View/Open

Sinan Yapılarında Yakın
ve üzak Çevre İlişkileri
üzerine Düşünceler
Doç. Dr. ümur ERKMAN
S. Elliot'a göre, her yeni ve önemli san'at yapıtı, bizleri, kendin­
den önceki san'at yapıtlarını yeniden yargılamaya zorlar. Bu hük­
mü genişleterek, çağın değişimi içinde, san'at yapıtlarının her yeni
düşünce, akım, bilgi ve gelişme ışığında yeniden değerlendirilebileceğini ileri sürebiliriz.
XX. yüzyılın mimarî değer yargılarının tek bir başlık altında toplamak
mümkün olmadığından, böyle bir değerlendirme de, doğal olarak, belli bir mi­
marî eğilimin bakış açısından olma zorunluğundadır.
Tasarımın bilfiil içinde olan bir mimarın sanat tarihine bakış açısı, bü­
yük olasılıkla, bir sanat tarihçisinin bakışındaki tarafsızlıktan yoksun olacaktır.
Tarihçi, sanat yapıtına belgelere dayanan somut bilimsel bir sistemle yaklaşır­
ken, mimâr, kendi mimarî eğilimi doğrultusunda yapıtı görür ve yorumlar, gü­
nümüz mimarîsi ya da kendi mimârîsi için sonuçlar çıkarmaya çalışır. Bu ne­
denle, değişik eğilimdeki mimarların, bir mimârî sanat yapıtından, değişik yo­
rumlara giden sonuçlar çıkarmaları tabiidir. Bu değerlendirmede de, Sinan'ın
anıt- kent ve yakın çevre ilişkisinden soruna nasıl yaklaştığı ve bu yaklaşımın
evrensel boyutları, belli bir mimârî eğilimin bakış açısından ele alınmıştır.
Her sanat yapıtı gibi, mimârî yapıtlar da yalnız kendi çağında değil, ken­
dinden sonraki çağlarda da sanatsal geçerliliğini yitirmediği sürece evrenseldir.
Bu varsayım bizi, üslup dediğimiz şeyin hiç bir zaman evrensel olmadığı sonu­
cuna götürür. Geçmişteki hiç bir üslup günümüze kadar geçerliliğini koruyamamış. Oysa, bu üsluplarda yapılmış bir çok yapı taptaze günümüze kadar gel­
miştir. Pratik işlevlerini tamamen kaybetmiş olabilirler, teknolojileri artık ge­
çerli olmayabilir, bütün bunlara rağmen hâlâ yaşarlar. Hâlâ yol gösterici öğreti­
cidirler. Bu yapıları kalıcı kılan, yapıldıkları dönemin üslubu değil, içerdikleri
mimârî düşüncedir.
Her yapı, konstrüksiyon, mantık ve mimârî düşünce üçlüsünden oluşur.
Gerekli teknik koşulların yerine getirilmesi, gerekli pratik işlevlerin çözümü ile
yetinildiğinde, yani "mimârî düşünce" öğesi gözardı edildiğinde, yapı, mimârî
ya da bir sanat yapıtı olmaktan çıkar, "mimârîdüşünce" bir anlatım olgusudur;
yapı, pratik görevlerinin yanında birşeylere gönderme yapmalıdır. Bu, doğayla
diyalog, tarihle diyalog, gelecekle diyalog, mevcut çevreyle diyalog şeklinde ola­
bilir. Şart olmamakla birlikte, kendisine bir tema seçip anlatabilir. Kendisi için
bilinçli olarak yananlamlar oluşturabilir. Öteki güzel sanatlarda sanatçının baş­
tan sahip olduğu hürriyet, mimârîde bu anlatım noktasından başlar.
Sinan'ın yapılarını evrensel yapıtlar konumuna getiren şey, ne kubbele­
rinin çapı ne de cemaatin işlevsel olarak dinî görevlerini en doğru şekilde yeri­
ne getirebilmelidir. Teknolojik açıdan bir çok yapılarında kişiyi heyecanlandıra­
cak ustalıklarla karşılaşılırsa da, böylesine bir teknik üstünlük (eğer teknoloji
bir anlatım teması olarak seçilmemişse) yapıtı mimârî bir yapıt kılmaya yetmez.
MİMARBAŞI
KOCAStNAN,
YAŞADIĞI ÇAĞ
V E ESERLERİ
626
Günümüz sanat eleştirisi, sanat ürünlerini açık ve kapalı yapıtlar olarak
iki sınıfa toplamak eğilimindedir.
Süreklilik, çeşitli yorumlara açık olma gibi özellikler, çağımızda "açık
yap/f'olarak sınıflandırılan sanat ürünlerinin ortak nitelikleridir'. "Açık yapıtbir bitişi olan, fakat sonu olmayan üründür. Yapıtın bitiş noktasında başlayan
bir sürekliliği vardır. Bu süreklilik Tange'nin "Tokyo Körfez/'planında, Le Corbusier'nin "Ville Radieuse'ya da "Cezay/r"planında olduğu gibi mimarî; Stockhausen'in temleri verip kompozisyonu yorumcuya bıraktığı yapıtlardaki gibi mü­
zik; sonucun ve yorumun okuyucuya bırakıldığı yerde edebiyat alanında sağla­
nabilir. Burada süreklilik, pratik uygulanabilirlik noktasından başlayıp insan düşgücünün sınırlarına kadar giden bir kavramdır. Bu açıdan bakıldığında, sürekli­
lik ve yorum öğelerinin yer yer özdeşleştiğini görürüz. Günümüz tiyatro ve si­
nema sanatı, perde kaparidıktan, ışıklar yandıktan sonra izleyicinin düşünce­
sinde sürüp giden yapıtlarla doludur.
Henry Moore, Michelangelo'nun bitmemiş yapıtı "Pieta Rondanini'nin
ustanın en mükemmel yapıtı olduğunu, bu görüşü çağımızın birçok ünlü heykeltraşının kendisiyle paylaştığını söyler. Açıkça itiraf edilmese de, satırlar ara­
sında, bu hayranlığın özünde, yapıtın yoruma açık olmasının ve daha nerelere
varabileceğinin önsezinin yattığı okunabilir^.
Donatello'nun ya da Verrocchio'nun Davut heykelleri, sona ermiş bir kav­
ganın rahatlamış, mağrur galibini anlatırlar. Savaşçı, öldürdüğü düşmanının kesik
başı yanında, yüzünde biraz da gurur içeren bir gülümsemeyle durmaktadır. Da­
vut için bitmiş olan savaş aslında izleyici için de bitmiştir. Buna karşılık, Miche­
langelo'nun Davut'u, düşmanını bekleyen sinirleri gerilmiş bir insanı, Bernini'nin Davut'u ise elindeki sapantaşını fırlatmak üzere bütün gücünü kaslarına ver­
miş bir savaşçıyı anlatır...Efsanenin sonu herkesçe bilinse dahi, izleyici kendi dü­
şüncesinde farklı Golyatlar, farklı savaş sahneleri oluşturacaktır. İlk iki yapıtın
kapalı, son iki yapıtı da, çağlarına göre açık yapıt oldukları görülmektedir.
Donatello'nun da, Verrocchio'nun da dünya klasikleri arasındaki seçkin
yeri tartışılmaz. Ne var ki, Michelangelo ve Bernini'nin Davut heykellerinin, ça­
ğımızın, mutlak hükümleri yadsıyan yoruma açık sanat anlayışına daha yakın
olduklarını kabul etmek gerekmektedir.
Burada kesinlikle düşülmemesi gereken yanılgı, bir mimârî yapıtın açık
ya da kapalı olmasının sanat değerini arttırıcı ya da eksiltici bir kavram olarak
ele alınmasıdır. Yapıtın sanat değeri, yukarda da belirtilmiş olduğu gibi, "mi­
mârî düşünce" öğesiyle bağımlıdır. Ne var ki, "açık yapıt" kavramı, XVI11. yy ay­
dınlanması, kişinin mutlak değerlere daha şüpheci yaklaşımı ve plüralizmin bir
sonucu olarak ortaya çıktığından, endüstri çağı öncesi "açık yapıt"\aT, bunları
üretmiş olan sanatçıların kendi çağlarının çok ilerisinde olduklarının bir gös­
tergesidir.
Sinan'ın mimarîsi "açık yapıt" sınıfına girer. Açık yapıt tanımı, doğal ola­
rak, "mimari düşünce" öğesini de içerdiğinden, bu sınıflamanın bakış açısın­
dan yapılacak bir inceleme onu XX. yy'ın değer yargılarıyla, tekrar tanımamıza
yardımcı olacaktır.
1. "Açık yapıt"
için bkz. Eoo, ümberta Das Offene Kunstwerl<. Suhrkamp Frankfurt a. Main 1973.
2. Moore, Henry: über die Plastik. R. Piper. Münih, 1972. s. 192.
Sinan yapıtlarının birçoğu yakın çevre ölçeğinde, Süleymaniye, Selimi
ye gibi büyük yapıtlarıeserleri ise kent ölçeğinde "anıt" yapıtlarıdır. Bu gibi ya
pıtlarının eser işlevine sahip olması yalnız Sinan yapıtlarına ait bir özellik değil­
dir. Dünyanın bir çok kentinde de dinî yapılar ya da çok önemli kamu yapılan
yakın çevrelerinde ya da kent ölçeğinde anıt işlevine sahiptirler. Katedraller, ki­
liseler, saraylar, büyük kamu yapıları çoğu kez bulundukları kentin ya da yakın
çevrelerinin simge yapıları olmuşlardır. Anıtın bir şeyleri hatırlatma işlevini, bu
gibi yapılar, din, devlet ya da yönetenlerin gücünü simgeleyerek yerine getirirler.
"Anıtlar, kent içinde, insan yaratısının sabit noktalarım temsil eder, ak­
lın eylemlerinin ve ortak belleğin somut göstergelerini oluştururlar"^. Çoğu kez
kentin ya da çevrenin görsel düğüm noktalarını oluşturan bu yapılar, "salt anıt
yapılar" ve pratik işlevleri de içeren "anıt yapılar" olarak iki türde ele alınabilir.
Eyfel Kulesi, New York Hürriyet Anıtı, Çemberlitaş birinci gruba, Süley­
maniye, Selimiye, Floransa Katedrali, Köln Katedrali, Louvre Sarayı ikinci gru­
ba girerler. Birinci grup anıtlar salt anlatım işlevine sahip olduklarından,pratik
işlevlerin kısıtlamaları olmaksızın biçimlendirilebilirler. Anlatmak ya da hatır­
latmak istedikleri olay ise zamanla unutulur ve anıt başka anlamlar kazanır. (Eyfel
Kulesi yapıldığı dönemde 100. yılı kutlanan Fransız İhtilalini ve Paris Fuarı ne­
deniyle endüstri çağını simgelemek gibi bir işleve sahipken, günümüz­
de bu anlamlarını kaybetmiş, Paris kentinin her türlü yoruma açık simgesi hali­
ne dönüşmüştür). İkinci grup yapılar ise pratik işlevlerinin yaptığı çağrışımdan
ötürü ilk anlamlarını kısmen de olsa koruyabilmişlerdir.
İslâm mimarîsinde birinci tür anıt geleneği yoktur. Sinan'ın yapılarının
hemen hepsi kamu yapısı olduğundan, çevredeki yapılaşmada hiyerarşik ola­
rak ön plana çıkar, boyutları ve kurumsal önemlerine göre, mahalle ve kent öl­
çeğinde ikinci tür anıt niteliğini kazanırlar. Çoğu yapılarda, yapının zamanla böyle
bir nitelik kazanacağının bilinciyle yer seçimi yapıldığı kanısı uyanmaktadır. Sü­
leymaniye ve Selimiye'de ise "anıt yapma" amacının, tasarımın başlangıcında
varolduğu açıktır.
İster birinci ister ikinci grupta olsun, kent simgesi olmuş anıtların çoğunluğundaki ortak özellik, anıtın kendisini çevresinden soyutlaması, başka bir
deyişle çevredeki yapılaşmanın boyutlarıyla kesin ve bilinçli bir zıtlık oluşması­
dır. Bu tutum, Avrupa mimarîsinde yapının belirgin olması için bir yöntem ola­
rak benimsenmiştir. Hemen bütün Ortaçağ ve Rönesans anıt yapıları, yöneten
ve yönetilen arasındaki kesin çizgiyi belirleyen bir konumdadırlar. Sinan yapı­
larının bu örneklerden ayrıldığı nokta da buradadır. Bu nokta, yani büyük usta­
nın yapılarının çevreyle olan özün ilişkisi, onun yapıtlarını "başyapıtlar" düzeyi­
ne çıkaran özelliklerden birisidir.
Çevreyle" ilişki kurmak mimârînin ana görevlerinden birisidir. Bu ilişki,
çevreyle belli bir uyum sağlamak şeklinde olabileceği gibi, çevreyle oluşturul­
muş usta bir zıtlık ya da çevre karakterini yorumlayan bir mimarî anlatımla da
kurulabilir. Sinan yapılarında bu ilişki genellikle "çevreye uyum" şeklinde orta­
ya çıkmaktadır. Ne var ki, bu uyum içinde, dünya mimarisinde örneği çok az
olan "gelecekteki çevrenin ölçüsünü saptamak, gelecekle diyalog kurmak, kentin
ilerideki siluetini ve karakterini belirlemek" gibi bir olguyla karşılaşırız. Bu ol­
gu pratik işlevin çok ötesinde bir mimârlık olayı, Sinan'ın yapıtını kalıcı kılan
"mimarî düşünce" nin bir ürünüdür. Bu tür bir çevre ilişkisine Sinan öncesi Os­
manlı yapılarında da raslanır. Sinan'ın yaptığı, her büyük usta gibi kendinden
3. Aldo Bossi Selected Writings and Projects. Gandon, Dublia 1983, & 23.
SINAN'ıN
YAPıLARıNDA
YAKıN V E UZAK
ILIŞKILERI
Doç. Dr. Umur ERKMAN
627
MIMAR BAŞı
K O C A SINAN,
YAŞADıĞı ÇAĞ
VE ESERLERI
628
önce birikimi özümseyip yeniden yoğurup norm olma mükemmelliğine eriş­
tirmek olmuştur.
Sinan'ın yapılan dış duvarlarında son bulan yapılardan değildir. Yapılar
özellikle piramit camiler bittikleri noktadan öteye bir süreklilik gösterirler. Çev­
re, başka bir yapılar topluluğu değil, yapının bir devamı gibidir. E n büyük sul­
tan camilerinde dahi, oluşmuş çevreyi kollayan, kendinden sonra oluşacak çev­
reye yol gösteren bir tutum vardır. Yakın plândan incelendiğinde bu yapıların
çevreden işlevsel olarak soyutlanmış olduğu görülür. Duvarlarını çevirmiş, ken­
di iç dünyalannı oluşturmuşlardır. Ne var ki, bu soyutlamada, Batı dünyasında
raslanan örneklerin tersi bir tutumla karşılaşırız. Klâsik Osmanlı mimarisindeki
kesin geometrik düzenin, çevredeki yer yer raslantısal yapılaşma ve topografya
ile son derece alçakgönüllü bir uzlaşmaya girdiğine tanık olunur. Bu tutumun
en tipik örneklerini, Edirne Rüstümpaşa Kervansarayının yol kavisine ustalıkla
yerleştirilmiş kuzey cephesi, Süleymaniye Kompleksinde Dökmeciler Caddesi
üzerindeki Dar-ül'Hadis'in konumu, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camiinin ku­
zey kesiminde surlara raslayan bölümün biçimlenmesinde görebiliriz. Eyüp Zal
Mahmut Paşa külliyesinde ayrı kotlardaki her iki avlunun dış duvarlarının aksa
çapraz giden yollara göre biçimlenmesi, içerdeki klâsik düzeni hiç bir şekilde
bozmadığı gibi, en küçük hacimlerin dahi dikdörtgen plânlarına bir değişiklik
getirmemiştir.
Yakın çevreyle plan düzlemindeki bu alçakgönüllü uzlaşma, üçüncü bo­
yutta (özellikle piramit camilerde) kent siluetini oluşturucu, sürekliliğin bilin­
cinde, kendisinin bir devamı olacak yapılaşmanın ölçeğini, hatta ritmini belirle­
yen bir niteliğe bürünür. Her yönüyle "açık yapıt" özelliği taşıyan bu mimârîde
dev boyutlardaki anıt kitlelerin, çevrelerine oluşmuş ya da oluşacak yapılara doğ­
ru basamaklanarak inen, kendi bitiş noktalarında başlayan sürekliliği ön­
koşullarını tesbit eden bir tutum içinde oldukları gözlenir.
Anıt yapı, dikdörtgen prizma birimlerinin oluşturduğu bir dizgedir. Ge­
nellikle, kubbelerle örtülü olan dikdörtgen prizmalar çok az biçim değişikliği­
ne uğrar, buna karşılık sürekli boyut değiştirir, birbirine eklenir, yarılanır, bü­
yür, küçülür ve bir bütünü oluştururlar. Çoğu kez en büyük birimin merkez alı­
narak gittikçe küçülen birimlerle çevrelendiği dizi, yapının bittiği noktadan, di­
zinin mantığı içinde devam ettirilebilir. Bu noktadan sonra, silüetin uç noktlarını belirleyen kubbe örtü, genellikle, yerini basit kiremit örtülü çatılara bırakır.
Artık önemli olan dizinin ritmi ve ölçeğidir. Bu tutum, çevrede oluşacak yapı­
laşmanın önceden neredeyse matematiksel olarak belirlenmesidir.
Süleymaniye İstanbul silüeti içinde tek bir yapı olarak değil, çok geniş
bir çevreyle birlikte bir bütün olarak etki yapmaktadır; ana kubbeden başlaya­
rak yan kubbelere, revaklara kadar uyum içinde inen, yakın yapılara atlayıp uzak
çevreye kadar yayılan, sonra tekrar aynı uyum içinde başka bir anıtın ana kub­
besine doğru yükselen bir dalgalanmanın parçası olmuştur.
Su yolları ve köprüler işlevleri gereği her iki yönde serbest, sürekli, gör­
sel olarak başlangıçları ve bitişleri olmayan mühendis yapılarıdır. Sinan'ın bü­
yük bir sevgi ve ustalıkla uyguladığı bu mühendis yapılarındaki "sürekliliğin"
şehir anlayışı içinde özgün bir yorum ve anlatım olarak karşımıza çıkması, bü­
yük ustanın kişiliğinin araştırılmasında üzerinde durulması gereken noktalar­
dan biridir. Su yollan ve köprülerin pratik işlevlerinin mimârî yoruma dönüştü­
ğü bu yapılaşma aynı zamanda (özellikle Haliç yönünden Süleymaniye silüetinde) tabiat, insan ve insan yaratıcısı Allah üçlüsünün basamaklarını simgele-
yen felsefî bir "mimârî düşünce" ve anlatım olgusunu da içerir''. Sinan'ın Sü leymaniye sırtlannda başlatıp kendinden sonraki us'taiarm ve halkın Marmara
kıyılarına indirdikleri bu mimari, XX. yy. açık eser kavramının özgün bir örneğidir.
Selimiye'nin eteklerinde, yakın çevre içinde Süleymaniye'de olduğu gi­
bi sık bir yapılaşma yoktur. Ne var ki, böyle bir yapılaşmanın oluşması halinde,
ölçek herkesin görebileceği en açık boyutlarıyla ortadadır. Büyük olasılıkla Si­
nan tarafından tasarlanıp, sonradan öğrencisi Davut Ağa tarafından uygulan­
mış olan Selimiye Çarşısı, büyük ustanın çevre ölçeği oluşturma çabasının ne
denli bilinçli olduğunun önemli bir kanıtıdır^. Burada avlunun batı duvarının
yamaca raslamasından ötürü çıkmış olan yüksek dayanma duvarının boyutları,
bu yönde bir sürekliliği engeller niteliklerdir. Ne var ki, bu duvar önüne getiril­
miş olan çarşı, piramidi bütünlemekte ve bu yöndeki sürekliliği sağlayacak öl­
çeği oluşturmaktadır.
Daha küçük boyutlu camilerde ana kubbeden çevre ölçeğine iniş, ge­
nellikle, avlu yönünde sağlanmıştır. Cami bünyesinde medrese bulunması kademelenmeyi kolaylaştırmaktadır. Kıble yönündeki süreklilik sonradan avlu revaklan ölçeğinde oluşmuş çevre yapılarında sağlanır.
Kubbe yüksekliği ve avlu boyutları çoğu zaman birbirine bağlı olarak
büyüyüp küçüldüklerinden yakın çevre ölçeğinde oluşmuş silüetin oranları, basamaklanma imkânlarının kısıtlı olmasına rağmen bozulmaz. Bunun en güzel
örnekleri Kadırga-Sokullu Camii Medresesi, Toptaşı Atik Valide Külliyesinde iz­
lenebilir.
Yapının silüeti etkileyen boyutları Sinan için öylesine önemlidir ki, iste­
nen ölçüyü yakalayabilmek için, iç mekân boyutlannın bazen dış ölçülere ba­
ğımlı olarak abartıldığına dahi şahit olabiliriz^. Çevreye gereken ölçeği sağla­
mak için Kadırga-Sokollu Mehmed Paşa Camii'nin iç mekânı plân boyutlarına
oranla yüksek tutulmuştur. Aynı sorunlarla karşılaşılan Zal Mahmud ve Azapkapı Sokollu Camilerinde ise iki katlı olmalarından dolayı yeterli yükseklik el­
de edilebildiğinden, iç mekanda bu abartmaya gerek görülmemiştir.
Yüzyılların geliştirdiği bir kamu yapısı tipolojisinin, neredeyse modüler
sayılabilecek bir dikdörtgen prizmalar dizgesinin, yer seçiminden başlayıp ge­
lecek çevrenin biçimlendirilmesine kadar uzanan bir kent bilincinin büyük bir
ustanın yorum ve anlatım dehâsıyla birleşmesinden oluşan bu mimârî, tarih bo­
yunca, yangınlara, depremlere ve hepsinden öte salt çıkara dayanan, bütün mi­
mârî değerlere duyarsız bir tutumun doğurduğu yapılaşmalara göğüs germiştir.
Bugünkü mimarîmizin, istisnâ teşkil eden az sayıda yapılar dışında, Si­
nan'ın bıraktığı mirâsa lâyık bir nitelikte olduğu söylenemez. Mimârî düşünce
öğesinden yoksun, salt işlevsel yapılar ve bunlara tepki olarak yüzyıllar öncesi­
nin biçim ve bezemelerini gene bu yapılara uyarlayarak sözde çıkış yolu ara­
yan bir tutum, şehirlerimizin genel görünümünü oluşturmaya başlamıştır.
Mimârîmizi bu çıkmazdan kurtakmak, ancak Sinan ve Sinan gibi bü­
yük ustaların evrensel mantığını kavramak, yorumlamak ve bunlardan günü­
müz mimarîsi için sonuçlar çıkarmakla mümkündür.
4. KP. Schinkel (19.yy) Akropol için yapmış olduğu, uygulamaya geçirilmemiş bir projesinde aynı temayı
dalla dar bir çevre içinde yommlamıştır. Bkz. üngers, O. Mithias Die Thematisiemng der Architektur D V A , Stutt­
gart
19a3.
5. Kuran, Aptullah: Mimar Sinan. Hürriyet Vakfı Yay. istanbul, 1986.S. 165.
6. Baydar, Leyla: Batı Tesirine Kadar Osmanlı Mimarîsinde Estetik Kriterler. Doktora tezi. Gazi Üniversitesi
Fen Bilimleri Ens. Ankara, 1986,
s.132.
SİNAN'IN
YAPILARINDA
YAKIN V E UZAK
İLİŞKİLERİ
Doç. Dr. Umur ERKMAN
629
4
MIMAR BAŞI
K O C A SINAN,
YAŞADıĞı ÇAĞ
VE ESERLERI
630
Synopsis
This article brings a new understanding of Sinan's work from the point
of view of the XX. century's architectural values by investigating the relations­
hip among his monumental buildings, their surroundings and the city It has
been emphasized that Sinan's work can be interpreted as "open", that his buil­
dings can reconcile with their surroundings without loosing any of their cha­
racteristics and at the same forming the silhouette of the city Furthermore, the
article seeks to find out the basics of continuity in Sinan's architecture and the
connotative meaning of this continuity