238 - ODTÜ Mezunları Derneği

238
içindekiler
6
D
Dernekten
ODTÜLÜLER BÜLTENİ
NİSAN 2014
Dernek Ad›na Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü
Himmet fiAH‹N (EDS’83)
Yay›n Kurulu
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
fiule fiAH‹N (PSY’85)
Melda TANRIKULU (CP’06)
Emrah DEL‹KAN (CE’06)
Günay BULUT (ADM’85)
Hilmi GÜVEN (EE’83)
Melih VURKIR (OR/STAT’83)
Erkan ÖZMACUN (EE’87)
Erdem TÜFEKÇ‹ (ECE’05)
fiule GÖKO⁄LU (ADM’85)
Gökçen GÖKYER (CP’12)
Kıvanç YILMAZ (IE’03)
Yay›n ve Reklam Sorumlusu
Aysun BÜYÜKCENG‹Z
[email protected]
Grafik, Tasar›m ve Bask›
AJANS-TÜRK BASIN VE BASIM A.fi.
‹stanbul Yolu 7.km. No: 24 Bat›kent/Ankara
Tel: 0312 278 08 24
Bask› Tarihi: 02.04.2014
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Yönetim Kurulu
Himmet ŞAHİN (EDS’83)
Erdem TÜZÜN (ADM’82)
Baki ARSLAN (CE’89)
Kamil KANCOĞLU (ME’87)
S. Melih ŞAHİN (ME’85)
Melda TANRIKULU (CP’06)
Emre GÜNER (CE’98)
Ödentileriniz ‹çin
T. ‹fl Bankas›, ODTÜ fiubesi
TR 39 000 64 000 001 4229 0528642
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR92 0006 2000 1140 0006 2011 60
Burs ve Yard›mlar Fonu
T. ‹fl Barkas›, ODTÜ fiubesi
TR 81 000 64 000 001 4229 0422059 (TL)
TR 80 0006 4000 0024 2293 2824 08 (EUR)
TR 81 0006 4000 0024 2293 1651 17 (USD)
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR 21 000 6 2000 1140 000 6 2995 35 (TL)
Yönetim Yeri
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Viflnelik Tesisi
1540 Sk. No: 58 100. Y›l, 06530, Ankara
Tel: (312) 286 79 79
Faks: (312) 287 75 00
E-posta: [email protected]
www.odtumd.org.tr
Dosya Konusu
Sualtı Dünyası
Kapak Konusu
Gökçen Gökyer
24 V
Vişnelik İzlencesi
26 Spor
Sp
Opera
27 O
SSahnelerinden
a
28 Vişnelik
Mutfağından
T
30 Teknoloji
31 Dosya
D
K
40 Kavramlar
ODTÜ’den
O
41 B
Bir Köşe
Hocam
42 İnecek Var
Kitaplar
44 Arasında
Yerel Süreli Yay›n
ISSN 1303-7390
ODTÜ Mezunlar› Derne€i ayl›k yay›n organ›d›r.
ODTÜ’lüler Bülteni her ay 5750 adet bas›lmakta
ve Dernek üyelerine ücretsiz gönderilmektedir.
46 Güncel
‹mzal› yaz›lardaki görüfl ve düflünceler yazarlar›na
ait olup, ODTÜ Mezunlar› Derne€i’ni ve ODTÜ’lüler
Bülteni’ni sorumlu k›lmaz. Yay›mlanan yaz›lar ve foto€raflar,
Derne€in ve yazarlar›n izni olmadan kullan›lamaz.
4 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Ç
48 Çizgiyle
B‹ZDEN S‹ZE
Sevgili üyelerimiz,
“Toplumsal adalet algısı” kavramının içinde herkesin, dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne
olursa olsun hukuk karşısında eşit olması vardır. Söz konusu eşitlik siyasi iktidarların kendilerine
biçtiği egemenlik alanında, uzlaşmadan çok baskıya ve bu baskı gücünü meşruluk ve düzen
sayarak, bu durumu hukuk olarak göstermeleri ve uygulamaları ile bozulur. Seçim sonucunda
eşitler arasında geçerli olan temel hakların görmezden gelinmesi, diğer tarafın ötekileştirilmesi
ve kendini buna muktedir görmenin bir sonucudur. Hukuku kamu düzeni içine almayan bir iktidar,
kendisini sürekli bir tehdidin altında görür; yargısal erkin oluşumunda bu egemenlik ilişkisini sonuna
kadar kullanır; bu da yargının, ceberut devlet iktidarının bir aracı haline dönüşmesine yol açar. Bu
durumda hukukun adaleti sağladığı savı, yönetimler tarafından kurgulanan düzenin bir parçası
olur. Bu yaklaşıma karşı duranlar ise anarşist olarak nitelendirilir. Demokrasi ve onun dayandığı
hukuksal altyapı farklı düşünce ve siyasetlerin de alanını belirler.
Temel hak ve özgürlükler toplumda yaşayan tüm kesimlere ortak bir payda altında eşit yaşama
hakkı verir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunun savunucusu ve koruyucusu
olması gereken adalet ve devlet yapısı, toplanma ve ifade özgürlüğü, hukuk çerçevesinde olmayan
tutukluluklar, adil yargılanma hakkının gaspı, yaşam hakkının daraltılması, özel hayata ve aile
hayatına müdahale ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine yapılan ihlallerle çökmeye mahkûm olur.
Anti demokratik yapılara karşı toplumcu ve sosyal bir yönetim biçimi bu çöküşü engelleyecek bir
anlayış olarak ortaya çıkar. Demokratik bir devlet ve toplum olmanın başlangıç yolu vatandaşların
talep ve beklentilerini, duygularını dikkate almaktır.
Hukukun, toplum ve hayatın içinde bir
sistem olarak alınması, evrensel hukukun üstünlüğüne olan inancın güçlendirilmesini getirir.
Yönetenlerle vatandaş arasındaki ilişki ve vatandaşların birbirleri arasındaki ilişkisinde temel
olan, sorunlar çıktığında hukuk sisteminin sorunları çözüme ulaştırmasıdır. Bu durum toplumsal
barışın sağlanmasına büyük katkı da bulunur, toplumun hukuk sistemine güveninin azalması,
güvenebileceği soyut veya manevi dünyadan bir takım durumlara anlamlar yüklemesine yol açar.
Yargının siyasallaşması, hukukun devletten ve siyaseten güçlü olanlara doğru kayması, toplumsal
ve sosyal yapının eğitim ve kentleşme bilincinin yükselmesi adalet algıları ve yargıya güvenin
azalmasına neden olur.
Hepimize sağlıklı bir gelecek diliyoruz.
Sayg›lar›m›zla,
ODTÜ Mezunlar› Derneği
Yönetim Kurulu
NİSAN 2014 5
Dernekten
6. Geleneksel Vişnelik
Bahar Şenliği’nde Buluşalım!
Geleneksel hale gelen Vişnelik Bahar Şenliği, bu yıl da gerçekleşeceği
1 Haziran Pazar gününü “yılın en eğlenceli günü” haline getirecek.
Gelin birlikte eğlenelim!
H
er yıl yaz başında, bir yıl boyunca ODTÜ Mezunları Derneği bünyesinde yapılan tüm etkinlik, kurs, seminerlerin
katılımcılarının da katkılarıyla sergilenmesi amacıyla yapılan Vişnelik Bahar Şenliği, tüm eğlencesiyle altıncı yaşını
kutlamaya hazırlanıyor. Kış boyunca özlediğimiz yemyeşil çimenler üzerine uzanmak, piknik yapmak, güneşin tadını çıkarmak, belki de çocukluğumuzdan beri oynamadığımız sokak oyunlarını oynamak için çim amfi ve kır bahçesi sizi
bekliyor.
Oyunların ayrı bir heyecan kattığı Vişnelik Bahar Şenliği, uçurtmalarla, balonlarla, çim amfide kurulan satıcılar sokağındaki açık pazarda satılan birbirinden değişik eşyaların yarattığı renklerle Pazar gününü eğlenceye dönüştürüyor. Fotoğraf,
resim ve heykel kurslarına ait sergiler şenlik günü katılımcılarımızın beğenisine sunuluyor. Burs fonu yararına yapılan
çekilişin hediyeleriyle, gün boyu enfes barbekü ve sürpriz yemek mönüleriyle ve son olarak unutulmaz akşam kapanış
konseriyle Vişnelik Bahar Şenliği bu yıl da çok eğlenceli olacak.
Bu eğlenceyi kaçırmayın!
6 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Dernekten
Gelin
Farkındalıklarımızı
Bir Arada Arttıralım!
ODTÜ’den mezun olalı kaç yıl oldu?
K
aç yıl olursa olsun kendimizi daima ODTÜ’lü hissetmeye devam ediyoruz. İşte
ODTÜ Mezunları Derneği, ODTÜ ile kurduğumuz aidiyet bağını güncel hayata taşıyan ve eski arkadaşların yeni bir sosyal ve mesleki çevre içinde yeniden bir araya
gelmelerini sağlayan bir kurum olarak, biz ODTÜ’lüler için her zaman değerli bir yuva ve
ikinci adres olmuştur.
Üyelerimizin Derneğimizle daha yakın ilişkilerinin olması ve Vişnelik Tesisini daha sık
kullanmaları ve böylece üyelerimiz için hazırladığımız paneller, kurslar, seminerler, geziler
ve benzeri pek çok etkinlik konusunda bilgi sahibi olmalarını ve aktif katılımlarını sağlamak en önemli hedefimizdir.
Bu amaçla, birlikteliğimizi desteklemek ve dayanışmamızı güçlendirmek için 2013 ve
öncesi dönemlere ait yıllık ödentilerini tamamlamış üyelerimize, Tesisi kullandıkları sürece kendilerine, eş ve çocuklarına %10 indirim ve yaz boyunca hafta içi olmak kaydıyla
havuzu ücretsiz olarak kullanabileceklerini müjdelemek isteriz.
Bizler ODTÜ geleneğinden gelen mezunlar olarak kendimizi en iyi ifade ettiğimiz ortamlardan birisi olan Derneğimize sahip çıkmanın önemli unsuru olan aidiyet duygusunun, üyelik aidatımızı (yıllık 150 TL) ödememizle pekişeceğini düşünmekteyiz. İlginize
şimdiden teşekkür ederiz.
Dayanışmayla,
ODTÜ Mezunları Derneği
8 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Dernekten
Yücel ÇELİKLER ODTÜ Mezunları Derneği Tiyatro Atölyesi Yönetmeni
Kurumsal Sorumluluklar Açısından
Derneğimize Bir Bakış
D
ernekler, üyelerinin ihtiyaçlarını
ve beklentilerini gözetirken, toplum sorunlarına duyarlı ve sorumluluklarının bilincinde çalışmalar
yapan; sosyal ve kültürel bir etkileşim
alanı yaratan; hem üyeler arasında
hem de toplumla iletişimi ve dayanışmayı sağlayan kurumsal yapılardır.
İlgi alanı, üye yapısı ya da büyüklüğü ne olursa olsun tüm derneklerin
ulaşmayı hedeflediği amaçlar olabildiğince etkileyici anlatımlar eşliğinde tüzüklerinde yer alır. Ne var ki, bazılarında bu “parlatılmış” cümleler çoğu kez
‘temenni’den öteye geçmez ve oluşturulan yapı “tabela derneği” statüsünde
varlığını sürdürmeye çalışır.
ODTÜ Mezunları Derneği tam da bu
noktada tüzüğü doğrultusunda bugün ulaştığı yerde, kurumsal kimliği, örgütlenme
biçimi ve etkinlikleriyle yalnızca üyelerine
karşı değil, bulunduğu kente ve içinde yaşadığı topluma karşı da sorumluluğunu ve
duyarlılığını öne çıkarıyor.
“Kurumsallaşmak” sözcüğünün yarattığı çağrışım öncelikle “örgütlenme”. “Üye
sayısının mümkün mertebe arttırılması”,
“kalıcılığın sağlanması” ya da “kurumun
finansal yapısının güçlendirilmesi” düzleminde algılanmakta. Oysa “kurumsallaşma” tüm bunların yanı sıra, “kurumsal
sorumluluk”ların belirlenmesi ve bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi yolunda
politika
üretilmesiyle
gerçekleşmekte.
1965 yılından bu yana varlığını sürdüren
derneğimiz hiç kuşku yok ki aradan geçen
zamanda kurumsallaşma yönünde önemli
ttüm etkinlikleri bu bakış açısıyla ortayya koyduğu gözlemleniyor. Bu durum
ü
üyeler arasında Derneğimize daha
ççok sahip çıkmaları ve Dernek etkinlliklerine daha yoğun olarak katılmalarrıyla kendini gösteriyor. Üyeler arasında giderek yükselen memnuniyet de
d
bunun başka bir göstergesi.
b
l kkaydetti
d tti ve kurumsal
k
l ki
liği i
aşamalar
kimliğimizin oluşumunda küçümsenmeyecek kazanımlar elde etti. Son dönemlerde ise söz
konusu süreç daha da ivme kazanarak,
ODTÜ Mezunları Derneği’nin geniş kitlelerce tanınmasını ve ülke çapında saygın
bir yer edinmesini sağladı. “Üyelerimize,
çalışanlarımıza, üniversitemize, tüm ODTÜ
camiasına, yaşadığımız kente ve toplumumuza karşı sorumluyuz” ilkesinden yola çıkan Derneğimizin üye sayısının arttırılarak
üye kitlesinin olabildiğince geniş bir tabana
yayılmasının öncelikli hedefi olduğu görülüyor. Derneğimizin hiçbir mezunumuzu ötekileştirmeyen tüm görüş ve düşüncelerin
özgürce açıklanmasına ve tartışılmasına
olanak sağlayan ‘birleştirici’ ve ‘bütünleştirici’ yaklaşımı da bunu kanıtlıyor.
“Dayanışma” ve “paylaşım” gibi değerleri öne çıkaran Derneğimizin, planladığı
Üyeler açısından sıradan bir ‘mezzunlar derneği’ olmaktan çıkıp, saygın bir ‘sivil toplum örgütü’ne evirilen
g
ODTÜ Mezunları Derneği söz konusu
O
dönüşümü yaşarken, üniversitemizde,
d
kkentimizde ve ülkemizde gelişen olayllara ve süreçlere kayıtsız kalmadıkça,
düzenlediği forum, panel ve söyleşi gibi
etkinliklerde elde edilen bilgi ve birikimin
ışığında tutarlı bir politik duruş sergiledikçe
ve ‘yaşananları edilgin bir konumda ‘uzaktan izleyen’ olmak yerine, ‘söyleyecek sözü
olan ve süreçleri etkileyebilecek’ bir kurum
olmayı yeğledikçe, üyeleri ve mezunları tarafından daha çok sahipleniliyor. Hic kuşku
yok ki bu anlayış hem “kurumsal kimliğimizi” belirliyor, hem de toplum nezdindeki
“kurumsal saygınlığımızı” birkaç kat daha
arttırıyor. Bunun en belirgin kanıtı ise, artık
bir demokratik kitle örgütü olan ODTÜ Mezunları Derneği’nin düzenlediği tüm etkinliklere ‘camia’mızın dışından dostlarımızın
da katılması ve böylesi taleplerin her geçen gün artması olarak görülebilir. Topluma
ve üyelerine karşı sorumluluklarını yerine
getirebilmesi açısından, mezunuyla üyesiyle tüm ODTÜ’lüleri temsil eden ODTÜ
Mezunları Derneği, ODTÜ mezunları ve
Dernek üyelerimiz tarafından sahip çıkılmayı hak ediyor.
NİSAN 2014 9
Dernekten
Röportaj: Günay BULUT (ADM’85)
Aysun BÜYÜKCENGİZ
“Sorumluluklarımızın
İ
ster demokratik kitle örgütü, ister sivil toplum kuruluşu olarak adlandırın bir derneğin üyelerine olduğu kadar topluma karşı da sorumlulukları vardır. Bir mezun derneği olarak ODTÜ Mezunları Derneği, üyeleri, ODTÜ, ODTÜ mezunları ve öğrencileri arasında dayanışmayı
amaç edinirken ülkenin içinde bulunduğu koşullara yabancılaşmadan çağdaş ve demokratik bir üslupla toplumsal sorunlara çözüm
üretebilmekte ya da bu yönde çaba sarf etmekte midir? Bültenimizin Nisan sayısında Derneğimize bir de bu yönden bakmak istedik. Konuyu ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin ile konuştuk.
ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu olarak üstlendiğiniz sorumluluklar nelerdir?
için aracı olmak istedik. Bu suçlamaları kabul
etmek mümkün değil. Yargılama süreci devam
ettiği için bu kadarı yeterli.
ODTÜ Mezunları Derneği’nin sorumluluklarını üç temel noktada sınıflandırabiliriz; Birincisi, mezunlarımızın birikimlerini paylaştığı,
birlikte eğlenebildiği, yabancılaşmadan arınabildiği bir ortam sağlamak. İkincisi, diğer
ODTÜ bileşenlerini (Rektörlük, öğretim kadrosu, öğrenciler ve çalışanlar) bir araya getirerek pratikte birlikteliği sağlamak. Üçüncüsü ise
toplumsal sorunlara yönelik çözüm yolları üretmek, toplumun doğru bilgilenmesini sağlamak,
gerektiğinde tepki ve karşı duruşu sergilemek.
Bunu da başardığımızı sanıyorum.
Öğrencilerin Jandarma Karakolu’nun
boşaltılması ve kullanımlarına açılması istekleriyle ilgili süreci anlatır mısınız?
Jandarma Binası “68 kuşağı”, “78 kuşağı”
ve sonrası mezunlarımız için anılarla dolu bir
karakoldu ve öğrenciler Rektörlükten bu binanın bir bölümünün sosyal etkinlikler için düzenlenmesini, bir bölümünün de müze yapılmasını
talep ediyorlardı. Rektörlük binaya kendilerinin
ihtiyacı olduğunu ifade ediyordu. Soruna dönüşen bu durumda o dönemin ODTÜ Öğretim
Elemanları Derneği Başkanı Melih Ersoy ve
öğrencilerle birlikte bir kurul oluşturduk. Rektörlükle görüşmeler sonunda sorun çözüldü;
bina öğrencilerin etkinliklerini yapabileceği bir
öğrenci evine dönüştü.
ODTÜ mezunları düşünce bazında farklı
pencereden baktıkları için herkesi bir arada
tutmak zor olmuyor mu?
Tabii ki zorlandığımız zamanlar oluyor, demokrasinin ve bakış açısının gelişmesi için bu
farklılıkların olması gerekiyor, ancak şiddete
ve hakarete maruz kalmadan.
ODTÜ’nün muhalif duruşu bir gelenek
midir?
Gelenek olarak yorumlamayalım, sorumluluk olarak konuyu ele alırsak daha anlamlı
olur. ODTÜ’nün eğitim – öğretim modelini incelediğimizde pozitif bilimin öğelerini sorgulayan,
araştıran, analiz eden, yorumlayan ve sonuçlandıran bir yaklaşımın temel alındığı görülür.
Eğitimin yabancı dil olması ise bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, dünyadaki gelişmelerden de haberdar olmayı getirir. Böyle olunca,
mukayese ve talep farklılığı oluşuyor.
ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı ve Yönetim Kurulu olarak, toplumsal olaylar karşındaki duruşunuz sizi zora sokmuyor mu?
Örneğin Gezi olayları, Dikmen Vadisi halkının, Üniversitemizin ve Tekel işçilerinin mücadelelerinde yanlarında yer almanız gibi…
ODTÜ mezunları toplumun yaşamını direk etkileyen bölümlerin mezunlarıdır. Doğal
olarak bu olayların içinde olacaklar. Derneğin
bu davranışı derneği gerçek bir sivil toplum
örgütü yapar. Tavrımız, aldığımız kültürün ve
sorumluluk bilincinin bir parçasıdır. Biz Derneğimizde lokal işletmeciliği yapmak için bulunmuyoruz; topluma faydalı olmak için oradayız.
Tercihimiz bu yönde olduğu için ödeyeceğimiz
bedele de hazırız.
10 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Tekel işçilerine verdiğiniz destekten biraz bahseder misiniz?
Tekel işçilerinin mücadelesi, öncelikle
emek rejimindeki esneklik ve güvencesizliğin
yarattığı bir durum olarak önemlidir. Çıkarılan
4C kodlu kanun maddesi, provokatif denebilecek bir hak ve güvence iptalini düzenliyor; her
nevi keyfî düzenlemeyi meşrulaştırıyor. İşçilerin direnişi, her şeyden önce, bu keyfîliğe karşı
bir hak öznesi olma talebini yansıtıyor. Parlamento dışı politikayı anarşi olarak gören sağ
geleneğin izinde, her türlü hak talebi ve protestoya refleks halinde hıyanet atfediyorlar. Bir
yıldan uzun bir süre işsiz kalan işçilerin desteğe ve morale ihtiyaçları vardı, her zaman hak
ihlallerine karşı duruşumuz, sorumluluğumuz
gereği yanlarında olduk.
ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı olarak
ODTÜ’de 5 Ocak 2011 tarihinde öğrencilerin “Baş Kaldırıyoruz” eyleminde ODTÜ’de
olduğunuz için; polise mukavemet, kamu
malına zarar ve izinsiz yürüyüş yapıldığı
gerekçesiyle yargılanıyorsunuz…
Kısacası öğrencilerimizin bir kısmı parasız
ve ana dilde eğitim için hükümet politikalarına
karşı basın açıklaması yapmak istemişler. Polis de A1 Kapısı’ndan çıkmalarına müsaade
etmedi. Ben, Yönetim Kurulu’muzdan bir arkadaşım ve öğretim görevlileri herhangi bir şiddet yaşanmaması, kimseye zarar gelmemesi
Daha yakın zamana gelirsek, 18 Aralık’ta
Başbakan’ın ODTÜ’ye gelmesi ile başlayan
olaylardan bahseder misiniz?
Aslında olayın bir yıl öncesinde (15 Aralık 2010) Başbakan Bilim ve Teknoloji Yüksek
Kurulu’na toplantı için geldi. Emniyet Müdürlüğü tarafından koruma amaçlı görevlendirilen 1500 Çevik Kuvvet polisi ODTÜ yerleşkesine izin almadan girdi. O tarihte polisin ve
Başbakan’ın gelişini protesto amaçlı gösteriler
düzenlenmiş, bir takım olaylar yaşanmıştı. Bu
yaşanmışlık varken 18 Aralık 2012’de Başbakan tekrar ODTÜ yerleşkesindeki TÜBİTAK
Uzay Bilimleri Enstitüsü’ne Göktürk- 2’nin
uzaya fırlatılması için gelmiş; Emniyet güçleri
tarafından koruma amaçlı olduğunu söylenen
3.500 Çevik Kuvvet polisi ve ayrıca 250’ye yakın da Başbakanlık koruması üniversite içine
yerleşmiş; YÖK uygulamalarını, parasız eğitim
taleplerini Başbakana anlatmak isteyen öğrencilere yönelik kullanılan orantısız güç olayların başlamasına neden olmuştu. Hükümetin,
yandaş rektörlerin ve yandaş basının gerçeği yansıtmayan aşağılayıcı söylemleri tüm
ODTÜ bileşenlerini rahatsız etmiş ve öğretim
elemanları, Mezunlar Derneği, öğrenciler ve
çalışanları bu haksızlığa; bilgi kirliliğine karşı,
olup bitenin topluma doğru anlatılması için kenetlenerek gerekli tavrı göstermiştir. Biliyoruz
ki geçmiş yıllarda ODTÜ’nün akademik özgürlük mücadelesi, bilimsel düşünceye yapılan
saldırılara muhalif duruşu, toplumsal sorunlarda halkın yanında olması ve dünya çapında
Dernekten
Bilincindeyiz”
başarısı bazı kesimleri rahatsız etmekte ve
ODTÜ’nün bu yapısını yok edip hegemonyaları altına alma hevesleri halen devam etmektedir. Sonuç olarak haklı olduğumuz konularda
korkusuzca verdiğimiz mücadele, toplum tarafından da olumlu karşılandı.
Bir de ODTÜ arazisinden geçen yolun
yapılmasında yaşanan süreç var…
Merkeziyetçi devlet yapısı dışında yerelde yaşayan insanların söz ve karar haklarını
yok sayan, ekolojik dengeleri, demokratik katılımın gerekliliğini göz ardı eden otoriter ve
hiyerarşik siyasetin tavrına karşı gösterilen
tepkiler meşruiyet ve yaygınlık kazanmıştır.
ODTÜ Yolu’nda yaşananları da bu çerçeveden soyutlayamayız.
Yol projesi 90’lı yıllardan beri gündemde.
Konu yol projesi olarak görünse de, altında
yatan yaklaşıma bakmak gerekir. Üniversitemiz tarafından hazırlanan ve tüm araziyi
kapsayan koruma amaçlı imar planının içerisine 1992 yılında uygun görülen yol işlenerek
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na onaya sunulmuştur. A1 Kapısı ile Şap Enstitüsü arasında kalan, birinci derece sit alanı olan ve bir
ekosisteme sahip bölgede Ankara Büyükşehir
Belediyesi tarafından 2.500 ağacın kesilmesi,
Eymir Gölü’nü ODTÜ’den alma çabası, diğer
arazinin %35 kadarının DOP adı altında Bü-
yükşehir Belediyesi’ne devredilmesi, Bilkent
Kapısı ile Vişnelik Tesisi arasında (Hazırlık
Binası’nın önünden ) yol geçirme talepleri, hukuki süreçlerin göz ardı edilmesi, “ben yaptım
oldu” mantığı sorunların oluşmasına neden
olmuştur.
ODTÜ Yolu’nun yasal süreç tamamlanmadan açılışı yapılmıştır fakat mahkeme süreci
devam etmektedir.
Bununla beraber; bir bölgede yaşayan insanların duygularını, düşüncelerini, taleplerini
hiçe sayan, her şeyi mekanik yasa yorumlarıyla anlamaya ve anlatmaya çalışan zihniyete
itirazımız var.
Mezunlar Derneğimizin kuruluş amacı ve
temel sorumlulukları içinde Üniversitemize
destek olmak da var. Destekten kasıt, Üniversitemizin ve öğrencilerimizin gelişimine
katkıda bulunmak. Çünkü bizleri her anlamda
başarılı kılan ODTÜ’dür. Üniversitenin genel
anlamda bilime, akademik özgürlüğe ve ina
ssan hakları ve özgürlüklerine duyarlı tutumu,
bunların uygulanabilir olması için harcanan
b
ççaba, bizim de arzu ettiğimiz yaklaşım biçimidir. Ortak paydamız olan ODTÜ kimliğim
nin sürdürülebilir kalması için tüm bileşenn
ller “ODTÜ Bileşenleri” kavramıyla bir araya
ttoplanmıştır. ODTÜ Bileşenlerini bir arada
ttutmak için diyalog ortamı yaratıyoruz. Bu
birlikteliğin oluşması için çeşitli toplantılar ve
b
ççalışmalarla yoğun çaba harcandığını söyleyyebilirim.
ODTÜ ile ilişkilerin geliştirilmesi ve
“ODTÜ Bileşenleri” kavramını ortaya çıkaran süreci anlatır mısınız?
Dernek içinde faaliyetlerini sürdüren
çalışma grupları hakkında bilgi verir miç
siniz?
s
Çalışma gruplarını dört ana başlık altında değerlendirebiliriz: Birincisi, üyelerin bilgi
d
NİSAN 2014 11
Dernekten
alışverişi sağlayabileceği gruplar. İkincisi,
kültürel ve sanatsal çalışmaların sürdürüldüğü gruplar. Üçüncüsü, toplumsal sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştiren
gruplar. Dördüncüsü, sportif faaliyetlerin
devam ettiği gruplar. Çalışma gruplarımız,
çalışma grupları yönetmeliğini temel alarak,
üyelerimizin gönüllü katılımı ve her grubun
kendi içinde seçtiği yönetim organları ile
işliyor. Yapılan etkinlikler, eğitim programları, seminerler ile bilgi alışverişi ve kültürel
alışveriş sağlanıyor. Yönetim olarak bir toplumun gelişip büyümesinde kültürel ve sanatsal etkinliklerin önemli olduğu bilinciyle
Edebiyat Kulübü, Sinema Kulübü, Tiyatro
Atölyesi, Felsefe Kulübü, Resim ve Heykel
Atölyeleri gibi gruplarımızın çalışmalarını
sürdürmesini önemsiyoruz. Toplumsal bilincin geliştirilmesi için oluşturulan YPDK
(Yönetim Politikaları Danışma Komitesi),
Enerji Komisyonu, BİLTEK (Bilgi ve İletişim
Teknolojileri Komisyonu), AGT (500’e yakın
öğrencimizin dar gelirli vatandaşların çocuklarına derslerinde yardımcı oldukları Ankara
Gönüllü Takımı) paneller yaparak bilginin
paylaşımını sağlamayı hedefliyor. Bunların
yanında Derneğimiz imkânlarıyla spor salonu, tenis kortları ve basketbol sahası ile üyelerimizin ve ailelerinin tesis içinde rahatlıkla
spor yapabilecekleri alanlar oluşturuldu.
Bir çalışma grubu nasıl oluşturulur?
Çalışma gruplarımız, üyelerimizin talepleri doğrultusunda oluşturulur. Dernekte bir
12 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
çalışma grubu altında etkinliklerini sürdürmek isteyen üyelerimiz, en az dört üye olmak
kaydıyla kurmak istedikleri çalışma grubu ile
ilgili Yönetim Kurulu’na müracaat ederek çalışma grubu kurabilirler. Çalışma gruplarımız
çalışmalarını sürdürürken gerekli kararları
iç mekanizmaları dâhilinde alırlar. Yönetim
Kurulu, çalışma gruplarının kararlarına yalnızca etkinliklerinin gerçekleşmesine onay
verme aşamasında dâhil olur.
Her üye çalışma gruplarına katılabilir
mi?
Evet, üyeler istedikleri çalışma grubuna
katılabilirler; bunun için yönetmeliklerimiz
doğrultusunda hareket ediyoruz.
Üye – Dernek ilişkileri nasıl sağlanıyor?
Aylık bültenimiz ve maillerimiz ile üyelerimize faaliyetlerimizle ilgili sürekli bilgi
akışı sağlıyoruz. Ayrıca, her Perşembe saat
21.00’dan 24.00’a kadar mutlaka bir Yönetim
Kurulu üyesi görevli olarak tesiste bulunuyor
ve üyelerin taleplerini, önerilerini dinliyorlar.
Üyelerimiz düşüncelerini mail üzerinden de
Yönetim Kurulu’na ulaştırabiliyorlar. Başkan
olarak benim iş ve cep telefonu numaralarım
dernek çalışanlarından rahatlıkla temin edilerek benimle de iletişim kurulabilir.
D
k il
il i arasında
d
Dernek
ile ODTÜ öğ
öğrencileri
nasıl bir iletişim var?
Öğrencilerimizin maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamak, onlara destek olmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bursiyer sayımız
180’lerden 533’e çıktı. Bursun yanı sıra barınma ihtiyaçlarına yardımcı olduğumuz gibi,
son sınıf öğrencileri için hazırladığımız tesis
kullanım kartı ile öğrencilerimiz tesisimizden
yüzde 10 indirim ile yararlanabiliyorlar. Böylece henüz mezun olmadan bir oryantasyon
çalışması yapmış oluyoruz. Ayrıca, öğrencilerimiz gerçekleştirmek istedikleri etkinlikler
için yer bulamadıklarında, tesisimizin alanlarını kullanma olanağı sağlıyoruz.
Sivil toplum kuruluşları, demokratik
kitle örgütleri, meslek odaları ile ilişkilerimiz de giderek gelişiyor…
Dernekten
Ortak paydada buluşabildiğimiz, “Nasıl
bir Türkiye ve nasıl bir dünya istiyoruz?” sorusunun cevabıyla ilgili düşüncelerimizin örtüştüğü odalar, sendikalar ve çeşitli vakıflar
ve derneklerle sürekli iletişim halindeyiz. Zaman zaman ortak etkinlikler yapıyoruz. Toprak Reformu, Kamusallık Yeniden, Toplumcu
Belediyecilik Forumu, Sivil Toplum Diyaloğu,
Başkent Dayanışması çalışmalarımız ortak
çalışmalara örnek oluşturuyor. Bunların yanı
sıra, yardım amaçlı konserler, ortak paneller
düzenliyoruz. Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları tesisimizdeki toplantı salonlarını ücretini ödemek kaydıyla kullanabiliyor, etkinlik ve çalışmalarını
burada yapabiliyorlar.
Derneğimizin gençlere ve çocuklara
yönelik ne gibi çalışmaları var?
İLKYAR ve LÖSEV ile her yıl ortak çalışmalarımız oluyor. Çeşitli demokratik kitle örgütlerinin bir araya geldiği bir organizasyonla
kimsesiz, ekonomik durumu zayıf çocuklarımızla kitap paylaşımı, tesiste çeşitli etkinlikler
yapıyoruz.
Diğer ODTÜ Mezun Dernekleri ile ilişkilerden ve ortak çalışmalardan söz eder
misiniz?
Derneğimizin konumu gereği Üniversitemize yakın olması dolayısıyla, ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak
tüm mezun derneklerinin katılımıyla oluşmuş Konsey’in Başkanlığını da yürütüyorum.
Önerimizle ortaya çıkan YÖNDER Programı
Türkiye’de ilk defa uygulanmış bir programdır. Diğer üniversitelere ve belediyelere örnek
olmuştur. YÖNDER Programı’yla ilgili bilgi
vermek gerekirse; Üniversitemizi kazanan
öğrenciler, önce bulundukları illerdeki mezun
derneklerimiz tarafından yapılan toplantılarla
Üniversite, yurtlar, branşlar hakkında bilgilendiriliyor. Ardından kayıtların başladığı gün
Üniversitemizin ve programda gönüllü görev
alan üyelerimizin desteği ile öğrencilerimiz
otobüs terminalinde ve garda karşılanarak
yerleşke içindeki kayıt kabul bürosuna ulaştırılıyor.
ODTÜ Mezunları Derneği’ni özellikle
son zamanlarda sık sık basında görüyoruz…
ODTÜ’nün
söyODTÜ’
ü ve ODTÜ mezunlarının
l
ö
lemlerinin, görüş ve tepkilerinin toplum tarafından önemsendiği aşikârdır. Medyada basın
açıklamalarımız, tepkilerimiz yer almaktadır.
Bu çalışmalarımız karşı görüşe sahip olan
Aksiyon Dergisi, Yeni Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilmemize, karalama kampanyaları üretilmesine neden olmuştur. Bu
da Derneğimizin duruşunun kamuoyu için ne
denli önemli olduğunun göstergesi olmuştur.
Derneğimizin hatırı sayılır miktarda
personeli ve temizlik/bakım/onarım maliyetleri ile yatırımlar nasıl karşılanıyor?
Zorlukları nasıl aşıyorsunuz?
Derneğimizin gelirlerini dört ana başlıkta
toplayabiliriz: Birincisi üye aidatları; Dokuz
yıldır üye aidatlarına hiç zam yapılmadan
dernek giderlerinin karşılanmasını sağlamaya
çalışıyoruz. Bu derneğin giderlerini karşılayabilmek ve ODTÜ bileşenlerinin ihtiyaçlarının
giderilmesine katkı sağlamak için yeterli değil.
İkincisi lokal işletmesi; Yapılan idari ve yapısal
değişikliklerle, yemek ve servis kalitesindeki
iyileşmeyle üyelerin tesisi kullanımı artmış,
2012 – 2013 bütçelerinde bu artış artı değer
olarak yansımıştır. Yatırımlardaki tek amacımız aylık sabit gelir elde ederek personel gi-
derlerimize
bulunmaktır.
Üçüncü
d
l i i kkatkıda
tk d b
l
kt Ü
ü ü gelir
li
başlığı bağış ve yardımlar; Çeşitli tedarikçilerden ve az da olsa üyelerimizden gördüğümüz destek sayesinde kayda değer bağışlar
alarak işten ayrılan personelin kıdem ve ihbar tazminatları ödenmiştir. Böylece ileride
doğabilecek borçlanmanın önüne geçilmiştir.
Dördüncüsü burs bağışları; Üyelerimizin ve
ODTÜ gönüllülerinin katkılarıyla oluşan, gelirleri sadece ve sadece bursiyerlere aktarılan,
zaman geçtikçe büyüyüp gelişen bir yapı.
ODTÜ mezunları neden ODTÜ Mezunları Derneği’ne üye olmalı?
ODTÜ kültürü ve geleneğine baktığımızda, özünde dayanışma yatmaktadır. Dayanışmanın oluştuğu alan ise mezun dernekleridir.
Mezunlarımız, Derneğimizde dönem arkadaşlarıyla bir araya gelme, birikimlerini diğer
mezunlarla paylaşma, ortak etkinlikler ve projeler geliştirme olanağı buluyorlar. Ayrıca sosyal tesisimizde son zamanlarda yaptığımız
çalışmalarla ve sportif yatırımlarla sunulan
hizmetlerden piyasaya göre daha ekonomik
yararlanma olanağı bulunuyor. Bu nedenle
tüm mezunlarımızın aktif katılımını ve bu dayanışmanın içinde yer almalarını bekliyoruz.
NİSAN 2014 13
Dernekten
Bu Yıl Neler
O
DTÜ Mezunları Derneği,
her dönem yenilerini eklediği proje ve etkinlikleriyle
üretken bir çalışma alanı; toplumsal
duyarlılığı ile saygın konumunu gün
be gün yenileyen bir fikir önderi; hizmet kalitesi ile kullanıcı memnuniyetini giderek artıran bir tesis; kısaca
yıllar geçtikçe gelişen ve güzelleşen
bir yaşam alanı... Her yıl olduğu
gibi, geçtiğimiz yıl da Derneğimiz
yeni etkinlikleri, üyelerimizin özverili
çalışmaları ve aramıza yeni katılan
üyelerimizle gelişimine devam etti,
bir yıl daha büyüdü; güzelleşti...
Bizim için, Derneğimizin gelişmesi ve güzelleşmesi için birlikte attığımız her adımın anlamı büyüktü. Her
bir adım, yeni bir kazanım, yeni bir
deneyim oldu. Takdirle karşılanan
gelişim çizgisiyle ODTÜ Mezunları
Derneği, dernek çalışmalarıyla mezunlarımıza ve içinde bulunduğumuz topluma bir gelişim
ve eğitim alanı yaratırken;
tesiste yapılan düzenleme
ve yenileme çalışmalarıyla
üyelerimize sunduğu hizmetin kalitesini de artırıyor.
Her geçen gün daha iyiye
ulaşmak için, içinden geçilen gelişim sürecini bilmek
de, yeni çalışmalar yapmak
kadar önemli. Bu düşünceyle, geçtiğimiz dönemden bu
yana Derneğimizde el birliğiyle yaptığımız çalışmaları
anımsatmak istedik.
Her yaz başında yapılan
Geleneksel Vişnelik Bahar
Şenliği ile etkinliklerine ara
veren Derneğimiz, etkinlik
katılımcılarının yerine yaz
boyunca devam eden yaz
kamplarıyla çocuklara ev
sahipliği yapar. Geçtiğimiz
yıl, yine şenliğin ardından
etkinlik katılımcılarımızın ve
üyelerimizin sohbetlerinin
14 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
yerini çocuk sesleri aldığı günlerde,
Haziran’da gelişen toplumsal olaylarla birlikte, önceki yıllara göre daha
hareketli bir yaz geçirdik. Türkiye’nin
çeşitli illerinde pek çok mahallede
halkı bir araya getiren Gezi Forumları, Derneğimizde de ODTÜ’lülerin
ve mahalle halkının katılımıyla Çim
Amfi’de devam etti.
Bu yıl da Mezunlar Günü’nün
akşamında Meuzunlar Gecesi ile
Derneğimizde buluşan ODTÜ’lüler,
güzel bir Ankara akşamında serin ve
ışıl ışıl Havuzbaşı’nda sohbet etme
olanağı buldular. Havuzbaşı ve Kır
Düğünü alanlarında, bu yaz da birbirinden şık düğünlerle pek çok çift
evliliğe adım attı. Gündüzleri yazı
Ankara’da geçirenlerin havuz keyfi,
çocukların koşuşturmaları; akşamları püfür püfür Havuzbaşı yemekleri,
yazlık sinema günlerini geri getiren
Dernekten
Y ap t ık?
Yıldızların Altında Film Şöleni ve Çim
Amfi forumlarıyla yazı da dolu dolu
geçiren Derneğimiz, Eylül geldiğinde
yeni döneme hem yeni dönem etkinliklerinin hazırlıkları, hem de ağaç
dikme etkinlikleriyle girdik. Derneğimizin önemli çalışmalarından biri
olan “ODTÜ’ye Hoşgeldiniz Programı” ile yine yüzlerce yeni ODTÜ’lüye adım attıkları yeni hayatlarının
başlangıcında yol gösterdik. AŞTİ’de
karşılanan öğrenciler, okuldaki kayıt masalarına kadar götürülürken,
ODTÜ ile ilgili bilmeleri gereken bilgileri de edindiler.
Kurulduğu günden bu yana toplumsal duyarlılığı, özgür ve bilimsel düşüncenin savunucusu olan
ODTÜ’nün mezunları olarak, ODTÜ
felsefesinin doğaya ve çevreye verdiği önemin simgesi olan ODTÜ
ormanında düzenlediğimiz orman
yürüyüşünde öğrencisiyle, mezunuyla, akademik ve idari personeliyle
ODTÜ bileşenleri olarak bir kez daha
bir araya geldik. Anadolu Bulvarı’nın
devamı niteliğindeki yolun ODTÜ
arazisinden geçmesi ve burada bulunan ağaçlık alanın zarar görmesi konusundaki tartışmalar sürerken, 18
Ekim akşamı yapılan müdahaleyle
tesisimizin arazisinin ODTÜ ormanı
tarafına girildi. Bir gece yarısı başlayan çalışma tepki toplarken, ODTÜ,
Ortadoğu Öğretim Elemanları Derneği ve Derneğimiz konuyla ilgili
basın açıklamaları yaptılar. Düzenlenen ağaç dikme etkinliklerinde çeşitli
sivil toplum kuruluşu ve demokratik
kitle örgütlerinden, üniversitelerden
ve mezunlarımızdan gelen binlerce
fidan, yoğun ilgi ve katılımla, el birliği
ile araziye dikildi.
Yeni dönemle birlikte çalışma
grupları ve kulüplerin de etkinlikleri başladı. “ODTÜ’lüler Gündemi Tartışıyor” etkinlik dizisi, gündeme dair
değerlendirmeleri konuk konuşmacılar eşliğinde yaparken, Enerji Komisyonumuz,
düzenlediği enerji panelleriyle Türkiye’nin enerji gündeminde önemli konuları tartışmaya devam diyor. ODTÜ
Mezunları Derneği denince
hemen akla gelen Edebiyat
Kulübü, Arkeoloji Kulübü, Sinema Kulübü ve Felsefe Kulübü de çalışmalarına yoğun
ilgi ve katılımla sürdürüyor.
Bu yıl kulüplerimizin arasına
iki yeni kulüp katıldı: Koleksiyon Kulübü ve Gezi Kulübü.
Şimdiye kadar Etkinlikler Komitesi tarafından düzenlenen
gezilerimizle Safranbolu, Kızılcahamam, Işıkdağı gibi
pek çok yeri görme, fotoğraflama olanağı bulduk; bundan
böyle gezilerimiz Gezi Kulübü ile devam edecek. Keşan-
NİSAN 2014 15
Dernekten
lı Ali Destanı ile büyük bir çıkış yapan ve tiyatro tarihi açısında çok önemli eserleri ardı ardına başarıyla sahneleyen
Tiyatro Atölyemiz de “Çavuş Musgrave’in Dansı” adlı eserin
başarılı temsillerinin ardından, izleyicileri yeni oyunlarla buluşturmaya hazırlanıyor.
Etkinlikler Komitemiz tarafından düzenlenen kurslar ve
seminer programları ile hem çocuklar, hem yetişkinler için
farklı ilgi alanları yaratan Derneğimiz, çocuklara bilimsel bilgiyi ve öğrenmeyi sevdirmeyi amaçlayan “Bu Pazar Çocuklara” etkinlik dizisi ile DNA’dan robot yapımına yeni bilgiler
edinmelerini sağlarken, çocukların vakit geçirmek istedikleri
bir yer oldu. Bu yıl, resim ve heykel gibi sürekli kurslarımızın
yanı sıra, “evde peynir yapımı”, “evde şarap yapımı”, “çağdaş mutfak lezzetleri kursu”, “robot atölyesi” ve sayamadığımız pek çok kurs programı ile farklı ilgi alanlarına yönelik çalışmalar yaptık. Salonlarımız kurslarımız ve etkinliklerimizle
dolarken, Vişnelik Restoran’ın “sınırsız hamsi geceleri” yine
döneme damgasını vurdu. Her yıl derneğimiz çalışanlarının
bir araya gelerek güzel bir akşam geçirdiği, geleneksel hale
gelen “Personel Gecesi” bu yıl da çok eğlenceliydi.
Geçtiğimiz yıldan bu yana sportif faaliyetlerin arttığı, spor
alanlarının daha verimli kullanıldığı tesisimiz, özellikle tenis
ve eskrim alanında attığı adımlarla ödüllere de sahip oldu.
Ve belki de spor alanında bu yılın en önemli adımı, 20 Aralık
2013 tarihinde törenle açılan ODTÜ Mezunları Derneği Prof.
Dr. Rüştü Yüce Spor Salonu oldu. Spor salonumuzun açılmasıyla birlikte, Derneğimiz çatısı altında yapılan spor çalışmalarının yanında basketbol çalışmalarına da hız verildi.
Bursiyer sayısını her yıl arttırarak daha fazla ODTÜ
öğrencisine destek olmayı hedefleyen Derneğimiz, Burs
ve Yardımlar Komitemizin yoğun çalışmaları sonucu bu
yıl bursiyer sayısı 533’e yükseldi. Yılbaşı kutlamalarında
ve Geleneksel Bahar Şenliği’nde Burs ve Yardımlar Fonu
yararına yapılan çekilişlerle daha fazla ODTÜ’lüye elimizi
uzatmak için çabalıyoruz. Derneğimizde çalışmalarına devam eden Türk Sanat Müziği Koromuz, Burs Fonu yararına
verdiği konserlerle geçtiğimiz yıl da beğeni topladı. ODTÜ
Mezunları Derneği olarak, yalnızca ODTÜ’lü öğrencileri
değil, toplumsal sorumluluğumuz gereği geleceği oluşturacak tüm öğrencileri önemsiyoruz. Bu düşüncelerle yola
çıkarak, ODTÜ mezunları olarak Derneğimiz çatısı altında
geliştirilen ve sürdürülen proje ile 25 Kasım 2012’de açı-
16 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Dernekten
lan ODTÜ Mezunları Ortaokulu eğitim – öğretim devam
ediyor. Ayrıca, Ankara Gönüllü Takımımız, Ankara’nın çeşitli bölgelerinde desteğe ihtiyaç duyan çocuklara eğitim
desteği veriyor, onları kültürel ve kişisel gelişimini destekleyecek etkinliklerle buluşturuyor. Van’da yaşanan depremin ardından Dernek olarak yürüttüğümüz kampanya
ile toplanan yardımların Van’a ulaştırılmasının ardından,
geçtiğimiz yılsonu gerçekleşen giysi yardımıyla depremzedelerin yanında olduk.
Tüm bu çalışmaların yanında, buraya yazamadığımız pek çok çalışmanın olduğunu, üyelerimizin özverili
çalışmasıyla yüksek tempolu, canlı bir çalışma ortamını
yakaladığımızı görmek bizi mutlu ediyor. Giderek gelişen
ve güzelleşen tesisimiz, her geçen gün sayısı artan üyelerimiz için kendi ilgi alanlarına uygun pek çok etkinliği
bulabilecekleri bir alan haline geliyor. Böylece, tesisimizi
kullanan üye sayısı arttıkça, Derneğimizin üyeleri açısından birleştirici ve eğitici yönü ön plana çıkıyor.
ODTÜ’lüleri bir bütün yapan ODTÜ tarihinin canlı tutulması ve gelecek nesillere aktarılması konusunu çok
önemseyen Derneğimiz, bu tutumunu tüm çalışmalarına
yansıtmaya devam ediyor. 2 Aralık Anma Törenleri, bu
çalışmaların en önemlilerinden biri belki de. Bu çabanın
göstergelerinden biri olarak, ODTÜ’nün simgeleri arasında yerini almış mavi servis otobüslerinden biri artık Derneğimizin bahçesinde…
Biliyoruz ki, geçmişimizi ne kadar iyi bilir, geleceğe ne
kadar doğru aktarırsak, güzel bir geleceğin oluşmasına
o kadar katkıda bulunmuş oluruz. Geçmişten geleni geleceğe aktarmak da, birbirimize ve Derneğimize sahip
çıkmaktan geçiyor. Bu anlamda, hep birlikte yaptığımız
çalışmaların verdiği manevi doyum, Derneğimizin her geçen gün gelişmesi ve güzelleşmesiyle artan üye memnuniyeti, bu amaçla gösterilen çabaların ödülü oluyor. Derneğimiz, hem toplum içinde fikir önderi olarak kabul gören
bir sivil toplum kuruluşu olarak, hem de sosyal ve kültürel
etkinlikleriyle zamanı değerlendirme alanı olarak her geçen gün katkılarınızla güçleniyor. Tüm faaliyetlerimizde
gönüllü çalışmalarıyla gücümüze güç katan üyelerimize
sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
NİSAN 2014 17
Dernekten
Vişnelik’te “Havuz Keyfi” İçin
Geri Sayım Başladı!
A
nkara’nın sıcak yaz günlerinde serinlemek, havuzun başında kitap okuyup sohbet ederek keyif
yapmak için geri sayım başladı. Gelecek yazın hayalini kurmaya başladık, güneşli güzel günler, tiril tiril giysiler, eğlence… Ama yazın tadını çıkarmak için bunaltıcı sıcağa keyifli bir çözüm
üretmeli; havuz belki de en iyisi. Her yaz olduğu gibi Vişnelik bu yaz da havuz kenarında sohbetler,
kahkahalar ve çocuk cıvıltıları ile dolup taşmaya hazırlanıyor. Bu yıl başlayan uygulamayla, 2013 yılı
ve önceki yıllara ait ödentilerini tamamlamış üyelerimiz, eşleri ve çocuklarıyla havuzu hafta içi ücretsiz
kullanabilecek. Hem serinlemek hem eğlenmek için bu yaz sizi de Vişnelik’e bekliyoruz…
18 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237
“Kantin
Sohbetleri”
Devam Ediyor…
D
erneğimiz Yönetim Politikaları Danışma Komitesi tarafından düzenlenen ve ilki geçen
ay gerçekleşen “Kantin Sohbetleri” etkinlik
dizisi, bu ay 15 Mart Cumartesi günü Yalıncak
Salonu’nda ODTÜ’lüleri bir araya getirdi. Öğrencilik günlerinin en sıcak ortamını, yurt ve bölüm
kantinlerini anımsatan bir ortamda bir araya gelen
konuklar, bu ayın tartışma konusu “Seçimler Süreci ve Sonrası” konusunda fikirlerini paylaştılar.
Kolaylaştırıcılığını Mustafa Çobanoğlu’nun yaptığı etkinlikte, seçim öncesi yapılan araştırmalar ve
tahminler değerlendirilirken; seçim sürecinde kamuoyunun eğilimlerinin nasıl şekillenebileceği; seçim sürecinde ve sonrasında siyasi ve ekonomik
koşulların nasıl etkileneceği tartışıldı.
Dernekten
Macit ÖNCEL (CE’76)
S
inema Kulübümüz yine
iki ilginç filme ev sahipliği
yaptı geçen ayki toplantılarında. Katılımcıların severek izlediği filmlerden ilki Theo
Angelopoulos’un 1991 yapımı
“Leyleğin Geciken Adımı” isimli eseri idi. Başrollerini Marcello Mastroianni ve Jeanne
Moreau’nun paylaştığı filmin konusunu kısaca paylaşmak isterim…
TV Muhabiri Alexandre, kaçak göçmenlerin durumu hakkında çekimler yapmak üzere,
Türkiye -Yunanistan sınırında,
Meriç Nehri tarafından bölünmüş
uzak ve yalıtılmış bir kasabaya
gider. Doğu Bloğunun çökmesiyle beraber artan göçmen akımı
bu küçük ve kasvetli kasabayı
“Bekleme Salonu” denen bir Araf
haline getirmiştir. Batı ülkelerine
sığınmacı olarak geçebilmeyi
uman ve bu uğurda zor koşullara
katlanmak zorunda kalan kaçaklar burada toplanmıştır. İçlerinde
Türkler, Kürtler, Araplar, Arnavutlar vs olan bu kaçaklar haklarında son karar verilene dek burada
beklemektedirler. Alexandre, otel
odasının balkonunda sigara içerken aşağıda yolda yürüyen ve
kendisine tanıdık gelen bir adamı fark eder. Daha sonra ham
film kayıtlarında da aynı yüzü,
eski bir vagonda sigara içerken
yine dikkatini çeker. Yıllar önce,
kariyerinin doruğunda, kendisini parlak bir gelecek beklerken,
parlamentoda, yazdığı konuşmayı okumadan katlayıp cebine
koyan ve “Öyle zamanlar vardır
ki, yağmurun gürültüsündeki musikiyi dinleyebilmek için susmasını bilmek gerekir” diyerek politik
sistemi eleştirerek görevinden
istifa edip, güzel Fransız eşini ve
20 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
yönetici sınıfa ait olmanın sağladığı bütün ayrıcalıkları terk ederek tamamen ortadan kaybolan
ve bir daha kendisinden haber
alınamayan ünlü politikacıdır bu;
ya da Alexendre öyle sanmaktadır. Bütün ülkeyi derinden sarmış
olan o skandal düzeyinde ani istifanın kahramanı, Tanrı’nın bile
unuttuğu kasabada, toplumun en
alt katmanında yer alan bu talihsiz insanlar arasında ne yapmaktadır? Alexandre, resmi görevini
ihmal edip, sokakta gördüğü ve
o ünlü politikacıya benzettiği adamın izini sürmeye başlar.
Leyleğin Geciken Adımı, “sınırlar” üzerine bir filmdi. Bazen
Meriç nehri gibi coğrafik, bazen
kişinin taşıdığı ırksal özellikler
gibi etnik, bazen sahip olduğu görüş kadar siyasal, bazen yaşadığı
toplumdan öğrendiği değerler kadar kültürel sınırlar… İnsanlığın
kendi özgürlüğünü kısıtlayan ne
kadar çok sınır varmış meğerse!
Mart ayının ikinci filmi Japon
Vakfı’nın katkısı ile gösterilen
“Mutluluk Veren Ekmek” isimli
Yukiko Mishima’nın yazıp yönettiği bir Japon filmi idi. Hokkaido’da
bulunan fırın - kafenin model
alındığı sıcak, samimi bir film izledik. Kafe sahibi ve müşterilerin
günlük yaşamını, dört mevsim
görüntüleri ve yemek görüntüleriyle süsleyerek anlatılmıştı.
Tokyo’dan Toya Gölü’nün kenarına taşınarak konaklamalı fırın
- kafeyi açan Mizushima (Yo Oizumi) ve Rie (Tomoyo Harada);
kafelerine gelenleri güleryüzle
ağırlarlarken, konuklarının sorunlarını aşmada yaptıkları lezzetli
ekmekleri bölüşme olanağı sağlayarak yardımcı olduklarını gördük. Yaşamdan zevk almayan,
hatta ümidi kesmiş olarak fırın
- kafeye gelen konuklar hep mutlu ayrıldılar: Sevgilisi tarafından
terk edilen genç kız, annesinin
evi terk etmesi sonucu babası ile
yaşamak zorunda kalan ve annesizliğe alışamayan öğrenci kız,
çocuklarını yitiren ihtiyar çift…
Toya Gölü yakınında çekilen ve yılın dört mevsimini bizlere güzel görüntüler ve müzik
eşliğinde sunan film; izleyiciye,
acıların paylaşarak azaldığını,
paylaşımın da ekmeğini paylaşmak gibi küçük bir adımla başlayabileceğini hüzünlü bir tavır ile
zihinlerimize işliyordu.
Dernekten
Burs Komitesi’nden
ODTÜ MEZUNLARI TÜRK MÜZİĞİ KOROSU’NDAN
BURS FONU YARARINA
“AKŞAM GÜNEŞİ” KONSERİ
BURS FONU YARARINA
“NAĞMEDEN GÖNÜLE-1”
KONSERİ
O
DTÜ Mezunları Türk Müziği Koromuz, 31 Ocak Cuma günü, ODTÜ
KKM’de, ilk bölümü Hicaz makamında eserlerden oluşan fasıldan, ikinci bölümü
ise Osman Nihat Akın eserlerinden oluşan
“Akşam Güneşi” adlı bir konser ile izleyicilere müzikle dolu hoş bir akşam yaşattı.
“Seyre Daldık”, “Akşam Güneşi”, “Girdim Yârin Bahçesine”, “Körfezdeki Dalgın
Suya Bir Bak Göreceksin”, “Bir İhtimal Daha
Var O Da Ölmek mi Dersin”, “Göze mi Geldim Sen mi Unuttun”, “Yine Bu Yıl Ada Sensiz” eserlerinin de seslendirildiği konserin
sonunda, Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet ŞAHİN ve ODTÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ersan Akyıldız’a
koroya verdikleri destek nedeniyle koro üyeleri tarafından teşekkür çiçeği takdim edildi.
2005 yılında kurulan ve o yıldan beri
Derneğimiz bünyesinde çalışmalarına devam eden koro, bugüne kadar 16 farklı repertuar ile 24 konser vermiştir. Ankara’da
verdiği 16 konserin yanı sıra, 5 turne ile
çeşitli kentlerde de konser veren koro, Sahilkent Belediyesi’nin davetlisi olarak Finike’de,
Kadıköy Belediyesi’nin davetlisi olarak
İstanbul’da, Kuzey Kıbrıs ODTÜ Kampusun-
da, Gaziantep de ve Ayvalık Belediyesi’nin
davetlisi olarak Ayvalık da konserler vermiştir. ODTÜ mezunu ve mezun yakınlarından
oluşan koroyu, kendisi de ODTÜ Fizik Bölümü mezunu olan, TRT Ankara Radyosu
kanun sanatçısı Tahir AYDOĞDU çalıştırıyor.
Koro konserleri Derneğimiz bünyesinde yer
alan Burs Fonu yararına yapılıyor; konser
bilet gelirlerinin tamamı, Burs Fonu’na aktarılıyor.
B
urs Fonu yararına gerçekleştirilen “Nağmeden Gönüle-1
adındaki etkinlikle 7 Mart
Cuma günü şiir, sohbet ve musiki
dolu bir akşam geçirdik.
Divan Edebiyatı ve son dönem
şiirlerinden çeşitli bestekârlarca
bestelenmiş ve içinde “GÜL” kelimesinin işlendiği aşağıdaki eserlerin Prof. Dr. Yaşar Aydemir tarafından edebi, Prof. Dr. Ahmet İnam
tarafından felsefi yorumu yapılan
konserde, kanunda Tahir Aydoğdu,
solist Hülya Aydoğdu, Yaylı Tanburda Bekir Güven, udda Jankat
Eser yer aldı. Repertuar ise, Şevki
Koro, 25 Mayıs Pazar akşamı ODTÜ
KKM’de ünlü besteci Avni ANIL’ın eserlerinden oluşan bir konser vermek üzere, hazırlıklarını sürdürüyor.
Konserde emeği geçen tüm koro üyelerine, ODTÜ KKM personeline, görev alan
öğrencilerimiz Ahmet Güler, Şemsettin Cura
ve Hasan Yılmaz’a teşekkür ediyoruz.
Bey’in Hicaz şarkısı “Affeyle suçum
ey gül-i ter başıma kakma”, Hicaz
makamında bir Rumeli türküsü “Kırmızı gülün ali var”; Muhayyerkürdi
makamında Nikoğos Ağa’nın bir
şarkısı “Var mı hacet söyleyim ey
gül-tenim”, Muallim İsmail Hakkı
Bey’e ait Acemkürdi bir şarkı “Fikrimin ince gülü”, Nuri Halil Poyraz’ın
Muhayyer makamındaki şarkısı
“Sana gül gonca diyorlar”, Münir
Nureddin Selçuk’un Rast karçesi
“Gül yüzünde göreli zülfü semen
say gönül”, bestesi Ahmet Rasim’e
ait Rast makamındaki şarkı “Leb-i
renginine bir gül konsun”, bestesi
İsmail Baha Sürelsan’a ait Buselik
makamındaki bir eser “Güle sor bülbüle sor halimi hicranımı dinle”den
oluşuyordu. Şarkılarının yer aldığı
konserin tüm geliri Burs Fonumuza aktarıldı. Emeği geçen herkese,
yardımcı olan tüm personelimize ve
görevli öğrencimiz Eda Sekmen’e
teşekkür ediyoruz.
DESTEKLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ…
MART AYI İTİBARİ İLE BURS FONU’MUZA BAĞIŞTA BULUNUP ESKİ TALİMATLARINI
GÜNCELLEYEN YENİ BAĞIŞ VEREN ÜYELERİMİZ VE MEZUNLARIMIZ
BURS VERENLER
BÖLÜM’MEZUN‹YET YILI
BURS VERENLER
BÖLÜM’MEZUN‹YET YILI
ALİ CAVİT ÜN
CE’76
İBRAHİM HALUK TÜRE
AYSUN AYTAÇ
ID’02
MEVLÜT AKDENİZ
EE’06
ERCAN EROL
CE’81
ÖZNUR AKCAKAYA
MAN’07
ERTUĞRUL ERDİ
CHE’79
FATMA TELEK
MATH’81
SEFER CENGİZ
ARCH’76
ES’86
SERAY KAYA
METE’13
FERİDUN AKYÜZ
ARCH’71
FERRUH BÜLENT BİNGÖL
ARCH’71
ŞAFAK KOLAY
CE’89
ME’93
ZEHRA KAYA
HIST’90
GÜROL İPEK
İSMİNİN AÇIKLANMASINI İSTEMEYEN 8 BURS VEREN BAĞIŞÇI BULUNMAKTADIR.
ODTÜ DOSTLARI
GÖKSUN ÜNGÜT
KADRİYE BERRİN TEKİNER
CUMHUR KUTLU CE’67
ANISINA
FEYZA KUTLU SÜRÜCÜ CE’70
AYTEN SAN GÖKOĞLU
ANISINA
ŞULE GÖKOĞLU ADM’83
ALİ OYTUN GÖKHAN ANISINA
ÇİĞDEM BERDİ GÖKHAN
ARCH’71
ÇORBADA TUZ FONU BAĞIŞÇILARI
HÜSEYİN KARAMAN
UMUT ARTUK
CAN PULAT ÖĞÜN
ERDEM ARICI
CEVDET UYGAR AKSOY
BERK TAFTALI
TUNCA ATAOĞLU
KEMAL SİNECAN
ODTÜMD
OD
TÜMD
Ü
BURS FONU HESAPLARI
İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ 4229-422059 HESAP
IBAN:TR 81000 6400 0001 4229 0422 059
GARANTİ BANKASI MALTEPE ŞUBESİ 114-6299535 HESAP
IBAN:TR21 0006 2000 1140 0006 2995 35
YAPI KREDİ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ
IBAN: TR74 0006 7010 0000 0072 4153 77
22 ODTÜLÜLER
Ü Ü
BÜLTENİ
Ü
İ 238
MURAT CAN ADABAĞ
ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- EURO
IBAN: TR39 0001 0015 3708 9762 9150 01
İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ – USD
IBAN: TR81 0006 4000 0024 2293 1651 17
ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- TL
IBAN NO : TR61 0001 0015 3735 4394 9650 01
Dernekten
OMD Oyuncuları’ndan Yeni Oyun:
“Evham”
D
ört yıldır bizleri birbirinden
değerli eserlerle buluşturan
OMD Oyuncuları, Nisan’da
Umut Uğur’un “Evham” adlı oyunu Yücel Çelikler yönetiminde
sahnelemeye hazırlanıyorlar. Yeni
oyunlarını izleyici ile buluşturmadan önce, “Mockinpott Acılarından
Kurtulacak mı?” oyununu da tekrar
sahnelenecek. OMD Oyuncuları, 1
Nisan Salı ve 4 Nisan Cuma günleri “Mockinpott Acılarından Kurtulacak mı?”, 15 Nisan Salı ve 18
Nisan Cuma günleri ise “Evham”
ile Devlet Tiyatroları 75. Yıl sahnesinde tiyatroseverlerle buluşacak.
Ayrıca “Mockinpott Acılarından
Kurtulacak mı?” Akdeniz Üniversitesi Şenliği’nin kapanış oyunu
olarak 20 Nisan’da bir kez daha
izleyici ile buluşacak. “Evham” ise
ODTÜ Tiyatro Şenliği kapsamında
sahnelenecek.
İktidarın, gücünü elinde tutabilmesi için yarattığı sahte gündemi,
bu gündemle oluşan kuruntuları
sorgulayan “Evham”, günümüz
dünyasını yeniden sorgulamanızı
sağlayacak.
“Üç Kuruşluk Opera” Rock –
Opera Yorumuyla Geliyor
Nisan programı için provalarına devam eden OMD Oyuncuları, yeni oyunlar için de çalışma yapıyor. Derneğimiz Tiyatro
Atölyesi’nde Bertolt Brecht’in “Üç
Kuruşluk Opera” adlı oyununu rock
– opera formunda sahnelemek için
çalışmalar devam ederken, John
Hall’ın “İşbirlikçiler” adlı oyununun
çevirisi tamamlanarak provalarına
başlandı.
Her yıl ODTÜ mezunlarından
ve üniversite öğrencilerinden yeni
başvurularla büyüyen OMD Oyuncuları kadrosunda, erkek oyuncu
ihtiyacı olduğu bilgisini veren Yücel Çelikler, ODTÜ mezunlarının
ve ODTÜ öğrencilerinin yanı sıra,
diğer üniversite öğrencilerini de
aralarında görmek istediklerini dile
getirdi.
NİSAN 2014 23
Dernekten
izlencesi
“Zor Işık Koşullarında Uygulamalı Fotoğraf Çekim Eğitimleri”
D
Başlıyor!
erneğimizce düzenlenen fotoğraf eğitimleri Zor Işık Koşullarında Uygulamalı Fotoğraf Çekim Eğitimleri ile devam ediyor. Nisan’da başlayacak
program kapsamında gece sokak çekimleri, teknikleri ve çekim ipuçları,
tiyatro çekimleri, teknik ve ipuçları, ışıkla boyama ve gece yıldız izleri fotoğraf
çalışması yapılacak. Katılımcıların temel fotoğraf eğitimi almış olmasının zorunlu olduğu eğitim programında, tiyatro oyunu fotoğraflanması ile başlanacak;
gece ışık ve hareket uygulamaları ile devam edecek; yıldız izleri çekim teknikleri ve koşullarının anlatımı ise, Beynam Ormanı’nda, yıldız çekimleri konusunda
profesyonel çalışmalar yapan konuk eğitimcilerimiz eşliğinde gerçekleşecek.
23 Nisan
24 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Dernekten
GÜNÜN MÖNÜSÜ
HAFTA ‹Ç‹
HERGÜN
12:00 - 14:00
SALI
ÇARŞAMBA
PERŞEMBE
A’la Carte Mönü
A’la Carte Mönü
Açık Büfe Balık Keyfi
Canlı Müzik
16 TL
Resim ve Heykel
Kursu Kayıtları
Devam
Ediyor...
CUMA
A’la Carte Mönü
Canlı Müzik
D
erneğimiz tarafından düzenlenen Resim ve
Heykel Kursu yeni dönem kayıtları devam
ediyor. Kendinize zaman ayırın; bir hobi edi-
nin. Haftanın stresinden, atölye ortamında resim
ya da heykel yaparak uzaklaşın.
Bireysel yeteneklerini sanata yöneltmek isteyen
üyelerimizi ve yakınlarını resim ve heykel kursumuza bekliyoruz.
Bilgi ve Kayıt için:
Pınar Arpaçay, [email protected],
CUMARTESİ
A’la Carte Mönü
Canlı Müzik
0.312 286 7979/1124 & 0.530 610 6433
Devam Eden Kurs ve Seminer Programları
Mega Hızlı Okuma Eğitimi
Resim Kursu (Çocuk)
Arkeoloji Semineri
Çağdaş Mutfak Lezzetleri Kursu
Tiyatro Atölyesi
Heykel Kursu (Yetişkin)
Photoshop Kursu
Heykel Kursu (Çocuk)
Olta Balıkçılığı Kursu
Resim Kursu (Yetişkin)
Amatör Denizcilik Seminerleri
PAZAR
AÇIK BÜFE
KAHVALTI
10:30 - 13:30
Üye: 27,5 TL,
Katk› Payl› Üye: 22 TL,
7-12 Yafl: 18 TL
(0-6 Yafl Ücretsiz)
NİSAN 2014 25
Spor
Body
B
d C
Core
Core yönelik (karın, yanlar ve arka) yoğunlaştırılmış bir grup dersi
olup, spinning dersi ile birlikte yapıldığında daha sıkı bir vücuda sahip
olabilirsiniz.
Zumba
Hareketli, kıvrak ve eğlenceli müzikler eşliğinde koreografileri belirlenmiş adımlarla bir parti havasında kas gruplarını çalıştırarak formunuzu
daha eğlenceli koruyabilirsiniz.
Aikido
Vücudu ve aklı güçlendirmenin, bireyin fiziksel ve zihinsel gücünü birleştirmenin yolu Aikido derslerimiz hem yetişkinler hemde çocuklar için…
Çocuk Cimnastik
Çocuklarınızın fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden gelişimine katkıda
bulunmak istiyorsanız motorik özelliklerin tamamını bünyesinde barındıran ve tüm spor branşlarının temeli sayılan dersimize bekliyoruz.
Yoga
Yoga duruşlalrını ve nefes alma tekniklerini öğreneceksiniz. Esnekliğiniz arttırmak, güçlenmek, kas dengenizi sağlamak ve rahatlamak istiyorsanız bu ders tam size göre. Hangi yaşta olursanız olun katılabilirsiniz.
Spinning
Kişiye göre ortalama 700-800 arası kalori yakabileceğiniz bu derste
hem bisiklete binmenin keyfini yaşayacak hemde müzik eşliğinde topluca
ter atacaksınız.
Pilates
Pilates tüm iskelet ve kas sisteminizle ilgili problemlerinizde rahatlama sağlar, duruş bozukluklarının düzelmesine yardımcı olur, eklemlerinizin hareketliliğini ve daha güçlü – esnek bir omurgaya sahip olmanızı
kolaylaştırır.
26 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Opera Sahnelerinden
Dernekten
Haluk DİRESKENELİ (ME’73)
‘Macbeth’
Ankara Opera Sahnesi’nde
A
ssarımları makul olmuş, çok abartılı
değil.
d
nkara
Devlet
Opera
Sahnesi’nde Macbeth operası
başlıyor, uvertür müziği ile birlikte karşımıza korkutucu bir görüntüde, önlükleri kan içinde ellerinde
pırıldayan kasap satırlarıyla yirmiye
yakın çıplak ayaklı cadı kadın ortaya
çıkıyor.
Göğüslerinde yukarı ışık veren
cep fenerleri ile ortamda daha da
korkunç hava estiriyorlar. Ellerindeki
satırları havada sallarken her an bir
kaza olacak gibi geliyor. “Ellerinden fırlamasa”, diye düşünüyorsunuz. Havada sallanan satırlardan biri ellerinden çıksa felaket
olur. Bu görüntü sahneleme hüneri olarak
netleşiyor.
Münich Operası’nda aynı eseri geçen
yıl seyrettim, bu derece dehşete düşmedim. Lady Macbeth rolündeki soprano (Iulia Maria Dan) sahnede uzun sarı saçlarını
kesmiş, askısız mini etekli elbise içinde
modern zamanların perişan zavallı deli karakterini oynamıştı. Macbeth rolünde güçlü
Bariton Simon Keenlyside vardı. Cadı kadınların ellerinde korkutucu kasap satırları
yoktu. Tüm sahne kurukafalarla doluydu.
Önümüzdeki yaz iki sahnelemede Anna
Netrebko sahne alacak.
Bence Ankara sahnelenmesi Münih’ten
çok daha iyiydi. William Shakespeare’in
trajedisi ‘Macbeth’, Ankara Devlet Opera
ve Balesi tarafından 2010 yılından beri son
beş yıldır sahneleniyor. Her sezon seyrettim, kendime ait seyir sayısını ben de unuttum. Opera olarak daha öncesi son sahnelenme 1962’de yapılmış.
William Shakespeare eseri, Guiseppe
Verdi’nin melodileri ile opera sahnesine
uyarlanmış. Tiyatro olarak da sahneleniyor;
ancak benim için opera ayrı bir şaheser.
Shakespeare bu eserini 1606 yılında
yazmış. Kısa ama en önemli eserlerinden
biri olmuş. “Macbeth” insan doğasını ortaya koyan, iktidar hırs, ihtiras,
dizginlenemeyen kötülüklerin yumağı
olmuş bir eser. Bu operada aşk, sevgi
yok. Hırs, ihtiras, güç tapınması var.
Her zaman için geçerli karşı konulmaz iktidar isteği, güç ihtirası var.
“Macbeth”,
11.
yüzyılda
İskoçya’da geçen gerçek olayları anlatır. İktidarı ele geçirmek için insanların göze aldıkları mücadele, hırsın
götürdüğü geri dönülmez nokta...
Macbeth rolünde Çetin Kıranbay,
Serkan Kocadere, şimdilerde Tamer
S
Peker,
P
Banco rolünde, Savaş Gençtürk,
ssonraları Mithat Karakelle,
İnsan doğası aradan on yüzyıl geçmesine
rağmen değişmiyor. Bugün de aynı olayları
görüyor, duyuyoruz. Eğitim ve kültür sayesinde bu tür ilkel duygular bir nebze kontrol
altına alınabiliyor.
Operanın başında “Kendini Doğrulayan
Kehanet” cadılar tarafından Macbeth’e duyurulur. Lady Macbeth’in desteği, kışkırtması ile Macbeth, kendisine misafir gelen
kralı öldürüp yerine kral olur. İktidara beraber cinayet işleyerek ulaşırlar. İşledikleri
cinayet her ikisinin de sonlarını hazırlar.
Kendi hırslarının kurbanı olurlar. Suçlarının
cezası öbür dünyaya kalmaz, cezalarını bu
dünyada bulurlar.
Değerli Yönetmen Yekta Kara hanımın
sahnelemelerinde zorlama, mevcut kalıpları- alışkanlıkları yıkma isteği hissetmişimdir. Bu eserde ölçülü bir zorlama yine var.
Macbeth’i izlerken sahneleme beni rahatsız etmedi. Tersine hırsın zirvesini tasvirinde, Operayı nefesini tutarak izleyen biz
seyirciyi çok etkiledi.
Orkestrayı önceleri Lorenzo Castriota
yönetiyordu. Şimdilerde Alessandro Cedrone harika yönetiyor. Dekor orijinal tasarımı,
Michael Scott tarafından yapılmış. Dekorları yerinde uygulamayı Ferhat Karakaya
gerçekleştirmiş. Hareketli beyaz panolar
üstünde cadıların ve Lady Macbeth’in kan
tablosu çok ürkütücü. Korku ve şaşkınlık
içinde seyrediyorsunuz. Şanda Zipçi’nin
10.Yüzyıl İskoçya’sına uyumlu kostüm ta-
Lady Macbeth rolünde Sayra Seyhan Geçim, Feryal Türkoğlu, Seda
h
Ortaç,
O
Dama rolünde, Sezin Güngören Kirişçi,
Aslıhan Yıldırım,
Macduff rolünde Murat Karahan, Ünüşan Kuloğlu, Göksay Yaran,
Malcolm rolünde Barış Cark, Haser
Tek,
Medico, Emre Uluocak; Servo, Semih
Aşık; Sicario, Mahir Kat,
Apparizioni, Umut Kosman, Filiz Şamiloğlu oynadılar.
Mükemmel koroyu ayrıca kutlamak gerek. Koronun kusursuz katkısı çok büyük.
Bu sezon son temsil tarihi 8 Mart 2014
olacak. Umarım repertuarda devam eder.
Eserden alınacak çok dersler var. Sahnede anlatılan dizginlenemeyen iktidar hırsını bugünlere taşımak çok kolay. Ortadoğu
halkları askerler ve tarikatlar arasına sıkışmış kalmış. Ortadoğu halklarına uygun
bir model “ılımlı demokrasi” şablonu yok.
Biz onlar için bir model değiliz. İşler çalışır seküler demokrasiye sahip olmayan
Ortadoğu ülkelerinin, onların “Macbeth” ihtiraslı yöneticilerinin, kendi vatandaşlarına
zulümden başka vaatleri sunumları verebilecekleri olamıyor. Bütün bunları, zor, acı
tecrübeleri günümüzde hep beraber yaşayarak, deneyerek gözlüyoruz.
“Macbeth” operasını mutlaka görün.
Kapalı gişe oynuyor, 15 gün öncesinden
internet satışına açıldığı gün saat 09.30’da
bilet alın. Yurdum gündeminden uzakb
laşmanız çok zor. Bu eser sizi sarsala
ccak, rahatsız edecek, ama yine de
11.Yüzyıl İskoçya’sı yerine 21. Yüzyıl
1
Türkiye’sinde yaşadığınız için şükreT
deceksiniz. Verdi müziğinin keyfine
d
vvarın. Bu muhteşem eseri arka arkaya
birçok kez seyretmek lazım. Gelecek
b
ssezon tekrar sahnelenmesi lazım. Kaççırmayın.
En derin selam ve saygılarımla...
NİSAN 2014 27
Dernekten
Peynir Tatlısı
Malzemeler:
✓ 250 gr Süt
✓ 50 gr Margarin
✓ 2 Yumurta
✓ 75 gr Un
✓ 100 gr İrmik
✓ 100 gr Labne
✓ 15 gr Kabartma Tozu
Şurubu için: 1 litre su, 1 kg şeker, limon
Haz›rlan›ş›:
Süt, toz şeker ve margarin ocakta kaynatılır. Un ve irmik karıştırılarak kaynayan süte eklenir, 2 – 3 dakika pişirilir. Karışım ocaktan alındıktan sonra, ılıkken önce yumurtalar, sonra labne karışıma yedirilir.
Kabartma tozu da eklenerek karıştırılır. Hazırlanan hamur, sıkma torbasına doldurularak tırtırlı dü ile
tepsiye aralıklarla sıkılır. 200 derecede pişirilen tatlı fırından çıktıktan sonra, sıcakken su, şeker ve limonla hazırlanan sıcak şerbet üzerine dökülür. Şerbeti çekmesi için üzeri kapatılarak beklenir.
Püf Noktası:
Yumurtalar hamura teker teker eklenmeli ve çok iyi karıştırılmalıdır. Verilen tariften elde edilecek
hamur, ortalama 25x30 cm ebadında fırın tepsisine uygundur. Tatlının şurubu dökülürken, mutlaka
tatlı da şurup da sıcak olmalıdır ve şurup döküldükten sonra üzeri kapatılarak bekletilmelidir. Servis
yaparken tabağı çikolata sos ile süslemek isterseniz yağlı kağıdı külah şekline getirerek içine çikolatayı doldurduktan sonra külahın ucunda küçük bir delik olacak şekilde keserseniz, elde ettiğiniz
sıkma torbası ile servis tabağınızı değişik şekillerle süsleyebilirsiniz.
Afiyet olsun...
28 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Teknoloji
Adil HİNDİSTAN (CE’93)
(CE’93), Twitter:
T itt @AdilHindistan
@AdilH
Twitter Ferman Dinlemiyor
“İnternet sansürü teknik bir arıza olarak görür ve etrafından dolaşır.”
John Gilmore, TIME, 1993
G
Hoş Türkiye’de insanların hepten
t yabancı olduğu bir durum değil
ğ bu. Yakın zamana kadar video
servisi
YouTube, yine Türkiye’ye
s
özgü
çeşitli kanunlar sayesinde
ö
halkın
erişimine kapalı idi.
h
eçen yılın ortalarında ‘Kitle haberleşme aracı olarak
sosyal medya’ 1 başlıklı
yazımıza, özgür yazılımın babası
diye bilinen John Gilmore’un yukarıdaki meşhur deyişi ile başlamıştık. Bu yazıyı yazdığımız Mart 2014
ortasında hükümet Türkiye’den
Twitter’a ulaşılmasını mahkeme
kararıyla engelledi. Daha doğrusu
engellemeye çalıştı.
Teknoloji tarihinden öğrenilecek
değerli dersler var. Bundan 20 - 30
yıl önce insanlar çok az kaynaktan
haberlere ulaşabiliyordu, dolayısıyla medyayı kontrol altına alarak baskın sesle insanları yönlendirmek, alternatif
sesleri boğmak pek zor değildi. Bugün akıllı
telefonlar sayesinde vatandaş - haberciliği ve
sosyal medya sayesinde ana akım medyanın haberleri sansürleme gayretleri sadece
komik duruma düşmelerine (bkz. Penguen
TV 2 )ve kendi markalarını zedelemelerine
sebep oluyor.
Biz isterseniz şimdilik sadece Twitter
konusuna odaklanalım. Öncelikle şu konuyu açıklığa kavuşturalım. Türkiye Twitter’a
ulaşımı yasaklamayı deneyen ilk ülke değil.
2011 başlarında Mısır’da halkın isyan ettiği
hükümet tüm ana akım medyayı kontrol altında tutuyordu. Protestocuların Twitter üzerinden organize olmasını engellemek ve ‘dışarıya’ haber çıkmasını engellemek için Mısır
hükümeti önce Twitter, Facebook gibi sosyal
medya araçlarına erişimi, sonra tüm internet
erişimini engelledi.
Google ve Twitter hızlıca ‘speak-to-tweet’
adında bir servis ürettiler. İnsanlar telefon
edip mesaj bırakıyorlar, bu mesajlar Twitter
üzerinde yayınlanıyor ve yine telefonla internete bağlı olmadan başkaları bu servis numaraları üzerinden bırakılan mesajları dinleyebildi. Blokaj bir hafta içerisinde kalktı.
Benzer şekilde hükümet karşıtlarının organize olmasını engellemek amacıyla İran
seçimler esnasında Twitter erişimini engelledi. Çin hükümeti hala Twitter’a erişilmesine
izin vermiyor. Bunların dışında genel olarak
hükümetler spesifik hesaplara erişimin engellenmesini istiyorlar. Fransa anti-semitik ve
Kaynakça
(1) http://odtumd.org.tr/bulten/231/temagu2013.pdf
(2) https://eksisozluk.com/penguen-tv--3858188
(3) http://goo.gl/NbleLq
(4) http://en.wikipedia.org/wiki/Streisand_effect
30 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 2367
İnsanlar kor değil elbette, bu
uygulamaların
adalet arayışı adıu
na
n değil de baskıcı bir zihniyetin
ürünü
olduğu görüyorlar ve geliü
şen
ş teknoloji ile bu baskıcı uygulamaları
aşmayı becerebiliyorlar.
l
ırkçı
k söylemlerin
l l i yasakk olduğu
ld ğ bir
bi ülke.
lk Bu
B
tür söylemlerin Twitter üzerinde yapılması
üzerine boş durmayan 2013’de Fransız mahkemeleri Twitter’i milyonlarca dolar para cezasına çarptırmakla tehdit etti ve bu yayınları
yapan kişiler hakkında bilgileri istedi. Twitter
bu hesapları kapattı ve istenen bilgileri ulaştırdı.
Türkiye’de, hükümet 2013 Haziran’ında
patlayan Gezi protestolarında zaten kontrolü
altında olmayan sosyal medyadan ‘bilgi kirliliği’ bahanesi ile rahatsızlığını dile getirmişti. Son bir kaç aydır mevcut muhalif seslere
eklenen yolsuzluk iddiaları ve ses kayıtları
bu rahatsızlığı çok da yüksek olmayan dayanılmaz bir seviyeye ulaştırmış olacak ki
Twitter’a erişim mahkeme kararıyla kapatıldı.
Üstelik Fransa ve kimi diğer örneklerde
olduğu gibi varsa ülkenin kanunlarına aykırı
yayın yapan spesifik hesaplara ulaşımın engellenmesi gibi bir durum söz konusu değil.
Ülke vatandaşlarının ücretsiz kullandığı bir
servise erişimin kesilmesinin, yüz milyonlarca kullanıcısı olan Twitter’a bir zarar vermeyeceği aşikar.
Örneğin Twitter, bu erişim kısıtlamasını haber alır almaz, sms ile tweet
gönderilmesini sağlayacak bir servisi hizmete sundu. İnsanlar hızlıca ISP’lerinin değil
Google’in açık DNS’lerini kullanmaya başladılar. Önümüzdeki günlerde bu DNS’lere
erişim kısıtlanırsa, VPN teknolojileri ile bunu
aşabilecekler. Velhasıl, teknolojik çareler
mevcut.
Nostaljik olsun diye DNS’in ne olduğu nasıl çalıştığını yazdığım Ocak 2002 bültenini
linkleyecektim ama o zaman kolayca erişilebilecek bir formatta tutmuyormuşuz sanırım.
Bendeki kopyasını yayinladim3, oradaki bilgiler hala geçerli.
#TwitterIsBannedInTurkey çığlıkları ile
sansürün başlamasını takip eden 24 saat
içinde Türkiye’den gelen günlük twitlerin toplam sayısı %130 arttı ve yasağı vurgulayan
3 ayrı hashtag Twitter’in Global Trend’lerinde
ilk 3 sırayı aldı. Belki yasaklanmaya çalışılan bilginin ilgi çekici olduğunu, Streisand Effect4, bilmeyenler de artık öğrenmiştir.
Dosya
Boğaçhan TELERİ Ankara Sualtı ve Cankurtarma İhtisas Kulubu Başkanı CMAS *** Eğitmen Altın Cankurtaran Eğitmen
Türkiye’de ve Dünya’da Dalış
Fotoğraflar: Boğaçhan TELERİ
ünyamızın büyük bir bölümü, ülkemizin
de üç yanı denizlerle çevrili, böyle olunca da dalış sporu dünyada ve ülkemizde popülerbir hal alıyor. O yüzden ülkemizde
sahil ve iç kesimlerde yaklaşık 350 ye yakın
dalış merkezi bulunmakta; hatta Ankaramızda bile denize olan hasretten olsa gerek 16
dalış merkezi, dalış kulübü veya dalış topluluğu var.
D
Aslında ülkemizde ki denizlerde canlılık
açısından söylenecek pek bir şey yok; yani
ülkemizdeki denizler, batıkları, mağaraları ve
yapay resifleri olmazsa çöl denecek kadar
boş durumda, renk yok balık görselliği sıcak
denizlere göre çok az; ama buna rağmen
bilhassa Avrupa’dan turistler ülkemize gelip
burada dalışı öğreniyorlar ve bu sayı hiç de
azımsanacak bir sayı değil.,. Peki neden bu
insanlar ülkemize gelip dalışı öğreniyorlar?
Aslında sıcak sulara gidildiğinde - çok fazla uzak değil - Mısır’da Kızıldeniz’e gittiğinizde
dahi tam bir renk cümbüşü ile karsılaşıyorsu32 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
nuz. Sert ve yumuşak mercanlar, rengarenk
balıklar, batıklar ve niceleri ama bu zenginliğin
bir çok da tehlikeleri var. Bu tehlikeler sualtındaki bütün canlılardan kaynaklanabiliyor
o sevimli görünen rengarenk canlılar aslında
dalgıçlar için tehlikeler içermekte. Bu canlılık
eko sistemin en ufak canlılarından biri olan
planktonlardan ve bunların o zengin ortamda
çoğalıp, akıntılarla taşınmasından kaynaklanıyor. Daha sonra ise o besin zinciri birbirini
takip ederek çoğalıyor ve zenginleşiyor.
Bizim ülkemizde ise durum biraz daha
farklı bizde bu renk cümbüşü yok, plankton
denenen en ufak besin zinciri çok çok az,
bunu taşıyacak akıntılarda çok yok, durum
böyle olunca bizim ülkemizi dalış için önemli
konuma getiren faktörler neler.
Sebep aslında basit, öncelikle sularımızın
temizliği buna bağlı olarak görüşün iyi olması
bilhassa yaz aylarında havanın ve su sıcaklığı, Avrupalı turistleri ülkemize getiriyor ama
sadece bunlar yeterli mi? Hayır değil, bunların
yanında ülkemiz sularında çok fazla akıntıların olmaması, dalgalar ve en önemlisi zararlı
deniz canlılarının da bulunmaması, yani ülkemiz sularının tehlikesiz olması, denizlerimizi
dalış sporunu öğrenmek için gelen turistlerin
ilgi odağı yapmakta.
Son yıllarda ülkemizde dalış sporu için
yapılan iyi şeylerin başında yapay resifler gelmekte, yapay resifler su içinde çeşitli
materyallerden yapılan ve balıkların içinde
saklanabileceği korunaklı yapay yuvalardır.
Bununda amacı sualtı erozyonunu engellemek, balıkların rahatça saklanabileceği veya
yumurtalarını saklayabileceği yerler oluşturmak en önemlisi de trol gibi zararlı avcılığın o
bölgede yapılmamasını sağlamaktır. Ülkemizde değişik materyaller kullanıldığı gibi (büyük
demir veya beton bloklar gibi) biz dalgıçların
en çok ilgisini çekenler bu amaçla batırılan
büyük nesnelerdir. Mesela Hava Kuvvetlerimiz bu konudaki en önemli destekçimizdir ellerindeki kal olmuş uçakları (hurdaya ayrılan)
su altında yapay resif oluşturması amacıyla
Dosya
sahil kesimindeki birçok beldemize vermiştir.
Bu da bize su altında inanılmaz bir görsellik sağlar; düşünsenize sualtında bir nakliye
uçağı, koplite bakabiliyorsunuz, içinde gezebiliyorsunuz ve bunu yaparken sualtındasınız.
Sadece uçakta değil, gemiler, sahil güvenlik
botları hatta arabalar bile tabii ki bunları suyun altına indirmek ayrı bir prosedür gerektiriyor, sualtına indirilen bu araçların oraya zarar
vermemesi için iyice temizlenmesi ve zararlı
maddelerden arındırılması şarttır.
Ülkemizde dalış sporu TSSF(Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu)bünyesinde yapılır.
Bunun kontrolü de sahil bölgelerinde Sahil
Güvenlik Komutanlığı’ndadır. Dalış sporu
aslında hepimizin sandığı gibi çok tehlikeli
bir spor dalı değildir. Ama bütün sporlar gibi
kuralları vardır. Bu kurallara mutlak uyulması
lazımdır; eğer uymazsanız asıl tehlike o zaman başlar. Bir de dalış yapmamış ve bu konuda eğitim almamış kişileri en çok korkutan
unsurların başında zararlı deniz canlıları gelir.
Bunların içinde de tabii ki köpekbalıkları ilk sıradadır; ama şunu bilin ki köpekbalıkları bizler için korkutucu bir canlı değil, tam tersine
görülesi bir canlıdır. Yaklaşık 85 cins köpekbalığı vardır, bunlardan sadece 3 – 4 cinsi insanlar için tehlike oluşturmaktadır. Ülkemizde
sığ ve kıyıya yakın sularda köpek balığı görme şansımız yok denecek kadar az; zaten en
son köpek balığı saldırısı 1972 yılında kayda
geçirilmiş, ama kesinlik kazanmamış. Lütfen
şunu da unutmayın; arılar tarafından öldürülen insan sayısı köpek balığı saldırılarından
on kat daha fazladır.
Dalış sporu da kendi içinde tecrübeye
göre dalgıçlarını sınıflandırır ve tecrübe arttıkça bu spora duyulan sevgi ve saygıda
beraberinde artar. Dalışta tecrübeyi arttıran
dalış sayısıdır; ama lütfen şunu unutmayın,
her şeyde olduğu gibi dalış sporunda da eğitim şarttır ve eğitimsizlik ve sualtı cehaletini,
bu da beraberinde cesareti, kazaları ve hatta
ölümleri getirir. Buda bizleri üzen bir olaydır
çünkü bu kazalar sonucunda insanlarda dalıştan ve sualtından korkarlar ama bizlerin
amacı sualtını daha çok insana sevdirmek ve
o büyülü ortamla daha çok arkadaşımızın tanışmasını sağlamaktır. Dalış sporunun kesin
kuralları vardır sizler bu kurallara uyduğunuz
sürece dalış çok güvenli bir spor dalıdır.
“Islak mavi”de buluşmak üzere…
NİSAN 2014 33
Dosya
Dr. Meltem OK ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü
Bir “Var”mış,
Nesli tehlike altında deniz canlıları ve
ODTÜ-DBE’nin bu konudaki çalışmaları
K
eşke dünyamızı paylaştığımız bitki ve
hayvan türlerinin binlercesinin neslinin
tehlike altında olduğu, her sene onlarcasının daha bu türlere eklendiği, bir kısmının
ise çoktan kaybedilmiş olduğu gerçeği sadece bir masaldan ibaret olsaydı. Ancak ne
yazık ki değil. Günümüzde doğayı ve doğal
kaynakları kullanma şeklimiz türleri hızlı bir
yok oluşa doğru sürüklüyor. Bu türler özellikle doğal yaşam alanlarının kaybedilmesi/
yokedilmesi, aşırı/yasadışı avcılık ve ticaret,
kirlilik ve turizm gibi sorunlar nedeniyle tehlike
altında. Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN)
tarafından yayımlanan ve konusunda uzman
bilim insanlarının araştırma, görüş ve önerileri
ile her sene güncellenen IUCN Kırmızı listesi
olarak isimlendirilen rehber bu konuda dünyada en kapsamlı koruma rehberi durumunda.
Bunun yanında çeşitli uluslararası örgütler
(WWF, Greenpeace, WCS, GEF), uluslararası sözleşme ve protokoller (Bern, Barselona,
Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki
Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES), Biyolojik çeşitlilik sözleşmesi
(CBD), Habitat Direktifi, Natura 2000) ve girişimlerle (SOS) türler ve yaşamalanları koruma altında. Ülkemizde ise türlerinin ve yaşam
alanlarının korunması ve doğal kaynakların
sürdürülebilir kullanımı için ulusal mevzuat,
eylem ve strateji planları ile taraf olduğumuz
uluslararası sözleşmeler çerçevesinde birçok
kurum ve kuruluş, ünivesite ve STK (T.C. Orman ve Su işleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı, DHKV, TUDAV, WWF
Türkiye, SAD) yerel ve ulusal çapta farklı çalışmalar yürütüyor.
IUCN 2013 Kırmızı Listesi’ne göre dünyada araştırılan yaklaşık 70.000 hayvan ve bitki
34 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
türünden 20.000’i yok olmak üzere, tehlike altında ya da hassas türler arasında yer alıyor.
Bunların 800’ü ise tamamen yok olmuş, çoktan kaybedilmiş durumda. Türkiye’de küresel
ölçekte tehlike altında 182 tür ve alt tür var.
Ülkemiz denizlerinde de yaşayan 43 deniz
canlısının nesli tehlike altında. Bu listeye neredeyse tehdit altında olan türler ile hakkında veri eksiliği olan türleri de eklediğimizde
sayı 100’lere çıkıyor. Bu listede başı çeken
türlerimiz arasında uzun balina, kaşalot, Akdeniz foku, deniz kaplumbağaları (yeşil deniz
kaplumbağası ve iribaş deniz kaplumbağası), Atlantik Mavi Yüzgeçli Orkinosu, çeşitli
köpekbalığı ve vatoz türleri (kum köpekbalığı, güneşlenen köpekbalığı, sapan balığı,
kocaburunlu vatoz gibi) ile mersin balığı ve
orfoz sayılabilir. IUCN kırmızı listesinde tehlike altında türler kategorisinde yer almayan
ancak yüksek ekolojik önemi nedeni ile koruma altına alınmış olan Akdeniz’e endemik ve
ekosistem için anahtar tür olan deniz çayırlarını (Posidonia oceanica) da bu kapsamda
saymak mümkün.
Mersin’in Erdemli ilçesinde bulunan ODTÜ
Deniz Bilimleri Enstitüsü kurulduğu 1975 yılından bu yana gerçekleştirdiği araştırma, izleme ve koruma çalışmaları ile denizel türlerin
ve yaşam alanlarının korunmasına direkt ve/
veya dolaylı olarak katkı sağlayan öncü kurumlardan biri durumunda. Enstitü’nün amacı
sadece türü korumak değil; deniz ve kıyı ekosistemini bir bütün olarak korumak. Bu kapsamda deniz ve kıyı ekosistemlerinin sağlığı
açısından gösterge türler arasında yer alan
deniz kaplumbağaları, deniz çayırları ve akdeniz foku üzerine yapılan araştırmalar öne
çıkan çalışmalar olarak verilebilir.
Yukarıda da bahsedildiği gibideniz çayırları Akdeniz’e endemik bir tür olup denizin ormanları olarak nitelendirebileceğimiz sağlıklı
deniz çayırları, suyun oksijenlenmesi, besin
kaynağı sağlaması, yaşam ve üreme alanı
oluşturmasının dışında, deniz suyunu temizlemesi, kıyıları dalgaların neden olduğu erozyona karşı koruması gibi pek çok önemli rol
oynuyor. Ancak Batı Akdeniz’de Cebelitarık
Boğazı’nın doğusuna kadar uzanırken Kuzey
Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında Mersin ili sahillerinde sonlanmakta.
ODTÜ - DBE TÜBİTAK desteği ile gerçekleştirdiği araştırmalar kapsamında deniz çayırlarının neden daha doğuda bulunmadığını bölgenin mevcut fiziksel özelliklerini de dikkate
alarak araştırmış, bulunmaması için aslında
bir neden olmaması olasılığını da göz önüne
alarak uygun alanlarda, uygun derinlikte ve
dip yapısında deniz çayırı ekimi gerçekleştirmiştir. Türkiye’de ilk defa denenen Posidonia
oceanica transplantasyon yöntemi başarıyla
uygulanmış ve türün yayılımını engelleyebilecek faktörler ortaya konmuştur. Sonuç olarak
bu türün Doğu Akdeniz kıyılarımızda bulunmamasında en etkin faktörün sıcaklık olduğu
tahmin edilirken bu deney sırasında en sıcak
bölgede dahi ekilen filizlerin bir seneden fazla
yaşaması türün coğrafik dağılımının sınırlanmasında sadece tek bir faktörün değil birçok
etkileşimin birlikte rol oynuyor olabileceğini
ortaya koymuştur. Ayrıca yine ODTÜ Deniz
Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen bir
başka araştırma sonucunda bu türün Akdeniz
kıyı ekosistemini, yabancı ve yayılımcı türlere
karşı savunduğu da belirlenmiş.
Denizlerin yaşayan fosilleri olarak da
anılan deniz kaplumbağalarının günümüzde
Dosya
Bir “Yok”muş...
dünya denizlerinde yaşayan 8 türünün tamamı tehlike altında. Deniz ve kıyı ekosisteminin
korunması açısından “Posidona oceanica”
gibi yine deniz kaplumbağaları da önem taşıyan türlerden. Nesli tehlike altında olan iki deniz kaplumbağası türünün - yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) ve iribaş deniz
kaplumbağası (Caretta caretta) - Akdeniz’deki yuvalama kumsallarının büyük bir bölümü
ülkemiz sahillerinde yer alıyor. Bu türler ve yuvalama kumsalları çeşitli statüler altında ülkemizde korunuyor ancak başta turizm kaynaklı
yapılaşma olmak üzere birçok tehlike ile karşı
karşıya olmalarını ne yazık ki engellemiyor.
Yoğun kıyısal yapılaşmanın olduğu bölgede
sahil şeridi boyunca bozulmadan kalabilmiş
ODTU DBE Erdemli Yerleşkesi kumsalı her
iki türün de yumurtladığı önemli bir kumsal
niteliğinde ve koruma alanı olması isteniyor.
2011 yılında beri kapsamlı bir çalışma ile takip edilen kumsalda kaplumbağa yuvalama
döneminde kamera ve gönüllüler ile 24 saat
izleme çalışması yapılıyor. Deniz kaplumbağalarının geç ergenliğe ulaşması ve yumurtadan çıkan yavruların karşı karşıya olduğu doğal tehditler göz önünde bulundurulduğunda
her 1.000 yumurtadan sadece bir tanesinin
yetişkinliğe kadar ulaşabildiği tahmin ediliyor.
Bu durumda her bir yuvanın popülasyonun
geleceği açısından büyük önemi var. ODTÜ
- DBE kumsalında yuva yoğunluğu 2012 yılında 19 yuva/km, ve 2013 yılında 40 yuva/km
olarak tesbit edildi. Ayrıca kumsalın ekolojik
özelliklerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar da yapılıyor. Bu çalışmalara ek olarak
Enstitü web sayfasında yer alan “Kaplumbağa Gözlem (Turtle Watch)” isimli bölümden
denizde ya da sahillerimizde görülen deniz
kaplumbağalarının bölge halkı ve bölgeyi ziyaret edenler tarafından gözlem kaydı olarak
bildirilmesi de mümkün.
IUCN kırmızı listesinde tehlike altında türler kategorisinde yer
almayan ancak yüksek ekolojik önemi nedeni ile koruma altına
alınmış olan Akdeniz’e
endemik ve ekosistem
için anahtar tür olan
deniz çayırlarını (Posidonia oceanica) da
bu kapsamda saymak
mümkün.
ODTÜ - DBE Akdeniz fokları ile ilgili araş
araştırma, izleme ve koruma çalışmaları ise bu
sene 20. yılını kutluyor. ODTÜ - DBE bu bağlamda bölgedeki tek kurum olma niteliğinde.
Fok denildiğinde çoğumuzun aklına buzlar
üzerinde masumca bakarken fotoğraflanmış
beyaz kürklü bir fok yavrusu gelebilir. Ancak
ülkemiz kıyıları özellikle de Doğu Akdeniz sahilleri günümüzde ılıman denizlerde yaşayan
sadece iki fok türünden biri olan ve IUCN kırmızı listesine göre nesli kritik derecede tehlike
altında olan Akdeniz keşiş foklarının (Monachus monachus) önemli üreme ve yaşam alanlarını barındırıyor. Tüm dünyada sadece 300
ila 500 arası kaldığı tahmin edilen bu nadir
deniz memelisi türünü yok olmaya sürükleyen
ise sadece ve sadece insan! ODTÜ - DBE Akdeniz foku yaşam alanlarının belirlenmesi ve
uygun mağaraların foto-kapanlar ile takibi ile
bireyleri tanımlıyor, daha önce tanımlanan bireyler üzerinden popülasyondaki değişimleri
izliyor, elde edilen veriler ışığında popülasyon
büyüklüğü tahminleri, güncellenen veriler ile
de risk analizleri yapıyor. Tüm bu çalışmalar
Akdeniz foklarının ülke ve bölgemizde korunmasına dayanak oluşturulmakta. Üremek ve
yavru büyütmek için kullandıkları deniz mağaralarının fokların varlıklarını devam ettirebilmeleri için önemi çok büyük. Ancak burada
yeri gelmişken üzülerek belirtmek gerekiyor ki
henüz 3 aylık bir fok yavrusu geçtiğimiz Şubat ayında Mersin ili Yeşilovacık beldesinde
doğduğu mağara yakınlarında ölü bulundu.
Dıştan bakıldığında dikkat çekici ölçüde zayıf
olan yavru ile ilgili bu bulgu yapılan nektorpsi ile de doğrulandı. Bölgeyi özel kılan Doğu
Akdeniz kıyılarımızdaki sayılı üreme mağarasından birinin bu alanda bulunması. Ancak
tüm uyarı ve itirazlarına rağmen üreme mağarasının hemen yanı başında göz göre göre
büyük bir endüstriyel liman kuruluyor. Yavru
fokun öldüğü döneme baktığımızda artık bu
dönem yavru fokların anne sütünden kesilip
mağara dışında balık avlayarak beslenmeye
başladğı dönem. Ancak bu yavru beslenememişti. Liman inşaatı ise halen çok yoğun bir
şekilde devam ediyor. Fakat bu kritik yaşam
alanı ve bölgede yaşayan Akdeniz foku popülasyonuna daha fazla zarar gelmemesi için
bu faaliyetlerin acilen durdurulması gerekiyor.
http://yesilovacik.tumblr.com/ adresinden detaylarına ulaşabileceğiniz bu konuda ve nesli
tehlike altında olan diğer deniz canlılarının
Doğu Akdeniz’de ve kıyılarımızda ilelebet
varolabilmeleri ve yaşam alanlarıyla birlikte
korunması için ODTÜ - DBE çalışmalarına
aralıksız devam edecektir.
NİSAN 2014 35
Dosya
Dr.hc T. Oğuz ALPÖZEN Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Emekli Müdürü
Mavi Arkeoloji Ve Müzecilik
Fotoğraflar: Vasıf ŞAHOĞLU
Y
aşam öyküm Türkiye’deki Sualtı
Arkeolojisi’nin tarihçesinin bir bölümünü kapsar.
İzmir’de
doğdum.
İstanbul
Bebek
İlkokulu’nu bitirdim. Yüzmeyi Küçük Bebek’te,
Uğursuz denen yerde öğrendim. Köpekleme
yüzerek ulaşabildiğim ilk yer, kıyıdan 1520 metre uzaklıkta olan kırmızı bir dubaydı.
Kurbağalama yüzmeyi öğrendikten sonraki
hedefim, açıktaki Bebek Feneriydi. O yıllarda denizin 10 metre derinliği, deniz yüzeyinden çıplak gözle rahatlıkla görülüyordu.
Deniz tabanı pek çok eserle doluydu. Bunlar
üzeri çökelti ile kaplı tabancalar ve kılıçlardı.
İstanbul’un işgali sırasında, halkın korkudan
denize attığı silahlardı. Deniz altını keşfetme
duygum bu buluntularla başladı.
Yıllar geçti, kendimi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünde okurken buldum. Hocam Ord. Prof.
Arif Müfit Mansel ve Dr. Metin Sözen (şimdi
profesör) “Amerikalılar Bodrum’da sualtında
kazı yapıyorlar. Sen iyi yüzüyorsun. Dalmasını biliyorsun. Güçlü kuvvetli bir adamsın.
Onların yanına git.” diye beni yolladılar. 1962
yılının 5 Temmuz’unda Bodrum’daydım. Kimsenin varlığından haberdar olmadığı, ıssız bir
balıkçı ve süngerci kasabasıydı. Şehrin tam
ortasında yer alan orta çağ kalesini, deniz
kucaklıyordu. Ertesi gün Karatoprak (şimdiki
36 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
Turgutreis) açıklarındaki, Yassıada’daydım.
Kazı başkanı George F. Bass ve ekibi, denizin
30 metre dibinde yatan bir Bizans Gemisi’ni
(M.S. VII. yüzyıl) kazıyorlardı. Kısa bir süre
sonra, tüple dalmanın kolaylığını öğrenecek,
gelecek yıllarda George ile birlikte kazılara
heyet üyesi olarak katılacak, pek çok eseri
Bodrum Müzesi’ne kazandıracaktım. Üniversiteyi bitirince çalışmak istediğim tek yer, Bodrum Kalesi içinde yer alan müzeydi. 1968 yılı
Mayıs’ında göreve başladım. O yaz, Marmaris ve çevresinde, batıkların araştırılmasında
çalıştım. Birkaç batık bulduk. Amacımız süngerci kaptanı Ahmet Erbin’in kangavasıyla
çıkardığı, Klasik Çağ’a (M.Ö. IV. yüzyıl) tarihlenen Demeter Heykeli’nin batığını bulmaktı.
Marmaris, Kızılada açıklarında olduğu söyleniyordu. Bulamadık.
Bodrum, Yassıada çevresi batık gemilerle doluydu. 1969 yılında 36 metre derinlikte
yatan IV. yüzyıl batığı kazısı sürdürüldü. Bu
kazı, 1974 yılı Kıbrıs Harekatı nedeniyle yarım kalacaktı.
1975 yılında Bodrum yakınlarında Şeytan Deresi Batığı kazıldı. İlk defa bir kazıda
Türk heyet üyelerinin sayısı, yabancıları geçti. Geleceğin yıldızı Texas A.M. Üniversitesi
profesörlerinden Cemal Pulak, günümüzün
şöhreti “Hastasıyım” deyiminin sahibi Ayhan
Sicimoğlu, Japonya’da batan Türk Savaş Ge-
misi “Ertuğrul”un kazı başkanı Tufan Turanlı
bu kazının aydınlık yüzleriydi.
1971-77 yıllarında Antalya Müzesi’nde
görevliydim. 1975 yılında bir yayınevinin Kültür Kitapları Serisi’nin ilki olarak “Türkiye’de
Sualtı Arkeolojisi” adlı kitabım yayımlandı.
Bu kitapta dalgıçlığın tarihçesini de anlatmıştım. Roma’lı Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın balık yakalama tutkularını,
Antonius’un bir dalgıç yardımıyla hünerini
gösterme çabasını, Kleopatra’nın dalgıcının,
Antonius’un oltasına tuzlu balık takışını gülümseyerek hayalimde canlandırmaya çalışmıştım. George F. Bass’ın 1960 yılında Kaş,
Gelidonya Burnu’nda 26-28 metre derinlikte
yaptığı kazıdan da bahsettim. Bu batık ta,
Yassıada Batıkları gibi Bodrum’lu süngerci
kaptanı Kemal Aras tarafından, bilim adamlarına gösterilmişti. Kaptan Kemal Aras’ın
“Oğuz, korkak dalgıç ol. Kendini farklı gören
arkadaşlarım ya vurgun yiyip öldüler, ya da
sakat kaldılar.” öğüdünü hiç bir zaman unutmadım. Gelidonya Burnu Batığı M.Ö. XII. yüzyıla ait bir ticaret gemisiydi. Dünyada ilk defa
bir arkeoloğun başkanlığında yürütülen sualtı
kazısıydı. Kara kazılarının bilimsel yöntemleri sualtında uygulanmıştı. Batıktan çıkarılan
eserlerin Bodrum Kalesi’ne getirilmesi, müzenin doğumunu da sağlayacaktı.
Dosya
1977-79 yıllarında Marmaris, Serçe
Limanı’nda, Cam Batığı diye ünlenecek olan
batığın kazısı yapıldı. Bu kazıda da yılın dört
ayı bulundum. 30 metre derinlikte yatan
gemiye, günde iki defa dalıyor, Dünyanın en büyük İslam Cam Koleksiyonunu ülkemize kazandırıyorduk. Bu gemi
1025 yılında liman içinde demirlemiş
haldeyken, çıpanın kopması nedeniyle
kıyıya çarparak batmıştı. Batıkta hiç insan kemiği yoktu. Bu da gemicilerin sağ
kurtulduklarının kanıtıydı. Kazı eylül ortalarında bitti.
lemekti. İngiliz Kulesi önündeki geniş alanda
1996-99 yıllarında binayı yaptık. Orta salonda geminin su üstündeki durumu, tabanda da
George F. Bass’ın kurduğu Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (INA) kazıyor, eserleri
çıkarıyor, ben sergiliyordum. Son sergi
salonlarından biri, Tektaş Burnu Batığı
Salonu’ydu. 1999-2001 yılları arasında
kazısı yapılan bu batık, 38-45 metre
derinlikteydi. M.Ö. V. yüzyıla aitti. Gemiden çıkarılan iki mermer göz, bana göre
geminin en önemli eserleriydi. Bizim
yolcu otobüslerinde görülen mavi boncuk anlayışının bir yansımasıydı. Gemi,
yolunu bu gözlerle görüyordu. Vazo resimlerinden aşina olduğumuz çizimlerin
ilk bulgusu, bu batıktan çıkmıştı. Ziyaretçiye bir fikir vermek için geminin baş
kısmı replikasına bu gözleri yerleştirdik.
İç salonda, vitrin içinde orijinalleri görülüyordu. Pek çok amphora, kap, şarap
kadehleri, geminin çıpası buluntu topluluğunu tamamlıyordu. Bu salon 2004
yılında açıldı. Karyalı Prenses Kraliçe
Ada Salonu, Sikke ve Takı Salonu, İngiliz Kulesi, Zindanlar yıllar içinde açtığım
diğer yerlerdi.
Benim için en büyük değişiklik, 1978
yılı Haziran’ında Bodrum Müzesi’ne
müdür olarak atanmam oldu. Kendimi
yavaş yavaş, Bodrum Kalesi’nin içinde
yer alan müzeyi nasıl Sualtı Arkeoloji
Müzesi yapacağım konusunda zihnen
hazırlıyordum. 1971 yılında Antalya’ya
giderken müzede bulunan üç salon aynen duruyordu. Yedi yıl içinde tek bir
yeni yer açılmamıştı. Kaleyi süsleyen,
ilk müdürüm Haluk Elbe’nin diktiği sardunyaların yerinde yeller esiyordu. Şimdi ben, kalenin komutanıydım. Amacım
Bodrum Müzesi’ni, Sualtı Arkeoloji
Müzesi’ne dönüştürmek ve Dünyanın
en büyüğü yapmaktı. Oldu. Danimarka
Kraliçesi, Dünya kültürüne katkılarım
nedeniyle “Şövalye” unvanı verdi.
Müzenin depolarında, bilimsel sualtı kazılarından gelen eserler sergilenmek için beni bekliyordu. Bodrum’lu
süngercilerin çıkardığı ve müzeye hediye ettiği amphoralar, “Bizi de sergile”
diye beni teşvik ediyorlardı. Müze, Dünyanın en büyük amphora koleksiyonuna
sahipti. Sergilendi. Hemen her yıl yeni
bir salon açtım. Kale içinde, yeni sergi
salonları yaptım. Serçe Limanı Cam
Batığı’nı sergiledim. VII. yüzyıl Doğu
Roma (Bizans)Gemisi’nin replikası ziyaretçileri bekliyordu. Geminin kaptanı
Georgios’un ağzından, geminin batış
hikayesini anlattım. Bu arada süngerci
Mehmet Çakır’ın, müzemize gösterdiği Uluburun Batığı’na ekibimle daldım.
Dünyanın en eski batığı (M.Ö.XIV. yüzyıl) diye tarihledim. Yıl 1982, aylardan
Ekim’di. Kültür Bakanlığı, bu kazıyı
benim yapmamı istedi. Böyle bir kazıyı yürütecek ne bilgimiz ne de paramız
vardı. Sualtı arkeolojisinin babası varken, bize düşmezdi. Ben Türkiye’nin ilk
sualtı arkeoloğu olmama rağmen, artık
bir müzeciydim. George F. Bass, sonra
Cemal Pulak 1984 yılından başlayarak,
Uluburun Batığı kazısını 11 yıl sürdürdüler. Bu batık ortalama 50 metre derinlikteydi. 15 metre uzunluğundaydı.
Sedir ağacından yapılmıştı. Dünyanın
bilinen en eski ticaret gemisiydi. XX.
yüzyılın sonunda bulunmuş, yüzyılın
en büyük buluşlarından biriydi. Kazıya
fırsat buldukça gidiyor, onlarla dalıyordum.
Benim için en büyük uğraş, çıkarılan eserleri
kale içinde yapılacak yeni bir salonda sergi-
rılmıştı. Tavus kuşu yumurtasından altın kadehe, Mikenlinin kılıcından Suriyeli tüccarın
terazi ağırlıklarına kadar pek çok eser vardı.
Bu sergi salonunu 2000 yılında uluslararası bir törenle açtık. Dünyanın birçok
yerinden arkeologlar, bilim adamları geldiler. Ziyaretçileri o günün giysileri içinde
geminin kaptanı ve gemiciler karşıladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle
“mutluydum, çünkü başarmıştım”.
Kazı yapmak kadar, kazıdan çıkarılan eserlerin sergilenmesi de önemliydi. Doç. Dr. Nergis Günsenin’in
Marmara’da kazdığı batık sergilemeyi
bekliyordu. Prof. Dr. Hayat Erkanal İzmir, Klazomenai’de sualtında kazı yapıyor, çıkarılan eserlerin sergilenmesi için
çırpınıyordu. Dokuz Eylül Üniversitesi
öğretim görevlisi Doç. Dr. Harun Özdaş
batıklar buluyordu.
batık sergilendi. İlk salon Gelidonya Batığı ile
Şeytan Deresi Batığı eserleri için hazırlandı.
Son salon Uluburun Batığı buluntularına ay-
2005 yılı Nisan ayında, Muğla Üniversitesi beni, Onursal Doktorlukla taçlandırdı. Mayıs ayının sonunda yaş haddinden emekli oldum. Çalışma hayatım,
Bozburun Batığı’nı sergilemeye yetmedi.
35 metre derinlikte yatan bu batık 199598 yıllarında kazılmıştı. 15 metre uzunlukta, 5 metre genişlikteydi. Geminin
sancak kısmının % 70’i mevcuttu. Serçe
Limanı Batığı’nın sadece % 25’i mevcutken, yeni bir yapı içinde sergilenmişti. Doğu Roma Gemisi’nin sergilendiği
şapelle, Cam Batığı Salonu’nun arasındaki alanı hazırladım. 2005 Mayıs’ında buraya, yeni bir salon yapılması için
Bakanlığa başvurdum. Bozburun Batığı
M.S. IX. yüzyılın dünyadaki bilinen tek
örneği olarak, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü
Laboratuvarı’nda koruma altında, sergilenmek için yeni müdürünü bekliyor.
Nice güvenli dalışlar. 30 metrenin altına
inmeyin, “korkak dalgıç olun” temennisiyle…
NİSAN 2014 37
Dosya
Röportaj: Aysun BÜYÜKCENGİZ
Sualtı Fotoğrafçılığı
Levent Konuk: “Önce dalışı öğrenmek, sonra fotoğrafa yönelmek daha doğru”
Fotoğrafl
F
t ğ flar: L
Leventt KONUK
R
engarenk ve gizemlerle dolu sualtı
dünyasını, önce sualtı fotoğraflarıyla
tanıdık. Uçsuz bucaksız suların altında çıplak gözle gördüğümüz balıklardan ve
yosunlardan başka renk renk, boy boy canlılarıyla bambaşka bir dünya keşfetmemizi
sağlayan sualtı fotoğrafları, zamanla fotoğrafı
iş edinenler için de özel bir alan yarattı. Hem
denizi, dalmayı, hem de fotoğraf çekmeyi seven, sualtının büyüleyici dünyasından görüntülerle bizi buluşturanlardan biri de Fotoğrafçı
Levent Konuk. Sualtında fotoğraf çekmenin
inceliklerinden ülkemizin sualtı fotoğrafçılığı
potansiyeline kadar, merak ettiklerimizi sorduk; Levent Konuk okurlarımız için yanıtladı.
Sualtı fotoğrafçılığı nasıl başladı?
Otuzlu yaşların sonlarına gelen birçok arkadaşım gibi benim de dalış yapma isteğim
tek kanallı televizyon döneminde yayımlanan
Kaptan Cousteau belgeselleri ile başladı.
Özellikle “Sessiz Dünya” adlı belgesel beni
38 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
çok etkilemişti. O belgeselden sonra hep tüplü dalış yapmak istedim. Antalyalı olduğum
için deniz kenarında büyüdüm. Çocukluğum
hep denizde geçti. O zamanlar çok zor bulunan maske ve paletlerimizle saatlerce şnorkel yapardık. Dalmaya başladığım ilk günden
beri sualtında fotoğraf çekmek aklımdaydı.
Bu konuda herhangi bir eğitim aldınız
mı?
Dalış eğitimine Amerika’da başladım.
Uzunca süren bir teorik eğitim ve havuz çalışmalarından sonra buz gibi sularda ilk dalışımı yaptım. 10 derece gibi soğuk bir deniz
olmasına rağmen hiç üşümedim. Muhteşem
bir olaydı sualtında nefes alabiliyor olmak.
Neredeyse 15 sene oldu, o günü hala unutamam. Dalış eğitimimim bitince kendime dalış
malzemesi alırken bir de bak-çek türü, çok
basit bir kamera aldım. Uzun yıllar bu kamerayı kullanırken sualtı fotoğrafçılığı konusunda hiçbir eğitim almadım. Çünkü bundan 15
sene önce bu tür eğitim veren kişi veya kuruluşlar yoktu. Yabancı kaynaklı dergiler, kitaplar ve sonraları internetten kendim çalıştım.
Sualtı fotoğrafçılığının incelikleri nedir?
Sualtında fotoğraf çekmek sisli havada
fotoğraf çekmeye benziyor. Işık az, derine
indikçe renkler kayboluyor, sualtında objektif değiştirmek imkansız ve orada en fazla
bir saat kalınabiliyor. Saymakla bitmez, ama
hepsinden önemlisi iyi bir fotoğrafçı olmak
için sualtında çok rahat olmak gerekiyor.
Önce dalışı öğrenmek, sonra fotoğrafa yönelmek daha doğru. Canlı davranışlarını iyi
bilmek, en uygun ekipmanı kullanmak, dalış
noktası hakkında bilgi sahibi olmak, arka plana dikkat etmek, flaş kullanmak gerekiyor.
Dalış yapacağınız ve fotoğraf çekeceğiniz bir gününüz nasıl geçiyor?
Dalış yapılacak günün hazırlıkları çok
önceden başlar. Filmler alınır, bataryalar şarj
Dosya
edilir, ekipmanlar akşamdan hazırlanır. Sabah erken kalkılır. Arabayla dalış yapılacak
yere ulaştıktan sonra malzemeler tekneye taşınır. Buraya kadar geçen sürede 50 - 60 kiloyu bulan malzemeleri taşımak işin en eziyetli
tarafı oluyor. Ancak bu saatten sonra keyif
başlıyor: Tekne ile dalış noktalarına gitmek,
dalış yapmak, fotoğraf çekmek, dalıştan sonra denizin keyfini çıkarırken bir sonraki dalışın programını yapmak.
Tehlikeli bir durumla karşılaştığınız
oldu mu?
Endonezya’da özel rehberim Iwan ile ters
profilli bir dalış yapmayı planladık. Önce 5
-6 metredeki karides ile 25 - 30 poz çekim
yapacak, daha sonra kalan 5 poz ile denizatını görüntülemek için 30 metrelere inecektik.
Karideslerle işimizi bitirdikten sonra yeterince
zamanımız ve havamız olduğu halde derinlere çok hızlı inmeye başladık. Akıntıya karşı o kadar hızlı ilerledik ki solumamı kontrol
edemez hale geldim. Iwan arkasından köpek
koşturur gibi yüzmeye devam ediyordu. Deniz biraz bulanık olduğu için çok geride kalmamam gerekiyordu, aksi halde rehberi kaybedebilirdim. Neden bu kadar acele ettiğini
anlayamadan onu takip etmek zorundaydım.
Hedefimize ulaştığımızda nefes nefeseydim.
Üzerimdeki elbiseler sıkmaya başladı. Bir an
önce yüzeye çıkıp derin nefes almak istedim.
Akıntıya karşı çok fazla efor harcarken düzenli nefes alamadığımı, hiperventilasyona
girdiğimi ve beynime yetersiz oksijen gittiğini
anladım. Gözlerim kararıyordu. Durup derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. O
derinlikten yüzeye çıktığım anda çok ciddi
problemler yaşayacaktım. Bana saatler gibi
gelen sanırım 3 - 5 dakika boyunca hiçbir şey
yapmadan nefes alıp verdim ve konsantre olmaya çalıştım.
Bugüne kadar nerelerde dalış yapıp
fotoğraflar çektiniz?
Endonezya ve Mısır en sık ziyaret ettiğim
ülkeler. Bunların dışında Sudan, Tanzanya,
Amerika, İsrail, Palau, Yap ve Malezya gibi
ülkelerde dalış yaptım. Türkiye’de ise Batı
Akdeniz ve Ege’de dalışlar yaptım. 15 - 20
Bin slayttan oluşan bir sualtı arşivim var. Ama
bu arşivi oluşturmak için kaç poz fotoğraf
çektiğimi bilemiyorum, zira çekilen slaytların
yarısı çöpe gidiyor.
En sevdiğiniz dalış yerleri?
Türkiye’de hiç tartışmasız Kaş. Kristal
berraklığındaki denizi ve ilgi çekici dalış noktalarıyla Akdeniz’in en güzel dalış merkezlerinden birisi. Adrasan’da özellikle dalışa açılan yeni bölgeleri ve bakirliği ile beğendiğim
yerlerden. Dışarıda ise Malezya’nın Sipadan
Adası favorilerimden. Minik sualtı canlıları ile
makro çekimler için uygun olmakla beraber
her zaman ada etrafında görülebilen kaplumbağa ve balık sürüleri ile geniş açı çalışmalar
için de uygun.
Türkiye’deki sualtı fotoğrafçılığının
gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sualtı fotoğrafçılığı kısa süre
öncesine kadar yaygın değildi, çünkü bu işi
yapmak çok zordu. Birkaç kez deneyen hayal kırıklığına uğruyor ve bu işle uğraşmaktan
vazgeçiyordu. İki elin parmakları kadar sualtı
fotoğrafçımız vardı. Şimdi dijital teknoloji sayesinde daha çok insan sualtında fotoğraf
çekiyor. Maliyetler de çok azalınca ilgi ve
gelişim çok arttı. Sualtında fotoğraf çekmeye
yeni başlayan ve kısa sürede kendilerini çok
geliştiren birçok genç var.
Su altı zenginliği bakımından ülkemizi
ve diğer ülkeleri karşılaştırır mısınız?
Bizim denizlerimiz artık cansız. Ne yazık
ki, canlılara yaşama imkanı vermedik, hepsini yok ettik. Denizleri kirlettik, yetmedi doldurduk, plajları yok ettik. Tropik denizlerde yaşayan rengarenk resif balıkları, mercanlar bizim
denizlerimizde yaşamıyor. Bu yüzden burnumuzun dibindeki Mısır gibi ülkelerle rekabet
etmemiz imkansız. Ama onlarda olmayıp
bizde olan fakat değerini henüz fark etmediğimiz bir zenginliğimiz var; sualtındaki tarihi
neden değerlendirmeyiz anlayamıyorum.
“Denizi olmayan kentte yaşamak; bir
sualtı fotoğrafçısı için aşkını özlemektir”
Denizi olmayan bir kentte yaşamak bir
sualtı fotoğrafçısını nasıl etkiliyor?
Deniz kenarında yaşarken hep hayran
olmuşumdur Ankaralı dalgıçlara. Cuma günü
işten çıkıp güneye gelip iki gün dalış yaparak
Pazar akşamı evlerine dönüşlerini şaşkınlıkla izlerdim; çok yorucu gibi görünürdü. Şimdi
ben de onlardan birisi oldum. Çok sevdiğiniz
bir kişi sürekli karşınızda duruyorsa onu özlemezsiniz, hatta bir süre sonra ihmal etmeye
başlarsınız. Denizi olmayan kentte yaşamak;
bir sualtı fotoğrafçısı için aşkını özlemektir.
Dalış sporu her ne kadar yaz kış yapılabilen
bir spor olsa da, gerek denizin daha durgun gerekse sualtındaki görüş mesafesinin
daha uzun olduğu yaz ayları bizim için daha
uygun. Geçen yaz işlerimin yoğunlu yüzünden sadece iki defa Kızıldeniz’e gidebildim.
Haftalık turlarda bir gidişte yaklaşık 20 dalış
yapıldığına göre geçen sene sadece 40 dalış
yapabilmişim.
Su altı fotoğrafçılığına başlamak isteyenlere neler önerirsiniz?
Artık yeni başlayanlar çok şanslı. Dijital
kameralar sayesinde o anda nasıl bir çekim
yaptığına bakıp hatalarını düzeltme imkanına
sahip oldukları için gelişimleri çok hızlı olabiliyor. Eskiden 36 Poz çek, karaya çık, filmi
banyoya ver, sonuçlara bak, hatalarını gör…
Hatalı çektiğin bir görüntüyü tekrar yakalama
imkanı yok, çünkü balıklar kaçtı. Yeni başlayanlara dijital basit bir kamera ile başlamalarını, kendilerinde ilerisi için umut görürlerse
mutlaka ders almalarını tavsiye ederim. Dalış ve sualtı fotoğrafçılığını bir bütün olarak
düşününce, başlangıçta çok pahalı bir hobi
olduğunu söyleyebiliriz. Ama ekipmanı aldıktan sonra çok ucuz. Tüpünüzü doldurup başka hiç para harcamadan Konyaaltı’ndan veya
falezlerden dalış yapıp fotoğraf çekebilirsiniz.
NİSAN 2014 39
Kavramlar
Gökçen GÖKYER (CP’12)
Fotoğraf: Levent KONUK
Y
aşam, kendi olay döngüsünde zaten
belirli bir dozda heyecanı, ilginç olaylar
zincirini barındırır kendi içinde. Ne var
ki, gün geldiğinde bu ilginç olaylar biz insanlara yetmez, ekstra bir adrenalin arar, günlük
rutinimizin arasında yer almayan, yapması
gerçek anlamda sıra dışı olan aktivitelere yönelme ihtiyacı duyarız. Hepsi de aktivite değildir aslında, kimi zaman farklı duygular, farklı durumlar da heyecan katarlar hayatımıza.
Bilmediğiniz yollarda kayboluruz, hava kararmış, aracımızdaki yakıt azalmıştır... Doğaçlama bir maceraya girmişizdir bile mesela...
Yolumuzu bulamama korkusu, yakıtımızın bitmesi durumunda yolda kalma endişemiz ekstrem bir panik duygusu yaratır içimizde ki bu
da adrenalimizi üst seviyelere ulaştırmayı başarmış olur. Ne zaman ki yolumuzu şans eseri
kestirme güzergaha bağlayıp şehrin ışıklarına
ulaşır, yolumuzu buluruz, o an itibariyle aklımızda tek bir şey kalır, o da: “Ne maceraydı
be!” düşüncesi. Hoşunuza bile gitmeye başlamıştır sonraları yaşadığımız bu adrenalin,
adını sonradan koyduğumuz bu ‘macera’.
İnsanoğlunun ihtiyacı vardır zira farklılıklara, arada rutinini kırmaya, vücuduna fazladan endorfin salgılamaya... Macera da bunların en başında gelen bir kavramdır. Hani illa
ki olumsuz koşulların getirdiği enerji fazlalığı
değildir bu durum tabi ki... Bunu hobi haline
dönüştürmek, ruhen ayrı fiziken ayrı fayda
40 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237
sağlayan düzenli maceralar oluşturabilmek
de pekala mümkün...
Su altı dünyası da bunlardan birisidir örneğin. Suyun dışındaki dünya, kara üzerinde yer aldığımız habitattan çok başkadır.
Karanın da her ne kadar keşfedilecek, her
seferinde hayretler uyandıracak başka başka olayları, tabiat harikalarını barındırsa da
içinde, havası, suyu her gün gördüğümüz, bir
şekilde deneyimlediğimiz bir dünyadır neticesinde. Ama suyun altı bambaşka bir dünyadır. Herkesin her istediği an görmesi mümkün
olmayan, içinde karada asla rastlayamayacağımız başka bir habitatı vardır su altının;
başka bir dünyası vardır. Uzaya çıkarken
yaşamsal fonksiyonların devamı için gerekli
ekipmanların bir başka versiyonu da suyun
altı için gereklidir örneğin. İkisinde de oksijenini kendin sağlaman, öncesinde öğrenmen
gereken kurallar vardır. Üstelik, karada taht
kurmuş olduğun bir canlıyken, suyun altında
tam anlamıyla bir azınlık gruba dönüşürsün.
Keşfedilmeyi bekleyen binlerce farklı canlı,
arkeoloji ve doku bulursun. Kendin değilsindir orada keza, bir turistsindir. Karşına neyin
çıkacağını bilmeden derinlere gitme arzusunu
hissedersin. Adrenalin salgıladıkça vücudun,
daha da ilerlemek, daha fazla enerji üretmek
istersin. Bu da bazılarında macerayı bir tutku
haline dönüştürme sebebi teşkil etmeye başlar bir zaman sonra.
İnsanların macera arzusu ve artık bir
yerden sonra ihtiyaca dönüşmüş olduğu bu
süreç, kendilerini keşfedebilmesi, daha iyi
tanıyabilmesi adına da etkilidir. En başta,
kişi kendini özgür hisseder yeni bir maceraya atıldığında. Sınırlarını keşfedecektir, neyi
ne kadar zorlayabileceğini, hangi durumda
ne kadar irade gösterebileceğini deneyimler.
Daha önce hiç sınamadığı kendi rekorunu
egale edecektir belki de. Bu da her yeni ‘macera’sında sınırlarını biraz daha genişletme
isteği yaratacaktır kişinin bilincinde, belki de
bilinçaltında. Endorfin salgılama, miktarını
arttırma güdüleri belirmiştir artık zira... Bünye
hep bir daha isteyecek, belki daha fazlasına
zorlayacaktır kendini.
Macera, her ne kadar olumlu bir olgu gibi
görünse de -yazının ilk kısmı açısından en
azından- bir yandan da kendi risk olasılığını
taşır içinde aslında. Bu yüzden de, macera
kavramı herkes için aynı enerjiyi ifade etmez,
kişinin daha içine kapanmasına neden olur
kimi zaman tam aksine. Cesaret, farklı heyecan arayışı kişinin karakterinde çeşitli hisler
uyandırır ve kimilerinde bu durum korku ve
paniği getirir. Bu da kişide başarısızlık duygusuna, özgüven kaybına ve fobi oluşumuna
sebebiyet verebilir bu durumlarda.
Önemli olan, macerayı hayata entegre
edebilmek ama yalnızca bir şartla: kişinin
bünyesine fazla gelmeyecek dozda, otokontrolü kaybetmemek kaydıyla...
ODTÜ’den Bir Köse
Aydın TİRYAKİ (ChE’81)
Parlar Anıtı
K
afeteryadan Mühendislik bölümlerine doğru yürürken Elektrik
Mühendisliği’nin çıplak tuğla duvarının hemen önünde bir masanın başında oturan sağ elini masaya koymuş, sol
eliyle bir şeyler anlatan hocamız Mustafa
Parlar’dır.
Heykelin olduğu bölge, masa, sandalyeler, arka tarafta yitirdiğimiz ODTÜ
hocalarının plaketleri bulunan duvarla
bir park şeklinde düzenlenmiş… Duvarın
yanındaki bilgi plaketinden heykeltıraşın
Hüseyin Gezer olduğunu, anıt projesini Süha Özkan’ın yaptığını öğreniyoruz.
Hocalarımızın adlarının bulunduğu alanın
yanında, yeni adlar yazmak için bırakılmış
boşluk anıtın en can sıkıcı görünümü…
Gerçek ölçülere göre yapılan heykel
Ferit Şen tarafından bronzdan dökülmüş.
1982 yılında şu anda bulunduğu yere konulan heykel, doğa koşullarında hiç zarar
görmeden günümüze kadar ulaşmış.
Prof.Dr. Mustafa Parlar, 1925 - 1980
yılları arasındaki 55 yıllık kısa ömre başarılarla dolu bir akademik yaşam sığdırdı.
60’lı yıllarda ODTÜ Elektrik Mühendisliği
Bölümü Başkanlığı, Mühendislik Fakültesi
Dekanlığı yaptı. 1981 yılında anısını yaşatmak için kurulan Mustafa Parlar Eğitim
ve Araştırma Vakfı, üniversite - endüstri
ilişkilerini geliştirmek, bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara destek olmak amacıyla her yıl ödüller vermektedir.
Heykelin bulunduğu masanın başındaki dokuz sandalye, buranın gerçek bir
masa gibi kullanılması için ahşaptan yapılmış. Zaman zaman bu sandalyelere
oturup Mustafa Parlar hocayı dinleyerek
ders çalışan, çayını içen, bir şeyler yiyen
öğrencileri görürüz. Bir hoca için her zaman karşısında öğrenciler görmek, onları
duymak çok güzel olmalı…
Fotoğraflar (2013-2014): Aydın Tiryaki (ChE’81)
Hüseyin Gezer (1920-2013)
Sanatçı 1950 yılına dek süren öğrencilik yaşamı boyunca İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi ve Paris Ulusal Sanat Akademisi’nde okur. Heykel eğitimi ve sanatıyla yarım
asırlık bir sanat serüveni içinde asistanlıktan profesörlüğe, Akademi Müdürlüğü’nden İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü’ne uzanan bir süreçte etkinliklerini sürdürür.
Türkiye’nin değişik kentlerine 39 anıt yapar. En fazla işlediği temalardan birisi “Kadın ve
Erkek diğeri ise “Ana ve Çocuk”tur.
Kaynakça
K
k
Prof. Dr. Ayla Ersoy “500 Türk Sanatçısı / Plastik Sanatlar”
MART 2014 41
Hocam Inecek Var
M.Bülent
M
Bül t VARLIK (E
(Econ/Stat’ocak-76)
/St t’
k 76)
Adatepe
A
ssos ve Behramkale’yi gezdikten
sonra yolumuza devam ediyoruz.
Bu kez hedefimiz, Edremit Körfezi
kıyılarında yer alan Küçükkuyu ve yakın
çevresi. Bu arada yeri gelmişken belirtelim; yol boyunca bulunan satış merkezlerinden istediğiniz türden Ezine peyniri
almanız mümkün.
Küçükkuyu
Kaz Dağı eteğinde bulunan Küçükkuyu, adıyla mütenasip olarak küçük bir
yerleşim yeri. Antik dönemlerde Gargaros
adını taşımaktaymış. Vaktiyle Rumların
yoğun olarak bulunduğu bir yermiş. Yörenin zeytinyağı gerçekten son derece kaliteli. Küçükkuyu’da üretilen zeytinyağları
başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasının pek çok yöresine ihraç edilirmiş. Öyle ki, 1980’li yıllarda limana açılan
sokaklardan biri hala “Gümrük Sokağı”
adını taşıyordu.
1990’lara kadar, Küçükkuyu içinde az
olsa da Rumlardan kalan yapılara rastlamak mümkündü. Ama, artık bitti; “rant”
yepyeni bir çevre yarattı! Küçükkuyu,
1990’larda sadece sahile paralel bir sokaktan ibaret bir balıkçı köyüydü. 10 yıl
kadar sonra, “kasaba” Çanakkale otoyoluna kadar genişledi; 2000’li yıllardan sonra ise artık zeytin bahçeleri “yerleşim yeri”
haline dönüştü! Velhasıl 20 – 30 yıl içinde
42 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
o küçücük balıkçı köyü yerini özellikle yaz
aylarında inanılmaz büyüklükte bir “kent”e
bıraktı.
Zeytinyağı Müzesi
Günümüzde Küçükkuyu’da görülmesi
gereken en önemli yer zeytinyağı müzesi.
Ülkemizde türünün ilk örneği olan müze
2001’de aralarında bir de ODTÜ’lünün
bulunduğu beş arkadaş tarafından kurulmuş.
Vaktiyle marangoz atölyesi ve sabunhane olarak kullanılan bir bina uzun uğraşlar sonucu müthiş bir müzeye dönüştürülmüş. Müzede, zeytin, zeytinyağı ve
sabun üretimine ilişkin çeşitli araç – gereç ve aksesuarlar sergilenmekte. 1930’lu
yıllardan kalma çeşitli belgeler de bulunmakta. Firmanın ürettiği ürünler de müzenin bahçesindeki satış mağazasından
“Refika” markası ile satılmakta.
Şimdi, biliyorum, “nereden çıkmış bu
marka” ya da “kim bu ‘Refika’” diyeceksiniz. Müzede verilen bilgilere/belgelere
sadık kalarak aktarmaya ve de anlatmaya çalışalım: Yörede vaktiyle nedense
(!) “Refika” olarak anılan bir Rum hatunu yaşarmış. Yörenin halkları arasında
çok sevilen Refika hem güzel, hem de
çok neş’eli bir kızmış. Düğünlerde şarkılar söyler, çok da güzel dans edermiş.
Refika’nın güzelliği ve iyilikseverliği bütün
çevrede dillere destanmış. Özellikle zeytin zamanı Refika’nın çalıştığı tarlalarda
köylüler zeytin toplarken onun çığırdığı
şarkıları/türküleri dinlermiş; düğünlere
mutlaka başmisafir olarak çağrılır, dans
ettirilirmiş.
Hayat hoş ve güzel bir şekilde devam
ederken önce Dünya Savaşı çıkmış, ardından Milli Mücadele başlamış, sonrasında
da “mübadele”ye karar verilmiş. Bunun
sonucu olarak Refika da diğer Rumlarla
birlikte köyü terk edip Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalmış. Ama Refika’nın
köyden ayrılışı Türkler arasında büyük bir
üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile
onun adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküleri
okunmuş. Ve ondan kalan bir fotoğraf bugün yaratılan markanın “yüz”ü olmuş.
Ya, “işte, alt tarafı bir hikaye, doğru
olsa ne olur, olmasa ne olur” demeyin.
Boş verin gitsin! Ama zeytinyağı müzesinden “Refika” markasını taşıyan ürünleri gönül rahatlığı ile almayı ihmal etmeyin.
Girişi ücretsiz olan müzeden zeytin
ağacından yapılmış çeşitli hatıra eşyaları
ve kitaplar alma imkanı da bulunmakta.
Hocam Inecek Var
Adatepe
Zeus sunağını ziyaret ettikten sonra
keyifli yürüyüş ile Adatepe Köyü’ne ulaşılmakta.
Zeus Altarı
Müzenin hemen karşısından tepelere
doğru uzanan bir yolu takip eder ve işaretleri takip ederek sağa dönerseniz 3 kilometre kadar uzaklıkta olan Zeus altarı
ya da sunağına ulaşırsınız.
Bir rivayete göre tanrı Zeus Truvalılar ile Akhalar arasındaki savaşı burada
bulunan yekpare bir kayanın üzerinden
seyretmiş. Bir başka rivayet ise Zeus’un
Hera’yı ilk kez burada gördüğünü ve ona
aşık olduğunu anlatmakta. Kayanın tepesine, yan tarafa muhtemelen sonradan
yapılmış olan merdivenlerden çıkılmakta.
Tepeden bütün Edremit Körfezi’ni seyretmek mümkün. Sunağın altında da kayalara oyulmuş bir sarnıç mevcut.
Tabii ki, böylesine güzel bir yerin “elin
gavuruna” bırakılması olmaz. Bu nedenle sunağın hemen önüne yıllar sonra “alternatif” bir “yatır” konmuş! Burada
Çanakkale savaşlarına katılan Erdem
Dede’nin yattığına inanılmakta! Her ne
kadar mezarın şekli yıldan yıla değişse
de o güzelim tepede “bizim” de bir yatırımız bulunmakta!
Adatepe, aslında bir Rum köyü. Ama
mübadeleden sonra boşaltılmış ve köye
Midilli ile Girit mübadilleri iskan edilmiş.
Bu arada bazı Türkmen ve yörükler de
köye yerleşmiş. Köye, ilk iş olarak Rum
yapılarından kalan tuğlalar ile bir cami
inşa edilmiş. Caminin avlusundaki duvarlardan bir kaç tuğlayı kaldırırsanız üzerlerinde Grek alfabesi ile yazılmış markaları görmek mümkün!
Köy, zaman içinde terkedilmiş; yaşayanların sayısı birkaç haneye kadar
inmiş. Ama 1990’ların başında bu “boş”
köy, her nasılsa İstanbullular tarafından
keşfedilmiş. Köyden birkaç ev alan İstanbullular, bunları restore edip yaz aylarını havası son derece temiz olan köyde
geçirmeye başlayınca Adatepe yeniden
kıymete binmiş. Hele birkaç filmin çekimi
de bu köyde gerçekleştirilince ünü bütün
çevreye yayılmış!
Günümüzde, Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış olan köydeki
taş binalar gerçekten dikkat çekici. Geçmişte okul olarak kullanılan “taş mektep”
yaz aylarında seminerlerin, toplantıların
yapıldığı bir kurum niteliğine dönüşmüş
durumda.
öneririm. Bu arada küçük bir not: Adatepe sağlık için yararlı olduğu belirtilen zeytin sütünün de üretim merkezi.
Meraklısı için bir başka not: Adatepe
köy mezarlığı bir kısmı ahşap olan “mezar taşları” ile dikkat çekici bir mekan!
Ve Tahtakuşlar
Küçükkuyu’dan Edremit’e doğru giderken solda Tahtakuşlar levhasını gördüğünüzde mutlaka sapmanızı öneririm.
Birkaç kilometre gittikten sonra karşınıza iki katlı bir yapı çıkar. Burası
Türkiye’nin ilk özel etnografya müzelerinden biridir ve bu niteliğinden dolayı
UNESCO tarafından da desteklenmiştir.
Alibey Kudar adlı bir ilkokul öğretmeni
tarafından 1991’de kurulan ve “her gün
güneş saati açık” olan bu müzede çevrede yaygın olan Türkmen kültürü ile
ilgili pek çok etnografik eseri görebilirsiniz. Ayrıca, ressam Selim Turan’ın çok
sayıda eseri de burada sergilenmekte.
Müzenin satış bölümünde çevreden toplanmış çeşit çeşit otlardan alma imkanı
bulunmakta.
Gideceğimiz bir diğer diyarda karşılaşabilmek dileğiyle…
Gittiğiniz zaman çevreyi dolaşmadan
önce köy merkezindeki asırlık çınarın altında oturup bir çay ya da kahve içmenizi
NİSAN 2014 43
Kitaplar Arasında
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
İtalyan
‘Tatar
pılacak bir iş yoktur. Tayinini isteyecektir
ya da hasta raporu alacaktır. Bir şeyler
yapmalıdır ve burada, bu küçük yerde
asla kalmamalıdır. Bastiani kalesinde hareketsizlik ve sıkıntı vardır. Teğmen Drago
gençtir, güçlüdür, enerji doludur. Yaşamına
istediği gibi bir yön verebilecek yaştadır.
B
u yazımda biraz çağdaş İtalyan Edebiyatında dolaşmak istedim. Şaşırtıcı gözlemleri ve akıcı üslubu ile Elsa
Morante’nun (1918-1985) ‘Ve Tarih Devam Ediyor’ adlı eseri, yalın ve gündelik
konuşma dili ile yazılmış olan ‘Yüreğinin
Götürdüğü Yere Git’ eserinin sahibi Susanna Tomaro(1957 -), hepinizin tanıdığı
Umberto Eco(1932 -) yazar, edebiyatçı,
eleştirmen ’Gülün Adı’, ‘Baudolino’, ‘Foucault Sarkacı’ kitaplarının yazarı, Cesare
Paves (1908-1950) şair ve romancı, akla
gelen kitaplarından biri ‘Ay ve Şenlik Ateşi’, Antonio Tabucchi(1943-2012) oyun yazarı ve çevirmen, ‘Düşler Düşü’ adlı eseri,
Leonardo Sciascia’nın (1921-1989) ‘Baykuşun Günü’ adlı romanı, yazar ve yönet-
men olan Alessandro Baricco’nun (1958 -)
‘İpek’ adlı kitabı, Italo Svevo (1861-1928)
romancı ve oyun yazarı, en ünlü eseri ise
‘ Zeno’nun Bilinci’, Dino Buzzati (19061972) ve ‘Tatar Çölü’, ‘Dağların Adamı
Barnabo’ adlı yapıtları, Antonio Gramsci
(1891-1937) ‘Hapishane Defterleri’ ve İtalyanların ünlü dil cambazı, modern dünyanın masal anlatıcısı Italo Calvino, hepsi birbirinden değerli muhteşem eserleri. Size,
çok kısa şekilde çağdaş İtalyan romancılarının kısa bir anımsatmasını yapmak istedim. Eminim, içlerinden bir kaçı sizin favo-
44 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238
ri
r o mancılarınız
arasındadır. Gelin
bu romancıların içinden bir
tanesine, Dino Buzzati’ye biraz
daha yoğunlaşalım.
Romancı, öykü yazarı, ressam, şair,
gazeteci olan Dino Buzzati, 1906 ile 1972
yılları arasında yaşamıştır. 1940 yılında
yayımladığı ‘Tatar Çölü’ romanı ile tanınır. Bu romanı ile İtalya’nın önde gelen
yazarlarından bir haline dönüşür. Tatar
Çölü’nün ‘Le Desert des Tartares’ adı ile
1949 yılında Fransa’da yayınlanması ile
uluslar arası başarısı gelir ve kitap kısa
sürede 20’den fazla dile çevrilir. Tatar
Çölü, 1976 yılında sinema filmi haline
getirilir. Yönetmenliğini Valerio Zurlini’nin
yaptığı film, İran’ın Bem şehrindeki Bem
Kalesi’nde çekilmiştir.
Roman kahramanımız teğmen Giovanni Drago, okuldan yeni mezun olmuştur. Kendisine sınırda bulunan Bastiani
kalesinde görev verilir. Amacı, onurlu ve
başarılı bir asker olmaktır. Ailesinden ve
sevdiklerinden oldukça uzakta bulunan
kaleye ulaştığında, yaşamını bu ıssız kaleye saldırı yapılacağı duygusu içerisinde
geçiren askerleri görür. İçini bir üzüntü,
garip bir his kaplar. Askerlerin davranışlarını sorgulayarak, amaçsız bir yaşam
içinde olduklarını düşünür. Onlardan biri
olmamalıdır. Geri dönmelidir. Burada ya-
Kalenin diğer yanında bulunan çöl kendisini etkiler. Orada, bir bilinmezlik vardır.
Bu düşünceler içerisinde, komutanının
söylediği “sadece dört ay kalın sonra gidersiniz” sözüyle kalmaya ikna olur. İşte
bu karar tüm yaşamını etkileyecektir.
Teğmen Drago’nun yaşamı, odasının
bulunduğu duvarın arkasındaki su sarnıcından damlayan su sesleri gibi geçmeye
başlar. İlk geldiği gece bu ses kendini çıldırtmış olmasına rağmen ilerleyen zamanlarda bu sesi hiç duymaz. Bastiani kalesi
onun için, heyecanlı, neşeli, ya da sıkıcı
ve gerilimli bir yer değildir. Artık, kalede yaşamaya alışmıştır. Tüm askerler gibi kendisini de en çok çeken yer Tatar Çölü’dür.
Orası, gizemli bir yerdir. Herkesin gözü çölün üzerindedir. Orada yaşanılan en ufak
bir değişim kalede olay yaratmaktadır.
Çölde bir atın gözükmesi, atı kendisinin
sanarak almaya giden askerin kaleye giriş
parolasını anımsayamadığından vurulup
öldürülmesi üzüntü yaratır. Ayrıca, sevdiği arkadaşı Angustina’nın hastalanarak
ölmesi, çölde Tatarların yaptığı yol çalışmasının görüntüleri dışında olağanüstü bir
durum, önemli bir olay yaşanmaz. Kalenin
dışında atıyla dolaştığı bazı zamanlar aklından geri dönmemek geçer, bunun çelişkisini içinde yaşar ama kaleden uzaklaşmayı beceremez. Buraya geldikten yıllar
sonra, ailesinin yaşadığı yere izinli olarak
gider. Ama her şey değişmiştir. Hiçbir şey
bıraktığı gibi değildir. Ailesi, çok sevdiği
arkadaşları, sevgilisi... her şey değişmiştir.
Artık onlara uyum sağlayamayacağını anlar ve tekrar kaleye geri döner.
KitaplarDernekten
Arasında
Edebiyatından
Çölü’
Drago’nun hayatı, damlaların çıkardığı
su sesine benzer. Direnmez, karşı koyup
düzeltebileceğini sandığı şeylere alışır.
Yaşamının ne kadar farklı olmasını istese
de kendisinden önce yaşananların aslında
bir tekrarıdır. Drago’nun 35 yılı, Tatar saldırısını beklemekle geçer. Tatar’lar kaleye
saldırdığında, Drago yaşlı ve hasta bir kişidir. Kendisi kaleden ayrılmak istemese
de üstleri tarafından zorla uzaklaştırılır. 35
yıl, Tatar’larla savaşıp, kaleyi korumayı ve
gerekirse onurlu bir asker gibi ölmeyi hayal
etmiştir. Bir ömür boyu beklediğinden uzak
bırakılmak onun tüm hayatını anlamsız kılmaktadır. Su sesinin aslında kendisini ne
kadar rahatsız ettiğini, kaleden ayrılırken
yeniden fark eder.
İnsan yaşamını inceleyen bir kitap.
Yaşamın farkına varmadan nasıl sıradanlaştığını, yok edildiğini anlatıyor. Hayatımızdaki küçücük kararların, bütün hayatımızı nasıl etkileyeceğini çok güzel bir
şekilde gözler önüne seriyor. Ve kendimizi
çok özel ve sıra dışı zannederken, geriye
dönüp baktığımızda aslında ne kadar da
sıradan, hatta gençken kınadığımız bir
hayatı yaşadığımızı gösteriyor. Kitap, bir
yerde insanın içinde var olan umudu anlatıyor. Umut, var olduğu sürece yaşamınızı sürdürüyorsunuz. Nasıl olsa yaparım,
daha bunun için zamanım var dediğiniz
an yaşadıklarınız sıradanlaşıyor, olanları
kabul ediyorsunuz. Kitap, bizim mücadele gücümüzün yaşam boyu devam etmesi
gerektiği gerçeğini gözler önüne seriyor
İnsanların kendi inşa ettikleri kalelerde
esir kalmaları ve bunun dışına çıkmamaları, bürokrasiye ya da sisteme takılı kalmış
ve anlamsız da olsa bunu yerine getiren
bürokrasinin ya da sistemin içindeki insanlar metafor olarak anlatılmaktadır.
Bu roman ayrıca İtalya’da faşist rejimin
hüküm sürdüğü yıllar içinde yazılmış olmasından dolayı yazarın, iktidarı rahatsız
edici söylemlerden kaçındığı ve düşünce-
lerini farklı bir şekilde anlattığı bir sorgulama romanı olarak da değerlendirilebilir.
Yazar Mehmet Eroğlu, “İnsanlar ikiye
ayrılır” der, “ Dino Buzatti’nin Tatar Çölü’nü
okuyanlar ve okumayanlar’ Bu söz ülkemizde ‘Tatar Çölü’romanının önüne geçtiğini söylenebilir.
Edebiyat Kulübü toplantısında, bu
muhteşem sunumu yapan İbrahim Berksoy ve Oğuzhan Bal arkadaşlarımıza çok
teşekkür ediyorum. Arkadaşlarım, Tatar
Çölü romanını okurken onun yanında
Anouar Brahem’in ‘Le Voyage De Sahar
‘(2006) adlı müziğinin dinlenmesini öneriyorlar. Hoş bir uyum olduğunu söyleyebilirim.
……………………………………….
Edebiyat Kulübü toplantılarımız son
hızla devam etmekte ve sekiz yıldır her
ay yapılan toplantılarımıza katılım her
geçen gün artmaktadır. Bu da paylaşılan
bilgi yoğunluğunu ve sunum kalitesini arttırmaktadır. Bundan sonraki toplantımızın konusu 1968 yılında Nobel Edebiyat
Ödülü’nü kazanan ilk Japon olan Yasunari
Kavabata’nın ‘Dağın Sesi’ adlı romanı.
Kitaplarında Japon geleneklerini, Japon
insanının zarafetini, doğa düşkünlüğünü,
duygusallığını, özlemle ve melankolik bir
şiirsellikle anlatmaktadır. Kavabata, duru
bir dil ile yazdığı eserleri Japon şiiri “haiku” geleneğinin sadeliğini yansıtmaktadır.
Yaşlılık üzerine “melankolik bir meditasyon” olarak kabul gören “Dağın Sesi”, aynı
zamanda 2. Dünya Savaşı etkisiyle değişmekte olan Japon aile yapısını ve geleneksel Japon değerlerini sorgulamaktadır.
Mart ayındaki toplantımızda bu güzel
eseri hep beraber konuşmaya ne dersiniz?
NİSAN 2014 45
Güncel
Fotoğraflarla Dünden Bugüne
23 Nisan
23 Nisan 1921
23 Nisan 1950
23 Nisan 1980
23 Nisan 2012
23 Nisan 1930
23 Nisan 1962
23 Nisan 1991
23 Nisan 2013
23 Nisan 1945
23 Nisan 1966
23 Nisan 2010
23 Nisan 2013
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun
46 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237
Güncel
SUDOKU ÇOK ZOR
Nilgün EKERMEN
7 (CHE’87)
9 1
3 8 1
2
4
7 2 6 Beyin gelifltirmede en
iyi egzersizler aras›nda olan ve düflündürürken dinlendiren bir
bulmaca
5 9 5
7 8 4
3 9 6 2 9 2
1 8 7 2 4
MART SUDOKU ÇÖZÜMÜ
439 278 651 862 315 479 571 649 283 284 937 165 917 586
324 653 421 798 325 794 816 146 852 937 798 163 542
AYIN BULMACASI
Günay BULUT
(ADM’85)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOLDAN SA⁄A:
1) 7 Nisan 1978’de bir silahlı saldırı sonucu felç olan ve 29 Kasım 2011 tarihinde
kaybettiğimiz Tanilli soyadlı hukukçu akademisyenimizin önadı; Halk ağzında ağabey
2) Mübalağa etmek 3) Sütyende veya gömlek
yakalarının dik durması için kullanılan metal
veya katı plastik parça; Bedava, fazladan
4) Eski dilde su; Üzeri kırmızı parafinle kaplanan bir tür Hollanda peyniri. 5) Liste başı;
Çin ve Japonya’da oynanan iki kişilik bir
strateji oyunu, Çin satrancı; Bir göz rengi 6)
iyi tanımlanmış kuralların ve işlemlerin adım
adım uygulanmasıyla bir sorunun giderilmesi
veya sonuca en hızlı biçimde ulaşılması
işlemi 7) Bir renk 8) Eski dilde uzlaştırma; Molibdenin simgesi 9) (Tersi) Yumurta biçiminde,
söbe, oval; Köpek 10) Eski dilde bayındırlık
işleri; Yemek.
MART ÇÖZÜMÜ
SOLDAN SA⁄A:
1) Çetin Emeç 2) Anakonda;
3) No; Nif; Fa 4) Algoritma 5)
Karl; Yasak 6) Kg; Et; La 7)
AA; Ja; Amid 8) Ly; İsaviye
9) Hakem 10) Parti; Ate
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1) Çanakkale 2) Enola Gay;
3) Ta; Gr; Ma 4) İknoloji 5)
Noir; As 6) Enfiye; Ahi 7)
Md; Tatava 8) Ea; MS; Mika
9) Faaliyet 10) Ra; Kademe.
YUKARDAN AŞAĞIYA:
1) ………. Ali: 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırını geçmeye çalışırken öldürülen
ünlü şair ve yazarımızın adı. 2) Dağkırlangıcı, keçisağan; 3) Akciğerleri dinlerken
hekimin duyduğu patolojik ses; Togo’nun plaka imi; Her türlü maddeyi oluşturan
çok ince ve uzun parça 4) Tıp dilinde vankomisin dirençli enterokoklar deyiminin
kısaltması; Şamanist Türklerde kutsal sayılan dağın,ırmağın,pınarın,ağacın sahibi olduğuna inanılan ruhlara verilen ad 5) Kavimleri karşılaştırarak inceleyen,
kültür oluşumlarını araştıran bilim, budun betimi, kavmiyat 6) Madagaskar’ın
plaka imi; Fransa’nın kuzey yarısında konuşulan Roman dili lehçeleri 7) Teniste
hızlı, iyi, karşılanamayan servis atışı; Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba
kumaş; 8) Yüksekokul; 9) Halk ağzında yavru, çocuk; Bir nota 10) Taharri; Bir
gemi veya uçağın gidiş yönü, izleyeceği yol.
OCAK 2014 47
Çizgiyle
48 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237