KONGRE ÖZET KİTAPÇIĞI - 16. Ulusal Anatomi Kongresi

ÖZET KİTABI
I
16. ULUSAL ANATOMİ KONGRESİ
11-14 EYLÜL 2014 MALATYA, TÜRKİYE
11 Eylül 2014 Perşembe
08.30- 09.30: Kayıt
09.30- 10.30: Açılış töreni
10.30- 10.45: Kahve arası
P01-P75 No’lu Posterlerin Sunum Günü
Birinci Oturum
Oturum Başkanları: Salih Murat AKKIN, Mustafa SARSILMAZ, Sacide KARAKAŞ
10.45- 11.15: Açılış Dersi; Duayen hocalarımızdan nasihat ve öneriler
Doğan AKŞİT
Alaittin ELHAN
11.15-11.30: K-1 Türk Yükseköğretime Güncel Bakış
Sait BİLGİÇ
11.30-11.45: K-2 Gelişimsel ve erişkin insan beyin sapı atlasları ve gen ekspresyonları
Gülgün ŞENGÜL
11.45-12.05: K-3 Hastalıkta ve sağlıkta ölüm bizi ayırana dek
Emel ULUPINAR
12.05-12.30: Dijital Poster Sunumu (Mavi Salon, Turuncu Salon, Pembe Salon)
12.30-13.30: Öğle Yemeği
İkinci Oturum
Oturum Başkanları: H. Hamdi ÇELİK, Yakup GÜMÜŞALAN, Oğuz TAŞKINALP
13.30-14.00: K-4 Anatomi atlaslarındaki anatomik hatalar
Ahmet SINAV
II
14.00-14.15: K-5 Ulusal Çekirdek Eğitim Programı-2014 (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi) ve
Anatomi Eğitiminde Kullanımı
Ahmet SONGUR
14.15- 14.30: K-6 Farklı koşullarda muhafaza edilen kadavraların enfektif ajan barındırma
durumlarını ne kadar biliyoruz? Kendimizi ne kadar koruyoruz?
Zeliha KURTOĞLU
14.30-15.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası
Üçüncü Oturum
Oturum Başkanları: Nihat EKİNCİ, Aysun UZ, Mehmet EMİRZEOĞLU
15.00-15.15: K-7 Tarihi, Kültürel Geçmişi ile Malatya
Mehmet KARAGÖZ
15.15-15.30: K-8 Doçentlik sınavı öncesi ve sonrası yaşanan yayın ve değerlendirme sorunları
Bayram Ufuk ŞAKUL
15.30-15.50: K-9 Michelangelo ve Leonardo Da Vinci’nin Başyapıtlarında Çığır Açan
Anatomik yansımalar
Behice DURGUN
15.50-16.10: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)-Çay kahve molası
Dördüncü Oturum
Oturum Başkanları: Nurettin OĞUZ, Mustafa DENİZ, Osman SULAK
16.10-16.30: K-10 Sıçan yavrusu hipoksik iskemik ensefalopati modelinde hippocampus’a
fonksiyonel ve morfolojik yaklaşım
Esat ADIGÜZEL
III
16.30-17.00:
S-01 Vena Portanın Dallanma Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile
İncelenmesi
Ulusoy M, Koplay M, Bolatlı G, Acar M, Zararsız İ
S-02 Ankaferd Kan Stoperi adlı ilacın insan umblikal ven endotel kültürü (HUVEC) üzerine
etkisi
Nisari M, Ulger H, Torun Y, Özdemir MA, Kaya E
S-03 Sıçan Ön Ekstremite Gelişimi Esnasında Ortaya Çıkan Kemik ve Kıkırdak Alanların
İkili Boyama Yöntemi ile Tespiti ve Stereolojik Yöntemle Oranlarının Hesaplanması
Öztürk M, Unur E, Acer N, Ertekin T, Çınar Ş, Meker M, Tahta Y
17.00- 20.00: Aslantepe- Battalgazi Gezisi
20.00: Açılış Yemeği
IV
12 Eylül 2014 Cuma
P76-P105 No’lu Posterlerin Sunum Günü
Beşinci Oturum
Oturum Başkanları: Engin ÇALGÜNER, Adnan ÖZTÜRK, Ahmet UZUN
08.30-09.30:
S-04 Ductus Choledochus’un uzunluğunun anatomik ve radyolojik olarak tekrar
değerlendirilmesi
Kocabıyık N, İmre N, Güvenç İ, Gülşen M, Yıldız S, Ünlü A, Yazar F
S-05 Yenidoğan Kadavralarında Cavitas Tympani, Cochlea Hacimlerinin ve Spiral
Ganglionda Bulunan Nöronların Stereolojik Yöntemler Kullanılarak Tahmin Edilmesi
Acer N, Kesici H, Unur E, Sönmez MF, Ertekin T, Arslan A, Bilgen M, Çoşkun A, Erkan M
S-06 Aşil Tendonu İnsersiyosunun Anatomik Açıdan Araştırılması
Gümüşalan Y, Üzel M, Tuğtağ B
S-07 Anatomi Eğitiminde Kadavra Kullanımı ve Organ Bağışı Hakkında Üniversite
Öğrencilerinin Görüşleri: Başkent Üniversitesi Örneği
Öktem H, Özşahin E, Yıldırım RV, Kürkçüoğlu A, Yazıcı C, Pelin C
S-08 Deneysel Epilepsi, Lamotrijin ve Fenitoin’in Yavru Sıçan Beyin Dokusu üzerine
Nörotoksik Etkileri
Soysal H, Doğan Z, Eşrefoğlu M, Türköz Y
S-09 Arteria vertebralis dominansı
değerlendirilmesi
Karacan K, Karacan A, Acar B, Acar T
ile
foramen
transversum
arasındaki
ilişkinin
09.30-09.45: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası
Altıncı Oturum
Oturum Başkanları: Nedim ÜNAL, Ahmet USTA, Z. Aslı AKTAN İKİZ
09.45-10.45:
S-10 Darkschewitsch Nükleusu: Üç-boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme,
Morfometrik ve Volümetrik Değerlendirme
Terim Kapakin KA, Kapakin S
S-11 Yüz Nakli Sorgulanıyor!(Bilimsel Mi, Deneysel Mi?)
Öztürk L, Boduç E, Görür İ
S-12 Üç Boyutlu Multidedektör Bilgisayarlı Tomografide Orbita Ve Orbital Yapıların
Morfometrik Analizi
Turamanlar O, Acar T, Ünlü E, Gönül Y, Demirtaş İ, Songur A
V
S-13 Dizin Posterolateral Köşesine Ait Ayrıntılı Anatomik Bir Çalışma
Elvan Ö, Kurtoğlu Z, Aktekin M
S-14 Sulcus Posterolateralis Anatomisi ve Klinik Önemi
Kirazlı Ö, Tatarlı N, Güçlü B, Ceylan D, Ziyal İ, Keleş E, Çavdar S
S-15 Anatomi Eğitiminde Artırılmış Gerçeklik
Kapakin S
10.45-11.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası
Yedinci Oturum
PANEL
11.00-12.00: Kadavra Temini, İthalatı ve Bağışı
Konuşmacılar: İbrahim Tekdemir, M. Ali Malas, Okan Bilge
12.00-13.30: Öğle Yemeği
13.30-18.30: DARENDE GEZİSİ
19.30: Akşam Yemeği
VI
13 Eylül 2014 Cumartesi
P106-P165 No’lu Posterlerin Sunum Günü
Sekizinci Oturum
Oturum Başkanları: Ahmet Kağan KARABULUT, Oğuz Aslan ÖZEN, Erdoğan UNUR
08.30-09.30:
S-16 Yenidoğan kadavralarında karaciğer hacminin ve yüzey alanının stereolojik olarak
hesaplanması
Avnioğlu S, Unur E, Ülger H, Acer N, Çınar Ş, Sağıroğlu A
S-17 Mobil cihazlardaki anatomi uygulamaları
Sertel S, Meyvacı T
S-18 Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinde Anatomik Landmarklar
Uyğun S, Berker M
S-19 Bebek Kadavralarında Posterior Kranial Fossadaki Kranial Sinirlere Ait Olan Dural
Açıklıkların Morfometrisinin Değerlendirilmesi
Özdoğmuş Ö, Şaban E, Özkan M, Yıldız SD, Verimli U, Çakmak Ö, Arifoğlu Y, Şehirli ÜS
S-20 Kronik Agomelatin Uygulamasının Dorsal Hippokampal Nöron Sayıları Üzerindeki
Etkileri
Söztutar E, Can ÖD, Demir Özkay Ü, Üçel Uİ, Ulupınar E
S-21 İntrahepatik safra yollarının anatomik varyasyonları: 46 donör hepatektominin
intraoperatif kolanjiografi ile değerlendirilmesi
Dirican A, Soyer HV, Köse E, Kınacı E, Cuğlan S, Ateş M, Özbağ D
09.30-09.45: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)- Çay Kahve Molası
Dokuzuncu Oturum
Oturum Başkanları: Ahmet Hilmi YÜCEL, Ferruh YÜCEL, Meltem BAHÇELİOĞLU
09.45-10.45:
S-22 Os temporale’nin çok amaçlı eğitim ve uygulama materyali olarak üç boyutlu
modellenmesi
Taşer F, Akçer S, Oğhan F, Şanal B
S-23 Üzüm çekirdeği özütü ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların
hipokampuslarında oksidatif stres ve apoptoz üzerine etkileri
Yonguç GN, Dodurga Y, Adıgüzel E, Gündoğdu G, Küçükatay V, Özbal S, Yılmaz İ, Cankurt
Ü, Yılmaz Y, Akdoğan I
S-24 Dental İmplantın Güvenli Uygulaması için Posterior Mandibular Bölgede Kemik
Morfolojisinin Tomografik Değerlendirilmesi
Yıldız S, Bayar GR, Güvenç İ, Kocabıyık N, Cömert A, Yazar F
VII
S-25 Foramen Occipitale’nin ve Foramen Mastoideum’un Suboksipital Cerrahi Girişimler
Açısından Morfometrik ve Morfolojik Tanımlanması
Türk F, Akyer ŞP, Özdemir M, Akdoğan I
S-26 Ankilozan Spondilitli Hastalarda Preobezitenin Yaşam Kalitesine Etkileri
Toy Ş, Özbağ D, Altay Z
S-27 Area Septalis Gamma Aminobutirik asiderjik nöronlarının glutamik asit dekarboksilaz
enzim dağılım özellikleri
Verimli U, Şehirli ÜS
10.45-11.00: Dijital Poster Sunumları (Mavi, Turuncu, Pembe Salon)-Çay Kahve Molası
Onuncu Oturum
Oturum Başkanları: Muzaffer SİNDEL, İsmail Can PELİN, Rabet GÖZİL
11.00-12.00:
S-28 Epilepsi’li Hastalarda Corpus Callosum’un Planimetri Yöntemi İle İncelenmesi
Çağlar V, Alp S, Tuğtağ B, Şener Ü, Özen OA, Alp R
S-29 Ayak Ağrısı Şikâyetiyle Gelen Hastalarda Radyolojik Açısal Ölçümlerin
Değerlendirilmesi
Deniz G, Kaya A, Kavaklı A, Ögetürk M
S-30 Total ekstraperitoneal inguinal herni onarımında corona mortis’in önemi: Tek merkez
deneyimi
Ateş M, Köse E, Kınacı E, Sarıcı B, Cuğlan S, Korkmaz F, Dirican A
S-31Subdural aralığın araknoid granülasyon ve dural venöz sinüsler açısından anatomik
veradyolojik olarak değerlendirilmesi
İmre N, Kocabıyık N, Güvenç İ, Yazar F
S-32 Ehrlich Assit Tümör Modelinde düşük sayıda hücre kullanarak Solid Tümör Oluşumu
Ertekin T, Nisari M, Soyer Sarıca Z, Al Ö, Ülger H
S-33 Arteria Carotis Communis Bifurkasyon Seviyesinin Farklı Referans Noktalarına
GöreVaryasyonları
Kürkçüoğlu A, Pelin C, Öktem H, Aytekin C
S-34 Son 25 Yıldaki Anatomi Terminolojilerinin Karşılaştırılması
Ocak M, Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Geneci F, Aşkit Ç, Sargon MF
12.00-12.30: Dijital Poster Sunumları (Mavi Salon, Turuncu Salon, Pembe Salon)
12.30-13.30: Öğle yemeği
13.30-16.30: TAKAD Olağan Genel Kurul Toplantısı
VIII
17.00-20.00: Malatya ve Kayısı Pazarı Gezisi
20.00: Akşam Yemeği
14 Eylül 2014 Pazar
09.30-16.30: Çırçır Şelalesi, Keban Barajı ve Harput Gezisi
IX
DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI
MAVİ SALON
11 Eylül 2014 Perşembe
12.05-12.30: Oturum Başkanları: Mehmet EMİRZEOĞLU, Sedat MEYDAN
P01- Fused Deposition Modeling (FDM) Tekniğini Kullanarak İnsan Beyninin Nuclei
Basales (Bazal ganglionlar)’in Katı Kopyalarını İmal Etmek
Kapakin S
P02- Fonksiyonel Endoskopik Sinüs Cerrahisinin Sanal Simülasyonu
Kapakin S
P03- Egzersize rağmen obez yüzücülerde, vücut yağ parametrelerinin bioelectrical impedance
analysis yöntemiyle belirlenmesi
Sertel S, Çolak T, Bamaç B, Meyvacı T, Unal S, Taşdemir R, Aksu E
P04- Kollodiafizer Açının Osteopeni ve Osteoporozlu Olgularda Beden Kitle İndeksine Göre
Değerlendirilmesi
Sertel S, Çolak T, Bamaç B, Meyvacı T, Taşdemir R, Dalgıç M
P05- Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinin Tarihsel Gelişimi
Uyğun S, Çetin N, Berker M
P06- Tavşanların İç OrganlarınınVRML (Sanal Gerçeklik Modelleme Dili) Biçimini
Oluşturma
Terim Kapakin KA, Kapakin S
P07- Distal Femur Morfometrisi
Çınar Ş, Tokpınar A, Özçelik Ö, Ertekin T, Nisari M
P08- Os Sacrum’un Pars Lateralis’ine Ait Morfometrik Ölçümler
Polat Koç T, Ertekin T, Acer N, Çınar Ş
P09- Dens Axis’in Türk Toplumunda Morfometrik İncelenmesi
Yılmaz MY, Çakıllı M, Üstün O, Yılmazer ÖS, Güneş S, Yavuz Y, Şen Esmer T
P10- Streptozotosin İle İndüklenen Diyabet Modelinde Mianserin Tedavisinin Karaciğer
Dokusundaki Morfometrik Etkileri
Çorumlu U, Demir Özkay Ü, Ulupınar E
X
14.30-15.00: Oturum Başkanları: Ümit S. ŞEHİRLİ, Figen TAŞER
P11- Diazinon intoksikasyonunda intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin karaciğer dokusu
üzerindeki koruyucu etkisinin araştırılması
Taş U, Ayan M, Uysal M, Esen M, Meydan S, Çiçek M, Sarsılmaz M
P12- Yaşlanmanın intervertebral disk dokusu üzerine etkileri
Taş U, Uysal M, Aytekin K, Bıçakçı H, Açıkgöz R, Özyurt B, Sarsılmaz M
P13- Migrende dermatoglifik özellikler
Sabancıoğulları V, Çevik Ş, Erdal M, Bolayır E, Koşar Mİ
P14- Kalp Anatomisinin Tarihsel Serüveni
Çağlar V, Çelik N, Şevkioğlu B
P15- Soliter Böbrek ile Normal Böbreğin BT görüntüleri üzerinde morfolojik karşılaştırılması
Çağlar V, Kurt Ö, Uygur R, Şener Ü, Özçağlayan Ö, Kasırga Z, Tuğtağ B
P16- Fetal dönemde ultrasonografik parametrelerin anatomik çalışmalar açısından önemi
Ekiz Y, Yüzbaşıoğlu N, Shojaolsadati P, Şakul BU
P17- Fossa Cranii Posterior Boyutları, Cerebrum ve Cerebellum Morfometrisinin, Tonsiller
Herniasyonla İlişkisi
Taştemur Y, Sabancıoğulları V, Şalk İ, Sönmez M, Çimen M
P18- Tıp fakültesi öğrencilerinin kas iskelet sistemi bilgi ve becerilerinin değerlendirilmesi
Ulaşlı AM, Yaman F, Gönül Y, Gökalp H, Özen MT, Rüzgar H, Gülsarı Y, Dündar Ü
P19- Spinal kord iskemi reperfüzyon yaralanmasında interlökin18 bağlayıcı protein’in
(IL18BP) anti-enflamatuar ve anti-apopitik etkisi
Karavelioğlu E, Gönül Y, Kokulu S, Hazman Ö, Bozkurt F, Koçak A, Eser O
P20- Disfajiye Neden Olan Servikal Vertebra Osteofitleri: 2 Olgu Sunumu
Fazlıoğulları Z, Nayman A, Kibar E, Karabağlı H, Öztürk K, Karabulut A
15.00-16.10: Oturum Başkanları: C. Cem DENK, Tülin ŞEN ESMER
P21- Olgu Sunumu: Sağ A. Occipitalis’ten Orjin Alan Sağ A. Vertebralis ve Foramina
Transversaria Yokluğu
Öner Z, Öner S, Sağır Kahraman A
P22- Metotreksat ile Oluşan Akciğer Hasarında N-Asetilsistein, Amifostin ve Askorbik
Asit’in Etkileri
Elbe H, Akbulut AS, Doğan Z, Kaymaz T, Türköz Y
P23- Metotreksat ile Oluşan Beyin ve Beyincik Hasarı Üzerine N-Asetilsistein, Amifostin ve
Askorbik Asit’in Etkileri
Doğan Z, Akbulut AS, Elbe H, Erdemli ME, Türköz Y
XI
P24- Tıp Fakültelerinde Verilen Anatomi Eğitimi Hakkında Hekimlerin Görüşlerinin
Değerlendirilmesi, Pilot Çalışma
Çuğlan S, Irmak Sapmaz H, Yılmaz N, Tekin Ç, Çolak C, Özbağ D
P25- Bilateral concha nasalis superior pnömatizasyonu: Bir olgu sunumu
Gün C, Yenigün A, Fazlıoğulları Z, Ünver Doğan N
XII
12 Eylül 2014 Cuma
09.30-09.45: Oturum Başkanları: İsmihan İlknur UYSAL, Orhan BAŞ
P76- Beyin Sapına Yeni Eklenen Ve Alt Gruplara Ayrılan Nucleus’lar
Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Geneci F, Ocak M, Aşkit Ç, Sargon MF
P77- Kranial Sinirlere Ait Anatomi Terminolojisi; Son 25 Yıldaki İlave Ve Değişiklikler
Uzuner MB, Geneci F, Ocak M, Akdemir Aktaş H, Aşkit Ç, Sargon MF
P78- Yeni Doğanlarda Sinus Maxillaris Hacminin Eliptik Formülle ve Cavalieri Metodu ile
Değerlendirilmesi
Değermenci M, Ertekin T, Ülger H, Acer N, Coşkun A
P79- Femoroasetabular Sıkışma Sendromu: Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları
Durur Subaşı I, Sunar M, Durur Karakaya A, Kapakin S
P80- El Bileği Kemikleri: Üç Boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme ve
Fiziksel Modelleme
Sunar M, Kapakin S, Durur Subaşı I
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Lokman ÖZTÜRK, Alev KARA
P81- Diazinonun böbrek dokusunda oluşturduğu hasara karşı intravenöz lipit emülsiyon
tedavisinin koruyucu etkisi: Deneysel bir çalışma
Ayan M, Uysal M, Taş U, Irmak Sapmaz H, Bıçakçı H, Sarsılmaz M
P82- Tiroid Bezi Hemiagenezisi
Uysal M, Hasbek Z, Taş U, Meydan S
P83- İlginç Bir Vaka: Rumsay Hunt Sendromu
Uysal M, Ayan M, Somuk BT, Esen M, Taş U
P84- Bir Olgu Sunumu Eşliğinde Osteitis pubis
Gül SS, Uysal M, Hasbek Z, Çiçek M
P85- Nervus laryngeus recurrens’in cornu inferior Cartilago thyroidea, Berry ligamenti ve
Zuckerkandl tüberkülü ile ilişkisi
Kaştan ÖZ, Çalgüner E, Ağırdır BV, Sindel M
XIII
13 Eylül 2014 Cumartesi
09.30-09.45: Oturum Başkanları: Samet KAPAKİN, M. İlkay KOŞAR
P106- Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların el ve parmak uzunluk
ölçümleri ile 2D:4D oranının klinik öneminin değerlendirilmesi
Buru E, Gözil R, Iseri E, Özkan S, Bahçelioğlu M
P107- Musculus brachioradialis ve ramus superficialis nervi radialis’in varyasyonu: Olgu
sunumu
Gözil R, Kastamoni Y, Bahçelioğlu M
P108- Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Karaciğer Hasarı Üzerine Melatoninin Faydalı
Etkileri
Uygur R, Aktaş C, Şener Ü, Çağlar V, Yıldırım O, Baltacı BB, Uygur E, Erboğa M, Gürel A,
Özen OA
P109- Atipik Yerleşimli Dev Hücreli Kemik Tümörü: Olgu Sunumu
Gül SS, Uysal M, Hasbek Z, Bıçakcı H, Taş U
P110- Wistar Albino Ratlarda Karbon Tetraklorür ile İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı
Cape’nin Koruyucu Etkileri
Çetin A, Elbe H, Taşlıdere E, Gül M, Otlu A
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Enis ULUÇAM, Esra KOYUNCU
P111- Rat’ta Beyin Ventrikül Sisteminin Anaglyph Formu
Terim Kapakin KA, Kapakin S
P112- Formaldehitin sıçanların kan, karaciğer ve akciğer dokularında irisin üretimin
inhibisyonu: Karnozinin formaldehit inhibisyonu azalttığına dair doğrudan deliller
Aydın S, Ögetürk M, Kuloğlu T, Kavaklı A, Aydın S
P113- Nervus fibularis communis Kaynaklı Nervus suralis Olgusu
Erdoğan Öztürk K, Çizmeci G, Desdicioğlu K, Malas MA
P114- İnsan Fetuslarında Muskulus Plantaris’in Anatomisi ve Varyasyonları
Desdicioglu K, Uğuz C, Sakallı B, Koyuncu E, Malas MA
P115- Tiroid Kıkırdağın Bir Varyasyonu: Sol Cornu Superior Yokluğu
Koşar Mİ, Tetiker H, Uğuz Gençer C, Balcı Y, ŞAHAN M
12.00-12.30: Oturum Başkanları: Gülay YEĞİNOĞLU, Burak BİLECENOĞLU
P116- Kuru Kemiklerde Proksimal Femur Üzerine Morfometrik Bir Çalışma
Akın D, Aydın Kabakçı AD, Yılmaz MT, Şeker M, Korkut Z
P117- Diabetik Nefropati Modelinde Mianserin’in Doza Bağımlı Etkilerinin İncelenmesi
Alpay M, Can DÖ, Demir Özkay Ü, Yücel F
XIV
P118- Argon lazer ve pattern scan lazer sistemleri ile oluşturulan lazer yanıkları sonrası
fare retinasında oluşan VEGF seviyelerinin incelenmesi
Konaç E, Sönmez K, Bahçelioğlu M, Take Kaplanoğlu G, Varol N, Saraç GN, Ozcan PY
P119- Osgood-Schlatter Hastalığı: Bir Olgu Sunumu
Sağıroğlu A, Eldeleklioğlu S, Acer N
P120- Whey Protein Desteği ile Beslenen Ratların Hipokampuslarında Meydana Gelebilecek
Değişikliklerin İmmunohistokimyasal Olarak Değerlendirilmesi
Tuç Yücel A, Gürgen SG, Koçtürk S
P121- Testis Seminifer Tübüllerinde Whey Proteinin Apoptotik Sinyal Molekülleri ve
Testosteron Salınımı Üzerine Etkisinin Araştırılması
Gürgen SG, Tuç Yücel A, Koçtürk S
P122- Metaklopramid’iin Yenidoğan Karaciğer Dokusunda Proliferasyon
MolekülleriÜzerine Etkisinin İncelenmesi
Tuç Yücel A, Gürgen SG, Umur N, Gözükara C, Kabaroğlu C, Onur E
Sinyal
P123- Üniversite Öğrencilerinde El Tercihinin ve Dominant Gözün Bazı Hastalıklar ile
İlişkisi
Aliosmanoğlu B, Köçkar Ç, Ünal KS, Aliosmanoğlu A
P124- Unilateral A. Carotis Comminus’un İskemi/Reperfüzyon Modelinde Lumbricus
Extractının Antioksidan Sistem ve Beyin Üzerindeki Koruyucu Etkisinin Değerlendirilmesi
Canbaz Kabay S, Öz S, Özden H, Burukoğlu D, Kuş G, Yeğin B, Üstüner C, Şentürk H,
Mısırlıoğlu M, Yıldız F, Aydemir F
P125- Ayak Tabanında M.flexor hallucis longus ve M.flexor digitorum longus Tendonları
Arasında Karşılıklı Tendon Bağlantıları
Üzel M, Gümüşalan Y, Tuğtağ B, Çetinsu E
XV
DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI
TURUNCU SALON
11 Eylül 2014 Perşembe
12.00-12.30: Oturum Başkanları: Necdet KOCABIYIK, Soner ALBAY
P26- Anatomi Atlası’ndaki Tarihi İmza
Dönmez D, Kutoğlu T, Sınav A
P27- “ S” Şeklinde Kıvrılan Bilateral Arterıa Carotis Interna Vakası
Aydın Kabakçı AD, Akın D, Çiçekcibaşı AE, Yılmaz MT, Keskin S
P28- İnsan Kuru Kafataslarında Foramen Magnum’un Morfometrik Olarak Değerlendirilmesi
Akın D, Kabakçı Aydın AD, Büyükmumcu M, Sindel M, Öğüt E, Yılmaz MT, Şahin G
P29- Arteria Renalis Dextra Varyasyonu
Keskinöz EN, Kabakçı Aydın AD, Akın D, Özbek O, Özen KE
P30- Mianserin ile Tedavi Edilen Diabetik Sıçanlarda Gözlenen Hippokampal Hacim
Değişiklikleri
Polat E, Söztutar E, Üçel Uİ, Ulupınar E
P31- Sıçanlarda Karbon Tetraklorür ile Oluşturulan Testis Hasarına Karşı Caffeic Acid
Phenethyl Ester’in Koruyucu Etkileri
Taşlıdere E, Çetin A, Elbe H, Vardı N, Gül M, Otlu A
P32- Sıçanlarda Galaktozamin ile Oluşturulan Akciğer Hasarına Karşı Pentoxifylline ve
Caffeic Acid Phenethyl Ester’in İyileştirici Etkileri
Taşlıdere E, Vardı N, Ateş B, Elbe H, Yıldız A, Karaaslan M
P33- Os Coxae’nın Morfometrik Ölçümlerinin ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması
Atay E, Al Ö, Ertekin T, Nisari M, Unur E
P34- Obezitede kullanılan beta hCG tedavisinin sıçanlarda testis dokusuna etkisinin
incelenmesi
Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Elmas Ç, Öktem H, Göktaş G, Gözil R, Bahçelioğlu M
P35- Obezitede kullanılan beta hCG tedavisinin sıçanlarda böbrek üstü bezi dokusuna
etkisinin incelenmesi
Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Elmas Ç, Öktem H, Göktaş G, Gözil R, Bahçelioğlu M
XVI
14.30-15.00: Oturum Başkanları: Vedat SABANCIOĞULLARI, Selman ÇIKMAZ
P36- Postural denge ile bazı ayak antropometrik ölçümleri arasındaki ilişki
Uluçam E, Yılmaz A, Çıkmaz S, Parlak M, Dönmez D
P37- Truncus Coeliacus Dallanma Varyasyonu ile Sirkumaortik Vena Renalis Sinistra Olgusu
Turamanlar O, Kaçar E, Horata E, Madan G
P38- Siyatik Sinir Kesisi Sonrası Ozon’un Sinir Rejenerasyonu Üzerine Etkisi
Öğüt E, Aslan M, Sarıkcıoğlu L, Yıldırım FB
P39- Yüz Nakli ve Yüzün Duyusal İnnervasyonu
Boduç E, Öztürk L, Görür İ
P40- Rotenona bağlı merkezi sinir sistemi hasarına karşı asetilsalisilik asitin koruyucu
etkisinin araştırılması
Köse E, Ekici S, Karademir Z, Elbe H, Vardı N, Parlakpınar H, Sağır M, Acet A
P41- Futbol ve Basketbol Oyuncularının Ultrasonografik Patellar Tendon, Femoral Kıkırdak
Kalınlığı ve İzokinetik Kas Gücünün Karşılaştırılması
Kafkas ME, Kızılay E, Kafkas AŞ, Kızılay F, Durmuş B
P42- Nomina Anatomica’dan Terminologia Anatomica’ya Genel Anatomi Terminolojisi
Geneci F, Ocak M, Akdemir Aktaş H, Uzuner MB, Aşkit Ç, Sargon MF
P43- Purkinje Nöronlarındaki Dendritik Plastisitede Çevresel Koşullara Paralel Olarak
Meydana Gelen Değişimler
Ergen FB, Söztutar E, Ay H, Ulupınar E
P44- Arcus Zygomaticus’un İnsan Kafatasında Morfometrik Değerlendirmesi
Şahin G, Akın D, Aydın Kabakçı AD, Sindel M, Ay D, Büyükmumcu MB
P45- Vertebrae Cervicales’deki Foramen Transversarium Varyasyonları: Bir Anatomik
Çalışma
Yeginoğlu G, Ertemoğlu Öksüz C, Çan MA
XVII
15.50-16.10: Oturum Başkanları: Emel ULUPINAR, Tolga ERTEKİN
P46- Çift Varyasyonlu Atlas Vertebra
Yeginoğlu G, Çan MA
P47- 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Oluşturduğu Hippocampal Nöron Azalması
ve Vitamin E ve Vitamin C’ nin etkisi
Özgüner G, Adıgüzel E, Çömlekçi S, Bilkay C, Dursun A, Öztürk K, Güngör A, Sulak O.
P48- Arcus Aorta Çıkışlı Vertebral Arter
Sindel M, Özgür Ö, Aytaç G, Sindel T
P49- Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi’de Vena Porta Oluşum Varyasyonlarının
İncelenmesi
Bolatlı G, Ulusoy M, Koplay M, Acar M, Zararsız İ
P50- Kadavra tahnit teknikleri ve tarihsel süreci
Parlak M, Uluçam E
XVIII
12 Eylül 2014 Cuma
09.30-09.45: Oturum Başkanları: Ayhan CÖMERT, Mustafa ORHAN
P86- Erişkinlerde MDCT Kullanılarak Timus'un İncelenmesi
Yılmaz N, Ünver Doğan N, Sivri M, Doğan KH, Özbek S
P87- Sağ Arcus Aorta ve Aberan A. Subclavia Sinistra; Bir Olgu Sunumu
Ünver Doğan N, Fazlıoğulları Z, Uysal İİ, Karabulut AK, Nayman A
P88- Hava Ulaşımında Yer Hizmetlerinde Çalışanların Ayak Antropometrisi
Kılıç N, Durgun B
P89- Pankreas’ın Arteryel Kanlanması: Bir Anatomik ve Cerrahi Çalışma
Kocabıyık N, Özsoy S, Baykal B, Zeybek N, Yazar F, Karapirli M, Korkusuz İ
P90- Lunat fossa’nın Morfometrik Değerlendirilmesi
Önder M, Aldemir C, Oğuz Yolcular B, Oğuz N
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Mustafa GÜVENÇER, Ufuk TAŞ
P91- Foramen zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura Supraorbitalis ile Foramen/Incisura
Supratrochlearis’in Kurukafada Konumu ve Sayısı
Beger O, Gilan İY, Aktekin M
P92- Aksesuar ve Duplike Arteria Hepatica Varyasyonu Olgusu
Turamanlar O, Kaçar E, Cartıllı Ö, Akbal İ
P93- Humerus Proksimal ve Distal Segmentlerinin Morfometrik Ölçümleri
Al Ö, Atay E, Ertekin T, Nisari M, Ülger H
P94- Parkinson Hastalığı’ nda DiffeoMap Yazılımı Kullanılarak Lobus Frontaliste Bulunan
Yapıların Hacim Hesaplanması
Palancı Ö, Ocak H, Özyaşar AF, Kalaycıoğlu A, Acer N
P95- Fasciculus Anterior (?) ve Posterior’dan Oluşan Plexus Brachialis Olgusu
Elvan Ö, Aytaç G, Bobuş Kara A
XIX
13 Eylül 2014 Cumartesi
09.30-09.45: Oturum Başkanları: Mehmet UZEL, Nihal APAYDIN
P126-M. Peroneus Brevis Tendonunun Insersiyo Varyasyonları
Tuğtağ B, Gümüşalan Y, Üzel M
P127- Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Testiküler Hasara Karşı Kuersetinin Koruyucu
Etkiler
Baltacı BB, Uygur R, Çağlar V, Aktaş C, Aydın M, Özen OA
P128- Temporomandibuler Eklemin Morfolojik Özelliklerinin Konik Işınlı Bilgisayarlı
Tomografi ile Değerlendirilmesi
Kolsuz E, Bilecenoğlu B, Orhan K
P129- Fetal Kadavralarda N. Gluteus Inferior'un Lokalizasyonu ve Morfometrisi
Candan B, Sulak O
P130- Fetal Kadavrada Çift Başlı M.piriformis: 3 Olgu Sunumu
Candan B, Sulak O
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Gülgün ŞENGÜL, Özlen KARABULUT
P131- 2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Sıçan Testisinde Oluşturduğu Değişiklikler
ve Bu Değişikliklere Vitamin E ve Vitamin C’ nin Koruyucu Etkisi
Bilkay C, Özgüner G, Dursun A, Çömlekçi S, Deniz K, Erten S
P132- Katarakt Hastalarında Bulbus Oculi’nin Morfometrik Özelliklerinin İncelenmesi
Ateşoğlu S, Şenol D, Balsak S, Alakuş MF, Özbağ D
P133- Geçmişten Günümüze Antropometrik Çalışmaların Tarihçesi
Şenol D, Çay M, Karataş T, Özbağ D
P134- Farklı Somatotip Özelliklere Sahip Bireylerin Dinamik Denge Skorlarının İncelenmesi
Şenol D, Özbağ D, Kafkas ME, Açak M, Baysal Ö, Şahin Kafkas A, Taşkıran C, Çay M,
Yağar D, Özen G
P135- Somatotip Farklılığın Semptomu Olmayan Gençlerin İzokinetik Diz Kas Kuvveti
Oranları Üzerine Etkisinin İncelenmesi
Şenol D, Özbağ D, Kafkas ME, Açak M, Baysal Ö, Şahin Kafkas A, Taşkıran C, Çay M,
Yağar D, Özen G
12.00-12.30: Oturum Başkanları: Ahmet SONGUR, Niyazi ACER
P136- Anatomi Alanında 2000-2014 Yılları Arasında Türkiye’de Yapılan Bilimsel Yayınlar
Metin Tellioğlu A, Karakaş S, Polat AG
P137- Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi 2.Sınıf Öğrencilerinin Anatomi Eğitimi
Hakkındaki Görüşleri
Metin Tellioğlu A, Karakaş S, Göğebakan K, Polat AG
XX
P138- Tıp Eğitiminde Plastine Kadavra Dönemi
Uludağ S, Şenol D, Çay M, Özbağ D
P139- Vücudun Farklı Anatomik Bölgelerinde Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerinde
FarklıFrekans Ve Şiddetteki Egzersizlerin Rulman Etkilerinin Karşılaştırmalı Analizi
Korkmaz MF, Çetin A, Ateş M, Öztanır N, Karataş T, Beytur L, Çay M, Şenol D
P140- İsoproterenolle Kalp Hasarı Oluşturulmuş Ratlarda Dexpanthenol’ün Koruyucu ve
Tedavi Edici Etkisinin araştırılması
Kalkan F, Dişli OM, Parlakpınar H, Tanrıverdi LH, Polat A, Çetin A, Vardı N, Acet A
P141- Adult Öncesi ve Adult Dönemde Crista Galli Pnömatizasyonu
Tetiker H, Koşar Mİ, Çullu N, Şahan M, Uğuz Gençer C
P142- Üst Ekstremite Antropometrik Ölçümleri Arasındaki İlişkiler
Aygün D, Erdem H, Özandaç S, Kızılkanat E, Boyan N, Oğuz Ö
P143- Humerus’un Proksimal Ucundaki Anatomik Oluşumların Morfometrik Ölçümleri
Önder M, Oğuz Yolcular B, Oğuz N
P144- Artistik Anatomi Açısından Boyun Antropometrisi
Karahan M, Yılmaz A, Uluçam E, Çıkmaz S
P145- Vestibuler Sinir Cerrahisinde Gözlemlenen Önemli Anatomik Yapıların İncelenmesi
Yeğin H, Bahçelioğlu M, Gözil R, Çalgüner E, Göksu N
XXI
DİJİTAL POSTER SUNU PROGRAMI
PEMBE SALON
11 Eylül 2014 Perşembe
12.00-12.30: Oturum Başkanları: Zeliha KURTOĞLU, Orhan BAŞ
P51 Atnalı Böbrek Anomalisinde Renal Kortikal Sintigrafinin Önemi
Gül SS, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Irmak Sapmaz H, Taş U
P52 Streptozotocin ile Oluşan Diyabetik Pankreas Hasarında Caffeic acid phenethyl ester’ in
Tedavi Edici Etkileri
Elbe H, Taşlıdere E, Çetin A, Türköz Y
P53 Asetaminofen Toksisitesi Sonucu Oluşan Böbrek Hasarında Resveratrol’ ün Tedavi Edici
Etkileri
Elbe H, Çetin A, Taşlıdere E, Otlu A
P54 Arteria Renalis Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Angiografi ile
İncelenmesi
Ulusoy M, Koplay M, Bolatlı G, Acar M, Zararsız İ
P55 Elastofibroma Dorsi: 10 olgunun radyolojik değerlendirmesi
Fazlıoğulları Z, Uysal İİ, Özbek S, Karabulut A K
P56 Akıllı Telefon İçin Tasarlanan Ücretsiz Anatomi Uygulamalarının Değerlendirilmesi
Yücel K, Gergin S, Ercan İ, Kafa M İ, Sarıkcıoğlu L, Öztürk H, Tokem Ergür İ, Kaya Y
P57 Plantar fasiit: Olgu sunumu
Gül S S, Uysal M, Hasbek Z, Çiçek M, Taş U
P58 Multiple Arteria Renalis Olgusu
Özen KE, Öztekin C H, Akın D, Özbek O, Şeker M
P59 Fetal Dönemde Dişi Fetuslarda Dış Genital Organ Gelişimi
Özgüner G, Öztürk K, Bilkay C, Dursun A, Sulak O, Koyuncu E
P60 Femur Başı Avasküler Nekrozu Takibinde 3 Fazlı Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin
Etkinliği
Gül SS, Koçyiğit Deveci E, Uysal M, Aytekin K, Taş U
XXII
14.30-15.00: Oturum Başkanları: İsmail ZARARSIZ, Nihal APAYDIN
P61 Non-Travmatik Miyozitis Ossifikans: Üç Olgu Sunumu
Gül S S, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Aytekin K, Taş U
P62 Acromion’un Multidedektör Computerize Tomografi Yöntemi ile Morfometrik Analizi
Acar M, Şımşek T, Ulusoy M, Zararsız İ, Acar S, Efe D
P63 İnsan Fetuslarında Fetal Dönem Boyunca Tendo Calcaneus’un Morfometrik Gelişiminin
Araştırılması ve Klinik Açıdan Öneminin Değerlendirilmesi
Desdicioglu K, Uguz C, Sakallı B, Koyuncu E, Malas MA
P64 18-22 Yaş Arası Çukurova Üniversitesi Öğrencilerinin Alt Ekstremite Antropometrik
Ölçümlerinin İncelenmesi
Yücel AH, Özandaç S, Ayşe Gül Kabakcı AG
P65 Parsiyel Anormal Pulmoner Venöz Dönüş Anomalisi: Olgu Sunumu
Fazlıoğulları Z, Karabulut AK, Uysal İİ, Nayman A
P66 Retroaortik Vena Renalis Sinistra’ya Eşlik Eden Arteria Renalis Dexter Duplikasyon
Varyasyonu Olgusu
Turamanlar O, Ünlü E, Toktaş M, Horata E, Songur A
P67 Basketbol Oyuncuları ve Sedanter Grup Arasında Statik ve Dinamik Dengenin
Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi
Uzun A, Kabadayı M, Özdemir F,Gölpınar M,Altunsoy E,Nahir M, Uysal A
P68 Böbrek alt kaliks infundibulum çapının ESWL başarısına etkisi
Köse E, Oğuz F, Beytur A
P69 Sulcus Arteriae Vertebralis Morfometrisi
Örüncü MB, Özer M, Örten S, Özdemir T, Çakır T, Ateş C, Esmer AF
P70 Incısura Supraorbıtalıs’in Morfometrisi Ve Topografik Anatomisi
Aşık E, Kılınç E, Akan F, Ertekin T, Solmaz Z S, Öztuna D, Esmer AF
XXIII
15.50-16.10: Oturum Başkanları: Yakup GÜMÜŞALAN, Ayhan CÖMERT
P71 Processus Mastoideus: İnsan Kafataslarında Kraniyometrik İnceleme
Aydın Kabakçı AD, Akın D, Büyükmumcu M, Sindel M, Öğüt E, Yilmaz MT, Şahin G
P72 Humerus Kemikleri Üzerinde Osteometrik Bir Çalışma
Aydın Kabakçı AD, Akın D, Büyükmumcu M, Yilmaz MT, Çiçekcibaşi AE, Cihan E
P73 Gebelikte Kullanılan İlaçların Fetal Gelişim Üzerine Etkileri
Nalbant A, Yüzbaşıoğlu N, Şakul BU
P74 Wistar Albino Ratlarda Tiyoasetamid İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı
Nerolidolün Koruyucu Etkileri
Cetin A, Çiftçi O, Başak N
P75 Yetişkin Kadınlarda Orbital Bölgenin Antropometrik Analizi ve Yaşa Bağlı Değişiklikler
Koç F, Deniz M, Uslu Aİ, Doğru S
XXIV
12 Eylül 2014 Cuma
09.30-09.45: Oturum Başkanları: Ahmet UZUN, Figen TAŞER
P96 Refleks Sempatik Distrofinin Tanı ve Takibinde Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin
Etkinliği
Gül SS, Uysal M, Çiftçi ÖD, Meydan S, Taş U
P97 Renal sintigrafi ile tanı konulan renal pitozis vakası
Gül SS, Uysal M, Koçyiğit Deveci E, Meydan S, Taş U
P98 Baş ve boyun antropometrik verileri ile denge analizi değerleri arasındaki ilişkinin
incelenmesi
Uluçam E, Çıkmaz S, Yılmaz A, Parlak M, Dönmez D, Karahan M
P99 Sever Hastalığı: Kalkaneal Apofizitis
Uysal M, Gül SS, Hasbek Z, Koçyiğit Deveci E, Taş U
P100 Fasciculus Posterior’un Dallarının Nadir Bir Varyasyonu
Dursun A, Bilkay C, Albay S
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Bayram Ufuk ŞAKUL, Nadire ÜNVER DOĞAN
P101 Üç Başlı M. Biceps Brachii: Olgu Sunumu
Bilkay C, Candan B, Albay S
P102 Lokal beta hCG Enjeksiyonuna Bağlı Rat Hipofiz Bezinde Oluşan
İmmunohistokimyasal Değişiklikler
Öktem H, Tunç E, Çalgüner E, Erdoğan D, Gözil R, Bahçelioglu M, Göktaş G, Elmas Ç
P103 Vena Jugularis Externa ve Vena Cephalica’nın Olağandışı Sonlanma Şekilleri
Desdicioglu K, Erdoğan Öztürk K, Malas M A
P104 Erişkin Popülasyonda Bilgisayarlı Tomografi İle Sefalometrik Analiz
Erdoğan Öztürk K, Tatlısumak E, Yılmaz Ovalı G, Pabuşçu Y, Tarhan S
P105 Maxilla'nın Ön Bölgesinde Gözlenen Aksesuar Kanalların Konik Işın Demetli
Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi: Ön Çalışma
Aydın Ü, Pelin C, Külah K
XXV
13 Eylül 2014 Cumartesi
09.30-09.45: Oturum Başkanları: Esat ADIGÜZEL, Mustafa ORHAN
P146 Bilateral Aksesuar Palmaris Longus Varyasyonu
Özkan M, Kirazlı Ö, Yıldız S D, Altay G, Tosunoğlu E, Verimli U, Şehirli ÜS
P147 Rembrant’ın “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” İsimli Eserindeki Anatomik Hatalar
Bahşi İ, Orhan M
P148 Calcaneusun Morfometrik Ölçümleri; Boehler’s Açısı ve Kemiğin Anteroposterior
Uzunluğu ile İlişkisi
Otağ İ, Tetiker H, Taştemur Y, Sabancıoğulları V, Koşar Mİ, Çimen M
P149 Yüz Transplantasyonu ve Nervus Facialis
Görür İ, Öztürk L, Boduç E
P150 Adolesan Class I Bireylerde Üst ve Alt Dudak Postürünün Cinsiyete Bağlı Olarak
Değerlendirilmesi: Bir Ön Çalışma
Kürkçüoğlu A, Karaca Z, Oğuz Ö
10.45-11.00: Oturum Başkanları: Nihat EKİNCİ, Ali Fırat ESMER
P151 C57BL/J6 farelerde serebral iskemi /reperfüzyon modelinde 18b-glycyrrhetinic asidin
oksidatif ve nöronal hasara karşı koruyucu etkileri
Oztanir MN, Ciftci O, Cetin A, Durak M A, Başak N, Akyuva Y
P152 Erkek Ratlarda Tiyoasetamide Bağlı Oluşan Üreme Sistemi Hasarına Karşı Krisinin
Koruyucu Etkileri
Ciftci O, Cetin A, Başak N
P153 Ratlarda 2,3,7,8- Tetraklorodibenzo-P-Dioksin (TCDD) İle Oluşturulan Ovaryum Ve
Uterus Hasarı Üzerine Montelukastın Koruyucu Etkileri
Ciftci O, Cetin A, Başak N
P154 Asetaminofen İle İndüklenmiş Akciğer Hasarında Kayısının Koruyucu Etkileri
Bayat N, Yılmaz İ, Çetin A
P155 Basketbol Oynayan Sporcularda Extremite Uzunluğunun Vücut Uzunluğuna Oranı:
Karşılaştırmalı bir çalışma
Çetin A, Korkmaz M F, Sarıkaya E, Altıkulaç E, Çiçek H, Çöken E, Avcı H, Sezgin K
12.00-12.30: Oturum Başkanları: Behice DURGUN, Ayla KÜRKÇÜOĞLU
P156 Özel Bir Hastanede Yapılan Abdominal Histerektomilerin Değerlendirilmesi
Beytur L, Köse E, Özbağ D
P157 Böbrek alt kaliks taşlarının tedavisinde noninvaziv bir yöntem: retrograd intrarenal
cerrahi
Beytur A, Köse E, Oğuz F,Çakmak BS, Topçu İ, Güneş A
XXVI
P158 Arteria Axillaris Varyasyonu
Çetin A, Çay M
P159 Yurt Dışından Gelen Türk Uyruklu ve Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kişisel, Sosyal ve
Üniversiteye Uyumları Üzerine Bir Çalışma
Özdemir F, Onay İ, Uzun A, Emirzeoğlu M, Altunsoy E, Nazari B
P160 Erken Dönem Tiroidektomi Komplikasyonları
Karataş T, Özbağ D, Çay M, Şenol D, Korkmaz MF
P161 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Kalp Hasarında Kayısının Koruyucu
Etkilerinin Araştırılması
Yılmaz İ, Çetin A, Gül S
P162 Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Böbrek Hasarında Kayısının Koruyucu
Etkilerinin Araştırılması
Yılmaz İ, Çetin A, Şahin H
P163 Sıçan Fetuslarında Formaldehit Maruziyetinin Hippocampus Gelişimi Üzerine Zararlı
Etkilerine Yönelik Chrysin’in Koruyucu Rolü, Histopatolojik Bir Çalışma
Çuğlan S, Yıldız A, Irmak Sapmaz H, Bakırcı S, Köse E, Ekinci N
P164 İki Loblu Dalak- Vaka Sunumu
Uğuz Gençer C, Koşar MI, Tetiker H, Balcı Y
P165 Tamamlayıcı Tıp Eğitiminde Anatominin Yeri
Bozer C
XXVII
DAVETLİ
KONUŞMACILAR
1
K-01
Türk Yükseköğretimine Güncel Bakış
Bilgiç S
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Samsun
Cumhuriyet döneminde 1933’te ilk üniversitemiz kurulmuştur. Bu sayı; 1959’da 7, 1973’te
12, 1982’de 27, 1987’de 29 (1’i vakıf), 1992’de 53(2’si vakıf), 2006’da 93(25’i vakıf), 2014’
te 177 (73’ü vakıf) üniversiteye ulaşmıştır. TUİK verilerine göre Yükseköğretim Brüt
okullaşma oranı % 74.86, net okullaşma oranı % 38.50 oranındadır. Ancak, Yükseköğretim
Bilgi Yönetim Sistemi verilerine göre bugün 5,5 milyona yaklaşan öğrenci sayısı ile
yükseköğretim brüt okullaşma oranının % 80 nin, net okullaşma oranının ise % 40’ın üzerinde
olduğu tahmin edilmektedir.
Günümüzde toplam öğretim elemanı sayısı 141.674’ e ulaşmıştır. Bunun % 86.20’si(122.116)
devlet üniversitelerinde, % 13.44’ü (19.188) vakıf üniversitelerinde ve % 0.26’sı (370) vakıf
MYO’ larında bulunmaktadır. Üniversitelerimizdeki toplam öğretim üyesi sayısı 63271 dir.
Bunun %84.76’sı (53630) devlet üniversitelerinde çalışmaktadır. Öğretim üyelerinin
%
31.43’ü(19887) profesör, % 19.97’si(12634) doçent ve % 48.60’ı(30750) yardımcı doçent
kadrosunda görev yapmaktadır. Üniversite öğrencilerimizin sayısı 5.449.961’ a ulaşmış olup
toplam öğrencilerimizin % 93.38’i (5.089.291) devlet üniversitelerinde, % 6.44’ü (350.999)
vakıf üniversitelerinde ve % 0.18’i (9671) ise vakıf meslek yüksekokullarında öğrenim
görmektedir.
2
K-02
Gelişimsel ve erişkin insan beyin sapı atlasları ve gen ekspresyonları
Şengül G
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bornova, İzmir
İnsan beyinsapının haritalanması, diğer anatomik yapılarda olduğu gibi, Nissl ve myelin ile
boyanmış kesitlerden ve bağlantıları ve fizyolojiden elde edilen bilgilere dayanır. Haritalama
için kimyasal işaretleyicilerin kullanılması 1982’de asetilkolinesteraz boyaması ile başlamış,
monoaminler için tirozinhidroksilaz ve antikor boyamaları (calbindin, parvalbumin gibi) ile
gelişmiştir. Anatomik yapıların tanımlanması için gen ekspresyonunun kullanılması
moleküler biyoloji ve biyoteknolojideki son gelişmelerle ortaya çıkan yeni bir kavramdır.
Insitu hibridizasyon ile sağlam hücre ve dokularda yapıyı bozmadan DNA ve RNA’yı
lokalize etmek mümkündür.
İnsan beyin sapının yapısı farklı özellikler taşıyan kompakt nöron gurupları (nucleus’lar) ve
dağınık yerleşmiş hücrelerle son derece karmaşıktır. Şu ana kadar insan beyinsapında tarif
ettiğimiz yaklaşık 438 yapı bulunmaktadır (Paxinos, Xu-Feng, Sengul, Watson, The Human
NervousSystem,
Elsevier,
2012).
İnsan
beyin
sapında
AllenInstitutefor
Brain
ScienceBRAINSPAN Atlas of theDeveloping Human Brain ve Atlas of the Human Brain
projelerinde analizler yaptım ve gelişimsel konsepsiyon sonrası 21. hafta için referans atlas
hazırladım. Örnek olarak calretinin geni CALB2 nucleussolitarius, dorsal paramedian
nucleus, ve cochlear nucleus’u, glutamate geni GRIK2 nucleusgracilis ve cuneatus’u,
neuropeptide Y geni NPY intermediatereticularnucleus, ve somatostatin geni SST locus
coeruleus ve medial parabrachial nucleus’u belirledi. Bu sunum ile gen ekspresyonlarının
beyinsapında nucleus’ların lokalizasyonunu nasıl gösterdiğini, ayrıca konsepsiyon sonrası 15.,
21.
haftalar
ve
erişkin
beyin
sapı
tanıtılmaktadır.(www.alleninstitute.org).
Anahtar kelimeler: atlas, beyin sapı, insan
3
için
hazırlanmış
referans
atlasları
K-03
Kortikospinal Nöronlar: Hastalıkta ve Sağlıkta, Ölüm Bizi Ayırana Dek
Ulupınar E
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı ve Sağlık Bilimleri
Enstitüsü Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı
Nörodejeneratif hastalıklar beynin belirli bölgelerindeki nöronların ilerleyici ve geri
dönüşümsüz kaybı ile karakterize bir grup patolojiyi içermektedir. Bu hastalıkların en çarpıcı
belirtisi, hastalık süreçlerinin belirli nöron tiplerine karşı daha spesifik olarak işlemesidir.
Örneğin, Parkinson hastalığında substansianigra’dakidopaminerjik nöronların yaygın hasarı
söz konusuyken; Alzheimer hastalığında, nöron hasarı hippokampus ve neokorteks’te en ciddi
düzeydedir. Huntington hastalığında, hastalıkla ilişkili mutant gen beyin ve birçok başka
organda eksprese olsa bile, patolojik değişiklikler esas olarak neostriatum’da sınırlanmıştır.
AmyotrofikLateral Skleroz (ALS)’de ise omurilik, beyin sapı ve korteks’teki motor
nöronlarda kayıp olmaktadır. Nöronaldejenerasyonpaternlerinde görülen bu çeşitlilik ve farklı
bölgelerdeki nöronlarınselektif olarak hasarlanması; etkilenen nöron gruplarına özgü bir
takım intrinsik faktörlerin çevresel faktörlerle etkileşimlerinin etiyopatogenezde rol
oynadığına işaret etmektedir.
Bu konuşmada, motor nöronlar üzerine odaklanılarak, bu nöronlar arasından da erişkin tipi
motor nöron hastalıklarının en sık görülen tipi olan ALS’deilerleyici bir seyirle hasarlanma
gösterenkortikospinal motor nöronların normal ve patolojik süreçlerdeki morfolojik özellikleri
irdelenecektir. Kortikospinal motornöronlar, istemli kas hareketi için beynin motor
merkezinde oluşan elektriksel uyarıların, omuriliğin ön boynuz bölgesindeki nöronlar
aracılığıyla ilgili kas gruplarına taşınmasından sorumludur. Bu nedenle hasarlanmaları
durumunda, önce fokal kas zayıflığı ile başlayan, daha sonra kas atrofisi ve spastisite ile
devam eden ve en nihayetinde de tüm kas gruplarının etkilenmesi sonucunda hastanın
solunum yetersizliğine bağlı olarak kaybedilmesine yol açan bir klinik tablo meydana
gelmektedir. Hastalık klinik olarak kolayca tanınabilmesine rağmen, altta yatan patofizyolojik
süreçlerin çeşitliliği ve birbiriyle etkileşimleri nedeniyle henüz etkin bir tedavisi
bulunmamaktadır. Ancak son yıllarda hızla gelişen moleküler biyolojik teknikler ve hayvan
4
modellerinden elde edilen bulgular ışığında hastalığa neden olan hücresel mekanizmalar
aydınlatılmaya başlanmıştır.
Konuşmanın ilk bölümünde, korteks’te bulunan milyonlarca sinir hücresi arasında neden bu
spesifiknöron popülasyonunun hasarlanmaya daha yatkın olduğu tartışılacaktır. İkinci
bölümde, bu nöronlardadejenerasyona neden olan moleküller ve mekanizmalar üzerinde
durulacaktır. Son olarak da, selektif olarak kortikospinal motor nöronlarda dejenerasyona ve
kayba neden olan bir genetik mutasyona sahip olan hayvan modeli üzerinde yaptığımız
çalışmalarımızda elde ettiğimiz sonuçlar sunulacaktır.
5
K-04
Anatomi Atlaslarındaki Anatomik Hatalar
Sınav A
Rektör, SANKO Üniversitesi, Gaziantep
Tarih boyunca anatomi bilgisi öğretmenden öğrenciye görsel olarak aktarılmıştır. Hatta,
günümüzdeki ileri teknolojik yöntemlerin kullanıldığı müfredatlarda bile el ile çizilmiş
anatomi atlasları olmaması düşünülemez.
Anatomi atlaslarındaki illüstrasyonlar öğrenciler tarafından kullanıldığı gibi, öğretim üyeleri
tarafından da derslerde slayt olarak kullanılır. Atlaslar özellikle kadavra sıkıntısı çeken
ülkelerde daha kritik öneme haizdir ki bu durumda anatomic illüstrasyonlar öğrencilerin insan
vücudunun detaylı anatomik yapısına vakıf olabilmelerinin yegane yolu olmak durumundadır.
Maalesef anatomik illüstrasyonlar bazan anatomik bilgiyi yanlış aksettirebilmektedirler.
Böyle hataların ortaya çıkmasının nedenleri çoktur. Birincisi, bazı tıp ressamlarının yeterli
anatomi bilgisinin olmamasıdır. İkincisi, ressamların çizimlerinde anatomik doğruluktan
ziyade artistik özelliklere dikkat etmeleridir. Sonuncu ve en önemli sebep ise, tıp
ressamlarının kaynak olarak kadavradan ziyade mevcut atlaslardaki eski çizimleri
kullanmalarıdır ki bu kuşaklar boyunca hataların büyüyerek tekrarlanmasına neden olur.
Anatomi eğitimi tıp bilimlerinin temeli kabul edilebilir. Bu yüzden, görsel materyaller büyük
bir özenle hazırlanmalıdır. Bu bağlamda anatomistlerin daha çok sorumluluk almalarına ve
ressamlarla daha yakın ilişki içeriside çalışmaları gerekir ki bu anatomideki tarihi hatalar
düzeltilebilsin.
6
K-05
Ulusal Çekirdek Eğitim Programı-2014 (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi) ve Anatomi
Eğitiminde Kullanımı
Songur A
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
1980’li yıllardan itibaren ülkemizde tıp fakültesi sayılarında yaşanan artışlar nedeniyle farklı
olanaklara ve alt yapıya sahip fakültelerde, farklı eğitim model ve programları uygulanmaya
başlanmıştır. Bu süreçte temel bilgi ve becerilere sahip hekimlerin yetişebilmesi için çerçeve
bir program hazırlanması gereksinimi doğmuştur. Bu amaçla 2000’li yılların başında tıp
fakültelerinin katkıları ile hazırlanan Ulusal Çekirdek Eğitim Programı (UÇEP) kabul
edildiğinde iki yılda bir revize edilme kararı alınmış olmasına rağmen, değiştirilmeden
günümüze kadar gelmiştir.
Aralık 2012’de yapılan Tıp Dekanları Konseyi (TıpDEK) toplantısında yeni UÇEP
hazırlanması kararı alınmıştır. Nisan 2013’te başlayan ve bir yıl süren süreçte, çok sayıda
fakülte, anabilim dalı, öğretim üyesi ve paydaşların katkıları ile yeniden yapılandırılarak
UÇEP-2014 hazırlanmıştır. UÇEP-2014; 12 Mayıs 2014 tarihli Üniversitelerarası Kurul
toplantısında ve 19 Haziran 2014 tarihli Yükseköğretim Kurulu Genel Kurul toplantısında
görüşülerek resmiyet kazanmış.
Eğitim çıktıları, yetkinlik-yeterliğe dayalı bir yaklaşım çerçevesinde hazırlanan UÇEP-2014
ile tıp fakülteleri başta olmak üzere tıp eğitimi ile ilgili tüm kurum ve kuruluşlara, mezuniyet
öncesi tıp eğitimine yönelik, tıp eğitiminin ana dayanaklarının ve esaslarının ulusal ölçekte
belirlendiği genel bir çerçeve / ulusal bir çerçeve sunulması; bununla, ülkemizdeki mezuniyet
öncesine yönelik tüm eğitim uygulamalarında uluslararası tıp eğitimi ilke ve yaklaşımları
doğrultusunda belirli bir standardın sağlanması amaçlanmıştır.
Klinik öncesi tıp eğitiminde önemli bir müfredata sahip olan anatomi teorik derslerinin
UÇEP-2014’te yer alan çekirdek hastalıklar/klinik problemler veya temel hekimlik
uygulamaları ile ilişkilendirmesi tavsiye edilmektedir. Anatomi derslerinin UÇEP-2014 ile
ilişkilendirilerek ve klinik temelli olarak anlatımı öğrencilerin derse ilgisini artıracağı ve
7
öğrenmeyi kolaylaştıracağı düşüncesindeyiz. Ayrıca klinik önemi olmayan bazı detay bilgiler
ile öğrencilerin vaktinin alınmaması sağlanmış olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ulusal Çekirdek Eğitim Programı, tıp fakültesi, mezuniyet öncesi tıp
eğitimi, anatomi.
8
K-06
Farklı koşullarda muhafaza edilen kadavraların enfektif ajan barındırma durumlarını
ne kadar biliyoruz? Kendimizi ne kadar koruyoruz?
Kurtoğlu Z
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Mersin
Bu sunumun amacı, anatomi laboratuarlarındaki kadavralarla temas eden anatomist, öğrenci,
klinisyen ve yardımcı personelin, kadavradan bulaşması olası enfeksiyon ajanlarını tanıma
durumları ve bu enfeksiyonlardan korunma tedbirlerini değerlendirilmektedir. Sunumun ilk
bölümünde Mersin Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı rehberliğinde hazırlanan ve
Türkiye’deki çeşitli üniversitelerin anatomi anabilim dallarından 45 akademik personel,
kadavra diseksiyonuna aktif olarak katılan cerrahi bilim dallarından 44 öğretim elemanı ve
kadavra ile eğitim gören 6 farklı üniversiteden Tıp Fakültesi dönem 1-2 öğrencilerine
uygulanan anketin sonuçları paylaşılmaktadır. Anket sonuçları; hem kadavralardaki
enfeksiyon riskinin farkında olma konusunda, hem de bunlardan korunma tedbirleri alma
konusundaki eksikliklerimizi ortaya koymaktadır. Bu verilere göre, lisans öğrencisinden
akademik personele, kadavrayı taşıyan yardımcı personelden, deneyim için kadavra
diseksiyonu yapan klinisyene kadar Anatomi laboratuarlarında kadavra ile temas eden tüm
bireylerin, enfeksiyon riski açısından bilgi durumunun geliştirilmesine ihtiyaç olduğu açıktır.
Sunumun ikinci bölümünde, Tüberküloz, Hepatit B, C, HIV, Creutzfeldt-Jacob Hastalığı
(CJD) ve benzeri prionlar gibi başlıca enfektif ajanların, ıslak ve kuru ortamda, formaldehitli
sıvı içinde ya da -20 derecedeki saklama koşullarında dayanıklılık durumlarına ilişkin literatur
bilgileri yer almaktadır. Son olarak, farklı biçimlerde korunan kadavralar ile temas sürecini
sağlıklı
biçimde
düzenlemek
üzere,
bilimsel
verilere
dayalı
olarak
hazırlanmış,
uygulanabilirliği olan “işlemsel süreç metinleri”nin oluşturulması ve bu algoritmaların tüm
anatomi laboratuarlarında uygulanmasının teşvik edilmesi önerisi gündeme getirilmektedir.
9
K-07
Malatya’nın Tarihi Ve Kültürel Geçmişi
Karagöz M
İnönü Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Malatya
Barekallah gülüstan-ı bülbülandı Aspuzu
Cenneti tezkir eder ali mekandır Aspuzu
Niyazi-î Mısrî
(Aspuzu, bugünkü Malatya'dır)
Dünya coğrafyasında bazı yerleşim yerlerinin göbeğini tarih kesmiştir. O yerler insan
eliyle inşa edilen ve dolayısıyla kültürel kimlik kazandırılan muhitlerdir. Bu benzeri yerleşim
yerleri insanlığın ortak medeniyetine katkı sağlayan çevrelerdir. Malatya işte böyle bir
şehirdir.
Malatya çevresinde yaklaşık on bin yıllık yerleşim düzeni bulunmaktadır. M.Ö
dördüncü binin ortalarından itibaren devlet düzenin bulunduğuna ait bulgular elde edilmiştir.
Böylece Dünyanın eski medeniyet sahalarından biri olma özelliği taşımaktadır.
Malatya coğrafî yeri ve tarih içerisinde üzerinde yaşayan toplulukların kültürel
zenginlikleri sebebiyle eski çağlardan itibaren ortaya konulan kültür ve medeniyetler insanlık
ortak medeniyetine katkılar sağlamıştır. Kültürel ve medeni zenginlik günümüze kadar devam
etmektedir.
Coğrafî imkânlarının yeterliliği, sosyal ve iktisadî hayatı devamlı canlı ve hareketli
halde tutmuş, böylece tarihte yaşayan toplumlar zengin tarihi miras bırakmışlardır.
Aslantepe'den de önce başlamak şartıyla, bugün Malatya'da Hititlerin, Romalıların,
Selçukluların, Osmanlıların ve nihayetinde Modern Cumhuriyetin doğal ve kültürel
mirasından kalıntılar bulmak mümkündür.
10
K-08
Doçentlik sınavı öncesi ve sonrası yaşanan yayın ve değerlendirme sorunları
Şakul BU
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, İstanbul
Akademik ilerlemede doçentlik sınavı, bir adayın hayatı boyunca gireceği en önemli
ve zor bir sınavdır. Kişinin o zamana kadar yaptığı, katkıda bulunduğu, emek harcadığı ya da
hiçbir gayreti olmadan isminin girdiği çalışmalar jüri üyeleri tarafından değerlendirilir.
Yapılan çalışmalarda; etik kurul onayının alınması, ne zaman alınacağı, kimin adı ile
alınacağı, kimlerin isimleri ve ne sıra ile yazılacağı maalesef ki, hem hoca düzeyinde hem de
asistan düzeyinde yeterince bilinmeyen belki de önemsenmeyen ama güncelliğini de
yitirmeyen bir sorundur. Bu nedenle, bir çalışma başlamadan önce çalışmada kimlerin
bulunacağı, hangi işi hangi oranda yapacağı ve isim sıralamalarının nasıl olacağına varıncaya
kadar belirlenmiş bir protokol akdinden sonra etik kurul onayı alınmalıdır. Ayrıca yazıların
orijinalliği, alıntıların kaynaklarının belirtilmesinde de gerekli hassasiyetin gösterilmesi
gerekmektedir.
Yayınların değerlendirmesi aşamasında da, jüri üyelerine büyük görevler ve
sorumluluklar düşmektedir. Hakkaniyetli bir şekilde dosyanın incelenerek karar verilmesi
adayların mağdur olmasını engelleyecektir. Adaylara, titiz bir şekilde inceleme yapmadan
veya kasten etik ihlal hele de intihal suçlamalarında bulunmak en azından 6 ay gibi uzun bir
bekleme süresi demektir. Yayınların çok iyi okunması, özellikle intihal suçlaması yapılacaksa
çok dikkatli olunması gerekmektedir. Bunun yanında, jüri üyesinin karşısına çıkan adayın en
azından 4 yıllık yardımcı doçent, öğretim görevlisi veya uzman doktor olduğu
unutulmamalıdır. Dolayısı ile adaylara asistan muamelesi yapmak uygun değildir. Ayrıca
asılsız ithamda bulunan jüri üyeleri hakkında da idari ve adli soruşturmaların açılabileceği
unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: Doçentlik sınavı, etik, intihal
11
K-09
Michelangelo ve Leonardo Da Vinci’nin Başyapıtlarında Çığır Açan Anatomik
Yansımalar
Durgun B
Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, ADANA
Amaç: Bu sunumda, Michelangelo and Leonardo da Vinci’nin yaşamları, insan anatomisine
merakları ve sanatta anatomiyi büyüleyici bir şekilde kullanmaları irdelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Bu iki büyük dehanın eserlerinde insan anatomisinin yansımaları
derlenmiş ve analiz edilmiştir.
Bulgular: Rönesans süresince, insan anatomisi konusunda çok sayıda çalışma yapılmasına
yol açan sanat eseri, bilimsel ve tıbbi eser ortaya konmuştur. Rönesans ustalarını mesleklerine
göre sınıflandırmak veya ayırmak, çoğu birden fazla işi mükemmel bir şekilde yaptıkları için,
(heykeltıraş, mimar, şair, ressam ve üstat anatomist Michelangelo Bounarroti (1475 –1564) ile
sanatçı, bilim adamı, mucit, vizyoner, filozof ve tüm zamanların en büyük anatomisti
Leonardo da Vinci (1452–1519)’de olduğu gibi) çok güçtür. Hem Michelangelo hem de
Leonardo heykel ve resimde perspektiflerini genişletmek üzere çok sayıda kadavra
diseksiyonu yapmıştır. Michelangelo, sayısız anatomi eskizlerini ve notlarını yok ettiği için,
kadavra diseksiyonlarından elde ettiği ayrıntılı çizimleri yayımlamamıştır. Leonardo ise,
ayrıntılı anatomi bilgisini sayısız şekiller ve notlarla belgelemiştir.
Sonuç: Michelangelo ve Leonardo Floransa’da devamlı bulundukları iki yıl boyunca birçok
kez görüşmüştür. İki usta, bilim ve sanat arasındaki sürekli diyalog idealini somutlaştırmıştır.
Derin anatomi bilgilerini başyapıtlarında da gerçekçi ve sembolik bir biçimde yansıtmışlardır.
Bu eserlerden en tanınmışları Leonardo’nun "Kayalıkların Bakiresi", “Mona Lisa”, “Son
Yemek” ve "Vitruvian Man" ; ve Michelangelo’nun “Adem’in Yaratılışı”, “Aydınlık ve
Karanlığın
Ayrılması”
ve
“Davut
Heykeli“dir.
Bu
eserlerde
anatomik
yapıların
kullanılmasının gösterilmesi ilginçtir, ancak bunun bir varsayım olması da kaçınılmazdır.
Anahtar Kelimeler: Michelangelo, Leonardo da Vinci, Anatomi, Rönesans ve Anatomi
12
K-10
Sıçan Yavrusu Hipoksikiskemikensefalopati Modelinde Hippocampus’a Fonksiyonel ve
Morfolojik Yaklaşım
Adıgüzel E
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Kınıklı, Denizli
Hippocampus fonksiyonlarının değerlendirilmesinde davranış testleri kullanılmaktadır.
Morfolojik değerlendirme ancak histolojik düzeyde gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada
sıçan yavrusu hipoksik-iskemik ensefalopati(HİE) modelinde, hippocampus fonksiyonu ve
histolojisi değerlendi.
Çalışmada dört grup sıçan kullanıldı. Birinci, ikinci grup sıçanlara doğumdan sonraki onuncu
günden onbeşinci güne kadar subkutan 50 mg/kg üzüm çekirdeği özütü verildi. Birinci,
dördüncü grup sıçanlara ise doğumdan on iki gün sonra modifiye edilmiş Levin HİE modeli,
üçüncü gruptaki sıçanlara yalancı operasyon uygulandı. On hafta sonra su tankı ve sekiz kollu
labirent testleri ile davranışsal değerlendirme yapıldı. Sakrifiye edilen sıçanların
beyinlerinden seri kesitler alınarak hippocampus piramidal nöron tabakasında Parvalbumin,
Calretinin, NeuN boyamaları yapıldı, H-SCORE yöntemiyle değerlendirildi, toplam piramidal
nöron sayıları stereolojik yöntemlerle hesaplandı.
Su tankı testinde 1.Grubun diğer gruplara göre düşük performansa sahip olduğu görüldü.
Sekiz kollu labirent testinde 4.Grubun performansı diğer gruplara göre düşük bulundu
(p<0.05). Beyin ağırlığı ortalaması bakımından 3.grup diğerlerine göre yüksek, 1.grup ise
düşük beyin ağırlığı ortalamasına sahipti (p<0,05). Sağ hipokampal CA3-2 bölgelerinde
piramidal nöron sayısı bakımından gruplar arasında fark saptanmadı. Diğer gruplara göre
Parvalbumin pozitif piramidal hücrelerin 1.Grupta daha fazla, NeuN pozitif hücrelerin daha az
olduğu saptandı. (her iki parametre için p<0,05).
Cilt altı enjeksiyonla uygulanan üzüm çekirdeği özütünün HİE oluşturulmuş sıçan
yavrularında uzun dönemde kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hippocampus’da piramidal
nöron sayısı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik sağlamadığı, hippocampus
CA3-2 bölgesi piramidal nöronlarda Parvalbumin pozitif hücrelerde artışa, NeuN pozitif
hücrelerde azalmaya neden olduğu gösterildi. Davranış testi sonuçları açısından sekiz kollu
13
labirent testi ile su tankı testi arasında farklılık olması, fonksiyon ilişkiliçalışmalarda yöntem
seçiminin önemini göstermiştir.
Anahtar kelimeler: sıçan, piramidal nöron, hipokampus, öğrenme, bellek
*Bu çalışma TÜBİTAK (108S157) ve Pamukkale Üniversitesi BAP (2008TPF005) tarafından
desteklenmiştir.
14
SÖZLÜ BİLDİRİLER
15
S-01
Vena Portanın Dallanma Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi ile
İncelenmesi
Ulusoy M*, Koplay M**, Bolatlı G*, Acar M***, Zararsız İ*
*
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Konya.
**
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD, Konya.
***
Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD, Konya.
Amaç: Çok kesitli Bilgisayarlı Tomografi (ÇKBT) kullanarak Vena porta (VP)’nın
karaciğerdeki segmenter dallanma varyasyonlarının tiplerini, sıklığını ve klinik önemini
belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Rutin abdomen ÇKBT görüntülemeleri yapılan ve herhangi bir karaciğer
patolojisi bulunmayan 374 hastanın (172 erkek, 202 kadın) tomografi görüntüleri incelendi.
VP varyasyonlarının sıklığı ve tipleri tespit edildi.
Bulgular: Normal intrahepatik dallanma gösteren VP (139 erkek, 165 kadın) Tip I olarak
belirlendi. Tip I dışında kalan VP varyasyonları ise 33 erkek, 37 kadın hastada tespit edildi.
Bu varyasyonlardan VP’nin ana kökünden sol VP, sağ anterior VP ve sağ posterior VP’nin
birlikte dallandığı trifurkasyon Tip II (% 5,9) olarak belirlendi. Bu varyasyon 9 erkek (% 5,2)
ve 13 kadında (% 6,4) görüldü. Tip III dallanma varyasyonunda (% 5,1), sağ posterior VP’nın
ana VP’dan ayrı bir dal olarak çıktığı tespit edildi. Tip III varyasyonu 15 erkek (% 8,7) ve 4
(% 1,9) kadında görüldü. Sağ VP’ nın üç dala ayrıldığı VP dallanma varyasyonu Tip IV (% 4)
olarak belirlendi. Tip IV varyasyonu 5 erkek (% 2,9) ve 10 kadında (% 4,9) tespit edildi. Tip
V (% 2,9) varyasyonu sol VP’nin ana VP den çıktıktan sonra ters kıvrılması şeklinde görüldü.
Bu varyasyon 4 erkek (% 2,3) ve 7 kadında (% 3,5) tespit edildi.
Sonuç: Çalışmamızda VP’nin dallanma varyasyonlarının oldukça sık görüldüğünü tespit
ettik. İntrahepatik VP varyasyonlarının iyi bilinmesinin karaciğere yapılacak invaziv
girişimler,
transplantasyon
ve
cerrahi
uygulamalarda
olası
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Vena Porta, Dallanma Varyasyonları, ÇKBT.
16
riskleri
azaltacağını
S-02
Ankaferd Kan Stoperi adlı ilacın insan umblikal ven endotel kültürü (HUVEC) üzerine
etkisi
Nisari M*, Ulger H*, Torun Y**, Özdemir MA***, Kaya E****
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
**Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri, Türkiye
***Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hast. Anabilim Dalı, Kayseri,
Türkiye
****Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
Ankaferd kan stoper (ABS) folklorik tıbbi bitki ekstraksiyonudur. Ülkemizde yıllardır
geleneksel hemostatik ajan olarak kullanılmaktadır. ABS Thymus vulgaris, Glicirhiza glabra,
Vitis vinifera, Alpinia officinarum ve Urtica dioica bitkilerinin standardize edilmiş bir
karışımıdır. Bu bitkilerin hepsinin bireysel olarak endotel, kan hücreleri, anjiogenez, hücre
proliferasyonu, vasküler dinamikler ve mediatörler üzerine etkisinin olabileceği rapor
edilmiştir. Çalışmamızda Ankaferd’in insan endoteli üzerine olan etkisini farklı doz ve
zamanda oluşturduğu değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Erciyes Üniversitesi
hastanesinde sezaryenle yapılan doğumlardan alınan göbek bağı toplardamarı PBS ile
yıkandıktan sonra içine yaklaşık 10 mg/ml kollajenaz verildi ve 10 dakika 37ºC de
inkübatörde bekletildi. Damar içerisindeki hücre ve kollajenaz karışımı tüp içine alındıktan ve
30 ml besi yeri ilave edildikten sonra 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edildi. Üstteki
supernatant atıldı ve tüpün dip kısmında biriken hücreler üzerine 2 ml besi yeri ilave edilerek
karıştırıldı ve 25 cm’lik flasklara ekildi. Ekilen hücreler konfluense ulaşınca pasajlama
yapıldı. Yeterince hücre elde edildikten sonra Thoma lamında sayılan hücreler gruplara
ayrıldı. Her bir gruba (n=16) ait kültür ortamına sırasıyla 5%,%25 ve %50 oranında ABS 24
saat süre ile uygulanmıştır. 48 saat sonra gruplardaki hücreler Thoma lamı ile sayılarak
ABS’nin etkileri tespit edildi. HUVEC‟ lere ABS muamelesi boyunca, mikroskobik olarak
hücrelerin yüzeyden kalktığı ve birbirlerine yapıştığı ve 24 saat sonra ise normal
büyümelerine ve fonksiyonlarına döndükleri gözlemlenmiştir. Doza bağlı olarak deney grubu
hücrelerinde bir artışın olduğu görüldü. Kontrol ve deney gruplarından elde edilen ortalama
hücre sayısı sırasıyla 5,68X104 (±1,7), 6,56X104(±1,09), 7,12X104(±1,14), 7,43X104(±0,89)
17
idi. Deney gruplarındaki hücreler kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, deney gruplarındaki
hücre azalmasının istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0,05). Ankaferd’in
HUVEC’lerde çeşitli doz ve konsantrasyona bağımlı etkisinin varlığı saptanmış olup
hemostatik
etkileri
yanı
sıra
hücresel
birçok
düşünülmektedir.
Anahtar kelime: ABS, HUVEC, göbek bağı
18
mekanizmayı
da
etkileyebileceği
S-03
Sıçan Ön Ekstremite Gelişimi Esnasında Ortaya Çıkan Kemik ve Kıkırdak Alanların
İkili Boyama Yöntemi ile Tespiti ve Stereolojik Yöntemle Oranlarının Hesaplanması
Öztürk M*, Unur E*, Acer N*, Ertekin T*, Çınar Ş**, Meker M*, Tahta Y*
*
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
**
Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım
Bölümü, Balıkesir, Türkiye
Çalışmada sıçan fetus ve yenidoğan ön ekstremitesine ait iskelet gelişiminde kemik ve
kıkırdak oranlarının yüzdesel olarak hesaplaması hedeflenmiştir. Çalışmamızda 21 hamile
rattan elde edilen fetus ve yenidoğanlardan 3 tanesi prenatal grup (gebeliğin 16., 18., ve 20.
günleri) 4 tanesi ise postnatal grup (doğum günü, 3., 7. ve 12. günlere ait) olmak üzere toplam
7 grup oluşturuldu. Fetus ve yavrular, ikili iskelet boyama yöntemi ile boyandı. Boyanmış
olan ön ekstremitelerde steromikroskop altında, birincil ve ikincil ossifikasyon merkezlerinin
görülme zamanı incelendi. Kemiklerin fotoğrafları alındı. Bu fotoğraflar üzerinde ImageJ
programı yardımıyla kemik ve kıkırdak alanların oranı hesaplandı. Çalışmamızda ilk
kemikleşme merkezi; klavikula, skapula ve humerusta gebeliğin 18. gününde, radius ve ulna
da 20. gününde görüldü. İkincil kemikleşme merkezi ise ilk olarak skapula ve humerusta 0
günlük yavrularında tespit edilirken, radius ve ulnada doğumdan sonraki 7. günde görüldü.
Çalışmamızda kullanılan 18 günlük fetus grubunda kemik-kıkırdak oranının klavikulada %43,
skapulada %20, humerusta %15’e ulaştığı görülürken, radius ve ulnanın halen kıkırdak yapıda
olduğu tespit edildi. 12 günlük yavru grubunda kemik-kıkırdak oranının ise klavikulada
%100, skapulada %76, humerusta %69, radiusta %71, ulnada %75’e ulaştığı görüldü. Sıçan
ön ekstremitesine ait kemiklerdeki kemik ve kıkırdak alanların tespiti ile birincil ve ikincil
kemikleşme merkezlerinin gelişme zamanının ortaya konması, ileride yapılacak gelişimsel ve
teratolojik çalışmalara kaynak olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Sıçan; kemikler; ikili boyama; kemikleşme; ön extremite; stereoloji.
*
Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TSY-11-3723
nolu proje ile desteklenmiştir.
19
S-04
Ductus Choledochus’un Uzunluğunun Anatomik ve Radyolojik Olarak Tekrar
Değerlendirilmesi
Kocabıyık N*, İmre N*, Güvenç İ**, Gülşen M***, Yıldız S*, Ünlü A****, Yazar F*
*
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
**
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı
***
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı
****
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Ductus choledochus’un anatomisi hakkında literatürde çok fazla bilgi olmasına rağmen,
boyutlarıyla ilgili bilgiler farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle, ductus choledochus’un
boyutlarını
hem
kadavralarda,
cholangiopancreatography)’lerde
hem
hem
de
MRCP
ERCP
(magnetic
resonance
(endoscopic
retrograde
cholangiopancreatography)’lerde analiz ederek farklı örneklerdeki ölçümleri ortaya koymayı
amaçladık.
Çalışmamızda 25 adet %10 formaldehitle fikse erişkin kadavra ve daha önceden alınmış 100
MRCP ve ERCP görüntüsü kullanıldı. Kadavralarda karaciğerin visseral yüzünde
ekstrahepatik safra kanalları açığa çıkarıldıktan sonra sağ ve sol hepatik kanalın birleşiminden
ampulla hepatopancreatica’ya kadar olan bölümün ve ductus choledochus (ductus cysticus
katıldıktan sonra ampulla hepatopancreatica’ya kadar olan bölüm)’un uzunlukları sırasıyla
digital kaliper ile ölçüldü. Ayrıca ductus cysticus ve ductus hepaticus communis’in
uzunlukları da ölçüldü. Arşivdeki MRCP görüntüleri retrospektif olarak incelendi. MIP
(maximum intensity projection) görüntüleri üzerinden koledok uzunluğu dijital kaliper
kullanılarak ölçüldü.
Kadavralarda ductus choledochus’un ortalama uzunluğu ortalama 60±10.2 mm,
ductus
cysticus’un uzunluğu ortalama 21±5.95 mm, ductus hepaticus communis’in uzunluğu ise
ortalama 23.5±9.71 mm olarak bulundu. MRCP’lerde ductus choledochus’un ortalama
uzunluğu ortalama 58±9.95 mm,
ERCP’lerde ductus choledochus’un ortalama uzunluğu
ortalama 59±9.85 mm olarak bulundu. Literatürde ductus choledochus’un uzunluğu 50-150
mm arasında değişen geniş bir aralıkta sunulmaktadır. Bu bulgulardan farklı olarak; ductus
choledochus’un uzunluğunun çok daha kısa olduğu dikkati çekmektedir. Ductus
choledochus’un boyutlarıyla ilgili bu çalışmadan ortaya çıkan sonuçların; safra kesesi,
20
pancreas ve duodenum girişimleri sırasında klinisyenlere kılavuz olacağını ve literatüre katkı
sağlayacağını inancındayız.
Anahtar Kelimeler: Ductus choledochus, ductus cysticus, ductus hepaticus communis
21
S-05
Yenidoğan Kadavralarında Cavitas Tympani, Cochlea Hacimlerinin ve Spiral
Ganglionda Bulunan Nöronların Stereolojik Yöntemler Kullanılarak Tahmin Edilmesi
Acer N*, Kesici H**, Unur E*, Sönmez M F***, Ertekin T*, Arslan A*, Bilgen M****, Çoşkun
A*****, Erkan M******
*
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri
**
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Tokat
***
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Kayseri
****
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Aydın
*****
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Radyoloji bölümü, Kayseri
******
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak, Burun Boğaz Anabilim Dalı, Kayseri
Bu çalışmanın amacı temporal kemikten elde edilen bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri
üzerinde manuel yöntem ile cavitas tympani (CT) ve cochlea hacimleri MATLAB
platformunda geliştirilen bir yazılım ile hesaplanmasıdır. 5 adet yenidoğan kadavrasına ait
kafataslarından alınan 0.25 mm’lik kesit kalınlığında BT görüntüleri konusunda uzman iki
ayrı değerlendirici tarafından yazılım kullanılarak bağımsız olarak analiz edilmiş ve elde
edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. Cavitas tympani ve cochlea’nın sınırları önce görüntü
kesitleri üzerinde manuel olarak çizilmiş ve alan ölçümleri elde edilen maske görüntüler
üzerinden yapılmıştır. Sonra tüm kesitlerden alınan ölçümler birleştirilerek toplam hacim
değeri hesaplanmıştır. Aynı zamanda biz ganglion cochlearede bulunan nöronların sayısını
tahmin etmek için optik disektör tekniği kullandık. Bunun için sayım alanları örneklendi ve
tahminleme yapıldı. Yenidoğanlarda iç kulakta bulunan ganglion spirale de bulunan toplam
nöron sayısı örneklemlerdeki toplamların tersi ile çarpılarak elde edildi. Buna göre ortalama
nöron sayısı 38715±1200 olarak tespit edildi ve varyasyon katsayı (VK) değeri ise 0.19 olarak
bulundu. Manuel ölçüm performansını değerlendirmek için istatistiksel geçerliliği olan Dice
benzerlik katsayısı
(DBK), Jaccard,
özgüllük ve hassasiyet testleri kullanılmıştır.
Analizlerden elde edilen cavitas tympaninin ortalama hacmi 0.28±0.04 cm3, 0.26±0.03 cm3
olarak bulunmuştur. DBK indeksinin 1 değerine yakın bulunması geliştirilen yazılımla
bağımsız olarak yapılan CT hacim ölçümlerinin örtüştüğünü ve güvenirliği yüksek sonuçlar
verdiğini göstermektedir.
Bu yazılımın, radyolojik görüntülerden yapılabilecek diğer
anatomik hacim ölçümler içinde kullanılmasının mümkün olacağı görünmektedir.
22
Anahtar kelimeler: os temporale, cavitas tympani, cochlea, hacim, ganglion spirale,
stereoloji
NOT: Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Başkanlığı tarafından
TOA-11-3618 kodlu proje kapsamında desteklenmiştir.
23
S-06
Aşil Tendonu İnsersiyosunun Anatomik Açıdan Araştırılması
Gümüşalan Y*, Üzel M**, Tuğtağ B*
*Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD., İSTANBUL
**Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD.,
Kahramanmaraş
Amaç: Aşil tendonu (tendo calcanei), vücudun en sağlam tendonu olmasının yanı sıra, aynı
zamanda en fazla tendon rüptürleri ile tendinopati gibi patolojik durumların meydana geldiği
yapılardan biridir. Aşil tendonunu oluşturan m. gastrocnemius’un lateral ve medial başı ile m.
soleus’un kas liflerinin insersiyo bölgesine olan mesafelerini, tendonun calcaneus’a tutunma
yerini, şeklini ve açısını bilmek, hem tendonun biyomekanik fonksiyonunu anlamak hem de
cerrahi tedavi esnasında meydana gelebilecek iyatrojenik yaralanma riskini azaltabilmek
açısından oldukça önemlidir. Çalışmamızda Aşil tendonu insersiyosunun anatomik
özelliklerini ortaya koymayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: İskemik nedenlerle ampute edilmiş ve doğuştan yapısal anomalisi olmayan
25 alt ekstremitede bacağın posterior kompartmanında bulunan m. gastrocnemius ile m.
soleus origolarından insersiyolarına kadar açıldı. Aşil tendonunun insersiyo yaptığı alan,
calcaneus’a tutunma açısı, insersiyo noktasındaki ve en ince yerindeki boyutları ile
insersiyodan medial ve lateral başa uzanan tendon boyları ölçüldü.
Bulgular: Diseksiyonu yapılan 25 alt ekstremitede ortalama olarak tendonun lateral başa
uzanan bölümü 18,9 cm, medial başa uzanan bölümü 18,6 cm, en ince yerindeki boyutları
16x7 mm ve insersiyodaki boyutları ise 32x7 mm olarak ölçüldü.
Aşil tendonu ile calcaneus arasında tepesi yukarıda tabanı aşağıda ve boyutları yaklaşık 2222-31 mm olan ikizkenar üçgen şeklinde bir bursa bulunduğu tespit edildi. Bu üçgen bölgenin
distalinde Aşil tendonu calcaneus’a medialden laterale doğru genişleme göstererek
tutunmaktaydı. Ayrıca Aşil tendonunun, calcaneus’a insersiyo yaparken tam koronal
düzlemde tutunmadığı, koronal düzlemle açıklığı laterale bakan yaklaşık 15°’lik bir açılanma
oluşturarak tutunduğu belirlendi.
Tartışma: ‘Enthesis’ organ olarak adlandırılan Aşil tendonunun insersiyosu birçok
araştırmacıya çalışma konusu olmuştur. Tendon ile yakın ilişki içinde bulunan Kager’in yağ
24
dokusu ve retrokalkaneal bursa, kemik ile yumuşak doku arasındaki stresi azaltır. Bu
durumun tendonun calcaneus’a tutunma şekliyle yakından ilişkili olduğunu düşünmekteyiz.
Klasik kitaplarda ifade edildiğinin aksine Aşil tendonu, calcaneus’un posteriorunda tam orta
noktasına veya tepesine değil liflerinin büyük çoğunluğu orta hattın medialinde kalacak
şekilde laterale doğru yayılarak ve tuber calcanei’nin plantar yüzüne doğru uzanım göstererek
sonlanmaktadır. Sonuç olarak, bu durumun ayağın biyomekaniği ile doğrudan ilişkili
olduğunu, özellikle yürüme esnasında tendon üzerine binen yükün mediale kayabileceğini ve
yürümeyi etkileyebileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Aşil tendonu, calcaneus, insersiyo
25
S-07
Anatomi Eğitiminde Kadavra Kullanımı ve Organ Bağışı Hakkında Üniversite
Öğrencilerinin Görüşleri: Başkent Üniversitesi Örneği
Öktem H*, Özşahin E*, Yıldırım R V**, Kürkçüoğlu A*, Yazıcı C***, Pelin C*
*
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
**
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
***
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
Giriş: Her ne kadar yapay modeller, gerçek yapıyı nitelikli bir şekilde yansıtan simulatörler,
bilgisayar tabanlı üç boyutlu görüntüler ve hatta sanal kadavralar günümüzde anatomi
eğitiminde yaygın bir şekilde kullanılsalar da insan kadavrası üzerinde gerçekleştirilen
diseksiyonlar günümüzde hala anatomi eğitimindeki önemini korumaktadır. Ayrıca anatomi
laboratuarında kazandıkları deneyim ve kadavra diseksiyonunda harcadıkları zaman tıp
öğrencilerinin ölüm kavramını algılamalarına destek olmaktadır. Ayrıca günümüzde çok
sayıda hasta çeşitli organ yetmezliklerinden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu kişilerin son
umutları organ nakilleri olup nakil işlemi sonucunda hastanın yaşam kalitesi sağlıklı bir insan
düzeyine erişmektedir. Ancak günümüzde gerek organ bağışı, gerekse kadavra bağışı hala
önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada üniversitemiz sağlık alanında
eğitim veren fakültelerin öğrencilerinde anatomi eğitiminde kadavra kullanımı ve organ
bağışlarına ilişkin düşüncelerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda Başkent Üniversitesi sağlık alanında eğitim veren
fakültelerde okuyan ve yaş ortalaması 20.96 ± 7.56 olan 643 öğrenci katılmış olup tüm
katılımcılara üçlü Likert skalaya göre 20 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır.
Bulgular: Öğrencilerin %71,5’i “Ölümden sonra insanlığa faydalı olmak isterim” ifadesine
“evet” cevabını vermelerine karşın % 59,5’i kendi bedenlerini ölümümden sonra tıp
eğitiminde kadavra olarak kullanılması doğrultusunda bağışlayamayacağını ifade etmiştir.
Katılımcıların % 85,4’ü kadavra üzerinde yapılan çalışmaların tıp öğrencilerinin eğitiminde
faydalı olacağını düşünmekle birlikte % 38,9’u Tıp öğrencilerinin eğitimleri sırasında
kadavraya yeterince saygı göstermediklerini düşünmektedir. Öğrencilerin %78,1’i ölümden
sonra organlarını başka insanları kurtarmak için bağışlayabileceklerini ifade etmektedir.
Ancak
organlarını
bağışlamak
doğrultusunda
26
olumlu
düşünen
bireylerin
%73,3’ü
ölümlerinden sonra bedenlerini kadavra olarak bağışlamak doğrultusunda gönüllü değildir
(p<0,001).
Sonuç olarak ülkemizde kadavra bağışı hala bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kadavra bağışı, organ bağışı, tıp eğitimi
27
S-08
Deneysel Epilepsi, Lamotrijin ve Fenitoin’in Yavru Sıçan Beyin Dokusu üzerine
Nörotoksik Etkileri
Soysal H*, Doğan Z**, Eşrefoğlu M***, Türköz Y****
*Başkent Üniversitesi, Tıp fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
**Adıyaman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Adıyaman
***Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim dalı,
İstanbul
****İnönü üniversitesi, Tıp fakültesi, Biokimya AD. Malatya
Amaç: Deneysel epilepsi (DE) uygulanan gebe sıçanlarda, lamotrijin (LTG) ve fenitoin
(PHT) kullanımının fetal beyin dokusu üzerine postnatal etkilerinin ve folik asitin (FA)
koruyucu rolünün belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 27 adet gebe sıçan kullanıldı. Gebe sıçanlar Kontrol (n=2),
DE (n= 3), PHT (n=2), PHT+DE (n=3), PHT+FA (n=3), PHT+FA+DE (n=3), LTG (n=3),
LTG+DE (n=2), LTG+FA (n=2), LTG+FA+DE (n=4) olmak üzere on gruba ayrıldı.
Gebeliğin her günü Lamotrijin gruplarına 2mg/kg dozunda LTG, fenitoin gruplarına 25mg/kg
dozunda PHT, folik asit kullanılan gruplara 400µg/kg dozunda FA verildi. Gebeliğin
13.gününde steroktaksik girişimle deneysel epilepsi uygulandı. Doğumdan sonra gebe
sıçanlardan elde edilen 210 yavru sıçandan 0 günlük 75 yenidoğan, 21 günlük 70 yavru ve 38
günlük 65 yavru sıçanın beyin dokusu alınarak ışık mikroskopik düzeyde değerlendirildi.
Bulgular: Gebelikte deneysel epilepsi uygulanan ve lamotrijin kullanılan gebe sıçanlardan
doğan 0, 21 ve 38 günlük sıçanların beyin korteks tabakalarında perivasküler ödem, kanama,
hücre infiltrasyonu, vakuolizasyon görüldü. Fenitoin ve folik asit kullanılan gruplarda ise
postnatal 0, 21 ve 38 günlük sıçanlarda beyin korteks tabakalarının hücresel özellikleri
kontrol grubuyla aynıydı.
Sonuç: Gebelik sırasında geçirilen epilepsi nöbetinin ve lamotrijin kullanımının postnatal
dönem boyunca beyin dokusunda patolojik bir hasar oluşturduğu görülmüştür. Fenitoin
kullanımının herhangi bir doku hasarı oluşturmadığı, folik asitin ise koruyucu bir rolünün
olmadığı gözlenmiştir. Sonuç olarak, gebelik sırasında geçirilen epilepsi nöbetinin ve
lamotrijin kullanımının yavru beyin dokusunda doku hasarı oluşturabileceği kanaatindeyiz.
Anahtar kelimeler: Deneysel epilepsi, Fenitoin, Folik Asit, Lamotrijin.
28
S-09
Arteria Vertebralis Dominansı İle Foramen Transversum Arasındaki İlişkinin
Değerlendirilmesi
Karacan K*, Karacan A**, Acar B***, Acar T***
*Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Sakarya
**Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı, Sakarya
***Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı, Sakarya
Cervical vertebralarda bulunan foramen transversum, a.vertebralis’in aynı zamanda
v.vertebralis ve sempatik pleksus’un geçtiği yerdir. Arteria vertebralis (VA), a.subclavia’nın
ilk parçasının superoposterior kısmından çıkarak, 7.cervical foramen transversum haricinde ki
tüm foramenlerden geçer ve kraniumdaki foramen magnuma doğru uzanır. VA’lerin çapları
eşit olmayıp sol taraftaki sağ taraftakinden daha geniştir. Son çalışmalarda VA kan
akımındaki yetersizliğin, vertebrobasiller sistemdeki hemodinamiği etkilediği üzerinedir.
Ayrıca, dominant VA bilinmesi omurga cerrahinde de oldukça önemlidir. Bu nedenle
çalışmamızda dominans VA ile for.transversum arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık.
Çalışmaya Ocak 2013-Haziran 2014 tarihleri arasında, serebrovaskuler hastalık
araştırılan, yaşları 28 ile 60 arasındaki, 26 hasta (15 erkek, 11 kadın) dahil edildi.
Görüntüleme de cervical bilgisayarlı angiografi kullanıldı. C3-6 seviyeleri arasında her bir TF
için iki ölçüm (maximum sağ/sol ve ön/arka çap) yapıldı.
Vakaların %61.53’ünde (16) sol VA dominant bulundu. Aynı zamanda TF ve VA
çapları arasında kuvvetli bir ilişki saptandı. 26 olgunun % 80.76’sında (21) dominant VA
tarafında TF genişti (p<0.05).
Dominant VA ile geniş olan TF arasında bir uyum söz konusudur. Çalışma
bulgularımız geniş TF tarafının dominant VA tespitinde kullanılabileceğini göstermektedir.
Anahtar kelime: Vertebral arter, Foramen transversum, Cervical vertebra
29
S-10
Darkschewitsch Nükleusu: Üç-boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme,
Morfometrik ve Volümetrik Değerlendirme
Terim Kapakin K A*, Kapakin S**
*
Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
**
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Bu çalışmanın amacı Darkschewitsch nükleusunun bilgisayar destekli tasarımını
(CAD) oluşturmak ve onu morfometrik ve volümetrik olarak değerlendirmekti.
Darkschewitsch nükleuslarının rekonstrüksiyonlarının morfometrik değerlendirilmesi
ile; sağda Darkschewitsch nükleus 0.06512 mm önden-arkaya, 0.03595 mm eninde, and
1.1917 mm yüksekliğindeydi. Solda Darkschewitsch nükleus 0.06515 mm önden-arkaya,
0.03600 mm eninde, and 1.1918 mm yüksekliğindeydi. Rat’ın Sağ ve soldaki Darkschewitsch
nükleuslarının volümleri sırasıyla 0.00069 mm3 ve 0.00068 mm3 dü. Sağ ve sol
Darkschewitsch nükleuslarının yüzey alanları Surfdriver yazılımı kullanılarak 0.12250 mm2
ve 0.12444 mm2 olarak hesaplandı. Sağ ve sol Darkschewitsch nükleuslarının arasındaki
ortalama mesafe 0.03676 mm. idi.
Darkschewitsch
nükleusunun
üç-boyutlu
rekonstrüksiyonu
Darkschewitsch
nükleusunun görselleştirilmesini, algılanmasını ve yorumlanmasını sağladı ve cerrahi
müdahale öncesi alıştırma yapmak imkanı verdi.
Anahtar Kelimeler: Rat, Darkschewitsch Nükleusu, Üç-boyutlu (3B) Model, Fotorealistik
30
S-11
Yüz Nakli Sorgulanıyor! (Bilimsel Mi, Deneysel Mi?)
Öztürk L, Boduç E, Görür İ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Bornova-İZMİR
Giriş: Bilimsel bilgi, bilimsel yöntemler ile elde edilen bilgidir. Bilimsel yöntem akıl, deney
ve gözleme dayalıdır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü yöntemsel olmasıdır. Bilimsel
bilgi objektif, sistemli, tutarlı ve eleştiriye açık bilgidir. Bilimsel bilgi, teknik bilgiden farklı
olarak uygulama bilgisi değil, teorik bilgidir. Teknik bilgi her zaman bilimsel bilgiden köken
almaz, ticari, sosyal, siyasal, etik, estetik, psişik, vs…, kökenli kaygılardan kaynaklanabilir.
Bilimin amacı, doğanın tabii olduğu kuralları keşfetmektir, elde edilen sistematik bilgiyi
doğa, insan ve insanlık yararını gözeterek değerlendirmektir. Bilimsel düşüncede, doğanın
tabii olduğu kuralları değiştirerek veya zorlayarak yeni bir düzen yaratmak zihniyetine yer
yoktur. Bilimsel dürüstlük “gerçeği arama” eyleminde ahlaklı, adaletli, emeğe saygılı ve içten
olmayı öngörür. Bilim insanı, bilinen teknik bilgileri uygulayan “bilim teknisyeni” de
değildir, etik felsefeyi tam özümsemiş bilgedir.
Bilimsel kurumlardaki çalışmaların veya girişimlerin topluma sunulma aşaması ise ayrı bir
sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereği gibi yerine getirilmesi, bilim insanlarının sosyal
güvenilirliği ve saygınlığı bakımından önemlidir. Bilim insanlarının sorumluluğu da uzmanlık
alanına giren konulardaki çalışmaları, girişimleri, yayınları izlemektir, ileri sürülen düşünce
veya işlemleri eleştirel bir yaklaşım ile incelemektir, bilimsel yanıltmanın saptanması veya
kuşkulanılması durumunda bunu açıklamaktır.
Materyal-Metot: Bu sorumluluk bilinciyle 7 kadavra üzerinde yüz nakli ile uğraşanların
yayınlarında kaydettiği materyal ve metotlara uygun olarak yüzün yumuşak dokularını bazen
kısmen, bazen de tamamen periost dahil olmak üzere sıyırarak kaldırdık. İşlemleri bizzat
yaparken yapılan girişimin detaylarına ve hacmine vakıf olduk.
Tartışma: Yapılan yüz nakillerini, ülkemizde eğitimi verilen biyotıbbın tabii olduğu 3 Temel
Kuram doğrultusunda inceledik. Yapılan yüz nakillerinin incelemeye tabii tuttuğumuz 3 temel
kuram şunlardır: 1-Hücre Kuramı (Öncüleri: Matthias Schleiden, Theodar Schwann, Lorenz
Oken, Rudolf Wirchow; Bütün canlılar hücrelerden oluşur), 2- Kalıtım (Gen ve Kromozom)
31
Kuramı (Öncüleri: Theodor Boveri ve Walter Sutton; Canlıların bütün özellikleri kodlanmış
bilgi olarak hücrelerinde bulunmaktadır) 3- Evrim Kuramı (Öncüleri: Charles Darwin ve
Alfred Russel Wallace; Bütün canlılar ortak bir kökenden uzun süreli ve yavaş bir değişim ile
oluşmaktadır).
Sonuç: Ülkemizde de eğitimi verilen biyotıbbın temelini oluşturan teoriler ışığında
incelendiğinde, yüz nakli girişimi bilimsel değil, deneyseldir. Üstelik de, yüz nakli
deneklerinde sadece biyolojik sorunlar yaratmakla da kalmayacaktır!
32
S-12
Üç Boyutlu Multidedektör Bilgisayarlı Tomogrofide Orbita Ve Orbital Yapıların
Morfometrik Analizi
Turamanlar O*, Acar T**, Ünlü E***, Gönül Y*, Demirtaş İ**, Songur A*
* Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
** Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
*** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
Orbita ve içinde bulunan yumuşak dokuların anatomik özellikleri farklılıklar gösterebilir. 100
kişiye (58 erkek, 42 kadın) ait yüz, kafa ve maksillofasiyal BT’leri, dekat, cinsiyet ile
parametreler ve her iki orbita arasında karşılaştırmalar retrospektif olarak yapıldı. Dekatlar
arasındaki derecede “Orbita medial duvarları arasındaki minimum uzaklık” parametresi ve
“sol musculus rectus inferior” parametresi anlamlı bulundu. Orbita medial duvarları
arasındaki minimum uzaklık parametresi, 3. dekat ile 6. dekat arasında; sol musculus rectus
inferior parametresi, 8. dekat ile 2., 3. ve 4. dekatlar arasında anlamlı fark tespit edildi.
Kadın ve erkek grupları parametreler yönünden karşılaştırıldığında “sağ orbita’nın iç ve dış
duvarları arasındaki maksimum mesafe”, “sol orbita’nın iç ve dış duvarları arasındaki
maksimum mesafe” “sağ orbita’nın alt ve üst duvarları arasındaki maksimum mesafe”, “sağ
foramen infraorbitale ile orbita alt duvarı arasındaki mesafe”, “sol foramen infraorbitale ile
orbita alt duvarı arasındaki mesafe”, “interzigomatik çizgi uzunluğu”, “kafatası transvers
çapı”, “sol musculus rectus superior”, “sağ musculus rectus lateralis”, “sol musculus rectus
lateralis” ve “sağ optik sinir genişliği” parametrelerinde anlamlı fark vardı.
Orbita’nın iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe ve orbita’nın alt ve üst duvarları
arasındaki maksimum mesafe, sağ ve sol orbita parametreleri arasında anlamlı bulundu.
Kafatası transvers çapı ile interzigomatik çizgi uzunluğu, kafatası transvers çapı ile sağ taraf
orbita iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe, interzigomatik çizgi uzunluğu ile sol
taraf orbita iç ve dış duvarları arasındaki maksimum mesafe ve sağ taraf orbita iç ve dış
duvarları arasındaki maksimum mesafe arasındaki ilişki anlamlıydı.
Anahtar Kelimeler: BT, çap, morfometri, optik sinir, orbita.
33
S-13
Dizin Posterolateral Köşesine Ait Ayrıntılı Anatomik Bir Çalışma
Elvan Ö, Kurtoğlu Z, Aktekin M
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin
Çalışmada, posterolateral köşe cerrahilerinde önem taşıyan yapıların morfolojik
özelliklerinin ortaya konması amaçlandı. Ligamentum collaterale laterale (LCL) ve m.
popliteus tendonunun (PT) morfometrik özelliklerine odaklanıldı.
Çalışmada,10 YASSS erkek kadavrada bilateral olarak diz ekleminin posterolateral
köşesi diseke edildi. N. peroneus communis (NPC)’in Gerdy tuberculu (GT), caput fibulae
(CF) ve LCL’ye olan mesafeleri ölçüldü. A.,v. inferior lateralis genus’un (ILG), CF ve
epicondylus lateralise mesafesi değerlendirildi. LCL’nin uzunluğu, superior ve inferior
kısımlarının genişlik ve kalınlığı ölçüldü. LCL’nin m. biceps femoris tendonu (BT) ve PT ile
ilişkisi snovial yapılar dikkate alınarak değerlendirildi. PT’nin üst ve orta seviyedeki genişlik
ve kalınlığı ölçüldü. PT’nin femura tutunma şekli ve LCL ile pozisyonel ilişkisi
değerlendirildi. PFL’nin morfometrik verilerinin LCL ve PT ile istatistiksel ilişkisi
değerlendirildi.
7 olguda LCL PT’yi örtüyordu, 12 olguda PT LCL’nin ön kenarından taşıyordu
(4.60±2.99 mm). 1 olguda tamamen LCL’nin önünde kalıyordu. 12 olguda LCL’in inferior
kısmı etrafında snovial kese şeklinde bir yapılanma mevcuttu: 6 olguda bu kese vagina
snovialis şeklinde LCL’yi yüzeyelden ve derinden sarıyordu. 8 olguda LCL’nin yüzeyelinde
bursa şeklinde bulunuyordu. Diğerlerinde BT ve LCL birbiri ile kaynaşarak sonlanıyordu. 3
olguda femoral uçta LCL ve PT arasında bursa bulunuyordu. LCL üst kısım genişliği alt
kısma göre daha genişti (p=0.0001). Kalınlık bakımından üst ve alt kısım arasında fark yoktu
(p>0.05). PT üst ve orta kısmında genişlik bakımından fark yoktu. NPC ve ILG pozisyonunun
tariflendiği, LCL ve PT nin morfometrik özelliklerinin belirtildiği şematik bir model ortaya
konuldu.
Bu çalışmada ortaya konan verilerin özetlendiği model, posterolateral köşe
cerrahilerinde pratik bir yol gösterici olarak kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: posterolateral köşe, ligamentum collaterale laterale, popliteus tendon
34
S-14
Sulcus Posterolateralis Anatomisi ve Klinik Önemi
Kirazli Ö*, Tatarlı N**, Güçlü B**, Ceylan D***, Ziyal İ****, Keleş E***** , Çavdar S******
*
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Istanbul, Türkiye
**
Dr. Lutfi Kirdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Bölümü, Istanbul, Türkiye
***
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Bölümü, Sakarya, Türkiye
****
Marmara Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü, Istanbul, Türkiye
*****
Koç Universitesi Tıp Fakültesi, Nöroşirurji Bölümü, Istanbul, Türkiye
******
Koç Universitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Bölümü, Istanbul, Türkiye
Giriş: Sulcus Posterolateralis (PLS), omurilik arka kök (DREZ) operasyonları ve omurilik
intramedullar tümörlerin alınması için önemli bir referans noktasıdır. Başarılı bir cerrahi için
bölgenin antomisini ve varyasyon tiplerini bilmek gereklidir.
Gereç –yöntem: Çalışmamızda Formalin fiksasyonu yapılmış beş adet yetişkin kadavra (4
erkek +1 kadın) kullanılmıştır. Her spinal seviyedeki arka kök sayıları 10x mikroskop
büyütmesinde sayılmış ve dökümante edilmiştir. Işık mikroskobu takibi yapılmış parafin
bloklardan transvers kesitler (10 μm) alınmış ve gri ve beyaz cevheri gözlemleyebilmek için
Luxol Fast Blue boyaması yapılmıştır. Sulcus posterolateralis ve arka boynuzların x4’lük
mikroskop büyütmede fotografları alınmış ve ölçümleri yapılmıştır.
Sonuçlar: Sulcus posterolateralisin histolojik incelemeleri, tek yaprak pianın columna
dorsalis ve columna lateralis arası uzandığını göstermiştir. Her iki kolon arasında sulcus
olarak değerlendirebilecek pia içeren herhangi bir bölme olmadığı, Sulcus içini örten
arachnoid bulunmadığı gözlenmiştir. Sulcus içerisinde uzanan pianın lokasyonu varyasyonlar
göstermektedir. Servikal seviyedeki arka kök sayıları ortalaması 7.6 ± 1.4; torasik seviyedeki
arka kök sayıları ortalaması 6.5 ± 0.7 ve lumbar seviyedeki arka kök sayısı ortalaması ise 6.1
± 0.4 olarak hesaplanmıştır. Servikal seviyede bulunan arka boynuzun ortalama genişlik ve
uzunluk ölçümleri; en geniş boynuzun, alt servikalde en dar boynuzun ise alt torakalde
bulunduğunu gösterirken, en uzun boynuzun üst torasik en kısa boynuzun ise alt lumbar
seviyede bulunduğunu ortaya koymuştur.
Tartışma: Sulcusun varyasyonları ve her spinal seviyedeki kök sayılarının farkında olmak bu
bölgede yapılan cerrahilerin başarısını arttıracaktır.
Anahtar Kelimeler: Sulcus posterolateralis, medulla spinalis, anatomi
35
S-15
Anatomi Eğitiminde Artırılmış Gerçeklik
Kapakin S
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
2000’li yıllarda son kullanıcıya ulaşan Artırılmış Gerçeklik [Augmented Reality (AR)] gerçek
dünyayı sanal dünya ile bir araya getirmeyi sağlayan yenilikci bir teknolojidir. Artırılmış
gerçeklik, sizin bilgisayar tarafından üretilen gerçek zamanlı üç boyutlu (3B) objeleri gerçek
hayat videolarına gömebildiğiniz yeni bir uygulama alanıdır. Bu çalışmanın amacı artırılmış
gerçeklik kavramını tanımlamak ve anatomi eğitiminde potansiyel kullanımlarını gözden
geçirmektir.
Artırılmış gerçeklik teknolojisinin üç temel bileşeni ekran, izleme sistemi ve taşınabilir
bilgisayardır. Bilgisayara bağlanan kamera geleneksel yolla görüntüleri yakalar. Kamera
görüntü içindeki “Marker”ı tespit eder, resim içindeki kodlanmış bilgiyi yakalar ve bu bilgiyi
bilgisayara gönderir. Bilgisayar bilgiyi çözümler ve marker üzerine 3B objeleri düşürür. 3B
objeler gerçek dünyanın parçalarıymış gibi ortaya çıkar. Bilgisayar 3B objerin büyüklüğünü
ve hareketlerini takip edebilir.
Artırılmış gerçeklik dersleri daha cazip kılar. Sıkıcı dersleri eğlenceli hale getirir. Zor
konuların öğrenilmesini kolaylaştırır. Elde edilmesi güç ders materyaline kolay erişim sağlar.
Eğitim kalitesini artırır.
Artırılmış gerçeklik mobil teknoloji kullanıcılarına fiziksel dünya içine gömülmüş sanal
dünya ile etkileşim kurma imkanı tanır.
Anahtar Kelimeler: Anatomi, Artırılmış Gerçeklik (AG), Eğitim
36
S-16
Yenidoğan Kadavralarında Karaciğer Hacminin Ve Yüzey Alanının Stereolojik Olarak
Hesaplanması
Avnioğlu S*, Unur E**, Ülger H**, Acer N**, Çınar Ş***, Sağıroğlu A****
*Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
**Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
***Balıkesir Üniversitesi İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım
Bölümü
****Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi, Anatomi
Birçok hastalıkta karaciğerin boyut ve morfolojisinde değişiklikler olmaktadır. Bu
değişikliklerin teşhis, takip ve tedavisi önemlidir. Karaciğer boyutu hakkında fiziksel
muayene ile fikir edinmek mümkündür. Ancak en iyi sonuç, görüntüleme metotlarıyla ortaya
konulmaktadır. Bu çalışmada yenidoğan kadavralarına ait karaciğerler üzerinde, USG, MRG,
Arşimet prensibi ve dilimleme yöntemleri kullanarak, bu yöntemler arasındaki farklılıkların
ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.
Bu çalışmada Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı labaratuarında
bulunan 5 yenidoğan kadavrasına ait karaciğerler kullanıldı. Bu kadavra karaciğerlerinde,
USG ve kumpas yardımıyla boyut ölçümleri, karaciğerlerden çekilen MR görüntüleri ve
dilimleme yapılan kesitleri üzerinde ise stereolojik ölçümler yapıldı.
Yenidoğanların MR görüntüleri üzerinden karaciğerin hacmini hesaplamak için güvenilir bir
yöntem olan Cavalieri prensibi kullanıldı. Arşimet prensibine göre hesaplanan hacim gerçek
karaciğer hacmi olup, bu değer altın standart olarak kabul edildi. Altın standart olan bu
ölçümle USG, MR görüntüleri ve dilimleme yönteminden elde ettiğimiz tahmin değerleri
karşılaştırıldı.
Çalışmamızda MRG, USG, dilimleme ve Arşimet prensibiyle hesaplanan karaciğer hacim
ortalamaları sırasıyla 59.00±40.46 cm3, 115.86±102.51 cm3, 85.88±68.22 cm3, 70.00±49.96
cm3 olarak hesaplandı. Karaciğer yüzey alanları ise sikloid sonda kullanılarak; dilimleme,
aksiyal, koronal ve sagittal planda olmak üzere 4 oryantasyonda hesaplandı; sonuçta
hesaplanan karaciğer yüzey alanı ortalamaları sırasıyla 403.46±171.39 cm2, 266.81±113.83
cm2, 265.76±179.76 cm2, 186.82±76.77 cm2 olarak tespit edildi.
37
Alınan MRG kesitlerinden elde edilen sonuçlara göre 1.6 mm kesit kalınlığında aksiyal
planda hesaplanan hacim değerlerinin altın standarda en yakın değerler olduğu tespit edildi.
Karaciğerin boyut ve morfolojisi ile ilgili ciddi birçok hastalığın klinik değerlendirilmesinde
ve
karaciğer
transplantasyonlarının
planlanması
konusunda
kliniğe
katkıda
bulunabileceğimizi düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Hepatometri, Karaciğer hacmi, Yüzey alanı, Stereoloji, Cavalieri
prensibi
NOT: Bu çalışma; Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TSD12-3911 kodlu proje ile desteklenmiştir.
38
S-17
Mobil cihazlardaki anatomi uygulamaları
Sertel S*, Meyvacı T**
Anatomi Anabilim Dalı* Tıp Fakültesi** Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli, Türkiye.
Amaç: Bu çalışmanın amacı mobil cihazlara yüklenebilen anatomi ile ilgili uygulamalarının
nitelik ve nicelik yönünden incelenmesidir.
Yöntem: Bu günlerde mobil cihazlarda (akıllı telefon, tablet vs ) kullanılan, işletim
sistemlerinden birinin ürününü içeren Apple application store uygulamaları tarandı.
Sonuçlar: ‘Apple aplication store’da yaklaşık olarak 482 uygulama bulunmaktadır. Apple
aplication store 125 ücretsiz ve 357 ücretli uygulamaya ulaşılabilmektedir. Ücretli
uygulamalar 1.99-169.99 tl arasında fiyatlandırılmıştır. Ücretli uygulamalar çoğunlukla 1.99,
6.49 ve 10.49 olarak fiyatlandırılmıştır. Sistemdeki aplikasyonlar; anatomi eğitimi,
terminoloji, pronansiasyon, diseksiyon, klinik, radyolojik, topografik, kesitsel, makroskopik,
mikroskopik, özel anatomi ve bilgi sınama programları içermektedir. Uygulamalardaki
anatomi ile ilgili bilgilerin güvenilirliği ve uygulanabilirliği tartışılmalıdır (p<0.05).
Tartışma: Gelişmiş ülkelerde nüfusun %60’ının mobil cihazlarda akıllı uygulamaları
kullanmakta olduğu rapor edilmiştir. Ülkemizdeki oran %20’lerde olup hızla artmaktadır.
Günümüzde anatomi sağlıkçıların mesleki eğitiminin önemli bir parçasıdır ve teknolojiden bu
konuda daha fazla yararlanmak mümkündür. Anatomistlerin rehberliğinde bu teknoloji daha
güvenilir ve daha etkin bir şekilde kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Anatomi, eğitim, mobil uygulamalar
39
S-18
Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinde Anatomik Landmarklar
Uyğun S*, Berker M**
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
**Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı, Ankara
Günümüzde hipofiz tümörlerine endoskopik transsphenoidal yaklaşım standart yöntem olarak
kabul görmektedir. Endoskop, cerrahi sahanın panoramik iki boyutlu görüntüsünü
sunmaktadır. Cerrahi sahanın oryantasyonu, endoskopun kısa zamanda etkili şekilde
kullanılması, anatomik landmarkların bulunması ile kolaylaştırılır. Anatomik landmarklar;
ameliyatta gerekli guvenli cerrahi saha oluşturulması için cerrahın bulması gerektiği en
önemli anatomik oluşumlardır.
Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisi preoperative hazırlık, nasal aşama,
sphenoidal aşama ve sellar aşama olmak üzere dört aşamada gerçekleştirilir.
Concha nasalis superior, concha nasalis media, concha nasalis inferior ve ostium sphenoidale
nasal aşama landmarklarıdır. Concha nasalis inferior hattı üzerinden ilerlenerek concha
nasalis media laterale yaslanır, böylelikle concha nasalis superior görünür hale gelir.
Choanae’nın yaklaşık 1,5 cm yukarısında yer alan concha nasalis superior hemen dibinde 1-2
mm çapında ostium sphenoidale bulunur.
Nasal aşamadan sphenoidal aşamaya geçişte sutura sphenovomeralis landmarkı kullanılır.
Sutura sphenovomeralis çıkartılınca, sella tabanına daha iyi hakimiyet sağlanır. Sutura
sphenovomeralis’in çıkarılmasıyla planum sphenoidale, tuberculum sellae, her iki recessus
opticocaroticum’lar infrasphenoidal olarak görülebilir.
Sellar aşamada cerrahi saha yanlarda a. carotis interna’nın sella tabanında yaptığı kabarıklığa
(protuberantia caroticum) kadar genişletilmelidir. Böylelikle tümor görülür hale gelir.
Nörovasküler yapılar korunarak tumor çıkartılır. Tumor çıkarıldıktan sonra BOS kaçağı var
mı kontrol edilir, kaçak yoksa sella tabanı rekonstrüksiyonu gerekmez. Dura mater korunmuş
ise yerine yerleştirilir ve dura mater’in üzerini kapatacak şekilde surgicel-spongostan ile
kapatılır. Sinus sphenoidalis’in içerisine sinus mukazasının korunmuş kısmı serilerek cerrahi
saha örtülür.
Anahtar kelimeler: Endoskopik transsphenoidal hipofiz cerrahisi, ostium sphenoidale, sutura
sphenovomeralis, a. carotis interna, landmark
40
S-19
Bebek Kadavralarında Posterior Kranial Fossadaki Kranial Sinirlere Ait Olan Dural
Açıklıkların Morfometrisinin Değerlendirilmesi
Özdoğmuş Ö*, Şaban E*, Özkan M*, Yıldız S D*, Verimli U*, Çakmak Ö*, Arifoğlu Y**,
Şehirli Ü S*
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
**Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
Petroklival bölgede durayı delen kranial sinirlerin birbirleri ile olan morfometrik
ilişkileri klinikte özellikle fossa cranii posterior cerrahisi ile uğraşanlar için büyük öneme
sahiptir. Bu çalışmada bebek kadavralarda bu durumun nasıl değiştiğini saptamak
amaçlanmıştır. Anabilim dalımızda 20 adet bebek kadavrada kranial sinirlerin durayı deldiği
noktalarda karşılıklı measafeleri ölçülmüştür. Sonuçlar, GraphPad Prism v 5.0 istatistik
yazılımında “paired t-test” ile değerlendirilmiştir. Elde edilen verilerin istatiksel analizi
sonucunda sağ ve sol taraf n.facialis, n.vestibulocochlearis, n.glossopharyngeus, n.vagus ve
n.accessorius sinirlerinin durayı deldiği noktalar arasında (solda, 4.225 ± 0.734; sağda, 3.925
± 0.634) anlamlı bir farklılık gözlenmiştir (p=0.0298). Yaptığımız literatür araştırmalarında
fetüslerle ilgili ölçümlere rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmamız bu alanda ilktir. Kranial
sinirlerin dural giriş-çıkışlarındaki lokalizasyon varyasyonlarının bilinmesi, cerrahi girişim
sırasında bu yapıların korunmasına ve operasyonun başarısına katkıda bulunacaktır.
Anahtar Kelimeler: Fossa cranii posterior, fetüs, dural açıklıklar, morfometri
41
S-20
Kronik Agomelatin Uygulamasının Dorsal Hippokampal Nöron Sayıları Üzerindeki
Etkileri
Söztutar E*,**, Can Ö D***, Demir Özkay Ü***, Üçel U İ***, Ulupınar E*,**
*
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir
**
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri
Anabilim Dalı, Eskişehir
***
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir
Gerek hayvanlarda yapılan deneysel çalışmalarda, gerekse insanlarda yapılan beyin
görüntüleme çalışmalarında depresyonlu olgularda hippokampus’te hacim azalması olduğu
gösterilmiştir. Farmakolojik ve somatik antidepresan tedaviler hippokampal nörogenezi ve
nörotrofik faktör ekspresyonunu arttırarak hippokampal atrofi üzerindeki etkileri geriye
döndürebilmektedir.
Agomelatin, MT1 ve MT2 melatonin reseptör agonisti ve 5-HT2C reseptör antagonisti olan
yeni bir antidepresandır. Anksiyolitik etkilerine ek olarak öğrenme ve bellek fonksiyonları
üzerinde de olumlu etkilerinin olduğu gösterilmiştir. Ancak önceki çalışmalarda ilacın kısa
süreli uygulama sonrasındaki etkileri değerlendirilmiştir. Oysaki antidepresif tedaviler uzun
dönem devam etmekte ve sinir sistemi üzerindeki etkileri daha yavaş ortaya çıkmaktadır. Bu
nedenle bu çalışmada kronik (20 hafta) Agomelatin uygulamasının hippokampal nöron
sayıları üzerindeki etkilerini stereolojik yöntemler kullanarak incelemeyi amaçladık.
Standart koşullarda yetiştirilen erkek Sprague-Dawley cinsi sıçanlar, kontrol ve Agomelatintedavi (40 mg/kg per oral dozunda) gruplarına ayrıldı. Davranış testlerini takiben kardiyak
perfüzyon ile sakrifiye edilen sıçan beyinleri disseke edildi. Dorsal hippokampus bölgesini
içeren seri kesitler, Nissl yöntemiyle boyandı. Bu kesitlerde, hippokampus’ün gyrus dentatus
(GD) ve cornu ammonis (CA1-3) bölgelerindeki toplam nöron sayıları Stereoinvestigator
programının optik parçalama modülü kullanılarak hesaplandı.
Agomelatin
uygulanan
grupta,
hem
gyrus
dentatus’taki
granüler
hücre
sayısı
(330.486±72.158), hem de CA1-3 bölgelerindeki piramidal nöron sayısı (469.596±158.247),
kontrol gruplarına oranla (sırasıyla 207.611±30.195 ve 246.261±23.712) anlamlı düzeyde
yüksek bulundu.
42
Bu sonuçlar,
Agomelatin’in anti-depresif, anksiyolitik, uyku döngüsünü düzenleyici
etkilerine ek olarak, kronik kullanımda hippokampal nörogenezisi uyaran ve nootropik
etkilere sahip olduğunu göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Agomelatin, Hippokampus, Optik Parçalama, Gyrus Dentatus
43
S-21
İntrahepatik Safra Yollarının Anatomik Varyasyonları: 46 Donör Hepatektominin
İntraoperatif Kolanjiografi İle Değerlendirilmesi
Dirican A*, Soyer HV*, Kose E**, Kınacı E*, Cuglan S*, Ates M*,**, Ozbag D**
*İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi ABD, Malatya
** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi ABD, Malatya
Amaç: İntrahepatik safra yollarındaki (İSY) varyasyonlar karaciğer rezeksiyonlarındaki en
önemli zorluklardandır. Bu çalışmada daha güvenli karaciğer rezeksiyonları yapabilmek için
intrahepatik safra yollarının dallanma paternlerini ortaya koymayı amaçladık.
Material ve Metod: Canlı vericili karaciğer nakli için, donor hepatektomi uygulanan
hastaların intraoperatif kolanjiografi görüntüleri değerlendirildi. Anatomik varyasyonları
tanımlamak için Couinaud tarafından tanımlanan sınıflama kullanıldı.
Sonuçlar: Yirmi beş kadın ve 21 erkek olmak üzere toplam 46 hasta değerlendirildi.
Ortalama yaş 33,6 (19-60) idi. Yirmi altı olguda (%56.5) tipik anatomi saptandı. Beş olguda
(%10.8) triple konflüens, 11 olguda (%23.9) sağ posterior segmenter kanalın common hepatik
kanala anormal drenajı, bir olguda (%2.1) common hepatik kanala açılan aksesuar kanal
varlığı, üç olguda (%6.5) sınıflandırılamayan veya kompleks varyasyon varlığı saptandı.
Tanımlanmış diğer varyasyon tipleri görülmedi.
Tartışma: İSY atipik yapısı özellikle donör cerrahisi yapan transplant cerrahları için hiçte
azımsanmayacak
ölçüde
sıktır
(%43.5).
Beklenmedik
biliyer
komplikasyonlarla
karşılaşmamak için, karaciğer cerrahları muhtemel varyasyonlara karşı hazır olmalıdırlar.
Anahtar kelimeler: intrahepatik safra yolu, sınıflama, anomali
44
S-22
Os Temporale’nin Çok Amaçlı Eğitim Ve Uygulama Materyali Olarak Üç Boyutlu
Modellenmesi
Taşer F*, Akçer S*, Oğhan F**, Şanal B***
*Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı / KÜTAHYA
**Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı / KÜTAHYA
***Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı / KÜTAHYA
Os temporale dış kulağa katılan kısmı, orta kulak ve iç kulak yapıları ile dış ve iç yüzlerinde
çok sayıda anatomik yapı içeren karmaşık bir kemiktir. Tüm bu yapıların tek tek gösterilmesi
os temporale’nin küçük bir kemik olması nedeniyle anatomi eğitimi ve uygulamalarında
oldukça güç olmaktadır. Ayrıca Kulak Burun Boğaz asistan ve uzman eğitimlerinde cerrahi
yöntem olarak temporal kemik diseksiyonu oldukça önemlidir. Temporal kemik diseksiyonu
kursları için kadavra temini de çok zordur. Bu nedenlerle çalışmamızda os temporale’nin
öğrenci eğitimi ve asistan-uzman eğitimi / diseksiyon uygulamalarında daha efektif şekilde
kullanılabilmesi için uygun bilgisayar programları kullanılarak tekrar modellenmesiyle birkaç
kat büyütülmüş boyutlarda ve kemik yapısına en yakın malzeme ile üç boyutlu olarak
yazdırılması amaçlanmıştır.
Os temporale’de herhangi bir deformitesi olmayan bir hastaya ait 0.5mm kesit aralıklı
bilgisayarlı tomografi DICOM görüntüleri üç boyutlu görüntü haline getirilerek yazıcıda
kullanılabilecek biçime dönüştürüldü. Üç boyutlu yazıcıda normal boyutlarının 3-5 kat
büyütülmüş modelleri öncelikle plastik, daha sonra da kalsiyum fosfat kullanılarak yazdırıldı.
Kemik üzerinde yapılan diseksiyon ile orta ve iç kulağa ait yapılar ortaya çıkarıldı.
Bu yöntemle oluşturulan modeller öğrenci / asistan anatomi eğitiminde ve ayrıca cerrahi
tekniklerin uygulamalarında kullanılabilecektir.
45
S-23
Üzüm çekirdeği özütü ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların
hipokampuslarında oksidatif stres ve apoptoz üzerine etkileri
Yonguç GN*, Dodurga Y**, Adıgüzel E***, Gündoğdu G****, Küçükatay V****, Özbal
S*****, Yılmaz İ******, Cankurt Ü*****, Yılmaz Y*******, Akdoğan I***
*İzmir Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye
**Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye
***Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye
****Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye
*****Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı,
İzmir, Türkiye
******İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Farmakoloji, İzmir, Türkiye
*******Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Gıda
Mühendisliği Bölümü, Burdur, Türkiye
Bu çalışmanın amacı, üzüm çekirdeği özütü (ÜÇÖ) ve E vitamininin (E vit)
streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanların hipokampuslarında meydana gelen oksidatif
stres ve apoptoz üzerine etkilerini ortaya koymaktır. Kontrol, Diyabetik, ÜÇÖ ile tedavi
edilmiş diyabetik (Diyabetik+ÜÇÖ), E vit ile tedavi edilmiş diyabetik (Diyabetik+E vit)
(n=6) gruplar kullanıldı. GSE ve E vit, 6 hafta süresince oral olarak (100 mg/kg/gün) verildi.
Oksidatif Stres İndeksi (OSİ), TUNEL boyama ve Bcl-2, Bcl-XL, Bax, Caspase-3, -9, -8, Cytc, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları değerlendirildi. Plazma ve hipokampus OSİ düzeyleri
Diyabetik grupta, Kontrol grubuna göre artmış olarak; Diyabetik+ÜÇÖ ve Diyabetik+E vit
gruplarında Diyabetik gruba göre azalmış olarak bulundu. Hipokampusta TUNEL pozitif
nöronlar Diyabetik grupta Kontrol grubuna göre artmış olarak; Diyabetik+ÜÇÖ ve
Diyabetik+E vit gruplarında Diyabetik gruba göre azalmış olarak bulundu. Bu azalma
Diyabetik+ÜÇÖ grubunda daha belirgindi. Diyabetik grupta, hipokampusta Bcl-2, Bcl-XL
gen ekspresyonları Kontrol grubuna göre anlamlı azalmış; Bax, Caspase-3, -9, -8, Cyt-c,
TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları yine Kontrol grubuna göre anlamlı artmış olarak bulundu.
Diyabetik+ÜÇÖ ve Diyabetik+E vit gruplarında, Bcl-2 gen ekspresyonları Diyabetik gruba
göre anlamlı olarak artmış bulundu; Bcl-XL gen ekspresyonları Diyabetik gruba göre farklılık
göstermedi. Diyabetik+ÜÇÖ grubunda Bax, Caspase-3, -9, -8, Cyt-c, TNF-α, NF-kB gen
ekspresyonları; Diyabetik+E vit grubunda Caspase-3, -9, TNF-α, NF-kB gen ekspresyonları
46
Diyabetik grupla karşılaştırıldığında anlamlı azalmış olarak bulundu. Sonuç olarak, bu
bulgular ÜÇÖ (daha belirgin olarak) ve E vitamininin streptozotosin ile diyabet oluşturulan
sıçanların hipokampuslarında meydana gelen oksidatif stresi ve nöronal apoptozu azalttığını
ortaya koymaktadır.
Anahtar kelimeler: Diyabet, Üzüm Çekirdeği Özütü, E vitamini, Hipokampus, Oksidatif
stres, Apoptoz
Bu çalışma Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (2011BSP026) tarafından desteklenmiştir. Tedavi
için kullanılan üzüm çekirdeği ekstresinin hazırlanması Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK, SBAG-3994.108S157) ve Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu (2008TPF005)
tarafından desteklenmiştir.
Bu özet 18-21 Ekim 2014 tarihinde Berlin’de yapılacak 27. Avrupa Nöropsikofarmakoloji Derneği Kongresinde
sunulmak üzere poster bildirisi olarak kabul edilmiş ve burs desteği verilmiştir.
47
S-24
Dental İmplantın Güvenli Uygulaması için Posterior Mandibular Bölgede Kemik
Morfolojisinin Tomografik Değerlendirilmesi
Yıldız S *, Bayar GR**,Guvenc İ ***,Kocabıyık N *,Cömert A****,Yazar F *
*
Gulhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi AD, Etlik, Ankara
**
Gulhane Askeri Tıp Akademisi Ağız ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı, Etlik, Ankara,
***
Gulhane Askeri Tıp Akademisi, Radyoloji AD, Etlik, Ankara
****
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Ankara,
Bu çalışmanın amacı kuru mandibulaların dişsiz posterior bölgede submandibular
fossa’nın morfolojisini incelemek ve bilgisayarlı tomografi çalışmasıyla, posterior mandibular
bölgede dental implant uygulaması sırasında, uygun lingual açı için güvenli mesafe
sınırlarının belirlenmesidir.
78 kuru erişkin insan mandibula’sının computerize bilgisayarlı tomografisi,
submandibular fossaların en derin noktası belirlenerek değerlendirildi. Daha sonra bu bölgeye
dental implantın yerleştirilmesi için uygun lingual açı ölçüldü. Pearson korelasyon testi,
submandibular fossanın derinliği ve lingual implant açısı arasındaki ilişki gösterilerek
hesaplandı. Mandibulaların her bir yanının submandibular fossa derinliği ve lingual implant
açısı arasındaki farklılıklarda Paired T-testi kullanıldı.
Submandibular fossa derinliği 1,1-4,6 mm, lingual implant açısı sağda 62-84 derece,
solda 65-83 derecedir. Mandibulaların her bir yanının submandibular fossa derinliği ve
lingual implant açısı arasında orta derecede negative korelasyon vardır.
Submandibular fossa derinliği incelenen bölgenin % 71,5’de
≥2 mm ve lingual
implant açısı 62-84 derece olarak ölçüldü. Bu sonuçlar, lingual kortikal plate perforasyonunun
potansiyel riskini önlemek için, posterior mandibular bölgede dental implant yerleşimi
planlanırken klinisyenler tarafından kabul edilebilir.
48
S-25
Foramen Occipitale’nin ve Foramen Mastoideum’un Suboksipital Cerrahi Girişimler
Açısından Morfometrik ve Morfolojik Tanımlanması
Türk F*, Akyer Ş P*, Özdemir M**, Akdoğan I*
*Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Denizli
** Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD, Denizli
Giriş Ve Amaç: Suboksipital bölgedeki girişimlerin kanama komplikasyonlarının kaynağı
plexus venosus suboccipitalis’tir. Bu pleksusla intrakraniyal venöz sinüsleri birleştiren
emisser venlerin tanımlanması cerrahi açıdan önemlidir. Bu venlerin geçtikleri deliklerden
olan Foramen oksipitale’nin(FO) ve foramen mastoideum’un(FM) morfolojik ve morfometrik
olarak detaylı tanımlanması literatürde azdır. Bu çalışmanın amacı, kuru kafa iskeletlerinde
FO’nun ve FM’nin varlığını, lokalizasyonunu, sayısını ve büyüklüklerini araştırmaktır.
Materyal Ve Metod: Bu çalışmada Pamukkale Üniversitesi Anatomi laboratuvarında
bulunan 53 yetişkin insan kuru kafa iskeleti incelendi. Bu kafa iskeletlerinin FO ve FM
insidans ve pozisyonları analiz edildi. Tüm olgularda deliklerin açıklıkları içlerinden iğne
geçirilerek doğrulandı. Processus Mastoideus(PM) ve Asterion ile FM arasındaki mesafe,
Crista Occipitalis Externa(COE), Protuberentia Occipitalis Externa(POE) ve Foramen
Magnum’un(FMa) arka kenarı ile FO arasındaki mesafeler, FO ve FM çapları kaliperle
ölçüldü.
Sonuçlar: Çalışmanın sonuçlarına göre FO’nun bulunma oranı sağda %32.6, solda %30.4,
FM’nin bulunma oranı sağda %79.5, solda ise %71.4’tü. FO ile FMa’nın arka kenarı
arasındaki mesafe ortalama 18.54mm, COE arasındaki mesafe 6.43mm, POE arasındaki
mesafe 28.30mm olarak ölçüldü. FM ile Asterion arasındaki mesafe ortalama 20.73mm, FM
ile PM arasındaki mesafe 31.09mm’dir. FO’nun ortalama çapı sağda 1.12mm, solda 1.00mm
ve FM’nin ortalama çapı sağda 1.47mm, solda 1.71mm’dir.
Tartışma: FO ve FM’nin varlığının, sayılarının, bulundukları yerlerin varyasyonel
farklılıklarının, yerleşim ve büyüklük özelliklerinin ayrıntılı olarak tanımlanması bu bölgede
girişimler yapan cerrahlara farkındalık oluşturması ve kılavuzluk etmesi açısından önem
taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Emisser ven, Foramen occipitale, Foramen mastoideum, Suboksipital
Cerrahi
49
S-26
Ankilozan Spondilitli Hastalarda Preobezitenin Yaşam Kalitesine Etkileri
Toy S*, Ozbag D*, Altay Z**
*İnönü ÜniversitesiTıp Fakültesi Anatomi AD Malatya
** İnönü ÜniversitesiTıp Fakültesi Fizik tedavi ve Rehabilitasyon AD Malatya
Amaç; Ankilozan spondilit (AS), kronik, inflamasyonla karakterize spondilartropatilerin
prototipi olan bir hastalıktır. Pek çok kronik hastalık gibi AS de hastaların yaşam kalitelerini
etkilemektedir. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) toplam vücut yağı ile korelasyon gösteren ağırlığın,
boyun karesine bölünmesiyle (ağırlık (kg) / boy (m²)) bulunur. Bu ölçüm günümüzde en sık
kullanılan yöntemdir. Biz bu çalışmayı preobezitenin AS’li hastaların yaşam kalitesi üzerine
etkisini incelemek amacıyla planladık.
Yöntem; Çalışmaya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
(FTR) Anabilim Dalı kliniğine başvuran, Modifiye New York Kriterleri’ne göre AS tanısı
almış 28 hasta alındı ve kontrol grubu da 30 sağlıklı erişkinden seçildi. Hastalar kontrol
grubuyla yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, öğrenim durumu, mesleki durum açısından
eşleştirildi. AS hastalarının hastalık aktivitesi Bath AS Hastalık Aktivite İndeksi (BASDAI)
ile, fonksiyonel durumu da Bath AS Fonksiyonel İndeksi (BASFI) ile değerlendirildi. AS
hastalarında yaşam kalitesini değerlendirmek için Ankilozan Spondilit Yaşam Kalite Anketi
(ASQoL), sağlıklı erişkinlerle AS’li erişkinlerin yaşam kalitesini karşılaştırmak için ise Kısa
Form - 36 (SF - 36) kullanıldı.
Sonuç; VKİ’nin yüksek olması ve düşük öğrenim durumunun AS hastalarında yaşam
kalitesini etkileyen faktörler olduğu tespit ettik. Ayrıca AS’li kadın hastalarda BASDAI
değerlerinin daha yüksek olduğunu gözlemledik. AS’li hastalar kontrol grubuyla
karşılaştırıldığında yaşam kalitelerinin düşük olduğunu tespit ettik. AS’li hastalarda artmış
BASFI skorları ile yüksek VKİ arasında anlamlı bir korelasyon olduğunu gözlemledik.
Tartışma; AS’li hastalarda yüksek VKİ yaşam kalitesini etkileyen faktörlerden biridir.
Yaşamın hangi alanlarında etkilenme olduğunun tespit edilmesinin, tedavi stratejilerinin
belirlenmesi açısından yol gösterici olacağına inanıyoruz.
Anahtar kelimeler: Ankilozan Spondilit, vücut kitle indeksi, preobezite, yaşam kalitesi
50
S-27
Area
Septalis
Gamma
Amino-butirik
Asiderjik
Nöronlarının
Glutamik
Asit
Dekarboksilaz Enzimi Dağılım Özellikleri
Verimli U, Şehirli ÜS
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
Limbik sisteme ait bir prosencephalon bölgesi olan ve epilespi gibi çeşitli hastalıkların
patogenezinde rol oynayan Area Septalis, genel olarak Nucleus septalis medialis (MS) ve
lateralis (LS) çekirdeklerinden oluşmaktadır. Literatürde bu iki çekirdeğin gamma aminobutirik asiterjik (GABAerjik) nöron dağılımlarıyla ilgili çelişkiler mevcuttur. Bu çelişkilerin
başında gamma amino-butirik asit (GABA) sentezinde görevli olan glutamik asit
dekarboksilaz (GAD) enziminin iki alt tipinin yoğunluk farkı gelmektedir. Literatürdeki genel
kanı bu bölgelerin GABAerjik nöronlarının yoğunlukla GAD-67 alt tipini taşıdıklarıdır.
Ancak GAD-65 alt tipinin, nöronların terminallerinde bulunduğu ve sinaptik fonksiyonlarda
rol oynayan alt tip olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda LS ve MS açısından bu çelişkileri test
etmeyi amaçladık. Çalışmamızda post-natal 23 günlük 5 adet GAD-65 ve 5 adet GAD-67
yetişkin transjenik fare beyinleri kullanıldı. Bu beyinlerden LS ve MS içeren ardışık kesitler
alındı ve kesitler anti green fluorescent protein (anti-GFP) ile boyandı. Boyanmış kesitlerin
ardışık beşte birinde GABAerjik nöron sayımı yapıldı.Yanlış negatif boyanmayı ekarte
edebilmek için beyinlerin kortikal bölgelerini incelediğimizde her iki enzim alt tipinin de
dağılımının benzer olduğu görüldü. Sonuçların ortalamaları unpaired two tailed t-test
metoduyla GAD-65 ve GAD-67 kesitleri arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Literatürdeki genel kanının tersine GAD-65 alt tipini taşıyan nöronların GAD-67 alt tipini
taşıyan nöronlara oranla her iki bölgede de daha yoğun olarak tespit edildi (p<0.0001). Bu
veriler literatürdeki çelişkili bilgilerin netleşmesine katkı yapacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: GABA, GAD, Area Septalis
51
S-28
Epilepsi’li Hastalarda Corpus Callosum’un Planimetri Yöntemi İle İncelenmesi
Caglar V*, Alp Sİ**, Tugtag B*, Sener U***, Ozen OA*, Alp R****
*Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ
**Namık Kemal Üniversitesi SHMYO, Çoçuk Gelişimi Programı, Tekirdağ
***Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ
****Namık Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ
Amaç: Temporal lop epilepsi (TLE) hastalarında korpus kallosum (KK) morfometrisi üzerine
TLE’nin etkisini araştırılmayı amaçlandık. Ayrıca TLE hastalarında yaşın, cinsiyetin ve
hastalık süresinin KK’nın beyin içinde kapladığı izdüşüm alanına (PAL değeri) olan etkisini
araştırmayı amaçlandık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza Uluslararası Epilepsiye Karşı Lig (ILAE) 1989 kriterlerine
göre İdyopatik jeneralize epilepsi (İJE) tanısı almış olan hastalar dahil edildi. Çalışmada 25
epilepsili olgu ve 26 sağlıklı birey yer aldı. Epilepsi hastalık süresi 10 yıldan fazla ve az
olmak üzere 2 grup oluşturuldu. Cinsiyet ve yaşın etkisi incelendi. KK’nın beyin içinde
kapladığı izdüşüm alanının hesaplanabilmesi için uzunluk ve alan değer ölçümleri yapıldı.
Bunun için sagittal planda MR görüntülerinden KK’nın en iyi göründüğü kesit (genellikle 9.
veya 10. görüntü) Image J© programına aktarıldı. Bu görüntü üzerinde KK’nın sınırları
çizilerek, alan (A) ve uzunluk (L) ölçümü yapıldı. Elde edilen ölçüm değerleri aşağıda
belirtilen formülde kullanılarak KK’nın PAL değeri yüzde (%) cinsinden tespit edildi.
Bulgular: TLE hastalarında KK PAL değeri kontrol grubundan daha küçük olarak bulundu.
Yaşı 25’ten büyük olan TLE hastalarında KK atrofisi daha fazla olarak bulundu. TLE hastalık
süresi KK atrofisi üzerine %33 kadar etkili olduğu tespit edildi.
Sonuç: KK morfolojisi üzerine TLE’nin açık bir olumsuz etkisi vardır. Hastalık süresi KK
atrofisinde en önemli faktördür.
Anahtar kelimeler: Korpus callosum, Temporal Lop epilepsi, PAL değeri, MR
52
S-29
Ayak
Ağrısı
Şikâyetiyle
Gelen
Hastalarda
Radyolojik
Açısal
Ölçümlerin
Değerlendirilmesi
Deniz G*, Kaya A**, Kavaklı A*, Ögetürk M*
*
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Elazığ
**
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Elazığ
Giriş: Ayak ağrısı orta yaşlarda sık rastlanılan patolojilerdendir. Nedenleri arasında epin
kalkanei, pes planus, pes kavus gibi medial longitudinal ark sorunları ve romatolojik
hastalıklar vardır. Bu hastalıkları değerlendirmek için birçok yöntem bulunmaktadır.
Çalışmamızda ayak ağrısı şikâyetiyle gelen hastaların ayak radyografileri sağlıklı bireylerle
karşılaştırılarak ayak patolojileriyle ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 30-60 yaşları arasında 30 pes kavus, 30 pes planus, 30
kalkaneal epin ve 30 kontrol grubu alındı. Tüm bireylerin sağ ve sol ayak uzunluğu,
metatarsophalangeal genişliği, lateralden çekilmiş radyografilerinde kalkaneus-zemin, taluszemin, talometatarsal ve lateral talokalkaneal açıları ölçüldü. İstatistiksel analizinde çoklu
varyans (multivariete varians) ve korelasyon analizleri kullanıldı.
Bulgular: Tüm olguların cinsiyet, yaş, kilo ve vücut kitle indeksinde istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Kalkaneus zemin açısına göre; % 95 pes kavus tanısı, % 32
pes planus tanısı, talometatarsal açıya göre; % 88 pes kavus, % 96 pes planus tanısı, lateral
talokalkaneal açıya göre ise % 57 oranında pes planus tanısı konuldu. Kalkaneal epin ve pes
planus’un kalkaneus-zemin açısı ile lateral talokalkaneal açıları arasında çok güçlü pozitif
yönde korelasyon (r=0.800, r=0.619, p<0.001), kalkaneus-zemin açısı ile talus-zemin açıları
arasında ise pozitif yönde anlamlı korelasyon (r=0.457, r=0.502, p<0,05) bulundu. Kalkaneal
epinli hastalarda % 10 oranında pes kavus, % 90 oranında pes planus bulundu.
Sonuç: Ayak biyomekaniğinin bozulması sonucu oluşan açısal değişiklikler çeşitli
deformitelere neden olmaktadır. Bunların başında da pes planus gelmektedir. Bu nedenle ayak
ağrısı şikâyetiyle başvuran hastaların araştırılmasında, birbiriyle ilişkili deformitelerin de
gözönünde bulundurulmasının, tedavilerinin planlanmasında faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Anahtar Sözcükler: Ayak ağrısı, ayak radyografisi, antropometri.
53
S-30
Total ekstraperitoneal inguinal herni onarımında corona mortis’in önemi: Tek merkez
deneyimi
Ates M*,**, Kose E**, Kınacı E*, Sarıcı B*, Cuglan S**, Korkmaz MF**, Dirican A*
*İnönü
Üniversitesi,
Tıp
Fakültesi,
Genel
Cerrahi
ABD,
Malatya
**İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi ABD, Malatya
Amaç: Son 20 yılda laparoskopik cerrahideki gelişmelerle birlikte laparoskopik herni onarımı
gittikçe popular hale gelmiştir. Total ekstraperitoneal (TEP) inguinal herni onarımı bu
yöntemlerden biridir. Bu cerrahi girişimde özellikle meşin fiksasyonu sırasında vasküler
komplikasyonlar gelişebilir. Nadir fakat önemli bir potansiyel yaralanma noktası “Corona
Mortis veya Ölüm Tacı” adı verilen anastomozdur. Bu anastomoz obturator damarlar ile
eksternal iliak damarlar arasındadır ve TEP prosedürü sırasında yaralanabilir. Bu çalışmada
TEP prosedürü uygulanan inguinal herni olgularının preperitoneal vasküler anatomisi
değerlendirildi.
Materyal Ve Metod: Ocak 2005 ile temmuz 2014 arasında TEP prosedürü uygulanmış 317
olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Preperitoneal vasüler anatomileri ortaya kondu.
Sonuçlar: 243 (%76.6) olguda tek taraflı ve 74 (%23.4) olguda bilateral herni için TEP
uygulandı. Bu 391 olgunun 243 tanesi direk herni, 129 tanesi indirek herni ve 19 tnesi
femoral herni idi. Bilateral laparoskopik inguinal diseksiyon (LID) uygulanan olgulardan dört
tanesinde bilateral ve iki tanesinde unilateral olmak üzere (sağ tarafta) inferior epigastrik arter
ile obturator arter arasında anastomoz oluşturan kalın bir arteryel bağlantı (aberran obturator
arter - AOA) mevcuttu. Dokuz olguda ise bu bağlantı superior pubik ramus üzerinde irregular
bir ağ şeklindeki AOA ile inguinal ligaman üzerinden pubise doğru ilerleyen aberan inferior
epigastrik arter (AIEA) dalı arasındaki anastomozlarla oluşmuştu. Tek taraflı LID uygulanan
olguların 12 tanesinde kalın bir AOA bağlantısı mevcut iken, 69 olguda yukarıda tariflenen
şekilde bir irregular arter ağı mevcuttu. Ek olarak, 65 olguda (14 bilateral ve 51 unilateral)
herhangi bir anastomoz oluşturmayan ve inguinal ligaman üzerinden ilerleyen bir AIEA
saptandı. Çalışmamızda venöz anastomozlarla karşılaşmadık. Bunun nedeni preperitoneal
alana verilen 14 mmHg’lık karbondioksit gazının oluşturduğu baskı ile venlerin kollabe
54
olması olabilir. Son olarak, bu 317 olgudan 96 (%30.2) tanesinde en az bir tarafta corona
mortis olarak tanımlanabilecek bir arteyel anastomoz saptandı. 161 (%50,8) olguda ise en az
bir tarafta yaralanabilecek bir arteryel yapı olduğu saptandı.
Tartışma: Laparoskopik herni onarımı veya preperitoneal alanda uygulanacak herhangi bir
cerrahi işlem vasküler yaralanmalara karşı ekstra bir dikkat gerektirir. TEP prosedürü
sırasında herni kesesine veya cooper ligamanı üzerinde meşe uygulancak bir tack Corona
Mortis’in veya anastomoz oluşturmayan AIEA’in yaralanmasına ve control edilemeyen
kanamalara neden olabilir. Bu yaralanmaya açık damarların var olma riski %50’lere
ulaşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: laparoskopik cerrahi, ekstraperitoneal inguinal herni, Corona Mortis.
55
S-31
Subdural aralığın araknoid granülasyon ve dural venöz sinüsler açısından anatomik ve
radyolojik olarak değerlendirilmesi
Imre N*, Kocabiyik N*, Guvenc İ**, Yazar F*
*Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Anatomi Anabilim Dalı Etlik, Ankara
**Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyoloji Anabilim Dalı Etlik, Ankara
Araknoid granulasyonlar ilk olarak 300 yıl önce Antonia Paccioni tarafından tarif edilmesine
rağmen, hala nöroradyolojik literatürde bu konunun yeterince açıklığa kavuşmamıştır.
Örneğin araknoid granulasyonların damarlarla ilişkisinin önemi belirsizdir. Şimdiye kadar
araknoid granulasyonlar serebral venografi, kontraslı CT ve konvansiyonel MR ile serebral
venöz sinüs lümeni içine protrüzyonlar olarak rapor edilmiştir. Yaşla birlikte araknoid
granulasyonların sayılarının arttığı ve daha belirgin oldukları bilinmektedir.
3T MR görüntülerinin uzaysal çözünürlüğü daha üstündür. Bu nedenle, bu granülasyonları 3T
MR görüntüleri ile yaş, cinsiyet, boyut, sıklık ve lokalizasyon açısından değerlendirmeyi
amaçladık. 3T cihazda konstraslı beyin MR görüntüleri retrospektif olarak PACS arşivinden
incelendi. Aksiyel T2 ağırlıklı, koronal T2 ağırlıklı ve kontrast uygulamalı T1 ağırlıklı
aksiyal, koronal ve sagittal görüntülerden ölçümler yapıldı. Araknoid granülasyonların dural
sinüslere göre lokalizasyonları ve boyutları bu çalışmada ortaya konuldu.
Bu çalışma 38 kişiden elde edilen MR görüntüleri üzerinde yapıldı. Sinus sagittalis
superior’un frontal bölümünde 16, paryetal bölümünde 43, oksipital bölümünde 8 adet
araknoid granülasyon bulunmuştur. Sağ sinus tranversus’da 9, sol sinus transversus’da 12,
sinus rektus’da 10 adet araknoid granülasyon bulunmuştur. Boyutları 1-6,5 (ortalama 2,30)
mm arasında değişmektedir.
Uzman olmayan bir göz bu granulasyonları dural venöz sinüs trombozu veya sinüs içi bir
tümörle karıştırabilir. Bu çalışmada araknoid granülasyonların anatomik olarak haritalanması
amaçlanmıştır. Elde edilen verilerin radyolojik ve klinik değerlendirmelerde dikkate
alınmasının önemli olduğu kanatindeyiz.
Anahtar kelimeler: Araknoid granülasyon, subaraknoid aralık, 3T MR
56
S-32
Ehrlich Assit Tümör Modelinde düşük sayıda hücre kullanarak Solid Tümör Oluşumu
Ertekin T*, Nisari M*, Sarıca ZS**, Al Ö*, Ülger H*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye
** Erciyes Üniversitesi, Deneysel ve Klinik Araştırma merkezi, Kayseri, Türkiye
Kanser, tanı ve tedavisindeki önemli tıbbi teknolojik ilerlemelere rağmen, tüm dünyayı
ölümle tehdit eden ilerleyici ve yıkıcı bir hastalıktır. Fare Ehrlich Asit Tümörü araştırmalarda
en yaygın kullanılan deneysel kanser modellerinden biridir. Biz bu çalışmada düşük sayıda
Ehrlich assit tümör (EAT) hücresi enjeksiyonu ile solid kanser oluşma oranı arasındaki
ilişkiyi inceledik. Ağırlıkları 25-30gr olan 24 erkek Balb/C türü fare 3. gruba ayrıldı. Deney
grupları 1 (n:8) ve 2’ye (n:8) solid tümör oluşturmak için sırasıyla 1.5x105 ve 3x105 (EAT)
hücresi subkutan tarzda enjekte edildi. Kontrol grubuna (n:8) serum fizyolojik (0.1 ml/fare)
uygulaması yapıldı. Tüm hayvanların ağırlıklarındaki ve tümör hacmindeki değişiklikler kayıt
altına alındı. Deney gruplarındaki hayvanların ağırlıkları tümör kitlesi nedeniyle artış gösterse
de, gruplar arasında istatistiksel bir farklılık oluşmadı. Başlangıçta deney gruplarındaki tüm
hayvanlarda solid tümör geliştiği görüldü. Fakat daha sonra birinci deney grubunda 2, ikinci
deney grubunda ise 3 farede tümör kitlesinin küçüldüğü ve daha sonra kaybolduğu izlendi.
Çalışmada inbred hayvanlar kullanılmış olsa da bu durumun fareler arasındaki bireysel
farklılıklardan kaynaklanabileceği düşünüldü. Fakat bu konuda daha fazla hayvan ile başka
çalışmaların yapılması ve tümörün küçülüp kaybolmasının nedenlerinin araştırılması
gerekmektedir. Ayrıca bu durumun kanser modeli oluşturularak yapılacak çalışmalarda
dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelimeler: Ehrlich tümör, deneysel model, fare
57
S-33
Arteria Carotis Communis Bifurkasyon Seviyesinin Farklı Referans Noktalarına Göre
Varyasyonları
Kürkçüoğlu A*, Pelin C*, Öktem H*, Aytekin C**
*Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
**Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Amaç: Baş ve boyun bölgesine uygulanacak cerrahi işlemler açısından bölgede yer alan
damar yapılarının varyasyonlarını bilmek önemlidir. A. carotis communis(ACC) bifurkasyon
seviyesini gösterir çalışmalar azdır. Ayrıca, ACC ve çevresinde yer alan anatomik yapılar
arasındaki ilişkiler konusunda çelişkili ve eksik bilgiler bulunmaktadır. Hasta mortalite ve
morbiditesini en aza indirmek için ACC anatomisine ilişkin ayrıntılı bilgi içeren daha fazla
çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çalışmanın amacı, ACC bifurkasyon (CB) seviyesinin farklı
referans noktalarına göre varyasyonlarını belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: 32 kadın, 68 erkek olmak üzere toplam 100 hastaya ait konvansiyonel
anjiyografi görüntüleri kullanılmış ve CB düzeyi; servikal vertebralar, os hyoideum ve
angulus mandibula noktaları referans alınarak belirlenmiştir. Bu çalışma için Başkent
Üniversitesi Etik Kurul onayı (KA 14/19) alınmıştır.
Bulgular: CB seviyesinin erkeklerde; iki kişide C2 vertebra cismi seviyesinde, bir kişide C7
vertebra cismi seviyesinde ve en fazla (%31,6) C4 ve C5 vertebra arası discus intervertebralis
seviyesinde olduğu, kadınlarda ise; en fazla oranda C4 vertebra cismi (sağ: %26,3 ve sol:
%15,7) arasında bulunduğu tesbit edildi. CB seviyesinin angulus mandibula ve hyoid kemiğe
olan uzaklıklarının cinsiyetler arasında fark göstermediği ve taraf farkı olmadığı belirlendi.
Sonuç: Bir klinisyenin ACC dalları ve ayrım noktası hakkında ayrıntılı anatomik bilgi sahibi
olması, radyolojik girişimler ve cerrahi yaklaşımlar sırasında özellikle damar yaralanmalarını
önlemek açısından faydalı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Carotis bifurkasyonu, a. carotis communis, varyasyon
58
S-34
Son 25 Yıldaki Anatomi Terminolojilerinin Karşılaştırılması
Ocak M* , Akdemir Aktafl H*, Uzuner MB*, Geneci F*, Aflkit Ç**, Sargon MF*
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD, Ankara
**Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı, Ankara
Anatomi terminolojisi dünyada tüm sağlık bilimlerinin temelini ve iletişim dilini
oluşturmaktadır. 19. Yüzyıldan bu yana bilimsel yenilikler ve klinik ihtiyaçlar doğrultusunda
devamlı yenilenmiştir. Bu çalışmada Anatomi terminolojisinin son 25 yıl içerisindeki uğradığı
değişiklikler incelendi. Nomina Anatomica(1989)’dan Terminologia Anatomica(1998)’ya
kadar 129 terimin terminolojiden çıkartıldığı, Terminologia Anatomica’ya da Nomina
Anatomica(1989)’dan
sonra
1359,
FCAT(Federative
Committee
on
Anotomical
Terminology) listesinden(1996) sonra da 196 terimin yeni eklendiği tespit edildi. Ayrıca 563
terimin de 25 yıl içerisinde Latince dil bilgisi değişikliğine uğradığı görüldü. Terminologia
Anatomica’ya yeni eklenen terimlerin sebepleri; klasik kitap bilgisi olarak anatomi
derslerinde yer aldığı halde Nomina Anatomica’da yer almayanlar, FCAT Listesi’nde
terminolojiden çıkartılıp sonradan eksikliği hissedilenler, bölgesel sınıflandırmaları daha
anlaşılır hale getirmeyi amaçlayan üst başlıklar, bilimsel yenilikler, klinik kullanımda
eksikliği hissedilenler olarak sıralandı. Latince değişikliklerin sebepleri ise oluşumların
lokalizasyonlarını yeniden ifade etmek, tekil /çoğul terim güncellemeleri ve terimlerin daha
doğru isimlendirilmesi, arter ve sinirlere ait dalların daha anlaşılır hale getirilmesi, oluşum
isimlerinin detaylandırılması olarak sıralandı. Ayrıca son üç anatomi terminolojisi baskı
içerikleri olarak ayrıntılı değerlendirilmiş; Nomina Anatomica’da ayrıca yer alan Nomina
Histologica ve Embriyologica’nın bazı terimlerinin Terminologia Anatomica’da konu
başlıklarının içerisinde bulunduğu, Latince terimlerin İngilizce karşılıklarının yer aldığı,
Latince /İngilizce /Eponim terim indekslerinin içeriğe dahil edildiği ve cinsiyete özel
oluşumların yanlarına cinsiyet sembollerinin eklendiği tespit edildi. Sonuç olarak tüm bu
yenilikler değerlendirildiğinde anatomi terminolojisinin ilerlemekte olduğu ve bu yeniliklerin
anatomi bilimine daha fazla değer kattığı saptandı.
Anahtar Kelimeler: terminologia anatomica, nomina anatomica, nomenclatura anatomica
59
POSTER BİLDİRİLER
60
P-01
Fused Deposition Modeling (FDM) Tekniğini Kullanarak İnsan Beyninin Nuclei Basales
(Bazal ganglionlar)’in Katı Kopyalarını İmal Etmek
Kapakin S*
*
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Bu çalışmanın amacı FDM tekniğini kullanarak insan beyninin bazal ganglionlarının elle
tutulur katı kopyalarını üretmekti.
National Library of Medicine (NLM) tarafından takdim edilen, Visible Human Projesi’ne ait,
Visible Human Veri Seti’nden görüntüleme verilerini kullandık. Visible Human Veri Seti;
CT, MRI, ve Anatomik cryosection’lardan ibaret farklı modalitelerden oluşur. Bu çalışmada,
anatomik cryosection’lar öteki modalitelerden yüksek kontrast ve çözünürlüğe sahip olduğu
için, anatomik cryosection’lar kullanıldı. İlgili cryosection’lar insan beyninin bazal
ganglionlarını üç boyutlu olarak rekonstrükte etmek için kullanıldı. DXF formatındaki CAD
(Bilgisayar Destekli Tasarım) modelleri STL formatına çevrildi. STL formatındaki bu
modeller hızlı prototipleme makinasına gönderildi. FDM baskı, malzemenin 3B (Üç Boyutlu)
basılmış bir cismi oluşturmak için tabakalar halinde depolandığı, 3B baskılamanın en yaygın
kullanılan biçimlerinden biridir. Nucleus caudatus, putamen, globus pallidus,ve substantia
nigra’nın elle tutulur katı kopyaları elde edildi.
FDM ofis ortamları için uygundu ve FDM’nin özellikleri ameliyathane koşulları için daha
elverişliydi.
Anahtar Kelimeler: İnsan Beyni, Nuclei basales, Ganglia basales, Hızlı prototipleme, FDM,
Fused Deposition Modeling
61
P-02
Fonksiyonel Endoskopik Sinüs Cerrahisinin Sanal Simülasyonu
Kapakin S*
*
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi sinüzitis ve nasal poliplerin cerrahi tedavisinde bugün
kullanılan birincil yaklaşımdır. Bu çalışmanın amacı bu işlemleri sanal ortamda
gerçekleştirmekti.
Visible Human Dataseti giriş görüntüleme verileri olarak kullanıldı. Surfdriver yazılım paketi
sinusesparanasales’lerin üç boyutlu DXF (Data Exchange File) modellerini rekonstrükte
etmek için bu görüntüler üzerine uygulandı. DXF dosya formatındaki CAD (Bilgisayar
Destekli Tasarım) modelleri Advanced Render Modülü ile fotorealistik görüntü oluşturmada
kullanılan Cinema 4D’ye aktarıldı. Bu modeller Cinema 4D’de fotorealistik görüntüler için
sonradan işlendi.
Paranazal sinüsler üzerine rekonstrüksiyonlar hazırlamak için yüzey yaklaşımını kullandık.
Çünkü disseksiyon yoluyla yaklaşmak ve atlasta statik görüntülerde tasvir etmek özellikle
zordur. Bu teknikte, normal anatomi ve fizyolojiyi mümkün olduğunca korumak ve hastaları
kanama ve beyin omurilik sıvısı sızıntısı oluşumundan korumak esastır.
Anahtar Kelimeler: Paranazal Sinüsler, Sanal Simülasyon, Fonksiyonel Endoskopik Sinüs
Cerrahisi
62
P-03
Egzersize
Rağmen
Obez
Yüzücülerde,
Vücut
Yağ
Parametrelerinin
BioelectricalImpedance Analysis Yöntemiyle Belirlenmesi
Sertel S*, Çolak T*, Bamaç B*, Meyvacı T**, Unal S***, Taşdemir R*, Aksu E*
*
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kocaeli/Türkiye
**
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kocaeli/Türkiye
***
Arel Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Beslenme ve Diyetetik Bölümü,
İstanbul/Türkiye
Amaç: Obezite dünyada olduğu gibi ülkemizde önlemler alınmasına rağmen artış gösteren bir
sağlık sorunudur. Temel nedeni besinlerle alınan enerji miktarının, harcanan enerji
miktarından fazla olmasıdır. Bazı durumlarda egzersize rağmen özellikle çocuklarda yoğun
obezite görülmektedir. Araştırmamızda fiziksel aktivitesi yüksek olan fakat obezite tespit
edilen yüzücülerde vücut kompozisyonu parametrelerin bioelectrical impedance analysis
yöntemiyle belirlenmesi ve nedenlerini irdelemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamızda kullandığımız BioelectricalImpedance Analysis(BIA) kişi için riskler
ve rahatsızlıklar içermeyen uygulaması kolay bir cihazdır.Yüzme kulübüne bağlı obezite
tespit
edilen
yaşları
10.57±1.93
olan
23
yüzücünün
(14
erkek,
9
bayan)
değerlendirilmesindeTanita Body Composition Analyzer TBF410GS cihazı kullanılarak kilo
(kg), vücut yağ miktarı (kg), yağsız doku kitlesi (kg) ve vücut yağ oranı (%) antropometrik
ölçümleri elde edildi. Bütün veriler değerlendirilirken istatistik anlamlılık düzeyi olarak
p<0.05 alınmış ve PASW (version, 18 SPSS) kullanılmıştır.
Sonuç: Olguların değerlendirilmesinde boy, kilo(kg), BKİ(kg/m2), vücut yağ miktarı(kg),
yağsız doku kitlesi(kg) ve vücut yağ oranı(%) değişkenlerine ait tanımlayıcı değerler erkekler
için sırasıyla; 152.6±9.12, 58.34±16.61, 24.16±5.31, 16.37±10.36, 32.07±8.79, 40.15±6.39;
bayanlar için sırasıyla 152.90±8.94, 58.93±16.26, 24.38±5.22, 18.52±10.14, 36.31±8.61,
38.56±6.27 olarak bulunmuştur.
Tartışma: Düzenli antrenman yapan yüzücülerde çocukluk çağı obezitesinin görülmesi
sonucu, çocuğun yanlış beslenme alışkanlığı, ailenin beslenme bilgi seviyesinin yetersizliği ve
kara egzersizlerinin düzenli yapılmamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. BIA
yöntemiyle kolay ve güvenir olarak kilo, vücut yağ miktarı, yağsız doku kitlesi,vücut yağ
63
oranı gibi parametlerin belirlenmesi ve takibi çocuk sporcularda obezitenin tedavisinde ve
beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesinde önemlidir.
Anahtar Kelime: Obezite, BIA, vücut yağ miktarı, vücut yağ oranı, yağsız doku kitlesi
64
P-04
Kollodiafizer Açının Osteopeni ve Osteoporozlu Olgularda Beden Kitle İndeksine Göre
Değerlendirilmesi
Sertel S*, Çolak T*, Bamaç B*, Meyvacı T**, Taşdemir R*, Dalgıç M*
*
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kocaeli/Türkiye
**
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kocaeli/Türkiye
Amaç: Osteoporoz, düşük kemik kütlesi ve kemik dokunun mikromimari yapısında bozulma
sonucu kırık riskinde artış ile karakterize sistemik bir iskelet sistemi hastalığıdır. Bu
çalışmanın amacı kollodiafizer açının farklı beden kitle indeksine sahip osteopeni ve
osteoporozlu olgularda farklı olup olmadığının değerlendirilmesidir.
Yöntem: Bu çalışmada olgular cinsiyet, beden kitle indeksi (BKİ) ve kemik yoğunluğu
ölçümü raporundaki t-skoruna göre gruplandırılmıştır. Her grupta 30’ar kişilik alt gruplar
olmak üzere toplam 180 erkek, 180 kadına ait rapor incelenmiştir. Rapordaki kollodiafizer açı
dijital gonyometre ile ölçülmüştür. İstatistik anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 alınmış ve
PASW (version,18 SPSS) kullanılmıştır.
Sonuç: Kadınlara ait sonuçlar incelendiğinde kolladiafizer açı ortalamaları açısından anlamlı
bir farklılık bulunmuştur (p<0.001). Kolladiafizer açı bakımından gruplar arasındaki
farklılıklar detaylı olarak incelendiğinde ise BKİ 18.5-24.9 kg/m2 arasında olan osteoporozlu
olguların ortalamasının, BKİ 18.5-24.9 kg/m2 ve 30-39.9 kg/m2 arasında olan osteopenili
hastaların ortalamasından anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir (sırasıyla p
değerleri 0.001;0.002). Erkeklere ait sonuçlar incelendiğinde gruplar arasında kolladiafizer açı
ortalamaları açısından anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p=0,030). Kolladiafizer açı değişkeni
bakımından gruplar arasındaki farklılıklar detaylı olarak incelendiğinde, BKİ 18.5-24.9 kg/m2
arasında olan osteopenili olguların ortalamasının, BKİ 25-29.9 kg/m2 arasında olan
osteoporozlu erkeklerin ortalamasından anlamlı derecede daha düşük olduğu görülmüştür
(p=0.033).
Tartışma: Bu sonuçlara göre beden kitle indeksi ve kemik mineral yoğunluğunun her iki
grupta kolladiafizer açı ortalamaları üzerine etkisi olduğu görülmüştür. Bu konuda daha geniş
olgu gruplarını içeren daha kapsamlı çalışmalar yapılmasını önermekteyiz.
Anahtar Kelime: Kollodiafizer açı, kemik mineral yoğunluğu, beden kitle indeksi
65
P-05
Endoskopik Transsphenoidal Hipofiz Cerrahisinin Tarihsel Gelişimi
Uyğun S*, Çetin N*, Berker M**
*
HacettepeÜniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye
HacettepeÜniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroşirürji Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye
**
Hipofiz bezi tümörlerine ilk transsfenoidal cerrahi girişimi Avusturya Innsburg’ta 16 Mart
1907’de, superiolateral nasoethmoidal yaklaşım ile Herman Schloffer gerçekleştirilmiştir.
Hirsch 1910 yılında endonazal transseptal transsfenoidal yaklaşımı uygulamıştır. 1960’lı
yıllarda mikroskopun ameliyatlarda kullanıma girmesiyle artık hipofiz tümörlerine
endoskopik endonasal transsfenoidal yaklaşım uygulanmaktadır.
Sellaturcica’ya yönelik ilk tamamıyla endoskopik girişim ise; Fransa’da 1992 de Jankowski
ve arkadaşları tarafından 3 hastaya uygulanırken, 1997 de Pitsburg Üniversitesi’nde
nöroşirürji uzmanı olan Jho ve KBB uzmanı Carrau 50 olguluk serileriyle tamamen
endoskopik hipofiz adenom eksizyonu cerrahisini gerçekleştirmişlerdir. Günümüze dek,
İtalya’dan Enrico de Divitiis ve PaoloCappabianca (Napoli), Giorgio Frank (Bologna),
Amerika’dan Amin Kassam ve Türkiye’den Mustafa Berker hem gll. pituitary cerrahisinde,
hem
de
kafa
kaidesine
yönelik
patolojilerde
tamamıyla
endoskopik
tekniklerin
kullanılmasının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Devam eden yıllarda endoskopun beyin cerrahları tarafından kabul görmesiyle sellar ve
parasellar bölgeye yaklaşımlarda yeni bir boyut kazanılmış oldu. Bugün ise endoskopik
transsphenoidal yaklaşım, beyin cerrahları arasında mikroskobik cerrahinin yerini alarak
birçok merkezde klinik uygulamalarda standart yöntem olarak kabul görmektedir.
Anahtar kelimeler: Endoskopik transsphenoidal hipofiz cerrahisi, endoskop, hipofiz tümörü
66
P-06
Formaldehitin Sıçanların Kan, Karaciğer ve Akciğer Dokularında İrisin Üretimin
İnhibisyonu: Karnozinin Formaldehit İnhisbisyonu Azaltığna Dair Doğrudan Deliller
Aydın S*,**,Ögetürk M*, Kuloğlu T***, Kavaklı A*, Aydın S****
*
FıratÜniversitesi, Tıp Fakültesi, AnatomiAnabilim Dalı, Elazığ/Türkiye
ElazığAraştırmaveEğitimHastanesi, KardiyovaskülerCerrahiKliniği, Elazığ/Türkiye
***
FıratÜniversitesi, Tıp Fakültesi, HistolojiveEmbriyolojiAnabilim Dalı, Elazığ/Türkiye
****
FıratÜniversitesi,
Tıp
Fakültesi,
Tıbbi
Biyoloji
Anabilim
Dalı
(FıratHormonlarAraştırmaGrubu), Elazığ/Türkiye
**
Formaldehit (FA) dünya genelinde yaygın olarak kullanılan organik bileşiklerden biridir.
Yaygın olarak kullanılan bu organik bileşik 20 ppm’in üzerinde olması durumunda
mitokondriyal enerji metabolizmasını ve muhtmelen irisin (enerji metabolizmasında önemli
role sahib) üretimini bozarak, yaşam ve sağlık için tehlikelidir. Bu bozulmuş İrisin üretimini
vemitokondriyal enerji metabolizmasını serbest radikalleri ortadan kaldırma özelliği olan
karnozin muhtemelen azaltabilir. Bu çalışmada bu varsayıma dair doğrudan deliller elde ettik.
100 mg/kg karnozinve0.0-15 ppm FA (mitokondrileri tahrib etmekte) kan, karaciğer ve
akciğerlerdeki
irisin
üretimine
ve
terminal
deoksinükleotidil-transferaz-aracılı aracılı
deoksiüridin trifosfat nick-end işaretleme (TUNEL, DNA fragmasyonu gösteren yaygın bir
yöntem) test edildi. 5 ppm’in üzerindeki FA derişimleri irisin üretimi dokularda (daha çok
akciğer dokusu olmak üzere) ve serum da azaltmaktaydı. 100 mg/kg karnozin verilmesi ise bu
durumu ortadan kaldırmakta olup serum ve dokularda irisin üretimi artmaktaydı. Karnozin
suplementasyonu FA’nın zararlı etkilerini ortadan kaldırdığı sonucuna varıldı.
Anahtar kelimeler: Formaldehit, İrisin, Karaciğer ve Akciğer dokuları
67
P-07
Distal Femur Morfometrisi
Çınar Ş*, Tokpınar A**, Özçelik Ö***, Ertekin T**, Nisari M**
*
Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım
Bölümü, Balıkesir/Türkiye
**
Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye
***
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Semra Vefa küçük Sağlık Meslek Yüksekokulu,
Nevşehir/Türkiye
Femur’un distal ucunun (extremitas distalis) morfolojisi osteoartrit nedenlerini aydınlatmada,
osteoartrit için osteomi sonuçlarında ve total diz protezinde uygun dizayn ve uygulamada
yardımcı olur. Bu çalışmada Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı
laboratuvarında bulunan kemik koleksiyonundan seçilen 20 sağ ve 20 sol femurda
morfometrik
değerlendirme
yapıldı.
Femur’un
extremitas
distalis’inde
fossa
intercondylaris’in, condylus medialis’in ve condylus lateralis’in yükseklik ve genişlikleri
ölçüldü. Ayrıca patellar oluk açısının ölçümü yapıldı. Morfometrik ölçümler için öncelikle
kuru kemik örneklerinin resimleri çekildi ve ölçümler bilgisayar ortamında İmageJ programı
kullanılarak yapıldı. Elde edilen veriler SPSS 21 paket programı kullanılarak değerlendirildi.
Sağ ve sol femur’lardan alınan ölçümlerin ortalama değerleri sırasıyla fossa intercondylaris
yüksekliği için 2,57±0,23 cm ve 2,56±0,31 cm, fossa intercondylaris genişliği için 1,86±0,29
cm ve 1,81±0,26 cm, condylus lateralis genişliği için 2,19±0,26 cm ve 2,09±0,25 cm,
condylus medialis genişliği için 2,06±0,32 cm ve 2,10±0,31 cm, condylus lateralis yüksekliği
için 5,41±0,35 cm ve 5,55±0,39 cm, condylus medialis yüksekliği için 5,20±0,37 cm ve
5,34±0,37 cm olarak hesaplandı. Ayrıca patellar oluk açısı sağda 151,23°±7,98 ve solda
147,93°±7,18 olarak ölçüldü. Sağ ve sol femur’dan alınan ölçümler karşılaştırıldığında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Patellar oluk açısı ölçümü diğer
parametrelerle karşılaştırıldığında aralarında herhangi bir korelasyon olmadığı tespit edildi.
Çalışmamız da elde edilen değerlerin bilinmesi antropometrik çalışmalara, ortopedik
operasyonlar öncesinde femur’un distal kısmının anatomik değerlendirilmesine katkı
sağlayacağı kanaatindeyiz.
Anahtar kelimeler: Femur, Morfometri, ImageJ
68
P-08
Os Sacrum’un Pars Lateralis’ine Ait Morfometrik Ölçümler
Polat Koç T*, Ertekin T*, Acer N*, Çınar Ş**
*
ErciyesÜniversitesi Tıp Fakültesi, AnatomiAnabilim Dalı, Kayseri/Türkiye
**
Balıkesir Üniversitesi, İvrindi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Balıkesir/Türkiye
Os sacrum, lumbosakral, sakral ve sakroiliak şekil bozuklukları veya yaralanmalarının
tedavisinde füzyon ve stabilizasyon alanına dahil edilen önemli bir kemik yapıdır. Bu nedenle
ossacrum’un normal anatomik yapısının ve morfometrik değerlerinin iyi bilinmesi, bu
bölgeye uygulanacak operasyonlar sırasında olası komplikasyonları önleyebilir. Bu çalışmada
kuru ossacrum örneklerinin pars lateralis’i üzerinde detaylı morfometrik ölçümler yapılması
ve ossacrum’un eklem yüzey alanlarının hesaplanması amaçlanmıştır. Çalışma Erciyes
Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalında bulunan 30 adet kuruossacrum örnekleri üzerinde
0,01 milimetre (mm) duyarlılığındaki dijital kumpas kullanılarak yapıldı. Kuru kemik
örneklerinde yaş ve cinsiyet ayırımı yapılmadı. Os sacrum’un facies auricularis’lerinin
alanları Image J programı kullanılarak ölçüldü.Ossacrum’un pars lateralis’i üzerinde yapılan
bilateral
ölçümlerde
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
fark
belirlenmedi
(p>0,05).
Faciesauricularis ortalama alanı sağ tarafta 1028,15±232,92 mm2, sol tarafta ise
1042,45±220,72 mm2 olarak ölçüldü. Bu çalışmanın os sacrum’a yönelik cerrahi
yaklaşımlarda özellikle sacral enstrümantasyonda cerrahlar ve klinisyenlere yararlı olacağı
kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Sakrum, Morfometri, Eklem, Image J
69
P-09
DensAxis’in Türk Toplumunda Morfometrik İncelenmesi
Yılmaz MY*, Çakıllı M*, Üstün O*, Yılmazer ÖS*, Güneş S*, Yavuz Y**, Şen Esmer T***
*
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 3 Öğrencileri, Ankara/Türkiye
**
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik AD, Ankara/Türkiye
***
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Ankara/Türkiye
Amaç: Bu projede; axisinodontoid çıkıntısının Türk toplumuna ait morfometrik özelliklerinin
incelenmesi, literatürle karşılaştırılması ve yapılacak cerrahi müdahalelerde kullanılacak
materyallerin seçimi (vida uzunluğu, vida çapı) konusunda cerrahlara yardımcı olunması
amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında, 2014 Şubat
- 2014 Mart tarihleri arasında, 55 tane kuru axis üzerinde yapılmıştır. Odontoid çıkıntının
minimum anteroposterior çapı (OÇMAÇ),odontoid çıkıntının minimum transvers çapı
(OÇMTÇ),odontoid çıkıntının anterior yüksekliği (OÇAY),odontoid çıkıntının posterior
yüksekliği (OÇPY), axisin gövdesinin anterior yüksekliği AGAY, axisin gövdesinin posterior
yüksekliği (AGPY), odontoid çıkıntının minimum boyun çevresi (OÇMBÇ) parametreleri
dijital kumpas yardımıyla ölçülmüştür. Parametrelere ait ortalama, standart sapma, ortanca,
minimum ve maksimum değerleri bulunmuş, ayrıca %95 güven aralıkları elde edilmiştir.
OÇMAÇ, OÇMTÇ ve AGAY, OÇAY ve AGPY, OÇPY uzunlukları iki eş arasındaki farkın
önemlilik
testi
ile
karşılaştırılmıştır.
Aralarındaki
korelasyonPearson's
Korelasyon
Katsayısıyla incelenmiştir. Veriler SPSS paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. p<0,05
istatistiksel önemli düzey olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Türk toplumunda 55 kuru axisvertebrasında ölçülen OÇMAÇ ortalaması
10,72±0,86; OÇMTÇ ortalaması 9,18±0,67; OÇAY ortalaması 15,12±1,29; OÇPY ortalaması
14,90±1,40; AGAY ortalaması 20,62±1,89; AGPY ortalaması 17,71±1,71; OÇMBÇ
ortalaması 32,44±2,06 olarak bulunmuştur. Ölçülen OÇMTÇ değerlerinin %58,18’i(32 axis)
9,00 mm den büyük olarak bulunmuştur. Ölçüme tabi tutulan kemiklerin %18,18’inde(10
axis) lig. cruciatum kemikleşmesine rastlanmıştır. Sonuç: Projemizde Türk toplumunun
%58,18’inin odontoid çıkıntı kırıklarında tercih edilen anteriorodontoidfiksasyonuna uygun
olduğu görülmüş ve benzer çalışmalardan farklı olarak OÇMBÇ parametresi ölçülerek
literatüre katkıda bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Axis, Densaxis, Odontoid çıkıntı
70
P-10
Streptozotosin İle İndüklenen Diyabet Modelinde Mianserin Tedavisinin Karaciğer
Dokusundaki Morfometrik Etkileri
Çorumlu U*, DemirÖzkay Ü**, Ulupınar E*
*
Eskisehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye
**
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye
Diabetes Mellitus (DM); temel bulgusu hiperglisemi olan, ayrıca yağ ve protein
metabolizmalarında da belirgin değişikliklerle karakterize kronik seyirli bir hastalıktır.
Diyabetik hastalarda emosyonel tepkiler, uyum güçlükleri, kognitif bozukluklar ve depresyon
en sık rastlanan psikiyatrik bozukluklardır. Mianserin, noradrenerjik ve serotonerjik etkileri
olan tetrasiklik yapıda, 3. kuşak atipik anti-depresan grubundan bir ilaçtır. Anti-depresan ilaç
kullanımına bağlı olarak vakaların %5’inde karaciğerde hasarlanma meydana geldiği
bildirilmiştir ve bu hasarlanmalarda doz artışına bağlı toksisite önemli rol oynamaktadır. Bu
çalışmada, farklı dozlarda Mianserin ile tedavi edilen diyabetik sıçanların karaciğer
dokusunda herhangi bir değişiklik olup olmadığı histomorfometrik yöntemler kullanılarak
araştırılmıştır. Çalışmada kullanılan Wistar cinsi erkek sıçanlara ve tek doz streptozotosin
uygulaması ile DM oluşturulan sıçanlara; ağızdan günlük 30 mg/kg ve 45 mg/kg dozlarında
Mianserin tedavisi uygulandı. 2 haftalık tedavi periyodunu takiben perfüze edilen sıçanların
karaciğerlerinden alınan 4 μm kalınlığındaki kesitler, hematoksilen-eozin ile boyandı.
Karaciğerde vena centralis çapları ve sinüzoid-parankim oranları morfometrik yöntemlerle
hesaplandı. Bulgular istatistiksel olarak tek yönlü varyans analizini takiben Bonferroni çoklu
karşılaştırma testleri aracılığıyla incelendi. Sağlıklı kontrollere ve diyabetli hayvanlara
uygulanan farklı dozlardaki Mianserin tedavisi sonrasında vena centralis çaplarında anlamlı
bir farklılık bulunmadı. Sinüzoidlerin karaciğer parankimine oranı kontrol grubunda
4.314±1.22 iken, diyabet grubunda 3.092±0.52 idi. Mianserin tedavisi sonrasında da bu
oranların benzer düzeylerde olduğu (30 ve 45mg/kg dozlar için sırasıyla; 4.640±0.45 ve
3.394±0.37) gözlendi. Bu sonuçlar, streptozotosin ile oluşturulan deneysel diyabet modelinde
akut Mianserin tedavisinin karaciğer sinüzoidleri üzerinde hepatotoksik bir etkiye neden
olmadığını göstermiştir.
71
İleride yapılacak çalışmalarda ilacın kronik veya daha yüksek dozlardaki etkilerinin de
karşılaştırılması planlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Diabetes Mellitus, Mianserin, Karaciğer hasarı
72
P-11
Diazinon İntoksikasyonunda İntravenöz Lipit Emülsiyon Tedavisinin Karaciğer Dokusu
Üzerindeki Koruyucu Etkisinin Araştırılması
Taş U*, Ayan M**, Uysal M*, Esen M**, Meydan S***, Çiçek M*, Sarsılmaz M***
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
***
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
***
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Amaç: Diazinonun da aralarında yer aldığı birçok organofosfat bileşiğine deri ve inhalasyon
şeklinde maruziyet görülebilmesine rağmen en fazla zehirlenme akut ağız yolu ile alım
şeklinde olmaktadır. Intravenöz lipid emülsiyon (ILE) tedavisi, lokal anesteziklerin neden
olduğu sistemik toksisite durumlarında yeni bir tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bu
çalışmada diazinonun oldukça lipofilik özellikte bir madde olduğu düşünülerek yüksek doz
diazinon ile oluşturulan intoksikasyon modelinde İntravenöz lipit emulsiyon tedavisinin
karaciğer dokusu üzerindeki koruyucu etkinliğinin araştırılması amaçlandı.
Gereç-Yöntem: 21 adet Wistar albino cinsi rat (180-200g ağırlığında), rastgele olarak üç eşit
gruba ayrıldı. Grup I: kontrol, Grup II: diazinon ve Grup III: diazinon+lipid emülsiyon
tedavisi verilen grup olarak belirlendi. Grup I’e yalnızca 1 ml mısır yağı gavaj yoluyla verildi.
Grup II’deki hayvanlara gavaj yoluyla 335 mg/kg diazinon verilirken, Grup III’deki
hayvanlara diazinona ek olarak %20’lik lipid solüsyonu (3 ml/kg) kuyruk veninden verildi.
Deneysel periyodun sonunda hayvanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında exanguinasyon ile
öldürüldü ve karaciğer dokuları alınarak rutin histolojik takip sürecinin ardından rotary
mikrotom ile 5 mikrometrelik kesitler alındı. Kesitler apoptotik hücre ölümleri açısından ise
TUNEL, Bax ve kaspaz-3 immünohistokimya boyaması ile değerlendirildi.
Bulgular: Kontrol
grubu
ile karşılaştırıldığında
diazinon
grubundaki
hayvanların
karaciğerlerinde dejeneratif değişikliklerin ortaya çıktığı ve apoptozda artışın meydana geldiği
gözlendi. Diazinon+lipid emülsiyon tedavisi grubundaki hayvanlarda ise diazinon grubuna
kıyasla apoptotik hücre ölümlerinde azalma saptandı.
Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen bulgular ışığında, lipid emülsiyon tedavisinin diazinona
bağlı karaciğer toksistesi üzerinde koruyucu etkinliğe sahip olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Diazinon, Toksisite, Apoptoz, Karaciğer
73
P-12
Yaşlanmanın İntervertebral Disk Dokusu Üzerine Etkileri
Taş U*, Uysal M*, Aytekin K**, Bıçakçı H***, Açıkgöz R***, Özyurt B*, Sarsılmaz M***
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
**
Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat/Türkiye
***
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Amaç: Bu çalışmada stereolojik metotlarla genç ve yaşlı sıçanlardan elde edilen lomber
disklerde kondrosit sayılarının gösterilmesi amaçlandı. Birçok çalışmada avasküler bir doku
olan intervertebral diskler aşırı miktarda ekstra selüler matriks dokusu ve hücre içerir. Anulus
fibrosus ağırlıklı olarak kollajenöz yapı içerir. Nükleus pulposusun merkezi proteoglikandan
zengindir. Anulus fibrosus yaşla birlikte zayıflar ve subkondral kemik dokusunda sklerozis
gelişir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 20 adet wistar albino sıçan kullanıldı. Sıçanlar iki guruba
ayrıldı. İki aylık sıçanlar (n=10) genç grup olarak, 18 aylık sıçanlar (n=10) ise yaşlı grup
olarak düzenlendi. Lomber vertebralar(L1–L4, 4 disk)’danelde edilen intervertebral diskler
stereolojik analiz için kullanıldı.
Bulgular: Bizim çalışmamızda genç sıçanlara oranla yaşlı sıçanların intervertebral disk
dokusunda kondrosit sayılarının azaldığı gösterildi.
Sonuç: Bu çalışma yaşlanma sürecinde intervertebral disk dokusunda kondrosit sayılarında
azalma olduğunu göstermektedir.
Anahtar kelimeler: İntervertebral disk, Yaşlanma, Stereoloji
74
P-13
Migrende Dermatoglifik Özellikler
Sabancıoğulları V*, Çevik Ş**, Erdal M***, Bolayır E**, Koşar Mİ****
*
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi ABD Sivas/Türkiye
**
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD Sivas/Türkiye
***
Kayseri Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Kayseri/Türkiye
****
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi ABD Muğla/Türkiye
Migren, sık rastlanan bir baş ağrısı rahatsızlığıdır. Kadınlarda %18, erkeklerde ise % 6
oranında görülmektedir. Özellikle 30-49 yaş arası bireylerde yaşam kalitesinde düşme ve
ciddi iş gücü kayıplarına yol açabilmektedir. Hastalığın kesin nedeni bilinmemekle birlikte,
çevresel faktörler ve genetik yatkınlık etiyolojide suçlanmaktadır. Dermatoglifikler ise,
epidermis çizgilerinin bir araya gelerek oluşturduğu özel şekillerdir. İntrauterin dönemde
oluşurlar ve hayat boyu değişmeden kalırlar. Ancak, genetik yatkınlığa bağlı olarak ortaya
çıkan birtakım rahatsızlıklar, dermatoglifiklerin şekil ve sayısında bozulmalara neden
olabilmektedir. Bu sebeple migren tanısı konmuş hastaların parmak ucu ve avuç içi
dermatoglifik örnekleri kontrol grubuyla karşılaştırılıp sonuçlar literatür eşliğinde sunuldu.
51 hasta ve 70 kişilik sağlıklı kontrol grubundan digital tarayıcı ile elde edilen dermatoglifik
veriler bilgisayar ortamına aktarıldı. ImageJ programı kullanılarak atd, dat, adt açıları, a-b
çizgi sayısı, tüm parmakların örnek tipleri ve çizgi sayıları hesaplandı. Elde edilen veriler,
SPSS 15.0 programına yüklendi. İstatistiksel değerlendirmede t-testi, Mann-Whitney U ve kikare testi kullanıldı.
Migrenli hastaların hem sağ hemde sol el parmak ucu çizgi sayıları, a-b çizgi sayısı ve total
çizgi sayıları artmıştı. Bu artış sağ el küçük parmak hariç istatistiksel olarak da anlamlıydı.
Ayrıca atd açısı, migrenli hastaların her iki elinde sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak
anlamlı bir şekilde daha yüksekti.
Dermatoglifik örneklerin dağılımındaki normalden sapma migren etiyolojisinde suçlanan
genetik yatkınlığı desteklemektedir. Ancak bu bulgularla migrene doğuştan yatkınlığı olan
bireyleri tespit edebilmek için daha ileri çalışmalara gereksinim vardır.
Anahtar kelimeler: Migren, Etiyoloji, Dermatoglifikler
75
P-14
Kalp Anatomisinin Tarihsel Serüveni
Çağlar V*, Çelik N**, Şevkioğlu B*
*
Namık Kemal Üniversitesi Tıp FakültesiAnatomiAnabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
**
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp TarihiveEtikAnabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
Tıp, insanlıkla birlikte varlığını sürdüren ve insan hayatının vazgeçilmez bir unsurudur. Tarih
boyunca kalbin vücutta önemli bir fonksiyonu olduğuna inanılmıştır. Amacımız, tarih
boyunca vücutta önemli bir fonksiyonu olduğu inanılan kalbin tarihsel gelişimini,
anatomik gelişmeler açısından değerlendirmektir. Eski uygarlıklarda damarlarda sadece
kan değil aynı zamanda havanın olduğu kabul ediliyordu. Bu döneme ait eserlerde kalp
atışlarından da bahsedilmektedir. Antik Yunan döneminde arterler ile venlerin farklı
yapılar olduğu tespit edilmiştir. İskenderiye Tıp Okulunda kalbin bir pompa gibi
çalıştığından, trikuspid kapak ve fonksiyonlarından bahsedilmiştir. Roma dönemi
bilginlerinden Galen yaptığı çalışmalar sonucunda kanın ventriküller arası bölmeden geçiş
yaptığını ileri sürmüştür. Bu görüş “otoriteye koşulsuz bağlılık” düşüncesi nedeniyle, 17.
yy’a kadar varlığını devam ettirmiştir. İbnSînâ,Galen’in halefi olarak kabul edilmiştir. İbn
ün-Nefis yaptığı araştırmalar sonucunda Galen ve İbn Sina’nın aksine ventriküller arası
bölmeden geçişin olmadığını belirtir. Ayrıca İbn ün-Nefis 13. yy da küçük pulmoner
dolaşımı keşfetmiştir. 1500’lü yıllardan itibaren kan dolaşım sisteminden, koroner
damarlardan, kalp kapakçıklarından ve kılcal damarlardan bahsedilmiştir.Tarihsel süreçte
kalbin anatomik yapısı ve çalışma sisteminin tespiti ilk çalışma konuları olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Daha
sonra
ki
süreç
kan
gruplarının
tespitinden
gerçekleştirilmesine kadar ki aşamaları içermektedir.
Anahtar kelimeler: Kalp Anatomisi, İbn ün-Nefis, Galen, İbnSînâ
76
kalp
naklinin
P-15
Soliter
Böbrek
ile
Normal
Böbreğin
BT
Görüntüleri
Üzerinde
Morfolojik
Karşılaştırılması
Çağlar V*, Kurt Ö**, Uygur R*, Şener Ü***, Özçağlayan Ö****, Kasırga Z*, Tuğtağ B*
*
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
**
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
***
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
****
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
Amaç: Çalışmamız soliter böbrek ile sağlıklı iki böbreğe sahip bireylerde böbrek boyut
ölçümleri ve stereolojik yöntemle böbrek hacim hesaplamalarının yapılması ve iki grup
arasındaki morfolojik farklılıkların belirlenmesi amaçlandı.
Gereç veYöntem: Herhangi bir şikayet ile Namık Kemal Üniversitesi Araştırma ve
Uygulama Merkezine başvurup, kontrast madde verilerek abdominal hastalar çalışmaya
dahil edildi. Hacim ölçümleri BT görüntüleri üzerinde cavalieri prensibi ile yapıldı.
Bulgular: Çalışmamıza katılan bireylerin 22’si soliter böbrek, 30’u sağlıklı iki böbreğe
sahiptir. Normal grup için böbrek hacim ortalaması 159 cm3, böbrek uzunluğu 10.7 cm,
genişliği 6.6 cm ve kalınlığı 5 cm olarak bulundu. Soliter böbrek grubunda ise, böbrek hacmi
274 cm3, uzunluğu 12 cm, genişliği 7 cm ve kalınlığı 6 cm bulundu.
Sonuç: Soliter böbrek, normal böbreğe göre daha uzun, daha geniş, daha kalın ve hacimsel
olarak da daha büyük olma eğilimindedir. Çalışmamızda soliter böbrek ile sağlıklı iki böbreğe
sahip bireyler arasında, böbrek boyut ve hacim ölçümleri ile ilgili morfolojik farklılıklar
ortaya konulmuştur. Elde edilen bu bulgular bazı böbrek hastalıklarının klinik tanı ve
tedavisinde böbrek boyut ve hacminin doğru olarak değerlendirilmesi açısından literatüre
katkıda bulunacağı düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler: Böbrek hacmi, Böbrek uzunluğu, BT, Cavalieri prensibi
77
P-16
Fetal DönemdeUltrasonografik Parametrelerin Anatomik Çalışmalar Açısından Önemi
Ekiz Y*, Yüzbaşıoğlu N*, Shojaolsadati P*, Şakul BU*
*
İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul/Türkiye
Ultrasonografi (USG)fetalgestasyonel yaşın ve konjenitalanomalilerin tespiti, fetal büyüme ve
gelişimin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. USG ile fetus görülebilir ve
ölçülebilir olduğundan, fetal morfoloji ve gelişimin morfometrik olarak değerlendirilmesi ile
fetusun fonksiyonel açıdan değerlendirilmesi de mümkün olmaktadır. USG’ninmaternal ve
fetal herhangi bir zararlı etkisinden bahsedilmemekte, gebeliğin belirli dönemlerinde bir
tarama ve tanı yöntemi olarak kullanılması tavsiye edilmektedir. Yapılan çalışmalardaçeşitli
haftalardakifetal büyüme ve gelişmenin değerlendirilmesi ve fetal yaşın tahmini için USG ile
baş-kıç mesafesi, bi-parietal genişlik, toraks çevresi, femur uzunluğu, ayak uzunluğu, nasal
kemik uzunluğu gibi çeşitli parametrelerin değerlendirildiği belirtilmektedir. Örneğin baş-kıç
mesafesinin ölçümü birinci trimester sonuna kadar kullanılan bir parametredir. İkinci ve
üçüncü trimesterlerde baş çevresi, femur uzunluğu, ayak uzunluğu gibi parametreler
kullanılmaktadır. Bununla birlikte, sağlıklı fetuslardan USG ölçümleriyle elde edilen fetal
boyutlar ile abortanfetuslardan elde edilen boyutların benzerlik gösterdiği de tespit edilmiştir.
Fetusa ait parametrelerin normal ve patolojik değerlerinin gerek USG çalışmalarıgerekse
anatomik diseksiyon yöntemi kullanılarak yapılan direkt ölçüm çalışmaları ile ortaya
konulması önemlidir. Çünkü elde edilen veriler belirli dönemlerdeki fetusungelişimsel
anatomiközelliklerinin değerlendirilmesi ve fetusun herhangi bir konjenital ve gelişimsel
hastalık riski taşıyıp taşımadığının belirlenmesi açısından önem arz etmektedir. Bu derlemede,
fetalUSG’de rutin olarak değerlendirilen paramatrelerin ve bunların yanında yapılan yeni
çalışmalarda değerlendirilmesi önerilen anatomik parametrelerin ultrasonografik ve anatomik
çalışmalar ile fetal gelişimin takibi açısından öneminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Anatomi, Fetal gelişim, Fetal dönem, Gebelik, Ultrasonografi
78
P-17
Fossa Cranii Posterior Boyutları, Cerebrum ve Cerebellum Morfometrisinin, Tonsiller
Herniasyonla İlişkisi
Taştemur Y*, Sabancıoğulları V*, Şalk İ**, Sönmez M*, Çimen M*
*
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,Sivas/Türkiye
**
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye
Tonsillar herniasyon, arka beyinden gelişen yapıların foramen magnum’dan geçerek vertebral
kanala
doğru
fıtıklaşması
şeklinde
görülür.
Etiyolojisi
günümüzde
kesin
olarak
bilinmemektedir. Konjenital yada edinsel sebeplerle ortaya çıkabileceği iddia edilmiştir.
Özellikle primer mesodermal yetmezliğin fossa cranii posterior boyutlarını etkileyebileceği
ileri sürülmüştür. Bu sebeple çalışmamızda cranium, cerebrum ve cerebellum morfometrisine
ilişkin ölçümler yaparak tonsillar herniasyon etiyolojisine ışık tutmayı amaçladık.
Kemikleri etkileyecek herhangibir rahatsızlığı bulunmayan, ortalama yaşları 36,58+22,34 (194 yaş) olan, 1052 (629 kadın, 423 erkek) hastaya ait cranial MR görüntüsü çalışmada
kullanıldı. T1, T2 midsagittal ve aksiyal görüntüler kullanılarak ölçümler yapıldı. Cranium
morfometrisini değerlendirmek için dokuz parametre, cerebrum ve ecerebellum morfometrisi
için dokuz parametre kullanıldı. Elde edilen veriler SPSS (14.0) programına yüklenerek,
istatistiksel değerlendirmede t-testi, Mann-Whitney U testi kullanıldı. Yanılma düzeyi 0,05
olarak alındı.
Tonsillar herniasyonlu bireylerde foramen magnum ön arka çapı, cerebellum yüksekliği ve
cerebellum sagittal çapı artarken, maximum cranial yükseklik, supraocciput uzunluğu, clivus
uzunluğu ve fossa cranii posterior yüksekliği azalmıştı. Tentorial eğim açısı ise her yaş
grubunda tonsillarherniasyonlular ile sağlıklı kontrollerde birbirine yakın değerlerde olup
istatistiksel olarak anlamlı bir fark göstermiyordu. Tonsillar herniasyonlu bireylerde, ortalama
herniasyon miktarı 4,85±3,09 mm idi.
Cranium morfometrisine ilişkin ölçüm sonuçlarımız, tonsillarherniasyon etiyolojisinde
suçlanan primer mesodermal yetmezliğe bağlı hipoplastik fossa cranii posterior varlığını
desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: Tonsillar herniasyon, Fossa craniiposterior, Manyetik rezonans
görüntüleme, Cerebral ve cerebellarmorfometri.
79
P-18
Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Kas İskelet Sistemi Bilgi ve Becerilerinin Değerlendirilmesi
Ulaşlı AM*, Yaman F*, Gönül Y**, GökalpH***, Özen MT***,Rüzgar H***, Gülsarı Y**,
Dündar Ü*
*
AfyonKocatepeÜniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp veRehabilitasyon AD,
Afyonkarahisar/Türkiye
**
AfyonKocatepeÜniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Afyonkarahisar/Türkiye
***
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 3. SınıfÖğrencileri, Afyonkarahisar/Türkiye
Amaç: Kas iskeletsistemi (KİS) bilgi ve klinik becerilerinin tıp eğitiminin ve pratisyen
hekimlerin zayıf bir yanı olduğu, günlük pratikte KİS muayenesinin ihmal edildiği
gösterilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız, tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencileri ile 6. Sını
föğrencilerin, KİS hakkında bilgi ve becerilerini değerlendirmek ve karşılaştırmak idi.
Gereç ve Yöntem: Tıp fakültesi 3. Sınıf öğrencilerinden 41, 6. Sınıf öğrencilerinden 35
gönüllü çalışmaya dahil edildi. Katılımcılardan tespitetmesi istenen anatomik bölgeler;
musculus biceps brachii tendonunun uzunbaşı (BTUB), lateral epikondil (LE), trokantermajör
(TM) vediz medial eklemaralığı (MD) olarak belirlendi. Öğrencilerin tek tek aynı kişi
üzerinde belirlenen bu anatomic bölgeleri işaretledikten sonar sonuçların doğruluğu
ultrasonografi ile değerlendirildi.
Bulgular:Toplam başarı yüzdesi 3. sınıflarda %51.8 iken; 6. sınıflarda %68.6 idi ve aradaki
farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p= 0.004). Öğrenciler LE ve TM’yi göstermede
yüksek performans gösterirken, BTUB veMD’yi göstermede başarısızdılar.
Sonuç: Bu çalışma öğrencilerin preklinik eğitim döneminde elde ettikleri KİS becerisini
klinik eğitim döneminde artırdığı faka tyine de yeterli seviyeye ulaşamadığını göstermiştir.
KİS yakınmalarıyla başvuran hasta sayısının giderek arttığı düşünüldüğünde, tıp
fakültelerininbu ihtiyacı karşılayacak KİS klinik becerilerinin öğretiminin geliştirilmesine
odaklanması ve etkin stratejiler geliştirmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tıp eğitimi, Kas-iskeletsistemi, Anatomi.
Not: Bu araştırma, Kocatepe Tıp Dergisi’nde yayınlanmıştır.
A. M. Ulaşli, F. Yaman, Y. Gönül, H. Gökalp, M. T. Özen, H. Rüzgar, Y. Gülsari, and Ü.
Dündar,“Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Kas İskelet Sistemi Bilgi ve Becerilerinin
Değerlendirilmesi” vol. 15, no. 2, pp. 147–151, 2014.
80
P-19
Spinal Kord İskemi Reperfüzyon Yaralanmasında İnterlökin18 Bağlayıcı Protein’in
(IL18BP ) Anti-Enflamatuar ve Anti-Apopitik Etkisi
Karavelioğlu E*, Gönül Y**, Kokulu S***, Hazman Ö****, Bozkurt F*****, Koçak A******, Eser
O*******
*
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar/Türkiye
**
Afyon
Kocatepe
Üniversitesi,
Tıp
Fakültesi,
Anatomi
Anabilim
Dalı,
Afyonkarahisar/Türkiye
***
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reaminasyon Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar/Türkiye
****
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü,
Afyonkarahisar/Türkiye
*****
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,
Afyonkarahisar/Türkiye
******
Dumlupınar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji Anabilim Dalı, Kütahya/Türkiye
*******
Balıkesir Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Balıkesir/Türkiye
Giriş: Çalışmamızda, ratlardakispinalkordiskemi/reperfüzyon (I/R) hasarında interleukin-18
bindingprotein (IL-18BP)’nin anti-inflamatuarve antiapoptotik etkisi araştırılmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 21 adet erkek Wistar-Albino rat 3 farklı gruba
ayrılmıştır.Group 1: kontrol (n: 7) sadece laparatomi uygulanmıştır,Group 2: I/R (n: 7),Group
3: I/R ve IL-18BP 100 µg/kg (n:7).Proinflamatuarsitokinler, IL-1β, IL-6, IL-18, TNF-α ve
IFN-γ düzeyleri ratların kan örneklerinde ELISA yöntemi ile belirlendi.Apoptozisspinalkord
doku örneklerinde apoptotik işaretleyici kaspaz-3 kullanılarak immunohistokimyasal
değerlendirildi.
Bulgular: IL-18BP grubunu kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, IL-18 ve TNF-α düzeyleri
belirgin olarak azalmıştır. Kontrol grubunda en kaspaz 3 düzeyi en düşük seviyede tespit
edilmişken I/R grubunda en yüksek seviyede tespit edilmiştir. Kontrol grubu ile
kıyaslandığında I/R grubundaki ortalama Tarlov skoru belirgin şekilde azalmıştı. Ancak IL18BP grubunun ortalama Tarlov skoru I/R grubuna göre anlamlı şekilde daha yüksekti.
Sonuç:Bu çalışmanın sonuçları, IL-18BP’in spinalkord I/R hasarına anti-enflamatuar etkinliği
olduğunu göstermektedir.Aynı zamanda immunohistopatolojik bulgular, IL-18BP ‘nin
81
omurilik I/R hasarına anti-apoptotik etkiye sahip olduğunu göstermiştir.IL-18BP, omurilik I/R
yaralanması modelinde etkili olduğu gösterilmiştir
Anahtar kelimeler: Interleukine-18 binding protein, Spinalkord, İskemireperfuzyon, Sitokin,
Kaspaz-3
82
P-20
Disfajiye Neden Olan ServikalVertebraOsteofitleri: 2 Olgu Sunumu
Fazlıoğulları Z*, Nayman A**,Kibar E***, Karabağlı H****, Öztürk K***, Karabulut AK*
*
Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye
Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya/Türkiye
***
Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Konya/Türkiye
****
Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye
**
Servika lvertebra gövdelerinin ön kenarından farinkse ve özofagusun üst kısmına doğru
büyüme gösteren osteofitlerdisfaji, odinofaji, otalji ve boğazda yabacı cisim hissi gibi
bulgulara neden olabilirler. Bu osteofitlerin posterior faringeal duvar ve özofagusa bası
yapması disfajininnadir bir sebebi olup özellikle orta ve ileri yaşlarda görülmektedir.
Asemptomatik anterior servikal vertebra osteofitlerinin görülme sıklığı %20-30’dur.
Büyüdüklerinde semptomatik hale gelebilirler. Bu durum literatürde nadir olarak
bildirilmektedir. Büyük ostefitler basit mekanik etki ile disfaji yaparken daha küçük
osteofitler daha çok cartilagocricoidea seviyesinde etkili olarak disfajiye yol açmaktadır.
Özofagus anatomik olarak cartilagocricoidea ve diafragma seviyesinde fiksedir. Özofagusun
geri kalan kısmı ise oldukça hareketlidir. Patofizyolojik olarak özofagus, cartilagocricoidea
seviyesinde servikalvertebra gövdesinin basısına daha fazla maruz kalmaktadır. Bu nedenle
krikoid bölgedeki küçük osteofitler dahi disfajiye sebep olabilmektedir. Fakültemiz kulak
burun boğaz polikliniğine, yutma güçlüğü, beslenme sırasında boğazda takılma-yara hissi ve
öksürük gibi şikayetlerle başvuran iki olguda, fizik muayene ve fleksiblelaringoskopi altında
fonksiyonel endoskopik yutma değerlendirmesi yapıldı. Hastalarda hipofarinks arka
duvarından ve özofagusun üst kısmından kaynaklanan fikse kitleler saptandı.Radyolojik
değerlendirme sonucu C3-4 seviyesinde corpusvertebralardan,posteriorözofagusa bası yapan
osteofit oluşumları tespit edildi. Medikal tedavi sonunda şikayetlerinin devam etmesi üzerine
beyin cerrahi kliniği ile konsülte edilerek ortak cerrahi uygulandı. Cerrahi sonrası her iki
hastanın da uzun dönem takiplerinde yakınmalarının tamamen ortadan kalkmış olduğu
gözlendi. Servikal osteofitlerin bu şikayetlere ilave olarak nadiren de olsa entübasyonu
engelleyerek anestezide sorun çıkarabileceği ve acil koşullarda operasyon planlanan
hastalarda da bu tür hava yolu problemleriyle karşılaşılabilineceği dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelimeler: Servikalosteofit, Disfaji, Özofagus.
83
P-21
Olgu
Sunumu:
Sağ
A.
Occipitalis’ten
Orjin
Alan
Sağ
A.
Vertebralis
ve
ForaminaTransversaria Yokluğu
Öner Z*, Öner S**, Sağır Kahraman A***
*
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
**
Karabük Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı,
Karabük/Türkiye
***
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
A. vertebralisorjinindeki varyasyonlar embriyolojik gelişim sırasında meydana gelen
konjenital bir anomalilerdir. Literatürde a. vertebralis orijini ile ilgili çoklu varyasyonlar
bildirilmiştir. Anormal a. vertebralis orijinleri genellikle anjiyografik veyadiseksiyon
sırasında tesadüfi bulgu olarak saptanır. Çoğu olgu asemptomatik olmakla beraber A.
vertebralisanomalisi olan hastalarda baş dönmesi gibi semptomlar da tanımlanmaktadır. Sağ
a. vertebralis’inanomalili orijini nadirdir ve üç kategoriye ayrılır: 1. Aorta’dan orijin alanlar,
2. A. carotis’lerden orijin alanlar, 3. Duplike orijinliler. Biz bu olguda daha önce literatürde
bildirilmemiş olan, a. occipitalis’ten orijin alan sağ a. vertebralis ve buna eşlik eden
foraminatransversaria anomalilerini sunmayı amaçladık.
Olgu Sunumu: Baş dönmesi nedeniyle hastanemizde takip edilen 32 yaşındaki bayan
hastada, MRG’de sağ a. vertebralis izlenmedi ve BT anjiyografi tetkiki uygulandı. BT
anjiyografi incelemesinde a. subclavia’danorjin alan sağ a. vertebralis’in olmadığı; C1, C5,
C6 vertebra düzeylerinde sağ foramentransversarium’larınhipoplazik olduğu ve C2, C3, C4
vertebra düzeylerinde ise sağ foramentransversarium’larınaplazik olduğu saptandı. Sağ a.
vertebralis
sağ
a.
occipitalis’tenorjin
alıp
atlantooccipital
bileşke
düzeyinde
foramenmagnum’dancraniuma girerek normal seyrine devam etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Anomalili orijin, Sağ a. vertebralis, A. occipitalis, CT anjiyografi.
84
P-22
Metotreksatile Oluşan Akciğer Hasarında N-Asetilsistein, Amifostin ve AskorbikAsit’in
Etkileri
ElbeH*, Akbulut AS**, Doğan Z***, Kaymaz T****, Türköz Y*****
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
***
Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adıyaman/Türkiye
****
İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı,
Malatya/Türkiye
*****
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
**
Amaç:Çalışmamızda, metotreksat (MTX) ile oluşan akciğer hasarında N-asetilsistein (NAC),
amifostin(AMF) ve askorbik asit (ASC)’inyararlı etkilerini histolojik ve biyokimyasal
yöntemlerle incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:55 adet SpragueDawley sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Kontrol, MTX (20
mg/kg/tek doz/ip, deneyin 2. günü uygulandı), MTX+NAC (50 mg/kg/gün/po, 7 gün),
MTX+AMF (50 mg/kg/gün/ip, 7 gün), MTX+ASC (10 mg/kg/gün/ip, 7 gün). Deney sonunda
ketamin anestezisi altında sakrifiye edilen sıçanların akciğer dokuları çıkarıldı. %10’luk
formalinde tespit edilen dokular, rutin histolojik takip işlemlerinden geçirildi. 5 μm’lik
kesitlere Hematoksilen-eozin ve Masson’untrikrom boyamaları uygulandı. Histopatolojik
hasar skoru (infiltrasyon, hemoraji, alveolarkonjesyon, fibrozis) hesaplandı (0-3,maksimum
skor=12). Akciğer dokusunda malondialdehit (MDA) veglutatyon (GSH) seviyeleri ölçüldü.
Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri
yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±SE olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Kontrol grubu normal histolojik görünümdeydi.MTX grubunda; infiltrasyon,
hemoraji, alveolarkonjesyon ve fibrozistespit edildi. Bu grubun hasar skoru 8.62±0.49 idi.
Tedavi gruplarında ise; histopatolojik değişikliklerde düzelme görüldü. Hasar skoru
MTX+NAC grubunda 4.62±0.32, MTX+AMF grubunda 5.12±0.35 ve MTX+ASC grubunda
4.87±0.39idi. MTX grubu ile karşılaştırıldığında, tedavi gruplarında hasar skorunun anlamlı
derecede azaldığı görüldü (p =0.001, hepsi için aynı). MTX grubunda kontrol grubuna göre
MDA seviyesinde artış, GSH seviyesinde ise azalma tespit edildi (p<0.05). Tedavi
85
gruplarında ise MTX grubuna göre MDA seviyesinde azalma,GSH seviyesindeise istatistiksel
olarak anlamlı artış saptandı (p<0.05).
Sonuç: MTX ile oluşan akciğer hasarında NAC, AMF ve ASC tedavilerinin histolojik ve
biyokimyasal açıdan yararlı olabileceği düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler:Metotreksat, N-asetilsistein, Amifostin, Askorbik asit, Akciğer hasarı.
86
P-23
Metotreksatile OluşanBeyin ve Beyincik Hasarı Üzerine N-Asetilsistein, Amifostin ve
AskorbikAsit’in Etkileri
Doğan Z*, Akbulut AS**, ElbeH***, Erdemli ME**** ,Türköz Y****
*
Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adıyaman/Türkiye
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
***
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
****
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
**
Amaç: Çalışmamızda, sıçanlarda metotreksat (MTX) ile oluşanbeyin ve beyincik hasarında
N-asetilsistein (NAC), amifostin (AMF) ve askorbik asit (ASC)’in etkilerini histolojik olarak
incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem:55 adet SpragueDawley sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Kontrol, MTX (20
mg/kg/tek doz/ip, deneyin 2. günü uygulandı), MTX+NAC (50 mg/kg/gün/po, 7 gün),
MTX+AMF (50 mg/kg/gün/ip, 7 gün), MTX+ASC (10 mg/kg/gün/ip, 7 gün). Deney sonunda
ketamin anestezisi altında sakrifiye edilen sıçanların beyin ve beyincik dokuları çıkartıldı.
%10’luk formalinde tespit edilen dokular, rutin takip işlemlerinden geçirildi. 5 μm’lik
kesitlere Hematoksilen-eozinboyama metodu uygulandı. Histopatolojik hasar skoru (Beyin
için; perivasküler ödem, infiltrasyon, konjesyon, hemoraji, vakuolizasyon)(beyincik için;
purkinje hücre kaybı, purkinje hücre dejenerasyonu, hemoraji) hesaplandı (0-3).Kesitler Leica
DFC280 ışık mikroskopu ve Leica Q Win görüntü analiz sistemi ile incelendi. İstatistiksel
analizler için SPSS 13.0 programı kullanıldı. Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis
varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±SE olarak
ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Kontrol grubuna ait beyin ve beyincik dokuları normal histolojik görünümdeydi.
Beyin-MTX
grubunda;
perivasküler
ödem,
infiltrasyon,
konjesyon,
hemoraji,
nöronalvakuolizasyonunyanısıraepandimde ödem ve kanama tespit edildi. Beyincik-MTX
grubunda ise;purkinje hücre kaybı, purkinje hücre dejenerasyonu, hemorajitespit edildi.
Heriki organa ait tedavi gruplarında; histopatolojik değişikliklerde düzelme görüldü. MTX
grubu ile karşılaştırıldığında, tedavi gruplarının hasar skorunun istatistiksel olarak anlamlı
derecede azaldığı görüldü (p<0.05, heriki organ için de aynı).
87
Sonuç: MTX ile oluşan beyin ve beyincik hasarında NAC, AMF ve ASC tedavilerinin
histolojik açıdan yararlı olabileceği düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler: Metotreksat, N-asetilsistein, Amifostin, Askorbik asit, Beyin hasarı,
Beyincik hasarı.
88
P-24
Tıp Fakültelerinde Verilen Anatomi Eğitimi Hakkında Hekimlerin Görüşlerinin
Değerlendirilmesi, Pilot Çalışma
Çuğlan S*, Irmak Sapmaz H*, Yılmaz N*, Tekin Ç**, Çolak C***, Özbağ D*
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
***İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Malatya,
Türkiye
Amaç: Bu çalışmada İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan hekimlerin tıp fakültesinde
aldıkları anatomi eğitimi hakkındaki görüşlerini değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal-Metod:
Çalışmaya
İnönü
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi’nden20
hekim
katıldı.Çalışmada katılımcılara 45 soruluk bir anket uygulandı. Ankette katılımcıların
demografik özellikleri ve eğitim bilgilerini belirlemeye yönelik sorular vardı. Ayrıca anatomi
teorik ve pratik dersleri ve anatomi ile ilgili algılarını ve genel düşüncelerini sorgulayan
sorular yer almaktaydı.
Bulgular: Ankete katılanların ortalama yaşları 33,2±9,1 idi. Katılımcıların %45’i (n=9)
erkek, %55’i (n=11) ise kadındı.% 60’ı (n=12) araştırma görevlisi ve % 40’ı (n=8) ise öğretim
üyesiydi. Katılımcıların % 65’i (n=13) dahili tıp bilimlerinde, %35’i (n=7) ise temel tıp
bilimlerinde çalışmaktaydı.
Ankete katılan hekimlerin % 50’si laboratuvar uygulamalarında kadavra, kemik ve maketin
birlikte kullandıklarını ifade etti. Katılımcıların % 25’i (n=5) hiç kadavra görmediklerini, %
40’ı (n=8)sadece bir kadavra gördüklerini belirttiler. % 10’u (n=2) ise laboratuvar
uygulamalarında 3 boyutlu görüntülerin kullanıldığınıbelirtti.
Ankete katılanların % 80’i (n=16) uzmanlık alanı olarak anatomiyi seçer miydiniz sorusuna
hayır cevabı verdiler. Nedeni sorulduğunda ise, % 40’ı (n=8) bu soruya cevap vermedi. Altı
hekim (% 30) ise çok ezber gerektirmesi sebebiyle bu alanı tercih etmeyi düşünmediklerini
belirttiler.
Katılımcıların % 80’i temel bilgilerin çok detaylı olarak anlatıldığını ifade ettiler. Laboratuvar
uygulamalarından çıkarken öğrenilen bilgilerin teorik derslere göre daha fazla akılda kaldığını
89
söylediler. Ankete katılan hekimlerin % 70’i (n=14) kadavra yerine sadece maketlerin
kullanılmasının yeterli olmayacağını belirttiler.
Sonuç: Bu çalışma pilot bir çalışmadır.Daha fazla sayıda hekimin katılımı ile bu çalışmayı
genişletmeyi planlamaktayız. Elde edilecek verilerin anatomi eğitiminin geliştirilmesine
katkıda bulunacağına düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Tıp fakültesi, Anatomi eğitimi, Hekim
90
P-25
BilateralConchaNasalisSuperiorPnömatizasyonu: Bir Olgu Sunumu
Gün C*, Yenigün A*, Fazlıoğulları Z*, Ünver Doğan N*
*
Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya/Türkiye
Concha nasalis superior (CNS), labyrinthus ethmoidalis'in medial çıkıntısıdır ve concha
nasalis medius'un postero superior'unda küçük kıvrımlı bir laminadır. Meatus nasi superior'un
çatısını oluşturur ve diğer üç concha'nın en küçüğü ve sığıdır. CNS'un arka üst tarafında
bulunan recessus spheno ethmoidalis'e sinus sphenoidalis açılır. Concha bullosa (CB),
konkaların laminaları içinde hava hapsolmasına verilen isimdir. CNS, sinus sphenoidalis'e
ulaşmak için referans noktası olarak kullanılır.35 yaşında, sigara içmeyen, erkek hasta kronik
başağrısı şikayetiyle hastanemize başvurdu. Hastanın ağrısı frontal bölgedeydi ve her iki
gözüne de yayılıyordu. Nazal endoskopik muayenede septum orta hattaydı ve bilateral concha
nasalis inferior hipertrofik olarak izlendi.Yapılan bilgisayarlı tomografi değerlendirmesinde,
bilateral CNS'de pnömatizasyon tespite dildi. Hasta klinik takip ve medical tedaviyle taburcu
edildi. CB osteomeatal kompleksin en sıkgörülen anatomic varyasyonudur. 200 tarafta (100
kişilik hasta gurubunda)yapılan bir çalışmada CNS pnömatizasununun 17 hastada iki taraflı,
10 hastada tek taraflı olmak üzere 44 tarafta (%22) gözlendiği bildirilmiştir.Tek taraflı ya da
baskın konkaylakontralateralseptumdeviasyonu arasında güçlü bir ilişki vardır. Septum
deviasyonlu hastalarda CB oranı %45.34 iken septum deviasyonu olmayan vakalardaki oranı
%18.95'tir. Septumdeviasyonu, conchabullosa ve Haller hücreleri rinosinuzite sebep olan en
yaygın yapısal anormalliklerdir. Bunlar sinüs çıkışlarında tıkanma yaparak sekresyon
retansiyonu, havalanmada bozulma yaparlar ve bunun sonucundada rinosinüzit ve polipler
gelişir.
Anahtar Kelimeler:Concha nasalis superior, Conchabullosa, Baş ağrısı
91
P-26
Anatomi Atlası’ndaki Tarihi İmza
Dönmez D*, Kutoğlu T*, Sınav A**
*Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Edirne
**
Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep
Eduard Pernkopf 1888-1955 yılları arasında yaşamış Avusturyalı bir anatomisttir. Diseksiyon
çalışmaları sırasında ressamlara kadavraları çizdirerek bir anatomi atlası oluşturmuştur.
Çizildiği dönem nedeniyle bu atlas tartışmalara sebep olmuştur. Tartışmalı olmasının sebebi
disseksiyon çalışmalarının büyük çoğunluğunun‘’holokost’’ süresince yapılmış olmasıdır.
Atlası editörü Prof. Eduard Pernkopf Nasyonel Sosyalist Parti üyesidir.
Atlastaki illustrasyonların neredeyse tamamında, imza kısmında swastika ve ss semboleri
bulunuyordu.
Günümüzde yaygın olarak kullandığımız ‘’Sobotta’’ atlasında (1982
Urban&Schwarzenberg,
Helmut
Ferner
ve
Jochen
Staubesand
editörlüğünde)
27
illustrasyonun Pernkopf’ tan alıntı olduğu görüldü. Lepier, Pernkopf atlasının baş ressamıdır.
Yapılan incelemelerde; Sobotta’nın 1.cildinde 614 illustrasyon 43 ‘ü Lepier imzalı. Sobotta
2.cildindeki 545 illustrasyon 72 ‘si Lepier imzalı.
Üniversite komisyonunun 1998’ de açıkladığı rapora göre Gestapo‘nun kamplarından gelen
kadavraların araştırma ve eğitimde kullanıldığı kaydedilmiştir. İddialara göre ‘’Nazi
Kamplarında’’ infaz edilen 1380 kişinin vücudu Viyana Üniversitesi tarafından alınmış
diseksiyon çalışmalarında ve atlas çizimlerinde bu kadavralar kullanılmıştı. Çizimler
doğrudan kadavranın etnik kökenini belirlemede kanıt olamasa da bazı ayrıntılar şüpheleri
artırdı. Lepier‘in çizdiği bir illustrasyonda kabaca traş edilmiş bir baş bulunuyordu.
Endtresser‘in femoral bölge disseksiyonu çizimlerinde ise erkek kadavraların sünnetli olması
kuşkuları destekledi.
Atlasın etik tartışmalarıyla ilgili olarak çeşitli bilim insanlarından farklı görüşler bulunabilir.
Ancak Atlasın basımdan kaldırılması gibi bir düşüncenin de geçmişi değiştirmeyeceği açıktır.
Önemli olan “paha biçilemez” bu çalışmaların farkındalığıdır.
Anahtar kelimeler: Atlas, Pernkopf, Holokost
92
P-27
“ S” Şeklinde Kıvrılan Bilateral Arterıa Carotis İnterna Vakası
Aydın Kabakçı AD*, Akın D*, Çiçekcibaşı AE*, Yılmaz MT*, Keskin S**
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya,
** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya.
Giriş:A. carotisinterna, boyunda C4 hizasında bifurcatiocarotidis’te a. carotiscommunis’ten
ayrılır ve kafa tabanına doğru yönelir. Beyni, gözü, alnı ve burnun bir bölümünü kanlandırır.
Kafa boşluğuna temporal kemikteki canaliscaroticus’un dış ağzından girer. Kanalın iç
ağzından çıkıp, foramenlacerum’un çatısından ve sulcuscaroticus’tan geçip sinuscavernosus’a
girer. Daha sonra dura mater’i delerek sinus cavernosus’tan çıkar. Arachnoideamater’i delerek
substantia perforate anterior bölgesine doğru geriye döner. A. carotisinterna, a. vertebralis’ten
gelen dallar ile anastomoz yaparak Willu spoligonu’nu oluşturur. Vertebral ve karotid sistem
sayesinde tüm kan beyne dağıtılır.
Olgu sunumu: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji
Anabilim Dalı’na CT anjiyografi için başvuran 67 yaşındaki erkek hastanın incelenen
bilgisayarlı tomografi görüntülerinde bilateralarteriacarotisinterna varyasyonuna rastlandı.
Arteriacarotisinterna’nınservikal parçasının klasik bilgilere nazaran düz seyretmediği 2 kez
kıvrım yaptığı gözlemlendi.
Tartışma:Arteria carotis interna’nın servikal parçasının varyasyonu ile ilgili ilk sınıflama
çalışması Weibel ve Fields (2000) tarafından gerçekleştirilmiştir. Çalışmalarında a.
carotisinterna’nın
Tip
1:
A.carotisinterna’nın
düz
şekilde
seyrettiği,
Tip
2:
A.
carotisinterna’nın S veya C şeklinde uzaması ve bu uzamanın lateral ya da mediale kavis
yaptığı, Tip 3: A. carotisinterna’nın bir veya iki kere kıvrılması, Tip 4: A. carotisinterna’nın
kendi üzerinde sarmal yapması şeklinde dört farklı varyasyon gösterdiğinden bahsetmişlerdir.
Vakamızda a. carotis interna’nın Tip 3’e uygunluk gösterdiği tespit edilmiştir.
Sonuç: A. carotis interna’nın boyun bölgesindeki seyri bu bölgede gerçekleştirilecek olan
operasyonların başarısı açısından oldukça önem arz etmektedir. Bu nedenle artere ait
morfolojik farklılıkların iyi bilinmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Arteriacarotisinterna, Kıvrılma, Varyasyon
93
P-28
İnsan
Kuru
Kafataslarında
Foramen
Magnum’un
Morfometrik
Olarak
Değerlendirilmesi
Akın D*, Kabakçı Aydın AD*, Büyükmumcu M*, Sindel M**, Öğüt E**, Yılmaz
MT*,Şahin G*
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya,
**Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya.
Giriş:
Bu çalışmada, kranioservikal bileşkeyi oluşturan ve içerisinden önemli anatomik
yapıların geçtiği for. magnum’a ait morfometrik ölçümler yapılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki
46erkek, 54 kadınolmaküzeretoplam 100 bireyinkuruolaraksaklanankafataslarıüzerinde
gerçekleştirilmiştir. Kafataslarında cinsiyet tayini çeşitli topografik noktalardan yararlanılarak
gerçekleştirilmiştir
(Arcussuperciliaris,
protuberantiaoccipitalisexterna).
Çalışmada
foramenmagnum'a ait morformetrik ölçümler (for. magnum'unanterior-posterior uzunluğu
(FAPÇ), for. magnum'untransvers çapı (FTÇ), condylusoccipitalis'in ön-arka uzunluğu
(COU), condylusoccipitalis'in genişliği (COG) , condylusoccipitalis'in arka ucu ile
for.magnum'un arka ucu arasındaki uzunluk (COOU), condylusoccipitalis'in ön ucu ile
for.magnum'un ön ucu arasındaki uzunluk (COBU), fossa condylaris arasındaki mesafe)
gerçekleştirildi. Ayrıca for. magnum görünümü morfolojik olarak Chethan ve ark. (2011)’nin
tanımladığı sınıflandırma kullanılarak 1-yuvarlak, 2-yumurta, 3-tetragonal, 4- oval, 5düzensiz, 6-hexagonal,7 pentagonal ve 8-dikdörtgen şeklinde gruplandırıldı. Elde edilen
veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma sonucunda for. magnum’unönvearkauzunluğu (FAPÇ)
ortalama
37,00±2,77 mm (FAPÇ-erkek: 37,42±2,44, FAPÇ-kadın: 36,65±3,00), foramen magnum’un
transvers uzunluğu (FTÇ) ortalama 32,85±5,04 mm (FTÇ-erkek:33,91±6,72, FTÇkadın:31,94±2,70) olarak tespit edildi. Erkek ve kadın bireylerde for. magnum’un ön ve arka
uzunluğu (FAPÇ) ve for. magnum’un transvers uzunluğu (FTÇ) arasınd istatiksel olarak
anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Çalışma sonucunda for.magnum’un %32 oranında
tetragonal olarak en fazla oranda görüldüğü belirlendi.
94
Sonuç: Bu çalışmada for. magnum’a ait veriler kuru kemik üzerinde değerlendirildi. Elde
edilen sonuçların for. magnum ile ilgili cerrahi girişimlerde yardımcı olacağı kanısındayız.
Anahtar kelimeler: Foramenmagnum, Condylusoccipitalis, Morfometri
95
P-29
Arteria Renalis Dextra Varyasyonu
Keskinöz EN*, Kabakçı Aydın AD**, Akın D**, Özbek O***, Özen KE**
* Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., İstanbul,
** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Konya,
*** Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji A.D., Konya
Giriş: Böbreği besleyen arteria renalis lumbal 1. (L1) ve 2. (L2) vertebra seviyesinden, arteria
mesenterica superior’un hemen altında aorta abdominalis’in anterolateral ya da lateral
kısmından çıkar. Embriyonik damar olan mesonefronların lateral dallarının erişkinlikte
kaybolmaması nedeniyle arteria renalis anatomisi oldukça varyasyon gösterir. Renal
morfolojik varyasyonlar arasında en sık karşılaşılan çift arteria renalis varyasyonudur.
Olgu Sunumu: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesine,
postprandiyal abdominal ve karın ağrısı ile başvuran 67 yaşındaki erkek hastanın incelenen
bilgisayarlı tomografi görüntülerinde arteria renalis varyasyonuna rastlandı. Literatürde arteria
renalis’in kök varyasyonlarına dair %11 ile %30,9 arasında değişen farklı değerler
verilmektedir.
Tartışma: Klasik anatomi ders kitaplarına göre bireylerin %70’inde aorta abdominalis’ten
yaklaşık L1-L2 vertebra seviyesinde köken alan tek bir arteria renalis bulunmaktadır. Ancak
sadece bir arter ve bir venin oluşturduğu klasik renal damarlanma tanımı vakaların sadece
%25’inde görülür. Diğer yandan arteria renalis varyasyon sıklığının, sosyal, etnik ve ırksal
farklılıklar gösterdiği bilinmektedir.
Sonuç: Çift arteria renalis ile beslenen böbrektransplantasyonlarında görülen başarısızlık,
varyasyon göstermeyen böbrek transplantasyonlarına göre daha yüksek oranda görülmektedir.
Bu çalışmadan elde ettiğimiz sonuçların; karşılaşılabilecek varyasyonlara olan farkındalığı
arttıracağını ve cerrahi yönetimin başarısını olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler:Arteria renalis, Varyasyon, Bilgisayarlı Tomografi
96
P-30
Mianserin ile Tedavi Edilen Diabetik Sıçanlarda Gözlenen Hippokampal Hacim
Değişiklikleri
PolatE*, Söztutar E**, ÜçelUİ***, UlupınarE**
*Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri
Anabilim Dalı, Eskişehir.
**Eskisehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir.
***Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir
Diabetes mellitus, kardiyovasküler sistem, böbrekler, gözler ve beyin başta olmak üzere pek
çok organda komplikasyonlara neden olan sistemik bir hastalıktır. Beyindeki değişiklikler;
nöropeptid ekspresyonundaki farklılıklar, nörotoksisite, astrogliozis ve hippokampal sinaptik
plastisitede azalma şeklinde görülmektedir.
Mianserin esasen major depresyon tedavisinde kullanılan, selektif 5-HT2 serotonin reseptör
ve parsiyel adrenerjik reseptör agonisti bir ilaçtır. Bu çalışmada, deneysel olarak diabetes
mellitus oluşturulmuş sıçanlarda Mianserin tedavisinin hippokampus hacmi üzerindeki
etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Sıçanlar; sağlıklı kontrol (SK), Streptozotosin enjeksiyonuyla diabetes mellitus yapılanlar
(DM),
iki hafta boyunca oral gavajla günde 30 mg/kg (DM+30mg/kg) ve 45 mg/kg
dozlarında (DM+45mg/kg) Mianserin uygulananlar olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Tedavi
sonrasında perfüze edilen sıçanların beyinlerinden sistematik randomize örnekleme
yöntemiyle alınan kesitler Nissl yöntemiyle boyanmıştır. Hippokampus’ün gyrus dentatus ve
CA1-3 bölgelerinin hacimleri Cavalieri metoduyla hesaplanmıştır. Elde edilen veriler tek
yönlü varyans analiziyle karşılaştırılmıştır.
DM grubundaki sıçanların CA1-3 bölgelerinin hacimleri (1.12 mm3) SK grubundakilere
(0.69 mm3) oranla anlamlı düzeyde (p<0.01) artış göstermiştir. Mianserin ile tedavi edilen
gruplarda ise bu hacimler doza bağımlı olarak düşüş göstermiştir (30mg/kg ve 45mg/kg
dozları için sırasıyla; 1.01 mm3 ve 0.52 mm3). Benzer şekilde, gyrus dentatus hacimleri de
diyabetli sıçanlarda
(0.59 mm3) SK grubundakilere (0.39 mm3) oranla daha yüksek
bulunmuştur (p<0.05). Mianserin tedavisi 30mg/kg dozlarında uygulandığında granüler ve
97
piramidal hücre tabakalarının hacimlerinde anlamlı bir farklılığa yol açmazken, 45mg/kg
dozda hippokampal hacimleri kontrol grubundakilere benzer oranlara getirmiştir.
Hippokampus hacimlerinde meydana gelen değişiklikler, diyabetli hayvanların beyinlerinde
ve hippokampus’lerindeki orantısız hacim değişikliklerinden kaynaklı olabilir. Mianserin’in
hippokampal hacim oranları üzerindeki olumlu etkilerini; serebrovasküler mikroanatomik
değişiklikler, reaktif nörogenezis veya gliozis düzeyini azaltmak suretiyle gerçekleştirdiği
düşünülmektedir.
Anahtar Kelime: Hippokampus hacmi, Cavalieri, Mianserin
98
P-31
Sıçanlarda Karbon Tetraklorür ile Oluşturulan Testis Hasarına Karşı Caffeic Acid
Phenethyl Ester’in Koruyucu Etkileri
Taşlıdere E*, ÇetinA*, ElbeH*, VardıN*,Gül M*, OtluA*
*Inönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji ABD, MALATYA
Giriş: Bu çalışmada karbon tetraklorür’ün (CCI4 ) neden olduğu testis hasarına karşıcaffeic
acid phenethyl ester (CAPE) in etkilerini incelemeyi amaçladık.
Materyal- Metod: 28 adet Wistar-albino sıçan 4 gruba ayrıldı (n=7). Grup 1: Kontrol (5%
etanol, 1 ml/gün/ip), Grup 2: Zeytinyağı (0.5 ml/gün aşırı/ip), Grup 3: CCl4 (0.5 ml/kg gün
aşırı/ip), Grup 4: CCl4+CAPE (10 µmol/kg/gün/ip). Deney sonunda alınan doku örnekleri
%10’luk formaldehidde tespit edilerek parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5μm
kalınlığındaki kesitler hematoksilen-eozin ile boyandı. Testiküler hasarı değerlendirmek için
ışık mikroskobunda her kesitten X20 büyütmede rastgele 100 tübül incelenerek sağlam,
atrofik ve dejenere tübüller olarak sınıflandırıldı. Kesitler, Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve
Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, UK)
kullanılarak incelendi.
Bulgular: Kontrol ve zeytinyağına ait testis kesitleri normal histolojik görünümdeydi. CCI4
grubunda seminifer tubullerin %55.00±4.22’si sağlam, %25.00±2.67si atrofik ve %
20.00±1.88’i dejeneratif olarak gözlendi. Ayrıca, bazı seminer tübüllerin lümeninde
multinükleer dev hücrelere rastlandı. CCI4 + CAPE grubunda ise tübüllerin %72.14±3.91’i
sağlam, %16.42±2.10’u atrofik ve %11.42±2.36’sı dejeneratifti. CCI4 grubunda etkilenen
tübüllerin sayısı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde artarken (p<0.05),
CCI4+CAPE grubunda etkilenen seminifer tübüllerin sayısının, CCI4
grubuna göre
istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı tespit edildi (P<005).
Sonuç: CAPE’ nin, CCI4’ün testis üzerindeki hasarlayıcı etkilerinin azaltılmasında faydalı
olabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Karbon tetraklorür, CAPE, Testis, Sıçan
99
P-32
Sıçanlarda Galaktozamin ile Oluşturulan Akciğer Hasarına KarşıPentoxifylline ve
CaffeicAcidPhenethylEster’in İyileştirici Etkileri
TaşlıdereE*, Vardı N*, Ateş B**, Elbe H*, Yıldız A*, Karaaslan M**
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji ABD MALATYA
**İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü, MALATYA
Giriş: Bu çalışmada, Galaktozamin (GAL) ile akciğerde meydana gelen histolojik
değişiklikler ve bu değişiklikler üzerine pentoxifylline (PTX) ve caffeicacidphenethyl ester
(CAPE)’in etkilerinin histolojik ve biyokimyasal yöntemlerle incelenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Çalışmada 48 adet Wistar albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Denekler
Grup 1:Kontrol Grup 2:GAL (500mg/kg) Grup 3:GAL+PTX (20 mg/kg) grubu Grup4:
GAL+CAPE (10µmol/kg) Grup 5:PTX ve Grup 6:CAPE olarak 6 gruba ayrıldı. 21. Gün
sonunda bütün sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi ve akciğerleri
çıkarıldı. Örnekler ışık ve biyokimyasal incelemeler için hazırlandı. Kesitler hemotoksileneozin ve periodicacidschiff ile boyandı ve Leica DFC-280 ışık mikroskobunda incelendi.
Malondialdehyde (MDA) andglutathione (GSH) seviyeleri ile superoxidedismutase (SOD) ve
katalaz (CAT) aktiviteleri ölçüldü.
Bulgular: Histolojik analizlerde; kontrol grupları normal histolojik yapıda izlendi.
Galaktozamin uygulanan grupta akciğerde alveolarhemorajive parankimada lenfosit ve
makrofaj birikimi gözlendi.
Biyokimyasal analizlerde; galaktozamin uygulanan grupta,
kontrol grubuna göre MDA seviyelerinde artış gözlenirken, GSH, SOD ve CAT
aktivitelerinde azalma izlendi. Diğer yandan GAL uygulanan sıçanlara PTX ve CAPE
verilmesiyle akciğerde izlenen histolojik ve biyokimyasal hasarın düzeldiği gözlendi. Bu
gruplarda histopatolojik hasar skorunun ve MDA seviyesinin GAL grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı derecede azaldığı (p<0.05) GSH, SOD ve CAT aktivitelerinin ise anlamlı
derecede arttığı tespit edildi (p<0.05).
Sonuç: Bu çalışma GAL’in neden olduğu akciğer hasarı üzerine PTX ve CAPE’nin
iyileştirici etkileri olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer, Galaktozamin, Pentoxifylline, CAPE
100
P-33
Os Coxae’nın Morfometrik Ölçümlerinin ve Eklem Yüzey Alanlarının Hesaplanması
Atay E*, Al Ö**, Ertekin T**, Nisari M**, Unur E**
*Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İlk ve Acil Yardım
Programı, Kilis
**Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri
Amaç: İnsanda pelvis iskeletinin oluşumunda yer alan os coxae, morfometrik özellikleri
açısından anatomi, ortopedi ve adli tıp gibi bilim dalları için önem arz etmektedir. Biz bu
çalışmada os coxae’nın morfometrik ölçümlerinin ve eklem yüzey alanlarının hesaplanmasını
amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, Erciyes Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı’na ait, 0.1
milimetre (mm)’ye duyarlı kumpas kullanılarak ölçüm yapılan 30 adet kuru os coxae
kullanıldı. Kemikler üzerinde yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Belirlenen 22 parametre
aracılığıyla morfometrik ölçümler gerçekleştirildi. Bu parametrelerden 19 tanesi iki nokta
arasındaki uzaklıklar ve kemiğin çeşitli bölümlerindeki kalınlıklardan meydana gelirken
geriye kalan 3 tanesi ise eklem yüzey alanlarının belirlenmesi ile ilgiliydi. Morfometrik ölçüm
değerleri istatistiksel analiz programı SPSS 16.0 aracılığı ile değerlendirildi.
Bulgular: Sağ ve sol tarafa ait kemiklerde yapılan ölçümlerde Facies auricularis (FA)’lerin
eklem yüzey alanlarının ortalamaları sırasıyla 1614.25±470.39 mm2 ve 1327.53±259.79 mm2
olarak hesaplandı. Ölçümler arasında anlamlı bir fark elde edilmedi (p>0.005). Parametreler
arasındaki korelasyonu değerlendirmek için Pearson korelasyon analizi yapıldı. Özellikle
Maksimum ilium genişliği (IG) ile Spina iliaca anterior superior (SIAS) ile Facies auricularis
(FA) arasındaki en kısa uzaklık (SIAS-FA) arasında pozitif yönde, güçlü ve çok anlamlı bir
ilişki gözlendi (r>0.750, p=0.000).
Sonuç: Os coxae’nın anatomik özellikleri ortopedik cerrahi ve adli tıp gibi birçok bilim dalı
için önem arz etmektedir. Bundan dolayı yaptığımız çalışmada elde edilen verilerin bu
alanlarda kullanılabilir olmasını umut etmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Os coxae, Morfometri, Eklem yüzey alanı, Anatomi
101
P-34
Obezitede Kullanılan Beta hCG Tedavisinin Sıçanlarda Testis Dokusuna Etkisinin
İncelenmesi
Tunç E*, Çalgüner E**, Erdoğan D***, Elmas Ç***, Öktem H****, Göktaş G***, Gözil
R**, Bahçelioğlu M**
*Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
**Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye
***Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Beşevler,
Ankara, Türkiye
****Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Son yıllarda obezite tedavisiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, hipotalamikdisfonksiyona
yönelik olarak kullanılan hCG hormon preparatının, günde tek doz olacak şekilde, subkutan
karın bölgesine uygulanmasıyla kilo vermenin hızlandığı belirtilmiştir.Bu nedenle
çalışmamızda, kafeterya stili diyet ile şişmanlatılmış sıçanlara düşük doz beta hCG
uygulanmasıyla,
erkeklerde
testis
dokusunda
meydana
gelebilecek
değişikliklerin
immünohistokimyasal olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Araştırmamızda 10 obez erkek
ve 10 obez olmayan erkek sıçan kullanılmıştır. Obez ve obez olmayan iki gruptaki 7’şer rata 5
hafta süreyle haftada 5 gün subkutanhCGenjeksiyonu günde tek doz betahCG ve 3’er rata da
placebo uygulaması başlanmıştır. Belirlenen sürelerin sonunda sıçanlardan alınan dokular
immünohistokimyasal olarak değerlendirilmişlerdir.Çalışma sonuçlarımızda, testis dokusunda
belirgin değişikliklerin gözlenmemesi, hormon reseptör sayılarındaki artış ve azalışların,
hormon seviyesindeki artış ve azalışlara koşut gerçekleşmiş olabileceği sonucunu
düşündürdü.Sonuç olarak, hCG uygulamasının, diyete ek olarak uygulanmasının testis
üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Obezite, Beta hCG, Testis
102
P-35
Obezitede Kullanılan Beta hCG Tedavisinin Sıçanlarda Böbrek Üstü Bezi Dokusuna
Etkisinin İncelenmesi
Tunç E*, Çalgüner E**, Erdoğan D***, Elmas Ç***, Öktem H****, Göktaş G***, Gözil
R**, Bahçelioğlu M**
*Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye
**Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Beşevler, Ankara, Türkiye
***Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Beşevler,
Ankara, Türkiye
****Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Son yıllarda obezite tedavisiyle ilgili olarak yapılan çalışmalarda, hipotalamikdisfonksiyona
yönelik olarak kullanılan beta hCG hormon preparatının, günde tek doz olacak şekilde,
subkutan karın bölgesine uygulanmasıyla kilo vermenin hızlandığı belirtilmiştir. Bu nedenle
çalışmamızda, kafeterya stili diyet ile şişmanlatılmış sıçanlara düşük doz beta hCG
uygulanmasıyla, böbrek üstü bezi dokusunda meydana gelebilecek değişikliklerin
immünohistokimyasal olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmamızda 10 obez dişi,
10 obez erkek, 10 obez olmayan dişi, 10 obez olmayan erkek sıçan kullanılmıştır. Obez ve
obez olmayan iki gruptaki 7’şer rata 5 hafta süreyle haftada 5 gün subcutan beta
hCGenjeksiyonu günde tek doz beta hCG ve 3’er rat’a da placebo uygulaması başlanmıştır.
Daha sonra perfüzyon yöntemi ile böbreküstü dokuları alınan hayvanlara, ötenazi uygulanmış
ve alınan dokular immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir. Çalışma sonuçlarımızda,
böbrek üstü bezinde belirgin değişikliklerin gözlenmemesi, hormon reseptör sayılarındaki
artış ve azalışların, hormon seviyesindeki artış ve azalışlara koşut gerçekleşmiş olabileceği
sonucunu düşündürdü. Sonuç olarak, beta hCG uygulamasının, diyete ek olarak
uygulanmasının böbrek üstü bezlerde herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler:Obezite, beta hCG, Böbrek Üstü Bezi
103
P-36
Postural denge ile bazı ayak antropometrik ölçümleri arasındaki ilişki.
Uluçam E*, Yılmaz A*, Çıkmaz S*, Parlak M*, Dönmez D*
*Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Edirne, Türkiye
Amaç: İnsan vücudunun bazı ayak antropometrik verilerinin, statik postur dengesi üzerindeki
olası etkilerinin araştırılması.
Materyal ve Metod: Çalışmamıza, etik kurul onayı alındıktan sonra, sağlıklı 17 erkek denek
alındı. Ölçümler için FDM SystemType FDM 1,5 kuvvet platformu (Zebris© MedicalGmbH,
Germany) kullanıldı. Deneklerin sırası ile ayak uzunluğu, ayak çevresi, ayak genişliği ve ayak
tabanı çevresi ölçüldü. Daha sonra gözler açık ve kapalı olacak şekilde statik postur ölçümleri
yapıldı. COP alanı (Center of pressure), TYU (total yol uzunluğu), APKM (antero-posterior
kayma mesafesi), LKM (lateral kayma mesafeleri) tespit edildi. Bu veriler arasındaki ilişki
istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Sağ ayak genişliği ile COP alanı (göz kapalı) arasındaki ilişki orta dereceydi (r = 0,29). Sol ayak genişliği, APKM (göz açık) ile orta dereceli bir bağıntı (r = -0,36)
gösteriyordu. Sağ ayak çevresi ile TYU (göz açık) (r = 0,28) ve APKM (göz açık) (r = -0,34)
arasında da orta dereceli bir korelasyon tespit edildi. Sol ayak çevresi ise APKM (göz açık)
arasındaki ilişkide orta düzeydeydi (r = -0,27). Diğer bulgular arasında herhangi bir ilişki
tespit edilmedi.
Sonuç: Çalışmamızda statik postural denge ile ayak antropometrik ölçümlerin ilişkisi
incelendi. Ayak ölçülerinin statik denge ile arasında zayıf bir korelasyon olduğu görüldü.
Denek sayımızın arttırılması bize daha anlamlı sonuçlar verebileceği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Statik denge, Postur, Antropometri, Ayak.
104
P-37
Truncus Coeliacus Dallanma Varyasyonu ile Sirkumaortik Vena RenalisSinistra Olgusu
Turamanlar O*, Kaçar E**, Horata E***, Madan G***
*Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
***Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
Afyonkarahisar
Giriş: Vena renalis’ler, arteria renalis’lerin önünden geçerek v. cava inferior’a açılırlar. Vena
renalis sinistra, aorta abdominalis’in önünde uzanır. Arteria hepatica ve arteria splenica ise
aorta abdominalis’ten kaynaklanan truncus coeliacus’un terminal dallarıdır.
Olgu Sunumu: 56 yaşındaki bayan hastanın çekilen üst abdominal spiral bilgisayarlı
tomografisinde, aorta abdominalis’ten ayrı çıkış gösteren arteriahepatica ve arteriasplenica ile
birlikte sirkumaortik vena renalissinistra varyasyonu saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Sirkumaortik vena renalissinistra’nın görülme sıklığı %0,3-6,3 arasında
değişmektedir. Renalvasküler yapıların yeri ve anatomisi genel ve vasküler cerrahlar,
travmatoloji, üroloji ve radyoloji uzmanlarının hastalık teşhisinde ve uygulayacakları cerrahi
yöntemlerde önem taşımaktadır. Özellikle radyolojik olarak doğru tanıya ulaşmak ve
komplikasyonsuz bir şekilde ameliyatı gerçekleştirmek için, bu bölgenin anatomisi ve
konjenital anomalilerin varlığını bilmek hayati derece önemlidir.
Olgumuzdaki gibi truncus coeliacus dallanma varyasyonu %3 oranında görülmektedir. Üst
abdominal bölgenin cerrahi yaklaşımlarında, bu bölgeye ait damarların anatomisinin ve
varyasyon bilgisinin irdelenmemesi, bazen ölümcül komplikasyonlara yol açabilecek önemli
bir hata riskine yol açabilmektedir.
Sonuç olarak sirkumaortik vena renalis sinistra ile truncus coeliacus varyasyonlarına klinik
açıdan dikkat edilmesi gerekir. Bu varyasyonların bilinmesi doğru tanı koyma ve cerrahi
sırasında iatrojenik yaralanmalardan kaçınma açısından önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Sirkumaortik vena renalissinistra, Truncuscoeliacus.
105
P-38
SiyatikSinirKesisiSonrasıOzon’unSinirRejenerasyonuÜzerineEtkisi
Öğüt E*, Aslan M**, Sarıkcıoğlu L*, Yıldırım FB*
*AkdenizÜniversitesi Tıp FakültesiAnatomiAnabilim Dalı, Antalya
**AkdenizÜniversitesi Tıp FakültesiBiyokimyaAnabilim Dalı, Antalya
Amaç: Çalışmamızın amacı; ratlarda deneysel olarak oluşturulan periferik sinir kesis
imodelind ozonun iyileştirici etkilerini belirleyerek sinir kesisine bağlı morbiditeyi en aza
indirmek ve bunların biyokimyasal yöntemle araştırılması amaçlandı.
Materyal ve Metot: Çalışmamızda 100 adet yetişkin, erkek, ağırlıkları 400-450gr arasında
değişen Rattusnorvegicus. Wistar albino rat kullanıldı. 100 adetWistarcinsisıçan 4 gruba
ayrıldı. Kontrol grubu (n=20), hiçbir işlem yapılmadı, Sham grubu (n=20), ameliyat stresi
yaratıldı. Grup 1’de (n=30) sinirkesilipdikildi, hiçbirtedaviuygulanmadı. Grup 2’de (n=30),
sinir kesip dikimini takiben 35-40 ug/ml 5 cc ozonintraperitoneal olarak 2 ay sureyle
uygulandı. Bütün deney gruplarından, tedavi bitiminde alınan tam kan örneklerinden, plazma
ayrılarak ve siyatik sinirleri diseke edilerek-80ºC’deanalizedilene kadar saklandı. Elde edilen
homojenatlar 4ºC’de, 10000xG’de 15 dakika, santrifüj edildi ve süpernatantlardan antioksidan
enzimler analizedildi. Gruplar arasındaki istatiksel farklılık tek yönlü varyans analizi ve tukey
testi ile değerlendirildi.
Bulgular: Biyokimyasal analiz sonucunda, ozon tedavisi uygulanan grupta plazma SOD
(Süperoksitdismutaz),CAT (katalaz),GPx (glutatyonperoksidaz) aktivitesininarttığıgörüldü.
Hücre içi antioksidan enzimlerinindeğerleri, kesi grubuna göre istatiksel olarak anlamlı
farklılık
gösterdi(p<0.001).Ozonverilengruptasiyatiksinirdoku
SOD
veMDA
(malonildialdehit)düzeyleride istatikselolarakanlamlıfarklılıkgösterdi(p<0.05).
Sonuç: Tekrarlayan ozon uygulamaları sonucunda antioksidan system uyarılarak oksidatif
strese karşı direnç gelişir. Ratlarda deneysel olarak oluşturulan periferik sinir kesisinde,
ozon’un
plazmada
ROS
(reaktifoksijenörnekleri)üretmesi,
ROS’un
da
çok
sayıda
biyokimyasal yolu tetiklemesi ile plazmadaki antioksidan enzim seviyesini yükselterek, sinir
kesisi üzerine rejenerasyon yeteneğini arttırmasından kaynaklandığı düşünülebilir.
AnahtarKelimeler: İntraperitoneal, Ozon, Ozonterapi
106
P-39
Yüz Nakli ve Yüzün Duyusal İnnervasyonu
Boduç E*, Öztürk L*, Görür İ*
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Giriş:Trigeminal sinir angulusmandibula etrafındaki küçük bir alan ve lobulusauriculae
dışındaki tüm yüzün duyusunu alır. Perikaryonlarıgangliontrigeminale’de bulunan nöronların
periferik uzantıları n. ophthalmicus, n. maxillaris ve n. mandibularis içerisinde yüzdeki
fonksiyon alanına giderler. Yüzde oluşan bozuklukların onarılması söz konusu olduğunda,
yüz nakli operasyonlarının yüzü hem estetik hem de fonksiyonel açıdan restore etmesi
beklenmektedir. Ne var ki yüz naklinde duyusal iyileşmenin mekanizması tam olarak
aydınlatılabilmiş değildir.
Materyal ve Metot: Çalışmada Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı’nda
7 erkek kadavra kullanılmıştır. Bu kadavralardan iki tanesine teknik olarak,
a.
temporalissuperficialis (ATS) ve a. facialis (AF) pedikül metodu uygulanmış ve yüz naklinin
donorden alınan yüz flebi aşaması kadavrada taklit edilmiştir. Geri kalan 5 kadavrada n.
trigeminus’un, n. ophthalmicus, n. mandibularis ve n. maxillaris dalları, mandibula içindeki n.
alveolarisinferior bunların dışında n. supraorbitalis, n. infraorbitalis ve n. mentalisdiseke
edilmiştir.
Tartışma:
Yapılan
yüz
nakli
operasyonlarından
sonra
n.
trigeminus
hasarının
iyileştirilebilmesi ve yüz dokusunun tam anlamıyla bir fonksiyonel duyusal iyileşme
gösterebilmesi için halen çalışılmaktadır. Operasyondan sonraki ilk iki hafta, dördüncü ay ve
altıncı
aylarda
yapılan
testler
sonucu
dokunma
duyusu,
hafif
dokunma,
duyu
diskriminasyonu, sıcak ve soğuk duyusu algısı değerlendirilmiştir. Fakat kortikal algıya ışık
tutan duyusal ve proprioseptiffeedback mekanizması henüz tam çözülebilmiş değildir.
Sonuç: Kadavra üzerinde yaparak taklit ettiğimiz cerrahi girişimlerde, yüz nakilleri esnasında
gösterilen bütün cerrahi titizliğe rağmen, geniş bir doku tahribatının kaçınılmaz olduğunu
gözlemledik. Bu hasarın n. trigeminus için de söz konusu olduğunu belirledik. Algılanamayan
bir maske yüzün işlevsellik veya sosyal iletişim anlamında kişinin beklentilerine yanıt
veremeyeceğini yaptığımız çalışma bize göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Yüz nakli, Yüzün duyusal innervasyonu, N. trigeminus
107
P-40
Rotenona Bağlı Merkezi Sinir Sistemi Hasarına Karşı Asetilsalisilik Asitin Koruyucu
Etkisinin Araştırılması
Köse E*, Ekici S**, Karademir Z**, Elbe H***, Vardı N***, Parlakpınar H****, Sağır
M****, Acet A****
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi 6. sınıf öğrencisi, Malatya, Türkiye
***
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
****İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
Amaç: Rotenon, insektisit ve balık öldürücü olarak kullanılan mitokondrial bir toksindir. Son
zamanlarda
deneysel
merkezi
sinir
sistemi
(MSS)
hasarı
oluşturmak
amacıyla
kullanılmaktadır. Çalışmamızda rotenon’la oluşturulmuş MSS modelinde, asetilsalisilik asit
(ASA)’nın koruyucu etkileri araştırılmıştır.
Gereç-Yöntem: Çalışmamızda 28 adet Wistar-albino cinsi dişi sıçan 4 eşit gruba ayrıldı.
Grup 1 kontrol olarak kullanılırken, Grup 2’ye (Rotenon) ise subkutan (s.c.) yolla 7 gün
boyunca günde 1 kez 3 mg/kg rotenon enjekte edildi. Grup 3’deki hayvanlara (ASA), orogastrik kanül ile (p.o) 7 gün boyunca günde 1 kez 10 mg/kg ASA verildi. Grup 4’e ise (ASA+
Rotenon), ilk doz rotenon uygulamasından 30-45 dakika önce p.o. ASA uygulanıp, 7 gün
boyunca hem rotenon hem de ASA verildi. Çalışmanın 1. ve 8. günü motor koordinasyon ve
denge değerlendirmeleri için rotarod ve accelerod testleri, analjezi için hot-plate ve tail flick
ölçümleri yapıldı. Çalışmanın sonunda, yüksek doz anestezi altında ötenazi sonrası beyin ve
beyincik doku örneklerinden histopatolojik incelemeler yapıldı.
Bulgular: Histolojik olarak, kontrol ve sadece ASA verilen grupların beyin ve beyincik
dokuları normal idi. Sadece rotenon uygulanan hayvanların beyin dokusunda kontrole göre
artmış perivasküler ödem, inflamasyon ve nöronal dejenerasyon mevcuttu. Cerebellum’da ise
dejenere pürkinje hücreleri ve pürkinje hücre kaybı izlendi. ASA+ rotenon grubunda ise her
iki dokudaki histopatolojik bozulmaların anlamlı bir şekilde azaldığı gözlemlendi.
Rotenon uygulaması, rotarod ve accelerod sonuçlarında bozulmalara yol açtı. Rotenon ile
ASA’nın beraber uygulanması anlamlı düzelmelere sebep oldu. Ayrıca hot-plate test
sonuçlarımız bu bulgular ile koreleydi.
108
Sonuç: Antiinflamatuvar ve antioxidan özelliği olan ASA’nın rotenon’a bağlı oksidatif stres
ve inflamasyon kaynaklı MSS hasarında faydalı etki gösterdiği düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Rotenon, MSS hasarı, Asetilsalisilik asit
109
P-41
Futbol ve Basketbol Oyuncularının UltrasonografikPatellarTendon, Femoral Kıkırdak
Kalınlığı ve İzokinetik Kas Gücünün Karşılaştırılması
KafkasME*, KızılayE**, KafkasAŞ*, KızılayF***, DurmuşB****
*İnönüÜniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu/MALATYA
**KadirliDevletHastanesi FTR Kliniği/OSMANİYE
***İnönüÜniversitesiTurgutÖzal Tıp Merkezi FTR A.D./MALATYA
****ErenköyFizikTedaviveRehabilitasyonEğitimveAraştırmaHastanesi/İSTANBUL
Giriş: Futbol ve basketbolcular gibi özellikle alt ekstremitetravma riski yüksek olan
sporcularda yaralanma insidansını da göz önüne alarak dominant taraf diz tendon ve kıkırdak
kalınlığı ile izokinetik kas gücü ölçümü sonucunda koruyucu ve geliştirici egzersiz planlarının
yapılabilmesine yol göstermek amaçlandı.
Metod: Çalışmaya basketbol (n=11), futbol (n=12) branşından toplam 23 sporcu katıldı.
Patellartendon genişliği uzun enine eksen boyunca ölçüldü. Bu transvers ölçümün orta
noktasından tendon kısa eksen çapı ölçüldü. Femoral kıkırdak kalınlığı diz tam fleksiyon
pozisyonunda iken lateralkondil, interkondiler alan ve medialkondil olmak üzere 3 noktadan
(orta nokta) ölçüldü. 600/ snaçısal hızda dominant diz fleksiyon ve ekstansiyonizokinetik kas
güçleri ve Hamstring:Quadriceps (H:Q) kas gücü oranı ölçüldü.
İstatistiksel analiz: Homojenlik testleri "KolmogorovSmirnov" analizi ile yapıldı. Veriler
normal dağılım göstermediği için iki branş arasındaki karşılaştırmalarda “Two Independent
Samples T Test” uygulandı. Bütün istatistik analizler SPSS 17.0 paket programı kullanılarak
yapıldı. Veriler ortalama ± Sd olarak belirtildi. Araştırmada anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak
kabul edildi.
Bulgular: Patellartendon kalınlığı basketbolcularda 2.16±.43 mm, futbolcularda 2.06±.32 mm
bulundu. İki branş arasında dominant diz femoral kıkırdak kalınlığı (medial-lateralkondil ve
interkondiler bölge) ile patellartendon kalınlığı ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunamadı (p>0.05). İzokinetik kas gücü basketbolcularda 196.40±19.8 Nm, futbolcularda
210.45±23.15 Nm bulundu. Branşlar arasında 600/ snaçısal hızda ölçülen dominant diz
fleksiyon ve ekstansiyonizokinetik kas güçleri ile H:Q oranları arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunamadı (p>0.05).
110
Sonuç: Futbol ve basketbol branşıyla uğraşan sporcular arasında dominant taraf diz
patellartendon, femoralkondiler kıkırdak kalınlıkları ile izokinetik kas güçleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
Anahtar kelimeler: Futbol, Basketbol, Tendon Kalınlığı, İzokinetik
111
P-42
Nomina Anatomica’dan Terminologia Anatomica’ya Genel Anatomi Terminolojisi
GeneciF*, OcakM*,Akdemir AktaşH*,UzunerMB*, AşkitÇ**,SargonMF*
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
**Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı, Ankara
Anatomi biliminin yol haritası olan anatomi terminolojisi son 120 yıldan günümüze kadar
değişime uğramış ve yeniden düzenlenmiştir. Binlerce anatomi teriminden oluşan bu doğru ve
kolay anlayabilmek için terminoloji baskılarının içeriğinde genel anatomi terimleri de yer
almaktadır.
Bu
çalışmada
Nomina
Anatomica(1989)’nın
altıncı
baskısıyla,
TerminologiaAnatomica(1998)’nın arasında terminolojiye yeni eklenen ve değişen genel
anatomi terimleri araştırıldı. TerminologiaAnatomica’da yer alıp NominaAnatomica’da
bulunmayan 84 yeni terim görülürken, NominaAnatomica’da bulunduğu halde 2 terimin
TerminologiaAnatomica’da yer almadığı tespit edildi. Ayrıca bu iki terminoloji basımı
arasında 26 terimin de Latince dil bilgisi değişikliğine uğradığı tespit edildi. Yeni eklenen
terimlerin büyük çoğunluğunu oluşturan insan vücudunun kısımları adlı başlığın bölümün
başına ilave edildiği, yine bu terimlerin ilgili konularda da tekrar vurgulandığı görüldü. Yeni
eklenen diğer terimlerin ve bazı Latince değişimlerin de terminoloji içeriğini daha düzenli ve
anlaşılır hale getirmek için eklenen regional sınıflandırmalardan kaynaklandığı tespit edildi.
Çıkartılan iki terimin ise insan vücudu üzerinde net karşılığı olmadığı gözlendi. Sonuç olarak
anatomi terminolojileri düzenli olarak güncellenmektedir ve terimleri en doğru şekilde ifade
edebilmek için çalışmalar günümüzde dahi sürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Nomina Anatomica, TerminologiaAnatomica, Anatomi Terminolojisi
112
P-43
Purkinje Nöronlarındaki Dendritik Plastisitede Çevresel Koşullara Paralel Olarak
Meydana Gelen Değişimler
ErgenFB*, SöztutarE*,**, Ay H**, UlupınarE*,**
*Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinler arası Sinirbilimleri
Anabilim Dalı, Eskişehir.
**Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir
Serebellum; gelişim süreci esnasında, farklılaşmaya en erken başlamakla beraber
matürasyonunu en geç tamamlaması sebebiyle sinir sisteminin olumsuz çevre koşullarına
karşı en fazla duyarlılık gösteren bölgelerinden birisidir. Perinatal dönemde maruz kalınan
olumlu veya olumsuz etkilere bağlı olarak granül hücrelerinin paralel lifleri ile Purkinje
nöronlarının dendritleri arasındaki sinaptik bağlantılarda değişiklikler meydana gelmektedir.
Bu çalışmada, prenatal strese maruz kalan sıçanların farklı çevresel koşullarda yetiştirilmesi
durumunda, Purkinje nöronlarında meydana gelen plastik değişikliklerin incelenmesi
amaçlanmıştır. Prenatal dönemde (E14-21) immobilizasyon stresine maruz kalan Wistar cinsi
erkek
sıçanlar;
sütten
kesildikten
sonra,
6
hafta
süreyle
farklı
koşullarda
(Zenginleştirilmiş=ZK, Standart =SK ve İzole =İK) yetiştirildi. Kardiak perfüzyonla sakrifiye
edilen sıçanların serebellar hemisferlerinden alınan 150µm kalınlığındaki kesitler Golgi-Cox
yöntemiyle boyandı. Purkinje hücrelerinin dendritlerindeki dikensi çıkıntıların analizleri
Neuro Lucida programı aracılığıyla yapıldı.
Farklı koşullarda yetiştirilen yavruların Purkinje nöronlarındaki dendritik dikensi çıkıntı
yoğunluğunda farklılık bulunmazken, bu çıkıntıların farklı tiplerinin oranları arasında anlamlı
farklılıklar gözlendi. SK’da yetiştirilen yavrularda mantarımsı, ince ve güdük tipteki dikensi
çıkıntılar eşit oranlarda (sırasıyla; %34, %32 ve %34) dağılım göstermekteydi. Oysa ZK’da
yetiştirilenlerde mantarımsı tipteki çıkıntılar artış gösterirken (%43), diğer tiptekilerde azalma
(%29 ve %28) gözlendi. Öte yandan IK’da yetiştirilenlerde, ince (%37) ve güdük tipteki
(%36) çıkıntıların daha fazla olduğu görüldü.
Daha stabilsinaptik bağlantıların bir göstergesi olan mantarımsı tipteki dikensi çıkıntı
yoğunluklarındaki
artış,
nörotransmisyon
kapasitesinin
güçlenmesiyle
paralellik
göstermektedir. Bu nedenle çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar, çevre koşullarının
113
hayvanların plastisite kapasitesi üzerinde uzun vadeli ve kalıcı etkilere sebep olabileceğine
işaret etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Serebellum, Dikensi çıkıntı, Yetiştirilme koşulları, Prenatal stres
114
P-44
ArcusZygomaticus’un İnsan Kafatasında Morfometrik Değerlendirmesi
Şahin G*, Akın D*, AydınKabakçı AD*, Sindel M**, Ay D**,Büyükmumcu MB*
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya,
**Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya.
Giriş: İnsan kuru kafataslarında arcus zygomaticus ile ilgili ölçümler yapılarak, arcus
zygomaticus’un morfometrik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ı koleksiyonda bulunan insan kuru
kafatasları üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çeşitli topografik noktalardan yararlanılarak (arcus
superciliaris,
protuberantia
occipitalis
externa)
kafataslarında
cinsiyet
tayini
gerçekleştirilmiştir. Her iki taraf arcus zygomaticus’u sağlam olan kafataslarının yanında, tek
taraflı ölçüm noktalarının ve ölçümde kullanılacak diğer kemik oluşumların sağlam olduğu
kafatasları da çalışmaya dahil edilmiştir. Ölçüm alınan noktalardan herhangi biri eksik olan
kafatasları çalışma dışında tutulmuştur. Ölçümler, arcus zygomaticus’da belirlenmiş
noktalardan (başlangıç noktası, arcuszygomaticus üzerinde en lateralde bulunan nokta, arcus
zygomaticus sonlanması hizasında mediale doğru genişlemenin başladığı nokta, arcus
zygomaticus’unmedialinde kalan açıklığın ön arka mesafesi vb.) dijital kaliper kullanılarak
tek araştırmacı tarafından alınmıştır. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak
değerlendirildi.
Bulgular: Ölçümler sonucunda arcuszygomaticus kalınlığı, sırasıyla önden arkaya seçilen üç
farklı noktada, erkeklerde sağda; 4,84±1,34 mm,
5,04±1,13 mm, 7,2±1,77 mm, solda;
4,85±1,17mm,
kadınlarda
4,9±1,32
mm,
7,58±2,62
mm,
sağda;
4,69±0,86
mm,
4,43±0,95mm, 7,16±1,6 mm, solda;4,68±1,09 mm, 4,58±0,89 mm, 9,82±2,01 mm olarak
çıkmıştır. Sağ ve sol taraf sağlam olan arcuszygomaticus’lar karşılaştırıldığında ve kadın
erkek arcuszygomaticus’ları karşılaştırıldıklarında aralarında belirgin bir fark görülmemiştir
(P<0,05).
115
Sonuç: Arcus zygomaticus kalınlığı ön orta ve arka noktalarda kadın erkek arası belirgin fark
göstermemektedir. Arcus zygomaticus’a ait toplanmış morfometrik veri, bölgeyi ilgilendiren
travmalarda tanı, tedavi ve plastik rekonstrüktif cerrahi girişimlerde yardımcı olabilir.
Anahtar kelimeler: Arcuszygomaticus, Morfometri, Kraniyometri
116
P-45
VertebraeCervicales’dekiForamenTransversarium
Varyasyonları:
Bir
Anatomik
Çalışma
Yeginoğlu G*, Ertemoğlu Öksüz C**, Çan MA*
* Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Trabzon
**Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek YO, Trabzon
Bu çalışmanın amacı cervicalvertebralarda ki foramen transversarium’un anatomik
varyasyonlarını araştırmaktır. Anabilim dalımızda bulunan 41 adet cervical vertebra
üzerindeki 82 foramen transversarium incelendi. İncelemeye alınan cervical vertebralar C1,
C2, C3-C6, C7 olmak üzere dört gruba ayrıldı. C1 ve C2 vertebralar üzerindeki foramen
transversarium’larda varyasyona rastlanmadı. C3-C7 vertebralar üzerinde tespit edilen
varyasyonlar bilateral, unilateral-sağ, unilateral-sol, complete ve uncomplete olarak
kaydedildi. Sonuçlar literatür bilgileri ile değerlendirildi, karşılaştırıldı ve klinik önemi
tartışıldı. Foramen transversariumdaki bu anatomik varyasyonların bilinmesi, içerisinden
geçen oluşumları yerleşimi açısından baş-boyun cerrahisi ve radyoloji için yol gösterici
olabilir.
Anahtar kelimeler:Cervical vertebra, Foramen transversarium, Anatomik varyasyon
117
P-46
Çift Varyasyonlu Atlas Vertebra
Yeginoğlu G*, Çan MA*
*KTÜ Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı TRABZON
Columna vertebralis’i oluşturan vertebralar bulundukları bölgelere göre sınıflandırılırlar ve
her bir bölgede farklı özellikleri içerirler. Boyun bölgesinde bulunan vertebralar da
“Vertebrae cervicales” olarak isimlendirilirler ve bunların da en üstte bulunan, Atlas ve Axis
adı verilen iki tanesi diğerlerinden yapısal farklılık gösterir. Birinci cervicalvertebra olan
atlas’ın diğer cervicalvertebralardan farkı corpusunun olmaması, massaelateralis adı verilen
yan parçalarının olmasıdır.
Öğrenci laboratuvarında vertebra demonstrasyonu sırasında yapısında çift varyasyona sahip
bir atlas vertebra tespit edildi. Varyasyonlardan biri bilateral olarak arcus posterior ile
processus transversusun birleşim yerinde, foramen transversarium’un posteriorunda anormal
bir foramenin olmasıydı. Diğer varyasyon ise yine bilateral olarak arcus posterior’un üst
yüzünde sulcus arteria vertebralisi üstten kapatan, sulcusu foramen şekline dönüştüren
köprünün bulunmasıydı.
Bu tip varyasyonların bu bölge beslenmesinde rol alan damarların yerleşim ve dallanma
farklılıkları göstereceğinden dolayı bölge ile ilgili klinik olgularla ilgilenen nörolog,
nöroşirurjyen, radyolog ve antropologlar için önemli olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Atlas vertebra, Foramenvertebrale, Varyasyon
118
P-47
2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Oluşturduğu Hippocampal Nöron Azalması
ve Vitamin E ve Vitamin C’ nin etkisi
Özgüner G*, Adıgüzel E**, Çömlekçi S***, Bilkay C*, Dursun A*, Öztürk K*, Güngör
A****, Sulak O*.
*SDÜ Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Isparta
**PamukkaleÜniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Denizli
***SDÜ MühendislikFakültesiTelekomünikasyonAD, Isparta
****PamukkaleÜniversitesiSağlıkBilimleri -Anatomi AD, Denizli
Amaç: Çalışmamızda, 2.45 GHz radio frekansı radyasyonunun (EMR) rat hippocampus' u
nöron sayısında oluşturduğu değişiklikleri ve bu değişikliklere vitamin E ve vitamin C’nin
koruyucu etkilerini araştırmayı amaçladık.
Materyal ve Metod: Çalışmamızda 28 adet Sprague-Dawley cinsi erkek ratlar kullanıldı.
Deney hayvanları 3 gruba ayrıldı:
1. grup: Kontrolgrubu, (3. grubaverilenmiktarda oral gavajilesuverildi)
2. grup: 2.45 GHzEMR'yemaruzbırakılangrup
3. grup: 2.45 GHz EMR’yemaruziyet + Vitamin E ve C (50 mg vitamin E + 200 mg vitamin
C mg/kg canlıağırlık/gün, oral gavaj)
2. ve 3. Gruptaki ratlar 30 günboyunca her günaynısaatte 60 dakika, günlükdozajı15 v/m
olan 2.45 GHz EMR’yemaruzbırakıldı.
3. gruba vitamin E ve C, EMR uygulamasından 1 saatönceverildi.
Deney tamamlandıktan sonraki gün ratlar genel anestezi altında sakrifiye edildi ve beyinleri
çıkarıldı ve cryostat ile donduruldu. Daha sonar donmuş beyindokuları - 15º de horizontal
planda 150 µm kalınlığında kesildi ve kesitler hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Elde
edilen kesitlerler deoptik disektör metoduna göre nöron sayımı yapıldı.
Sonuçlar: EMR'ye maruz kalan ratların hippocampus nöron sayılarında azalma tespit edildi.
Vitamin E ve C verilen grubta, nöron sayısındaki azalmanın grup ikiye oranla daha az olduğu
tespite dildi. Sonuçların gruplararası karşılaştırılmasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit
edildi. EMR uygulaması rat hippocampus'unda nöron sayısında azalmaya sebep olmaktadır.
Vitamin E ve vitamin C ise bir miktar koruyucu etkiye sahiptir.
AnahtarKelimeler: 2.45Ghzradyofrekansı, Hippocampal nöron, Rat, Vitamin E, Vitamin C.
119
P-48
Arcus Aorta Çıkışlı Vertebral Arter
Sindel M*,Özgür Ö**,Aytaç G*,Sindel T**
*Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
**Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Antalya
Sağ ve sol vertebral arterler boyun kökünün derininde subclavian arterin arka üst tarafından
ayrılır. Sağda, subclavian arter truncusbrachiocephelicus’dan solda ise arcus aorta’dan köken
alır. Sol vertebral arter sol carotis communis’den, sol subclavian arterin başlangıç yerinden ya
da direk arcus aorta’dan köken alabilir. Vertebral arterler embriyoda kranial segmental arterle
bağlanan longitudinal bir kanal olarak gelişir. Eğer sol 7. Inters egmental arter arcus aorta ile
birleşirse vertebral arter direk arcus aorta’dan çıkabilir. Arcus aorta çıkışlı vertebral arter
insidansı solda %1.79- 5.8 arasında, sağda %1-3 oranında belirtilmiştir. Bu çalışmanın amacı
çeşitli sebeplerle çekilmiş serebral anjiografilerde, arcus aorta çıkışlı vertebral arter
insidansınınretrospektif olarak incelenmesi ve bu varyasyonun klinik öneminin ortaya
konulmasıdır.
Bu çalışma Akdeniz Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalıanjiografi bölümünde, 2012-2013
yılları içerisinde çeşitli nedenlerle çekilmiş 400 adet arkus aorta ve serebralanjiografi
tetkikinde, sol vertebral arterorijininin retrospektif olarak incelenmesi ile yapıldı.
400 hastada 18 (%4.5) arcus aorta orijinli sol vertebral arter saptandı. Bu kişilerde başka
damarsal varyasyona rastlanmadı.
Vertebral arterin normalden farklı orjinli olması intracranial komplikasyonlara neden olan
anormal hemodinamiler, artmış ateroskleroz ve diseksiyon riski gibi komplikasyonlarla
ilişkilendirilmiştir. Ayrıca vertebral arterin çıkış varyasyonlarının farkında olunması, gerek bu
bölgeyi ilgilendiren cerrahi uygulamalar gerekse de endovasküler girişimler açısından önem
taşımaktadır.
Anahtar kelimeler: Vertebral arter, Serebralanjiografi, Arcus aorta
120
P-49
Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi’de Vena
Porta Oluşum Varyasyonlarının
İncelenmesi
Bolatlı G*, Ulusoy M*, Koplay M**, Acar M***, Zararsız İ*
*Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD.
**Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD.
***Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD.
Amaç: Rutin abdomen çok kesitli BT incelemeleri ile vena porta’nın oluşum varyasyonların
tiplerini, sıklığını ve klinik önemini belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Çok kesitli BT incelemeleri yapılan herhangi bir patolojisi bulunmayan 82
erkek, 100 kadın toplam 182 hasta değerlendirildi. Vena portanın morfolojik varyasyonlarının
tipleri ve sıklığı belirlendi.
Bulgular: Çalışma popülasyonumuzda vena porta oluşum varyasyonları % 7,6 oranında
görüldü. Bu varyasyonlar 7 erkek (% 8,5) ve 7 kadın (% 7) hastada tespit edildi. V.
mezentericasuperior, V. mezentericainferior ve V. lienalis’in aynı kökte birleşerek vena
portayı oluşturduğu varyasyon tipi, 2 erkek (% 2,4) ve 2 kadın (% 2) hastada tespit edildi. V.
mezentericainferior’un iki dal halinde vena portayı oluşturması 2 erkek (% 2,4) ve 1 kadında
(% 1) görüldü. Ayrıca V. gastricasinistra’nın V. lienalis’e katılarak vena portayı oluşturması 5
erkek (% 6,1) ve 4 kadın (% 4) hastada tespit edildi.
Sonuç: Abdominal Çok kesitli BT incelemesi Vena porta’nın morfolojik varyasyonlarının
tespitini kolaylaştırmıştır. Oldukça sık görülen bu varyasyonların iyi bilinmesinin olası portal
hipertansiyon nedenlerinin tespitini kolaylaştıracağını ve batın operasyonlarında riski
azaltacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Vena Porta, Varyasyon, ÇKBT .
121
P-50
Kadavra Tahnit Teknikleri ve Tarihsel Süreci
Parlak M*, Uluçam E*
*
Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye
Kadavra; Latince kökeni “carodatavermibus” (kurtçuklara verilen et) kelimelerinden
türetilmiş bir terimdir. Ceset, naaş ya da ölü bir insanın bedeni anlamına gelmektedir. Tahnit
ise insan ya da hayvan cesedinin bozulmaması için belirli bir formül dâhilinde ilaçlama
anlamına gelen Arapça kökenli bir terimdir. Kadavra tahniti anatomi eğitimi ve öğretiminde
tıp öğrencileri başta olmak üzere birçok insan tarafından merak edilmiş bir konudur. Bu
çalışmamızla geçmişten günümüze koruyucu tekniklerin nasıl bir gelişim sürecine tabi olduğu
ve günümüzde kullanılan başlıca tahnit tekniklerinin neler olduğunu ortaya koymayı
amaçladık. Bunun için tahnit tarihi ile ilgili literatür taramaları, konuyla ilgili yayınlanmış
kitaplar ve Türk Anatomi ve Klinik Anatomi Derneğimizin yayınlamış olduğu tahnit
teknikleri ve en son bulunan yöntemler araştırıldı. Bu çalışmamız sonucunda Anatomi eğitim
ve öğretiminde merak edilen bir konu bir kez daha irdelenmiştir. Bu bilgiler Anatomi
eğitimine yeni başlayan araştırmacılara katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Anatomi tarihi, Tahnit, Kadavra
122
P-51
Atnalı Böbrek Anomalisinde RenalKortikal Sintigrafinin Önemi
Gül SS*, Uysal M**,Koçyiğit Deveci E***, Irmak Sapmaz H****, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana
****
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya
Atnalı böbrek, her iki böbreğin orta hatta alt pollerinden birleşmesiyle oluşan bir füzyon
anomalisidir. Atnalı böbrek anomalisine yüksek oranda üreteropelvik bileşke obstrüksiyonu
eşlik eder. Bu nedenle anomalinin tanınması, cerrahi olarak tedavisi geri dönüşümsüz böbrek
hasarının önlenebilmesi bakımından önemlidir.
Bu bildiride, atnalı böbreği bulunan üç olgu üzerinden, bu anomalinin tanı ve tedavi
yönetiminde renal sintigrafinin yerinin ortaya konması ve güncel literatür bilgilerinin gözden
geçirilmesi amaçlanmıştır.
Atnalı böbreğin erken dönemde tanınması, böbrek hasarının önlenmesi bakımından değerlidir.
Özellikle cerrahi planlanan hastalarda, renalsintigrafik görüntüleme ile; hem mevcut anomali
hem de böbreklere ait fonksiyonel durum eş zamanlı olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle
sintigrafik görüntüleme klinik pratikte büyük önem taşımaktadır.
Anahtar kelimeler: Atnalı böbrek, füzyon anomalisi, renal sintigrafi
123
P-52
Streptozotocin ile Oluşan Diyabetik Pankreas Hasarında Caffeicacidphenethyl ester’in
Tedavi Edici Etkileri
Elbe H*, Taşlıdere E*, Çetin A,* Türköz Y**
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
Amaç: Çalışmamızda, streptozotocin (STZ) ile oluşan diyabetik pankreas hasarındaki
histopatolojik değişiklikler ve bu değişiklikler üzerine Caffeicacidphenethyl ester (CAPE)’in
etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: 32 adet Wistar albino erkek sıçan 4 eşit gruba ayrıldı. Grup 1: Kontrol,
Grup 2: CAPE (10 µmol/kg/ip/20 gün), Grup 3: Diyabet (DM)(55 mg/kg/ip/tek doz), Grup 4:
DM+CAPE. Deney sonunda (21. gün) sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye
edildi ve pankreas dokuları çıkarıldı. Rutin histolojik takip işlemlerinden geçirilen dokular
parafine gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitler HematoksilenEozinile boyandıktan sonra histopatolojik (asiner hücre dejenerasyonu, inflamasyon,
langerhans adacığı dejenerasyonu, hemoraji) skorlama yapıldı (0–3 arasında, maksimum skor
=12). Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sisteminde incelenen
kesitlerin fotoğraflar çekildi. İstatistiksel analizler için SPSS 13.0 programı kullanıldı.
Grupların karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri
yapıldı. Veriler aritmetik ortalama±Standart hata olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul
edildi.
Bulgular: Kontrol ve CAPE grupları normal histolojik görünümdeydi. DM grubunda ise;
asiner hücre dejenerasyonu, inflamasyon, langerhans adacığı dejenerasyonu vehemorajitespit
edildi. Ortalama histopatolojik hasar skoru kontrol grubunda 0.25±0.16, CAPE grubunda
0.37±0.18 iken DM grubunda (7.12±0.47) ise istatistiksel olarak anlamlı bir artış tespit edildi
(p =0.001, herikisi için aynı). Diğer yandan diyabetik sıçanlara CAPE tedavisi verilen grubun
histopatolojik bulgularında azalma görüldü (p =0.001). Bu grubun hasar skoru 4.37±0.32 idi.
124
Sonuç: Bu çalışma STZ’nin neden olduğu pankreas hasarı üzerine CAPE’nin iyileştirici
etkileri olduğunu göstermektedir. Diyabetin tedavisinde CAPE gibi antioksidan özelliği olan
ajanların olumlu etkileri olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Diyabet, STZ, CAPE, Pankreas hasarı.
125
P-53
AsetaminofenToksisitesi Sonucu Oluşan Böbrek Hasarında Resveratrol’ ün
Tedavi Edici Etkileri
Elbe H*, Çetin A*, Taşlıdere E*, Otlu A*
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
Amaç:Yaygın olarak kullanılan, antipiretik ve analjezik ilaçlardan biri olan Asetaminofen
(APAP) toksisitesinde böbrek hasarı oluşmaktadır. Bu çalışmada, APAP ile oluşan böbrek
hasarında resveratrolün tedavi edici etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda 40 adet Wistar albino sıçan 5 eşit gruba ayrıldı. Grup
1:Kontrol, Grup 2:Serum fizyolojik, Grup 3:Resveratrol (RSV)(10 mg/kg/ip), Grup 4:APAP
(1000 mg/kg/ip/tek doz), Grup 5: APAP+RSV. Asetaminofen uygulamasından 24 saat sonra
sıçanlardan alınan doku örnekleri histolojik incelemeler için hazırlandı. H-E ve PAS ile
boyanan 5 µm’likkesitler incelenerek,histopatolojik hasar skoru (hemoraji, infiltrasyon,
glomerülerkonjesyon, vakuolizasyon, mikrovillus kaybı) hesaplandı (0–3, maksimum skor
=15). Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskopu ve Leica Q Win görüntü analiz sistemi ile
incelendi.
İstatistiksel
analizler
için
SPSS
13.0
programı
kullanıldı.
Grupların
karşılaştırılmasında Kruskal Wallis varyans analizi ve Mann-Whitney U testleri yapıldı.
Veriler aritmetik ortalama±SE olarak ifade edildi. p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Kontrol, serum fizyolojik ve resveratrol grupları normal histolojik görünümdeydi.
APAP grubunda ise hemoraji, infiltrasyon, glomerülerkonjesyon ve vakuolizasyongibi
histopatolojik bulgulara rastlandı. PAS ile boyanan kesitlerde proksimaltubullerdemikrovillus
kaybı tespit edildi. Ortalama histopatolojik hasar skoru 1. grupta
0.37±0.18, 2. grupta
0.12±0.12 ve 3. grupta 0.37±0.18 iken, APAP grubunda ise istatistiksel olarak anlamlı
derecede artış (8.12±0.35) tespit edildi (p =0.001, p=0.0001, p=0.001, sırasıyla). APAP+RSV
grubunda ise; histopatolojik hasar skoru APAP grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede azalmıştı (4.75±0.36) (p =0.001).
Sonuç: Asetaminofentoksisitesi sonucu oluşan böbrek hasarında resveratrolünhistopatolojik
olarak doku hasarını azalttığı ve tedavi edici etkisinin olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar kelimeler: Asetaminofen, Resveratrol, Böbrek hasarı.
126
P-54
ArteriaRenalis Varyasyonlarının Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografi Angiografi ile
İncelenmesi
Ulusoy M*, Koplay M**, Bolatlı G*, Acar M***, Zararsız İ*
*
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD.
**
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD.
***
Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri YO Fizyoterapi AD.
Amaç: Çok kesitli Bilgisayarlı Tomografi (ÇKBT) Angiografi ile A. renalis varyasyonlarının
tiplerini, sıklığını ve klinik önemini belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Rutin abdomen ÇKBT Angiografi görüntülemeleri yapılan 158 hastanın
(77 erkek, 81 kadın) sağ ve sol olmak üzere toplam 316 renal arteri incelendi. A. renalis
varyasyonlarının sıklığı ve tipleri tespit edildi.
Bulgular: A. renalis varyasyonları 20 erkek, 20 kadın hastada tespit edildi. Her iki A.
renalisinde varyasyon olan 6 hasta (% 3,8) görüldü. A. renalis varyasyonlarından A. renalis’in
erken dallanması (% 8,2) ve extrarenal arter (% 6,3) varyasyonu sık görüldü. A. renalis’in
erken dallanması varyasyonu böbreğe giriş yerine göre hilerrenal arter (% 6,6) ve polar renal
arter (%1,5) olarak ayrıldı. Extrarenal arter varyasyonu da kendi arasında hiler arter (aksesuar,
% 3,2) ve polar arter (aberant, % 3,2) olarak ayrıldı. Renal arter varyasyonu olan hastalar
klinik olarakta değerlendirildi. Esansiyel hipertansiyonu olan 11 hastanın A. renalis’lerinde 9
extrarenal arter varyasyonu, 3 erken dallanma varyasyonu tespit edildi. Böbrek hastalığı olan
5 hastanın A. renalis’lerinde 4 ve herhangi bir böbrek rahatsızlığı olmayan 24 hastanın A.
renalislerinde 9 extrarenal arter ve 13 erken dallanma varyasyonu görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda A. renalis’in varyasyonlarının oldukça sık görüldüğünü tespit ettik.
Renaltransplantasyon, esansiyel hipertansiyon ve böbrek hastalıklarının değerlendirilmesinde
bu varyasyonların dikkate alınmasının önemli olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Arteria Renalis, Varyasyon, ÇKBT Angiografi.
127
P-55
Elastofibroma Dorsi: 10 olgunun radyolojik değerlendirmesi
Fazlıoğulları Z*, Uysal İ İ*, ÖzbekS**, Karabulut A K*
*
Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya
**
Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya
Elastofibroma dorsi, çoğunlukla asemptomatik olan benign, kapsülsüz yumuşak doku
tümörüdür. Yerleşim yeri genellikle skapula ile toraks duvarı arasındadır. İlk defa Jarvi ve
Saxen (1961) tarafından tanımlanmıştır. Asemptomatik yaşlı bireylerde toraks bilgisayarlı
tomografi (BT) ile yapılan değerlendirmede elastofibromadorsi sıklığı %2 olarak bildirilirken,
otopsi çalışmalarında bu oran %11-24 olarak gösterilmiştir. İleri yaştaki kadın bireylerde ve
özellikle de sağ tarafta daha çok gözlendiği bildirilmiştir. Bu çalışmada Selçuk Üniversitesi
Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda elastofibromadorsi tanısı alan 7’si kadın 3’ü erkek
olmak üzere toplam 10 hastanın toraks BT bulguları değerlendirildi. Hastaların yaş ortalaması
65 olup, bir tanesi hariç diğerlerinin asemptomatik olduğu görüldü. Lokalizasyon olarak 6
vakada bilateral, 3 vakada sağ tarafta ve 1 vakada ise sol tarafta bulunduğu gözlendi.
Boyutları sağ tarafta ortalama 62x26x70 mm iken, sol tarafta ortalama 69x28x75 mm olarak
ölçüldü.
Kaslarla
ilişkisine
bakıldığında
çoğunlukla
subskapular
bölgede
m.
serratusanterior’un altında yerleşmiş oldukları tespit edildi. Bunun yanısıra m. latissimusdorsi,
m. subscapularis ve rhomboid kaslarla direkt ilişkili olan elastofibromadorsiler de gözlendi.
Vakaların 9 tanesi asemptomatik iken, yalnızca 1 hasta semptomatik olarak sırtta bilateral
kitle şikayetiyle başvurmuş ve cerrahi rezeksiyon uygulanmıştır. Elastofibromadorsi,
eksizyonla kolayca tedavi edilebilir, ancak asemptomatik olup 5 cm’den küçük lezyonlarda
cerrahi önerilmemektedir. Elastofibromadorsi, nadir görülen bir lezyon olması, fizik
muayenede kolaylıkla gözden kaçabilmesi nedeni ile ayırıcı tanıda akla getirilmeli ve tipik
lokalizasyonu, karakteristik BT ve manyetik rezonans görüntüleri sayesinde radyolojik olarak
kolaylıkla tanı konulabileceği bilinmelidir. Böylelikle yanlış malignensi tanısı ve sonrasında
gereksiz biyopsi ve cerrahinin dışlanacağı dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelimeler:Elastofibroma dorsi, subskapular bölge, radyoloji
128
P-56
Akıllı Telefon İçin Tasarlanan Ücretsiz Anatomi Uygulamalarının Değerlendirilmesi
Yücel K* , Gergin S**, Ercan İ***, Kafa M İ****, Sarıkcıoğlu L*****, Öztürk H******,
Tokem Ergür İ*******, Kaya Y*****
*Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
**Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
***Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı
**** Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Bursa
***** Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
****** Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin
******* Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2013’de internet kullanan bireylerin internete
bağlanmak için mobil cihazları kullanma oranı bir önceki yıla göre hemen hemen iki katına
çıkmıştır (% 24-%41). Akıllı telefonların üniversite öğrencileri arasında kullanımının da hızla
arttığı gözlenmektedir. Akıllı telefonlarda birçok anatomi uygulaması yer almaktadır.
Öğrencilerin sürekli olarak yanlarında bulundurdukları mobil cihazlarında yüklü olacak
uygun bir uygulama anatomiyi öğrenmelerini kolaylaştırabilir. Çeşitli tıbbi disiplinler ve
klinik durumlarla ilgili akıllı telefon uygulamaları çalışmaları son birkaç yılda literatürde yer
bulmaya başlamıştır. Ancak bu çalışmalarda ya uygulamalar hakkında bilgi verilmiş ya da test
özelliğinde olan uygulamaların doğruluk dereceleri değerlendirilmiştir. Bilgimiz dahilinde;
akıllı telefonlarda tıpla ilgili uygulamaların konunun uzmanlarınca kantitatif olarak
değerlendirildiği bir çalışma bulunmamaktadır.
“Google Store”’da anatomiyle ilgili 251 uygulamadan 1) ücretsiz olan, 2) oyun olmayan, 3)
sınav-quiz; “flashcard” olmayan, 4) e-kitap, online ders olmayan 5) çocuklar için olmayan
anatomi uygulamaları seçilmiştir. Bu kıstaslara uyan birden fazla sistem/yapıyla ilgili 29 adet;
tek bir sistem/yapıyla ilgili 6 adet; anatomi sözlüğü 5 adet olmak üzere toplam 40 uygulama
bulunmuştur. Bu uygulamalar 13,465 kullanıcının oylarıyla 5 üzerinden ortalama 4.1 skorunu
almıştır. Ancak oylayanların niteliği belli ve homojen bir grup oluşturmadığı açıktır.
Çalışmamızda beş farklı merkezden dört anatomi uzmanı ve bir anatomi asistanının bu 40
uygulamayı skorlamaları arasındaki uyum ve güvenirlik değerlendirilecektir. Ayrıca iki
araştırmacı tarafından da Apple Store’da I-phone telefonlar için olan ücretsiz anatomi
uygulamalarını aynı şekilde değerlendirilecektir.
129
Hem Android hem de IOS işletim sistemini kullanan akıllı telefonlarda yer alan ücretsiz
anatomi
uygulamalarının
eksikliklerinin
belirlenmesinin
ve
bu
uygulamalardan
öğrencilerimize önerebileceklerimizin tespit edilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz.
130
P-57
Plantar fasiit: Olgu sunumu
Gül S S*, Uysal M**, Hasbek Z***, Çiçek M**, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas
Plantar fasya, ayak arkusunu destekleyen kalın aponevrotik yapıda bir anatomik oluşumdur.
Tuber calcanei’den başlayan bu oluşum, öne doğru ilerleyerek metakarpal kemiklerin başına
tutunur. Plantar fasiit, ayağın altını ve topuğu etkileyen yaygın görülen ağrılı bir hastalıktır.
Hastalık genellikle plantar fasyanın kemiğe tutunduğu insersiyon noktalarından başlamakta ve
fasyanın harabiyeti ile sonuçlanan inflamatuvar değişikliklere yol açmaktadır. Bu
bildirimizde, sağ ayaktaki ağrı şikayeti sonrası plantar fasiit tanısı alan erkek bir olgu
sunulmuştur.
Olgunun yapılan Teknesyum-99m metilendifosfonat ile yapılan üç fazlı tüm vücut kemik
sintigrafisi sonucu: “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde sağ ayakta calcaneus inferioruna
uyan alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz statik görüntülerinde ise sağ ayak
calcaneus’unda tuber calcanei’nin inferior kesiminde fokal osteoblastik artmış aktivite
tutulumu” olarak izlenmiştir. Sintigrafik, radyografik ve klinik olarak plantar fasiit olarak
değerlendirilen hasta tedavi altına alınmıştır.
Ayak tabanında görülen kronik ağrıların ayırıcı tanısında, plantar fasiit’in varlığı akılda
tutulmalı ve bu hastalığın tanısında radyolojik yöntemlerin yanı sıra üç fazlı kemik
sintigrafisinin de kullanılabileceği düşünülmelidir.
Anahtar kelimeler: Plantar fasiit, plantar fasya, kemik sintigrafisi
131
P-58
Multiple Arteria Renalis Olgusu
Özen K E*, Öztekin C H*, Akın D*, Özbek O**, Şeker M*
* Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Anatomi AD, Konya
** Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi Radyoloji AD, Konya
Giriş: Arteria renalisler Ll ve L2 vertebralar hizasından köken alan sağlı sollu bir çift
arterdirler. Orijin noktaları genellikle arteria mesenterica superiorun başlangıcının hemen
altındandır. Arteria renalis sinistra genellikle sağdakinden biraz daha yukarıdadır. Arteria
renalis varyasyonlarının tipleri ve sıklığı, hem anatomik hem de arteriografik incelemelerde
yaygın olarak rapor edilmektedir. En yaygın anomali olarak, damar sayısının fazla olması
bildirilmektedir. Çapı, seyri, orijini önemli olmaksızın herhangi bir arteria renalis lezyonunun,
ilgili segmentte iskemi veya nekroza neden olabileceğinden dolayı bu varyasyonların
bilinmesi önemlidir.
Vaka: Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında
yapılan rutin batın bilgisayarlı tomografi çekimlerinde 55 yaşındaki erkek hastada sağlı sollu
2 adet multiple arteria renalis tespit edilmiştir. Bu arterlerden sağdakilerin çapı sırasıyla
0,21cm ve 0,42 cm iken soldakilerin çapı ise 0,48cm ve 0,22 cm olarak belirlendi. Çıkış
seviyeleri ise L1-L2 vertebralar hizasındaydı. Arteria mesenterica superiordan sırasıyla çıkış
mesafeleri ise (sağdakiler) 1,85cm, 1,91cm, (soldakiler) 1,85cm ve 2 cm olarak tespit edildi.
Sonuç: Arteria renalis patolojilerinin tedavilerinde balon anjioplasti ve stent implantasyonu
gibi endovasküler teknikler yaygın olarak kullanılmaktadır. Anjioplasti, stent uygulamalarının
yanı sıra renal transplantasyon gibi diğer cerrahi branşları da ilgilendiren girişimlerde renal
arterlerin sayı, orjin varyasyonlarının bilinmesi önem kazanmaktadır. Bunun yanı sıra
diagnostik açıdan, renal anjiografi yapan radyologlar içinde muhtemel anatomik
varyasyonların çok önemli olduğu bildirilmektedir. Çalışmamızın bölge radyologlar ve bölge
cerrahları açısından da bu konuda önem arz ettiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Arteria renalis, bilgisayarlı tomografi, varyasyon
132
P-59
Fetal Dönemde Dişi Fetuslarda Dış Genital Organ Gelişimi
Özgüner G*, Öztürk K*, Bilkay C*, Dursun A*, Sulak O*, Koyuncu E*
* Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fak. Anatomi Anabilim Dalı, Isparta
Amaç: Çalışmamızda, insan fetuslarında dişi dış genital organların morfolojik yapısının
incelenerek normal boyutlarının belirlenmesi ve fetal dönem boyunca gelişim skalasının
oluşturulması amaçlandı.
Materyal ve metod: Çalışmamızda yaşları 10-40 gebelik haftası arasında değişen ve
eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan 113 dişi fetus kullanıldı. Fetuslar gestasyonel
haftalara, aylara ve trimesterlere göre gruplara ayrıldı. Öncelikle fetusların genel eksternal
parametrelerinin ölçümleri yapıldı. Daha sonra dişi dış genital organlara ait aşağıdaki
parametreler ölçüldü ve hymen tipleri belirlendi.
commissura labiorum anterior- posterior arası mesafe
labiummajus boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik),
bilabial çap,
labium minus boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik),
clitoris boyutları (uzunluk, genişlik, yükseklik),
ostium vagina vertikal ve horizontal çapı,
ostium urethra externum - ostium vagina arası mesafe,
clitoris ve ostium urethra externum arası mesafe
perine uzunluğu
Sonuçlar: Ölçümlerden elde edilen sonuçların gestasyonel haftalara, aylara ve trimesterlere
göre ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ostium vagina vertikal ve horizontal çapı
hariç tüm parametrelerde trimesterler arası anlamlı fark olduğu tespit edildi. Labium
majusların lateral kenarları arasındaki mesafe bilabial çap olarak ölçüldü. Bilabial çapın
ortalamasının birinci trimesterda 1,95 mm, ikinci trimesterda 4,36 mm, üçüncü trimesterda
10,81 mm ve full term de 19,01 mm olduğu tespit edildi. Çalışmamızda 4 tip hymen tespit
edildi. Bunlar; hymen anularis 58 (%51,3), hymen imperforatus 52 (%46), hymen fimbriatus
133
1 (%0,9), hymen septus 1 (%0,9) ve 1 fetusta da (%0,9)
hymenal yığın/katlantı (tag)
rastlandı.
Çalışmamızdan elde edilen verilerin fetal dönemde dişi dış genital organların
gelişiminin değerlendirilmesine, klinik çalışmalara ve ilgili klinisyenlere faydalı olacağını
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: fetus, dişi dış genital, fetal gelişim, morfometri
134
P-60
Femur Başı Avasküler Nekrozu Takibinde 3 Fazlı Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin
Etkinliği
Gül S S*, Koçyiğit Deveci E**, Uysal M**, Aytekin K****, Taş U***
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Adana Eğitim Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Adana
***
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
****
Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat
Femur başı avasküler nekrozu (AVN) herhangi bir sebeple femur başının beslenmesinin
bozulması sonucu femur başında nekrotik alanlar ve çökme ile seyreden aseptik bir
hastalıktır.
Yapılan radyolojik tetkiklere göre sınıflandırmaları bulunmaktadır. En sık kullanılanı Ficat ve
Arlet evreleme sistemidir. Tanıda radyolojik tetkikler yardımcı olur. Ağrı şikâyeti ile gelen
hastanın röntgen, BT ve MRI tetkiklerindeki bulgulara ve şikâyetine göre hastanın tedavisi
düzenlenir. Tanıda MRI altın standart olmasına rağmen, avasküler nekroz erken döneminde
ilk 6-12 saat içinde hematopoetik hücrelerin, 12-48 saat içinde ise osteositlerin ölümünü
sintigrafi radyofarmasötik tutulumdaki azalmayı göstererek ortaya koyduğundan dolayı
özellikle ilk 5 gün de daha değerli bir tetkiktir. MRI, kemik iliğindeki yağ hücrelerinin sinyal
değişikliklerini daha hassas gösterir. Dolayısıyla hastalığın başlangıcından 5. güne kadar yağ
hücrelerinin nekrozuna kadar MRG bulguları negatif olabilir. Ancak AVN tam iyileşene
0kadar MRG bulguları tüm evrelerde pozitiftir. Yağ hücre nekrozu gerçekleşene kadar
kontrastlı MRI incelemelerinin tanıda yardımcı olabileceği de bildirilmiştir.
Bu bildiride 3 fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi ile sağ femur başında avasküler nekroz
saptanan olgu sunulmuştur. Olgunun kemik sintigrafisi bulgularında, sağ femur başında ortası
fotopenik, etrafı artmış olacak şekilde osteoblastik aktivite tutulumu izlenmiştir. Bu görünüm
avasküler nekroz evre 2 ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir.Avasküler nekroz ayırıcı
tanısında kontrastlı MRI inceleme ile birlikte 3 fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi
kullanılmaktadır. Kemik sintigrafisi hatalığın erken dönemlerinde daha hassas olmasıyla
beraber hastalığın tüm evreleri için takip amaçlı kullanılabileceği düşünülmüştür.
Anahtar kelimeler: Femur başı avasküler nekrozu, tüm vücut kemik sintigrafisi, teknesyum
99-m
135
P-61
Non-Travmatik Miyozitis Ossifikans: Üç Olgu Sunumu
Gül S S**, Uysal M**, Koçyiğit Deveci E***, Aytekin K****, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana
****
Tokat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniği, Tokat
Miyozitis ossifikans (MO) yumuşak dokuda oluşan, sıklıkla travma sonrası görülen normalde
ossifiye olmaması gereken bir dokuda yeni kemik oluşumu ile karakterize olan bir antitedir.
Eklemde hareket kısıtlılığına ve ağrıya yol açabilirler. Genellikle ekstremitelerin proksimal
kesimlerinde görülür. 2-3. dekatlarda ve erkeklerde daha sık görülür. Bu bildiride üç olgu
sunumu ile travma öyküsü bulunmayan ve atipik yerleşimli olabilen MO vakalarına dikkat
çekilmiştir.
MO vakalarının çoğunluğunda travma öyküsü bulunmaktadır. Geri kalan vakalar
psödomalign / non-travmatik MO ve progresif MO’dır. MO’da ateş, ödem, sedimentasyon ve
ALP yüksekliği görülebilir. Kesin tanı X-ray görüntüleme ve sintigrafi ile konulur.
Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans da tanıda kullanılabilir. Röntgen bulguları en
erken 1,5-2 ay sonra ortaya çıkar. Röntgen bulguları ortaya çıkana kadar şüphelenilen
vakalarda erken dönemde Teknesyum-99m metilendifosfonat ile tüm vücut kemik sintigrafisi
yapılması tanı koydurucudur. MO tedavisinde antienflamatuar ilaçlar, radyoterapi ve cerrahi
eksizyon kullanılabilir.
Sonuç olarak MO erken ve ayırıcı tanısında, hastalığın yaygınlığının göstermesinde tüm vücut
kemik sintigrafisinin etkili olacağı düşünülmüştür.
Anahtar kelimeler: Miyozitis ossifikans, tüm vücut kemik sintigrafisi, metilendifosfonat
136
P-62
Acromion’un Multidedektör Computerize Tomografi Yöntemi ile Morfometrik Analizi
Acar M*, Şımşek T*, Ulusoy M**, Zararsız İ**, Acar S***,Efe D****
*
Mevlana Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu, Fizik Tedavi ve Reh. Böl., KONYA
**
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, KONYA
***
Numune Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü, KONYA
****
Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, KONYA
Acromion, scapulae’nın arka yüzünde bulunan ve spina scapulae adı verilen kemik
çıkıntının laterale doğru genişleyerek ve yassılaşarak uzanan devamıdır. Subakromial sıkışma
sendromu supraspinatus tendonunun subakromial aralıkta sıkışmasına bağlı ortaya çıkan ve
şiddetli omuz ağrılarına sebep olabilen klinik tablodur. Subaraknoid sıkışmaları tedavi
edilmezse büyük oranda rotator manşet yırtıkları ile sonlanmaktadır. Subaraknoid sıkışma
sendromunun oluşmasında ve bu sendromun daha sonra rotator manşet yırtıklarına
dönüşmesinde en önemli etkenlerden bir tanesi acromion morfolojisidir.
Bu çalışma 73 hasta (30 kadın-43 erkek) üzerinde yapıldı. Tip1 adı verilen ve düz olan
acromion çalışmamızda 55 (%37,6) vaka da tespit edildi. Tip2 adı verilen acromion ucunun
öne doğru eğimli olduğu şekli ise 71 (%48,7) vaka da tespit edildi. Tip3 adı verilen ve
acromion ucunun öne doğru çengel şeklinde keskin açı yaptığı formu 20 (%13,7) olguda
karşımıza çıktı.
Artroskopik tekniklerin kullanılmasında, bölgeye ait anatomik detayların ve
varyasyonların bilinmesi teşhis ve tedavi açısından önemlidir. Ayrıca bölgeye ait önemli
parametrelerin ırklara, cinsiyete ve lateralizasyona göre değişebileceğinin bilinmesi, cerrahi
girişimdeki başarıyı önemli ölçüde etkileyeceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Acromion, Varyasyon, Multidedektör Computerize Tomografi
137
P-63
İnsan Fetuslarında Fetal Dönem Boyunca Tendo Calcaneus’un Morfometrik
Gelişiminin Araştırılması ve Klinik Açıdan Öneminin Değerlendirilmesi
Desdicioglu K*, Uguz C**, Sakallı B***, Koyuncu E***, Malas M A*
*
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
**
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/Türkiye
***
Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye
Amaç: İnsan fetuslarında fetal dönem boyunca tendo calcaneus’u oluşturan yapıların ve tendo
calcaneus’un morfometrik gelişiminin anatomik olarak araştırılması ve klinik açıdan
öneminin değerlendirilmesi amaçlandı.
Materyal ve Metod: Çalışmaya, yaşları 15–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve
eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 102 fetus bacağı (51 adet insan fetusu: 26
erkek, 25 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara
ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra bacak diseksiyonu yapıldı.
Daha sonra musculus gastrocnemius, musculus soleus ve tendo calcaneus’a ait morfometrik
parametreler ölçüldü.
Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre
ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş
arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Cinsiyetler arasında parametreler
yönünden fark yoktu (p>0.005). Elde edilen tüm sonuçlar daha önce yapılan çalışmalarla
karşılaştırılarak tartışıldı.
Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönemde tendo calcaneus’u oluşturan
yapıların ve tendo calcaneus gelişiminin değerlendirilmesinde, klinik çalışmalarda ve
uygulamalarda ilgili klinisyenlere faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: fetal gelişim, morfometri, tendo calcaneus, anatomi
138
P-64
18-22 Yaş Arası Çukurova Üniversitesi Öğrencilerinin Alt Ekstremite Antropometrik
Ölçümlerinin İncelenmesi
Yücel AH*, Özandaç S* , Kabakcı AG*
* Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi- Anatomi Anabilim Dalı, Adana
Amaç: Bu çalışmada, 18-22 yaş arasında Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören kız
(n:50) ve erkek (n:40) öğrencilerin alt ekstremiteye ait antropometrik ölçümleriyle,
indekslerinin belirlenmesi ve aralarındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Çukurova Üniversitesi’nde öğrenim gören 90 (kız:50, erkek:40)
öğrencinin alt ekstremite indeksleri ve antropometrik ölçümleri alındı. Çalışmamızda
demografik veriler (yaş, vücut ağırlığı, boy, cinsiyet ve BKI-beden kitle indeksi-) ile birlikte,
alt ekstremite, uyluk, bacak, ayak uzunluğu ve ayak genişliği, bel, kalça, uyluk, bacak çevre
ölçümleri, dijital baskül, stadiometre, kaliper ve esnek olmayan mezura kullanılarak ölçüldü.
Bu ölçümlerden sonra alt ekstremite, uyluk ve bacak uzunluğunun boy uzunluğuna oranı,
bacak uzunluğunun alt ekstremite uzunluğuna oranı, bel çevre ölçümünün kalça çevre
ölçümüne oranı, bacak ve ayak indeksleri belirlendi. Çalışmamızda SPSS 20.00 programı
kullanıldı. Min., max., mean ve SS (standart sapma) değerleri elde edildi. Ayrıca çalışmamız
için etik kurul onayı alındı.
Bulgular: Öğrencilerde yapılan ölçümlere göre; vücut ağırlığı (kız: 60.23±8.71, erkek:
74.3±9.80 kg), boy (kız: 164.84±5.39, erkek: 176.55±7.04 cm), BKI (kız: 22.09±2.83, erkek:
23.84±2.99 kg/m2), alt ekstremite/boy uzunluğu (kız: 0.5086±0.0134, erkek: 0.5141±0.0233),
uyluk uzunluğu/boy uzunluğu (kız: 0.2126±0.0197, erkek: 0.2267±0.0227), bacak
uzunluğu/boy uzunluğu (kız: 0.1991±0.0181, erkek: 0.2160±0.0392), uyluk uzunluğu/alt
ekstremite uzunluğu (kız: 0.4173±0.0369, erkek: 0.4403±0.0349), bacak uzunluğu/alt
ekstremite uzunluğu (kız: 0.3919±0.0338, erkek: 0.4228±0.0927), bel çevre ölçümü/kalça
çevre
ölçümü
(kız:
0.7223±0.0548,
erkek:
0.8117±0.0511),
bacak
indeksi
(kız:
0.9401±0.0801, erkek: 0.9210±0.1091) ve ayak indeksi (kız: 37.19±3.15, erkek: 39.37±3.23)
sonuçları elde edildi.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, bulgularımız, literatür bulgularıyla karşılaştırılarak
değerlendirildi.
Anahtar Kelimeler: Alt ekstremite, antropometri, indeks.
139
P-65
Parsiyel Anormal Pulmoner Venöz Dönüş Anomalisi: Olgu Sunumu
Fazlıoğulları Z*, Karabulut A K*, Uysal İ İ*, Nayman A**
*
Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya, Türkiye.
**
Selçuk üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Konya, Türkiye.
Parsiyel anormal pulmoner venöz dönüş (PAPVD) nadir görülen bir anomali olup, bir veya
daha fazla sayıda pulmoner venin sistemik venlere ya da sağ atrium’a döküldüğü durumdur.
Anomali sağ tarafta ise pulmoner venler v. cava superior, v. cava inferior, sağ atrium, v.
azygos, v. porta veya v. hepatica’ya dökülürken; sol tarafta ise, v. brachiocephalica sinistra,
sinus coronarius veya v. hemiazygos’a dökülürler. Sağ tarafın anomalileri daha sık
görülürken, sol taraf anomalileri daha nadirdir. Bu olgu sunumunda bilgisayarlı tomografi
(BT) ile tesadüfen tanı konulan sol üst lob PAPVD’si olan bir vaka değerlendirildi.
Fakültemiz pediatri polikliniğine tekrarlayan öksürük şikeyetleri ile başvuran 4,5 yaşındaki
erkek hastanın toraks BT incelemesinde, akciğerlerinde herhangi bir anomalisi olmadığı,
ancak sol akciğerin üst lobundaki venlerinin birleşerek, uzunluğu 24 mm olan vertikal bir ven
aracılığı ile v. brachiocephalica sinistra’ya açıldığı gözlendi. Sağ alt ve üst lob venlerinin sol
atriuma açılmadan hemen önceki çapları 9 mm ve 8 mm iken, sol alt venin çapı 6 mm olarak
ölçüldü. Vertikal seyirli olan venin v. brachiocephalica’ya açıldığı yerdeki çapı ise 7 mm idi
ve diğer venlere göre çapında bir genişleme olmadığı gözlendi. Bununla birlikte hastanın
mevcut BT değerlendirmesi ve ekokardiyografisinde herhangi bir kardiak anomali
saptanmadı. PAPVD anomalisi olan olgular, genellikle çocukluk döneminde asemptomatik
olup ileri yaşlarda tanı alırlar ve siyanoz gözlenmez. Anormal venlerin sayısına,
lokalizasyonuna, soldan sağa şant oranına ve eşlik eden kardiak anomalilere göre müdahele
edilip edilmeyeceği belirlenir. Bu tür varyasyonların bilinmesi radyolojik değerlendirmelerde,
katater yerleştirme ve cerrahi girişimler açısından önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Anomali, pulmoner ven, bilgisayarlı tomografi.
140
P-66
Retroaortik Vena Renalis Sinistra’ya Eşlik Eden Arteria Renalis Dexter Duplikasyon
Varyasyonu Olgusu
Turamanlar O*, Ünlü E**, Toktaş M***, Horata E****, Songur A*
*Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
** Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
***Turgut Özal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
****Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
Ortopedik Protez - Ortez Bölümü, Afyonkarahisar
Aksesuar renal arter, toplumda %20-30 oranında sıkça görülen bir varyasyondur. Bu
varyasyonun tek başına görülmesi klinik açıdan her zaman bir anlam ifade etmeyebilir.
Ancak, bu varyasyona eşlik eden diğer varyasyonlar, hem bireylerdeki görülme sıklığını
azaltırken hem de eşlik eden patolojilere zemin hazırlayabilirler. Renal vasküler varyasyonlar,
böbrek ve böbrek damar hastalıklarının tedavisinde önem taşımaktadır. Sağ böbrekte renal
hücreli karsinom teşhisi ile takip edilen 68 yaşındaki erkek hastaya çekilen Multfazik Üst
Abdominal BT’sinde arteria renalis dexter duplikasyonu ve retroaortik vena renalis sinister
varyasyonu izlenmiştir. Renal neoplazisi olan hastalarda varyasyonların bulunması tanı
karışıklığına neden olabileceğinden ayırıcı tanısının dikkatlice yapılması gerekmektedir
Olgumuz oldukça nadir görülen bir varyasyona sahiptir. Olgumuzdaki gibi patolojilere eşlik
eden bu varyasyonların bilinmesi, tanı ve tedavi prosedürünü etkileyebilecek öneme sahip
olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: varyasyon, retroaortik vena renalis sinister, arteria renalis dexter
duplikasyonu.
141
P-67
Basketbol Oyuncuları ve Sedanter Grup Arasında Statik ve Dinamik Dengenin
Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi
Uzun A*, Kabadayı M**, Özdemir F*,Gölpınar M*,Altunsoy E*,Nahir M*, Uysal A**
*
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Samsun
**
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesi, Samsun
Çalışmanın amacı, basketbol oyuncuları ile sedanter öğrenciler arasında dinamik denge, gözü
açık ve kapalı olarak statik denge performanslarının karşılaştırılmasıdır.
Çalışma, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yaşar Doğu Spor Bilimleri Fakültesi Basketbol takımı
oyuncusu 20 öğrenci ve 19 sedanter gönüllü öğrenci ile yapıldı. Ölçümlerin alınmasında
CSMİ marka Prokin Tecno Body izokinetik denge ölçüm aleti kullanıldı. Dinamik denge
testi; “çift bacak duruş pozisyonunda” uygulandı. Statik denge testi ise “çift bacak duruş
pozisyonunda” sırasıyla gözler açık ve kapalı olarak gerçekleştirildi. Verilerin istatistiksel
analizinde “bağımsız örneklem T testi” kullanıldı. İstatistiksel önem seviyesi p <0,05 olarak
kabul edilmiştir.
Basketbol oyuncularının dinamik denge testinde “Ortalama Takip Hatası” %30±15,67,
sedanterlerin %20,78±11,41; gözü açık şekilde yapılan statik denge skoru basketbol
oyuncularında 14,55±8,84, sedanter grupta 11,50±3,84; gözü kapalı yapıldığında basketbol
oyuncularında 11,50±3,84; sedanter grupta 9,89±2,68 hesaplandı. Elde edilen verilerin analizi
sonucu, sedanter grupta, basketbol oyuncularından istatistiksel açıdan dinamik denge
ortalama takip hatası daha düşük tespit edildi (p<0,05). Basketbol oyuncuları ile sedanter
grup arasında gözü açık ve kapalı yapılan statik dengelerinde istatistiksel açıdan anlamlı
farklılık bulunmadı (p>0,05).
Basketbol oyuncularının fiziksel özelliklerinden dolayı dinamik denge performanslarının
sedanter gruptan daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dinamik denge, statik denge, basketbol oyuncusu, sedanter grup
142
P-68
Böbrek alt kaliks infundibulum çapının ESWL başarısına etkisi
Köse E*, Oğuz F**, Beytur A**
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı MALATYA
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı MALATYA
Böbrek alt pol yapısından dolayı alt kaliks taşlarının tedavisi diğer kalisiel yapılara
göre daha az başarılıdır. Kaliks boşluğu ile renal pelvis arasındaki anatomik bölüm olan
infundibulum, kırılan taşların kaliks dışına atılmasını etkileyen faktörlerden birisidir. Böbrek
taşlarının tedavisinde, vücut dışından şok dalgalarıyla taş kırma işlemi günümüzde yaygın bir
şekilde kullanılmaktadır. Bu çalışmada, alt pol kaliks taşlarına şok dalga tedavisi uygulanan
hastaların verileri incelenerek infundibulum çapının başarıya etkisi araştırıldı. Hastalar,
infundibulum çapları 5 mm ve altı ile 5 mm üstü olmak üzere iki gruba ayrıldı. Sonuç olarak,
benzer taş özelliğine sahip hastalar göz önüne alındığında, infundibulum çapı 5 milimetreden
büyük olanlarda taş kırma işleminin daha başarılı olduğu görüldü.
Anahtar kelimeler: böbrek taşı, taş kırma, infundibulum
143
P-69
Sulcus Arteriae Vertebralis Morfometrisi
Örüncü M B*, Özer M*, Örten S*, Özdemir T*, Çakır T*, Ateş C**, Esmer A F***
*
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem IV Öğrencileri, Ankara
**
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara
***
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
Foramen magnum ve fossa cranii posterior ile ilgili ameliyatlarda vertebral arter
yaralanmaları görülebilir. Bu durum ciddi nörolojik hasarlara, bilinç kaybına ve bazen
respiratuvar ve kardiyovasküler problemler neden olur. Bu çalışmadaki amacımız, bölgeye
yönelik posterior’dan gerçekleştirilen cerrahi girişimler sırasında arteria vertebralis hasarının
en aza indirilebilmesi için SAV morfometrisini ayrıntılarıyla ortaya koymak ve atlas üzerinde
bu artere zarar vermeden girişim yapılabilecek güvenli bölgeleri tanımlamaktır.
Çalışmada 86 adet, cerrahi müdahale veya travma bulguları bulunmayan insan atlas kemiği
kullanılmıştır.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda kemiklerin 12 tanesinde SAV’ın üst taraftan
kemikleşme sonucunda kapanarak kanala dönüşmesine rastlandı. Bu kemiklerin 3’nde sağda,
6’sında solda, geri kalan 3’nde de bilateral köprüleşme gözlendi. Tuberculum posterior’un
SAV’ın medial kenarına olan uzaklığı ortalama olarak solda 12,2±2,4mm, sağda
11,6±2,6mm; lateral kenarına olan uzaklığı ortalama olarak solda 16,2±2,9mm, sağda
15,4±3,2mm olarak ölçüldü. İki taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar
gözlenmedi.
Biz çalışmamızda daha önce literatürde net olarak tanımlanmamış olan vertebral arter’in orta
hatta olan mesafesini belirleyerek, atlas’ın posterior arkına yönelik girişimler esnasında
kullanılabilecek olan güvenli cerrahi sınırı gösterdik. Ayrıca Türk halkında canalis arteriae
vertebralis gelişim oranını ortaya koyduk. Bu detaylı bilgiler ışığında gerçekleştirilecek
operasyonlar sırasında vertebral arter yaralanma riskinin azalabileceğine, canalis arteriae
vertebralis gelişimi olan vakalarda vertebral arter ile ilgili bası sendromlarının
görülebileceğine inanıyoruz.
144
P-70
Incısura Supraorbıtalıs’in Morfometrisi ve Topografik Anatomisi
Aşık E*, Kılınç E*, Akan F*, Ertekin T*,Solmaz Z S*,Öztuna D**,Esmer A F***
*
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem IV Öğrencileri
**
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı
***
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Amaç: N. supraorbitalis, n. frontalis’in en kalın terminal dalıdır ve incisura veya foramen
supraorbitale’den geçtikten sonra üst göz kapağı ile sutura lambdoidea arasında kalan
bölgenin büyük bölümünün duyusal innervasyonunu sağlar. Sinirin daha dallanmadığı
incisura supraorbitale seviyesi, lokal anestezi ile yapılacak olan blokajda enjeksiyon sayısını
ve kullanılacak anestezik madde miktarını azaltacak ve hasta konforunu arttıracaktır. Bu
çalışmanın amacı, incisura supraorbitalis’in morfometrik özelliklerini tanımlamak ve sinirin
doğru blokaj noktasının belirlenmesini sağlamaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 50 insan kafatası kullanılmış, dijital kumpas ile incisura
supraorbitalis’lerin, nasion’a göre yükseklikleri ve orta hatta olan uzaklıkları ölçülmüştür
Bulgular: 50 erişkin kafatasında yapılan değerlendirmeler sonucunda sağ orbitaların 15’inde
(%30), sol orbitaların ise 13’ünde (%26) foramen supraorbitalis gelişimine rastlandı. Bu
kafataslarının 11 tanesinde foramen supraorbitale bilateral bulunurken dört tanesinde sağda
foramen solda incisura, iki tanesinde solda foramen sağda incisura yapıları gözlendi. N.
supraorbitalis’in orbita’dan çıkıp frontal bölgede dağıldığı yerler olan ve sinir blokajının
yapılması planlanan yer olan foramen ve incisura supraorbitalis’lerin orta hatta olan
uzaklıkları ortalama olarak sol tarafta 21,4±3,86mm sağ tarafta 21,6±4,76mm, nasion’a göre
olan yükseklikleri ise her iki tarafta da ortalama olarak 9,2±3,05mm olarak ölçüldü. Bu
ölçümlerde her iki taraf arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlenmedi (p>0.05)
Tartışma–Sonuç: Bu çalışmada elde edilen sonuçlar ışığında blokaj yapılacak bölgenin
hastada dışarıdan belirlenmesinin oldukça kolay olacağı düşünülmektedir. Ayrıca daha önce
yapılan araştırmalarda incisura supraorbitalis’in kapanarak foramen supraorbitalis’e
dönüşebileceğinden bahsedilmiştir. Bu çalışmada bu kanal oluşumunun Türk popülasyonunda
%26-30 oranında olabileceği gösterilmiştir. Bu şekilde kemikleşmenin olduğu vakalarda
alanın daralmasına bağlı olarak n. supraorbitalis sıkışma sendromlarının daha fazla
görülebileceği olasıdır.
145
P-71
Processus Mastoideus: İnsan Kafataslarında Kraniyometrik İnceleme
Aydın Kabakçı AD*,Akın D*,Büyükmumcu M*,Sindel M**, Öğüt E**,Yilmaz MT*,Şahin
G*
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya,
**Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya.
Giriş: Bu çalışmada insan kuru kafatasları üzerinde processus mastoideus’a ait morfometrik
ölçümler gerçekleştirilmesi planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 93
insan kuru kafatası üzerinde gerçekleştirilmiştir. Kafataslarında cinsiyet tayini çeşitli
topografik noktalardan yararlanılarak gerçekleştirilmiştir (Arcus superciliaris, protuberantia
occipitalis externa). Çalışmada processus mastoideus’a ait morformetrik ölçümler (Processus
mastoideus uzunluğu, proc. mastoideus medio-lateral çapı, proc. mastoideus antero-posterior
çapı, Asterion-arcus zygomaticus kökü arası mesafe, Asterion-proc. mastoideus tepe noktası
arası mesafe, Asterion-spina suprameatica arası mesafe, Asterion-porion arası mesafe, Porionproc. mastoideus tepe noktası arası mesafe, Opisthion- proc. mastoideus tepe noktası arası
mesafe, Bimastoid genişlik, Mastoid üçgen alanı) gerçekleştirildi. Ayrıca asterion noktası
Frankfurt horizontal düzlemine göre düzlemin 0-Hizasında, 1-Üstünde, 2-Altında olarak
gruplandırıldı. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programı kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma sonucunda processus mastoideus uzunluğu erkeklerde ortalama sağda
26,22±5,46 mm, solda 26,93±3,71 mm; kadınlarda ortalama sağda 24,94±5,49 mm, solda
24,95±4,64 mm olarak belirlenmiştir. Her iki taraf mastoid çıkıntı arasındaki mesafe erkelerde
ortalama 106,07±4,44 mm, kadınlarda 101,26±7,30 mm olarak tespit edilmiştir. Sol taraf
processus mastoideus uzunluğu, sağ taraf asterion- porion arası mesafe, sağ taraf processus
mastoideus tepe noktası ile opisthion arası mesafe ve sağ mastoid üçgenin alanı ölçümlerinde
kadın erkek bireylere ait kuru kafataslarında anlamlı bir fark bulunmuştur (P<0,05).
Sonuç: Bu çalışmada processus mastoideus’a ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmiştir.
Elde edilen verilerin kafatasına posterior ve posterolateral girişimlerde yardımcı olacağı
kanısındayız.
Anahtar kelimeler: Processus mastoideus, Morfometri, Kraniyometri
146
P-72
Humerus Kemikleri Üzerinde Osteometrik Bir Çalışma
Aydın Kabakçı AD*, Akın D*, Büyükmumcu M*, Yilmaz MT*,Çiçekcibaşi AE*, Cihan E*
* Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Konya
Giriş: Humerus, üst ekstremitenin en uzun ve en kalın kemiğidir. Uzun kemiklerde olduğu
gibi kemiğin bir cismi (corpus humeri) ve üst uç ( ekstremitas proximalis), alt uç (ekstremitas
distalis) olmak üzere iki ucu vardır. Bu çalışmada insan humerus kemikleri üzerinde
morfometrik ölçümler gerçekleştirilmesi planlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi
Laboratuvar’ında bulunan koleksiyondaki 60 humerus (32 sol, 28 sağ) üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Humerus kemiği ölçümlerinde digital kumpas, osteometrik tahta ve
hassas terazi kullanıldı. Humerus kemiğine ait ölçümler extremitas proksimalis’e ait ölçümler,
corpus humeri’ye ait ölçümler ve extremitas distalis’e ait ölçümler olmak üzere 3 grupta
gerçekleştirildi. Her bir kemik ağırlığı hassas terazi yardımıyla belirlendi. Ayrıca
kemiklerdeki foramen nutricium sayısı ve lokalizasyonu belirlendi.
Bulgular: Çalışmamızda sağ humerus uzunluğu ortalama 30,41±1,73 mm, sol humerus
uzunluğu ortalama 30,04±2,39 mm olarak tespit edilmiştir. Sağ humerus ağırlığı ortalama
115,05±28,06 gr, sol humerus ağırlığı ortalama 111,63±33,34 gr olarak belirlenmiştir. 9
(%15) humerus kemiğinde distal uçta foramen supratrochlearis gözlemlenmiş olup bunların 6
(%66,6) tanesinin şekli oval, 3 (%33,3) tanesinin şeklinin ise yuvarlak olduğu belirlenmiştir.
Çalışmamızda 52(%86,6) humerusta sadece bir adet foramen nutricium, 6 (%10) humerusta
iki adet foramen nutricium’a rastlanılmıştır. 2 (%3,3) humerus’ta ise foramen nutricium
gözlenmemiştir. Ayrıca çalışmamızda ölçümü yapılan birçok parametre arasında zayıf ve orta
düzeyde bir ilişki tespit edilmiştir.
Sonuç: Bu çalışmada humerus’a ait morfometrik özellikler ayrıntılı olarak tespit edilmiştir.
Çalışmadan elde edilen verilerin humerus’tan cinsiyet tayini yapılması hedeflenen çalışmalara
referans nitelikte olabileceği kanısındayız.
Anahtar kelimeler: Humerus, Morfometri, Osteometri
147
P-73
Gebelikte Kullanılan İlaçların Fetal Gelişim Üzerine Etkileri
Nalbant A*, Yüzbaşıoğlu N*, Şakul B U*
*İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
Gebelik döneminde ilaç kullanımı kısıtlanmakla birlikte, annenin ilaç kullanımını zorunlu
hale getiren durumlar da bulunmaktadır. Ancak, kullanılan bu ilaçlar fetus gelişimini olumsuz
etkileyebilmektedir. Bu çalışma, yeni çalışmalara ışık tutmak amacıyla gebelikte kullanılan
ilaçların fetal gelişime olan etkilerinin değerlendiren kısa bir derlemedir. Gebelikte
antiepileptik olarak kullanılan difenilhidantoin, fetus ve plasenta ağırlığında azalma, fetusta
morfolojik değişiklikler, geciken ossifikasyon, visseral yapılar ve iskelet sisteminde
varyasyonlara neden olmaktadır. Yine bazı antiepileptik ilaçların fetusta anormal motor
hareket becerisi, otistik özellik ve konjenital malformasyonları arttırdığı gözlemlenmiştir.
Kortikosteroidlerin gebelikte kullanılması ile erken doğum riski artarken, fetal gelişim ve
beyin
fonksiyonları üzerine zararlı etkilerinin olduğu da bulunmuştur. Özellikle
betametazonun serebral miyelinizasyonu beyin gelişiminin safhasına bağlı olarak azalttığı
görülmüştür. Ağrı kesici ve ateş düşürücü özelliği olan asetaminofenin gebelikte kullanılması
abortusa, ölü ya da prematür doğuma ve fetal malformasyonlara neden olduğu araştırmalar
sonucunda tespit edilmiştir. Gebelikte görülen preeklampsi ve eklampsi için kullanılan
magnezyum sülfat fetusta ortalama kan akım hızını ve zamanını azaltabilmekte ve serebral
palsi, prematür ya da ölü doğuma neden olmaktadır. Maternal depresyon için kullanılan
psikoaktif ilaçlar içeriğine göre, fetusa giden besin ve oksijende azalmaya, neden olmakta,
beyin gelişimini etkilemekte, fetal hipoksi, spontan abortus riskini artırmakta ve düşük doğum
ağırlığına sebep olmaktadır. Bunun yanında gebelikte kullanılan tiroid ilaçlarının fetusun
nörofizyolojik gelişimini etkilediği, antihistaminiklerin ise intrauterin gelişme geriliği ve fetal
ölüme neden olduğu da tespit edilmiştir. Gebelikte maternal ilaç kullanımı, fetal gelişimi
büyük oranda olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle fetal patofizyolojiyi iyi bir şekilde
anlamak ve değerlendirebilmek için gebelikte maternal farmakoterapi ile ilgili yeni
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar kelimeler: gebelikte ilaç kullanımı, fetal gelişim, antiepileptikler, kortikosteroid
ilaçlar, diyabetik ilaçlar
148
P-74
Adolesan Class I Bireylerde Üst ve Alt Dudak Postürünün Cinsiyete Bağlı Olarak
Değerlendirilmesi: Bir Ön Çalışma
Kürkçüoğlu A*, Karaca Z**, Oğuz Ö**
*
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, ANKARA
**
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, ADANA
Amaç: Yüz yumuşak doku ve dudak kalınlıkları, yaş, cinsiyet, ırk, büyüme ve gelişmeye
bağlı olarak değişim göstermekle beraber, bu konu adli antropologlar, diş hekimleri ve estetik
cerrahlar açısından önemlidir. Adli antropologlar bu bilgiyi yüz dokusuna benzerlik kurarak
kimlik belirlemede kullanırlar. Bu çalışmada amacımız; Türk ırkında üst ve alt dudak
kalınlıklarını kız ve erkek gruplarda ayrı ayrı değerlendirmek ve sonuçları gruplar arasında ve
diğer ırklarla karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 80 sağlıklı (40 kız ve 40 erkek) Class I iskelet yapısında (ANB
açısı 2º±2) olan bireyler üzerinde gerçekleştirildi. Kızların yaş ortalaması 23,23±4,27 yıl,
erkeklerin 24,35±3,45 yıl olarak hesaplandı. Bireylerin lateral cephalometric X-ray
görüntüleri
üzerinde
belirlenen
üç
farklı
noktanın
(Ls,
Sto,
Li)
E
doğrusuna
(Steiner'ınEstetistik Doğrusu) olan uzaklıkları ölçüldü. Bu cephalometrik görüntüler
bilgisayar ortamında Image-J software yöntemi kullanılarak ölçüldü. Elde edilen veriler
istatistiksel yöntemlerle değerlendirildi.
Bulgular: Tüm cephalometrik görüntülerde Ls -E, Sto –E ve Li - E mesafeleri ölçüldü. Ls– E
mesafesi için ortalama değer: -11,70 mm, en küçük değer: -26,92 mm ve en büyük değer: 1,00 mm, Sto -E mesafesi için ortalama: -20,73 mm, en küçük değer: -37,31 mm ve en büyük
değer: -7,59 mm, Li– E mesafesi için ortalama: -7,17 mm, en küçük değer: -22,40 mm ve en
büyük değer: 9,20 mm olarak bulundu. Yapılan Kolmogrov-Simirnov testi sonucunda ölçülen
değişken için (p ≥ 0,05) faktörlerin dağılımı normal dağılıma uygun olarak değerlendirildi.
Sonuç: Dudak postürünün bilinmesi, ortodontistlere hastalarının yüz profili ile ilgili tedavi
planlamasında kolaylık sağlarken adli antropologlara yeniden yüzlendirme tekniğinde, estetik
cerrahlara ise alt yüz uyumunun değerlendirmesinde yardımcı olacak ipuçları verecektir. Bu
çalışma bir ön çalışma niteliğinde olup, kişi sayısını arttırarak Türk ırkında; üst ve alt dudak
149
postüründe, cinsiyete ve yaşa bağlı olarak oluşabilecek değişiklikleri ortaya koymayı
planlamaktayız.
Anahtar Kelimeler: Dudak Kalınlığı, Cephalometri, Class I
150
P-75
Yetişkin Kadınlarda Orbital Bölgenin Antropometrik Analizi ve Yaşa Bağlı
Değişiklikler
Koç F*, Deniz M*, Uslu Aİ*, Doğru S**
*
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Şanlıurfa
**
Harran Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Şanlıurfa
Amaç: Orbital bölgenin normal morfometrik değerleri; yaşa, cinsiyete ve ırka göre değişiklik
göstermektedir. Çalışmamızda orbital bölgede yaşlanma ile oluşan değişikliklerin analizi
amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, yaşları 20–87 (47,80±15,05) arasında değişen toplam 311
sağlıklı kadında yapıldı. Denekler, genç (20–44), orta (45–59) ve yaşlı (60 ve üstü) olarak üç
gruba ayrıldı. IT version 3.00 yazılım program kullanılarak fotoğraflar üzerinden orbital
bölgenin antropometrik ölçümleri yapıldı.
Bulgular: Çalışmamıza katılan kadınlarda interpupiller mesafe ortalama 64,20±5,06 mm,
nazofrontal açı ortalama 149,21±9,12 derece bulundu. Genç, orta ve yaşlı grupta dış kantal
mesafe sırasıyla; 92,98±5,85 mm, 91,00±7,04 mm ve 88,02±6,13 mm, iç kantal mesafe;
31,30±3,07 mm, 31,72±3,51 mm ve 31,66±3,44 mm olarak bulundu. Palpebral fissur
uzunluğu; 29,96±1,76 mm, 28,45±1,96 mm ve 26,81±1,95 mm, palpebral fissur genişliği;
9,27±1,21 mm, 8,57±1,25 mm ve 7,98±1,18 mm olarak bulundu. Palpebral fissur alanı;
163,41±29,98 mm², 144,01±30,90 mm² ve 129,11±27,21 mm² olarak bulundu. İç kantal açı;
39,29±6,04, 37,57±6,58 ve 35,78±5,80, dış kantal açı; 53,90±8,90, 51,48±8,87 ve 49,87±9,78
derece bulundu. Görülebilir iris alanı; 96,04±15,04 mm², 88,63±16,27 mm² ve 81,73±14,03
mm² olarak bulundu. İnterpupiller mesafe ve iç kantal mesafe ölçümlerinin yaşa bağlı olarak
anlamlı bir farklılık göstermediği, diğer ölçümlerin ise yaşla birlikte azaldığı tespit edildi
(p<0.05).
Sonuç: Yüzdeki yapıların normal ölçülerinin ve yaşa bağlı değişiminin bilinmesi, plastik ve
rekonstriktif cerrahide yüz oranlarının muhafaza edilmesi ve estetik yüz görünümünün
korunmasında yararlı olacağı kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: Antropometri, Orbital bölge, Yüz, Kadın, Yaş.
151
P-76
Beyin Sapına Yeni Eklenen ve Alt Gruplara Ayrılan Nucleus’lar
Aktaş H A*, Uzuner M B*, Geneci F*, Ocak M*, Aşkit Ç**, Sargon M F*
*Hacettepe
Tıp
Fakültesi
Anatomi
Anabilim
Dalı,
Ankara/Türkiye
**Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı, Ankara/Türkiye
Anatomi biliminde yıllar içinde yeni gelişmeler olmasına rağmen santral sinir sistemi
gizemini hep korumuştur. 1998 yılında yayınlanan Terminologia Anatomica’ya santral sinir
sistemi ile ilgili çok sayıda yeni terim ilave edilmiştir. Bu yeni terimlerin büyük bir kısmını
beyin
sapı
nucleus’ları
Anatomica(1989)
ve
ve
tractus’ları
Terminologia
oluşturmaktadır.
Anatomica(1998)’daki
Bu
beyin
çalışmada
sapı
Nomina
nucleus’ları
karşılaştırıldı. Terminologia Anatomica’da 29 adet medulla oblongata’ya eklenen, sekiz adet
pons’a eklenen ve 21 adet mesencephalon’a eklenen yeni nucleus olduğu tespit edildi. Ayrıca
Terminologia Anatomica’da, Nomina Anatomica’da yer alan nucleus’ların alt gruplara
ayrıldığı saptandı. Medulla oblongata’daki yedi nucleus’un, pons’taki sekiz nucleus’un ve
mesencephalon’daki üç nucleus’un alt gruplara ayrıldığı görüldü. Sonuç olarak; beyin
sapındaki yeni eklenen ve alt gruplara ayrılan nucleus’ların sayıca fazla olması santral sinir
sisteminin klinik ve bilimsel çalışmalar ışığında artık keşfedilmeye başlandığını ve gelecekte
de yeni çalışmalara kaynak oluşturabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Beyin sapı, Nucleus, Terminologia Anatomica
152
P-77
Kranial Sinirlere Ait Anatomi Terminolojisi; Son 25 Yıldaki İlave ve Değişiklikler
Uzuner M B*, Geneci F*, Ocak M*, Aktaş H A*, Aşkit Ç**, Sargon M F*
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye
**Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Latin Dil ve Edebiyatı Anabilim
Dalı, Ankara/Türkiye
Dil
yaşayan
bir
varlıktır.
İnsanlar
geliştikçe
dillerinde
buna
paralel
geliştiği
görülmektedir. (*)Wilhelm von Humboldt “kendi başına dil ürün değil, aktivitedir” diyerek
dili tanımlamıştır. Dil bir milletin ruhunu oluşturmakta, ruhu da bir anlamda dilini ortaya
koymaktadır. Bu bağlamda Anatominin ruhunu da Latince oluşturmakta ve Anatomi’nin
dilini ortaya koymaktadır. Bu çalışmada 1989 yılında yayımlanan Nomina Anatomica ve
1998 yılında yayımlanan Terminologia Anatomica’da yer alan kranial sinirler konusundaki
terimlerin, terminoloji bakımından karşılaştırması ele alındı. 18 adet Latince değişiklik tespit
edildi. Bu Latince terimlerden 15 adetinin dil bilgisi yönünden, iki adetinin anlam
yönünden, bir adetinin hem anlam hem de dilbilgisi yönünden değişikliğe uğradığı tespit
edildi. Anatomik terimler Latince dil bilgisi yönünden değerlendirildiğinde bazı isimlerin
sıfat haline dönüştürüldüğü, bazılarının ise tekil halden çoğul hale ya da çoğul halden tekil
hale getirildiği tespit edildi. Anlam bakımından incelenen terimlerin daha özellikli hale
getirildiği ve bu sayede belirlenen terimlerin lokalizasyonlarının daha kolay anlaşıldığı
saptandı. Ayrıca kök itibariyle anatomik terimler değerlendirildiğinde; çok az sayıdaki
Yunanca terimin terminolojiye dahil edildiği tespit edildi. Sonuç olarak; Anatomi
terminolojisinde bir takım güncellemeler halen devam etmekte olup en iyiyi bulma, en doğru
şekilde ifade etme çalışmaları günümüzde ve gelecekte de sürecektir.
(*) Bedia Akarsu, “Wilhelm von Humboldt’ta Dil-Kültür Bağlantısı, İst 1955, Dil ve Kültür
başlıkları
Anahtar kelimeler: Kranial Sinirler, Wilhelm von Humboldt, Nomina Anatomica
153
P-78
Yeni Doğanlarda Sinus Maxillaris Hacminin Eliptik Formülle ve Cavalieri Metodu ile
Değerlendirilmesi
Değermenci M*, Ertekin T*, Ülger H*, Acer N*, Coşkun A**
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye
**Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye
Paranazal sinusların gelişimi prenatal olarak başlar, 1–7 yaşları arasında burun boşluğu ve
yüzdeki diğer yapılarla beraber tüm yönlerde gelişmeye devam eder. Paranazal sinusların
boyutları şahıslar arasında farklılıklar göstermekle beraber aynı şahsın her iki tarafında da
farklı gelişim dereceleri sergileyebilir. Çocuklarda ve yeni doğanlarda paranazal sinusların
normal ve patolojik boyutları arasındaki farklılıkları belirlemek zordur. Bu çalışmada, yeni
doğanlarda sinus maxillaris hacminin farklı iki metot kullanılarak tespit edilmesi ve iki metot
arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
PACS (Picture Archiving and Communication System) sisteminde retrospektif olarak taranan
0-1 yaş grubuna ait 20 bireyin (10 erkek, 10 kız) BT (Bilgisayarlı Tomografi) görüntüleri
üzerinde sinus maxillaris’in hacmi hesaplandı. Eliptik formül kullanılarak yapılan ölçümlerde
sağ sinus maxillaris ortalama hacmi kız ve erkek bireylerde 0.49±0.34 cm3 ve 1.41±2.53 cm3
olarak hesaplanırken sol sinus maxillaris ortalama hacmi sırasıyla 0.52±0.42 cm3 ve
1.44±2.31 cm3 olarak ölçüldü. Stereolojik metotla yapılan ölçümlerde ise kız bireylerde sağ
ve sol sinus maxillaris ortalama hacmi 0.55±0.39 cm3 ve 0.54±0.42 cm3 olarak belirlenirken,
erkek bireylerde ise bu değerler sırasıyla 1.34±2.22 cm3 ve 1.29±1.99 cm3 olarak hesaplandı.
Yapılan ölçümlerde erkek ve kız bireyler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
belirlenmedi (p>0.05). Metotlar birbiri ile karşılaştırıldığında ise sadece kız bireylerin sağ
sinus maxillaris hacim ölçümlerinde metotlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
belirlendi (p<0.05). Çalışmamızın yeni doğanlarda sinus maxillaris hacminin preoperatif ve
intraoperatif değerlendirmesinde diğer çalışmalara katkıda bulunacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Stereoloji, Eliptik, Sinus maxillaris, Cavalieri Prensibi
154
P-79
Femoroasetabular Sıkışma Sendromu: Manyetik Rezonans Görüntüleme Bulguları
Subaşı I D*, Sunar M**, Karakaya A D***, Kapakin S****
*
Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Erzurum/Türkiye
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Erzincan/Türkiye
***
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji AD, Erzurum/Türkiye
****
Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Erzurum/Türkiye
Amaç: Femoroasetabular sıkışma sendromunun manyetik rezonans görüntüleme bulgularının
**
sunulması amaçlanmaktadır.
Olgular: Mildirseği (cam) ve kıskaç (pincer) tipte femoroasetabular sıkışma sendromlu
olguların manyetik rezonans görüntüleme bulguları sunulmaktadır. Mildirseği tipinde, femur
baş-boyun anterior kesimindeki bombe yapı gözlendi. Kıskaç tipi femoroasetabular sıkışmada
aşırı kavrayan asetabulum izlendi.
Tartışma: Son yıllarda displastik olmayan kalça eklemlerinde, erken başlangıçlı osteoartritin
sebebi olarak femoroasetabular sıkışma sendromunu kavramı ön plana gelmeye başlamıştır.
Femoroasetabular sıkışmanın, temel olarak, hareket ranjı geniş olan hareketler sırasında femur
başı ile asetabular halka arasında eklem açıklığının azalması ile tekrarlayan dayanmalaratakılmalara bağlı geliştiği düşünülmektedir. Bu durum net anlaşılamamış olmamakla birlikte
femoral veya asetabular faktörler nedeniyle olabilir. Femoroasetabular sıkışmanın temelde iki
formu tanımlanmıştır: Mildirseği (cam) ve kıskaç (pincer). Bu ikisi arasında formlar da
mevcuttur. Mildirseği tipinde femoroasetabular sıkışma, daha çok genç atletik erkeklerde
izlenir. Bu tipte femur başında anormal şekil gözlenir (anterolateral femur baş-boynunda
kemik yapıda belirginleşme-bombeleşme) ve özellikle kalça ekleminin fleksiyonu sırasında
asetabular halkaya dayanma söz konusudur. Ortaya çıkan makaslayıcı veya biçici kuvvetler
kondral veya labral zedelenmeye yol açar. Kıskaç tipi, daha çok orta yaşlı kadınlarda izlenir.
Bu tipte asetabulumun şekli anormaldir. Anterior asetabular aşırı kavrama
(asetabular
retroversiyon), protrüzyo asetabuli, koksa profunda sebep olarak gösterilmektedir.Manyetik
rezonans görüntülemede mildirseği ve kıçkaç tipi sıkışma sendromlarına ait anormal anatomik
bulgular yanısıra, osteoartrite ait; eklem mesafesinde daralma, subkondral skleroz ve kistler
ve osteofitler gibi bulgular gözlenebilir.
Anahtar Kelimeler: Anatomi, Femoroasetabular sıkışma, Manyetik rezonans görüntüleme
155
P-80
El Bileği Kemikleri: Üç Boyutlu Rekonstrüksiyon, Fotorealistik Görüntüleme ve Fiziksel
Modelleme
Sunar M*, Kapakin S**, Subaşı ID***
*
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Erzincan/Türkiye
**
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye
***
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye
Bu çalışmanın amacı, Hızlı Prototipleme tekniği ile el bileği kemiklerinin elle tutulur katı
modellerini oluşturmak ve cerrahi uygulamalarda bu modelleri kullanmaktır.
El bileği kemiklerini üç boyutlu DXF modelleri olarak rekonstrükte etmek için, farklı
görüntüleme modalitelerinden elde edilen görüntülere, Surfdriver yazılım paketi uygulandı.
Elde edilen modeller VRML (virtual reality modelling language) ve STL (Standard
Triangulation Language) biçimleri için Cinema 4D yazılımında ileri işlemlere tabi tutuldu.
Katı modeller STL biçimi kullanılarak Hızlı Prototipleme makinasında imal edildi.
Cerrahlar kişiye özel katı modelleri kullanarak cerrahi işlemleri prova yapabilir. Onlar
cerrahinin kompleks durumlarına önceden hazır olabilir ve cerrahideki öngörülmeyen
olumsuz olayları önleyebilirler.
Anahtar kelimeler: El bilek kemikleri, Fotorealistik görüntüleme, Rekonstrüksiyon.
156
P-81
Diazinonun böbrek dokusunda oluşturduğu hasara karşı intravenöz lipit emülsiyon
tedavisinin koruyucu etkisi: Deneysel bir çalışma
Ayan M*, Uysal M**, Taş U**, Irmak Sapmaz H***, Bıçakçı H****, Sarsılmaz M****
*Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
**Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
***İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
****Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Amaç: Diazinon evde ve tarımda sıklıkla kullanılan yağda çözünebilen sentetik
organafosfatlardan biridir. Diazinona maruziyet solunum, sindirim ve deri yoluyla gerçekleşir.
intravenöz lipit emülsiyon tedavisinin yağda çözünen bazı ilaçların neden olduğu toksisiteyi
azaltabildiği gösterilmiştir. Bu çalışmada yüksek doz diazinon toksisitesine karşı intravenöz
lipit emülsiyon tedavisinin böbrek dokusu üzerindeki koruyucu etkileri araştırıldı.
Gereç-Yöntem; 21 adet Wistar albino cinsi sıçan (180-200g ağırlığında), rastgele olarak üç
eşit gruba ayrıldı. Grup I: kontrol, Grup II: diazinon ve Grup III: diazinon+lipid emülsiyon
tedavisi verilen grup olarak belirlendi. Grup I’e yalnızca 1 ml mısır yağı gavaj yoluyla verildi.
Grup II’deki hayvanlara gavaj yoluyla 335 mg/kg diazinon verilirken, Grup III’deki
hayvanlara diazinona ek olarak %20’lik lipid solüsyonu (3 ml/kg) kuyruk veninden verildi.
Deneysel periyodun sonunda hayvanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında exanguinasyon ile
öldürüldü ve böbrek dokuları alınarak rutin histolojik takip sürecinin ardından rotary
mikrotom ile 5 mikrometrelik kesitler alındı. Kesitler histopatolojik değişiklikler açısından
Hematoksilen eozin boyamasıyla apoptotik hücre ölümleri açısından ise kaspaz-3
immünohistokimya boyaması ile değerlendirildi.
Bulgular: Kontrol grubuna kıyasla diazinon grubunda kaspaz-3 immün reaktivitesinde artış
olduğu görüldü. Bununla birlikte diazinon+lipit emülsiyon tedavi grubunda kaspaz-3 immün
reaktivitesinin azalmış olduğu belirlendi.
Sonuç: Bizim çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular diazinonun indüklediği böbrek
toksisitesinde lipit emülsiyon tedavinin koruyucu etkisinin olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Diazinon, Toksisite, Apoptoz, Böbrek
157
P-82
Tiroid Bezi Hemiagenezisi
Uysal M*, Hasbek Z**, Taş U*, Meydan S***
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
**
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye
***
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Tiroid loblarının gelişim bozukluğu olan tiroid hemiagenezisi (TH) kadınlarda sık görülür ve
çoğunlukla sol lob agenezisi şeklindedir. TH tiroid dokusunun embriyolojik gelişimi sırasında
oluşan defekt sonucu görülen, tiroid loblarından birinin gelişiminin bozulması sonucu oluşan
nadir bir konjenital anomalidir. Adölesan dönemde yapılan çalışmalarda prevalansı %0.2-0.05
olarak saptanmıştır. Sıklıkla Grave’s Hastalığı, Hashimato tiroiditi, subakut tiroidit, basit
guatr, toksik adenom, karsinom, kolloidal nodül, paratiroid hiperplazisi gibi diğer tiroid
patolojileri ile birlikte görülebilir. Tiroid ultrasonografinde etkilenen lob saptanmaz. Tiroid
sintigrafisinde ise tiroid lojunda radyofarmasötik tutulumu görülmez.
Bu bildiride nadir olarak görülen ancak klinik takibi gerekli olan TH durumuna dikkat
çekilmesi amaçlanmıştır.
Olgu: Tiroid fonksiyon testi bozukluğu nedeniyle takip edilen 43 yaşındaki kadın hastanın
Teknesyum-99m perteknetat ile yapılan tiroid sintigrafisinde; sağ lobda aktivite tutulumu
normal sınırlarda, sol lob lojunda ise aktivite tutulumu saptanmamıştır. Yapılan tiroid
ultrasonografisi ile bu durum konfirme edilmiştir.
TH kadınlarda sık görülür (3:1 oranında) ve çoğunlukla sol lob agenezisi şeklindedir (4:1
oranında). Hastaların yarısında isthmus bulunmaz. Literatüre benzer şekilde olgumuzda sol
lob agenezisi izlenmiştir. Tiroid sintigrafisi anormal tiroid fonksiyonları olan hastaların
değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Ancak hiperfonksiyone nodül, tiroidit,
karsinomlar, atrofi veya görüntüleme hataları gibi durumlar yanlış sonuç verebileceğinden
dolayı; ayırıcı tanıda ultrasonografi ve diğer radyolojik görüntüleme
kullanılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Tiroid gelişimi, Hemiagenezi, Tiroid sintigrafisi
158
yöntemleri
P-83
İlginç Bir Vaka: Rumsay Hunt Sendromu
Uysal M*, Ayan M**, Somuk B T***, Esen M**, Taş U*
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
***
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim
Dalı, Tokat/Türkiye
Rumsay Hunt Sendromu (RHS), varisella zoster virüsünün reaktive olmasıyla ortaya çıkan ve
fasiyal sinir tutulumu da gösterebilen klinik durumdur. Hastalarda genellikle şiddetli kulak
ağrısı, dış kulak yolunda veziküler döküntü, fasiyal sinir trasesinde parezi, akut paralizi ve
kızarıklık bulguları mevcuttur. Bu sunumda Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil
servisine boynun sol yanında ve sol kulak kepçesinde kızarıklık ve veziküler döküntü ile
başvuran 78 yaşındaki erkek bir hastada gözlenen RHS vakası sunulmaktadır. Hastanın deri
lezyonları için bir dış merkeze başvurmasıyla kendisine egzama tedavisi başlanmış fakat
dermatolojik lezyonlarının ağrılı hale gelmesiyle hasta, fakültemiz acil servisine
başvurmuştur. Fasiyal sinir paralizisi bulunmamasından dolayı RHS düşünülerek servisimizde
antiviral tedavi başlanarak taburcu edilmiştir. Bir gün sonra fasiyal sinir paralizisi gelişmesi
üzerine hasta, tekrar acil servise başvurmuş ve Kulak, Burun ve Boğaz hastalıkları servisine
yatışı sağlanmıştır. RHS hastanın yaşam kalitesini etkileyebilen ciddi bir klinik durumdur ve
hastalara olabilen en erken sürede antiviral tedavi ve semptomatik tedavi başlanması
gerekmektedir. Tedavi süresi geciktikçe komplikasyon ve morbidite oranları artmaktadır.
Vakamızda da olduğu gibi fasiyal sinir paralizisinin eşlik etmediği Ramsay Hunt sendromlu
olgularda, sendromun varlığı atlanarak tedaviye başlangıç süresi gecikebilmektedir. Fasiyal
sinir felcinin eşlik etmediği olgularda klinisyen tarafından bu sendromun varlığının akıldan
çıkarılmamasının gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Fasiyal sinir paralizisi, Ramsay Hunt sendromu, Veziküler döküntü
159
P-84
Bir Olgu Sunumu Eşliğinde Osteitis pubis
Gül SS*, Uysal M**, Hasbek Z***, Çiçek M**
*Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
** Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat/Türkiye
*** Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas/Türkiye
Osteitis pubis, pubik kemik ve çevresindeki dokuları etkileyen noninfeksiyöz, inflamatuvar,
ağrılı bir hastalıktır. Sporculardaki prevalansı iyi bir şekilde çalışılmış olsa da toplumdaki
prevelansı bilinmemektedir. Hastalar genellikle ilerleyici, kasıklara yayılan suprapubik
ağrıdan yakınmaktadır. Osteitis pubis tanısı, daha çok klinik olarak konur ancak pelvis grafisi,
kemik sintigrafisi ve manyetik rezonans görüntüleme ile tanı kesinleştirilebilir. Bu
bildirimizde osteitis pubis’li bir olgu sunulmuştur.
Olgu: Pelvik bölgede ağrı şikayeti bulunan bayan hastanın Teknesyum-99m metilen
difosfonat ile yapılan üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi sonucu: “kanlama ve kan havuzu
görüntülerinde symphysis pubis bölgesine uyan alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz
statik görüntülerinde ise pelviste symphysis pubis sağ kesiminde heterojen osteoblastik artmış
aktivite
tutulumu”
izlenmiştir.
Bu
bulgular
osteitis
pubis
ile
uyumlu
olarak
değerlendirilmiştir.
Osteitis pubis, özellikle ani ve çok tekrarlanan aktiviteye dayanan futbol, buz hokeyi ve
basketbol gibi sporlar ile uğraşan sporcularda görülür. Bizim olgumuz ise literatür bilgilerinin
aksine ev hanımı idi. Olgumuzda olduğu gibi osteitis pubis’in daha az sıklıkla görüldüğü
hasta popülasyonu açısından, tanı konulması sırasında kemik sintigrafisinin kullanılması
klinisyene yol gösterici olacaktır.
Anahtar kelimeler: Osteitis pubis, Kemik sintigrafisi, Symphysis pubis
160
P-85
Nervus Laryngeus Recurrens’in Cornu Inferior Cartilago Thyroidea, Berry Ligamenti
ve Zuckerkandl Tüberkülü İle İlişkisi
Kaştan Ö K*, Çalgüner E**, Ağırdır B V***, Sindel M****
*
Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Antalya
**
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
***
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Antalya
****
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
Boyun bölgesi cerrahi operasyonlarında nervus laryngeus recurrens’i zedelememek amacıyla
sinirin bulunması ve izlenmesi “olmazsa olmaz” bir kural haline gelmiştir. Sinir görülmeden
hiçbir anatomik yapı kesilmemelidir. Tek bir işaret noktasına güvenilmemeli, dallanma
farklılıkları unutulmamalıdır. Zuckerkandl tüberkülü, Berry ligamenti, cornu inferior cartilago
thyroidea, boyun bölgesindeki cerrahi operasyonlarda n. laryngeus recurrens’in bütünlüğünün
korunması için bir klasik haline gelmiş olan anatomik işaret noktalarıdır. Çalışmamızda
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında 30 kadavrada arteria thyroidea
inferior’a kadar olan kısımda n.laryngeus recurrens’in 52 tarafta (%87) trakeo-özofageal
sulkusta, 8 tarafta (%13) trachea’nın lateralinde seyrettiği görülmüştür. Nervus laryngeus
recurrens’in 55 tarafta (%92) a. thyroidea inferior’un arkasından, 6 tarafta (%8) arterin dalları
arasından geçtiği saptanmıştır. Tüm olgularda (%100) n. laryngeus recurrens, cornu inferior
cartilago thyroidea’nın 0.6±0.1 mm aşağısından larynx’e girmekteydi. Tüm olgularda (%100)
Berry ligamenti’nin iç alt kısmından geçiyordu Tüm olgularda (%100) n. laryngeus recurrens,
Zuckerkandl tüberkülü’nün arka-ortasının altında yer almaktaydı. Sonuç olarak cerrahi için bu
noktalar önemli yol göstericidir. Bölgenin cerrahi anatomisinin iyi bilinmesi ve farklılıkların
varlığının gözden kaçırılmaması önemlidir.
Anahtar Kelimeler: N. laryngeus recurrens, Cartilago thyroidea, Berry ligamenti,
Zuckerkandl tüberkülü
161
P-86
Erişkinlerde MDCT Kullanılarak Timus'un İncelenmesi
Yılmaz N*, Ünver Doğan N*, Sivri M**, Doğan K H***, Özbek S**
*Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya, Türkiye
** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya, Türkiye
*** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp AD, Konya, Türkiye
Timus öncelikle T hücre diferansiyonunda olmak üzere birçok immünolojik reaksiyonda
görev alan bir lenfoid organdır. Timusun boyut ve dansitesi bireysel farklılıklar gösterir. Bu
çalışmada erişkinlerde normal timus özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2013-2014 yılları içerisinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda
herhangi bir timus malformasyonu göstermeyen 15 erkek (yaş ort. 49,20±4,65) ve 15 kadın
(yaş ort. 49,93±5,36) olmak üzere toplam 30 erişkin (yaş ort. 49,56±19,12) bireyin thorakal
bölgeden 1,5 mm kesit kalınlığında çekilen MDCT (Multidetector Computed Tomography)
(Siemens Somatom Sensation, Erlanger, Almanya, 2005) görüntülerinin taranmasıyla elde
edilen veriler kullanılmıştır.
Timusun şekillerinin sınıflandırılması oldukça zordur. Birçok kişide okbaşı şeklinde, yuvarlak
ve iki loblu olmak üzere farklı şekillerde olabilir. Çalışmamızda timusun erkeklerde büyük
oranda okbaşı şeklinde (%93), kadınlarda ise %47 okbaşı, %47 yuvarlak ve %6 iki loblu
şekilde olduğu gözlenmiştir. Erkeklerde timusların 4'ü sağda, 1'i solda, 10'u orta hatta iken,
kadınlarda 3'ü solda, 12'si orta hatta bulundu. Timusların bulunduğu seviye incelendiğinde en
sık T4-5 seviyesinde (%40) olduğu görülmüştür. Cinsiyete göre karşılaştırıldığında timusların
seviyesinde, yoğunluklarında ve vertikal çap ölçümlerinde fark gözlenmezken, timusun
transvers çap ölçümlerinde ve tiplendirilmesinde anlamlı fark bulunmuştur.
Yaşın artmasıyla birlikte timusun yağ oranı değişime uğrar. Literatürde normal timus boyutu
ve morfolojisini açıklayan kapsamlı çalışmalar az sayıdadır. MDCT görüntüleri timus
görünümünü açıkça tanımladığı için, normal değişimleri ve anormal yapılarının ayrılmasında
rutin olarak özellikle radyologlar tarafından kullanılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Timus, MDCT, Morfoloji
162
P-87
Sağ Arcus Aorta ve Aberan Arteria Subclavia Sinistra; Bir Olgu Sunumu
Ünver Doğan N*, Fazlıogulları Z*, Uysal İ İ*, Karabulut A A*, Nayman A**
*Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Konya, Türkiye
** Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Konya, Türkiye
Arcus aorta ve dallarının anomalileri oldukça nadir olup, otopsi serilerinde sıklığı %3 olarak
bildirilmektedir. En sık görülen durum sol arcus aorta ve aberran a. subclavia dextra'dır. Daha
az görülen varyasyonlardan biri sağ arcus aorta ve aberran a. subclavia sinistra birlikteliğidir.
Selçuk Üniversitesi radyoloji kliniğinde çekilen 45 yaşında erkek hastanın toraks bilgisayarlı
tomografisinde (BT), arcus aortanın dallarında varyasyonlar gözlendi. Olguda truncus
brachiocephalicus'un olmadığı, arcus aortanın sağda yerleşim gösterdiği, a. subclavia
sinistra’nın aberran olarak özofagusun arkasından geçtiği gözlendi. Arcus aorta'dan çıkan dört
dal vardı. Bunlar sırasıyla a. carotis communis sinistra, a. carotis communis dextra, a.
subclavia dextra ve a. subclavia sinistra idi. Olguda başka bir büyük damar anomalisi tespit
edilmedi. Sağ arcus aorta varyasyonu popülasyonun yaklaşık % 0.1'inde görülmektedir ve bu
vakaların yarısında aberran a. subclavia sinistra birlikteliği bulunmaktadır. Aberran a.
subclavia sinistra tek varyasyon olarak görülebilse de sağ arcus aorta ile birlikte görülen en
sık anomalidir. Bu varyasyon genellikle asemptomatik olup bazı vakalarda a. subclavia
sinistra çıkış yerinde dilatasyon varsa trakea ve özofagusa bası yapabilir. Bu durumda stridor,
disfaji gibi semptomlara neden olabilir. Radyolojik ve cerrahi çalışmalarda abberan arterlerin
önemleri ortaya koyulmuştur. Bu olgu, vasküler anatomi ve varyasyonların belirlenmesinde
BT incelemelerinin önemi bir kez daha vurgulamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sağ arcus aorta, Varyasyon, Aberran arteria subclavia sinistra
163
P-88
Hava Ulaşımında Yer Hizmetlerinde Çalışanların Ayak Antropometrisi
Kılıç N*, Durgun B*
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Adana
Amaç: Ayak ölçüleri yaşa, cinsiyete ve ırka göre değişiklikler gösterdiğinden populasyona
özgü değerlerin ve standartların bilinmesi hedef kitleye yönelik her türlü tasarımda önem
kazanır. Bu çalışmanın amacı; bugüne değin hiç veri elde edilmemiş olan hava ulaşımı
sektöründe yer hizmetinde çalışanların ayak yapısı ile ilgili veri saptanmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, hava ulaşımında yer hizmetlerinde çalışan yaşları 16–55
arasında değişen, toplam 35 (21 erkek, 14 kadın) kişide ayak ölçümleri yapılmıştır. Mezura ve
antropometrik set kullanılarak yapılan ölçümler; ayak uzunluğu, ayak gövdesi uzunluğu,
medial arkus yüksekliği, ayak genişliği, bimalleolar uzaklık ve bimalleolar çevredir.
Bulgular: Çalışmamıza 21’i erkek (%60), 14’ü kadın (%40) olmak üzere toplam 35 bireyin
yaş ortalaması 34,2±8 yıl, boy ortalaması 170,4±7,7 cm, vücut ağırlığı ortalaması 76,3±18,4
kg olarak bulunmuştur. Bireylerin sağ ve sol ayak uzunluğu ortalaması 25,6±1,9 cm, ayak
gövdesi uzunluğu 18,5±1,4 cm, medial longitudinal arkus yüksekliği sağda ortalama 2,0±0,6
cm, solda 2±0,5 cm bulunmuştur. En dar yerde ayak genişliği ortalaması sağda 8,7±1,1 cm,
solda 8,6±1,0 cm, en geniş yerde ise ayak genişliği ortalaması sağda 9,9±0,9 cm, solda
9,9±0,8 cm bulunmuştur. Bimalleoler uzaklık ortalaması sağda 7,0±0,7 cm, solda 7,1±0,7 cm
bulunmuştur. Bimalleoler çevre ortalaması sağda 25,7±2,3 cm, solda 25,7±2,6 cm olarak
bulunmuştur.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarının; populasyona özgü standartların belirlenmesi ve böylece
milyonlarca çalışanı olan ve uzun mesai saatlerine sahip hava ulaşımı endüstrisinde yer
hizmetlerinde çalışanlar için uygun ayakkabı tasarımına, dolayısıyla ayak konfor ve sağlığının
korunmasına yardımcı olacağı umulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ayak, Antropometri, Ayak ölçüleri, Hava Ulaşımı
164
P-89
Pankreas’ın Arteryel Kanlanması: Bir Anatomik ve Cerrahi Çalışma
Kocabıyık N*, Özsoy S**, Baykal B***, Zeybek N****, Yazar F*, Karapirli M*****, Korkusuz
İ******
*
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi Bölümü
**
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümü
***
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Bölümü
****
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü
*****
Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı
******
Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi
Literatürde pankreatik arterlerin tanımlanmasında veya yorumlanmasında belli bir karışıklık
söz konusudur. Bu çalışma, daha önce geniş radyolojik seriler incelenerek yapılan
çalışmalardaki sonuçları kadavra üzerinde araştırmak amacıyla planlanmıştır.
Önemli pankreatikoduodenal arteryel, venöz ve sinirsel arkların hepsi “Treitz’in füzyon
fasyası” ve pankreatik parankim arasında lokalizedir. Pankreas’ın baş ve boyun kısmının
arteryel beslenmesi; anterior, intermediate, posterior pankreatikoduodenal ve prepankreatik
arteryel arkuslardan sağlanır. Pankreas başı ve boynunun pankreatikoduodenal arteryel
arkuslara ilave olarak minor kaynaklardan da arteryel destek aldığının literatürde rapor
edilmesi ve otörler arasındaki tartışmalı fikirler hala pankreas’ın damarlarının ayrıntılı olarak
anatomik ve cerrahi açıdan incelenmesi gerektirdiğini düşündürmektedir.
Bu çalışma 60 adet formaldehitle fikse pankreas ve çevre dokuları üzerinde yapıldı.
Gastroduodenal arterden gelen superior pankreatikoduodenal arter ile superior mezenterik
arterden gelen inferior pankreatikoduodenal arter ve ayrıca dorsal pankreatik arter, splenik
arter ve dalları izlendi, pankreas morfolojisine ait ölçümler yapıldı. Klasik arteryel beslenme
haricinde görülen, farklı bir kaynaktan gelen, varyasyonel durumlar kaydedildi. Elde edilen
sonuçlar ile daha çok radyolojik değerlendirmelerden elde edilen literatür sonuçları
karşılaştırıldı.
Bu çalışma; pankreas’ın beslenmesi ile ilgili tartışmalara yeni bir bakış açısı getirecek, elde
edilen sonuçlar doğrudan pankreası besleyen arterlerin varyasyonel farklılıkları ortaya
koyacak ve bu veriler pankreatik rezeksiyonlar sırasında cerrahiye katkı sağlayabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Pankreas, Arteryel kanlanma, Cerrahi
165
P-90
Lunat Fossa’nın Morfometrik Değerlendirilmesi
Önder M*, Aldemir C**, Oğuz Yolcular B***, Oğuz N*
*Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
**Antalya Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmotoloji Kliniği
***Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya
Amaç: Distal radius kırıkları sık karşılaşılan klinik olgulardır. Distal radius kırıklarının
cerrahi tedavisinde sık kullanılan yöntemlerden birisi de distal volar plak uygulamasıdır.
Volar plak uygulaması esnasında sık karşılaşılan problemlerden biri,
vidanın eklem
boşluğuna gönderilmesidir. Bu sorunun azaltılmasında lunat fossa’nın derinliğinin ayrıca,
transvers ve sagital çaplarının bilinmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle
çalışmamızda lunat fossa morfometrik olarak değerlendirilmiştir.
Materyal ve Metot:
Çalışmamızda Akdeniz Üniveritesi Tıp Fakültesi Anatomi
Laboratuvar’ında bulunan, distal uçları hasar görmemiş 25 sağ, 25 sol radius’ta lunat
fossa’nın derinliği, transvers ve sagital çapları microscribe g serisinden Microscribe-G2X
kullanılarak ölçümleri yapıldı. Verilerin tanımlayıcı istatistikleri ortalama±standart sapma
olarak sunuldu. Değişkenlerin sağ ve sol radius lunat fossa değerlerinin istatistiksel olarak
karşılaştırılmasında parametrik testlerden İki Ortalama Arası Fark testi kullanıldı. İstatistiksel
analizler SPSS 13.0 istatistik paketi kullanılarak yapıldı ve p değeri 0,05’ten küçük olanlar
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: 25 sol ve 25 sağ radius’un distal ucunda bulunan lunat fossa’nın derinliği, transvers
ve sagital çapları ve genişlikleri sırasıyla:
Lunat fossa derinliği ortalama: solda 2,41mm ±0,52 / sağda 2,53mm ± 0,79
Lunat fossa sagital çap ortalama: solda 19,66mm ±1,62 / sağda 18,78mm ±1,64
Lunat fossa transvers çap ortalamaları: solda 11,26mm ±0,84 / sağda 11,08mm ± 0,86
Lunat fossa transvers çap sağ değerleri ile sol değerlerinin ortalamaları arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,448). Lunat fossa sagital çap sağ değerleri ile sol
değerlerinin ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır
(p=0,060). Sağ ve sol lunat fossa derinliklerinin ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,531).
166
Sonuç: Ölçümler sonucunda elde edilen veriler yapılacak olan anatomik plaklara yol
gösterecek, uygulayan cerrahlar ise kolaylık sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Distal radius, Morfometri, Türk populasyon’u, Lunat fossa, Volar plak,
Facies articularis carpalis
167
P-91
Foramen Zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura Supraorbitalis ile Foramen/Incisura
Supratrochlearis’in Kurukafada Konumu ve Sayısı
Beger O*, Gilan İ Y*, Aktekin M*
*Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin
Amaç: Foramen zygomaticotemporalis (FZT), foramen (FSO) veya incisura (ISO)
supraorbitalis ile foramen (FST) veya incisura (IST) supratrochlearis’in kurukafadaki konum
ve sayıları ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek.
Materyal ve Metod: FSO/ISO ve FST/IST ile ilgili ölçümler 29 kurukafada gerçekleştirildi
ve bu yapıların orta hatta olan uzaklıkları belirlendi. 35 kurukafada ise zygomatik kemiğin
temporal yüzündeki FZT, arcus zygomaticus’un alt seviyesi (AZAS), arcus zygomaticus
seviyesi (AZS) ve processus frontalis seviyesi (PF) olmak üzere 3 bölümde gruplandırıldı.
Tüm ölçümler dijital kumpas kullanılarak gerçekleştirildi. Veriler istatistiksel olarak
değerlendirildi.
Bulgular: Toplamda tespit edilen 160 adet FZT’nin, sırasıyla %52’si PF, %38’i AZS ve
%10’u AZAS’ta yerleşmiş olarak bulundu. FZT’lerin büyüklüğü dijital kumpas ile
ölçülemeyecek kadar küçüktü. FZT’lerden sadece 8 (%5) tanesi zygomatik kemiğin temporal
yüzünden girip lateral yüzünden çıkmakta idi. Foramina’ların sayısı açısından taraflar
arasında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmediği için sonuçlar toplu olarak verildi.
Tarafların %16’sı tek, %31’i 2, %24’ü 3, %22’si 4, %5’i 5ve %2’si 6 foramen içermekte idi.
FSO, ISO, FST ve IST’nin orta hatta olan ortalama uzaklıkları sırasıyla; 28.53±1.04 mm,
22.70±1.24 mm, 21.22±1.15 mm ve 21.33±0.49 mm olarak ölçüldü. Tarafların %14’ünde çift
FSO, % 3’ünde çift FST görüldü. Kuru kafaların % 62’sinde bilateral FSO, % 3’ünde bilateral
ISO, % 24’ünde bilateral IST ve % 13’ünde bilateral FST görüldü.
Sonuç: Çalışma konusu olan foramenlerden geçen sinirler migren ağrısı oluşumunda rol
oynar ve bunların dekompresyonu veya kemodenervasyonu migren ağrılarını dindirir.
Foramen’lerin yerleşiminin daha kesin olarak bilinmesi migrene bağlı baş ağrılarının
tedavisinde daha etkili sonuçların alınmasını sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Foramen zygomaticotemporalis, Foramen/Incisura supraorbitalis,
Foramen/Incisura supratrochlearis, sinir dekompresyonu, Migren tedavisi
168
P-92
Aksesuar ve Duplike Arteria Hepatica Varyasyonu Olgusu
Turamanlar O*, Kaçar E**, Cartıllı Ö***, Akbal İ*
*Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
**Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Afyonkarahisar
***Afyon Kocatepe Üniversitesi, Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
Afyonkarahisar
Giriş: Truncus coeliacus’un dalı olan arteria hepatica iki bölümde incelenir. Arteria hepatica
communis; truncus coeliacus’tan arteria gastroduodenalis’in çıkış noktasına kadar uzanır.
arteria hepatica propria, arteria gastroduodenalis’in çıkış noktasından ramus dexter ve ramus
sinister’e ayrıldığı bifurkasyon noktasına kadar uzanır. Bu klasik dallanmanın dışında arteria
hepatica’nın, oldukça farklı varyasyonları tespit edilmiştir. Bu olgumuzda arteria hepatica
propria’nın nadir görülen varyasyonunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 62 yaşındaki erkek hastanın çekilen multifazik abdominal BT’sinde, varyasyonel
olarak arteria gastrica sinistra’dan köken alan arteria hepatica sinistra ve biri truncus
coeliacus’tan, diğeri arteria mesenterica superior’un proksimalinden orjin alan arteria hepatica
duplikasyonu saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Arteria hepatica varyasyonları % 40–45 oranında görülmektedir.
Aksesuar veya yer değiştirmiş arteria hepatica dextra en fazla arteria mesenterica superior’dan
çıkarken, aksesuar veya yer değiştirmiş arteria hepatica sinistra en fazla arteria gastrica
sinistra’dan çıkmaktadır. Olgumuzdaki gibi arteria gastrica sinistra’dan kaynaklanan arteria
hepatica sinistra ve arteria mesenterica superior’dan kaynaklanan arteria hepatica dextra
varyasyonuyla % 0.5–2 arasında karşılaşılırken, olgumuzdaki aksesuar arteria hepatica dextra
varyasyonuna ise % 1 oranında rastlanılmaktadır. Olgumuzdaki bu varyasyon birlikteliği,
literatürde görülme oranını azaltırken orjinalliğini de arttırmaktadır. Son yıllarda modern
cerrahi ve transplantasyon prosedürlerinin, arteria hepatica anomalilerini de hesaba katması,
bu konunun önemini ve değerini daha da arttırmaktadır. Dolayısıyla olgumuzdaki gibi
varyasyonlara sahip olan hastaların, hastalıklarının tanı stratejileri ve tedavi metodolojileri
bakımından klinisyenlere yeni bir bakış açısı kazandıracağı inancındayız.
Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Arteria hepatica, BT.
169
P-93
Humerus Proksimal ve Distal Segmentlerinin Morfometrik Ölçümleri
Al Ö*, Atay E*, Ertekin T*, Nisari M*, Ülger H*
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri
Humerus üst ekstremitenin en uzun ve en kalın kemiğidir. Humerus segmentlerinin
uzunluğunun bilinmesi ortopedik cerrahi ve adli tıp için önem teşkil etmektedir. Bu amaçla
cinsiyeti belirsiz 30 (15’i sağ, 15’i sol) yetişkin kuru humerus’un uzunluğu (HU) ile
proksimal ve distal segmentlerinde bazı morfometrik ölçümler yapıldı. Çalışmada; caput
humeri ile tuberculum majus’un en üst noktası arası uzaklık (A), caput humeri’nin proksimal
ucunun tepe noktası ile collum anatomicum arası uzaklık (B), fossa olecrani’nin proksimal ve
distal noktaları arası uzaklık (C), fossa olecrani’nin distal noktası ile trochlea humeri’nin
distal noktası arası uzaklık (D), fossa olecrani’nin proksimal noktası ile trochlea humeri’nin
distal noktası arası mesafe (E), tuberculum majus’un maksimum uzunluğu (F), tuberculum
minus’un maksimum uzunluğu (G), tuberculum minus’un en yüksek noktası ile tuberculum
majus’un orta noktası arası mesafe (H), ön yüzde epicondylus medialis ile epicondylus
lateralis arası mesafe (J), trochlea humeri’nin lateral ve medial uçları arasındaki uzaklık (K),
trochlea humeri’nin en konkav kısmındaki maksimum kalınlık (L) dijital kumpas vasıtasıyla
ölçüldü. Ölçümler, SPSS 21 istatistik paket programı ile değerlendirildi. Yapılan ölçümlerde
ortalama HU sağ humerus’da 307.3 ± 21.5 mm, sol humerus’da ise 303.5 ± 16.3 mm olarak
hesaplandı. HU ile sağ humerus’un D, E, F, H, J, K, ve L değerleri arasında, sol humerus’un
ise B, F, J ve K değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon saptandı. Sonuç
olarak humerus boyu ile ilgili ölçümlerin, humerus segmentleri ile ilgili fikir verebileceği ve
tüm bu ölçümlerin antropolojik, arkeolojik, ortopedik ve adli çalışmalara destek olabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Humerus, Segment, Morfometrik ölçüm
170
P-94
Parkinson Hastalığı’ nda DiffeoMap Yazılımı Kullanılarak Lobus Frontaliste Bulunan
Yapıların Hacminin Hesaplanması
Palancı Ö*, Ocak H**, Özyaşar A F**, Kalaycıoğlu A**, Acer N***
*Bayburt Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi, Bayburt
**Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Trabzon
*** Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri
Parkinson hastalığı, tremor, katılık ve bradikinezi gibi semptomlarla karakterize olan
nörodejeneratif bir hastalıktır. Atrofi, nörodejeneratif patolojinin hassas bir belirtecidir. Bu
çalışmanın amacı, DiffeoMap yazılımı kullanılarak lobus frontaliste bulunan yapıların
hacimlerini Parkinson hastaları ve sağlıklı kontrol denekleri arasında karşılaştırmaktır.
Çalışmaya 5 Parkinson hastası ve aynı yaş aralığındaki herhangi bir nörolojik, psikiyatrik ve
kognitif rahatsızlığı olmayan 5 kontrol grubu dahil edildi. Tüm katılımcılardan elde edilen
MR taramaları DiffeoMap yazılımı kullanılarak analiz edildi.
Manyetik rezonans görüntüleme, Parkinson hastalığı ile ilişkili yapıların meydana gelen atrofi
durumlarını ortaya çıkartması ve teşhis koyma sürecini hızlandırması açısından faydalı bir
yöntemdir. Bu çalışmadan çıkacak sonuçlar, Parkinson hastalarının hastalık açısından
değerlendirilmesi için yararlı olabilir. Ortaya çıkacak bulguların desteklenebilmesi için daha
büyük boyutlarda datalara sahip çalışmalar gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Parkinson, Diffeomap, Lobus frontalis
171
P-95
Fasciculus Anterior (?) ve Posterior’dan Oluşan Plexus Brachialis Olgusu
Elvan Ö*, Aytaç G**, Kara A B*
*Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Mersin
**Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
Yapılan fetus diseksiyonları sırasında 32 haftalık erkek fetusun sol tarafında plexus
brachialis’in olağandışı bir dallanma paternine rastlandı. Bu olguda plexus brachialis, C5-T1
ön köklerinin birleşmesiyle oluşuyordu. Ancak, C5,6 ve 7 ön dalları birleşerek bir truncus
(Tr1) oluştururken, C7,8 ön dalları T1’den bir dal alarak başka bir truncus (Tr2)
oluşturuyordu. Sonra bu iki truncus birleşip fasciculus anterior (?) olarak adlandırılabilecek
bir yapı oluşturuyordu. Fasciculus lateralis ve medialis’in oluşmadığı bu olguda, bu varyatif
fasciculus, n. musculocutaneous, n. medianus ve n. ulnaris’i veriyordu. C5’ten bir dal,
Tr1’den bir dal ve Tr2’den ayrılan iki dal’ın katılımı ile fasciculus posterior oluşuyordu.
Fasciculus posterior’un oluşumundaki bu varyatif şemaya rağmen seyri ve dallanma
paterninde bir farklılık yoktu.
Anahtar Kelimeler: Plexus brachialis, Dallanma paterni, Fetüs, Varyasyon
172
P-96
Refleks Sempatik Distrofinin Tanı ve Takibinde Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinin
Etkinliği
Gül S S*, Uysal M**, Çiftçi Ö D*, Meydan S***, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
Refleks Sempatik Distrofi (RSD) patofizyolojisi tam olarak aydınlatılamamış olan, ekstremite
distalinde ağrı, ödem ve trofik değişiklikler yanında, vazomotor instabilite bulgularıyla
karakterize klinik bir sendromdur. Genellikle travmayı takiben el ve ayakta görülür.
Hastalığın tanısına yardımcı olması açısından görüntüleme teknikleri kullanılabilmekle
birlikte; erken tanıda üç fazlı kemik sintigrafisinin değerli olduğu yapılan çalışmalarla
kanıtlanmıştır.
Bu bildiride üç olgu sunumu yapılarak, klinik olarak RSD tanısı almış olgularda, tanının
doğrulanması ve tedavi sonrası tedavi etkinliğinin belirlenmesinde Teknesyum-99m
metilendifosfonat ile yapılan üç fazlı kemik sintigrafisinin (TVK) önemi vurgulanmıştır.
Olgu 1: Sol elde düşme sonrası ağrısı olan erkek hastada, yapılan TVK’de “geç faz statik
görüntülerinde sol radius distalinde, sol el bileği, sol metakarpofalangeal eklemlerde ve sol
dirsek ekleminde simetriğine göre heterojen artmış osteoblastik aktivite tutulumları”
izlenmiştir.
Olgu 2: Sol diz protezi sonrası sol ayakta ağrı şikayeti olan kadın hastada yapılan TVK’de
“geç faz statik görüntülerinde sol dizde protezin tibial komponenti etrafında reaktif
değişiklikler ile uyumlu görünüm, ayrıca sol femur distal ve sol tibia proksimal kesimde
simetriğine göre heterojen artmış aktivite tutulumları ” izlenmiştir.
Olgu 3: Sağ elde ağrı şikayeti olan kadın hastada yapılan TVK’de “RSD ile uyumlu sağ el
bileği ve dirsek ekleminde simetriğine göre minimal artmış aktivite tutulumları” izlenmiştir.
RSD’nin erken tanı ve tedavisi, hastalığın prognozunun belirlenmesi açısından önem
arzetmektedir. Özellikle, kliniğin tam olarak oturmadığı şüpheli olgularda, üç fazlı kemik
sintigrafisi yapılması hem hastalığın erken dönemlerinde ayırıcı tanıda yardımcı olur, hemde
tedavinin etkili olup olmadığının değerlendirilmesi açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Refleks sempatik distrofi, vazomotor instabilite, kemik sintigrafisi
173
P-97
Renal sintigrafi ile tanı konulan renal pitozis vakası
Gül S S*, Uysal M**, Koçyiğit Deveci E***, Meydan M****, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana
****
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
Renal pitozis (RP), böbreklerin normal lokalizasyonundan pelvise doğru yer değiştirdiği
anormal bir durumdur. Hastalığın böbreğin etrafındaki fasyada ortaya çıkan zayıflık sonucu
geliştiği düşünülmektedir. RP, çoğu hastada asemptomatiktir. Bununla birlikte şiddetli yan
ağrısı, bulantı, hematüri ve proteinüri ile karakterize olabilir. Hastalığın tanısı klinik bulgulara
dayanarak konulabilir. Tanı intravenöz piyelografi ve renal sintigrafi ile doğrulanmalıdır. Bu
bildiride sintigrafik inceleme sonrasında tanı almış renal pitozisli bir hasta sunulmuştur.
Olgu: Karın ağrısı nedeniyle hastanemize başvuran bayan hasta, renal sintigrafi istemiyle
nükleer
tıp
bölümüne
sevk
edilmiştir.
Hastanın
Teknesyum-99m
dietilentriaminpentaasetikasit ile yapılan dinamik böbrek sintigrafisinde sol böbreğin
konsantrasyon ve ekskresyon fonksiyonlarının normal düzeyde olduğu görüldü. Sağ böbreğin
ise beklenen anatomik lokalizasyonda olmayıp mesane üst kesiminde horizontal pozisyonda
ve anterior kesime yakın olmak üzere pitotik yerleşimli olduğu görüldü. Mesane
süperpozisyonu nedeniyle fonksiyonları hakkında bilgi elde edilememiştir. Ayrı bir seansta
Teknesyum-99m dimerkaptosüksinikasit ile yapılan statik böbrek sintigrafisinde sağ böbrek
genelinde dilatasyon ile uyumlu hipoaktif alanlar izlenmekle birlikte renal kortikal skar
saptanmamıştır. Global renal fonksiyona katılım sağ böbrek için %41, sol böbrek için %59
olarak hesaplanmıştır.
Renal pitozisli hastalarda klinik bulguların belirsiz olması nedeniyle, görüntüleme yöntemleri
büyük önem taşımaktadır. Renal sintigrafik inceleme, bu hastalarda renal lokalizasyonun yanı
sıra böbrek fonksiyonları hakkında da bilgi vereceği için daha önemli olduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Renal pitozis, renal kortikal sintigrafi, teknesyum-99m
174
P-98
Baş ve boyun antropometrik verileri ile denge analizi değerleri arasındaki ilişkinin
incelenmesi
Uluçam E*, Çıkmaz S*, Yılmaz A*, Parlak M*, Dönmez D*, Karahan M*
*Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi A.D., Edirne, Türkiye
Amaç: Denge analizi ölçümlerinden elde edilen veriler ile bazı baş antropometrik verilerinin
arasındaki ilişkinin ortaya konması amaçlanmaktadır.
Materyal ve Metod: Çalışmaya 15 sağlıklı erkek denek katıldı. Denekler günün aynı
saatlerinde (10:00-12:00) ölçüldü. Ölçümler için CMS20P-2 (Zebris© Medical GmbH,
Germany) cihazının “Cranio corpo graphy” bölümü kullanıldı. Deneklerin baş uzunluğu, baş
çevresi, baş genişliği, boyun çevresi, boyun genişliği ve boyun ön-arka çapı ölçüldü. Denge
değerleri olarak, uzunlamasına sapma, yana salınım genişliği, açısal sapma, etrafında dönme,
uzunlamasına salınım, yana salınım, tortikollis açısı verileri değerlendirildi. Bulgular
arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Baş uzunluğu, yana salınım genişliği (r = -0,29), etrafında dönme (r = -0,35) ve
yana salınım (r = 0,39) ile orta dereceli bir bağıntı gösterdi. Baş genişliği ile uzunlamasına
sapma (r = 0,28) arasında orta dereceli pozitif bir ilişki bulundu. Boyun çevresi ve boyun
genişliği ile uzunlamasına salınım arasındaki ilişki orta düzey (r = 0,46 ve r = 0,36) olarak
belirlendi.
Sonuç: Araştırmamızda elde edilen değerler baş ve boyun antropometrisi ile denge arasında
bağıntının orta düzeyde olduğunu gösterdi.
Anahtar kelimeler: Denge, antropometri, baş, boyun
175
P-99
Sever Hastalığı: Kalkaneal Apofizitis
Uysal M*, GÜL S S**, Hasbek Z***, Koçyiğit Deveci E****, Taş U*
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
***
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas
****
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Adana
Çocuklardaki topuk ağrısının en sık nedeni kalkaneal apofizittir ve Sever Hastalığı olarak
tanımlanmıştır. Tipik olarak hızlı büyüme evresindeki çocuklarda ve egzersiz sezonunun
başlangıcında görülür. Özellikle 8-15 yaşlarında, çok aktif, atletik ve kilolu erkek
çocuklarında ve gençlerde daha sık görülür. Topuk ağrısı ile başvuran bir çocuk hastada
ayırıcı tanıda Aşil tendiniti, retrokalkaneal bursit, kalkaneal stres kırığı, kalkaneal kistler,
osteomiyelit ve plantar fasiit göz önünde bulundurulmalıdır.
Sık karşılaşılan bir klinik tablo olmasına rağmen Sever Hastalığı hakkında ulusal ve
uluslararası literatürde oldukça az doküman bulunmaktadır. Bu bildiride literatüre katkı
sağlamak amacıyla Sever Hastalığı bulunan bir olgu sunuldu.
Olgu: Bilateral topuk ağrısı ile başvuran erkek hastada Teknesyum-99m metilendifosfonat ile
yapılan üç fazlı tüm vücut sintigrafisinde “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde her iki ayak
bölgesinde calcaneus’a uyan alanda hiperemi ile uyumlu görünüm izlendi. Geç faz statik
görüntülerinde bilateral tuber calcanei’de odaksal tarzda simetrik artmış osteoblastik aktivite
tutulumu” izlendi. Hastanın klinik ve sintigrafik bulguları sonucunda Sever Hastalığı olarak
değerlendirilerek konservatif tedavi başlandı.
Sever Hastalığı’nın erken dönemlerinde ayak grafileri genellikle normaldir. Bu nedenle Sever
Hastalığı kliniğinin şüpheli olduğu durumlarda, klinisyene yol gösterici olması açısından üç
fazlı kemik sintigrafisi yapılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Sever Hastalığı, kalkaneal apofizitis, tüm vücut kemik sintigrafisi
176
P-100
Fasciculus Posterior’un Dallarının Nadir Bir Varyasyonu
Dursun A*, Bilkay C*, Albay S*
*Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta
Plexus brachialis varyasyonları nadir değildir. Plexus brachialis ve dalları ile ilgili pek çok
varyasyon bildirilmiştir ancak fasciculus posterior ile ilgili varyasyonlar kısmen daha
nadirdir. Lisans öğrencileri eğitimi için yapılan rutin diseksiyon dersi esnasında formaldehit
ile fikse edilmiş, cervical, thoracal ve her iki axillar bölgesinde herhangi bir patolojik lezyon,
travma ve cerrahi müdahale izi olmayan 72 yaşında bayan kadavrada, sağ plexus brachialis’de
fasciculus posterior’un n. axillaris ve n. radialis olmak üzere sadece iki dalı olduğu görüldü.
Fasciculus posterior’dan ayrılması gereken n. subscapularis superior, n. subscapularis inferior
ve n. thoracodorsalis’in, n. axillaris’den ayrıldığı tespit edildi. Kadavrada her iki plexus
brachialis’de başka varyasyona rastlanmamıştır. N. subscapularis superior, n. subscapularis
inferior ve n. thoracodorsalis’in n. axillaris’den ayrılmış olması, yaptığımız literatür
taramasına göre nadir bir varyasyondur ve özellikle bu bölgeye uygulanacak cerrahi
müdahalede, bölgesel anestezide ve bölgenin radyolojik değerlendirmesinde bu varyasyonun
bilinmesi önemlidir.
Anahtar kelimeler: fasciculus posterior; nervi subscapulares; nervus thoracodorsalis; nervus
axillaris; varyasyon.
177
P-101
Üç Başlı M. Biceps Brachii: Olgu Sunumu
Bilkay C*, Candan B*, Albay S*
*Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Isparta
Eğitim amaçlı yapılan rutin diseksiyon çalışması esnasında formaldehit ile fikse edilmiş 73
yaşındaki bir erkek kadavranın sol kolunda, m. biceps brachii’nin iki başına ek olarak, bir
başının daha olduğu görüldü. Kasın diğer iki başı ve diğer kol kasları normal anatomik
lokalizasyonundaydı. Üç başlı m. biceps brachii olguları bazı araştırmacılar tarafından başın
orijin aldığı yere göre infero-medial humeral, superior humeral, infero-lateral humeral baş
olmak üzere sınıflandırılmış. Bu vakada m. brachialis’in origosunun medialinden ve
humerus’un orta 1/3’lük kısımlarından başlayan aksesuar baş, m. biceps brachii’nin ortak
tendonunda sonlanıyordu. Literatürde infero-medial humeral baş olarak adlandırılan bu başın
görülme sıklığı ırka göre değişmekle beraber; ortalama %7,7 - %12 dir. Türk populasyonunda
yapılan çeşitli çalışmalarda ise insidansı %2,54 - %6,15 olarak gösterilmiştir. Bu gibi
varyasyonların bilinmesinin olası cerrahi komplikasyonların önlenmesinde ve tanı
yöntemlerinde önemli olduğunu düşünüyoruz.
Anahtar kelimeler: m. biceps brachii, varyasyon, aksesuar baş.
178
P-102
Lokal
beta
hCG
Enjeksiyonuna
Bağlı
Rat
Hipofiz
Bezinde
Oluşan
İmmunohistokimyasal Değişiklikler
Öktem H*, Tunç E**, Çalgüner E***, Erdoğan D****, Gözil R***, Bahçelioglu M***,
Göktaş G****, Elmas Ç****
*
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
**
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, İstanbul, Türkiye
***
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
****
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embryoloji Anabilim dalı, Ankara, Türkiye
Amaç: Son yıllarda obezite tedavisinde hipotalamik disfonksiyona yönelik olarak kullanılan
human chorionic gonadotropin (hCG) hormon preparatının her iki cinstte, kilo vermenin
hızlandığı
görülmüştür.
hCG
preparatı
aynı
zamanda
in
vitro
fertilizasyon
ve
hipogonadotropik hipogonadism tedavisinde yüksek dozda kullanılır. Bu çalışmadaki
amacımız, kilo vermek için kullanılan lokal hCG enjeksiyonu ile hipofiz bezinde oluşan
immunohistokimyasal değişiklikleri ortaya koymaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 10 obez dişi, 10 obez erkek, 10 obez olmayan dişi ve 10
obez olmayan erkek rat kullanıldı. Her grupta bulunan 7 rata 5 hafta boyunca haftanın 5 günü
subkutan beta hCG uygulandı. Geri kalan 3 rata da placebo verildi. Uygulama sonrasında
alınan hipofiz bezleri immunohistokimyasal olarak incelendi.
Sonuç: Progesteron reseptör immunoreaktivitesi tüm gruplarda benzer bulundu. Hipofiz
dokusuna bakıldığında obez olmayan ve beta hCG uygulaması yapılmayan grupta
bazı
hücrelerde düşük immunorekativite vardı. Obez olmayan beta hCG uygulanan grupta kapsül
altında yerleşen hücrelerde reaksiyon görülmekte idi. Beta hCG uygulanmayan obez grupta
kapsül altında yerleşen hücrelerdeki immunoreaktivite önceki gruba göre daha fazladır. Beta
hCG uygulanan obez grupta hipofiz dokusunda önceki gruba göre reaksiyonun daha az
olduğu görüldü. Sonuç olarak diete ek olarak uygulanan beta hCG uygulamasının hipofiz
üzerine etkisi yoktur.
Anahtar Kelimeler: Beta hCG, obesite, hipofiz, immunohistokimya
179
P-103
Vena Jugularis Externa ve Vena Cephalica’nın Olağandışı Sonlanma Şekilleri
Desdicioglu K*, Erdoğan Öztürk K*, Malas M A*
*İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Vena (v) jugularis externa ve v. cephalica’nın başlangıç, bitiş ve seyri ile ilgili
varyasyonlarının bilinmesi, cerrahlar, radyologlar ve anestezistler için oldukça önemlidir.
Anabilim dalımız diseksiyon laboratuarında yaptığımız rutin kadavra diseksiyonu sırasında 60
yaşlarında erişkin erkek kadavranın sol boyun bölgesindeki v. jugularis externa’nın ve sol üst
ekstremitesindeki v. cephalica’nın sonlanma şekillerinin farklı olduğu gözlendi. Kadavranın
sol boyun bölgesindeki v. jugularis externa’nın sol scapular bölgeden gelen v.
suprascapularis’le birleşerek ortak bir ven kütüğü oluşturduğu ve bu ortak ven kütüğünün
angulus venozus’a açıldığı izlendi. Ayrıca sol üst ekstremitedeki v. cephalica’nın v. axillaris
yerine boyun bölgesinde v. jugularis externa’ya açıldığı tespit edildi. Kadavranın sağ boyun
bölgesindeki v. jugularis externa’nın ve sağ üst ekstremitesindeki v. cephalica’nın seyri
normal olarak tespit edildi. Daha önceki literatürleri incelediğimizde v. jugularis externa ve v.
cephalica ile ilgili değişik çalışmalar tanımlanmıştır. V. jugularis externa ve v. cephalica ile
ilgili tanımladığımız bu varyasyonlarının bilinmesinin bu bölge ile ilgilenen cerrahlara,
radyologlara ve anestezistlere faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Kadavra, ven, varyasyon
180
P-104
Erişkin Popülasyonda Bilgisayarlı Tomografi İle Sefalometrik Analiz
Erdoğan Öztürk K*, Tatlısumak E**, Yılmaz Ovalı G***, Pabuşçu Y****, Tarhan S***
* İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı
**Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı
***Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı
Çalışmamızın amacı erişkin popülasyonda bilgisayarlı tomografi (BT) ile normal
kraniyofasiyal sefalometrik ölçümlerin elde edilmesi, yaş ve cinsiyetle ve birbirleri ile
ilişkilerinin araştırılması, sağ ve sol yüz yarımlarındaki ölçümler arasında fark olup
olmadığının değerlendirilmesidir.
Çalışmada Celal Bayar Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı arşivinden 18-90 yaş
aralığındaki 315 (159 erkek, 156 kadın) hastanın kraniyal BT görüntüleri kullanıldı.
Çalışmaya kraniyal bölgesinde fraktür ya da anomali bulunan ve/veya operasyon geçirmiş
hastalara ait görüntüler dahil edilmedi. Kraniyal kubbe, orbita ve zygomatic bölgelerden
geçen 3 farklı aksiyal BT kesitinde 6 tanesi bilateral olmak üzere toplam 21 adet ölçüm
yapıldı. Tüm çalışma gurubu ve her iki cins için yapılan ölçümlerin ortalama değerleri
hesaplandı. Çalışma gurubu yaşa göre 6 gurup bölünerek ölçümlerin yaşa bağlı değişimleri
araştırıldı. Pearson korelasyon analizi ile ölçümler arasındaki ilişki değerlendirildi. Sağ ve sol
yüz yarımlarına ait bilateral ölçümler birbirleri ile karşılaştırıldı ve dominant taraf belirlendi.
İstatistik analizler SPSS 15.0 programı ile yapıldı. P< 0,05 anlamlı kabul edildi.
Tüm ölçümler erkeklerde daha büyüktü ve çoğu istatistik yönden anlamlı ölçüde farklıydı.
Midinterorbital ve interzygomatic arcus ön bağlantı mesafelerinin yaşla korelasyon gösterdiği
saptandı. Bilateral ölçümler genellikle sağ yüz yarımında daha yüksek değere sahipti.
Asimetri yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişmiyordu.
Bu çalışmada elde edilen normal bireylere ait verilerin, kraniyofasiyal deformite ve
travmaların tanı ve tedavisinde yararlı olacağını düşünmekteyiz. Midinterorbital mesafe ve
interzygomatic arcus ön bağlantı mesafelerinin yaşla korelasyon göstermesi yüz
yaşlanmasında kemik yapıdaki değişimlerin de etkili olduğunu göstermektedir. Normal
bireylerde asimetrinin varlığı yüzdeki girişimlerde oluşacak hafif asimetrinin kabul edilebilir
olduğunu düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: sefalometri, kraniyofasyal ölçümler, yüzde asimetri
181
P-105
Maxilla'nın Ön Bölgesinde Gözlenen Aksesuar Kanalların Konik Işın Demetli
Bilgisayarlı Tomografi ile İncelenmesi: Ön Çalışma
Aydın Ü*, Pelin C**, Külah K*
* Başkent Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi A. D., Ankara
** Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Konik ışın demetli bilgisayarlı tomografinin (KIBT) kullanıma girmesi, çene-yüz
bölgesinde yer alan anatomik oluşumlar ve varyasyonların daha ayrıntılı bir şekilde
incelenmesine imkan tanımıştır. Bu çalışmada, KIBT ile elde edilen görüntülerde maxilla'nın
ön bölgesinde izlenen aksesuar kanalların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Otuz hastadan alınmış olan KIBT görüntülerinde, tek veya çift taraflı
olarak maxiller kanin dişlerin distaline kadar olan bölgenin izlendiği 49 yarım çene çalışmaya
dahil edildi. Patolojik lezyonlar veya gömülü dişler nedeniyle aksesuar kanalların
izlenemediği KIBT incelemeleri hariç tutuldu. Çalışma grubundaki hastaların 16'sı kadın 14'ü
erkekti ve yaşları 12 ile 67 arasında değişmekteydi. KIBT görüntüleri, iki gözlemci
tarafından; cihazların kendi yazılımları kullanılarak çeşitli düzlemlerde incelendi. Çapı en az
1,0 mm olan aksesuar kanalları; çapı, yeri, seyri, hastanın yaş ve cinsiyeti bakımından analiz
edildi. Sonuçlar frekans dağılım testi ile değerlendirildi.
Bulgular: KIBT kesitleri incelenen 49 tarafın 6 tanesinde, en geniş çapı minimum 1,0 mm
olan 7 aksesuar kanal (AK) belirlendi (%14,3). AK belirlenen hastaların beşi erkek biri
kadındı ve yaşları 20 ile 55 arasındaydı. Aksesuar kanalların çapı 1,0 ile 1,5 mm arasında
değişmekteydi. Bu kanalların alveolar krete açıldığı foramenler kesici dişlerin palatinalinde
yer almaktaydı.
Sonuç: Maxilla'nın ön bölgesinde nasopalatin kanala ek olarak, aksesuar kanallar da
bulunmaktadır. Aksesuar kanallar bu bölgede yapılacak cerrahi işlemlerde önem taşıyacaktır.
Anahtar Kelimeler: Aksesuar kanal, konik ışınlı bilgisayarlı tomografi, maxilla
182
P-106
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların el ve parmak uzunluk
ölçümleri ile 2D:4D oranının klinik öneminin değerlendirilmesi
Buru E*, Gözil R*, Iseri E**, Özkan S***, Bahçelioğlu M*
*
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
**
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Ankara,
Türkiye
***
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB); dikkat süresinin kısalığı ile
davranışlarda ortaya çıkan hareketlilik ve huzursuzluktur. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
Bozukluğu el anatomisi üzerine de etkileri olan bir davranış bozukluğudur. Bu nedenle;
çalışmamız Türk toplumunda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almış ve
tedavi görmekte olan 7 - 17 yaş grubu bireylerin el ve parmak ölçümlerini ve özellik de
2D:4D oranını saptayıp sağlıklı bireylerle karşılaştırmak ve bu oranın klinikte kolay bir ön
tanı
parametresi
olarak
kullanımının
geçerliliğini
araştırmak
ereğiyle
yapılmıştır.
Çalışmamıza DEHB’li ve kontrol grubu olarak 7-17 yaş arası toplam 540 (104 DEHB’li, 436
kontrol) kişi katılmıştır. Olgu grubu katılımcılarının 27 (%26)’si kız, 77 (%74)’ü erkektir.
Kontrol grubu katılımcılarının 196 (%45)’sı kız, 240 (%55)’ı erkektir. Katılımcıların sağ ve
sol ellerinde digital kompas’la el boyu, el eni, ara mesafe, 1., 2., 3., 4., 5. parmak uzunlukları
ölçülmüştür. 2D:3D, 2D:4D, 2D:5D, 3D:4D, 3D:5D, 4D:5D oranları hesaplanmıştır. DEHB’li
çocuk grubu doğum şekli, doğum komplikasyonu, kronik hastalık ve el tercihi yönünden de
incelenmiştir. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu en çok 7-8 yaş grubunda ve erkek
çocuklarda saptanmıştır. Hem sağ hem sol elde, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
olan çocuklarla kontrol grubu çocukları arasında 2D:4D oranı açısından istatiksel olarak
anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). DEHB’li çocuk grubunda doğum şekli, doğum
komplikasyonu ve kronik hastalık varlığıyla 2D:4D arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmamıştır (p>0.05). Ancak el tercihi dikkate alındığında sağ el kullanan DEHB’li erkek
çocuklarda 2D:4D oranının anlamlı olması dikkat çekmiştir. Sonuç olarak; çalışmamızın
bulgularına göre DEHB ve diğer çocukluk çağı psikiyatrik hastalıklar antropolojik ölçümlerle
erken dönemde tanı alabilir. Böylece, bireyin tedavisi kısa sürede yapılabilir.
Anahtar Kelimeler: Parmak uzunluk oranları, DEHB
183
P-107
Musculus brachioradialis ve ramus superficialis nervi radialis’in varyasyonu: Olgu
sunumu
Gözil R *, Kastamoni Y *, Bahçelioğlu M *
*
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Erkek bir kadavra üzerinde gerçekleştirilen rutin diseksiyon sırasında, her iki üst ekstremitede
de, m. brachioradialis’ten çift tendon çıktığı tespit edilmiştir. N. radialis’in ramus
superficialis’i, m. brachioradialis’in derininde uzanır ve daha sonra m. brachioradialis
tendonu ve m. extensor carpi radialis longus tendonu arasında fascia profundus’u delerek
yüzeyelleşir. Bizim vakamızda, her iki üst ekstremitede de,
n. radialis’in ramus
superficialis’in m. brachioradialis’ten çıkan çift tendonun arasından geçtiği tespit edilmiştir.
Ayrıca, sağ üst ekstremitede, m. brachioradialis’in iki başlı olduğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: M. brachioradialis - Tendon varyasyonu - Ramus superficialis nervi
radialis – Wartenberg sendromu
184
P-108
Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Karaciğer Hasarı Üzerine Melatoninin Faydalı
Etkileri
Uygur R*, Aktaş C**, Şener Ü ***, Çağlar V*, Yıldırım O****, Baltacı B B*, Uygur E***, Erboğa
M**, Gürel A*****, Özen O A*
*
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ
**
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ
***
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ
****
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Tekirdağ
*****
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Tekirdağ
Karaciğer arsenik maruziyetinde bir hedef organ olarak tanımlanmıştır. Yaygın çevresel
toksin
olan
arseniğin
karaciğerde
birikmesi
hepatotoksisiteye
neden
olmaktadır.
Çalışmamızda sıçanlarda arseniğin neden olduğu karaciğer hasarı üzerine melatoninin
etkilerinin incelenmesi planlandı.
Çalışmamızda 27 adet erkek sıçan üç gruba ayrıldı: 1) Kontrol grubu (10 ml/kg SF,
intragastrik), 2) Arsenik grubu (10 mg/kg sodyum arsenit, intragastrik), 3) Arsenik +
melatonin grubu (10 mg/kg sodyum arsenit, intragastrik ve 10 mg/kg melatonin,
intraperitoneal). 15. günün sonunda sıçanlar tartılarak sakrifiye edildi ve karaciğerleri alındı.
Süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enzim
aktiviteleri ile malondialdehit (MDA) düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi.
Karaciğerdeki arsenik miktarının analizi İndüktif Eşleşmiş Plazma / Optik Emisyon
Spektrometresi (ICP-OES) ile yapıldı.
Sıçanların ağırlıkları bakımından gruplar arasında anlamlı farklılık görülmedi. Arseniğin
karaciğer dokusunda SOD, CAT ve GSH-Px enzim aktivitelerini azalttığı, MDA düzeyini ise
arttırdığı saptandı. Melatonin uygulamasıyla azalan SOD, CAT ve GSH-Px enzim
aktivitelerinde artış, artan MDA düzeyinde ise azalma tespit edildi. Karaciğerdeki arsenik
miktarının arsenik grubunda anlamlı derecede arttığı bulundu. Karaciğerdeki arsenik
miktarları açısından arsenik grubu ile melatonin verilen grup arasında anlamlı bir farklılık
saptanmadı.
Bu bulgular oksidatif stres ve lipid peroksidasyonunu azaltarak arseniğin sebep olduğu
karaciğer hasarı üzerine melatoninin faydalı etkileri olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Arsenik, Melatonin, Karaciğer, Oksidatif stres
185
P-109
Atipik Yerleşimli Dev Hücreli Kemik Tümörü: Olgu Sunumu
Gül S S*, Uysal M **, Hasbek Z***, Bıçakcı H****, Taş U**
*
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Tokat
**
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tokat
***
Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas
****
Şifa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir
Dev hücreli kemik tümörü (DHT) indiferansiye hücrelerden oluşan, çok sayıda multinükleer
dev hücrenin yanında prolifere mononükleer veya stromal hücrelerin kaynaşması sonucunda
ortaya çıkan bir neoplasmdır. Yerleşim olarak en çok femur distal uç, tibia proksimal uç ve
radiusun distal ucunda görülür. Genellikle 25-35 yaşları arasında görülen tümörün 20 yaş
altında ve 50 yaş üstünde görülmesi nadirdir. Bilgisayarlı tomografi, lezyonun genişliğini
saptamada yararlı olmakla birlikte, tümörün karakteristiği ve agresivitesi konusunda standart
radyografilere fazla üstünlük sağlamaz.
Bu bildirimizde üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi yapılan sağ femurun proksimal
bölgesinde atipik yerleşimli dev hücreli kemik tümör olgusu sunulmuştur.
Olgu: Sağ bacak ağrısı bulunan kadın hastanın yapılan üç fazlı tüm vücut kemik sintigrafisi
sonucu: “kanlama ve kan havuzu görüntülerinde sağ femur 1/3 proksimal kesimine uyan
alanda perfüzyon artışı ve hiperemi, geç faz statik görüntülerinde ise sağ femur proksimalinde
diafizer bölgede ekspansil karakterde heterojen osteoblastik artmış aktivite tutulumu”
izlenmiştir. Hasta radyolojik ve klinik olarak değerlendirilerek DHT tanısı almıştır.
DHT, kadınlarda erkeklere kıyasla daha sık olarak karşılaşılmaktadır. Litratür ile uyumlu
olarak bizim olgumuzda da DHT varlığı kadın bir hastada saptanmıştır. Fakat literatür
verilerinin aksine tümörün olgumuzdaki yerleşimi atipik bir lokalizasyon göstermektedir.
Olgumuzdakine benzer şekilde tümörün femur distal uç, tibia proksimal uç ve radiusun distal
ucunda sık görülmesi haricinde atipik yerleşim gösterebileceği de akılda tutulmalıdır.
Anahtar kelimeler: Dev hücreli kemik tümörü, Tüm vücut kemik sintigrafisi, Teknesyum99m
186
P-110
Wistar Albino Ratlarda Karbon Tetraklorür İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı
Cape’nin Koruyucu Etkileri
Çetin A*, Elbe H*, Taşlıdere E*, Gül M*, Otlu A*
*
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya
Amaç: CCl4, serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olarak karaciğerde hasar oluşturan bir
ajandır. Bu serbest radikaller lipid peroksidasyonu oluşturur ve bunu izleyerek oluşan toksik
lipid peroksidasyon ürünleriyle membran hasarı ortaya çıkar. Membran hasarı engellenemez
ise hücre ölümü gerçekleşir. Kafeik asit fenetil ester (CAPE) balarısı propolisinin aktif bir
bileşenidir. Yapılan çalışmalarda CAPE’ nin antiinflamatuar, immunomodülatör ve
antioksidan etkileri olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma CCl4’ün karaciğer dokusunda neden
olduğu histolojik hasara karşı CAPE’nin koruyucu etkilerini belirlemek amacıyla planlandı.
Materyal- Metod: Bu çalışmada 28 adet rat rastgele seçilerek 4 gruba ayrıldı. Gruplar:
1. Grup: Kontrol (%5 Etanol, 1ml/gün/ip),
2. Grup: Zeytinyağı (0,5 ml/gün/ip)
3. CCl4 grubu (0,5 ml/kg/gün aşırı/ip),
4. CCl4 + CAPE (0,5 ml/kg/gün aşırı/ip + 10 µmol/ kg/gün/ip) grubu olarak belirlendi.
Deney sonunda alınan doku örnekleri %10’luk formaldehitte tespit edilerek parafine
gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitlere Hematoksilen- Eozin
boyama metodu uygulandı. Kesitler Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü
Analiz sistemi kullanılarak incelendi.
Bulgular: Kontrol ve zeytinyağı grubunda karaciğer normal histolojik görünümde izlendi.
CCl4 grubunda ise intralobüler hepatositlerin radial düzeninde bozulma, eozinofilik boyanmış
ve piknotik nükleuslu hepatositler, inflamatuar hücre infiltrasyonu, hepatositlerde
vakuolizasyon, vasküler konjesyon ve hemoraji gözlendi. CCl4 + CAPE grubunda
histopatolojik bulgular CCl4 grubundaki kadar yaygın değildi.
Sonuç: Elde edilen bulgular ışığında CAPE uygulamasının karaciğerde CCl4’ in neden
olduğu toksik etkilere karşı koruyucu olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: CCl4, CAPE, Karaciğer, Hepatotoksisite.
187
P-111
Rat’ta Beyin Ventrikül Sisteminin Anaglyph Formu
Terim Kapakin K A*, Kapakin S**
*
Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
**
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
Bu çalışmanın amacı rat beyninin ventrikül sistemini üç boyutlu rekonstrüksiyonunu yapmak
ve onun anaglyph biçimini oluşturmakdı.
Bizim vakada, rat beyninin ventrikül sisteminin görüntülerinin sağ ve sol renkli stereo çiftleri
Adobe Photoshop ile anaglyph’lerini oluşturmak için bir araya getirildi. Önce her iki görüntü
greyscale görüntülere çevrildi, ve onlar daha sonra RGB (kırmızı, yeşil, mavi) görüntülere
geri çevrildi. Ardından, sol stereo çiftinin kırmızı bileşeni sağ stereo çiftinin kırmızı
bileşenine kopyalandı, sağ görüntünün kırmızı bileşeni yok edildi. İki renkli dijital görüntü
üretildi ve bu, fotoğraf kalitesinde yazıcılar kullanarak fotorealistik görüntüler olarak
basılabildi.
Rat beyninin ventrikül sisteminin şekil ve büyüklüklerindeki değişiklikleri takip etmek
mümkün olabilmektedir. Klinisyenler genellikle hastalıkları rat beyninin ventrikül sisteminin
şekil ve boyutlarındaki değişikliklerle tespit edebilirler.
Anahtar Kelimeler: Rat, Beyin Ventrikül Sistemi, Anaglyph
188
P-112
Tavşanların İç Organlarının VRML (Sanal Gerçeklik Modelleme Dili) Biçimini
Oluşturma
Terim Kapakin K A*, Kapakin S**
*
Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye
**
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Erzurum/Türkiye
Bu çalışmanın amacı Yeni Zelanda Tavşanlarının iç organlarının VRML biçimlerini
oluşturmak ve onları ağ üzerinde paylaşmaktır.
Her iki cinsten, 1.5-2 yaşlarında, 3.5-4 kg ağırlığında toplam on sağlıklı Yeni Zelanda tavşanı
kullanıldı. Hayvanlar intravenöz yolla, 5 mg/kg ketamine-HCL (KetamidorTM Richer
Pharma AG, Wels, Austria) ve 20 mg/kg propofol (PropofolTM amp., Fresenius Kabi,
Austria) ile uyutuldu. Anestezi altında, yüzükoyun pozisyonda, hayvanlar 16-kesit bilgisayarlı
tomografi sistemi (Aquilion, Toshiba Medical Systems) ile tarandı. Görüntüleme
parametreleri aşağıdaki gibiydi: 16 × 0.5 mm kolimasyon; 1.0-mm kesit kalınlığı, and 1.0-mm
rekonstrüksiyon aralığı. Doz ve tarama parametreleri Türkiyedeki Erzurum Atatürk
Üniversitesi Tıp Fakültesindeki radyoloji uzmanları tarafından, belgelenmiş tarama pratikleri
ve en düşük seviyede radyasyona maruz kalırken, optimum görüntü kalitesini üretmek için
son çalışmaları göz önünde tutan, standardize edilmiş protokole dayandırılarak uygulandı.
Elde edilen koronal görüntüler SurfDriver 3.5.6 yazılımı kullanılarak surface-rendered
rekonstrüksiyonlar yapmak için kişisel bir bilgisayara aktarıldı. Bu modeller Cinema 4D
yazılımında VRML biçimi oluşturmak için ileri işlemlere maruz bırakıldı.
VRML biçimi büyük bilgisayar terminalleri olmadan kişisel bilgisayarlar üzerinde bu
verilerin taşınmasına, paylaşılmasına ve kullanılmasına imkan tanıdı. Bu veriler ağ üzerinde
öğrencilerin, araştırmacıların ve cerrahların eğitiminde kullanıldı.
Anahtar Kelimeler: Tavşan, Üç-boyutlu rekonstrüksiyon, Sanal Gerçeklik Modelleme Dili,
VRML
189
P-113
Nervus Fibularis Communis Kaynaklı Nervus Suralis Olgusu
Erdoğan Öztürk K*, Çizmeci G*, Desdicioğlu K*, Malas M A*
*
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Nervus (n) suralis, sırasıyla n. tibialis ve n. fibularis (peroneus) communis’in dalları olan n.
cutaneus surae medialis ile n. cutaneus surae lateralis’in bacağın arka yüzünün ortalarında
birleşmesiyle meydana gelir. Daha sonra malleolus lateralis’in arkasına kadar venae (v)
saphena parva ile birlikte seyreder ve ayak sırtının dış kısmında n. cutaneus dorsalis lateralis
olarak küçük parmağa kadar uzanır. N.suralis hem biyopsi ve iletim hızı gibi tanıda hem de
sinir naklinde tedavi amaçlı sıklıkla kullanılan bir sinir olması sebebiyle sinire ait
varyasyonlar bu bölgede çalışan cerrahlar için oldukça önemlidir.
Anabilim dalımıza ait diseksiyon laboratuarında yaptığımız rutin kadavra diseksiyonu
sırasında erişkin erkek kadavranın sol alt ekstremitesinde n. suralis’in n. fibularis
communis’ten kaynaklandığı gözlemledik. Daha sonra n. suralis’in v. saphena parva’nın
lateralinde olacak şekilde bacağın distaline doğru ilerlediği gözlemledik. N. suralis’in sağ alt
ekstremitedeki seyri ise normal olarak tespit edildi. Literatürde n. suralis’le ilgili değişik
çalışmaların var olduğunu tespit ettik. N. suralis’le ilgili tanımladığımız bu varyasyonun
bilinmesinin bu bölge ile ilgili yapılacak radyolojik ve nörolojik çalışmalarda ve cerrahi
girişimlerde faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Sural sinir, Kadavra, Varyasyon
190
P-114
İnsan Fetuslarında Muskulus Plantaris’in Anatomisi ve Varyasyonları
Desdicioglu K*, Uğuz C**, Sakallı B***, Koyuncu E***, Malas MA*
*
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
**
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/Türkiye
***
Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye
Amaç: Fetal dönem boyunca muskulus plantarisin morfometrik gelişimini ve varyasyonlarını
araştırmayı ve erişkinlerde yapılan çalışma sonuçları ile karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal ve Metod: Çalışmaya, yaşları 15–40 gebelik haftası yaşı arasında değişen ve
eksternal patolojisi veya anomalisi olmayan, toplam 102 fetus bacağı (51 adet insan fetusu: 26
erkek, 25 kız) dahil edildi. Fetuslar gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre gruplara
ayrıldı. Fetusların genel eksternal ölçümleri yapıldıktan sonra bacak diseksiyonu yapıldı.
Daha sonra musculus plantaris’e ait morfometrik parametreler ölçüldü.
Bulgular: Ölçülen parametrelerin gestasyonel haftalara, trimesterlere ve aylara göre
ortalamaları ve standart sapmaları belirlendi. Ölçülen parametreler ile gestasyonel yaş
arasında anlamlı korelasyon ilişkisi vardı (p<0.001). Cinsiyetler arasında parametreler
yönünden fark yoktu (p>0.005). Elde edilen tüm sonuçlar daha önce yapılan çalışmalarla
karşılaştırılarak tartışıldı.
Sonuç: Çalışmamızda elde edilen verilerin, fetal dönemde muskulus plantaris gelişiminin
değerlendirilmesinde, klinik çalışmalarda ve uygulamalarda ilgili klinisyenlere faydalı
olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Fetal gelişim, Morfometri, Muskulus plantaris, Anatomi.
191
P-115
Tiroid Kıkırdağın Bir Varyasyonu: Sol Cornu Superior Yokluğu
Koşar Mİ*, Tetiker H*, Uğuz Gencer C*, Balcı Y**, Şahan M***
*
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla/ Türkiye
**
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Muğla/ Türkiye
***
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı,
Muğla/ Türkiye
Tiroid kıkırdağı larynx’in en büyük kıkırdağıdır ve larynx iskeletinin ön ve yan duvarlarının
büyük kısmını oluşturur. Tiroid kıkırdağın iki cornu superior, iki de cornu inferior’u bulunur.
Cornu superior doğuştan bulunmayabilir yada sonradan travma sonucu disloke olabilir. Tiroid
kıkırdağın nadir bir anatomik varyasyonuna farkındalık oluşturmak için bu vakayı sunduk.
Bir adli tıp uzmanı tarafından yapılan otopside 70 yaşındaki bir erkeğin kalp damar
hastalığından öldüğü belirlendi. Boğaz muayenesinde hyoid kemik ve tiroid kartilajın sağlam
bulunduğu tesbit edildi. Tiroid kıkırdak sol boynuzun anatomik yerinde olmadığı gözlendi.
Bu durumun anatomik bir varyasyon olduğu düşünüldü.
Biz bu yazıda sol tarafta, tiroid kıkırdağın cornu superior yokluğunu bildirdik. Bazen bir veya
birkaç cornu’nun tam agenezisi olabilir. Bu anatomik varyasyon literatürde çok az tarif
edilmiştir. Bu anatomik varyasyonun bilinmesi, farklı klinik durumların tanınmasında yaralı
olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Cornu superior, Cartilago thyroidea, Larynx anomalisi, Otopsi,
Konjenital anormallik
192
P-116
Kuru Kemiklerde Proksimal Femur Üzerine Morfometrik Bir Çalışma
Akın D*, Aydın Kabakçı AD*,Yılmaz MT*, Şeker M *, Korkut Z*
*
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,
Konya/Türkiye
Giriş: Femur vücudun en uzun ve en kuvvetli kemiğidir. Genellikle vücut uzunluğunun 1/4'ü
kadardır. Bu çalışmanın amacı, kuru kemiklerde proksimal femur’un morfometrik
incelenmesi ve literatürdeki çalışmalarla karşılaştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Anatomi
Laboratuvar’ında
bulunan
koleksiyondaki
38
femur
(17
sol,
21
sağ)
üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Femur kemiği ölçümlerinde digital kumpas, osteometrik tahta ve hassas
terazi kullanıldı. Kemiğin yalnızca extremitas proximalis’ine ait ölçümler gerçekleştirildi.
Femur uzunluğu ile femur ağırlığı arasında bir ilişki olup olmadığı tespit edildi. Her bir kemik
ağırlığı hassas terazi yardımıyla belirlendi. Ayrıca kemiklerdeki foramen nutricium sayısı ve
lokalizasyonu belirlendi.
Bulgular: Çalışmamızda sağ maximum femur uzunluğu (SGMFU) ortalama 42,57±2,64, sol
maximum femur uzunluğu (SLMFU) ortalama 42,34±2,04 mm olarak tespit edilmiştir. Sağ
femur ağırlığı ortalama 328,612±72,38 gr, sol femur ağırlığı ortalama 292,90±63,72 gr olarak
belirlenmiştir. Sağ femur vertikal çapı (FBV) ortalama 41,66±4,02 mm, sol femur vertikal
çapı ise 40,34±2,98 mm; sağ femur başı tranvers çapı (FBT) ortalama 44,21±3,91 mm sol
femur başı transvers çapı ise 41,97± 3,44 mm olarak tespit edildi. Maximum femur uzunluğu
ile femur ağırlığı arasında her iki tarafta femurlarda kuvvetli derecede bir ilişki tespit
edilmiştir.
Sonuç: Bu çalışmada proksimal femur’a ait morfometrik ölçümler gerçekleştirilmiştir. Elde
edilen verilerin femur protez yapımlarında yardımcı olacağı kanısındayız.
Anahtar kelimeler: Femur, Morfometri, Anatomi
193
P-117
Diabetik Nefropati Modelinde Mianserin’in Doza Bağımlı Etkilerinin İncelenmesi
Alpay M*, Can DÖ**, Demir Özkay Ü**, Yücel F*
*
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye
**
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir/Türkiye
Mianserin, noradrenerjik ve serotonerjik etkileri olan tetrasiklik yapıda bir anti-depresandır.
Uluslararası tedavi rehberlerinde, renal indeksi düşük hastaların depresyon tedavisinde ilk
tercih edilen ilaçlardan birisidir. Ancak literatürde Mianserin’in böbrekler üzerindeki
etkilerini morfometrik olarak araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada,
Mianserin’in diyabetik sıçanların böbreklerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlandı.
Erkek Wistar cinsi sıçanlar, altı gruba ayrıldı: (1) Sağlıklı kontroller (SK), (2) günlük 30
mg/kg (S+30mg/kg) ve (3) 45 mg/kg (S+45mg/kg) per oral Mianserin uygulanan sağlıklı
sıçanlar, (4) tek doz streptozotosin (50mg/kg) uygulaması ile diabetes mellitus oluşturulan
sıçanlar (DM), (5) 30 mg/kg (DM+30mg/kg) ve (6) 45 mg/kg (DM+45mg/kg) dozlarında
Mianserin uygulanan diyabetik sıçanlar. İki haftalık Mianserin uygulamasının ardından
kardiyak perfüzyonu takiben her bir böbrekten sistematik randomize örnekleme şeklinde 4
μm’lik kesitler alındı ve Hematoksilen – Eozin ile boyandı. Böbreklerde meydana gelen
değişiklikler morfometrik yöntemler kullanılarak hesaplandı. Bulgular tek yönlü varyans
analizini takiben Bonferroni çoklu karşılaştırma testleri ile karşılaştırıldı.
Bowman boşluğu’nun corpusculum renale’ye oranı (Vv) DM grubunda diğer gruplara göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek (23,93±8,91) bulundu. Mianserin ile tedavi edilen
diyabetik gruplarda ise bu oran doza bağımlı bir şekilde düşüş gösterdi (12,05±7,32 ve
9,92±3,30). Sağlıklı gruplarda uygulanan tedavi sonrasında ise ilaç dozuna bağlı olarak
anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Diğer taraftan, birim renal kortikal alana düşen corpusculum
renale sayısı (Na) ve ortalama corpusculum renale çapı gruplar arasında anlamlı bir farklılık
göstermedi.
Bu sonuçlar, diyabete bağlı olarak Bowman boşluğunda genişleme olduğunu ve Mianserin
tedavisinin bu değişiklikleri geri döndürücü etkilere sahip olduğunu göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Mianserin, Böbrek, Diabetes mellitus
194
P-118
Argon lazer ve pattern scan lazer sistemleri ile oluşturulan lazer yanıkları sonrası fare
retinasında oluşan VEGF seviyelerinin incelenmesi
Konac E*, Sönmez K**, Bahçelioğlu M***, Take Kaplanoğlu ****4, Varol N*, Saraç GN****,
Özcan PY**
*
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik AD, Ankara, Türkiye
**
Ulucanlar Göz Hastalıkları Araştırma ve Eğitim Hastanesi, Ankara/Türkiye
***
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Besevler, Ankara/Türkiye
****
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AD, Ankara/ Türkiye
Retinanın iskemik ve neovasküler hastalıklarının tedavisinde lazer fotokoagülasyon en etkili
tedavi yöntemi olarak günümüzde yerini korumaktadır. Lazer sistemlerinde atış enerjisi, atış
süresi ve lazer gücü ile doğru orantılıdır. Atış enerjisi ne kadar yüksekse oluşan doku hasarı
ve inflamatuvar cevap artışı da o kadar fazla olur. Vasküler endotelyal büyüme faktörü
(VEGF) önemli bir anjiojenik kemokin olup, aynı zamanda proinflamatuvar ve vasküler
geçirgenliği arttırıcı özellikleri de mevcuttur. Çalışmamızın amacı, daha düşük atış enerjili
pattern scan lazer sistemi ile daha yüksek atış enerjili argon lazer sisteminin retinada
oluşturacağı VEGF ekspresyonu arasındaki farklılığı araştırmaktır. C57BL/6 erkek fareler üç
gruba ayrıldı: grup 1 (G1) argon lazer (AG) (n=16), grup 2 (G2) pattern scan lazer (PASCAL)
(n=16), grup 3 (G3) kontrol grubu (n=6). 1., 2. ve 5. günlerde sakrifiye edilip, alınan
örneklerde
moleküler
ve
morfolojik
olarak
VEGF
düzeylerine
ELISA,
rt-PCR
immünohistokimyasal tekniklerle bakıldı. G1 grubu G3 ile karşılaştırıldığında, VEGF mRNA
düzeyinin 2. günde 2.4 kat artarken, 5. günde azaldığı gözlendi (p˂0.001). Diğer taraftan G2
grubunun düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 1. günde 1.8 kat, 5. günde ise 2.2 kat
arttığı saptandı. PASCAL uygulanan grupta 5. günde, argon grubunda ise 2. günde pik
değerlere ulaşıldığı belirlendi. PASCAL grubunda VEGF’in indüklediği vaskülarizasyon geç
başlayıp, kademeli olarak artarken, argon lazerde ikinci günde başlayıp beşinci günde
azalmaktaydı. Sonuç olarak, argon lazer VEGF seviyelerindeki erken artış nedeniyle erken
komplikasyonlar için daha yüksek riske sahip iken, VEGF’e bağlı oluşan geç
komplikasyonlar açısından her iki sistem arasında bir fark beklenemeyeceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Argon lazer, Pattern Scan Laser (PASCAL), VEGF, Gen ekspresyonu,
Angiogenesis
195
P-119
Osgood-Schlatter Hastalığı: Bir Olgu Sunumu
Sağıroğlu A*, Eldeleklioğlu S**, Acer N***
*
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anatomi, Kayseri/Türkiye;
**
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Kayseri/Türkiye;
***
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Kayseri/Türkiye
Amaç: Osgood-Schlatter hastalığı (OSH) aktif, spor yapan adölesanlarda tuberositas tibiae’da
ağrı ve hassasiyete neden olan yaygın görülen bir hastalıktır. Erkeklerde daha sık görülür.
Erkeklerde 12-15 yaşları arasında görülürken, kızlarda ise 8-12 yaşları arasında
görülmektedir.
OSH’nin
etiyolojisi
tam
olarak
bilinmemektedir.
Lig.
patellae’nın
dejenerasyonu, aseptik nekroz, sistemik hastalık, endokrin hastalıklar ve enfeksiyon gibi bazı
etiyolojik teoriler mevcuttur.
Vakamızın
benzer
Vakaların %20-30’unda her iki diz de etkilenmektedir.
çalışmaların
yürütülmesinde
teşhise
katkıda
bulunabileceğini
düşünmekteyiz.
Bulgular: Bu çalışmada, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servisine 1 haftadır
giderek kötüleşen sağ diz ağrısı ile başvuran 13 yaşındaki bir erkek çocuğunu bildirdik.
Hastanın hareket kısıtlılığı ve cilt üzerinde kızarıklığı yoktu. X-ray grafisi OSH tanısını
desteklemekteydi.
Sonuç: Radyografik çalışmalar OSH ve benzer patolojilerin tanı ve tedavisinde yardımcı
olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osgood–Schlatter hastalığı, Tuberositas tibiae, Diz ağrısı, Adölesan
196
P-120
Whey Protein Desteği ile Beslenen Ratların Hipokampuslarında Meydana Gelebilecek
Değişikliklerin İmmunohistokimyasal Olarak Değerlendirilmesi
Tuç Yücel A*, Gürgen SG**, Koçtürk S***
*
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü,
Manisa/Türkiye
**
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji
Bölümü, Manisa/Türkiye
***
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Whey protein desteğinin günümüzde genç nesil ve amatör sporcular tarafından bilinçsizce
kullanımı oldukça artmıştır. Çalışmamızda, egzersiz yapmamış sıçanlarda whey proteininin
beyin dokusu üzerine etkilerinin uzun ve kısa dönemler süresince karşılaştırmalı olarak
incelenmesi amaçlanmıştır.
Otuz adet erkek Wistar albino sıçan üç gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol, 2. Grup kısa dönem
whey (WK) proteini alan (5 gün, 252 g/kg), 3. Grup uzun dönem whey (WU) proteini alan (4
hafta, 252 g/kg) olarak ayrıldı. Çıkartılan beyin dokularının hipokampus bölgesinde
nörofilament (NF), Glial fibriler asidik protein (GFAB), Beyinden türeyen nörotrofik faktör
(BDNF) ve NMDAR sinyal molekülleri immunohistokimya yöntemleri ile değerlendirildi.
İmmunohistokimya sonuçlarına göre her 3 grubun da hipokampus bölgelerinde GFAB ve NF
reaksiyonu orta şiddette idi. Ekspresyonlar arasında anlamlı bir faklılık yoktu. BDNF immuno
boyanmasında ise yine her üç grupta da reaksiyon zayıf ve birbirine benzerdi. NMDAR
salınımı ise kontrol grubu hipokampusta orta şiddette iken kısa dönem ve uzun dönem
gruplarında çok az bir miktar azalmıştı.
Elde ettiğimiz bu sonuçlar göstermektedir ki, whey proteinin kullanımında beyinin
hipokampus bölgesinde NF, GFAB ve BDNF nöral faktörlerin salınımında bir değişikliğe
neden olmamaktadır. Bu da herhangi bir nöral iletim ya da nöroglial hücre yaşam
problemlerinin gerçekleşmediğinin göstergesidir. Ancak whey proteini NMDAR sinyal
molekülünün ekspresyonunun hipokampus bölgesinde kontrol grubuna göre çok az miktar
azalmasına neden olmaktadır. Bu da whey proteini kullanan sporcularda zayıf da olsa hafıza
ile ilgili problemlerin olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Whey proteini, Beyin, NF, GFAB, BDNF, NMDAR
197
P-121
Testis Seminifer Tübüllerinde Whey Proteinin Apoptotik Sinyal Molekülleri ve
Testosteron Salınımı Üzerine Etkisinin Araştırılması
Gürgen SG*, Tuç Yücel A**, Koçtürk S***
*
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji
Bölümü, Manisa/Türkiye
**
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü,
Manisa/Türkiye
***
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı Bölümü, İzmir/Türkiye
Yüksek kalorik değeri ve kas kitlesini arttırması nedeniyle çoğu sporcu tarafından sık tercih
edilen whey proteininin erkek üreme fonksiyonlarına olumsuz etkisinin olup olmadığı
günümüzde tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızın amacı whey proteininin testisteki
apoptotik sinyal molekülleri ve testosteron salınımı üzerine etkilerinin araştırılmasıdır.
Otuz adet erkek Wistar albino sıçan üç gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol, 2. Grup kısa dönem
whey (WK) proteini alan (5 gün, 252 gr/kg), 3. Grup uzun dönem whey (WU) proteini alan (4
hafta, 252 gr/kg) olarak ayrıldı. Çıkartılan testis dokularında P-53, Bax, Bcl-2, Sitokrom-c ve
testosteron sinyal molekülleriyle immunohistokimya yöntemleri uygulandı.
Kontrol grubunun seminifer tübüllerinde bazı primer spermatositlerde (PS) ve sertoli
hücrelerinde (SH) P53 immunoreaksiyonu gözlenirken WK grubunda çoğu PS ve SH’lerinde
ortadan kuvvetliye değişen ekspresyon belirlendi. WU grubunda hem PS’lerde hem de
SH’lerinde kuvvetli immunoreaksiyon dikkati çekti. Her 3 grubun seminifer tübüllerinde Bax
immunoreaksiyonuna rastlanmadı. Bcl-2 ekspresyonu kontrol gurubu PS’lerde orta şiddette
diğer iki grupta daha zayıf idi. Sitokrom-c ekspresyonu ise kontrol grubunda sekonder
spermatositlerde (SS) zayıf ve granüler formda, WK ve WU gruplarında ise yine sadece
SS’lerde ve kuvvetli granüler formda izlendi. Testosteron immunoreaksiyonu kontrol grubu
Leydig hücrelerinde kuvvetli salınım gösterirken, WK ve WU ekspresyonları orta şiddette idi.
Sonuç olarak whey proteini özellikle uzun dönem kullanım ile seminifer tübüllerde
spermlerin beslenmesi ve desteği için hayati önemi olan SH’lerinde P-53 sinyal molekülü
üzerinden hasara neden olmaktadır. Ayrıca mitokondriyal yolağı kullanarak SS’lerde
Sitokrom-c molekülünün aşırı ekspresyonuna neden olmaktadır. Her iki dönem kullanımın da
Leydig hücrelerinden testosteron salınımını bir miktar azaltabileceği kanısına varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Whey proteini, Testis, P-53, Bax, Bcl-2, Sitokrom-c, Testosteron
198
P-122
Metaklopramid’in Yenidoğan Karaciğer Dokusunda Proliferasyon Sinyal Molekülleri
Üzerine Etkisinin İncelenmesi
Tuç Yücel A*, Gürgen SG**, Umur N***, Gözükara C****, Kabaroğlu C*****, Onur E****
*
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Anatomi Bölümü,
Manisa/Türkiye
**
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Histoloji ve Embriyoloji
Bölümü, Manisa/Türkiye
***
Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Biyokimya Bölümü,
Manisa/Türkiye
****
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Manisa/Türkiye
*****
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir/Türkiye
Klinikte Metoklopramid bulantı, kusma ve son yıllarda laktasyon döneminde yaygın olarak
kullanılan hiperprolaktinemi etkili anti-emetik ilaçtır. Metoklopramid’in emzirme döneminde
kullanılmasının yeni doğanda neden olabileceği yan etkilerle ilgili literatürde moleküler
düzeyde herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda Metoklopramid’in yenidoğan
karaciğer
dokularında
neden
olabileceği
proliferatif
değişikliklerin
incelenmesi
amaçlanmıştır.
Çalışmada 18 adet dişi Wistar-albino genç erişkin yeni doğum yapmış sıçanlar yavruları ile
birlikte 3 gruba ayrıldı. 1.Grup: Sağlıklı kontrol, 2.Grup: Metoklopramid düşük doz
uygulanan grup (10 mg/kg 7 gün, günde 2 doz, ip), 3.Grup: Metoklopramid yüksek doz
uygulanan grup (50 mg/kg 21 gün, günde 2 doz, ip). Deney laktasyon dönemi boyunca devam
etti ve 21 gün sonunda yavruların karaciğer dokuları ışık mikroskobu için çıkarıldı.
İmmunohistokimyasal boyamada 5-Bromo-2-Deoksiuridin (BrdU), Ki-67, Proliferasyon
Hücre Nükleer Antigeni (PCNA) kullanıldı.
Kontrol
grubunun
santral
ven
çevresindeki
hepatositlerde
BrdU
ve
PCNA
immunoreaksiyonlarının orta şiddette ve nükleer olduğu, düşük doz ve özellikle yüksek doz
grubundaki hepatositlerde BrdU ve PCNA pozitif hücrelerin sayısının azaldığı dikkati çekti.
Ki-67 immunoboyanmasında ise tam tersi olarak kontrol grubunda santral ven çevresinde
reaksiyon gösteren hücreler oldukça az iken düşük doz ve yüksek doz gruplarında bu sayının
arttığı belirlendi.
199
Hücrede proliferasyon hızını göstermede kullanılan PCNA siklusun geç G1 ve S fazlarında
sentezlenen bir DNA replikasyon proteinidir. BrdU ise sadece S fazındaki hücreleri
göstermede kullanılır. Bu durumda hem düşük hem de yüksek doz metaklopramid grubu
karaciğerlerde S fazındaki hücrelerin azalması bu ajanın hücrede DNA sentezini olumsuz
etkilediğini göstermektedir. Ki-67’nin ise kontrole göre artması deney gruplarında aşırı
proliferasyon ideksine neden olduğunu düşündürmektedir.
Anahtar Sözcükler: Metoklopramid, Karaciğer, BrdU, Ki-67, PCNA
200
P-123
Üniversite Öğrencilerinde El Tercihinin ve Dominant Gözün Bazı Hastalıklar ile İlişkisi
Aliosmanoğlu B*, Köçkar Ç**, Ünal KS***, Aliosmanoğlu A****
*
Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Anatomi Anabilim Dalı,
Gaziantep/Türkiye
**
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Gaziantep/Türkiye
****
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, Gaziantep/Türkiye
****
Doğal Yaşam Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Gaziantep/Türkiye
Giriş ve Amaç: Serebral lateralizasyon, serebral hemisferlerin spesifik nörolojik
fonksiyonların kazanılması ve kontrolünde gösterdikleri farklı yeteneklerdir. Serebral
dominans beyin hemisferlerinden birinin baskınlığını ifade eder. Sağ hemisfer dominansının
vücut bağışıklık mekanizmalarının gelişimini yavaşlattığı yönünde yapılan çalışmalar vardır.
Bu çalışmalarda, serebral lateralizasyon konusunun klinik durumlarla ilişkili olduğu, bazı
hastalık gruplarında sol el dominansı ve iki ellilik oranlarının artmış olduğu görülmektedir.
Çalışmamızda, el tercihinin ve dominant gözün bazı hastalıklar ile ilişkisinin üniversite
öğrencilerindeki dağılımını araştırdık.
Gereç ve Yöntem: Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde eğitim gören, randomize olarak
seçilmiş, 95 öğrenci arasında yapılan çalışmada öğrencilere Old Field Tercih Anketi, El
Tercih Anketi, Beck Depresyon Envanteri, Rosenbach’ın dominant göz testi birebir şekilde
uygulandı.Katılımcılara tanısı konulmuş herhangi bir kalp-damar hastalığı, solunum sistemi
hastalığı, romatizmal hastalık, sindirim sistemi hastalığı, ürogenital sistem hastalığı, sinir
sistemi hastalığı, kas iskelet sistemi hastalığı, endokrin sistem hastalığı, alerji durumu,
diyabet, görme, işitme ve konuşma problemi olup olmadığı sorgulandı.
Bulgular ve Sonuçlar: Katılımcıların solaklık oranı % 21.2, sağ ellilik oranı % 71.4 ve her
iki ellilik oranı % 7.4‘tir.Katılımcıların % 50,5‘nde dominant göz soldur.Sağ ellilerin
%21.5’inin bir solunum sistemi hastalığı, %20.0’ında alerji hikayesi, %1.5’inin romatizmal
hastalığı, %9.2’sinin sinir sistemi hastalığı, %23.1’inin görme problemi vardır.Sol ellilerin
%20.0’ında bir solunum sistemi hastalığı, %10’unda alerji hikayesi, %20.0’ında sinir sistemi
hastalığı,
%20.0’ında
görme
bozukluğu,
%1.5’inin
romatizmal
hastalığı
olduğu
saptanmıştır.El tercihi ile romatizmal hastalıkların karşılaştırılmasında her iki elini kullananlar
201
lehinde p<0.005 düzeyinde anlamlılık saptanmıştır ( p=0.004).El tercihi ile tanısı konulmuş
hastalığının olması durumu karşılaştırıldığında, sağ ellilerin lehine ileri derecede anlamlılık
saptanmıştır (p<0,001, p= 0,000).
Anahtar Kelimeler: Serebral Lateralizasyon, Dominant El, Dominant Göz, Bağışıklık
202
P-124
Unilateral A. Carotis Comminus’un İskemi/Reperfüzyon Modelinde Lumbricus
Extractının
Antioksidan
Sistem
ve
Beyin
Üzerindeki
Koruyucu
Etkisinin
Değerlendirilmesi
Canbaz Kabay S*, Öz S**, Özden H***, Burukoğlu D****, Kuş G*****, Yeğin B***, Üstüner
CM******, Şentürk H*******, Mısırlıoğlu M*******, Yıldız F********, Aydemir D***
*
Dumlupınar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji AD, Kütahya/Türkiye
**
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu,
Eskişehir/Türkiye
***
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Anatomi AD, Eskişehir/Türkiye
****
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji AD,
Eskişehir/Türkiye
*****
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, Eskişehir/Türkiye
******
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji AD, Eskişehir/Türkiye
*******
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji AD,
Eskişehir/Türkiye
********
Toros Üniversitesi, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri Bölümü, Mersin/Türkiye
Amaç: Çalışmamızla ratlarda iskemi/reperfüzyon modelinde, beyindeki hasarı önlemede
Lumbricus Ekstrat’ının(LE) koruyucu etkisi araştırılmıştır.
Materyal ve Metot: Çalışmada 50 Spraque Dawley erkek rat kullanılarak 5 gruba ayrıldı.
GrupA; A.carotis communis sinistra’nın diseksiyonunun yapıldığı grup, GrupB; A.carotis
comminus sinistra diseke edilerek iskemi oluşturulan grup, GrupC; LE ekstratının 20 mg, 14
gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın
15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonunun yapıldığı grup, GrupD; LE 40 mg,
14 gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın
15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonun yapıldığı grup, GrupE LE 80 mg, 14
gün/tek doz 2ml şeklinde gavaj yoluyla verildikten sonra A.carotis communis sinistra’nın
15dk. iskeminin ardından 24 saat sonra reperfüzyonun yapıldığı grup. Örneklerden
malondialdehyde(MDA), antioksidan enzimleri ölçüldü. Hematoksilen ve eosin boyama
sonrası histolojik değerlendirme yapıldı.
Bulgular: Histopatolojik bulgular: GrupA'da kortikal alanda normal görünümlü nöronlar,
glial hücreler izlendi. GrupB’de kortikal alanda yoğun hasar, nekrotik nöronlar izlendi.
20mg/kg LE grupta kortikal alanda normal nöronlar, az sayıda nekrotik nöronlar
203
görülmektedir. Kortikal alanda hasarın sürdüğü gözlenmektedir. 40mg/kg LE grubunda
kortikal alanda hasarın azaldığı, normale yakın nöronlar, glial hücreler izlenmektedir.
80mg/kg LE grubunda kortikal alanda hasarın azaldığı, normale yakın nöronlar, glial hücreler
görüldü. MDA seviyelerinin iskemi, iskemi reperfüzyon gruplarında yükseldiği, tedavi
gruplarında yükselmenin önlendiği görüldü. Katalaz(CAT), süperoksit dismutase(SOD)
düzeylerinin, iskemi, iskemi reperfüzyon azaldığı, tedavi gruplarında azalmanın önlendiği
belirlendi.
Sonuç: Lumbricus extratı anti-trombotik, anti-iskemik ve anti apoptik etkiye sahiptir ve sinir
rejenerasyonunu uyardığını gösteren çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızda a.carotis communis
iskemi/reperfüzyonu yoluyla beyinde oluşan hasara karşın, Lumbricus’un koruyucu etkisi
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Lumbricus, İskemi/reperfüzyon, Antioxidan, Beyin
204
P-125
Ayak tabanında M. flexor hallucis longus ve M. flexor digitorum longus Tendonları
Arasında Karşılıklı Tendon Bağlantıları
Üzel M*, Gümüşalan Y**, Tuğtağ B**, Çetinus E***
*Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD,
Kahramanmaraş
**Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD, İstanbul
*** Sağlık Bakanlığı Haseki Eğt. Araşt. Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, İstanbul
Amaç: M. flexor hallucis longus (FHL) ve m. flexor digitorum longus (FDL) kasları ayak
parmaklarının uzun fleksor kaslarıdır. Bu kaslar, ayak yerle temas halindeyken gövdenin
üzerinde öne yöneleceği geniş ve stabil destek alanı sağlarlar.
FHL ve FDL ayağın yerle teması kesildiğinde parmakları, özellikle distal interfalangeal
eklemi fleksiyona getirirler. Ayak yerle temas halinde ve yük taşırken parmak yastıklarının
yerle sıkı temasını sürdürmek için intrinsik kaslarla beraber eş zamanlı çalışırlar; bu sayede
ağırlık binme alanı genişletilir ve gövdenin üzerinden öne yöneltileceği bir kaldıraç olarak
kullanmak üzere metatars başları stabilize edilir.
Klinisyenlerin ayak yaralanmalarının tanı ve tedavisi yanında tendon transferleri sırasında
güçlük çekmemeleri için tendonların yapı değişiklikleri ve tendon ara bağlantıları konusunda
dikkatlerinin çekilmesi gereklidir.
Gereç ve Yöntem: İskemik nedenlerle ampute edilmiş ve amputasyon sonrası -18°C’de derin
dondurucuda saklanmış, doğuştan yapısal anomalisi olmayan erişkinlere ait 25 alt
ekstremitede çözülmeyi takiben bacak ve ayak diseksiyonları yapıldı. FHL tendonu FDL
tendonunu posterosuperolateralden mediale doğru os navicula’nın hemen altında ve yaklaşık
2,5 cm lateralde çaprazlamaktaydı. “Henry’nin düğümü” olarak adlandırılan ve ortak
sinoviyal kılıf içinde seyrettikleri bu bölgede iki tendon arasındaki bağlantıların morfolojik
özellikleri incelendi.
Bulgular: Diseksiyonları yapılan 25 alt ekstremitenin 18’inde (% 72) FHL tendonu ile FDL
tendonu arasında tendon bağlantısı tespit ettik. 8 (% 44) olguda çift taraflı tendon bağlantısı
(Tip III), 10 (% 55) olguda da sadece FHL’den FDL’ye (Tip I) tendon bağlantısı mevcuttu.
Sadece FDL’den FHL’ye tendon bağlantısına (Tip II) ise rastlanmadı.
205
Ayrıca, olgularımızda % 40 oranında m. quadratus plantae’nin calcaneus’tan başlayan ve
kasın medialinde seyreden gelişmiş bir tendonunun olduğu ve bu tendonun FDL’nin
dallandığı alana lateralden yaklaşarak üstten yapıştığı görüldü. Tendon, dallanma gösterip
parmak ucuna kadar ayrı yapı halinde seyretmekteydi.
Özetle, FHL’den FDL’ye uzanan tendon bağlantılarının m. quadratus plantae kasının
medialinde seyrettikleri, 2., 3. parmak fleksiyonlarına katıldıkları, m. quadratus plantae
tendonunun FDL ile işlevsel olarak ortak bir tendon kompleksi oluşturdukları saptandı.
Sonuç: Klasik anatomi kitaplarında Henry’nin düğümü veya chiasma plantare olarak da
adlandırılan her iki tendonun ayak tabanında çaprazlaştığı alanda birbirleriyle değişken
bağlantılarının olabileceği bildirilmekte fakat bunun şekli, yapısı, sıklığı ve işlevi konusunda
fazla bilgi bulunmamaktadır. Doğuştan anomalisi olmayan ayaklarda görülen FHL, FDL ve
m.quadratus plantae arasında mevcut olan tendon bağlantılarının ortak embriyolojik taslağa
sahip olmalarından kaynaklanması muhtemeldir. Ayak tabanında FHL ve FDL tendonlarının
çaprazlaştığı bölgede, oldukça sağlam tendon bandı şeklinde önemli oranda bağlantılar
olabilir. Asıl tendon işlevi kaybolduğunda bu bağlantı tenodez etkisi gösterebilir. Atravmatik
veya penetran ayak tabanı lezyonlarına bağlı kas tendon veya sinir yaralanmalarının tanı ve
tedavisinde; tendon transferleri sırasında, pes ekinovarus cerrahisinde güçlüklere yol
açabilecek, komplikasyonların yorumlanmasını kolaylaştıracak tendon yapı değişikliklerini
anatomistlerin ve ayak cerrahisi ile uğraşan ortopedistlerin bilmesi gereklidir.
Anahtar kelimeler: Tendon bağlantıları, Ayak, M.flexor hallucis longus, M.flexor digitorum
longus
206
P-126
Musculus Peroneus Brevis Tendonunun Insersiyo Varyasyonları
Tuğtağ B*, Gümüşalan Y*, Üzel M**
*
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi AD., İstanbul/Türkiye
**
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD.,
Kahramanmaraş/Türkiye
Amaç: Ayak parmaklarında çeşitli nedenlerle kas-tendon birimlerinde işlev kaybı
gözlenebilmektedir. Kasların anatomik kökeni ve varyasyonların bilinmesi işlev kayıplarının
değerlendirilmesinde ve tedavisinde önemlidir. Çalışmamızda ayak 5. parmağına uzanım
gösteren M. peroneus brevis tendonunun varyasyonlarının anatomik özellikleri incelendi.
Gereç ve yöntem: Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı tarafından ampute edilen alt
ekstremitelerde ayak diseksiyonları yapılarak bu bölgenin tendon varyasyonları, kas-tendon
uzanımları ve kas morfolojileri origo - insersiyolarına göre sınıflandırılıp ölçümler kayıt altına
alındı.
Bulgular: Diseksiyonu yapılan 25 alt ekstremitenin 8 tanesinde m.peroneus brevis’ten (PB)
5. parmağın dorsal aponevrozuna tendon bağlantılarının olduğu görüldü. Bu tendonlar 3x1,
2x1 ve 3x2 mm boyutlarındaydı. Ayrıca metatarsofalangeal eklemden yaklaşık 10 cm
proksimalde PB’den iki farklı tendon şeklinde ayrılarak uzanabildikleri ve bazı liflerin,
m.extensor digitorum longus’un (EDL) 5. parmağa giden tendonunun lateral tarafına
tutundukları görüldü. Bu olgularda m.peroneus brevis ve/veya tendon uzantısı proksimalden
çekildiğinde 5. parmağı ekstansiyona getirebilmekteydi.
Tartışma: Literatürde 5. parmağın esas ekstansör kasının EDL olduğu, bu kasın peroneus
tertius (PT) ve PB kaslarıyla birlikte ortak olarak m. extensor hallucis longus’tan geliştiği
ifade edilmektedir. Fakat,
PT, 5. metatarsın dorso-medialine tutunduğu için parmak
ekstansiyonuna katılmaktadır. PB ise 5. metatarsal kemiğin ekstansiyonuna katılır ama
genellikle 5. parmağa ekstansör tendon göndermez. Diseksiyonlarımızda m.peroneus
brevis’ten distale uzanan ve %32 oranında tespit edilen fazladan tendon uzantıları 5. parmağın
dorsal
aponevrozunda
sonlanmaktaydı.
M.peroneus
brevis
tendonundan
traksiyon
uygulandığında 5.parmakta kısmi ekstansiyon gözlenmekteydi. Bu ilave tendonlar beşinci
parmağın EDL tendonunun kesisi veya yokluğunda kısmi ekstansiyon gözlenebilmesine veya
207
parmağın fleksiyon postürüne gelişine engel olabilecek tenodez etkisine yol açabilir. Beşinci
metatars ve falankslara bacağın anterior ve peroneal kompartmanından uzanan kasların ortak
taslaktan köken almış olmaları bu bölgede anatomik varyasyonların sık görülme sebebini
açıklamaktadır. Gelişim anormalliklerinin sonucu olan bu anatomik varyasyonlar 5. parmak
işlev kayıpları, şekil bozuklukları ve diğer anormallikler değerlendirilirken akılda
tutulmalıdır.
Anahtar kelimeler: M. peroneus brevis, 5. parmak, Ekstansiyon
208
P-127
Sıçanlarda Arseniğin Sebep Olduğu Testiküler Hasara Karşı Kuersetinin Koruyucu
Etkileri
Baltacı BB*, Uygur R*, Çağlar V*, Aktaş C**, Aydın M***, Özen OA*
*
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
**
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
***
Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Tekirdağ/Türkiye
Arsenik toksik ve karsinojen bir maddedir. Arseniğin erkek üreme fonksiyonları üzerine
olumsuz etkileri bilinmektedir. Çalışmamızda arsenik maruziyetiyle testislerde oluşan
değişiklikler üzerine kuersetinin etkisi araştırılmıştır.
Çalışmamızda 27 adet Sprague-Dawley cinsi erkek sıçan üç gruba ayrılarak kullanıldı.
Kontrol grubu (10 ml/kg/gün SF, intragastrik), Arsenik grubu (10 mg/kg/gün sodyum arsenit,
intragastrik), Arsenik + Kuersetin grubu (10 mg/kg/gün sodyum arsenit, intragastrik + 50
mg/kg/gün kuersetin, intragastrik) olarak oluşturuldu. 15 gün boyunca devam eden deneyin
sonunda sıçanlar sakrifiye edildi ve testis dokuları alındı. Histopatolojik inceleme için testis
kesitleri hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Apoptozisin belirlenmesi için TUNEL
yöntemi kullanıldı. Hücre proliferasyonunun değerlendirilmesi için PCNA yöntemi kullanıldı.
Biyokimyasal olarak süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon peroksidaz
(GSH-Px) enzim aktiviteleri ile malondialdehit (MDA) düzeyleri spektrofotometrik olarak
belirlendi. Verilerin istatistiksel analizi ve gruplar arası karşılaştırmalar yapıldı.
Arsenik maruziyeti sonucunda rat testislerinde histopatolojik olarak seminifer tübül yapısında
bozulma ve spermatogenik seriye ait hücre sayısında azalma, seminifer tübüllerin duvarında
TUNEL pozitif apoptotik hücre sayısında artış, PCNA pozitif hücre sayısını azalma gözlendi.
Kuersetin tedavisi sonucunda testisteki bu yapısal bozulmaların hafiflediği, TUNEL pozitif
hücre sayısını azaldığı, PCNA pozitif hücre sayısını arttığı tespit edildi. Biyokimyasal olarak
arsenik maruziyetinin testis dokusunda SOD, CAT ve GSH-Px aktivitelerinde azalmaya,
MDA düzeyinde ise artmaya neden olduğu saptandı. Kuersetin uygulamasıyla SOD, CAT ve
GSH-Px aktivitelerinde artış, MDA düzeyinde ise azalma tespit edildi.
209
Arseniğin sıçan testislerinde neden olduğu histopatolojik değişiklikler, apoptozis, oksidatif
stres ve lipid peroksidasyonunu kuersetinin antiapoptotik ve antioksidan etkileri ile önlediği
görüldü.
Anahtar Kelimeler: Arsenik, Kuersetin, Testis, Apoptozis, Oksidatif stres
210
P-128
Temporomandibuler Eklemin Morfolojik Özelliklerinin Konik Işınlı Bilgisayarlı
Tomografi ile Değerlendirilmesi
Kolsuz E*, Bilecenoğlu B*, Orhan K***
*
Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı,
Ankara/Türkiye
**
Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Temel Tıp Bilimleri Anabilim Dalı, Anatomi
Anabilim Dalı, Ankara/Türkiye
***
Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim
Dalı, Ankara/Türkiye
Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren birçok çene deformitesinin tedavi edilmesinde
mandibula ramus osteotomisi kullanılmaktadır. Bu uygulamanın en önemli postoperatif
sonucu olarak temporomandibuler eklemde (TME) kondil ve diskin pozisyonları değişmekte
ve eklemde fonksiyon bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Literatürde mandibula ramus
osteotomisi yapılan bireylerde postoperatif olarak TME’nin kemik elemanlarının ve diskinin
pozisyonları çeşitli görüntüleme cihazları ile değerlendirilmiş olsa da eklemin morfometrik
özellikleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı TME şikayeti
bulunmayan sağlıklı bireylerde konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanılarak TME’nin
morfometrik özelliklerini belirlemektir.
Bu amaçla Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi
Anabilim Dalı’nda bulunan Planmeca ProMax® 3D Max CBCT (Planmeca Oy, Helsinki,
Finlandiya) cihazıyla, hastanemize başvuran, TME şikayeti olmayan tam dişli ağızlara sahip
bireylerin önceden çekilmiş tam kafa tomografileri üzerinde çeşitli ölçümler yapılmıştır.
Rastgele seçilen 20 erkek ve 20 kadın hastanın TME’lerinde iki farklı araştırmacı tarafından 3
farklı seansta yapılan ölçümlerde koronal kesitlerde; kondil uzun ekseni-horizontal eksen
açısı, ramus uzun ekseni-vertikal eksen açısı, kondil uzun ekseni-ramus uzun ekseni açısı,
kondil uzun ekseni-vertikal eksen açısı, ramus uzun ekseni-horizontal eksen açısı, kondilin
sağ-sol yöndeki genişliği, kondil medial ucu-fossa mandibularis mesafesi, kondil lateral ucufossa mandibularis mesafesi ve kondilin en üst noktasının fossa mandibularis ile olan
mesafesi ölçülmüştür. Sagittal kesitlerde; kondil tepe noktası-fossa mandibularis mesafesi,
kondil orta noktası-kondil tepe noktası mesafesi ve kondil orta noktası-fossa mandibularis
211
arası mesafe ölçülmüştür. Aksiyal kesitlerde ise her iki taraf kondillerinin uzun eksenleri
arasındaki açı ölçülmüştür.
Elde edilen sonuçlar özellikle mandibula ramus osteotomisi sonrasında TME’de meydana
gelen değişikliklerin daha net anlaşılmasını sağlamakla birlikte özellikle TME protezi
yapılacak hastalar için bir standart değer oluşturulmasında kullanılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Temporomandibuler Eklem, Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi,
Mandibula Ramus Osteotomisi
212
P-129
Fetal Kadavralarda Nervus Gluteus Inferior'un Lokalizasyonu ve Morfometrisi
Candan B*, Sulak O*
*
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye
Amaç: Bu çalışmada fetal dönemde n. gluteus inferior’un boyutlarının ve seyrinin
değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç-Yöntem: Bu çalışma anabilim dalımızda bulunan 200 fetusun (9-40 gebelik yaşında)
400 n. gluteus inferior’u üzerinde yapıldı. İlk olarak her iki taraftaki m. gluteus maximus
kaldırılarak n. gluteus inferior ortaya çıkarıldı. N. gluteus inferior’un çıkış yeri, kalınlığı, m.
gluteus maximus ’a girdiği yere kadar olan uzunluğu ve varyasyonları belirlendi. Ayrıca n.
gluteus inferior’un m. gluteus maximus’da dağılımı değerlendirildi.
Bulgular: N. gluteus inferior’un n.ischiadicus’un medialinden çıkıp, m.piriformis’in
üzerinden geçerek m. gluteus maximus’a ulaştığı gözlendi. Sadece 1 vakada sinirin
n.ischiadicus’un lateralinden çıkarak m. piriformis’i deldiği ve m. gluteus maximus’a ulaştığı
görüldü (%0,5). N. gluteus inferior’un boyutlarının trimesterler boyunca arttığı gözlendi.
Bütün vakalarda sinirin m. gluteus maximus’a ¼ alt lateralinden girdiği ve daha sonra kasta
dağıldı belirlendi.
Sonuçlar: N. gluteus inferior’un seyrinin, gelişiminin ve varyasyonlarının bilinmesi bu sinirle
ilgili hastalıkların cerrahi yaklaşımlarında, teşhis ve tedavisinde ve önemlidir. Şimdiye kadar
yapılan çalışmalar tarandığında çalışmamızın fetal dönemde yapılan ilk çalışma olduğu
görüldü. Çalışmamızın bu konu ile ilgili daha sonra yapılacak çalışmalara temel teşkil edeceği
kanısına varıldı.
Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Fetus, N. gluteus inferior
213
P-130
Fetal Kadavrada Çift Başlı Musculus piriformis: 3 Olgu Sunumu
Candan B*, Sulak O*
*
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi-Anatomi Anabilim Dalı, Isparta/Türkiye
Amaç: Bu raporda fetal dönemde m.piriformis varyasyonlarının değerlendirilmesi, çift başlı
m. piriformis insidansının belirlenmesi ve klinik açıdan öneminin açıklanması amaçlandı.
Gereç-Yöntem: Anabilim dalımızdaki fetal kolleksiyonda bulunan 9-40 gebelik yaşında olan
200 fetusta gerçekleştirilen‘’Fetal dönemde siyatik sinir gelişimi’’ başlıklı yüksek lisans tezi
sırasında 3 vakada çift başlı m. piriformis tespit edildi. 3 vaka yayınlanmak üzere kayıt altına
alınarak fotoğraflandı.
Bulgular: Diseksiyon sırasında m. gluteus maximus kaldırıldığında sağ tarafta 1 vakada
(%0,5), sol tarafta ise 2 vakada (%1) m. piriformis çift başlı olarak gözlendi. Kasın her iki
başı ortaya çıkartıldı ve konumu tanımlandı. Kasın her iki parçasının sacrumun ön yüzünden
ayrı ayrı başladığı, tendonlarının birleştiği ve tek tendon olarak trochanter major’da
sonlandığı görüldü. Siyatik sinirin 3 vakada da çift başlı m. piriformis’in altından geçtiği
gözlendi.
Sonuçlar: Gluteal bölge damar ve sinirlerinin m. piriformis üzerinden, ortasından veya
altından geçtiği daha önceki çalışmalarda tanımlanmıştır. Bu kasta meydana gelen herhangi
bir anatomik varyasyon klinik yönden önemlidir. Yapılan literatür taramalarında çift başlı
m.piriformis’e nadir olarak rastlandığı belirtilmiştir. Bu tür vakalarda kasın siyatik sinire
baskı yapabileceği ve gluteal bölgede tanı konulamayan kronik ağrıya neden olabileceği
belirtilmiştir. M. piriformis varyasyonlarının sunulması piriformis sendromu ve gluteal bölge
cerrahisi için önemlidir. Fetal kadavrada tanımladığımız 3 vakanın ileride yapılacak
çalışmalara yol gösterici olacağı kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: Varyasyon, Fetus, M. piriformis, Nervus ischiadicus
214
P-131
2.45 Ghz Radyo Frekansı Radyasyonunun Sıçan Testisinde Oluşturduğu Değişiklikler
ve Bu Değişikliklere Vitamin E ve Vitamin C’ nin Koruyucu Etkisi
Bilkay C*, Özgüner G*, Dursun A*, Çömlekçi S**, Deniz K***, Erten S***
* SDU Tıp Fakültesi-Anatomi AD, Isparta
**SDU Mühendislik Fakültesi Telekomünikasyon AD, Isparta
***Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi-Patoloji AD, Kayseri
Amaç: Çalışmamızda, 2.45 GHz EMR' nin sıçan testisinde oluşturduğu değişiklikler ve bu
değişikliklere vitamin E ve vitamin C’nin koruyucu etkilerini araştırmayı amaçladık.
Materyal ve Metod: Çalışmamızda 28 adet Sprague-Dawley cinsi erkek ratlar kullanıldı.
Deney hayvanları 3 gruba ayrıldı:
1. grup: Kontrol grubu, (3. gruba verilen miktarda oral gavaj ile su verildi)
2. grup: 2.45 GHz EMR'ye maruz bırakılan grup
3. grup: 2.45 GHz EMR’ye maruziyet + Vitamin E ve C (50 mg vitamin E + 200 mg vitamin
C mg/kg canlı ağırlık/gün, oral gavaj)
2. ve 3. gruptaki ratlar 30 gün boyunca her gün aynı saatte 60 dakika, günlük dozajı 5 v/m
olan 2.45 GHz EMR’ye maruz bırakıldı.
3. gruba vitamin E ve C, EMR uygulamasından 1 saat önce verildi.
Deney tamamlandıktan sonraki gün ratlar genel anestezi altında sakrifiye edildi ve testisleri
çıkarıldı. Testislerin ağırlık ve hacimleri ölçüldü. Rutin doku takibi yapıldı ve kesitler
hematoksilen-eozin (H-E) ile boyandı. Elde edilen kesitler histopatolojik olarak incelendi ve
leydig hücre skoru ile Jonhsen skorlama yöntemi kullanılarak gruplar arasında fark olup
olmadığına bakıldı.
Sonuçlar: EMR'ye maruz kalan ratların testislerinin ağırlık ve hacimlerinde azalma tespit
edildi. Histopatholojik incelemede ise seminifer tübül çapında ve Johnsen skorlama
yönteminde yine EMR' ye maruz kalan ratlarda azalma tespit edildi. Ancak sonuçların gruplar
arası karşılaştırılması istatistiksel olarak anlamlı değildir. Vitamin E ve C verilen grubta bu
değişikliklerin grup 2'ye oranla daha az olduğu tespit edildi. Leydig hücre skorunda ise
gruplar arasında fark gözlemlenmedi.
215
EMR uygulaması rat testisinde değişikliler meydana getirmektedir ve vitamin E ve vitamin C
ise bir miktar koruyucu etkiye sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Testis, rat, 2.45 Ghz radyo frekansı, Vitamin E, Vitamin C.
216
P-132
Katarakt Hastalarında Bulbus Oculi'nin Morfometrik Özelliklerinin İncelenmesi
Ateşoğlu S*, Şenol D**, Balsak S*, Alakuş MF*, Özbağ D**
*
Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi, Diyarbakır, TÜRKİYE
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi A. D., Malatya, TÜRKİYE
Amaç: Bu araştırmada, katarakt hastalarında sağ bulbus oculi (RBO) ve sol bulbus oculi
(LBO)’nin camera anterior, lens, vitreous, ve total axial uzunluk gibi morfometrik ölçülerinin
yaşa ve cinsiyete göre nasıl değiştiğinin retrospektif incelenmesi amaçlanmaktadır.
Materyal Metod: Bu çalışmada Diyarbakır Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi Göz
Hastalıkları Polikliniğine katarakt ameliyatı için gelen hastalardan preop aşamasında RBO ve
LBO’dan alınan camera anterior, lens, vitreous, ve total axial uzunluk ölçüleri kullanılmıştır.
Alınan ölçüler ışığında verilere t testi ve korelasyon analizi uygulanmıştır. Analizlerde IBM
SPSS Statistics 22.0 for Windows paket programı kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya 63 erkek (%53), 55 kadın (%47) olmak üzere toplam 118 denekten
alınan veriler dahil edilmiştir. Erkeklerin yaş ortalaması 70 ±11, kadınların yaş ortalaması 70
±13 olarak belirlendi.
Yapılan t-testi sonucunda RBO’dan alınan vitreous ve total axial uzunluk ile LBO’dan alınan
total axial uzunluğun kadın ve erkekler açısından anlamlı derecede farklılaştığı, buna karşın
RBO ve LBO’dan alınan camera anterior ile lens uzunluklarının ve LBO’dan alınan vitreous
uzunluklarının kadın ve erkekler açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık oluşturmadığı
belirlendi. Yapılan korelasyon analizi sonucunda RBO-LBO camera anterior ile vitreous
uzunluklarının yaş ile negatif yönde zayıf, RBO-LBO lens uzunluklarının yaş ile arasında
pozitif yönde zayıf ilişki olduğu tespit edildi.
Sonuçlar: Yapılan değerlendirme sonucunda RBO ve LBO’nin camera anterior, lens,
vitreous, ve total axial uzunluk ölçülerinin yaş ve cinsiyetle olan ilişkilerinin zayıf olduğu
sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: Camera anterior, Lens, Vitreous, Axial uzunluk, Yaş, Cinsiyet
217
P-133
Geçmişten Günümüze Antropometrik Çalışmaların Tarihçesi
Şenol D*, Çay M*, Karataş T*, Özbağ D*
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, TÜRKİYE
İnsan antropometrisine ilişkin ilk modern araştırmalar 18. yüzyılda varlığını göstermiştir.
Çocukların fiziksel gelişimleriyle ilgili çalışmasıyla C.F. Jampert (1754), kesitsel ve
longitudinal çalışmaların farkını ortaya koymasıyla G.L. de Buffon (1749-67) ve ilk
longitudinal büyüme çalışması ile Philibert Gueneau de Montbeillard (1777) bu alana
damgalarını vurmuşlardır. 1800’leri sonlarına doğru Cesare Lombroso ve Eugene Vidocq de
kriminal çalışmalarına antropometri üzerinden destek vermişlerdir. 19. yy’da matematik ve
istatiksel yöntemler yardımıyla Antropometrik verilerin değerlendirilmesini ilk başlatanlardan
biri Quetelet’tir. Ülkemizde antropoloji içerikli ve doğrudan insanı konu alan çalışmalar 19.
yy’da Şemsettin Sami’ye ait “İnsan” isimli eseridir. Türk çocuklarında büyüme ve gelişmeyle
ilgili en eski çalışma Nafi Atıf Kansu tarafından 1917 yılında yapılmıştır. Türk Antropoloji
Tetkikat Merkezi’nin kurucularından Nurettin İrdelp, Neched Eumer, Mouchet ve arkadaşları
tarafından 1926-1927 yıllarında “İstanbul’daki Türk, Rum, Ermeni ve Musevi çocuklarının
neşvünemaları üzerine tetkikler” isimli çalışmalarını yaparak 1927’de Türk Antropoloji
Mecmuası yayınladılar. S. B Tümay 1938 yılında “Üsküdar süt ve mektep çocukları
dispanseri çalışmasından; çocuklarda büyüme nispetleri” çalışmasında fakir, orta halli ve
zengin çocukları gruplara ayırarak değerlendi bilinmektedir. 1939 yılında Ş. A. Kansu, N.
Gökçül, N. Çınar, K. Kökten ve M. Kınay yapmış oldukları çalışmalar ile antropometrinin
gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Bu araştırmacıları 1940 yılında N. İlbars ve Z. Yalım’ın
yaptığı çalışmalar takip etmiştir. Yalım’ın araştırmasına kadar yapılan araştırmalarda Türk
okul çocuklarının boy ve ağırlık değerleri, ABD ve Avrupa’da aynı yaş grubu çocukların
antropometrik değerlerinden çok düşük olduğu tespit edilmiştir. E. Y. Bostancı’nın 19541957 yılları arasında yayınlanan çalışması Ankara okul çocuklarından 832 erkek ve 847 kız
çocuğundan 35 antropometrik ölçü alınmış ve çeşitli indeks açılarından okul çocukları
değerlendirilmiştir. Bunu 1960 yılında 20-40 yaşları arasında 1838 kadın üzerinde
antropometrik araştırma yapan Çiner’in çalışması ve yine aynı dönemde (1960-61) bir NATO
çalışması
kapsamında
Hertzberg
ve
arkadaşlarının
218
915
Türk
askeri
üzerinde
gerçekleştirdikleri çalışma izlemiştir. 2004-2005 yılında ülke genelini kapsayan ve 2100
kadın ve erkek üzerinde Erksin Güleç ve arkadaşlarının yaptığı araştırma ise en güncel
olanıdır.
Anahtar Kelimeler: Antropometri, Tarihçe, İndeks
219
P-134
Farklı Somatotip Özelliklere Sahip Bireylerin Dinamik Denge Skorlarının İncelenmesi
Şenol D*, Ozbag D*, Kafkas ME**, Acak M**, Baysal O***, Sahin Kafkas A**, Taskiran
C**, Cay M*, Yagar D***, Ozen G**
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Malatya, TÜRKİYE
**İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu, Malatya, TÜRKİYE
***İnönü Üni. Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD., Malatya, TÜRKİYE
Amaç: Bu çalışma, İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulunda (BESYO)
okuyan semptomu olmayan farklı somatotip özelliklere sahip öğrencilerin dinamik denge
skorları üzerine etkisini incelemeyi amaçlamaktadır.
Materyal ve Yöntem: Çalışmaya İnönü Üniversitesi BESYO’nun farklı sınıflarında yer alan
179 öğrenci katıldı. Tüm katılımcıların somatotip özellikleri “Heath-Carter” formülüyle
hesaplandı. Katılımcıların dinamik denge skorları “Biodex Denge Simulatoru (Model: 945302)” ile ölçüldü. Denge ölçümleri tüm denge, anterior/posterior denge ve medial/lateral
denge olarak belirlendi. Araştırmanın istatistiksel işlemleri verilerin homojen olup olmadığını
belirlemek için “Kolmogorov Smirnov” testi ile başladı. Verilerin homojen dağılmadığı
belirlendikten sonra çoklu grup karşılaştırmaları için “Kruskal Wallis H” testi uygulandı.
Araştırmada elde edilen veriler SPSS for Windows 21.0 programı kullanılarak analiz
edilmiştir. Araştırmada veriler aritmetik ortalama (X), standart sapma (ss) ve anlamlılık
düzeyi olarak p<.05 olarak sunuldu.
Bulgular: Alınan ölçümler ışığında yapılan 13 farklı somatotip vücut tipi belirlendi. Dinamik
denge ölçümlerinde tüm denge hesaplamasının 1,2 ile 12,3 arasında değişkenlik gösterdiği ve
ortalamasının 5,0±2,2 olduğu, anterior/posterior denge hesaplamasının 0,7 ile 8,2 arasında
değişkenlik gösterdiği ve ortalamasının 3,7 ±1,6 olduğu ve son olarak medial/lateral denge
hesaplamasının 0,7 ile 11,1 arasında olduğu, ortalamasının 3,4 ±1,9 olduğu tespit edildi. Tüm
denge skoru en yüksek Mezomorfik Endomorf somatotipli bireylerde, anterior/posterior
denge skoru en yüksek Mezomorfik Ektomorf somatotipli bireylerde ve medial/lateral denge
skoru en yüksek Mezomorf Ektomorf somatotipli bireylerde olduğu tespit edildi.
220
Sonuçlar: Yapılan çalışma sonucunda elde edilen p değerlerine bakılarak, tüm denge,
anterior/posterior denge ve medial/lateral denge performansları ile somatotipler arasında
anlamlı bir farklılık bulunamadı.
Anahtar Kelimeler: Dinamik denge, Somatotip, Antropometri
221
P-135
Somatotip Farklılığın Semptomu Olmayan Gençlerin İzokinetik Diz Kas Kuvveti
Oranları Üzerine Etkisinin İncelenmesi
Şenol D*, Özbağ D*, Kafkas ME**, Acak M**, Baysal O***, Şahin Kafkas A**, Taskiran
C**, Çay M*, Yagar D***, Ozen G**
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi AD., Malatya, TÜRKİYE
**İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulu, Malatya, TÜRKİYE
***İnönü Üni. Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD., Malatya, TÜRKİYE
Amaç: Bu araştırma, İnönü Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Yüksekokulunda (BESYO)
okuyan semptomu olmayan farklı somatotip özelliklere sahip öğrencilerin izokinetik diz kas
kuvvetleri oranlarını incelenmeyi amaçlamaktadır.
Materyal ve Metod: Bu çalışmaya İnönü Üniversitesi BESYO’da okuyan ve herhangi bir
rahatsızlığı olmayan 179 öğrenci katıldı. Bu çalışmaya katılan öğrencilerden boy ve ağırlık
ölçümleri, dört farklı yerden deri kıvrım kalınlığı (triceps, subscpular, suprailiac, calf), iki
farklı bölgeden kemik genişliği (diz ve dirsek genişliği) ve iki çevre ölçüsü (kol, calf) alındı.
Elde edilen veriler ışığında somatotiplerin hesaplanması “Heath-Carter” formülüyle yapıldı.
Araştırmaya katılan katılımcıların diz fleksiyon ve ekstansiyon kas kuvvetleri 90o/sn, 120o/sn
ve 150o/sn farklı açısal hızlarda “Biodex Sistem 3” İzokinetik test ve Egzersiz Cihazı (Model:
830-220) ile ölçüldü. Çalışmaya katılan tüm katılımcıların dominant ve non-dominant diz kas
kuvvetleri test edildi. Araştırmanın istatistiksel işlemlerinde verilerin homojen olup
olmadığını belirlemek için “Kolmogorov Smirnov” testi yapıldı. Verilerin homojen
dağılmadığı belirlendikten sonra çoklu grup karşılaştırmaları için “Kruskal Wallis H” testi
uygulandı. Araştırmada elde edilen veriler SPSS for Windows 21.0 programı kullanılarak
analiz edilmiştir. Araştırmada veriler aritmetik ortalama (X), standart sapma (ss) ve anlamlılık
düzeyi olarak p<.05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Yapılan somatotip çalışma sonucunda 13 farklı somatotip grup olduğu belirlendi.
Dengeli Mezomorf somatotipli bireylerin tüm açısal hızlarda en yüksek izokinetik diz kas
kuvveti oranına sahip olduğu bulundu. Endomorfik Mezomorf somatotipli bireyler ikinci
yüksek, Mezomorf Ektomorf somatotipli bireyler üçüncü yüksek izokinetik diz kas kuvveti
oranına sahip olduğu tespit edildi. Diğer gruplar açısından anlamlı bir fark bulunamadı.
222
Kruskal Wallis H-Testi analizine göre somatotip farklılığın, 90º’lik açısal hızda dominant ve
non-dominant diz fleksiyon zirve güç, 120º’lik açısal hızda dominant diz fleksiyonekstansiyon zirve güç ve 150º’lik açısal hızda dominant fleksiyon ve ekstansiyon zirve güç
değerleri üzerinde anlamlı fark oluşturduğu saptandı.
Sonuçlar: Sonuç olarak farklı somatotip özelliklerden Dengeli Mezomorf olan katılımcıların
diğer gruplara göre daha yüksek izokinetik diz kas kuvveti oranına sahip olduğu tespit edildi.
Bu bağlamda özellikle kuvvet gerektiren branşlara sporcu seçiminde bir kriter olarak göz
önünde bulundurulabilir. Ancak yine de daha büyük örneklem grupları veya farklı seviyedeki
sporcuların üzerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İzokinetik kuvvet, Antropometri, Somatotip, Fleksiyon, Ekstansiyon
223
P-136
Anatomi Alanında 2000-2014 Yılları Arasında Türkiye’de Yapılan Bilimsel Yayınlar
Metin Tellioğlu A*, Karakaş S*, Gizem Polat A*
*Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye
Amaç: Çalışmamızda, ülkemizde 2000 yılından bu yana Anatomi alanında yapılan uluslar
rası bilimsel yayınlara ilişkin istatistiki verilerin ortaya konması amaçlandı.
Yöntem: ISI Web of Science veri tabanında SCI(Science citetion index) ve SCI-E(Expanded)
kapsamındaki dergilerde, içinde en az bir anatomi uzmanının bulunduğu, Türkiye adresli
yayınlara ilişkin istatistiki veriler tarandı. Zaman dilimi olarak 2000-2014 yılları esas alındı.
Yıllara göre yayın sayıları, yayın sayılarındaki artış hızı, yayınların sınıflandırılması(makale,
bildiri vb.), yayınların kategorisi, aldıkları atıf sayıları kaydedildi. Yayınların en fazla
yayınlandığı ilk 10 dergi ve en fazla yayın yapan 10 üniversite belirlendi.
Bulgular: Anatomi alanında 2000 yılından bu yana 1385 yayına ulaşıldı. Bu yayınlardan
1285’i orjinal makale, 35’i toplantı sunumu, 32’i bildiri özeti, 27 editöre mektup ve 23’ü
derleme idi. Bu yayınlara ilişkin 2009 yılında belirgin şekilde artış gözlenirken, son yıllarda
giderek azalma tespit edildi. Türkiye’de en çok yayın yapılan kategoriler ve en yüksek atıf
sayıları sırasıyla; cerrahi anatomi, morfoloji ve sinir bilimleri kategorileriydi. Yayınların en
fazla yayınlandığı ilk üç dergi olarak; Surgical and Radiologic Anatomy, Saudi Medical
Journal ve Clinical Anatomy bulundu. En fazla yayın yapan üniversiteler; Ankara
Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’ydi.
Sonuç: Çalışmamız, anatomistlerin hangi konulara daha çok yönlendikleri konusunda yol
göstermektedir. Yapılan yayınların büyük bir kısmı, cerrahi, morfoloji ve sinir bilimleri
kategorilerindedir. Yayınların sayıdan çok kalitesi, takip edilirliği önemlidir. Yapılacak
çalışmaların, multidisipliner, daha çok atıf alacak çalışmalar olmasına önem verilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Anatomi, Bilimsel yayınlar, SCI, Web of Science
224
P-137
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf Öğrencilerinin Anatomi Eğitimi
Hakkındaki Görüşleri
Metin Tellioğlu A*, Karakaş S*, Göğebakan K*, Gizem Polat A*
*Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Aydın, Türkiye.
Amaç: Tıp fakültelerinde anatomi eğitiminin nasıl olması gerektiği, hangi eğitim
modelleriyle zenginleştirilerek en iyi şekilde sunulabileceği, ülkemizde ve dünyada tartışılan
bir konudur. Bu nedenle, anatomi eğitimi alan ve ileri ki süreçte bilgilerini klinik hayata
geçirecek olan öğrencilerin, anatomi eğitimi hakkındaki düşüncelerini öğrenmeyi amaçladık.
Yöntem: Araştırmaya 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Adnan Menderes Üniversitesi Tıp
Fakültesinde anatomi eğitimdeki tüm müfredatı tamamlamış 2.sınıf öğrencileri dahil edildi.
Toplam 138 öğrenciden; 120’si (64 kız,56 erkek) araştırmaya katılmayı kabul etti. Ders
anlatma yöntemleri, kullanılan kaynaklar ve anatomiye ayrılan süre vb… gibi parametreleri
sorgulayan, 25 soruluk anket hazırlandı. Soruların öğrenciler tarafından yanıtlanması istendi.
Bulgular: Öğrencilerden 109’u (% 90,8) anatomi derslerinin gerekli olduğunu düşünürken,
11(% 6,7) kişi gerekli olmadığını belirtmektedir. Anatomi derslerinin verimli geçmesinde en
önemli faktörün dersi anlatan öğretim elamanı olduğu(% 57,5) ve derslerin 3D görüntülerle(%
89,2), video anlatımlarıyla (% 87,5) ve radyolojik görüntülerle desteklenmesi gerektiği
görüşleri(% 70) yüksek orandaydı. Uygulama derslerinin daha küçük gruplarla yapılmasını
isteyen 116 (% 96,7) öğrenci bulunuyordu ve uygulama derslerinin kadavra üzerinde olmasını
61 (% 50,8) kişi isterken, 39 (% 32,5) kişi maketlerle yapılabileceğini belirtti. Öğrencilerin
104’ü bu dersi çalışırken kütüphanedeki basılı kaynakları kullanmadığını, 85’i online veri
tabanlarından yararlanmadığını belirtirken,
evde kaynak kitaplardan ve atlas eşliğinde
çalıştığını söyleyen 105 öğrenciydi.
Sonuç: Anatomi eğitimini en kaliteli şekilde sunmak için, bu eğitimi alan bireylerin görüşleri
doğrultusunda yapılabilecek yenilikler gözden geçirilmelidir. Teknolojik açıdan her geçen
gün biraz daha gelişen dünyada, anatomi eğitimi içinde teknolojik kaynakları kullanarak en
iyi şekilde eğitim sağlamak gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Anatomi Eğitimi, Öğrenci görüşleri, Anket
225
P-138
Tıp Eğitiminde Plastine Kadavra Dönemi
Uludağ S*, Şenol D*, Çay M*, Özbağ D*
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, TÜRKİYE
Tıp eğitiminin temel taşı Anatomi’dir. Anatomi eğitiminin olmazsa olmazını ise kadavra
üzerinden eğitim oluşturmaktadır. Çoğu tıp müfredatı makroskobik anatomiyi öğretmek için
kadavralara güveniyor. Kadavra temininde yaşanan sıkıntılar anatomi dünyası için bilinen bir
gerçektir. Bunun sebebi sahipsiz kadavların ve kadavra bağışının azalmasıdır ve kadavra
bağışı sayısının artırılması olası çözümlerden biridir. Ülkemizdeki yetersiz kadavralarla tıp
eğitimi ne kadar verimli devam edebilir sorusu anatomi camiasında uzun zamandır yüksek
sesle konuşulmaktadır. Ancak son dönemlerde bu durumu plastine kadavra ile tersine
çevirmenin bir yolu ülkemizde de ortaya çıkıyor.
Plastinasyon, anatomik örneklerin yağ ve sudan arındırılarak polimer bir maddeyle
kaplandığı, doku yağı ve suyunun dayanıklı polimerle yer değiştirdiği bir yöntemdir.
Bu yöntem 1978 yılında Heidelberg üniversitesinden Prof. Dr. Gunthervon Hagens
tarafından bulunmuştur. Son 20 yılda, plastinasyon iyi diseke edilmiş tür ve insan parçaları ve
organların korunması için önemli bir araç haline gelmiştir.
Diseksiyonu yapılmış ve yıllarca kullanılmış kadavraları plastine ederek kullanım ömürlerini
uzatmak daha hijyenik ve formaldehit zararından uzak tutabilecek çeşitli yararlar
sağlayacaktır. Böylece ders için daha temiz ve uygun bir ortam zemini sağlanabilir. Daha
zahmetli olan geleneksel kadavra saklama yöntemleri ve derslerde kullanımından plastinize
edilmiş kadavralarla kurtulabiliriz. Dokulardan buharlaşan formalingöz,deri ve mukozada
çeşitli zararlara sebep olmaktadır. Ayrıca ortam havasını bozarak eğitim kalitesini
etkilemektedir. Tüm bunların yanı sıra dokuların ve organların doğal görünümlerinden
uzaklaşması ve elle tutularak makroskobik incelenme şansının da önüne geçmektedir.
Öğrencinin de tüm bu nedenlerden dolayı derse ilgisi azalmaktadır. Buda istenilen başarının
elde edilememesine neden olmaktadır.Ayrıca öğrenciler ve akademik personel eldiven, maske
gibi koruyucu ekipmanlara ihtiyaç duymadan kullanabilecekleri, kokusuz, kuru, sağlam ve
daha uzun ömürlü, daha sağlıklı bir ortam ve gerçek bir eğitim materyali arzu etmektedirler.
226
Geçtiğimiz on yıl içinde, tıp lisans müfredatında anatomik öğretim rolü önemli ölçüde
değişmiştir.
Plastinasyonun eğitim materyali olarak kullanılan kadavraların muhafazası, saklanması ve
kullanım sürelerinin uzatılmasında, “ideal eğitim materyali” olarak en iyi örneklerin ortaya
çıkarılmasında günümüzdeki en geçerli yöntem olduğu düşünülmektedir.
Son yıllarda plastine kadavra insan ve veteriner anatomi için öğrencilere bir devrim olarak
sunulmaktadır. Plastine kadavraların uygulama amaçları ve yorumları hakkındaki tartışmalar
artıyorken, plastinize edilmiş kadavra ve organların gösterimi dünyada milyonlarca insanın
ilgisini çekmektedir. Bu sebepten, plastinasyon sürecinde de etik kurallar dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelime: Plastinize kadavra, Plastinasyon, Anatomi
227
P-139
Vücudun Farklı Anatomik Bölgelerinde Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerinde Farklı
Frekans ve Şiddetteki Egzersizlerin Rulman Etkilerinin Karşılaştırmalı Analizi
Korkmaz MF*, Çetin A**, Ateş M**, Öztanır MN**, Karataş T**, Beytur L**, Çay M**,
Şenol D**
* İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD, Malatya, Türkiye
** İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD, Malatya, Türkiye
Amaç: Çeşitli çalışmalar, fiziksel aktivitenin büyüme sırasında ve hatta ergenlik sırasında
kemik kütlesi üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Ancak, bu ilişkinin
doğası ve büyüklüğü ile ilgili ayrıntılar hala belirsizdir. Bu çalışmanın amacı, vücudun farklı
anatomik bölgelerinde kemik mineral yoğunluğu (Bone Mineral Density - BMD) üzerinde
farklı frekans ve şiddetteki egzersizlerin rulman etkilerini araştırmaktır.
Yöntemler: Halay çeken ve horon tepen milli sporculardan (her bir grup 26 idi) yaşları 2027 aralığının dışında olanları analizlerin dışında bıraktık. Böylece 6 kadın,7 erkek13 horon
oynayan (yaş ortalaması 22 ± 2,3 yıl, yaş aralığı 20-27 yıl); 11 kadın, 9 erkek 20 halay çeken
(yaş ortalaması 22± 1,8 yıl, yaş aralığı 20-26 yıl) ve 10 kadın, 9 erkek 19 (yaş ortalaması 22 ±
1,7 yıl, yaş aralığı 20-25 yıl) folklor oynamayan olmak üzere 3 grup gönüllü çalışmaya dahil
edildi. BMD üzerinde ana ve kombine etkilerini belirlemek için Paired-samples t - testi, tek
yönlü ANOVA analizi ve Tukey testleri kullanıldı.
Bugular: Denekler arasında yaş, kilo, boy parametreleri açısından anlamlı bir farklılık yoktu.
6-10 yıl spor yapan 20 yaş üstü sporcular göz önüne alındığında yaş, kilo, boy, bel çevresi,
sağ ve sol baldır çevresi horon ve halay çekenlerde farklı değildi (p>0,05). Horon ve halay
çekenler arasında lomber ve proksimal femur değerlerinde fark bulunmazken, horon
oynayanlarda önkol BMD değerleri daha yüksek bulundu (0,56 ± 0,09) ve istatistiksel olarak
anlamlıydı. (p:0,009). Lomber total BMD spor yapmayan grupta en yüksek bulundu (1,02 ±
0,10) ve istatistiksel olarak anlamlıydı. (p:0,004).
Sonuç: Egzersiz hareketlerinde bükücü kuvvetler, kas kitlesi ve sinir olgunlaşmasında artışın
yanı sıra kemikler üzerinde daha fazla kuvvet oluşturarak kemiğin sağlamlılığı ve gerginliği
ile beraber modelleme ve yeniden şekillenmesini de etkiler. Bu yüzden, artan yükleme kemik
modellemeyi uyarır kortikal kemik şekil değişiklikleri trabeküler BMD 'de ve kemik
228
mukavemetinde artışla sonuçlanır. Elde ettiğimiz verilere göre farklı frekanslı ve darbeli
egzersizler BMD üzerine vücudun farklı anatomik bölgelerinde farklı etki göstermektedir.
Çocuklarda ve yetişkinlerde kemik kütlesi kazançlarını optimize etmek amacıyla fiziksel
aktivite optimum dozunu belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir. Bu sonuçlar, zirve
BMD elde etmek için yapılacak sporların tarzı konularında başta kamu sağlık kuruluşları için
daha fazla kanıt sağlamak için yardımcı olur.
Anahtar Kelimeler: Kemik Mineral Yoğunluğu, Farklı Frekans ve Şiddetteki Egzersizler,
Rulman Etkileri
229
P-140
İsoproterenolle Kalp Hasari Oluşturulmuş Ratlarda Dexpanthenol’ün Koruyucu ve
Tedavi Edici Etkisinin Araştırılması
Kalkan F*, Disli O**, Parlakpinar H***, Tanriverdi LH*, Polat A****, Cetin A*****, Vardi
N*****, Acet A***
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Lisans Öğrencisi, Malatya.
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi, Malatya.
***
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji, Malatya.
****
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji, Malatya.
*****
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji, Malatya.
Amaç: İsoproterenolle (ISO) kalp hasarı oluşturulmuş ratlarda dexpantenolün (DEX)
koruyucu ve tedavi edici etkisinin araştırılması.
Materyal ve Metod: Deneyde kullanılan 40 adet rat, 4 gruba bölündü (n=10): Kontrol grubu;
ISO grubu (150 mg/kg); DEX+ISO grubu (Ardışık iki doz ISO’nun 24 saat aralıklarla
uygulanmasından önce 250 mg/kg DEX uygulanan ve sonraki 2 gün daha DEX uygulanan
grup); ISO+DEX group (2 gün ISO uygulama sonrası 2 gün de DEX uygulanan grup). Ratlar;
ortalama arter kan basıncı, kalp atım sayısı, O2 saturasyonu ve elektrokardiyografi açısından
takip edildi. Malonilaldehit (MDA), superoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), glutatyon
peroksidaz (GPX) ve indirgenmiş glutatyon (GSH)’un kalp dokusundaki değerleri saptandı.
Sonuçlar: Kan basıncı ve O2 saturasyonu değerleri, ISO grubunda kontrol grubuna göre
anlamlı bir düşüş gösterdi. T dalgası negatifliği ISO grubunda 6 tane ve ISO+DEX grubunda
ise 1 tane olarak gözlendi. SOD ve GPX değerleri ISO grubunda, kontrol ve DEX+ISO
grubuna gore anlamlı bir düşüş gösterdi. CAT değerlerinde, ISO grubunda kontrol grubuna
göre anlamlı bir düşüş gözlendi. ISO uygulaması kardiyomyositlerde yapısal bozukluklar,
myofibril ve sitoplazmik vakuol kaybı gibi bazı morfolojik değişikliklere yol açtı. Bununla
beraber;
histolojik
hasarlar
ISO+DEX
ve
DEX+ISO
grubunda
ISO
grubuyla
karşılaştırıldığında anlamlı bir azalma gösterdi.
Tartışma: Bu çalışma DEX’in ISO ile oluşturulan kalp hasarında koruyucu ve tedavi edici
etkisini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: İsoproterenol, Kalp, Dexpantenol, Kalp hasarı.
NOT: Bu çalışma TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu) tarafından
dersteklenmiştir (Proje Numarası : 2209/A-2012, Proje Sahibi: Ferhat Kalkan).
230
P-141
Adult Öncesi ve Adult Dönemde Crista Galli Pnömatizasyonu
Tetiker H*, Koşar Mİ*, Çullu N**, Şahan M***, Gençer CU*
* Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye
** Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Muğla, Turkey
***Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı,
Muğla, Turkey
Sinonasal bölge insanda en çok anatomik varyasyonlar gösteren bölgelerden birisidir.
Paranazal BT incelemesi ile bölgenin anatomik varyasyonları kolay tanınabilmektedir. Bu
varyasyonlardan birisi de crista galli pnömatizasyonudur. Son yıllarda pnömatizasyonun
frontal sinus’den kaynaklandığını destekleyen görüşler vardır. Biz bu çalışmada adult öncesi
ve adult dönemde crista galli pnömatizasyon varlığında farklılık olup olmadığını
değerlendirmeyi planladık.
Retrospektif olarak planlanan bu çalışmada 2012 - 2013 yılları arasında çekilen 218 coronal
plan Paranazal BT görüntüleri değerlendirildi. Hastalar on sekiz yaş altı ve üstü olarak iki
gruba ayrıldı. On sekiz yaş altı grupta 97 vaka olup pnömatizasyon oranı % 2,1 tespit
edilirken, on sekiz yaş üstü grupta ise 121 vaka olup crista galli pnömatizasyonu % 15,7
olarak bulundu.
Bu sonuçlara göre crista galli pnömatizasyonunun yetişkin dönemde artmış olduğu görüldü.
Doğum sırasında rudimente durumda olan frontal sinüs ilk olarak 6 yaşında radyografik
olarak tespit edilip esas boyutlarına ise puberteden sonra ulaştığı göz önüne alındığında bu
artışın frontal sinüs gelişimine paralellik göstermektedir. Sonuç olarak crista galli
pnömatizasyonunun frontal sinus’den kaynaklandığını belirten görüşleri destekler niteliktedir.
Anahtar Kelimeler: Crista galli, Paranazal sinüs, Pnömatizasyon, Bilgisayarlı Tomografi
231
P-142
Üst Ekstremite Antropometrik Ölçümleri Arasındaki İlişkiler
Aygün D*, Erdem H**, Özandaç S***, Kızılkanat E**, Boyan N**, Oğuz Ö
*Adana Devlet Hastanesi - KETEM Polikliniği, Adana.
**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi- Anatomi AD, Adana.
***Adana Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü- Fizyoterapist, Adana.
Amaç: Bu çalışma, ikinci ve dördüncü parmak ile el morfometrik ölçümleri arasında ve üst
ekstremiteye ait uzunluk, çevre ve eklem hareket açıklığı ölçümleri arasında bir ilişkinin olup
olmadığını belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çukurova Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğrenim gören 39
(kadın:23, erkek:16) öğrencinin üst ekstremitelerine ait antropometrik ölçümler dominant
tarafta yapıldı. Çalışmamızda üst ekstremite, kulaç, el, ikinci ve dördüncü parmak
uzunlukları, kol, önkol ve el bileği çevre ölçümü, el genişliği, el bileği çapı, el bileği ve
parmakların normal eklem hareket açıklığı ölçümü yapıldı. Kumpas, mezura ve gonyometre
kullanılarak yapılan ölçümlerin istatiksel analizleri SPSS 20.00 programı ile değerlendirildi.
Bulgular: Üst ekstremite uzunluğu (kadın: 68,11±13,63 cm, erkek: 76,35±3,40 cm), kulaç
uzunluğu (kadın: 160,82±7,40 cm, erkek: 176±6,94 cm), kol çevresi (kadın: 26,93±2,50 cm;
erkek: 30,92±2,71 cm), önkol çevresi (kadın: 23,15±1,63 cm; erkek: 25,88±1,94 cm), el
genişliği (kadın: 7,47±0,54 cm, erkek:9,14±2,71 cm), el uzunluğu (kadın: 18,33±0,95 cm,
erkek:20.32±0,92 cm), ikinci parmak uzunluğu (kadın: 8,69±0,48 cm, erkek: 9,53±0,47 cm),
dördüncü parmak uzunluğu (kadın: 9,08±0,59 cm, erkek: 9,98±0,51 cm), el bileği çapı
(kadın: 4,97±0,52 cm, erkek: 5,74±0,28 cm), el bileği çevresi (kadın: 15,40±0,86 cm, erkek:
16,70±1,73 cm) el bileği fleksiyon ve ekstensiyon normal eklem hareket açıklığı sırasıyla
(kadın:
90,69±0,92°
ve
71,82±2,01°,
erkek:
90,93±1,76°
ve
70,68±1,92°)
ve
metacarpophalangeal, proksimal interphalangeal ve distal interphalangeal eklem hareket
açıklığı sırasıyla (kadın: 92,4783±2,08°, 118,52±2,64° ve 76,78±3,76°, erkek: 91,56±2,03°,
118,87±1,97° ve 77,62±3,22°) olarak bulundu.
Sonuç: Dominant tarafta üst ekstremite uzunlukları arasında anlamlı bir ilişki görülmesine
karşın üst ekstremite antropometrik ölçümleri ile eklem hareket açıklığı ölçümleri arasında
anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Üst ekstremite, Antropometri, Normal eklem hareket açıklığı.
232
P-143
Humerus’un Proksimal Ucundaki Anatomik Oluşumların Morfometrik Ölçümleri
Önder M*, Oğuz Yolcular B**, Oğuz N*
*Akdeniz Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı, Antalya
**Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Antalya
Amaç: Humerus’un proksimal ucundaki anatomik yapıların morfolojik özelliklerinin
bilinmesi cerrahi uygulamalarda ve antropolojide önemlidir. Bunun için humerus’un
proksimal ucundaki anatomik oluşumlar. Microscribe g serisi Microscribe-G2X yardımıyla
ölçülerek morfometrik değerlerin bulunması amaçlanmıştır.
Materyal ve Metot: Çalışmamızda, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi
Laboratuar’ında bulunan proksimal uçları hasar görmemiş 25 sağ, 25 sol humerus’un
proksimal ucundaki; tuberculum majus ile tuberculum minus genişliği ve uzunluğu,
humerus’un uzunluğu, collum anatomicum ile collum chirurgicum’un transvers, sagital ve
vertikal çapları ve tuberculum majus ve tuberculum minus arasındaki mesafe MicroscribeG2X kullanılarak ölçümleri yapıldı. Tanımlayıcı istatistikler ortalama±standart sapma olarak
sunuldu. Verilerin istatistiksel karşılaştırmalarının yapılmasında normal dağılım varsayımını
sağlayan değerler için İki Ortalama Arası Fark testi, sağlamayan değerler için ise MannWhitney U testi kullanıldı. Verilerin analizinde SPSS 13.0 istatistik paketi kullanıldı ve p
değeri 0,05’ten küçük olanlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Sol ve sağ humerusların proksimal ucundaki anatomik oluşumların morfometrik
ölçümlere göre ortalamaları:
Humerus uzunluğu: solda 29,58cm ± 2,13 / sağda 30,95cm ± 1,66
Tuberculum majus ve minus arasındaki mesafe: solda 2,17cm ± 0,27 / sağda 2,54cm ± 0,28
Tuberculum majus genişlikleri: solda 2,61cm ± 0,40 / sağda 2,86cm ± 0,37
Tuberculum minus genişlikleri: solda 1,59cm ± 0,35 / sağda 1,76cm ± 0,32
Tuberculum majus uzunlukları: solda 2,83cm ± sağda 0,28 / 2,98cm ± 0,39
Tuberculum minus uzunlukları: solda 2,01cm ± 0,29 / sağda 2,02cm ± 0,30
Collum anatomicum transvers çap: solda 3,93cm ± 0,29 / sağda 4,09cm ± 0,43
Collum anatomicum vertikal çap: solda 4,24cm ± 0,35 / sağda 4,53 ± 0,41
233
Collum chirurgicum transvers çap: solda 2,56cm ± 0,26 / sağda 2,67cm ± 0,22
Collum chirurgicum sagital çap: solda 2,34cm ± 0,29 / sağda 2,47cm ± 0,27
Sağ ve sol tuberculum majus ve minus mesafeleri arasındaki farkın ortalamaları
incelendiğinde sağ tuberculum majus ve minus mesafeleri arasındaki farkın ortalamasının sola
göre istatistiksel olarak daha yüksek olduğu saptandı (2,54cm ± 0,28; 2,17cm ± 0,27;
p=0,001).
Sonuç: Ölçümler sonucunda elde edilen verilerin humerus cerrahisi ve antropologlara önemli
katkıda bulunacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Morfometri, Antropoloji, Protez, Humerus, Collum anatomicum,
Collum chirurgicum
234
P144
Anatomi Terminolojisindeki Çelişkili Kullanımlar
Cetin N*, Farımaz M*, Bayko S*, Akkasoglu S*, Askit C**, Sargon M F*
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı Ankara
**Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Ana Bilim
Dalı Ankara
Anatomik terimlerin isimlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan diller Latince ve
İngilizce’dir. Anatomi alanının referans kitap olarak kullandığı Terminologia Anatomica,
terimleri olabildiğince standardize etmekte ve yıllar içinde revizyona uğrayarak kendini
yenilemektedir. Ancak yine de terminolojik açıdan bazı çelişkili kullanımlar ortaya
çıkabilmektedir. Özellikle klinik bilimler ile temel bilimler arasında anlam kargaşası meydana
gelebilmektedir. Kelime anlamları göz önüne alındığında, ilgili anatomik oluşum ve bu
oluşuma verilen isim arasında birbirine uymayan durumlarla karşılaşılabilmektedir. Ayrıca
bazı anatomik oluşumlar yapının hiçbir bağlantısı olmadığı bilinen bölgelerin isimleriyle
adlandırılabilmektedir. Latince dili baz alındığında ise yanlış isimlendirmeler anatomik
terimin sonuna eklenen eke bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışma esnasında Terminologia
Anatomica ve klinik bilgilerin bulunduğu bazı kaynaklar taranmış, karşılaştırılmış ve ayrıca
latince dili konusunda uzmanlaşmış kişilerden de yardım alınmıştır. Bu çalışmanın amacı,
anatomik terminolojide farkına varmadan yapılan bazı çelişkili kullanımları gözden geçirmek
ve oluşabilecek yanlışlıklara dikkat çekmektir.
Anahtar Kelimeler: Anatomik isimlendirme, klinik terminoloji, Latince
235
P-145
Vestibuler Sinir Cerrahisinde Gözlemlenen Önemli Anatomik Yapıların İncelenmesi
Yeğin H*, Bahcelioğlu M**, Gözil R**, Çalgüner E**, Göksu N***
*
Edirne Devlet Hastanesi, KBB Hastalıkları, Edirne, Türkiye
**
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi AD., Besevler, Ankara, Türkiye
***
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları AD. Besevler, Ankara,
Türkiye
Fossa cranii posterior ve trigonum pontocerebellare’nin anatomisinin kompleks yapısı ve
varyasyonlarının sıklığı bölgenin ayrıntılı incelenmesini gerekli kılmaktadır. Çalışmamızın
amacı, trigonum pontocerebellare’nin orta kompleks bölümündeki v. petrosa superior, fissür
venleri, a. superior cerebelli, a. inferior anterior cerebelli, a. inferior posterior cerebelli, a.
vertebralis, a. labyrinthi ve plexus choroideus’un bölgedeki kraniyal sinirler olan n. abducens,
n. facialis, n. intermedius, n. vestibulocochlearis ile olan ilişkilerini incelemektir. Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalında 1994 - 2004
yılları arasında gerçekleştirilen “retrosigmoid yolla fossa cranii posterior girişimi”
ameliyatları sırasında elde edilen görüntü kayıtlarının 109’unda orta kompleks bölümü
incelendi. Arterlerin birbirleriyle olan konumsal ilişkileri ile, orta kompleks içinde normalde
bulunmayan a. vertebralis ve a. inferior posterior cerebelli gibi yapıların görülme sıklıkları
incelendi. Ayrıca cerrahi girişim sırasında diğer yapıların bulunmasını kolaylaştıran n.
intermedius, n. abducens, plexus choroideus’un gözlenme sıklıkları saptandı. Yüksek cerrahi
komplikasyon riski taşıyan n. vestibulocochlearis’in klivaj özellikleri ve arterlerle olan
konumsal ilişkileri detaylandırıldı. Sonuç olarak vestibüler sinir cerrahisi sırasında
karşılaşılan çeşitli vasküler ve nöral yapıların komşulukları büyük önem taşımaktadır. Bazı
yapılar bulunma sıklığı az olsa dahi önceden göz önünde bulundurulmazlar ise, önemli
komplikasyonlara neden olabilir. Bu nedenle, cerrahi girişimlerde, çalışmamızda saptadığımız
varyasyonların bilinmesi ve dikkat edilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Trigonum pontocerebellare, Orta kompleks arterleri, Orta kompleks
venleri, Orta kompleks sinirleri, Varyasyon.
236
P-146
Bilateral Aksesuar Palmaris Longus Varyasyonu
Özkan M*, Kirazlı Ö*, Yıldız S D*, Altay G*, Tosunoğlu E*, Verimli U*, Şehirli Ü S*
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Laboratuarında eğitim amaçlı
yapılan rutin öğrenci diseksiyonları sırasında 40 yaşlarında 80kg ağırlığında erkek
kadavrasında önkol fleksör kompartmanında bilateral aksesuar bir kas varyasyonu tespit
edilmiştir. Kas humerus’un epicondylus medialis’inden orijin alıp, retinaculum flexorum’a
doğru uzanan ve tendon kısmını 1/3’lük distal kısmında “Y” harfi şeklinde çatallanan bir yapı
göstermektedir. Kasın karın kısmı m.palmaris longus’un medialinde yer almaktadır. Önkolun
orta kısmında m.palmaris longus’un derininde seyrederek, retinaculum flexorum’a
tutunmaktadır. Kasın karın kısmı fusiform şekilli ve 10 cm olup daha sonrasında 6 cm’lik
yassı bir tendon kirişi ile devam ettikten sonra 3 cm’lik iki parçaya ayrılmaktadır. Kasın
beslenmesini a.ulnaris yaparken, kasın innervasyonu ise n.medianus tarafından yapılmaktadır.
Literatürde böyle bir varyasyon tarafımızdan tespit edilememiştir. Klinik anlamda önemli
olabilecek bu kasın tanımlanması literatür açısından önemli bir katkı sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Palmaris longus, aksesuar kas, varyasyon
237
P-147
Rembrant’ın “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” İsimli Eserindeki Anatomik Hatalar
Bahşi İ*, Orhan M*
*Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Gaziantep
17. yüzyılda Hollanda’da halka açık şekilde gerçekleştirilen anatomik incelemeler,
“anatomik tiyatro” adı altında yapılan sosyal aktivitelerdi. İnsanlar belirli bir ücret
karşılığında bu aktivitelere katılabilirlerdi. Rembrandt, “Dr. Tulp'un Anatomi Dersi” isimli
eserinde ön kol diseksiyonu yapan Dr. Nicolaes Tulp ve beraberindeki bir grup izleyiciyi
resmetmiştir. Eserde Dr. Tulp'un, incelediği ön koldaki kas grubunu seyircilere göstermek
amacı ile forceps aracılığı ile çektiği ve parmakların hareketini kendi elinde gösterdiği
izlenmektedir. Bu resim, resim sanatı bakımından oldukça değerli bir eser olarak kabul
edilmektedir.
Bu araştırmada, sözü edilen eserdeki anatomik hatalar ve varyasyonlar incelenmiştir.
Bunlar;
1) Ön kol proksimalinde bulunan ve epicondylus lateralis’e bağlanan olarak
gösterilen kas grubunun, epicondylus medialis’e bağlanması gereken m. flexor
digitorum
superficialis
olduğu
ve
pozisyonunun
ters
resmedildiği
düşünülmektedir.
2) Ön kol proksimalinde bulunan ve epicondylus lateralis’e bağlanmış olarak
gösterilen kas grubunun, kas grubu değil tek bir kas olan m. flexor digitorum
superficialis olduğu düşünülmektedir.
3) Ön kol distalinde, ulnar tarafta bulunan uzun beyaz yapının n. ulnaris’in
varyasyonu olduğu düşünülmektedir.
4) Ön kol proksimalinde, medial tarafta bulunan ve epicondylus lateralis ile ulna
arasında uzanan kasın m. pronator teres olduğu ve epicondylus medialis ile radius
arasında olması gereken bu kasın ters resmedildiği düşünülmektedir.
5) Anatomik varyasyon olarak %10 oranında bulunmayan m. palmaris longus’un
olmadığı tespit edilmiştir.
238
Sonuç olarak Rembrandt’ın bu eserinde anatomik hatalar bulunmaktadır. Buna rağmen
eserin sanatsal değeri oldukça yüksektir. Kendi alanında oldukça donanımlı bir sanatçının bile
konuya bir anatomist gözüyle bakamayacağı; anatomik çizimin, klasik resim çizimlerinden
farklı olduğu, özel bir beceri gerektirdiği ve anatomik çizimler alanında yeterli bilgisi,
deneyimi olan kişiler tarafından yapılmasının bilimsel açıdan daha değerli olduğu
anlaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dr. Tulp'un Anatomi Dersi, Rembrandt, Ön kol diseksiyonu
239
P-148
Calcaneusun Morfometrik Ölçümleri; Boehler’s Açısı ve Kemiğin Anteroposterior
Uzunluğu ile İlişkisi
Otağ İ*, Tetiker H**, Taştemur Y***, Sabancıoğulları V***, Koşar M İ**, Çimen M***
*
Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri MYO,Sivas
**
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla
***
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Sivas
Kemiklerden elde edilen ölçümler bize birey ve ait olduğu populasyona ait bilgiler verir.Bu
çalışmalarda özellikle tercih edilen kafa ve pelvis iskeleti yanında calcaneus kemiği de iyi
korunabilmesi nedeni ile çalışılan vücudun diğer kemiklerinden biridir.Çalışmamızda
Cumhuriyet Üniversitesi ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Anatomi Laboratuarlarında
bulunan iyi korunmuş 65 (35 sağ-30 sol) calcaneus değerlendirildi. Kemiklerden 10 linear
ölçüm ve Boehler’s açısı ölçüldü.Calcaneus ölçümlerinde kemiğin vücut yüksekliğinde (BH)
sağ-sol taraf farklılığı belirlendi (P<0.05). Boehler’s açısı 20-400 arasında bulundu ve
Boehler’s açısı ile kemiğin mimumum genişliği (MINW) arasında anlamlı bir korelasyon
olduğu belirlendi (P<0.01). Calcaneusun anteroposterior maksimum uzunluğu (MAXL)ile
calcaneal sulcus genişliği (WSC) haricinde diğer tüm linear kemik ölçümleri arasında anlamlı
bir korelasyon belirlendi (P<0.01).Calcaneus ölçümlerinin regresyonu ile kemiğin
anteroposterior uzunluğu 1mm yakınlığa kadar hesaplanabilir. Calcaneus iyi korunduğu için
antropologlar ve adli bilimciler tarafından sıklıkla kullanılan kemiklerdendir. Calcaneus’un
morfometrik değerleri ve yapılan analizler anatomi bilimi, ortopedik cerrahi, kinesyoloji,
antropoloji ve adli bilimlere katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Calcaneus, ölçüm, Boehler’s açısı. Osteoloji
240
P-149
Yüz Transplantasyonu ve Nervus Facialis
Görür İ*, Öztürk L*, Boduç E*
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Bornova-İzmir
Giriş: Doku ve organ nakilleri insanların ölümsüz olma hayalleriyle birlikte ortaya çıkmıştır.
Bu kompozit doku nakillerinden biri de yüz naklidir. Bu nakillerin işlevsel olabilmesi için
mimik kasların motor innervasyonlarını geri kazanabilmeleri gerekir. Bu da nervus facialis’in
nakil sonrası iyileşme oranına bağlıdır.
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız da bu nakilleri temel bilimler açısından incelemektir.
Materyal-Metot: Ege Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı laboratuvarında bulunan ve %10
formalin ile fikse edilmiş 7 erkek kadavranın 2 tanesi arteria temporalis superficialis ve arteria
facialis pedikül metodu yöntemiyle diseke edildi. Yüz derisi kaldırılmış 3 kadavrada glandula
parotidea’in kısmen kaldırılmasıyla nervus facialis’in dallanması ve mimik kaslarıyla olan
ilişkisi gösterildi. Diğer 2 kadavrada ise deri kaldırılarak mimik kasları diseke edildi.
Literatürden ve diseke edilen kadavralardan elde edilen veriler birlikte değerlendirildi.
Sonuç ve Tartışma: Bu ameliyatlar başta bilimsel, anatomik, fizyolojik, psikolojik, etik,
teknik ve ekonomik olarak birçok problem içermektedirler. Çalışmamızda cerrahi teknikler
taklit edilerek elde edilen yüz flaplerinin diseksiyonları literatürdeki kadavra çalışmalarıyla
doğru orantılı olarak ortalama 5 saat sürdü. Bu da flaplerin diseke edilme süreleri ve yapılan
ameliyatların toplam süreleri doğrultusunda bu nakil süresinin hem hasta hem de cerrah için
oldukça uzun olduğunun bir göstergesidir (15-19 saat gibi). Postoperatif bakım da oldukça
zahmetlidir, çünkü hastalar hayatları boyunca immünosuppresif ilaçlar kullanmak zorundadır.
Bu da uzun vadede hastanın yaşam kalitesini bozan yan etkilere yol açmaktadır. Operasyon
öncesi ve sonrasında motor innervasyon ile alakalı bir başarı yüzdesi henüz tam olarak
verilememektedir. Ayrıca mimik kaslarda, nervus facialis, arteria ve vena facialis’de gözlenen
bireysel varyasyonlarda göz önüne alındığında bu nakillerin ‘deneysel operasyonlar’ olduğu
söylenebilir.
Anahtar kelimeler: Yüz nakli, nervus facialis, mimik kaslar
241
P-150
Wistar Albino Ratlarda Tiyoasetamid İle İndüklenen Karaciğer Hasarına Karşı
Nerolidolün Koruyucu Etkileri
Cetin A*, Çiftçi O**, Başak N***
*
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya
***
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji A. D., Malatya
Amaç: Tiyoasetamid, (TAA) karaciğer için toksik olarak bilinen ajanlardan biridir ve uzun
süre maruziyeti karaciğer fibrozisine ve siroza neden olmaktadır. Nerolidol, sesquiterpene
yapılı bir alkol olup, Baccharis dracunculifolia gibi bitkilerin esansiyel yağlarında bulunur.
Bu çalışma, TAA ile indüklenerek oluşturulan sıçanların karaciğer dokusunda meydana gelen
histopatolojik değişiklikler üzerine nerolidolün koruyucu etkilerinin gösterilmesi amacıyla
planlandı.
Materyal- Metod: Bu çalışmada, Wistar Albino cinsi 28 erkek sıçan her grupta 7 adet olacak
şekilde rasgele 4 gruba ayrıldı.
Grup 1: Kontrol
Grup 2: TAA (200mg/kg/ip)
Grup 3:Nerolidol (100 mg/kg/gavaj)
Grup 4:TAA (200mg/kg/ip) + Nerolidol (100 mg/kg/gavaj)
Deney sonunda ratlar anestezi altında sakrifiye edildi, histolojik ve biyokimyasal incelemeler
için karaciğer doku örnekleri alındı. Histolojik inceleme için alınan örnekler rutin doku takip
işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan 5 µm kalınlığında kesitler
alındı ve Hematoksilen- Eozin ile boyandı. Kesitler Leica DFC 280 Işık Mikroskobu ve Leica
Q Win Görüntü Analiz sistemi ile incelendi. TBARS, SOD, CAT, GPx ve GSH düzeyleri
spektrofotometrik olarak belirlendi.
Bulgular: Sonuçlar nerolidolün TAA’ya bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid
peroksidasyon düzeyini (TBARS) düşürerek ve antioksidan savunma sistemleri (SOD, CAT,
GSH ve GPx) düzeylerini arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik değerlendirmede,
TAA grubunda hepatositlerin radial düzeninde bozulma, eozinofilik boyanmış ve piknotik
nükleuslu hücreler, mononükleer hücre infiltrasyonu, vasküler konjesyon, hepatositlerde
242
şişme gözlendi. Diğer yandan, TAA + Nerolidol grubunda histopatolojik bulgular TAA
grubundaki kadar yaygın değildi.
Sonuç: Sonuç olarak TAA sıçanlarda karaciğerde histolojik hasara ve oksidatif strese neden
olmakta, bununla beraber nerolidol uygulanması bu toksik etkileri ortadan kaldırmaktadır.
Elde edilen bulgular ışığında nerolidol uygulamasının karaciğerde ve immun sistemde
TAA’nın neden olduğu toksik etkilere karşı koruyucu olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: TAA, Nerolidol, hepatotoksisite, oksidatif stres.
243
P-151
C57BL/J6 farelerde serebral iskemi /reperfüzyon modelinde 18b-glycyrrhetinic
asidin oksidatif ve nöronal hasara karşı koruyucu etkileri
Oztanir M N*, Ciftci O**, Cetin A***, Durak M A*, Başak N****, Akyuva Y*
*
Inönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Malatya.
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya.
***
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya.
****
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya.
Amaç: Bu çalışma, C57BL/J6 farelerde serebral iskemi / reperfüzyonun (I/R) neden olduğu
nöronal hasara karşı glisiretinik asitin (GA) olumlu etkilerini göstermek amacıyla planlandı.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 40 adet C57BL/J6 fare kullanıldı. Deneyde kullanılan fareler
her bir grupta 10 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. Gruplar: Kontrol, I/R grubu, GA (100
mg/kg/gün/oral yolla-10 gün), I/R + GA grubu olarak belirlendi.
10. Günün sonunda biyokimyasal ve histolojik değişikliklerin belirlenmesi için doku örnekleri
alındı. Alınan beyin dokularına rutin histolojik doku takip prosedürü uygulandı ve parafine
gömüldü. Parafin bloklardan alınan 5 µm kalınlığındaki kesitlere histolojik inceleme için
Hematoksilen- Eozin boya prosedürü, immunohistokimyasal olarak apopitozu belirlemek
amacıyla Kaspaz-3 boya prosedürleri uygulandı. Biyokimyasal analizler (TBARS, SOD,
CAT, GPx ve GSH) spektrofotometrik ölçümlerle yapıldı.
Bulgular: 18b-glycyrrhetinic asidin I/R’ e bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid
peroksidasyonunu azaltarak (TBARS düzeyini düşürerek) ve antioksidan savunma
sistemlerini (CAT, GPx, SOD, GSH) arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik
değerlendirmede, I/R grubunda serebral kortekste fokal iskemi alanları, vasküler konjesyon,
mononükleer hücre infiltrasyonu, serebral kortekste parçalanmış sitoplazmalı ve küçük
piknotik nükleuslu nöronlar gözlendi. I/R + GA grubunda ise histolojik bulgularda belirgin
derecede azalma saptandı. İmmunohistokimyasal olarak Kaspaz-3 boyama yöntemi
uygulanarak apopitotik hücreler belirlendi. I/R grubunda Kaspaz-3 pozitif boyanan hücrelerin
I/R + GA grubuna göre oldukça fazla olduğu gözlendi.
Sonuç: Sonuç olarak global I/R beyin dokusunda histolojik hasara ve oksidatif strese neden
olmakta, bununla beraber GA uygulanması bu toksik etkileri ortadan kaldırmaktadır. Elde
244
edilen bulgular ışığında GA uygulamasının beyinde I/R’nin neden olduğu toksik etkilere karşı
koruyucu olduğu sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: İskemi-Reperfüzyon,18b-glycyrrhetinic asit (GA), Kaspaz-3, Beyin.
245
P-152
Erkek Ratlarda Tiyoasetamide Bağli Oluşan Üreme Sistemi Hasarina Karşi
Krisinin Koruyucu Etkileri
Ciftci O*, Cetin A**, Başak N***
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya.
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya.
***
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya
Bu çalışmada erkek sıçan üreme sisteminde tiyoasetamide (TAA) toksisitesinde oluşan
oksidatif stres, sperm karakteristikleri ve histolojik değişikliklere karşı krisinin olumlu
etkilerinin tespiti amaçlandı. Bu kapsamda, Wistar Albino cinsi 28 erkek sıçan her grupta 7
adet olacak şekilde rasgele 4 gruba ayrıldı. TAA haftada 2 kez 200 mg/kg intraperitoneal
olarak uygulandı. Krisin 50 mg/kg olacak şekilde 15 gün boyunca uygulandı. 1.Grup:
Kontrol, 2. Grup: TAA, 3. Grup: Krisin , 4. Grup: TAA + Krisin 15. günün sonunda ratlar
anestezi altında sakrifiye edildi ve reproduktif organlar alındı. Biyomikyasal olarak TAA
uygulamasının oksidan/antioksidan (TBARS, SOD, CAT, GSH, GPx) dengeyi bozarak
testiste ciddi oksidatif hasara neden olduğu, oluşan bu hasarın antioksidan özelliği bulunan
krisin ile engellenebileceği tespit edidi. Bununla birlikte TAA’nın sperm yoğunluğunda ve
motilitesinde azalmaya neden olduğu, ayrıca anormal sperm oranında artışa yol açtığı tespit
edildi. Ancak krisin uygulamasının TAA’nın sperm karakteristikleri üzerindeki bu olumsuz
etkilerini anlamlı düzeyde giderdiği saptandı. Öte yandan krisin uygulamasının TAA’nın
neden olduğu oksidatif, histopatolojik ve spermlerdeki hasarı önlediği gözlenmiştir. TAA
grubunda histopatolojik olarak spermatogenik seri hücrelerde azalma, seminifer tübüller
arasında konjesyon ve bölünmenin herhangi bir evresinde duraksamış hücreler gözlendi. Bu
çalışmada sonuç olarak krisinin TAA’ya bağlı olarak üreme sisteminde oluşan reprodüktif
toksisiteyi azalttığı düşüncesindeyiz.
Anahtar Kelimeler: TAA, krisin, oksidatif stres, testiküler hasar, sperm karakteristikleri.
246
P-153
Ratlarda 2,3,7,8- Tetraklorodibenzo-P-Dioksin (Tcdd) İle Oluşturulan Ovaryum ve
Uterus Hasarı Üzerine Montelukastın Koruyucu Etkileri
Ciftci O*, Cetin A**, Başak N***
*
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya
**
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya
***
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı, Malatya
Amaç: Bu çalışmada 2,3,7,8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin (TCDD)’nin ratlarda ovaryum ve
uterus üzerine olumsuz etkilerinin tespiti ile Montelukastın (ML) muhtemel olumlu etkilerinin
tespiti amaçlandı.
Materyal-Metod: Çalışmada 28 adet Wistar albino 3-4 aylık dişi sıçan rastgele seçilerek her
grupta 7 adet olacak şekilde 4 gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol (Mısır yağı) olarak belirlendi, 2.
Grup: TCDD (2 µg/kg/hafta/ gavaj), 3. Grup: TCDD + Montelukast (2 µg/kg/hafta + 10
mg/kg/gün) ve 4.Grup: Montelukast (10 mg/kg/gün) ile beraber uygulandı. Deney sonunda
ratlardan ovaryum ve uterus doku örnekleri histolojik ve biyokimyasal incelemeler için alındı.
Analiz için doku örnekleri alındı ve 5 µm kalınlığında alınan kesitlere Hematoksilen- Eozin
boya metodu uygulandı. Kesitler Leica DFC 280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü
Analiz sistemi kullanılarak incelendi. Biyokimyasal olarak (TBARS, SOD, CAT, GPx ve
GSH) düzeyleri spektrofotometrik olarak belirlendi.
Bulgular: Sonuçlar ML’nin TCDD’ye bağlı olarak ortaya çıkan oksidatif hasarı, lipid
peroksidasyonunu azaltarak (TBARS düzeylerinde düşüş) ve antioksidan savunma
sistemlerini arttırarak giderdiği belirlendi. Histopatolojik olarak kontrol ve ML grubu
ovaryum ve uterus kesitleri normal histolojik görünümde izlendi. TCDD uygulanan grupta ise
ovaryum dokusunda yoğun hücre infiltrasyonu ve foliküler dejenerasyon izlendi. Ayrıca
belirgin atretik foliküller ve foliküllerdeki granüloza hücrelerinde dökülme izlendi. Uterus
kesitlerinde epitelde ve bezlerde dejenerasyon izlendi. Tek katlı prizmatik epitel yapısının tek
katlı kübik epitele dönüştüğü gözlendi. TCDD + Montelukast grubunda ise bu bulgularda
belirgin derecede azalma gözlendi.
Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, sıçanlarda TCDD’ye bağlı olarak oluşan ovaryum ve
uterus hasarında montelukastın iyileştirici etkileri olduğu gözlemlendi.
Anahtar kelimeler: TCDD, ovaryum, uterus, montelukast, sıçan.
247
P-154
Asetaminofen İle İndüklenmiş Akciğer Hasarında Kayısının Koruyucu Etkileri
Bayat N*, Yılmaz İ**, Çetin A***
*
Cengiz Gökçek Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi, Embriyoloji, Gaziantep
**
İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Malatya
***
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya
Amaç: Kimyasal olarak N-asetil-p-aminofenol olarak adlandırılan asetaminofen (APAP),
yaygın olarak kullanılan bir ağrı kesici ve ateş düşürücüdür. Kayısı karotenoidler, C ve E
vitamini ve selenyum içeriği yüksek olan bir meyvedir. Bu çalışma Asetaminofen ile
indüklenmiş akciğer hasarına karşı kayısının (%10 kayısı) koruyucu etkilerini göstermek
amacıyla planlandı.
Gereç-Yöntem: Bu çalışmada 24 tane Sprauge-Dawley dişi sıçan rastgele seçilerek her
grupta 6 adet olacak şekilde dört eşit gruba ayrıldı. Gruplar sırası ile:
1.Grup (n=6): Kontrol
2.Grup (n=6): Asetaminofen (APAP) grubu (835mg/kg tek doz, oral yolla)
3.Grup (n=6): APAP (835mg/kg tek doz, oral yolla) + %10 Kayısı
4. Grup (n=6): %10 Kayısı
Deneyin sonunda sıçanlar ketamin/ksilazin anestezisi altında sakrifiye edildi. Işık
mikroskopik değerlendirme için alınan akciğer örnekleri %10’luk formaldehit ile fiske edildi,
rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine gömüldü. Parafin bloklardan 5 µm
kalınlığında kesitler alındı ve Hematoksilen-Eosin (H-E) ile boyandı. Kesitler Leica DFC280
ışık mikroskopu ve Leica Q Win Görüntü Analiz Sistemi ile incelendi (Leica Micros Imaging
Solutions Ltd.; Cambridge, U.K).
Bulgular: Kontrol ve %10 Kayısı grubunda akciğer dokusu normal histolojik görünümde
izlendi. APAP grubunda ise alveolar duvarda kalınlaşma, mononükleer hücre infiltrasyonu,
vasküler konjesyon, hemoraji, alveolar genişleme gözlendi. APAP + %10 Kayısı grubunda ise
histopatolojik bulgularda belirgin derecede azalma tespit edildi.
Sonuç: Asetaminofenle indüklenmiş akciğer hasarına karşı %10’luk kayısının koruyucu
etkilere sahip olduğunu gözlemledik.
Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Akciger, Histopatolojik hasar.
248
P-155
Basketbol Oynayan Sporcularda Extremite Uzunluğunun Vücut Uzunluğuna Oranı:
Karşılaştırmalı bir çalışma
Çetin A*, Korkmaz M F**, Sarıkaya E***, Altıkulaç E***, Çiçek H***, Çöken E***, Avcı
H***, Sezgin K***
* İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya
** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Malatya
*** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem II Öğrencisi, Malatya
Genç bireylerde ( 15-18 yaş arası ) basketbol oynayan sporcularda extremite uzunluğunun
vücut uzunluğuna oranının basketbol yapmayanlarla kıyaslanarak bir farklılık olup olmadığını
tespit etmeyi amaçladık. Oranları karşılaştırdığımızda boy/ (önkol) oranı basketbol
oynayanlarda 6.71 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 7.09 idi. Yani basketbol
oynayanlarda önkol uzunluğu daha fazla idi ( p:0.001). Boy/ (el uzunluğu) oranı basketbol
oynayanlarda 9.06 iken
basketbol oynamayanlarda ortalama 10.0 idi. El uzunluğu da
basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.001). Boy/ (alt extremite uzunluğu) oranı basketbol
oynayanlarda 1.73 iken basketbol oynamayanlarda ortalama 1.86 idi. Alt extremite uzunluğu
da basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.004).
oynayanlarda 3.28,
Boy/ (uyluk uzunluğu) oranı basketbol
basketbol oynamayanlarda ortalama 3.41
idi. Uyluk uzunluğu da
basketbol oynayanlarda anlamlı olarak artmıştı ( p:0.002). Boy/ (bacak uzunluğu) oranı
basketbol oynayanlarda 3.51
iken basketbol oynamayanlarda ortalama 3.86 idi. Bacak
uzunluğu da basketbol oynayanlarda artmıştı ( p:0.0001).
249
P-156
Özel Bir Hastanede Yapılan Abdominal Histerektomilerin Değerlendirilmesi
Beytur L*,**, Köse E**, Özbağ D**
*Özel Malatya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Malatya
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya
Giriş: Uterusun abdominal, vajinal veya laparoskopik olarak çıkarılması işlemine
histerektomi denir. Histerektomi benign veya malign nedenlerle yapılabilir. Bu çalışmada
anormal uterin kanama, myoma uteri, postmenopozal kanama, uterin prolapsus, benign over
kisti, endometrial hiperplazi, endometrial polip gibi benign nedenlerle yapılan abdominal
histerektomiler değerlendirildi.
Materyal Metod: Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine 2010 yılından itibaren başvuran
ve histerektomi yapılan hasta dosyaları geriye yönelik olarak tarandı. Desensus uteri
nedeniyle yapılan vajinal histerektomiler çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların histerektomi
endikasyonları, demografik bilgileri, ameliyat süreleri, postoperatif komplikasyonları, patoloji
bulguları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 37 hastanın ortalama yaşı 52.4 (41-64) yıl olarak hesaplandı. Bu
hastaların 21’inde (% 56.76) myoma uteri, 6’sında disfonksiyonel uterin kanama, 5’inde
endometrial hiperplazi, 2’sinde adenomyozis, 2’sinde postmenopozal kanama ve 1’inde
endometrial polip mevcuttu. Abdominal histerektomi klasik phannenstiel insizyonla yapıldı.
Ortalama ameliyat süresi 65 dakika (55-90) olarak hesaplandı. Hiçbir hastaya dren takılmadı.
Hastanede yatış süresi ortalama 3.2 (2-5) gündü. Bir hastaya postoperatif kan transfüzyonu
yapıldı. Başka komplikasyon olmadı.
Sonuç: Histerektomi işlemi, uygun endikasyon ve cerrahi teknik ile yapıldığında
komplikasyon riski az olan, güvenli ve başarılı bir işlemdir. İşlem sonrası semptomlarda hızlı
bir iyileşme olur ve hastanın hayat kalitesi düzelir.
Anahtar kelimeler: Uterus, histerektomi, abdominal histerektomi,
250
P-157
Böbrek alt kaliks taşlarının tedavisinde noninvaziv bir yöntem: retrograd intrarenal
cerrahi
Beytur A*, Köse E**, Oğuz F*,Çakmak Bs*, Topçu İ*, Güneş A*
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, MALATYA
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, MALATYA
Giriş: Böbrekte taş oluşumu oldukça sık görülen bir durumdur. Tedavisinde öncelikle
koruyucu önlemler alınmalı, taş oluşmuş ise vücut dışından ses dalgalarıyla taş kırma yapılır,
sonuç alınamazsa cerrahi müdahale yapılır. Daha önceden açık cerrahi ve minimal invaziv
yöntemler kullanılmaktayken, teknolojik gelişmeler sonucunda artık doğal yollardan vücut
içine girilerek taşa ulaşılmakta ve taşlar temizlenmektedir. Böbrek taşlarının tedavisinde taşın
anatomik olarak lokalizasyonu da önemlidir. Tedavisi en zor olan taşlar, alt kaliks taşlarıdır.
Bu çalışmada kliniğimizde uygulanmaya başlanan retrograd intrarenal cerrahinin alt kaliks
taşlarının tedavisindeki başarısı değerlendirildi.
Materyal Metod: Son 1 içerisinde böbrek alt kaliks taşı nedeniyle retrograd intrarenal cerrahi
yapılan on hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma grubunda pediatrik hasta yoktu. Hastaların ortalama yaşı 51.6 (28-81)
yıldı. Üç hasta erkek, 7 hasta bayandı. Ortalama taş yükü 1.45 (1-2) cm olarak hesaplandı. Bir
hastada alt kaliksin yanı sıra üst kalikste de taş vardı ve aynı seansta üst kaliks taşı da
temizlendi. Hastaların hastanede kalış süresi 1,1 gün (1-2) olarak hesaplandı. Bir hastada
rezidü geliştiği için daha sonra tekrar işlem yapıldı. Hastaların hiçbirinde herhangi bir
komplikasyon gelişmedi.
Sonuç: Üriner sistem taş hastalığı prevalansı %2-3’dür. Hayat boyu görülme sıklığı bölgesel
değişiklikler göstyermekle beraber %1-15’dir. Taş hastalığının oluşumunu etkileyen faktörler
ise genetik, cinsiyet, ırk, yaş, coğrafya, iklim, obezite, sıvı alımı şeklinde sıralanabilir.
Günümüzde artan teknoloji ve bilgi birikimine rağmen üriner sistemde taş oluşumunu
engelleyen bir ilaç yoktur. Tekrarlayıcı olan üriner sistem taş hastalığında mümkün olduğunca
az invaziv olunmalıdır. Böbrek alt kaliks taşlarında retrograd intrarenal cerrahi uygun
kullanımda güvenli bir tedavidir.
Anahtar kelimeler: Böbrek, böbrek taşı, taş kırma
251
P-158
Arteria Axillaris Varyasyonu
Çetin A*, Çay M*
*İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Malatya/Türkiye
Anatomi laboratuarımızda kanıta dayalı öğrenci grubuyla yapılan axiller bölge diseksiyonu
esnasında 40 yaşında erkek kadavrada arteria axillaris varyasyonuna rastladık. Arteria
axillaris; sağ extremitede birinci kostadan 31 mm distalde aynı seviyeden üç dal veriyordu.
Birinci dalı (arteria thoracoacromialis) 4mm çapında olup; bu dal 1 cm ilerleyip ikiye
ayrılıyordu. Dallarından biri toraksa, diğeri deltoid kasına doğru ilerliyordu. İkinci dalı
(arteria thoracica superior) 3 mm.çapında olup, toraksa doğru ilerliyordu. Üçüncü dalı (arteria
thoracica lateralis) 2 mm çapında olup; toraks lateral duvarına doğru seyrediyordu. Arteria
axillaris, birinci kostadan 73 mm distalde mediale doğru 7mm çapında arteria subscapularis’i
veriyordu.
Arteria axillaris; sol extremitede birinci kostadan 25 mm distalde arteria axillaris; 3mm
çapında arteria thoracoacromialis’i veriyordu. Bu dal boyun tarafına doğru gidiyordu. Arteria
axillaris aynı noktada medial tarafa doğru 2mm çapında arteria thoracica lateralis’i veriyordu.
Arteria thoracoacromialis ile arteria thoracica lateralis’in çıkış yerinin orta noktasında 1.7mm
çapında bir dal daha veriyordu. Bu dalı kola doğru uzanıyordu. Bu dalını varyasyon olarak
tespit ettik. Sol tarafta arteria thoracica superior izlenmedi. Arteria thoracoacromialis’in çıkış
yerinin 15 mm distalinde arteria axillaris, 2 mm çapında bir dal veriyordu. Bu dalı spina
scapula’ya doğru uzanıyordu. Bu dalı da varyasyon olarak tespit ettik.
Anahtar Kelimeler: Arteria axillaris, varyasyon, kadavra
252
P-159
Yurt Dışından Gelen Türk Uyruklu ve Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kişisel, Sosyal ve
Üniversiteye Uyumları Üzerine Bir Çalışma
Özdemir F*, Onay İ*, Uzun A*, Emirzeoğlu M*, Altunsoy E*, Nazari B*
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Samsun
**Ondokuz Mayıs University, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Anabilim Dalı, Samsun
***Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Samsun
Çalışmada, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrenci olan, yurt dışından gelen
Türk uyruklu ve yabancı uyruklu öğrencilerin kişisel, sosyal ve üniversite imkanlarına yönelik
değerlendirmeleri karşılaştırılmalı incelenmiştir.
Araştırmada hazırlanan beş seçenekli 45 maddelik anket kullanılmıştır. Ankete katılan
öğrenciler, amaçlı örneklem yoluyla seçilen 32 Türk uyruklu ve 33 yabancı uyruklu öğrenciyi
kapsamaktadır. Katılımcılara yöneltilen sorular; kişisel, sosyal ve üniversite uyumu olmak
üzere üç gruba ayrıldı. Elde edilen verilere bağımsız örneklem T testi ve Pearson Korelasyon
analizi yapıldı, istatistiksel önem seviyesi p <0,05 olarak kabul edildi.
Çalışmanın sonuçlarına göre; Türk uyruklu öğrencilerin, kişisel uyumla ilgili sorulara daha
olumlu görüş bildirdikleri tespit edildi (p<0,05). Ayrıca öğrencilerin kişisel kategoride elde
edilen puanlarla sosyal kategoride elde edilen puanlar arasında (p<0,05; r=0,57) ve üniversite
kategorisinde elde edilen puanlarla sosyal kategori puanları arasında anlamlı korelasyon
bulunmuştur (p<0,05; r=0,49).
Sonuç olarak yabancı ülkelerden eğitim amaçlı gelen Türk uyruklu öğrenciler ve yabancı
uyruklu öğrenciler arasında üniversite olanakları ve sosyal imkanlar açısından düşüncelerinde
anlamlı düzeyde farklılık bulunmazken; kişisel olarak Türk uyruklu öğrencilerin daha kolay
uyum sağladığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türk uyruklu, Yabancı uyruklu, öğrenci, Tıp eğitimi, Sosyal uyum,
Kişisel uyum
253
P160
Erken Dönem Tiroidektomi Komplikasyonları
Karataş T*,**, Özbağ D**, Çay M**, Şenol D**, Korkmaz MF*,***
* Malatya Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği
** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı
*** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı
Amaç: Tiroidektomi yapılan 308 olguda, postoperatif erken dönemdeki komplikasyonları
sunmaktır.
Gereç ve Yöntem: Mart 2003 ile mart 2013 arasında Malatya Devlet Hastanesi Genel Cerrahi
Kliniğinde tirodektomi yapılan 308 hastanın retrospektif olarak dosyaları ve ameliyat notları
incelendi. Cinsiyet, yaş, preoperatif tanı, primer ya da nüks vaka, ameliyat tipi (bilateral total
tiroidektomi-BTT, bilateral subtotal tiroidektomi-BST, tek taraflı total tiroidektomi-TTT ve
tek taraflı subtotal tiroidektomi-TST) ve erken postoperatif komplikasyonlar (hipokalsemi,
kanama, ses kısıklığı, infeksiyon ve seroma) kaydedildi.
Bulgular: Tiroidektomi yapılan toplam 308 hastanın 287’si (% 93.18) kadın, 21’i (% 6.81)
erkektir. Yaş aralıkları 16-75’tir. Median yaş 40.78’dir. 283 (% 91.88) multinodüler, 18 (%
5.84) nodüler guatr ve 7 (% 2.27) tiroid kanseri ameliyat edildi. 301 (% 97.72) primer, 7 (%
2.28) nüks vaka vardı. 180 (% 58.44) BTT, 100 (% 32.46) BST, 7 (% 2.27) TST ve 4 (% 1.29)
TTT uygulandı. 19 BTT ve 1 BST uygulanan 20 (% 6.49) hastada komplikasyon görüldü.
BST’deki tek komplikasyon kanamaydı. 10 (% 3.24) hipokalsemi (8 primer 2 nüks vaka), 4
(% 1.29) kanama, 2 (% 0.649) ses kısıklığı (1 primer ve 1nüks vaka), 2 (% 0.649) infeksiyon
ve 2 (% 0649) seroma görüldü.
Sonuç: Tiroidektomi çoğunlukla kadınlarda yapıldı. Ameliyat tipi olarak en sık BTT’dir.
İkincisi BST’dir. En sık gözlenen komplikasyon hipokalsemidir. İkinci sırada kanama
gelmektedir. Bunları ses kısıklığı, seroma ve infeksiyon takip etmektedir. Komplikasyonların
çoğu BTT yapılan vakalarda gözlemlendi. Ses kısıklığı ve hipokalsemi oranı BTT yapılan
nüks vakalarda daha yüksekti. Tiroid cerrahisinde, özellikle BTT yapılacak nüks vakalarda
daha titiz davranılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Guatr, tiroid cerrahisi, komplikasyon.
254
P-161
Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Kalp Hasarında Kayısının Koruyucu
Etkilerinin Araştırılması
Yılmaz İ*, Çetin A**, Gül S**
*İnönü Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji AD, Malatya
*İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji AD, Malatya
Amaç: Bu çalışma; sıçanlarda 835mg/kg dozunda oral yolla asetaminofen verilerek
oluşturulan akut kalp hasarına karşı yemlere %10 oranında gün kurusu organik kayısı
ilavesinin koruyucu etkisinin araştırılması amacıyla planlanmıştır.
Gereç- Yöntem: Çalışmada 24 adet Sprauge- Dawley sıçan aşağıdaki gibi 4 (n=6) gruba
ayrıldı. Çalışmada sıçanların beslenme ve ilaç uygulama düzeni aşağıdaki gibidir:
1.Grup (n=6): Her hangi bir toksik ya da farmakolojik aktif madde verilmedi, yem ve
su ad libitum olarak verildi.
2.Grup (n=6): (APAP) 835mg/kg tek doz APAP oral yolla verildi, yem ve su ad
libitum olarak verildi.
3.Grup (n=6): (APAP + %10 gün kurusu organik kayısı) 835mg/kg tek doz
asetaminofen + 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve
su ad libitum olarak verildi.
4.Grup (n=6): (%10 gün kurusu organik kayısı) 45 gün süreyle %10 oranında gün
kurusu organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi.
Çalışmanın 45. günde tüm sıçanlar ketamine/ksilazin anestezisi altında sakrifiye
edildi, biyokimyasal ve histolojik inceleme için kalp doku örnekleri alındı. Histolojik
inceleme için alınan kalp doku örnekleri rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve parafine
gömüldü. Parafin bloklardan 5 mm kalınlığında kesitler alındı ve Hematoksilen-Eozin (H-E)
ile boyandı. Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü Analiz sistemi
ile incelendi. (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, U.K).
Bulgular: Histolojik bulgular; Kontrol grubu ve %10 gün kurusu organik kayısı grubu kalp
dokusu normal histolojik görünümde izlendi. Asetaminofen (APAP) grubunda ise kalp kası
hücrelerinde eozinofilik sitoplazmalı ve piknotik nükleuslu hücreler, mononükleer hücre
255
infiltrasyonu, intrasitoplazmik vakuolizasyon, konjesyon, nekroz ve hemoraji gözlendi. APAP
+ %10 gün kurusu organik kayısı grubunda ise histopatolojik değişikliklerde belirgin
derecede azalma tespit edildi. Serumda yapılan ölçümlerde AST, ALP, ALT ve Total
Bilurubin değerlerinden sadece 3. grubun ALP değerinin istatistiksel olarak diğer gruplardan
yüksek olarak ölçüldü.
Sonuç: %10 gün kurusu organik kayısı ilaveli yem tüketiminin asetaminofenle indüklenmiş
kalp hasarında iyileştirici etkilere sahip olduğunu gözlemledik.
Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Kalp, Sıçan.
256
P-162
Sıçanlarda Asetaminofenle Oluşturulan Akut Böbrek Hasarında Kayısının Koruyucu
Etkilerinin Araştırılması
Yılmaz İ*, Çetin A**, Şahin H**
*İnönü Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji AD, Malatya
**İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji AD, Malatya
Amaç: Bu çalışma; sıçanlarda 835mg/kg dozunda oral yolla asetaminofen (APAP) verilerek
oluşturulan akut böbrek hasarına karşı yemlere %10 oranında gün kurusu organik kayısı
ilavesinin koruyucu etkisinin araştırılması amacıyla planlanmıştır.
Materyal-Metod: Çalışmada 24 adet Sprauge- Dawley sıçan kullanıldı. Sıçanlar 4 (n=6/grup)
gruba ayrıldı, sıçanların beslenme ve ilaç uygulama düzeni aşağıdaki gibidir:
1.Grup (n=6): Her hangi bir toksik ya da farmakolojik aktif madde verilmedi, yem ve
su ad libitum olarak verildi.
2.Grup (n=6): 835mg/kg tek doz APAP oral yolla verildi, yem ve su ad libitum olarak
verildi.
3.Grup (n=6): 835mg/kg tek doz APAP + 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu
organik kayısı ilave edilmiş yem ve su ad libitum olarak verildi.
4.Grup (n=6): 45 gün süreyle %10 oranında gün kurusu organik kayısı ilave edilmiş
yem ve su ad libitum olarak verildi.
Çalışmanın 45. gününde tüm sıçanlar ketamine/ksilazin anestezisi altında sakrifiye
edildi, biyokimyasal ve histolojik inceleme için böbrek doku örnekleri alındı. Histolojik
inceleme için alınan böbrek doku örnekleri rutin doku takip işlemlerinden geçirildi ve
parafine gömüldü. Parafine bloklardan 5 mm kalınlığında kesitler alındı ve HematoksilenEozin (H-E) ile boyandı. Kesitler Leica DFC280 ışık mikroskobu ve Leica Q Win Görüntü
Analiz sistemi ile incelendi. (Leica Micros Imaging Solutions Ltd. Cambridge, U.K).
Bulgular: Histolojik bulgular; Kontrol ve %10 gün kurusu organik kayısı grubu böbrek
dokusu normal histolojik görünümde izlendi. Glomerül, proksimal ve distal tübül yapıları
normal histolojik görünümdeydi. APAP grubunda ise tübüllerde ve glomerül yapılarında
bozulma ve düzensizlik, tübüller arasında hemoraji, vasküler konjesyon, mononükleer hücre
257
infiltrasyonu, tübüllerde dilatasyon ve ödem, Bowman mesafesinde daralma, proksimal ve
distal tübüllerde vakuoler dejenerasyon sonucunda köpüğümsü bir görünüm ve hidropik
değişiklikler izlenmiştir.
Biyokimyasal bulgular; Serumda yapılan ölçümler sonrasında AST, ALP, ALT ve Total
Bilurubin değerlerinden sadece 3. grubun ALP değeri istatistiksel olarak diğer gruplardan
yüksek olarak ölçülmüştür.
Sonuç: Elde edilen veriler göre; 45 gün süreyle %10 oranında kayısı ilaveli yem tüketiminin
sıçanlarda asetaminofenle oluşturulan akut böbrek toksisitesinde yararlı olduğunu
göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Asetaminofen, Kayısı, Böbrek hasarı, Sıçan.
258
P163
Sıçan Fetuslarında Formaldehit Maruziyetinin Hippocampus Gelişimi Üzerine Zararlı
Etkilerine Yönelik Chrysin’in Koruyucu Rolü, Histopatolojik Bir Çalışma
Çuğlan S*,Yıldız A**, Irmak Sapmaz H*, Bakırcı S***, Köse E*, Ekinci N****
*İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
**İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya, Türkiye
***Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Düzce, Türkiye
****Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Sakarya, Türkiye
Amaç: Bu çalışmada, gebelikte formaldehit (FA) maruziyetinin fetusların hippocampus
gelişimi üzerine muhtemel zararlı etkilerinin incelenmesi ve bu etkilere yönelik chrysin
(CH)’in olası koruyucu rolünün belirlenmesi amaçlandı.
Gereç-Yöntem: 58 adet dişi sıçan 6 gruba ayrıldıktan sonra gebelik oluşturulmaya çalışıldı.
Gebe kalmayan 10 dişi sıçan deney dışı bırakıldı. Grup I (Kontrol)’e intraperitoneal (i.p.)
serum fizyolojik, Grup II (CH)’ye gavaj yolu ile 20 mg/kg CH, Grup III (FA-0,1)’e i.p. yolla
0,1 mg/kg FA, Grup IV (FA-1)’e i.p. yolla 1 mg/kg FA, Grup V(FA-0,1+CH)’e i.p. yolla 0,1
mg/kg FA ve gavaj yolu ile 20 mg/kg CH ve Grup VI (FA-1+CH)’ya i.p. yolla 1 mg/kg FA ve
gavaj yolu ile 20 mg/kg CH gebeliğin 7.-20. günleri arası gün aşırı uygulandı. CH
uygulamasına FA’dan bir gün önce başlandı. Fetuslar sezeryan ile alındı. Fetusların
hippocampus gelişimindeki etkilenmeyi belirlemek için histolojik boyamalar yapıldı.
Boyanan preparatlar Leica DFC-280 araştırma mikroskobu ile incelendi. İstatistiksel analizler
yapıldı.
Bulgular: FA gruplarına ait kesitlerde piramidal tabakada hafif düzeyde nöron yoğunluğunda
azalma, nöron nükleuslarında küçülme ve yoğunlaşma izlendi. Gözlenen bu değişiklikler FA1 grubunda daha belirgindi. FA-1 grubunda oluşan histopatolojik hasar kontrol grubuna göre
istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). FA gruplarında bazı kesitlerde
piramidal tabakada apoptotik hücrelere rastlandı. FA ile birlikte CH uygulanan gruplarda
histopatolojik hasar skoru, sadece FA uygulanan gruplara göre azaldı. Ancak bu azalmanın
istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi (p>0.05).
259
Sonuç: Düşük doz FA maruziyeti sıçan fetuslarının hippocampus gelişimi üzerine hasar
verici etkiler oluşturduğu tespit edildi. CH bu etkileri belirgin derecede önlemekle birlikte, bu
değişiklikler istatistiksel olarak anlamlı değildi.
Anahtar Kelimeler: Formaldehit, Chrysin, Rat fetus, Hippocampus
260
P-164
İki Loblu Dalak- Vaka Sunumu
Gençer C U*, Koşar M İ*, Tetiker H*, Balcı Y**
*Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye
**Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Muğla, Türkiye
İntraperitoneal bir organ olan dalak sol üst kadranda mide fundusu ile diyafragma arasında
yer alır. En büyük lenfoid organ olan dalak çeşitli konjenital anomaliler gösterebilir. Bu
anomaliler persistan lobulizasyon, multilobule dalak, aksesuar dalak, wandering dalak,
ektopik dalak, aspleni ve sendroma eşlik edebilen polispleniyi içerir. Dalak anomalilerine
diğer organ anomalileri eşlik edebilir veya etmeyebilir. Diğer organ anomalilerin eşlik
etmediği vakalarda klinik semptom görülmeyebilir.
Bu varyasyonlar rutin görüntüleme,
otopsi veya diseksiyon esnasında rastlantısal olarak görülür.
Çalışmamızda adli tıp anabilim dalında rutin otopsi esnasında vaka gözlenmiştir.
50
yaşındaki erkekte normal anatomik pozisyonunda iki loblu dalak görülmüştür. İki lobda ortak
tek bir hiluma sahip olup, tek bir kapsülle çevrelenmiştir. Kadavrada kalp ve diğer organ
patolojileri görülmemiştir.
Torsiyon/ enfarktüs ve hematolojik hastalıklar gibi splenektomi gerektiren klinik durumlarda
bu tür varyasyonların farkında olmak önemlidir. Kalan küçük bir dalak parçası bile tüm
fonksiyonu devam ettirebildiği için her iki lobulde çıkartılmalıdır. Sonuç olarak anatomik
varyasyon ve anomalilerin bilinmesi cerrahlar ve radyologlar için yanlış tanısal yorumlardan
ve tedaviden sakınmaları için önemlidir.
Anahtar Kelimeler: dalak; konjenital anomali; anatomi; otopsi
261
P-165
Tamamlayıcı Tıp Eğitiminde Anatominin Yeri
Bozer C*
*Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1990’lı yıllardan başlayarak Geleneksel ve Tamamlayıcı tıbbın
araştırılması, uygulanması ve tıpta tamamlayıcı ve destekleyici görevi üstlenmesi için
öncelikle üniversiteler düzeyinde desteklemeye başlamıştır. Gelişmiş ülkelerdeki hastaların
modern tıp tedavi yöntemleriyle ve kullanılan ilaçların yan etkileri nedeniyle doğal tedavi
yöntemlerini tercih etmeleri, gelişmekte olan ülkelerdeki mali yetersizlikler ve toplum sağlığı
açısından geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın devreye girmesini desteklemiştir.
Ülkemizde de geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemleri son yıllarda büyük önem kazanmış ve
tercih edilmektedir. Son zamanlarda, Sağlık Bakanlığı tarafından geleneksel, tamamlayıcı ve
alternatif tedavi yöntemlerinin belirlenmesi, bu yöntemlerle ilgili eğitimlerin düzenlenmesi,
uygulayıcıların eğitim düzeylerinin standardize edilebilmesi ve etik konular ile yasal
yükümlülüklerin belirlenmesi için Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları
Daire Başkanlığını oluşturulmuştur.
Bakanlıkça yönetmeliklerle düzenlenen tedavi yöntemleri akupunktur, apiterapi, fitoterapi,
hipnoz, hirudoterapi, homeopatik, kayropraktik, kupa uygulaması, larva tedavisi, mezoterapi,
ozon tedavisi, proloterapi, refleksoloji ve osteopatidir. Ayrıca henüz bakanlıkça
yönetmeliklerle düzenlenmemiş nöral terapi, biyorezonans ve kineziyoloji gibi farklı tedavi
yöntemleri de uygulanmaktadır.
Ülkemizde bazı özel ve devlet üniversiteleri Geleneksel Tıp Eğitim ve Araştırma Merkezi,
Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama ve Araştırma Merkezi ve Tamamlayıcı Tıp
Uygulama ve Araştırma Merkezi gibi isimler altında uygulama ve eğitim merkezleri
oluşturmuşlardır. Son günlerde tasarı olarak görüşülen yönetmelikle dünyanın birçok
ülkesinde örnekleri bulunan ulusal çatı örgüt olarak Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
Uygulamaları Enstitüsü kurulması planlanmaktadır.
Bu kuruluşlarda verilecek eğitimlerde ve bu yöntemlerin uygulanabilmesinde anatomi eğitimi
çok önemli bir yer tutmaktadır. Yukarıda isimleri belirtilen yöntemlerin eğitimleri konusunda
ülkemiz anatomistlerine yeni ve farklı bir eğitim ve istihdam alanı oluşmaktadır.
Anahtar kelimeler: Tamamlayıcı tıp, anatomi, eğitim
262