ghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfg

qwertyuiowww.aofdersozetleri.compgüasdf
ghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfg
hjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfgh
jklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghj
GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ
klsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjk
1-4. ÜNİTE ÖZETİ
lsizxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjkls
izxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsi
www.aofdersozetleri.com
zxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsiz
xcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizx
cvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxc
vbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcv
bnmöçqwwww.aofdersozetleri.comertyuiop
güasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopg
üasdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgü
asdfghjklsizxcvbnmöçqwertyuiopgüs
dfghjklsi Lütfen destek için reklamları tıklayınız.
zxcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsiz
xcvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizx
cvbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxc
vbnmöçqwertyuiopgüasdfghjklsizxcv
[Tarihi seçin]
ÜNİTE-1
Din sözcüğünün kökeninde biri hâkimiyet ve mülkiyet, diğeri itaat ve
boyun eğme şeklinde zıt yönlü iki anlam vardır. Din iki taraf arasındaki
ortak ilişkiler bakımından da bu ilişkileri düzenleyen prensip, nizam ve
yolun adıdır.
DİKKAT! İslam bilginleri hak dini şöyle tanımlarlar: “Din akıl sahibi
insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan
şeylere götüren ilahî bir kanundur.”
Dinî litaratürde ilk ve en geniş anlamıyla fıkıh, bir veya birden fazla
nassı gerektiğinde metin dışı unsurları da dikkate alarak kendi iç
bütünlüğü ve birbirleriyle ilişkisi bağlamında anlama ve yorumlama
faaliyetinin genel adıdır. Ebû Hanîfe fıkhın tanımını “kişinin hak ve
vecibelerini bilmesidir” şeklinde yapmıştır.
DİKKAT! Fıkıh ilmi bir bakıma mükellefin eyleme dönük bütün
davranışlarıyla, hayatın bütün pratikleriyle ilgili hüküm üretme
faaliyetidir.
İctihât “fakihin şer`î-amelî bir meselenin hükmünü ilgili delillerden
çıkarabilmek için olanca gayretini sarfetmesidir”. İctihât iki ana
unsura dayanır: Naslar ve aklî çıkarım.
Fıkhın Değişme İle Bağdaşmaz
Gözüken Özellikleri
1 Dinî hükümlerin ilahî nitelikli
İslâm’ın kemâle
. oluşu:
2. ermiş olması:
Fıkhın Değişmeye Açık Olduğunu
Gösteren Özellikleri
1
Hükümlerin
. İslâm dininin evrenselliği:
2. esnekliği:
DİKKAT! Fıkıhta özellikle kolaylık ve zaruret prensipleri hükümlerin
esnekliğini sağlayan en önemli araçlardandır.
İslâm bilginleri fıkhî hükümlerde değişmenin ilke olarak mümkün
olduğunu kabul ederler. Bu husus Mecelle'de genel ve olumsuz bir ifade
ile "Ezmânın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz"
şeklinde ifade edilmiştir.
- Taabbûdî hükümler: Geniş anlamda taabbudî hüküm gerekçesi akılla
kavransın veya kavranmasın içerisinde Allah hakkı bulunan her
hükümdür.
İslâm bilginleri bu kavramı daha çok dar anlamıyla ele almışlardır.
Bu anlamda taabbudî tabiri fıkıh ve fıkıh usulü eserlerinde, gerekçesi akılla
kavranılamayan, dolayısıyla kıyas ve ictihada konu olmayan
hükümler için kullanılan bir terimdir. Taabbudî hükmün bu kısmının en
temel özellikleri kesin nassa dayanmış olması, dinin aslına dâhil olması,
kıyasa konu olmaması ve özü itibariyle değişime kapalı olmasıdır.
- Ta`lîlî hükümler: En genel anlamıyla ta`lîl, taabbudî olanlar da
dâhil olmak üzere bütün şer`î hükümlerin belirli bir gayeye yönelik
olduğunun kabul edilmesidir. Bu gaye, insanların dünyevî ve uhrevî
yararlarını sağlamaktır.
İkinci ve dar anlamda ta`lîl ise nasla sabit olan belirli bir hükmün
illetinin tespit edilmesidir.
DİKKAT! Tabbudî hükümler fıkhın değişime kapalı alanlarını,
ta`lîlî hükümler ise genişletilmeye ve değiştirmeye elverişli
alanlarını oluşturmaktadır.
Hükümlerin bu şekilde taabbudî ve ta`lilî şeklinde ayrılması Zâhirîler
dışında bütün İslâm bilginleri tarafından
kabul edilmektedir.
Hanefîler üç mezhep içerisinde taabbud sahasını en geniş
tutanlardır.
Zâhirîler nasla sabit olan bütün hükümlerin de taabbudî olduğunu
savunurlar. Bu yüzden nasların lafzî anlamlarına sıkı sıkıya bağlı
kalmış ve kıyas metodunu toptan reddetmişlerdir.
Nevâzil, Arapça nâzile kelimesinin çoğuludur. Sözlükte "sonradan
meydana gelen, insanlar için zorluk veya sıkıntı doğuran durum"
anlamına gelir.

Nevâzil kelimesi, fıkıh tarihinin ilk dönemlerinde genel olarak yeni
ortaya çıkan ve hakkında şer`î bir hüküm verilmesi gereken mesele ve
olayları ifade etmek üzere kullanılmıştır. En fazla kullanan fıkıh
çevresi Malikî’dir.

Hanefi mezhebinde de nevâzil kelimesi belirli bir süre yeni ortaya
çıkan fıkıh meseleleri için kullanılmıştır. Fakat Ebû Hanîfe ve
öğrencilerini kapsayan ve selef adı verilen dönemden sonra bu
mezhepte gerek fıkıh düşüncesi gerek literatür sahasında önemli
değişiklikler olmuştur. Bu süreçte nevâzil kelimesi de Hanefî fakihlerin
ortaya koydukları bir grup fıkhî görüşü toplu olarak ifade eden özel bir
terim haline gelmiştir.
Hanefî mezhebindeki görüşler bilgi ve delil değeri
bakımından üç gruba ayrılır: Birinci grupta usul meseleleri yer
alır (zâhirü'-rivâye). İkinci grupta nevâdir meseleleri yer alır.
Üçüncü grup ise nevâzil görüşlerinden meydana gelir.
Hanefî literatüründe bu özel terim anlamıyla nevâzil kelimesi
yerine aynı anlamı taşıyan vâkıât ve havâdis terimleri de
kullanılır.
Hanefilerde nevâzil görüşlerini toplayan ve günümüze ulaşan ilk
eser Ebu'l-Leys es-Semerkandî'nin Kitâbü'n-Nevâzil adlı eseridir.

Günümüzde Arapça üretilen çağdaş dinî literatürde nevâzil kelimesi
ilk dönemlerdeki genel anlam ve içeriğine
uygun olarak yeni ortaya çıkan ve dini açıdan çözülmesi gereken fıkhî
problemleri ifade etmek üzere yeniden
kullanılmaya başlanmıştır.
"kadâyâ mu‘âsıra", "kadâyâ müstecedde", "mesâil mu‘âsıra",
"fetâvâ mu‘âsıra" Bunların hepsi yaklaşık olarak "çağdaş fıkıh
meseleleri/problemleri" anlamına gelmektedir.
Temel Yaklaşımlar
- Modernist/tarihselci yaklaşımlar:
- Yeni selefîci yaklaşımlar: fıkıh geleneğini büyük ölçüde yok sayan
veya reddeden bir anlayışa sahiptir.
- Gelenekselci/taklitçi yaklaşımlar:
- Akademik yaklaşımlar: meseleleri mezhepler üstü ve delil odaklı bir
bakışla mukayeseli olarak ele alırlar.
Dinî hükümlerde önce zarûrîyyat, sonra hâciyyât, sonra da
tahsiniyyat önceliği’ne dikkat edilir.
Bazı İslâm bilginleri özellikle muamelâta ilişkin hükümler için bir
de makâsıd (amaçlar) ve vesâil (vesileler, araçlar) ayırımı
yapmaktadırlar.
En çok başvurulan fıkıh kuralları şunlardır: "Eşyada asıl olan
ibahadır.", "Zaruretler yasakları mubah hale getirir.", "Zaruretler
kendi miktarlarınca takdir olunur…
Bireysel içtihatların yanında çok sayıda uzman ve ilim adamının bir
araya gelerek dini meseleleri beraberce ve çok yönlü olarak müzakere
ettikleri ortamlara, Günümüz fıkıh terminolojisinde kolektif/toplu
ictihat adı verilmektedir. Bazıları:
Mısır'da Ezher'e bağlı İslâm
Araştırmaları Akademisi, Dünya
İslâm Birliği Fıkıh
Akademisi(Mekke),
İslâm Konferansı Teşkilâtı Fıkıh
Akademisi(Cidde), Avrupa Fetva
ve Araştırma Kurulu (ECFRDublin), Türkiye DİB Din İşleri
Yüksek Kurulu
ÜNİTE-2
Kameri ayın ilk ve son üç günlerinde görülen aya hilâl, diğer dönemlerde
görülene ise kamer denmektedir.
Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre, zevâl (öğle) vaktinden
önce veya sonra görülen hilâl, ayın başlamış olduğuna işaret
değildir. Bunlara göre, gündüz görülen hilâl, bir sonraki güne aittir. Bu
sebeple ramazan öncesinde gündüz görülen hilâl sebebiyle o gün oruca
başlanmaz. Aynı şekilde ramazanın son gününde gündüz görülen hilâl
sebebiyle de o gün bayram edilmez.
Ebu Yusuf’a göre ise zevâlden önce görülen hilâl önceki geceye ait
olduğu için onunla ramazan ve bayram gerçekleşmiş olur.
www.aofdersozetleri.com
Sayfa 4
Hava kapalı olduğunda hilâli gördüğünü söyleyen âkil, bâliğ ve
adil bir müslümanın şahitliği ile ramazan orucuna başlanır. Bunu
duyanların da oruca başlamaları gerekir. Havanın kapalı olmadığı
günlerde bir iki kişinin değil çok sayıda kişinin buna tanıklık etmesi
gereklidir. Ramazan dışındaki ayların başlangıcını tespitte en az
iki kişinin şahitliği gerekli görülmüştür. Bir kişinin şahitliği ile oruca
başlayanlar, ramazanın otuzuncu gününde şevvâl hilâlini görmeseler de
ertesi gün bayram ederler.
Malikiler, yolculukta namazların cem edilebilmesinin
yolculuğun yorucu olmasına bağlarlar. Hanbelîlere göre,
hastalıklar cem sebebidir. Şafiîlere göre, hastalıklar cem
sebebi değildir.
Malikîler hastanın bir sonraki namaz vaktine kadar durumunun
kötüleşeceğinden veya bayılmasından endişe etmesi durumunda
namazını cem edebileceğini kabul etmişlerdir.
Hanefilere göre, Kadınlar özel hallerinde tavaf yapma durumunda
kalırlarsa, farzı terk etmediklerinden hacları tamam olur. Ancak
vacibi terk etmekten dolayı büyük baş hayvan kurban etmeleri
gerekir. Ancak temizlendikten sonra ziyaret tavafını yapma imkânı bulan
kadınların kurban kesmeleri gerekmez.
Hanefîlere göre zekât olarak verilen malın zekât alanın mülkiyetine
geçmesi gereklidir. Bu nedenle genel ilke olarak zekât verilenin hakiki
şahıs olması istenmektedir. Bunun sonucu olarak, zekât parası ile
cami, okul, yol ve köprü gibi toplumun ortak malı olan şeyler
yapılamaz. Yine aynı gerekçeyle ölünün kefenlenmesi, borçlarının
ödenmesi zekât yerine geçmez.
Kutup bölgelerinde imsak; Güneşin batışı ve doğuşu arasındaki
sürenin 2/3’si güneşin batışına eklenerek imsak vakiti takdir
edilebilir
Hanefiler bir mesele Kur’an ve mütevâtir sünnetle sabit ise
hükmünün farz, ahâd haberle sabitse vacip olabileceğini usül
kuralı olarak kabul etmişlerdir.
ÜNİTE-3
1.
Evliliği, kocasının ölümü sebebiyle sona eren kadın; hamile değilse
4 ay 10 gün, hamile ise doğum yapıncaya kadar iddet bekler.
2.
Evlilik hayatı, eşinin boşaması, fesih ya da tefrik kararıyla
sonlanmış kadın; adet/hayız görüyorsa 3 kurû’, normal yaşta olmasına
rağmen adet görmüyorsa veya menopoz evresine girmişse 3 ay iddet
bekler.
3.
Eşiyle fiilî aile hayatı yaşamadan boşanmış kadın ise, iddet
beklemez.
DİKKAT! Kurû’ kelimesi Hanefîlere göre üç adet dönemini, Şâfiîlere göre
ise üç temizlik dönemini ifade eder.
www.aofdersozetleri.com
Sayfa 5
Tek mecliste gerçekleşen üç boşamanın üç boşama olarak geçerli kabul
edilmesi görüşünün temel dayanağı; Hz. Ömer’in (r.a.) idari kararı
üzerinde gerçekleştiği düşünülen icmâdır.
ÜNİTE-4
DİKKAT! Haramlık, bir şeyin özü ve mahiyeti itibariyle kötülük ve
zarar içermesinden kaynaklanıyorsa buna li aynihî veya lizâtihî
haram (ölmüş hayvan eti yemek, şarap içmek gibi), dış etkilerden ve
harama sebep olmaktan kaynaklanıyorsa buna da li gayrihî haram
denir.
İstihâle, hayvansal veya bitkisel bir ürünün bir halden başka bir hale
geçmesi demektir. Karışım ise, iki farklı maddenin ayrıştırılamayacak
şekilde iç içe geçmesi, birisinin diğeri içinde çözülüp kaybolması
demektir. Mevcut haliyle yenilip içilmesi dinen haram olan (habîs) bir
gıda veya içecek, kendiliğinden istihâleye uğrar ve dinen tüketilmesi
helal bir maddeye (tayyib) dönüşürse, bunun tüketilmesinin helal
olduğunda görüş birliği bulunmaktadır.
Fakat istihâle, dışarıdan müdahaleyle yani irade ve isteğe bağlı olarak
gerçekleşirse, istihâleye uğrayan ürün
Şâfiî ve Hanbelîlerle, Hanefî müctehidlerden Ebu Yusuf’a göre helal
hale gelmez. Hanefî ve Mâlikîlerle, İbn
Hazm, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el- Cevziyye gibi müctehidlere
göre ise, Her iki durumda da, haram helale dönüşür.
Zâhirîler, unutma ile kasıt arasında herhangi bir ayırım
gözetmeksizin, kurban kesiminde Allah’ın adının anılmasının
mutlak anlamda şart olduğu görüşündedirler. Şâfiîlere ve bazı
fakihlere göre ise, kesim sırasında besmele çekmek sünnettir.
www.aofdersozetleri.com
Sayfa 6