Emperyalizme Karşı Mücadelenin Güncelliği ve Doğu

ARAKABLO
SEYYT NEZR
Aydınlık KİTAP
7 EYLÜL 2012 CUMA
15
Emperyalizme karşı mücadelenin
güncelliği ve Doğu sorunu
Kapitalizmin savunucusu Weber’le kart Marx arasnda iki modern snfn, burjuvazi ile proletaryann kuramsal
düzeyde çarpmas, Dou’nun tanmlanmasnda, tam da Hegelci anlamda bir üçüncü seçenekte buluuyor: Bat
kapitalizmi, küresellemesinin önündeki Dou engelini ykarak ilerlemenin de önünü açmaldr
SEYYİT NEZİR
[email protected]
Karl Marx
Max Weber
Geçtiğimiz haftalarda Kemal Tahir
üstüne yazdıklarımız kimi arkadaşların
konuyu başka tarihçi ve toplumbilimcilere açma önerisini getirdi. Doğrusu
bu, başta “Marx ve Weber’de Doğu
Toplumları” (Dr. Lütfi Sonar, Ayrıntı
Y., 2012) kitabı olmak üzere, kimi kitaplarda takıldığım noktalar üstüne
bendeki yazma eğilimini depreştirdi.
Emperyalizmin küresel saldırılarının
Ortadoğu’da her koldan
yoğunlaştığı bir süreçte
Doğu sorununu güncel
olduğu kadar tarihsel bağlamda irdeleme olanağı
da doğuyor böylece.
Lütfi Sonar, Marx ve
Weber’i karşılaştırmalı
olarak inceleme gerekçesini iki noktaya dayandırıyor: Önce, “Her
ikisinin de temel amacı
modern kapitalizmin doğuşu ve gelişimi etrafında modern toplumun yapısı
ve işleyişini çözümlemektir”. Dünyayı
Batı merkezli kavrama çabaları her ne
kadar karşıt yaklaşım ilkeleri ve sonuçlar
içeriyorsa da, belirtilen
“Bu amaç çerçevesinde
Doğu toplumları çözümlemesi her ikisinde
de önemli bir konumdadır” (s. 7-8). Modern
toplumbilimin kuruluşunda en temel katkıları sağlayan bu iki karşıt
kuramcının, Doğu’yu
ele alırken olduğu kadar, varılan sonuçlarda
da ortak yönelimler taşımasının Batı’da
80 yıldır tartışılmasından yola çıkan Sonar, çalışmasında çarpıcı sonuçlar üretiyor. Kapitalizmin savunucusu Weber’le karşıtı Marx arasında iki modern
sınıfın, burjuvazi ile proletaryanın kuramsal düzeyde çarpışması, Doğu’nun
tanımlanmasında, tam da Hegelci anlamda bir üçüncü seçenekte buluşuyor:
Batı kapitalizmi, küreselleşmesinin
önündeki Doğu engelini yıkarak ilerlemenin de önünü açmalıdır!
Kitabının Giriş’inde Marx - Weber
karşıtlığı tartışmasının arka planını
Löwith’le başlayarak Robertson, Parsons, Fischoff, Salomon, Gerth, Mills,
Merton, Lukacs, Korsch, Althusser,
Mommsen, Mitzman, Hughes, Aron,
Zeitlin, Freund, Mayer, Antonio, Collins, Nelson, Giddens,Wallerstein,
Lichteim, Mandel, Witfogel, Goody,
Bottomore, Nisbet, Turner gibi tarihçi, sosyolog, filozof ve iktisat kuram-
cılarının 1930’lardan günümüze yer yer
birbirini izleyen çalışmalarıyla veren
Sonar (7-24); “Sosyolojik Düşüncede
Doğu” başlıklı bölümde Bernier gibi
şarkiyatçıların yanı sıra Montesqieu,
Condorcet, A. Smith, Ferguson, Hegel, Saint-Simon ve Comte’un düşüncelerini özetleyerek (25-45), “Karl
Marx’ta Doğu Toplumları” başlıklı
üçüncü bölümde (s. 46-117) Marx’ın
yaklaşımını, “Max Weber’de Doğu
Toplumları” başlığı altında (s. 118-230)
Weber’in düşüncelerini ayrıntılı olarak
tartıştıktan sonra, Karşılaştırma (s.
231-246) ve Sonuç (247-251) bölümlerinde ikisinin ayrılan ve örtüşen yönlerini ortaya koyar. Yöntembilimsel bakımdan oldukça titiz davranan Sonar,
görüldüğü kadarıyla, içerik yönünden
de tartışmanın hiçbir yönünü atlamaksızın kapsamlı bir çalışma gerçekleştirir.
DOU TOPLUMLARI
TARHSEL LERLEMENN
DIINDA MI?
Her iki düşünürün de “Doğu toplumlarına dair çözümlemelerini modern toplumları anlamlandırma” çabasının “bir parçası” olarak gören
Lütfi Sonar, Marx’ı incelerken onun
hemen bütün yapıtlarında ATÜT
(Asya Tipi Üretim Tarzı) üstüne saptamalarına ve Marksistlerin bu konudaki tartışmalarına yaslanarak şu çıkarsamada bulunur:
Marx, gerek modern toplumu (kapitalizmi) açıklamada, gerekse o günün
Avrupa’sının güncel sorunlarını değerlendirmede “Doğu toplumlarını
araçsal biçimde” kullanır (s. 53). Bu
noktada o, Hegel’in “bir şeyin gerçek
anlamda ancak karşıtı tanımlanarak”
gösterilebileceği düşüncesinden hareket eder (s. 55). New York Daily Tribune’de yayımlanmış yazılardan oluşan “Doğu Sorunu [Türkiye]” (Marx
ve Engels, çev.: Yurdakul Fincancı, Sol
Y., Mart 1977) kitabı da bu görüşü doğrular niteliktedir. Marx, gözlemleri
sırasında Doğu toplumlarının durağanlık, dahası değişmezlik içeren yapısal bütünlük taşıdığını fark eder.
Bu yapının temel özelliği, kapalı ekonomide kendine yeter üretimle sınırlı toplumun artıdeğerine vergi/rant
ile devletin el koyması, böylece değişme olasılığının bir de devlet denetimi
ve zoruyla engellenmesidir. Böylece,
buradaki “aşkın devlet” belirlemesi,
Doğu toplumları söz konusu olduğunda Marx’ın kendi kuramının temel
argümanını, “altyapının üstyapıyı belirleme” yeteneğini tersine döndürmesiyle, bir üstyapı kurumu olan devletin ekonomiyi biçimlendirmesiyle
sonuçlanmaktadır (s. 67). Melotti’ye
dayanarak vardığı bu yargıyla Sonar,
Marksizmin evrensellik savının bizzat
Marx tarafından çürütülmeye yüz tuttuğunu öne sürmüş olmaktadır.
Gerçek şu ki, ATÜT konusunda
gerek Marx’ın kendi belirlemeleri,
gerekse başta Lenin ve Plehanov olmak üzere birçok Marksistin değerlendirmelerinde ekonomi öncelik taşır (Asya Tipi Üretim Tarzı, çev.: İrvem
Keskinoğlu, Ant Y. 1970). Temel üretim aracı olan toprak üzerinde üretimin binyıllardır öküz ve karasabanla
yapılıyor olması, artıdeğerin yeni üretim araçlarının geliştirilmesine elverecek büyüklükten yoksun oluşu, insanın doğa üzerindeki egemenliğinin
sınırlı kalışına yol açmış, bu da üretimdeki alışkanlıkların toplumsal alışkanlıklarla büsbütün katılaşması sonucunu vermiştir. Din ve devletin örtüşük bütünselliği, üretim yaşamındaki
değişmezlikle bir kilit oluşturarak üretici güçlerin gelişimini engellemiştir.
Doğu’da din, devlet ve ekonominin tarih içinde birbirine geçerek çakışık yapılanması durağanlığın temel nedenidir. Nitekim döngüselliği aşamayan ve
yönetim değişikliğinin ötesine geçemeyen Doğu’nun bu gerçekliği İbni
Haldun’ca da saptanmıştır: Uygarlıklar; doğar, büyür ve ölür; dönüşüp ilerleme yoktur. Son çalışmalar, Sümerlerden beri süregelen çakışık yapının
temel olarak İslâmiyet’e de yansıyıp korunduğunu göstermektedir. Zaten tanrı, devlet ve mülkiyetin Sultan’da tekleşmesi, yazarın çizelgesinde de (s. 89)
apaçık bellidir.
Marksist çerçeveden bakıldığında, altyapı ve üstyapı arasındaki diyalektiğin bu yapılarda birbirine sıkı bağımlılığı pekiştirerek sürdüğü ve birbirine değişim için hiç de kolay izin vermediği ise gerçeğin bir başka yönüdür.
Bu değişimin gerçekleşmesi ve daha
sonra şu ya da bu ölçüde hızlanması ise
dış etkenlerle olanaklıdır.
Çağımızda Doğu’nun değişimini
kapitalizm sağlıyor. Marx ve Engels’e
göre, kapitalizmin azgelişmiş toplumsal yapılardaki yıkımı tarihsel ilerlemenin zorunlu sonucudur (s. 106111). Bununla birlikte, Sonar’ın da
anımsattığı gibi (s. 62), Paris Komünü
sonrasında devrim dalgasının Batı’dan
Doğu’ya kaymakta olduğunu düşün-
meye başlayan Marx, Rusya’yı dikkatle
incelemeye yönelir. ATÜT’ten çıkış konusunda bir dış etken olarak sosyalizmin önemine ve yapıcı rolüne değinir;
özellikle köy topluluklarındaki komünal mülkiyetin modern sosyalizm
için bir temel oluşturabileceğini varsayar, bunu da Kapital’in Rusça basımına Önsöz’de vurgular. Ne ki Marx’ın
bu vargısını şaşırtıcı biçimde kendisini inkâra vardığını düşünenler yok
değildir. Çünkü böylece Marx tarihsel
ilerlemenin tek çizgili olduğu düşüncesini aşmakla kalmıyor, “Doğu’da
toprağın özel mülkiyetinin en güçlü
arzu olduğu” yönündeki eski vargısını da terk ediyordu.
MAX WEBER’DE DOU VE DN
Sonar, kitabında Weber’in düşüncesini daha kapsamlı ele alarak, meseleyi
kültürel gelişme ve uygarlık aşamaları düzeyinde tartıştığını, tarihsel ilerlemeyi “akılcılaşma” süreci olarak tanımladığını gösterir (s. 132). Weber’e
göre İslâmiyet’in akılcılaşmayı engelleyen bir din oluşu, toplumsal ve siyasi yapıları biçimleyerek toplumu durağanlığa hapsetmesi gerçeğinin altını çizer. Her ne kadar (daha sonraki bir
yazıda ele almayı düşündüğümüz,
“Türk Weber’i” olarak adlandırılan)
Sabri F. Ülgener, toplumbilim okulu
olarak onun yöntemini izliyorsa da, İslâmiyet’i tutuculuğun kaynağı olarak
gösterdiği için üstadı Weber’i ağır
eleştiriye uğratır (s. 135-137).
Weber, Doğu’da hukuk kurallarının bulunmadığını belirtir, “kadı adaleti”nin kişisel takdir yönünün ağır bastığını vurgular, Doğu’da mülkiyetin güvencesiz olduğunu, mülkiyetin İslâmi
vakıflarda hareketsizliğe ve geriliğe yol
açtığını öne sürer. Toplumsal alışkanlıkları geleneksel eylemci tutumun
belirlemesinden ötürü akılcı ve yaratıcı eylemin ortaya çıkıp gelişemediğini
savunan Weber, Marx’a karşıt bir yaklaşım açısıyla ele aldığı halde, Doğu
toplumlarının durağanlığı konusunda
aynı sonuca varır.
Lütfi Sonar, bu çok önemli çalışmasıyla, yalnızca Marx ve Weber karşıtlığı üstüne okuru bilgilendirmekle
kalmıyor, yaratıcı girişimiyle, küresel
kapitalizmin saldırganlığının tarihsel temellerini ve Batı karşısında Doğu
toplumlarının konumunu tartışmanın
güncelliğini anımsatıyor, emperyalizme karşı mücadelenin ertelenemez, dahası ivedi oluşu üstüne Marksistleri yeniden düşünmeye kışkırtıyor.