74 Sayı - Azınlıkça Haber

MART - ΜΑΡΤΙΟΣ 2013
Sayı: 74
Fiyatı: 3 €
Dr. İbram Onsunoğlu yazdı
PROFESYONEL
Azınlıkça
1
AZINLIKÇA
BU AY
Azınlıkça74
AZINLIKÇA
BATI TRAKYA
AYLIK HABER
YORUM DERGİSİ
MART 2013
YIL: 9 SAYI: 74
Azınlıkça Online
www.azinlikca.net
ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ
ΜΗΝΙΑΙΟ
ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ
ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ
ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ
ΜΑΡΤΙΟΣ 2013
ΕΤΟΣ: 9 NO:74
SAHİBİ-SORUMLUSU
ΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣ
EVREN DEDE
GENEL KOORDİNATÖR
ΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣ
AYDIN BOSTANCI
YAYIN YÖNETMENİ
ΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣ
İBRAM ONSUNOĞLU
İNTERNET SORUMLUSU
FATİH NAZİFOĞLU
BU SAYIDA YAZARLAR
Aydın Bostancı
Dimostenis Yağcıoğlu
Evren Dede
Fatih Nazifoğlu
Γιώργος Δούδος
Herkül Millas
İbram Onsunoğlu
ADRES
Anemonis 12
69100 Komotini
e-mail: [email protected]
Tel: +30 6944749374
Fax: +30 25310 63345
ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣ
Ιδιώτες. : 36 €
Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 €
Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 €
Δήμοι: 98 €
Euro Κοινότητες: 72 €
2
Azınlıkça
Evren Dede
İbram Onsunoğlu
Aydın Bostancı
Türkiye ile Yunanistan arasındaki
ticaretin hacmi 2011 yılında 4,1
milyar dolardı; 2012’de 5 milyar
dolar seviyesine yükseldi. İki ülke
hükümetlerinin 2015 hedefi, bunu 10
milyar dolara çıkarmak. İki ülke arasında giderek artan ekonomik ve ticari
ilişkilerin teşvik edildiği ve dış politika
aracı olarak kullanıldığı bir pozisyonda
10 milyar dolar hedefi düşük bile
sayılabilir. Yeter ki, Türk-Yunan ‘kronik’
anlaşmazlıklarında yaşanabilecek
birtakım hayal kırıklıkları yüzünden
işadamlarının şevki kırılmasın.
Onunla belki üç, belki dört
yıldır, kesin olarak hatırlamıyorum,
nerdeyse her gün hep aynı yerde
karşılaşıyorum. Selanik’in girişinde,
Halkidiki yolunun bitip K. Karamanlis
caddesinin başladığı ve Vulgari caddesiyle kesiştiği dört yol ağzındaki
trafik ışıklarında. Solda Vulgari’ye
dönecek arabaların dizildiği ve
yeşilin yanmasını beklediği şeritin
bitişiğindeki adacığın üzerinde. Yaz
kış, hava güzel veya bozuk, o hep
orada. Sağ ayağı diz bölgesinden
kesik, koltuk değnekleriyle yürüyor,
60 yaşlarında bir dilenci.
Derin bir ekonomik kriz ortamında
uygulamaya konulan kemer sıkma
önlemlerinin ülkeye gerçekten de,
ne derece yararlı olduğu
konusunda ciddi soru
işaretleri var.
Son dönemde Troyka yetkilileri de
dâhil olmak üzere
Yunanistan’a uygulanan
memorandum ile ilgili yanlış
öngörülerin yapılmış
olabileceğine dair açıklamalar
bu endişeleri daha da
güçlendirmiş durumda.
Yunan-Türk İş Forumu ve
hedefler
Profesyonel
Hükümet mi daha akıllı
vatandaş mı?
İçindekiler
3
4
6
7
8
10
13
14
19
26
27
28
29
37
Batı Trakya’nın kalkınması ve Dedeağaç limanı Editör
Yunan-Türk İş Forumu ve hedefler Evren Dede
Hükümet mi daha akıllı vatandaş mı? Aydın Bostancı
Sunlight Şirketi 20 Milyon Euro’ya Gümülcine’ye Fabrika Kuruyor
Profesyonel İbram Onsunoğlu
Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Tarihinin Ortaklaşa İncelenmesi Dimostenis Yağcıoğlu
Anadili Savunmak Herkül Millas
Ο ΜΟΥΦΤΗΣ ΩΣ ΦΟΡΕΑΣ ΤΗΣ ΔΙΚΑΣΤΙΚΗΣ ΛΕΙΤΟΥΡΓΙΑΣ ΤΟΥ ΕΛΛΗΝΙΚΟΥ ΚΡΑΤΟΥΣ Γιώργος Δούδος
240 Din Öğretmeni Yasasına Azınlık Kuruluşlarından Tepki
Bozdağ ve Mete’den 240 Din Öğretmeni Yasası Hakkında Açıklama
İçişleri Bakanı Evripidis Stilyanidis 240 Din Öğretmeni Yasası Hakkında Konuştu
İşte Yunan Parlamentosu’ndan Geçen O Yasa! (240 Din Görevlileri)
Kavala petrolünden 220 milyon euro gelir
Fransa Cumhurbaşkanının Atina Ziyareti ve MEB
AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ
ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ
www.azinlikca.net
Batı Trakya’nın kalkınması ve Dedeağaç limanı
Bugüne kadar neden yapılmadı, anlamak hakikaten zor... çok zor!
Dedeağaç limanına demiryolu hattının bağlanmasından bahsediyoruz. Yapılan yeni açıklamalar Batı Trakya’nın da içinde bulunduğu Doğu Makedonya Trakya Eyaleti’ne bağlı Evros
(Meriç) ilindeki Dedeağaç (Alexandroupoli) limanı ile konteynır taşımacılığı amacıyla demiryolunu bağlayacak projenin en nihayet hayata geçeceğini belirtiyor.
Dedeağaç limanı demiryolu hattıyla birleştirilebilirse, sadece Dedeağaç değil, bütün Batı
Trakya’da ticarî hareketlenme artar, yeni istihdam alanları sağlanır. Ancak projenin ne zaman
hayata geçeceğiyle ilgili kuşkular mevcut.
Dedeağaç limanını konteynır demiryolu ile birleştirecek 4 milyon euro bütçeli proje, 2
km uzunluğunda yeni demiryolu hattının inşa edilmesini öngörüyor. 12 ay içerisinde tamamlanması öngörülen proje ile yük gemileri Karadeniz’e girerek diğer Balkan ülkelerine ulaşmak
için Çanakkale Boğazı’ndan geçmek zorunda kalmayacaklar. Kalkınma Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgilere göre yük gemileri Dedeağaç limanında bağlı kalacak ve bahsekonu projeyle inşa edilecek demiryolu ile birlikte ticarî ve sanayî ürünler Yunanistan’dan Bulgaristan’a
ulaştırılabilecek. Böylece gemilerin Çanakkale Boğazı’ndan geçmeleri durumunda yaşayabilecekleri gecikmelerin de önüne geçilecek.
Bu arada Dedeağaç ve Kavala limanları ile Bulgaristan’ın Burgaz ve Varna limanlarının
“sea2sea” programı kapsamında kombine taşımacılık alanında işbirliğine gitmeyi hedeflediği
belirtiliyor.
Demiryolu hattı ile birleştirilecek olan Dedeağaç limanından sonra Kavala limanının da
demiryolu hattı ile birleştirilmesi için ön hazırlık çalışmalarının devam ettiği ve kısa sürede
Kavala limanının da demiryolu hattına bağlanacağı gelen haberler arasında.
Hiç şüphesiz bahsekonu iki proje de bölgenin önemini arttıracak ve ticarî nakliye ve ulaştırma alanında bölgenin geçiş merkezi olma konumunu güçlendirecek. Batı Trakya’nın kalkınabilmesi için atılması gereken daha çok adım var...
*
Bu ay birbirinden kıymetli yazarlarımızın makaleleri ile yine karşınızdayız.
İyi okumalar...
editör
Azınlıkça
3
Vitrin
Evren Dede
[email protected]
Yunan-Türk İş Forumu ve hedefler
Yunanistan-Türkiye II. Yüksek Düzeyli İşbirliği
Konseyi çerçevesinde 4 Mart’ta düzenlenen TürkYunan İş Forumu’nda, Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ile İstanbul’a gelen 88 Yunan işadamı,
400’e yakın Türk işadamıyla bir araya gelerek geleceğe yönelik işbirliği imkânlarını görüştüler.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ‘kronik’ anlaşmazlıklar bir yana, iki ülke arasındaki ekonomik
bağların –her ne olursa olsun– artması ve iş dünyasının gerçekleştireceği karşılıklı yatırımlar sayesinde
Türk-Yunan ilişkilerinin çok daha sağlam bir zemine
oturması gerekiyor. Bu doğrultuda düzenlenen TürkYunan İş Forumu’na iki ülkenin başbakanlarının katılmaları ve işadamlarını cesaretlendirmeleri ayrı bir
önem kazanıyor.
Türk ve Yunan işadamlarının sadece Yunanistan
ve Türkiye’de değil, Orta Asya ve Ortadoğu piyasalarında da yapabilecekleri işbirliklerinin görüşüldüğü
toplantılarda, turizm, sağlık, perakende satış, petrol
ürünleri ve gıda sektörlerinde geleceğe yönelik işbirliği konusunda temeller atıldı.
Türk-Yunan İş Forumu’na katılan Yunan işadamları arasında, Yunan Petrolleri (ELPE) Grubu Başkanı Hristos Komninos, zaten Türkiye’deki futbol
iddia oyunları piyasanın %45’ini elinde bulunduran
bahis ve iddia oyunları şirketi Intralot’un CEO’su
Konstantinos Antonopoulos, özel sağlık sektöründen
Atina Tıp Grubu Başkanı Yorgos Apostolopoulos,
Doğuş Grubu’yla birlikte Yunanistan’da marinaları
bulunan Lamda Development’ın CEO’su Odisseas
Athanasiou, Koç Holding’le Yunanistan’da ortaklığı
bulunan Folli Follie’nin CEO’su Tzortzis Koutsolioutsos, Türkiye’deki duty free mağazalarının tedarikçileri arasında yer alan Karelia tütün şirketinin
patronu Andreas Karelias, yıllardan beri Türkiye’ye
klima ihraç eden ve Türkiye’de beyaz eşya üreten FG
4
Azınlıkça
Europe’un başkanı Yorgos Fidakis ve Türkiye’yi yakından tanıyan veya Türkiye’de yatırım yapmış Yunan işadamları yer aldı.
Başbakan Samaras’ın, forumda iki ülke işadamlarına hitap ederken sarf ettiği “Türk-Yunan işbirliğinin geleceği olumludur. Ülkeler arasındaki ilişkilerin
sadece sabit bir siyasi çerçevede güçlendiği kesinlikle
doğrudur. Bizim tarafımızca, Yunanistan’ın değişmez arzusu Türk-Yunan ilişkilerinin iyileşmesidir”
ifadeleri önemliydi.
Hakeza, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın “Yunanistan Türkiye’de çok sayıda yatırım yaptı; aynı şekilde
Türkiye özel sektörü Yunanistan’da yatırımlar yapıyor. Bunları her alanda çoğaltmamız, her alanda daha
büyük atılımlar gerçekleştirmemiz gerekiyor. İnanın,
çok büyük potansiyellerimiz var değerli dostlarım...
Bunları ne kadar harekete geçirebilirsek, Türkiye ile
Yunanistan’ı o kadar büyütebiliriz. Bu potansiyeli ne
kadar harekete geçirebilirsek, geleceğe o denli güvenle bakar, bu bölgeyi o denli güven ve istikrarla buluşturabiliriz” sözleri, iş dünyasına güven aşılıyordu.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ticaretin hacmi
2011 yılında 4,1 milyar dolardı; 2012’de 5 milyar
dolar seviyesine yükseldi. İki ülke hükümetlerinin
2015 hedefi, bunu 10 milyar dolara çıkarmak.
İşin doğrusu, iki ülke arasında giderek artan
ekonomik ve ticari ilişkilerin teşvik edildiği ve dış
politika aracı olarak kullanıldığı bir pozisyonda 10
milyar dolar hedefi düşük bile sayılabilir. Yeter ki,
Türk-Yunan ‘kronik’ anlaşmazlıklarında yaşanabilecek birtakım hayal kırıklıkları yüzünden işadamlarının şevki kırılmasın.
*
Evren Dede’nin bu makalesi Agos gazetesinden alıntılanmıştır.
Eleftherios Venizelos
Havaalanı Hisseleri
Satılıyor...
Ülke Genelindeki
48 Marina için
Özelleştirme Paketi
Devlete ait marinaların 9 ayrı paket halinde özelleştirilmesi planlanıyor.
Yunanistan’ın başkenti Atina’da bulunan Eleftherios Venizelos havaalanının hisselerinin önemli bir
kısmının satılmasının önü açılıyor.
Bloomberg haber ajansında yayınlanan habere göre
dünyanın en büyük inşaat şirketlerinden Alman Hochtief, aralarında Eleftherios Venizelos’un da bulunduğu 6
havalimanındaki hisselerini satma kararı aldı. İspanyol
ACS şirketi tarafından tamamen kontrol edilen Hochtief, Deutche Bank ile işbirliği çerçevesinde Atina, Hamburg Sidney, Budapeşte, Düsseldorf ve Tiran havalimanlarındaki hisselerini satmayı planlıyor.
Eleftherios Venizelos’un hisselerinin %25’i Yunan
kamusuna, %30’u Yunanistan Özelleştirme Dairesi’ne
(TAİPED), %40’u Hochtief ’e ve %5’i özel yatırımcılara
ait. Böylece, Hochtief ’in hisselerini satın alacak olan yatırımcı TAİPED’in Eleftherios Venizelos havaalanı için
açacağı ihalede de önemli avantaj elde ederek, Eleftherios Venizelos havaalanının %95’ini satın alabilme fırsatı
yakalayacak.
Eleftherios Venizelos havaalanı için 2013 yılının
ikinci çeyreğinde ihale açılması ve kamuya ait hisselerin
bir bölümünün satılması planlanıyor. Bu ihaleyle birlikte
Hochtief ’in de kendi hisselerini aynı pakette satabilmesi
ihtimali de düşünülüyor.
Gelişmeleri değerlendiren Eleftherios Venizelos havalimanı yetkilileri ise “Bu konuda yorum yapamayız
çünkü hissedarın bu konudaki niyeti konusunda resmi
veriye sahip değiliz” diye konuşuyor.
Bloomberg haber ajansı ise Hochtief ’in aralarında
Frankfurt havaalanın sahibi Fraport, Deutche Bank’ın
gayrimenkul yatırımcısı RREEF, altyapı yatırımları devi
amerikan Global Infrastracture Partners, sigorta devi Allianz ve Şanghay ile Singapur havaalanlarını idare eden
şirketlerden teklif almayı planladığını yazdı.
Yunanistan genelinde yer alan 48 marinayı 9 paket
halinde özelleştirmeyi planlayan Özelleştirme İdaresi
(TAİPED) her pakette havaalanına yakın veya gelişmeye
açık tarihî bir bölgede yer alan büyük bir marinanın yer
almasını sağlayacak. Böylece, ilk pakette örneğin Alimos
marinası, ikinci pakette Glifada marinası, üçüncü pakette Girit adasının Rethimnos ve Agios Nikolaos marinaları, dördüncü pakette Rodos’un önde gelen Mandraki
marinaları, bir diğer pakette de Zakinthos veya Patra
marinası yer alacak.
TAİPED, Mikonos ve Argostoli marinalarının özelleştirilmesini ise farklı bir şekilde ele almayı planlarken,
bu iki bölgelerdeki marinaların büyük yatları misafir
edecek lüks marinalara dönüştürülmesi planlanıyor.
Yat limanlarının hitap edebileceği ülkeler de bölgeye göre değişiyor. Mesela İyonya Denizi’ndeki marinalara Adriyatik Denizi’nden ve özellikle de İtalya ve
Hırvatistan’dan yatlar gelebiliyor. Mora Yarım Adası (Peloponissos) ve Batı Yunanistan’daki marinalar ise daha
çok Malta ve Sicilya’dan gelecek turistlere hitap ediyor.
Kuzey Yunanistan’daki marinalar ise başta Rusya olmak
üzere Bulgaristan ve Romanya’daki yat sahiplerini çekmeyi hedefliyor.
Alimos marinasının ihaleye çıkartılacak ilk pakette
yer alacak olması Yunanistan’daki en popüler yat limanları arasında olmasından ve birçok yatırımcının ilgilenmesinden kaynaklanıyor. Bilindiği üzere Türkiye’den Doğuş
Gruub Flisvos marinasının %23’ünü ve Zea, Kerkira ve
Lefkada marinalarındaki Kiriakulis Grubu’nun hislerinin de bir bölümünü satın almıştı. Benzer şekilde Koç
Grubu da uzun zamandır Midilli (Mitilini) marinasını
işletiyor. TAİPED bu büyük şirketlerle birlikte başka
yabancı yatırıcıların da Alimos marinasının yer alacağı
özelleştirme paketine büyük ilgi göstereceğini tahmin
ediyor. Kerkira’daki Guvies marinasından sonra kapasite
açısından Yunanistan’ın ikinci büyük yat limanı olan Alimos marinası 1.200 yat barındırma kapasitesine sahip.
Azınlıkça
5
Genç Bakış
Aydın Bostancı
[email protected]
Hükümet mi daha akıllı vatandaş mı?
Derin bir ekonomik kriz ortamında uygulamaya konulan kemer sıkma önlemlerinin ülkeye
gerçekten de, ne derece yararlı olduğu konusunda ciddi soru işaretleri var.
Son dönemde Troyka yetkilileri de dâhil olmak üzere Yunanistan’a uygulanan memorandum ile ilgili yanlış öngörülerin yapılmış olabileceğine dair açıklamalar bu endişeleri daha da
güçlendirmiş durumda. Ekonomik krizden çıkış
adına yapılan maaş kesintilerinin Troyka’nın talebi olmadığı zaten öteden beri dile getiriliyordu.
Fakat hükümetin 2012 yılı için bütçe açığını
kapatabilmek adına koyduğu vergilerin resesyonu azaltacağı yerde daha da arttırdığını kamuoyu ile paylaşılan veriler açıkça doğruluyor.
Memorandum kapsamında konulan toplam
7 ayrı vergiden beklenilen gelirin elde edilemediği ortaya çıktı. Aynı zamanda bir Ekonomi
Profesörü olan Maliye Bakanının bu vergileri
uygulamaya koyarken beklenilen gelirin elde
edilemeyeceğini kestirememesini ben gerçekçi
bulmuyorum. Zira sokaktaki vatandaş bile konulan bu vergilerle gelir elde edilemeyeceğini
biliyor, en azından bunu kestirebiliyor.
edecek. İşin acı tarafı ise söz konusu önlemlerin ülkenin ekonomik krizden çıkışına yardımcı olamaması. Hatta bunun aksine kemer sıkma
önlemleriyle ekonomik durgunluk daha da derinleşiyor. Üstelik bu öngörü 2014 yılı için de
geçerli. Ekonomik kalkınmayı beraberinde getirecek özelleştirmeler ise bir türlü ilerleyemiyor.
Her üç ayda bir ülkeye gelen Troyka heyetinin
yanı sıra Yunanistan’ı ziyaret eden her yabancı
lider ve bürokrat, ülkenin ekonomik kalkınmaya
geçebilmesi ve yabancı yatırımcıların çekilebilmesi için özelleştirmelerin ilerletilmesinin şart
olduğunu üzerine basa basa söylüyor.
Fakat buna rağmen özelleştirmeler konusundaki süreç beklenilenden daha yavaş ilerliyor.
Son dönemde Münhasır Ekonomik Bölgenin ilanı ve enerji konuları ülkenin gündemini iyiden
iyiye meşgul ediyor. Geçtiğimiz günlerde TAP
Enerji Petrol Boru Hattı Projesinin imzalanması, Girit adasının güneyinde yapılan doğal gaz
aramaları yabancı yatırımcıların Yunanistan’a
ilgisini yeniden çekmiş gözüküyor.
Peki ülkenin ekonomi uzmanları bu gerçeği
öngöremiyor mu? Bu bana çokta inandırıcı gelmiyor fakat gerçek şu ki hükümet bir cenderenin
içerisine girmiş bulunuyor ve kredi dilimlerinin
serbest bırakılabilmesi için bu önlemleri uygulamaya koyması gerekiyor, olmayacak duaya âmin
diye diye.
Nitekim 2013 Atina Enerji Forumunda konuşan Başbakan Samaras, enerji konularında
Yunanistan’ın bölgede çok yönlü ve önemli bir rol
oynayacağını ifade etti. Samaras, Yunanistan’ın
yüksek enerji kaynakları potansiyeline sahip olduğunu ve enerji üretiminde ülkenin Avrupa genelinde önemli bir yer edineceğini vurgularken
Türkiye ile yaşanan güçlüklere de konuşmasında
değindi. Yani MEB konusu önemli fakat komşu
ülkelerle olan sorunların da giderilmesi gerekiyor.
Fakat sonuçta bunun bedelini her zaman olduğu gibi halk ödüyor ve ödemeye de devam
Öte yandan Yunanistan ile Türkiye Enerji
Bakanlıkları arasında geçtiğimiz günlerde enerji
6
Azınlıkça
konularına yönelik bir işbirliği anlaşması imzalandı. Bir taraftan hidrokarbon aramaları ile
ilgili Birleşmiş Millerlere nota veriliyor diğer
taraftan iki ülkenin Enerji Bakanlıkları enerji
konularında işbirliği anlaşması imzalıyor.
Zaten iki ülke ilişkilerine duygusallıkla yaklaşmak gerçekçilikten uzaklaşmak demektir.
Münhasır Ekonomik Bölgenin ilanı, doğal gaz
aramaları yabancı yatırımcıların ilgisini arttırabilir fakat kısa vadeli olarak özelleştirmeler son
derece önemli, istihdam ancak özelleştirmeler
sayesinde sağlanabilir. Bunun gerçekleşebilmesi için de siyasi iradenin kararlılık göstermesi
gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Selanik’in Halkidiki bölgesinde bir altın madeni işletme şirketinin ateşe verilmesi ülkenin güvenilirliğine bir
kez daha gölge düşürdü.
Özel bir şirketin yürüttüğü çalışmalara tepki amacıyla iş makineleri ateşe veriliyor ve tam
bir kaos ve güvensizlik ortamı yaratılıyor. Bütün
bunları dünya televizyonlarından izleyen hangi
işadamı gelip bu ülkeye yatırım yapabilir? İşçi
hakları, sendikal mücadele ve eylemler ülkeyi
kaos ve güvensizliğe sürüklediğinde iş çığırından çıkmış demektir.
Fakat bütün bunlara rağmen ülkemiz Yunanistan, enerji, turizm, ticaret sektörlerinde yapılacak düzenlemeler ve iyileştirmelerle yeniden
ayağa kalkabilir ve özelleştirmelerle istihdamın
önü açılabilir.
Bu yönde gümrük ve havaalanlarında vize
uygulamasına gidilmesine yönelik düzenlemeler
turizm açısından umut verici.
İşte bu sebeple koalisyon hükümeti artık sorunlara gerçekçilik ve kararlılıkla yaklaşmalıdır.
Zira son dönemde yerli ve yabancı birçok yetkilinin ifade ettiği üzere “son fırsat” kaçırılırsa
ülke tamamıyla bir kargaşanın içine sürüklenecektir.
Bunun maazallah gerçekleşmesi durumunda
ise gerçekte buna kimin sorumlu olduğu bir anlam ifade etmeyecektir.
Sunlight Şirketi
20 Milyon Euro’ya
Gümülcine’ye
Fabrika Kuruyor
Sunlight Sistemleri A.Ş. Avrupa’nın en çağdaş Kurşun Akü Geri Dönüşüm birimi için
Gümülcine’ye (Komotini) 20 milyon euro’nun
üzerinde yatırım yapacak.
Yapılan ilgili açıklamada Gümülcine Sanayi
Bölgesi’ne 42 dönüm arazi üzerine inşa edilecek
fabrikanın gerek yerel gerekse de Yunanistan bazında büyük faydalar sağlaması bekleniyor.
Fabrikanın 2013 yılının ikinci yarısında tamamlanması beklenirken, fabrikada Avrupa’daki
en son teknoloji kullanacak. Gümülcine’ye inşa
edilecek olan fabrika 50 kişiye yeni iş imkânı tanıyacak, ayrıca fabrikanın inşası için dolaylı yoldan iş kadroları da açılmış olacak.
Fabrikanın AB’nin koymuş olduğu çevrecilik
hedeflerine de büyük katkı sağlaması bekleniyor.
AB şartları gereği Yunanistan’ın kullanılmış kurşun akülerin % 100’ünü yeniden dönüştürmesi
gerekirken bugün için kullanılmış akülerin sadece % 20’si yeniden dönüştürülüyor.
Sunlight firmasının idari danışmanı Konstandinos Lafkas “Avrupa’da çalışan 37 geri dönüşüm fabrikası arasında en çağdaşı olacak olan
Gümülcine’deki fabrika birçok avantaj sağlayacak.
Yunanistan’ın bu alandaki yıllık ihtiyaçlarının %
80’ini karşılayacak olan fabrika Yunanistan’ın
yıllık bazda 40 milyon euro tasarruf yapmasını
sağlayacak” dedi.
Azınlıkça
7
Denge
İbram Onsunoğlu
[email protected]
Profesyonel
Onunla belki üç, belki dört yıldır, kesin olarak hatırlamıyorum, nerdeyse her gün hep aynı yerde karşılaşıyorum.
Selanik’in girişinde, Halkidiki yolunun bitip K. Karamanlis caddesinin başladığı ve Vulgari caddesiyle kesiştiği dört
yol ağzındaki trafik ışıklarında. Solda Vulgari’ye dönecek
arabaların dizildiği ve yeşilin yanmasını beklediği şeritin
bitişiğindeki adacığın üzerinde. Yaz kış, hava güzel veya
bozuk, o hep orada. Sağ ayağı diz bölgesinden kesik, koltuk değnekleriyle yürüyor, 60 yaşlarında bir dilenci. Orta
boylu, tıknaz, gür sakallı, boynunda asılı çantası, hiç çıkarmadığı başındaki külahı ve sırtındaki montuyla. Yunanlı değil, Balkan ülkelerinden olmalı, Bulgaristan’dan mı,
Romanya’dan mı, Arnavutluk’tan mı. Büyük bir olasılıkla
Bulgaristan’dan.
Koltuk değnekleriyle adacığın üzerinde yürürken, değneklerden birini adacığa, öbürünü asfalta dayatıyor. Asfalta
dayalı değneye arabalar çarpacak diye her defasında içim
titriyor. Yeşil ışığın yanmasını bekleyen arabalara birer birer
yaklaşıp, kaba olarak algılanabilecek ani bir hareketle elini
pat diye sürücüye uzatıyor. Sadaka verilince başını eğip elini
kalbine götürüyor, verilen parayı boynunda asılı çantasına
koyup sıradaki öbür arabaya doğru ilerliyor. Dört yıldır
onu konuşurken hiç görmedim, genellikle dilenciler çok
konuşur, onun ağzından hiç ses çıkmıyor, sanki dilsiz. Ne
elini uzatırken bir şey diyor, ne de sadaka verildikten sonra,
yalnızca teşekkür mahiyetinde baş ve el hareketleri.
Evden işe gidip gelirken çevre yolunu kullanıyorum.
Belki biraz daha uzun, ama orada trafik ışıkları yok ve
arabamı daha rahat ve daha hızlı sürüyorum. Sabahleyin
Vulgari caddesinden sağa Halkidiki yoluna çıkıyor, bir kilometre kadar ileriden çevre yoluna sapıyorum. Sabah işe
giderken, saat 8’e doğru, Vulgari ile Halkidiki yolu kavşağında yakına dek dikkat etmemiştim, son birkaç aydır fark
ettim, koltuk değnekli dilenci daha sabahtan orada, karşıda, adacığın üzerinde. Demek ki her çalışan gibi o da sabah
erken işe başlıyor. Ama onunla giderken değil, dönerken
karşı karşıya geliyorum.
İşten dönerken yine çevre yolunu kullanıyorum, oradan Selanik yönlü Halkidiki yoluna sapıp bir kilometre
sonra malum kavşakta sol şerit üzerindeyim. Öğleden sonra
8
Azınlıkça
saat 3 veya 4, bazen 5 oluyor. Koltuk değnekli dilenci hep
orada. Sol şeritte arabalar kuyruk oluşturuyor, bazen uzun
bazen kısa, yeşil ışığın yanmasını bekliyoruz. Arabalar durduktan sonra onun hareket ettiğini görüyorum, duran arabalara birer birer sürücü penceresinden yaklaşıp elini uzatıyor, bazıları uzanan ele para bırakıyor, bazıları bırakmıyor.
Her defasında 6-8 tanesiyle yetiniyor, 30-40 metrelik bir
mesafe. Sonra yeşil ışık yanınca arabalar geçmeye başlıyor,
en çok 6-8 araba geçebiliyoruz, ve kırmızı ışık yanıyor. O,
arabalar hareket ettiğinde önce adacığa çekiliyor, 5-10 saniye mola verdikten sonra geri dönüp yavaş yavaş adacığın
başladığı noktaya geliyor, bu arada kırmızı ışık yanmış bulunuyor. Yine biraz dinlendikten sonra duran ilk arabadan
başlıyor, 6.sına 8.sine dek.
Yeşil ışık - kırmızı ışık devresini iyi hesap etmiş, hareketlerini ve hızını ona göre ayarlamış, “sinkronize”, âdeta otomatikleşmiş, bir aşağı bir yukarı sarkaç gibi. Başvurmadan
hiçbir arabayı kaçırmamak için enikonu özen gösteriyor.
Ama bazen hesap tutmuyor ve kaçırıyor, bazen 10’dan çok
araba geçiyor, kırmızı ışığı takmayanlar az değil. Arabaların oluşturduğu kuyruk uzun olunca, onun bu git-gellerini
karşıdan defalarca seyretme fırsatını buluyorum.
Bazen koltuk değnekli dilenci adacığın üzerinde değil.
Bugün işe gelmemiş mi? Kavşağın sağında küçük bir park
var, onu orada dinlenirken görüyorum. Kaldırıma oturmuş,
sigara tüttürüyor veya açtığı bir çıkıdan bir şeyler atıştırıyor,
topladığı paraları sayarken de gördüğüm var.
Önceleri ve uzun süre ona pek önem vermemiştim. Yanıma yaklaşınca pat diye kabaca uzattığı eline ne rastgelirse,
bazen 20 kuruş bazen daha çok bozuk para tutuşturup ilgilenmiyordum. Ama her Allah’ın günü işten dönerken aynı
yerde onunla karşılaşınca, bir noktadan sonra artık ilgi odağım oldu. Bir ara kavşağa doğru ilerlerken oraya varmazdan
önce gayriihtiyari ona vermek üzere bozuk para aramaya
başladığımı farkettim, sanki refleks olmuştu. Canım sıkıldı. Dün vermiştim dedim, bugün vermeyeceğim, ve vermedim. Daha sonra iki üç günde bir veriyordum. Bir gün
son karşılaşmamızda vermemiştim, bugün vermeliyim diye
arabanın gözeneklerinde bozuk para arıyordum. Yeşil yanmış, önümdeki arabalar geçmişti, ben bozuk para aramakla
meşguldüm. Arkamdaki arabalardan korna sesleri yükseldi,
önce sarı sonra kırmızı yandı, geçemedim, benimle birlikte birkaç araba daha. Tepem attı. Bu olaydan sonra koltuk
değnekli dilenciye sadaka vermemeye karar verdim. Bazı
hesaplar yaptım, kararım daha da kesinleşti.
Onu yakından izlemeye devam ediyorum. Gördüm ki
sabahın 8’inde işbaşı yapıyor ve en azından öğleden sonra
5’e kadar işi bırakmıyor. Selanik dışındaki bir alışveriş merkezine gitmiştim, akşam karanlığında Halkidiki yolundan
eve dönüyorum, saat 7’yi geçmişti, koltuk değnekli dilenciyle aynı yerde karşılaştım. Demek ki akşam 8’e kadar adacığı terketmiyor, yani günde 12 saat çalışıyor. Mutlaka bir
meslek icra ettiğine inanıyordur, mesleğine bağlı bir kişi,
tam bir profesyonel.
Cumartesi pazar günleri tatil, işe gitmiyorum ve onunla
karşılaşmıyorum. Tatil günlerinde çalışabileceğini aklımdan
geçirmemiştim. Böyle günlerde birkaç kez aynı yoldan geçmek durumunda kaldım, yine oradaydı ve arabalardan para
dileniyordu. Kim bilir, belki yaptığı işi bir hizmet gibi görüyor, tatil günlerinde bile müşterilerine hizmet ediyordu.
Bir gün ortalıktan kayboldu, iki hafta hiç görünmedi.
Acaba başına bir hal mi geldi, hastalandı mı diye merak
ettim. Yoksa bu kavşak bana vereceğini verdi deyip bu yeri
terk mi etmişti? Bir başka deyişle buradaki işyerini kapatmak zorunda mı kalmıştı? Zaten ülkede ekonomik bunalım yüzünden binlerce işyerleri kapanmıyor mu. Sonra şuna
dikkat etmiştim, eskiden her iki üç sürücüden biri koltuk
değnekli dilenciyi boş döndürmez, eline bir sadaka sıkıştırırdı. Tabiî sadakanın miktarı konusunda bir şey diyemem.
Kendimi örnek alacak olursam, ben genellikle 50 kuruş veriyordum. Şimdi ortalama ancak beş sürücüden biri sadaka
veriyordu. Bu, elde ettiği gelirinin %50’den çok azalması
demekti. Zira yalnızca sadaka verenlerin sayısı azalmamıştı,
verilen sadakanın miktarı da azalmış olmalıydı. Sonra, sol
şeritten Vulgari caddesine dönen sürücüler genellikle aynı
kişilerdi, benim gibi, her gün sürekli aynı dilenciyle karşılaşmak ve ona sadaka vermek, sürücüleri sıkmış olabilirdi.
Dilencimizin iş hacmindeki azalış belki buradan kaynaklanıyordu. Acaba daha kazançlı bir başka kavşak mı bulmuştu yoksa Selanik’i iyice terk mi etmişti?
Koltuk değnekli dilenci kaybolmuştu, ama adacık boş
kalmadı. Onun yerine 30 yaşlarında bir genç adam gelmişti, bir kolu dirseğinin üstünden kesik, kavşakta şimdi o dilenmeye başlamıştı. Bir gün kendisine “Adın ne, nerelisin?”
diye sordum, “Bulgaryalıyım.” diye yanıt verdi. “Senden
önce burada dilenen ayağı kesik bir yaşlı vardı, tanıyor musun, ne oldu o?”. Sorumu anlamamış gibi yüzüme baktı,
besbelli o kadar Yunanca bilmiyordu. İki hafta sonra koltuk
değnekli dilenci çıkageldi ve yeniden işe koyuldu.
Bu dört yıl içinde topal dilenci dört kez 10-15 günlüğüne ortalıktan kayboldu, ama kavşak hiç boş kalmadı.
İki kez onun yerini kolu kesik o genç adam aldı, iki kez de
18-20 yaşlarında bir kız, uzun boylu ve güzel, herhangi bir
sakatlığı yok, onun yerine kucağında yaşını kestiremediğim
bir bebek vardı. Ustanın yokluğunda yerini çıraklar alıyor
diye yorumladım, işletme kapanmıyordu.
Kafam takılmıştı bir kez, ince hesaplar yapmaya başladım. Koltuk değnekli dilenciyi sabahın 8’inden akşamın
8’ine dek, yani 12 saat çalışırken görmüştüm. Ama her gün
12 saat çalışması mümkün değildi. Günde belki 10 saat çalışıyordu, ama biz 8 saat çalıştığını kabul edelim. Bir saat
te dinlence, dolu dolu 7 saat diyelim. Halkidiki yolundan
sola Vulgari caddesine dönen arabaları yöneten trafik ışığının devresi 3 dakika. Bu sürenin 15 saniyesi yeşil, geri
kalanı kırmızı. Bu 15 saniye içinde 6-8 araba geçebiliyor.
Bu arabalardan her defasında ne kadar sadaka topluyordur?
Ortalama bir evro diyelim, haydi yarım evro. Bir saat içinde
20 geçiş yapılıyor, 7 saat içinde 140 geçiş. Birer evrodan
140 evro, yarımşar evrodan 70 evro. Biz ortalamasını alıp
100 evro diyelim, koltuk değnekli dilencinin gündeliği 100
evroydu demek. Bu hesaptan sonra ona bir kez daha sadaka
vermemeye karar verdim.
Geçenlerde işten dönüyorum, saat 4, kavşağa vardım,
kuyrukta bekliyorum, hafif yağmur yağıyor ve hava soğuk.
Koltuk değnekli dilenci adacığın üzerinde, ıslanmış, ama
pek oralı olmuyor, kırmızı ışıkta duran arabalara birer birer
yaklaşarak elini uzatıyor. Önümdeki arabalardan hiçbirinin
penceresi açılmadı, 8-10 arabanın tümünden eli boş döndü. Yeşil ışıkta önümdekiler geçti, ben kırmızı ışıkta durdum. Az sonra koltuk değnekli dilencinin bana yaklaştığını
gördüm, kaba olarak algılanabilecek ani bir hareketle elini
pat diye uzattı, arabanın penceresini zaten açmıştım, eline
2 evro bıraktım.
BAHİS
Önümdeki arabalar kırmızı ışık önünde durmuştu, ben
de benimkini durdurdum. Yeşil ışığın yanmasını bekliyoruz. Sabahın 8’i, bu kış vakti ortalık yeni ağarıyor, dışarısı
soğuk mu soğuk. Arabaların arasında iki çocuk, biri 8-9
yaşlarında, öbürü daha irice, 11-12 olmalı. Daha irice olanı, sağ tarafımdaki şeritte benden az ileride duran beyaz
bir Fiat Panda’nın camlarını siliyordu. Bir pet şişesinden
sabunlu su dökerek ve elindeki sileceği camların üzerinde
hızla ve maharetle hareket ettirerek. Daha küçük olanı, besbelli camlarını sildirecek müşteri bulamamıştı ki, arkadaşını
âdeta imrenerek izliyordu. Camların temizliğini bitiren çocuk, arabanın sol penceresine yaklaşıp elini uzattı, ücretini
bekliyordu. Pencere açılmadı. Üsteledi, ama boşuna. Sonra
hayıflanırcasına bir hareket yaptı ve ücretini alamadan kenara çekildi. Bu arada yeşil ışık yanmış ve arabalar hareket
etmişti. Ben bulunduğum yerden Panda’nın sürücüsünü
göremiyordum.
Karşımda cereyan eden olayın bende doğurduğu duygular ve yaptığım yorumlar... “Bahse girerim ki sürücü erkek” diye kendi kendime mırıldandım. Bulunduğum sol şeritte arabalar daha hızlı koşuyor ve az ileride beyaz Panda’ya
yetiştim. Başımı sağa çevirip baktım, arabayı kullanan bir
kadındı, orta yaşlı ve sarışın. Bahsi kaybetmiştim.
Azınlıkça
9
Paradoks
Dimostenis Yağcıoğlu
[email protected]
Milliyetçi Tarihe Karşı Bir Panzehir:
Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Tarihinin Ortaklaşa İncelenmesi
“Öteki Kasaba” belgeselinin Ocak ayında
Gümülcine’deki gösteriminden sonra, Yunanistan
ve Türkiye’de tarihe nasıl yaklaşıldığı, tarihin nasıl iki ülkedeki milliyetçiliğe alet edildiği, nasıl
öğretildiği, insanların kimliğinin ve dünya görüşünün şekillenmesinde nasıl belirleyici bir rol
oynadığı uzun uzun tartışıldı. Belgeselde, bizim
de gündelik hayatamızda -- bazen kendimizde bile
-- gözlemlediğimiz önyargıların, basmakalıp düşüncelerin, düşmanlık ve korkuların arkasındaki
en önemli etkenin, iki ülkede vatandaşlara tâ okul
öncesi yaşlarından başlayarak öğretilen ve benimsetilmeye çalışılan milliyetçi tarihin olduğu vurgulanıyordu.
Bu önyargı, stereotip, düşmanlık ve korkuların, düşünme ve hareket serbestimizi sınırlayan,
önümüzdeki bir sürü ekonomik, siyasi, toplumsal
ve kültürel imkândan yararlanmamıza engel olan
ciddi birer sorun olduğunu, bunlardan kurtulmamız gerektiğini kabul ediyorsak (ki sanırım birçoğumuz bunu kabul ediyor), bunu başarmanın
yolu ne olabilir? Sorunun ana sebeplerinden biri
milliyetçi tarih olduğuna göre, tarih, milliyetçi
olmayan bir bakış açısıyla yeniden incelenmeli ve
yorumlanmalı. Tarihe, milliyetçiliğin ezip büzen
cenderesinden geçmemiş, farklı bir yaklaşımla bakılmalı. Sonra da böyle bir yaklaşımla yazılacak
tarih, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs halklarına
tanıtılmalı, tavsiye edilmeli. Bu ülkelerde vatandaşların çoğunluğu böyle bir tarih yaklaşımının
daha doğru, daha adil, daha bilimsel, daha sağlıklı olduğuna ikna edilirse, çocuklara da böyle bir
yaklaşımla yazılmış bir tarih öğretilmeli.
Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’taki birçok sosyal bilimci, son 30-40 yıldır kendi ülkesinin tarihini işte böyle yeni bir bakış açısıyla incelemeye
ve yorumlamaya çalışıyor. Üstelik bu çalışmalarını
komşu ülkelerdeki tarihçilerle iletişim ve işbirliği
içinde gerçekleştiriyor. Böylece Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan sosyal bilimcilerin katıldığı ortak
10
Azınlıkça
çabalar, ortak girişimler oluşuyor. Bu yazımda, söz
konusu girişimlerin kuşkusuz en önemlilerinden,
en büyüklerinden ve en uzun sürelilerinden birini
tanıtmak istiyorum.
Girişimin koordinasyonunu, Yunanistan’da
Prof. Dr. Anna Frangoudaki, Prof. Dr. Thalia
Dragona (benim de çalışanı olduğum “Trakya’daki
Müslüman Azınlık Çocuklarının Eğitimi” programının bilimsel sorumluları) ve Prof. Dr. Nikiforos Diamandouros (aynı zamanda Avrupa Birliği Ombudsmanı), Türkiye’de ise Prof. Dr. Faruk
Birtek (Boğaziçi Üniversitesi’nde benim hocamdı) ve Prof. Dr. Çağlar Keyder üstlenmiş durumda. Bu beş bilim insanı, Türkiye, Yunanistan ve
Kıbrıs’tan, sosyal bilimlerin çeşitli dallarından
(tarih, siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji
vs.) toplam 40 akademisyenin katılımıyla, son on
yıldır, yaşadığımız coğrafyanın ve mensubu olduğumuz toplumların son iki yüzyıllık tarihini, milliyetçi olmayan bir bakış açısıyla, çağdaş bilimsel
yöntemlerle ve büyük bir soğukkanlılıkla inceleyip yorumlamaktalar. Bu kırk akademisyen arasında, alanında isim yapmış, büyük prestij sahibi
bilim insanları olduğu kadar (örneğin, İlkay Sunar, Edhem Eldem, Nükhet Sirman, Büşra Ersanlı, Hakan Erdem, Zafer Toprak, Efi Avdela, Nikos
Muzelis, Paraskevas Konortas, Kesar Mavratsas),
daha genç ve adlarını yeni yeni duyuran sosyalbilimciler (örneğin Anastasia Stouraiti, Yonca Köksal) de var.
Bu on yıllık girişimin somut sonucunu önce
İngiltere’de sonra da Yunanistan’da yayımlanmış
şu üç kitapta buluyoruz:
• Citizenship and the Nation-State in Greece
and Turkey. Thalia Dragonas & Faruk Birtek (editors). Oxford, UK: Routledge, 2005.
• Ways to Modernity in Greece and Turkey: Encounters with Europe, 1850-1950. Anna Frangoudaki & Çağlar Keyder (editors). London, UK: I. B.
Tauris, Library of European Studies Series, 2007.
• Spatial Conceptions of the Nation: Modernizing Geographies in Greece and Turkey.
Nikiforos Diamandouros, Thalia Dragonas and
Çağlar Keyder (editors). London, UK: I. B. Tauris (International Library of Twentieth Century
History Series), 2010.
Bu üç kitabın yayımlanmış Yunanca çevirileri:
• Ελλάδα και Τουρκία: Πολίτης και Έθνος-Κράτος.
Θάλεια Δραγώνα & Φαρούκ Μπιρτέκ (επιμ.), Μετάφραση: Κώστας Κουρεμένος. Αθήνα: Εκδόσεις Αλεξάνδρεια, 2006.
• Ελλάδα και Τουρκία: Πορείες εκσυγχρονισμού.
Οι αμφίσημες σχέσεις τους με την Ευρώπη, 18501950. Τσαλάρ Κεϋντέρ & Άννα Φραγκουδάκη (επιμ.).
Μετάφραση: Κώστας Κουρεμένος. Αθήνα: Εκδόσεις
Αλεξάνδρεια, 2008.
• Ελλάδα και Τουρκία: Εκσυγχρονιστικές γεωγραφίες και χωρικές αντιλήψεις του έθνους. Νικηφόρος
Διαμαντούρος, Θάλεια Δραγώνα &Τσαλάρ Κεϋντέρ
(επιμ.). Μετάφραση: Ελένη Αστερίου. Αθήνα: Εκδόσεις Αλεξάνδρεια, 2012.
Bu kitaplar maalesef henüz Türkiye’de yayımlanmış değil. Bunun nedenini bilmiyorum, ama şundan
eminim: Bu üç kitapta sunulan bilgi ve görüşlerin
aykırılığı, bunların yayımlanmamış olmasında rol
oynamış olamaz, çünkü Türkiye’de bu kitaplarda
yazılanlardan çok daha “rahatsız edici” içeriğe sahip
bir sürü kitap yayımlandı son 20 yılda. Dilerim önümüzdeki yıllarda, ama çok da gecikmeden, kitaplar
Türkçe’ye tercüme edilip yayımlanır.
Kitapların içeriğine gelince... Türkiye ve
Yunanistan’ın -- ve bu arada Kıbrıs’ın da -- son iki
yüzyıllık toplumsal, siyasî ve iktisadî tarihi birbirlerine paralel bir biçimde inceleniyor. Yazarlar, Türk
ve Yunan milliyetçiliğinin doğuşuna, güçlenişine,
hâkim ideoloji haline gelişine odaklanıyor. Milliyetçiliğin, daha doğrusu milliyetçiliklerin, yakın tarihte
oynadığı belirleyici rol dikkate alındığında, milliyetçi olmayan bir bakış açısına sahip sosyalbilimciler
bile ister istemez bu dünya görüşünün sebepleri, nitelikleri ve sonuçları ile ilgilenmek zorundalar.
ken millet sisteminin de tamamen terk edilememesi;
-- “Doğulu” olarak nitelenen her şeyi hor görüp
ondan uzaklaşma çabaları, ama “doğulu” kültürel
unsurların her şeye rağmen varlığını sürdürmeye devam etmesi;
-- Tabiiyetten (teba’lıktan, reayalıktan) vatandaşlığa geçiş süreci;
-- Millet kavramının tanımında farklılıklar, milletin duruma, şartlara ve devlet çıkarlarına göre farklı biçimlerde tanımlanması;
-- Dinin, millet kavramının tanımlanmasındaki
sorunlu ama vazgeçilmez rolü;
-- Millî kimliğin bütün diğer (kişisel ve kolektif )
kimlikleri bastırması, tektipleştirme, toplumun özellikle kültürel açıdan homojenleştirilmesi, tektipleştirilmesi çabaları, bu çabaların doğurduğu bütün acı
sonuçlar ve bu sonuçlara rağmen, ya da tam tersine
bu sonuçlar yüzünden, bu çabaların tam bir başarıya
ulaşamaması;
-- Bu arada millî bir gurur ve millî bir üstünlük
duygusu yaratma gayretleri, fakat bu duyguları yaratırken iç ve dış tehdit/tehlike unsurlarının da her
zaman vurgulanması ve canlı tutulması;
-- Millî, hatta millet-merkezci, milleti idealize
eden bir tarihin oluşturulması ve okullarda öğretilmesi;
-- Ulus-devletin, üzerinde kurulduğu topraklarla olan ilişkisi, hâkimiyeti altındaki coğrafyayı
millîleştirmesi; meselâ yer adlarının Türkçeleştirilmesi, Yunancalaştırılması;
-- Ulus-devletin sınırları dışında kalan soydaşlar, “kayıp vatanlar”, “kurtarılmamış topraklarımız”,
Megali İdea, Turancılık;
-- Siyasî sistemlerin tedricen demokratikleşmesi
ve özgürleşmesi;
-- “Alt kimliklerin” tekrar açıkça ifade edilmeye
başlaması;
-- Baskıcı ulus-devlete ve siyasî sisteme karşı hak
ve özgürlük mücadeleleri;
-- Birçok kanunun sadece kâğıt üzerinde kalıp
uygulanamaması...
Kitaplarda, Türk ve Yunan milliyetçiliği, ulusdevletin kuruluşu ve günümüze kadar geçirdiği evrim ekseninde yüzlerce önemli konu inceleniyor. İşte
o konulardan bazıları:
Bütün bu konular incelenirken, milliyetçiliğin,
milliyetçiliğin etkisi altında belirlenmiş strateji ve
politikaların sebep olduğu korkunç felaketler, katliamlar, kıyımlar, etnik temizlikler, insanlığa karşı
işlenmiş suçlar da sık sık vurgulanıyor.
-- Modernleşme, Batılılaşma, Avrupa’nın kültüründen ve uygarlığından etkilenme;
-- Dış güçlerin, büyük devletlerin etkisi ve rolü;
-- Osmanlı Devleti’nin mirasını reddederek,
Osmanlı’dan koparak, modern bir ulus-devlet oluşturma çabaları;
-- Osmanlı millet sisteminden ulus-devlete geçer-
Kitaplarda her yazar, uzmanı olduğu konu ve
kendi ülkesindeki süreç ve dinamiklere yoğunlaşıyor.
Karşılaştırma okura bırakılıyor. Okur, belli bir konuda Türkiye’de, Yunanistan’da -- ve birkaç konuda
Kıbrıs’ta da -- nelerin yaşandığını okuyor ve ülkeler arasındaki benzerlik ve farklılıkları kendisi tespit
Azınlıkça
11
ediyor.
Bu kitaplar akademik bir dille yazılmış olduklarından sınırlı bir kitleye hitap ediyor. Ama bunların
içeriği, daha sâde bir dille daha geniş bir kitleye hitap edebilecek kitaplara kaynak ve dayanak olabilir.
Nitekim, aynı konulara benzer bir yaklaşımla bakan,
ama uzmanlara değil, bu konularla ilgilenen üniversite hatta lise veya ortaokul mezunu okurlara hitap
eden birçok kitap var piyasada.
Bu ve benzer türden kitapların içeriğinin, çocukların rahatlıkla anlayacağı ve okullarda okutulabilecek ders kitaplarına dönüştürülmesi daha zor ve
sorunlu bir iş. Çocuklara milliyetçi olmayan, onlara düşmanlık ve nefret aşılamayan ders kitaplarının
hazırlanmasını bilimsel açıdan destekleyen ve teşvik
eden bir girişim var: Ofisi Selânik’te bulunan, başta
AB olmak üzere birçok uluslararası ve devlet kurumunun finanse ettiği Güneydoğu Avrupa Demokrasi ve Barışma/Uzlaşma Merkezi’nin (CDRSEE’nin)
Ortak Tarih Projesi (http://www.cdrsee.org/projects/
jhp). Ne var ki, Yunanistan’da da, Türkiye’de de,
Kıbrıs’ta da böyle kitaplar hazırlama girişimlerine
karşı ciddi bir tepki ve hoşnutsuzluk var. Halkların
çoğunluğu henüz böyle girişimlerin gerekliliğine
ikna olmuş görünmüyor. Milliyetçi çevreler de din
kadar kutsal gördükleri millî tarihe alternatif oluşturacak her girişimi bastırmak için bütün güçlerini
kolaylıkla seferber edebiliyorlar. Tarihin milliyetçi
olmayan, bilimsel, soğukkanlı ve olabildiğince tarafsız bir yaklaşımla incelenmesini savunanların kamuoyunu bilgilendirme ve geniş kitlelerin desteğini
kazanma yolunda daha katetmeleri gereken uzun bir
mesafe var.
“Tarihi tarihçilere bırakalım.” Tarihle ilgili zorlu ve hassas bir konu gündeme geldiğinde, bu, en
sık duyulan sözlerden biridir. Bütünüyle yanlış bir
söz de değildir. Ancak tarihçiler arasında, daha genel olarak da sosyalbilimciler arasında, farklı bakış
açıları, farklı dünya görüşleri vardır. Ulus-devletler
tarihin incelenişini ve yazılışını tarihçilere ve sosyalbilimcilere bırakmışlardır zaten. Bırakmanın da
ötesinde, onlara bunu görev olarak vermişlerdir.
Ama hangi tarihçi ve sosyalbilimcilere? Milliyetçi
bir dünya görüşüne sahip olanlara. Tarihe milliyetçi
bir perspektiften bakanlara. Milliyetçi olmayan tarihçi ve sosyalbilimciler, tarihi kimse onlara “bırakmadan”, onu sistemli bir biçimde ve “karşı taraf ”la
işbirliği içinde incelemeye kendilerini adadıklarında,
ortaya işte bu yazımda tanıtmaya çalıştığım etkileyici
sonuç çıkıyor.
*
12
Azınlıkça
At Eti Skandalı
Yunanistan’daki
Denetimleri de
Arttırdı
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde patlak veren at
eti skandalından sonra Yunanistan’da da denetimler
yoğunlaştırılacak.
Atlara verilen ve insan sağlığı için son derece zararlı olan kuvvetli bir ağrı kesicinin at etiyle pişirilmiş
lazanyalarla insanlara bulaşmış olabileceği yönündeki
haberler, Yunanistan da dahil olmak üzere tüm AB
üyesi ülkelerdeki denetimlerin artmasına yol açtı.
Yunanistan Ortak Gıda Denetimi Kurumu
(EFET) Başkanı Yannis Tsialtas denetimlerle ilgili
olarak yaptığı açıklamada “Ürünlerin kalitesi konusunda kafalarda soru işaretleri bırakmamak ve tüketicilerin güvenliğini korumak amacıyla ülkemizdeki
tüm denetim mekanizmalarını seferber ettik” ifadelerini kullandı. Dana eti olarak kamufle edilmiş at
etinin geçmişte Yunanistan’a da girmiş olma ihtimali
bulunduğunu ima eden EFET Başkanı, bu yüzden
AB’nin öngördüğü denetimler dışında şüpheli gıdaların ülkeye olası giriş kapılarının tespit edilebilmesi
için ekstra denetimler yapıldığını ifade etti.
Bu arada, denetimlerin sadece yasal olarak
Yunanistan’a ithal edilen at etiyle sınırlı kalmadığı belirtiliyor. Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’ın resmi
verilerine göre 2012 yılında Yunanistan’a 74.300 kilo
at eti ithal edildi. Yunanistan’ın at etinde en büyük
tedarikçileri Bulgaristan, Romanya ve İspanya oldu.
Uzmanlar bu verilerin yasal ticaretle ilgili veriler olduğuna dikkat çekerken, yasadışı at eti ticareti yapanların önündeki en büyük teşvik edici unsurun ekonomik çıkar olduğunun altını çiziyorlar. Et tüccarları
bir Rumen mezbahasından dana etinin kilosunu 3,40
euro’dan satın alabilirken, at etinin kilosunu ise 0,57
euro’dan temin edebiliyorlar.
Algı(lamak)
Herkül Millas
[email protected]
Anadili Savunmak
Devletlerce veya toplumlarca bir anadilin yasaklaması feci bir
olaydır. Bugün böyle bir sınırlamaya “insan hakları ihlali” diyoruz.
Ama işin hukuk yanı bir yana, böyle bir davranış pedagojik ve
ahlaki açıdan da kötü: Şiddet sayılır. Anadilin engellenmesi, doğal
bir durumun zorla değiştirilmesi anlamını taşır. Birilerinin şarkı
söylemesini, istediği yemeği pişirmesini, istediği gibi giyinmesini,
istediği kimselerle konuşmasını yasaklamaya benzer.
Bu yasak ve şiddet olayının hem farklı dereceleri vardır hem de
farklı uygulamaları. Bazen belli bir dilin kullanılmasına doğrudan
yasak getirilir. Örneğin, “istenmeyen” dili konuşana her kelime
başına para cezası kesilebilir. Bu uygulama 1923 mübadillerine
uygulanmıştı. Bazen o istenmeyen dili konuşana iletişim kapıları
kapanır. Artık devlet dairesinde derdini anlatamaz, gelen bir belediye faturasını okuyamaz, mahkemede kendi konuşamaz. Pratikte
dilsizdir hemen hemen. Bazen “vatandaş X dilini konuş” kampanyalarıyla terör estirilir. Anneler sokakta çocuklarıyla bile konuşamaz
olurlar. Bazen anadiller aracılığıyla insanlara hakaret edilir: Senin
dilin dil değildir, başka bir dilin bozulmuş halidir, bu dilin grameri
veya edebiyatı yoktur gibi bir mantıkla dil dışlanır.
Bunlar doğrudan saldırılardır. Bir de anadiller sinsice ezilir ve
dolaylı olarak yok edilmesine çalışılır. O diller öğretilmez, desteklenmez, cesaretlendirilmez. Resmi dile – yani yaşaması ve egemen
olması istenen dile – parasal, moral ve toplumsal destek saplanırken
o istenmeyen anadiller “unutulur”. Anadili yaşatmaya çalışana zorluklar çıkarılır; veya en azından yardım edilmez. Bu iki yok etme
prosedürdeki fark – zorla yasak ile sinsice köstekleme farkını kastediyorum – birinin daha açık ve doğrudan, ikincinin daha kurnaz
ve dolaylı olması. Yoksa amaç ve sonuç açısından benzerlik açıktır.
Bu anadil yasakları ve baskıları tarih içinde yenidir. Milliyetçilikle baş göstermiştir. Amaç ulus-devlet kurma aşamasında istenen
belli “çözümleri” elde etmektir. Ulus birliği, ille de “dil birliği” gibi
de algılandığında, bu baskılar da kaçınılmaz oluyor. Fırsatlara ve
konjonktüre göre ulus-devletler ya doğrudan veya dolaylı baskı ve
yasakları uygular. Milli devletlerin tarih sahnesinde olmadığı daha
eski dönemlerde dillerin yasaklanması sorunu da görülmemiştir.
Büyük İskender, Roma, Bizans, Osmanlı, Avusturya-Macaristan
imparatorluklarında örneğin, farklı dilleri yok etmek derdi olmamıştı. Ama milliyetçi anlayış egemen olunca bu alandaki asimilasyon da temel amaç olmuştur.
Milli devletler, milliyetçilik ve bu anadil yasaklarının döneminde anadil konusu başka bir aşamaya varıyor. Artık dil yalnız
bir iletişim aracı değildir; başka roller de üstlenmiş oluyor. Tarafların biri bazı dilleri yasaklarken belli bir dili, “resmi dil” veya “devlet
dili” veya “milletin dili” gibi bir anlayış ve söylemle milli devletin
bir öğesine dönüştürmeye başlamışsa diller kaçınılmaz olarak
milliyetçilik çatışmalarının bir parçasına dönüşür. Bu yeni durum
yalnız bir dili yaygınlaştırmaya çabalayan egemen taraf açısından
geliştirilmez; aynı zamanda “savunmada” olan dil de (bir anadil de)
milliyetçiliğin girdabında olabilir.
Sık görülen bir durum, milliyetçilikler çatışmaya başladığında
dillerin ve anadillerin bu çatışmanın aracına veya mazeretine dönüştükleridir. Bir taraf milliyetçi bir amaçla bir dili yasaklıyorsa,
öteki taraf da benzer bir milliyetçi dürtü ve amaçla bir dili savunma
durumuna geçebilir. Zaten tarihin gösterdiği de budur: milliyetçi
hareketler hemen her zaman dil hareketleri olarak başlamışlardır.
Önce gramerler hazırlanır, o dildeki edebi metinler ortaya çıkarılır,
okullar açılır vb.
Sıkıntı ve temel soru da buradır: Bir anadil etrafında lehte ve
aleyhte yürütülen bir kavga, ne zaman bir insan hakkı arayışıdır ve
ne zaman milliyetçi bir taleptir? Böyle bir çatışmada yer alan her
insan, ne zaman insan haklarına hizmet etmektedir, ne zaman milliyetçiliğin bir destekleyicisidir? “Ne fark eder?” demek pek isabetli
değildir. Çünkü bu kavganın sonunda çok farklı, hatta bütünüyle
ters iki sonuç elde edilir. Birincisinde, bir insan hakkı savunulmuştur ve bir hak kazanılmıştır. Böyle bir başarı genel olarak insan haklarının zaferidir. Egemen mesaj da bu yönde olacaktır. Oysa ikinci
şıkta milliyetçiliğin anlayışı üste çıkacaktır. Bu ideolojiden güç alan
bir başarı ve sonuç, sonunda milliyetçiliği güçlendirecektir. Belki
bir dil veya anadil yaşama hakkını kazanacaktır ama uzun sürede
milliyetçiliği güçlendireceği için başka dillerin bastırılmasına neden
olacaktır – her millililiğin dillere karşı yaptığını yapacaktır.
Bir anadil savunulurken hangi amaçla olduğunu anlamak pek
de zor değildir. Birinci cephede olan anadil savunucuları bütün
anadilleri savunurlar. Çünkü savundukları bir insan hakkıdır ve bu
hakkı her insanda ve her grupta görürler. İkinci gruptakiler kendi
anadillerinin derdindedirler. Kendi dillerini savunurken hemen
yanı başlarında olan başka dilleri görmezlikten gelirler. Hatta kendi dillerinden olan ama lehçe farkı içeren dillere bile yaşam hakkı
tanımak istemezler. Yani aradaki farkı görmek o kadar zor değildir.
Milliyetçilerin uzun süreli amacı bir dili “milli” ve “resmi” bir dile
dönüştürmektir. Bu yüzden anadillerde çok sesliliği de sevmezler.
Dilin bir merkez tarafından denetlenmesini ve yalnız bir otoritenin
bu alanda söz sahibi olmasını isterler.
Yani bir kişinin, bu alanda ne yaptığına bakarak kendini sınaması mümkündür. Hangi cenahta olduğunu, ortaya çıkan sonuçtan korkmuyorsa, anlayabilir.
Azınlıkça
13
ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗ
Γιώργος Δούδος
Συγγραφέας και νομικός
από τη Θεσσαλονίκη
[email protected]
Ο ΜΟΥΦΤΗΣ ΩΣ ΦΟΡΕΑΣ ΤΗΣ ΔΙΚΑΣΤΙΚΗΣ
ΛΕΙΤΟΥΡΓΙΑΣ ΤΟΥ ΕΛΛΗΝΙΚΟΥ ΚΡΑΤΟΥΣ
Η οργάνωση των σύγχρονων δημοκρατικών κρατών
στην Ευρώπη και στο Δυτικό Κόσμο γενικότερα οφείλει
πολλά στον Γάλλο φιλόσοφο και Δαφωτιστή Μοντεσκιέ
(Montesquieu). Σημαντικότατη η συνεισφορά του Μοντεσκιέ στη διάκριση των εξουσιών ή λειτουργιών του κράτους σε μια Δημοκρατία. Η νομοθετική λειτουργία που
νομοθετεί δεν δεσμεύεται από την κυβέρνηση, που είναι
φορέας της εκτελεστικής λειτουργίας, με αρμοδιότητες
σχεδιασμού της κρατικής πολιτικής, σύμφωνα με τις νομοθετικές πρωτοβουλίες της βουλής. Τέλος υπάρχει η δικαστική λειτουργία, ανεξάρτητη τόσο από την κυβέρνηση
όσο και από τη βουλή, ώστε να είναι σε θέση να ελέγχει
τους πάντες και να εποπτεύει την ορθή εφαρμογή της νομοθεσίας του κράτους. Φορείς της δικαστικής εξουσίας
είναι οι δικαστικοί λειτουργοί όλων των δικαστηρίων που
υπάρχουν στην Ελλάδα (διοικητικά δικαστήρια, από το
Συμβούλιο της Επικρατείας, ως τα διοικητικά εφετεία και
πρωτοδικεία, τακτικά πολιτικά και ποινικά δικαστήρια,
από τον Άρειο Πάγο ως το Ειρηνοδικείο και το Πταισματοδικείο του πιο απομακρυσμένου νησιού του Αιγαίου, το
Ελεγκτικό Συνέδριο που ελέγχει τη χρηστή διαχείριση των
δημόσιων οικονομικών). Εκτός από τα κοινά δικαστήρια
του κράτους, που είναι όσα λέγονται και τακτικά δικαστήρια και τα ανέφερα πιο πάνω, υπάρχουν οι Εισαγγελικές
Αρχές, η Γενική Επιτροπεία των τακτικών διοικητικών
δικαστηρίων, αλλά και τα Στρατοδικεία, Ναυτοδικεία και
Αεροδικεία με τις αντίστοιχες εισαγγελίες τους. Στην Ελλάδα φορέας της δικαστικής εξουσίας της πολιτείας είναι
και ο Μουσουλμάνος Μουφτής, που έχει και την ιδιότητα
του Ιεροδίκη.
Ιεροδικεία με αρμοδιότητα να επιλαμβάνονται υποθέσεων που ρυθμίζονται από τον Ιερό Μουσουλμανικό
Νόμο (Σαρία) εδρεύουν στην Κομοτηνή, στην Ξάνθη και
στο Διδυμότειχο, όπου λειτουργούν οι τρεις Μουφτείες
του κράτους.
Ο Ιερός Μουσουλμανικός Νόμος, εμπλουτίζει την
ελληνική έννομη τάξη κατ’ αρχάς ήδη από της Συμβάσεως της Κωνσταντινουπόλεως του 1881 μεταξύ Ελλάδος
και Οθωμανικής Αυτοκρατορίας, που κυρώθηκε με το
νόμο ΠΛΖ΄/1882. Περαιτέρω, μετά τη σύναψη της Σύμβασης Ειρήνης μεταξύ Ελλάδος και Τουρκίας, γνωστής
και ως Συνθήκης των Αθηνών του 1913, η οποία μαζί
14
Azınlıkça
με τα συνημμένα τρία πρωτόκολλά της κυρώθηκε με το
νόμο ΔΣΙΓ΄/1913, στην Ελλάδα ο Μουφτής έχει καταστεί
φορέας της δικαστικής λειτουργίας της πολιτείας. Συγκεκριμένα αναγνωρίσθηκε, ότι «οἱ Μουφτῆδες, ἐκτός τῆς
ἁρμοδιότητος αὐτῶν ἐπί τῶν καθαρῶς θρησκευτικῶν ὑποθέσεων καί τῆς ἐποπτείας αὐτῶν ἐπί τῆς διοικήσεως τῶν
Βακουφικῶν κτημάτων, ἀσκοῦσι τήν ἑαυτῶν δικαιοδοσίαν μεταξύ Μουσουλμάνων ἐπί γάμων, διαζυγίων, διατροφῶν (νεφακά), επιτροπειῶν, κηδεμονιῶν, χειραφεσίας
ἀνηλίκων, ἰσλαμικῶν διαθηκῶν καί διαδοχῆς εἰς θέσιν
Μουτεβελλή (τεβλιέτ)» και ότι «αἱ παρά τῶν Μουφτήδων
ἐκδιδόμεναι ἀποφάσεις ἐκτελοῦνται ὑπό τῶν ἁρμοδίων
Ἑλληνικῶν Ἀρχῶν» (διατάξεις του άρθρου 11 παράγρ. 9
και 10 αντίστοιχα της Σύμβασης). Επιπλέον, με το άρθρο
7 του Πρωτοκόλλου αριθ. 3 της Σύμβασης κατοχυρώνεται
η λειτουργική ανεξαρτησία του Μουφτή όταν ασκεί τις
δικαστικές εξουσίες του. Συγκεκριμένα προβλέπεται ότι,
«…οἱ Μουφτῆδες… κέκτηνται τά αὐτά δικαιώματα καί
τάς αὐτάς ὑποχρεώσεις, οἳας οἱ λοιποί Ἓλληνες δημόσιοι
λειτουργοί», ενώ με το άρθρο 9 του ιδίου Πρωτοκόλλου η
Ελλάδα εγγυάται την προσωπική ανεξαρτησία του Μουφτή κατά την άσκηση των δικαστικών καθηκόντων του,
αναγνωρίζοντάς του ισοβιότητα, όπως ισχύει για τους τακτικούς δικαστές του κράτους. Η διάταξη του Πρωτοκόλλου που ανέφερα πιο πάνω προβλέπει ότι, «οἱ Μουφτῆδες
δέν δύνανται νά παυθῶσιν εἰμή συμφώνως πρός τάς διατάξεις τοῦ 88ου ἂρθρου τοῦ Συντάγματος τοῦ Ἑλληνικοῦ
Βασιλείου». Η παραπομπή αναφέρεται στο άρθρο 88 του
Συντάγματος της Ελλάδος 1864/1911 που προέβλεπε τα
εξής: «...οἱ ἰσοβιότητος ἢ μονιμότητος ἀπολαύοντες δικαστικοί ὑπάλληλοι δέν δύνανται νά παυθῶσιν ἂνευ δικαστικῆς ἀποφάσεως εἲτε κατ’ ἀκολουθίαν ποινικῆς καταδίκης εἲτε ἓνεκα πειθαρχικῶν παραπτωμάτων ἢ νόσου ἢ
ἀνεπαρκείας βεβαιουμένων καθ’ ὃν τρόπον νόμος ὁρίζει,
τηρουμένων τῶν διατάξεων τῶν ἂρθρων 92 και 93».
Μετά την Συνθήκη των Αθηνών ακολούθησε η έκδοση του νόμου 147/1914 «περί τῆς ἐν ταῖς προσαρτωμέναις χώραις ἐφαρμοστέας νομοθεσίας καί τῆς δικαστικῆς
αὐτῶν ὀργανώσεως». Είναι γνωστό ότι μετά την λήξη των
Βαλκανικών Πολέμων (1912-1913), η Ελλάδα μαζί με τα
νέα εδάφη που προστέθηκαν στην επικράτειά της εμπλούτισε τον πληθυσμό της με τους Μουσουλμάνους και τους
Ισραηλίτες της Ηπείρου και της Μακεδονίας. Ο παραπάνω
νόμος ρύθμισε ζητήματα που αναφέρονταν στη νομοθεσία
που θα εφαρμοζόταν στους πληθυσμούς των νέων εδαφών
της χώρας και απονομής της δικαιοσύνης. Στο άρθρο 4 του
νόμου 147/1914 προβλέπονται τα εξής: «Τά τοῦ γάμου
τῶν εἰς τό μουσουλμανικόν ἢ ἰσραηλιτικόν θρήσκευμα
ἀνηκόντων, ἢτοι τ’ ἀφορῶντα εἰς τήν νόμιμον σύστασιν
καί διάλυσιν τοῦ γάμου καί τάς συνεστῶτος αὐτοῦ προσωπικάς σχέσεις τῶν συζύγων καί τά τῶν συγγενικῶν δεσμῶν
διέπονται ὑπό τοῦ ἱεροῦ αὐτῶν νόμου καί κρίνονται κατ’
αὐτόν. Ὡς πρός τούς Μουσουλμάνους ἰσχύουσι προσέτι
οἱ περί αὐτῶν εἰδικοί ὃροι τῆς μεταξύ Ἑλλάδος καί Τουρκίας τελευταίας συνθήκης». Στο τέλος του άρθρου 4 γίνεται ρητή παραπομπή στις ρυθμίσεις που αφορούσαν τους
Μουσουλμάνους της Ελλάδος στη Σύμβαση Ειρήνης των
Αθηνών του 1913 και στο Πρωτόκολλό της αριθ. 3. Το
άρθρο 4 του νόμου 147/1914 που αναφέρεται στην ισχύ
του Ιερού Μουσουλμανικού Νόμου ως προς τους Έλληνες
Μουσουλμάνους δεν καταργήθηκε με την θέση σε ισχύ
του Αστικού Κώδικα, αλλά οι προβλέψεις του ισχύουν ως
τις μέρες μας.
Στη συνέχεια ο νόμος 2345/1920 «περί προσωρινοῦ
ἀρχιμουφτῆ καί μουφτήδων τῶν ἐν τῷ Κράτει Μουσουλμάνων καί περί διαχειρίσεως τῶν περιουσιῶν τῶν Μουσουλμανικῶν Κοινοτήτων», με το άρθρο 10 παράγραφος
1, προσδιόρισε με περισσότερη ακρίβεια τη δικαστική δικαιοδοσία του Μουφτή μεταξύ των Μουσουλμάνων Ελλήνων υπηκόων στις ακόλουθες υποθέσεις: «Ἐπί γάμων,
διαζυγίων, διατροφῶν, ἐπιτροπειῶν, κηδεμονιῶν, χειραφεσίας ἀνηλίκων, ἰσλαμικῶν διαθηκῶν καί τῆς ἐξ ἀδιαθέτου
διαδοχῆς ἐφ’ ὃσον αἱ σχέσεις αὐταί διέπονται ἀπό τόν Ἱερόν Μουσουλμανικόν Νόμον». Η δικαστική δικαιοδοσία
του Μουφτή διατηρήθηκε σε ισχύ και μετά την θέση σε
ισχύ του Κώδικα Πολιτικής Δικονομίας με το άρθρο 8 του
Εισαγωγικού Νόμου του.
Όπως είναι γνωστό σήμερα ισχύει η Πράξη Νομοθετικού Περιεχομένου της 24.12.1990 «περί Μουσουλμάνων
θρησκευτικών λειτουργών» που κυρώθηκε με το νόμο
1920/1991. Η διάταξη του άρθρου 5 παράγρ. 2 της παραπάνω Πράξης προβλέπει τα εξής: «Ο Μουφτής ασκεί
δικαιοδοσία μεταξύ μουσουλμάνων Ελλήνων πολιτών της
περιφέρειάς του επί γάμων, διαζυγίων, διατροφών, επιτροπειών, κηδεμονιών, χειραφεσίας ανηλίκων, ισλαμικών διαθηκών και της εξ αδιαθέτου διαδοχής, εφ’ όσον οι σχέσεις
αυτές διέπονται από τον Ιερό Μουσουλμανικό Νόμο».
Οι διατάξεις των νόμων που αναφέραμε πιο πάνω,
δεν αφήνουν αμφιβολία ότι ο Μουφτής, στα πλαίσια του
συστήματος απονομής του δικαίου στην Ελλάδα έχει και
την ιδιότητα του Ιεροδίκη μεταξύ των Μουσουλμάνων ελληνικής ιθαγένειας, στις υποθέσεις τους εκείνες, που ρητά
προβλέπει ο νόμος ότι υπάγονται στις ρυθμίσεις του Ιερού
Μουσουλμανικού Δικαίου. Με άλλα λόγια για τους Έλληνες Μουσουλμάνους ο Μουφτής, είναι ο φυσικός δικαστής
τους, σύμφωνα με την έννοια του άρθρου 8 εδάφιο α΄ του
Συντάγματος, που ορίζει ότι «κανένας δεν στερείται χωρίς
τη θέλησή του το δικαστή που του έχει ορίσει ο νόμος».
Στο σημείο αυτό είναι ανάγκη να αναφερθούμε σε
ορισμένα χαρακτηριστικά γνωρίσματα του Ισλάμ. Συνήθως οι θρησκείες αναφέρονται κατά κύριο λόγο σε θέματα
μεταφυσικής πίστης και κατά δεύτερο σε κανόνες ηθικής
συμπεριφοράς των πιστών, αλλά και σε θεσμούς που αφορούν τόσο την θρησκευτική κοινότητα, όσο και την ευρύτερη κοινωνία (λ.χ. προϋποθέσεις γάμου και διαζυγίου). Το
Ισλάμ εξαρχής επαγγέλθηκε την επαναφορά της φυσικής
θρησκείας προς την ανθρωπότητα, που είναι σύμφωνα με
το Κοράνιο η ορθή, η αληθινή θρησκεία (Σούρα Αλ Ρουμ
30: 30), όχι μόνο σε επίπεδο μεταφυσικό, αλλά και σε επίπεδο καθιέρωσης ενός πλήρους κανόνα ηθικών επιταγών,
υποχρεωτικής αποδοχής από τα άτομα και την ανθρώπινη
κοινότητα.
Στο σημείο αυτό αξίζει να θιγεί η διάκριση μεταξύ των
κανόνων ηθικής και των κανόνων των νόμων, τουλάχιστον
σύμφωνα με όσα ισχύουν στο Δυτικό Κόσμο. Οι κανόνες
ηθικής που υπαγορεύει μια θρησκευτική πίστη, επαφίενται
ως προς την τήρησή τους στη βούληση των ενδιαφερομένων, οι οποίοι δεν μπορεί να εξαναγκασθούν προς τούτο.
Από την άλλη μεριά οι κανόνες των νόμων επιβάλλονται
από το κράτος, εφαρμόζονται υποχρεωτικά από όλους
τους πολίτες, ακόμα και από τους απλούς επισκέπτες στην
επικράτεια ενός κράτους. Η παράβαση των θρησκευτικής
προέλευσης κανόνων συμπεριφοράς ή ηθικής εκ μέρους
ενός πιστού, μπορεί να επισύρει κυρώσεις από την θρησκευτική κοινότητά του, αλλ’ αυτές δεν μπορεί να εφαρμοσθούν εξαναγκαστικά ή
να επηρεάσουν τη ζωή του «παραβάτη» μέσα στην
κοινωνία που ζει, τουλάχιστον στην εποχή μας. Απεναντίας η μη συμμόρφωση με τους νόμους επισύρει ποινές που
προβλέπει κάθε κράτος και εκτελούνται από τα όργανα της
τάξεως. Αυτά ως προς τις χώρες που έχουν υιοθετήσει πολιτικές αρχές του δυτικού πολιτισμού, που κατοχυρώνουν
την ελευθερία της θρησκευτικής συνειδήσεως, την ελεύθερη επιλογή ή αλλαγή θρησκεύματος και έχουν καθιερώσει
πλήρη ή μερικό χωρισμό κράτους και θρησκείας.
Το Ισλάμ δεν εννοείται αν αγνοήσουμε τη Σαρία, δηλαδή ένα εκτεταμένο σύνολο κανόνων ηθικής συμπεριφοράς
σε προσωπικό επίπεδο, σε επίπεδο σύναψης και διάλυσης
κοινωνικών σχέσεων (γάμος, διαζύγιο), ρύθμισης κληρονομικών σχέσεων, αλλά και πρόβλεψης των ποινών εις βάρος όσων παρανομούν σε ποινικό επίπεδο. Η Σαρία προχωρά με κανόνες της στον τρόπο οργάνωσης του κράτους,
σχεδιασμού των διεθνών σχέσεων και των προϋποθέσεων
σύναψης συμμαχιών ή του τρόπου διεξαγωγής ενός πολέμου. Στις περισσότερες χώρες του κόσμου που από πλευράς θρησκευτικής σύνθεσης του πληθυσμού μπορούν να
χαρακτηρισθούν μουσουλμανικές, η εφαρμογή της Σαρία
έχει υποχωρήσει αρκετά έως σημαντικά σε πολλούς τομείς
και έχουν εισαχθεί νομοθεσίες πιο προσαρμοσμένες στις
Azınlıkça
15
σύγχρονες συνθήκες και αντιλήψεις. Υπάρχουν βέβαια
χώρες που εφαρμόζουν ένα νομικό σύστημα που βασίζεται στους κανόνες της Σαρία, αλλά είναι λίγες πλέον. Σε
μουσουλμανικές χώρες όπου οι ρυθμίσεις της Σαρία, (του
Ιερού Μουσουλμανικού Νόμου, όπως λέμε στην λέμε
στην Ελλάδα), είτε εφαρμόζονται αυτούσιες, είτε έχουν
επηρεάσει σε μεγάλο βαθμό τη νομοθεσία τους, είναι κυρίως οι τομείς του Οικογενειακού Δικαίου (προϋποθέσεις
σύναψης γάμου, τρόποι διαζυγίου, επιμέλεια των παιδιών
μετά από ένα διαζύγιο των γονέων, αποζημίωση της διαζευγμένης συζύγου και διατροφή των παιδιών κ.ά.).
Στο σουννιτικό Ισλάμ που συγκεντρώνει αριθμητικά
την πλειοψηφία των Μουσουλμάνων ο θεσμός του Μουφτή έχει σημαντική αξία. Ο Μουφτής είναι παντού δημόσιος λειτουργός, που διορίζεται από το κράτος και πουθενά
δεν εκλέγεται. Εξαίρεση υπάρχει στην Αυστραλία, όπου
όμως το λειτούργημα του Μουφτή είναι απογυμνωμένο
από κάθε δημόσια επιρροή. Πρόκειται για έναν υψηλής
κατάρτισης θεολόγο και νομικό (ισλαμικό δίκαιο). Έργο
του είναι να ερμηνεύει τις ρυθμίσεις της Σαρία, σύμφωνα
με τις εκάστοτε περιστάσεις και καταστάσεις που προκύπτουν στην κοινωνία. Οι ερμηνευτικές γνωμοδοτήσεις του
Μουφτή λαμβάνουν τη μορφή φάτουα (φετβά στα τουρκικά) και έχουν κύρος ως προς την εφαρμογή του Ιερού
Νόμου εκ μέρους των Ιεροδικών (Καδί), που αποτελούν
μιαν άλλη τάξη δημοσίων λειτουργών σε μουσουλμανικές
χώρες.
Στην Ελλάδα οι ιδιότητες του Μουφτή και του Ιεροδίκη συγχέονται σύμφωνα με την ελληνική νομοθεσία στο
ίδιο πρόσωπο. Έτσι ο Μουφτής είναι ο ερμηνευτής του
νόμου αλλά συγχρόνως και εκείνος που με τις αποφάσεις
του εφαρμόζει τον Ιερό Νόμο. Για τούτο και η ελληνική
νομοθεσία, όπως συμβαίνει για τους τακτικούς δικαστές
και τους εισαγγελικούς λειτουργούς, προβλέπει και ως
προς τους Μουφτήδες τον διορισμό τους και όχι την εκλογή τους. Ο Μουφτής ως Ιεροδίκης είναι φορέας της δικαστικής εξουσίας του ελληνικού κράτους σύμφωνα με τις
θεμελιώδεις αρχές του Συντάγματος, που διακρίνει μεταξύ
τους τις λειτουργίες του δημοκρατικού κράτους, σύμφωνα
με όσα αναφέραμε στην αρχή του άρθρου αυτού.
Ο θόρυβος που εδώ και μερικές δεκαετίες έχει προκληθεί από το αίτημα μερίδας μειονοτικών πολιτών να εκλέγονται οι Μουφτήδες, δυστυχώς, πολύ λίγη σχέση έχει
με τις παραδόσεις του σουννιτικού Ισλάμ που ακολουθεί
κατά πλειοψηφία η θρησκευτική μουσουλμανική Κοινότητα της Θράκης. Ο θόρυβος προκαλείται από εξωθρησκευτικούς παράγοντες που «ντύνονται» μια θρησκευτική
μάσκα λαμβάνοντας υπόψη, ότι η συντριπτική πλειοψηφία των Μουσουλμάνων της Δυτικής Θράκης είναι προσηλωμένη στις παρακαταθήκες του Ισλάμ, ακόμα και αν
πρόκειται για μέλη της μειονότητας που αντιμετωπίζουν τη
θρησκεία με φιλελεύθερο πνεύμα ή και με σκεπτικισμό. Η
θρησκευτική αυτοσυνειδησία των Ελλήνων πολιτών που
είναι Μουσουλμάνοι, νομίζω πως είναι πιο ισχυρή από τον
16
Azınlıkça
εθνοτικό αυτοπροσδιορισμό τους.
Το γεγονός ότι στην έννομη τάξη ή στο δικαιϊκό σύστημα της Ελλάδος εδώ και πολλές δεκαετίες έχει ενσωματωθεί ο Ιερός Μουσουλμανικός Νόμος (Σαρία), για
σχέσεις οικογενειακού δικαίου, κληρονομικού δικαίου και
προσωπικής κατάστασης αποτελεί μια νομική πραγματικότητα που ακούγεται ως παραφωνία στον Δυτικό κόσμο.
Μάλιστα δεν είναι λίγες οι φορές που αμφισβητείται έντονα αυτή η πραγματικότητα ακόμα και από δικαστές. Στις
ρυθμίσεις του ισλαμικού νόμου υπάγονται οι Μουσουλμάνοι που έχουν ελληνική υπηκοότητα, με εξαίρεση εκείνους
που κατοικούν στα Δωδεκάνησα. Και εδώ έρχεται η αναγνωρισμένη από το κράτος εξουσία του Μουφτή ως Ιεροδίκη, ο οποίος, όπως λέχθηκε ήδη, δικάζει τις διαφορές που
αναφύονται μεταξύ Μουσουλμάνων.
Η επιβίωση της Σαρία στο ελληνικό σύστημα δικαίου
αμφισβητείται ως απαράδεκτος αναχρονισμός. Και ο τρόπος που εφαρμόζεται η Σαρία από τους Έλληνες Μουφτήδες πολλές φορές, θα πω μια βαρειά λέξη, κακοποιεί τον
Ιερό Μουσουλμανικό Νόμο. Μου έχει δοθεί η ευκαιρία
και άλλες φορές να υποστηρίξω, ότι το ισλαμικό δίκαιο,
τουλάχιστον όπως μπορεί να ερμηνεύεται σύμφωνα με την
ιερονομική σχολή Χανεφί, που επικρατεί και στη Δυτική
Θράκη, παρέχει την ευχέρεια στους νομομαθείς (ουλεμά)
και στους ιεροδίκες (καδή), να προσαρμόζουν τις ρυθμίσεις του Ιερού Νόμου στις ανάγκες της κοινωνίας, στις
περιστάσεις που γεννούν τις διαφορές μεταξύ εκείνων που
προσφεύγουν στον ιεροδίκη. Στο ισλαμικό δίκαιο, αλλά και
στη γενικότερη προσέγγιση των πραγμάτων, υπάρχει ένα
«εργαλείο» που λέγεται ‘Ijtihad’ και έχει χαρακτηρισθεί ως
ισλαμικός διαφωτισμός. Η ‘Ijtihad’ είναι μια επιστήμη,
θεμελιωμένη στη λογική σκέψη και μια μέθοδος ερμηνείας
του ιερού νόμου, που αναπτύχθηκε από Μουσουλμάνους
νομομαθείς, θεολόγους και φιλοσόφους, με σκοπό την κατανόηση και την εφαρμογή του κορανικού μηνύματος στις
ακατάπαυστα μεταβαλλόμενες ανάγκες και συνθήκες της
ανθρώπινης κοινωνίας.
Από τη συγκρότηση της ‘Ijtihad’ ως μιας επιστήμης
της ερμηνείας των ιερών κειμένων του Ισλάμ και των κανόνων δικαίου που πηγάζουν απ’ αυτά, αδιαπραγμάτευτη
προϋπόθεση για την καλλιέργεια και την ανάπτυξη της
ήταν και παραμένει, να υπάρχουν συνθήκες κατάφασης
στην ελεύθερη έρευνα και υιοθέτησης της απεριόριστης
αναζήτησης σε όλα τα πεδία της γνώσης. Ιδίως στο πεδίο
της επιστήμης της ερμηνείας του Ιερού Νόμου η ‘Ιjtihad’
αποτελεί το μόνο όργανο, που άφοβα εμπιστεύεται τον
λόγο, ως αιτία της δημιουργικής σκέψης κατά την εφαρμογή του δικαίου της Σαρία στις μεταβαλλόμενες συνθήκες
και σε κάθε είδους νεοτερικότητα.
Δυστυχώς, δεν γνωρίζω από πότε έχει να εκδοθεί μια
ιερονομική ρήτρα από κάποιον Μουφτή της Ελλάδος, που
να δίνει την ορθή απάντηση σε προβλήματα, που απασχο-
λούν τους πιστούς Μουσουλμάνους της σύγχρονης ελληνικής κοινωνίας, σε ένα ευρωπαϊκό περιβάλλον και υπό
συνθήκες παγκοσμιοποίησης. Θα αναφέρω μερικά θέματα,
ενδεικτικά και μόνο. Οι συνθήκες άλλαξαν και οι γυναίκες
έχουν δικαίωμα στην μόρφωση, ενώ οι ανάγκες απαιτούν
στη σύγχρονη οικογένεια συχνά, πολύ συχνά μάλιστα, να
εργάζεται και η γυναίκα. Βγήκε ποτέ ένας φετφάς που να
θέτει όριο ηλικίας στους γάμους των Μουσουλμάνων; Το
τί ίσχυε στην Αραβία του 7ου αιώνα ή στην Οθωμανική
Αυτοκρατορία τον 18ο αιώνα είναι οπωσδήποτε παρωχημένο και η αγκύλωση σ’ ένα παρελθόν που είναι γεμάτο
αράχνες, δήθεν χάριν μιας αμφίβολης ορθοδοξίας στην πίστη, εκτός του ότι προβάλλει τον λόγο με τον οποίο είναι
προικισμένοι οι άνθρωποι, δημιουργεί τις προϋποθέσεις
σχιζοφρένειας και θανατώνει την πίστη, που υποτίθεται ότι
στηρίζει. Στη σημερινή εποχή είναι ανεκτό στη συνείδηση
και στην κοινή λογική του οποιουδήποτε Μουσουλμάνου
πατέρα, να μοιραστεί η περιουσία του όταν έρθει η ώρα
του θανάτου του με τον άδικο και παράλογο τρόπο που η
παραδοσιακή Σαρία υποτίθεται ότι προβλέπει. Δέχεται η
συνείδησή του ο γιος να λάβει διπλή κληρονομική μερίδα
από την θυγατέρα του, απλά και μόνο γιατί είναι άνδρας.
Οι συνθήκες έχουν αλλάξει και οι προϋποθέσεις που επέτρεπαν τη διπλή μερίδα στον άνδρα, σε σύγκριση με τη
μερίδα της γυναίκας, δεν μπορεί να εφαρμοσθούν. Γιατί
λοιπόν δεν έχει εκδοθεί ως τώρα μια ιερονομική ρήτρα που
να εξηγεί γιατί άνδρες και γυναίκες έχουν στην εποχή μας
και στον τόπο μας ίσα κληρονομικά δικαιώματα; Και όταν
έρχεται η ώρα του διαζυγίου πώς μπορεί να επιτραπεί η
επιμέλεια των αγοριών από μια τρυφερή ηλικία και μετά
να ανήκει στον πατέρα και όχι στη μάνα; Ή σε περιπτώσεις
ορφάνιας, με ποια λογική, η επιμέλεια ανήκει όχι στη μάνα,
δήθεν κατά τους κανόνες της Σαρία, αλλά σε κάποιον αρσενικό συγγενή του πεθαμένου πατέρα, που έτυχαν φορές,
αυτός ο συγγενής να μην έχει καν θερμές σχέσεις και επαφές με τα ανήλικα που καλείται να επιμεληθεί, επειδή το
προστάζει, που είναι ψέμμα κιόλας, λόγω παρερμηνείας,
η Σαρία! Πότε εκδόθηκε μια ιερονομική ρήτρα που να αλλάζει τα πράγματα;
Ναι, κακοποιείται ο ιερός μουσουλμανικός Νόμος
από άγνοια και αγκύλωση σε ένα ασύμβατο με το τώρα
παρελθόν. Και αναρωτιέμαι και με τη σειρά μου μεταφέρω το ερώτημα στους σοφολογιότατους Μουφτήδες της
Θράκης: Με το να επιμένετε σε λύσεις που προσβάλλουν
το σύγχρονο αίσθημα δικαίου ανθρώπων που ζουν στις
συνθήκες του σήμερα, προσβάλλετε δυστυχώς το Ισλάμ
και κακοποιείτε τον Ιερό Νόμο! Η παράδοση Χανεφί στην
οποία ανήκετε και υποτίθεται ότι ακολουθείτε, σας προσφέρει την επιστήμη της ‘Ijtihad’ ώστε να ερμηνεύετε και
να εφαρμόζετε τον Ιερό Νόμο, με κριτήριο τον ορθό λόγο,
στις περιπτώσεις εκείνες που δεν υπάρχουν προηγούμενα
από το παρελθόν, για να αντιμετωπισθούν οι προκλήσεις
του 21ου αιώνα. Επιτρέψτε να σας θυμίσω ότι δύο πολύ
γνωστοί και σεβάσμιοι ανανεωτές της μουσουλμανικής
πίστης, ο Bediuzzaman Said Nursî και ο M. Fethullah
Gülen τάσσονται χωρίς επιφυλάξεις υπέρ του ανοίγματος
των πυλών της ‘Ijtihad’ διάπλατα. Και ενώ κανένας δεν
μπορώ να πιστέψω ότι θα αμφισβητήσει την ιδιότητα του
Said Nursî, o Θεός ας αναπαύει την ψυχή του, ως αυθεντικού ‘Mujaddid’, εντούτοις αγνοείται η παρακαταθήκη του
ως προς το σοβαρό ζήτημα που θίγουμε (Θα περιορισθώ
να αναφέρω τον Εικοστό Έβδομο Λόγο του Bediuzzaman
Said Nursî από το Risale-i Nur που αναφέρεται στην
‘Ijtihad’).
Προσωπικά συντάσσομαι υπέρ της διατήρησης του
Ιερού Μουσουλμανικού Νόμου στην ελληνική έννομη
τάξη. Αρκεί η εφαρμογή του να μην προσκρούει σε δικαιϊκές αξίες πανανθρώπινου κύρους, που έχουν γίνει κομμάτι
του νομικού πολιτισμού της Ευρώπης, αλλά και όλου του
κόσμου. Και οπωσδήποτε, αυτές οι αξίες είναι κληρονομιά
που ανήκει και στο Ισλάμ, για να μην πούμε ότι το Ισλάμ,
αγνοώντας τις παραμορφώσεις του από φανατικούς και
βαρβάρους, έχει συμβάλλει στην ανάπτυξη και στην καλλιέργεια αυτών των αξιών.
Κλείνω θυμίζοντας, ότι ο Muhammad Zafrullah Khan
υπήρξε ένας από τους «πατέρες», τους συντάκτες, της Οικουμενικής Διακήρυξης των Δικαιωμάτων του Ανθρώπου
που υιοθέτησε η Γενική Συνέλευση των Ηνωμένων Εθνών
στις 10 Δεκεμβρίου του 1948. Ο Πακιστανός Μουσουλμάνος Muhammad Zafrullah Khan, που τίμησε την πατρίδα
του με ποικίλους τρόπους και πρόσφερε υπηρεσίες προς
την ανθρωπότητα και ως πρόεδρος του Διεθνούς Δικαστηρίου της Χάγης, έγραψε ένα έργο με τίτλο «Ισλάμ και
Ανθρώπινα Δικαιώματα», που εκδόθηκε για πρώτη φορά
το 1967 και απ’ όσο γνωρίζω έχει επανεκδοθεί ως τώρα άλλες τέσσερις φορές ως το 1999. Ουσιαστικά, θα μπορούσα να πω ότι πρόκειται για μια σοβαρή αξιολόγηση των
δικαιωμάτων της Οικουμενικής Διακήρυξης υπό το φως
του Κορανίου και της Σούννα. Στην εποχή των μεγάλων
αμφισβητήσεων, των σαρωτικών αλλαγών και των συστημικών κρίσεων που ζούμε, όχι μόνο στην Ελλάδα και στην
περιοχή μας, αλλά σε όλο τον κόσμο, το να προσφέρουμε
ερείσματα και βάθος σε αξίες που υπερβαίνουν τις έννοιες αρχαίο και σύγχρονο, όπως είναι όσα πηγάζουν από το
Κοράνιο και την παράδοση που διασώζουν τα Χαντίθ είναι
σημαντικό εγχείρημα. Αν το Ισλάμ εκφράζει τη θρησκεία
που πρόσφερε ο Θεός στην ανθρωπότητα, τότε είναι μια
παράδοση για το σήμερα, όπως ήταν για το χθες, όπως
θα είναι και για το αύριο. Αν η Σαρία είναι ο δρόμος που
ένας πιστός Μουσουλμάνος οφείλει να πορεύεται, τότε δεν
μπορεί να είναι ένας δρόμος για τους Μουσουλμάνους της
Σαουδικής Αραβίας, ή της Υεμένης και του Σουδάν ή του
Αφγανιστάν. Πρέπει να είναι ένας δρόμος φωτεινός για τον
Μουσουλμάνο της Ευρώπης και της Αμερικής…. Και για
να μην απαξιώνεται η Σαρία σοβαρή ευθύνη έχουν όσοι
αναλαμβάνουν την ερμηνεία των κανόνων του ισλαμικού
νόμου και τον τρόπο της εφαρμογής τους….
Azınlıkça
17
Gümülcine’de Yaşlı
Bir Çift Evlerinde
Ölü Bulundu
Yunanistan’da İnşaat
Sektörü Nereye
gidiyor?
Gümülcine’de (Komotini) ikamet eden yaşlı
bir çift evlerinde ölü olarak bulundu.
Gümülcine’nin Kresnas ve Riga Fereu sokaklarını birleştiren köşedeki evde ikamet eden 92
yaşındaki Dimokritos Nikolayidis ve 86 yaşındaki Anastasia Nikolayidou çifti 12 Şubat Salı günü
ölü bulundu.
Talihsiz çiftin, kendilerini ayda bir kez kira
paralarını teslim etmek üzere ziyaret eden avukatın girişimleri sonrasında vefat ettiği anlaşıldı.
Nikolayidis çiftinin kiraladıkları gayrimenkullerin kira paralarını toplamakla görevli olan
avukat telefonla yaşlı çifte ulaşamayınca, Nikolayidis çiftinin evini ziyaret etti ve kapıyı kimse
açmayınca çiftin bir akrabasına ve polise haber
verdi.
Nikolayidis çiftinin akrabasının evin yedek
anahtarıyla kapıyı açmasıyla yaşlı çiftin ölü olduğu anlaşıldı. Polis olay yerinde yaptığı araştırma
sonrasında yaşlı çiftin cinayete kurban gitmiş olasılığı olmadığı kanısına varırken, çiftin patolojik
nedenlerden dolayı hayata gözlerini yumdukları
belirlendi.
Yaşlı çiftin ikamet ettiği evde çifte ait para da
bulunurken, evin şüpheliler tarafından ihlal edildiği izine rastlanmadı.
Taksi
şoförü
emeklisi
Dimokritos
Nikolayidis’in diyabet hastası olduğu ve muhtemelen şeker krizi geçirerek 10 gün kadar önce
hayata veda ettiği tahmin ediliyor. Yatağa mahkum olan Anastasia Nikolayidou’nun ise eşinin
ölümünden birkaç gün sonra öldüğü tahmin ediliyor.
18
Azınlıkça
Yunanistan İstatistik Kurumu ELSTAT’ın ülkedeki inşaat sektörüyle ilgili yayınladığı son veriler oldukça düşündürücü.
Salı günü kamuoyuyla paylaşılan verilere göre
Yunanistan’da 2012 Kasım ayındaki inşaat hacmi 706
bin 900 metre küp olarak hesaplanırken, 2011 yılında
bu rakam 2 milyondu.
Yapılan hesaplamalara göre 2012 yılı Ocak-Kasım
döneminde inşaat sektöründe %28,7’lik bir gerileme
yaşanırken, 2011 yılının aynı döneminde 20,9 milyon metre küp olan inşaat hacminin 2012 yılının ilk
on bir ayında 14,9 milyon metre küpe gerilediği ortaya çıktı.
2011 yılına kıyasla inşaat izinlerinde %66,6 oranında, inşaat edilen yapıların yüzölçümlerinde %63,3
ve inşaat hacminde %65,4 gibi büyük bir gerileme
kaydedildi.
2011 yılı Aralık ayından 2012 yılı Kasım ayına kadar olan bir yıllık süreçte toplam 23.826 inşat
izni çıkarılırken, bu izinlerle 4.414,9 metrekare ve
17.162,5 metreküp inşaat yapıldı.
Bu rakamlar göz önünde bulundurulduğunda,
bir yıl önceki aynı döneme kıyasla inşaat izinlerinde
%37,1 oranında, inşaat edilen yapıların yüzölçümlerinde %34 ve inşaat hacminde %32,4 oranında düşüş
yaşandığı göze çarptı.
240 Din Öğretmeni Yasasına
Azınlık Kuruluşlarından Tepki
Danışma Kurulu ve ABTTF’den 240 imam yasası
hakkında açıklama
Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu
(BTTADK) ve Avrupa Batı Trakya Türkleri Federasyonu (ABTTF) 2007 yılında yasalaşan “240 din görevlisi”
kanunu ve 16 Ocak Çarşamba günü parlamentoda söz
konusu kanuna getirilen ek düzenleme hakkında açıklama çıkardılar.
BTTA Danışma Kurulu tarafından yapılan açıklama şöyle:
Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu
(BTTADK), “240 İmam Yasası” olarak da bilinen
3536/2007 sayılı yasanın ilgili maddelerinde bazı değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısının Yunanistan
Meclisi Genel Kurulu’nun dünkü oturumunda kabul
edilmesini son derece yanlış ve talihsiz bir karar olarak
görmektedir.
BTTADK olarak Batı Trakya Müslüman Türk
Azınlığı’nın din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayan bu
yasayı ve bu yasa marifetiyle Azınlığın dini özgürlükler
alanındaki haklarını ayaklar altına almaya çalışan dayatmacı zihniyeti kınamaktayız.
Batı Trakya Türk Azınlığı’na ve onun başta Yunanistan Meclisi’nde onurla görev yapan milletvekilleri olmak
üzere temsilcilerine sorulmadan, danışılmadan, görüşleri
alınmadan, sözde Azınlık için, ancak tamamen Azınlığın
rızası hilafına hayata geçirilmek istenen antidemokratik
“240 İmam Yasası”nı yine kabul etmeyeceğimizi vurgulamak istiyoruz.
Bu noktada özellikle dikkat çekmek istediğimiz husus, Batı Trakya Türk Azınlığı, esasen sadece anılan değişikliklere değil, bizatihi bu düzenlemenin tümüne en
başından beri karşı çıkmış ve bunu her vesileyle dile getirmiştir. Bu yasa camilerimizin kutsallığına darbe indirmekte ve Azınlık insanının beklenti, istek ve taleplerini
hiçe saymaktadır. Bu nedenle sözkonusu yasa, ülkelerine her zaman sadakatle bağlı olmuş, hak arayış mücadelelerinde yasal ve meşru yöntemler dışındaki yollara
hiçbir zaman tevessül etmemiş ve etmeyi bundan sonra
da aklından dahi geçirmeyecek olan, vatandaşı oldukları
Yunanistan’da uluslararası ve ikili anlaşmalarla belirlenen
Azınlık haklarına sahip olmaktan başka hiçbir istekleri
bulunmayan Batı Trakya Türk Azınlığı nezdinde kesinlikle muteber değildir.
Din ve vicdan hürriyeti açısından “kapkara bir sayfa”
olan “240 İmam Yasası”nın uygulamaya geçmesine hiçbir soydaşımızın rıza göstermeyeceğini umuyor, Azınlığın
kabul etmediği bu yasadan bir miktar dünya malından
yararlanmak için başvuruda bulunacak soydaşlarımızın
da Azınlığın temiz vicdanında mahkûm olacaklarını
şimdiden açıklama zarureti görüyoruz.
Batı Trakya Türk Azınlığı’nı Yunanistan Meclisi’nde
temsil eden ve Azınlığın oylarıyla seçilen üç milletvekilinin “240 İmam Yasası”yla ilgili olarak yaptıkları konuşmaların da dikkate alınmadığını üzülerek gördük. “240
İmam Yasası” sadece Azınlığın tepkisine neden olmakla
kalmayıp, ülkemiz Yunanistan’ın imzacı olduğu uluslararası anlaşmaları ve demokrasi normlarını da ihlal etmesine neden olmuştur.
Yapılan bu büyük yanlıştan bir an önce dönülmesini
beklediğimizi bir kez daha vurgular, bahsekonu yasal düzenlemenin iptal edilmesini Batı Trakya Müslüman Türk
Azınlığı adına talep ederiz.
ABTTF’nin basın açıklaması şöyle:
ABTTF Başkanı: Altın Şafak’ın Meclis’e girmesini
izleyen dönemde Batı Trakya Türk Azınlığı’na yönelik
politik söylem sertleşmiş, sözlü saldırı ve hakaret boyutuna ulaşmıştır
Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu(ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu, “3536/2007 sayı ve tarihli yasada yapılan ek düzenleme Batı Trakya Türk Azınlığı’nın
görüşüne başvurulmadan, Batı Trakya Türk Azınlığı’na
üye milletvekillerinin ve tüm azınlık kuruluşlarının tepkisine rağmen Meclis’ten geçirilmiştir. Din, vicdan ve
ibadet özgürlüğüne aykırı olan bu yasa ilk hali ile 2007
yılında tüm tepkilere rağmen çıkarılmış, bugün de yine
Azınlıkça
19
tüm tepkilere rağmen bu hata tekrarlanmıştır. Bununla
birlikte Altın Şafak’ın Meclis’e girmesini izleyen dönemde Batı Trakya Türk Azınlığı’na yönelik politik söylem
sertleşmiş, sözlü saldırı ve hakaret boyutuna ulaşmıştır.
Yasa ile ilgili ek düzenlemenin görüşüldüğü oturumda
Milletvekili Ahmet Hacıosman’a yönelik sözlü saldırı bu
durumun en açık örneğidir. Milletvekiline karşı yapılan
sözlü saldırı ve bir sonraki parlamentoda Türk olmaması
için çaba gösterecekleri yönündeki açıklamaları nedeni
ile Altın Şafak’ı kınıyor, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın
tepkisini hiçe sayarak ilgili yasada ek düzenlemeye giden
Hükümeti attığı bu yanlış adımı düzeltmeye davet ediyoruz.” açıklamasında bulundu.
Yassıköy Belediyesi azınlık meclis üyelerinden
‘imam yasası’ kınaması
Yassıköy (Iasmos) Belediyesi azınlık mensubu meclis
üyelerinin imzasıyla yayınlanan kınama şu şekildedir:
Azınlık kamuoyunda 240 İmam Yasası olarak bilinen
4115/2013 sayılı yasanın meclisten geçmesini büyük bir
üzüntü ile karşıladığımızı belirtmek isteriz. Azınlığımızın Din ve vicdan özgürlüğüne Lozan Antlaşmasına ve
ülkemizin imzaladığı ikili ve uluslararası antlaşmalardan
doğan haklarımıza ağır darbe indiren bu yasayı şiddetle
kınıyoruz.
Bugüne kadar Vakıflarımız, Müftülüklerimiz ve Eğitimimize olduğu gibi, kutsal camilerimizi de kontrol altına almayı hedefleyen bu yasa Azınlık bireyleri üzerinde
derin bir üzüntü bırakmıştır.
Yasa Mecliste görüşülürken Azınlığın temsilcisi olan
Milletvekillerimize yapılan çirkin saldırıları da Azınlık
halkına yapılmış addediyoruz ve ülkemiz demokrasisi
adına bundan utanç duyuyoruz.
Azınlığımızın Parlementodaki temsilcileri, Azınlık
önde gelenleri ve Eğitim kurumlarımızla diyaloga girilmeden çıkarılan bu yasa Yunan Demokrasi tarihinde
kara bir leke olarak yerini alacaktır.
Azınlık halkı tarafından kabul edilmeyen bu yasanın
bir an önce iptal edilerek, toplumumuzla girilecek diyalog sonrası yeni bir yasa hazırlanmasını talep ediyoruz.
Tek ses olarak Azınlığımızın gösterdiği direnci umutla karşılayarak, yasanın iptali hususunda yapılacak girişimlerde Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının yanında olduğumuzu saygılarımızla arz ederiz.
Soydaş Yassıköy Belediye Meclis Üyeleri
20
Azınlıkça
Mustafçova Belediye Meclisi’nden imam yasası
açıklaması
Mustafçova Belediye Başkanı Mustafa Cukal ve belediye meclis üyelerinin tamamı “240 İmam Yasası”nı
kınayan ortak bir açıklama yayınladılar.
İlgili açıklama şu şekildedir:
“Mustafçova Belediye Başkanı ve Meclis Üyelerinden
240 İmam Yasası’yla ilgili kınama
Mustafçova Belediye Başkanı Mustafa Cukal ve Belediye Meclis üyelerinin tamamı “240 İmam Yasası”nı kınayan ortak bir açıklama yayınladılar. Belediye Başkanı
Cukal ve meclis üyelerinin tamamı tarafından imzalanan
açıklama aşağıdaki gibidir:
“Azınlık kamuoyunda “240 İmam Yasası” olarak bilinen 3536/2007 tarihli yasada değişiklikler yapılmasını
öngören yasa taslağının, Batı Trakya Müslüman Türklerinin tepkisine rağmen 16 Ocak 2013 tarihinde Yunanistan Parlamentosu’nda kabul edilmesi toplumumuzu
olduğu kadar bizleri de derinden üzmüştür.
Günlerdir Azınlık kamuoyunu meşgul eden söz
konusu yasa, mensubu olduğumuz ve temsil ettiğimiz
Azınlık toplumu tarafından kesin olarak reddedilmektedir.
Mustafçova Belediye Başkanı ve meclis üyeleri olarak
bizler de bu yasayı kabul etmediğimizi belirtiriz. Azınlık toplumunun din ve vicdan özgürlüğünü hedef alan
bu yasayı kınıyor, en kısa zamanda hükümetin bu yasayı
tekrar gözden geçirerek bu büyük yanlıştan dönmesini
ümit ediyoruz.”
İmam Yasası ile ilgili açıklamalar devam ediyor
Doğu Makedonya Trakya Eyalet Meclisi İktirdar
Partisi Rodop ili Eyalet Meclis üyelerinden Sevgi Salim,
Kaan Mümin, Ayhan Şakir ve Suat Çolak ve Gümülcine
Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif “240 İmam Yasası” hakkında birer açıklama yayınladılar.
Doğu Makedonya Trakya Eyalet Meclisi İktirdar
Partisi Rodop ili Eyalet Meclis üyelerinin açıklaması
şu şekildedir:
“KINAMA
Azınlık kamuoyunda “240 İmam Yasası” olarak
bilinen ve 2007 yılında çıkarılmış olan 3536/2007
Sayılı Yasa’nın ve 17 Ocak 2013 tarihinde Yunan
Parlamentosu’nda bazı maddelerinde değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısının, Yunan Parlamentosu’nda
onaylandığını büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz. Din ve vicdan özgürlüğümüzü zedeleyen bu “240
İmam Yasası” nı şiddetle kınar, Azınlığımızın, gerek ikili
gerekse uluslararası antlaşmalardan doğan din ve vicdan
özgürlüğü hakkına saygı gösterilerek , mec liste oylanan
kanunun ve kanun değişikliğinin iptalini talep eder ve
yapılan büyük yanlıştan bir an önce dönülmesini bekleriz.
DOĞU
MAKEDONYA-TRAKYA
EYALET
MECLİSİ İKTİDAR PARTİSİ RODOP İLİ EYALET
MECLİS ÜYELERİNDEN: SEVGİ SALİM, KAAN
MÜMİN, AYHAN ŞAKİR SUAT ÇOLAK”
Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif ’in
açıklaması şöyle:
“KINAMA
Azınlık kamuoyunda “240 İmam Yasası” olarak bilinen, 3536/2007 tarihli yasada değişiklikler yapılmasını
ön gören yasal düzenlemenin milletvekillerimizin Yunan
Meclisi’nde gösterdikleri tepkilere rağmen, 16 Ocak
2013 tarihinde meclisten geçmesini esefle öğrenmiş bulunuyoruz.
Günlerdir azınlık kamuoyunu meşgul eden bu yasa,
yapılan çeşitli toplantı ve kınamalarla azınlık tarafından
kesin dille reddedilmiştir.
Söz konusu yasa ile 1923 Lozan Antlaşması ve diğer
uluslararası antlaşmalar çiğnenerek, 1981 yılından beri
Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkede azınlık din ve vicdan
hürriyetine, büyük bir darbe vurulmuştur.
Camilerimizi ve okul çağındaki çocuklarımızın vicdanlarını hedef alan bu yasayı şiddetle kınıyor, en kısa
zamanda bu yanlıştan dönülerek, Batı Trakya Müslüman
Türk Toplumu’nun vicdanının rahatlatılmasını talep
ediyoruz.
Sabık milletvekilleri ve Eşitliğe İlk Adım’dan “240
imam yasası” ile ilgili açıklamalar
Geçmişte Yunanistan Parlamentosu’nda görev yapmış bazı sabık azınlık milletvekillerinden Çetin Mandacı, İlhan Ahmet, Galip Galip, Ahmet Mehmet, İsmail
Molla (Rodoplu), Birol Akifoğlu, Orhan Hacıibram ve
Ahmet Faikoğlu ve Gümülcine Belediyesi’nde Eşitliğe
İlk Adım Listesi “240 imam yasası” olarak bilinen yasa
hakkında açıklamalarda bulundular.
İlgili basın açıklaması şu şekildedir:
“BASIN AÇIKLAMASI
23 Ocak 2013
Biz aşağıda imzaları bulunan, geçmişte Yunanistan
Meclisi’nde şerefle görev yapmış olan Batı Trakya Türk
Azınlığı’nın sabık milletvekilleri olarak parlamentomuzun 16 Ocak 2013 tarihinde kabul ettiği ve Azınlığın din
ve vicdan özgürlüğüne darbe teşkil eden yasal düzenlemeyi açıkça kınadığımızı beyan ederiz.
Hatırlanacağı üzere anılan yasanın değişiklikler getirdiği 2007/3536 sayılı, halk arasında 240 İmam Yasası olarak bilinen yasayı da zamanında Batı Trakya Türk
Azınlığı kabul etmemişti. Bu son yasa da Azınlık tarafından kabul edilmemektedir. Nitekim gerek Batı Trakya
Türk Azınlığı Danışma Kurulu, gerek öndegelen Azınlık
sivil toplum kuruluşları yaptıkları açıklamalarla Azınlığın bu konudaki hislerine ve tepkisine tercüman olmuşlardır.
Yunanistan Meclisi’nde halihazırda görev yapmış
olan mevcut milletvekilleri de zaten parlamento kürsüsünden yaptıkları ve Vouli TV’den canlı olarak yayınlanan konuşmalarında Azınlığın bu yasayı istemediğini
açıkça vurgulamışlardır.
Bu yasa Batı Trakya Türk Azınlığı’nın kendisine sorulmadan, danışılmadan, bırakın rızasını, görüşü ve fikri
bile alınmadan adeta yangından mal kaçırırcasına geçirilmiştir.
Diğer yandan, anılan yasanın görüşüldüğü oturumlarda bazı milletvekillerinin Azınlık mensubu milletvekillerine yönelik kabul edilemez, haksız ve çirkin hakaretlerini de en güçlü şekilde kınadığımızı kayda geçirmek
istiyoruz. Yunan vatandaşlarının oylarıyla parlamentoya
seçilen Azınlık mensubu milletvekillerini burada tekrar
etmek istemediğimiz suçlamalarla eleştirmek kimsenin
haddine değildir. Unutulmamalıdır ki Batı Trakya Türkleri İkinci Dünya Savaşı’nda ve ertesinde tam bir sadakatle bağlı oldukları ülkeleri için canlarını vermişlerdir.
Batı Trakya Türk Azınlığı sorunlarının çözümü için
her zaman Atina’yı adres olarak kabul etmiştir. Bu çerçevede seçilen Azınlık mensubu milletvekilleri de mevcut
sorunların çözümü için gerekli girişimleri parlamento ve
ülkemiz makamları nezdinde yürütmektedirler.
Buna rağmen bilhassa son bir yıldır Batı Trakya Türk
Azınlığı’nın sorunlarının çözümü yolunda olumlu adımlar atılması bir yana, Azınlık daha fazla baskı ve dayatmalara maruz kalmaktadır.
Azınlıkça
21
Bu son yasa bunun son örneğidir. Tekrarlamak isteriz ki, Batı Trakya Türkleri, ülkemiz Yunanistan’ın imzacı bulunduğu uluslararası ve ikili anlaşmalara aykırı
bir şekilde Batı Trakya Türk Azınlığı din ve vicdan özgürlüğüne darbe indiren bu yasayı hiçbir zaman kabul
etmeyecektir.
Devletimize anılan yasa ve benzeri dayatmalar içeren
Azınlık aleyhindeki diğer düzenlemeleri iptal etmesi ve
Azınlık sorunlarının çözümü yolunda Azınlığın gerçek
temsilcileriyle sonuç alıcı bir diyalog başlatması çağrısında bulunuyoruz.
Saygılarımızla,
Çetin Mandacı
İlhan Ahmet
Galip Galip
Ahmet Mehmet
İsmail Molla (Rodoplu)
Birol Akifoğlu
Orhan Hacıibram
Ahmet Faikoğlu”
Eşitliğe İlk Adım Listesi’nin açıklaması şu şekildedir:
“Basın Açıklaması
24 Ocak 2013
“Eşitliğe İlk Adım” Listesi
16 Ocak 2013 tarihinde Yunan parlamentosunda
3536/2007 sayılı imamların atanmasını konu alan yasada yapılan değişikliklerin onaylandığını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız.
2007 yılında 35/36 sayılı yasa, Batı Trakya Türk
Azınlığı tarafından kabul görmemiş ve tepkilere yol açmıştı. Aynı yasada 16 Ocakta yapılan değişiklikler yine
Azınlığımız tarafından kabul edilmemektedir.
Gümülcine Belediyesinde “Eşitliğe İlk Adım” Listesi olarak bu yasayı kabul etmediğimizi ve kınadığımızı
belirtiriz.
yasanın bir an önce iptal edilmesini istiyoruz.
Azınlık kuruluşlarından ‘240 imam yasası’ ile ilgili açıklamalar devam ediyor
Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği
(BTAYTD), İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği, Rodop-Meriç ve İskeçe SÖPA Mezunu
Öğretmenler Derneği yönetimleri 2007 yılında kanunlaşan “240 imam yasasında” 16 Ocak Çarşamba günü
parlamentonun oy çokluğuyla getirilen ek düzenlemeler
hakkında 19-20 Ocak tarihlerinde ayrı ayrı açıklama yayınladılar.
BTAYTD’nin açıklaması şöyle:
“BM’nin 1992 Azınlıklarla ilgili Deklerasyonunda
“Toplumların Din ve İnanç konusunda her türlü ayrımcılığın ve hoşgörüsüzlüğün Önlenmesi”nden bahseder.
AİH Sözleşmesi’nin 9. Maddesinde “Devlet, Cami
veya Kilisenin içişlerine karışmamalıdır. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü demokratik Toplumların Temellerinden Biridir…” ifadesi yer almaktadır.
Yunan Anayasası madde 5, fıkra 2 ise şöyle der: “Yunan topraklarında yaşayan herkes milliyet, ırk, dil, din
veya siyasi düşünce farkına bakılmaksızın tam koruma
ve özgürlüğünden yararlanırlar”.
Lozan Antlaşmasın’ın 38. Maddesinde de ilgili ülkeler “… dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını
ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı taahhüt eder” denilmektedir.
Ülkemiz Yunanistan tüm bu sözleşmeleri imzalamış
ve uygulamayı taahhüt etmiştir. Ancak, “240 imam yasası” nın son günlerde mecliste onaylanması, Batı Trakya
Azınlığı Yüksek Tahsilliler Camiasını olduğu kadar, Batı
Trakya Müslüman Türk toplumunu da derinden sarsmıştır.
Din ve Vicdan Özgürlüğü temel insan hakkıdır.
Bunu engellemek ise İnsan Hakları İhlalidir.
Azınlıkla ilgili çıkarılan yasalar öncelikle Azınlığın
görüşü ve rızası doğrultusunda olması gerektiğine inanmaktayız.
Medeniyetin beşiği olarak lanse edilen Yunanistan’da,
bu tür antidemokratik uygulamalar vatanımız için bir
kara leke oluşturmaktadır.
Ayrıca Batı Trakya’da yaşayan Batı Trakya Türklerinin statülerini belirleyen birçok uluslar arası ve ikili anlaşmalar bulunmasına rağmen ve bunları ülkemiz Yunanistan da imzalamış olmasına rağmen, Azınlığın din ve
vicdan özgürlüğü ihlal edilmektedir. Bu talihsiz ve yanlış
Azınlığın görüşü alınmadan, azınlık milletvekillerinin konuşmaları hiçe sayılarak ve zorbalık andıran uygulamayla mecliste onaylanan bu yasayla, azınlık ve bireysel haklarımızın bir kez daha çiğnendiğine üzüntüyle
müşahade etmekteyiz.
22
Azınlıkça
Temel hak olan din ve vicdan özgürlüğüne saygı gösterilmeyen bir ülkede demokrasi yerine, diktatörce bir
rejimin uygulandığı kanısı uyandırılmıştır.
Azınlığımızın, gerek ikili gerekse uluslararası antlaşmalardan doğan din ve vicdan özgürlüğü hakkına saygı
gösterilerek , mecliste oylanan kanunun iptalini talep
etmekteyiz.”
Batı Trakya İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’nin açıklaması şu şekildedir:
“BASIN AÇIKLAMASI
Gümülcine, 19.01.2013
Azınlığımız insanı tarafından “240 İmam Yasası” olarak bilinen 2007 yılında çıkarılmış olan 3536/2007 sayılı kanunda değişiklikler yapılmak üzere yeniden meclise
getirilmesi ve kabul edilmiş olması İmam Hatip Lisesi
Mezunları ve Mensupları camiasını olduğu kadar, Batı
Trakya Müslüman Türk Azınlığı’nın da hiçbir şekilde
kabul edemeyeceği bir kanundur.
Azınlık milletvekillerimizin tüm iyi niyetli uyarı ve
çabalarına karşın Yunan parlamentosunda herhangi bir
iyi niyetin gösterilmemiş olmasını üzüntüyle öğrenmiş
bulunuyoruz. Uluslararası kanunlar, ikili anlaşmalar ve
insani değerler noktasında yüzde yüz haklı olduğumuz
bir konuda Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının ilgili kurum ve kuruluşlarına danışılmadan onaylanan kanunun “Avrupa normları” veya “Çağdaş bir Azınlık politikası” adı altında Azınlığa sunulmak istenmesi sadece ve
sadece bir oyundan ibarettir.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı hiçbir zaman
kendisine tanınmış olan uluslararası ve ikili anlaşmalardan doğan haklarından vazgeçmeyecektir. Kanunlar
çerçevesinde haklarını aramayı sürdürecek ve Azınlıkla
ilgili bir düzenleme yapılacaksa mutlaka Azınlık kurum
ve kuruluşları ile bir diyalog çerçevesi içinde yürütülmesini istemektedir.
Rodop-Meriç ve İskeçe İlleri SÖPA Mezunu Öğretmenler derneklerinin ortak açıklaması şöyle:
“RODOP-MERİÇ VE İSKEÇE İLLERİ ÖĞRETMENLER DERNEKLERİNDEN ORTAK AÇIKLAMA
Azınlık kamuoyunda «240 İmam Yasası» olarak bilinen 3536/2007 sayılı yasanın (36. ila 39.) maddelerinde değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısının 16
Ocak 2013 tarihinde Yunan Parlamentosu’nda onaylan-
dığını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.
1923’ten günümüze kadar Azınlık Eğitimi ile ilgili ve Azınlığın temel meselelerini ilgilendiren Yunan
Parlamentosunda pek çok kanun ve karanameler çıkmıştır. Bu kanunlar Parlamentodan çıkarken Azınlığın
Parlamento’daki temsilcileri, Azınlığın sivil kurum ve
kuruluşlarının başkanları ile diyaloğa girilmesi gerekirken, tam aksine «biz böyle istiyoruz» düşüncesi ile çıkarılan bu yasa, biz Azınlık eğitimcilerini olduğu kadar, Batı
Trakya Azınlık toplumunu da büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.
Medeniyetin beşiği olarak bilinen ülkemiz
Yunanistan’da böyle bir zihniyetin hakim olması bizleri
derinden üzmüştür. Dolayısıyla mecliste oylanan kanunun iptalini talep eder; Azınlığın temel meseleleri ile ilgili çıkacak kanun ve kararnamelerin mutlaka Azınlık ile
diyalog çerçevesinde görüşülerek düzenlenmesini isteriz.
Azınlık kuruluşları ‘240 imam yasası’ hakkında
açıklama yayınladılar
Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği (BTTDD),
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği (BTTÖB), Gümülcine Türk Gençler Birliği (GTGB), İskeçe Türk
Birliği (İTB) ve Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim
Şirketi (BAKEŞ) yönetimleri 2007 yılında kanunlaşan
“240 imam yasasına” 16 Ocak Çarşamba günü parlametonun oy çokluğuyla getirilen ek düzenlemeler hakkında
18 Ocak Cuma günü ayrı ayrı açıklama yayınladılar.
BTTDD Genel Merkezi’nin açıklaması şöyle:
İNANCIMIZA SAYGI GÖSTERİN
Lozan Barış Antlaşması Amir olmak üzere Türkiye
ile Yunanistan Arasındaki antlaşmaların tümünde (1913
Atina Antlaşması,1920 Yunan Servi, Avrupa Birliği
Muktesebatı) Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’nın
kendi dinleri olan İslam dinini İslam dininin kuralları
ve öğretileri çerçevesinde Yunan devletinin korumasında
yaşamaları, öğrenmeleri, öğretmeleri garanti altına alınmıştır.
Yunan devlet yetkilileri bu yükümlülüklerini 1967
Cuntasına kadar zaman zaman aksaklıklar olmasına
rağmen yerine getirmiştir. 1967 Cuntası ile birlikte Batı
Trakya Müslüman Türk azınlığı bütün azınlık haklarında olduğu gibi inanç özgürlüklerinde de sıkıntılar yaşamaya başlamışlar ve bu günümüze kadar gelmiştir. Dinimize karşı olan bu yaklaşım tarzının yakın tarihimizdeki
uygulamalarının başlangıcını 3536/2007 sayılı yasa ile
gördük.
Azınlıkça
23
5-7 Şubat 2007 tarihlerinde Batı Trakya’yı ziyaret
eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, Başbakan Karamanlis adına yaptığını belirttiği ziyarette, iyileştirme paketi olarak adlandırılan açıklamalarında klasik
yaklaşım dışında yeni bir şeyler olmadığını görmek biz
Batı Trakya Türklerini şaşırtmamıştır.
Dora Bakoyani’nin 240 din adamının Dimetoka,
Gümülcine, İskeçe müftülüklerinde maaşları Yunan
devleti tarafından ödenerek görevlendirileceklerini açıklamasının açıkça Lozan antlaşmasını tanımadıkları anlamına gelmekte olduğunu söylemiştik.
Günümüzde Yunan parlamentosundaki gelişmeleri
değerlendirdiğimizde, değişen bir şey olmadığını görmekteyiz. Yine insafsızca ve ırkçı bakış açısı ile insanlarımızın inanç özgürlüklerine ısrarla müdahale edilmektedir. Bir insanlık ayıbı olarak değerlendirdiğimiz,
ilk çıkarıldığı yılda da reddettiğimiz bu yasayı yine aynı
düşüncelerle reddetmekteyiz.
Altı yıldan bu yana Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının Yunanistan meclisindeki temsilcilerinden olan
ve Yunan parlamentosuna rekor oylarla gönderdiğimiz
başta Rodop Milletvekilimiz Sayın Ahmet Hacıosman’ı,
Rodop Milletvekilimiz Sayın Ayhan Karayusuf ’u, İskeçe Milletvekilimiz Sayın Hüseyin Zeybek’i ajan olarak
suçlayan ve bu yasanın yanlış olduğunu ısrarla ve inançla savunan, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’nın
kendilerine tevdi ettiği görevi layıkıyla yerine getirmeye
çalışan milletvekillerimize ders verdiklerini iddia eden
Bağımsız Yunanlılar partisi milletvekili Terens Kuik’i ve
ırkçı Altın Şafak partisi başta olmak üzere bütün ırkçı
yaklaşımları şiddetle kınamaktayız.
Ayrıca Terens Kuik, Altın Şafak ve ırkçı düşüncedeki diğerlerinin bu tarz yaklaşımının ucuz politik tavırlar
olduğunu, gerek Yunanistan genelinde gerekse bölgede
huzur ve mutluluğa hiçbir katkısının olmayacağını beyan etmek isteriz. Bu tür ucuz politik çıkışların sadece
kendi dar çerçevedeki yandaşlarını sevindireceğini, ülkesinin şu anına ve geleceğine zarar vereceğinin taraftarlarınca da bilinmesini isteriz.
Demokrasilerde farklı düşüncelere tahammül etmek
erdemdir. Rodop ve İskeçe vilayetinin hatta Yunanistan’ın
en yüksek oranda oyunu alarak parlamentoya gelmiş ve
bütün insanlarımızı temsil yetkisi almış olan sayın milletvekillerimizin şahıslarına yapılan saldırıları Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının tümüne yapılmış kabul
etmekteyiz. Batı Trakya Türk Azınlığı mensubu seçmenlerin bunun cevabını demokratik haklarını kullandıkları
sandıkta bir kez daha vermekte tereddüt etmeyeceklerini
düşünmekteyiz.
24
Azınlıkça
Batı Trakya Türk Azınlığı tarihte olduğu gibi günümüzde de Yunanistan’ın birlik ve beraberliğinden yanadır. Son günlerde yaşadığımız bölücü, faşist yaklaşımlara
insanlarımızın taviz vermeyeceğini, insanlarımızın isteğinin bölge barışı, huzuru ve ülkelerinin bir an önce
ekonomik açmazdan çıkması olduğunu beyan etmek
isteriz.
Bu gün yine inançlarımız üzerinden siyaset yapmaya
kalkanlara bu oyunlara gelmeyeceğimizi bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Batı Trakya Türk Azınlığının sorunlarına gerçekten
çözüm üretilmek isteniyorsa;
Dünyada örneği olmayan bir uygulama ile Hıristiyan bir valinin Müslümanları yönetecek müftüsünü ve
Hıristiyanlardan oluşan bir heyetin bize dinimizi öğretecek din adamlarımızı ataması uygulaması inadından
vazgeçilmelidir. Camilerimizde görev yapacak olan din
adamlarımızı kendimizin seçmemizi engelleme çalışmalarından vazgeçilmelidir. Bütün dünyada diğer inançlara
karşı gösterilen saygı gibi, biz de öncelikle ibadethanelerimize ve minber’imize saygı gösterilmesini ve dokunulmamasını talep ettiğimizi hatırlatmak isteriz.
Avrupa Birliği üyesi Yunanistan’da temel değerlerin
hala yok sayılıp ayaklar altına alınması Yunanistan ile
birlikte Avrupa Birliği’nin de ayıbıdır. Temel insan hak
ve özgürlüklerinin bütün insanlar için geçerli olduğuna
ve büyük devletlerin büyüklüklerinin attıkları imzalara
sahip çıkmaları ve sözlerinde durmalarına bağlı olduğunu saygı ile kamuoyuna duyururuz.
BTTÖB’nin açıklaması şöyle:
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Yönetim Kurulu “240 İmam Yasası” olarak bilinen 3536/2007 sayılı
yasanın bazı maddelerinde yapılan değişikliğin Yunan
Meclisi’nin de kabul edilmesini yanlış ve talihsiz bir karar olarak görmektedir.
Bu kararın Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın
vicdan özgürlüğünü hiçe sayan bir karar olduğuna inanmakta, bu kararın Azınlık kurum ve kuruluşlarına danışılmadan çıkarılmasını dayatmacı bir karar olarak görmektedir.
Böyle bir kararı Müslüman-Türk azınlığının kabullenmesi mümkün olamadığından bir an önce geri çekilmeli ve Müslüman-Türk Azınlığının hassasiyetleri göz
önünde bulundurulmalıdır.
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Yönetim Kurulu
olarak bu kararı şiddetle kınamakta olup, bu kararın uygulanmasını imkansız olarak görmektedir.
Bu düşüncelerimizi Müslüman-Türk Azınlık kamu
oyuyla paylaşırız.
İskeçe Türk Birliği’nin açıklaması şöyle:
“240 İmam Yasası” olarak da bilinen ve azınlık tarafından kesinlikle kabul edilmeyen 3536/2007 sayı ve tarihli
yasada, durumu azınlık aleyhine daha da kötüleştiren ve en
vahimi de, tamamen azınlığımızı ilgilendiren bir konuda,
hiçbir azınlık yetkilisi ile hele hele azınlığımızı temsil eden
vekillerimizle dahi istişarede bulunmadan yapılan değişiklikler, tüm Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı mensuplarını üzdüğü gibi, İskeçe Türk Birliği camiasını da üzmüştür.
Yapılan son genel seçimlerden sonra, gerek Batı Trakya
Müslüman Türk Azınlığı aleyhine, gerekse Rodos adasında
yaşayan Müslüman Türkler aleyhine cereyan eden olaylar,
devletin azınlığa bakış açısını, bir kez daha çok net bir şekilde ortaya koymuştur. 3536/2007 sayı ve tarihli yasanın
ilgili maddelerinde yapılan değişiklik teklifinin meclis genel kurulunda görüşülmesi esnasında, Bağımsız Yunanlılar,
Altın Şafak, Yeni Demokrasi ve Pasok milletvekillerinin
söylemleri, demokrasinin beşiği kabul edilen ülkemiz Yunanistanda milletvekillerinin dahi demokrasinin vasıflarından
yoksun olduklarını gözler önüne sermiştir.
Yaşanan süreçte devletin azınlıkla diyaloğu kat’i surette
kabul etmediği, tam tersine, kabul edilemez yöntemlerini
ısrarla dikte etmeye çalıştığı görülmektedir.
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı’nın din ve vicdan
özgürlüğünü ayaklar altına alan ve uluslararası ve ikili anlaşmalara tamamen aykırı olan bu düzenlemeyi kabul etmediğimizi açıkça ifade ederken, bu dayatmacı zihniyeti ve Batı
Trakya Müslüman Türk Azınlığını Mecliste temsil eden vekillerimize karşı takınılan tavrı esefle kınıyoruz.
le:
Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin açıklaması şöy-
Gümülcine Türk Gençler Birliği (GTGB) Yönetim
Kurulu, “240 İmam Yasası” olarak da bilinen 3536/2007
sayılı yasanın ilgili maddelerinde bazı değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısının, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın
görüşüne başvurulmadan, Azınlık milletvekillerinin ve tüm
azınlık kuruluşlarının tepkisine rağmen Yunanistan Meclisi
Genel Kurulu’nun 16 Ocak 2012 tarihindeki oturumunda
kabul edilmesini değerlendirmiştir
GTGB Yönetim Kurulu, başlı başına bu yasayı ve yasada yapılan son değişiklikleri Batı Trakya Müslüman Türk
Azınlığı’nın din, vicdan ve ibadet özgürlüğüne yapılmış çir-
kin bir saldırı olarak görmekte ve bu dayatmacı zihniyeti
kınamaktadır.
Bu Yasa ilk hali ile 2007 yılında tüm tepkilere rağmen
çıkarılmış, bugün de yine tüm tepkilere rağmen bu hata
tekrarlanmıştır.
Batı Trakya Türk Azınlığı olarak yıllardır yapılan tüm
baskılara, üretilen tüm ayrımcı politikalara rağmen hep sağduyulu, ılımlı, olumlu davranmaya çalıştık. Lakin son zamanlarda yaşanan sorunların ve “240 İmam Yasası” olarak
adlandırılan bu yasanın azınlık üzerinde olumsuz etkiler bırakacağını düşünüyor ve devlet yetkililerini Azınlık hakları
konusunda duyarlı davranmaya davet ediyoruz.
BAKEŞ’in kınaması şöyle:
Azınlık kamuoyunda “240 İmam Yasası” olarak bilinen
ve 2007 yılında çıkarılmış olan 3536/2007 Sayılı Yasa’nın
bazı maddelerinde değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısının, Azınlık milletvekillerinin tüm itirazlarına karşın,
17 Ocak 2013 tarihinde Yunan Parlamentosu’nda onaylandığını büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz.
1923’ten günümüze kadar Yunan Parlamentosu’nda kabul edilen ve Azınlığın eğitim, din ve vicdan hürriyeti gibi
temel meselelerini ilgilendiren pek çok kanun ve düzenlemede olduğu gibi, yine Azınlığın Parlamentodaki temsilcileri, seçilmiş dernek başkanları ve Azınlığın mevcut diğer
kurum ve kuruluşlarıyla herhangi bir diyaloğa girilmeksizin
“Biz böyle istiyoruz, siz de buna uyacaksınız” zihniyetiyle
çıkarılan bu yasa Azınlık halkını büyük hayal kırıklığına
uğratmıştır.
Şimdiye kadar vakıflarımız, müftülüklerimiz ve okullarımızda olduğu gibi, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın kutsal
mekanları arasında yer alan camilerini, Azınlık mensuplarının din ve vicdan hürriyeti ile ibadet özgürlüğünü orta veya
uzun vadede zedelemeyi ve kontrol altına almayı hedefleyen
bu keyfi davranışın Azınlık nezdinde kabul görmeyeceği bilinmelidir.
Yasa tasarısı Parlamentoda görüşülürken, Azınlığımızın
temsilcileri olan milletvekillerine yapılan çirkin saldırılar da
hiçbir zaman toplumumuzun belleğinden silinmeyecektir.
Yunan Parlamento tarihinde ve medeniyetin beşiği olarak
kabul edilen ülkemizin demokrasi tarihinde kara bir leke
olarak kalacağı muhakkaktır.
Ülkemiz yetkililerini Azınlığımızın uluslararası ve ikili
anlaşmalarla garanti altına alınmış olan haklarına saygı duymaya ve Azınlık için yapılacak her türlü yasal düzenlemelerin mutlaka Azınlık’la diyalog çerçevesinde yürütülmesi
gerektiğini beyan etmek isteriz.
Azınlıkça
25
Bozdağ ve Mete’den 240 Din Öğretmeni
Yasası Hakkında açıklama
Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Yunanistan Parlamentosu’nun ‘’240 İmam Yasası’’ kararıyla
ilgili açıklamalarda bulundu.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, T.C. Başbakan
Yardımcısı Bekir Bozdağ, AA muhabirine Yunanistan’da
2007’de kabul edilen ancak Türk azınlığın tepkisi nedeniyle uygulanmayan ‘’240 İmam Yasası’’nın, ek düzenlemeler yapılarak Parlamento’da kabul edilmesini değerlendirdi.
Yasanın hem Lozan Antlaşması’na hem de Avrupa
Birliği’nin (AB) kabul ettiği siyasi ve hukuki kriterlere
aykırı olduğunu söyleyen Bozdağ, ‘’Yunanistan Parlamentosu attığı bu adımla Lozan’ı çiğnediği gibi insan
haklarını da çiğnemiştir, oradaki en temel hakları ayaklar altına almıştır. Maalesef Yunanistan bunu yapıyor’’
dedi.
Konuyla ilgili AB ülkelerinin tutumunu da eleştiren
Bozdağ, şunları söyledi:
‘’Bu noktada insan haklarını her zaman dilinden düşürmeyen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Yunanistan’ın
hak tanımayan, hukuk tanımayan insan haklarını, Avrupa Birliği’nin değerlerini ve uluslararası anlaşmaları
ayaklar altına alan bu keyfi hukuk tanımaz yaklaşımı
karşısında sessiz kalmalarını kınıyorum.’’
Bozdağ ayrıca Yunanistan’ı yanlış karardan en kısa
süre içerisinde dönmeye davet etti.
Öte yandan İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete de
240 imam yasasıyla ilgili bir kınama yayınladı.
Ahmet Mete’nin yayınladığı kınama şu şekildedir:
“K I N A M A
Kamuoyunda “240 İmam Yasası” olarak bilinen
2007 /tarihli Yasada değişiklik yapılmasını öngören
yasa taslağının, Batı Trakya Müslüman Türklerinin
tepkisine rağmen 16 Ocak 2013 tarihinde Yunanistan
Parlamentosu’nda kabul edilmesini büyük bir üzüntü ile
öğrenmiş bulunuyoruz.
26
Azınlıkça
T.C. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ
Azınlığımızın Yunan Meclisindeki temsilcilerinin, seçilmiş dernek başkanlarımızın ve Azınlığın mevcut diğer
kurum ve kuruluşlarımızın görüşlerine başvurulmadan
ve herhangi bir diyaloga girmeden keyfi bir uygulamayla çıkarılan bu yasadan dolayı Batı Trakya Müslüman
Türkleri olarak büyük hayal kırıklığına uğradığımızı beyan etmek isterim.
Mevcut uygulamayla 1923 Lozan Antlaşması ve diğer uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri göz ardı ederek
din ve vicdan hürriyetimize büyük darbe indirilmiştir.
Millî ve dinî hasletlerimizi yok etmeye yönelik çıkarılan
bu keyfi davranışların azınlığımız nezdinde kabul görmeyeceği çok iyi bilinmelidir.
Din ve vicdan özgürlüğümüzü zedelemeyi ve camilerimizi, Kur’an Kurslarımızı kontrol altına almayı hedefleyen bu “240 İmam Yasası” nı şiddetle kınar, yapılan bu
büyük yanlıştan bir an önce dönülmesini ve bahse konu
yasal düzenlemenin iptal edilmesini bekleriz.
İçişleri Bakanı Evripidis Stilyanidis 240
Din Öğretmeni Yasası Hakkında Konuştu
Daha önce Batı Trakya’da da görev yapmış olan
Yunan Büyükelçi Theodoros Theodorou’nun “(Batı)
Trakya’daki Müslüman Azınlık & Avrupa’daki Azınlıklar
1923-2010” isimli kitabının Gümülcine’deki (Komotini) tanıtım etkinliğine katılan İçişleri Bakanı ve Rodop
ND milletvekili Evripidis Stilyanidis açıklamalarda bulundu.
“Gerek Müslüman gerekse de Hıristiyan siyasiler
olarak doğruları söylememiz gerekiyor” diye konuşan
İçişleri Bakanı Evripidis Stilyanidis “azınlık konularında
birçok adım atıldı ve bu konuda heyecana gerek yok. Yunanistan dış politikası bu konuya korkusuzca yaklaşmalı
çünkü sicili temiz” ifadelerine yer verdi.
Halk arasında “240 imam yasası” olarak bilinen ve
2007 yılında çıkarılan yasa üzerinde yapılan son değişiklikler hakkında ise Batı Trakyalı İçişleri Bakanı “İmam
yasasında yapılan düzenlemelerin uygulanması için
güçlü dinsel ve bilimsel temele dayanan İslami yapılar,
müftülüklerin terfi etmesi ve çığır açan kararlar gerekli”
diye konuştu. Stylianidis ayrıca, “imam kanununun hazırlanması için 2007 yılında teklif sunanlar ve kanunun
hazırlanmasında ve şekillenmesinde katkısı bulunanların
bugün kanuna karşı açıklamalarda bulunduklarını ve
bunu anlamanın mümkün olmadığını” söyledi.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasıyla ilgili kendisine yöneltilen soru için ise “Bu konu
Trakya’yı ilgilendiren bir konu değil” diye konuşan Stylianidis sözlerinin devamında “Hatta bu konu Yunanistan ile Türkiye arasında anlaşmazlık konusu bile değil.
Bu konu Avrupa ile Türkiye arasında olan ve Avrupa
Komisyonu’nun Türkiye’ye şart olarak koştuğu bir konudur” dedi.
Kitap tanıtımında yaptığı konuşmada “Gerçeği görmemiz gerekir ve Türkiye azınlığın gerçek yapısını, yani
Pomak ve Romalardan oluştuğunu kabul etmelidir ve bir
ara bunu yapacaktır” ifadelerini kullanan Evripidis Stilyanidis kendisinin hiçbir zaman uç politika izlemediğini
ancak bazılarının azınlıkta milliyetçilik kartını oynadıklarını ifade etti. Evripidis Stilyanidis “Yunanistan bu konularda demokratik davranış örneği teşkil etmektedir”
diye konuşurken Türkiye’nin müftü seçimi talebini ise
“dünyada bir ilk” olarak değerlendirdi.
İçişleri Bakanı Evripidis Stylianidis
“Gerek Müslüman gerekse de
Hıristiyan siyasîler olarak
doğruları söylememiz gerekiyor.
Azınlık konularında birçok adım
atıldı ve bu konuda heyecana
gerek yok. Yunanistan dış
politikası bu konuya korkusuzca
yaklaşmalı; çünkü sicili temiz”
Azınlıkça
27
İşte Yunan Parlamentosu’ndan
Geçen O Yasa! (240 Din Görevlileri)
2007’de yürürlüğe giren ve Batı Trakya’da “240 İmam
Yasası” olarak bilinen kanuna ek düzenleme olarak getirilen ve 17 Ocak 2013 tarihinde Parlamento’dan geçen
kanunî düzenleme şu şekilde:
(Batı) Trakya Müslüman azınlığının din öğretmenleri ve Trakya’daki devlet okullarında Müslüman
çocukların eğitimlerinin desteklenmesiyle ilgili yasa
değişikliği
Trakya Müslüman azınlığının din öğretmenleri ve
Trakya’daki devlet okullarında Müslüman çocukların
eğitimlerinin desteklenmesi ile ilgili yasa değişikliği parlamentoda onaylandı.
Madde 53
Trakya Müslüman azınlığının din öğretmenleri ve
Trakya’daki devlet okullarında Müslüman çocukların
eğitimlerinin desteklenmesi
3536/2007 sayılı yasanın 36 ile 39’ncu maddeleri şu
şekilde değiştirilmiştir.
Madde 36
1. Trakya’daki Müslümanların dini ve manevi gelişimine yönelik çalışmalara katkı sağlamak amacıyla Müftülüklere (240) kişilik İslam dinine mensup din öğretmenleri kadrosu oluşturulmaktadır. Bu kadrolar Trakya’da
sürekli olarak mukim bulunan Müslüman azınlık üyeleri
tarafından doldurulacaktır. Din öğretmenlerinin görevi
Trakya’daki camilerde Kuran öğrenimini sağlamaktır.
Din öğretmenleri yetkili İlk ve Ortaöğretim Müdürünün ilgili kararı neticesinde arzu ederlerse Trakya’daki
ilk ve orta öğretim devlet okullarında da din dersinden
muaf tutulan Müslüman azınlık üyesi öğrencilere ve
ihtiyaç duyulan yerlerde ders saati içerisinde müfredat
programına dâhil edilmeksizin Kuran öğretebilirler. Her
bir ders yılı ve daha az zaman dilimleri içerisinde görev
alacak din öğretmenlerini kabul edecek okullar, eğitim
hizmetini sunacakları sınıflar, bu okullarda görev yapacak din öğretmenlerinin seçilmesi ve genel olarak bu
eğitimi ne şekilde sağlayacakları ile ilgili detaylar, Eğitim
Dinişleri Kültür ve Spor Bakanı tarafından belirlenir.
28
Azınlıkça
Kadroların dağılımı şu şekildedir:
İskeçe Müftülüğü: Seksen (80)
Gümülcine Müftülüğü: Yüz yirmi (120)
Dimetoka Müftülüğü: Kırk (40)
2. Din öğretmenleri adaylarının Müslüman azınlığa
mensup Yunan vatandaşları olmaları ve Denklik Kurumu DOATAP tarafından tanınan yurtiçi ve yurtdışındaki Yüksek İslam Bilimleri İlahiyat Fakültesi Diplomasına
haiz olmaları gerekir. İlan edilen kadrolar için yukarıda
belirtilen niteliklere haiz adayların sayısının yetersiz olması durumunda yurtiçindeki bir yüksek eğitim kurumundan diploması olan ve Trakya’daki Medreselerden
mezun olanların din öğretmeni olarak atanmalarına
müsaade edilmektedir. İş bu kanunun Resmi Gazete’de
yayınlanmasının ardından ilk beş yıl içerisinde Yunan
vatandaşı Müslüman azınlık mensuplarının Şahin ve
Gümülcine Medreselerinden mezun olanlar ve on yıl
din öğretmeni olarak görev yapan ve ilk ve orta öğretim mezunlarının din öğretmenleri kadrolarına istihdam
edilmelerine olanak tanınmaktadır.
3. Din öğretmenlerinin her bir kategoriye göre tipik
ve özel nitelikleri, her bir kategorinin seçim kriterleri ve
din öğretmenlerinin istihdamına yönelik süreç, Kamu
sektöründe iş hukuku ile ilgili personel istihdamına yönelik geçerli olan hükümler çerçevesinde İdari Reform
ve Bilişim Bakanı ile Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor
Bakanı tarafından belirlenir.
4. 38’nci Maddenin öngördüğü Komisyon ile Müftünün görüşü alındıktan sonra Eğitim Dinişleri Kültür
ve Spor Bakanının kararıyla her bir müftülük için her
bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda din öğretmenlerine
yönelik kadroların dağılımı gerçekleşmektedir.
Madde 37
1. Din öğretmenleri kamu iş ilanının yayınlanmasın
ardından 9 aylık özel iş sözleşmeleriyle kadroya alınmaktadır. Sözleşme, Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor Bakanı
tarafından imzalanmakta ve her bir din öğretmeninin
görev yeri yerel ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak
birden fazla camide de görev yapabilecek şekilde belirlenmektedir. Din öğretmeninin hizmetini okulda sürdürmeyi kabul etmesi durumunda bir önceki maddenin
ilk bendindeki hükümler gereği iş sözleşmesi her iki
tarafın da karşılıklı rızasıyla görev yapmak üzere tayin
edildiği camideki meşguliyeti azaltılarak değiştirilir ve
ilgili değişiklikten Müftü de acil olarak haberdar edilir.
Din öğretmenleri zorunlu olarak IKA-ETAM fonunda
sigortalanacaklardır.
2. Maaşların boyutu Ekonomi Bakanı ile Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor Bakanının ortak kararı ile belirlenmektedir. İlgili gider Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor
Bakanlığının ilk ve orta öğretim devlet okullarına hizmet
için ayrılan bütçesinden karşılanmakta olup bir önceki
maddenin birinci bendindeki hükümler gereğince sözleşmelerin öngördüğü mükellefiyetler haricinde ek hizmet olarak kabul edilmemekte ve hiç bir ek maaş hakkı
tanınmamaktadır.
3. Müftünün kararı ile acil ihtiyaçların karşılanması
üzere din öğretmenleri müftülük merkezine yasal çalışma saatleri içerisinde asli meşguliyetleri azaltılarak ve hiç
bir ek maaş almaksızın yardımcı idari personel olarak
hizmet sunabilirler.
4. İdari Reform ve Bilişim Bakanı ile Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor Bakanlarının ortak kararı ile her
defasında her bir müftülük için gerekli olan tam kadro
sayısı, sözleşmelerin süresi, görev süreleriyle ilgili aylar ve
istihdama yönelik bütün gerekli detaylar açıklığa kavuşturulmaktadır.
Madde 38
Din öğretmenlerinin seçimi beş kişilik bir komisyon
tarafından belirlenmektedir. Komisyon şu şekilde oluşmaktadır: 1-) Başkan olarak Müftü, 2-) Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor Bakanlığının Memuru ve vekili, 3-)
İslam bilimlerinde uzman bir eğitim görevlisi ve vekili,
4-) Eğitim Dinişleri Kültür ve Spor Bakanı tarafından
belirlenen seçkin bir Müslüman ilahiyatçı ve vekili, 5-)
Müftü tarafından önerilen seçkin bir Müslüman ilahiyatçı ve vekili. Sekreterlik görevini oy hakkı bulunmayan
bir kamu memuru üstlenir. Komisyon Eğitim Dinişleri
Kültür ve Spor Bakanının kararıyla teşkil edilir.
Madde 39
38’inci madde hükümlerinde öngörülen Komisyon
söz konusu kadrolara en uygun kişilerin seçilebilmesine
yönelik kararı alabilmek adına adayların ek olarak sahip
oldukları niteliklere, yeteneklerine, ahlak ve çalışma şekillerine, din öğretmeni olarak bir önceki meslek hayatlarına ve adayın tüm şahsiyetini ilgilendiren durumları
göz önünde bulundurarak toplu bir değerlendirmeye
gitmektedir.
Kavala petrolünden
220 Milyon € gelir
Çevre Enerji ve İklim Değişikliği Bakanı Evangelos Livieratos, Prinos ve
Kavala’nın güneyindeki petrol yataklarıyla ilgili açıklamalarda bulundu.
Livieratos açıklamalarında “Prinos ve
Kavala’nın güneyindeki petrol kaynaklarının
değerlendirilmesiyle 2023 yılına kadar devletin 220 milyon euro gelir elde etmesini bekliyoruz” ifadelerini kullandı.
Yunan kamusunun yüklenici firmalar
olan Kavala Oil A.Ş. ve Energeanoil & Gas
A.Ş. ile yapmış olduğu anlaşmanın yer aldığı
yasa tasarısını onaylayacak olan yetkili parlamento komisyonuna konuşan Enerji Bakanı Livieratos, “çevre güvenliği, gerek çevre
ile mevzuat gerekse de çevre müfettişleri ve
bakanlığın oluşturacağı takip komiteleri tarafından temin edilecektir” ifadelerini kullandı.
Kavala bölgesindeki petrol kaynakları
bölge için büyük önem taşıyor. Bahsekonu
kaynaklardan 2023 yılına kadar devlet kasalarına 220 milyon euro girecek olması hükümetin bu projeye verdiği önemi arttırıyor.
Azınlıkça
29
İki Aileden Biri
Vergisini Ödeyemiyor
E
konomik krizle ilgili yapılan son bir
araştırmaya göre Yunanistan’da iki aileden biri, vergi ve diğer ödemelerini yerine getiremiyor.
Marc araştırma şirketinin son anketine göre
Yunanistan’daki ailelerin %50’si vergi yükümlülüklerini
yerine getirememekle birlikte, kredi borcuna sahipler ve
hayatta kalabilmek için düşük kaliteli ürünler satın alıyorlar.
1.207 kişi üzerinde yapılan araştırmanın sonuçlarına
göre anketörlerin %54,3’ü 2013 yılında vergi ve diğer
ödemelerini karşılamakta zorluk çekeceğini beyan ederken, halkın %32,5’i sorun yaşamayacağını dile getiriyor.
Anketten çıkan bir diğer sonuca göre ise ankete katılanların %49’u “vergi borçlarınızı ödeyecek misiniz?” sorusuna “hayır” cevabını veriyor.
Her 10 vatandaştan 9’u yıllık gelirlerinin en azından
%38 oranında azaldığını dile getirirken, her 3 aileden
2’si yıllık aile gelirlerinin 18.000 euro’nun altına düştüğünü dile getiriyor.
Marc şirketinin araştırmasına göre anketörlerin
%47’si bankalara yönelik kredi borcu olduğunu ifade
ederken, ihtiyaçlarını karşılamak için biriktirdikleri paralardan istifade edenlerin %56,5, akraba veya dostlarından borç isteyenlerin %33,1, kredi kartı kullananların
%15,8, servetlerinin bir kısmını satanların ise %8,8 oranında olduğu tespit edildi.
Mali krizle birlikte harcamalarda da büyük kısıtlamalara giden halkın %42’sinin düşük kaliteli ürünler
satın aldığı kaydedildi.
Vergi gelirlerinde büyük açık
Maliye Bakanlığı’nın yıllık bütçenin Ocak ayı verilerini açıklamasıyla vergilerden, özellikle de FPA ve
özel tüketim vergilerinden elde edilmesi hedeflenen
gelirlerde büyük açık olduğu ortaya çıktı.
30
Azınlıkça
Verilerden, ayrıca,
birçok sigorta fonunun
da öngörülen devlet
desteklerinin büyük
bir bölümünden yılın
ilk ayından daha faydalandığı ve yıl sonuna
kadar para sıkıntısı yaşayabilecekleri ortaya
çıktı.
Ancak, her şeye
rağmen mali bütçe
Ocak ayında 177 milyon euro artı verirken,
Ocak ayı için 873 milyon açık öngörülüyordu. Bütçenin
Ocak ayında artı vermesi vergi iadelerinin dondurulmasından ve harcamaların etkin bir biçimde kısıtlanmasından kaynaklanıyor. Ocak ayında 311 milyon euro vergi iadesi yapılması öngörülürken, bu rakam 43 milyon
euro’da sınırlı kaldı.
Öte yandan, vatandaşın sırtına yüklenen ek vergiler
konusunda ise sadece elektrik faturaları üzerinden alınan
ek gayrimenkul vergisi ve 2010 yılı gayrimenkul vergilerinden devlet kasalarına para girdi. Isınma akaryakıtına
getirilen ek vergiden ise devlet kasalarına bir cent dahi
girmediği dikkatlerden kaçmadı. Isınma akaryakıtından
geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 349 milyon euro gelir
elde edilirken, benzin satıcılarının verdiği verilere göre
Ocak ayında ısınma amaçlı akaryakıt tüketiminde %70
gerileme yaşandı.
FPA’dan elde edilen gelirler ise geçen yıla kıyasla 339
milyon euro ve öngörülen hedefe göre 161 milyon euro
daha az çıktı. FPA gelirlerindeki bu gerilemenin resesyon
nedeniyle tüketimdeki düşüş ve muhtemelen vergi kaçakçılığında yaşanan artıştan yaşandığı tahmin ediliyor.
Devlet harcamalarında ise büyük tasarrufa gidildiği
ortaya çıkarken, öngörülen hedefe kıyasla 1 milyar euro
daha fazla tasarruf edildiği kaydedildi.
2) FPA: FPA (KDV) oranının aşamalı olarak %23’e
kadar çıkartılmasıyla ortaya çıkan sonuç ise trajik oldu.
Son üç yılda tüketimin azalması ve vergi kaçakçılığının
artması, alınan bu önlemi tamamen etkisiz hale getirdi.
2009 ve 2010 yıllarında FPA’dan elde edilen gelir 16,5
ve 17,3 milyar euro olarak belirlenirken, bu rakam 2012
yılında 15,6 milyar euro’ya geriledi ve 2013’te ise 13,7
milyar euro’ya gerilemesi öngörülüyor
3) Gayrimenkul vergileri: 2012 yılında mali açıdan
büyük durgunluk yaşanmasına rağmen hâlâ gayrimenkullere yüklü vergiler getirilmeye devam ediyor. Diğer
taraftan, alıcıların olmadığı bir gayrimenkul piyasasında,
özellikle de normal şartlarda çok pahalıya satılabilecek
gayrimenkullerin fiyatlarında büyük düşüş yaşanıyor.
4) Sigara ve alkollü içeceklere özel tüketim vergisi:
Alınan bu önlemle kamu yaklaşık 500 milyon euro kaybetti. Sigara ve alkollü içeceklere ardı ardına getirilen
özel tüketim vergileriyle 2012 yılında devlet kasalarına
sadece 3,1 milyar euro girerken, 2011’de bu rakam 3,5
milyar euro olarak hesaplanmıştı.
Maliye 7 ayrı vergi koydu,
Ülkeyi resesyona
sürükledi
Memorandum çerçevesinde Yunanistan’da
hükümetin aldığı ve birçok ailenin ödemekte
zorlanmasına yol açan 7 ayrı vergiden umulan
gelirin elde edilemediği ortaya çıktı.
Devlet gelirlerini arttırması beklenen tüketim ve mal
varlıklarına getirilen vergiler, devlet gelirlerini arttırmak
bir yana, Yunanistan’ı daha büyük bir resesyona sürükledi. Büyük umutlar bağlanan fakat bekleneni veremeyen
işte o 7 vergi:
1) Isınma amaçlı kullanılan akaryakıt (petrol) vergisi: Yapılan memorandum ısınma amaçlı kullanılan petrolün fiyatının araçlarda kullanılan akaryakıt fiyatıyla
aynı seviyeye çekilmesinin devlet gelirlerini 1,1 milyar
euro arttıracağını öngörüyordu. Resmi verilere göre
2012 yılı Ekim-Aralık döneminde 364.325 litre ısınma amaçlı akaryakıt satıldı ve özel tüketim vergisinden
120.556.000 euro, FPA’dan (KDV) ise 87.438.000 euro
gelir elde edildi. Yani 2012 yılında alınan bu önlem sayesinde devlet kasalarına sadece 207.994.000 euro girdi.
5) Taşıt vergisi: Araçlara vergi beyanında getirilen
vergiler ile trafik harçlarının arttırılması Yunanistan’da
özellikle de otomobil ticaretini deyim yerindeyse yerle
bir etti.
Kamunun araç alım satımlarından elde ettiği sınıflandırma vergisinden sağlanan gelirler dibe vururken,
2009 yılında sınıflandırma vergisinde 473 milyon euro
gelir elde eden devlet, 2010 yılında 249 milyon euro ve
2011 yılında yaşanan büyük düşüşle ise sadece 100 milyon euro gelir elde edebildi. Geçen yıl ise elde edilen
gelir daha da düşerek 53 milyon euro oldu. Rakamlar bu
önlemin kamu gelirlerine açtığı zararı net şekilde ortaya
koyuyor.
6) Lüks tüketim vergisi: Araçlara, yatlara ve lüks
mallara getirilen bu verginin de aynı olumsuz sonuçlara yol açtığı rotaya çıktı. 70 milyon euro gelir getirmesi
beklenilen vergiden 2012 yılında sadece 2,2 milyon euro
devlet kasalarına girebildi
7) Yaşam standardı vergisi: Serbest meslek sahiplerini hedef alan bu vergi ise maaşlı vatandaşların kâbusu
haline dönmüş durumda. Yaşam standardı vergisinden
2011 yılında 400 milyon euro elde edilmesi öngörülürken, devlet sadece 75 milyon euro gelir elde edebilmeyi
başardı.
*
Azınlıkça
31
Yunanistan’da Yeni Yatırım Yasası
Yatırımcının Lehine Olacak
Yunanistan Parlamentosu’na sunulması beklenen
edilmesi konusunu görüşeceği kaydedildi.
stratejik ve özel yatırımlarla ilgili yasa tasarısının bir
taraftan yatırımlara yönelik izin çıkarma sürecini
Yeni yatırım yasasının getireceği ana değişiklikler
hızlandırması, diğer taraftan da kalkınma yasasına
şöyle:
tâbi olacak yatırım planlarının daha az vergi ödemeyi
sağlayacak muafiyetlerden yararlanmasını
- Stratejik yatırımlar için gerekBundan
öngöreceği belirtiliyor.
li tüm izinleri verecek Genel İzin
sonra yatırımDairesi’nin kurulması
lar konusunda olumlu
Yunanistan’daki yatırım ve kalgelişmeler ve haberler olacaktır.
kınma eksikliğini giderecek ham- Vize sahibi olan ve
leler yeni yatırım yasasına yanYunanistan’da en azından
Kamu projelerinde yatırım süreci
sırken, bir taraftan merkezî izin
300.000 euro değerinde
basitleşecek ve rekabetçilik ortamı
verme kurumunun kurulmasıyla
konuta
sahip olan yabancı
arttırılacaktır.
atıl bürokrasiye son verilmesi, diülke vatandaşlarına 5 yıllık
ğer taraftan da troyka ile yapılan
oturma izni verilmesi
ilgili müzakerelerden sonra vergi muafiyetlerinin Yunanistan’ın içinde bulun- Yatırımcının teminat mektuduğu duruma adapte edilmesi hedefleniyor.
bu sunması şartıyla kalkınma yasasına
dahil edilecek yatırımlar için öngörülen destek
Başbakanlık Konutu’nda yapılan toplantıya katılan
priminin %100’ünün önceden verilmesi
Kalkınma Bakanı Kostis Hatzidakis, toplantı sonrası yaptığı açıklamalarda “bundan sonra yatırımlar konusunda
- Kalkınma yasasındaki yatırım projelerinin bankalar
olumlu gelişmeler ve haberler olacaktır. Kamu projeletarafından da kontrol edilmesi
rinde yatırım süreci basitleşecek ve rekabetçilik ortamı
arttırılacaktır” dedi. Bu arada hafta içerisinde Fransa Ma- Invest in Greece Kurumu’na yatırımcıların kamu
liye Bakanı ile bir araya gelmesi beklenen Hatzidakis’in,
idaresiyle alışverişlerinde yaşayabileceği olası sorunlar
Fransız sermayelerinin Yunanistan Yatırım Fonu’na dahil
konusunda arabulucu rolünün verilmesi.
32
Azınlıkça
Yeni Yasayla
Yatırımlara
Ekspres Hizmet
İskeçe İlinde
Bayat Ekmeğe
Muhtaçlar Artıyor!
Yunanistan’a yeni yatırımların yapılmasını ve
mevcut yatırım planlarının önündeki engelleri kaldırarak ekonomiyi canlandırmayı planlayan hükümet,
bu hedeflerine parlamentoya sunulan yeni yatırım yasası ile ulaşmaya çalışacak.
Kalkınma Bakanı Kostis Hatzidakis tarafından Perşembe günü parlamentoya sunulan yasa tasarısıyla, ayrıca, bugüne kadar bürokratik engellere takılan kamu
servetinin daha etkin şekilde değerlendirilmesi hedefleniyor.
Yeni yatırım yasa tasarısı, yatırım sürecini hızlandırmak amacıyla tam yetkiye ve merkezî izin verme kurumu özelliğine sahip olacak Stratejik ve Özel Yatırımlar
Genel Sekreterliği’nin kurulmasını öngörüyor. Stratejik
ve Özel Yatırımlar Genel Sekreterliği, 45 gün içerisinde
bir yatırımın başlatılmasına izin verebilecek.
Bu arada, yeni yasayla, ilk kez belirli izinler için
kamu tarafından verilen mühlet çerçevesinde işlemlerin
her hangi bir nedenden dolayı ilerletilmesi durumunda,
yatırım yapacak olan şirketler doğacak hukuksal sorumlulukları üstlenerek öngörülen şartları getirdiklerini dair
kendileri teminat verebilecek.
Kamuya ait gayrimenkuller ve kamu şirketleri gibi
stratejik kamu yatırımlarda ise, yatırımcılar projelerini direkt olarak Stratejik ve Özel Yatırımlar Genel
Sekreterliği’ne sunacak. 50 milyon euro üzerindeki yatırımların ise parlamento tarafından onaylanması gerekirken, stratejik yatırımlar için önemli vergi avantajları
sunulacak.
Büyük yatırımlar için sunulması beklenilen vergi
avantajları arasında belirli süreliğine vergi yükümlülüğünün dondurulması, FPA iade sürecinin basitleştirilmesi ve uzatılması, özel harç ve vergilerden muafiyet gibi
avantajlar yer alıyor.
Bu arada, şimdiye dek büyük yatırımlardan istifade edemeyen tersane, sağlık ve kayak merkezi, toplantı
merkezleri gibi özel turistik altyapı yatırımları sektörleri
faydalanabilecek.
İskeçe (Xanhti) Fırıncılar Derneği Başkanı
Payotis Amberiadis İskeçe’de bayat ekmek talep
eden vatandaşların sayısının gün geçtikçe arttığını ifade etti.
Amberiadis konu hakkında yaptığı açıklamada “20-25 cent daha az para ödeyerek dünkü hatta iki gün önceki ekmekleri satın almak isteyen
hemşerilerimizin sayısı gün geçtikçe artıyor” diye
konuştu.
“Daha ucuza ekmek satın alabilmek için her
gün gibi bizden dünkü ya da iki gün önceki ekmek olup olmadığını soran hemşerilerimiz var”
diye konuşan İskeçe Fırıncılar Derneği Başkanı
mali krizin bölgeyi olumsuz yönde etkilediğine
dikkat çekiyor.
Amberiadis açıklamasının bir diğer ilgi çeken kısmında ise “Durum sadece bundan ibaret
değil. Özellikle de düşük gelirli vatandaşlarımız
hayvanlarına verme bahanesiyle çuvallarla bayat
ekmek talep ediyor. Öğrendiğimize göre bu ekmekleri ıslatarak peksimet yapıp yiyorlar” ifadelerini kullandı.
Öte yandan Doğu Makedonya Trakya Eyalet’indeki bütün fırıncılar gibi İskeçeli fırıncıların
da zor günler geçirdiğine dikkat çeken İskeçe Fırıncılar Derneği Başkanı, fırıncıların gelirlerinin
her gün daha da azaldığının ve bu alanda faaliyet
gösteren birçok işletmenin kilit vurmak zorunda
kaldığının altını çizdi.
Azınlıkça
33
Yunanistan BM’ye
Kıta Sahanlığı Konusunda
Türkiye İle İlgili Nota Verdi
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulos’un talimatıyla “20 Şubat Çarşamba günü Birleşmiş Milletler’e (BM) Türkiye’nin Yunan kıta sahanlığında hidrokarbon araştırmaları yapılmasıyla ilgili izin
verdiği konusunda nota verildiği” açıklandı.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ve
Azınlıkça Online ekibi tarafından Türkçeye çevrilen resmi açıklamaya göre, BM’ye sunulan notada, “Türkiye tarafından Yunan kıta sahanlığına ait bölgelerde hidrokarbon araştırma izni verildiğine dair” BM bilgilendirildi.
Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan ilgili açıklamada, “Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulos’un talimatıyla, dün (20.02.13), Birleşmiş Milletler’e sözlü nota
verildi. Bu notayla Yunanistan BM’yi Türkiye tarafından
Yunan kıta sahanlığına ait bölgeler için araştırma izni verildiği konusunda bilgilendirmiştir.
Dışişleri Bakanlığı’nın bu hareketi Deniz Hukuku’na
ve özellikle de BM’nin Deniz Hukuku ile ilgili
Sözleşmesi’ne (1982) uygun bir şekilde ülkemizin egemenlik haklarının korunması konusundaki Yunan tezlerini garanti altına almaktadır.
Türkiye’nin araştırma izni verdiği öğrenildiği andan
itibaren Yunan hükümeti derhal Türkiye’ye gerekli itirazları yapmıştır.
Dünkü girişimle birlikte, Yunanistan BM’yi ve yetkili birimlerini bilgilendirirken, nota ayrıca Law of the Sea
Bulletin’de de yayınlanacaktır.
Yunanistan, Türkiye ile ve bölgedeki tüm ülkelerle,
özellikle de egemenlik haklarımız ve doğal servetimizin
değerlendirilmesiyle ilgili konularda, karşılıklı saygıya ve
uluslararası hukuka dayanan iyi komşuluk ilişkilerini arzulamaktadır” ifadelerine yer verildi.
Yunanistan’ın BM’ye verdiği
notanın satır araları
Yunanistan’ın, Birleşmiş Milletler’e (BM) verdiği notada (note verbale) Türkiye’nin geçen yıl Nisan ayında
34
Azınlıkça
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) hidrokarbon (doğalgaz ve petrol) araştırmaları için verdiği
izinler Uluslararası Hukuk bazında geçersiz ve yasadışı
olarak nitelendirildi.
Gazeteci Athanasopulos Angelos’un To Vima gazetesinde kaleme aldığı ve Azınlıkça Online ekibi tarafından Türkçeye çevrilen makalesinde söz konusu notada
Yunanistan’ın ayrıca, Rodos ve Kastelorizo (Meis) adalarının deniz sahaları konusunda tam haklara sahip olduğunu, yani diğer karalar gibi kıta sahanlığı ve münhasır
ekonomik bölge (MEB) hakkının bulunduğunu belirttiği kaydediliyor.
BM’ye 20 Şubat Çarşamba günü verilen notada,
2012 yılı Nisan ayında Türkiye’nin Resmi Gazetesi’nde
yayınlanan 5033, 5034, 5035 ve 5028 numaralı parsellerin Yunan kıta sahanlığına ait olduğu ifade ediliyor.
Notada özellikle 5033 numaralı parselin Meis
(Kastelorizo) adasındaki 6 deniz mili karasuları kuralını ihlal ettiği, Rodos yakınlarında verilen arama izninin de kıyıdan 11 deniz mili uzaklığında olduğuna
dikkat çekiliyor.
Yunanistan
Dışişleri
Bankanı
Dimitris
Avramopoulos’un BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a
sunduğu notada harita ve koordinatlar bulunmuyor.
Notada, Yunanistan’daki 4001/2011 sayı ve tarihli
yasada belirtilen ve BM Genel Sekreteri’ne 2012 yılı
Mayıs ayında bildirilen Yunan kıta sahanlığının dış
koordinatları yer alıyor. Bilindiği üzere dış sınırlar,
sınırlandırma konusunda kıyıdaş devletlerce anlaşma
sağlanılmayan durumlarda orta çizgi ilkesine göre belirleniyor.
Ancak notada, Ankara’nın Onikiadalar’ı 1928 yılında imzalanan Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde öngörülen yasal deniz sahalarından mahrum bırakmak için
“tek taraflı girişimlerde” bulunulduğu belirtiliyor.
Yunanistan’ın BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a
Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulos aracılığıyla
sunduğu notanın ana hatları şöyle:
1. Yunanistan “Rodos ve Meis adası da dahil olmak
üzere bütün Yunan adalarının kıyı bölgesi dışında diğer karaların sahip olduğu deniz sahası haklarına sahip
olduğunu” vurguluyor. Bu konu 1982 yılında imzalanan Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121. (2) maddesinde ve uluslararası mevzuatta garanti altına alındığı
kaydediliyor.
2. Birinci maddede bahsedilen nedenle, Türkiye’nin
27 Nisan 2012 tarihinde yayınlanan bakanlar kurulu kararında belirttiği sahaların tamamen Türk kıta sahanlığı
içerisinde yer aldığı şeklindeki ifadenin tamamen asılsız
olduğu belirtiliyor.
3. Yunanistan’ın kıta sahanlığında araştırma yapma
ve doğal kaynaklarını değerlendirme konularındaki “ab
inito ve ipso facto” egemenlik haklarını kullandığı ve bu
hakların Türkiye’nin TPAO’ya izin vermek gibi Uluslararası Hukuk’a aykırı olan tek taraflı eylem ve hareketlerden etkilenmediği ve bu eylemlerin hukuksal sonuçlar
doğurmadığından bahsediliyor.
4. Yunan kıta sahanlığının dış sınırlarının 2289/1995
sayılı ve tarihli yasanın 2. (1) maddesince ve bu yasa üzerinde 4001/2001 sayılı ve tarihli yasa ile yapılan değişiklerce belirlendiği belirtiliyor.
Öte yandan Yunan diplomatik kaynaklar, İstanbul’da
Yunanistan ile Türkiye arasında yapılacak ve iki ülke
başbakanının bir araya geleceği Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin ikinci toplantısı öncesinde BM’ye şifahi nota sunma yönündeki hareketin, Yunan egemenlik
haklarının korunması çerçevesinde yapılan girişimlere
dahil olduğunu ifade ediyorlar.
Türk Dışişleri’nden BM’ye
verilen nota hakkında açıklama
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan Dışişleri
Bakanlığı’nın Birleşmiş Milletler’e verdiği nota hak-
kında açıklamada bulundu.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın ilgili açıklaması şu
şekildedir:
No: 46, 22 Şubat 2013, Yunanistan’ın Birleşmiş
Milletler’e Yaptığı Bildirim Hk. / T.C. Dışişleri Bakanlığı
Yunanistan’ın, ülkemizce Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) Doğu Akdeniz’deki kıta
sahanlığımızda verilen ruhsatlar bağlamında Yunan
kıta sahanlığına ilişkin görüşlerini Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde kayda geçirdiği öğrenilmiştir.
Yunanistan’ın sözkonusu iddialarının uluslararası hukukta bir dayanağı bulunmamaktadır.
Bu iddialar esasen Yunanistan’ın ikili düzeydeki
girişimlerinde dile getirilmekte ve ülkemizce gerekli
yanıtlar verilmekteydi. Bu defa BM nezdinde de tarafımızdan mukabil adımlar atılacaktır.
Türkiye’nin 2007 yılından bu yana TPAO’na verdiği ruhsatlar Doğu Akdeniz’deki Türk kıta sahanlığı
sınırları içerisindedir ve Türkiye’nin bu alanlardaki
doğal kaynakları arama ve çıkarmaya ilişkin hükümran hakları bulunmaktadır. Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklanan bu haklarını kullanmaya devam
edecektir.
Egemen haklarımızın korunması için gerekli adımlar atılırken Yunanistan’la ilişkilerimizin geliştirilmeye devam edilmesine ve sorunların çözümü amacıyla
oluşturulan diyalog kanallarından istifadeye yönelik
tutumumuz da sürdürülecektir.
Azınlıkça
35
Yunanistan için MEB
Sihirli Çözüm mü?
Yunanistan’ın son günlerde gündemindeki konularından
olan münhasır ekonomik bölge (MEB) konusunu Kathimerini gazetesinin “Falirefs” mahlas adlı yazarlarından Stefanos
Kasimatis değerlendirdi.
Kasimatis’in “MEB sihirli çözüm değil” başlıklı yazısının Azınlıkça Online ekibi tarafından derlenen ve Türkçeye
çevrilen ilgili bölümleri şu şekildedir:
“Son otuz yılda Yunanistan’da her şeyi yerle bir eden
solcu popülizm ideolojisi, Deniz Hukuku’nun son derece
teknik ve karışık bir konusu olan “MEB’imiz” konusunu
bugün her önüne gelen Yunanlının “tamamlanmış görüş”
sahibi olduğu siyasi ajandada yer alan bir konuya dönüştürmüş durumda.
Birleşmiş Milletler’in (BM) Deniz Hukuku ile ilgili toplantısının (Montego Bay 1982) nihai kararlarını benimsenmesiyle devletlerin MEB hakkının resmilik kazanması ve
otomatikman MEB konusundaki hakkın kullanılmasının
da bütün dertlerimize derman olacağı anlamına gelmiyor.
Gerçekte, bu hakkın kullanılması daha fazla sorunlara yer
açacağı ve mevcut durumumuzu daha zor hale sokacağı kesindir. Yunanistan’daki her an – hatta yarın niye olmasın?
– sahillerden 200 deniz mili uzaklığında deniz sahasındaki
ekonomik hakları değerlendirmesinin ilan edilmesi görüşü,
Yunanistan’daki her protestosunu dile getirenin kendisiyle
aynı fikirde diğer 50 kişiyle birlikte şehrin en işlek yolunu
işgal etmesi – çünkü “demokratik” hakları bunu gerektiriyor
– yönündeki “demokrasi” algılayışıyla tamamen örtüşüyor.
Hayatlarını bu konuyu yakından takip etmeye adamış
hukukçu ve diplomatlar birçok kez konuşma ve makalelerinde deniz hukuku ile ilgili BM Sözleşmesi’nin kasten muallak bırakıldığına ve genellemeler içerdiğine ve sözleşmenin
adil bir çözüm bulunması ihtiyacına tarafları sevk ettiğine
dikkat çekmektedirler. Bu muallaklık sözleşmenin kusursuz
olmayışıyla ilgili değildir. Ama galiba onlarca yıl süren sancılı ve çok taraflı bir müzakerenin sonucu ve bilinçli bir şekilde sınırlandırma konusunda adalet kapısının çalınması yolunu açmaktadır. Zaten 1969 yılından bu yana Uluslararası
Lahey Mahkemesi almış olduğu bir dizi kararla anlaşmanın
genelleme yapılmış bölümlerini yorumlamakta ve bu şekilde
uluslararası bir mevzuat oluşturmaktadır.
Öyleyse – bazılarının Başbakana önerdiği şekilde – “baş36
Azınlıkça
kaları yetişmeden biz yapalım” cinsinden bir mantık yoktur
ve bu tür hamleler kesinlikle arzulananın aksi sonuçlara yol
açmaktadır. Örneğin, bizden sonra eğer Türkiye de sahillerinden 200 deniz mili uzaklığında MEB ilan ederse, o zaman
biz ne yapacağız? (Acaba oralı olmamayı mı tercih edeceğiz?)
Yanılmıyorsam 2009 yılında başlatılan deniz sahalarının
sınırlandırılması müzakereleri ne tür gelişmelere sahne olacak? Bizim bu konuda düşünmeden tek taraflı atacağımız
bira adım satrançta rakibin tepki olasılıkları hesaplanmadan
yapılmış bir hamleyle eşittir.
Ancak bu konunun ele alınışına gösterilmesi gereken
önem, kesinlikle durgunluğun bu konudaki tek alternatif
çözüm olduğu anlamına gelmiyor. Lahey’e başvurma yolu
dışında (ki bu durum parlamento tarafından onaylanması
gereken uluslararası bir anlaşma gerektiriyor) komşu devletlerle uzlaşıcı müzakerelere gitme yolu da var. Ülkemiz 13
yıldan beri bu politikayı benimsemiştir. 2006 yılında hükümet bu öneriyi kabul edince Arnavutluk, Mısır ve Libya ile görüşmeler başladı. Bununla birlikte, çok yıllı gecikmeyle de olsa 2011 yılından bu yana en nihayetinde İyonya
Denizi’nde ve Girit’in güneyinde müzakerelerden doğan
güvenli verilere dayanarak hidrokarbon araştırmaları konusunda ciddi bir politika izlenmektedir. Hükümetin bu yolu
takip etmesi akıllıcadır.
Ancak Başbakan Antonis Samaras’a ND partisinin sağ
görüşlü kesiminin yapmış olduğu baskı, Samaras’ı MEB ilanı gibi değişik görüşleri inceleyerek oyların sağa kaymasını
önlemenin yollarını aramaya sürüklüyor. Gelen bilgilere göre
sağ seçmenlere hitap eden önlemlerde sağ partiler arasında
(ND, Bağımsız Yunanlılar ve Altın Şafak) oy çoğunluğu sağlanması ihtimalinin değerlendirilmesi planlanıyor. Eğer bu
gerçekse, çok tehlikeli bir durumdur ve mevcut hükümetin
istikrarını tehlikeye sokar. Özellikle MEB konusunda yapılan deneylerin Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından hiçbir şekilde desteklenmemesi işin teselli edici yanı. Dışişleri
Bakanlığı’nda gerek diplomatlar gerekse de siyasi yönetim
bu tür bir maceranın yol açabileceği tehlikelerin tamamen
farkındalar.
Hayatta, zor sorunlara kolay çözümler yoktur – bunlar
sadece süper kahramanlı çizgi romanlarda olur. MEB gerçekten de Yunanistan’ın geleceği açısından önemli bir imkânı
teşkil etmektedir. Ancak bu konunun değerlendirilebilir
hale dönüştürülebilmesi için konuyla ilgili parametrelerin ve
ülkenin çıkarlarının devamlılıkla birlikte değerlendirilmesi
gerekiyor. Özellikle bu konu üzerinde birçok yoğun çalışma
yapılmalı ancak bu çalışmaların sonucunda derhal halktan
oy beklenmemelidir. İyi bir gelecek ciddiyetle ve çalışmayla
elde edilecektir, sihirli çözümlerle değil...”
Fransa Cumhurbaşkanının
Atina Ziyareti ve MEB
Gazeteci Manolis Kottakis’in “Dimokratia” gazetesinde yayınlanan “Avrupai MEB” başlıklı makalesinin
Azınlıkça Online ekibi tarafından yapılan özgün Türkçe
çevirisi şu şekildedir:
“Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras’ın Fransa
Cumhurbaşkanı François Hollande ile yaptığı görüşmenin hemen akabinde yaptığı açıklamalar gerçekten
ilginçti. Fakat analistlerin olaya yaklaştıkları açıdan değil. Yani Fransızlardan firkateyn satın alıp almayacağımız
veya Fransız şirketlerin ülkemiz Yunanistan’a yatırım yapıp yapmayacakları açısından değil.
Bu analizlerden ilk ortaya çıkan –
ancak artık rutin olduğu için bu konuyu geçiştiriyoruz – Hollande ziyareti
ilk kez Yunanistan’ın Euro’da kalıp
kalmayacağının ele alınmadığı bir
yabancı ülke lideri ziyareti oldu.
İkinci olarak ise verilen resmi yemeğe PASOK lideri Venizelos ile
DİMAR lideri Kuvelis’in de katılmalarıyla koalisyon hükümetinin bizim sandığımızdan bile
daha fazla istikrara kavuşmaya başladığı ortaya çıktı.
Samaras’ın ortakları daha
çok cesaret kazanıyor, Başbakan yabancı liderlere onları Başbakan Yardımcıları
gibi tanıtıyor, tabii bir de
Venizelos’un Pazartesi günkü
koalisyon ortakları toplantısından sonra “hükümetimiz”
diye konuştuğunu unutmamak
gerekiyor. Üçüncü önemli konu
ise hükümet ortakları ile yaptığı
görüşmeler sonrasında Başbakanın
münhasır ekonomik bölge (MEB)
konusunda ifade ettikleri. Samaras
bu konudaki stratejisini açıkça ortaya
koymaya başladı.
Yeni veriler neler? İlk olarak Yunanistan’ın deniz
altındaki servetini “Avrupai” olarak niteledi. Daha somut olmak gerekirse Yunanistan’ın enerji kaynaklarının
“Avrupa’nın gelir getiren kaynakları” olduğunu ve “üçüncü ülkelerin ihracatlarına daha az bağlı olması için kendi
hidrokarbonlarına sahip olmasının Avrupa’nın çıkarına
olduğunu” vurguladı.
Bunlara cevaben Hollande da ilk kez “birlikte değerlendirme” terimini kullandı. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Benim kanaatime göre mevcut hükümet, dönemin
Papandreou hükümetinin AB’ye yönelik
düşmanca yaklaşımdan uzaklaşarak uluslararası ilişkilerin tüm boyutlarında Avrupa kartını güçlü bir şekilde oynuyor.
Yunan konusundaki (önümüzde
borcun üçüncü kez kırpılması ve mali
uyum programının gevşetilmesi var)
müzakere sürecini Yunanistan ile
Kıbrıs’ın enerji rezervlerini kıtanın
yararına doğru bir şekilde değerlendirmek amacıyla Fransız ve
Almanlar ile yapılacak ittifaka
bağlıyor. Tabiî ki Türkiye’yi saf
dışı ederek.
Öte yandan, Başbakan
Samaras Rusya aleyhine
ciddi bir ima bıraktı. Samaras “kıtanın üçüncü ülkelerin
ihracatlarına daha az bağlı
kalması gerekliliğinden” bahsetti. Sonuç: Hükümet Avrupai
MEB kartını müzakerede dümen
olarak kullanıyor. Tabiî ki sondaj
çalışmalarının derhal başlaması
için acele ettiğinden değil. Şimdi
bu strateji Rusların DEPA’nın özelleştirilmesi ihalesinde sunduğu teklifi
atlamasına izin verir mi, bunu teklifler
açıldığında göreceğiz.
Azınlıkça
37
as
r
p
i
s
T
eri
d
i
l
e
A
l
i
Z
I
i
r
R
e
SY
şişl
ı
D
ABD görüştü?
i
neler
SYRIZA Partisi Parlamento Grubu Başkanı Aleksis Tsipras Washington’da ABD Dışişleri ve Maliye Bakanlığı yetkilileri ile bir araya
geldi.
SYRIZA lideri ile Avrupa Konularından Sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Eric Rubin’in
görüşmesinde münhasır ekonomik bölge (MEB), YunanTürk ilişkileri, Kıbrıs sorunu, Makedonya isim sorunu,
terör olayları ve Altın Şafak Partisi gibi konuların masaya
yatırıldığı öğrenildi.
MEB ilanının Yunanistan’ın egemenlik hakkı olduğunu dile getiren Aleksis Tsipras, bu hakkın gerektiği
zaman uygun görüldüğü şekilde kullanılacağını aktarırken, terör konusunda da SYRIZA partisinin teröre ve insan hayatının tehdit edilmesine karşı tezlerini Amerikalı
Dışişleri Bakan Yardımcısı’na aktardığı belirtildi.
SYRIZA Partisi’nin Altın Şafak gibi bir oluşumla
kıyaslanamayacağının altını çizen Aleksis Tsipras, Altın
Şafak’ın SYRIZA’nın rakibi veya tam aksinin mümkün
olamayacağını vurguladı.
Daha sonra Avrupa ve Avrasya Konularından Sorumlu Maliye Bakan Yardımcısı Christopher Smart ile
görüşen Tsipras, Smart ile Yunanistan’ın borcunun sürdürülebilirliği ve AB’nin borç krizini önlemek için atması gereken adımları görüştüğü aktarıldı.
2. Yunanistan’ın bölgede istikrar sağlayan rolünü oynamaya devam etmesini istiyoruz. Yunanistan’ın istikrara katkıda bulunabilmesi için dış politikada devamlılığı
ve tutarlılığı olması gerekiyor.
3. Yunan ekonomisinin gidişatının sadece Yunanistan’ı
değil aynı zamanda Avrupa ve ABD’yi de ilgilendirdiğini
düşünüyoruz. Dünya ekonomisinin istikrarsızlaşmasına
yol açan kemer sıkma politikasının iptal edilmesi herkesin ortak çıkarınadır.
4. Yunanistan’a yönelik program uygulanamıyor. Bu
sonuç IMF’nin raporlarına da yansıyor. Alman yönetiminin politikası AB’yi çıkmaza sürüklüyor.
5. Yunanistan felaket yolunu durdurmalı, ülke
Almanya’daki seçimlere kadar bekleme lüksüne sahip
değil. Memorandumun etkileriyle şimdi mücadele edilmeli. Büyük fakirlik ve yayılan faşizm durdurulmalı. Avrupa geçmişteki krizlerden elde ettiği tecrübelerle daha
bilgin olduğunu kanıtlamalı.
SYRIZA Partisi Parlamento Grubu Başkanı Tsipras’ın
Amerikan Dışişleri yetkililerine aktardığı konuları To
Vima gazetesi madde madde şu şekilde sıralamış:
6. Türkiye ile normal ilişkiler istiyoruz. Yunan
MEB’inde bulunan hidrokarbonların değerlendirilmesi
bir egemenlik hakkıdır. Bu müzakere konusu olamaz.
Uluslararası hukuktan kaynaklanan bir haktır. Bu faaliyetten elde edilecek gelirlerin eski borçların ödenmesine
gitmesini kabul etmeyeceğiz.
1. Bazı durumlarda kötü niyetli bile olabilen arabulucular olmadan birebir görüş alışverişinde bulunma fırsatımız olduğu için mutluyuz.
7. Hristofiyas hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümü için sarf ettiği dürüst ve yoğun çabaların karşılık
bulmaması yazık oldu.
38
Azınlıkça
Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya’dan
TAP Doğalgaz Boru Hattı İçin Ön Anlaşma
TAP (Trans Adriatic Pipeline) doğalgaz projesi için
Yunanistan’ın başkenti Atina’da Dışişleri Bakanlığı’nda
düzenlenen imza töreninde Yunanistan, Arnavutluk ve
İtalya üçlü bir devletlerarası anlaşmaya imza attı.
Başbakan Antonis Samaras’ın da hazır bulunduğu
imza töreninde Yunan hükümeti adına Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulos, Arnavutluk hükümeti adına
Arnavutluk Başbakan Yardımcısı ve Maliye ve Enerji Bakanı Edmond Haxhinasto ve son olarak İtalya hükümeti adına İtalya Kalkınma Bakanı Corrado Passera TAP
devletlerarası doğalgaz boru hattı projesini destekleme
anlaşmasına imza attı.
İmza töreninde, ayrıca, Azerbaycan hükümet yetkililerinin yanı sıra, bugünlerde Yunanistan’da bulunan
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Eric Rubin, TAP doğalgaz boru hattı projesini hayata geçirecek üç ortak firmanın – yani İsviçreli Axpo, Norveçli Statoil ve Alman
E.On Ruhgras firmalarının – temsilcileri, Shah Deniz II
Consortium’un temsilcileri, T.C. Atina Büyükelçisi Kerim Uras ve diğer ülkelerin üst düzey temsilcileri de hazır
bulundu.
Anlaşma hakkında “Büyük bir adım attık. Yunanistan ve Avrupa için stratejik önem taşıyan projeyi destekliyoruz” diye konuşan Başbakan Antonis Samaras “bu
projeyle birlikte Yunanistan’ın rolünün ayrı bir önem kazandığını ve komşu ülkeler İtalya ve Arnavutluk ile yeni
işbirliği çerçevesi oluştuğunu” ifade etti.
Projeyle birlikte 2.000 kişiye iş imkânı doğacağına
dikkat çeken Antonis Samaras, TAP projesinin Yunanistan için çok yönlü avantajlarından bahsettiği açıklamalarında “TAP projesi hayata geçirilirse, Yunanistan’a 1,5
milyar euro düzeyinde yatırımlar yapılacak” ifadelerini
kullandı.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopoulos
ise selamlama konuşmasında “anlaşmanın stratejik avantajları destekleyeceğini ve Azebaycan’a kadar ulaşacak
olan güçlü bir umut mesajı göndereceğini” ifade etti.
Avramopoulos konuşmasında “Bugünkü TAP projesinde olduğu gibi devletlerarası anlaşmalara imza atarak
Yunanistan Güneydoğu Avrupa’da enerji konularındaki gelişmeleri belirlemede önemli rol oynamaktadır.
TAP projesi doğuyu batıyla, Avrupa’yı Avrasya’yla ve
Yunanistan’ı Avrasya’yla birleştirecek bir köprü olmayı
hedefliyor. Bu köprü dünyanın en büyük enerji piyasasını Avrupa piyasası ile birleştirecektir” ifadelerine yer
verdi.
800 km uzunluğundaki doğalgaz boru hattının yaklaşık 478 km uzunluğundaki bölümü Yunanistan’dan
geçiyor. Batı Trakya’dan da geçmesi beklenilen doğalgaz
boru hattının ilk aşamada Azerbaycan’daki Shah Deniz
II doğalgaz kaynağından 10 milyar metreküp doğalgazı Avrupa piyasalarına aktarması öngörülüyor. Hazar
Denizi’nden başlayacak olan TAP boru hattı Türkiye
aracılığıyla Kuzey Yunanistan’dan ve Arnavutluk’tan geçek ve devamında denizaltından İtalya’ya ulaşacak.
*
Azınlıkça
39
www.azinlikca.net
Azınlıkça’dan
iPhone, iPad
ve Android
uygulaması
Android
uygulaması
iPhone ve iPad
uygulaması
Azınlıkça’nın yeni uygulaması sayesinde artık
iPhone, iPad, Android sistemli cep telefonları
veya tablet bilgisayarlarınızdan Azınlıkça Online haber sitesinin Türkçe ve Yunanca haberlerini
ve Azınlıkça Dergisi’nin köşe yazarlarının makalelerini okuyabilir, Azınlıkça’nın Twitter ve
Facebook hesaplarını takip edebilirsiniz.
40
Azınlıkça
Verilen barkod dışında iPhone veya iPad’iniz
için App Store’da “azinlikca” kelimesini aratarak
uygulamayı indirebilirsiniz.
www.azinlikca.net