YAŞAMA SANATI I - Turgut Özal Üniversitesi

YAŞAMA SANATI I
II YAŞAMA SANATI
YAŞAMA SANATI 1
TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
Sağlık, Kültür, Sanat ve Magazin Dergisi
Sahibi
Turgut Özal Üniversitesi
Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama
Hastanesi Adına
İçindekiler
Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU
Sorumlu
Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. Mikdat BOZER
Yayın Kurulu
Dr. Mikdat Bozer
Dr. Şenol Dane
Dr. Mustafa Yıldırım
Dr. Bünyamin Işık
Dr. Ömer Faruk Karataş
Dr. Kadir Demircan
ERİŞKİN DİKKAT EKSİKLİĞİ VE
HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU
Dr. Meryem Gül TEKSİN
Yrd. Doç. Dr. Ercan DALBUDAK
Yrd. Doç. Dr. Seçil ALDEMİR
Dr. Şule AKINCI
06
Tasarım
İmajans Ltd. Şti.
Cinnah Cad. Kırkpınar Sok. 8 / 4
Tel : 0312 447 1 777
Fax: 0312 465 00 92
www.imajans.com.tr
8
Matbaa - Baskı
Başak Matbaacılık ve Tan. Ltd.Şti.
Macun Mah. Anadolu Bulv. No:5/15
Gimat-Yenimahalle / ANKARA
Tel : 0312 397 16 17
Fax: 0312 397 03 07
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
ISSN 1305-3787
Basım Tarihi
15.02.2014
İdare Adresi
Misket Sokak No: 28/1 Beştepe/ANKARA
Tel: 0312 203 55 55
Fax: 0312 221 32 76
www.turgutozal.edu.tr
2 YAŞAMA SANATI
12
14
20
23
24
KORONER ANJİYOGRAFİ VE
RADYOLOJİK İŞLEMLER SONRASI
SIK GÖRÜLEN BİR PROBLEM: OPAK
MADDEYE BAĞLI AKUT BÖBREK
HASARI
Dr. Derya AKDENİZ
Prof. Dr. Ali AKÇAY
18
DİSK HERNİLERİ
Prof. Dr. Bülent ERDOĞAN - Doç. Dr. Duran Berker CEMİL
Yrd. Doç. Dr. E. Cemal GÖKÇE
ÖNEMLİ BİR AKCİĞER PROBLEMİ: BRONŞEKTAZİ
Doç. Dr. Aydın NADİR
YÜRÜYEN (!) HÜCRELER
Prof. Dr. Şenol DANE
DİZİN MENİSKÜS YIRTIKLARI
Prof.Dr. Mahmut KÖMÜRCÜ - Yrd. Doç.Dr. Osman Yüksel YAVUZ
Yrd. Doç. Dr. İsmail URAŞ - Op. Dr. Murat UYGUN
Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ - Dr. Hamdullah YILDIRIM
Dr. Eralp ERDOĞAN - Dr. Ebubekir PASLIOĞLU - İnt.Dr. Talha KÜTÜK
DENEME / NE KADAR “BİLİMSEL” KONUŞUYORUZ?
Senai DEMİRCİ
ŞİFALI BİTKİLER
Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU
26
ÖKSÜREN ÇOCUK
Yrd. Doç. Dr. Suzan GÜNDÜZ
28
KRONİK AĞRINIZIN NEDENİ FİBROMİYALJİ Mİ?
Yrd. Doç. Dr. Özlem CEMEROĞLU
30
HABER / ANDROLOJİ MERKEZİMİZ HİZMETE AÇILDI
yaşama sanatı
EVLERDEKİ GİZLİ TEHLİKE:
RADON GAZI
Prof. Dr. Duygu ÖZOL
34
32
36
ÇOCUKLARIMIZI KİTAPLARLA NE
ZAMAN VE NASIL TANIŞTIRALIM?
Doç. Dr. Emel ÖRÜN
Yrd. Doç. Dr. Bülent TEKEREKOĞLU
40
50
GÜNCEL / KALPLER BİRLEŞMEDEN BEDENLER BİRLEŞMİYOR
Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ
ERKEK İNFERTİLİTESİ VE AKUPUNKTUR
Prof. Dr. Osman ÖZCAN
39
KARİKATÜR / Dr. Doğan ÜNAL
42
HİKAYE / DÜĞÜN FOTOĞRAFÇISI
Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ
46
48
52
56
58
PLASTİK, REKONSTRÜKTİF VE
ESTETİK CERRAHİ NEDİR?
TÜP BEBEK TEDAVİSİ NEDİR?
Doç. Dr. Zehra Candan İLTEMİR DUVAN - Emb. Aslıhan PEKEL
DENEME / DURSUN ZAMAN
Mücahit ŞENTÜRK
PRENATAL TANI VE YÖNTEMLERİ
Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZNUR - Ümmü Gülsüm ERCAN
AİLE / İNSAN HAKLI OLDUĞUNA İNANMIŞSA...
Nazlı ÖZBURUN
BEHÇET HASTALIĞI
Doç. Dr. Evren SARIFAKIOĞLU
60
TÜRKÜ HİKAYESİ / KIRMIZI GÜL DEMET DEMET
Ahmet KARABUDAK
62
BASINDAN
64
DOKTORLARIMIZ
YAŞAMA SANATI 3
4 YAŞAMA SANATI
»» EDİTÖRDEN
Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU
Sonunda Aldanan
Olmamak İçin...
M
Kibir bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne uçulur.
Hacı Bayram Veli
eşhur Einstein’ın kapısı çalınmış bir gün.
Bakmış ki, kapıyı çalan, ihtiyaç sahibi bir adam…Einstein’ın canı sıkılmış... Çünkü,
kimbilir ne ile meşgulken, yardım isteyen bu adam onun konsantrasyonunu bozmuş bir
anda. Ve adama söylenip, kızmış.
Adam, kapıyı çalmakta ısrar etmiş ve kapı açılınca yardım istemekten vazgeçerek:
˗ Sana bir sual soracağım, başka bir şey istemiyorum!
˗ Sor, demiş Einstein.
˗ Hayır, demiş adam: Burada olmaz... Çalışma odana geçelim.
Büyüklerimiz: (Her kilidin bir anahtarı vardır. İlmin anahtarı da sormaktır!) demişlerdir.
İşte, bir düşünen kafa, bir dehâ olduğu için; kendisine sual sorulması Einstein’ın ilgisini çekmiş:
˗ Haydi, demiş, soracağın neyse sor!
Adam, kendinden emîn bir hâlde:
˗ Sen, demiş, şu kara tahtanın başına geç!
Geçmiş Einstein. Adam ilk sualini sormuş:
˗ Bu kara tahta kâinat olsa… bu kâinata oranla dünyayı bana gösterebilir misin?
Eline tebeşiri alan Einstein, kara tahtanın üzerine bir nokta koyup:
˗ İşte, demiş, kâinat kara tahta kadar olsa, dünya da ancak bir nokta kadardır.
Adam gülümsemiş:
˗ Peki! Şimdi bu dünya içinde, bana kendini gösterebilir misin?
Adamın kendisine verdiği bu dersle Einstein gibi bir adam silkelenip; ona karşı gurur, kibir hissettiği ve adama tepeden baktığı için utanmış.
•
Evet, sevgili dostlar, insan şu koskoca kainat içinde eli kısa, ömrü kısa, gücü çok az bir varlık
olmasına rağmen, bazen bunu unutuyor ya zekasına, ya servetine veya makamına güvenerek
kendini gurur ve kibire kaptırabiliyor... Ama en sonunda aldandığını anlıyor... Tıpkı daha önce
yaşamış ve aldanarak bu dünyadan göç edip gitmiş milyonlarca insan gibi.
•
Sonunda aldananlardan olmamak ve “˗ Eyvah aldandık! Şu dünya hayatını hiç bitmeyecek zannettik...” dememek için mütevazi bir hayat yaşamalı, gururdan, kibirden, yalandan ve kötülüklerden uzak durmalıyız.
•
Yaşama Sanatı’nın birbirinden güzel yazılar içeren 33. sayısı ile sizleri başbaşa bırakırken sağlık,
mutluluk ve huzur dolu günler dilerim.
YAŞAMA SANATI 5
»» PSİKİYATRİ
Dr. Meryem Gül TEKSİN
Yrd. Doç. Dr. Ercan DALBUDAK
Yrd. Doç. Dr. Seçil ALDEMİR
Dr. Şule AKINCI
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı
Erişkin Dikkat Eksikliği ve
Hiperaktivite Bozukluğu
Ülkemizde yetişkin psikiyatrisi alanında son on yılda gittikçe daha fazla önem kazanan bu
bozukluk sıklıkla Depresyon, Anksiyete bozuklukları gibi tanılarla karıştırılmıştır.
D
ikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağında başlayan, etkisi
tüm yaşama yayılabilen, süreğen bir
psikiyatrik bozukluktur. Bu bozukluğun
biyolojik kökenleri üzerine yapılan genetik ve beyin görüntüleme araştırmaları hastalığı anlayabilmemiz yönünde
önemli katkılar sağlamıştır. Ülkemizde
yetişkin psikiyatrisi alanında son on yılda gittikçe daha fazla önem kazanan bu
bozukluk sıklıkla Depresyon, Anksiyete
bozuklukları gibi tanılarla karıştırılmıştır. Ayrıca çoğunlukla bu gibi tanılara
ek olarak görüldüğü için zaman zaman
tanının atlanması ya da konmaması gibi
sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Sanıldığının aksine DEHB ile baş etmek yaşın
6 YAŞAMA SANATI
ilerlemesi ile kolaylaşan bir durum değildir. Aşırı hareketlilik veya dürtüsellik gibi fizyolojik belirtiler yetişkinlik
yıllarında azalsa da, ailenin ve toplumun bireyden beklentileri üniversite ve
iş yaşamıyla birlikte aynı oranda artar.
Dolayısı ile yaş ile birlikte baş edilmesi
gereken sorunların sayısı kişinin kendisinden ve çevrenin kişiden beklentisi de
artmaktadır. Çocukluk çağında başlayan
DEHB’nun yaklaşık 2/3’ünün erişkinlikte de devam ettiği, kişinin okul ve iş
yaşamında kayıplara yol açtığı söylenebilir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda tanının erken konması ve bu
kişilerin psikiyatrik tedavi görmeleri son
derece önemlidir.
Yaygınlık
Toplumdaki DEHB yaygınlığı yaklaşık
olarak çocuklukta %8, ergenlikte %6 ve
erişkinlikte %4 olarak bildirilmektedir.
Çocukluk çağında zaten var olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsel
davranışlar ilk olarak okula başlamayla
fark edilir bir hale gelmektedir. Sınıfta
oturamayan, oyunlarda arkadaşları ile
yoğun sorunlar yaşayan ve okuma faaliyetlerinde gecikebilen çocuklar görece
hızlı fark edilip tıbbi yardım almaları
için yönlendirilebilmektedir. Yani önde
gelen belirtiler hiperaktivite olduğunda,
dikkatsizlikle ilgili belirtilerin önde olduğu durumlara göre daha erken tedavi
başvurusu olmaktadır. Yine de tedavi
Aşırı hareketlilik ve
sonuçlarını düşünmeden
yani dürtüsel davranışlarda
bulunmanın zaman
içerisinde azalma
eğiliminde olduğu
söylenebilir.
arayışı ve etkin tedavilere ulaşma sayıları bozukluğun yaygınlığı değerlendirildiğinde oldukça düşüktür. Çocukluk döneminde çeşitli çalışmalarda erkek:kız
oranı 2:1 ile 6:1 arasında bildirilirken
erişkinlerde eşit (1:1) bulunmuştur. Yaşla birlikte ortaya çıkan cinsiyet oranlarındaki bu değişimin çeşitli açıklamaları
olabilir. Bunlardan biri erişkin dönemde
özellikle dikkat eksikliği semptomlarının soruna yol açması ve kadınlarda
dikkat eksikliği belirtilerinin baskın olmasıyla cinsiyet oranının eşitlenmesidir.
Diğer bir olasılık da çocukların yakınları tarafından getirilmesi, erişkinlerin ise
kendilerinin başvurması ve yakınmalarını dile getirmesidir.
Belirtiler
Yaşın ilerlemesiyle birlikte görülme
sıklığındaki azalma aslında rahatsızlık
belirtilerinde azalma olduğuna işaret
eder. Sıklıkla belirtiler tamamen ortadan
kalkmamıştır. Yine de iyi bilinen aşırı
hareketlilik ve sonuçlarını düşünmeden
yani dürtüsel davranışlarda bulunmanın zaman içerisinde azalma eğiliminde
olduğu söylenebilir. Ancak bu azalma
eğilimine rağmen erişkin DEHB olan
bireylerde bir işe başlayamama, iş yerinde verimsizlik ve kötü zaman yönetimi,
çok sayıda işe başlanmasına rağmen bir
çoğunu bitirememe, bir toplantı boyunca oturamama, stresle baş edememe ve
öfke atakları, aklına ilk geleni söyleme
eğilimi, trafikte dikkat sorunları, evlilik
ve sorumluluklarının idaresi ile ilgili yoğun sorunlar sıklıkla ortaya çıkar ya da
sürer gider. Bu bozukluk yetişkinlerde
ele alınırken çocukluk döneminden farklı olarak erişkin yaşamının karmaşıklığı
gözetilmeli ve yaşla birlikte belirtilerdeki değişime önem gösterilmelidir. Çok
konuşma, heyecan arayışı, bir anda bir
çok işi yapmaya çalışma, risk almaya
çok meyilli olma, çok çabuk sıkılma gibi
hiperaktivite özelliklerinin yaşla birlikte
azalması beklense de bazı yetişkinlerde
iş ve ilişki yaşamında sorun yaratacak
ölçüde devam ettiği gözlenmektedir. Yetişkin DEHB’lilerin çoğu trafikte diğer
yetişkinlere oranla dikkatsizlikten dolayı daha çok güçlük yaşamaktadır. Ayrıca
eleştiriye tahammülsüzlük, başarısızlık
karşısında çabuk hayal kırıklığına uğrama, çabuk sinirlenme ve duygulanımsal
dalgalanmalar gibi bir takım duygusal
belirtiler de eşlik edebilmektedir.
Tedavi
Erişkin dönemde neredeyse bir kural
olan psikiyatrik eş tanı ve erişkin yaşamın karmaşıklığı çocuklardan farklı
olarak erişkin DEHB tedavisinde daha
kapsamlı tedavi yaklaşımlarını gerekli kılmaktadır. Biyolojik zemini olan
DEHB için ilaç tedavileri bütüncül
tedavi yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. İlaçların erişkinde tıbbi ve
ruhsal eş tanıları gözeterek planlanması gereklidir. Bundan sonra sıra sorun
odaklı, yapılandırılmış bilişsel davranışçı psikoterapileri tedaviye eklemeye
gelmektedir. Erişkin dönemde DEHB
kişinin davranışları, duyguları, ilişkilerini ve kendisini nasıl değerlendirdiğini
güçlü biçimde etkiler. Erişkin dönemde
özsaygı ve utancın birincil belirleyicisi
kişinin kendini çocukluk ve ergenlik döneminde nasıl değerlendirdiğidir. Erişkin DEHB vakaları çocukluk çağından
beri başlamış olan ve etkili başa çıkma
becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahiptirler. Dikkatin
çelinebilirliği, organize olamama, verilen görevleri sürdürme güçlüğü ve dürtüsellik gibi özgül belirtiler DEHB olan
bireylerin etkili başa çıkma becerileri
geliştirmelerini öğrenme ya da kullanmalarını önleyebilir. Etkili başa çıkma
becerilerinin yokluğu nedeniyle bu bozukluğa sahip kişilerin çoğu yineleyen
başarısızlıklar yaşamıştır ya da yenilgi
olarak adlandırabilecekleri deneyimleri
olmuştur. Bu başarısızlık öyküleri kişinin kendi hakkında olumsuz düşünceler
geliştirmesine yol açabilir. Bunun yanı
sıra üstlendikleri görevler konusunda da
DEHB; yaşama, kişiler arası
ilişkilere, okul ve iş dünyasına
yansıyan olumsuz etkileri
açısından toplumun ve
sağlık hizmetlerinin önemli
sorunlarından birisidir.
işlevsel olmayan düşünceler geliştirebilirler. Sonuç olarak ortaya çıkan bu
olumsuz düşünce ve inançlar var olan
kaçınma davranışları ya da çelinebilirliği arttırabilir. Bu düşünce ve inançların
sonucu olarak kişiler görev ya da sorunla
karşı karşıya kaldığında dikkatleri daha
çok kayabilir. Ayrıca ek olarak depresyon, anksiyete, alkol/madde kullanımı,
ve İnternet bağımlılığı gibi psikiyatrik
sorunların varlığı da tanının atlanmasına ve tedavinin zorlaşmasına neden olan
faktörler olarak karşımıza çıkabilir. Tedavide bu ek psikiyatrik rahatsızlıkların
varlığı araştırılmalı, ilaç tedavisi ve bilişsel davranışçı terapi uygun hastalarda
tercih edilmelidir.
Sonuç
Yaşam boyu devam eden dikkatsizlik,
dürtüsellik ya da hiperaktivite yakınmaları olan tüm erişkinlerde DEHB tanısı
akla gelmelidir. DEHB; yaşama, kişiler arası ilişkilere, okul ve iş dünyasına yansıyan olumsuz etkileri açısından
toplumun ve sağlık hizmetlerinin önemli sorunlarından birisidir. DEHB ister
çocukluk ister erişkinlik döneminde
olsun sadece hastaları değil çevrelerini,
ailelerini, ebeveynlerini de etkiler. Riskli sağlık davranışları açısından tehdit
altında olan ergen ve genç erişkinlerde
DEHB varlığında sigara ve madde kötüye kullanımı, yasal sorunlar, internet
bağımlılığı, kötü akran ilişkileri, kendine güven kaybı, okul ve iş başarısında
düşüklük ve psikiyatrik eş tanılar gözlenir. Erişkin dönemde neredeyse bir kural
olan başka ruhsal bozuklukların eşlik
etmesi, diğer bir deyişle psikiyatrik eş
tanı varlığı ve erişkin yaşamının karmaşıklığı çocuklardan farklı olarak erişkin
DEHB tedavisinde daha kapsamlı tedavi
yaklaşımlarının uygulanmasını gerekli
kılıyor. Hastanemiz bünyesinde Erişkin
ADHD hastaları ile ilgilenen özel bir
poliklinik açılmıştır. Başvuran kişilere
ayrıntılı bir psikiyatrik ve psikometrik
inceleme sonucunda en uygun tedavi
hizmetinin sunulması amaçlanmaktadır.
Temel amacımız atlanan ya da tanı konması zor vakaların tedavisi için bir fırsat
sunmaktır.
YAŞAMA SANATI 7
»» BEYİN CERRAHİSİ
Prof. Dr. Bülent ERDOĞAN
Doç. Dr. Duran Berker CEMİL
Yrd. Doç. Dr. E. Cemal GÖKÇE
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı
Disk
Hernileri
Disk hernileri, omurgalar arasındaki disk yapısının yaşa bağlı aşınma ve aşırı zorlanması
sebebiyle aşama aşama dejenere olması neticesinde gelişir.
O
murgalar arasında bir nevi
yastık görevi gören disk adı
verilen kıkırdak yapıların
muhteviyatında bir bozulma olması,
yapının fıtıklaşmasına neden olmaktadır. Diskin iç kısmında çekirdek
bir yapı (nukleus pulposus) ve bu çekirdeği saran sağlam bir kılıf (anulus
fibrosus) bulunmaktadır (Şekil 1). Bazı
durumlarda çekirdek yapı etraf kılıfta
sonradan oluşabilecek bir yırtıktan dışarıya taşabilir (fıtıklaşma). Bu taşma
sonucunda oluşan disk hernisi komşu
sinirlerde basıya neden olarak uyarımını sağladığı bölgede ağrı-uyuşmakuvvetsizlik şikâyetlerine yol açabileceği gibi bazen de hiçbir şikayete
neden olmayabilir. Disk hernisi tanısı
olan hastaların büyük bir kısmı cerrahi
tedaviye gerek kalmaksızın konservatif tedaviler ile sağlıklarına kavuşabilmektedirler.
8 YAŞAMA SANATI
OMURGA
NUCLEUS
PULPOSUS
ANULUS
FİBROSUS
Şekil 1. Omurga ve disk yapısının şematik resmi
Semptomlar:
Nedenleri:
Bir kişide lomber disk hernisi olsa bile
herhangi bir bulgu görülmeyebilir ve
raslantısal olarak çekilen manyetik rezonans görüntüleme tetkiklerinde saptanabilirler. Semptomatik hale geldiğinde disk hernileri çok şiddetli ağrıya
yol açabilirler. Ağrı vücudun değişik
bölgelerinde olabilir. Ağrının yayılımı,
disk hernisinin bulunduğu seviyeye
göre değişmektedir. Lomber disk hernileri çoğunlukla alt lomber seviyelerde görülebilmekle birlikte daha nadir
olarak boyun (servikal) bölgesinde de
oluşabilir.
Disk hernileri, omurgalar arasındaki
disk yapısının yaşa bağlı aşınma ve
aşırı zorlanması sebebiyle aşama aşama dejenere olması neticesinde gelişir.
Yaş arttıkça spinal diskler yapılarındaki su muhteviyatını kaybederler. Bu
durumda, disklerin yırtılma-çatlama
durumlarına daha yatkın bir hale gelmesine neden olur. Sonuçta ani ve
aşırı bir harekete maruz kaldıklarında
yırtılma durumu gelişir.
Disk hernilerinde gözlenebilen bulgular:
Kol ve bacaklarda ağrı; disk hernisi
lomber bölgede ise ağrı genellikle kalçada, kasıkta, bacakların yan-ön-arka
kısmında olmaktadır. Ağrı kalçadan
ayakların arkasına veya ön yüzüne
yayılabilir. Eğer disk hernisi boyunda
ise ağrı tipik olarak omuzda başlar ve
kola yayılır. Ağrılar özellikle hapşırık
ve öksürük sonrası veya başka ani pozisyon değişikliklerinde şiddetlenerek
kola ve bacağa yayılabilir.
Aşırı kilolu olmak, tekrarlayıcı
kaldırma, çekme, itme,
yanlara doğru eğilme ve
bükülme hareketleri bel fıtığı
gelişme riskini arttırabilir.
Uyuşukluk, karıncalanma; disk hernisinin basısına maruz kalan sinirin
vücuttaki yayılma alanında, uyuşma
ve karıncalanma hissi olabilir.
Kuvvetsizlik; etkilenen sinirin uyardığı kas grubunda kuvvetsizlik gelişebilir. Bu durum yürürken ayağın
takılmasına, ellerle bir eşyanın kavranamamasına ve tutulamamasına yol
açabilir.
Doktora ne zaman gidilmeli?
Boyunda ve belde başlayan ağrıların
kola ve/veya bacağa yayılması ve bu
ağrılara uyuşma-karıncalanma ve kuvvetsizlik eşlik etmesi durumunda uzman doktora başvurmak gerekir.
Çoğu hasta, disk hernilerinin gerçek
sebebini bilemezler. Kalça ve dizi kırmadan yerden bir eşya kaldırılması
yada bel ve sırt üzerine düşülmesi gibi
bir neden bile dejenere haldeki disk
yapının fıtıklaşmasına yol açabilir.
Risk faktörleri
Yaş; sıklıkla 35-45 arası orta yaşlarda
görülürler.
Ağırlık; aşırı kiloya sahip olmak bel
bölgesine ekstra bir yük getirmesinden
dolayı ciddi bir risk faktörüdür.
Meslek; fiziksel güç gerektiren işlerde
çalışan kişilerde disk hernisi gelişme
riski daha fazladır. Tekrarlayıcı kaldırma, çekme, itme, yanlara doğru eğilme ve bükülme hareketleri bel fıtığı
gelişme riskini arttırabilir.
Komplikasyonlar
Omuriliğiniz omurganızın alt kısmına
kadar uzanmamaktadır. Belinizin alt
kısımlarında (erişkinlerde Lomber 1-2
seviyesi) omurilik at kuyruğuna benzer şekilde sinir liflerine ayrılmaktadır
(cauda equina). Nadiren de olsa disk
hernileri cauda equina bölgesine baskı yapabilirler. Böylesi bir durumda
ACİL CERRAHİ tedavi kalıcı kuvvet kaybı ve his kaybını önlemek için
gerekli olabilir.
Bir işi bilen yapar
Az BİLEN akıl verir
BİLMEYEN eleştirir
Yapamayan çamur atar!
Muayeneye hazırlık
Yukarıda sayılan şikayet ve semptomların bulunması durumunda ilk olarak
Aile hekimine başvurulmalıdır. Doktor
gerekli görmesi halinde hastayı Fizik
Tedavi ve Rehabilitasyon, Nöroloji
veya Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanlarına yönlendirecektir.
Doktora başvurulduğunda hastaya sorulması muhtemel sorular şunlardır:
(Randevu öncesi bu soruların yanıtlarını hastanın önceden listelemesi,
mevcut hastalıkla ilgili önemli ipuçlarının muayene sırasında atlanmadan
ortaya konabilmesi açısından yararlı
olacaktır).
• Şikâyetleriniz ne zaman başladı?
• Semptomları ilk hissettiğinizde ağır
kaldırma, itme veya çekme gibi zorlayıcı bir hareket yapmış mıydınız?
Dikkat edilmesi gerekli durumlar:
• Ağrı, uyuşukluk veya kuvvetsizlik günlük işlerin yerine getirilmesini engelleyecek kadar fazla
artmış ise
• Büyük abdesti tutamama (gayta
inkontinansı) ve idrar kesesi tam
dolu olsa bile idrar yapamama şikayeti (Cauda equina sendromu)
olması
• Eyer şeklinde bacak arası ve kasıklarda, kalça bölgesinde his
kaybı olması
YAŞAMA SANATI 9
»» BEYİN CERRAHİSİ
»» DİSK HERNİLERİ
• Ağrı sizi günlük işlerinizi yapmaktan alıkoyuyor mu?
• Ağrılarınız kola veya bacağınıza
yayılıyor mu?
• Kol veya bacaklarınızda kuvvetsizlik veya uyuşukluk hissediyor musunuz?
• Tuvalet alışkanlıklarınızda bir değişiklik oldu mu?
• Öksürmek, hapşırmak veya ıkınmak bacak ağrınızda bir artışa yol
açıyor mu?
• Hangi durumlarda ağrınız azalıyor
ve artıyor?
• Ağrılarınız çalışırken veya uyurken
ne durumda?
• Herhangi bir tedavi uygulandı mı?
Fizik muayene sırasında doktor hastanın düz bir zemine sırt üstü yatmasını
ister ve bacakları çeşitli pozisyonlara
getirerek ağrının nereden kaynaklandığını tespit etmeye çalışır. Nörolojik
muayenede refleks, kas kuvveti, yürüme kabiliyeti ve dokunma-ağrı-ısı duyularını değerlendirir.
Tanıda kullanılan testler
Bel veya boyun fıtığı vakasının tanısının konulabilmesi için hikâyenin
eksiksiz alınması ve iyi bir fizik muayene ile nörolojik muayene yapılması yeterlidir. Ancak altta yatan benzer
semptomlara neden olan başka bir
patolojiden şüphelenilmesi durumunda veya fıtığın hangi siniri etkilediği
daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konması amacıyla aşağıdaki testlerden bir
veya daha fazlası doktor tarafından istenebilir.
Görüntüleme testleri:
X ray: Direk grafiler disk hernilerini
göstermekte yeterli değildir. Bel ağrısının diğer sebeplerini (enfeksiyon, tümör, spinal dizilim bozuklukları veya
kırıklar) ekarte etmek için kullanılır.
Bilgisayar Tomografi (BT): Omurga ve
etrafındaki dokusal yapıların bir çok
farklı açıdan seri X-ray görüntülerinin
alınması ve bilgisayarda birleştirilip
işlenmesi esasına dayanan bir görüntüleme tekniğidir.
10 YAŞAMA SANATI
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG):
Doku ve organların radyo dalgaları ve
kuvvetli manyetik alan teknolojisi kullanılarak görüntülenme yöntemidir. Bu
görüntüleme tetkiki ile disk hernilerinin seviyesi ve bası yaptığı sinir kökü
net olarak tespit edilebilmektedir.
Myelografi: Belden genellikle lomber
4. ve 5. omurgalar arasından beyin
omurilik sıvısına kontrast madde verilmesi ve sonrasında X-ray ile spinal
bölgenin görüntülerinin alınması işlemidir. Bu test ile beyin omurilik sıvısının spinal kanal boyunca bloke olup
olmadığına bakılarak bloke olan bölgede omurilik veya spinal sinir köklerinin basısı olduğu tanısına varılır.
Sinir testleri:
Elektromyografi ve sinir iletim çalışmaları, sinir dokusu boyunca elektrik
uyarılarının ne kadar sağlıklı bir şekilde iletildiği hakkında bilgi vermektedir. Bu metot ile hangi sinir kökünün
hangi bölgede hasar gördüğü gösterilebilmektedir.
Tedavi ve ilaçlar:
Konservatif tedavi: Ağrı verici hareketlerden sakınmak, ağrı kesici ilaçlar
kullanmak, planlı egzersiz yapmak
disk hernisi olan hastaların %90’ında
semptomların hafiflemesine yol açar.
Hastaların büyük çoğunluğunda 1-2 ay
içerisinde konservatif tedavi ile iyileş-
me görülür. Görüntüleme tetkiklerinde, hafif-orta düzeyde kabarıklaşma
gösteren disk (protrüzyon) veya yer
değiştiren disk parçasının (sekestre)
zamanla suyunu kaybettiği ve küçüldüğü gözlenir. Buda hastaların şikayetlerinin zamanla azalmasına neden
olur.
İlaçlar:
Ağrı kesici ilaçlar: Hafif ve orta dereceli ağrılarda ibuprofen, asetominofen
veya naproksen yeterli olmaktadır.
Ancak ağrı kesici ilaçların bir çoğunun
gastrointestinal sistemde kanamaya
neden olabileceği ve asetaminofenin
karaciğerde hasarlanmaya yol açabileceği bilinmelidir.
Narkotikler: Ağrılar ağrı kesici ile düzelmezse narkotik ilaçlar kısa süreli
olarak reçete edilebilmektedir. Halsizlik, bulantı, konfüzyon ve kabızlık bu
tür ilaçları kullananlarda görülebilecek yan etkilerdir.
Nöropatik ağrı ilaçları: Gabapentin,
pregabalin, duloxetine, tramadol ve
amitriptilin nöropatik ağrılarda kullanılan ilaçlardandır. Bu ilaçlar, narkotik ilaçlardan daha az yan etkilere yol
açarlar. Günümüzde disk hernisi olan
hastalarda ilk seçenek ilaç olarak kullanılmaktadır.
kuvvet kaybı zaman içerisinde artış
gösteriyorsa,
• Yürüme ve ayakta durma gibi en
temel hareketlerin yapılmasını engelleyecek derecede şiddetli ağrılar
varsa,
Kas gevşeticiler: Diazepam veya siklobenzaprine bel ve sırt
kaslarında spazm gelişmesi durumunda reçete edilmektedir. Bu tür ilaçlarında sedasyon ve baş dönmesi gibi
yan etkileri görülebilir.
Kortizon enjeksiyonları: Anti-inflamatuvar özelliği olan steroidler spinal
sinir etrafına görüntüleme tetkikleri
eşliğinde enjekte edilmektedir.
Fizik tedavi:
Fizik Tedavi Rehabilitasyon uzmanları
ilk olarak disk hernisi kaynaklı ağrıları azaltmak için hastaya uygun pozisyonel hareketleri önerir ve egzersiz
programı başlatır. Ağrıların azalması
sonrası bel kaslarının hayatın sonraki
döneminde bel sağlığının devamını
sağlaması için gerekli olan gücü ve
esnekliği kazanması amacıyla hasta
rehabilitasyon programına sokulmaktadır.
Fizik tedavi rehabilitasyon programında uygulanan tedaviler:
• Sıcak veya soğuk uygulanması
• Traksiyon
• Ultrason
• Elektrik uyarımı
• Kısa süreli korse veya boyunluk
kullanımı
Cerrahi:
Disk hernisi olan hastaların çok az
bir kısmı cerrahi tedaviye gereksinim
duyarlar. Cerrahi tedavi aşağıdaki durumlarda önerilir:
• Konservatif yöntemler ve fizik tedavi ile 3-4 hafta içinde şikayetlerin
düzelmemesi,
• Spinal kanal içerisine uzanan ve sinir
kökünde basıya neden olan disk hernisi kuvvet kaybına yol açıyorsa ve bu
Çoğu cerrahi tedavide sadece disklerin
herniye olan kısımları çıkartılır. Nadiren de olsa tüm diskin çıkartılması
gerekli olabilir. Bu vakalarda, spinal
stabilitenin sağlanması için omurganın
birbirine kaynamasını sağlayacak enstrümanların kullanımı gerekli olabilir.
Yaşam tarzı ve evde kullanılacak
ilaçlar
Ağrı kesiciler: Disk kaynaklı ağrılar
ibuprofen, asetaminofen veya naproksen gibi ağrı kesiciler ile hafifletilebilir.
Sıcak veya soğuk uygulama: Başlangıçta ağrı olan bölgeye soğuk uygulanması ağrı ve inflamasyonu hafifletmek
için yararlı olacaktır. İlerleyen günlerde ağrıyan bölgeye sıcak uygulanması
ise hastaya daha fazla konfor ve rahatlama sağlar.
Uzun süreli yatak istirahatinden sakınmak: Uzun süreli yatak istirahati
eklemlerde sertlik ve kaslarda zayıflamaya yol açabilir. Sonuçta hastanın tedavisi daha zor bir hal alacaktır. Onun
yerine 30 dakika istirahat ve takibinde
kısa süreli bir yürüyüş yapmak daha
faydalıdır. Ağrıyı arttırıcı pozisyon ve
hareketlerden sakınmak gerekir.
Ağrı ile baş edebilme ve destek tedavisi
Ağrının üzerinizde fiziksel etkilerinden
daha fazla psikolojik etkileri de olmaktadır. Tekrar eden disk herniniz veya diğer tekrarlayıcı bel şikâyetleriniz varsa
psikolojik ve ruh sağlığınızda bozulmaya yol açabilir.
Aşağıdaki ipuçları bu ağrılar ile baş
etmenizde size yardımcı olabilir:
• Ağrıyı kabullenme: Bazı insanlar
kendilerindeki şikayeti görmezden
gelerek yok sayarlar. Bu geçen süre,
onları mevcut durumlarından daha
kötü hale getirebilir. Şikayetlerin
kabullenilerek, tedavileri için ge-
rekli olan adımların gecikmeden
atılması oluşabilecek zararları önler
ve kısa sürede sağlığa kavuşulmasına neden olur.
• Stres yönetimi: Stres ağrıyı artıran
çok önemli bir faktördür. Bu gibi
durumlarda derin nefes alma egzersizleri ve diğer gevşeme tekniklerinin uygulanması hastaları çok
rahatlatacaktır.
• Ağrıyı tetikleyen durumların tanımlanması: Bazı hareket veya davranışlar ağrıyı arttırabilirler. Bu durumların tanımlanıp, yapılmasından
kaçınmak gerekmektedir.
• Bir danışmana başvurmak: Bir ruh
sağlığı danışmanına başvurulması
hastanın kendisi hakkında gerçekçi
olmayan durumları tanımasına ve
yeniden düşünmesine yardımcı olur.
Eğer kronik ağrıyı değiştiremeseniz
de, bu ağrıyı hissetme biçimini değiştirebilirsiniz.
Korunma:
Disk hernilerinden korunmak için:
• Egzersiz: Sırt kaslarının güçlenmesi omurgayı destekler ve sağlamlığını arttırır. Özellikle omurga problemi tecrübe etmiş kişilerin yüksek
düzeyde efor gerektirecek sporları
(futbol, basketbol, tenis) yapmadan
önce doktora danışması gerekir.
• Postürü düzenleme: Düzgün bir
postür omurga ve diskler üzerine
olan basıncı azaltır. Hem ayakta
hem de uzun süreli oturma pozisyonlarında belin düzgün bir postürde tutulması gerekmektedir. Yerden
bir şey alınacağı zaman belin kırılmadan düz bir postürde tutularak
dizlerin kırılması yöntemi ile yerden alınması çok önemlidir.
• Kiloyu koruma: Aşırı kilo alımı bel
üzerine olan yüklenmeyi arttırarak
var olan şikayetlerin artmasına ve
hastalığın ilerlemesine neden olduğundan dolayı eğer kişi kilolu
ise profesyonel bir yardım ile kilo
vermeli ve ideal kilosunu korumalıdır.
YAŞAMA SANATI 11
»» GÖĞÜS CERRAHİSİ
Doç. Dr. Aydın NADİR
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Cerrahisi A.D.
Önemli Bir Akciğer Problemi:
BRONŞEKTAZİ
Bronşektazi tek bir hastalığın tanımı değil, çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya
çıkan akciğerin anatomik bozukluğudur.
B
ronşektazi, çoğu zaman uzun
süreli bakteriyel akciğer enfeksiyonları sonucu hava yollarının
geriye dönüşümsüz olarak harap olması
ve genişlemesi ile karakterize süpüratif
(enfektif) bir akciğer hastalığıdır. Günümüzde gelişmiş ülkelerde boğmaca
ve kızamık gibi hastalıkların sayısının
aşılamalarla azaltılması, tüberkülozun
çok iyi tedavi edilmesi bronşektazi gelişme sıklığını düşürmüştür. Ülkemizde
özellikle çocukluk çağı akciğer enfeksiyonlarının önemini koruması nedeniyle
halen önemli bir sağlık sorunu olmaya
devam etmektedir.
Bronşektazi tek bir hastalığın tanımı değil, çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan akciğerin anatomik bozukluğudur. Çoğu zaman çocukluk çağında sık
geçirilmiş akciğer enfeksiyonu sonucu
12 YAŞAMA SANATI
ortaya çıksa da doğumsal nedenlerle de
nadir kalıtsal bazı durumlarda da görülebilir.
Orta çaplı hava yollarının etkilendiği
bronşektazilerde hava yollarının silier
aktivite dediğimiz temizleme mekanizması bozulur. Hava yollarının esnek dokusu ve kas yapısı harabiyete uğrayarak
yerini fibrozise bırakır. Oluşan harabiyet
sonucu hava yollarının elastik yapısı,
fonksiyonunu kaybeder. Bu durum sık
akciğer enfeksiyonlarına yol açarak kısır
döngüye dönüşür. Her enfeksiyon sonucu komşu normal akciğerlerde etkilenir.
Enfeksiyon her seferinde daha ciddi hal
alır.
Bronşektazi nedenleri
• Pnömoniler (Bakteriyel, viral, fungal pnömoniler)
• İmmun Yetmezlikler (İmmotil silia
sendromu, Kartagener sendromu)
• Konjenital nedenler (Kistik fibrozis,
sekestrasyonlar)
• Mekanik hava yolu tıkanıklığı (yabancı cisimler, tümörler)
• Bazı sistemik hastalıklar (Romatoid
artrit, Ankilozan spondilit)
Klinik: Hastaların şikayetleri etkilenen
akciğerin tekrarlayan enfeksiyonları ve
pürülan aşırı balgam çıkarma ile karakterizedir. Balgam koyu, sarıdan yeşile
her türlü renkte ve kötü kokulu olabilir.
Enfeksiyon olduğu dönemlerde ateş,
öksürük, nefes darlığı eşlik eder. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde hemoptizi
(öksürükle solunum yollarından kan gelmesi) hayatı tehdit edebilir. Ancak çoğu
zaman balgama bulaşık, kanlı balgam
şeklinde görülür.
Tanı: Tekrarlayan enfeksiyon öyküleri,
öksürük ve balgam çıkarma bronşektaziyi akla getirmelidir. Tanıya yönelik
spesifik kan ve biyokimyasal testler
yoktur. Alevlenme görülen dönemlerde enfeksiyon parametreleri (lökositoz,
sedimentasyon) yükselir. Balgam kültürleri uygun antibiyotiğin verilmesini
sağlar. Özellikle çocuklarda bronşektazi
saptanan olgularda yabancı cisimler akla
gelmeli ve hava yolları bronkoskopi ile
kontrol edilmelidir. Yine erişkinlerde
altta yatan tümör gibi hastalıkların fark
edilmesinde bronkoskopi faydalıdır.
Teşhiste ilk yapılması gereken radyolojik işlem direk akciğer grafileridir. Bronşektazili hastaların %90’ınında akciğer
grafileri anormal olsa da tanıda spesifik
değildir. Kolay tekrarlanabilmesi ve sağlam akciğer alanlarını da değerlendirme
imkanı sunan bilgisayarlı tomografi tüm
dünyada kullanılan kesin tanı yöntemidir. Yüksek çözünürlüklü toraks bilgisayarlı tomografi tanıda altın standart
yöntemdir.
Geçmişte antibiyotik tedavisinin olmadığı dönemlerde hastaların seyri oldukça
kötü idi. Günümüzde etkili antibiyotik
tedavileri ile hastaların seyrinde görülebilecek tekrarlayan pnömoniler, akciğer
apsesi, ampiyem (akciğeri saran zarların
iltihabı), hemoptizi, beyin apsesi, sepsis
ve böbrek amiloidozisi gibi ciddi komplikasyonlar daha nadir görülmektedir.
Tedavi: Cerrahi tekniklerdeki gelişmelere bağlı olarak bronşektazinin tedavisinde önemli mesafeler alınmıştır.
Bakıldığında medikal tedavilerde ki
(antibiyoterapi) gelişmelere rağmen lokalize bronşektazilerde cerrahi tedavi
gereklidir. Başlangıçta altta yatan hastalığın tedavisi, hastaların hastalıkla ilgili
eğitilmesi, hava yolu temizliği (postural
Hem sağ hem de sol
akciğeri etkilenen yaygın
bronşektazisi olan
hastalarda cerrahi tedavi
yapılması uygun değildir.
Bu hastalar hayatlarının
ileriki dönemlerinde
akciğer transplantasyonu
açısından takibe
alınmalıdır.
direnaj, zorlu ekspirasyon egzersizleri,
mukolitik ve hiperozmolar nemlendirme tedavileri), nefes açıcı bronkodilatatör tedaviler düzenlenmelidir. Enfeksiyonun alevlendiği dönemlerde uygun
antibiyotik tedavisi şarttır. Antibiyotik
seçimi balgam kültür sonuçlarına göre
düzenlenmelidir.
Bronşektazinin seyri sırasında iyi tedavi edilmeyen hastalarda ciddi sorunlar
ortaya çıkabilir. Sık tekrarlayan akciğer
enfeksiyonları, akciğer apsesi, hayatı tehdit eden hemoptizi, beyin apsesi,
sepsis ve nadir olarak amiloidozise bağlı
gelişen böbrek yetmezliğidir.
Bronşektazide cerrahi yaklaşım iyi tetkik edilmiş vakalarda başarılı sonuçlar
veren tedavi şeklidir. Ancak her hastaya
cerrahi tedavi yapılamaz. Burada amaç
hastalığın lokalize olması ve yapılacak
cerrahi tedavi ile hastalıklı akciğer dokusunun tamamının çıkarılabilir olmasıdır. Yılda 3-4 den fazla atak geçiren ve
medikal tedavi ile başarı sağlanamayan
lokal hastalığı olan hastalarda cerrahi
tedavi iyi bir seçenektir. Şu benzetmeyi yapmak doğrudur. “Bronşektazi saptanan hastalarda akciğerin hasarlı olan
bölgesi bataklığa benzetilirse, bataklık
kurutulmadan hastalıkla başa çıkmak
zor olur. Bu nedenle cerrahi tedavi seçilmiş hastalarda oldukça faydalıdır.” Hem
sağ hem de sol akciğeri etkilenen yaygın bronşektazisi olan hastalarda cerrahi tedavi yapılması uygun değildir. Bu
hastalar hayatlarının ileriki dönemlerinde akciğer transplantasyonu açısından
takibe alınmalıdır. Ancak tek akciğerin
tamamının etkilendiği hastalarda da cerrahi tedavi başarılı sonuçlar vermektedir. Masif hemoptizi (hava yollarından
öksürükle aşırı miktarda kan gelmesi)
gelişen olgularda günümüzde artık ilk
seçenek kanayan damarın radyolojik
görüntüler eşliğinde tıkaçlarla kapatılmasıdır.
Sonuç olarak cerrahi tedavi ile seçilmiş
hastalarda şikayetlerin düzelmesi ve yaşam kalitesinde iyileşme sağlanır.
Kaynaklar:
- Miller JI. Bacterial infections of the lungs and
bronchial compressive disorders. In: Shields T
W, ed. General Thoracic Surg e r y. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 2000:103952.
- Ashour M, Al-Kattan KM, Jain SK, et al.
Surgery for unilateral bronchiectasis: Results and prognostic factors. Tuber Lung Dis
1996;77:168-72.
- Sethi GR, Batra V. Bronchiectasis: Causes and
management. Indian J Pediatr 2000;67:133-9.
- Doğan R, Alp M, Süzer K, et al. Surgical
treatment of bronchiectasis: A collective rewiev of 487 cases. Thorac Cardiovasc Surgeon
1989;37:183-6.
- Kutlay H, Cangir AK, Enon S, et al. Surgical
treatment in bronchiectasis: Analysis of 166 patients. Eur J Cardiothorac Surg 2002;21:634-7
- Agasthian T, Deschamps C, Trastek VF et al.
Surgical management of bronchiectasis. Ann
Thorac Surg 1996;62:976-80.
- Pare JAP. Diseases of the airways. In: Faser
RS, Pare JAP, Fraser RG, eds. Synopsis of the
Chest. Philadelphia: WB Saunders, 1994:622703.
Sağlıklı
Bronşçuk
Sağlıklı
hava
keseleri
iltihap ve aşırı
mukus oluşmuş
bronşçuk
Hasarlı hava
keseleri
YAŞAMA SANATI 13
»» FİZYOLOJİ
Prof. Dr. Şenol DANE
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizyoloji Anabilim Dalı
Yürüyen (!)
Hücreler
Bu en küçük parçadan
başlayarak vücudun
tamamında ve hatta
bedenin yaşadığı atmosfer,
dünya ve kainatın
tamamında olan bu
insicam ve mükemmellik
bize tüm bu sistemi
evirip çeviren sonsuz
ilim, hikmet ve kudret
sahibi bir yaratıcıyı daima
hatırlatmaktadır.
14 YAŞAMA SANATI
İ
nsan vücudunda her yapı ve işleyen
sistem mükemmel ve kusursuzdur.
İnsana parçalara ayrılamaz bir küll
olarak bakıldığında bunu kolaylıkla görebildiğimiz gibi, sistem sistem veya
organ organ hatta hücre hücre olarak ele alındığında bu kusursuzluğun
kaybolmadığını görürüz. Hatta beden
hücrelerini oluşturan daha küçük parçacıklar olan, kromozomlar, genler,
proteinler, yağlar, karbonhidratlar ve
hatta su ve hatta bu molekülleri oluşturan atomların davranışlarında veya
kendilerine verilen görevleri yapmada
kusursuz işlemekte olduklarını müşahede ederiz. Bu mucize ister bilim
adamı, ister öğretmen ve öğrenci ve
hatta bu çalışma prensiplerinden derinlemesine bilgisi olmayan okumamış insanlar tarafından hemen itiraf
edilmektedir. Aslında bu atomlar taş,
toprak gibi cansızların içinde de bulunan atomlardan farklı değiller. Mesela
toprakta ve suda bulunan demir, iyot
gibi iyonlar vücuda girdiklerinde adeta
olağan üstü güçler, sırlar ve kerametler
kazanıvermekte ve kendilerinden beklenmeyen görevler yaparak çok önemli
hastalıklardan kişiyi uzak tutmakla vazifeli oluvermektedirler. Bu en küçük
parçadan başlayarak vücudun tamamında ve hatta bedenin yaşadığı atmosfer, dünya ve kainatın tamamında olan
bu insicam ve mükemmellik bize tüm
bu sistemi evirip çeviren sonsuz ilim,
hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcıyı
daima hatırlatmaktadır. Burada hemen
bir soru akla gelmektedir. Peki o zaman
niçin hastalıklar ve ölüm oluyor? Madem sistem parçadan bütüne kusursuz
o zaman neden bozuluyor ve tedavi
edilmezse dağılıp tekrar toprak oluyor?
Burada şunu net olarak söylemek mümkündür ki, hayatı veren ve hatta hayatı
an be an yaratan kim ise hastalıkları,
bozulmaları da o yaratmaktadır. İnsan
ölümlü bir varlık olarak yaratıldığından
hastalıklardan ve en sonunda da ölümden kurtulamamaktadır. Vücutta yaratma işlemi an be an olmaktadır. Burada
an diye ifade ettiğimiz zaman biriminin
küçüklüğünü ifade etmek mümkün değildir. O zaman daha açık ifade edersek
Akyuvarın kemotaktik
madde ile teması ona bir
emirnamedir. Akyuvar
kemotaktik maddeden
emri alınca damar
duvarında bulunan bir
deliğe tutunur ve kılcal
damar duvarından dışarı
çıkar.
Allah insana ve o insanı oluşturan sistemlere, organlara, hücrelere, ve hatta Akyuvarlar kandan dokuya,
hücreleri oluşturan tüm ince yapılara,
yani hücrelerin arasına,
atomlara ve atomların parçalarına sürekli müdahale etmektedir. Mesela çok geçerler ve hücrelerin
garip ve şaşırtıcı mekanizmalardan bir
arasında yürüyerek mikroba
tanesi de hücrelerin yürümesi veya
daha doğru ifadeyle yürütülmesi muci- ulaşırlar, mikrobu fagositoz
zesidir. Bu yürütülme mekanizması en
adı verilen mekanizmayla
mükemmel şekilde savunma hücreleri
olan akyuvarlarda ortaya çıkmaktadır. yutarlar ve parçalayarak
Kanda sürekli dolaşan akyuvarlardan
öldürürler.
iki tanesi nötrofil ve monositlerdir. Bu
hücreler kemik iliğinde üretilmektedir- boğumlanmış iki tarafta iki ayrı keseler. En başta bu hücrelerin kemik iliğin- den ibaret hale gelir. Bir taraftaki kese
den kan kılcal damarlarına geçmeleri gittikçe büyümekte bir taraftaki kese de
gerekmektedir. Kılcal damarların de- gittikçe küçülmektedir. Böylece hücre
likleri bu hücrelerin büyüklüklerinden damara geçmiş olur. Bu şekilde kemik
onlarca kat daha küçüktür. Hücreler iliğinden kana geçen bu akyuvarlar
önce kılcal damarın delik bölgesine kanda dolaşarak vücudun tamamını tatutunurlar. Daha sonra hücre zarının rarlar. Kan damarlarında dolaşırken bir
eldiven parmağı şeklinde delik içinde dokuda mikrop istilası varsa damarın
ilerletilmesi sonucunda kılcal damar dışına çıkması gereklidir. Mikrop istiduvarının karşı tarafında bir tomurcuk la bölgesinden bazı kimyasal maddeler
oluşur. Hücreyi bir balona benzetirsek etrafa ve sonuçta kana yayılır. Bu madbunu balonun iğne ucu şeklinde bir çı- delere kemotaktik maddeler denilmekkıntısı olarak kabul edebiliriz. Şimdi tedir. Akyuvarın kemotaktik madde ile
balonun kalan kısmının bu iğne ucu teması ona bir emirnamedir. Akyuvar
büyüklüğündeki delikten geçirilmesi kemotaktik maddeden emri alınca dagereklidir. Çıkıntı bir bütün olarak iler- mar duvarında bulunan bir deliğe tuletilmeye çalışılsa bu mümkün olmaz. tunur. Ancak delik yukarıdaki gibi çok
Bunun yerine hücrenin sadece zarı kıs- çok küçük olduğundan aynı işlem bumi itilerek tomurcuk yavaş bir şekilde rada da gerçekleşir ve akyuvar hücresi
büyütülür. Adeta hücre ortadan ikiye kılcal damar duvarından dışarı çıkar.
YAŞAMA SANATI 15
»» FİZYOLOJİ
Hücre içi yürüme için yakın
zamanlarda bir Türk bilim
adamının keşfettiği insan
şeklindeki proteinler görev
yapmaktadırlar. Adeta
insan yürüyüşüne benzer
şekilde yürüyerek keseciğin
hücre içinde bir yönden
diğer yöne doğru taşınması
gerçekleştirilir.
Şimdi sıra mikropla vücut hücreleri
arasında devam eden savaş bölgesine yürümeye gelmiştir. Gerçekten de
akyuvarlar kandan dokuya, yani hücrelerin arasına, geçerler ve hücrelerin
arasında yürüyerek mikroba ulaşırlar,
mikrobu fagositoz adı verilen mekanizmayla yutarlar ve parçalayarak öldürürler. Yürüme, bir taraftan yutma (endositoz) ve yutmanın tam zıt tarafından
çıkarma (ekzositoz) ile yaptırılmaktadır. Endositoz öncelikle büyük molekül veya bakteri, ölü hücre gibi çok
büyük parçacıkların içeriye alınarak
sindirildiği, parçalandığı bir mekanizmadır. Eğer büyük ve hücre zarından
direk içeri alınması mümkün olmayan
16 YAŞAMA SANATI
»» YÜRÜYEN (!) HÜCRELER
proteinler içeri alınacaksa buna pinositoz, ancak bakteri, parazit, ölü hücre
kalıntıları ve virüslerle istila edilmiş
hücreler yutulacaksa buna da fagositoz denilmektedir. İster pinositoz ister
fagositoz şeklinde olsun yutma işleminde alınacak parçacık önce hücre zarının dış yüzeyinde bulunan reseptörü
ile birleşir. Birleşme hücre için sinyal
anlamına gelir ve zarın hemen altında
bulunan aktin-miyozin iplikçikleri kasılarak zarın o bölgesinde bir çukurlaşma meydana getirilir. Çukurun zar
tarafı birbirine yaklaştırılır ve çukurluk
adeta bir kese haline çevrilir. Kesenin
ağzına yakın zar birbirine temas ettirilir ve kese hücrenin zarından koparılır.
Bu esnada hücrenin zarından epeyce
zar koparılmış ve zar aslında azaltılmış
olur. Hücrenin içine kese şeklinde alınan zar içerde çeşitli sindirim faaliyetlerinden sonra yutma işleminin tam zıt
tarafından çıkarma işlemi sonucunda
zar tekrar hücrenin dış zarına geri iade
edilmiş olur. Yutma esnasında zarın
koparılması veya çıkarma esnasında
zarın geri yamanması tam bir yaratılış
mucizesidir. İşte bir hücre bir tarafa
doğru yürütülecekse, ki bu genellikle
mikropla savaşın devam ettiği doku
bölgesine doğru olur, yürüme yönünde
egzositoz ve yürümenin zıt yönünde de
Keseciğin hücre içinde
yürütülmesi esnasında
mitokondri, endoplazmik
retikulum, golgi aygıtı,
çekirdek ve lizozom gibi
etrafı aynı zardan meydana
getirilmiş olan organellere
temas ettirilmemesi
gereklidir.
endositoz ile hücrenin yürütülmesi sağlanmış olur. Bunu hücreyi bir oda veya
vagona benzetme yoluyla hayalimizi
işleterek daha anlaşılır hale getirebiliriz. Bir binayı meydana getiren odacıkların yerini değiştirirken odanın bir
taraftaki duvarından bir kısmı yerinden
koparıp odanın yürütülmek istenen taraftaki duvar kısmına ilave edilmesini
hayal edersek ne olacaktır. Kopardığımız kısımdaki duvar azalacak ve orada
bir büzülme ve küçülme olacaktır, buna
karşılık zıt tarafta duvar genişleyecek
ve bir ilerleme sağlanacaktır. Yukarıda
söylendiği üzere aslında yürüme yutma
ve çıkarma ile sağlanmaktadır. Burada
bir problem daha var. Yürüme yönünün
zıd tarafındaki zardan koparılan içi sıvı
ve madde dolu kesecik hücrenin diğer
tarafına doğru nasıl hareket ettirilmektedir. Bu bir hücre içi kesecik hareketidir. Yani hücrenin içinde bir başka
odacık yürütülmesi gerekmektedir. Bu
hücre içi yürüme için yakın zamanlarda bir Türk bilim adamının keşfettiği
insan şeklindeki proteinler görev yapmaktadırlar. Proteinin keseciği yakalayan ellere benzeyen ve bir borucuk
(mikrotubul) üzerinde yürümek üzere
bacaklara benzeyen çıkıntıları vardır.
Adeta insan yürüyüşüne benzer şekilde yürüyerek keseciğin hücre içinde
bir yönden diğer yöne doğru taşınması
gerçekleştirilir.
Keseciğin hücre içinde yürütülmesi esnasında mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, çekirdek ve lizozom
gibi etrafı aynı zardan meydana getirilmiş olan organellere temas ettirilmemesi gereklidir. Organellere temas ederse
onlarla kaynaşır, hem organel zarar
görür ve hem de yürüme işi gerçekleşemez. Burada İstanbul’un üzerinde
uçakların birbirine temas ettirilmeden
hava alanına indirilmesi ve kaldırılmasının son yıllarda trafiğin artması sebebiyle ne kadar zor olduğu aklıma geliyor. Hatta bir keresinde uçak sayısının
fazlalığı sebebiyle 1 saate yakın havada
turlar atmıştık. Hücre içinde salisenin
binlere bölünmüş dilimleri içinde bu
keseciklerin binlercesi bir uçtan diğer
uca birbirleriyle ve diğer organellerle
çarpıştırılmadan taşınmaktadırlar.
İlik naklinde mucize İnsanoğlu insan
vücudunda cereyan eden yaratılış mucizelerini keşfettikçe bunlardan tedavide faydalanma yollarına da gitmektedir.
Bilindiği üzere çeşitli kan ve lenf kanserlerinde kemik iliği nakli yapılmaktadır. İlik naklinde asıl olan başka bir
kişiden alınan kemik iliği dokusunun
bir başka kişinin kemik iliğine nakledilmesi hadisesidir. Kemik iliğinden
kök hücrelerini almak ve hastaya vermek ilk planda kolay gibi ancak kemik
iliğine girerek nakil olmayacağından
bu işte de bu hücre yürütülmesinden
faydalanılmaktadır. Kana kolaylıkla
verilen kemik iliği kök hücreleri kan
ile vücudu dolaşırken kemik iliğinden
geçerken kılcal damar duvarına tutunurlar. Kemik iliğinden kana ve kandan
hücrelerin arasına akyuvarların geçmesi için kullandığı metodu kullanarak
çok çok küçük kılcal damar duvarı deliklerinden tam tersine olarak kandan
kemik iliği dokusuna geçirilirler. Burada hayretengiz olan kök hücrelerinin
aslında sadece dev hücre ile tabir edilebilecek çok büyük hücreler olmasıdır.
Bu devasa hücreler kendilerinden çok
küçük kılcal damar deliklerinden kemik iliğine geçmekte orada kendisine
oturacak bir mekan bulmakta, oraya
yerleşmekte ve hemen faaliyetlerine
başlayarak kişinin kanserden kurtulmasına vesile olmaktadırlar.
GURBET
Gurbetin cemresi düştü içime
Karardı yine gökler
Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım.
Ne ben kimseyi beklerim,
Ne kimse beni bekler.
Ayrılık bir sızı gibi nabzımda
Ve şakaklarımda domur domur ter
Her derdi çekmeye razıyım ama
Bulaşmasaydı keşke dudaklarıma
Bu isimsiz paramparça türküler
Yavuz Bülent BAKİLER
Sonuç olarak bu yürüyen (!) veya daha
doğrusu yürütülen hücreler tabiatta sel
gibi akan, hemen dağılmaya müsait
akıllı ve şuurlu hareket etmesi mümkün
olmayan atomlar ve onlardan teşekkül
ettirilmiş moleküllerden ibarettirler.
Hücrelerdeki bu son derecede akıllı,
şuurlu, mantıklı mucizeli hareketlerin
kendi kendine ve hayal edemeyeceğimiz derecede hızlı gerçekleştirilmeleri
Hakim ve Alim ve Kadir sıfatları olan
bir Zat-ı Zülcelal ve Kemal’in idaresi
haricinde olmadan olamaz.
YAŞAMA SANATI 17
»» NEFROLOJİ
Dr. Derya AKDENİZ
Prof. Dr. Ali AKÇAY
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları A.D./ Nefroloji B. D.
Koroner Anjiyografi ve Radyolojik İşlemler Sonrası Sık Görülen Bir Problem:
Opak Maddeye Bağlı
AKUT BÖBREK HASARI
Radyokontrast (radyo-opak) madde, vücuda gönderilen X ışınlarını tutan, o bölgeden ışınların
geçişine izin vermeyen, içi boş organları ve damarları daha iyi görünür hale getiren görüntüleyici
maddelerdir.
K
oroner anjiyografi; kalbi besleyen damarların görüntülenmesi
yöntemidir. Kalp damarlarının
içine X-ışınlarınca görüntülenebilen opak
madde (kontrast madde) verilerek kalp
damarlarının anatomisi gözlenir. Kalp
damarlarının kalp kasını beslemede yetersiz kaldığının düşünüldüğü, buna ait
deliller olduğu durumlarda yapılan bu
işlem, eforla oluşan göğüs ağrısı olan
hastalarda ve bu sebeple uygulanan efor
testinin anormal olduğu durumlarda
giderek daha sık kullanılan bir tanı ve
tedavi yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Girişimsel bir işlem olan an-
18 YAŞAMA SANATI
jiyografi, tamamen risksiz bir uygulama
değildir. En ciddi riskleri: ölüm, inme ve
anjiyografi sırasında kalp krizi geçirme
olasılığıdır; ancak bu riskler toplamda
1/1000’den azdır. Bunların dışında genelde gözden kaçan, yaklaşık %4 sıklığı
ile yukarıda sayılan komplikasyonlardan
daha fazla görülen bir yan etkisi daha
mevcuttur ki; bu da opak madde kullanımına bağlı akut böbrek yetmezliğidir.
Radyokontrast (radyo-opak) madde,
vücuda gönderilen X ışınlarını tutan, o
bölgeden ışınların geçişine izin vermeyen, içi boş organları ve damarları daha
iyi görünür hale getiren görüntüleyici
maddelere denir. Radyokontrast maddeler, %90 böbrekler aracılığıyla vücuttan
atılır. Böbrek yetmezliği, tipik olarak
opak madde verilmesinden 12-24 saat
sonra belirgin hale gelir. Çoğu olguda
kalıcı hasar olmamakla birlikte, bazı kanıtlar bu durumun gelişmesinin olumsuz
sonuçlarla ilgili olduğunu göstermiştir.
Tüm risk faktörlerini bir arada
taşıyan hastalarda böbrek
hasarı olasılığı %50-80’lere
kadar çıkabilir.
Anjiyografi işleminin yanı sıra daha düşük dozlarda opak kullanılan başka radyolojik görüntüleme tetkikleri de mevcuttur. Bunlar arasında;
♦♦ Bilgisayarlı tomografi (BT)
♦♦ Periferik anjiografi
♦♦ İntravenöz ürografi (İVU),
♦♦ İntravenöz pyelografi (İVP)
♦♦ Miyelografi sayılabilir.
1954’te ilk olarak kullanılmaya başlanan opak madde kullanımının 1970’den
itibaren artmasıyla, opak maddeye bağlı
böbrek hasarı sıklığı da belirgin olarak
artmıştır. Özellikle mevcut böbrek yetmezliği ya da diyabet hastalığı olanlarda, tomografi ve anjiyografi işlemlerinin
giderek yaygınlaşan kullanımı bu riski
belirgin arttırmaktadır.
Malesef günümüzde hasta
yoğunluğunun artması veya
hekimlerin bu riski yeterince
önemsememesi nedeniyle
birçok hasta opak maddeden
olumsuz etkilenerek kalıcı
böbrek hasarına maruz
kalmaktadır.
Sıklığı ne kadardır?
Raporlanmış olan opak maddeye bağlı
böbrek hasarı olguları %0-50 arasındadır. Yatan hastalardaki böbrek yetmezliği olguları içinde, opak maddeye bağlı
böbrek hasarı %11-12 oranıyla üçüncü
sıklıktadır. Hastanede yatış süresinin
uzaması, artmış risk, hastane içi enfeksiyonlar, diyaliz gereksinimi olasılığı ve
ölüm riskinde artışla birebir ilişkili olduğu gösterilmiştir. Tüm risk faktörlerini
bir arada taşıyan hastalarda böbrek hasarı olasılığı %50-80’lere kadar çıkabilir.
Önceden mevcut olan risk faktörlerinin
varlığı ve ciddiyeti, opak madde ilişkili böbrek hasarının tanımlanmasındaki
farklılıklar, kullanılan maddenin cinsi,
miktarı ve özelliklerinin farklı olması,
çalışmalarda kullanılan yöntemlerin ileriye ya da geriye dönük olmasına bağlı
olarak değişik çalışmalarda farklılıklar
göstermektedir. Bu nedenle risk grubu
olan hastaların tanımlanması önemlidir.
Kimler risk altındadır?
Opak maddeye bağlı böbrek hasarıyla
ilişkili olan risk faktörleri şöyle sıralanabilir;
♦♦ Altta yatan herhangi bir böbrek yetmezliği durumu,
Ne diye büyükleniyorsun!
DOĞUMUN bir damla su,
ölümün bir avuç toprak değil
mi?
Şems-i Tebrizi
♦♦ Diyabet hastalığı,
♦♦ İleri yaş,
♦♦ Kalp yetmezliği,
♦♦ Sürekli olarak ağrı kesici kullanan
hastalar,
♦♦ Hipertansiyon hastaları,
♦♦ Yüksek doz ya da yüksek yoğunlukta
opak madde kullanımı olarak sayılabilir.
Opak maddeye bağlı böbrek hasarından korunmak için neler yapılmalı?
Öncelikle yukarıda saymış olduğumuz
gruba giren hastaların kontrast madde
kullanımından önce mutlaka bir nefroloji uzmanı tarafında incelenmesi çok
önemlidir. Nefroloji uzmanının yönlendirmesi ile opak maddeye bağlı böbrek
hasarı ya hiç olmayacak ya da çok az
bir hasarla bu komplikasyonun savuşturulması sağlanacaktır. Opak madde nefrotoksisitesi açısından riskli olan hasta
grubunda önerilen koruyucu önlemler;
mümkünse görüntüleme yöntemi olarak
ultrasonografinin tercih edilmesi, manyetik rezonans görüntüleme çekimlerinin gadolinyum, bilgisayarlı tomografi
çekimlerinin opak madde kullanılmadan
yapılması, yüksek yoğunluk (osmolal)
özellikteki opak maddelerin kullanılmaması, düşük dozda opak madde verilme-
si, tekrarlayan, yakın aralıklı çekimlerden kaçınılması (48 saatten önce), sıvı
kaybı ve böbrek hasarı yapabilen ilaçlardan sakınılmasıdır. Sıvı desteği verilmesinde engel durum yoksa opak madde
uygulanmasından önce ve sonra, birkaç
saat kadar damar içine izotonik sıvı desteği önerilir.
Malesef günümüzde hasta yoğunluğunun artması veya hekimlerin bu riski yeterince önemsememesi nedeniyle birçok
hasta opak maddeden olumsuz etkilenerek kalıcı böbrek hasarına maruz kalmaktadır. Çoğu tetkikte istenen 8 saatlik
aç kalma zorunluluğu nedeniyle hasta
sıvı almamakta, bu nedenle böbrek hasarına açık hale gelmektedir. Hâlbuki açlık
gerektiren tetkiklerin birçoğunda susuz
kalmak gerekmemektedir. Bu nedenle,
hastalarımızın mutlaka dikkatli olmaları, kesin gereklilik olmadığı sürece doktorlarından anjiyografi yada tomografi
gibi opak madde gerektiren işlemlerin
tetkikini istememeleri, açlık gerektiren
durumlarda mutlaka yeterince su alımı
sağlayarak işlem öncesi en az 2 lt sıvı
almış olarak opak maddeye maruz kalmaları böbrek hasarından korunmaları
için önemlidir.
YAŞAMA SANATI 19
»» ORTOPEDİ ve TRAVMATOLOJİ
Prof. Dr. Mahmut KÖMÜRCÜ
Yrd. Doç. Dr. Osman Yüksel YAVUZ
Yrd. Doç. Dr. İsmail URAŞ
Op. Dr. Murat UYGUN
Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ
Dr. Hamdullah YILDIRIM
Dr. Eralp ERDOĞAN
Dr. Ebubekir PASLIOĞLU
İnt. Dr. Talha KÜTÜK
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ortopedi ve Travmatoloji A.D.
n
i
z
Di MENİSKÜS Yırtıkları
Genç yaşlarda daha dayanıklı olsa da, kolaylıkla yırtılabilen bir dokudur. Daha çok dizin
makaslama (tek ayak üzerinde vücudu döndürme) hareketleri ile yırtılabilen menisküs, düşme,
çarpma gibi travmalar ile de yırtılabilir.
M
enisküsten bahsedebilmek
için öncelikle dizden bahsetmek gerekir.
Diz; ayakta durmamızda, yürümemizde, koşmamızda hatta oturmamız ve
kalkmamızda çok önemli rolleri olduğu gibi, iskele kenarında denize karşı
ayağımızı sallamamızda, çocuklarımızla beraber bisiklet sürmemizde de
etkisi vardır. Tüm bunları yapabilmek
için diz, kabaca 2 tip hareket yapar;
dizin kırılması (fleksiyon) ve açılması
(ekstansiyon) hareketleri. Bu hareketler, dizde yaklaşık 0 ile 130 derece aralığında hareket açıklığı sağlar.
Diz; kabaca iki yapıdan oluşur, kemik
doku ve yumuşak doku. Kemik dokuyu oluşturan 3 adet kemik vardır.
Uyluk kemiği (femur), kaval kemiği
(tibya) ve ayna kemiği (patella), bu
kemiklerin birbirleri ile eklem yaptıkları yüzeyleri kıkırdak tabaka ile kapdış
menisküs
önden
Kıkırdak dokudan yapılmış olan menisküsler, yumuşak plastik kıvamında
olup, hem dış tarafta hem de iç tarafta
olacak şekilde her bir dizde iki adet
vardır (şekil 1), yukarıdan bakıldığında
açıklığı birbirine bakan iki hilal şeklinde olan menisküsler kaval kemiğinin
üst yüzü üzerinde yere paralel şekilde
bulunur. Kesitinde ise, kalın kenarı dış
tarafta olan üçgen şeklindedir (şekil 2).
üstten görünüm
dış
ön çapraz bağ
menisküs
dış ve iç
yan bağlar
Şekil 1: Menisküslerin şekil ve yerleşimi.
20 YAŞAMA SANATI
lanmıştır. Yumuşak dokular ise kaslar,
lifler (tendon), bağlar, eklem kapsülü,
sinovya ve menisküsler. Burada da
görüldüğü gibi, menisküs normal diz
ekleminin bir parçası olup bir hastalık adı değildir, hatta dizin dışında
benzer dokular omuz ve kalça gibi
eklemlerde de vardır. Diğer eklemlerde ki yapıların farklı görevleri vardır,
dizdeki menisküslerin görevi ise, uyluk ve kaval kemikleri arasındaki yük
aktarımını kolaylaştırmaktır.
Her menisküs yırtığı belirti
vermeyebilir, özellikle şekli
tarif edilen menisküsün,
dizin içine bakan ince
kenarında olan yırtıklar
ağrı yapmayabilir, çünkü
menisküste ağrı yapan
sinir uçları daha çok dış
kenarlardadır, dolayısı
ile küçük yırtıklarda ağrı
olmayabilir.
Diz ekleminde bir nevi yastık görevi
gören menisküsler, iki kemik arasında yük aktarımında, aktarma yüzeyini
genişleterek birim yüzeye binen yükü
azaltmış olur. Böylece aktarılan yük
tek bir noktadan değil, geniş bir yüzeyden aktarılmış olur (şekil 3). Bu anlamda
önemli görevleri olan menisküs, travmaya karşı bir o kadar hassastır. Genç
yaşlarda daha dayanıklı olsa d a ,
DİZ EKLEMİNDE YÜK AKTARIMI
iç
menisküs
Şekil 2: Menisküsün kesiti ve kan ile beslenmesi
Şekil 3: Diz ekleminde yük aktarımı ve menisküslerin görevi.
YIRTIK MENİSKÜS TİPLERİ
Yırtık
Menisküs
Şekil 4: Menisküs yırtık tipleri
kolaylıkla yırtılabilen bir dokudur.
Daha çok dizin makaslama (tek ayak
üzerinde vücudu döndürme) hareketleri ile yırtılabilen menisküs, düşme,
çarpma gibi travmalar ile de yırtılabilir. Dış tarafa göre daha az hareketli olan iç menisküste yırtık daha fazla görülür, genelde travmaya en çok
maruz kalan kısım ise, iç menisküsün
boynuz olarak ifade edilen arka bölümüdür.
Her menisküs yırtığı belirti vermeyebilir, özellikle şekli tarif edilen menisküsün, dizin içine bakan ince kenarında
olan yırtıklar ağrı yapmayabilir, çünkü menisküste ağrı yapan sinir uçları
daha çok dış kenarlardadır, dolayısı ile
küçük yırtıklarda ağrı olmayabilir. En
çok iç menisküs arka boynuz yırtığı
görüldüğü için (şekil 4), en sık karşılaşılan ağrılı hareket, merdiven inme,
yerde dizler üzerine oturma gibi yırtık
bölgenin iki kemik arasında sıkıştığı
durumlardır. Bu hareketlerde keskin
ve yanma tarzında ağrı olduğu gibi,
diz muayenesinde yırtık bölgenin cilt
üzerinden parmakla basılması ile de
benzer ağrılar olabilir. Bunun yanında,
her ağrılı durum yırtık anlamına gelmez. Menisküsün iç bölümünde meydana gelen zedelenme ve hasarlanmalarda benzer bulgular verebilir, ancak
yırtıkta olduğu kadar keskin değildir
(şekil 5).
Şikayetleri olan ve doktora başvuran
hastalar, öncelikle muayene edilir,
menisküsün hasarlanmış olduğu ya da
yırtılmış olduğu şüphesi uyanırsa, he-
Normal Menisküs
Boylamasına Yırtık
Kova Sapı Yırtık
Kanat Tipi Yırtık
Enlemesine Yırtık
Yırtık Boynuz
kim hastanın durumunu netleştirmek
için ileri tetkikler ister, en çok başvurulan ileri tetkik, manyetik rezonans
görüntüleme (MRG)dir. Ancak bu tetkikte bile %10-20 arasında yanlış sonuç elde edildiği, yapılan yayınlarda
bildirilmiştir.
Kıkırdak doku, tamir kapasitesi son
derece zayıf bir dokudur, yırtıldığı
zaman kendi kendine iyileşme şansı
çok düşüktür. Bu nedenle menisküs
yırtığı olduğu tespit edilen ve belirgin
şikayetleri olan hastalar için, ameliyatı engelleyecek başka bir rahatsızlığı
yoksa ve ameliyatsız tedavilere cevap
alınamıyorsa, ameliyat en iyi tedavi
seçeneğidir.
“Kapalı ameliyat” olarak bilinen artroskopik cerrahi, bu hastalar için en
iyi yöntemdir. Sadece bacaklar uyuşturularak da yapılabilen artroskopik
cerrahide, diz içine, açılan 2 adet delikten (portal) girilerek ameliyat yapılır.
Şekil 5: Normal ve yırtık menisküslerin
artroskopik görüntüsü.
Artroskopik cerrahinin en
önemli avantajları, küçük
cerrahi kesilerle yapıldığı için
dokularda iyileşmenin açık
cerrahiye göre çok hızlı olması
ve küçük kamera ucunun
eklem içinde gezdirilebilmesi
sayesinde eklemin her
bölgesinin görüntülenmesi ve
ulaşılabilmesidir.
Artroskopik
Alet
Görüntüleme
Aleti
Şekil 6: Artroskopik cerrahi
YAŞAMA SANATI 21
»» ORTOPEDİ ve TRAVMATOLOJİ
Portallerden birinden kamera girilirken diğerinden ise işlemin yapılacağı
el aletleri girilir (şekil 6). Diz içi değerlendirildikten sonra, eğer menisküs
yırtığı varsa, yırtığın şekli, büyüklüğü, yeri ve hastanın yaşına göre, yırtık olan menisküs çeşitli teknikler ile
dikilebilir ya da etrafında yırtık doku
kalmayacak şekilde kesilir/ traşlanır.
Amaç yırtık olan bölgenin iyileşmesini sağlamak ya da yırtık bölgenin
dahada büyümesini önlemektir. Bu
cerrahi sırasında sadece menisküsler
değil, aynı zamanda eklem kıkırdağı,
eklem içerisindeki ön ve arka çapraz
bağlar, eklem kapsülü, diz kapağının
Menisküs yırtıkları halk
arasında sporcu hastalığı
olarak da bilinir, çünkü
sporcular, yırtılmaya neden
olabilecek hareketlere, her
idmanda ya da müsabakada
sıkça maruz kalıyorlar.
Dolayısı ile bu ameliyatlar
da özellikle spor cerrahisi
alanında deneyimi olan
hekimlerin başarısı çok daha
yüksektir.
Şekil 7: Uyluk kaslarını geliştiren egzersiz hareketleri
22 YAŞAMA SANATI
»» DİZİN MENİSKÜS YIRTIKLARI
(patella) durumu ile genel değerlendirme de yapılır (şekil 6). Hastalar eğer
sadece bacaklarından uyuşturularak
bu işlemler yapılırsa, hekimin işlemi
görüntülediği monitörden, hastanın da
operasyonu izleme şansı olabilmektedir (Bu durum hekimin inisiyatifindedir). Ameliyat yaklaşık 30-60 dakika
arasında sürer.
Ameliyat bittikten sonra, hastanın bacağı elastik bandajla sarılır ve anestezinin etkisi geçtikten sonra egzersiz
programı başlatılır. Aynı gün akşamına ya da ertesi sabaha hasta yürümeye başlayabilir, kontrollü bir şekilde
yürüyebilen hastalara yaklaşık 3 hafta
çömelmemesi önerilir. Hasta ameliyat
olduğu günün ertesinde evine taburcu
edilebilir. Günaşırı pansumanlarını
yaptıran hastalar yaklaşık 2. haftada
dikişlerini aldırmak için ve kontrol
için tekrar hastaneye gider. Ortalama
3-4 haftada normal hayatına dönebilen
hastalarda ameliyat sonrası memnuniyet çok yüksek oranlardadır. Ancak
unutmamak gereken bir husus ise,
hastalarımızın pek sevmediği egzersiz ve kas güçlendirme programdır ki
bu program hastalar ameliyat olsa da
olmasa da mutlaka yapması gereken
bir programdır. Kısaca bu program
şekilde anlatılmıştır (şekil 7). Ameliyatsız yöntemlerin başında olan fizik
tedavinin içeriğini bu egzersiz ve kas
güçlendirme programları oluşturmak-
tadır. Ameliyatsız yöntemler ameliyatın alternatifi gibi algılanmamalı, zira
ameliyatsız tedaviler, halen ameliyat
aşamasına gelmemiş menisküs zedelenmelerinde uyguladığımız bir tedavidir. Akıldan çıkarılmaması gereken
en önemli şey; egzersizlerin her halükarda mutlak yapılması gerektiğidir.
Unutulmaması gereken bir diğer konu
ise; menisküs bir kıkırdak dokudur,
yani yumuşak lastik kıvamında olup,
ameliyattan sonra da başka bir bölgeden yırtılabileceğidir. Ameliyattan
sonra tekrar yırtılmayacağı gibi bir
yanlış algının olmaması gerekir. Aynen, yırtılan bir kumaşın tamiri sonrasında başka bir yerinden tekrar yırtılabileceği gibi.
Menisküs yırtıkları halk arasında sporcu hastalığı olarak da bilinir, çünkü
sporcular, yırtılmaya neden olabilecek
hareketlere, her idmanda ya da müsabakada sıkça maruz kalıyorlar. Dolayısı ile bu ameliyatlar da özellikle spor
cerrahisi alanında deneyimi olan hekimlerin başarısı çok daha yüksektir.
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği olarak, başta artroskopik
cerrahiler olmak üzere her türlü spor
cerrahisi, yüksek başarı oranları ile
yapılmaktadır. Yurt içi ve yurt dışı
eğitim ve öğretim faaliyetlerine de hiç
durmadan devam etmektedir.
Sağlıklı günler dileriz.
Ne Kadar “BİLİMSEL”
Konuşuyoruz?
»» DENEME
Senai DEMİRCİ
Galiba, kimi cevapları, sorularını sormasını beceremediğimiz için bilmiyoruz.
B
ilim ve Bilim Felsefesi deyince,
nedense işi bilim yapmak olan,
özel uzmanlık alanları bilim olan
bazı insanların meselesini anlıyoruz. Bu
yüzden bilim meselesi söz konusu olduğunda, kendimizi bir kenara çekiyoruz.
Mesele birden “başkalarının meselesi”
oluveriyor. Oysa, bilimin konusu olan
kainat hiç de uzağımızda değil. Bütün
felsefesinin anlamlandırmaya çalıştığı
mevcudatla biz de iç içe yaşıyoruz. O
halde, bilim meselesi bize bir çakıl taşı
kadar yakın, bir yaprak kadar tanıdık;
bilimsel bakış açısı, dilimizin ucunda,
kalbimizin mahfi inkılaplarında gün yüzüne çıkabilen sürekli bir problemimiz.
Sözgelimi içimizde mektep görmüş
olanlara bilimsel metodun nasıl bir
şey olduğu şöyle bir deneyle anlatılmıştır. İki tane küçük saksı çiçeği alırsınız. İkisini yan yana koyar;
birini düzenli olarak sular, diğerine
hiç su koymazsınız. Derken çok geçmeden deneyinizin sonucu ayan olur:
Suladığınız çiçek dipdiri dururken,
sudan mahrum bıraktığınız çiçek
solmaya yüz tutmuş, hatta ölmüştür.
Eğer bilimsel metoda sadık kalacaksanız, bu deneyi yapmış biri olarak
sizden şunu demeniz istenir: Bir bitkinin hayatta kalmasının sebebi (ya
da sebeplerinden biri) sudur. Çünkü
öyle gördünüz. Bilimsel yönteme
hala sadıksanız, burada kalmayıp
bir adım daha ileri gitmeniz gerekir.
Sizden bir hüküm vermeniz istenir.
Çiçeğe hayat veren (ya da verenlerden biri) sudur. Çünkü su olmasaydı
çiçek hayatta kalmayacaktı.
Sanıyorum, bu son cümleyi hiç de
yadırgamayacaksınız. Bu cümle,
her ne kadar özel bir bilimsel yöntemin sonucu olsa da, gündelik hayatımızın ta ortasında tekrarlanır durur.
Mesela, çocuğunu kendi imkanları
ile büyütmüş, okullara göndermiş ve
bir ölçüde fedakarlık etmiş bir baba
bir gün gelip, “Oğlum ben olmasam
sen bugünlere gelemezdin” derken,
hükmünü hangi gözleme göre veriyor acaba? Ya da tam ölümün eşiğinde olduğunu sandığı bir gün kendi-
sini ‘başarılı bir ameliyatla hayata
döndüren’ doktoruna minnettarlığını
ifade eden hasta hangi yöntemle bu
sonuca varmıştır dersiniz? Mesela,
kendisini denizde boğulmaktan kurtaran arkadaşına yıllar boyu “Hayatımı sana borçluyum” diyen bir köylü
delikanlı modern bilimin dilini konuşuyor olmasın?
Şimdi, dilerseniz yukarıdaki küçük
deneyden çıkardığımız sorucu bir
inceleyelim: “Çiçeğe hayat veren sudur”. Bu huküm, olumlu bir hükümdür. Yani, suyun varlığında çiçeğin
de hayatının olacağı varsayılır. Oysa,
bu sonuca delil olarak kullandığımız
gözlemimiz daha farklı bir yapıdadır.
Su verilmeyince çiçek öldü. Bu gözlem ise olumsuz bir gözlemdir. Yani,
suyun yokluğunda çiçeğin de hayatının olmadığı gözlenmiştir. Peki, her
iki tarafı da olumsuz olan hükümden,
her iki tarafı da olumlu olan bir başka hükme varılabilir mi? Yani, “Su
olmasaydı çiçek hayatta olmayacaktı” hükmü, “Su çiçeğe hayat verir”
sonucuna götürür mü?
Bir şeyin yokluğu, tek başına, bir
başka şeyin yokluğuna yeter sebep olabilir; doğru: Nitekim, çiçeğin hayatını kaybetmesi için, suyun
yokluğu, tek başına, yetmektedir.
Deneyimizde gözlemlediğimiz de
buydu. Ama, bu gözlemimizden yola
çıkarak vardığımız sonuç daha farklı
bir şeydir. “Su çiçeğe hayat verir”.
Diğer bir deyişle, suyun varlığı, tek
başına, bitkinin hayatının varlığı için
yeter sebeptir. Peki, gerçekten öyle
mi? Su gibi bir şeyden hayat vermek
gibi bir işi bekleyebilir miyiz? Hayat vermek nerede, su nerede? Hayat
vermek gibi, biz akıllı insanların bile
yapamadığı, yapmak bir tarafa anlayamadığı bir işi, akılsız, kör, nereye
istersen oraya akan iradesiz bir şeyden, sudan bekleyebilir miyiz?
Gerçekte hiçbirimiz suyu işbaşında,
bir çiçeğe hayat verirken görmedik.
Ama yukarıdaki hileli düşünüşle hep
öyle sanıyoruz. Nitekim, bir baba da
kendisini oğlunu ‘bugünlere getirir-
ken” görmüş değildir, yani o günlere
getirirken oğlunun kalbini her saniye kendi kudret elinde çalıştırmış,
kanının her zerresini vücudunun her
noktasında dolaştırmış da oğlunu
beslemiş değildir. “Ama ben olmasaydım…” demiştir. Hasta da doktorunu kendisini hayata döndürürken
görmüş değildir. “Ama siz olmasaydınız…” diye düşünmektedir. Köylü
delikanlı arkadaşının kendisine hayat ödünç verdiğini hatırlamamaktadır. “Ama sen olmasaydın, şimdi
yaşamayacaktım” diye konuşabilmektedir.
Ne dersiniz, ben olmasam bu yazıyı
okuyamayacaktınız diye, şimdi size
bu yazıyı ben mi okutuyorum? Şu an
gözlerime fer veren kim? Şimdi hafızanızı, aklınızı işleten kim? Nasıl
hatırlıyorsunuz harfleri? Şimdi kalbiniz kimin elinde bir yumulup bir
açılıyor? Ama bir “Ben olmasaydım”
bir “O olmasaydı” bir “Şunlar olmasaydı…” sözü, bu soruların hepsini
unutturmaya yetiyor bile.
Galiba, kimi cevapları, sorularını
sormasını beceremediğimiz için bilmiyoruz.
Kaynak: Karakalem Yayınları/ Dar
Kapıdan Geçmek /Senai Demirci
YAŞAMA SANATI 23
»» ŞİFALI BİTKİLER
Prof.Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Klinik Biyokimya A.D.
Ödem Çözücü, Antiseptik ve
Romatizmal Ağrıları Hafifletici Bir Bitki:
DEFNE
(Laurus Nobilis)
A
ntik çağlardan beri temizlik ve
barış sembolü olarak kullanılan
defne ağacı Akdeniz bölgesinde
yetişmektedir. Yaprakları 5-10 cm uzunlukta olup et ve balık yemeklerine hoş
bir lezzet katmak için kullanılmaktadır.
Defne Yaprağı insülinin etkisini arttırdığından bazı hekimlerce diabetik hastalara
özellikle tavsiye edilmektedir. Defne yaprağında taren isimli acı madde ve uçucu
özellikte bir yağ bulunmaktadır. Uçucu
yağ ise %50 oranında sineol isimli etken
madde içermektedir. Defne Soğuk algınlığına ve Romatizmal ağrılara iyi gelmektedir. Aynı zamanda terletici özelliğe sahip olan defne bu nedenle ödem çözmeye
de yardımcı olur.
24 YAŞAMA SANATI
Faydalı Olduğu Durumlar:
Kullanım Şekilleri:
Antiseptik (Mikroplardan temizleyici)
Defne yağı
Soğuk algınlığı
Defne yaprağı (Et ve balık yemeklerine
lezzet katmak amacıyla kullanılır)
Ödem çözülmesine yardımcı
Kapsül veya tablet formu yoktur.
Kas ağrılarına yardımcı
Defne çayı (Kurutulmuş ya da yeşil defne
yaprağı, nane ile karıştırılarak çay gibi
demlenir. Günde 3-4 bardak içilir.)
Romatizmal rahatsızlıklarda ağrı ve
iltihabı azaltıcı
Önemli Nokta:
Defne astım ve deri reaksiyonlarına yol açabilir. Bu gibi yan etkiler görüldüğünde bir hekime danışılmalıdır. Hamile ve bebek emziren anneler de defne çayını fazla tüketmemelidirler.
Eklem İltihabı, Kanser ve Mide-Sindirim
Problemlerinde Yararlı Bir Antioksidan
Deposu:
ZENCEFİL
Z
(Zingiber Officinale)
encefil kökü yumru şeklindedir,
küçük patates tanesine benzer.
Anavatanı Güney Asya’dır. Günümüzde özellikle Hindistan, Yamaica ve
Çin’de yetiştirilmektedir. Zencefil Antik
çağlardan beri ilaç niyetiyle pek çok insan
tarafından kullanılagelmiştir. Mide ağrısı ve bulantıya karşı kullanıldığına dair
Roma ve Eski Yunan yazıtlarında kayıtlar vardır. Yapılan son araştırmalara göre
zencefil’in bir antioksidan deposu olduğu
ve anti tümör etkiye sahip bulunduğu ileri
sürülmektedir. Zencefil’in bakteri enfeksiyonlarında, artritlerde (eklem iltihabı) ve
parazitozlarda yararlı olduğu da bilinmektedir.
Zencefilin Faydalı Olduğu Durumlar:
Kullanım Şekilleri:
Artritlerde (Eklem iltihabı)
Zencefil çiğnenebilir tablet şekli (67,5
mg’lık ticari tablet şekli mevcuttur)
Antioksidandır
Bakteri enfeksiyonları
Tümörlere karşı bağışıklık sistemi güçlendirir.
Bulantı
Parazitoz
Zencefil kökü
Zencefil extraktı (250 mg)
Zencefil tozu ve kapsülü (100-465 mg’lık
kapsüller halinde)
Zencefil çayı
Kalp ve damar uyarıcı
Kas ağrılarına karşı
Mide ve sindirim sistemi problemlerine
faydalıdır.
Önemli Nokta:
Bulantı için 500-1000 mg zencefil kökü ağızdan çiğnenerek yutulur. Fazla dozda alınırsa kalp atımında düzensizlik yapabilir.
Zencefilin nadir de olsa uykuya meyil ve huzursuzluk yaptığı bildirilmiştir. Pıhtılaşmayı önleyici ilaçlarla (Kumadin, Asprin vb.) etkileştiğinden bu ilaçlarla birlikte zencefil kullanılmamalıdır.
YAŞAMA SANATI 25
»» ÇOCUK SAĞLIĞI ve HASTALIKLARI
Yrd.Doç.Dr. Suzan GÜNDÜZ
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Öksürük; akciğerlerimizi
koruyan, hava yollarındaki
sekresyonların atılmasını
sağlayan ve solunum yolu
hastalıklarında sık görülen bir
şikayet olup korucuyucu bir
reflekstir.
ÖKSÜREN ÇOCUK
A
kut öksürük, altı haftadan kısa
süren öksürüktür.
Akut öksürük sebepleri nelerdir?
•Viral üst solunum yolu enfeksiyonla-
rı: En sık sebeptir. Özellikle kışın ve
mevsim geçişlerinde daha sık görülür.
Burun akıntısı, hapşırık, hafif ateş eşlik edebilir.
•Sinüzit:
Geniz akıntısına bağlı balgamlı bir öksürük olur. Başağrısı, kafanın ağır hissedilmesi, ateş , burun tıkanıklığı eşlik eder. Doğrudan sinüzit
tablosu veya nezle, soğuk algınlığının
komplikasyonu olarak görülebilir.
Gece ve özelikle sabaha doğru öksürük belirginleşir. Bazen çocuk kusarak
balgam çıkarır.
•Pnomoni (Zatürre): Akciğer dokusu- •Bronşiolit: Daha çok küçük bebeklernun iltihabıdır. Öksürük yanında orta-ağır bir hastalık tablosu vardır. Genellikle nefes alıp vermede zorlanma,
hızlı nefes alıp verme, ateş eşlik eder.
26 YAŞAMA SANATI
de hızlı nefes alıp vermenin ve hırıltı,
hışıltının da eşlik ettiği enfeksiyondur.
•Larenjit: Havlar tarzı öksürükle gelir.
Geceleri tablo kötüleşir.
•Astım:
Öksürükle gelen her hastada
düşünülmelidir. Eğer ailede astım öyküsü, çocukta atopi (egzama) varsa
ihtimal daha da kuvvetlenir.
•Sigara
dumanı maruziyeti: Eğer ço-
cuk aktif ya da pasif sigara dumanına maruz kalıyorsa akut veya kronik
öksürük olabilir. Ayrıca viral enfeksiyonlar daha ağır geçirilebilir ve yavaş
iyileşebilir.
Kronik öksürük: Altı haftadan uzun süren öksürükler kronik öksürüktür.
Kronik öksürük sebepleri nelerdir?
• Tekrarlayan viral enfeksiyonlar:
Özellikle kalabalık ortamda yaşayan
veya okula giden çocuklar çoğunlukla kış aylarında bir enfeksiyon tam
iyileşmeden başka viral bir enfeksiyon geçirebilir.
• Postnazal akıntı sendromu: En önemli sebebi allerjik rinittir. Öksürüğün
yanısıra geniz akıntısı, burun tıkanıklığı veya burun akıntısı eşlik edebilir.
• Astım: Sadece öksürük ile gelebilir.
Havayolu aşırı duyarlılığı, kanda eozinofil denen hücrelerin artışı, egzama öyküsü ve astım ilaçlarına yanıt
alınması tanıyı destekler.
• Gastroözofagiyel reflü: Tek bulgu öksürük olmayabilir. Büyüme gelişme
geriliği eşlik edebilir. Kusma her zaman olmayabilir. 24 saatlik pH monitorizasyon ile kesin tanı konulur.
• Bronşektazi: Öksürüğe aşırı balgam
üretimi eşlik eder.
Psikojenik veya alışkanlığa
bağlı öksürük: Altta yatan
hastalık olmaksızın görülen
kronik kuru öksürüktür. Kısa,
kuru, bazen dikkat çekici,
kaz ötüşü, korna sesi gibi
öksürüktür. Stres anında
artar. Gece ve erişkinlerin
olmadığı ortamda kaybolur.
• Doğuştan
gelen anomaliler: Havayollarının anatomik bozuklukları öksürük yapabilir.
• Yabancı cisim aspirasyonu: Dört yaş
altı çocuklarda daha sıktır. Aniden
başlayan öksürükte düşünülmelidir.
• Tüberküloz (verem): Geçmeyen ve
uzayan öksürükle gelebilir.
• Psikojenik veya alışkanlığa bağlı öksürük: Altta yatan hastalık olmaksızın görülen kronik kuru öksürüktür.
Kısa, kuru, bazen dikkat çekici, kaz
ötüşü, korna sesi gibi öksürüktür.
Stres anında artar. Gece ve erişkinlerin olmadığı ortamda kaybolur.
Öksürük durumunda evde neler
yapılabilir?
• Bol sıvı tüketimi
• Yastığı yükseltme
• Kışın kaloriferin üzerine su koyma
(havayı nemlendirmek)
• Odayı havalandırma
• Serum fizyolojikle burnu ve özellikle
solunum yollarını temizleme
• Ateş eşlik ediyorsa ağrı kesici-ateş
düşürücü
• Pastörize bal (1 yaşından sonra)
Öksürük sırasında yapılmaması gerekenler nelerdir?
• Öksürüğü baskılayıcı ilaçlar
• Antihistaminikler
• Çinko, C vitamini, ekinezya faydasız
• Dekonjestanlar
• Antibiyotikler (doktor önerisi dışında)
• Sigara dumanı olan ortamdan uzaklaşmalı
Hangi durumda doktora
başvurmalıyız?
• Çocuk 6 aylıktan küçükse
• Boğulurcasına öksürüyorsa
• Çocuğun beslenmesi bozulduysa
• Öksürük kriz şeklinde geliyorsa
• Tüm önlemlerinize rağmen öksürük 3
günden uzun sürüyorsa
• Öksürük şiddetleniyor ya da havlar
tarzda oluyorsa
• Öksürük ateşle beraber seyrediyorsa
• Günlük aktiviteleri ve gece uykusunu
etkiliyorsa
• Öksürüğe nefes alıp vermede zorluk
eşlik ediyorsa
• Hırıltı ve hışıltının eşlik ettiği ve tekrarlayan öksürük atakları
GELSİN DE BAK
Dağlar al yeşil süslenir,
Hele bahar gelsin de bak.
Bülbül aşkınan seslenir,
Güle bahar gelsin de bak.
Bayramlığın giyer dağlar,
Her örnekten basın bağlar.
Türkü söyleyerek çağlar,
Sele bahar gelsin de bak.
Emanet versen götürür,
Menziline tez yetirir.
Dertliye derman getirir,
Yele bahar gelsin de bak.
Cennet sanarsın cihanı,
Kalkar dağların dumanı.
İner ovanın ceylanı,
Çöle bahar gelsin de bak.
Dere kenarında taşlar,
Hep yosun tutmağa başlar.
Yuva için tüner kuşlar,
Dala bahar gelsin de bak.
Turnam kanadını düzler,
Ördek avcısını gözler.
Çığrışarak konar kazlar,
Göle bahar gelsin de bak.
Feymani biter acılar,
Kağnılar yürür gıcılar.
Kervan düzer yaylacılar,
Yola bahar gelsin de bak.
Aşık Feymani
YAŞAMA SANATI 27
»» FİZİK TEDAVİ ve REHABİLİTASYON
Yrd. Doç. Dr. Özlem CEMEROĞLU
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon A.D.
Kronik Ağrınızın Nedeni
FİBROMİYALJİ
mi?
Ne yazık ki, halen fibromiyaljinin kesin
tedavisi yoktur. Ancak, yakınmalar ve
semptomlar bazı ilaçlar ve ilaç dışı
önlemlerle kontrol altına alınabilmektedir.
✓✓ Her yerim ağrıyor!
✓✓ Her zaman yorgunum.
✓✓ Sabahları hiç uyumamış ve “dayak
yemiş gibi” ağrılı ve yorgun
kalkıyorum.
✓✓ Bütün vücudum tutuk, ellerim ve
yüzümde şişlik hissediyorum.
✓✓ Ellerim ve ayaklarımda uyuşmalar
var.
✓✓ Baş ağrılarım çok sık! Kabızlık ve
ishal ataklarım oluyor.
✓✓ İşime konsantre olamıyorum ve her
şeyi unutuyorum…
diyorsanız, sizde FİBROMİYALJİ
olabilir.
F
ibromiyalji, toplumun yaklaşık
olarak %2’sini etkileyen, kadınlarda daha sık görülen, vücutta
yaygın ağrı ve hassasiyet görülen bir
sağlık sorunudur. Hastalığın tanısı için
özel testlerin olmaması nedeniyle, bazı
durumlarda teşhis zor ve geç olabilir.
Fibromiyalji için kesin iyileşme mümkün olmamaktadır ancak bazı ilaçlar ve
egzersizlerle hastalar bu durumla baş
edebilmektedirler.
28 YAŞAMA SANATI
Fibromiyalji nedir?
Fibromiyalji, bütün vücutta ağrıya yol
açan kronik bir sağlık sorunudur. Ağrı
vücutta yaygın olmakla birlikte “dolaşır” tarzda farklı zamanlarda farklı yerlerde hissedilir.
Diğer yakınma ve bulgular:
♦♦ Eklem ve kaslar üzerinde basmak
veya dokunmakla hassasiyet olması
♦♦ Yorgunluk
♦♦ Uyku problemleri (yorgun uyanmak)
♦♦ Hafıza ile ilgili problemler
♦♦ Depresyon ve/veya kaygı
♦♦ Migren ve gerilim baş ağrıları
♦♦ İritabl barsak sendromu ve gastroösofageal reflü
♦♦ Aşırı aktif mesane
♦♦ Çene eklemi problemleri
Fibromiyaljinin ağrı ve diğer bulguları
zaman zaman düzelip tekrarlayabilir ve
özellikle stres dönemlerinde daha şiddetlenebilir.
Fibromiyaljinin nedeni nedir ve kimlerde görülür?
Tam olarak nedeni bilinmemektedir.
Bazı ailelerde daha sık görülmekle birlikte genetik bir hastalık değildir. Bazı
genler bu hastalığa ve eşlik eden durumlara yatkınlık gösterebilmektedir. Fiziksel yaralanmalar, artrit (eklem iltihabı),
omurga problemleri veya duygusal stres
gibi durumlar fibromiyaljiyi tetikler. Bu
hastalarda beyinin ağrıyı algılamasında
bir artış olur.
Fibromiyalji, kadınlarda ve erişkin çağın
ortalarında daha sık görülür ama nadir
olmakla birlikte adölesanlarda ve yaşlılarda da görülebilir.
Fibromiyaljide nasıl tanıya gidilir?
Doktorunuz yakınmalarınızdan yola
çıkarak sizde fibromiyalji olduğundan
şüphelenebilir. Fizik muayenede, şart
olmamakla birlikte, hassas noktalar saptanabilir. Tanı için, ağrıya neden olabilecek diğer hastalıkların olmadığı kanıtlanmalıdır.
Fibromiyaljinin tanısında kullanılabilecek herhangi bir test (laboratuar veya
röntgen vs.) yoktur. Ancak, fibromiyalji
ile karışabilecek diğer hastalıkların olmadığının gösterilmesi için testler yapılabilir.
Fibromiyalji nasıl tedavi edilir?
Ne yazık ki, halen fibromiyaljinin kesin tedavisi yoktur. Ancak, yakınmalar
ve semptomlar bazı ilaçlar ve ilaç dışı
önlemlerle kontrol altına alınabilmektedir. Fibromiyalji tedavisinde onay almış
ilaçlar (Pregabalin, Duloxetin ve Milnacipran) ve düzenli egzersiz programı
hastalığın tedavisinin temelini oluşturur.
Haftanın en az 3 günü yapılan tempolu
yürüme veya yüzme gibi sporlar hastanın ağrısını azaltmakta ve efor kapasitesini arttırmakta yararlı olmaktadır.
Bununla birlikte pilates ve yoga gibi
egzersiz programları da esnekliği arttırmada ve stres ile başa çıkmaya yardımcı
olmaktadır. Hastanın, hastalık hakkında
bilgi edinmesi de hastalıkla başa çıkmada çok önemlidir. Uyku düzeninin sağlanması, yakınmaları arttıran fiziksel ve
psikolojik streslerin anlaşılarak bunlara
karşı önlem alınması da tedavide önemlidir.
Hareket etmezsen zincirlerini
farkedemezsin !
Tolstoy
Haftanın en az 3 günü
yapılan tempolu yürüme
veya yüzme gibi sporlar
hastanın ağrısını azaltmakta
ve efor kapasitesini
arttırmakta yararlı
olmaktadır.
YAŞAMA SANATI 29
»» HABER
Androloji Merkezimiz
Hizmete Açıldı
Daha önce androloji alanındaki sağlık hizmeti üroloji kliniği tarafından yürütülmekte iken
“Androloji Merkezi” başlığı altında hastanemiz bünyesinde özel bir birim oluşturulmuştur.
T
urgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi bir yeniliğe
daha imza attı.
Beştepe’de bulunan merkez şubemizde,
Kasım 2013 tarihinden itibaren Androloji merkezimiz hizmet vermeye başladı.
Androlojik sorunlarınız için güçlü bir
ekip ile bir araya gelen öğretim üyelerimiz, yeni hazırlanan modern görüşme
ortamlarında sizleri beklemektedir.
Androlojik sorunlar için Turgut Özal
Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr.
Ömer Faruk Karataş ve aile içi iletişim
sorunlar için Evlilik ve Aile Terapisti
Doç. Dr. Sevsen Cebeci hastaları kabul etmektedir. Ekip bünyesi içerisinde
Psikolog Şeyma Piştav’ın da yer aldığı
merkezde, Prof. Dr. Osman Özcan alternatif tedavi yöntemler ile (akupunktur
ve hipnoterapi) tedaviye destek sağlamaktadırlar.
Androloji; kadın ve erkekte cinsel fonksiyon bozukluklarının yanı sıra erkek
30 YAŞAMA SANATI
kaynaklı kısırlık (çocuk sahibi olamama, infertilite) gibi problemlerle ilgilenmektedir. Bilindiği üzere bu grupta yer
alan hastalıklar, biyolojik bir problem
olmanın yanı sıra toplumsal, sosyal ve
psikolojik anlamda kişinin yaşam kalitesi üzerine ciddi olumsuz etkiler oluşturmaktadır.
Aile birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında ve korunmasında, bu grup hastalıkların tedavisi ileri derecede önem arz
etmektedir.
Günümüzde konu ile bireysel olarak
ilgilenen hekimler bulunmaktadır. Ancak hastanemizde akademik perspektif
ve kurumsal bir bakış açısı ile cinsel
fonksiyon bozuklukları ve çocuk sahibi olamama konularının incelenmesi
hedeflenmektedir. Bu hedefe yürürken
birey yalnızca biyolojik olarak ele alınmamakta, beraberinde aile içi sosyal ve
psikolojik etkileri de göz önünde bulundurularak ona göre bir tedavi protokolü
hazırlanmaktadır.
Daha önce androloji alanındaki sağlık
hizmeti üroloji kliniği tarafından yürütülmekte iken “Androloji Merkezi” başlığı altında hastanemiz bünyesinde özel
bir birim oluşturulmuştur.
Androloji biriminden randevu alarak
aşağıdaki problemlerinizin çözümünde
yardım talebinde bulunabilirsiniz:
♦♦ Erkek cinsel fonksiyon bozuklukları
(erken boşalma, geç boşalma, boşalamama, peniste sertleşme sorunu,
penis eğriliği, penis küçüklüğü, vs…)
♦♦ Kadın cinsel fonksiyon bozuklukları
(cinsel isteksizlik, uyarılma bozukluğu, orgazm olamama, geç orgazm
olma, ilişki sırasında ağrı, cinsel tiksinti bozukluğu, vajinismus, ilk cinsel
birlikteliği gerçekleştirememe vs…)
♦♦ Erkek kısırlığı (infertilite, çocuk sahibi olamama)
YAŞAMA SANATI 31
»» GÜNCEL
Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
Üroloji Ana Bilim Dalı, Androloji Merkezi
Kalpler Birleşmeden
Bedenler Birleşmiyor
Bünyemizde bulunan akademisyen öğretim üyeleri kadrosu içerisinde; Androloji
alanı ile ilgili Üroloji uzmanlarının yanı sıra Aile Terapisti, Psikolog ve Akupunktrist/
Hipnoterapist de bulunmaktadır. Bireysel manada güven ve başarı ilkesi ile tedavi
hizmeti sunan hekimler, kurumsal ve akademik anlamda da o güven ve başarıyı
taçlandırmayı hedeflemektedir.
32 YAŞAMA SANATI
B
aşkaları ile paylaşmaktan utandığınız, en yakın arkadaşınız,
kardeşiniz, anneniz ve hatta
çoğu zaman eşinizle dahi konuşmaktan
çekindiğiniz ama sizi içten içe etkileyen, tüketen ve sizi derinden etkileyen
sağlık sorununuz nedir? diye bir soru
ile bugüne kadar karşılaştınız mı bilemiyorum...
Hiç şüphesiz 1700’lü yılların ikinci
yarısında Fransız Polinezya’sının en
büyük adası olan ve Kaptan Wallis
tarafından ilk defa keşfedilen Tahiti yerlilerine sorsaydık; “Bizim için
böyle bir sorun yok” diye yanıt alacaktık. Çünkü gemidekiler, ada açıklarına demir attıktan sonra karşılaştıkları manzara karşısında adeta şoka
uğramışlardı. Açık alanda, ulu orta
cinsel ilişkiye giren ve gemi mürettebatındaki erkeklere cinsel birliktelik
için saldıran kadınların çoğunlukta
olduğu bu topluluk, gemidekileri ziyadesi ile hayrete düşürmüştü.
Çiftler günlük yaşantılarında
ya daha saldırgan,
uyumsuz, geçimsiz
ve anlaşmaz tutumlar
sergilemekte ve derin bir
depresyon duygulanımına
girmektedirler.
Aradan yüzyıllar geçti. Ne o eski
zamandayız, ne de Tahitiliyiz...
Modern dünyada artık teknoloji çağındayız. Bizler, yalnızca bedenlerimizden gelen hazza dayalı isteklere
boyun eğerek yaşamıyoruz. Bu isteklerimizi edep, haya, örf, adet, gelenek ve din kurallarından oluşan bir
dizi talimatlar ile biçimlendirmiş durumdayız. Hatta çoğu zaman, birçok
modern toplum için geçerli olan adı
konulmamış, kâğıtlarda, kanunlarda
yazmayan, yazılı olmayan nice kurallara uyma davranışı geliştirmişiz.
Öte yandan yıllar evvel Tolstoy’un
erkekler için söylediği ama aslında
günümüzde hem erkekler hem de
kadınlar için geçerli olan o güzel sözünü hatırlatmak isterim: “Yaşamda
ruha ıstırap veren pek çok şey bu-
lunmaktadır. Ama bunlar içerisinde
geçmişte, bugün ve gelecekte yaşanacak en trajik olanı; yatak odasında
yaşananlardır”.
Aradan geçen onca yıldan sonra
Tolstoy’un öngörüsünün ne kadar
yerinde olduğuna günümüzde tanıklık ediyoruz.
Bugün şunu çok iyi biliyoruz ki; yatak odasında yaşanan bir problem
yalnızca yatak odası sınırları içerisinde kalmamaktadır. Yatak odası
içinde yaşanan sorunlar bir deprem
etkisi yaratmakta ve artçıl depremler
gün içerisinde aile içi iletişimi, sosyal yaşantıyı ve çiftlerin iş performansını ciddi derecede sarsmaktadır.
Bu çiftler günlük yaşantılarında ya
daha saldırgan, uyumsuz, geçimsiz
ve anlaşmaz tutumlar sergilemekte
ya da kendi iç dünyalarına kapanarak, hayattaki her şeyden keyif almayı kendilerine haram kılmakta ve
derin bir depresyon duygulanımına
girmektedirler. Evli çiftler arası iletişim sorunundan, doğrudan ilk etkilenenler ise ne yazık ki o ailenin
minik yavruları olmaktadır. Kısaca
yatak odasında başlayan mutsuzluk;
sonuçta mutsuz çocuklar, mutsuz akrabalık ve iş ilişkilerini beraberinde
getirmektedir.
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Androloji ekibi olarak, mutlu bir
cinsel birliktelik için modern tedavi
yöntemlerini uyguluyoruz. Bünyemizde bulunan akademisyen öğretim
üyeleri kadrosu içerisinde; Androloji
alanı ile ilgili Üroloji uzmanlarının
yanı sıra Aile Terapisti, Psikolog ve
Akupunktrist/Hipnoterapist de bulunmaktadır. Bireysel manada güven
ve başarı ilkesi ile tedavi hizmeti sunan hekimler, kurumsal ve akademik
anlamda da o güven ve başarıyı taçlandırmayı hedeflemektedir. Modern
tıbbi tedavilerin yanı sıra akupunktur
ya da hipnoterapi gibi tamamlayıcı
tedavi yöntemleri, dalında uzman bir
öğretim üyesi eşliğinde, aynı merkez
bünyesi içerisinde uygulanmaktadır.
Androloji ekibi olarak biliyor ve
inanıyoruz ki; kalpler birleşmeden bedenler birleşmiyor. Kalpler
yakınlaşmadan bedenler yakınlaşmıyor...
İlerleyecek bir RUH için en büyük
engel ALIŞKANLIKLARDIR…
S.Karakoç
Evlilik çatısı altında hayatlarını birleştiren kadın ve erkek arasında gün
içerisinde güçlü ve mutlu bir iletişim,
sevgi ve muhabbet olmadan, o günün
akşamında mutlu bir cinsel birliktelik
yaşanmamaktadır. İşte tam bu noktada evli çiftler için aile terapisi büyük
önem arz etmektedir. Bunun tam tersi
de doğrudur.
Yani mutlu bir cinsel birliktelik olmadan tatmin edici ve başarılı bir
sosyal hayat ya da iş performansı
da sağlanamamaktadır. Bu nedenle
merkezimizde evli çiftler bir bütün
olarak ele alınmakta ve bu aileler
için hem fizyolojik ve psikolojik bir
destek sunulmakta ve hem de sosyal
iletişimin güçlendirilmesi ve aile içi
iletişimin zenginleştirilmesi hedeflenmektedir.
Unutmayalım ki; hayatın kendisi
cinsellikten çok daha büyüktür.
Mutlu bir cinsel yaşam, bizi o büyük
bütüne yaklaştıran bir vasıtadır ve
asla hayatın amacı ve mihenk noktası
değildir. Ama o büyük bütüne ulaştıracak en önemli ve en güçlü araçların
başında gelmektedir.
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Androloji ekibi adına
hepinize sağlıklı, mutlu ve başarılı
yarınlar diliyorum…
YAŞAMA SANATI 33
»» GÖĞÜS HASTALIKLARI
Prof. Dr. Duygu ÖZOL
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları A.D.
Evlerdeki Gizli Tehlike:
RADON GAZI
Radon yoğunluğu mevsime ve atmosferik şartlara bağlı olarak büyük değişiklik gösterir.
Rüzgarsız bölgelerde radon gazı yoğunluğu artmaktadır. Gaz, insan vücuduna solunum yoluyla
girer. Havada asılı statik yüklü parçacıklarla gaz molekülleri birleşmekte ve solunum yoluyla
alınan hava içindeki bu parçacıklar akciğerin iç yüzeyine yerleşebilir ve DNA’ya zarar vererek
akciğer kanserine yol açabilir.
T
üm dünyada en çok rastlanan
kanser türü olan Akciğer Kanserinin başlıca iki nedeninden biri
sigara diğeri ise Radon olduğu bilinmektedir.
Sigara içmeyen hastalarda görülen akciğer kanserinin gelişiminde ev içi hava
kirliliğine yol açan radon gazı sorumlu
tutulmaktadır. ABD’de yılda 15.00022.000 kişinin radona maruz kaldıkları
34 YAŞAMA SANATI
için akciğer kanserine yakalanıp öldükleri hesaplanmaktadır. Bu akciğer kanserlerine bağlı tüm ölümlerin %12’sini
oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO The World Health Organization) yeni yayınladığı rapora göre
dünyadaki akciğer kanserinin %15’ine
Radon sebep olmaktadır. Hele kişi sigarada içiyorsa, iki risk faktörünün bir araya gelmesinden dolayı akciğer kanserine
yakalanma ihtimali daha da artmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü, radon gazı ile ilgili sağlık risklerini ve akciğer kanseri
vakalarını azaltmak için Uluslararası
Radon Projesini ortaya koymuştur.
Radon gazı toprakta doğal olarak bulunan, radyoaktif özelliği olan, kokusuz ve
renksiz bir gazdır. Soy gazlar grubunun
en son üyesi ve en ağırı olan radon, radyum tuzunun suyla işlenmesi sonunda,
Sigara içmeyen hastalarda
görülen akciğer kanserinin gelişiminde ev içi hava
kirliliğine yol açan radon
gazı sorumlu tutulmaktadır. ABD’de yılda 15.00022.000 kişinin radona maruz kaldıkları için akciğer
kanserine yakalanıp öldükleri hesaplanmaktadır.
karışım durumunda bulunduğu hidrojen
ve oksijenden ayrılarak havaya geçer.
Radon gazı yeryüzünde mevcuttur ve
topraktan havaya kolaylıkla sızar ve alfa
partikülleri denen iyonlaştırıcı radyasyon yayar. Elektrik yüklü partiküller solunan havadaki tozlara ve diğer partiküllere yapışır. Radon yoğunluğu mevsime
ve atmosferik şartlara bağlı olarak büyük
değişiklik gösterir. Rüzgarsız bölgelerde
radon gazı yoğunluğu artmaktadır. Gaz,
insan vücuduna solunum yoluyla girer.
Havada asılı statik yüklü parçacıklarla
gaz molekülleri birleşmekte ve solunum
yoluyla alınan hava içindeki bu parçacıklar akciğerin iç yüzeyine yerleşebilir
ve DNA’ya zarar vererek akciğer kanserine yol açabilir. Genellikle havadaki
seyreltmeden dolayı dış ortamda radon
seviyesi düşüktür. Radon içme suyunda
da bulunabilir ve konsantrasyonu suyun
kaynağına göre değişir ve sudaki seviyesi zaman zaman tehlikeli seviyelere
ulaşabilir. Radon seviyesi yapı içinde ve
kapalı ortamlarda yüksek olabilmektedir. Evlerimizdeki radon konsantrasyonu binalarımızın altındaki kayalarda ve
topraklarda bulunan radon üreten uranyum miktarına, evlerimize geçişi kolaylaştıran yapı altındaki hava aralıklarına
ve iç ortam ve dış ortam hava değişimi
sayısına bağlıdır. Özellikle de, Uludağ,
Marmara Adası, Batı Anadolu’nun büyük bölümü ve İstanbul’un granitler
üzerinde yer aldığı bilinmektedir. Ülkemizde özellikle yapı sektöründe radon
gazı ve olumsuz etkileri maalesef çok
az bilinmektedir. Radon gazı evlerimize
bina çatlaklarından, zemindeki boşluklardan ve drenajdan girer. Bu yüzden, radon seviyesi bodrum katlarda, kilerlerde
ve toprakla temas eden zeminlerde daha
fazladır. Evlerde radona daha az maruz
kalmak için bina çatlaklarını kapatmak
ve toprağa yakın katları havalandırmak
gerekir. Binaların topraktan çok iyi izole
edilmesi gerekir. Özellikle kış aylarında
iç-dış hava sıcaklıkları arasındaki farkın
en üst seviyeye çıkması sonucu yapılar
adeta bir baca gibi çalışarak zemin ve
çevresinden yükselen radon gazını yapı
içine doğru çekmektedir. Bu gaz şayet
uygun yolla boşaltılamaz ise yapı içinde
birikerek yoğunlaşmakta ve sağlık üzerindeki olumsuz etkisi artmaktadır. Depremler sırasında yer kabuğunda meydana
Radon gazı
evlerimize bina
çatlaklarından,
zemindeki
boşluklardan ve
drenajdan girer.
gelecek kırılma ve çatlamalar ile binalara radon sızması kolaylaşır ve insanlar
daha fazla radona maruz kalabilirler.
Türkiye gibi deprem kuşağında bulunan
ülkelerde evlerde, okullarda ve işyerlerindeki radon miktarlarının düzenli olarak ölçülmesi ve yüksek değerler saptanan evlerde radonun azaltılabilmesi için
önlemler alınması gerekir. ABD’deki
EPA kurumu (Çevre Koruma Ajansı),
evlerde yıllık ortalama olarak Litrede
4 pikoküri üzerindeki radon değerlerini
yüksek kabul etmektedir. ABD’de her
15 evden birinde bu değerlerde veya
bunların üzerinde radon bulunduğu belirlenmiştir. Bu kurumun araştırmalarına
göre, evlerdeki radon düzeylerinin 4pCi/
l’nin altına düşürülmesiyle, akciğer kanserine bağlı ölümlerde %4′e varan azalma olacaktır.
Ülkemizde radon belirleme deneyini ücreti karşılığı Türk Atom Enerjisi kurumu
yapmaktadır. Radon ölçüm cihazı esas
itibariyle bir toplayıcıdan ibarettir. Cihaz yapının en çok kullanılan bölümünde yerden 50 cm yükseklikte bir yere
yerleştirilir ve 2 ila 7 gün burada tutulur.
Sonra bu toplayıcı laboratuvara analiz
için gönderilir. Toplama süresi 6 ay ila
1 yıl olan uzun dönemli radon gazı ölçüm cihazları da vardır. Açık alan deney
cihazları da yapı alanında yapım öncesi
radon salımını belirlemek için kullanılır. Radonun insan sağlığına olan etkisi
ülkemizde az bilinmektedir, ancak artan
bilinçlenme ile beraber belki de ilerde
ev alım satım işlemlerinde radon raporu
şartı aranmaya başlanacaktır.
YAŞAMA SANATI 35
»» AKUPUNKTUR ve HİPNOTERAPİ
Prof. Dr. Osman ÖZCAN
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Histoloji ve Embriyoloji A.D.
Akupunktur ve Hipnoterapi Ünitesi
i
s
e
t
i
l
i
t
er
f
n
İ
k
e
k
E r ve Akupunktur
Rahatsızlıkların ve hastalıkların tedavisinde modern tıbbın imkanlarının en etkin bir şekilde
kullanımının yanı sıra, uygun vakalarda akupunkturdan da yararlanılması günümüzde giderek daha
fazla kabul görmektedir.
Ç
ocuk sahibi olma isteği, insanoğ- men, günümüzde de çocuk sahibi olma
lunun varoluşundan beri onun en isteğini taşıyan insanların %15’i çocuk
temel özelliklerinden biri olagel- sahibi olamamaktadır.
miştir. İnsanoğlu bu istekle donatılma- Herhangi bir doğum kontrol yöntemi
mış olsa idi, yeryüzünü şenlendirebilme
uygulanmaksızın, 1 yıl süreyle, düzenli
potansiyeli taşıyan milyonlarca insan
cinsel ilişkiye rağmen gebelik oluşmabugün hayatta olmanın tadına varamaması durumu infertilite ya da kısırlık
yabilirdi.
Erkek ya da kadın olsun, çocuk sahibi
olma isteği ile birlikte, bedenin de bu Şişmanlıkla erkek infertilitesi
arasında ilişki dikkat çekicidir.
isteğe uyumlu bir şekilde donatılmış olBoy ve kilo arasındaki
duğu görülür.
ilişkiyi ifade eden vücut kitle
Doğuştan ya da sonradan oluşan rahatindeksi, normal değerleri
sızlıkların ve hastalıkların, zaman za20-25 arasıdır. Yapılan
man bu isteğin önünde bir engel oluşaraştırmalarda vücut kitle
turduğu görülür. Tıp, geçmişten bugüne
indeksindeki üç puanlık
bu engelleri kaldırarak, insanoğlunun
artış, erkek infertilitesinde
muradına ermesine aracılık yapma gö%10 artışa neden olduğu
revinde, pek çok ilerleme göstermiştir.
gösterilmiştir.
Bununla birlikte tüm bu çabalara rağ-
36 YAŞAMA SANATI
olarak tanımlanmaktadır. İnfertil çiftlerin yaklaşık %50’sinde, erkek faktörü
rol oynamaktadır. Çocuk sahibi olamama durumunun incelenmesine, daha az
maliyetle ve kolaylıkla tetkik yapılabilmesinden dolayı, öncelikle erkekle başlanılması daha uygundur. Erkek infertilitesinde ilk ve temel tetkik spermlerin
sayı, şekil ve hareket gibi özelliklerinin
incelendiği spermiyogramdır.
Sperm analizinde sıklıkla karşılaşılan
terimler aşağıda açıklanmıştır.
Normozoospermia: Semen parametreleri (sayı, hareket ve şekil gibi) normaldir.
Oligozoospermia: Azalmış sperm sayısı
• Hafif-sınırda: 5-15 milyon/ml
• Ağır: 5 milyon/ml den daha az
Dar giyilen pantolonların
skrotumda (testis bezleri
torbası ya da erbezleri torbası)
ısı artışına neden olarak,
sperm parametrelerinde %50
azalmaya neden olduğu
gösterilmiştir.
Asthenozoospermia: Azalmış sperm
hareketi
Teratozoospermia: Spermlerde artmış
anormal şekil
Oligoasthenoteratozoospermia: Bütün
sperm parametrelerinin normalin altında
olması,
Azoospermia: Hiç sperm olmaması
Aspermi (Anejakülasyon): Semen-ejekülatın olmaması
Lökositospermi: Semendeki lökosit sayısında artış
Nekrozoospermia: Bütün spermlerin
ölü olması.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılındaki bildirimine göre normal semen
parametreleri aşağıda görülmektedir:
Volüm: 1.5 ml ve üzeri
pH: 7,2-7,8
Sperm konsantrasyonu: 15 milyon/ml
ve üzeri
Total sperm sayısı: 39 milyon ve üzeri
Sperm hareketi: %40’den fazlası hareketli,
Morfoloji: %4 ve üzeri normal morfoloji,
Vitalite: %58’den fazlası canlı,
Lökosit miktarı: 1 milyon/ml den az,
Erkek infertilitesine sebeb olan rahatsıklıklar ve hastalıklar aşağıdaki gibi
sıralanabilir.
• Doğuştan gelen faktörler,
• Sonrada oluşan ürogenital anormallikler (tıkanmalar, testiküler tümör
gibi)
• Ürogenital yolların infeksiyonları,
• Artmış skrotal (erbezi torbası) ısı, varikosel sonucu olabilir
• Hormonal rahatsızlıklar,
• Bağışıklık sistemi bozuklukları,
• Sistemik hastalıklar,
• Kullanılan ilaçlar, radyasyon, toksinler, sigara, alkol, gibi bağımlılıklar,
stres, şişmanlık gibi nedenler,
• Sebebi bilinmeyenler (vakaların
%40-50’si)
Şişmanlıkla erkek infertilitesi arasında
ilişki dikkat çekicidir. Boy ve kilo arasındaki ilişkiyi ifade eden vücut kitle
indeksi, normal değerleri 20-25 arasıdır. Yapılan araştırmalarda vücut kitle
indeksindeki üç puanlık artış, erkek infertilitesinde %10 artışa neden olduğu
gösterilmiştir. Vücut kitle indeksindeki
artış sperm sayısında ve hareketinde
azalmaya neden olmaktadır.
Sigara içen erkeklerde sperm sayısında, hareketinde ve normal yapıya sahip
olan spermlerde azalma eğilimi görülür.
Sigara içmenin testesteron düzeyinde
azalmaya sebep olduğu da gösterilmiştir.
Erkeklerde alkol tüketiminin, testislerde
atrofi, cinsel istekte azalma, sperm sayısı ve hareketliliğinde azalmaya neden
olduğu anlaşılmıştır.
Dar giyilen pantolonların skrotumda
(testis bezleri torbası ya da erbezleri
torbası) ısı artışına neden olarak, sperm
parametrelerinde %50 azalmaya neden
olduğu gösterilmiştir.
Şişmanlık, sigara, stres ve
alkol gibi infertilitede etkileri
olan faktörlerle, baş etmede
akupunkturun yararları ile ilgili
çok sayıda araştırma sonucuna
erişilebilir.
Düvene at, meraya ot, insana
dost herzaman lazımdır. *
Stres sperm parametrelerini azaltmaktadır. Stresin azalmasıyla, döllenmede
gelişmeler olmaktadır. Stres fiziksel,
sosyal ya da psikolojik nedenlerle ortaya çıkabilir.
Tıp fakültesi 2. sınıftaki 36 erkek öğrencide yapılan bir araştırmada, final sınavı döneminde ve tatil dönemi sonunda
yapılan sperm tetkiklerinde, sınav stresinin sperm sayısı, hareket ve şeklinde
olumsuz değişikliklere neden olduğu
belirlenmiştir.
Prostatit, epididimit ve orşit gibi erkek
genital yolların infeksiyonları, erkek infertilitesi oluşumunda %12 oranında rol
oynadığı belirlenmiştir. 50 erkekte yapılan bir araştırma da prostatitli kişilerde
sperm sayısının 3 kat azaldığı görülmüştür.
YAŞAMA SANATI 37
»» AKUPUNKTUR ve HİPNOTERAPİ
Rahatsızlıkların ve
hastalıkların tedavisinde
modern tıbbın imkanlarının
en etkin bir şekilde
kullanımının yanı sıra,
akupunkturdan da uygun
vakalarda yararlanılması
günümüzde giderek daha
fazla kabul görmektedir.
Akupunktur
Akupunktur, tarihin derinliklerinden günümüze uzanan insan sağlığı ve hastalıklara özgün bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Günümüzde Dünya Sağlık
Örgütü’nce içinde infertilitenin de olduğu çok çeşitli rahatsızlıklar ve hastalıklarda akupunkturdan yararlanılabileceği
bildirilmiştir.
Rahatsızlıkların ve hastalıkların tedavisinde modern tıbbın imkanlarının en
etkin bir şekilde kullanımının yanı sıra,
akupunkturdan da uygun vakalarda yararlanılması günümüzde giderek daha
fazla kabul görmektedir.
Şişmanlık, sigara, stres ve alkol gibi infertilitede etkileri olan faktörlerle, baş
etmede akupunkturun yararları ile ilgili
çok sayıda araştırma sonucuna erişilebilir.
»» ERKEK İNFERTİLİTESİ VE AKUPUNKTUR
Nüfus artışına oldukça önem verilen
İsrail’de, bu ülkenin bilim insanları,
kadın ve erkek infertilitesinde akupunkturun etkisini inceleyerek, oldukça
önemli sonuçlara erişmişlerdir. Yaptıkları araştırmalarından biri 2009’da yayınlanmıştır. 39 primer infertil erkekte
akupunkturun etkisi incelenmiştir. Bu erkeklerin 26’sı azospermik (hiç sperm yok)
idi. 9 kişi şiddetli oligospermik (5 milyon/
ml’den az sperm), 4 kişi ise oligospermik
(5-20 milyon /ml sperm) idi. Akupunktur
tedavisi haftada iki gün 10 seans şeklinde
uygulandı.
Tedavi öncesi 39 hastanın 34’ünde skrotal
(testis torbası ya da erbezi torbası) deri ısısı normalden yüksek, beşi normal idi.
Araştırmalar, erkek
infertilitesinde, özellikle genital
inflamasyon sonucu gelişen
skrotal hipertermi ile birlikte
olan azospermi vakalarında
cerrahi işlemle testis ya da
epididimisten sperm elde
edilme yönteminden önce,
bir kür akupunktur tedavisine
başvurunun oldukça yararlı
sonuçlar ortaya koyabileceğini
göstermektedir.
Tedavi sonrasında skrotal ısı üç grupta
değerlendirildi.
Diğer bir araştırmada da 15 azospermi
A grubu: 5 kişi, tedavi öncesi ve sonrası
normal olanlar,
sının, bu kişilerin 10’unda (%67 oranın-
B grubu: 17 kişi, tedavi öncesi ve sonrası yüksek olanlar,
nu gösterilmiştir. Bunların içinde de en
C grubu: 17 kişi, tedavi öncesi yüksek,
tedavi sonrası düşük olanlar.
sistemi) inflamasyonlu 7 kişide olduğu
C grubunda tedavi sonrası öncesine göre
skrotal ısı önemli ölçüde düşüktür. C
grubundaki hastaların hepsinde genital
(üreme sistemi) inflamasyon olduğu
görülmüştür. A ve B grubunda akupunktur tedavisi sonrasında sperm artışı olmazken, C grubunda ise 17 vakanın
15’inde sperm artışı olmuştur.
vakasına yapılan akupunktur uygulamada) sperm sayısında artışa neden olduğubelirgin sperm artışının genital (üreme
görülmüştür.
Azospermi erkek infertilitesinde en inatçı durumlardan biridir. Azospermili vakalarda epididimis ve testisden elde edilen spermlerle yapılan intrastoplazmik
sperm enjeksiyonu (ICSI) ile gebelikler
elde edilebilmektedir. Ancak bu metot,
oldukça, invaziv, travmatik, teknik olarak zor, lokal ya da genel anestezi gerektirmektedir.
Yapılan daha başka araştırmalar da bize,
erkek infertilitesinde, özellikle üreme
sistemi sonucu gelişen skrotal ısı artışı
ile birlikte olan azospermi vakalarında
cerrahi işlemle testis ya da epididimisten sperm elde edilme yönteminden
önce, bir kür akupunktur tedavisine başvurunun oldukça yararlı sonuçlar ortaya
koyabileceğini göstermektedir.
Akupunktur, erkek infertilitesinde, uygun vakalarda tedavi seçenekleri içinde
göz önünde tutulmayı hakettiği söylenebilir.
38 YAŞAMA SANATI
»»
/ Dr. Doğan ÜNAL
Katil Alkol
YAŞAMA SANATI 39
»» TOPLUM
Doç. Dr. Emel ÖRÜN
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Çocuklarımızı Kitaplarla
NE ZAMAN ve
NASIL Tanıştıralım?
Erken dönemde bir
çocuğun gelişiminin
desteklenmesi zeka düzeyi,
pratik düşünme, el-göz
koordinasyonu, duyma
ve konuşma kapasitesi ve
okula uyumunu olumlu
etkilemektedir.
40 YAŞAMA SANATI
E
rken çocukluk gelişimi çocukların hayatın erken dönemlerde
(0-8 yaş) fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimini kapsamakta ve beslenme,
sağlık, zihinsel gelişim ve sosyal iletişimleri için gerekli tüm girişimleri içermektedir. Erken dönemde bir çocuğun
gelişiminin desteklenmesi zeka düzeyi,
pratik düşünme, el-göz koordinasyonu,
duyma, konuşma kapasitesi ve okula
uyumunu olumlu etkilemektedir. Çocuğunuzun büyümesi için nasıl ilk aylarda anne sütü ardından ona özel, günlük
ek besinlerle beslemeniz gerekiyorsa,
uygun ortamlar ve araçlar kullanarak
onun gelişimini destekleyebilirsiniz.
Çocuğumuzun gelişimini desteklemek
için yapabileceğiniz çok şey var aslında.
Bunların başında onunla oyun oynamak,
yürümeye başlaması için onu teşvik
edecek aktiviteler yapmak, dil gelişimi
için onunla bol bol konuşmak, ona kitap
okumak sayılabilir. Bu yazıda çocukların gelişiminde büyük yararı olan kitaplardan bahsedeceğim.
Kitap ve çocuk dendiğinde ilk akla gelen
okul dönemi oluyor çoğu zaman. Fakat
bir çocuğun hayatına kitabın girmesi
için okul dönemine kadar beklemek gerekli değildir ve kitapla tanışmak için
geç kalındığı bile söylenebilir. İçinde
hayvanların, nesnelerin, renklerin, öğretici ve eğitici bilgilerin olduğu kitaplar
çocuklarınızın gelişimini sağlamak için
iyi bir araçtır. Peki bir çocuğun bir kitapla yaşamının erken döneminde karşılaşmasının ne gibi yararları olabilir? Algı
ve dikkatin geliştirilmesi, ince motor
becerilerinin arttırılması, zihinsel kapasitenin geliştirilmesi, dil gelişiminin
sağlanması, okula alışmada kolaylık gibi
birçok katkısı olacaktır. Uzun vadede
ise küçük yaştan itibaren anne/baba ile
birlikte kitap okunarak geçirilen keyifli
saatler, anne-babanın kitap okuma alışkanlığının olması, kitabın günlük hayatın bir parçası olması çocuğun kitaplara
karşı olumlu tutum geliştirmesini sağlayacaktır.
Yaş gruplarına göre çocuğunuza alabileceğiniz kitaplar nasıl olmalı?
6-12 ay arası bir çocuk uzanarak bir şeyi
kavrar, ağzına götürür, oturur, emekler,
heceler ve kelimeleri anlar. Sesli uyaranlara dikkat eder, düşen cismi izler,
ağzına alır ve vurur, resimli kitaplardan
heyecanlanır, kavrar ve ağzına alır. Kitaplar kalın karton ve bezden yapılmış
olabilir, sınırlı yazı ve renkli resimler,
bir sayfada bir resim içeren kitaplar,
bebek yüzü olan kitaplar tercih edilmelidir. Kitap/masal/şarkıyı yatma zamanı
etkinliklerine katabilirsiniz. Bebeğinizin
dikkat süresinin 5-15 dakika olduğunu
göz önünde bulundurun.
13-24 ay arası bir çocuk yürüyerek ve
tırmanarak dünyayı keşfeder, konuşmaya başlar, istenen cismi işaret eder.
Anne kucağından keşfe ayrılır, annebabanın yüzünü okur, saklanan nesneyi
arar, düğmeye basar, oyuncakları kurar,
sayfadaki resimleri gösterir. Kalın karton kitaplar, parlak resimler, az kelime
içeren kitaplar olabilir, günlük yaşantıyı
anlatan resimleri ve hikayeleri sever. Kitabı tutabilir ve doğru yöne çevirebilir.
Çocuğunuz hazır olduğunda ona yüksek
sesle kitap okuyabilir, çocuğun kitabı
seçmesine ve çevirmesine izin verebilir,
okuma sırasında cümle tamamlamasına
fırsat verebilirsiniz. Defalarca aynı kitabı isteyebilir. Dikkat süresi daha uzun
fakat değişkendir (en fazla 20 dk).
İyi secilmiş kitapları okumak,
geçmiş yüzyılların seçkin
zekalarıyla önceden düzenlenmiş
bir konuşmaya katılmak gibidir.
Descartes
2-3 yaş arası bir çocuk bağımsız merdiven inip çıkar, pek çok kelime söyler,
basit cümleler kurar, vücut kısımlarını
isimlendirir. Kalem tutar ve “O” şeklini
kopyalar. İsteklerinde ısrarcıdır. Oyunda
bir şeyin başka bir şeyin yerine geçtiğini anlar. Kalın karton kitaplar, interaktif
kitaplar (karşılıklı konuşma, soru sorma
fırsatı tanıyan) uygundur. Yeni şeyler
öğrenmeyi sever (hayvanlar, eşyalar,
renkler). Kitabı onun tutması için fırsat
verin. Her gece kitap okumanız faydalı
olacaktır. Dikkat süresi 5-30 dakikadır.
3-5 yaş arası bir çocuk iki ayak üstünde
zıplar, uzun cümleler kurar, sorular sorar, “+” şeklini kopyalar. Bebekleri ile
konuşur, başka çocuklara roller verir,
hayali senaryolar kurar. Arkadaşlar ve
aile hakkında daha kompleks hikayeleri dinler, karmaşık şekilli çizimleri olan
karton kitaplar tercih edebilirsiniz. Parmağını okunan satır üzerinde yürütür,
harfleri ve adını yazmayı öğrenir. Yazının soldan sağa ve yukardan aşağı okunduğunu anlar. Okumayı interaktif olarak
sürüdürün; çocuğun hikaye anlatmasına
izin verin, dikkat süresi 40 dakikaya kadar uzayabilir.
Çocuk kitaplarının çoğunda yaşanılan
hayattan örnekler vardır. Okula gitmek
istemeyen veya yeni kardeşi olmuş bir
çocuğun, okulda arkadaşlarına vuran,
yalan söyleyen ve sonunda yalnız kalan bir çocuğun, doğaya zarar vermenin
yanlış bir davranış olduğunu nedenleri
ile öğrenen bir çocuğun hikayesi anlatılır: böyle kitaplarla çocuğunuz onu neler
beklediğini yaşamadan öğrenme fırsatını yakalayabilir veya kendisi benzer
olayları yaşarken sorunlarının üstesinden daha rahat gelebilir.
YAŞAMA SANATI 41
»» HİKAYE
Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Üroloji Anabilim Dalı
Düğün
Fotoğrafçısı
Cihânda âşık-ı mehcûr sanma râhat olur
Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur
Şeyhülislam Yahya
Yusuf Ziya Ateş
42 yaşında, erkek, müzmin bekâr.
Prestijli bir kamu kuruluşunda üst düzey memur – daimi meslek.
Düğün fotoğrafçılığı – en son terk ettiği hobi (yeni bir macera arayışında).
1.72 boy, 76 kilo, alnı açık, saçlar kırağı tozu rengi ile süslü, gözler ela.
Sakal yok (top sakal bile yok), bıyık yok; boyun bağı var ama dünyada ayak bağı yok.
Biraz caz, biraz tango; biraz sinema, biraz kitap ve her güne yalnız bir kahve.
Hayat felsefesi tek cümle: Carpe Diem!
…
Bana kendini tanıt deseler böyle söylerdim herhalde.
Kısa sivi (cv). Oldukça kısa ve özet.
42 YAŞAMA SANATI
D
aha fazlasını kimsenin bilmeye
hakkı yok. Bilmesine gerek de
yok. Çünkü ilginç bir hayatım
yok. Herkes gibiyim. Sabah kalkıyor;
“çiş, diş, traş, duş” dörtlüsünden oluşan
ev ödevimi tamamladıktan sonra kahvaltı
yapmadan koşar adımlarla evden çıkıyorum. Zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin,
erdem sahibi-karaktersiz ne kadar insan
varsa hepsini ama hepsini eşit hale getiren o karmaşık trafiğin içine karışıyorum.
Trafikte yaşadığım heyecan ve gerginlik
de olmasa kendimi ölü gibi hissedeceğim. Her şey o kadar sıradan ki iş yerime
vardığımda, arabamı park edeceğim yer
bile yıllardan beri hep aynı.
Aptallığın 3 alameti
Sebebsiz darılmak
Lüzumsuz konuşmak
İyice tanımadan güvenmek…
Madame Roland
Benim işim evraklar. Kağıtlar. Dosyalar.
Gelen ve giden belgeler.
Her sabah çalışma odamdan içeri girerken kapının önünde yığınla dizilmiş beni
bekleyen dosyalarım var. Gün, hafta ya
da ay içerisinde kapımın önünde koliler
içerisinde bekleyen o dosyaları birer birer masama taşıyor, içlerindeki bilgileri
derinden derine okuyor, inceliyor (eski
tabirle tahkik ediyor), sonra da bir karara
varıyorum.
Oysa ne dosyada yazılı olan memleketlere gittim (yalnızca ihtiyaç duyduğumda görevlendirme yazısı alarak yerinde
inceleme yapıyorum), ne dosyalardaki o
insanlarla tanıştım ve ne de verdiğim kararların yüzde yüz doğruluğundan, adaletli ve haktan yana olduğundan eminim.
Yalnızca dosyayı inceliyor ve dosyadaki
veriler ışığında, yılların getirdiği tecrübe
ile bir karara varıyorum. Eksik, yanlış
ve hatalı noktaları yakalıyor; kamu yararına, kamu saadeti için ve yine kamu
adına cezalar öneriyorum.
Bu önerdiklerimin bir kısmı uygulanıyor
ve birilerinin canı yanıyor. Bir kısmına
ise canı yanacak olanlar önceden itiraz
ediyorlar ve bir üst kurulda incelenerek
neticelendiriliyor. Ve ben bu işi yıllardan
beri her gün yapıyorum.
İşimi zevkle yaptığımı söylemeyi çok isterdim. Oysa değil keyif almak, kimi zaman o dosyaların üzerine benzin döküp
yakasım geliyor. Kapalı dört duvardan
oluşan odamdaki o küçücük pencereden,
kimi zaman dışarıda akan yoğun trafiği
izlerken kaderin beni buraya hapsettiğini düşünüyorum.
Geçenlerde ziyaretime gelen (ki gelen
çok nadir insan olur) bir arkadaşıma;
“Ne uzar, ne de kısalırım ben burada.
Dosyalar gelir ve dosyalar gider. Her yıl
biraz daha yaşlanır ve yorulurum. Bütün
hepsi bu” diye dert yandığımı hatırlıyorum.
Mesleğimin ilk yıllarında büyük bir
heyecanla işe başladığımdan eminim.
Anadolu’nun küçük bir kentinde il birincisi olarak üniversite sınavını kazanmış ve istediğim fakülteye derece ile
girmiştim. Aynı azimle okulu bitirdikten
sonra bulunduğum birime girebilmek
için önce yazılı sınavı geçmiş; sözlü sınav için de birilerini referans yazdırarak
zor bela bulunduğum odaya kavuşabilmiştim. O yıllarda üst düzey bir memur,
prestijli bir makam ve iyi kazandığım
para benim yaşadığım hayatın gerçeğini
görmemi engellemişti. Zamanla makamın kocaman bir hiçlikten ibaret olduğunu ve paranın her şey demek olmadığını anladıktan sonra kafama dank etti.
O andan itibaren ise tüm kazandıklarım
benim sıradan alışkanlıklarım haline dö-
nüşüverdi. İşimden şikâyet ediyor ama
bulunduğum koltuğu terk edemiyordum.
Hangi memuriyete geçsem bundan daha
fazla para kazanamayacağımı da biliyordum.
Aslında yaptığım işi biraz da kendime
yakıştıramıyordum. Bana göre okul hayatı hep birinciliklerle geçmiş bir adam
şimdi daha iyi bir noktada olmalıydı.
Keşke yükselmenin bir sınavı olsa da
girseydim. Oysa okul başarısı bir yere
kadardı. Buraya kadar alın teri ve gayret
ile gelebilmiştim. Sanıyordum ki ya da
istiyordum ki bundan sonra da sınavlar
olsun ve ben çalışarak onları da kazanıp yükseleyim. Oysa hayatımda geriye
dönüp baktığımda bu düşüncemin en
büyük hatalarımdan biri olduğunu farkettim. Çünkü hayatta yazılı sınavların
YAŞAMA SANATI 43
»» HİKAYE
»» DÜĞÜN FOTOĞRAFÇISI
Düğün fotoğrafçısı
olmalıydım. Gülen,
eğlenen, oynayan
insanların fotoğraflarını
çekmeliydim.
Yüzlerindeki tebessüm
ve mutluluğu ancak
böyle yakalayabilirdim.
ötesinde bambaşka seçim kriterleri vardı
ve ben zeki Anadolu çocuğu ne yazık ki
bunlardan bihaberdim.
Geçen akşam televizyonda bir spor
programı izlerken bu düşüncemde hiç
de haksız olmadığımı anladım. Anadolu takımlarından birini çalıştıran futbol teknik direktörü, karşısındaki spiker bayana tam da bunları söylüyordu.
"Ben sanıyordum ki; çalışarak ve gayret
ederek memleketin üç büyük takımının
birinin başına geçebileceğim. Oysa çok
sonra anladım ki çalışmak bir yere kadarmış. İnsan emek vererek bir yere kadar gelebiliyormuş. Hayatta asıl yükselme ondan sonra başlıyormuş. Belli bir
aşamadan sonra yalnızca insan insanı bir
başka noktaya taşıyabiliyor yoksa sizin
gayretli ve çok çalışkan olmanız değil".
Spiker bayan arada bir itiraz ediyor
farklı şeyler söylüyor olsa da teknik
direktör konuşmasını son sürat devam
ettiriyordu. Belli ki onun da içi yanmış
ve o acıyla konuşuyordu. Sonunda kadının hafiften alaycı üslubunu susturmayı
başardı: “Şimdi sen, ülkenin en büyük
ve en çok izlenen bu kanalında spikerlik yapabilmek için neler yaptıklarını bir
hatırlayıverirsen ne demek istediğimi
daha net anlayacak ve artık itiraz edemeyeceksin”.
Tıpkı o teknik direktörün yaşadığı hayal kırıklıklarını yaşıyordum kendi iç
dünyamda. Sınav ve yarışma yoktu.
Yaşadığım odadan ve oturduğum o koltuktan kurtulmanın elbette farklı yolları
da vardı. Bunları ben de o teknik adam
gibi geç de olsa sezinledim. Ama gel gör
ki bu kez de “kaburgası kalın delikanlı”
olmak diye bir şey vardı. Serde delikanlılık olması istenmeyen adam olmak için
yeter de artar bile…
Mutluluğu arıyordum. Madem o bana
gelmiyor ben ona gitmeliyim diyordum.
Nerede ve nasıl? Hangi insanlar en çok
mutludur? Mutluluk anını en iyi nasıl
yakalayabilirim? Günlerce, haftalarca
44 YAŞAMA SANATI
bunu düşündüm. Kendi mutluluğum için
başkalarının mutluluklarını izlemem gerekirdi. Belki onları taklit ederek bireysel mutluluğumu yakalayabilecektim.
Ve bir sabah uyandığımda, koşar adımlarla işe değil “fotoğrafçılık kursu”na
kayıt oldum.
Bana göre bir insanın en mutlu olduğu
an evlendiği gündü. O gün kadın ve erkek herkes gülerdi. Herkes güldüğü için
adı düğündü. Düğün demek neşe, mutluluk, oyun ve eğlence demekti. Bu huzurun bana sıçraması için benim de aynı
ortamda bulunmam gerekirdi. Kendi
kendime beklersem yalnızca davet edildiğim birkaç düğüne gidebilirdim. Oysa
benim her hafta bir düğünde olmam gerekirdi. Düşündüm taşındım ve bir çıkış
yolu buldum.
Düğün fotoğrafçısı olmalıydım. Gülen,
eğlenen, oynayan insanların fotoğraflarını çekmeliydim. Yüzlerindeki tebessüm
ve mutluluğu ancak böyle yakalayabilirdim. Özellikle de gelin ve damadın
fotoğrafları. Nihayetinde bu düğünün en
mutlu iki insanı gelin ve damat idi.
Bir yıllık bir fotoğraf eğitiminin ardından birkaç tanıdık vasıtası ile yalnızca
hafta sonları iş yapmak üzere bir fotoğrafçı ile anlaştık. Para hiç konuşmadım.
Adam kendince bir şeyler kazandığını
ve bana da vereceğini söyledi. Miktarı
ile ilgilenmedim. Amacım para kazanmak değildi çünkü. Ben istediğimi kazanabilirsem eğer bunun para ile zaten
bir karşılığı yoktu. Adam da bedava
çalıştıracak birini bulduğu için zevkle
kabul etti. Ve heyecanla hafta sonları işe
başladım.
Tanınmamak için o hafta içi perşembeden itibaren sakalımı kesmiyordum.
Cumartesi pazara geldiğimizde ise sakalım oldukça uzamış oluyordu. Dışarıdan
satın aldığım, açık alnımı kapatan bir
peruk, başımda yüzümün neredeyse yarısını kapatan spor bir şapka, gözümde
iri siyah güneş gözlükleri, bacaklarımda
eski bir kot pantolon ve spor ayakkabılarımla aynada kendimi bile tanımaz
olmuştum. Kimsenin beni tanımasını
istemiyordum. Bu yüzden müşterilerimle özel konuşmalara ikili sohbete katılmamak için özen gösteriyordum. Çekim öncesi muhabbet kurmuyor, çekim
aralarında, çay faslında uzakta durup
işimle ilgileniyormuş izlenimi veriyordum. Çünkü kimliğimin deşifre olması
hali hazırda yürüttüğüm memuriyetimin
sonu demek olabilirdi.
Fotoğraf çektirmek isteyen çiftler dükkânın sahibi ile pazarlık yapıp anlaşıyorlardı. Başlangıçta stüdyoda çekim
yapıyor ardından çiftin istediği özel bir
yer var ise oraya gidiyor ve çekimlere orada devam ediyorduk. İşin verdiği
acemilikle başlangıçta oldukça keyif
almıştım. Stüdyoda hazır arka planların
önüne gelini, damadı tek ve ikisi birlikte
bir çift olarak yerleştiriyor ve farklı farklı çekiyordum.
“- Biraz sağa lütfen” / “- Şimdi hafif
sola” / “- Biraz dik duralım, evet işte
böyle, omuzları da hafif dikleştirelim,
tamamdır” / “- Lütfen bana doğru bakar
mısınız, tam kulağıma doğru” / “- Şimdi
biraz da tebessüm lütfen, tatlı bir tebessüm. İşte böyle mükemmel oldu” / “- Siz
eşinizin elini tutuyorsunuz ve gözlerinin
içine bakıyorsunuz. Ama derin bir bakış lütfen. Gülücüklerle birlikte. Bakın
bu çok daha güzel oldu” / “- Şimdi de
bu tablonun arkasına, evet, eteğe dikkat
edelim lütfen, kablolara ayağınız takılmasın”
Sonra da buna benzer konuşmaların aynısını dışarıda bir mekânda tekrarlıyordum.
Önce fotoğrafçının klasik çekim usullerini denedim. Memnun kalmadım.
Kendi yaratıcılık gücüm ve photoshop
programının bilgisayarda yarattığı mucizelerin yardımı ile mükemmel fotoğraflar çekmeye başladım. İlk olarak stüdyodaki mekânı baştan sona kendi tarzıma
göre yeniledim. Arka plan, stüdyonun
tabanı, ışıklar, fotoğraf makinesi vs. Bir
ayın sonunda dükkâna giren insan o eski
halin bu dönüşümünü şaşkınlıkla izliyor
ve dükkân sahibine bu gidişle sosyetenin
fotoğrafçısı olup çıkacağını şaka yollu
söylüyorlardı. Sonra da bu değişimin benimle birlikte başladığını bilenler bana
övgü dolu sözcükler sıralıyordu.
Daha sonra müşterilerimin klasik olarak
önerdikleri mekânlardan farklı yerlerde
çekimler yapmaya başladım. Benden
önce şehrin bilinen parklarında, göl kenarında, birkaç ağaç ve çiçek yanında
klasik çekimler yapılıyordu. Buna bir
farklılık katmalıydım. Mesela hayatla
ölümün iç içe geçtiği mezarlıktaki yaşlı
çınar ağacının altı gençler için heyecan
verici olabiliyordu. Başlangıçta çok yadırgasalar bile şehre uzak mezarlıktaki
o eşsiz manzara, yeşillik ve ağaç karşısında muhteşem görüntüler elde ederek
gençleri memnun edebiliyordum. Ya da
tren istasyonları, otobüs terminalleri,
eski şehir konaklarının önü, asmalı köp-
rünün üzeri, yeşillikler içindeki bir bağ
evi, tarihi dokusunu yitirmemiş şehrin
eski sokakları vs. Her birinde farklı bir
konu işliyor, her seferinde hayatın içinden renkli, mutlu kimi zaman o mutluluğa bulaşmış hüzünlü kareleri fotoğraf
makinemle canlandırıyordum.
Müşterilerim ziyadesi ile memnun ve
çektiğim fotoğraflara ağzı açık kalarak
bakıyorlardı.
Oysa övgülerden bir uzak hayatım vardı.
Benim işim dosyalar ve evraklar. Kimse bugüne kadar yaptığım iş dolayısı
ile beni ne takdir ne de tekdir etmişti.
Alışık değildim böyle şeylere. Yalnızca
yaptığım işe odaklanıyordum hepsi bu.
Şimdi de öyle. Ben mutluluğu arıyordum, içimde yitik bir hazine var da beni
bekliyormuş gibi bir his vardı ve ben o
hazinenin peşine düşmüştüm. Aradığım
methiye değil mutluluğun bizatihi kendisi idi.
Bulabildim mi? Heyhat! Ne çare!
İnsanlar en mutlu oldukları düğün karelerinde bile kızgınlık, yorgunluk, hüzün
ve karmaşık duygular ile dolu idiler. Bu
süre içerisinde gelin ve damat başta olmak üzere onlara eşlik eden akrabaları
da dahil gözlemlediğim tek bir kare vardı: Telaş ve korku. Bir an önce olsun bitsin ve formaliteler tamamlansın modunda idiler. Sürekli bir koşuşturmaca ve
panik havası içinde çarçabuk fotoğraflarını çektirip hızla uzaklaşmak istiyor-
lardı. Şuurlu ve istekli olarak fotoğraf
çektirdiklerini düşünmüyordum. Düğün
salonu ayarlamak, yemek ve müzik hazırlıkları yapmak, düğün günü giyilecek
kıyafet hazırlıkları yapmak ve kuaföre
gitmek gibi pek çok sıradan işten biri de
bu arada bir fotoğrafçıya uğramaktı.
Bana geldiklerinde güya mutlu olan çiftin yüzünde mutluluktan ziyade korku
daha baskındı. Düğüne geç kalacakları
korkusu, gelin arabasının önünün kesileceği yahut kaza yapacağı korkusu,
gelinliğin başına bir iş geleceği korkusu,
gelinliğin eteklerine basıp düşüleceği
korkusu, fotoğraf stüdyosundaki ışıklar
altında terden makyajın akacağı korkusu
ya da ter kokulacağı korkusu, gelin ve
damadın ailelerinin her an için kavga
edebileceği korkusu, düğünün büyüsünün aniden kaybolabileceği korkusu,
başlarına kötü bir olay geleceği ve düğünün yarıda kalacağı korkusu gibi sıralanabilecek pek çok korku vardı üzerlerinde.
Benim aradığım telaş ve korku değil,
mutluluk kareleri idi. Bir müddet sonra
bu fotoğrafçılık canımı sıkmaya başladı.
Yanılmıştım! Aradığım şey burada değildi. Bu yüzden yaklaşık iki yıl süren
bu düğün fotoğrafçılığı macerama bir
son verdim. Ama arayış sürecim halen
devam ediyor.
Mesela kendime son zamanlarda yeni
bir uğraşı edindim. İstediğim kareleri
yakalayabilmek ve düğün fotoğrafçılığından sonra içimdeki boşluğu doldurabilmek için yepyeni bir meşgale.
Her Cuma akşamı düğün fotoğrafçısı
kıyafetlerimi giyiniyor ve havaalanının
yolunu tutuyorum. Uçakla Anadolu’nun
bir ücra kentine gidiyor, iki gün boyunca
o şehri; caddelerini, tarihi sokaklarını,
kahvehanelerini, parklarını, biçimsiz gecekondularını, mahalle aralarını dolaşıyorum. Cami önlerinde muhabbet eden
yaşlı erkekler ile mahalle içindeki karşılıklı evlerde oturan kadınların sokak önü
dedikodularının sergilendiği fotoğraflar
çekiyorum. En çok onlar ilgimi çekiyor
nedense.
Bir de o şehrin en büyük mezarlığını ziyaret ediyorum.
Çünkü babamın yıllar önce söylediği o
söz halen kulaklarımda: “Bir şehrin insanlarını tanımak istiyorsan önce mezarlıklarını ziyaret edeceksin. Zira ölülerine
kıymet vermeyen, geçmişini ağırlamaya
değer görmeyen, onların yattığı toprakları güzelleştirmeyen bir topluluktan hayır
gelmez! Onlardan uzak dur. Ölüsünün
kıymetini bilmeyen dirilerinin kıymetini
nasıl bilsin?”
O istediğim mutluluk anını, fotoğraf karesine aktarır aktarmaz söz, bu işleri bırakacağım!
»» TÜP BEBEK
Doç. Dr. Zehra Candan İLTEMİR DUVAN
Emb. Aslıhan PEKEL
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tüp Bebek Merkezi
Tüp Bebek Tedavisi
?
R
İ
D
E
N
Günümüzde, istenildiği halde çocuk sahibi olamama toplumda önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. İnfertilite eşlerin ortak sorunudur, yetersizlik veya zayıflık değildir.
Ü
reme tedavilerinde çığır
açan tüp bebek yönteminin ilk ‘bebeği’ Louise Brown 25 Temmuz 1978’de
İngiltere’de dünyaya geldi. Louise Brown’ın doğumuyla dünyanın
her yerinden milyonlarca infertil
çifte tüp bebek yoluyla çocuk sahibi olmanın kapıları açılmıştı ve
bu ilk tüp bebeğin doğumundan bu
yana geçen 35 yılda yardımcı üreme tekniklerinde büyük mesafeler
alındı. Tüp bebek ve bu kavramın
içeriğindeki teknikler eskiden
46 YAŞAMA SANATI
ümitsiz olan çiftlere özlemlerinin
gerçekleşmesinde çok büyük imkanlar sağlıyor.
Günümüzde, istenildiği halde çocuk sahibi olamama toplumda
önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İnfertilite eşlerin
ortak sorunudur, yetersizlik veya
zayıflık değildir. İnfertil çiftin değerlendirilmesinde hedef öncelikle infertilite nedeni veya nedenlerinin ortaya konmasıdır. Başlangıç
değerlendirilmesinin eşlerin her
ikisi ile yapılması önemlidir.
İnfertilite, en az 1 yıl herhangi bir
korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kez düzenli cinsel
ilişki olmasına rağmen gebelik
elde edilmemesi olarak tanımlanmaktadır. Sağlıklı ve doğurganlık
açısından hiçbir problemi olmayan 100 çifti incelediğimizde bir
ayda sadece %20-25’i gebeliğe
ulaşır. Bu oran 6. ayın sonunda
%70’e yükselir. Bir yıl sonunda
ise bu 100 çiftin sadece %80-85’i
gebelik elde edebilmektedir. Yani
çiftlerin %10-15’i gebeliğe ulaş-
mak için yardımcı yöntemlere
başvurmak zorunda kalmaktadır.
İnfertilite, %30-40 oranında erkek,
%40-50 oranında kadına ait nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Çiftlerin
%25’inde erkek ve kadın faktörü birlikte bulunmaktadır. %1015’inde ise bir neden bulunamamaktadır. Tüp bebek yöntemi,
yumurta ve spermin laboratuvar
ortamında döllenmesidir. Sperm
ve yumurta laboratuvar ortamında
birleştirilir, oluşan embriyolar 2-5
gün takip sonrasında annenin rahmine transfer edilir.
Tüp bebek tedavisinde önemli
olan hastaya özel en doğru protokolün belirlenmesidir.
Tüp bebek tedavisi 5 aşamadan
oluşur.
Hormonların baskılanması
Tüp bebek tedavisinde ilk olarak
kadının hormonları baskılanır.
Bunun en önemli nedeni baskılama sonucunda istenmeyen zamanda yumurtaların çatlamasını önlemek ve fazla sayıda embriyo elde
edebilmek için yeteri kadar sayıda kaliteli yumurta hücresi elde
etmektir. Günümüzde dünyadaki
hemen hemen tüm üreme sağlığı
merkezlerinde KOH (Kontrollü
Döllenme işi; sperm ve
yumurtanın bir araya
bırakılarak döllenmenin
olmasının beklenildiği klasik
yöntemle yapılabileceği
gibi, mikroenjeksiyon
yöntemi ile yumurtanın
içine direk spermin
verilmesi ile de yapılabilir.
Ovarian Hiperstimülasyon) uygulanır. Kontrollü Ovarian Hiperstimülasyon değişik ilaçlarla ve
değişik yöntemlerle uygulanabilir.
Yumurtalıkları uyarmak amacıyla
bazı hormonlar kullanılır.
Foliküllerin belli büyüklüğe ulaşması ve kan östrojen seviyesinin
belli değerlere ulaşması yumurtanın olgunlaşması konusunda bilgi verir. Aynı zamanda çatlatma
iğnesinin ve ardından yumurta
toplama zamanının belirlenmesini sağlar. Bu süreç yaklaşık 12-16
gün sürecektir fakat süre kişiye
göre değişiklik gösterebilir.
Yumurta toplama işlemi (OPU)
Tüp bebek tedavisinde yumurta
toplama işlemi hastanın ağrı hissetmemesi açısından sedasyon
anestezisi (uyku hali) altında,
transvajinal ultrasonografi eşliğinde yapılır. Bu işlem sırasında foliküllerin içindeki sıvı toplanarak,
sıvı içinde yumurta olup olmadığına bakılarak varolan yumurtalar alınır. Her folikülün içinden
yumurta çıkmayabilir. Yumurtalar
toplandıktan birkaç saat sonra etraflarındaki hücreler temizlenerek
olgun olup olmadıkları değerlendirilir. Olgun olan yumurtalara ise
dölleme işlemi uygulanır. Yumurta toplama işlemi sonrasında 1-2
saat dinlendikten sonra hasta eve
yollanır.
Döllenme (IVF-ICSI)
MII oosit denilen olgun ve döllenebilecek yumurtalar seçildikten
sonra yumurta toplama günü hastanın eşinden alınan spermlerle
labaratuvar koşullarında döllenme
işlemi gerçekleştirilir. Sperm analizinde hiç sperm olmayan erkeklerde PESA/MESA/TESE veya
Mikro-TESE yöntemleriyle sperm
elde edilir. Semen, yıkama işlemlerinden geçirilerek hazırlanır.
Döllenme işi; sperm ve yumurtanın bir araya bırakılarak döllenmenin olmasının beklenildiği klasik yöntemle yapılabileceği gibi,
özellikle bazı durumlarda döllenme şansını arttırabilmek için mik-
roenjeksiyon (ICSI- intracytoplasmic sperm injection) yöntemi ile
yumurtanın içine direk spermin
verilmesi ile de yapılabilir. Döllenmiş yumurta transfer edilebilecek hale gelene kadar özel kültür
ortamında takip edilir. Gelişimi
olan ve kaliteli embriyo seçilerek
rahim içine transfer edilir.
Embriyo Transferi
Embriyo transferi anestezi gerektirmeyen ağrısız bir işlemdir. Genellikle abdominal ultrason eşliğinde
ince bir kateter ile yapılır. İşlem
öncesi rahim ağzı özel sıvılar ile
temizlenir. Transfer edilecek embriyoların seçimi çok önemlidir.
Embriyolar iki hücreli aşamadan
çok hücreli blastokist aşamasına kadar herhangi bir dönemde
transfer edilebilir. Hastanın yaşı
ve daha önceki denemeleri transfer edilecek embriyo sayısı açısından önemlidir. 35 yaş üzeri ve
en az iki defa tüp bebek tedavisi
uygulanmış hastalara 2 embriyo
verilirken, bu şartları sağlayamayan hastalara tek embriyo transferi uygulanır. Transferden 1-2 saat
sonra hasta evine gidebilir. Eğer
hastanın kalan döllenmiş iyi kalite embriyosu varsa, dondurularak
saklanabilir.
Gebelik testi(beta-hCG)
Tüp bebek tedavisinde embriyonun
rahim içerisine transfer edilmesinden 12 gün sonra gebelik testi yapılır. Rahim içerisine yerleştirilen
embriyoya ait hücrelerin β-HCG
hormonu salgılaması ve bu hormonun anne kanına geçmesi için
yaklaşık 10-12 gün süre geçmesi
gerekir. 14. gün gebelik testi tekrarlanır. Gebelik sonucunun iki
katına yakın artması beklenir. Klinik gebelik varlığı 2 hafta sonra
yapılan ilk gebelik ultrasonu sonucunda belirlenir. Bu ilk ultrasonda
rahim içerisinde gebeliğe ait kese,
bebek kalp atımları ve kese sayısı
değerlendirilir.
YAŞAMA SANATI 47
»» DENEME
Mücahit ŞENTÜRK
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dönem 5
48 YAŞAMA SANATI
Dursun Zaman
“En son Giden’e…”
ağınıktı tüm dünya. Sesler karışıktı, insanlar koşuşturmaca
içindeydi. Kimileri anlamsızca
bağırıyordu, kimileri ise çaresizce ağlamaktaydı. Büyük bir yangın vardı, kaçış
ondandı. Can derdine düşmüştü insanlar. Kimi kendisi için kimi de çocuğu
için koşturup duruyordu. Uzağa gitmek
istiyorlardı hepsi. Yangından uzağa..
uzağa ve güvenli bir yere.
Ben ise ortadaydım. Ne kaçıyordum, ne
korkuyordum. Ne canımı acıtan bir şey
vardı, ne de bir çabam vardı kurtulmak
için. Sadece izliyordum. Kaçmıyordum,
ama yanmıyordum da. Sadece bekliyordum. Tam ortadaydım. Ve o yangını görüyordum. Her anını görüyordum. Her
sesi duyuyor ve her insanın acısını okuyabiliyordum yüzlerinden. Ama hiçbir
şey yapmıyordum, belki de yapamıyordum bilmiyorum.
Sonra yangının birden akıl almaz bir
hızla büyüdüğünü ve her yana yayılmaya başladığını gördüm. İnsanların
çığlıklarının artan sesine, koşmalarının
daha bir hızlanmasına, bekleyenlerin ise
yüzlerine yansıyan acılarına…hepsine
birden şahit oluyordum. Ben de korkuyordum sanırım, ama nedenini bilmediğim hâlde kaçmıyordum.
Sonra başka insanlar da gördüm, onlar
da yanıyorlardı ama gitmiyorlardı bir
yere, kaçmıyorlardı. Bekleyip ağlayan
veya koşuşturan, çığlıklarla kaçışan
insanların arasında böyle duran ve gülümseyen insanlar da vardı. Sanki onlar acı çekmiyorlardı, huzurluydular.
Anlam veremedim bu duruma. Daha
da büyük bir şaşkınlıkla bakınıyordum
çevreme. Ve birisini gördüm o sırada…
Tam karşımda durmuş, bana bakıyordu. Alevler içindeydi O da, ama huzurlu
olanlardandı. Tanıdık bir yüzdü bu, hem
de çok tanıdık. Gülümsüyordu bana, el
sallıyordu. Ben ise hareketsizce kalakalmıştım. Seviyordum O’nu, gördüğüme
sevinmiştim, ama alevler vardı her bir
yanında. Ne yapacağımı bilemedim,
şaşkındım. Sonra durdu birden, bıraktı gülümsemeyi. Sadece elini sallıyordu
artık. Veda ediyordu bana sanki. Döndü
arkasını ve ağır ağır yürümeye başladı.
D
Ben ise hareket edemedim. Gidemiyordum arkasından. Bağırıyordum durması için, ama duyuramıyordum sesimi.
Artık yangın her tarafı sarmıştı ve ben
de o ateşten çemberin içindeydim. Kimileri hâla umutsuzca çırpınıyor, gittikçe
daralan o çember içinde koşuşturuyordu. Kimileri ise artık teslim olmuş, sadece bekliyordu. Çünkü sonuç belliydi
ve kaçış yoktu. O çember daralıyordu
ve insanlar bir şekilde içinde sıkışacaktı.
Daha da artan seslerin, çığlıkların arasındayken en sonunda ateş bana da değmişti. Ben de yanıyordum artık. Alevler
içindeydim ama hissetmiyordum hiçbir
şey. Sadece bakıyordum Giden’in arkasından. Adım adım uzaklaşmasını
izledim, yine bir şey yapamıyordum.
İzliyordum, çaresizce yanıyordum ben
de diğer insanlar gibi. Ama ne huzurluydum ne de acı çekiyordum, şimdilik
sadece yanıyordum. Sesler artıyordu ve
ateşin sıcaklığı yakıyordu. Ama alevlerin tüm o ışığı sönüyordu yavaş yavaş,
karanlığa bürünüyordu her yer. Yanıyordum…ama ateşi görmeden, sadece
hissederek…
Ve o karanlık birden aydınlanıverdi.
Açmıştım gözümü, rüya aleminden dönmüştüm gerçek (!) dünyaya bir anda.
Alev falan yoktu, acı da yoktu, ama biraz korku ve şaşkınlık vardı. Ne anlama
geliyordu bunlar? Yangın ne yangınıydı? Ben neden görmüştüm alevler içinde
O’nu? Neden veda etmişti bana? Neden
dönüp gitmişti? Hiçbir anlam veremiyordum tüm bunlara. Durdum bir süre
yatakta. Gözlerim açıktı ama zihnim
kapanmıştı sanki, düşünemiyordum
hiçbir şey…
Rüya bitmişti, şaşkınlığım geçmemişti
henüz..ama işin garibi sesler de gitmemişti. Gözümü açmış olmama rağmen
yine duyuyordum. Ama bu seferkiler
çığlıklar, haykırışlar değildi. Ayak sesleriydi bunlar, biri koşuyordu evin içinde.
Başka sesler de duydum sonra. Konuşan birileri vardı. Kalktım yatağımdan,
açtım odamın kapısını ve gittim yanlarına doğru.
Merakla girdim içeri, korkuyla baktım
karşımdakilere.. Biri oturmuş ağlıyor,
diğeri ayaktaydı. Bir başkası da koşuşturuyordu aceleyle, bir yere yetişecek gibi.
Sonra bana döndü bakışlar ve başladı
o kısa süreli ama uzun suskunluk. Ben
bozdum suskunluğu, sonra konuşmaya
başladı karşımdaki dudaklar. Gözyaşları da beraberinde başladı akıvermeye.
Ama o gözyaşları dindiremiyordu dudaklardan dökülen sözcüklerin verdiği
acıyı, söndüremiyordu başlayan o yangını. Çok şey söylendi, çok şey duydum.
Ama aslında olan ve anladığım tek bir
şey vardı: “O, gerçekten gitmişti.”
İnanamadım, inanmak istemedim. Aldığım haberin şokuyla sarsılmıştım.
Bir yandan da rüyam vardı aklımda. O
bakışı, çevresindeki alevler, tebessümü,
elini sallaması, arkasını dönmesi ve ağır
ağır yürümesi. Nasıl olabilirdi bu? Bir
rüya, gerçeği nasıl bu kadar yansıtabilirdi? Nasıl bu kadar yaşatabildi bana?
Veda etmişti, ardından da gerçekten gitmişti. Aklım almıyordu bunu.
Peki ben neden hâla hayattaydım? O
çember benim için de daralmıştı. Ben de
alevler içindeydim, ben de yaşamıştım o
yangını. Ben neden gidememiştim? Neden hareket edemeden kalakalmıştım?
Bu çember hayat mıydı? Yoksa ölüm
müydü? Herkesin içinde olduğu ama
belki henüz görmediği, göremediği bu
çember ne içindi? Alevler herkes için
vardı ama neden kimine yakarak acı
verirken kimine huzur vermişti? Peki
ben neden bir şey hissetmemiştim? Hissetmem için ne gerekiyordu? Daha da
önemlisi sonuçta ne hissedecektim? Acı
mı yoksa huzur mu? Bunu ne belirleyecekti? Benim o çemberde ne kadar kaldığım mı, yoksa nasıl kaldığım mı?
Nasıl kalmıştım? Nasıl kalmalıydım?
Ve nasıl kalacaktım? Ne zamana kadar
kalacaktım, zaman benim için ne zaman
duracaktı?
Bu soruların cevabını ne zaman bulacaktım? Ya da bulacak mıydım?...
…….
Şarkı’dan…
Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu.
Elleri ellerimden kayıp giden yıldız
oldu.
Gülünce ışık saçan o gözler yaşla doldu.
Ağlama, dönmez artık.
Bir varmış, bir yok oldu…
YAŞAMA SANATI 49
»» PLASTİK ve ESTETİK CERRAHİ
Yrd. Doç. Dr. Bülent TEKEREKOĞLU
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi A.D.
Plastik,Rekonstrüktif ve
Estetik Cerrahi Nedir?
Plastik cerrahi uzmanları sihirbaz değil, görünümü bozulmuş ya da fonksiyonunu kaybetmiş
bir organın kabul edilebilir bir görünüme ulaşması ve bunun yanında fonksiyonel hale
getirilebilmesi için, temel cerrahi prensipler doğrultusunda onarım yapan tıp doktorlarıdır.
T
oplumumuzda birçok kişinin sandığı ve son zamanlarda medyanın
da gündeminde yer aldığı gibi
Plastik Cerrahi sadece Estetik Cerrahi
demek değildir. Tabiatın vermiş olduğu doğal güzellik,vücut bütünlüğü ve
dış görünüm, çeşitli hastalıklar, tümörler, enfeksiyon, iş ve trafik kazaları ve
yanık nedeniyle bir şekilde bozulmuş
olabilir. Bu değişiklikler kişinin günlük
fonksiyonel yaşamını etkilediği gibi ruh
sağlığının bozulmasına da yol açabilir.
İşte plastik cerrahi, Gaspare Tagliacozzi’nin
1597 yılında belirttiği gibi, bu sorunları
düzelten, kişinin yaşamını fonksiyonel
ve ruhsal açıdan kolaylaştırarak topluma
kazandırmaya çalışan bir tıp branşıdır.
Plastik cerrahi uzmanları sihirbaz değil,
50 YAŞAMA SANATI
görünümü bozulmuş yada fonksiyonunu
kaybetmiş bir organın kabul edilebilir
bir görünüme ulaşması ve bunun yanında fonksiyonel hale getirilebilmesi
için, temel cerrahi prensipler doğrultusunda onarım yapan tıp doktorlarıdır.
Plastik sözcüğü eski Yunan dilinde “plastikos”, Latincede “plasticus” sözcüğünden
gelmektedir. Yoğrulabilir, şekil verilebilir
demektir.RekonstrüktifsözcüğüiseLatince
“reconstruction” kelimesinden türetilmiştir. Yeniden oluşturma ve onarım
anlamına gelir. Plastik cerrahi ameliyatlarında onarım amacıyla genellikle
kişinin kendi dokularından yararlanılır,
gereğinde silikon gibi suni maddeler de
kullanılır. Bu tanımlardan da anlaşıldığı
gibi, plastik ve rekonstrüktif cerrahinin
ağırlıklı uğraş alanı, kişideki mevcut
bozukluğa göre doku ve organlarınların
yeniden şekillendirilmesi ile en iyi estetik görünüm ve fonksiyon kazandırmak
Plastik cerrahide diğer
cerrahi branşlarda olduğu
gibi standart ameliyatlar
mevcuttur ancak bunların
yanında her hastadaki
mevcut soruna göre
temel cerrahi teknik ve
prensiplerine sadık kalınarak
çok değişik modifikasyonlar
da uygulanır.
amacına yöneliktir. Vücudun herhangi
bir bölge veya organına sınırlı değildir.
Saçlı deriden ayak tırnağına kadar vücudun tüm bölgelerini içeren ameliyatlar yapılır. Her yaş grubundaki hastaya
hitap eder. Çocuklarda daha çok dudak
damak yarıkları, doğum lekeleri, parmaklarda yapışıklık, fazla parmak gibi
doğumsal anomaliler, hayvan ısırmaları
ve diğer yaralanmalar, gençlerde meme
yokluğu, meme deformiteleri, gibi gelişim bozuklukları, yaralanmalar, enfeksiyon, tümörler, orta ve ileri yaşlarda ise
yaşlanmanın genel etkileri ile ortaya çıkan sorunlarla uğraşılır. Genel anlamda
kapanmayan, vücudun bütünlüğünü bozan, zor açık yara sorunları ile uğraşan
bir cerrahi tıp branşı olarak da tanımlanabilir.
Rekonstrüktif işlemler:
♦♦ Deri kanserleri
♦♦ Doğumsal anomaliler (Yapışık parmak, altı parmak, yarık damak-dudak
vs)
♦♦ Yüz yaralanmaları ve yüz kemik kırıkları (Maksillofasial cerrahi)
♦♦ El yaralanmaları (Parmak kopmaları,
el damar, sinir ve tendon yaralanmaları)
♦♦ Şeker hastaları ayak yaraları
♦♦ Yanık
♦♦ Meme kanseri sonrası rekonstrüksiyon
Estetik Cerrahi:
♦♦ Burun estetiği (Rinoplasti)
♦♦ Göz kapağı estetiği (Bleferoplasti)
♦♦ Kepçe kulak (Prominent ear)
Ameliyat sonucunun iyi
olması için, kişi ayrıca
kendisini ameliyat eden
hekimin ameliyat öncesi
ve sonrası tavsiyelerine
kesinlikle uymalıdır.
Sadece görünüm bozukluğu nedeniyle estetik ameliyat uygulanan hastaların psikolojik durumları da göz
önünde tutulur. Hastanın vücut görünümünün düzeltilmesi özgüven duygularını artırır. Bu açıdan cerrahinin psikiyatri bölümü olarak da adlandırılabilir.
Plastik cerrahide diğer cerrahi branşlarda olduğu gibi standart ameliyatlar mevcuttur ancak bunların yanında her hastadaki mevcut soruna göre temel cerrahi
teknik ve prensiplerine sadık kalınarak
çok değişik modifikasyonlar da uygulanır. Hastadaki görünüm ya da fonksiyon
eksikliği geniş bir yelpazede değerlendirilir ve hasta için en iyi sonuç verecek
girişim seçilir. Plastik cerrahide probleme sanatçı gözüyle yaklaşmak gerekir.
Bu yaklaşım nedeniyle plastik cerrahi
genel olarak en son çare olarak seçilir,
plastik cerrahi uzmanları hemen hemen
tüm tıp branşlarına özellikle de cerrahi
branşlara konsültan hekim olarak çalışırlar. Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik
cerrahi bölümünün uğraştığı alanları
özetlersek;
♦♦ Göğüs estetiği
♦♦ Karın germe (Abdominoplasti)
♦♦ Yağ alma (Liposuction)
♦♦ Erkekte göğüs büyüklüğü (Jinekomasti)
lir. Bu nedenle bu ameliyat çocuk okula
başlamadan önce koruyucu olarak yapılır. Yine üst göz kapağı sarkıklığı görüş
alanını daraltabilir. Bu hastalarda yapılan basit bit lokal müdahale ile hastanın
görüş alanı genişler.
Görüldüğü gibi çok geniş bir uygulama
alanı olan plastik cerrahi kapsamında
sayısız ameliyatlar yapılmaktadır. Bu
konuda ameliyat geçirecek bir kişinin
önceden çok iyi bir araştırma yapması,
seçtiği hekim ile tüm ayrıntıları konuşması, ameliyat sonrası ortaya çıkabilen
ve komplikasyon denilen istenmeyen
sonuçlar hakkında bilgi sahibi olması
eğer kullanılacaksa silikon gibi sentetik
dolgu maddeleri hakkında bilgi edinmesi ve ameliyata bedensel ve ruhsal
olarak hazırlıklı olması gerekmektedir.
Ameliyat sonucunun iyi olması için, kişi
ayrıca kendisini ameliyat eden hekimin
ameliyat öncesi ve sonrası tavsiyelerine
kesinlikle uymalıdır.
♦♦ Kaş kaldırma
♦♦ Yüz germe
Minimal invaziz girişimler:
♦♦ Botoks
♦♦ Dolgu
♦♦ Yüze yağ enjeksiyonu
♦♦ Mezoterapi
♦♦ PRP (Plazma Rich Protein)
♦♦ Cilt soyma (Kimyasal
peeling)
Estetik cerrahide ki şu örnekleri vermek isterim.
“Kepçekulak deformitesi” Özellikle
okul çağındaki çocuklarda ağır psikolojik sorunlara neden
olur. Çocuklar genelde acımasız oldukları
için böyle bir sorunu
olan çocukla alay ederler,
ona isim takarlar. Çocuğun
psikolojik yapısı bozulabilir, içe kapalı bir çocuk haline gelebilir, okul başarısı
olumsuz yönde etkilenebi-
YAŞAMA SANATI 51
»» TIBBİ GENETİK
Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZNUR
Ümmü Gülsüm ERCAN
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Genetik Anabilim Dalı
PRENATAL TANI VE
YÖNTEMLERİ
Fetüse ait hastalıkların ve
doğumdan sonra bebekte
ortaya çıkabilecek ve
müdahale gerektiren
durumların doğumdan
önce öğrenilmesiyle
bu duruma karşı
önlem almak mümkün
olabilmektedir.
G
ünümüz tıbbının yeni ve hızla
gelişen konularından biri de doğumdan önce fetüs (doğacak bebek) hakkında bilgi sahibi olmaktır. Fetüse ait hastalıkların ve doğumdan sonra
bebekte ortaya çıkabilecek ve müdahale
gerektiren durumların doğumdan önce
öğrenilmesiyle bu duruma karşı önlem
almak mümkün olabilmektedir.
Önlem alabilmek ve gerekli tedavileri
zamanında yapabilmek için bebek henüz
fetüs olarak isimlendirilen doğum öncesi gebelik sürecinde iken bilgi sahibi
olabilmek önemlidir. Bu amaçla doğum
öncesinde çeşitli tanı yöntemlerini kul-
52 YAŞAMA SANATI
lanıp tanı konulmasına “Prenatal Tanı”
adı verilmektedir. Prenatal tanının amacı
sadece anormallikleri fetal hayatta saptamak ve bulunduğunda gebeliğin sonlandırılmasına imkan tanımak değildir.
Risk altındaki ailelere sağlıklı çocuklara
sahip olma şansının verilmesi felsefesine dayanır.
Hastalıklı çocuk sahibi olma riski yüksek olan çiftleri bilgilendirerek çocuk
istekleri için farklı seçenekler sunmak,
yüksek risk grubundaki kişilere güven
sağlamak ve onların endişelerini azaltmak prenatal tanı yöntemlerinin ve
beraberinde verilmesi gereken genetik
danışmanın amaçları arasındadır. Genetik danışma ile normalde tekrar çocuk
sahibi olmaya cesaret edemeyen, belli
bir genetik hastalıklı çocuk sahibi olma
riski yüksek olan çiftleri, hastalığın tanısının anne karnındayken konulabileceği
konusunda bilgilendirerek, sağlıklı bir
gebeliğe başlama imkanı tanımak mümkündür. Bu sürecin yeterli deneyime
sahip uzman bir ekip tarafından yürütülmesiyle genetik hastalıklı çocuk sahibi
olacak çiftlere, psikolojik olarak hazırlanma, gebeliğin/ doğumun uygun izlemi ve yönlendirilmesi ve doğum sonrası
bakım gibi konularda hazırlanma imkanı
sağlanacaktır.
Her şeyden önemlisi anne
ve baba prenatal tanı
yaptırıyor olmakla, bebekte
bir anormallik saptanması
durumunda gebeliği
sonlandırmak zorunda
olmadıklarını bilmelidir.
Prenatal Tanı ve Genetik Danışma
Gebeliklerinde bir sorunla karşılaşan
ebeveynler, içinde bulundukları durumu anlamak ve yapılacak işleme izin
verip vermemek konusundaki kararları
için bilgilendirilmeye ihtiyaç duyarlar.
Genetik danışma ekibi de başvuran çiftin özel durumu ile ilgili olarak genetik
riskini değerlendirerek aileye bilgi verecektir. Genetik danışmada şu konular
üzerinde durulur:
♦♦ Fetüsün etkilenme riski
♦♦ Sorunun ne olduğu ve olası sonuçları
♦♦ Uygulanacak girişim riskleri ve kısıtlılıkları
♦♦ Bir sonuç alınması için gerekli süre
♦♦ Başarısızlık durumunda işlemin tekrarlanmasına gereksinim duyulması
olasılığı.
Ayrıca genetik danışma için başvuran
çifte elde edilecek sonuçların yorumlanmasında güçlükler olabileceği, sonuca
göre yeni tetkikler ve konsültasyonlar
istenebileceği ve hatta bu aşamalardan
sonra bile elde edilen sonucun kesin olmayabileceği konusunda ayrıntılı bilgi
verilecektir. Her şeyden önemlisi anne
ve baba prenatal tanı yaptırıyor olmakla,
bebekte bir anormallik saptanması durumunda gebeliği sonlandırmak zorunda
olmadıklarını bilmelidir. Bu işlemlerde
amaç fetüste söz konusu hastalığın olup
olmadığını anlamaktır. Anne ve baba bebeklerinin problemli olması halinde bile,
bebeğin doğması yönünde karar verebilirler. Bu takdirde hasta fetüsün prenatal
tanınması, en azından aileye hasta bir
çocuk için duygusal ve tıbbi olarak hazırlanma olanağı sağlayacaktır.
Bu nedenle gerek Prenatal Tanı yapılıp
yapılmamasına, gerekse tanı yöntemlerinin seçimi ve tanı sonrası davranış
biçimlerinin belirlenmesi aşamalarının
tümüne gerekli bilgilendirme yapıldıktan sonra anne ve babanın karar vermesi
ve sorumlulukların paylaşılması sağlanmalıdır.
Prenatal Tanı Endikasyonu
Bugüne kadar başta gelen prenatal tanı
endikasyonu ileri anne yaşıdır. Kuzey
Amerika ve Batı Avrupa’da 35 yaşından sonraki gebeliklerin en az yarısı
amniyosentez için başvurmaktadır. İleri
anne yaşının artmış riske sebep olduğu
asıl durum Down sendromudur. Yine de
çoğu Down sendromlu fetüs, annelerinin
35 yaşından genç olmaları sebebiyle rutin olarak koryon villus biyopsisi (CVS)
veya amniyosentez önerilmemesinden
dolayı doğum öncesi dönemde tanımlanamamaktadır.
Bir gebenin CVS, amniyosentez veya
kordosentez ile prenatal tanı yapılmasına aday olmasında genel olarak kabul
edilen ilke, bebekte anomali riskinin en
azından işleme bağlı düşük yapma riskinden yüksek olmasıdır. Bunlar;
1. İleri anne yaşı,
2. Önceki gebelikte kromozomal anomali öyküsü,
3. Ebeveynlerde dengeli kromozom
anomalisi taşıyıcılığı (Dengeli translokasyon),
4. Ailede biyokimyasal ya da DNA analizi ile tanısı konabilen genetik hastalık öyküsünün bulunması,
5. Kötü obstetrik öykü (ailenin tekrarlayan düşüklerinin olması),
6. Ailede spesifik prenatal tanı testi olmayan X-kromozomal hastalık öyküsünün bulunması,
7. Maternal serum taramasında yüksek
risk saptanması
8. Ultrasonda malformasyon gözlenmesi
Genetik Amaçlı Prenatal Tarama ve
Tanı
Tarama: Hastalık/ düzensizlik olasılığını belirtir. Tanı için daha spesifik testlerin gerektiği kişiler belirlenir.
Tanı: Hastalığın varlığını kesinleştirir.
Yüksek oranda kesinlik söz konusudur.
1. İnvaziv olmayan testler (tarama
amaçlı):
♦♦ Ultrasonografi (USG)
♦♦ Anne kanında hormon tarama testleri
(ikili, üçlü testler)
Bu testler genetik anomali var mı? Sorusuna "Evet / Hayır" cevabını veremez.
Belirli anomaliler için risk artışını ifade
edebilirler. Bu testler sonrasında gebeliğin düşükle sonuçlanma riski yoktur.
2. İnvaziv testler (tanı amaçlı):
♦♦ Koryon Villus Biyopsisi (Plasentadan
örnek alınması)
♦♦ Amniyosentez (Anne karnında bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan örnek
alınması)
♦♦ Kordosentez (Fetal Kan örneklemesi)
♦♦ Preimplantasyon genetik tanı
Analizlerinde genetik anomali için "Evet
/ Hayır" cevabı alınır. Kesin tanı konur.
Bu işlemler sonrasında az da olsa gebeliğin düşükle sonuçlanma riski vardır.
3. Yeni geliştirilen testler (tanı amaçlı):
♦♦ Anne kanında bebeğe ait hücre analizi
İnvaziv olmayan ve tanı amaçlı kullanılabilen testtir.
Prenatal Tanı Yöntemleri
1. İnvaziv olmayan tarama testleri:
Ultrasonografi (USG):
USG ile bebeğin ense kalınlığı ölçümü
yapılır (şekil-1). Ense cildi kalınlığının
3mm’nin üzerinde olması halinde kromozomal bozuklukların arttığı bildirilmektedir. Tecrübeli uzman hekimin
yapacağı USG ile kalp anomalileri, akciğer anomalileri, böbrek anomalileri,
karın duvarı anomalileri ve bazı iskelet
anomalileri saptanarak bunlarla ilişkili olabilecek Down sendromu gibi bazı
kromozomal bozukluklar ve diğer bazı
genetik hastalıklar hakkında ön değerlendirme yapmak mümkün olabilmektedir. Ancak USG ile yapılan ölçümlerin,
ölçüm yapan kişilere göre değişim göstermesi yöntemin güvenilirliğini azaltmakta, yanılma ve hatalı risk hesaplamalarına sebep olabilmektedir.
Şekil-1: USG ile bebeğin ense kalınlığı ölçümü.
Anne kanında hormon tarama testleri
(ikili, üçlü testler):
Tarama testleri tanı koydurmaz. Bilinmesi gereken en önemli nokta bu testlerin sadece yüksek risk taşıyan ve kesin
tanı koyduracak ileri testlerin yapılmasına gerek olan bireyleri belirlemeye
YAŞAMA SANATI 53
»» TIBBİ GENETİK
»» Prenatal Tanı ve Yöntemleri
Anomalileri daha erken
dönemde ve daha yüksek
duyarlılıkta saptamak
amacıyla değişik tarama
testlerinin geliştirilmesi
devam etmektedir.
yarayan bir tarama testi olduğudur. Tüm
tıbbi incelemelerde olduğu gibi tarama
testlerinde de yanılma olasılığı vardır ve
hatalı pozitif ya da hatalı negatif sonuçlar elde edilebilir. Hatalı pozitif sonuç
bebek normal olduğu halde testin pozitif çıkması yani riskin yüksek olarak
bulunmasıdır. Hatalı negatif sonuç ise
bebekte Down sendromu, Trizomi 18 ya
da nöral tüp defekti anomalilerinden biri
ya da daha fazlasının olmasına rağmen
tarama testinde riskin düşük olarak bulunmasıdır.
1970’lerin sonlarına doğru ‘’alfa-fetoprotein’’ nöral tüp defektlerinin taranması amacıyla kullanılmaya başlandı.
Anomali riskini daha erken dönemde ve
daha yüksek duyarlılıkla saptayabilecek
testlerin geliştirilmesi çalışmalarının
sonucunda ikili tarama testi geliştirildi. Bu test Down sendromu ve Trizomi
18 adı verilen kromozomal anomaliye
sahip bebekleri gebeliğin ilk üç ayında
saptamaya yönelik bir tarama testidir.
Bu testin daha erken dönemde yapılabilmesi, duyarlılığının daha yüksek
olması ve Down sendromu ile trizomi
18 olgularının %90’ının tanımasına yar-
dımcı olması gibi üçlü teste göre bazı
avantajları vardır. Ancak ikili testte AFP
ölçümü yapılmadığından üçlü testten
farklı olarak nöral tüp defekti için risk
hesaplaması yapılamaz. Nöral tüp defektlerinin önemli bir kısmının USG ile
saptanması, yine benzer şekilde Down
sendromu varlığında, duruma eşlik eden
pek çok USG bulgusunun da olması nedeni ile ikili test sonucu normal çıkan
anne adaylarında normal gebelik takipleri yeterli olacaktır.
11-14. gebelik haftalarında yapılan ikili tarama testinde anneden alınan kan
örneğinde gebelik hormonu olan betahCG’nin serbest kısmının (free betahCG) ve PAPP-A (gebeliğe özgü plazma
proteini-A) proteinin ölçümü yapılır. Bu
ölçümlerin aynı gün yapılan USG muayenesinde ölçülen bebeğin ense kalınlığı
ile birlikte değerlendirilmesiyle ortalama risk hesaplanır.
Üçlü tarama testinde 16-18. gebelik
haftalarında anne kanında beta-hCG,
alfa-feto protein (AFP), estriol (E3)
hormonları ölçülür. Bu hormonların düzeyini etkileyebilecek olan en önemli
değişken incelemenin yapıldığı tarihteki
gebelik haftasıdır. Bu nedenle annenin
son adet tarihini doğru bilmesi son derece önemlidir. Anne adayının yaşı, daha
önceden anomalili doğum öyküsü olup
olmaması, sigara kullanımı, kilosu ve
boyu gibi değişkenler de hesaba katılır.
Elde edilen bu ham veriler daha sonra
bilgisayar programına girilerek risk hesaplaması yapılır. Bilgisayar programı
tarafından yapılan değerlendirme sonu-
cu elde edilen risk oranının kabul edilebilir sınırlarda olup olmamasına göre
amniyosentez gibi ileri tetkike gerek
olup olmadığına karar verilir.
Yapılan test sonucu Down sendromu riskinin 1:2048 olarak rapor edildiği bir örnekte bu sonuç bebekte Down sendromu
olup olmadığını belirtmez. Bu raporda
örnekteki anne adayı ile aynı özelliklere
sahip 2048 kadından sadece 1 tanesinin
Down sendromlu bebek doğurduğu bu
nedenle bu annenin de Down sendromlu bebek doğurma ihtimalinin 2048 de
bir olduğu söylenmektedir. Down sendromu için kabul edilen sınır 1:280’dir.
Risk kabul edilen sınırdan daha yüksek
olduğunda test pozitif olarak değerlendirilir. Riskin daha yüksek çıkması
durumunda (örneğin 1:100 ya da 1:40)
ileri tetkik olan amniyosentez önerilir.
Örnek verilen 1:40 olarak belirlenmiş
yüksek risk durumunda bile bebeğin
sağlıklı olma olasılığı Down sendromu
olma olasılığından yaklaşık 40 kat fazladır. Üçlü testin Down sendromunu yakalama olasılığı %60 civarında olup %5
kadar hatalı pozitif olma olasılığı vardır.
Üçlü test ikiz gebeliklerde de uygulanmakta ve tekiz gebeliklerde elde edilene
benzer oranlarda başarı sağlamaktadır.
Üçüz ya da daha fazla sayıda bebek içeren gebelikler içinse elde yeterli veri olmadığından yapılmaz.
2. İnvaziv testler (tanı amaçlı):
Koryonik Villus Biyopsisi (CVS):
Gebeliğin 9-10. haftalarında uygulanabilir. Anestezi gerektirmez. İnce bir iğne
ya da kanülle USG eşliğinde annenin karın duvarından ya da doğum kanalı yoluyla plasentadan örnek doku alınması
esasına dayanır (şekil-2 A, B).
Alınan doku kültüre edilerek bebeğe
Üçlü test ikiz gebeliklerde
de uygulanmakta ve tekiz
gebeliklerde elde edilene
benzer oranlarda başarı
sağlamaktadır. Üçüz ya da
daha fazla sayıda bebek
içeren gebelikler içinse elde
yeterli veri olmadığından
yapılmaz.
54 YAŞAMA SANATI
Sahip olduğunuz tek şey
ÇEKİÇ ise
Herkesi çivi gibi görmeniz
normaldir…
A.Maslow
Şekil-2 A, B: İnce bir iğne ya da kanülle USG eşliğinde annenin karın duvarı (A) ya da doğum
kanalı (B) yoluyla örnek doku alınması.
ait kromozom elde edilir. İncelenerek
genetik tanı konur. Bu uygulama sonrasında %1-3 oranında gebeliğin düşükle
sonlanmasına sebep olan komplikasyon
gelişebilir.
Amniyosentez:
Gebeliğin 16. haftasından itibaren 22.
haftaya kadar yapılabilir. Anestezi gerektirmez. USG eşliğinde ince bir iğne
ile annenin karın duvarı yoluyla bebeğin
içinde bulunduğu amnion sıvısından 1020 cc örnek alınarak (şekil-3), sıvı içindeki
bebeğe ait döküntü hücrelerinin kültüre
edilmesi ve kromozom elde edilerek genetik inceleme yapılması esasına dayanan bir yöntemdir. Bu inceleme ortalama üç hafta sürmektedir.
Şekil-3: USG eşliğinde ince bir iğne ile annenin karın duvarı yoluyla fetüsün içinde bulunduğu amnion sıvısından örnek alınması.
Kordosentez (Fetal Kan örneklemesi):
3. Yeni geliştirilen testler:
16. gebelik haftasından itibaren uygulanabilir. Anestezi gerektirmez. USG eşliğinde bebeğin göbek kordonundan kan
örneği alınması (şekil-4) esasına dayanır.
Amniosentezde olduğu gibi, karyotip
elde edilerek genetik tanıya gidilir. Uygulama sonrası gebeliğin %1-3 oranında düşükle sonuçlanma ve eğer bebek
20.gebelik haftasından büyükse immatür doğum riski vardır. Anne adayının
işlemden sonra birkaç saat dinlenmesi
düşük riskini azaltır. Başarısız amniosentez uygulamalarından sonra prenatal
tanı yöntemi olarak önerilir.
Anne kanında bebeğe ait hücre analizi:
Bebeğe ait az sayıda hücre anne kan dolaşımına geçebilir. Bu amaçla gebeliğin
6.-8. haftalarında anne kanındaki bebeğe ait hücrelerin yakalanması, saflaştırılması ve karakterize edilmeye çalışılması
esasına dayanan bir analizdir. Bebeğe
ait hücrelerin yıllarca anne kanında kalabilme potansiyeli olması uygulamanın
kullanılabilirliğini kısıtlamaktadır. Diğer analiz yöntemlerine göre maliyeti
yüksektir.
Şekil-4: USG ile bebeğin göbek kordonunun görüntülenmesi (A) ve ince bir iğne ile kan örneği alınması (B).
YAŞAMA SANATI 55
»» AİLE
Nazlı ÖZBURUN
Aile ve Evlilik Terapisti
İnsan
HAKLI olduğuna
inanmışsa...
İnsan haksız olduğunu düşündüğünde daha kolay özür dileyen taraf olduğu halde, kendi
haklılığına inanmış insan diğer insan üzerine olması gerekenden daha fazla giderek haksızlık
yapma hakkını kendinde bulur. Yani diyebilirim ki kendi haklılığına inanmış insandan korkun,
çünkü o haksızlık yapmaya daha müsait bir yapıya doğru kayar.
56 YAŞAMA SANATI
Kapı açılır elbette, sen yeter ki VURMAYI BİL !
Ne zaman açılır bilmem, sen yeter ki sabırla o kapıda DURMAYI bil!
Hz.Mevlana
H
er zaman kendini haklı görmek, kişinin kendisini hiç hata
yapmaz olarak kodladığının bir
göstergesidir. Bir insan düşünün ki hiç
hata yapmıyor. O zaman onun insan olduğundan şüphe etmek lazım. İnsan hata
yapar çünkü. Hatalarıyla öğrenen bir
yapıda yaratılmış insanın kendisini hiç
hata yapmama üzerine kodlaması en büyük hatasıdır zira. Daima tetikte olmayı
ve belki de kendi içinde bildiği hatalarını diğerleri fark etmesin diye sürekli
örtmeye çalışması onu yer bitirir.
İnsan haksız olduğunu düşündüğünde
daha kolay özür dileyen taraf olduğu
halde, kendi haklılığına inanmış insan
diğer insan üzerine olması gerekenden
daha fazla giderek haksızlık yapma hakkını kendinde bulur. Yani diyebilirim ki
kendi haklılığına inanmış insandan korkun, çünkü o haksızlık yapmaya daha
müsait bir yapıya doğru kayar.
İdeal olanın insanın hata yapabilen bir
tarafının olduğunu kabul edebilmesi ve
karşıdaki insanın da yüzde yüz haksız
olamayabileceğini öngörmesidir.
İkili ilişkilerde “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye başlayan ve
haksızlık edildiğini düşündüğü için karşısındakine sözleriyle atom bombaları
atan insanlar vardır. “Sen bana bunu nasıl yaparsın?” diye düşünürler. İnançları
odur ki kendileri çok yüce kişiler olduğundan, siz ona bunu yapamazsınız.
Trafikte sizi sollayan bir sürücü için
“Bunu bana nasıl yapar? Benim kim
olduğumu bilmiyor! Ondan bunun hesabını soracağım! Nasıl benim yolumu
alır?” düşüncelerini ardı ardına sıralayan
ve davranışlarında “tüm yol hakkının
kendinde” olduğunu düşünen kişi, ilişkilerinde de kendisine tanıdığı hakların
çiğnenmesine karşı aşırı duyarlı ve saldırgandır.
Diğer insanın yaptığı her davranışı, kendisine rağmen ve kendisine karşı yapılmış olarak algılama eğilimi taşıdığından
ve her durumda tek haklı olanın kendisi
olduğunu zannettiğinden dolayı yanında
yaşamayı seçmiş eşine dünyayı dar edebilir.
Her şey kendisini var etmek, kendisini
onaylamak ve değersizlik duygularını
“değerli olma” duygularıyla doyurmak
zorundadır. “Bütün dünya kendisine
borçluymuş” gibi davranır herkese. Ne
kadar da verirseniz verin, borcunuz bir
türlü azalmaz! Bir türlü doymak bilmeyen bir yapıyla yaşamaktasınızdır çünkü.
Hep onun acelesi vardır... Hep onun için
dönmektedir dünya... Diğer zavallıların
varlığı onun içindir... Ve eğer etrafındakiler bunu fark edemiyorlarsa, onlara
kim olduğunu en ağır şekilde gösterecektir…
Diğer insanın yaptığı
her davranışı, kendisine
rağmen ve kendisine karşı
yapılmış olarak algılama
eğilimi taşıdığından ve
her durumda tek haklı
olanın kendisi olduğunu
zannettiğinden dolayı
yanında yaşamayı seçmiş
eşine dünyayı dar edebilir.
Kendisi hep haklıdır ve karşı taraf çoğunlukla haksız... Zaman zaman hata
yaptığında, kendi hatasının üstünü örtmek için elinden gelen tek şey olarak,
karşısındaki kişiyi eleştirmeye başlar.
Hatasını görüp kabul etmek ve düzeltmek için harcaması gereken çabayı, diğer kişiyi eleştirerek harcar. Onu
haksız çıkarmak için tüm akıl gücünü
kullanarak, kendi hatasını gündemden
düşürmek ister... Çoğu zaman da bunu
yapar. Ama kendi haklılığına inancından
ve hatasız olabileceğine saplanıp kalmış
olmasından dolayı yaptığı hatalar onu
geliştirmez, savunmacılığını geliştirir.
Böylece sahte bir dünya içinde kendi
yüce varlığına ve haklılığına hayran ola
ola bir ömür yaşar ve etrafındakilere de
gün yüzü göstermeden çekip gider dünyadan.
Kendi haklılığına inanan insan, suni bir
özgüven geliştirir ve zaman zaman bu
yönüyle diğer insanları kendisine hayran bırakarak dikkat çekebilir. Bunu devam ettirebilmek adına yüksek bedeller
ödese de ve ne kadar sıkıntı yaşasa da
buradan beslenen, kendi değerini diğerinin üzerinde bıraktığı etkiyle ölçmeye
çalışmış birey için bu durumu bırakmak
zordur.
Her zaman haklı olduğunuza inanıyor,
tüm insanların da bunu görmesini ve
kabul etmesini istiyorsanız... Birisi sizi
eleştirdiğinde haklı olsa bile çileden çıkıyorsanız... Her durumda onaylanmak
istiyorsanız... Yanlış davranabileceğiniz
ihtimaline bile açık değilseniz... Dikkat
edin, bir probleminiz var demektir!
YAŞAMA SANATI 57
»» DERMATOLOJİ
Doç. Dr. Evren SARIFAKIOĞLU
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dermatoloji Anabilim Dalı
Behçet Hastalığı
Paterji testinin pozitif çıkması tek başına Behçet Hastalığı teşhisi konması için
yeterli değildir ve mutlaka diğer belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir.
Behçet Hastalığı için
kabul görmüş tek test
paterji testidir. Steril
tuzlu su çözültesinin deri
altına enjekte edilmesi
ya da steril iğne ile cildin
delinmesi ardından 2448 saat sonra bir papül
(kızarık küçük kabartı)
ya da püstül (sivilce
benzeri baş veren kızartı)
oluşması testin pozitif
olduğunu gösterir.
58 YAŞAMA SANATI
B
ir Türk doktoru olan Hulusi
Behçet tarafından 1937 yılında
teşhis edilen ve bu nedenle uluslararası literatürde Behçet Hastalığı ya
da Behçet Sendromu olarak adlandırılan
hastalıktır. Genelde deri altı, göz, beyindeki kan damarlarının iltihaplanmasına yol açan, sebebi bilinmeyen, nadir
görülen, bağışıklık sistemi ile ilgili bir
hastalıktır. En çok 30-40 yaşlarındaki
erkeklerde görülür. Başta Türkiye olmak
üzere dünyanın her yerinde Behçet Hastalığı görülmektedir. Dünya’da en çok
Japonya, Türkiye ve İsrail’de görülür.
Behçet Hastalığı kendine özgü belli
bulguların varlığı ile teşhis edilir. Ana
kriterler denen ve bu hastalıkta görülen
belirti ve bulgular şunlardır:
♦♦ Ağızda tekrarlayan aftlar
♦♦ Göz belirtileri olarak irit, iridosiklit,
hipopiyon
♦♦ Genital bölgede (Cinsel organ çevresinde) yaralar ve yara izleri
♦♦ Deri lezyonları (deri altında ağrılı
kırmızı şişlikler - eritema nodosum,
damar iltihabı - tromboflebit,deride
sivilce benzeri iltihaplanmalar)
♦♦ Behçet Hastalığına özgü paterji reaksiyonu pozitif olması
Bulguların tümünün aynı anda ortaya çıkması şart değildir. Bazı bulgular
hastalığın ilk yıllarında yok iken birkaç
sene sonra ortaya çıkabilir. Teşhiste yararlı olan fakat Behçet Hastalığının kri-
teri olarak kabul edilmeyen başka belirti
ve bulgular da vardır;
♦♦ Büyük venlerde tromboflebit (Bacak
toplar damarlarında tıkanıklık)
♦♦ Arteryel tromboz (Atardamarlar içinde pıhtı oluşması)
♦♦ Epididimit (Testiste iltihaplanma)
♦♦ Arterial oklüzyon (Atardamarlarda
tıkanıklık)
♦♦ Merkezi sinir sisteminin tutulumu
♦♦ Şiddetli baş ve boyun ağrısı
♦♦ Eklem ağrıları veya artrit
Behçet hastalığı’nın
tedavisinde romatoloji,
dermatoloji, göz
hastalıkları uzmanları ve
gerektiğinde nörolog ve
kalp/damar cerrahları
ortak çalışır.
Teşhiste kullanılan testler
Behçet Hastalığı için kabul görmüş tek
test paterji testidir. Steril tuzlu su çözültesinin deri altına enjekte edilmesi ya da
steril iğne ile cildin delinmesi ardından
24-48 saat sonra bir papül (kızarık küçük kabartı) ya da püstül (sivilce benzeri
baş veren kızartı) oluşması testin pozitif
olduğunu gösterir. Paterji testi hastalığın
süresi, şiddeti ya da diğer yakınmaların varlığı ile ilişki göstermez, bir kez
pozitif bulunduğu zaman tekrar pozitif
bulunmayabilir. Paterji testinin pozitif
çıkması tek başına Behçet Hastalığı teşhisi konması için yeterli değildir ve mutlaka diğer belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir. Şu an için Behçet Hastalığı
teşhisi için özgül olarak kullanılan bir
laboratuvar testi yoktur.
Behçet Hastalığının kesin ve belirlenmiş
bir nedeni henüz bulunamamıştır. Diğer
bir nedeni ise genetik olabileceği yönündedir.
Tedavi
Behçet Hastalığının tedavisi sırasında başlıca amaç ağır organ tutulumu
olan hastalarda (Göz, Büyük damar ve
Merkezi sinir sistemi) kalıcı hasarları
engellemektir. Bu amaçla hayatı ya da
organları tehdit eden durumlarda yüksek
doz kortizon, siklofosfamid; ya da siklosiporin, azatioprin gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar gerekebilir ancak
hastaların az bir kısmı bu tür tedavilere
ihtiyaç duyar.
Hayatı/organları tehdit eden hastalık
olmadığı zamanlarda yani hastaların çoğunda, kolşisin adı verilen ilaç kullanılır.
Kolşisin eklem ağrıları ve eklem şişmesi, nodüler lezyonlar (sert ağrılı kızartılar), ve cinsel organ yaralarının sıklık ve
şiddetini azaltmakta etkilidir.
Behçet Hastalığı’nın tedavisinde romatoloji, dermatoloji, göz hastalıkları uzmanları ve gerektiğinde nörolog ve kalp/
damar cerrahları ortak çalışır.
YAĞMUR
DUASI
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durur göğe bakarım
Ne şehir, ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Nedense aldanmış ilk gece annem
Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana
İşte vuramadı gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan fırtına
Nedense ilk gece aldanmış annem
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
Ortalıkta ölüm sessizliği var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
İyiki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükürki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyiki bilmiyor kalabalıklar
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Bulutlar yarılır hava açardı
Şimdi ne ihtimal nede imkan var
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı?
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Sezai KARAKOÇ
YAŞAMA SANATI 59
»» TÜRKÜ HİKAYESİ
Ahmet KARABUDAK
KIRMIZI GÜL
Demet Demet
Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni!
Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek...
T
ürkümüze konu olan olayın geçtiği zaman, büyük olasılıkla 17.
yüzyıl sonrası. Türküde geçen
Revan (Erivan) Osmanlı'nın önemli bir
ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir
ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş.
60 YAŞAMA SANATI
Daha sonra ise Dördüncü Murat büyük
bir orduyla Revan seferi düzenleyerek
Revan’ı yeniden Osmanlı topraklarına
katmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler. Mehmet de gidip gelen kervancı-
lardan birisi. Anasının da tek “balası”.
Tek oğlu! Erzurum yöresinde üç beş
dönümlük tarlalarını ekip biçiyorlar.
Yetiştirdikleri ürünü de kervana katılıp,
Revan’da satıyor Mehmet. Mehmet karayağız bir delikanlı. Taşı sıksa, suyunu
çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı
var Mehmet’in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden topladığı gülleri demet
demet yapıp getiriyor anasına. Anayla
oğul arasında bir simge olmuştu kırmızı
gül demeti. Sevgi, saygı simgesi. Gülleri
evinin duvarına asıp kurutan ana, oğlu
kervana katılıp Revan’a gittikçe güllere
bakıyordu baktıkça da oğlu Mehmet’i
görüyor gibi avutuyordu kendisini.
Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetindeydi ananın. Ananın
rüyaları hep Mehmet üstüne. Oğlu gittikçe Revan yollarını düşlüyor hep. Kimi
zaman kara saplanmış görüyor kervanı.
Kan ter içinde uyanıyor. Hayra yormaya
çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana
katılmış kervanın, atının, eşeğinin, devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu
düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı.
Koca kervan döne döne göğe çekiliyor.
Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de
insan kalıyor. Mehmet’i arıyor gözleri.
Kara yağız, kaytan bıyık Mehmet, ellerini uzatıyor anasına. ‘Tut ellerimi’ diyor.
Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta
kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan Revan’dan dönene kadar bu böyle
sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört
gözle bekliyor ana.
Bazen kışın yolladığı oğlu yazın dönüyor. Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi
yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da
oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner
gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama hastalığı, sağlığı var. Karı var, ayazı var!.
Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da
sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı.
başladı. Sonra da bir ateş. En son sayık-
Mehmet’inde içinde olduğu kervan bir
Revan seferinde bu zalim ve salgın hastalığa yakalanıyor. Kervanda olanlardan
büyük çoğunluğu perişan oluyor bu hastalık yüzünden, Veba hastalığı kırıp geçiriyor herkesi. Ecel Mehmet’i de orda
yakalıyor.
sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi
Gurbet elde baş yastığa gelende,
ği kırmızı güller. Diline kırmızı gülleri
Gayet yaman olur işi garibin,
doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Ol-
Gelen olmaz giden olmaz yanına,
muyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde
Bir çalıdır mezar taşı garibin.
Bir çalının dibine gömüyorlar Mehmet’i.
Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına
özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü.
Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş.
Sevenleri varmış. Anası yavuklusu yol
gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele,
kimini yele verir. Sayıklaya sayıklaya
gidiyor Mehmet. Kucak dolusu kırmızı
güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi
de dilinde! Artık bir çalıdır mezar taşı
Mehmet’in.
lama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir
gün dayandı Mehmet. Sonra bir çalının
dibine gömdük onu’’ diyor. Anadır buna
can dayanır mı? başlıyor ağıt yakmaya.
Alıyor veriyor. Veriyor alıyor. Oluru
yok. Aklında oğlu Mehmet’in getirdi-
türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli
olup dağlara düşüyor. O’nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde
“Kırmızı gül demet demet. Sevda değil
bir alamet Şol Revan’da balam kaldı.
Yavrum kaldı’’. diye diye haykırdığını
söylüyor.
Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet
Kervanda veba hastalığından kurtulup Gitti gelmez o muhannet
ölmeyenlerde perişan oluyor. Yaşıyor Şol revanda balam kaldı
olmaktan utanıyorlar. Sanki ölenlerin
sorumlusu ölmeyenlermiş gibi. Ağır
ağır Erzurum’a giriyor kervan. Analar,
bacılar, sevgililer, oğullar, eşler. Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını
bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. Mehmet’in
annesi de oğlunu göremedikçe ciğeri
yanıyor Kervandakilerden birine “Oğlum Mehmet’im nerede. Birlikte çıktınız
kervana. Nerede kaldı’’ diye soruyor.
Önce susuyor, yutkunuyor, gözleri doluyor kervancının içinden şöyle geçiriyor
–“Sen sen ol da gel yanıtla”. Başlıyor
anlatmaya Mehmet’i “İlkin kusma
Kırmızı gül her dem olsa
Yaralara merhem olsa
Ol tabipten derman gelse
Şol revanda balam kaldı
Kırmızı gülün hazanı
Ağaçlar döker gazeli
Kara yağızın güzeli
Şol revanda balam kaldı
Yöre: Erzurum
YAŞAMA SANATI 61
»» BASINDAN
62 YAŞAMA SANATI
YAŞAMA SANATI 63
Aramıza Yeni Katılan Doktorlarımız.
Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları A.D.
Doç. Dr. Pınar YURTBAŞI
ÖZGEÇMİŞ
1975 doğumlu olan Doç. Dr. Pınar Yurtbaşı, 1997 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ihtisasını 19972001 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde yaptıktan sonra 2002-2004 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Psikiyatrisi A.D.’da Yardımcı Doçent olarak; 2005-2008 yılları arasında Sami Ulus Çocuk Hastanesi’nde Çocuk Ergen Psikiyatrisi Uzman
Hekimi, Aralık 2008'de Psikiyatri Doçenti olmaya hak kazandıktan sonra yine aynı hastanede 2009-2013 yılları arasında Çocuk Ergen Psikiyatrisi Kliniği Şef Yardımcısı
ve Eğitim Görevlisi görevlerinde bulundu. Ayrıca 2009 Inceptor Fellowship, International Mental Health/Developmental Disabilities Program, Fogarty International
Center, Children’s Hospital, Boston; 2009 Boston University, School of Public Health, Biostatistics; 2012 Sleep Study Center, Children’s Hospital, Boston. Bilimsel Koordinatör (2006-2013), Fogarty International Center, Mental Health/Developmental Disabilities Program (MH/DD), Children’s Hospital, Boston. D43TW05807 (Munir,
K; PI) gibi yurtdışı eğitim ve faaliyetlerde bulunmuş ve bilimsel bağlantılarını halen sürdürmektedir. Dr. Yurtbaşı, Ekim 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Doç. Dr. Hüseyin DEMİRCİ
Endokrinoloji ve
Metabolizma B.D.
Ortopedi ve Travmatoloji
Anabilim Dalı
ÖZGEÇMİŞ
ÖZGEÇMİŞ
1971 doğumlu olan Doç. Dr. Hüseyin Demirci, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İç Hastalıkları
ihtisasını 1995-2000 yılları arasında SSK Dışkapı Ankara Eğitim
ve Araştırma Hastanesi 3. Dahiliye Kliniği’nde, Endokrinoloji ve
Metabolizma Hastalıkları ihtisasını 2003-2007 yılları arasında Gazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda yaptıktan sonra 2008-2010 yılları arasında mecburi hizmetini tamamladı. 2010-2013 tarihleri arasında Kırıkkale
Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda öğretim üyesi
olarak görev yapan Dr. Demirci, Ağustos 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji
ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
1974 doğumlu olan Op. Dr. Uğur Türktaş , 2000 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Ortopedi ve Travmatoloji
ihtisasını 2002-2007 yılları arasında Ankara Numune ve Atatürk
Egitim - Araştırma Hastanelerinde yaptıktan sonra 2008-2009
yılları arasında Kars-Sarıkamış'ta mecburi hizmetini tamamladı.
2009-2013 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesinde Yrd.Doç.Dr. olarak görev yapan Dr. Türktaş 2011-2012 yılları
arasında Wake Forest Üniversitesi Hastanesi-NC-ABD Ortopedi ve
Travmatoloji Kliniğinde artroskopik spor cerrahisi ve robotik artroplasti eğitimleri aldı. Kasım 2013'de Turgut Özal Üniversitesi
Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı’nda göreve
başlayan hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Yrd. Doç. Dr. Nilgün YARDIMCI
Nöroloji A.D.
Yrd. Doç. Dr. Semra KARA
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Neonatoloji B.D.
ÖZGEÇMİŞ
ÖZGEÇMİŞ
Yrd. Doç. Dr. Nilgül Yardımcı, 1994 yılında Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İhtisasını 1996-2001 yılları arasında
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji bölümünde yaptıktan sonra 2001-2008 yılları arasında Başkent Üniversitesi
Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda görev yaptı. 2008-2011
yılları arasında Medicana International Ankara Hastanesi Nöroloji
Bölümü’nde çalışan Dr. Yardımcı, Haziran 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda göreve başladı.
Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
1973 doğumlu olan Yrd. Doç. Dr. Semra Kara 1998 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Sağ. ve
Hastalıkları ihtisasını 1999-2004 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra aynı üniversitede
2004-2007 yılları arasında öğretim görevlisi olarak çalıştı. 20072010 yılları arasında Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Neonatoloji Bilim Dalı’nda üst ihtisasını tamamlayan Dr. Kara 2010-2013
yılları arasında Ankara Eğitim ve Araş. Hastanesi’nde mecburi hizmetini bitirdi. Ekim 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağ. ve Hast. Anabilim Dalı Neonatoloji Bilim Dalı’nda
göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Op. Dr. Levet GÜLLÜ
Göz Hastalıkları A.D.
ÖZGEÇMİŞ
1965 doğumlu olan Op. Dr. Levent Güllü, 1989 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Göz Hastalıkları ihtisasını 19921995 yılları arasında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Göz Hastalıkları
bölümünde Kornea Katarakt ve Refraktif Cerrahi, Research Fellow’
luğu eğitimini Lousıana State University’ de 2002-2003 tarihleri arasında
bitirdi. Değişik kurumlarda Göz Hastalıkları Uzmanı olarak görev yapan
Dr. Güllü, Kasım 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz
Hastalıkları Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz
diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Uzm.Dr. Sancar EMİNOĞLU
ÖZGEÇMİŞ
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Pediatrik Kardiyoloji B.D.
1976 doğumlu olan Uzm. Dr. Sancar Eminoğlu, 2000 yılında Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ihtisasını 2000-2005 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaptıktan sonra 2007-2010 yılları arasında Çocuk Kardiyoloji yan
dal uzmanlığı eğitimini Fatih Üniversitesi’nde tamamladı. 2010-2013
yılları arasında S.B. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji
Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde mecburi hizmetini tamamlayan Dr. Eminoğlu, Eylül 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Kardiyoloji bilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
64 YAŞAMA SANATI
Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ
Uzm. Dr. Onur Serdar GENÇLER
Nöroloji Anabilim Dalı
ÖZGEÇMİŞ
1980 doğumlu olan Uzm.Dr. Onur Serdar Gençler, 2003 yılında
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlık ihtisasını 2005-2011 yılları arasında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Nöroloji bölümünde yaptıktan sonra 20112013 yılları arasında Aksaray Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmetini tamamladı. Haziran 2013’de Turgut Özal Üniversitesi Tıp
Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda göreve başlayan hocamıza
hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Uzm. Dr. Halise ÇINAR YAVUZ
ÖZGEÇMİŞ
1973 doğumlu olan Uzm. Dr. Halise Çınar Yavuz, 1997 yılında
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1997-2001
yılları arasında İç hastalıkları ihtisasını Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi'nde, Endokrinoloji ihtisasını 2008-2011 yılları arasında
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji
bölümünde yaptıktan sonra 2011- 2013 yılları arasında Ankara Onkoloji Hastanesinde mecburi hizmetini tamamladı. Eylül 2013’de
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim
Dalı’nda göreve başlayan hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz.
Endokrinoloji ve
Metabolizma B.D.
TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
Çocuk Ergen Psikiyatrisi
Anabilim Dalımız
Poliklinik Hizmetine Başlamıştır
Hizmetlerimiz ve hizmet verdiğimiz bozukluklardan bazıları
• Poliklinik hizmeti
• Konsültasyon hizmeti
• Otizm Spektrum Bozukluklarına özgü ayrıntılı değerlendirme:
(ADOS) Otizm tanıya özgü muayene
• Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
• Öğrenme Sorunları (Entellektüel Yetersizlik, Özgül Öğrenme Güçlüğü)
• Uyku bozuklukları
• Psikotik bozukluklar
• Duygudurum bozuklukları
• Tik bozuklukları
• Yeme bozuklukları
• Eliminasyon bozuklukları (alt ıslatma, vb)
• Davranım bozuklukları
• Anksiyete (kaygı) bozuklukları
TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ
“Hayat sağlıkla güzeldir”
•
•
•
•
•
•
•
Uyum bozuklukları
Aile Danışmanlığı (parmak emme, kardeş kıskançlığı, tutum sorunları, …)
Ergen Danışmanlığı (sınav kaygısı, okul başarısızlığı, …)
Aile değerlendirilmesi, bilgilendirilmesi ve görüşmeleri
Aile Terapisi
Bireysel Psikoterapi
İlaç Tedavisi (farmakoterapi)
Uygulanan testlerden bazıları
•
•
•
•
Zeka testleri
Öğrenme Bozukluklarına ilişkin testler
Nöropsikolojik testler
Gelişim testleri (Denver, AGTE, Vineland...)
ÇOCUK ERGEN PSİKİYATRİSİ ANABİLİM DALI
Randevu için 0 312 203 55 55’i arayınız
Merkez (Beştepe) Alparslan Türkeş Cad. No: 57 Emek / Ankara Tel: 0(312) 203
55 55 SANATI 65
YAŞAMA
66 YAŞAMA SANATI