendirme sonucunda; Pir
Sultan Abdal’ın 1470–1480 yılları arsında doğduğunu yazmıştır. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan
Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa; 112)
Esat Korkmaz; Pir Sultan Abdal’ın 1510–1514 yılları arasında doğduğunu yazar. (Anadolu
Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay. Sayfa 123)
Ali Yıldırım da Pir Sultan’ın doğum yılını İlhan Başgöz’le aynı doğrultuda bir tarihi
yani 1514 yılı olarak kabul ediyor. (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal
Kültür Der. Yay. Sayfa; 173)
Görüldüğü gibi, Pir Sultan’ın ne zaman yaşadığı ve hangi tarihte doğup, hangi tarihte
öldüğü konusu net olarak yanıtını bulamamıştır. Bu tarihlerin hepsi tahmini tarihlerdir. Bu
tarihleme yöntemi, Pir Sultan’ın ilişkilendirildiği olayların tarihlerine bakılarak tespit edilmeye
çalışılıyor.
Pir Sultan’ım ey Hatayi
Dilimiz söyler hatayı
Pişmedik çiğ yumurtayı
Soymak elinden gelir mi? (Özdemir, age, s. 22)
Pir Sultan Abdal, Osmanlı ile Safeviler (Yavuz Selim’le, Şah İsmail) arasında, 1514
yılında yapılan, Çaldıran Savaşında Şah İsmail’in yenilmesiyle sonuçlanan savaşa gönderme
yapmaktadır. Burada, alınan yenilgiden dolayı Şah İsmail’i eleştirmektedir. Şah İsmail’in acele
ettiğini, gücünü tanımadan, kendisini olgunlaştırmadan, karşı tarafın gücünü hesaplamadan vs.
yapılan savaşın yitirileceği belliyken, bu koşullarda Şah İsmail’in savaşa girmesini hata olarak
değerlendirmektedir.
Pir Sultan Abdal’ın, şiirlerinde geçen kimi olay ve olguları inceleyerek, onun nasıl bir
yaşam sürdüğünü, hangi duyarlılıkları gösterdiğini, yaşama, dünyaya ve insana nasıl baktığını
anlayabiliyoruz. Pir Sultan Abdal, ozan kimliğiyle yaşanılan olayları şiirlerinde yansıtmıştır.
Zamanında gelişen olaylara duyarsız kalmayan ozan, döneminde gelişen olayları şiirlerinde
işlemiştir. Şiirlerine baktığımızda Pir Sultan Abdal’ın, Yavuz Selim (1466–1520); Kanuni
Süleyman (1520–1566) ve Şah Tahmasb, (1524–1576) dönemlerinde yaşadığı söylenebilir. Bu
durumda 1400’lü yılların son çeyreği ile 1500’lü yılların ortaları veya son yarısı arasında
yaşamış olduğu sonucuna varabiliriz. Tahminlere göre 75-80 yaşlarına kadar bir ömür
sürmüştür. Bu tarihler ve yaşam süresiyle ilgili görüşler tamamen olasılıktır.
PİR SULTAN’IN İDAMI VE İDDİALAR
Pir Sultan Abdal’ın hangi tarihte idam edildiği konusu da tam bir karmaşa. Çünkü söz
konusu “Hızır Paşa”nın kim olduğu ve hangi tarihler arasında Sivas’a geldiği konusu tam
olarak çözümlenememiştir. Çünkü o dönemlerde, Sivas’a gelen birden fazla “Hızır Paşa”dan
söz ediliyor. Hangi “Hızır Paşa” Pir Sultan’ı astırdı. Bu tam olarak belli değil. Çünkü bu Hızır
paşaların görev yaptıkları tarih ile Pir Sultan’ın asıldığı tarih arasında uyuşmazlıklar vardır.
Olaylar ve olgular birbirleriyle uyuşmuyor.
Atilla Özkırımlı’ya göre, Pir Sultan Abdal’ın asılması 1548 yılında gerçekleşmiştir.
Özkırımlı bu savını Şah Tahmasb döneminde yaşanılan isyanlara bağlar. Kanuni Sultan
Süleyman’ın, Safeviler’e (İran, Tebriz’e) yapmış olduğu sefer sırasında, Özellikle, Sivas,
Amasya ve Tokat’ta yaşayan Alevilere büyük kıyımlar uygulamıştır. Bu kıyımlar sırasında Pir
Sultan Abdal da asılmıştır. (Atilla Özkırımlı, Toplumsal Bir Başkaldırının İdeolojisi Alevilik-Bektaşilik,
(1990, 2.bas.,1993)
Mehmet Fuat ise, Pir Sultan Abdal’ın 1560 yılında idam edilmiş olabileceğini söylüyor.
Yapılan araştırmalara göre o dönemde yaşayan Hızır Paşa’lar şunlar:
1-) Başbakanlık arşivi Rüus (Başkanlar, küçük yöneticiler) ve Mühime defterlerindeki
kayda göre, 1547 yılında Sivas Valiliği yapan Hızır Paşa’dan söz edilir. Bu paşanın Vali olarak
hangi tarihte Sivas’a atandığı bilinmiyor. Bununla ilgili bilgilere ulaşılamadı. Bu Hızır Paşa’nın
Sivas Valiliğinden ayrılma tarihi tahminlere göre 1552 veya 1554 yılları olduğu sanılmaktadır.
(Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; Nejat Birdoğan’ın incelemesi; sayfa 78)
2-) Başbakanlık arşiv kayıtlarına göre, Aralık 1588’de Mehmet Paşa’nın yerine Sivas
Beylerbeyliğine menşur Deli Hızır Paşa tayin edildi ve 7 Mayıs 1590 yılında bu görevden ayrıldı.
(Amasya tarihi, cilt 3, sayfa 333) (Lütfi KALELİ; Şah Hatayi ve Pir Sultan Alev Yay. 1.bas. 2006; s 100–101)
Ancak bu tarihler, Pir Sultan’ın idam tarihi ile çakışmıyordu. Pir Sultan Abdal’ın
idamının tahminen 1560–1570 yılları arasında olduğu sanılmaktadır.
Tam bu noktada Ali Haydar Avcı, 3. Hızır Paşa’nın bulunduğunu söyledi. Ali Haydar
Avcı, Mühime defterleri kayıtlarında bulduğu belgeye göre;
“Söz konusu Hızır Paşa 1560 yılında Rum (Sivas) Eyaleti Beylerbeyi idi. 27 Şaban 967 (23
Mayıs 1960) tarihinde doğrudan kendisine gönderilen bir hüküm ve 9 Zilkade 967 (1 Ağustos 1560)
tarihinde Dulkadirli Beylerbeyine hitaben yazılan "Sancak Defterlerinin Rum Beylerbeyi Hızır
Paşa'ya gönderilmesi" yönündeki emirname, bu Hızır Paşa'nın aranan Hızır Paşa olduğunu
ispatlıyor. İlginç bir ayrıntı da bu Hızır Paşa'nın Bağdat'tan gelmesi. Yani Pir Sultan Abdal ile
yollarının daha önce de kesişme olasılığının kuvvetli olması” demektedir. Ali Haydar Avcı, bu
bağlantıdan yola çıkarak, Pir Sultan Abdal’la bu Hızır Paşa’nın daha önce de görüşmüş
olabileceklerini söylemektedir. (Ali Haydar Avcı; Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal; Nokta Yay. )
Buradan çıkarılan sonuca göre, Pir Sultan Abdal’ın 1548 ile 1570 yılları arasında idam
edildiğidir. Pir Sultan’ın idamını 1600’lü yıllara götüren araştırmacılar da bulunmakla birlikte;
en büyük kabul ve ileri sürülen sav, Pir Sultan Abdal’ın 1560- 1570 yılları arasında idam
edildiği yönündedir.
Burada, önemli olan Pir Sultan Abdal’ın hangi tarihte idam edildiği değildir. Onun
yaşama, insana, topluma ve doğaya ilişkin olarak söylemiş olduğu görüşleri, olgu ve olaylar
karşısındaki duruş ve eylemidir. Böyle bakınca biçimden çok öze inmemiz gerektiği hemen
ortaya çıkar.
Pir Sultan Abdal, yaklaşık 600 yıldır bu topraklarda dipdiri yaşamaktadır. Onun şiirleri
halen toplumu derinden sarsmakta ve dizeleri insanların gönül telini titretmektedir. Hemen her
gün, radyolarda, televizyonlarda, internet sayfalarında, insanların dillerinde Pir Sultan
Abdal’ın bir deyişini, bir ağıtını, bir ağıtını vb. dinlemekte veya duymaktayız. Bu anlamda
hiçbir ozan ve şair Pir Sultan Abdal kadar halkın bilincine ve gönlüne yerleşmemiştir.
Halkın, Pir Sultan Abdal’a bu sevgisi ve duyarlılığı nedendir? Sorunun yanıtı doğru
verildiğinde, Pir Sultan Abdal’ı doğru tanımlamış oluruz.
Onun, halk gönlünde ulaştığı sevgiye, bugüne kadar hiçbir ozan ulaşamamıştır. Çünkü
Pir Sultan Abdal, dünyanın ozanı olmuştur. Yani, somut olarak, üzerinde yaşadığı dünyayı
sorgulamış ve dünyasal değerler için mücadele etmiştir. Yaşadığı dünyada, daha güzel, daha iyi
yaşayabilmenin savaşımını vermiştir. Ozan, miskin, yaşamı boş veren, tembel, dünya
gerçekliğinden kaçınan, dünyadaki sorunları imge (ahrete) dünyaya taşıyan anlayışlara karşı
çıkmış ve dünyanın gerçekliğini dile getirmiştir. Bundan dolayı da, halkın sorunlarını dile
getiren ve sorunların nedenselliklerini ortaya koyan ve çözüm yollarını da sunan bir bilge, bu
sorunları sazıyla-sözüyle korkusuzca haykıran bir ozan olmuştur. Pir Sultan’ın şiirlerinde, halk
kendi yaşanmışlıklarını bulmuştur. Çünkü Pir Sultan Abdal, halkın konuşan dili, düşünen beyni
ve haykıran sesi olmuştur.
Geçmişte de, bugün de, yoksulluk çelen, acı, keder, üzüntü ve baskı gören halk, kendi
sorunlarıyla ilgili konuları, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde bulmakta ve bu nedenle de onu
gönlüne, bilincine taşıyarak ona beden olmaktadır.
Pir Sultan Abdal, coşkunun, haksızlığa başkaldırının, eşitlikçi- paylaşımcı anlayışın,
sömürüye, zalime, zulme karşı isyancı duruşun simgesi olmuştur. O, bir ozan olarak; yaklaşık
600 yıldır bu topraklarda toplumun belleğinde, her zaman diri kalmış ve gerek ürettiği şiirlerle
ve gerekse cesur ve kararlı duruşuyla, Anadolu insanına ışık saçmış, Anadolu insanının gönlüne
girmiş ve canlara can olmuş, bu anlamda da ölümsüzleşmiş bir önder insan, bir ulu ozandır.
Alevi-Bektaşiliğin, toplumcu yanını gösteren ve Aleviliğin eşitlikçi-paylaşımcı anlayışını
yansıtan Pir Sultan Abdal; yaşamı boyunca, eşitliği, iyiliği, dostluğu, kardeşliği savunmuştur.
Alevi-Bektaşi öğretisinin toplumsal anlayışı, eşitlikçi-paylaşımcı bir anlayıştır. Buna göre,
üreten, emek harcayan, değere değer katan insanların safında yer alan ve üretilen katma
değerden herkesin adilce yararlanmasını savunan toplumcu modeli ön görür. Aleviliğin bu
toplumcu yönünü en iyi yansıtan ozanların başında da, Pir Sultan Abdal gelir. Dünyada, onun
kadar coşkulu ve inandığı dava uğruna canını ortaya koyan, çok az insan vardır. Bundan
dolayıdır ki, yüzyıllardan bu halkının bilincinde yaşıyor ve yaşatılıyor.
Pir Sultan Abdal, her zaman yaşamın içinde olmuştur. Üreten insanlarla aynı mekânı
paylaşmıştır. Kendisi de üreten bir insandır. Üretim-tüketim çelişkisinde, tüketici Osmanlı
egemen sınıfının, üretici köylü toplumunu sömürmesi karşısında, üreticinin safında yer almış ve
sömürgene, zalime, zulme karşı koymuş ve başkaldırmıştır.
Pir Sultan Abdal, haksızlığa karşı isyanın ozanıdır.
Pir Sultan Abdal, yaşanmışlığın ozandır.
Pir Sultan Abdal, insan gönlünü içten kuşatan ve halkın ortak duygularını yansıtan bir
aydın kişi ve duygu yoğunluğu yaşatan lirik bir ozandır.
Onun şiirleri, insanı derinden etkiler ve gönül telini titretir. İnsana güç katar ve bilincini
açar. İnsanı yalnızlıktan kurtarır. Sorunlar yaşayan insana, enerji katar ve onun duygularına
ortak olur.
Bu anlamda da, Pir Sultan Abdal, tüm insanlığa örnek olmuş bir önderdir.
Pir Sultan Abdal, Anadolu insanının sözcüsüdür. Yalnız Anadolu insanının değil,
dünyada ezilen, yoksul, fakir, sömürülen vs. tüm insanların sözcüsüdür.
Pir Sultan Abdal, düşündüğünü çekinmeden söyleyen bir insan olduğu gibi,
düşündüklerini eyleme geçiren bir uygulayıcıdır da. Bu anlamda o, ulaşılması zor bir simgesel
kişiliktir.
Pir Sultan Abdal, bir eylem insandır. “İnsan eylem yapan varlıktır”, sözünün içini
dolduran bir kişiliktir.
Pir Sultan Abdal, aynı zamanda bir inanç önderidir. O, Aleviliğin yolunu, erkânını,
usulünü, inancını, insana-evrene-Tanrı’ya bakışını, şiirlerinde herkesin anlayacağı bir dille
anlatmıştır.
Pir Sultan Abdal’ın dili, çeşmeden akan su gibi berraktır. O halkının konuştuğu dili
kullanmış ve yalın bir anlatımla düşüncelerini dile getirmiştir. Alevi inancının temeli olan;
birlik, bütünlük (tevhit), dostluk, muhabbet, barış; Hz. Ali’ye duyulan sevgi; Kerbelâ kıyımına
duyulan öfke, on iki imamlara olan bağlılık, kâmil-insan; dört kapı-kırk makam vs. gibi
değerleri de, şiirlerin de, yoğun, herkesin anlayacağı bir söylemle ve yalın bir şekilde işlemiştir.
Pir Sultan Abdal, yaklaşık beş yüz yıldır halkın ortak belleğinde dipdiri yaşamaktadır.
Hemen her gün birçok yerde, Pir Sultan’ın türküleri, nefesleri, deyişleri söylenmektedir. AleviBektaşilerin Cem’lerinde, ibadetlerinde, toplantılarında vs. Pir Sultan Abdal’ın deyişleri ve
nefesleri her zaman okunur.
Pir Sultan Abdal, hem bir inanç önderi ve hem de toplumcu duruşuyla Alevi-Bektaşiler
tarafından ululaştırılmış bir ozandır. Yedi ulu ozan içinde topluma en çok etki eden ozan, Pir
Sultan Abdal olmuştur. Halkının gönlünde, Pir Sultan Abdal, doruktaki ozandır.
Pir Sultan Abdal’ın şiirleri, Halk Edebiyatı içinde yer alır. Bu şiirlerin tamamı hece
ölçüsüyle yazılmıştır. Geleneksel şiir anlayışı, Pir Sultan Abdal’da sürdürülmüştür.
Pir Sultan Abdal, her şeyden önce halkının “ortak duyarlılığını, duyuncunu, ütopyasını ve
özlemini” korkusuzca yansıttığı ve halkın sözcüsü olduğu için ölümsüzleşmiştir. Pir Sultan
Abdal, yalnızca yaşadığı dönemde değil, her dönem halkın sözcüsü ve gözcüsü olmuştur. Onun
şiirlerinde halk kendisini bulmuştur. Pir Sultan, kendisinin değil tüm topumun bedeni olmuş ve
bu beden, tüm insanlık ve tüm halk için kendisini feda etmiştir. Halk ve insanlık için ölümü göze
alan ve bu uğurda ölen bir insan ancak “ulu” bir insan olur. Böylesi insanın “bedeni” ölse de;
tini ölmez. O’nun tini (ürettiği değerler) başkalarının tininde yaşar, yaşatılır. Pir Sultan
Abdal’da böylesine “ulu” bir insandır.
Pir Sultan Abdal, yaşadığı dönemde, zalime ve halkı sömürüne karşı korkusuzca
başkaldırmış, kendisine yapılan onca işkencelere direnmiş, görüşünden ve duruşundan asla
ödün vermemiş; halkının “ortak istencini” korkusuzca savunmuş ve bu uğurda “idam edilerek”
öldürülmüş bir insandır. İşte onu kahraman ve ölümsüz yapan bu isyancı ve korkusuz
duruşudur.
Pir Sultan Abdal’ın şiirleri çok durudur. Halkının konuştuğu dildir onun dili. Akıcı,
doyurucu, anlaşılır, duru ve saf bir dil. Öz be öz kendi halkının konuştuğu dil. Bu da Pir Sultan
Abdal’ı ölümsüz kılan diğer bir yandır. Onun dizeleri, ağdalı bir dilden ve anlaşılmaz
sözcüklerden uzaktır. Dizeler bir anne sütünün besleyiciliği gibi, kendi halkının dilini besleyen,
onu zenginleştiren ve bütünleyen dizelerdir.
Pir Sultan Abdal, kibirden, yapaylıktan, yağdanlıktan ve gösterişten uzak, yalnızca
halkının aydını ve ozanı olmuştur. Bunun için de her dönem halkının en yakınında
bulunmuştur. Halkı da, Pir Sultan’ına sahip çıkmış, onun dizelerini, anlaşılır ve anlamlı
sözcüklerini önemsemiştir. Çünkü halk, Pir Sultan’da kendini görmüştür. Pir Sultan’ın şiirleri
onun yaşadıklarını anlatmaktadır.
Bundandır ki, halk kendisinin söyleyemediğini, korkusuzca söyleyen insanı
kahramanlaştırıyor ve onu yaşatıyor. Dünyadaki gerçek kahramanların öyküsü böyledir.
HIZIR PAŞA SÖYLENCESİ
Hızır Paşa söylencesi, Anadolu halkının üstün ve üretici zekâsının bir ürünüdür. İyi ve
kötü birbirine karşıt iki güç her olay ve olguda vardır. Biri olmadan diğeri olmaz. Halk, bu iki
karşıt güçten, Hızır Paşaya kötülük eylemini yüklerken, Pir Sultan Abdal”ın bedenine; iyilik,
dostluk, dayanışma, paylaşma vs. gibi, insani değerleri içeren değerleri yükleyerek, onu
ululaştırmış ve yüceltmiştir. Halk, yücelttiği ve değer verdiği insanı çok önemli (soyut, somut)
değerlerlerle donandırır. Bu söylencede de, bu durumla karşılaşmaktayız.
Pir Sultan Abdal, ulu bir ozandır. Halk bu ozanımıza, üstünlük sağlayan, bir takım
manevi değerler yükleyerek, olağanüstü bir insan konumuna sokmuştur. Öyle ki, Pir Sultan,
kimsenin yapamadığını yapan, insanlara enerji sunan, insanların yaşamını değiştirebilen bir
yeteneğin, bir gücün sahibi gibidir. Böyle olağanüstü niteliklerle donatılan, Pir Sultan Abdal,
özündeki manevi güçle, kendisinden yardım istemeye gelen Hızır’a, gerekli himmeti (besini,
yardımı) sunmuştur. Halk söylencesi, bilinçte betimlendiğinde, zihinde tasarımlanıp somuta
taşındığında, söz konusu söylencede, verilmek istenilen bir iletinin olduğu görülür. Bu anlamda
her söylence değerlidir ve anlamlıdır. Bu açıklamadan sonra söylenceye bakalım.
Söz konusu söylence şöyledir:
Sivas’ın Hafik ilçesi, Sofular Köyünden “Hızır” isimli bir derviş vardır. Hızır, Pir
Sultan’ın müridi olur. Pir Sultan ona gerekli olan enerjiyi sunar. Onun zihni, algılaması artar ve
şansı açılır.
Pir Sultan’dan gerekli tinsel gıdayı alan (himmet alan) Hızır, Pir Sultan’dan izin alarak
İstanbul’a gider, ora da okur ve bunun üzerine Paşa, Beylerbeyi (Yönetici) olur.
Söylenceye göre, Pir Sultan, Hızır’a: Hızır; “Gidip okuyacaksın, paşa, hatta vezir
olacaksın. Fakat bir gün beni asmağa geleceksin!” diye bir öngörüde bulunmuş. Hızır da, hiç öyle
bir şey yapar mıyım Pir’im demiş? Oradan ayrılmış.
Süreç içinde okuyup, yönetici olarak Sivas’a Vali olarak gelen Hızır, artık farklı bir
konumdadır. Artık o, yöneticidir ve Osmanlı’nın ileri gelen insanlarından birisi olmuştur.
Hızır, görevi sırasında, halktan uzak, kibirli ve baskıcı bir davranış sergileyerek,
öncekinden çok daha değişik bir kimliğe bürünür.
Pir Sultan Abdal, Osmanlı’nın zulmüne, baskısına karşı, şiirleriyle, eylemleriyle
korkusuzca karşı koyan ve zalimlere karşı duran, bir ozan ve eylem adımıdır. O dönem,
Osmanlı’nın halka yaptığı baskılar ve kıyımlar, çok yoğun yaşanmaktadır. Halk, bir yandan
ekonomik yönden perişanlık yaşarken, diğer bir yandan baskılardan yılmış, çaresiz ve
güvencesizdir. Bu koşullar içinde Pir Sultan Abdal, bir aydın olarak, halka öncülük yapmıştır.
Pir Sultan, bu koşullar içinde, halkla birlikte, halk önderi olarak Osmanlı’ya
başkaldırmıştır. Hızır Paşa, tüm bu olanlardan rahatsızdır. Osmanlı’nın memuru ve yöneticisi
olduğunu anımsayarak, geçmişini unutan Hızır Paşa, bu görev aşkı içinde kendisine himmet
eden, onun Vali olmasının tinsel gıdasını veren Pir’inin iyiliğini unutmuştur. O, hırsına, nefsine
yenilerek yöneticilik sarhoşluğu içinde, yukarıdan bakan, kibirli ve geçmişini unutan bir
davranışla, Pir Sultan Abdal’ı yakalatıp, Sivas Toprak Kalesi’ne koydurmuş ve kısa sürede
yargılatarak idama mahkûm ettirmiştir.
Yine söylenceye göre, Hızır Paşa, bir ara geçmişini anımsar ve Pir Sultan’ın hayatını
kurtarmak ister. Çünkü geçmişte kendisine yaptığı iyilikler ve verdiği himmet aklına gelmiştir.
Hızır, Pir Sultan Abdal’ı huzuruna çıkartır. O’ndan içinde “Şah” sözcüğünün geçmediği üç
nefes söylemesini istemiştir. Pir Sultan Abdal, bu sözlere ve isteğe çok kızar ve sazını eline alıp
Şah’ı öven üç nefes söyler. Bu davranışı hiç beklemeyen Hızır Paşa, bunun üzerine çok kızar ve
bu kızgınlığından deliye döner. Bu nasıl olurdu? Bir “Osmanlı Vali”sine karşı mı gelinirdi?!
Ama karşısında koskocaman bir ozan ve devasa bir yürek vardı. O, bunu hesap
etmemişti. Sanmıştı ki, Pir Sultan Abdal, idam edilmekten korkacak, özür diyecek ve O’da, Pir
Sultanı affedecek. Oysa o Pir Sultan Abdal’ı tanımamıştı. Gerçek ozan diz çökmezdi. Pir Sultan
Abdal da diz çökmedi, aldı eline sazı ve arka arkaya şu dizeleri dile getirdi:
İlk nefesinde:
“ Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim”(İrene Melikoff; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği Yay. 1998, sayfa12)
İkinci nefesinde şöyle sesledi:
“Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Allah’ı seversen Kâtip böyle yaz
Dünü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz…”(İrene Melikoff; age, Sayfa 12)
Pir Sultan üçüncü bir deyişle sözlerini bitirdi::
“ Karşıda görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ela gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim …”(Melikoff; age; sayfa 13)
Bu deyişleri duyan Hızır Paşa, artık dayanamaz, deliye döner, sinirinden çıldırır ve
kızgınlık içinde, Pir Sultan Abdal için darağacını kurdurur ve idam ettirir.
Anadolu Alevileri, Şah’ın yanında yer almışlardı. Osmanlı’nın zulmüne karşı
direniyorlardı. Bu direnme sırasında Şah’lar, onarla yardımcı oluyordu. Şah İsmail, Şah
Tahmasb, Şah Abbas, Kalender Şah vs. Anadolu’daki Alevilerin yanında yer alıyorlardı. Bu
durum Osmanlı’yı çok kızdırıyordu. Bundan dolayı da, Alevilere dönük büyük kıyımlar
gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda, topluma ve halka öncülük eden önderleri asıyor,
öldürüyordu. Pir Sultan Abdal da, bu halk önderlerinden birisiydi. Osmanlı, Pir Sultan
Abdal’ın halk üzerindeki etkisini ve güvenirliliğini bildiğinden dolayı da, onu asarak öldürdü.
ŞAH SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI VE PİR SULTAN’IN ŞAH’I KİMDİR?
Şah, bir şeyin en iyisi, bir topluluğun en büyüğü anlamına gelir. (Büyük Larousse; ilgili
madde). Bu anlamda, Alevi-Bektaşi öğretisinde Şah: Bu öğretiyi, bu felsefeyi, bu inancı en iyi
bilen, en iyi yorumlayan, yetkin, etkili ve güvenilir ulu bir insan anlamını taşır. Şah, aynı
zamanda Sultan’dır da. Çünkü Sultan bir yolun, bir öğretinin en üst makamıdır. Bu makama
oturan kişi Şah’tır.
Evrenin ulusu Tanrı’dır. Çünkü her şey Tanrı’nın bir görünümüdür. O halde Tanrı, her
şeyin içindedir. Ulu olan, belirleyici ve yetkin olan Tanrı’dır. O zaman evrenin Sultan’ı da ve
Şah’ı daTanrı’dır.
Bir devleti yöneten kişi Sultan’dır. Çünkü en üst makam odur. O makama oturan insan,
o ülkenin Şah’ıdır. En üst yöneticidir. Ulus Devletlerden önceki devlet yöneticilerinin
sıfatlarının, Sultan ya da Şah adıyla anılmaları, o sözcüklerin içerdikleri anlam dolayısıyladır.
Alevi- Bektaşilikte de “Şah” sözcüğünün çok temel bir anlamı vardır. Bu öğretide, Pir,
Mürşit, Şah… gibi kavramlar belirli anlamlar yüklenirler. Bu sıfatları yüklenen insanlar, bu
yolun uluları, önderleri ve sözcüleri sayılırlar.
“Şah, kavramı, iyiliği, doğruluğu, güzelliği, hak ve adaleti, insanı kutsayan anlayışı ve
insanlığın karanlıktan, kötülüklerden kurtuluşunu simgeleyen bir kavramdır. Şah tasarımı, aynı
zamanda baskısız ve sömürüsüz bir dünyanın özlemini yansıtır. (Anadolu Halk Hareketi;
HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI; makalesi sayfa; 70)
Bu gerçeklik üzerinden hareketle, Şah, insanlığı gelecekte güzel günlere götürecek olan
bir kimliğin simgesi konumundadır. Böyle olunca da, Osmanlı’nın baskısından, sömürüsünden
bıkan ve bir kurtuluş beklentisi içinde olan Anadolu halkı kendi “Şah”ını yani kendi
“kurtarıcısını” hep beklemiştir. Bu nedenle, bu kurtuluşu gerçekleştirmek amacıyla, birçok
başkaldırı ve ayaklanma yaşanmıştır. Çünkü Osmanlı, yerli halkı her zaman baskı altında
tutmuş, sömürmüş, yoksun ve yoksul bırakmış, yetim koymuş ve hep ezmiştir. Bundan dolayı
da, Anadolu Halk’ı, her zaman bir “kurtarıcı” beklemiştir.
Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde, bolca geçen bu kurtarıcı “Şah” kimdir?:
İran’da devlet kurmuş olan Şah İsmail’mi?
Yoksa o dönem de Hacı Bektaş Veli postunda oturan Kalender Çelebi’mi?
Veya genel anlamda bir simgesel kurtarıcının adı mı?
Ya da kendisinden önce yaşamış olan, bu yolun, bu öğretinin ulularına bir sesleniş mi?
Bunların hepsi olabilir.
Şu bilinmelidir ki “Şah” sözcüğü, genel bir kavramdır. Şah İsmail’le bu kavramı
sınırlandırmak yanlıştır. Şah İsmail (Hatayi), İran’da Safevi Devleti’nin Sultan’ı ve Şah’ıdır.
Anadolu’daki Aleviler üzerinde de büyük bir etkisi olmuştur. Anadolu Alevileri, Şah İsmail’i
önder görmüşler, taraftar olmuşlar ve ona saygı duymuşlardır. Şah İsmail’de, Anadolu’daki
Alevilere sahip çıkmış ve onları korumaya çalışmıştır. Şah İsmail yani Hatayi, Alevilerin kabul
ettiği yedi ulu ozandan birisidir ve Pir Sultan Abdal’dan sonra, en etkili olanıdır.
Konumuza dönersek, Pir Sultan Abdal’ın şiirlerindeki “Şah” kavramının, yalnızca “Şah
İsmail”e yönelik olduğu çok şüphelidir. En azından tarihsel olarak da bunun böyle olması
gerektiğini söyleyebiliriz. Özellikle Yavuz Sultan Selim’in, 1516 yılında halifeliği Osmanlı’ya
getirmesiyle, yönetim, koyu bir dinciliğe bürünmüş ve devlette, “Şeriat” hükümleri egemen
olmaya başlamıştır. Böylece, Osmanlı yönetimiyle, Anadolu’da çoğunlukta bulunan
Türkmenlerin inancı arasında bir doku uyuşmazlığı oluşmuştur. Osmanlı’nın “Sünni”
inancıyla, Anadolu’nun yoksul insanlarının muhalif inancı olan Bâtınilik (Alevilik) birbirleriyle
uyuşmuyordu.
Bu nedenle de, özellikle 1500-1660 yılları arasında, gerek ekonomik, gerek sosyal, gerek
kültürel ve gerekse inançsal anlamda anlaşamayan Anadolu halkıyla, Osmanlı arasında büyük
karşıtlıklar ve anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu durumda, Osmanlı’dan baskı ve eziyet gören
Anadolu Türkmenleri, İran’da devlet kurmuş olan ama kendisi gibi konuşan, kendi dilinden
şiirler yazan, kendi kültürünü yaşayan ve yaşatan, “Şah İsmail”e yanaşmayı uygun görmüştür.
Bu duyarlılıklar içinde, Şah İsmail, bu duyarlılıklar içinde Anadolu’da ki Türkmen halkına
sahip çıkmış ve onları doğal taraftar olarak görmüştür. Bu anlamda Pir Sultan Abdal’ın da Şah
İsmail’i, önder görmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Şah sözcüğü, genel olarak, insanlığı kurtuluşa taşıyacak olan ve bu yönde görüş, düşünce
ve eylem geliştiren önder insanlara yüklenilen bir sıfattır. Pir Sultan Abdal şiirlerinde, “Şah”
derken bunu, genel anlamda da kullanmış olabilir. Yani bu hem “Şah İsmail”i anlatmış olurken
ve hem de bir başka önderden (Örneğin; Kalender Çelebi’den, Hacı Bektaş Veli’den, Hz.
Ali’den vs.) söz etmiş olabilir. Bunu şu an kesin olarak söyleme şansına sahip değiliz.
Ama, Pir Sultan Abdal’ın şiirleri incelendiğinde “Şah” sözcüğünü hangi ulu için
kullandığına ilişkin bir takım verilerle, ipuçlarıyla karşılaşıyoruz. Bu veriler ve ipuçları bize
sözü edilen “Şah” Kalender Çelebi olabilir mi? Sorusunu aklımıza getiriyor. Örneğin:
Karşı karşı karlı dağlar
İndi Şah’a secd’eyledi
Mülk iyesi ulu beyler
İndi Şah’a secd’eyledi. (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar AVCI;
makalesi sayfa 72;)
Pir Sultan’ın, bu dizelerde, yaşadığı bölgedeki (Sivas- Banaz) dağlara (Yıldız Dağı) gelen
ve o dağları gezen, dolaşan bir ulu kişiden söz ettiği anlaşılıyor. Dağların Şah’a mekân
olduğunu, orada yaşayan ve söz sahibi olan beylerin de bu Şah’a tapındıklarını, ona taraf
çıktıklarını anlatıyor. Bu Şah, o dönemde Anadolu halkının sesi, özü olan, o halkın önderi
konumunda bulunun en yüksek makamdaki Kalender Çelebi’dir. Kalender Çelebi, Sivas
bölgesine de gelmiş, Yıldız Dağı çevresinde konaklamış ve o bölgelerde de kalmıştır.
PİR SULTAN’ım oldu tamam
İşte geldi Sahip-Zaman
Dahi indi On’iki İmam
İndi Şah’a secd’eyledi (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; A.Haydar
AVCI; makalesi sayfa 72;)
Bu dizelerde Pir Sultan Abdal, Sahip-Zaman diyerek, o dönemdeki mekân ve zamana
uygun gelişen olayları ve o süreçte, söz sahibi olan, olaylara, olgulara yön veren, bir insandan
söz etmektedir. Bu kişinin Kalender Çelebi olma olasılığı bir hayli yüksektir. Çünkü İran’daki
Şah İsmail’in, Sivas-Banaz’daki Yıldız Dağlarına gelmediği tarihsel bir gerçekliktir. O zaman
söz konusu dağlara bir fiil olarak gelen ve şiirde sözü edilen bu ulu insanın Kalender Çelebi
olduğu sanılmaktadır. Kalender Çelebi 1527-1528 yıllarında Osmanlı’ya başkaldırmıştır.
Şu dizeler bu konuda daha belirgin bir yargıya varmamızı sağlıyor.
PİR SULTAN’ım Çelebi’ye
Eyvallahım var Veli’ye
Yol oğluna yol diliyle
Yolun sırrın soran gelsin (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003;
A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 73;)
Bu dizeler açıkça Kalender Çelebi’yi işaret etmektedir. Pir Sultan Abdal, açıkça
“Çelebi”ye derken, bu konuda ki yargımızı güçlendiriyor. Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli
yolunu, öğretisini, felsefesini bilen, yol diliyle (Alevi-Bektaşi yolu) konuşan ve yolun gizlerini
taşıyan bir kişiyi tanımlıyor. Ozanın söz ettiği kişi, o dönem, Hacı Bektaş Veli postunda oturan
ve Şah olarak tanımlanan Kalender Çelebi’dir.
Yazar A.Haydar Avcı, Pir Sultan’ın, sözünü ettiği Şah’ın, Kalender Çelebi olduğunu
verdiği örnek şiirlerle kanıtlamaya çalışıyor. Gerçekten de bu dizeler, bu savı doğrular
niteliktedir. Buna karşın aynı dönemde Şah İsmail’in de aynı niteliklerle anılması ve Anadolu
Türkmen Alevileri tarafından önder görülmesi ve Pir Sultan Abdal’ın da, bu durumdan
etkilenmesi ve “Şah” sözcüğünü “Şah İsmail” için kullanması da akla yakındır. Ama ne olursa
olsun, ortada gerçek olan halkın büyük sorunlar yaşaması ve kendisini bu sorunlardan
kurtaracak bir önder araması söz konusudur. İşte bu koşulların dayattığı ortamda sazıyla,
sözüyle, eylemiyle halka sahip çıkan ve halka önderlik eden Pir Sultan Abdal, ozan ve bilge
kişiliğiyle, halka öncü oluyor, halkın duygularını, taleplerini, görüşlerini yansıtan, bir duruş
gösteriyor. Asıl adı Haydar olan, Pir Sultan Abdal, dönemin maddi koşullarının, itki gücüyle
ortaya çıkmış, bir ozan, bir bilge ve bir eylem insandır.
Bir de şu dizelere bakalım:
Rum elinden devlet hanlar tutuldu
Şad oluben top tüfekler atıldı
Zahir oldu kurt koyuna katıldı
On’iki İmam Mehdi ile geliyor. ( Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003;
A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 74;)
Burada ozan, Rum eli derken Sivas’tan söz ediyor. O dönemde Sivas yöresi Rum diyarı
olarak anılıyordu. Ozan, Mehdi derken, Sivas bölgesine gelen bir ulu’dan söz ediyor. Bu da o
dönemde, Sivas bölgesine giden ulu kişinin Kalender Çelebi olduğunu göstermektedir. Mehdi
inancı, Aleviliğin çok temel bir inancıdır. İnanca göre, 12. İmam olan Mehdi, gayb (görülmeyen,
gizli olan) âlemine katılmıştır. Bir güm insanlığı kötülükten kurtarmak için dünyaya gelecektir.
Bu anlamda “Mehdi” kurtarıcı ve düzenleyici bir kimlik olarak bilinçlere yansımaktadır.
Anadolu Halkının, çok zor koşullar yaşadığı bir dönemde, bir “kurtarıcı” beklemeleri doğaldı.
Halk, kendisine öncülük eden, yol gösteren öndere, “Mehdi” gözüyle bakmıştır. Kalender
Çelebi’ye de “Mehdi” olarak gördüğü, yukarıdaki dizelerden anlaşılmaktadır.
Şu dizelere ne demeli;
Uçurdular Pir Sultan’ın kuşunu
Seyrangah eyledi Yıldız başını
Hub gösterdi toprağını taşını
Mevlam kısmetini verdi orada
Şah Yıldız dağında semah eyledi
Ayaküstü bin bir kelam söyledi
İndi Banaz’a hoş vatan eyledi
Hayli devr-ü zaman geçti orada
Koca Şah uruma bir elma saldı
Dolandı Urum’u Banaz’a geldi
PİR SULTAN elmaya bir tekbir kıldı
İnsan taacüpte kaldı orada (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003;
A.Haydar AVCI; makalesi sayfa 77;)
Aslında bu dizlere bakıldığında, Pir Sultan Abdal; Yıldız Dağının eteğinde, çevresinde
dolanan, bu dağı mekân edinen, varlığıyla güzelleştiren, dağı çekici kılan, dağda semah dönen,
söz söyleyen, konuşan ve oradan Banaz’a inip insanlarla görüşen, sohbet eden ve Banaz’ı yurt
edinen bir kişiden söz ediyor. Ozanın sözünü ettiği bu kişi Şah İsmail olabilir mi? Doğal ki
olamaz. Araştırmacı A. Haydar Avcı’nın da belirttiği gibi, bu kişi olsa olsa, o dönem Pir, Mürşit
ya da Şah olarak nitelendirilen ve halk tarafından sevilen ve önder kabul edilen Kalender Çelebi
olabilir. Çünkü Şah İsmail’in, Sivas’taki “Yıldız Dağ”ına geldiğiyle ilgili bir belge yoktur ama
Kalender Çelebi oralarda yaşamıştır.
Haydar Avcı, bu görüşünü pekiştirmek için “elma” gönderme konusuna da açıklık
getirerek, o dönemde “elma göndermenin” davet etme, çağırma anlamına geldiğini de
belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, son dizelerinde, Şah’ın Sivas’ a haber gönderdiğini ve sonra
bu çağrının Sivas’taki, Banaz’daki insanları da kapsadığını, çevresinde bulunan insanlara
çağrıda bulunduğunu, kendisinin de bu çağrıya uyduğunu belirtmektedir. Pir Sultan Abdal,
Kalender Çelebi’nin çağrısına uyarak, Yıldız Dağı’na gittiğini söylemektedir. Birçok insanın bu
durumu şaşkınlıkla karşıladığını dile getirmektedir. Burada yapılan, gerçekleşen maddi bir olgu
var. O da toplantılara katılan, insanlarla konuşan bir kişiden söz edilmektedir. Bu kişi Şah
İsmail olabilir mi? Doğal ki tarihi gerçekler böyle bir olaydan söz etmemekle birlikte kimi
araştırmacılar bu kişinin “düzmece Şah İsmail” olabileceğini söylemektedirler. Tarihçiaraştırmacı Mustafa Akdağ’ın tezlerinden hareket ederek bu görüşü savunan İlhan Başgöz ve
bu görüşe katılan Cem Erseven’e göre; “Şam tarafında ortaya çıkan ve Bozok (Yozgat)
yakınlarına kadar gelen ve halkı ayaklanmaya çağıran düzmece yani yalancı Şah İsmail’in
varlığında söz edilmektedir.” (Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003; Cem Erseven makalesi sayfa
144;)
Bunlar ortaya atılan tahmini görüşlerdir. Bu konuda halen kesin bilgilere ulaşılmış
değildir.
Tüm bu bilgilerden ve verilerden hareket ederek, Pir Sultan Abdal’ın 16. yüzyılda
yaşadığını söyleyebiliriz. Belki de 15. yüzyılın son çeyreğinde dünyaya gelmiş olması ve 16.
yüzyılın ortalarında veya son çeyreğinde ölmüş olabileceği büyük bir olasılık olarak ortaya
çıkmaktadır.
PİR SULTAN’IN FELSEFESİ
Pir Sultan Abdal’ın felsefesi, insan merkezli, ayağı, düşüncesi, görüşleri yere basan,
dünyasal olan bir felsefedir. Pir Sultan Abdal’da, yaşamın pratiğinden uzak olmayan, dünyanın
gerçekliği üzerine kurulmuş olan görüş ve düşünceler egemendir.
Ozanın şiirlerinde, dünyasallaşmış bir insanın duygularını ve düşüncelerini ortaya
koyan bir bilinçle karşılaşırız. Bu anlamda, onun dizelerinde; yaşadığı toplumda ki, sorunlara,
zorluklara karşı göstermiş olduğu duyarlılık, yılmayan ve kakarlıkla yürütülen bir mücadele ve
davasına sonuna kadara inanan bir karşı davranış, belirgin bir şekilde görülmektedir.
Pir Sultan; ezene karşı ezilenin, zalime karşı mazlumun, sömürene karşı sömürülenin,
haksıza karşı haklının, arsıza karşı masumun, yalana karşı doğrunun, biçime karşı özün
tarafında yer alan bir dünya görüşünün temsilcisidir.
Pir Sultan Abdal; halkın baskılara ve haksızlıklara karşı geliştirdiği “ortak bilincin”
bedenleşmesine ve açığa çıkmasına olanak sağlayan bir kimliğin adıdır.
Aleviliğin, yüzyıllardır taşıyıp getirdiği eşitlikçi-paylaşımcı öğretisinden beslenen Pir
Sultan Abdal, bu öğretiyi yaşamında her zaman savunagelmiş ve yaşamının pratiğine bunu
yansıtmış bir kişiliktir. O, yılmadan, korkmadan, çekinmeden, kendisine yapılan baskılara
karşın, görüşlerinden ödün vermeyen ve aynı zamanda zalimlere karşı verilen savaşımda
“direncin, onurun” simgesidir.
Yalın ve halkın anlayacağı bir dil kullanan Pir Sultan, yaklaşık 600 yıldır bu topraklarda
her zaman halkın duygusunu, istencini, kavgasını, duyuncunu, isyanını dile getiren bir ozan
olmuştur.
Pir Sultan, isyancı bir ozandır. Bu isyan, karmaşa yaratma değil; halkı ezen, halkın
ekmeğini elinden alan, halkı kandıran, küçümseyen, hor gören yönetimlere, zalimlere,
sevgisizlere vs. karşı gösterilen bir bilincin dışa vurmasıdır.
Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e
Geçmem beni etseler pare pare
İrafizi deye çektiler dare
Acab benim bunda ne günahım var
Pir Sultan Abdal, görüş ve düşüncelerini net ortaya koyan bir ozandır. Bu dizelerde de
görüldüğü gibi, Hz. Ali’ye bağlı olduğunu, bedenini parçalarsalar bile bu bağlılıktan
dönmeyeceğini belirtiyor. Pir Sultan Abdal, Rafızî olduğu için sorgulandığını söyleyerek, Rafızî
olmanın neden suç olduğunu soruyor. Osmanlı, Alevi kimliği taşıyan, Alevi inancına bağlı olan
insanlara baskı ve zulüm uygulamıştır. Bu dizlerde de bunu görmekteyiz. Pir Sultan’ın yaşadığı
dönemde Aleviler “Rafizi, Mülhid, Kızılbaş, Şii vs. diye adlandırılıyordu.
Rafızîlik, Hz. Ali’yi halife olarak görüp, diğer halifeleri tanımayanlara verilen isimdir.
Mülhit, Tanrı’ya inanmayanlar anlamına gelir.
Şia ise Şiiliği benimseyenlerdir.
Kızılbaş ise, savaşa giden Hz. Ali taraftarlarının ve yine savaş sırasında Safevilerin
başlarına kızıl bir başlık takmaları nedeniyle, Şah İsmail ve Hz. Ali yanlılarına verilen bir
isimdi.
Görülüyor ki bu dönemde Alevi sözcüğü henüz kullanılmıyordu. Pir Sultan Abdal,
açıkça “rafizi” diye suçlandığını belirtiyor. Oysa bugün bu sözcüklerin (Rafızî, Mülhit ve
Kızılbaş…) hiçbiri kullanılmıyor. 1500-1600’lü yıllarda da “Alevi” sözcüğü yoğun olarak
kullanılmıyordu. Alevi sözcüğünün, XV11. veya XIX. yüzyıllardan itibaren kullanıldığı yönünde
görüşler bulunmaktadır. XX. Yüzyılda ise tamamen “Alevi” sözcüğü kullanılmıştır. Rafızi ve
mülhit sözcükleri çok fazla kullanılmamış, Kızılbaş sözcüğü ise, küçümsemek ve aşağılanmak
amacıyla kullanılır olmuştur.
Lanet olsun sana ey Yezit Pelit
Kızılbaş mı dersin, söyle bakalım
Biz ol âşıklarız, ezel gününden
Rafızî mi dersin, söyle bakalım.(Müslüm Ulusoy, Direnen Türkler, Tanı Yay. 2006, s. 398)
Pir Sultan Abdal, Osmanlı yöneticiler tarafında Kızılbaş ve Rafızî denilerek küçük
görülen ve aşağılanan ve suçlanan Alevi’lerin, bu suçlamalara hiç aldırmadıklarını ve bu
tanımlamalardan mutlu olduklarını belirterek, onlara karşılık vermektedir. Pir Sultan, “Ey
Yezit, bu aşağılamanı kınıyorum, bu alçakça duruşuna gülüp geçiyorum” demektedir.
Hak bizi yoktan var etti
Şükür yoktan vara geldim
Yedi kat arşta asılı
Kandilde ki nura geldim (Erdoğan Çınar; age; sayfa; 81)
Felsefi anlamda yok’ta vardır. Tohumun içinde yok olan meyve, karşıtına dönüşünce
varlık kazanır. O zaman var yok, yok ise vardır. Tohumun içindeki meyve veya ağaç tohumda
gizil nesnellik olarak durur. Karşıtına dönüştüğünde yani meyva veya ağaç olduğunda ise,
tohum gizil nesnellik olarak ağacın içinde yer alır. Biri diğerine dönüştüğünde, yani biri açığa
çıktığında diğeri gizlenir “batın” konumuna gelir, diğeri açığa çıkar. Bu döngü sonsuzca var
olur. Ozan, burada bu olguyu anlatmaktadır. Evren ve insan görünüşe çıkmadan veya kendi
varlığını oluşturmadan önce Hakk’la birlikteydi, Hakk’ın içindeydi. Potansiyel olarak Hakk’ta
mevcuttu. Ama insanın kendisi yoktu. Yani gerçek olarak açığa çıkmamıştı. Evren açığa çıkarak
varoluşunu ortaya koymuştur. Bu varoluş, Tanrı’nın kendisinde mevcut olanı açığa çıkarması,
görünür alana geçmek istemesiyle olmuştur. İnsan evrende yokken, Tanrı’nın özünde
bulunmaktaydı. Ozan, yedi kat arş derken de, yedi kat gökten söz etmektedir. Kandildeki nura
geldim derken de, evreni var eden sonsuz enerjinin, evreni var etmesi ve güneşin yeryüzüne ışık
salmasını anlatmaktadır. Çünkü her şey enerjidir. Madde enerjinin farklı yoğunlukta bir araya
gelmesiyle oluşmuştur. Ozan bu gerçekliği dile getirmektedir. Fizikte çok temel bir yasa olan
“Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşür “ ilkesi bu dizlerde açık bir şekilde dile getirilmiştir.
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement, işte boynum asarsa
İşte hançer, işte kellem keserse
Dönen dönsün, ben dönmezsem yolumdan
Bu dizelerde Pir Sultan Abdal, inandığı davadan, savunduğu görüş ve düşüncelerden
asla ödün vermeyeceğini ve tüm baskılara karşın kendi dünya görüşünü savunacağını dile
getirmektedir. O günün yöneticileri, karar vericileri, Pir Sultan’a, inandığı yoldan (Alevilik veya
Kızılbaşlık) ve Şah’a (Şah kimine göre Şah Hatayi, kimine göre ise Kalender Çelebi ya da bu
öğretiyi savunan en üst makamdaki mürşit veya yol ulusudur. Pir Sultan Abdal’ın Şah’ı kimdir?
Diye bir soru sorulursa, bunun yanıtını net olarak vermekten uzağız. Ama yaşanılan olaylara
bakıldığında bu Şah’ın “Kalender Çelebi” olma olasılığının yüksek olduğu düşüncesindeyim. S. Z)
olan bağlılığından vazgeçmesi istenir. Pir Sultan Abdal; bilincinde ve benliğinde taşıdığı bu
değerlerden vazgeçmeyeceğini ve bu uğurda gerekirse ölümü göze alacağını vurgulamaktadır.
İşte ozan, bu toplumsal baskıları var eden egemen güçlere karşı “direncin” simgesi olarak
günümüze kadar gelmiştir. Pir Sultan Abdal’ı, halkın, kendisine yakın görmesinin nedeni, onun
bu duruşunun soyut olmaktan çıkıp, somuta dönüşmesi ve bilincinin toplumsal bilinçte
bedenleşmesinin sonucudur.
Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi pareler beni
Dar günümde, dost düşmanım bell’oldu
On derdim var ise, şimdi ell’oldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni
Pir Sultan’ın, direnci, asla ödün vermeyen duruşu, o dönem karar vericileri çileden
çıkarır ve yöneticilerin isteği doğrultusunda, karar vericiler, bu ulu insanı asmaya karar
vermişlerdir. Asılma sırasında, karar vericiler, halka emir vererek, herkesin Pir Sultan’a taş
atmasını isterler. O sırada, ozana, taşa atanların yanında bulunan, musahibi (yol kardeşi) Ali
Baba da taş yerine “gül” atmıştır. Bu gül, Pir Sultan’ı derinden üzmüştür. Pir Sultan’ı üzen,
Musahibinin taş atanların safında yer almasıdır. Taş yerine gül atsa bile, o gülün çok fazla bir
anlamı yoktur. Çünkü orada önemli olan, taş atanlara karşı koymak yerine, onların yanında yer
almasıdır acı olan. İşte, Pir Sultan Abdal’ı üzen budur.
Dostluğun ve içten sevginin ne kadar önemli olduğunu belirten bu dizeler, Pir Sultan,
asıldığı sırada, kendisine taş atan insanlarla birlikte, aynı kalabalık içinde bulunup, kendisine
eğilip “gül” atan Musahibine karşı duymuş olduğu acıyı, üzüntüyü belirtir. Bu dizeler,
dostluğun, kardeşliğin ne kadar değerli olduğunu yansıtan dizelerdir.
Musahip, kardeştir. Kardeş olan birisi, gül de olsa kardeşine atmamalıdır. Çünkü orada
önemli olan niyettir. Musahip Ali Baba’nın, orada kalabalığın içinde yer alarak, gül atması
yerine, Pir Sultan’ın yanında bulunup, karşı duruşu ve hatta ölmeyi göze alacak iradeyi
göstermesi gerekirdi. Gerçek dostluk ve Musahiplik bunu gerektirirdi. Pir Sultan Abdal da
dizelerinde bu duygusunu yansıtmaktadır.
Şimdi bizim aramıza
Yola boynun veren gelsin
İkrar ile pire varıp
Hakikati gören gelsin
Pir Sultan, direncin ve kararlılığın simgesi olduğunu bu dizelerde açıkça ortaya
koymaktadır. Pir Sultan, “bu yola girenlerin” derken, Alevi- Bektaşilik öğretisinden söz
etmektedir. Bir başka yönüyle de sınıfsal olarak, mazlumun, ezilenin, üretenin ve dışlananların
safında yer alıp, bu alanda mücadele verenlerin korkusuz ve kararlı olması gerektiğini
vurgulamaktadır. Kişinin, bir Pir’e veya bir mürşide gidip, gerçeği görmesi, hamlıktan kurtulup
olgunlaşması gerekir. Bir Pir’e gidip ondan gerekli düşünsel gıdayı alan birisinin, o yola uygun
davranışlar göstermesi gerekmektedir. Eğer, bir kişi almış olduğu bilgiye ve yolun değerlerine
uygun davranışlar göstermeyecekse, Pir’ine verdiği sözle uyumlu davranışlar sergilemeyecekse,
verdiği sözlerde duramayacaksa, o kişinin bu yola girmemesi gerektiğini söylemektedir.
Bu dizeler, Pir Sultan’ın olmayabilir. Bunu halk da “kolektif bilinciyle” Pir Sultan
Abdal’ın ağzından yazmış olabilir. Ama sonuçta bu dizeler, dostluğun, musahipliğin önemini
belirten görüş ve düşünceleri ortaya koymuştur. En azından gerçek bir dost olan, Ali Baba’nın,
nasıl davranması gerektiğini ortaya koyan bir bilinci yansıtmaktadır. Bu bilinç halkın“ortak
bilinciyle” uyumlu bir bilinçtir.
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısına ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Bu dizelerden de görüldüğü gibi, Pir Sultan Abdal, davasından asla dönmeyeceğini,
hiçbir an, Osmanlı’nın Kadı’sından korkmadığını, onun kendisini yargılamasının bir anlamı
olmadığını, kendisi için önemli olanın, savunduğu öğretinin değerli, önemli ve vazgeçilmez
olduğunu ve bu konuda asla ödün vermeyeceğini belirtmektedir. Ozan, gerçek bir halk ozanın,
sergilediği bir davranışı ortaya koymuştur.
Pir Sultan Abdal, kendisine bir şey öğreten insanlara büyük sevgi ve saygı
beslemektedir. Bir insanın hiçbir zaman “tam” olmadığını, her insanın eksiklerinin
bulunduğunu belirten ozan, şu dizeleri söylemiştir:
Kul olayım kalem tutan ellere
Kâtip arzuhalim yaz Şah’a böyle
Şu dizeler, yaşamda makamların geçici olduğunu, bugün hükümdar ve karar verici
olanların, yarın çok farklı yerlerde olabileceğini söyler. Ş
Şu dizelere bakalım:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin Padişahın
O da bir gün devrilir.
Pir Sultan, kendisini yargılayan, idama götüren Hızır Paşa’nın da günü geldiğinde nasıl
yetkisiz kalacağını, devran döndüğünde, güvendiği yönetimin değişmesiyle nasıl güçsüz
düşeceğini vurgulamaktadır. Bu dünyanın gelip- geçer olduğunu, insanların da, bir gün bu
dünyadan göçüp gideceklerini ve hiç kimsenin, hiçbir iktidarın, hiçbir sultanın yönetiminin
sonsuzca egemen olamayacağını belirtmektedir.
Değme arif bunu böyle bilemez
Bilse dahi, yine arif olamaz
Her dede ölüyü diri kılamaz
Hünkâr Hacı Bektaş Vel’olmayınca
Bu dizelerde Pir Sultan Abdal; her insanın bilgili olamayacağını, bilgisi olsa bile, her
bilgisi olanın ehil sayılamayacağını, her dedenin (yol önderinin) ölüyü diriltemeyeceğini (kültürel
anlamda ölümsüz olmayanlar, kısa sürede unutulurlar. Bellekte kalıcım olanlar, değer
bırakanlardır.) belirterek, bunları ancak Hacı Bektaş Veli gibi, ulu insanların yapabileceğini
söylemektedir. Hacı Bektaş Veli, bilinci uyaran, ışık saçan, aydınlatan bir bilgedir. Değerlere
değer katar. Bu anlamda da, körelmiş, işlevsiz ve üretimsiz bilinçleri, harekete geçirir. Ozan bu
duruma vurgu yapmaktadır.
Şu bilinmelidir ki, kullanılmayan bilgi üretici değildir. Bilgiyi yaşamın pratiğine
uygulamayan insanlar, ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar, o insanların bilgilerinin bir anlamı
olamaz. Ölüyü diri kılmak, Alevi- Bektaşi öğretisinde, çiğ, ham ve banal insanların, eğitilmesi,
kendi öz bilincine varması ve var oluşun gizini çözebilmesi aşamasına gelmesidir. Diri olmak
yaşamı ve var oluşu kavramak ve üretken olmaktır. Bunu da herkes başaramaz. Bu ancak Hacı
Bektaş Veli gibi mürşitlerin yapabileceği iştir diyor Pir Sultan Abdal.
Yerle gök arasında nizamlar kuran
Ak kâğıt üstüne yazılar yazan
Engür şerbetini, kırklara ezen
Allah bir, Muhammet, Ali’dir Ali.
Bu dizelerde, Pir Sultan Abdal, evrensel düzenden söz ederek, bu sonsuz evreni var eden
yaratıcının, üstün gücünü dile getirmektedir. Ak kâğıt üstüne yazılan yazılar; insanların erdemli
olmaları ve iyiliği, güzelliği yaşatmaları, verilen öğütleri ve bildirilen değerleri yerine getirmeleri
ve insan olmanın gereklerini öğretecek donanımı, başkalarına da öğretmeleri anlamındadır. Bir
tek üzümden akıtılan “üzüm suyunun”, Kırklar Cem’inde nasıl içildiğini ve içilen bu tek üzüm
tanesinin suyundan, “Kırk kişinin” nasıl esrime olduklarını ve orada “kırk kişinin” çoklukken,
nasıl birlendiklerini vurgulamaktadır.
Allah bir, Muhammet Ali’dir diyen ozan, Ali, derken burada bütünün bir, birin de
bütün olduğunu belirtiyor. Allah’ın, insandan ayrı olmadığını, insanda mevcut olduğunu
söylemektedir. Allah’a en yakın insan, onu özünde bulan insandır. Pir Sultan’a göre, Hz. Ali
Allah’a en yakın insandır. Ozan, varlık birliğinden, Allah kavramına ulaşmaktadır. Varlık
birliği Alevi-Bektaşi öğretisinde “Vahdet-i Mevcut” kavramıyla ortaya konmuştur. Buna göre,
Tanrı, var olanların toplamıdır. Bu gerçeğe ulaşabilmek için, var olandan geriye doğru gitmek
gerekir. Tanrı, varlığın oluşunu sağlayan, sonsuz gücün soyutlanmasıdır.
Hak dergâhına varalım
Hub didarını görelim
Bir Allah’a inanırım
Şah’a, Padişah’a değil
Pir Sultan bu dizelerde, Hak dergâhı derken; Tanrı’nın gizine ulaşmış, Tanrı’yla
birlenmiş ululardan söz etmektedir. Hub didarını görelim derken; Tanrı’nın ruhunu, enerjisini,
ışığını, özünü, kendi yüzünde yansıtan mürşitlerden söz etmektedir. Ozan, “Ben sadece Allah’a
inanırım, Şah’a ve padişah’a değil” diyerek; burada olgunlaşmış, kâmil insan aşamasına ulaşmış
insanlara vurgu yapmakta, o ulu insanlara olan bağlılığını belirtmekte ve onların yüzlerinde
Tanrı’yı yansıttığını söylemektedir. Ozan buradan hareket ederek, var olan her şeyin, Allah’ı
yansıttığını, çokluğun tekliği, yani birliği oluşturduğunu açıklamaktadır. Ozan, kendisini
yönetenlere, karar vericilere inanmadığını ve onlardan hiçbir şey beklemediğini belirtmektedir.
Söyler PİR SULTAN’ım söyler
Hakk’ın birliğini birler
Doğmuş bu âleme nurlar
Nur Muhammet Ali’nindir.
Pir Sultan, bu dizelerde, Tanrı, Doğa ve İnsan birlikteliğini yani doğasal diyalektiği
olanca çıplaklığıyla yansıtmaktadır. Evrensel enerjinin, bireysel enerjiye dönüşerek, insan
bedenini ve doğayı canlandırdığını söylemektedir. Ozan, var olan her şey de, bu enerjiyi veya
ışığı görebileceğimizi ve insanlara en büyük enerjiyi ise Hz.Ali’nin yansıttığını belirtmektedir.
Pir Sultan Abdal, Ali’nin, var oluşun sırrını bedeninde taşıdığını söylemektedir.
Al eline Kudret kitabın oku
Muhabbet suyundan dolan göl nedir
Kudret, güç, enerji demektir. Pir Sultan, bu dizelerle, Alevilik öğretisinin özünü ortaya
koymaktadır. İnsanlık ve sevgi temelli bu öğretinin, Muhabbete dayandığını, Muhabbetin ise
gönülden bağlılığı içerdiğini, Alevi Tasavvufunun özünde, muhabbet olduğu için, bu göle
girenlerin ya da bu gölden su içenlerin muhabbetten ayrılamamaları gerektiğini belirtmiştir.
Ozana göre, sevgi yansıtanlar, sevgi bulurlar.
PİR SULTAN’IM eydür kalbimiz nurdur
Erenler gözlüdür, münkirler kördür
Hakk’a giden yol kadimdir, birdir
Her tepebaşında ayrı yol olmaz
Pir Sultan Abdal, bu dizelerde, Alevilik öğretisinin temel görüşlerini yansıtmaktadır.
Bedenimiz, ışıkla yani enerjiyle can kazanmıştır. İnsanlar ve var olan her şey oluşlarını bütünsel
enerjiden almaktadırlar. Ozan, Tanrı’ya giden yolun, sonsuz geçmişten bu yana, tek bir yol
olduğunu ve bu yolun da birlikten, sevgiden, muhabbetten geçtiğini, bu güzel değerlerin dışında
kalan, farklı yolların aldatıcı bulunduğunu belirtiyor. Alevi öğretisinde, Tanrı’ya, sevgiyle ve
aşkla varılır. Evrende her şey “Bir”den gelmiştir. Bu anlamda, “Bir” var olanların toplamıdır.
Yunus’la ummana daldım
Kırk gün balık içre kaldım
Davut’la demirci oldum
Örs’e çekiç ura geldim
Gurbet elinde çatıldım
Ana rahmine yatıldım
İbrahim’le od’a atıldım
Gülistanda nara geldim (Özdemir, age. S. 95)
Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, devriye’yi anlatmaktadır. Alevi- Bektaşi
öğretisinde “devriye”, varlığın, Tanrı’dan başlayarak ortaya çıkışını ve geçirdiği aşamalardan
sonra, yeniden geldiği ana kaynağa, yani Tanrı’ya geri dönüşünü anlatır. Buna göre Tanrı,
sonsuzlukta hiçlik içindeyken kendi kendine yeterli konumundaydı. Ama üretici değildi. Her
şeye uzak ve kapalıydı. Tanrı’nın, üretici olması için kendi karşıtıma dönmesi, yani kendine
yabancılaşması gerekiyordu. Bu gerçekliği gören Tanrı, devinmeye ve dönüşmeye karar verdi ve
kendi karşıtına dönüşmeye başladı. Tanrı, kendi karşıtına dönüşürken önce Hak oldu. Hak
durumuna, yani gerçek konuma geçen Tanrı, daha sonra ilk aklı var etti. İlk akıldan sonra,
dokuz akıl, dokuz akıldan dokuz ruh, bunlardan dört nitelik (kuruluk, ıslaklık, sıcaklık,
soğukluk) sonra dört öğe (su, ateş, hava, toprak),dört nitelikle, dört öğenin birleşmesinden, üç
âlem (cansızlar, bitkiler, hayvanlar) ve en sonunda da, Tanrı’ya en yakın konumdaki olgun insan
oluşmuştur. Olgun insan, Tanı’ya en yakın olandır. Tanrı’ya en uzak olanlar; Tanrı’yı
kavrayamayanlardır (madenler, cansızlar, bitkiler ve hayvanlardır). Sessiz doğa anlamında ise,
Tanrı, sessizdir. Konuşmaz, görülmez ve duyulmazdır. Nesnelerdeki devinimden ve onların
ürettiği sonuçtan Tanrısal nitelikler ve sıfatlar kavranır. Sessiz doğa bakımından, Tanrı’ya en
yakın olan ise cansız maddelerdir.
Alevi öğretisinde Varlık Tanrı’dan taşan bir ışıktır. Tanrıdan çıkan bu ışık, dokuz akıl
ve dokuz ruh aracılığı ile maddenin dört öğesine (toprak, su, hava, ateş) kadar iner. Bu iniş var
oluş çemberinin aşağı doğru inen ilk yarısını oluşturur. Buna alçalan eğri (kavs-i nüzul) denir.
En aşağıya inen varlık, çeşitli biçimlerde değişerek ve belirli aşamalardan geçerek,
yaratılmışların en onurlusu olan insana döner ve derece derece yükselip Tanrı’ya vararak varlık
dairesi ya da var oluş çemberinin yükselen ikinci yarısını oluşturur. Buna yükselen eğri (kavs-i
uruc) denir.
Alevilik öğretisine göre insan ruhu geldiği öz kaynağa geri dönecektir. Ruhun kaynağına
geri dönmesi “Kamil İnsan” aşamasına ulaşmasıyla söz konusudur. Pir Sultan Abdal, bu
dizelerde, farklı zamanlarda ve farklı uzamlarda yaşamış olan ululara gönderme yaparak,
aslında onların aynı zamanda kendisi de olduğunu belirtmektedir. Burada “tenasüh” anlayışını
da görmekteyiz. Ruh Göçü olan bu inanç da, insan ruhu, aşamalar göstererek, bir öncekinden
daha üst aşamaya geçerek, farklı zamanlarda, farklı bedenlerde dünyaya gelmiştir ve gelecektir
de. Devriye öğretisinde de, yükselen eğriye (Kavs-i Uruc) göre, Tanrı’ya ulaşmak için, eğitilmiş
ve olgunlaşmış bilince ulaşmak gerekmektedir. Her bir ruh, değişerek, önceki durumdan daha
da olgunlaşarak, dünyaya geliş-gidiş içindedir. Yol bilgisinde buna “don” değiştirme denir.
Buna göre, Yunus Emre gibi derinlere dalan, Hz. Davut bedeninde demiri döven, Hz. İbrahim’le
ateşe atılıp yanan, Balığın karnında Yunus olup kalan vs. benim demektedir.
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Pir Sultan Abdal, bu dizelerde Alevilik öğretisindeki bazı değerlerin anlamlarını
açıklamaya çalışmıştır.
Alevilikte, Abdest, kişinin özünü, tinini kinden nefretten arındırması, özüyle, tiniyle
temiz duygular içinde bulunmasıdır.
Alevilikte Namaz, niyazdır. Niyaz inanın Tanrı’yı, içinde yani gönlünde sürekli
taşımasıdır. İnsanın yüzünde yansıyan Tanrı’ya, sevginin bir belirtisi olarak, kişinin
karşısındaki insana yüzünü dönmesi ona sevgi göstermesidir. İnsanı onurlandırmak, insana
değer vermek, olgunluğa erişmek, kötülüklerden arınmak niyazdır.
Şah, var edici kaynağın adıdır. Pir Sultan Abdal, evreni var eden güce sevgi duyduğunu
ve her zaman her mekânda, yaratıcı güçle birlikte olduğunu ve bir gün ona gideceğini
söylemektedir. Pir Sultan, benim özüm temiz, beni var edene sürekli sevgi besliyorum, insanları
ve var olanı seviyorum; özümde kin ve kötülük taşımıyorum. Yaratıcıyı kendimde buluyorum.
Bunları yapanlar için, “hadi namaz kıl, abdest al demenin bir anlamı olamaz” demektedir.
Yol içinde yol ararsan
Yol Muhammet Ali’nindir
Yetmiş iki dil içinde
Dil Muhammet Ali’nindir
******
Seherin vaktinde cünbüşe geldim
Dağlar ya Muhammet Ali çağırır
Bülbülün sesinden sevişe geldim
Güller Ya Muhammet Ali çağırır.
Bu örneklerden de görüldüğü gibi, Pir Sultan Abdal, Hz. Ali, On iki İmam ve Kerbela
konusunda birçok şiirler yazmıştır. Pir Sultan Abdal, büyük bir sevgi ve muhabbetle, Hz. Ali ve
onun soyuna bağlı olduğunu göstermiştir. Ozan, aynı duyarlılığı ve sevgiyi, yolun ulusu, Hacı
Bektaş Veli için de göstermiştir. Birçok şiirinde Hacı Bektaş Veli’ye olan sevgisini dile
getirmiştir.
Size niyaz eder Güruh-i Naci
Arkasında hırka başında tacı
Onulmaz yaranın merhem ilacı
Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayri?
**********
Yalancı dünyanın varın getiren
Zemheride gonca gülün bitiren
Güvercin donuna girmiş oturan
Hünkâr Hacı Bektaş Veli kandedir.
Alevilik – Bektaşilikte, insan gönlü, Tanrı’nın evidir. Tanrı, insanda ancak gönül
alanında kendini açığa vurur. O zaman, bir insanın gönlünü kırmak, aynı zamanda Tanrı’yı da
kırmak anlamına gelir. Tanrı’ya ulaşmak, ancak gönlün ve zihnin sezgisel yoluyla olabilir.
İnsanın arınması, bencillikten kurtulması, iyilik, güzellik ve değerlilik gibi üstün sıfatlar, ancak
gönlün içsel uyarımlarıyla söz konusu olabilir. Zihin yoluyla insan, soyut tanrıyı, gönül
sezgisiyle, bellekte beden durumuna sokabilir. Tanrı’sal değerleri dillendiren bir gönül, onun
sözcülüğünü yapabilir. Tanrı’sal değerler, iyilik, sevgi, merhamet, hoş görü aşk vb. gibi
değerlerdir. Aşkın konumuna gelen olgun insanlar, davranışlarında bu değerleri yansıtırlar.
Bundan dolayı da bu insanlar Tanrı’ya en yakın kişilerdir.
Gönül, sezgisel yetinin, duygu ve imgelemelerimizin bilincimize akması, bu değerlerin
bilgi ve davranış olarak dışa yansımasıdır. Olgun insan, kırılsa da kırılmaz. Ezilse de ezmez.
İncinse de incitmez vb. Pir Sultan Abdal, bu değerlerden söz etmektedir.
Turap oldum düştüm toza
İncinme gönül incinme
Tahammül eyle her söze
İncinme gönül incinme
Turap’lık cümlenin başı
Üstüne atarlar taşı
Daim çiğnenmektir işi
İncinme gönül incinme
Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, olgun bir insanın nasıl davranması gerektiğini
açık bir dille anlatmıştır. Turap olmak, insanın kendini eğitmesi ve olgunluğa erişmesidir.
Turap olan, yani olgunluğa, verimliliğe erişmiş bir insan, hemen her hatayı bağışlayacak
konuma gelmiş bir insandır.
Yaşamda her insana olmadık suçlamalar ve karamalar yapılabilir. Meyve veren ağaç
taşlandığı gibi, olgun insanlar da, cahiller tarafından anlaşılamayacağından bazen hak etmediği
durumlarla karşılaşabilir. Bu anlamda gönlünü rahat tut, aldırma, incinme diyor Pir Sultan
Abdal.
Yaz gelince yazı yaban kurt olur
Ak sürüye kara koyun, kurt olur
Sevip sevip ayrılması zor olur
Felek beni nazlı yardan ayırdı.
Bu dizelerde, yaşanılan gerçek dünya var. Ozan mevsimlerden, ottan, kurt’tan, sürüden,
koyundan, koyunlarda bulunan kurtçuktan, sevmekten, sevip de ayrılmaktan söz etmektedir.
Pir Sultan Abdal, yaşamın tam içindedir. İşte, onun bu duruşu 600 yüz yıldır belleklerde çok
diri bir şekilde yaşatılmaktadır.
Şu bilinmelidir ki, halk sevdiği ozanına beden olur, onu unutturmaz, yaşatır. Pir Sultan
Abdal’da, böylesi ozanlardan birisidir.
Çıksam dağa ayısı var kurdu var
Düze insem sıtması var derdi var
Köye gitsem tahsildarın derdi var
Şaştım ağam bu salgının elinden. (Ahmet Özdemir, Pir Sultan Abdal, Sivas
Platformu Yay. 2008, s. 45)
Pir Sultan Abdal, o dönem toplumsal yaşamın pratiğine yansıyan, olumsuzlukları,
toplumsal sorunları, bu sorunlar karşında halkın algısını ve olaylara karşı göstermiş olduğu
tepkileri dile getirmiştir. Halk, ne yapacağını bilemez konumundadır. Osmanlı’nın baskısından,
vergi memurlarının, köy üreticisinin elinden ürününü daha harmandayken almasından, bir
yandan da büyük halkın sağlığını tehdit eden “sıtma” salgınından, halkın perişan ve çaresiz
olduğunu belirtmektedir. Pir Sultan Abdal, bu dizeleriyle, o dönemin toplumsal yapısını da
tarihsel sürece taşıyarak, günümüzde ışık tutmaktadır.
Öldürelim nefsi dinlemez oldu
Sırr-ı hakikati söylemez oldu
Şahinim kolumdan eğlenmez oldu
Turnası çok olan göle gideriz. (Özdemir, age, s. 215)
Pir Sultan Abdal, yukarıdaki dizelerde, insanın insanlaşmasının temel olgusu olan
“nefsin öldürülmesini” dile getirmektedir. Nefsi öldürmek, bencilliği, kendinciliği, kişiselliği vs.
aşıp, paylaşmayı ve sevgiyi yaşamın pratiğine uygulamakla söz konusu olabilir. İnsan olmanın
özü de budur. Ozan, bu gerçeklerin her zaman söylenmesi gerektiğini belirterek, bu değerlerin
artık dile getirilmediğini söyleyerek, serzenişte bulunmaktadır. Pir Sultan, yırtıcı, yok edici
Şahin olmayı değil, güzelliği, nezaketi, zarafeti, iyiliği vs. simgeleyen Turna olmak ve o kaynağa
yönelmek, insan olmanın temelidir demektedir.
PİR SULTAN’IN ŞİİRLERİ
-1KOCABAŞLI KOCA KADI
Kocabaşlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı?
Haramı helali yedi
Sende hiç din iman var mı?
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı?
İman eder amel etmez
Hakk’ın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle kötü şeytan var mı?
PİR SULTAN’ım zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde yalan var mı?
Amel ; İş, eylem, hareket, uygulama.
Fetva ; Dinî ve hukukî bir konuda görüş bildirme.
Kadı ; Osmanlı döneminde yargı işlerine bakan görevli. Hakim.
Zat
; Kişi, birey.
-2SARI TAMBURAM
Gel benim sarı tamburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anın için inilerim
Koluma taktılar teli
Söyletirler bin bir dili
Oldum ayn-ı cem bülbülü
Ben anın için inilerim
Koluma taktılar perde
Uğrattılar bin bir derde
Kim konar kim göçer burada
Ben anın için inilerim
Göğsüne tahta döşerler
Durmayıp beni okşarlar
Vurdukça bağrım deşerler
Ben anın için inilerim
Gel benim sarı tamburam
Dizler üstüne yatıram
Yine kırıldı hatıram
Ben anın için inilerim
Sarı tambur benim adım
Arşa çıkıyor feryadın
PİR SULTAN’ımdır üstadım
Ben anın için inileri
Anın ; Onun
Arş ; Göğün en üst aşaması. Tanrısal Mamak.
Ayin-i Cem ; Toplumsal ve bireysel sorgulamanın da yapıldı cem.
Tambura ; Kısa sap bağlama.
-3BEN DERVİŞİM DİYE GÖĞSÜNGERERSİN
Ben dervişim diye göğsün gerersin
Hakk’ı zikretmeye dilin var mıdır?
Sen kendini görsene ilden n'ararsın
Hâli hâl etmeye hâlin var mıdır?
Bir gün balık gibi ağa sararlar
Mürşidinden rehberinden sorarlar
Tütsü yakıp köşe köşe ararlar
Ben arıyım dersin balın var mıdır?
Dertli olmayanlar derde yanar mı
Tahkik derviş ikrarından döner mi
Her bir uçan gül dalına konar mı
Ben bülbülüm dersin gülün var mıdır?
PİR SULTAN’ım senin derdin deşilmez
Derdi olmayanlar derde düş olmaz
Mürşitsiz rehbersiz yollar aşılmaz
Mürşit eteğinde elin var mıdır?
Derviş
; Tarikat yoluna giren, düşünsel açlığını gidermeye çalışan gönül insanı.
Mürşit ; Uyarıcı, önder, yol gösterici, kılavuz.
Tahkik ; Araştırma.
Zikretme ; Anma.
-4DERDİM ÇOKTUR HANGİSİNE YANAYIM
Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerden derman bulayım
Meğer şah elinden ola çaresi
Türlü donlar giyer gülden naziktir
Bülbül cevreyleme güle yazıktır
Çok hasretlik çektim bağrım eziktir
Güle güle gelir canlar paresi
Benim uzun boylu serv-i çınarım
Yüreğime bir od düştü yanarım
Kıblem sensin yönüm sana dönerim
Mihrabımdır iki kaşın arası
Güzel ile muhabbete doyulmaz
Muhabbetten kaçan insan sayılmaz
Münkir üflemekle çırağ sönülmez
Tutuşunca yanar aşkın çırası
PİR SULTAN’IM kati yüksek uçarsın
Selamsız sabahsız gelir geçersin
Âşkı muhabbetten niçin kaçarsın
Böyle midir ilimizin töresi
Mihrab ; İbadet etmek için insanın yönünü döndüğü yer.
Münkir ; İnkar eden.
Pare ; Parça. Ezik
Söyünmez; Sönmez
-5HAKİKATİ BİLENGELSİN
Şimdi bizim aramıza
Yola boynun veren gelsin
İkrar ile pire varıp
Hakikati gören gelsin
Kişi halden anlayınca
Hakikati dinleyince
Üstüne yol uğrayınca
Ayrılmayıp duran gelsin
Talip olunca bir talip
İşini Mevla’ya salıp
İzzet ile selam alıp
Gönüllere giren gelsin
Koyup dünya davasını
Hakk’a verip sevdasını
Doğrulayıp öz nefsini
Hak yolunu süren gelsin
PİR SULTAN’ım Çelebi’ye
Eyvallahım var veliye
Yol oğluna yol diliyle
Yolun sırrın veren gelsin
Çelebi ; Bektaşiliğin “Soy” dan geldiğini savunan kol.
İzzet ; Ululuk, yücelik.
Talip ;Yol’a giren kimse.
-6ERLER HİMMET EDİN BEN GİDİYORUM
Banaz’dan sürdüler bizi Sivas’a
Erler himmet edin ben gidiyorum
Bu şirin canıma kıldılar cefa
Erler himmet edin ben gidiyorum
Gidi kafir gelir dedim imana
Kuzular ağlıyor hem yana yana
Götürür de hapsederler zindana
Erler himmet edin ben gidiyorum
Urganım çekildi sığındım dara
Üstüne döküldü ağ ile kara
Muhbirin üstünde çıralar yana
Erler himmet edin ben gidiyorum
Gördüceğim bir karalı düş oldu
Gözlerimden akan kanlı yaş oldu
Benim derdim birbirine eş oldu
Erler himmet edin ben gidiyorum
PİR SULTAN ABDAL’ım belim büküldü
Aktı gözüm yaşı yere döküldü
Ahir kemend boğazıma takıldı
Erler himmet edin ben gidiyorum
Ahir ; Son.
Devr-ü zaman ; Zamane.
Himmet ; Yardım.
Hub
; İyi, güzel.
Kemend; İdama götürülenlere takılan zincir…vs.
Muhbir ; Dostlarını, arkadaşlarını şikayet eden. Tuzak kuran.
Şad olma ; Sevinme, mutlu olma.
Taacüp ; Şaşırma, hayret etme.
Urgan ; İp
Urum ; Sivas yöresi.
-7SALLANIR AĞAÇLAR
Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar
Kıpkırmızı donlar giyer allanır
Hu dost çağırır sallanır ağaçlar
Çiçek açar domur domur dal verir
Kimi uzar birbirine el verir
Kimi meyva verir kimi gül verir
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar
Yaz baharda bahçe ile bağ ile
Kaba çamın gürlemesi dal ile
Koç yiğidin eğlenmesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
PİR SULTAN ABDAL’ım Hatayi şahım
Âdem için ne halk etmiş Allah’ım
Güz gelince salar yaprağın dalın
Vakti geldimi sulanır ağaçlar
-8BİR ALLAH’IM VAR
Hızır Paşa’nın zulmü var ise
Ne yapayım benim de bir ahım var
Senin tuğlu padişahın var ise
Benim arkam kal’em bir Allahım var
Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz
Kimsenin hakkını kimsede komaz
Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz
Masumlar boğdurur padişahım var
Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e
Geçmem beni etseler pare pare
İrafizi deye çektiler dare
Acab benim bunda ne günahım var
PİR SULTAN ABDAL’ım yedullahımız
Batına hükmeder padişahımız
Sahib çıkar miskin kul (a) Allahımız
Şefaat edecek güzel şahım var
Hünkar ; Yol (Tarikatın) büyüğü, önderi.
İcra
; Bir işi yerine getirme.
İrafiz
; Rafizi; Osman ve Ebubekir’in halifeliğine karşı çıkanlar.
Kal’em ; Kale.
Miskin ; Uyuşuk, tembel.
Pare
; Parça.
Şefaat
; Bir kimsenin suçunun bağışlanması için Tanrı’yla yapılan aracılık.
Şol
; Şu
Tuğlu
; Başlıklara takılan tüy, süs.
Yedullah ; Tanrı’nın gücü, kudreti.
-9DERDİMENDİ VAR
Birlik makamında bir güzel gördüm
Leblerinin şekeri var kandi var
Âşıkı çok imiş aradım sordum
Nice bencileyin derdimendi var
Cemali geliyor hayalde düşte
Canım asumanda kandilde düşte
Uzakta yakında yepinde pişte
Her nereye baksam Ali'm kendi var
Gâh bahçeye girer gülden görünür
Gâh mana söyleşir dilden görünür
Gâh gönül evinde mihman görünür
Âşıkına türlü türlü fendi var
Şükür olsun bu sevdaya ulaştım
Muhabbet bağını gezdim dolaştım
On İki İmam'ın cemine düştüm
Şimdi boynumuzda aşk kemendi var
PİR SULTAN’ım sever böyle dilberi
Bu cümle Cihanın yekta gevheri
Kahrın lütfün çeker ise gel beri
Sevdiğimin nerde bir menendi var
Asuman
; Gökyüzü.
Cem
; Toplanmak.
Derdimend ; Dert yüklü.
Fend
; Hile.
Leb
; Dudak.
Lütuf
; Yardım, iyilik.
Menend
; Eşi benzeri yok anlamında ki söz.
Mihman
; Konuk.
Yekta
; Tek, eşsiz.
-10FELEK BENİ NAZLI YARDAN AYIRDI
Ne güzelce muradıma ererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Al yanaktan kırmızı gül dererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Demir kafeslerdir benim durağım
Yanar iken yanmaz oldu çırağım
Gün be gün artıyor derdim firakım
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince yazı yaban yurt olur
Ak sürüye kara koyun kurt olur
Sevip sevip ayrılması dert olur
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince atlar çıkar çayıra
Kadir Mevlam sevdiğini kayıra
Meğer beni senden ölüm ayıra
Felek beni nazlı yardan ayırdı
PİR SULTAN ABDAL’ım dağları aşam
Aşam aşam ırmaklara karışam
Hiç başına gelen var mı danışam
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Firak
; Ayrılık, üzüntü.
-11EMEK ÇEKTİM BİR EV YAPTIM ERENLER
Emek çektim bir ev yaptım erenler
Yine bu güzele bildiremedim
Bahar geldi çiçek bitti ot bitti
Toprak güldü taşı güldüremedim
Önüne rehber almıştır kadıyı
Gelir kitabın okuyu okuyu
Burhan ile buldum yetmiş ikiyi
İkisin bir kaba sığdıramadım
Yüreğimde belli belli yaralar
Şeytan kalbin almış gözün köreler
Hakka niyaz eylemeye ar eyler
Eğilip bir secde kıldıramadım
Hu demine bir ikrarı güdenin
Tuh yüzüne ikrarından dönenin
PİR SULTAN’ım munafıkın nadanın
Gönül aynasını sildiremedim
Ar
;1-) Namus. 2-) Utanma duygusu.
Burhan
; Delil, kanıt.
İkrar
; Söz verme, kabul etme.
Münafık
; Bozguncu.
Nadan
; Bilgisiz, cahil.
Secde
; İbadet etme amacıyla yüzün yere değdirilmesi.
-12SOFİ MEZHEBİMİ NİYE SORARSIN
Sofi mezhebimi niye sorarsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Gözlüye gizli olmaz neyi ararsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Eğnimize biz kırmızı giyeriz
Halimizce biz de mana duyarız
İmam Cafer mezhebine uyarız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Her kulun çırağın yaksa Hak yakar
Mümin olanları katara çeker
Aslımız On İki İmam'a çıkar
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Muhammed Ali'dir Kırkların başı
Anı sevmeyenin nic'olur işi
Yezid'e lanetle atalım taşı
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Biz tüccar değiliz alıp satmazız
Erenler malına hile katmazız
Gönlümüz geniştir biz kin tutmazız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
İlkbaharda açılmıştır gülümüz
Hakkın dergâhına gider yolumuz
On İki İmamı okur dilimiz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
PİR SULTAN’ım söyler ganidir gani
Evveli Muhammed ahırı Ali
Anlardan öğrendik erkânı yolu
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Ahir
; Son.
Anı
; Onu
Erkan
; 1-) İleri gelenler 2-) Esaslar, kurallar 3-) Usul.
Gani
; Zengin, varlıklı.
Katar
; Bir arada yürüyen, birlikte hareket eden topluluklar.
Kırklar
; Kırk kişilik evliya, ermişler topluluğu.
Mümin
; İnanmış, inançlı kimse.
Sofi (Sofu) ; Dinin buyruklarına sıkı bağlı olan.
-13GELİN CANLAR BİR OLALIM
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü taalallah
Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah
Açalım kızıl sancağı
Geçsin yezitlerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevekkeltü taalallah
PİR SULTAN’ım geldi cuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkeltü taalallah
Cuş
; Coşma, duygu yoğunluğu yaşama.
Münkir ; İnanmayan, inkar eden.
Tevekkeltü Taalallah ; Bir işi yaparken, yapılması gerekenleri yapıp, sonucu Allah’a bırakmak, yardım
beklemek. Allah’a dayanmak.
Yezit ; 1-) Emevi halifesi. 2-) Nefret edilen kişi. 3-) Hz. Hüseyin ve yandaşlarını şehit ettiren Emevi
Halifesi.
-14DİVANA KALSIN
Ben de şu dünyaya geldim sakinim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam divana kalsın
Mümin müslüm döşürür de cem olur
Anda sınık yaralara em olur
Kara taş erir de safi dem olur
Kalsın benim davam divana kalsın
PİR SULTAN ABDAL’ım dünya kovandır
Giden adil beyler kalan ihvandır
Muhammed divanı ulu divandır
Kalsın benim davam divana kalsın
Anda ; Onda.
Bari
; Hiç değilse, hiç olmazsa.
Em
; İlaç, deva.
Hüda ; Tanrı.
İhvan ; Kardeşler, yakın arkadaşlar.
Müslüm ; Müslüman.
Safi
; Saf, karışıksız.
Sınık ; Kırılmış şey, kırık.
-15HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ
Arzuladım size geldim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Rehber aradım aradan
Cümle âlemi yaradan
Beş taşlı şahit getiren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda durur
Cümle eksikler yetürür
Beş taşlı şahit getürür
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Âşıkların semah döner
Kırk budakta şem'a yanar
Dolusun içenler kanar
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza'nın torunu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıcı bıçağı
Erenlerin bal çiçeği
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
PİR SULTAN’ım gerçek Veli
Erenlerden çekmez eli
On İki İmam'ın yolu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Beş Şahit Taş. ; Hacıbektaş İlçenin kuzeyinde, 5 km. uzaklıkta, Çivril köyü yakınlarında beş adet büyükçe
taşın bulunduğu yerdir. Hacı Bektaş Veli hayatta iken,bu taşların konuştukları,
yürüdükleri, şahitlik yaptıklar söylencesi anlatıla gelmektedir
Dem
, 1-) İçki 2-) Ruhsal olgunluğa erme.
Rehber ; Önder
Yetürür ; Yitirir, biter.
Şem
; 1-) Mum.
Kaynak;
ALGÜL, Rıza; Aleviliğin Sosyal Mücadelede ki yeri; Pencere Yay.1.bs.1996.
Ana Britannica Ansiklopedisi (İlgili Maddeler)
Büyük Larousse Ansiklopedisi (İlgili Maddeler
ARSEVER, İlhan Cem, makalesi; Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003.
AVCI, Ali Haydar; Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal; Nokta Yay.
AVCI, Ali Haydar; Makale; Anadolu Halk Hareketi; HBVAKVGM; 2003.
BAŞGÖZ, İlhan; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür. Yay.
BİRDOĞAN, Nejat; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal
BOZKURT, Fuat; . (Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay.
ÇINAR, Erdoğan; Kayıp Alevi Efsanesi; Kelkedon Yay.2007)
EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay. 1991
EYUBOĞLU, İsmet Zeki, Alevilik-Sünnilik, İslam Düşüncesi, Der Yay. 1989
FUAT, Mehmet; Pir Sultan Abdal; yaşamı, sanatçı kişiliği, yapıtları; Detaş Yay. 1980
KALELİ, Lütfi; Şah Hatayi ve Pir Sultan Alev Yay. 1.bas. 2006.
KORKMAZ, Esat; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der.Yay.
MELİKOFF, İrene; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay
ÖZ, Baki; Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları; Can Yay. 3. Bas.2003.
ÖZ, Gülağ (Hazırlayan); Şah İsmail- Hatai; Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Yy. 2004.
ÖZDEMİR, Ahmet, Pir Sultan Abdal, Sivas Platformu Yay. 2008
ÖZTELLİ, Cahit, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür yay. 1984
ÖZKIRIMLI, Atilla; Toplumsal Bir Başkaldırının İdeolojisi Alevilik-Bektaşilik, 2.bas.,1993
ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk Edebiyatı Tarihi. 2. Cilt.
ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can
Yay.1. Bs. 1995
TURAN, Metin; Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; Ürün Yay.1997)
ULUSOY, Müslüm, Direnen Türkler, Tanı Yay. 2006
YILDIRIM, Ali; Anadolu Aleviliği ve Pir Sultan Abdal; 1.bas. 1998 Pir Sultan Abdal Kültür Der. Yay.
ZAMAN, Süleyman; Yedi Ulu Ozan; Can Yay. 2009