Devamını oku - w w w .serpam.org

Küresel Finansal Kriz ve Türkiye (II)
Prof. Dr. İhsan Ersan
İ.Ü. İşletme Fakültesi / Finans ABD
“Eşik altı” (subprime) konut piyasasında sorunlar ile baş gösteren, menkul kıymetleştirme
süreci ile ivme kazanan, dev finans kurumlarının tarihe kavuşmasına yol açan küresel finansal
krizin bir önemli niteliği de “ters yönlü “bulaşma etkisidir. Gelişmekte olan ülke piyasalarında
finansal baskıların tetikleyici olaylar(anayasa fırlatılması, Soros’un okur mektubu v.b.) ile
krizlere dönüşmesinden farklı olarak yaşanan son kriz dünya ekonomisinin devi A.B:D
piyasasında patlak vermiş, bulaşma etkisi ile AB ve gelişmekte olan ülkelere dalga dalga
yayılmıştır
AB Krizi
Mortgage kaynaklı küresel kriz politik ve mali birlik olmaksızın parasal bütünleşmeyi
amaçlayan Avrupa Birliği (AB) olumsuz olarak etkilemiştir. Kriz öncesi cari açık finansmanını
Birliğin zengin Kuzey ülkelerine kolayca yaptıran Güney ülkeleri krizle birlikte dış finansman
olanaklarının giderek daraldığını görmüş ve yük ağırlıklı olarak kamuya kalmıştır. Kriz öncesi
nerdeyse Almanya’ya yakın maliyetle borçlanabilen Yunanistan ve Portekiz gibi Birliğin zayıf
halkaları için dış finansman olanakları kalmamaya başlamıştır. Kamu Borcu/GSMH ve Bütçe
Açıkları/GSMH gibi temel Maastricht kriterleri krizle birlikte referans değerlerin oldukça
üzerine çıkmıştır. Sözgelimi Yunanistan için 2010 yılında bu oranlar sırasıyla %112.6 ve %12.7
olmuştur. 1990’lı yıllarda ihracat ağırlıklı ekonomik büyüme mucizesi gerçekleştiren İrlanda’da
konut balonunun patlaması ile varlık fiyatlarının düşmesi bankaları batak alacak sorunu ile
karşı karşıya bırakmış, bankaları kurtarmak için kamu kaynaklarına başvurulması KB/GSMH
oranını %100’lerin üzerine taşımıştır. Portekiz’de kamu borcunun (EUR 127 milyar)
çevrilebilirliği tahvil piyasasını germiş, %7’lere çıkan faizler bir süre sonra dış finansman
kapılarının kapanmasına ve hükümetin istifasına giden bir politik krize yol açmıştır.
AB’nin dördüncü büyük ekonomisi İspanya sorunlu bankacılık sistemi, %25’leri aşan işsizlik
oranı ve büyüyemeyen ekonomisi ile AB yardımına başvurmak zorunda kalmıştır. Benzer
sorunlarla boğuşan EUR 1.5 trilyon ile AB’nin üçüncü büyük ekonomisi İtalya son on yılda
ortalama %0.2’lik büyüme ile bu alanda en kötü performans gösteren ülkeler arasında yer
almıştır.
Komşumuz Yunanistan sözü edilen örnekler arasında kuşkusuz en umutsuz olanıdır. İki ayrı
kurtarma paketine ve EUR 206 milyarlık borç yeniden yapılandırılmasına karşın piyasalar
Yunanistan’dan umudu kesmişe benzemektedir. Geçtiğimiz yıl yardımın koşulu 300 reform
maddesinden sadece 100’ü tamamlanabilirken, özelleştirmede hedefin ancak onda biri
gerçekleştirilmiştir. Küçülen ekonomi vergi gelirlerini azaltırken işsizlik dayanılmaz boyutlara
ulaşmaktadır. Yunanistan’ın Euro Alanı dışına çıkarılması (“Grexit”) zaman zaman ciddi biçimde
tartışılmaktadır.
Krizden Çıkış
Krizden çıkış yolundaki önlemler kamu maliyesinde disiplin, etkin denetim ve düzenleme ile
gevşek para politikası olmak üzere üç başlıkta özetlenebilir. Özellikle merkez bankalarının kriz
yönetiminde rolleri giderek artmaktadır. Bu doğrultuda FED ve Avrupa Merkez Bankası (ECB)
yaklaşımları arasında belirgin farklılıklar gözlenmektedir. FED parasal genişleme programları,
TWIST operasyonları ile piyasaya likidite verirken en azından 2015 ortalarına dek faiz artırımına
gidilmeyeceğini açıklamıştır.
ECB ise kriz yönetiminde daha atıl ve gecikmeli davranmış, bankalara iki ayrı partide EUR 1
trilyonluk %1 faizle ucuz kredi vermiş, likidite sorununu böylece çözmeye çalışmıştır.
Güvensizlik nedeniyle ne var ki krediler reel sektöre aktarılmayıp tekrar ECB’ye geri
yatırılmıştır. Tüm bu gelişim merkez bankalarının bilançolarını büyütmüş, varlık fiyatlarının
şişmesine ve enflasyon riskinin artmasına neden olmuştur.
Ya Türkiye!
Politik istikrar, mali disiplin ve sağlam bankacılık sistemi artıları olan Türkiye’nin zayıf halkası
cari açık olmuştur. Küresel likiditenin bol olduğu konjonktürde yüksek faiz ile uluslararası
fonları cezbeden Türkiye küresel krizin etkilerini olumsuz bir biçimde hissetmiştir. 2009 yılında
ekonomi %4.7 oranında daralırken GSMH $741.8 milyardan $617.6 milyara gerilemiştir. Sanayi
üretimi %4.7 daralırken, özel sektör borcu $176 milyara ulaşmış, AB süreci tıkanmış, doğrudan
yabancı sermaye girişi yavaşlamış, kur ve borsada ciddi oynamalar gözlenmiştir. Özetle kriz biz
pek de “teğet geçmişe” benzememektedir.
Geçtiğimiz yaz başlarında FED’in tahvil alımlarını azaltacağı beklentisi bizdeki “Gezi” olayları ile
eşanlı olarak Türkiye riskinin artmasına neden olmuştur. Son olarak FED’in Aralık toplantısında
tahvil alımlarını aylık olarak $10 milyar azaltarak $75 milyara düşürdüğünü açıklaması ile eş
anlı olarak patlak veren rüşvet-yolsuzluk operasyonları ve bakanların istifaları ile birleşince
dolar kuru 2.18 ile tarihsel zirveye ulaşmış, faizler çift hanelere çıkarken, borsada ciddi kayıplar
yaşanmıştır. FED’in çıkış süreci gelişmekte olan ülkeleri genelde olumsuz etkilerken Türkiye
özelinde bu etki daha belirgin olmuştur. “Kırılgan beşli” olarak adlandırılan ülkeler arasında
parası en fazla değer yitiren ne yazık ki bizim paramız olmuştur. Bunun da temel nedeni bir
türlü çözümlenemeyen cari açık sorunu kadar giderek artan siyasal belirsizliktir.