İndir (PDF, 1.93MB) - Türk Kooperatifçilik Kurumu

Başyazı
Faylardaki enerji birikimlerinin depremlere yol açması gibi, sosyal ortamlardaki öfke birikimleri de toplumsal sarsılmalara neden olur. Toplumsal
sarsılma uygun şekilde dengelenemez ise toplumsal yarılmalar ortaya çıkar. Toplumsal yarılmalar istenmeyen unsurlara davetiye çıkartmak anlamına gelir. Her esen rüzgârla birlikte ortamda bulunan toz-toprak, pis-pas
vb. her ne var ise yarıklara dolar ve dişler arasında kalan yemek artıkları
gibi toplumsal bünyeye rahatsızlık verir.
Sosyal ortamlardaki öfke birikimleri kendiliğinden oluşmaz. Genelde aynı ortamda birlikte bulunan güçlü yapı ile zayıf yapı arasındaki etkileşim
temelinde şekillenir. Güçlü yapının zayıf yapıya yönelik olumsuz tutumu/
tutumları öfkenin çimlenmesi, yeşermesi, yayılması ve tüm ortamı kaplamasında belirleyici rol oynar. Öfkenin kapladığı ortamlarda, “sosyal tutuşma” için bir “sosyal kıvılcım” yeterli olabilmektedir. “Gezi eylemleri” bu
bağlamda düşünülebilir. Gezi Parkında, yeşil doku üzerinde oluşan “sosyal
kıvılcım”ın tetiklediği “sosyal tutuşma” hem ulusal hem de küresel boyutta dikkat çekici bir etki meydana getirmiş, hatta başlangıçtaki amacının dışına taşarak toplumsal bünyeyi olabildiğince hırpalama sürecine girmiştir.
Şimdi esas olan, söz konusu sosyal tutuşmayı ateş topuna dönmeden söndürmenin yol ve yordamlarını bulabilmektir. Görüldüğü kadarıyla sosyal
tutuşmaların söndürülmesinde “tazyikli su” veya “biber gazı” yeterince
etkili olamamakta, hatta daha da alevlendirici bir etki meydana getirmektedir. Bu durumda sosyal tutuşmayı söndürmede “kaba aklı” kullanmanın
bir anlam ifade etmediği anlaşılmaktadır. Böyle durumlarda “parti aklı” da
pek etkili olmaz. Zira “parti aklı” doğası gereği yanlıdır. Toplumu bizimkiler ve ötekiler olarak algılar. Dolayısıyla toplumsal yaralara merhem olma
yeterliliği düşüktür. Bu özelliğinden dolayı “parti aklı” “kaba akıl” ile aynı
yolda birleşir.
Böyle durumlarda diğerlerine göre en etkili araç “devlet aklı” olabilir. Ancak burada “nasıl devlet” sorusu akla gelebilir. Elbette “ceberut devlet” bir
çözüm aracı olamaz. Zira böyle bir devlet “kaba akıl” ile hareket eder ve
idaresi altında bulunan insanlara zulüm ve gözyaşından başka bir şey sunmaz. Toplumların ihtiyaç duyduğu akıl “insan odaklı devlet aklı”dır. “İnsan
odaklı devlet aklı” öncelikle insanın saadetini ve insan üzerinden da toplumun saadetini esas alan bir akıldır. “Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu
yese, hesabı benden sorulur” hassasiyetine sahip devlet adamlarının yönettiği bir devletin aklıdır. Böyle bir devlet idare etmekle yükümlü olduğu
insanını “tazyikli su” ile kendisinden uzaklaştırmaz. Böyle bir devlet kendi
insanına “biber gazı” sıkma durumuyla karşı karşıya kalmaz.
1
KOOPERATİFLERDE BAZI SORUNLAR
YUMAĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Dr. Oktay TUNCAY *
Kooperatifler, serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu günümüz toplumunda, küçük tasarrufların birleştirilerek bir
finansman kaynağı haline getirilmesini,
mülkiyetin tabana yayılmasını ve tüketicinin korunmasını sağlayan bir araç olarak,
sosyal politika açısından büyük önemi olan
kurumlardır.
Üretici ile tüketici arasındaki ilişkileri dengede tutabilme ve küçük tasarrufları yatırıma kanalize edebilme özellikleri nedeniyle,
kooperatifçiliğin önemi, gelişmekte ve sanayileşmekte olan ülkelerde her geçen gün
artmaktadır. Günümüzde kamusal ve özel
alandan ayrı olarak üçüncü bir sektör olarak kabul edilen kooperatifçilik, uygulama
farklılıkları olmasına karşın dünyanın her
yerinde, her çeşit ekonomik ve toplumsal
ortamlarda görülmektedir. Kooperatifçiliğin bütün ekonomik ve toplumsal sistemlerde rahatça uygulanabilen bir esnekliğe
sahip olması, bunun en büyük nedenidir.
Ülkemizin ekonomik ve toplumsal kalkınmasında kooperatifçilik, çok kullanılan bir
model olup, özellikle tarımsal amaçlı kooperatifler, bu alanda etkin görevler üstlenmişlerdir. Tarım sektörünün; ülke nüfusunun % 45’ini, toplam istihdamın % 40’ını,
Gayri Safi Milli Hasıla ve ihracatın büyük
bir bölümünü temsil ettiğini dikkate alacak olursak bu etkinliğin nedeni anlaşılır.
Ülkemizde kooperatif hareketinin gelişmesindeki gecikmenin nedenleri; halkın
bilinçlendirilmemesi, ön araştırmanın yapılmaması, finansman sorunları, devlet ko* Araştırmacı Yazar ([email protected])
2
operatif ilişkilerinin düzensizliği, üst örgütlenme sorunları, ve benzer sorunlar olarak
sıralanabilir.
Ülkemizde kooperatifçiliğin gelişmesini
engelleyen nedenlerin başında, üretici ve
tüketicinin yeterince bilinçlendirilememiş
olması gelmektedir. Devletin yakın ilgisinden uzun süre yoksun kalan kooperatifçilik,
Avrupa’dan çok sonraları, ancak 20. Yüzyılın başlarında tanınmaya başlanmış, ancak
hep aynı çevrede kalmıştır. Kooperatifçilik
zaman içinde ve gecikerek gelişmiştir. Örneğin tüketim kooperatiflerinin ilk denemelerinde başarılı sonuçlar alınmasına
rağmen, halkın bilinçlendirilmemesi sonucu faaliyetler uzun ömürlü olmamıştır. İlk
girişimlerde belirli bir kitleye ve halka inilememesi de, bu denemelerin başarı şansını
azaltmıştır. Kişisel kaynakların yetersizliği
ve bir araya toplanamaması, birlikte hareketin ekonomik sonucu olan kooperatifçiliğin gerçekleşmesini engellemiştir. Dolayısıyla ortakların ekonomik gereksinimlerini,
bireysel harekete göre çok daha doyurucu biçimde gidermek ne fiyat düzeyini ne
de hizmetin niteliğini yeterince etkilemek
olanaklı olmamıştır. Kooperatif harekete
katılımın azlığı ve katılanların da sorumluluklarını gereği gibi yerine getiremeyişleri
karşısında kooperatifçilik, ortaklığın yükümlülüklerini karşılayacak ölçüden uzak
kalmış ve ortağın kooperatife bağlılığı ile
yeni katılımlar azalmıştır. Kooperatifçiliğin
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için kooperatifçiliğin ne olduğunun toplumun bütün kesimlerine anlatılmasıyla olanaklıdır.
Diğer bir sorun da ön araştırmanın yapılmamasıdır. Kooperatif kurulmadan önce,
o yörede yaşayanların bir ön araştırma yaparak kooperatifin kurulmasına gereksinim
olup olmadığı, kooperatifin iş hacmi, pazar
durumu, finansmanı ve personel durumunun araştırması yapılmalı ve konular bir
raporda belirtilmelidir. Raporun değerlendirilmesi ile bir kooperatifin kurulmasına
gereksinim olduğu ve başarılı çalışabileceği
sonucuna ulaşılması durumunda kooperatifin kuruluş işlemlerine başlanmalıdır.
Ülkemizde ön araştırma genellikle tüm boyutları ile yapılmamakta ve başarılı olmasının mümkün olup olmayacağı, belirsiz bir
ortamda kooperatifler kurulmaktadır. Özellikle kırsal kesimde yaşayanların ön araştırma yapma konusunda sorunları olabilir.
Bunun için devletin bu çalışmayı kooperatif
kurmak isteyenler adına yapması ve halka
durumu bildirmesi gerekir.
Ayrıca finansman sorunu Türk Kooperatifçiliğinin en önemli sorunlarından birisidir.
Ülkemizdeki kooperatiflerin büyük çoğunluğu, kredi olanaklarının ve öz sermayenin
yetersizliği nedeniyle finansman güçlüğüyle karşılaşmaktadırlar. Düşük ortaklık
payları ve bunların tam ödenememesi ve
sermaye birikimini özendirecek unsurların
yetersizliği öz sermaye açısından sorun doğurmakta, özel finansman kuruluşlarının
yetersizliği ise kredi olanakları açısından da
sorun yaratmaktadır. Kooperatiflere ayrılan kredilerin yetersizliği, kısa süreli faizleri
ise kooperatiflerin kazançlarını engelleyecek derecede yüksektir. Oysa kooperatifler
için kredi ve sermaye birikimi çok önemlidir.53 Güdümlü kooperatifçiliğin olmaması
için devletin bu konuda uzun vadeli kredi
kaynakları yaratması sorunun çözümünde
etkili olabilecektir. Kooperatifçiliğin finansman sorununun çözümü için ilk akla gelen;
ortaklık paylarının arttırılmasıdır. Fakat,
kooperatif ortakları genellikle küçük üreti-
ci ve tüketiciler olduğundan, yasal olarak
yüklenilebilecek ortaklık sınırı artırılsa bile,
ortaklık paylarının fazla artması beklenilmemelidir. Buna rağmen kooperatiflerin
öz sermayelerinin artırılmasının yasalar
ve eğitim yoluyla özendirilmesinde yarar
vardır. Finansman ve kredi sorunu, ancak
yönetim ve finansmanına kooperatifler ve
üst örgütlerinin egemen olacağı bir Kooperatifler Bankası kurularak çözülebilir. Ancak
böyle bir bankanın kurulması için çalışmalar olmasına rağmen sonuç alınamamıştır.
Böyle bir bankanın kurulması sorunu tamamen çözmeyecektir. Çünkü ülkemizdeki kooperatiflerin yasalarına baktığımız zaman
çoğu hala devletin vesayeti altındadır. Bu
durumda devletin kooperatifler bankasının
yönetimine her zaman müdahale edebileceği ve demokratik kooperatiflerin egemen
olamayacakları bir bankanın kurulacağı
ortadadır. Belirtilen nedenlerle özellikle
Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin yasalarında yapılacak değişikliklerle bu
kooperatiflerin bağımsızlığı sağlanmalıdır.
Kurulacak kooperatifler bankasına mutlaka mevduat toplama yetkisi verilmelidir.
Çünkü banka tarım kredi kooperatiflerini
finanse edecek, tarım kredi kooperatifleri
ise çiftçilere kredi verecektir. Devletin uzun
vadeli ve ucuz kredi sağlaması, karşılıksız
yardımda bulunması ve bunun için gerekli
ödeneği ayırması gerekmektedir.
Devlet kooperatif ilişkilerinin de vesayetin
ortadan kalkmadığı bir gerçektir. Ülkemizde Devlet kooperatif ilişkilerinin düzensizliği özellikle mevzuat ve uygulamada kendisini göstermektedir. Tarımsal kooperatiflerle ilgili yasalar çok önceden yürürlüğe girmesine rağmen kooperatiflerle ilgili temel
yasa ancak 1969 yılında yürürlüğe girmiştir.
Siyasi iktidarların kendi politikaları için kullandıkları kooperatiflerin, ortak olmayanlara da hizmet götürmesi nedeniyle kooperatifler zor duruma düşürülmektedirler.
3
Oysa devlet anayasada tanımlanmış kooperatifçilik ile ilgili uygulamaları her alanda
desteklemeye çalışmalıdır. Kooperatifçilik
eğitimi sınırlı ve dar bir çerçevede yürütülmektedir. Az sayıdakii kooperatifçilik meslek okulları, bazı üniversitelerde lisans ve
yüksek lisans seviyesinde okutulan kooperatifçilik dersleri dışında, eğitim faaliyetleri
devletin dışında yürütülmektedir. Finansal
desteğin olduğu, kooperatifçilik eğitimi veren kurumların oluşturulduğu, mevzuatın
yeniden düzenlendiği, güdümlü kooperatifçiliğin olmadığı, dış piyasada rahat rekabet
edebilecek ve sonuçta ağır devlet müdahalesinin olmadığı bir kooperatifçilik anlayışı
geliştirilmelidir.
1969 yılında çıkarılan 1163 sayılı yasada yeterli hükümler olmasına rağmen üst örgütlenme henüz tamamlanmış değildir. Doktrinde en önemli sorunlardan biri olarak görülen üst örgütlenme sorunu kooperatiflerin dikey olarak örgütlenmesini ifade eder.
Kooperatiflerin serbest piyasa mekanizması içerisinde rekabetçi bir yapıya kavuşturulması için üst örgütlenme çok önemlidir.
Henüz gelişme devresinde olan ve bugüne
4
kadar ancak çeşitli bölge birlikleri ile bazı
merkez birliklerinin kurulabildiği ülkemizde
1163 sayılı yasada tanımlanmış olan Türkiye Milli Kooperatifler Birliği ise 1990 yılında kurulmuş; ancak 1991 yılında faaliyete
geçebilmiştir. Ancak bütün kooperatifleri
bünyesinde toplayamamıştır. Sosyal devlet
olmanın gereklerinden biri olan üst örgütlenmede devletin kendine düşen görevleri
yaptığı söylenemez. Devlet, hükümetlerinde etkisiyle üst örgütlenmeyi istenildiği gibi gerçekleştirememiş, hatta çoğu kez
kösteklemiştir. Bu nedenlerle kooperatifler
küçük ölçekli faaliyetten ve bunun olumsuz
etkilerinden kurtulamamışlardır. Bunun sonucunda kooperatiflerin en önemli işlevlerinden kooperatif etki ile rekabet etkisi işlevsiz hale gelebilmektedir. Üst örgütlenme
sorununun çözülebilmesi için en önemli
aşama Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin
üst örgütlenme, eğitim ve araştırma, denetim, finansman ve mevzuat sorunlarının
çözümünde etkin hale getirilmesi olacaktır.
Gümrük Birliği’ne dahil olan ve AB’ye aday
olan Ülkemiz kooperatiflerinin dış pazarlarda güçlü bir yer bulmaları için üst örgütlenme sorununun çözülmesi şarttır.
KOOPERATİFLEŞME HAREKETİNİN
İNŞASI İÇİN DERSLER*
Emrah ÇELİK **
Bu çalışmada “For All The People (Halk
İçin)” kitabının yazarı John Curl ile 2012
sonbaharında Michael Johnson tarafından
yapılmış bir söyleşiyi okuyacaksınız.
tarihi üzerinde derinlemesine yaptığı
araştırmada, kooperatifçilik hakkında
birçok ilişki tespit etmiş ve kooperatifçiliği
bir değer sistemi ve bir hareket olarak
incelemiştir.
Ayrıca
kooperatifçiliği
Pm Yayıncılık, John Curl’un 550 sayfalık istihdam yaratabilen bir sektör oluşu ve
“Kooperatifçilik, Kooperatifleşme Hareketi demokrasinin iş dünyasındaki yerinin
Ve Eyalet Sisteminin Tarihi” isimli kitabının artmasındaki katkıları bakımından da
ikinci baskısını yayınladı. Bu söyleşi, GEO değerlendirmiştir.” Steve Leikin, Pratik
temsilcisi Michael Johnson ile kitabın yazarı Hayalciler (Practical Utopians) isimli
John Curl arasında yapılmıştır ve kitabının kitabın yazarı.
ikinci baskısındaki yenilikler ile kitapta
bahsedilen ABD’deki kooperatif tarihinin Halk İçin isimli kitabının ikinci baskısı
21. Yüzyıl kooperatifçilik ekonomisinin üzerine;
nasıl oluşturulması gerektiği hakkında
MJ: John, önce kitabın ikinci baskısının
yazarın önerilerini içermektedir.
ilkine göre farklılıklarını konuşarak
John’un hayatı bir nevi kooperatiflerde başlayalım. Bu konuda neler söylemek
geçmiştir. California’da bulunan Heartwood istersin?
isimli ağaç işletmeciliği kooperatifinin 30 yıl
boyunca üyesi olan John Curl, aynı zamanda JC: İkinci baskıda üç ek bölüm var. Bunlar;
California’nın
Berkeley
kasabasında 1. Makale ve roman yazarı Ismael Reed’in
yaşamaktadır. Bunun yanında birçok farklı önsözü
kooperatifin de üyesi olan John, bir tarihçi
olmasının yanı sıra şair, doğramacı, sosyal 2. Son dört yılda meydana gelen gelişmeleri
aktivist ve hatta şehir planlamacısıdır. ifade ettiğim yeni bir giriş
Söyleşiyi gerçekleştiren Michael Johnson
da kooperatifçilik hakkında bilgi ve birikim 3. Yaklaşık 100 sayfadan oluşan ve
1970’lerdeki gıda sisteminin doğuşu ve
sahibidir.
ortadan kalkmasının ifade edildiği ve bu
“John Curl’ün “For All the People(Halk alanda başarılı iki merkez olan Bay ve
İçin)” isimli kitabı çok kıymetlidir. John Minneapolis bölgeleri hakkında yaptığım
Curl’ün yaptığı iş daha öncede hiç kimse araştırma raporlarının bulunduğu bir ilave
tarafından yapılmamıştır. John, Amerika bölüm. Gıda sistemi hareketi, ABD’deki
natürel ve organik gıda kavramları
* Bu çalışma http://www.geo.coop/story/lessons-buildtarihinin başlangıcına tekabül eden ve bu
ing-co-operative-movement (10.05.2013) adresinde
yayınlanan Lessons for Building a Co-operative Movement kavramlarla ilişkili olan bir yaklaşımdır.
A GEO Interview with John Curl, Fall 2012, by Michael
Johnson künyeli mülakattan yararlanılarak hazırlanmıştır.
* Yüksek Lisans Öğrencisi ([email protected])
MJ: “%1 ve %99”(toplumdaki zengin
ve fakir sınıfı ifade eden bir metafor)
5
metaforu senin ABD’deki kooperatifçilik sınıf olarak tanınmanın ötesinde tarihte
ekonomisinin yükseliş ve düşüşlerini ifade önemli bir yer aldığını tekrar duymak
güzeldi.
eden hikayen ile ne kadar örtüşüyor?
JC: Bir saniyeliğine bahse konu metaforu
bir
yana
koyarsak,
kooperatifçilik
ekonomisinin günümüzde malvarlığı veya
geliri sınırlı nüfusun yarısı için önemli bir
alternatif olabileceğini söyleyebilirim.
JC: Küçük ölçekli bağımsız çiftçiler ve
yevmiye usulü ile çalışan işçiler, 19.
Yüzyılın özellikle son dönemlerinde çok
yakın bir ilişki içerisindeydiler. Ancak bu
ilişki kurumsal tarımdan önceki dönemde
gerçekleşmiştir. Günümüzde küçük ölçekli
Tarihsel perspektifte %1 ve%99 metaforu ve bağımsız bir çiftçi olarak yaşamak çok
Amerikan İç Savaşı’nı takip eden yıllarda zordur ve bu tarz çiftçilerin hepsi farklı
ortaya çıkmıştır. O dönemde zenginlik, mesleklere yönelmişlerdir. Bu nedenle bu
büyük ölçüde sınırlı sayıdaki şahısların gruptaki çiftçilerin birçoğu yevmiye usulü
sahip olduğu bir kavramdı. Çalışan işçiliğin nasıl olduğunu hala bilmektedirler.
nüfus ise büyük bir yoksulluk içindeydi.
Amerikan kapitalizmi ülke üzerindeki Fakat sizin de söylediğiniz gibi %1 ve %99
baskınlığını artırdıkça, bu durum, işçi ve bir metafordur. Bunlar gerçek istatistiki
çiftçi kesiminin büyük tepkisini çekiyor ve bilgilere dayanmamaktadır. Belirli noktaları
bu zümreler kapitalizme karşı çıkıyorlardı. tespit edebilmek için rakamlar kitapta yer
Bu gruplar kooperatifçilik tabanlı bazı almaktadır ve herhangi bir istatistiki analiz
kurum ve kuruluşlar ile kapitalizmin sınıfı ile en ufak bir ilişki taşımamaktadır.
etkisini azaltmaya çalıştılar. Ancak zengin ABD’deki sınıf yapısı sübjektif, aldatıcı ve
kesim, onların kooperatiflerini ortadan sürekli değişken bir durumdadır.
kaldırınca, işçi ve çiftçiler bu sefer seçim
politikaları ile tekrar güç kazanma ABD’deki Kooperatifçiliğin Uzun Tarihi
çabasına girdiler. Bu dönem, çalışan halkın
Kitabınızda
dikkatimi
çeken
kurum ve kuruluşlarının ortadan tamamen MJ:
konulardan
biri
de
ABD’deki
kooperatifçilik
kaldırılması ve soyguncu baronların zaferi
ile son buldu. Yine de, bu dönem kendi ve kooperatif işçiliği tarihinin 1800’lerin
hayallerinin peşinden giden sıradan öncesine dayanmasıydı. Bunun tarihimiz
üzerinde ve insan yaşamına dair
insanların etkileyici dramları ile doludur.
yansımaları nasıl olmuştur?
Günümüzdeki %1 ve %99 metaforu ise,
ABD’deki zenginliğin büyük sayıdaki JC: Kooperatifçilik başka bir deyişle
gruplardan küçük elit şahıslara doğru hızlı işbirliği, insan toplumunun temellerinden
bir şekilde yer değiştirmesi gerçeğinden biridir. Günümüzde birçok toplum, uzun
ortaya çıkmıştır. Büyük sayıdaki nüfus bir süreden beri küçük otoriter gruplar
fakirleşip dışlanırken, küçük bir grubun ise tarafından deforme edilmiş ve baskı
para ve sermaye etrafında gücü topladığı altına alınmıştır. Ancak kooperatifçiliğin
dinamikleri yaşam için vazgeçilmez
görülmektedir.
olduğundan
dolayı
varlıklarını
MJ: “Çalışan işçi ve çiftçi nüfus” ifadenizi sürdürmüştür. Şu şekilde ifade etmeliyim
iki nedenden dolayı çok beğendim. ki, kooperatifçilik bir normdur, çünkü
Birincisi, bu iki grup arasındaki güçlü bağı bastırılabilir ancak tamamıyla ortadan
neredeyse unutmaya yüz tutmuştuk. kaldırılamaz. Kooperatifçiliğin temel yapısı
Aslında bu konuyla ilgili daha sonra size insanda, çocukluktan itibaren içgüdüsel
farklı bir soru soracağım. İkincisi, bu iki olarak gelişir. Bir parkta toplanarak bir
grubun göz ardı edilmeden bir ekonomik oyun organize eden çocukların durumuna,
6
düzenli olarak bir araya gelen bir grup
müzisyenin yaptığı doğaçlama müziğe
veya genç ebeveynlerin çocukları için
oyun grupları oluşturmasına bakıldığında,
bütün bu durumlarda insanların; özgürlük,
demokrasi ve eşitlik merkezli aktiviteleri
spontane bir şekilde, kendi kendilerine
organize ettikleri görülmektedir. Birçok
insan işbirliğini iş yaşamlarının dışında,
kendi özel yaşantılarında, aileleri,
arkadaşları veya sosyal çevreleri ile birlikte
tecrübe ederler. Fakat işbirliği içgüdüsü
adeta doğru zamanı bekleyen bir tohum
gibi insanın içinde her zaman baki kalır.
Baskıcı bir toplum son bulduğunda, yeni
nesil kabuğunu kırar ve kendi dünyasını
yeniden inşa eder. Bu yaratıcı eylem
her zaman karşılıklı yardım ve işbirliğine
dayanır.
Kooperatifçiliğin ABD tarihindeki yerine
gelince; Amerika’nın tarihinin karşılıklı
yardım ve işbirliğini teşvik eden bir yapıda
olduğu söylenebilir. Amerika kıtasının
yerlileri işbirliği ve kabile kolektivizmine
önem vermekteydi. Daha sonraki
dönemde, dünyanın dört bir yanından
bu kıtaya göç eden göçmenlerin tamamı
da hayatlarına adeta sıfırdan başlamak
durumunda kaldılar. Bu durumdaki
halk kendi kaynaklarını, diğerlerinin de
kullanımına sunarak ortak bir havuzda,
karşılıklı
yardımlaşma
sayesinde
kendilerini kalkındırmaya, fakirlikten ve
baskıcı durumlardan kurtarmaya çalıştılar.
O dönemde batıya giden trenlerin birçoğu
işbirliğinin bir göstergesiydi. Göçmenler
yeni bir kasaba oluşturacağı zaman, bu
durum öncelikli olarak karşılıklı yardım ve
işbirliğine dayanıyordu. Amerika’ya gelen
hiç kimsenin maaşlı köle olmak gibi bir
amacı yoktu. Bazı durumlarda, endüstriyel
işçiler baskıya maruz kalabiliyorlardı. Bu
gibi durumlar nedeniyle kooperatiflerin
de içinde bulunduğu dernek ve kurumlar
sayesinde kötü durumdakilere yardım
edebildikleri bir sistem kurdular. Birçok işçi
için kooperatifler, kendi endüstrilerinde
özgürlüğe giden bir yol konumundaydı. Bu
süreç, İşçi Şövalyeleri (Knights of Labor)’nin
kapitalist sistemi ortadan kaldırmak
için eyalet kooperatifleri kurulmasını
planlaması ile sonuçlandı.
Ancak kırsal alanlardaki kooperatifçiliğin
önemini nihayet anlayan ve bu alanlardaki
kooperatifçilik gelişimine destek veren
devlet, özellikle Yeni Görüş (New Deal)2
döneminde,
endüstriyel
alandaki
kooperatifçiliğe yeterli desteği vermedi.
Çünkü bu alandaki işçi dayanışması mevcut
maaş sistemine meydan okur nitelikteydi
ve bu durum kurumun gücünü tehdit
etmekteydi.
Kooperatifçilikte İşçi Ve Çiftçi Hareketleri
MJ: Kitapla alakalı olarak benim ilgimi
çeken iki konu daha var:
a) 19. Yüzyılın sonlarında bir diğer
deyişle hırsız baronların ve bankerlerin
baskın olduğu ve tüm ABD’yi etkisi altına
alan endüstri devrimi sürecinde, çiftçi
ve şehirde çalışan işçilerin arasındaki
kuvvetli ilişki
b) O dönemdeki gelen işçi ve çiftçiler
arasındaki kuvvetli bağın oluşmasında işçi
ve tüketici kooperatiflerinin rolü
Bu iki konuyu biraz daha açmanız mümkün
mü? Ayrıca bugünkü önem derecesini
yitirmiş yapımızdan kurtulabilmek için
bahsettiğiniz tarihten hangi dersleri
çıkarabiliriz?
Örneğin,
bahsettiğiniz
tarihte yeni, bölgesel ve ekolojik
tarım yapan çiftçiler ile günümüzün
2 Büyük Bunalım adı verilen ve 1929 yılından itibaren bütün dünyayı etkisi altına alan ekonomik krizin sürdüğü 1932 yılında, ABD’de yapılan başkanlık seçimini F. D. Roosevelt kazandı. Cumhuriyetçi
Parti’nin başkanı Hoover’den görevi devralan yeni
başkan Roosevelt’in ABD ekonomisini bunalımdan çıkarmak için uygulamaya koyduğu ekonomik,
sosyal ve siyasal nitelikli önlemlerin tümüne “New
Deal” (Yeni Görüş) adı verilmektedir.
7
kooperatifçilik ve işçilik akımları arasında kurulan kooperatifler, kendilerine yönelik
bir bağlantı kurabilmek mümkün mü?
bir tehdit veya saldırı olduğunda da
seçim politikaları üzerindeki etkinliklerini
JC: Çiftçiler ve endüstriyel işçiler arasındaki kullanarak Amerikan tarihindeki en başarılı
kuvvetli bağı anlayabilmenin yolu, 1862 “üçüncü” parti olan Popülist Parti çatısı
yılında İç Savaş döneminde Abraham altında bir araya geldiler.
Lincoln döneminde yapılan ve ülkenin
batısındaki milyonlarca dönüm araziyi Fakat bu günkü şartlar altında bunu
gönüllü kimselerin kullanımına açan ve oluşturabilmek artık mümkün değildir.
bu alan üzerinde çiftçilik yapmalarına Tarih her zaman kendine ait özel şartlar
imkân tanıyan Homestead Kanunu’nu3 ile müsemmadır. Günümüzde ekolojik
anlamaktan geçer. Savaştan sonra ülkenin tarım yapan çiftçiler, işçi kooperatifleri
kuzeyinden çok sayıda asker batıya göç ve işçi hareketleri; sürdürülebilir, sosyal
ederek bu kanundan faydalanarak çiftçilik ve ekonomik adalet ortak paydasında
yapmaya başladılar. Asker ailelerinden bir araya gelerek daha büyük bir hareket
çiftçilik yapmak istemeyenler de endüstri oluşturmaktadırlar.
Mesela,
ekolojik
sektöründe işçi olarak çalıştılar. Bu sayede tarım yapan bir çok çiftçi “gıda adaleti”
halk iki dünya hakkında da bilgi sahibi hareketi ile günümüzün “gıda çölü”
oldu. İşçiler ve çiftçiler, aynı düşmana karşı haline gelen fakir ülkelerine gıda yardımı
savaştıklarının farkına vardılar. Savaştan yapmaktadırlar. Bu yardımın büyük bir
sonraki dönemde ortaya çıkan hırsız bölümü pazarlar ve dükkânlar aracılığıyla
baronlar (Robber Barons), doğuda bulunan yapılmaktadır. Pazarlar, bölgesel ve kar
endüstri sektörü işçilerini maaşlı birer köle amacı gütmeyen topluluklar ile ilintili
haline getirirken, demiryolu baronları olan işbirlikçi bir yapıya sahiptir. Organik
ise, fahiş oranlardaki nakliye ücretleri tarım yapan küçük bir çiftlik ile bir matbaa
ve arazi ipoteği karşısında kredi veren arasında organizasyonel bir ilişki olmasını
bankalar aracılığıyla çiftçileri adeta tutsak beklemek gerçekçi değildir. Ancak her
etmişlerdi. Bu arada doğudaki fabrikalara ikisi de birbirinin ürün veya hizmetini
çok sayıda göçmen işçi dolduruluyordu. kullanmaya eğilimlidir ve bunun adı
Fakat Amerika’ya göçen bu vatandaşların karşılıklı yardımdır.
hayallerini maaşlı bir köle olmak değil,
çiftçi olmak süslüyordu. Bu nedenle işçi ve Memeliler Ve Dinozorlar: Doğru Ölçülere
çiftçiler adeta doğal bir müttefik oldular.
Ulaşıyorlar
Böylece iki grup da kendi alanlarında
kooperatifçiliğe başladılar. Çiftçiler, daha
önce bankalar, işletmeler ve demiryolları
tarafından kontrol altında tutulan
tedarik, üretim ve dağıtım alanlarında
kooperatifler kurdular. Endüstriyel işçiler
ise, kendi endüstrilerinde işveren ve ticari
şirketlerin tuzaklarından kurtulabilmek
maksadıyla, işçi ve tüketici kooperatifleri
kurdular. İşçiler ve çiftçiler tarafından
3 Homestead Kanunu, 1862′de ABD Kongresinden
geçen bir yasadır. Bu yasaya göre her çiftçi, beş yıl
fiilen ekip biçmek koşuluyla, 160 acre’lık bir hazine
toprağının (homestead) sahibi olabiliyordu.
8
MJ: Şimdiki ile 125-150 yıl öncesinin
çalışan nüfusu arasındaki işbirliği ilişkisini
ortaya koymak beraberinde yeni soruları
da gündeme getiriyor. Görünüşe bakılırsa,
kooperatifçilik hareketleri ve radikal
sendikalaşma 19. Yüzyılın başlarında zirve
yapmış. Hiç şüphe yok ki, sendikalaşma
ve kooperatifçiliğin o dönemki önemi ve
büyüklüğü günümüzdeki yapıyla taban
tabana bir zıtlık içerisinde. Günümüzdeki
işçi kooperatifleri sosyal ve ekonomik
açıdan çok küçük bir öneme sahip ve
sendikalar da buna paralel olarak büyük
bir düşüş içerisinde.
• Sizce bu değerlendirmem doğru için mevcut sistemin tamamen ortadan
kaldırılması gerekmektedir.
mu?
• Eğer doğruysa gelecek değerlendirmeniz nasıl olur?
• Yoksa bu tarz soruları nesiller arası süreç çerçevesinde mi değerlendirmemiz gerekir?
• Aynı zamanda, son zamanlarda
Mondragon4 ve Birleşmiş Çelik
İşçileri arasında gerçekleştirilen
işbirliğini kooperatifçiliğin gelecekteki önemini artırmaya yönelik
pozitif bir çaba olarak değerlendirebilir miyiz?
JC:
Devletin kırsal ve tarım alanında
faaliyet gösteren kooperatiflere yönelik
teşviki, Yeni Görüş (New Deal) döneminin
parçası olarak bir devlet politikası haline
gelmiştir. 1930’larda kırsal Amerika,
kooperatifçilik sayesinde büyük bir
değişim ve dönüşüm sürecine girmiştir.
Kooperatifler, tarım alanındaki tedarik
ve dağıtımın yanı sıra, ABD’nin kırsal
bölgelerine elektrik ile sulama ve içme
için kullanılabilecek suyun getirilmesini
sağlamıştır. Kooperatifler günümüzde de
devlet tarafından desteklenen ve özellikle
kırsal alanda günlük yaşantının bir parçası
haline gelen yapıdadır.
Bu yüzden 21. Yüzyılda büyük ölçekte bir
değişimin yapılması kaçınılmazdır. Mevcut
ekonomik sistem, nüfusun giderek artması,
durumu ciddi ölçüde değiştirebilecek
nitelikteki iklim değişiklikleri ve zengin ile
fakir arasında gittikçe büyüyen bir fark ile
baş edebilecek nitelikte değildir. Küçük
miktardaki elit zengin kesim ile büyük
orandaki ötekileştirilmiş kesim arasında
büyük bir uçurum meydana gelmiştir. İşte
kooperatifçiliğin yeni yapısını oluşturacak
kesim de bu marjinalleştirilmiş kesimdir.
Bu grup, karşılıklı yardım ve işbirliği
ilkesi ile ekonomik ve politik kurumlar
oluşturacaktır. Aslında hayatta kalabilmek
için başka çareleri de yoktur.
Bu arada sosyal aktivistleri ve öngörü
sahibi bazı kimseler, bu ortamın arka
planını
hazırlamaktadırlar.
Birleşmiş
Milletlerin yardım faaliyetleri sayesinde,
bir dünya kooperatifçilik hareketi ortaya
çıkmaktadır. Bu hareket; kooperatif
aktivistleri, işçi hareketi, kar amacı
gütmeyen sivil toplum kuruluşları ve devlet
tarafından desteklenen kooperatiflerin
işbirliğine dayanan bir ekonomik kalkınma
stratejisidir. Yeni yüzyılda kaynakların
etkin ve verimli kullanıldığı başarılı ve
sürdürülebilir bir dünyayı yaratabilmek için
gerekli olan da bu şekilde karşılıklı yardıma
Evet, sendikaların keskin düşüşü, emek dayanan akımların varlığıdır.
karşıtı kanuni düzenlemeler sebebiyle
devam etmektedir. Bazı legal kısıtlamalar Evet, Mondragon ve Birleşmiş Çelik İşçileri
sendika yapılarını güçsüzleştirmiştir. Ayrıca arasındaki işbirliği, bu alandaki önem
paranın baskınlığına dayanan mevcut seçim artışının bir göstergesidir. Birçok sendika,
sistemi, yapılacak olan kanunların da aynı yapıları, amaçları ve görevleri hakkında
yolda devam edeceğine işaret etmektedir. yeniden değerlendirme yapmaktadırlar.
Büyük ölçekte bir değişimin gerçekleşmesi Bu değerlendirmeden çıkacak sonuç
ise; sendikaların en temelde, çalışanları
arasında karşılıklı yardımlaşmaya dayanan
4 Model işçilerin girişimciliğini üstlendiği, yönetiminde etkin olduğu sanayi üretimine yönelik bir ko- bir organizasyon olduklarıdır. Bu nedenle
operatiftir. Yöresel ekonomik gücün sağlanması için asıl amaçları da, üyeleri ve çalışan
yerel sanayinin kurularak geliştirilmesine ve yörede personeli için daha iyi hayat standartları
istihdam imkânlarının artırılarak işsizliğin önlenme- sağlayabilmek olmalıdır.
sine yönelik bir modeldir.
9
MJ: John, “21. Yüzyılda büyük ölçekte
bir değişim kaçınılmazdır” ve “mevcut
sistemin tamamen ortadan kaldırılması
gerekir” demekle çok iddialı açıklamalar
yapıyorsunuz. Bu konuda lütfen biraz
daha açıklayıcı olabilir misiniz?
JC: Bu ekonomik sistemin uzun vadede
sürdürülebilir olabilmesi için tek şart,
büyük ve yaygın ölçüde bir baskının
hâkim olmasıdır. Bu baskı günümüzde
kapalı kapılar ardında gizli bir şekilde
yapılmaktadır. Evlerinden birer birer
çıkmak zorunda bırakılan insanların varlığı
bu baskı ve engellemenin göstergesidir.
Bugün uygulanan yol budur, baskı için illa
sokaklarda tankların dolaşması gerekmez.
Mevcut ekonomik sistem işlevsizdir ve bu
yapının gelecekteki hali de; küçük bir grup
elitin zenginliğine zenginlik kattığı, fakirliğin
artarak devam ettiği ve bir zamanlar “orta
direk” diye nitelendirilen ve toplumun
büyük bir bölümünü oluşturan kesimin
de gelecekte fakir olarak adlandırılacağı
şekilde olacaktır.
Çünkü bizim kullandığımız araçlar
ve maksadımız, aynı zamanda bizim
sonumuzu yansıtmaktadır. Biz yeni dünyayı,
başarılı olabileceğimiz ölçüde yaratmak
zorundayız. Bu sayede eski sistem, kendi
ağırlığı altında yok olup gitmeye mahkûm
olacaktır. Bu bizim otomatik olarak
kazanacağımız anlamına gelmez. Dünya
çok daha kötü ve barbarlığın egemen
olduğu bir döneme de girebilir. Büyük
sosyal değişim zamanlarında kazanmak
veya kaybetmek gibi iddialar söz konusu
değildir. Fakat bence bir nesil yetişecek
ve torunlarımızın geleceği için daha iyi bir
dünya yaratacaklardır.
MJ: John, bu konuda son bir ilave yapmak
istiyorum. Bizim şiddet içermeyen bir
yapıda olmamız gerektiğini ve yeni
dünyayı başarılı olabileceğimiz ölçüde
inşa etmemiz durumunda, eski sistemin
kendi ağırlığı altında çökeceğini ifade
ettiniz. Bu ifadeyle bir kooperatifçilik
sistemi inşa etmek için uygulanabilecek
bir stratejiyi mi kastettiniz? Eğer öyleyse
daha önce de bahsettiğimiz 1930’lardaki
Birçok sosyal direniş buna benzer şartlara Amerika’nın kırsal alandaki değişimi bu
maruz kalan, bir zamanlar iyi bir hayat konuda bize neler tavsiye etmektedir?
standardına sahip olup da sonradan
bu şartların değiştirilerek, imkânların JC: ABD’deki işçi kooperatifleri Birleşmiş
ellerinden alındığı durumlarda meydana Milletler direktiflerine uyarak, devlet ve
gelmiştir. Öte yandan insanlar, kabul sivil toplum kuruluşlarındaki müttefikleri
edilebilecek herhangi bir alternatifleri ile iyi bir ortaklık kurmalıdırlar. Çünkü ancak
olmadığı zaman, zor da olsa kendilerine bu sektörlerin desteği ile kooperatifler,
dayatılan şartları kabul etmek durumunda mevcut dünya düzenini değiştirmek için
kalmaktadırlar. Belki bir kereliğine, bu tarz gerekli olan güce sahip olabilirler.
durumlarda çeşitli eylemler ve protesto
gösterilerinde bulunabilirler. Ancak bu, Evet, kırsal Amerika’daki Yeni Düzen
genellikle sadece bir sinir harbidir ve müttefikliği döneminde kurumsallaşmış
yapıcı manada hiçbir değişiklik meydana kooperatifler, her ne kadar banka
getirmez. Yalnızca radikal anlamda öngörü sektörünün yapısal olarak etkin bir rol
sahibi bazı gruplar, farklı bir ekonomik üstlendiği nitelikte olsalar da bir rol
sistemi uygulamanın mümkün olduğuna modeldir. Mevcut ekonomik düzene uyum
toplumu ikna ederlerse, yapısal anlamda sağlayabilecek karşıt kurumlar meydana
değişiklikle sonuçlanabilecek eylemler ve getirmeye ihtiyaç vardır. Her geçen gün
sayılarını artırmamız gereken bu kurumlar,
gösteriler yapılabilir.
mevcut sektörden izole edilmiş bir yapıda
Bizimkisi şiddet içermeyen bir direniştir. olmamalıdır. Toplumda ötekileştirilmiş
10
ve ana akım ekonomik sistemin dışına
çıkarılmış kimselerin olduğu gibi, baskıcı
çalışma koşullarından bunalmış ve bu
şartları değiştirmek isteyen kimselerin
de kurabileceği kurumlar mevcuttur.
İnsanlar beraber çalışmayı, kaynaklarını
bir havuz içerisinde toplayarak paylaşmayı
ve karşılıklı olarak birbirlerine yardım
etmeyi öğrendiklerinde, daha güçlü ve
müreffeh olacağız. Güçlü bir kooperatifçilik
hareketi, dönüşüm için gerekli ivmeye
sahip sosyal bir güç olabilir. Ana akım
kapitalist sistemin kısa bir süreç içerisinde
ortadan kalkabileceğini düşünmüyorum.
Bununla olabildiğince yaşayabilmek için
gerekli planlamayı yapmak durumundayız.
Ancak bu süreç kaçınılmaz bir şekilde ani
yükseliş ve düşüşlerin yaşandığı bir döngü
içerisine girecektir. Kooperatifçilik sektörü
de bu ani yükseliş ve düşüş eğilimlerinden
etkilenecektir, ancak bu etki kapitalist
işletmelerin yaşayacağı etkiden çok
daha azdır. Şimdiki gibi düşüş zamanları,
kooperatifçilik sektörü için bir uyarıcı bir
dürtü niteliğindedir. Büyük Bunalım (Great
Recession) süreci en azından bu nesil
boyunca etkisini devam ettirecek yeni bir
normalleşme süreci olabilir.
Eski sistem kendi ağırlığı altında çökecektir
sözümle neyi kastettiğimi anlatmaya
çalışayım. Dünyadaki mevcut ana akım
ekonomik sistemin değişimini ilk çağlardaki
devasa dinozorların baş edilemeyecek
derecede gelişmelerine benzetiyorum.
Bilim adamları dinozorların yaşadığı
çağda, memelilerin küçük kürklü yaratıklar
olduğunu ve kuşların ise küçük ve az tüylü
dinozorlar olduğunu ortaya koydular. O
dönemdeki devasa dinozorlar ise hayvanlar
âlemindeki bu yeni dünya düzeni ile alakasız
bir fiziksel yapıda oldukları zaman kendi
ağırlıkları altında yok olup gitmişlerdir. Bu
durum, bu yüzyılın kooperatifçilik hareketi
için bir model oluşturabilir.
MJ: Dinozorlar ve memeliler hakkında
söyledikleriniz geçenlerde okuduğum
bir konuyu aklıma getirdi. Kültürel
yapıdaki değişimleri inceleyen bu
konuşma metninde konuşmacı John
G. Bennett, “daha fazlası daha iyidir”
söylemini çürütmek için dinozorlar ve
memelileri örnek olarak gösteriyordu.
Bu konuda memeliler hakkında iki
konuya vurgu yapıyordu. Birincisi “daha
büyük” olmak yerine “doğru büyüklükte”
olmalarıydı. Evrim teorisinin de bunu
destekler nitelikte “daha büyük” yerine
“daha uygun” nitelikteki bir değişimi
öngördüğü ifade ediliyordu. İkincisi
ise, memelilerin yaşamsal faaliyetlerini
gerçekleştirebilmek için daha küçük
hücre ve organlara sahip olmalarıydı. Bu
konuda bir şeyler eklemek ister misiniz?
JC: Gelişimini yeterli ölçüde devam
ettirebilmek, hem bireysel hem de
kurumsal anlamda kooperatifçilik hareketi
için başarıya giden yolda hayati öneme
sahiptir. Kapitalist işletmeler “geliş veya öl”
şeklindeki sonsuz sarmal içerisinde faaliyet
gösterirler. Bu ilke geçmişte de birçok
kooperatif tarafından benimsenmiştir.
Ancak sürdürülebilir başarı için bu model
reddedilmelidir. Merkezileştirilmiş ve
dikey yapıdaki bir kooperatif birçok
nedenle çöküş yaşayabilir. Bu bir iflas
veya kapitalizm tarafından ele geçirilmek
suretiyle olabilir. Sürekliliği olan ve başarılı
bir hareketin yapısı ise birbirine paralel
olarak bağlı özerk kooperatiflerden
oluşmaktadır. Bu yapı yatay bir gelişimi
öngörmektedir. Her kooperatif, kendi
“doğru ölçüsünü” bulmalı ve bununla
yetinmeyi bilmelidir. Kooperatifçilik, bir
değil binlerce merkezi olan ve sınırları
çizilmemiş yapıda bir harekettir. Amerika
ve dünyadan birçok insan kooperatifçiliğin,
dönüşüm sürecine katkı ihtimalinin farkına
varmaya başlamışlardır. Bu, zamanı
gelmiş bir düşünceler topluluğudur. Bu
alanda binlerce yaratıcı düşünce, farklı
perspektiflerden yaklaşmak suretiyle
çalışma yapmaktadır. Oluşan dinamik
süreç bize bağlı olup, bu alandaki sınır
11
sahip olduğumuz hayal gücüdür.
21. yüzyıl: Birlikte çalışan Amerika’nın
gelişmesine yardımcı oluyor
MJ: “Böyle mi olmak zorunda?” isimli
kısa
bölümde,
işçi
kooperatifleri
konusunun yalnızca marjinalleştirilip
ötekileştirilmediğini
aynı
zamanda
ekonomik
planlamanın
dışında
bırakıldığını söylemişsiniz. Bu çok iddialı
bir söylem. Fakat kitabınızda konu ile
ilgili detay vermemişsiniz, rica etsem bu
konuyu biraz açabilir misiniz?
JC: Yeni Görüş gereğince, şehir ve
endüstriyel işçi kooperatifleri ABD
ekonomik planlaması dışında bırakılırken,
kırsal bölge ve çiftçi kooperatifleri bu
planlamaya dâhil edilmiştir. İki grup
arasındaki fark çok keskindir. Kırsal alanda,
Amerika’nın gelişebilmesinin devletin bu
alandaki kooperatifleri desteklemesinden
geçtiği konusunda ulusal bir görüş birliğine
varılmıştır ve bu destek gerçekleştirilmiştir.
Bu durumun tam tersi ise maaş sisteminin
kalesi durumunda olan şehirler ve
endüstriyel alanlarda meydana gelmiştir.
Yeni Görüş, şehirlerdeki kooperatiflere
yaptığı promosyon ve teşvikleri kesmiş ve
bu sayede endüstriyel kapitalizmi tekrar
canlandırmaya çalışmıştır.
kooperatifçiliğinin ulusal bir politika ile
benimsenmesinden geçmektedir. Bunun
anlamı da; mevcut ekonomik sistemi,
daha büyük sayıdaki işçi kooperatifleri
ve diğer sosyal işletmelere açmak ve bu
sayede milyonlarca insanın, birbirlerinin
ürettiği mal ve hizmetlerden faydalanarak
daha iyi iş imkânlarına sahip olmasını
sağlamaktır. Son yıllarda işçi kooperatifleri
hareketi, kalabalık bir şekilde sesini daha
fazla duyurmaya başlamıştır. Ancak şu
anda insanların artık eski cevapların yeterli
olmadığına iyiden iyiye kanaat getirmeye
başladığı bir dünya düzeni içerisindeyiz. Bu
düzende çocuklarımız ve torunlarımız için
yeni bir dünya inşa edebilmek amacıyla,
mantıklı bir şekilde ve engin bir öngörü
ile geleceğin ekonomik sistemini yeniden
dizayn etmek zorundayız.
MJ: John, müsaade edersen bu noktadan
biraz
daha
ilerlemek
istiyorum.
Anlayabildiğim kadarıyla Yeni Görüş
sisteminin kırsal alandaki kooperatifçilik
başarısının günümüzde büyük oranda
değiştiği görülüyor. Elbette ki kırsal alandaki
bu yatırımın birçok faydası da olmuştur.
Ancak Yeni Görüş’ün desteklediği bu
tarımsal kooperatiflerin büyüyerek devasa
boyutta endüstriyel birer tarımsal iş kolu
haline geldiğini söylemek yanlış mıdır?
Bu iş kolları ki, demokratik olmayan,
Şu anki durum ise çok farklıdır. On yıllardır maaşlı birer kooperatif yapısındadır.
Amerikalılar esnek bir orta direk yapısına Bence Wikipedia internet sitesindeki şu
5
ve gelişen bir refah seviyesine sahiptir. linke bakılırsa benim söylediklerim ciddi
İkinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelerin anlamda söz konusu görünüyor.
ABD hariç hepsi ekonomik bir çöküş
JC: Michael, en büyük tarımsal
yaşarken, ABD bu alanda ayakta kalabilen
tek ülke olması sayesinde refah seviyesini kooperatifler bile kurumsal anlamda
artırmıştır. Ancak, Amerikalılara bu refah ve endüstriyel bir tarımsal işletme değillerdir.
zenginliğin kapitalizm sayesinde oluştuğu Çünkü küçük veya büyük bir tarımsal
şeklinde bir yalan söylenmiş ve halk kooperatifin sahibi kendi üyeleridir.
kandırılmıştır. Ancak bu oyunun sonu artık Endüstriyel tarım işletmelerinde ise bütün
gelmiştir. Çünkü kapitalizm, ABD’deki küçük diğer kapitalist kuruluşlarda olduğu gibi
bir grup elit kesime zenginlik sağlarken, sahiplik yatırımcı ve hisse ortaklarınındır.
diğer bütün halkı fakirleştirmiştir. Bu Tarım kooperatiflerinin tipik üyeleri aile
sistemi değiştirerek, en az zararla süreçten 5 İnternet: http://en.wikipedia.org/wiki/Agricultuçıkmanın yolu ise, karşılıklı yardım ve işçi ral_cooperative Erişim tarihi: 15.06.2013
12
çiftlikleridir. Büyük tarımsal kooperatifler
ise bütün büyük demokratik kurumlarda
olduğu gibi bazı kurumsal problemler
yaşayabilirler. Etkinlik ve verimliliği
sağlayabilmek için küçük bir grup
üzerinde kuvvet merkezi oluşturabilirler.
Bu da zaman zaman kurumsal bir şekilde
üyelerinin görüşünü almadan karar
verebilir. Fakat bu sorunlar bir kooperatifte
çok az meydana gelir. Burada en karmaşık
konu iş gücüdür. Tarımsal kooperatifler
patronluktan ziyade işletme sahipliği
esasına göre faaliyet göstermektedir.
Senin söylediğin listedeki tarımsal
kooperatiflere baktığımda da bunların
hiçbirinin kooperatif yapısını terk
etmediğini ve hala gerçek kişilere
hizmet ettiğini görüyorum. Hepsi de
çiftçilere hizmet veriyorlar. Bu anlamda
kooperatifler, aile çiftliklerinin varlıklarının
devam ettirebilmeleri için en büyük desteği
vermektedir.
Senin bahsettiğin bu listenin haricinde,
sayısız çoklukta bağımsız çiftlikler, kendi
ürünlerini pazarlayabilmek için kooperatif
yapıyı kullanmakta ve bu sayede
çiftliklerinin endüstriyel tarım işletmeleri
tarafından ele geçirilmelerine engel
olmaktadırlar.
için ikinci söylediğim sonuç daha olasıdır.
Bence bu konuda tablo biraz karışıktır. Kar
amacı gütmeyen dernek ve vakıfların, işçi
kooperatiflerinin başarısı yolunda en büyük
destekçisi olacağını düşünüyorum. Sosyal
örgütlerin yapılarında işçi kooperatiflerinin
ve toplumun birer paydaş olacağı bir
toplum yapısı olmalıdır. Bu tipteki
kooperatiflerin ekonomik kalkınma aracı
olarak görüleceği ve bu sayede yoksulluğun
ortadan kaldırılacağına inanan bir toplum
olmalıdır. Okullar ve hastaneler gibi en
büyük hizmet kuruluşlarının mal ve hizmet
alımlarında yerel işçi kooperatiflerine
öncelik ve kolaylıklar sağlaması gerektiği
kanaatindeyim.
Modern
çevreci
kuruluşların yeni alanlar keşfetmek
konusunda işçi kooperatiflerine yardımcı
olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bence
bu büyük bir şemsiye altında yapılacak,
geniş ölçekli bir projedir. Gençliğe ilham
verecek ve onlar için yeni yaratıcı imkânlar
sağlayacaktır.
İşbirliğinin zorluklarını kabul etmek
MJ: Son olarak sormak istediğim soru şu:
Bu soruyu herhangi bir kimseyi suçlamak
için değil, daha iyi seviyede işbirliğini
nasıl sağlayabilirdik konusunu merak
ettiğim için soruyorum ve senin de işçi
MJ: Tamam, müsaadenle devam kooperatiflerindeki geçmiş tecrübelerine
ediyorum. John, söyler misiniz işçi dayanarak soruyu cevaplamanı rica
kooperatifleri ve işbirliği/dayanışma ediyorum. 200 yıllık ABD tarihine
hareketleri Amerikan politikasında etkili bakıldığında, kooperatifçilik hareketinin
bütün paydaşlarını da hesaba katarak,
bir güç olsa idi ne olurdu?
hangi noktalarda hatalı yapıldığını
JC: Bence dünya ekonomi sistemi bir çöküş düşünüyorsun ve bugünkü durumda bu
içerisindedir ve bu çöküş yakın tarihte de hareketin önemini nerede görüyorsun?
devam edecektir. Mevcut sistem var olan
sorunlar ile başa çıkamayacak niteliktedir. JC: Bence aktivistler herkesin politikacı
Tarihsel açıdan bakıldığında, bir çöküş, olmadığını ve olamayacağını kabul etmek
genellikle katı ve otoriter bir rejim ile durumundalar. İnsanlara olduğu gibi
sonuçlanır. Fakat bu çöküş aynı zamanda, davranmalı ve onlardan yapabileceklerinin
sistem hakkında tekrar değerlendirme üzerinde bir beklentide bulunmamalısınız.
yapan ve sistemi yeniden dizayn eden Bu adı üzerinde karşılıklı bir yardım sürecidir.
harekete geçirilmiş bir halkı da beraberinde Bazı insanlar kendilerinden başka birini
getirebilir. ABD gibi gelişmiş bir sivil toplum göremiyorlar. Bu insanlar kooperatifçilik
13
için uygun değillerdir. Bazıları yalnızca
kendi aileleri veya akrabaları dışındaki
insanları dışlamaktadır. Bazıları ise
kendilerini etnik, milliyetçi, dini, hatta
bir takım sosyal grupların(sanatçı fanları,
hayvan sever gruplar, spor takımları gibi)
üyesi olarak nitelendirmektedir.
Bir diğer uç grup da çok kültürlü ve
uluslararası toplumlardır. Bu gruplar
kendilerini global insanlık ailesinin bir
parçası olarak tanımlamaktadır. Bu ifade
zaman zaman galaksi ölçeğine kadar
yükselebilmektedir. Birçoğumuz herhangi
bir yerde ve bir şeylerin arasındayız.
Her birimiz kendimize layık gördüğümüz
katkıya ihtiyaç duyarken, başka birinin
yoluna da taş koymadan bunu adil bir
şekilde yapmak isteriz. Bu nedenle gerçek
dışı beklentiler genellikle büyük hezeyanlar
ile sonuçlanır.
Bir grup halinde veya bire birde bütün
insanların rekabetçi bir anlayışta olmadığını
kabul etmek gerekir. 1974 yılında faaliyetine
başlayan benim kooperatifimde çok çeşitli
insanlarla tanıştım. Örneğin bu insanların
bir bölümü yaşadığı çevrenin belirlenmesi
anlayışını benimsemiş kimselerdi. Bu
kimseler kendi görev alanlarının net bir
şekilde belirlenmesini istiyordu. Bizim
çalışma sistemimiz ise buna aykırıydı.
14
Çünkü biz boşta olan personelin bir diğer
alanda görev yapabilmesini öngören
bir işletmeydik. Bu tarz anlayışa sahip
personel ise bu yapıya ayak uydurmakta
zorlanıyor ve en kısa süreçte yeni bir işe
girmeye çalışıyordu. Genelleme yapmak
gerekirse, başarılı bir işbirliği sürecinde
herkes kendisini rahat hissettiği bir alan
istemektedir. Bu spor takımlarında veya
bir orkestrada da böyledir. İki kişi birlikte
çalışamıyorsa, grup yeni bir planlama
yapmak veya problemi olan kişi veya
kişileri bünyelerinden ayırmak zorundadır.
Bu çok büyük bir iş değildir, aksine insan
yaratılışının bir gereğidir. İşbirliği veya daha
geniş bir ifadeyle kooperatifçilik anlayışı
herkese göre değildir. Çeşitlilik iyidir, ancak
toplumda yalnız kimseler için de bir alan
olmak zorundadır Burada kritik olan husus,
bu yalnız kimselerin toplumun kontrolünü
ele geçirmelerine izin verilmemesidir.
Büyük resimden bakıldığında, işbirliği
içerisinde çalışmak toplumun yaşam
kalitesini artıracaktır. Hayat sıkıcı iş
koşulları içerisinde heba edilmeyecek
kadar kısa ve çabuk geçmektedir. Bunun
aksine, günlük aktivitelerde işbirliği ve
karşılıklı yardım içerisinde sürdürülen bir
yaşam ise iyi harcanmış demektir. Ayrıca
bu size kendinizi iyi hissettirir.
VERGİ ZİYAN’INI ÖNLEMEDE
SAYIŞTAY - MALİYE BAKANLIĞI
İŞBİRLİĞİ
S. Tunahan BAYKARA *
GİRİŞ
Vergiler her ülkede olduğu gibi ülkemizde de
en önemli gelir kaynaklarından birisi ve asli
gelir unsurlarındandır. Yine vergiler bir çok ülkede bütçe harcamalarının en önemli kaynağıdır. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda açıkça
tarif edilen Vergi ziyaı, Devletin gelir kaybının
vergisel boyutudur. Verginin niteliği itibariyle
kamunun bir gelir kaynağı olması vergi ziyaının
kamu zararı boyutunun da değerlendirilmesini
gerekli kılmaktadır. Çünkü vergi ziyaı ile kamu
kaynağında artışa engel olunması sonucu kamu zararı ortaya çıkacaktır.
Vergilendirme işlemleri Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığı) tarafından yerine getirilmektedir. Bu anlamda vergi ziyaını önleme,
vergi ziyaına sebep olan unsurları ortadan kaldırma ve vergi ziyaını önleyici idari yaptırım ve
cezaları uygulama yetkisi 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu çerçevesinde Maliye Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır. Makalemizde; vergi ziyaının vergi gelirlerini azaltıcı etkisiyle birlikte
ortaya çıkan kamu zararının minimize edilmesinde Sayıştay ve Maliye Bakanlığının nasıl bir
işbirliği içinde olması gerektiği ve bu işbirliğinin sonucu ortaya çıkacak etkinlik izah edilmeye çalışılacaktır.
Sayıştay denetim ve yargısının anayasal dayanağı olan 1982 Anayasasının 160’ ıncı maddesinde;
VERGİ ZİYAI & KAMU
ZARARI İLİŞKİSİ
“ Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve
sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme
bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla
görevlidir…..
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 341 inci maddesinde Vergi Ziyaı;
….Mahallî idarelerin hesap ve işlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması Sayıştay tarafından yapılır…”
Hükümleri yer almakta olup Sayıştay’ın diğer
denetim ve yargı yetkileri gibi gelir denetimi
yetkisinin de anayasal dayanağı ilgili maddedir.
Bu anlamda Sayıştay vergi ziyaını gelir denetiminin bir parçası olarak kamu zararı boyutuyla
denetlemekte ve kesin hükme bağlamaktadır.
* Yüksek Lisans Öğrencisi
([email protected])
“Mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile
ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi
veya eksik yerine getirmesi yüzünden,
verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini
veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder…”
şeklinde tariflendirilmiştir.
Aynı maddede yukarıdaki tanımlamanın devamında;
“..Şahsi, medeni haller veya aile durumu
hakkında gerçeğe aykırı beyanlar ile veya
sair suretlerle verginin noksan tahakkuk
ettirilmesine veya haksız yere geri
verilmesine sebebiyet vermek de vergi ziyaı
hükmündedir….” Denilerek maddedeki genel
tanımdan başka nelerin vergi ziyaı olarak kabul
edileceği hüküm altına alınmıştır.
15
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’nun “Kamu zararı” başlıklı 71 inci
maddesinde kamu zararının tanımı ve kamu
zararının belirlenmesinde nelerin esas alınacağı yer almaktadır. İlgili maddede kamu zararının tanımı olarak ;
“Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur
veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata
aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda
kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye
neden olunmasıdır.” İfadelerine yer verilmiştir.
Vergilerin ülkemiz için en önemli kamu gelir
kaynağı olduğundan hiç şüphe yoktur. Bu anlamda mükellefin veya sorumlu pozisyonunda
olan kamu kurumlarının vergilendirme ile ilgili
ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden vergilerde
ve doğal olarak kamu kaynağında artışa engel
veya eksilmeye neden olunması vergi ziyaının
kamu zararının en önemli sebeplerinden birisi
olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
SAYIŞTAY YARGISINDA ve
MALİYE BAKANLIĞINDA
VERGİ ZİYAINA UYGULANAN YAPTIRIMLAR
Sayıştay Yargısında
6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nda “Sayıştay’ın
görevleri” başlıklı 5 inci maddesinin (b)
bendinde;
“Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve
işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetler, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlar.”
Denilerek Sayıştay’ın kamu zararına ilişkin denetiminin kanuni dayanağı, anayasal dayanağı
olan 1982 Anayasası’nın 160 ıncı maddesine
paralel olarak düzenlenmiştir.
Sayıştay denetimi sonucunda tespit edilen
16
kamu zararı, incelenen belge ve defterlerde
mevcut olan veya doğrudan inceleme
sonucu ortaya çıkan tutarı ifade etmektedir.
Yani kamu zararının nedeninden çok (vergi,
fiyat farkı ödemesinin vb olması) sonuçta
kamu zararına sebep olunması önemlidir.
Bu anlamda tespit edilen kamu zararının
nedeniyle ilgili diğer mevzuatlarda öngörülen
ceza ve faiz gibi yaptırımlar incelenen konuyla
ilgili toplam kamu zararının hesabında dahil
edilmemektedir. Örneğin Sayıştay Yargısı sonucunda, denetimde tespit edilen vergi ziyaı kaynaklı kamu zararının tazminine karar verildiği
takdirde sadece ziya uğratılan verginin aslı için
tazminine karar verilmekte, sonuçta Vergi Usul
Kanunu’nda vergi ziyaı için öngörülen ceza bu
hesaba dahil olmamaktadır. Uygulama mevzuat açısından doğru olmakla birlikte nihai kamu
geliri ve hazine menfaatleri açısından bakıldığında ve bu arada cezaların da bir kamu geliri olduğu2 düşünülürse tek başına verilen bu
tazmin kararı yeterli olmamaktadır.
Sayıştay Yargısı sonucunda tazminine
karar verilen kamu zararının sorumlularca
ödenmemesi
durumunda
öngörülen
yaptırımlar ise 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun
9 uncu ve 53 üncü maddelerinde belirtilmiştir.
İlgili kanunun “Kamu İdareleri ve Görevlilerinin
Sorumluluğu” başlıklı 9 uncu maddesinde
sorumlular hakkında maaş kesintisi, usule göre görevden uzaklaştırılarak haklarında gerekli
soruşturma veya kovuşturma yapılması öngörülmektedir.
Ziyaa uğratılan verginin Sayıştay yargısınca
kamu zararı olarak tazminine hüküm verilmesi
neticesinde uygulanacak faiz ve tahsil usulüyle
ilgili olarak 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun
“İlamların İnfazı” başlıklı 53 üncü maddesinde
ise;
“(1) Sayıştay ilamları kesinleştikten sonra doksan gün içerisinde yerine getirilir. İlam hükümlerinin yerine getirilmesinden, ilamların
2 6183 Sayılı AATUHK “Kanunun şümulü” başlıklı
birinci maddesinde cezaların amme alacağı kapsamında olduğu açıkça yazılmıştır.
gönderildiği kamu idarelerinin üst yöneticileri
sorumludur.
(2) İlamlarda gösterilen tazmin miktarı hüküm
tarihinden itibaren kanuni faize tabi tutularak,
9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre tahsil olunur.” Hükümleri yer almaktadır.
Maliye Bakanlığında
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 344 üncü
maddesinde Vergi Ziyaı Cezası şu şekilde ifade
edilmiştir:
“341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına
sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı
tutarında vergi ziyaı cezası kesilir.
Vergi ziyaına 359 uncu maddede yazılı fiillerle3
sebebiyet verilmesi halinde bu ceza üç kat, bu
fiillere iştirak edenlere ise bir kat olarak uygulanır.
Vergi incelemesine başlanılmasından veya takdir komisyonuna sevk edilmesinden sonra verilenler hariç olmak üzere, kanuni süresi geçtikten sonra verilen vergi beyannameleri için
bu madde uyarınca kesilecek ceza yüzde elli
oranında uygulanır.”
Ayrıca Tespit edilen bu vergi ziyaı ile ilgili olarak Vergi Usul Kanunu mad 112’ye göre son
yapılan tarhiyatın tahakkuk tarihine kadar Gecikme Faizi uygulanacaktır.
VERGİ ZİYAININ SAYIŞTAY
YARGISI ve MALİYE İNCELEMESİ SONUCUNUN HAZİNE MENFAATİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Değerlendirmenin örnek olay bazında yapılması konunun daha iyi anlaşılmasını sağlaya3 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 359 uncu maddesi “Kaçakçılık Suçları ve Cezaları” ile ilgilidir.
caktır.
Örnek Olay:
Kültür ve Tanıtım alanında faaliyet gösteren
ve Yüzde 90 hissesi X Belediyesine ait olan Y
Kültür Şirketi4 kentin tanıtım filmi için sözleşme şartları gereği senaristine telif hakkı olarak
brüt 200.000 TL ödemede bulunmuştur. Ödemeye esas sözleşmede anlaşmanın brüt tutar
üzerinden yapıldığı anlaşılmaktadır. Ödeme
yapılırken herhangi bir vergi kesintisi yapılmamıştır.
İlgili Vergi Mevzuatı:
Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade
şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgiye veya
ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan
işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır. Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır. Serbest meslek faaliyetini mutat meslek halinde
ifa edenler, serbest meslek erbabıdır. Serbest
meslek faaliyetinin yanında meslekten başka
bir iş veya görev ile devamlı olarak uğraşılması bu vasfı değiştirmez. (193 sayılı Gelir vergisi
kanunu mad. 65 ve 66)
Senaryo yazma hizmetinin sermayeden ziyade
şahsi mesaiye ilmi veya mesleki bilgi ve ihtisasa dayanması, Senaryo yazma hizmetinin 193
sayılı GVK 18. maddede ayrıca zikredilmesi bu
hizmetin serbest meslek faaliyeti olması ve
senaristlerin de serbest meslek erbabı olması
sonucunu doğurmaktadır.
Söz konusu kamu kurumunun satın aldığı bu
hizmet Gelir Vergisi Kanunu Mad 18 e göre istisna kapsamında sayılan serbest meslek kazançlarındandır. Ancak yine aynı kanun maddesinin
atıfta bulunduğu GVK madde 94/2-a’ya göre
gelir vergisi stopajı yapılması gerekmektedir.5
4 İlgili Şirket, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun “Denetim Alanı” başlıklı 4. Maddesinin (b) bendine
göre Sayıştay denetimine tabidir.
5 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu mad 94’te ilgili
Kamu Şirketi stopaj yapmakla mecbur kılınanlar
arasındadır.
17
Yapılması gereken stopaj oranı ise 2009/14592
nolu Bakanlar Kurulu Kararına göre6 yüzde 17’
dir.
İlgi vergi mevzuatına göre senaryo telif hakkı
olarak senariste ödenen brüt 200.000 TL üzerinden yüzde 17 gelir vergisi tevkifatı yapılmalıydı. Yani yapılması gereken tevkifat
200.000*17/100 = 34.000 TL’dir.
A-İş Birliği Olmadan Sayıştay ve Maliye
İncelemesi Sonuçları
1) Sayıştay Yargısı Sonucu
Sayıştay yargısı sonucu sadece vergi aslı olan
34.000 TL için tazmine hükmolunacaktır. Sayıştay tarafından verilen hükümden öncesi geçen
süreye ilişkin ve ziya uğratılan vergiden dolayı,
yani kamu zararı için bir ceza uygulanmayacaktır. Verilen tazmin hükmü neticesinde tahsil aşamasında 6085/53 ün 2’nci bendi gereği
İlamda gösterilen 34.000-TL hüküm tarihinden
itibaren kanuni faize tabi tutularak, 9/6/1932
tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre tahsil olunacaktır. Görüldüğü üzere burada dikkat edilmesi gereken diğer husus, Sayıştay İlamı ile hükme bağlanan
34.000 TL, amme alacağı olarak takip usulüne
tabi olmamaktadır.
Maliye İncelemesi Sonucu
İnceleme elemanlarınca7 düzenlenecek inceleme raporuna istinaden;
Belediye Şirketi ilgili tevkifatı yapıp Muhtasar
Beyanname ile beyan etmediği için, VUK mad
30/1 “Vergi beyannamesi kanuni süresi geçtiği halde verilmemişse” gereği vergi resen tarh
edilecektir.
Resen Tarh Edilmesi Gereken Vergi
: 34.000
6 03.02.2009 tarih ve 27130 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanmıştır.
7 213 sayılı Vergi Usul Kanunu Mad. 135’e göre vergi in-
celemesi; Vergi Müfettişleri, Vergi Müfettiş Yardımcıları,
ilin en büyük mal memuru veya vergi dairesi müdürleri
tarafından yapılır.Gelir İdaresi Başkanlığının merkez ve
taşra teşkilatında müdür kadrolarında görev yapanlar her
hal ve takdirde vergi inceleme yetkisini haizdir.
18
TL dir.
Kesilmesi Gereken Vergi Ziyaı Cezası : 34.000
TL, yani ziyaına sebep olunan verginin bir katıdır.8
Gecikme Faizi : VUK madde 112 ye göre (Dava konusu yapılmaması halinde) normal vade
tarihinden son yapılan tarhiyatın tahakkuk tarihine, dava konusu yapılması halinde yargı organın kararının tebliğ tarihine kdr (6183 sayılı
kanundaki gecikme zammı oranında) gecikme
faizi hesaplanır. Bu sürenin toplam 10 ay olduğu ve Gecikme Faizi oranının9 1,40 olduğu varsayımı altında
34.000*10*1,40/100 = 4.760 TL Gecikme Faizi
Hesaplanır.
Buna göre Toplam 34.000 (resen tarh edilen
vergi aslı) + 34.000 (vergi ziyaı cezası) + 4.760
(Gecikme Faizi) = 72.760-TL’lik bir tutar hazineye gelir olarak girecektir. Ve 72.760-TL
lik bu tutarı oluşturan vergi, vergi ziyaı cezası
ve gecikme faizi kalemlerinin tamamı 6183
sayılı AATUHK’a göre amme alacağı kabul
edilmiş olup takip ve tahsil usulü bu kanuna
göre yapılacaktır. Yani ödenmesinde gecikme
olması halinde ayrıca 6183 e göre Gecikme
Zammı uygulanacaktır.
-Sayıştay Yargısı ve Maliye İncelemesinin İşbirliği Sonucunda;
Sayıştay vergi ile ilgili kamu zararı tespitlerinde
yargılama sonucunda vergi aslı ile ilgili olarak
kamu zararının tahsiline hükmetmesi yanında
ilgili bakanlık olan Maliye Bakanlığına yazılmasına dair karar verirse sonuçta ortaya hazine
menfaatleri açısından ve vergi ziyaının önlenmesi adına daha caydırıcı bir tablo çıkacaktır.
Buna göre;
8 213 sayılı VUK 341 ve 344 üncü maddesine göre 1
kat vergi ziyaı cezası verilir.
9 19/10/2010 tarihli ve 27734 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 12/10/2010 tarihli ve 2010/965 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının eki Kararın 1 inci maddesiyle gecikme zammı oranı her ay için ayrı ayrı uygulanmak
üzere % 1,40 olarak belirlenmiştir. Gecikme faizi oranı
da 213/112 gereği gecikme zammı oranı kadardır.
Sayıştay Yargılaması neticesinde;
-Vergi aslı için 34.000 TL kamu zararının tahsiline hükmolunacak ve
Maliye Bakanlığı vergi incelemesi neticesinde;
- 34.000 TL vergi ziyaı cezası ile birlikte, 4760
TL Gecikme Faizi hesaplayacaktır. Toplamda
72.760 TL lik bir gelir hazine kasasına girecektir.
Bu seçeneğin yanında, Sayıştay’ın denetimlerinde vergi ziyaı ile ilgili bir durumla karşılaşılması sonucunda doğrudan Maliye Bakanlığına
inceleme için yazılması da diğer bir seçenektir.
Görüldüğü üzere her iki seçenek sonucu ortaya çıkacak 72.760 TL lik tutar, tek başına Sayıştay Yargısı ile 34.000 TL kamu zararına hükmolunması seçeneğine göre hazine menfaati
açısından çok daha gelir getirici ve vergi ziyaını
önlemede daha caydırıcıdır.
SONUÇ
Vergi gelirleri ülkemiz için en önemli gelir
kaynağıdır. Kamu harcamalarının en önemli
kaynağı olan bu gelir türünde meydana gelecek kayıp ve kaçak Devletin harcama ve gelir
denetiminde yetkili kurumları arasında işbirliğiyle daha asgari seviyelere çekilebilecektir.
Çeşitli nedenlerle ortaya çıkan vergi ziyaı, vergi
hasılatında erozyona neden olmaktadır. İşte
bu vergi erozyonunu önlemek adına Sayıştay
Yargısı’nın, makalede örnek bazında da açıklandığı üzere, vergi ile ilgili kamu zararına neden olan hususları soyut ve somut anlamda
Maliye Bakanlığı ile paylaşması, bu iki kurum
arasında birlikte denetim projeleri geliştirilmesi, denetimlerde tespit edilen bulguların paslaşılması özel anlamda hazine menfaatleri genel
anlamda kamu yararı açısından önem arz etmektedir.
19
SOSYAL AĞLAR
Cengiz YARDİBİ (1)
Cem Cihangir ÜSTÜN (2)
Cengiz AYDEMİR (3)
Erol ALKAN (4)
Kamuran KURU (5)
Muhammet BARAN (6)
Facebook, Twitter, Linkedln vb tüm insanların
girdikleri sitelere bakarsak insanların gerçekten bir şeyleri paylaşmayı çok sevdiklerini anlamak çok kolay. İstediğimiz özelliklerimizi biz
yazarız, göstermek istediğimiz fotoğrafları biz
seçer yerleştiririz bu sitelere, hangi okullara
gittiğimizi, nelerden hoşlandığımızı, medeni
durumumuzu, gurur duyduğumuz çocuklarımızı nette paylaşmayı, sevmediklerimize sitemlerimizi, evlendiğimizi, doğum günlerimizi
ve hatta ihanetleri hiç çekinmeden bu sitelerde ifşa ederiz, ilerisini düşünmeden. Bu sayede
birçok kişiye erişebildiğimiz gibi başımıza pek
çok musibet de açılabilir, hatta çetelerin eline
düşenler, kötü yola düşenler, nette eşini aldatanlar. Eskiden belki de kişilerle sınırlı sorunlar,
bu yolla tüm insanlara bulaşan ve gittikçe genişleyen sorunlar kümesine dönüştü bile.
Bu durum sadece bu mecralarda kalmıyor ta-
insani eğilim ve buna imkan sağlayan ve her
gün üstsel olarak genişleyen teknoloji, sadece kapasite değil erişim araçları, ve lokasyon
olarak da nerede ise sınırsız hale gelmekte.
Bu kapsamda her an her yerde ve her şekilde bir network erişim olanağı yanı başımızda,
notebook’tan, notepad’e, sonra telefonlara,
sonra televizyon cihazları, sonra google gözlükler, sonra doğrudan beyne chipler, sonra…
bi olarak. Her alanda kullanıma açık olan bu
(1) Emekli Subay ([email protected])
(2) Türkiye Kalkınma Bankası ([email protected])
(3) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
([email protected])
(4) 3. cü Sınıf Emniyet Müdürü ([email protected])
(5) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
([email protected])
(6) TC Gümrük Bakanlığı ([email protected])
20
Diğer taraftan bu paylaşımlarla ilgili olarak diğer insanlarla ilgili olayları öğrenme takıntımızı
da ortaya koymuş oluyoruz. Diğer insanların
özel hayatlarına girip eskiden sadece mahalle
dedikoducuları ile sınırlı ve çok kısıtlı bilgi ortamını okyanuslara dönüşmüş halde her an
erişebilir halde önümüzde bulabildiğimiz için
çok daha derinlere dalmada her gün rekorlar
kırabiliyoruz.
Milyonlarca sosyal-network erişim sağlanabiliyor internet vasıtası ile. Bunlardan hemen logolarından çocukların bile tanıyabileceği yaygın ve meşhur olanları:
Dünya üzerinde her gün binlercesi eklenmek
üzere 4.8 miyar mobil erişimci olduğu gerçeği
4.2 milyar diş fırçası kullanıcısı ile karşılaştırıldığında, bazı telefonların diş fırçalamayı bile
bilmeyenler tarafından kullanıldığını bilmek,
pazarlama açısından daha 600 milyon diş fırçasının mobil cihazlar aracılığı ile yapılacak
reklamla satışının sağlanabileceği sonucu çıkarmak gibi birçok karşılaştırmalı fayda yaratabileceği görülmekte.
Facebook daha 5-6 yıl öncesine kadar okul arkadaşına erişim aracı iken, şimdi nerede ise
tüm firmalar facebook üzerinden ilan ve işlem
yapıyorlar. Firmalar sosyal network potansiye-
lini kullanmak için her gün daha derinlere dalıyorlar. Bu nedenle de pazarlamacılar ve firmalar bu ağların gerçek kudretini bilimsel açıdan
da öğrenmek istiyor. Bu kapsamda araştırmacıların yeni modeller geliştirerek bunların sonuçlarını gösteren yayınlar giderek artmakta.
Facebook ve diğer sosyal sitelerle ilgili aşağıda
verilen bilgiler süratle güncelliğini yitirmekte
ve artmaktadır: Bu siteler elde edilen ilgi ve
potansiyeli devam ettirmek ve artırmak adına sürekli yeni alanlar oluşturmak zorundalar.
Oluşturulan bu yeni alanlar toplumun ve iş
dünyasının iş modellerini ve stratejilerini etkileyecek enstrümanlar oluşturmaktadır.
Facebook, Mark Zuckerberg
Aylık aktif kullanıcı yaklaşık 850 milyon,
Her gün 250 milyon foto yüklenmekte,
425 milyon mobil kullanıcı,
100 milyar bağlantı
%57 bayan kullanıcı, eğer girilen bilgiler doğru ise,
Twitter, Jack Dorsey
465 milyon üzeri hesap sayısı,
Günlük 190 milyon tweet,
Hergün eklenen hesap sayısı 1 milyon,
Linkedln, Reid Hoffman
Her saniye 2 yeni üye ilave
60 milyon üye sayısı, %60 ABD dışından,
2011 yılında 4.2 milyar arama yapılmış,
Youtube, Chad Hurley, Steve Chen, ve Jawed Karim
Üçüncü en çok ziyaret edilen site,
900 milyon kullanıcı
Günlük 2 milyar görüntü
Ortalama Youtube kullanıcısı her gün 15 dakika
sitede kalmakta, Her gün 900,000 video yüklenmekte
21
Bu konuda aşağıdaki tablo ilgili siteler ve ülkelere göre istatistikler sosyal sitelerin pazarlamadan propagandaya, duyurudan eğlenceye
kadar ne kadar etkin kullanıldığı ve kullanan
ülkelere göre 2012 sonu itibarı ile göstermektedir.
Sosyal Siteleri Kullanan Kişi Oranları
Evet Kullanıyorum
Sosyal siteleri kullandınızmı
Herhangibir site
56%
Facebook
54%
LinkedIn
13%
Twitter
10%
Google+
8%
Kullanım verileri
Data
Dünya çapında Facebook kullanıcı sayısı
1.2 milyar
Bu siteleri kullananların 18-24 yaş arası oranı
98%
Dünyadaki Facebook kullanıcılarının oranı
11%
Bir insanın ortalama bir ayda Facebook’at harcadığı zaman
15 saat
Facebook telefonla giriş yapan insan sayısı
250 milyon
YouTube kullanıcı sayısı aylık
490 milyon
YouTube karşısında aylık harcanan toplam saat
2.9 milyar
Wikipedia tarafından yayınlanan tolam makale sayısı
17 milyon
AFlickr dakikada yüklenen ortalama fotoğraf adedi
3,000
Ortalama günlük tweet sayısı
190 milyon
10 yaş altı Facebook kullanıcı oranı
25%
Güvenli olmayan sitelere giren genç oranı
59%
Sosyal sitelere en fazla angaje olan 10 ülke
Aylık ortalama kullanım-saat
Israil
11.1
Arjantin
10.7
Rusya
10.4
Türkiye
10.2
Şili
9.8
Filipinler
8.7
Kolombiya
8.5
Peru
8.3
Venezuella
7.9
Kanada
7.7
ABD
7.6
Bu konuda referans olarak belirtilen iki çalışma incelenmiş ve fazla teknik detaya girmeden
sonuçlar bir istatistikçi ya da tez sunumcusu
dilinden değil çok basit anlaşılabilir ve sonuca
22
yönelik olarak bu makalede açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak makaledeki çalışma, modeller,
ortaya konan hipotezler ve bu hipotezlerin
çoklu irdelenmesi çok teknik düzeyde oldu-
rak bu kadar etkili bir olgunun.
ğundan, ancak konu ile ilgili akademik inceleme yapacak kişiler tarafından referans olarak
incelenmesi ve anlaşılabilmesi mümkün görünmektedir.
Ancak yine de teknik bir destek kapsamında
makale konusu, önsöz ve sonuç bölümlerinde
çıkarımlar burada tercüme edilmeye çalışılmıştır.
Referans olarak verilen ilk makalede muhtelif
faktörlerin çoklu ilişkilerini belirlemek üzere
modellemede kulanılmak üzere entegre istatistik bir çerçeve oluşturmuşlar. Bu model
yaklaşımı birçok farklı yönü ile hem etkenleri
hem de ilişkileri belirlemek amacı ile iki uygulama için hiyerarşik bayesian metodu geliştirmişler: ilk uygulamada yeni bir ürün geliştirme faaliyetine katılan yöneticiler arasında
sıralı iletişim metodu kullanma, ikinci uygulamada ise, müzisyenler arasındaki bir işbirliği
sosyal-ağını kullanmışlar.
İncelenen referans
dokümanlar:
1. Modeling Multiple Relationships in Social
Networks
Authors: Asim Ansari, Oded Koenigsberg,
Florian Stahl
Çeşitli modellerle ilgili kurulan beş adet hipotez incelenmesi sonrası sonuç olarak;
Source: Journal of Marketing Research, Volume 48, Number 4 (August 2011)
Sosyal-ağlara ilişkin artan ilgi büyüdükçe, pazarlama uzmanları bu tip ağların ilişki yapısını
anlamaya ve tahmine daha fazla ilgilendikleri
belirtilmektedir. Bu çalışma da doğrultu ve
şiddet olarak değişen çoklu ilişki ile ilgili metodolojik bir çerçeve geliştirdiklerini ortaya
koymaktadır.
Page Numbers: 713 - 728
Firmalar sosyal-ağlardaki bu potansiyeli pazarlama alanında kullanmak istemekteler. Bu
nedenle pazarlamacılar bahse konu sosyalağların kullanıcılar üzerinde oluşturabileceği
etkiler ve bunların sonuçlarını anlama konusunda çalışmalar yapmaya itmekte, tabi ola-
İlk uygulama da yeni bir ürün geliştirme faaliyetleri sırasında profesyoneller arasındaki
iletişim paterni üzerideki müdahalelerin etkileri incelenmiş. Elde edilen sonuçlar, bizim
oluşturduğumuz çerçevedeki çeşitli komponentlerin, asıl hipotezlerin net bir şekilde değerlendirilmesinde gerekli olduğunu açıkça
göstermektedir.
İkinci uygulamada, çeşitli tiplerin çoklu ilişkisini modelleme üzerinde odaklaşmışlar. Burada, internet üzerinden müzik indiriminde
23
1. Bunların ürün satışı üzerindeki farklı etkileri
2. Buların ömür boyu etkileri
3. Karşılıklı etkileşimler
ağırlıklı ilişkilerin sıklık ve yoğunluğunun modellenmesinin ne kadar kritik olduğunu göstermişler. Aksi taktirde yapısal karekteristik
ve tahmin performansının önemli sorunları
olabileceği ortaya konulmuş.
2. Online Social Interactions: A Natural Experiment on Word of Mouth Versus Observational Learning Authors: Yubo Chen, Qi Wang,
Jinhong Xie Source: Journal of Marketing Research, Volume 48, Number 2 (April 2011)
Şaşırtıcı bir şekilde, WOM negatif etkisinin
pozitif etkisinden çok daha fazla olduğu, pozitif OL bilgisinin satışları önemli oranda artırabileceği fakat negatif OL’nin hiçbir etkisinin
olmadığı ortaya konulmuş, bu makalede.
Ancak; bu çalışmada WOM negatif etkisinin
çok daha etkili olmasının şaşırtıcı bulunması ilginç, çünkü nerede ise çalışma hayatına
girdiğim günden beri, bir ürün ya da firma
hakkında yaşanacak bir olumsuzluğun onlarca kişiyi etkileyebileceği, ancak olumlu geri
beslemenin çok daha az etkide olacağı sürekli pazarlama piyasasında kullanılan çok mutat
bir söz olduğunu görmekteyim.
Page Numbers: 238 - 254
Bu çalışmada tüketicilerin satınalma kararlarının başkalarının fikirlerinden, sözlü, ağızdan ağza, bilgiler (WOM) ve/veya diğerlerinin
hareketleri ya da ve gözlemlerden öğrenme
(OL) yolu ile iki şekilde etkilenebileceği belirtilmektedir. Bilgi teknolojilerinin bugüne
kadar bu iki tip sosyal etkileşimin kullanımı ve yönetimine ilişkin çok geniş fırsatlar
sunmasına rağmen, araştırmacılar bunların
rekabet üzerindeki etkilerinin ortaya çıkarılması konusunda sorunlar yaşamışlar ve bu iki
olgunun birbirinden farkları ve etkileşimleri
konusunda sınırlı kavramlar ortaya koyabilmişlerdir.
Yazar bu iki tip sosyal etkileşimle ilgili olarak
üç konu ortaya koyarak incelemeyi gerçekleşmiştir:
24
Bu rakamlar sosyal-network
kullanımlarının halen ne kadar yaygın ve etkin olduğunu, gelecekte tamamen bunlar
üzerine kurulu bir sistem strateji ve iş modellerinin oluşacağını açıkça göstermektedir. Bu
konuda Pazarlama ve İşletme guruları olarak
adlandırılan bazı yazarların hala eski faktörleri ve kuvvetler savunduğu ve internet sadece
bu klasik yöntemleri destekleyici bir teknoloji
olarak görmeleri şaşırtıcıdır.
Bu alanlarda kitaplar ve makaleler yazan ve
bilimsel ve akademik kişiler tarafından izlenen bu yayınlara ait tercümelerin, ülkemiz
kullanıcılara erişimi için geçen zamanı da göz
önüne aldığımızda, internet ve sosyal network konusunun, pazarlama olsun, üretim
olsun, tüm kurumsal konularda ayrı bir kuvvet olarak görülmesi ve buna göre iş modelleri, stratejiler ve sistemler kurulmasının gerekliliği açıktır.
21. YÜZYILIN ÖRGÜTLENME BİÇİMİ:
İNFORMAL NETWORKLER/
AĞBAĞLAR
Tolga ÇAL *
Ağbağ organizasyon yapıları, herbiri belirli
bir fonksiyonda ya da bir faaliyet konusunda uzmanlaşmış işletmelerin tanımlanmış
rol ve sorumluluklar ile bir araya gelmesi
ve bir örgütler ağının oluşturulmasını ifade
etmektedir (Sayli, vd., 2006: 32).
Günümüzde networkler/ ağbağlar giderek
periyodik olarak incelenen konular arasında yer almaktadır. Miles (1989: 9’den aktaran Özdemir, 2010: 262), ağbağları, 21.
yüzyılın örgütlenme biçimi olarak açıklar.
Çünkü bilişim çağında bilgi, güçtür. Firmalar bu gücü ağbağlar vasıtasıyla daha kolay
elde edilebilirler. Ayrıca ağbağlar, belirsiz
ve çalkantılı çevrelere uygulanabilecek çözümler olarak görülürler (Miles ve Snow,
1986’den aktaran Özdemir, 2010: 262).
Bazı bilim adamları ağbağları, piyasa ile hiyerarşi arasındaki bir hibrid organizasyon
şekli olarak ifade ederler (Jarillo, 1988: 34,
35; Thorelli, 1986: 37; Williamson, 1991:
270, 27’den aktaran Özdemir, 2010: 262);
fakat yönetim ve organizasyon alanındaki
literatür, hibrid organizasyonları ağbağlardan ayırmaktadır. Çünkü hibridler çoğu
zaman formel organizasyonları ve formel
ilişkileri (Borys ve Jemison, 1989: 235; Miles ve Snow, 1986: 64’den aktaran Özdemir, 2010: 262) ifade ederken, ağbağlar,
formel ekonomik organizasyonlardan ve
düzenlemelerden çok informel niteliği bulunabilen ve gelişmekte olan sistemlerdir
* Gazi Ün. İİBF Kamu Yön. A.B.D. doktora öğrencisi
([email protected])
(Özdemir, 2010: 262).
Ağbağ, fütüristler için bir vizyon olarak başlar, firma kuramcıları açısından gerçekleştirilebilir bir olgu haline gelir ve bugün için
ağbağ firma yöneticileri açısından bir ekonomik gereklilik olur. Ağbağlar, yeni bir örgütsel yapı olarak ortaya çıkmış ve 1980’li
yılların ortalarına kadar ekonomilerde
egemenliklerini sürdürmüş olan hiyerarşik
firmaların yerini almıştır. 1980’li yıllarda
dünyadaki piyasalar, hızlı bir şekilde değişmiş; - ki teknolojiler, bu piyasalara hizmet
etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Bugün
firmalar, piyasanın baskılarına ve rakiplerin yeniliklerine karşı daha hızlı hareket
ederek ve ürün ya da hizmet maliyetlerini
eşzamanlı denetleyerek ve hatta gerektiği
zaman fiyatları düşürerek piyasaya uyum
sağlayabilir hale gelmişlerdir. Organizasyonları yönetmede geleneksel mantığın,
doğrusal ve hiyerarşik yaklaşımın yerine
giderek ilişkiler ağı kurma yönünde artan
bir eğilim vardır. Firmalar, giderek ademi
merkezi bir yapıya kavuşmaktadır. Çalışanlar, karşı karşıya oldukları belirli koşullar
altında uygun kararlar alma konusunda
güçlendirilmektedir. Ortak bir amaca bağlı
olmaya dayalı olan motivasyon konusuna
artan bir ilgi vardır (Burnes ve Hakeem,
1995’den aktaran Özdemir, 2010: 263).
Çalışanlar gerek firma içinde gerekse firma
dışında bir şebeke sözleşmesi kurarak güçlerini artırabilirler ve rollerini tam olarak
tanımlayabilirler (Gharajedaghi ve Ackoff,
25
1984’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Bu
bağlamda bir organik örgütsel yapının ortaya çıktığı söylenebilir; - ki bu yapıda organizasyon, hiyerarşi yerine birbirine bağlı
bir süreçler akışı olarak tasarlanır (Özdemir, 2010: 263).
Düzenleme okulu ve coğrafya çalışmaları
gibi radikal kökenlerden gelen birçok yazarın, kapitalizmin günümüzdeki biçimlerini
incelerken bölgelerin artan hareketliliğini
ele alan çalışmalar yaptığı görülmektedir.
Fordizmin bir ulusal üretim sistemi olarak
bitişi; bölgelerin bir yönetim düzeyi olarak
kurulmaları; şebeke/ ağbağ toplumlarının
ortaya çıkışı; ulus-devletlerin içinin boşalması; küreyerelleşme (glocalization) ve
son olarak da çeşitli yeniden ölçeklenme
tezleri bölgeler konusunu kuramsal olarak
incelemek çabasındadırlar (Aygül, 2009:
70). Daha kuramsal çalışmalara baktığımızda ise yenibölgeci olarak nitelendirilebilecek kuramsal eserlerin arasında bölgelerin
temel bağlantılarının kendi devletlerinden
çok küresel ekonomi ile olduğunu düşünen
ya da artık günümüzde devletler yerine şebekelerin (ağbağ, network) yönetimi olduğunu iddia eden yazarları saymak mümkündür (Aygül, 2009: 72).
Küreselleşme sonucunda müşteri, rekabet
ve değişim kavramları ön plana çıkmıştır. Örgüt kültürü de hız, yenilik, esneklik,
kalite, hizmet ve maliyete önem vererek
değişmek zorundadır. İşletmelerin uluslar arası alanda rekabet gücünü sürdürebilmesi için küresel dünyanın gerektirdiği
özelliklere sahip yöneticileri ve çalışanları
istihdam etmesi gerekir. Toplam kalite anlayışı, değişim mühendisliği, güçlendirme,
şebeke ve sanal örgütler gibi yeni kavram
ve oluşumlar küreselleşmenin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır. Bu kavramlarla belirtilen uygulamalar örgütün değer, norm
ve inançları üzerinde etkili olmakta, bunla26
rı değiştirmektedir (Ataman, 2003: 28).
Sosyal sermayenin, işletme yönetiminde,
siyasal bilimlerde ve sosyolojide çekirdek
bir kavram olarak öne çıktığı görülmektedir (Burt, 2000’den aktaran Sargut, 2006:
3). Sosyal sermaye, insan sermayesinin
bağlamsal tamamlayıcısı olarak da algılanabilir. Sosyal sermaye metaforu, iyi durumda olan bireylerin daha iyi bağlantıları
olduğunu anlatmaktadır (Sargut, 2006: 3).
Birçok yazara göre sosyal sermaye, karşılıklı tanışıklık ve tanıma sonucu oluşmuş ve
az çok kurumsallaşmış kalıcı ilişkiler ağdüzeneğine sahip olmanın birey ya da gruba
sağladığı gerçek ya da sanal kaynakların
tümüdür (Sargut, 2006: 3). İnsan sermayesi bireylerin niteliğini belirtir. Oysa sosyal sermaye bireyler arasında yaratılan bir
niteliğe işaret eder (Sargut, 2006: 3). Ayrıca insan sermayesi bireysel yeteneklerle
ilişkiliyken, sosyal sermaye olanaklarla ilişkilidir (Burt, 1997:339). Sosyal sermayenin
iki temel dayanağı olduğu görülmektedir.
Bunlardan birincisi bağlantılar ve ağdüzenekleridir; genellikle aktörlerin kaynaklara
ulaşmalarını sağlar. Bağlantılar olmadan
ağdüzeneklerini düşünmek olanaksızdır.
Bağlantılar bir ağdüzeneği oluşturabilmek
için bir arada olmak zorundadırlar (Sargut,
2006: 4).
Sosyal sermayenin kuramsal çerçevesini
oluşturan kuramlar, sosyal ağlar temelinde gelişmiştir. Sosyal ağ kuramlarını genel
olarak Granovetter’in Zayıf Bağların Gücü,
Burt’un Yapısal Boşluk Kuramı, Coleman’ın
Sosyal Kapalılık Kuramı ve Lin’in Sosyal
Kaynaklar Kuramlarıyla incelemek mümkündür (Özdemir, 2008: 83).
Granovetter (1973, 1983), zayıf bağların
gücünü teorik olarak ilk inceleyenler arasındadır. Bireyler arası bağların zayıf olmasının, bireyin belli hedeflere yönelik eylem-
leri için daha etkin bir sosyal sermayeye ulaşmasını sağladığını savunan Granovetter
(1973: 1361), bireyler arasındaki bir bağın
gücünü şu şekilde tanımlar: “Bir bağın gücü, bağı biçimlendiren zamanın miktarının,
duygusal yoğunluğunun, içtenliğinin ve
karşılıklı yükümlülüklerin bir kombinasyonudur” (Özdemir, 2008: 83). Burt (1992),
bağın gücünü kendi kuramında bir adım
ileriye götürerek ağ konumları bağlamında
konuyu incelemiştir. Burt, yapısal boşluk
kuramıyla sosyal sermayeyi ele almaktadır. Bu kuram, sosyal sermayenin ağlardaki
aracılık fırsatlarının nasıl bir fonksiyonu olduğunu açıklamaktadır; bir başka ifadeyle,
sosyal bir yapıda birbirini tanımayan bireyler arasında aracılık yapan kişinin elde
ettiği bilgi ve kontrol avantajları ile sosyal
sermayeyi tanımlamaktadır. Burt için ağ
yapılarının iki önemli yararı vardır: bilgi ve
kontrol (Özdemir, 2008: 84).
Toplumsal mesafe kavramını toplumsal
ağyapı çözümlemesi (TAÇ) çalışmalarında
ilk kullanan araştırmacılardan olan Burt
(1976), bir toplumsal ağyapıda birbirilerine doğrudan bağlı olmasa da aynı ağyapı
konumunu paylaşan bireyler arasındaki
mesafeyi toplumsal mesafe olarak isimlendirmektedir. Burt (1976), bireylerin bir
toplumsal ağyapıda aynı konumu paylaşma durumunu ise söz konusu bireylerin
ağdaki diğer bireyler ile birbirlerine benzer
ilişkiler kurmalarına göre tanımlamaktadır.
Birbirine doğrudan bağlı bireyler arasındaki mesafe bireysel bir mesafedir. Burt için
iki birey arasındaki toplumsal mesafe ancak ağdaki diğer bireyler üzerinden kurgulanabilir (Beyhan, 2011: 210).
2012: 83). Dolayısıyla bu aracı aktörler, bir
ağın ortak iyisini yansıtan örtük bilgiye ulaşabilir ve bunu kendi ağlarına taşıyabilirler
(ve/veya tersi). Ancak bir ağın örtük bilgisine ulaşabilmek için o ağda ilişki kurduğu
aktör için güvenilir durumda olmak ne kadar önemli ise bu ilişki dolayısıyla edindiği
bilgiyi kendi ağında benimsetebilmek için
buradaki aktörler için de güvenilir olmak
o kadar önemlidir. Öyleyse aracı rolündeki
aktörler, farklı ağlar için kendilerini güvenilir olarak sunabilen, kolay uyumlanabilen aktörler olmalıdır (Şenyuva ve Gönül,
2012: 83).
Sosyal Kapalılık Kuramıyla birlikte Coleman, yapısal boşlukların tersine sosyal ağların kapalı olmasını; ancak kapalı ağlarda
işbirliği, güven gibi esasların gelişebileceğini ifade etmiştir. Ağların kapalı olması, etkin normların mevcudiyetini güçlendirecek
ve güvenilirliği artıracaktır. Ağlarda kapalılık olduğu sürece bilgi paylaşımı kolaylaşacaktır. Yakın, sıkı bağlardan oluşan kapalı
ağlar, insanların birbirlerine güvenmeleri
durumunda yaşayacakları riskleri azaltacaktır (Coleman, 1990: 318-321’den aktaran Özdemir, 2008: 84). Sosyal Kaynaklar
Kuramının sahibi Lin (2001) ise sosyal ağ
özellikleri ve yapıları konusunda asıl belirleyici olanın bireyin hangi amaca ulaşmak
istediği olduğunu belirtmiştir. Örneğin, önemli bir bilgiye ulaşılmak isteniyorsa yapısal boşluk veya zayıf bağlar; karşılıklı güven
ve işbirliği oluşturulmak isteniyorsa yakın,
sıkı, kapalı bir ağ daha faydalı olabilmektedir. Bu kuramın üzerinde durduğu bir diğer
nokta ise bireylerin pozisyonunun, aynı zamanda ilişki kurdukları kişilerin pozisyonlarının bireylerin ulaşacağı kaynakları etkilemesidir (Özdemir, 2008: 84).
Ağlar arasında köprüyü kuran aracılar, bir
ağda yerleşik olmakla birlikte, diğer ağ ya
da ağlardaki bazı aktörlerle zayıf bağlara Sosyal sermayenin ikinci boyutu ilişkisel
sahip olan kişilerdir (Burt, 1992; Granovet- boyuttur; bu boyut içerisinde güven, güter, 1985’den aktaran Şenyuva ve Gönül, venilirlilik, karşılıklılık normu gibi unsur-
27
lar bulunmaktadır. Bilginin yaratılmasında
ağların önemi büyüktür; fakat bu ağlarda
güven ilişkisinin gelişmesi hepsinden önemlidir. Fırsatçılığın azalması ve işbirlikçi
davranışların gelişmesi için güven, bilginin
paylaşıldığı ve yaratıldığı ağlarda yer almalıdır. Özellikle örtük bilginin hafızalarda, becerilerde, tecrübelerde yer alması
nedeniyle örtük bilginin aktarılması için
uzun süreli bir etkileşime, güvene ve bağlılığa gerek vardır (Özler, Ergün ve Gümüştekin, 2004’den aktaran Özdemir, 2008:
87).
Bilgi yaratmanın bireyler arası
sosyal etkileşimle gerçekleştiği düşünüldüğünde, sosyal sermayenin ilişkisel boyutu
oldukça belirleyici olmakta ve güçlü bir etken olarak çalışmalarda yerini almaktadır.
Bireylerin sahip olduğu ilişkilerin içeriği ve
kalitesi, bilgi akışı ve paylaşımına yönelik
davranış ve tutumları etkilemektedir (Özdemir, 2008: 87).
Örgütlerde biçimsel resmi yapıların yanında, biçimsel ve resmi olmayan yapılar da
bulunmaktadır. İnformel örgüt denilen ve
biçimsel olmayan yapılar sosyal ihtiyaçlar
nedeniyle doğal gruplaşmalardan oluşmaktadır (Matteson, 2002’den aktaran
Arabacı, vd. 2012: 174). Bu yapılar örgütsel iletişim sürecinde etkili olmaktadır. Formel iletişim, örgütün formel yanını işletir
ve ana kanal olarak hiyerarşiyi kullanır.
İnformel iletişim kişiler arası ilişkiler ağı
yoluyla çalışır ve örgütün informel yanını
işletir. İnformel iletişim, üyelerin örgüte
karşı takındıkları tutumların bir göstergesidir (Bursalıoğlu, 2005: 114’den aktaran
Arabacı, vd. 2012: 174). Bütün örgütlerde,
insanların çeşitli toplumsal ihtiyaçlarını
karşılayacak şekilde etkileşim içinde olduğu informel ilişki ağları bulunur (Morgan,
1998: 210-211’den aktaran Arabacı, vd.
2012: 174).
bilgi akışının nasıl sağlanacağı, yazılı metinlerle ortaya konmuştur. Bilinmektedir ki
formel örgütlerde formel iş ilişkilerinin yanı sıra, zamanla informel iş ilişkileri de ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla informel yapılanmaları önlemek veya ortadan kaldırmak
mümkün değildir (Koçel, 2011: 532’den
aktaran Uzun, 2012: 211). Tüm bürokratik
örgütlerde formel ilişki ağlarının yanı sıra
informel ilişki ağları da görülmektedir (Uzun, 2012: 211).
Formel iletişim sistemi her zaman informel
iletişim ağı ile desteklenir. İnformel iletişim, örgüt üyelerinin kişisel ve sosyal ilişkilerine dayanır. İnformel örgüt ve onun iletişim sistemi örgütsel amaçlardan çok bireysel amaçlara göre ayarlanmıştır (Aydın,
2005: 161’den aktaran Arabacı, vd. 2012:
174). Formel iletişim önceden belirlenen
kurallar çerçevesinde sürdürülen bilgi akışını sağlarken, informel iletişim kanalları
önceden belirlenmeyen resmi olmayan
iletişimi gerçekleştirmektedir. Bu iki yapının ve iletişimin birlikte hareket etmesi
kaçınılmaz bir süreçtir. İnformel örgüt, bu
yapı içinde olanlar için bir tatmin unsuru,
bir destek ve haberleşme kaynağıdır ve iletişime, işlerin halledilmesine yardımcı olur,
çalışanların iş tatminini arttırır ve formel
örgütü tamamlar. Bunun yanında informel
örgüt kontrol edilebilir olmaması nedeniyle zaman zaman standart işleri aksatır,
yönetimden gelen emirlerin etkisini azaltır,
çalışanların moral seviyesini düşürür ve
onları yeniliklerden soğutur (Thompson,
2003: 106-114’den aktaran Arabacı, vd.
2012: 174).
Biçimsel olmayan gruplar yönetim tarafından herhangi bir müdahale olmadan
kendiliğinden oluşan arkadaşlık, tanışıklık,
dostluk ve ortak çıkar gruplarıdır. Biçimsel
olmayan gruplar iş yerlerinde kişilerin birFormel iş ilişkilerinde, genellikle bilgi ve birleri ile sosyal bağ kurma ihtiyaçlarının
28
doğrultusunda doğal bir biçimde oluşurlar.
Bu tarz sosyal oluşumlar genellikle aktörlerin akademik veya profesyonel geçmişleri,
arkadaşları ile tanıdıkları, paylaşılan deneyimler veya hobiler gibi ortak noktalar çerçevesinde gelişirler (Bueno, Salmador ve
Rodriguez, 2004: 557’den aktaran Sözen
ve Esatoğlu, 2010: 115). Asıl güç mücadeleleri, dayanışma ve iş birliklerinin gerçekleştiği gruplar, biçimsel olmayanlardır (Sözen ve Esatoğlu, 2010: 115).
larda bir başka önemli unsur, ağın yoğunluk düzeyidir. Yoğunluk, bir ağda mevcut
bağlantıların olası tüm bağlantılara oranı
anlamına gelmektedir (Jablin ve Putnam,
2001’den aktaran Sözen ve Esatoğlu, 2010:
118).
İnformel ilişki ağları formel ilişki ağlarının
aksine belirli kurallar içerisinde şekillenmezler. Çünkü kişilerin veya kurumların iç
dinamiklerine bağlı olarak ortaya çıkarlar.
Dolayısıyla doğal bir süreç olarak karşımıza
Karşılıklılık düşüncesinin ağbağ’ın temelini çıkan bu informel ilişki ağları, neo-klasikoluşturan bir rehber ilke olduğunu tartışılır. çiler tarafından olumlu görülürken (Uzun,
Ağbağ’ın her üyesi, kurulacak olan güven- 2012: 211), Aytaç’ın (2004: 200) da ifade
den dolayı bir üstünlük elde etme isteğin- ettiği gibi rasyonel örgüt kuramcıları taraden çok diğer taraflara karşı bir sorumluluk fından olumsuz görülmektedir.
duygusu hisseder (Özdemir, 2010: 262).
Johnson’a (1994: 111- 122) göre ise inforSosyal ağ düzeneklerinde merkezîlik, aktör- mel iletişim, formel iletişim kanallarından
lerin yapı içerisindeki etkililiğini gösteren daha doğru bilgi sağlamaktadır. Barutçu ve
en önemli unsurlardan birisidir. Ağ içerisin- Haşıloğlu’na göre ise informel ilişkiler, forde merkezîlik, en bilinen anlamıyla aktörün mel kontrolden uzak olmasına rağmen sodiğerleriyle olan doğrudan bağlantılarının run çözmede ve eşgüdümü sağlamada dasayısı anlamına gelmektedir. Kavram daha ha önemli bir role sahiptir (Barutçu ve Haaçık bir biçimde ifade edilirse, bir çalışanın şıloğlu, 2010: 7–8). Doğal olarak informel
örgüt içerisinde çevresinin ne kadar ge- ilişkiler formel örgütlere veya iş ilişkilerine
niş olduğunu gösterir (Sözen ve Esatoğlu, ek iletişim/ farklı iletişim kanalları sağlar.
2010: 115- 116). Ağ analizlerinde bireyler Belki de bu sayede hayatlar bir nebzede olarasındaki ilişkiler tek yönlü (asimetrik) ya sa demir kafes (Weber)’lerde yaşamaktan
da çift yönlü (simetrik) olarak kabul edile- kurtulmuş olmaktadır. Özellikle insan ögebilir. Asimetrik bir ağda A elemanı B elema- sinin önem kazandığı bilgi toplumunda,
nı ile sosyal ilişki içerisinde olabilir ancak, B sosyal ilişki ağları/ konseptleri iş verimliliği
elemanı A elemanı ile herhangi bir sosyal için önemli bir yere sahiptir. Aslında bu ilişbağının olmadığını düşünebilir. Eğer, her kiler ağı, insanın doğal ilişkiler sisteminin
iki taraf da birbirleriyle sosyal bağlarının doğal bir sürecidir (Uzun, 2012: 212).
olduğunu düşünürse, ilişki çift yönlü olarak
kabul edilir. Ağ ilişkilerinin simetrik olarak Biçimsel olmayan iletişim (dedikodu, söyyapılandığının varsayılması durumunda ise lenti) öncelikle çalışanların işleri ve kenA elemanından B elemanına doğru olan dileri hakkında konuşmaya ilişkin psikolotek yönlü olan bağ çift yönlü olarak kabul jik ihtiyaçlarını giderir, örgüt ve çalışanlar
edilir. Bir sosyal ağda aktörler arasındaki hakkında yönetimin ihtiyaç duyduğu hailişkiler simetrik olarak kabul edilmezse iki yati geri bildirimi sağlar, ayrıca örgütün
farklı merkezîlik kavramı ortaya çıkacaktır ruhu ve sağlığı konusunda üst yönetimi
(Sözen ve Esatoğlu, 2010: 116). Sosyal ağ- bilgilendirir. Dedikodu ve söylenti örgütte
29
bir değişim söz konusu ise, yeni bir bilgi
varsa, yüz yüze iletişim örgüt içinde rahatlıkla kurulabiliyorsa ve çalışanlar gruplar
halinde bir arada ise önemli bir bilgi kaynağı olarak da işlemektedir. Biçimsel olmayan iletişim kanallarında dolaşan yönetim
mesajları, çalışanların anlayabileceği şekilde oluştuğu için önemli bir bilgi kaynağıdır.
Temel işlevi sosyal ilişkilerin korunması,
örgüt içinde dağıtılması olan dedikodu ve
söylenti, sosyal etkileşimden kaynaklandığından, insanlar gibi dinamik, kararsız ve
değişken bir yapıdadır. Doğal iletişim olarak da adlandırılan bu iletişim türü, zaman
zaman biçimsel iletişimi destekleyerek örgüt amaçlarına hizmet eden yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde bazı firma
yönetimleri, örgüt içinde çabuk yayılmasını istedikleri mesajlar ve duyurular için bu
iletişim kanalını tercih etmektedir. Birçok
şirkette ‘kulak gazetesi’ çalışanların şirkette olup bitenlere ilişkin tek bilgi kaynağıdır
(Walsh, 1987: 37’den aktaran Arabacı, vd.
2012: 176).
Bir ağın ortak iyisi sadece o ağın içindeki
aktörlerce bilinen, ulaşılabilen faydaları
içerdiği için bu ağın örtük bilgisidir. Örtük
bilgi o ağ içinde kodlanmamış ama yayılmış bilgi iken, diğer ağlar için yayılmamış
bilgidir. Oysa, aracılar, bu bilgiyi transfer
ederek diğer ağlara da yayılmasını sağlarlar (Şenyuva ve Gönül, 2012: 83).
bilginin anlamı değişmiş; bilgi artık aletlere, süreçlere ve ürünlere uygulanan araçlar haline gelmiştir. Saint-Simon’un görüşlerinden önemli ölçüde etkilenen A.Comte
da bu ifadeleri destekler şekilde sanayi
toplumunu bilim adamlarının ve sanayicilerin egemen olduğu toplum olarak tanımlamaktadır (Dura ve Atik, 2002: 29’den
aktaran Uzun, 2012: 212). Bu değişimler
üretimde tezgâhtan fabrikaya geçişi, tarım dışı faaliyetlerin artışını, işbölümünü,
çalışma hayatında menfaat birliklerini, kitle eğitimini ve yeni iş ilişkilerini zihnimize
yerleştirmiştir. Böylece endüstrileşme yeni
sosyal ve ekonomik ilişkiler ağı yaratmıştır
(Uzun, 2012: 212).
Bu çerçevede, neo-klasik örgüt teorisyenleri ve doğal sistem kuramcıları klasik örgüt teorisyenleri ve rasyonel örgüt kuramcılarının aksine, formel örgütlerde işgörenlerin ortaya koydukları informel ilişkilere
daha fazla önem vermişlerdir (Aytaç, 2004:
200). Mayo ve arkadaşlarının yaptığı deneylerde, kişisel ilişkiler (informel ilişkiler)
ve iletişimin işletmeler için ne kadar önemli olduğu ortaya konmuştur. Öyle ki yapılan
çalışmalar örgüt içi informel ilişkilerin örgüt etkinliğini (Whyte, 1956; Lundberg vd.,
1970: 436’den aktaran Uzun, 2012: 214)
ve verimliliğini (Yılmaz, 2007: 115’den aktaran Uzun, 2012: 214) artırdığını göstermektedir. Solmaz da (2004: 68’den aktaran
Uzun, 2012: 214) bu bağlamda informel
ilişkilerin sosyal tatmini, sosyalleşmeyi ve
bilgi aktarımını kolaylaştırdığından söz etmektedir. Aynı zamanda büyük şirketlerin
personel seçimlerinde kişinin sosyal hayatını da (ailevi ilişkileri) kriterlerden biri olarak kabul etmeleri (Imai, 1994) informel
ilişkilere yapılan bir atıftır ( Uzun, 2012:
214).
Endüstri toplumu kavramı ikinci dünya
savaşından sonra önem kazanmıştır. Özellikle endüstri toplumu/ devrimi bize dev
fabrikaları ve köyden kente (kentleşme)
göçü çağrıştırmaktadır. Endüstri toplumu;
işin aileden ayrıldığı, rasyonalizmin geliştiği, kentleşmenin yoğun yaşandığı ve bürokratik örgütlenmenin belirginleştiği bir
toplum biçimidir. Endüstri devrimi aynı zamanda, üretim tekniklerinin evrimi olarak Birlikte çalışan kişiler kadar farklı alanlarda
da ifade edilebilir. Çünkü sanayi devrimi ile farklı firmalarda çalışan kişiler de birbirle30
rinden işle ilgili önemli bilgileri öğrenmektedir (Özcan, 2011: 51’den aktaran Uzun,
2012: 215). Bu konuda Altan (2011) teknoparklardaki firma yetkililerinin veya çalışanlarının sigara molasında karşılaştıkları
kişilerle kurdukları iletişimler sayesinde
yeni fikirlerin ve ortaklıkların oluştuğunu
söylemektedir ve bu olguyu Altan (2011)
sigara kardeşliği olarak nitelendirmektedir
(Uzun, 2012: 215).
lığın ağ ilişkilerinin niteliğinden daha öncelikli olduğunu vurgulamaktadır (Sağsan,
vd. 2010: 146).
madan gerçekleşen zayıf bağların, yapıyı
kapalılıktan kurtararak aktörlere bilgi akışını sağladığını ifade etmektedir. Bourdieu (1986), Coleman (1988) ve Podolny
(2001), taraflar arasındaki güvene dayalı
güçlü bağların detaylı bilgilerin aktarımını
sağlayarak taraflara fayda yarattığını ileri
sürmektedirler. Burt (1992) ise yapı içerisinde birbiriyle bağlantısı olmayan taraflar
arasında köprü kuran aracılık rollerinin aktörlere yapıdaki bilgi akışını kontrol etme
yönünde avantaj kazandırdığını ve aracı-
Fredricks (2003), sosyal sermayeyi inşa
etmede sosyal ağları yapılandırmayı en
önemli liderlik davranışı olarak ele almakta
ve liderlerin buradan işe başlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Cohen ve Prusak’a
(2001) göre ise oluşan her türlü iletişime
zemin hazırlayan ağlar işbirliğini sağlamada etkilidir. İşbirliğini sağlamada çalışanlara ortak mekân ve zaman imkânları sağlayarak sosyal paylaşıma ve sosyal ağlar oluşturmalarına zemin hazırlamak bu bakım-
Sosyal sermaye ile toplumsal cinsiyet arasındaki ilişkiyi, Burt (2000), yönetici seviyesinde olanlarla gerçekleştirdiği çalışmasında araştırmış ve erkeklerin yapısal boşluklar bakımından zengin olan ortamlarda başarı gösterirken, kadınların, daha kısıtlı ve
küçük ağbağların olduğu örgütlerde daha
Piyasalardaki iletişim kopukluklarının gi- fazla başarılı olduğunu bulmuştur (Başak
derilmesinde aracıların, zayıf bağları kul- ve Öztaş, 2010: 32).
lanarak (Granovetter, 1985) bilgi taşıma
rolü dolayısıyla, ağ düzenekleri içinde ve Aynı ağbağlar içinde kadınlar ve erkeklerin
arasında güvenin tesis edilmesinde önemli yer aldıkları alanların başında iş ortamları
aktörler oldukları düşünülmektedir (Özen gelmektedir. Bu ağbağlar içerisinde ise etve Aslan, 2006’den aktaran Şenyuva ve kileşmeler genellikle mesleki pozisyonlar
Gönül, 2012: 78). Bu durum özellikle kişi üzerinden (hemşire-doktor, sekreter-yö– örgüt bütünleşmesinin yüksek olduğu ve netici gibi) kurulmaktadır (Ridgeway ve Lokişisel ilişkilerin önemli ve ön planda bu- vin, 1999: 196’den aktaran Başak ve Öztaş,
lunduğu küçük ve orta ölçekli işletmeler- 2010: 31).
de daha geçerli olabilecektir (Şenyuva ve Aracı sosyal sermayenin oluşumunda önGönül, 2012: 78). Aynı zamanda, güvenin celikli belirleyicinin toplumsal cinsiyetten
oluşması açısından aracıların sahip olduğu ziyade sınıf olduğu görülmektedir (Başak
ve taşıdığı bilgi, ilişkinin diğer tarafınca gü- ve Öztaş, 2010: 52). Aynı doğrultuda, Gravenilir algılanırsa kabul görecektir. İlettiği novetter (1973), aracı sosyal sermayenin
bilgiye güvenilmesini sağlayan ise aracının özellikle üst sosyoekonomik sınıflarda son
ne kadar güvenilir algılandığıdır (Şenyuva derece güçlü olabileceğini, ancak, alt düve Gönül, 2012: 78).
zey sosyo-ekonomik gruplarda aracı sosyal
Granovetter (1973), çoğunlukla ticari ni- sermayenin düşük olduğunu göstermiştir
telikli olan ve sosyal bağlantıya gerek kal- (Başak ve Öztaş, 2010: 52).
31
dan önemlidir. Yöneticilerin, bu bağlamda
gösterebilecekleri en etkili sosyal sermaye
davranışları olarak, çalışanların odalarında
ve daha çok informal toplantılarla bir araya
gelmelerini sağlamaktır. Ayrıca, çalışanlar
arasında karşılıklı ev ziyaretleri ve sosyal
aktiviteler düzenlenmesi aktif sosyal ağlar
inşa etme ve işbirliği imkânları oluşturması bakımından oldukça önemli sosyal sermaye yatırımları olarak değerlendirilebilir
(Ekinci ve Karakuş, 2011: 549- 550).
lü bağlar, bilginin nasıl sosyal sistem vasıtasıyla kapsamlı olarak dağıtılabileceğini gösterir. Güçlü bağlar, bilgiyi grup içinde hızlı
bir şekilde yayar. Buna karşılık zayıf bağlar,
bilgiyi grubun sınırının ötesine götürür. İşte
bu yüzden zayıf bağlar içinde yok olan sosyal sistem, parçalanabilir ve uyumsuz hale
gelebilir (Özdemir, 2010: 263).
Anlamlı, sık tekrar eden ve uzun süreli ilişkiler, dayanışma ve işbirliğini artırır ve bunun sonucu ortaya çıkan normlar, denetim
Özellikle kriz dönemlerinde, örgütlerin bu- mekanizması ve güven sayesinde kolleknunla baş edebilmesi veya en az etkiyle tif hareketin maliyeti azalır, gruplaşma ve
krizden çıkabilmesiyle ilgili alternatif çö- tehditlerle mücadele kolaylaşır, maddi ve
züm, son yıllarda yaygın olarak kullanılan manevi destek bulunur (Başak ve Öztaş,
entelektüel sermayenin bir unsuru olan 2010: 34).
sosyal sermayeyle ilişkilidir. Böyle bir sermaye içerisindeki sosyal ilişkilerin yerleşik- Fuller, Love ve Thomas (2004), birçok araşlik derecesi, bu ilişkilerin oluşturduğu ağ tırmacının; işbirlikleri, ittifaklar, ağdüzedüzenekleri, düzenekler içerisindeki veya nekleri gibi oluşumların içinde yer almanın
arasındaki sosyal bağların zayıf veya güçlü önemli ölçüde karşılıklı güven talep ettiği
yönleri ile yapısal boşlukları; örgütün piya- konusunda hemfikir olduklarını vurgusadan elde edeceği enformasyonun niteli- lamaktadırlar. Bahsedilen güven biçimi,
ğine bağlıdır. Örgütün kriz dönemlerinde, ağdüzeneği içinde yer alan aktörlerin karpiyasadan elde edeceği enformasyonun şılıklı mal, hizmet, kaynak ve bilgi alışverişmiktarı ve niteliği ile sektör içerisindeki lerinden ortaya çıkan beklenmedik fayda
sosyal sermayesi arasında doğru bir orantı ve maliyetlerin paylaşılmasında önem taşımaktadır (Şenyuva ve Gönül, 2012: 80).
bulunmaktadır (Sağsan, vd. 2010: 151).
Temel hedefler, kaynakların etkin biçimde Örgütler, iktisadi eylemlerini gerçekleştiredağıtılması ve faaliyetlerin koordinasyonu- bilmek ve rekabetçi avantajlar elde edebilmek amacıyla gerekli kaynaklara ulaşımladur (Genç, 2008: 165).
rını sağlayabilmek için kendilerini örgütler
Ağbağlarda bilgi arama davranışını belir- arası ağdüzeneği ilişkileri içine konumlanleyen önemli faktörler arasında ilişkilerin dırma eğilimi içindedirler (Şenyuva ve Gööğrenilen nitelikleri, özellikle başkalarının nül, 2012: 78).
ne bildiklerini bilebilmek, başkalarının bilgisinin kıymeti ve başkalarına erişebilmek Formel iletişimin yetersiz kaldığı ortamlarolarak tespit edilmiştir (Borgatti ve Cross, da, informel iletişim ortaya çıkar (Kazancı,
2004: 269’den aktaran Arabacı, vd. 2012:
2003: 440’den aktaran Öztaş, 2007: 84).
174). İnformel haberleşme kanalları sadeBilgiyi ağbağ içinde bir sosyal sistem vasıta- ce haber taşımakla kalmaz, deneyimleri
sıyla hızlı bir şekilde aktarabilme yeteneği, paylaşmak, yenilikleri öğrenmek ve aktaronun sosyal yapısına bağlıdır. Zayıf ve güç- mak, işbirliği yapmak, yeni fikirlere destek
32
bulmak, fikir alışverişinde bulunmak amacıyla da sık ve yoğun olarak kullanılmaktadır (Thompson, 2003: 112-115’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174). Formel iletişim
sistemi ne kadar bozuk olursa, informel iletişim ve söylenti o derecede artmaktadır
(Bursalıoğlu, 2005: 114’den aktaran Arabacı, vd. 2012: 174).
destekler ve onlar, iş değişikliklerini düşük
bir maliyetle hızlı bir şekilde karşılayabilirler. Ağbağ, ekonomik faaliyetleri organize
etmenin farklı bir yolunu oluşturur. Çünkü
yeni ekonomide firmaların yaşamları için
önemli başarı faktörlerinden biri; küresel
ağbağ oluşturabilme kapasitesidir (Lloyd,
1996’den aktaran Özdemir, 2010: 263).
Çalışma hayatında yapılan dedikodunun
yol açtığı sonuçlar aşağıdaki gibi özetlenebilir (http://tr.wikipedia.org/wiki/ Dedikodu):
Ağbağların günümüz açısından neden önemli oldukları konusunda literatürde çeşitli açıklamalar vardır. Her şeyden önce
çevre hızlı bir şekilde değişmekte ve gelişmektedir. İşte çevre ne kadar dinamik ve
karmaşık olursa, şebekelere duyulan gereksinim o kadar çok olmakta ve şebekelerin önemi o derece artmaktadır. Çünkü
belirsiz ve karmaşık olan bir çevrede firmaların tek başlarına başarılı olabilmeleri gerçekten çok zordur. O halde firmalar,
başarılı olmak istiyorlarsa, onların tedarik
zinciri ortaklarıyla birlikte daha büyük bir
çevikliğe ulaşmaları gereklidir (Özdemir,
2010: 264).
• Üretimi azaltır ve zaman kaybı yaratır.
• Güven ve moral erozyonuna neden olur.
• İnsanlar arasında doğru olmayan bilgilerin dolaşmasından kaynaklanan sinirlilik
hali.
• Çalışanlar arasında gruplaşmalar.
• Duyguların zarar görmesi.
• İyi çalışanların bu olumsuz ortamdan
kaynaklı işi bırakması.
İnformel iletişimin birçok faydası vardır ve
genellikle ihtiyaçlara yönelik ortaya çıkar,
ancak söylenti ve dedikodulara dikkat edilmesi gerekir (Arabacı, vd. 2012: 176).
Küreselleşme, ağbağ kullanımının beklenenin üzerinde bir artış gösterdiği anlamına gelmektedir ve ağbağ, varolan küresel
ekonomiyle baş edebilmek için en uygun
örgütsel düzenleme biçimi olarak görülebilir (Zeffane, 1995: 32’den aktaran Özdemir, 2010: 263). Ağbağ, küreselleşmenin
ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Bir şebeke
yaklaşımını kabul eden firmalar, büyüme
üstünlüğüne ve fırsatlarına sahip olabilir:
Ağbağ, ulusal ve bölgesel sınırların dışında
yeni piyasalar, yeni bölümler ve yeni uygun
yerler bulabilmeleri konusunda firmaları
21. yüzyılın rekabet ortamı hem işletmeler
hem de çalışanlar açısından sürekli yeni
durumlara adapte olmayı, proje bazında
çalışma ve şebeke örgütler içinde yer almayı gerektirmektedir. Müşterinin memnuniyeti ancak süreç odaklı düşünen ve çalışan,
iç müşteri memnuniyeti sağlayan, bütüne
hakim olan çalışanların yer aldığı bir yapıda mümkün olacaktır (Ataman, 2003: 31).
Böyle bir yapı 21. yüzyılın modern yönetim
anlayışının gerekleri olan etkinliği ve verimliliği getirecektir.
KAYNAKÇA
Arabacı, İ.B., Sünkür, M. ve Şimşek, Z. F.
(2012), “Öğretmenlerin Dedikodu ve Söylenti
Mekanizmasına İlişkin Görüşleri: Nitel Bir Çalışma”, Educational Administration: Theory and
Practice, 18 (2), ss. 171-190.
Ataman, G. (2003), “Örgüt Tasarımında Yeni Tek-
33
niklerin Lisansüstü Eğitim Üzerindeki Etkileri”,
Marmara Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü,
ss. 27- 37.
Aygül, C. (2009), “Bölgeler Üzerine Tezler”, MEMLEKET Siyaset Yönetim, Cilt: 4, ss. 69-85.
Aytaç, Ö. (2004), ‘Örgütler: Sosyolojik Bir Perspektif’, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt: 14, ss. 189–217.
Barutçu, E. ve Haşıloğlu, S.B. (2010), “Organizasyonlarda İnternet’in İnformal ve Viral İletişim
Aracı Olarak Kullanımı”, İnternet Uygulamaları ve
Yönetimi Dergileri, 1, ss. 5-16.
Başak, S. ve Öztaş, N. (2010). “Güven Ağbağları,
Sosyal Sermaye ve Toplumsal Cinsiyet”,
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 12/1, ss. 27-56.
Beyhan, B. (2011), “Toplumsal - Bilişsel Yakınlık
ve İşgücü Hareketliliği: Hemşehrilik Bağları Üzerinden Bir İrdeleme”, Anadolu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 11, ss. 199–238.
Burt, R.S. (1976). Positions in Networks. Social
Forces, 55 (1), ss. 93-122.
Burt, R.S. (2000). “The Network Structure of Social Capital”. Research in Organizational Behavior, (ed.) R.I. Sutton, B.M. Staw, Greenwich, CT:
JAI Press, pp. 22.
Dura, C. ve Atik, H. (2002), “Bilgi Toplumu Bilgi
Ekonomisi ve Türkiye”, Literatür Yayınları.
Ekinci, A. ve Karakuş, M., (2011), “Okul Müdürlerinin Sosyal Sermaye Liderliği Davranışlarının Öğretmenler Arasındaki Sosyal Sermaye Düzeyine
Etkisi”, Educational Administration: Theory and
Practice, 17 (4), ss. 527-553.
Genç, N. F. (2008), “Kriz İletişimi: Marmara Depremi Örneği”, Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Selçuk İletişim, 5, ss. 161- 175.
Imai, Masaaki; Kaizen- Japonya’nın Rekabetteki
Başarısının Anahtarı, (Çev/Ed.: Brisa Gurubu),
1994.
Johnson J.D., Donohue W.A., & Johnson S.
(1994). Differences Between Formal and Informal Communication Channels, The Journal of
Business Communication, 31(2), pp. 111- 122.
Lundberg, G. A.; Schrag, Clarence C.; Larsen, Otto N.; Sosyoloji, Cilt:1, Çev: Özer Ozankaya, Türk
Siyasi İlimler Der. Yay. No:19, Ankara, 1970.
Miles, R. E. (1989). “Adapting To Technology and
Competition: A New Industrial Relations System
For The 21st Century”, California Management
34
Review, 31(2), ss. 9-28.
Miles, R. E. ve Snow, C. C. (1986). “Organizations:
New Concepts For New Forms”, California Management Review, 28(3), ss. 62-74.
Özdemir, A. A., (2008), “Sosyal Ağ Özellikleri Bakış Açısıyla Sosyal Sermaye ve Bilgi Yaratma İlişkisi: Akademisyenler Üzerinde Yapılan Bir Alan
Araştırması”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (2), ss. 81- 102.
Özdemir, L., (2010), “Şebeke Organizasyon Nedir,
Ne Değildir?”, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Dergisi, 20, ss. 260 – 271.
Öztaş, N. (2007), “Sosyal Sermayenin Ağbağ
Kuram(lar)ı: Dayanışmacı ve Aracı Sosyal Sermaye”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 40, ss. 79- 98.
Ridgeway, L.C., L. Smith-Lovin (1999). “The Gender System and Interaction”.
Sağsan, M., Yücel, R. ve Sözen, C. (2010), “Küresel Krizin Aşılmasında Alternatif Bir Yol: Sosyal
Sermayede Enformasyon Edinimi ve Kullanım Kapasitesi”, Bilgi Dünyası, 11(1), ss. 140- 154.
Sargut, S. (2006), “Sosyal Sermaye: Yapının Sunduğu Bir Olanak Mı, Yoksa Bireyin Amaçlı Eylemi
Mi?”, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (12), ss. 1-13.
Sayli, H., Kurt, M. ve Baytok, A. (2006), “Şebeke
(Network) Organizasyon Yapılarının Rekabet Gücü Kazandırma Rolü ve Afyonkarahisar Mermer
Sektöründe Bir Uygulama Örneği”, Dumlupınar
Üniversitesi Soyal Bilimler Dergisi, 16, 31- 46.
Sözen, C. H. ve Esatoğlu, A. E., (2010), “Sosyal Ağ
Kuramlarının Bakış Açısıyla Örgütlerde Çatışma
Yönetimi”, Stratejik Araştırmalar, 8 (15), ss. 109134.
Şenyuva, Z. ve Gönül, Ö. Ö. (2012), “Örgütler
Arası İlişkilerde Bilginin Paylaşım Sürecinde Özgözlemciliğin Güvene Etkisi”, Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 7(1), ss. 75- 96.
Uzun, H. (2012), “Üretim Sürecinde İnformel İlişkiler”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
22 ss. 210–218.
Whyte, William F. (1956), ‘Human Relations: A
Progress Report’, Harvard Business Review, 34,
ss.125-132.
DÜNDEN BUGÜNE JAPONYA
“Öğrenmenin Japonca karşılığı olan manabu sözcüğünün aslı,
manebu, yani taklit etmektir.”
Serhat SAATCİ *
yapay bir değişim içinde mi tanımlıyordu? Henüz dağılmayan bu muğlâklık hem
Japonya’nın modern tarihi uluslararası çev- uluslararası toplumlar hem de Japonya’nın
redeki bir ülkenin öyküsüdür. Japonya ile kendisi için sınırsız bir önem taşımaktadır.2
Batı dünyası arasında 1850’lerde başlayan Bu noktada, Japonların geçmişlerinin inceetkin bağlantılar her ikisi için de önemli ol- lenmesi önem kazanmaktadır.
muştur. Japonya’nın yakın tarihine ilişkin
Antik Dönem
herhangi bir tartışma için onun dünya düzeni içindeki yerinin önemi, uygun bir baş“Bir yaşama sanatı ustası, işi ve eğlencesi,
lama noktası olacaktır. Japonya’nın coğrafi
çalışması ve boş zamanı, beyni ve bedeni,
uzaklığı önceleri komşularıyla bile temaseğitimi ve teneffüsü, aşkı ve inancı aralarının asgariye inmesine neden olmuştu; sında ciddi bir ayrım yapmaz. Hangisinin
yalnızca 150 yıl önce Japonya dünyanın en hangisi olduğunun fakında bile değildir. O
soyutlanmış ülkelerinden biriydi. Soyut- sadece o anda ne yapıyorsa, onu en iyi bilanma mirası temel önemini korumaktadır. çimde yapmaya çalışır. Çalışıyor mu yoksa
Japon toplumu çok özel bir tarihsel gelişim eğleniyor mu sorusunun cevabını başkasıbağlamında anlaşılması gereken özel yön- na bırakır. Kendisine göre o, her ikisini birlerini geliştirmiş ve derin bir eşsizlik duygu- likte yapmaktadır.”3
su, ayrılık ve soyutlanma temel unsur haline gelmiştir. Soyutlanmadan uzaklaşma Japon Takım Adalarına, adaların hala Asya
değişimi farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Kıtasının bir parçası olduğu dönemde, yani
Japonya kendini, uluslararası anlaşmalarını 100 bin yıl önce ilk olarak yerleşilmişti. Argörüşüp ayarlayarak daha kozmopolit bir keolojik araştırmalar, Yontma Taş Devrinde
bakış açısı sağlamak için, içerdeki öncelik- takımadalarda yaşamış insanların temelde
leri ve kaygıyı geniş uluslararası düzenin ta- avcılık ve toplayıcılıkla geçindiklerini ortaya çıkarmaktadır. Bunda 10 bin yıl önce
lepleriyle dengeleyen diğer birçok ulustan
bu dönemde zarif taş aletler yapılmış, ok
biri olarak mı, yoksa Batının tekniğini, kenve yay kullanılarak ileri avlanma teknikleri
di kültürel eşsizliğinin ve toplumsal düzenigeliştirilmiş ve yemek pişirmek ve saklanin temel değişmezlik duygusunu koruyup
mak için toprak kaplar üretilmiştir. Jomon
güçlendirerek alan ve ne olacağı kestirileStili(sicim desenli kapların) ardından MÖ
meyen düşman dünyada ayakta kalabil8000 ile MÖ 300 yılları arasındaki dönem
mek için soyutlanmanın daha kurnaz bir
biçimindeki ham ve artık geçerli olmayan 2 www.akintarih.com/Japonya
Giriş
* Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü Lisans
Öğrencisi ([email protected])
3 Lester Thurow, Kıran Kırana, Japonya, Avrupa ve
ABD arasında Yaklaşan Ekonomik Savaş, AFA Yayınları, 1994, s.23.
35
Jomon Dönemi olarak adlandırılır.
1192’ye kadar devam edecek olan Heian
döneminin başlangıcını ifade eder. Bu,
MÖ 300 ile MS 300 yılları arasına rast- Japonya’da sanatsal gelişmenin görüldüğü
layan ve çömlekçi çarkında seramik- muazzam dönemlerden biriydi. 9.yüzyılın
lerin üretildiği döneme Yayoi Dönemi sonlarına doğru Çin ile ilişkiler kesilmiş
denmiştir. Bu dönemde işbölümü, ve Japon uygarlığı kendi özel niteliğini ve
yöneten ile yönetilenler arasındaki ayrılık formunu bulmaya başlamıştı.
derinleşmiş ve ülkede pek çok küçük
Bu dışarıdan getirilmiş kavramların yadevlet kurulmuştur.
vaş yavaş aslında Japon stiliymiş gibi gös4.yüzyılda yavaş yavaş küçük devletler terildiği bir asimilasyon ve adaptasyon
birleşti ve tüm milleti yöneten güçlü yönetimiydi. Bu yöntemin en tipik örnepolitik otorite Yamato’da ( şimdiki Ne- ği, Japon yazısının Heian Dönemi’ndeki
ra Eyaleti) merkez kurdu. 4.ve 6. Yüzyıllar gelişimidir. Çince yazımındaki güçlük,
arasında Kore yoluyla tanınan, Budizm ve yazarları v rahipleri, Çince formlara dayalı
Konfüçyusculuğu kapsayan Çin Kültürünün iki ayrı hece sistemi üretmeye itti. Heian
yanı sıra tarımda da büyük gelişmeler gö- Dönemi’nin ortalarına doğru “kana” adı
rüldü. 4.yüzyılın sonlarından itibaren Ko- verilen bu fonetik alfabe geliştirilmiş ve
re Yarımadasındaki Krallıklar ile Japonya Çince üslubunun yerini alarak gelişen saf
arasında ilişkiler başlamıştır. Aslında Çin’in Japon stili edebiyata ışık tutmuştur.
Hanedanlığı’nda geliştirilen gemi yapımı,
tabaklama, metal işçiliği ve dokuma gibi İncelik ve nezaket, Başkentteki yaşama
endüstriyel sanatlar Kore yoluyla ülkeye damgasını vurmuştur. Saray sanatsal
tanıtılmıştır. Temeli resim yazısına dayanan ve sosyal zevklere dalmış, bu arada
Çince yazım biçimi kabul edildi ve bu vesi- eyaletteki savaşçı klanlar üzerindeki
leyle Japonlar, Konfüçyüs felsefesini, astro- otoritesi giderek zayıflamıştır. Krallığın
nomi ve takvimin işleyişini ve tıbbın ilkele- etkin kontrolü aşama aşama elden çıkarrini öğrendiler. Budizm, 538 yılında Çin ve ken; bu Japonya’nın çalkantılı orta çağında,
Kore yoluyla Hindistan’dan Japonya’ya gel- soyları eski imparatorlara kadar uzanan iki
di. Çin hükümet sistemi, Japon yöneticile- rahip askeri olan Minamotolar ile Tairalar
rinin, üzerine kendi sitemlerini kurdukları için bir ödül olmuştur. Sonunda Minamotolar 1185’te İç Deniz’de destansı Dannoubir model olmuştur.
ra çarpışmasında rakip klanı imha ederek
8. yüzyılın başlarında, ülkenin ilk daimi hakim olmuşlardır.
başkenti Nara’da kurulmuştu. 710’dan
784’e kadar, 70 yıldan uzun bir süre Japon
Feodal Dönem
İmparatorluk ailesi burada oturmuş ve gi4
derek otoritesini tüm ülkeye benimsetmiş- “Müzik değişince dans da değişir.”
tir. O zamana kadar başkent veya payitaht Minamoto’ların zaferi, etkin politik gücün
şimdiki Nara, Kyoto ve Osaka şehirleri ara- kaynağı olan kraliyet tahtının yok edilsında sık sık yer değiştiriyordu.
mesini ve askeri yöneticilerce, bir başka
794 yılında, Çin’in o zamanki başkenti mo- deyişle birbiri ardına gelen Shogunlarca
del alınarak, Kyoto’da yeni bir başkent in- sürdürülen 7 yüzyıllık feodal yönetimin
şa edildi. Başkentin Kyoto’ya taşınması,
36
4 Japon Atasözü
başlangıcını belirlemiştir.
olan ülke sanatına damgasını vurmuştur.
1192 yılında muzaffer Minamoto ailesinin başı Yoritomo, shogunluğu – yani askeri hükümeti- şimdiki Tokyo yakınlarındaki Kamakura’da kurdu ve önceden beri
Kyoto’daki imparatorların elinde bulunan
yönetim yetkisini üzerine aldı. Barışçıl sanatlara olan bağlılığı ile Kyoto’nun çöküşünün göz önünde bulundurulmasına tepki
olarak, Kamakura’daki shougunluk tüm
topraklarda, özellikle uzak eyaletlerdeki
sabırsız klanlar üzerinde etkin kontrolü
yeniden sağlayabilmek için gerekli disiplin
ile savaşçı sanatlarla meşguliyeti ve sertliği teşvik etmiştir. Yorimoto Shougunluğu
olarak da bilinen Kamukura Dönemi’nde,
bir şhougunluk yolu ve Japon şövalyeliği
olan bushido etkili oldu.
200 yıllık yönetimin ardından, Muromachi’deki Shougunluk, ülkenin diğer kesimlerindeki rakip klanların, kendi otoritesine
karşı giderek büyüyen meydan okumalarıyla karşı karşıya kalmıştır. 16.yüzyılın
sonlarına doğru, Japonya yücelik uğruna
savaşan bölgesel beylikler yüzünden bir
iç savaşla parçalanmıştı. Düzen, 1590’da
büyük general Toyotomi Hideyoshi tarafından yeniden kuruldu. Hideyoshi, 1592
ve 1597’de Kore’ye, her ikisi de Çinlilerin
ve Korelilerin direnci karşısında başarısızlığa uğrayan iki istila hareketi başlatmıştı.
Onun Japonya’yı uzlaştıran ve birleştiren
çalışmaları, Tukugawa Shoungunluğu’nun
kurucusu Tokugawa Ieyasu tarafından da
pekiştirilmiştir. Japon şatolarının en ünlülerinin inşası da bu iç savaşların yaşandığı
geçiş evresine rastlamaktadır.
1213 yılında gerçek güç, Minamotolar’dan
Yoritomo’nun eşinin ailesi olan Hojolar’ageçti; ve Shougun vekili olarak 1333’e
kadar Kamakura’da askeri hükümeti yürüttüler. Moğollar, bu süre zarfında biri
1274 ve ikincisi 1281’de olmak üzere kuzey
Kyushu’ya iki defa saldırdılar. Zayıf güçlerine rağmen, Japon Savaşçıları, yerlerini
başarıyla muhafaza ettiler ve istilacıların
iç kısımlara girmelerini önlediler. Her iki
saldırı teşebbüsünde de meydana çıkan
ve donanmalarının büyük kısmını mahveden tayfunların ardından Moğol güçleri
Japonya’dan çekildi.
1333’ten 1338’e kadar süren imparatorluk
yönetiminin kısa ömürlü restorasyonunun
ardından Kyoto, Muromachi’de Ashikaga
Ailesi tarafından yeni bir askeri hükümet
kuruldu. Muromachi dönemi, 1338’den
1573’e kadar, iki yüzyıldan uzun sürdü.
Bu dönem zarfında Bushido’nun sert disiplini, estetik ve dini faaliyetlerde ifaesini
bulmuş ve bugün bile başta gelen özelliği
klasik anlamda sadelik ve kontrol yeteneği
Tecrit İçinde Birlik
“ Japonya konusu bu mektupların çerçevesine girecek gibi değil. Sana sadece bizdeki
kimi efsanelerin asılsızlığını anlatmak için
yazdım.” (Niyazi Berkes, 1976)5
Kendini Japonya’nın etkin yöneticisi olarak kabul ettiren Ieyasu, Shogunluğunu
1603’te şimdi Tokyo olarak bilinen Edo’da
kurdu. Bu Japon tarihinin önemli bir noktasıydı. Ieyasu, gelecek 1265 yıl için özellikle
politik ve sosyal kanunlar olmak üzere halkın yaşantısının her yönüyle tasarlandığı
bir kalıp yarattı.
Ieyasu’nun tesis ettiği sosyal ve politik yapının entegrasyonunu korumanın bir yolu
olarak, 1639’da Tokugawa Shoungunluğu,
Japonya’nın kapılarını dış dünyaya fiili şekilde kapatarak şiddetli bir adım attı. İlk Ba5 Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü, İş Bankası Yayınları, 2.baskı, 1983, s.4
37
tılılar Japonya kıyılarına bir önceki yüzyılda
Muromachi Dönemi’nde ulaştılar. Ülkeye
ateşli silahları tanıtan Portekizli tacirler,
1543’te Japonya’nın güneybatısında küçük
bir adaya yerleştiler. Sonraki birkaç yıl
içinde bunları, Saint Francis Xaviar önderliğinde Cizvit Misyonerleri ve İspanyol grupları takip etti. Hollandalı ve İngiliz tüccarlar
da Japon topraklarında yerleştiler.
Avrupalıların bu akınlarının Japonya üzerinde çok derin etkileri oldu. Bu misyonerler,
özellikle Japonya’nın güneyinde çok sayıda
kişinin inanç değiştirmesine sebep oldu.
Shougunluk, Hıristiyanlığın, birlikte geldiği
ateşli silahlar kadar patlayıcı bir potansiyel teşkil edebileceğini fark etti. Sonunda
Hıristiyanlık yasaklandı ve Tokugawa Shogunluğu, Nagasaki Limanı’ndaki küçük Dejima adası içinde yaşayan bir avuç Hollandalı tüccar, Nagasaki’deki yaşayan Çinliler
ve arasına Kore Lee Hanedanlığı’ndan gelen resmi elçiler dışında yabancıların ülkeye girişini yasakladı. İki buçuk asır boyunca
Japonya’nın, dış dünya ile tek ilişkisi bu insanlardı. Ülkenin uzun kapalılık dönemi süresinde Japon bilim adamları, Dejima’daki
tüccarlar vasıtasıyla batılı tıp ve bilimlerle
ilgili temel bilgileri edinebiliyorlardı.
1853’te ABD’den Komodor Matthew
C.Perry 4 gemiden oluşan bir filo ile Tokyo Körfezine girdi. Ertesi yıl tekrar gelerek
Japonları, ülkesi ile dostluk antlaşması
yapmaya ikna etmeyi başardı. Bunu, aynı
yıl Rusya, İngiltere ve Hollanda ile yapılan
benzer antlaşmalar izledi ve böylece Japonya bir kez daha dış ilişkilere açıldı. Bu
antlaşmalar, dört yıl sonra ticari antlaşmalara çevrildi ve benzeri bir antlaşma Fransa
ile imzalandı.
Bu olayların etkisiyle, feodal yapının esaslarını zayıflatan sosyal ve politik akımların
baskısı arttı, Tokugawa Shogunluğu’nun
feodal sisteminin 1867’de çöküşüne kadar
yaklaşık 10 yıl büyük kargaşa yaşandı ve
1868’de Meiji Restorasyonu ile tam hakimiyet imparatora geri verildi.
Modern Dönem
“ Babamın büyükbabası 11. Kuyuzaemon,
yeni fikirlerden hoşlanırmış. Yirminci yüzyılın başında Meiji döneminde, bir Fransız’ı
Japonya’ya davet ederek şarap yapımını
öğrenmiş. Büyük bir hevesle, sakinin yanı
sıra Batı tarzı şarap üretimine başlamış.
Japonya o dönemde, içine kapanık geçen
250 yıllık bir dönemi geride bırakıyordu
İmparatorluk Yönetiminin Rotasyonu
ve dünyaya açılıyordu. Her türlü yenilik
moda olmuştu ve İmparator Meiji, Japon“ 1869 yılında Japonya’da en çok satan kiları Batıyı örnek almaya, batı yaşam tarzı
tabın adı Seiyo Jido’ydu. Yani, Batı Dünyave teknolojisini öğrenmeye teşvik ediyorsının koşulları.” 6
du. Tokyo’da balolar veriliyor, sarayda bile
Japonya, 18.yüzyılın sonlarında ve Avrupa giysileri giyilip saçlar Batılılar gibi
19.yüzyılın başlarında, dış dünyaya kapıla- taranıyordu.”7
rını açması için giderek artan bir baskının
Meiji Dönemi ( 1868-1912) ülke tarihinin
altına girdi. İçeride, Ieyasu tarafından oluşen çok dikkate değer dönemlerinden biturulan katı sosyal ve politik yapı, gelişen
ridir. İmparator Meiji hükümdarlığında,
zamanın neden olduğu gerilimleri hissetJaponya, modern endüstrileri, modern
meye başlıyordu.
politik kurumları ve modern toplum
6 Edwin P.Hoyt, Japonya, Asker Bir Ulusun İntiharı,
Sabah Kitapları,1995, s.15
38
7 Akio Morita, Bir Japon Mucizesi: SONY, İlgi
Yayınları,1989,s.179
modeli ile sadece birkaç on yılda, batıda Bu dönem umut veren bir atmosfer içinde
yüzyıllar almış modern bir ulus yaratma başladı. Endüstri bir taraftan büyümeye debaşarısını gösterdi
vam ederken, politik hayatta, parlamenter
hükümetin sağlam kökler saldığı görüldü.
İmparator Meiji, saltanatının ilk yılların- Ancak yeni faktörlerin rahatsız edici etkisi
da, imparatorluğun başkentini Kyoto’dan, başladı. Dünyadaki ekonomik durgunluk
önceki federal hükümetin merkezi olan ülkenin ekonomik yaşamını tedirgin etEdo’ya taşıdı. Şehrin adı “doğu başkenti” ti. Çeşitli skandalların çıkmasından sonra,
anlamında Tokyo olarak değiştirildi. Kabi- kamuoyunun siyasal partilere olan güveni
ne ve iki aşamalı yasama kurulunu belirle- azaldı. Aşırı uçlar bu durumdan yararlandıyen bir anayasa resmen ilan edildi. Feodal lar ve askeri muhalifler dönemin getirdiği
dönemde toplumun bölündüğü eski sınıf kargaşalarının sunduğu fırsatları yakaladıdüzeni kaldırıldı. Ülkenin tamamı, enerji ve lar. Siyasi partilerin etkileri sürekli azaldı.
istekle kendin modern batılı medeniyetle- Lugouquao Olayı’nın Çin ile savaşın çıkmarin adaptasyonuna ve incelenmesine verdi. sına yol açmasından sonra partiler, savaşın
Meiji Restorasyonu, yüzyıllar boyunca ar- başarısı için tek platformda işbirliği yaparak
kasında enerji ve gücü biriktirmiş bir bara- birleşmeye zorlandılar. Nihayet çözüldüler
jın çatlaması gibiydi. Bu enerjinin aniden ve bunların yerine milli parti kuruldu. Mecsalınıvermesiyle ortaya çıkan büyük dal- lisin fonksiyonlarının lastik mührünkünden
galar ve heyecanlar, kendilerini deniz aşırı daha da aza indirilmesiyle, sonunda 1941
hissetmelerine yol açtı. Ülke 19.yüzyıl sona savaşının patlamasına neden olan olayların
ermeden, Japonya’nın galibiyetiyle sonuç- akışına parlamenter bir engel konamadı.
lanan 1894-95 Çin-Japon Savaşına girdi.
1945’ten Günümüze
Savaş sonunda Çin’den kazanılanlardan biri
de Taiwan’dı. Japonya bundan on yıl sonra,
“ Japonya’nın Doğu Asyalılar için Anglo1904-05 Rus-Japon savaşında tekrar galip
sakson boyunduruğu dışında bir Doğu Asgelerek, 1875’te Kurile Adaları’na karşılık
ya kurma arzusu, Alman-İtalyan ruhunun
Rusya’ya bıraktığı Güney Sakhalin’i geri aldı
Avrupa’da Yeni Düzen kurma arzusuyla
ve Mançurya’ya olan özel ilgisi tekrar günaynı zamana gelmiştir. Anglosakson pendeme geldi. Kore üzerinde etkili olabilecek
çesinden uzak ve gücüne yakışır bir gelediğer güçleri dışladıktan sonra, Japonya ilk
cek peşindeki ülkemizin beklediği an en
önce 1905’te Kore’yi kendi idaresine aldı,
nihayet önünde durmaktadır.” ( Bir Japon
sonra da 1910’da ilhak etti.
Gazetesi’nden, 1949) 8
Aydınlatıcı ve yaratıcı yönetimiyle yıllar boAğustos 1945’te savaşmaktan bitkin düşyu ulusun şekil değiştirmesine rehber olan
müş Japonya, müttefik güçlerin teslimiyet
İmparator Meiji, Birinci Dünya Savaş’ı çıkşartlarını kabul etti ve İmparator’un emri
madan önce 1912’de öldü. 1902 Anglo-Jaile halk silahları bıraktı. Teslimiyetten sonra
pon Birliğinin koşulları altında savaşa giren
altı yıldan daha uzun bir süre Japonya, teJaponya, savaş sonunda dünyanın büyük
melde Amerika olmak üzere müttefiklerin
gücü olarak tanındı. İmparator Meiji’nin
kontrolü altında kaldı.
yerine geçen İmparator Toisho’yu 1926’da
tahta çıkan İmparator Hirohito dönemi iz8 Edwin P.Hoyt, Japonya, Asker Bir Ulusun İntiharı,
ledi ve Showa dönemi başladı.
s.158
39
General Douglas Mac Arthur yönetimindeki işgal kuvvetlerinin komutasında çeşitli
sosyal v politik reformlar yapıldı. Tarım
alanları eski sakinlerinin lehine olacak şekilde yeniden paylaştırıldı. İşçilere sendika kurma ve grev hakkı verildi. Zaibatsu
denen aile bağlarına dayanan büyük holdingler kapatıldı. Kadınlara oy kullanma
hakkının yanı sıra bazı haklar da tanındı.
Toplantı, konuşma ve din özgürlüğü garanti altına alındı. 1947’de yeni liberal anayasa
yürürlüğe girmiştir.
tamamen kurtulmuştu. 1964 Tokyo Olimpiyatları, Japon halkının yeni güveninin ve
ülkenin uluslar arası toplulukta artan varlığının sembolüydü.
Japonya 1945’ten bu yana iç politikada
dikkate değecek şekilde istikrar sağlamıştır. 1947-48 arasında kısa dönemli sosyalist
hükümet dışında, muhafazakarlar mecliste
daimi çoğunluğu teşkil ettiler.
1960’ların ortalarında sonra, Japonya içte
ve dışta çeşitli problemlerle karşı karşıJaponya’nın yenilenmiş bir devlet olarak
uluslar arası topluluğa dönmesi anlamı- ya kalmaya başladı. Acil hayati ihtiyaçlana gelen San Francisco Barış Antlaşması rın karşılanmasıyla birlikte halk, özellikle
1951’de imzalandı. Japonya bu antlaşmay- yaşam standardının gibi başlıca hedefler
la, işgal altındayken yasaklanan dış ilişkiler aramaya başladı. Öğrenciler okullarından
ve üniversitelerinden açıkça hoşnutsuzlukurma hakkını yeniden kazandı.
ğunu ifade ettiler. Çeşitli toplumsal gruplar
Savaş sonrasında hemen yapılması geresosyal eşitsizliğin düzeltilmesini istediler.
ken işlerden biri de ekonominin iyileştirilmesiydi. Japonya ABD’nin de desteği ile, 1970’lerde yavaş gelişen ekonomiye buluülkenin serbest çok taraflı uluslar arası nan geçici çareler, giderek sertleşen ulusticarete katılmasını sağlayan çeşitli uluslar arası çevre ile birlikte, yaşam biçimlelar arası organizasyonlarda kabul edildi.
rine ve düşüncelerine değişiklik getirerek
1960’ların ortalarında Japonya ekonomik
olarak, dünya açık pazarlarında rekabet Japon insanının hayatını büyük ölçüde etkiledi. Değerler daha çeşitli ve değişik şeedebilecek kadar güçlendi.
killere büründü. 1972’de Okinawa’nın ABD
Japonya, ekonominin iyileştirilmesine yönetiminden tekrar Japonya’ya dönüşü
paralel olarak uluslar arası durumun da ve Çin Halk Cumhuriyeti ile uzmanlaşmasiyasi açıdan yenilenmesi için çaba harcanın sağlanması 1970’li yılların iki önemli
dı. 1956’da BM’ye kabul edilen Japonya,
ekonomik ve sosyal forumların yanı sıra olayıdır. Dünya ekonomisindeki rolüne geuluslar arası politika konusunda da giderek lince, Japonya, pazarlarını liberalleştirmek
daha etkin, katılımcı hale geldi. ABD ile gü- için çeşitli tedbirler almıştır.
venlik konusunda düzenlemeler ilk olarak
Japonya’nın artan ulusal gücü ve diğer ül1951’de imzalandı ve 1960’da karşılıklı olakelerin Japonya’nın ulusal rolündeki gerak yenilendi. 1960’ların ortalarında savaş
tazminatı tamamen ödenmişti. Uzun süren lişmeler konusunda beklentileri ışığında,
görüşmeler zincirlerinin ardından 1965’te hükümet, 1980’lerin ortalarından itibaren
Japonya, Kore Cumhuriyeti ile resmi ilişki- dünya topluluklarına yapacağı yardımları
lerini başlattı. Yenilgiden yalnız 20 yıl sonra genişletme yolunda olumlu tutumlar serJaponya savaşın yıkıntısından neredeyse gilemektedir.
40
ALTERNATİF TURİZM İMKÂNLARI
OLUŞTURMADA MİKRO GİRİŞİMLER
Eriman TOPBAŞ *
Farklı kültürlere mensup insanların turizm
hareketleri vesilesiyle birbirleriyle etkileşim halinde bulunmaları turizmin sosyal
boyutunu oluşturmaktadır. Turizm olayının sunduğu bu imkân sayesinde insanlar,
kendi kültürleri dışında insan yapılarını
gözlemlemekte ve kendi sosyal yapılarını karşılaştırma fırsatı yakalamaktadırlar.
Böylece kendi sosyal yapılarının artılarını
Başka bir ülke, şehir ve bölgeden gelen ve eksilerini daha iyi değerlendirebilir hale
Turizm kelimesi, gündelik yaşam ortamı
dışında belli süreler dâhilinde tatil amaçlı
insan hareketliliğini temsil eden bir kavramdır. Tatil amaçlı insan hareketliliği, yöneldiği yörelerde değişik etkiler meydana
getirmektedir. Bu etkileri; ekonomik, sosyal ve kültürel olmak üzere üç boyutta toplamak mümkündür.
insanlar geldikleri yerlerde kaldıkları süre içerisinde belli miktarlarda harcamalar
yapmak suretiyle yöreye belli düzeyde bir
ekonomik katkı sağlamaktadırlar. Ülkelerin
gayri safi milli gelirleri içerisinde “turizm
gelirleri” kalemine yer vermeleri turizmin
ciddi anlamda bir ekonomik boyuta sahip
olduğunun göstergesi kabul edilebilir.
* Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi
([email protected])
gelmektedirler. Buradan hareketle insani
oluşumların evrensel kodlarını algılamada
daha iyi bilişsel imkânlar elde etmektedirler.
Turizmin bir diğer boyutunu ise kültür oluşturmaktadır. Kültürü, “bireyin çevresiyle etkileşimi sonucu ortaya koyduğu somut
ve soyut değerler bütünü” olarak düşündüğümüzde, turizm etkinliğini bu bağlamda hem yeni kültürel değerlerin üretilme41
sinde hem de mevcut kültürel değerlerin
tüketilmesinde önemli bir insan faaliyeti
olarak değerlendirebiliriz. Turizm faaliyetlerinin yoğun yaşandığı bölgelerde, kültürlenme ve kültürleşme süreçlerinin birlikte
yaşandığı gözlenmektedir. Dolayısıyla, bu
davranışlar sergilemektedirler. Ülkemizin
hemen her yerinde makro boyutta turizm
faaliyeti gerçekleştiren girişimcilerin yanında, girişimci olarak mikro boyutta turizm
etkinlikleri yürüten kişiler de görülmektedir. Bu yazıda sizi Bolu’da, hem yerli hem
yörelerde belli bir süre sonra mevcut insan
davranışları repertuarına yeni yeni insan
davranışlarının eklenmesi doğal bir süreç
olarak kabul edilebilir. Bu yöreler aynı zamanda yerel kültürel değerlerin küresel
kanallarla buluşarak evrensel değerlere
dönüşme imkânı bulduğu ortamlar olma
özelliğini de taşımaktadır.
de yabancı turistlere hizmet sunan bir mikro turizmcinin “ekolojik köy” yaklaşımlı turizm hakkındaki görüşleri ile buluşturmak
istiyorum. Tatil günlerimizin çoğunluğunu
kullandığımız bu mevsimde alternatif tatil
olarak işimize yarayabilir, diye düşünüyorum.
Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de
turizm faaliyetlerini kendi koşulları çerçevesinde değerlendirip bir kıymete dönüştürme çabasında olan değişik özelliklere
sahip girişimcilere rastlamak mümkündür.
Bunlardan bazıları turizm kavramını kendi
hobileri ile bütünleştirip yepyeni bir yaklaşım geliştirirken bazıları da gidişata uygun
42
Bir mikro turizm girişimcisi olarak tanımlayabileceğim Sinan Olguner, tatil yapmak isteyen kişilere “Tatil Köyü mü, Köy
Tatili mi?” sorusunu yöneltiyor. Sorunun
cevabına yönelik olarak bizimle şu bilgileri
paylaşıyor: “Ülkemizdeki yaygın tatil anlayışı olan deniz-kum-güneş üçlüsü hayatım
boyunca hiç ilgimi çekmemiştir. Bunda doğup büyüdüğüm yer olan Mudurnu’nun
ormanlarla, göllerle ve yemyeşil çayırlarla
kaplı doğasının etkisi büyüktür. Çocukluğumda yaz tatili demek köydeki rahmetli
dedemlerin yanına gitmek, onlarla tarlaya
gidip tırmık çekmek, bostana gidip çapa
yapmak, sebzeleri sulamak, eriği kirazı dalından koparıp yemek, eşekle gezmek, yumurtayı sabah kümesten kendi elimle alıp,
yeni sağılmış sütle, taze tereyağı ve koyun
peyniri ile birlikte yemek demekti. Çocukluğumda tatillerde köye gitmek ya maddi
imkânsızlıklar nedeniyle yapılmış bir tercihti ya da günümüzden daha sıkı olan aile
bağlarının bir sonucu olarak aile büyüklerinin unutulmadığının bir göstergesiydi. Sebep her ne olursa olsun sonuçta çocukluk
yıllarımda doğayla baş başa, şehrin gürültüsünden uzak, tüm besinlerin organik olduğu, günümüzün moda deyimiyle “ekolojik” bir köy tatili yapıyormuşuz da farkında
değilmişiz.
Bizim bu tatil şeklimiz bugün alternatif turizm başlığı altında seyahat acentelerinin
web sayfalarında kendine geniş yer bulmuş
durumda. Ülkemizin dört bir yanında bu
amaçla hizmet veren dağ evleri, çiftlik evleri, yayla evleri, köy evleri ve benzeri kırsal
turizm merkezleri bulunuyor. Son yıllarda
hem ulusal hem de Avrupa Birliği hibe
fonları ile kırsal turizm yatırımları önemli
ölçüde desteklenmektedir. Bu fonların en
dikkat çekeni ise Tarım ve Kırsal Kalkınmayı
Destekleme Kurumu tarafından kullandırılan hibe kredileri; kurum 2013 yılı için
400.000 Avro’ya kadar hibe kredisi verebiliyor. Bu fonların verilmesindeki ortak
amaç turizmi kırsala yaymak ve kırsal kesimin kalkınmasına yardımcı olmak. Ama
ne yazık ki Bolu bu kapsamda desteklenen
iller asında değil ve birçok potansiyel kırsal
turizm girişimcisinin bundan şikâyetçi olduğunu biliyorum.
Güzel ülkemde insanların öyle olanakları olsun ki ailecek bir hafta sonu atlayıp
Abant’a, Gölcük’e, Seben’e, Mudurnu’ya,
Mengen’e, Gerede’ye gitsinler. Orada yamaçtaki bir köy evinde kalsınlar iki gün, sabah erkenden bir yürüyüşe çıksınlar dağa
43
doğru, döndüklerinde ev sahibi Nuriye teyze kahvaltıyı hazırlamış olsun, kahvaltıdaki
yumurta kümesten daha sabah alınmış,
süt alt sokaktaki Hacer ninenin ineğinden
taze sağılmış, peynir Münevver teyzenin
kendi imalatı olsun, ekmek tandırdan çıkarılsın sıcak sıcak. Öğlen uykusundan sonra
bu insanlar Mehmet amcanın bahçesini
çapalamasına yardım etsinler, odun kessinler, sobayı yakıp uzansınlar bir köşeye.
Akşamüstü köy kahvesinde bir çay içsinler,
akşam yemeğini yöresel yemeklerin sunulduğu köy odasında yesinler, tarhana ya da
kızılcık çorbasıyla başlayıp zeytinyağlı sarmalarla, keşli cevizli makarnayla, pazı dolması, armut hoşafıyla doyursunlar karınlarını. Ertesi gün meşhur Bolu pazarını gezsinler, çeşit çeşit sebze ve meyveleri, inek,
keçi ya da koyun peynirini, patatesli köy
ekmeğini, salçaları ve adlarını hiç bilmedikleri ilginç ürünleri görsünler, köylülerle
sohbet etsinler, beğendiklerini alıp şehre
götürsünler, şehirde bir iki gün onları yesinler. Tatil bittiğinde yorgunluktan ölmüş,
güneşten soyulmuş, havuzdan, denizden
mikrop kapmış, kulağı, gözü iltihaplanmış
olacaklarına tazelenmiş olarak dönsünler
evlerine ve bu minik tatili çevrelerindeki
herkese anlatsınlar.
Ben isterim ki, güzel ülkemin her bölgesinde her yöresinde yapılabilsin bu, mevsim yaz olsun, kış olsun, bahar olsun; Tire
bazen Manisa’nın Salihlisi olsun, bazen
Ankara’nın Beypazarı, bazen Çanakkale’nin
Dardanos’u, bazen Antalya’nın Beycik’i,
bazen Doğubayazıt’ın Altıntepe’si, bazen
44
Çarşamba’nın Karaağaç’ı olsun. Köy evi,
dağ evi, bazen çiftlik evi, bazen yayla evi olsun. Kimi zaman odun kesen tatilciler kimi
zaman kiraz toplasınlar. Kimi zaman narenciye, kimi zamansa çay; hatta kimi zaman
arkeolojik kazılara katılsınlar, kovanlardan
bal ayırsınlar, inekleri sağsınlar, keçileri otlatsınlar, kimi zamansa yemekleri yapsınlar. Köylüler tatilcilere, tatilciler köylülere
alışmış olsunlar, sonrası tercih meselesi”
şeklinde görüşlerini dile getiren Olguner,
baştaki sorusunu tekrarlıyor “tatil köyü mü
yoksa köy tatili mi?”
Tatilinin bir kısmını doğayla baş başa geçirmek isteyenler için, Bolu’nun doğal ortamında bulunan “ekolojik” bir ev iyi bir ev
sahipliği yapabilir. Doğal insan davranışlarına olan hasretimizi ekolojik evin komşularıyla giderebiliriz. Ekolojik ortam, belki de,
büyük şehrin hengâmesi içerisinde derinlere gömülen değerlerimizin biraz daha yüzeye çıkmasına, hatta o değerlerimizle buluşmamıza vesile olabilir. Bu az bir şey mi?
Elbette ki, değil. Mekanik bir ortamdan, insani bir ortama gitmek, yapay ortamlardan
doğal ortamlara gitmek, aslında doğal yapımızla buluşmak anlamına gelmez mi? İnsana alternatif turizm etkinliği sunan mikro turizmcileri kutluyorum. Schumacher’in
kitabına da isim olan “Küçük Güzeldir”
ifadesini mikro turizm girişimciliği için de
kullanabiliriz. “Küçük Güzeldir”.
TKK ÜYESİ ŞAİR YAŞAR
FARUK İNAL’IN ARDINDAN
Nail TAN *
Türk Kooperatifçilik Kurumunun 431 numaralı üyesi (Üyeliğe kabul tarihi: 16 Mart
1971) şair, yazar Yaşar Faruk İnal’ın öldüğünü 16-24 Ekim 2012 tarihleri arasındaki
Bulgaristan gezimizin başlangıcında, yurt
içindeki son durağımız Kırklareli’nde İLESAM İl Temsilcisi şair Alaeddin İkican’dan
öğrendim. Ankara’da yaşadığı yıllarda çok
sık görüştüğümüz Yaşar Faruk İnal’ın evlenip Kırklareli’ye yerleştiğini biliyordum.
Alaeddin Bey’e “Tanıyor musun?” diye sorduğumda; “Tanımam mı, dostumdu. Çok
iyi bir şairdi. Kırklareli’ye sanat adına çok
şeyler verdi. Ne yazık ki, bu yılın baharında
kaybettik.” deyince çok üzüldüm. Oysa, telefonla arayıp “Kırklareli’deyim.” demek istiyordum. Kooperatifçi şair dostumuz, 16 Nisan 2012 Pazartesi günü 78 yaşında Hakk’a
yürümüş ve cenazesi aynı gün Hızırbey
Camisi’nde kılınan öğle ve cenaze namazlarının ardından Kırklareli Şehir Mezarlığı’nda
toprağa verilmişti. Alaeddin Bey’den ölümü
üzerine Kırklareli basınında çıkan yazıların
kopyalarını rica ettim. Üyesi olduğu TKK’nin
Karınca dergisinde ölümünü dostlarına duyurmak için. Eksik olmasın, Alaeddin Bey
istediğim bilgileri 19 Aralık 2012 tarihinde
e-posta ile gönderdi. Bilgilerimi, ansiklopedilerden derlediklerimi ekleyerek bu anı yazısını üzüntüyle kaleme alıyorum.
İnal, 24 Nisan (TC kimlik belgesine göre 25
Nisan) 1934 tarihinde Bursa’nın İnegöl ilçesinde doğdu. 93 Harbi (1877-1878) sonrası Bosna Hersek’ten Bursa’ya göç etmiş bir
aileye mensup olup babası Ljubki kökenli
manifaturacı Hüseyin Bey, annesi ise Saray* Araştırmacı, Yazar ([email protected]
bosna kökenli Fatma Hanım’dır. Babası Hüseyin Bey, Çanakkale Savaşları’na katılmış
ve Müstecip Onbaşı’yla tanışmış bir gaziydi.
İlkokul ve ortaokulu Bursa İnegöl’de bitirdi.
Bursa Erkek Lisesindeki öğrenimini yarıda
bırakıp çalışma hayatına atıldı. Vekil öğretmenlik, İnegöl Belediyesinde memurluk, Yenişehir Sümerbank Mağazasında yöneticilik
yaptıktan (1966-1968) sonra Ankara’ya yerleşti. Afyonkarahisar Milletvekili, TKK üyesi
şair Osman Attila’nın desteğiyle Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı Basın Bürosunda göreve başladı. Yine Osman Attila’nın teşvikiyle
TKK’ ye üye oldu. Basın bürosunda zamanla
tecrübe edinerek Basın Müşavirliğine yükseldi. 1979 yılında emekliye ayrıldı, ikinci
defa evlenerek Kırklareli’ye yerleşti. Kırklareli gazetelerinde köşe yazıları yazdı. İlin sanat hayatına canlılık getirdi. Birçok tanınmış
şair ve yazarı Kırklareli’ye davet etti. İl Genel
Meclis üyeliğine seçilerek, ilin kalkınmasına
da katkıda bulundu.
İnal, sanat hayatına şiirle başladı. İlk şiiri,
şair Ahmet Muhip Dıranas’ın yönettiği Çocuk dergisinde 1946 yılında basıldığında
henüz 12 yaşındaydı. Ortaokul ve lise yılla-
45
rında da şiir yazmayı sürdürdü. Sanat değeri
yüksek ilk şiiri Peyami Safa’nın yayımladığı Türk Düşüncesi dergisinde 1960 yılında
yayımlanınca şairliğine güveni arttı. İlk şiir
kitabı Çiganka’yı bu güven sonucu 1961’de
yayımladı. İnegöl Belediyesinde çalışırken
1961-1964 yılları Arasında Elif adlı bir edebiyat dergisi çıkardı. 43 sayı yayımlanan bu
dergide Bursa Eğitim Enstitüsündeki öğrencilik yıllarımda (1960-1962) ve daha sonra
edebiyat öğretmenliği yaparken benim de
şiir ve yazılarım basılmıştı.
1969 yılında Ankara’ya yerleşince sanat çevresi genişledi. Başta Hisar olmak üzere Türk
Dili, Çağrı, Kemalist Ülkü, Ilgaz, Eflatun, Defne, Ajans Türk, Düşlem ve Metin gibi önemli
edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirleriyle
ünü ülke geneline yayıldı. 1970’li yılların başında TRT Ankara Radyosunda yayımlanan
Uykudan Önce programının metin yazarlığını yaptı. Hisar dergisi şairleri arasında yer
alarak; “Yaşayan Türkçeyle, anlamlı, yeniliğe
açık şiir anlayışı”nı benimsedi. Şiir kitaplarının yanı sıra çocuklara yönelik masal kitapları da yazdı, antolojiler yayımladı.
Basılmış kitapları şunlardır:
• Çiganka: Şiirler, İnegöl 1961.
• Şiir Bursa: Antoloji, İnegöl 1961.
• İki Mustafa Kemal: Antoloji, Bursa 1961.
Dört baskısı daha yapıldı (1963, 1964, 1972
ve 1974).
• Elif’e Masallar: Masallar, Ankara 1973,
(İkinci bsl. 1974)
• 50. Yılda Türk Sanayii: Ankara 1973. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Yayını olup kitabı
hazırlayan kurulun üyesidir.
• 50. Yılda Atatürk ve Bayram Şiirleri: Ankara 1973, (İkinci bsl. 1977).
• Kooperatifçinin Kitabı: Ankara 1976.
• Setbaşı Köprüsü: Şiirler, Ankara 1977.
• Nuran Öğretmen: Şiirler, Ankara 1977.
46
• Masal Bahçesi: Masallar, Ankara 1977.
• Kasabam: İnegöl Şiirleri, Yenişehir 1992.
• Tahta Kuşlar: Şiirler, Yenişehir 1993.
• Mostar Köprüsü: Şiirler, Yenişehir 1995,
Kırklareli Valiliği Yayını.
• Türk’ün Yaşam Atlası: Şiirler, Yenişehir
1998.
• Nilüfer Çiçeği Bursa: Şiirler, İstanbul
2007.
Rahmetli şair iki defa evlendi. Birinci eşinden kızı Elif, ikinci eşinden de oğlu Hüseyin
dünyaya geldi. Kızı Elif’in adını dergisine
verdi. Elif’e Masallar’ı da kızı için yazdı. Son
yıllarda parkinson hastalığına yakalanmıştı.
Torunları Engin ve Özge yaşama sevinciydi.
İnal, üye olduğu 1971 yılından itibaren Türk
Kooperatifçilik Kurumunun çalışmalarına
hevesle katıldı. Ankara’da yaşadığı yıllarda
Kurumun çeşitli organlarında da görev aldı.
Denetleme Kurulu üyeliği (1975-1976), Basın ve Halkla İlişkiler Çalışma Kurulu üyeliği (1977-1979), Araştırma Çalışma Grubu
üyeliği (1977) yaptı. Karınca yazı kurulunda
çalıştı. Karınca’da pek çok yazı ve şiiri yayımlandı. Kırklareli’ye yerleşince Karınca’ya
gönderdiği yazılar seyrekleşti.
Kooperatifçiliği yürekten benimsemişti.
Kooperatif kuruluşlarının bir bölümü (Yapı
Kooperatifleri, Küçük Sanayi Kooperatifleri gibi) Basın Müşavirliğini yaptığı Sanayi
ve Teknoloji Bakanlığı Teşkilatlanma Genel
Müdürlüğü tarafından denetlenmekteydi.
Resmî görevi dolayısıyla da kooperatifçilikle ilgileniyordu. Bu sebeple, 1976 yılında
Kooperatifçinin Kitabı adlı bir kılavuz kitap
yayımladı.
Kurumumuzun yanı sıra meslek kuruluşu
olarak İLESAM ve TYS’nin de üyesiydi.
Şair kooperatifçi Yaşar Faruk İnal’ı geç de olsa rahmetle, saygıyla anıyoruz. Durağı, şair
dostlarının yanı olsun!
geçmiş zaman olur ki...
47
48