İrfan Rütbesi - Somuncu Baba

EDEBİYAT / Vedat ALİ TOK
İrfan Rütbesi
Ey Fuzûlî taleb-i rütbe-i irfân eyle
Cehl ile hâsıl-ı evkat-ı şerîf etme telef
Fuzûlî
(Ey Fuzûlî, irfan rütbesini/yüksekliğini iste. Kıymetli
zamanlarının sana vereceği mahsulü cahillik ile harcama.)
F
uzûlî, yukarıdaki beyitte birbiriyle çok yakından alakalı üç husus üzerinde duruyor.
1. İrfan rütbesini talep etmek,
2. Cehaletten uzak durmak,
3. Zamanı iyi değerlendirmek (zamanı boş yere
harcamamak).
İrfan kelimesinin anlamı bir şeyi bilmek demektir, kültür demektir. İrfan, kuru bilgiler yığını
74 ŞUBAT 2014
değildir. Yalnız eğitim ve öğretimle elde edilemeyen; gerçeği, sezerek idrak etme gücü demektir irfan. İnsanı yücelten; ona asıl kimliğini kazandıran
bir özelliktir. İrfan sahibi olanlara ârif denir.
Burada âriflik ile âlimlik; irfan ile ilim kavramları üzerinde durmak gerekiyor. Âlim bilgili, bilen insandır. Ârifin bilgisi ise salt ilimden
oluşmuyor. Onun bilgisinde aynı zamanda
hikmet vardır. Bilgi kaynakları da farklı olabilir. Âlim dış dünyadaki bilgileri araştırırken,
ârif bütün kâinatı ve bu arada en çok da kendi
içindeki evreni kurcalar, kendi iç dünyasından
bütün âlemi anlamaya çalışır. Yani ârif; kendini,
nefsini bilmeden dış dünyanın anlaşılacağı ve
dış dünya hakkında kanaat sahibi olunabileceğine inanmaz. Buna göre ilim ve irfan birbirine
yakın görünse de farklı mecralardan beslenir;
farklı mecralara akar.
Ârifliğin, kendisi bir rütbedir, pâyedir.
Hâlbuki âlim, âlim olana kadar birçok basamakları çıkmak zorundadır. İrfanda aşk vardır,
tevazuu vardır, hoşgörü vardır. İlim ise bu tür
mefhumlara biraz soğuk bakar, bünyesinde
böyle şeyleri barındırmak istemez; çünkü onda
sadece bilgi vardır. İlimde bilginin doğruluğu
esastır. Fuzûlî, bir şiirinde;
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak
derken irfanı, ilme tercih ediyor. Fakat insanda
ilim ve irfanın bir arada bulunması ideal tipi oluşturur. İkisinden birinin eksik olması tek kanatlı kuşun uçma çabasına benzer. Âlim irfanı, bilgisiyle
amel etmekle, kibirden sakınmakla, bilginin hikmetini de öğrenmekle kazanabilir. Ârifin de ilimi
talep etmekle bulacağından şüphe yok. Çünkü
Allahu Teâlâ ilmi, talep edene vermektedir.
Bunları akıl süzgecinden geçirmek gerekiyor.
Peygamber Efendimiz: “Faydasız ilimden Allah’a
sığınırım.” buyuruyor. İlmin payanı yoktur; ancak insana faydalı olanı öğrenmekle iktifa etmek; cehaletten olduğu gibi, zararlı ilimden de
uzak durmak gerekiyor.
Âlimin ya da ârifin cehaletten uzak durması
demek cahil insanlara tepeden bakması, onları
küçük görmesi anlamını taşımaz. Çünkü onlar,
toplumun birer meşalesi durumundadır. Dolayısıyla cahilleri aydınlatmakla mükelleftir. Burada cehaletten uzak durmak, insanın bilgisini
saklaması, kendi kabuğu içine gizlenmesi anlamında değildir. Zaten bilgisini saklayan insan
hoş görülmemiştir.
Mezhep imamlarından İmam Şafi de ilmin
kimlere öğretilmesi, kimlere öğretilmemesi hususuna işaret ediyor: “Kendini bilmezlere ilim
öğreten, ilmin hakkını zayi etmiş olur. Lâyık
olandan ilmi esirgeyen de zulmetmiş olur.”
Demek ki, cehaletten uzak durmanın manasını iyi anlamak gerekiyor. Cahil insanlara bilgi
öğretmek için onların arasında bulunmak faziletli bir iştir, ancak onların arasında onlar gibi
davranmak ve malayani ile uğraşmak yanlıştır.
Gerek âlim, gerekse ârif insanın iki dünyası
için lüzumlu olan öğrenme, bilgisini geliştirme
ve onu kendi hayatında ve insanlığın hizmetinde kullanma çabası ile doludur. Bunların istemedikleri şey cehalettir. Düşmanları cehalettir.
Cehaletle mücadele içindedirler. Herkes âlim,
herkes ârif olacak diye bir şart yoktur elbette.
Zaten bu, yaratılışın tabiatına da uygun değildir; fakat her insan yeteneği kadar, zekâsı kadar
ilim öğrenmekle mükelleftir.
İnsan ömrü sınırlıdır. Bu yüzden bir saniyenin
bile büyük önemi vardır. O halde insan için boş
vakit diye bir şey söz konusu olamaz. Fuzûlî’nin
bize tavsiye ettiği şey şudur: Vaktini cehaletle
geçirme. Çünkü insan beşikten mezara kadar ilim
öğrenmekle mükelleftir. İlim öğrenmek de sadece kitaptan, ansiklopediden, internetten… yani
illâ bilindik bir kaynaktan olmaz. Hayatın kendisi, dünyanın kendisi, baktığımız, gördüğümüz her
şey ilim için birer kaynaktır; bunlardaki hikmeti
görebilmek gerekir. Bunun için de tefekkür şarttır.
Geçmişte bilgi hâline dönmüş düşünceler
var. Çağımızsa bilgi çağı diye nitelendiriliyor.
Peki, bu kadar ilmi nasıl öğreneceğiz? Cahil mi
kalıyoruz bu durumda? Zaman zaman hepimiz
böyle endişelere kapılırız. Elbette âlim olmak
için her şeyi bilmek gerekmiyor. Çok ilim var;
ama bunların hangisi faydalı, hangisi zararlı?
Beyitte Fuzûlî, irfan rütbesini iste; kıymetli
zamanlarının sana vereceği mahsulü cahillik
ile harcama, diyerek yaşadığı çağın şuurunu da
yansıtmak suretiyle kendi nefsine hitap ediyor;
ama bu hitap 16. yüzyıldan günümüze kadar
tazeliğini ve güncelliğini yitirmemiş, modern
çağın insanını sarsan güzel bir tavsiyedir.
somuncubaba 75