asırlardır çağdaş - İTÜ Arıyorum Gazetesi

arıYORUM
istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü
yirmi sekizinci sayı, aralık iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
CELAL ŞENGÖR YAZIYOR...
Arıyorum’un
27. sayısında
y ay ı m l anan
bu
yazının
ilk kısmında, üniversite
k av r am ı n ı n
kısa bir tarihini verdikten
sonra,
araştırma üniversitesinin nasıl ortaya
çıktığından bahsetmiştim. Bu kurumun yirminci yüzyıldaki gelişmesini
ise ondokuzuncu yüzyıldaki eğitim
kalitesi ve bu kalitenin bilimsel araştırma olmadan yükseltilemeyeceği
kaygısı yerine iki değişik faktör yönlendirmiştir: Savaşlar ve artan nüfus.
Bu yazımda savaşların etkisinden
bahsedeceğim.
MUNTAZIR TEŞRİFİNE HAZIR KAYIKTA
dalaİ LAMA VE HELEN KELLER VAR
Hayat felsefesiyle insanlara adeta
bir yol gösterici olan Dalai Lama
ve engellere meydan okuyan aydınlatıcı yaşam öyküsüyle Helen
Keller.
ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ
BİR SÜREDİR AÇ!
itü gazetesi
İTÜ ÇEKİRDEK
400 BİN TL DAĞITTI
Türkiye’nin en önemli girişimci destek projeleri arasında yer
alan İTÜ Çekirdek’te “büyük
patlama” gerçekleşti.
ARIYORUM’UN GURMELERİ İŞ BAŞINDA...
İTÜ yerleşkelerindeki yemek
sorunu uzun süreden beri çözüm aranan bir konu. Yemekhanenin yetersiz kapasitesi
ister istemez öğrencileri alternatif yemek çabalarına sürüklese de bu konuda sıkıntı yaşandığı da oluyor. Arıyorum
İTÜ Gazetesi, İTÜ Ayazağa
yerleşkesinin alternatif yemek
mekanlarını gezdi, kalitesine
ve fiyatlarına göz attı.
ANITKABİR’E İTÜ ÇIKARMASI
İ
stanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, 16 Kasım 2014 Pazar
günü Anıtkabir’i ziyaret ettiler.
İTÜ Basın Yayın Kulübü’nün 10.
Kuruluş Yılı Etkinlikleri kapsamında İTÜ Rektörlüğü’nün katkılarıy-
la düzenlenen etkinlik, 180 İTÜ
öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti. Öğrenciler, Anıtkabir merdivenlerinde İTÜ yazısı oluşturarak
dikkat çektiler.
KİTAPLARDAN UYARLANAN FANTASTİK FİLMLER
İTÜ İNSANI YORAR
1954 yılında elektrik yüksek mühendisi olarak İTÜ’den mezun
olan Mehmet Halazaoğlu, 85 yıllık hayatında Teknik Üniversiteli
olmanın ona kattıklarını ve öğrencilik yıllarından kalan güzel
anılarını Arıyorum’a anlattı. Dolu dolu geçen bu hayattan
çıkarılacak çok ders var.
1949 1954
2014
ARIYORUM
ARALIK 2014
2
Arıyorum 10 yaşında
BÜŞRA BAYAT
[email protected]
Yeni bir sayıdan herkese merhabalar.
Uzun bir aradan sonra emek dolu,
yepyeni bir sayıyla karşınızdayız.
Bu uzun aralardan biraz bahsedecek
olursak; bunu dayandırabileceğimiz
tek nokta, günümüzde basılı bir yayını siz okurlarımıza ulaştırmanın
zorluğu… Her şeyi sosyal medyadan
takip edebileceğimiz bir dönemdeyiz. Artık ciddi anlamda haber alacağımız bir mecra haline geldi sanal
dünya. Ama elbette basılı yayınla
asla kıyaslanmayacak eksiklikleri de
var. Bir gazeteyi elinizde tutmak, beğendiğiniz bir haberi somut anlamda istediğiniz kadar saklamak, en
önemlisi de kendinizden bir şeyler
bulabildiğiniz sayfaları istediğiniz an
birileriyle paylaşabilmek, fikir alışverişinde bulunabilmek gibi… İçinde yer aldığınız bir haberi kesip sakladığınızı düşünsenize… Ne gurur
verici bir duygu. İşte biz böyle duygulardan yola çıkarak bu işi yapıyoruz ve de severek yapmaya devam
edeceğiz.
Elinizdeki yepyeni sayıdan bahsedecek olursak…
Kurulduğu yıl olan 2005’ten günümüze, öğrenci odaklı bir gazete olduk. Her zaman öğrencilerin
sorunlarına ses olmaya, onları gerekli yerlere ulaştırmaya çalıştık ve
bu özelliğimizi yeni sayımızda da
“Kampüsün Yemek Sorunsalı” konusunu ele alarak devam ettiriyoruz.
AVM’nin kapanmasıyla birlikte Ayazağa Kampüsü’nde oluşan bu probleme odaklanarak öğrencilerin yemekhane dışında yemek yiyebileceği
beş mekanı değerlendirdik. İki liralık yemekhane menüsüne ek seçenek
olması konusunda yardımcı olacağını düşündüğümüz yazımızı bu sayımızda okuyabilirsiniz.
Bu arada, bu sayıya yetiştirememiş
olsak da duyurmakta sakınca yok...
Önümüzdeki sayımızda uzun süredir en çok konuşulan rektörlerden
biri olan Prof. Dr. Mehmet Karaca ile, geniş bir röportajımız olacak.
İTÜ kamuoyunun merak ettiği her
soruya yanıt alacağımız bu söyleşiyi
belirli aralıklarla da tekrar etme düşüncesindeyiz. Siz de sormak istediklerinizi bize ulaştırabilirsiniz.
Bir de müjdeli bir haberimiz var sizlere! Bir dönem müptelası olduğunuz “Muntazır Teşrifine Hazır Kayık”
yazı dizisi, yeni yazarları ve yepyeni
iz bırakan isimleriyle geri döndü!
Severek takip edeceğinizi düşündüğümüz bu çalışmamızı, önümüzdeki
sayılarda da sizlere ulaştırmaya devam edeceğiz.
Bunların yanında, Celâl Şengör hocamızın gazetemiz için kaleme aldığı “Üniversitenin Toplumdaki Yeri”
başlıklı yazısını,1954 mezunu bir
İTÜ’lü ile yaptığımız keyifli röportajı, akıllı telefonların elimizden düşmediği çağımızda çok işinize yarayacağını düşündüğümüz APP-Teknik
isimli çalışmamızı ve romanlar ile
beyazperdenin yollarının nasıl kesiştiğini incelediğimiz edebiyat yazımızı bu sayımızda bulabilirsiniz.
Bu yıl gazetemiz Arıyorum’un kuruluşunun 10. yılı. Bu heyecan verici yıl içinde yaptığımız ve yapacağımız pek çok etkinlikle de sizlerle
olmaya devam edeceğiz. 16 Kasım’da
180 kişilik katılımcıyla yapmış olduğumuz ve oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdiğimiz Anıtkabir
Ziyareti ve 17 Kasım’da düzenlediğimiz “Akla Ziyan İşler” isimli tiyatro gösterimi ile etkili bir başlangıç
yaptık bile. Ayrıca “Arıyorum İTÜ
Gazetesi’nden İtici Proje” sloganıyla yola çıktığımız ödüllü İTÜSELFIE projemizle de bu yıl kampüste
ses getireceğimize ve sizlerle birlikte
başarılı bir sürece imza atacağımıza
inanıyoruz.
Tüm bunları, muhteşem bir ekiple
hayata geçiriyoruz. Heyecanlı, üretken ve bir o kadar da eğlenceli bir
ekip… Eğer siz de gazetemizden ilham alıyor, içinde kendinizden bir
şeyler buluyor ve bu dinamik ekibe
katılmak istiyorsanız tek yapmanız
gereken [email protected] hesabımıza “Ben de varım!” diyerek, e-posta
atmak.
Gurur duyarak üyesi olduğum Arıyorum İTÜ Gazetesi’ne katılmamı
sağlayan Deniz Sayın, bu ekipte yer
aldığım ilk günden beri yol göstericilerim olan Fatih Avcı, Çağlar
Gündüz ve Serdar Erbay başta olmak üzere, gazeteye emek veren ve
bu süreci eğlenceli kılan tüm kulüp
arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Yeni sayılarda görüşmek üzere…
İyi okumalar…
GİRİŞİMCİLERE 400 BİN TL
Türkiye’nin en önemli girişimci destek projeleri arasında yer alan İTÜ
Çekirdek’te “büyük patlama” gerçekleşti. “Big Bang – Teknolojik Girişimler Sahnede” temasıyla gerçekleştirilen finalde 13 proje yarıştı,
Tabtoy birinciliği aldı. Final günü
ödül kazanan 9 proje, toplamda 400
bin liralık desteğin sahibi oldu
İ
TÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen İTÜ Çekirdek 2014 finali, proje stantlarının
gezilmesiyle başladı. Ardından tam
bir görsel şölen yaşatan videolarla
tören başladı.
Açılış konuşmasını yapan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ
Çekirdek’in 3 yıl gibi kısa sürede büyük bir marka haline geldiğine dikkat çekti. Karaca, İTÜ olarak
gençlerin fikirlerine ve hayallerine
yatırım yaptıklarını, yenilikçi fikirlerle Türkiye’nin kalkınmasına
ve kendi teknolojisini geliştirmesine katkı sağlamayı hedeflediklerini
söyledi. Şimdiye dek girişimcilere
verilen desteğin 5 milyon TL’yi aştığına işaret eden Karaca, 2014 yılında rekor proje başvurusu yapıldığına dikkat çekti. Karaca, İTÜ’de bir
girişimcilik ekosistemi kurulduğundan bahsederken, öğrencilerde girişimcilik ruhunun gelişmesinin önemini vurguladı.
Ödülleri takdim eden İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan Çolpan, “ İTÜ ARI Teknokent şirketlerinin ürettiği ekonomik değer,
2013 yılında 1.8 milyar lira iken
2014’te büyük bir gelişme sağlayarak 3 milyar liraya ulaştı. Bu Türkiye için bir gururdur, hepimiz için
kazanımdır” dedi. Çolpan, İTÜ ARI
Teknokent’in, 160 başarılı teknoloji
şirketi ve 5 bin 200 kişilik ar-ge ordusu ile performansını sürekli yükseltmeyi hedefleyen bir ekosistem olduğunu vurguladı.
BÜYÜK ÖDÜL TABTOY STUDIOS’A
Tabtoy Studios Ekibi “video oyunlarını, gerçek oyuncaklarla entegre
oyun oynanabilir hale getiren eğitici oyun platformu” projesiyle, jüri
ve halk oylaması sonucu 100 bin lira
tutarındaki Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü’nün sahibi oldu. Ayrıca,
bir yıl süreyle İTÜ Çekirdek’te ofis
kullanım hakkı da kazandı. 50 bin
liralık ikincilik ve üçüncülük ödülleri ise “tüketiciyi algılayan akıllı vitrin” projesiyle Kuax ekibine ve
“yumurta kabuğundan doğal gıda
koruyucusu üretme” projesiyle Elif
Güngör’e verildi.
GIRIŞIMCILERE DESTEK YAĞDI
2014 yılında bin proje başvurusu ile
rekora ulaşan İTÜ Çekirdek, inovasyon dâhilerine yeni bir başlangıcın kapılarını açtı. Big Bang’de sahne üzerindeki etkili sunumları ile
büyük patlamayı gerçekleştirmeyi
başaran finalist ekiplerden 9’u, farklı ödüller kazanarak, projelerini gerçekleştirmek üzere “teknoloji şirketlerini kurmalarına yardımcı olacak”
yeni olanaklar elde etti. İTÜ Çekirdek 2014’te dağıtılan toplam ödül
miktarı 400 bin TL’ye ulaştı.
13 PROJE SAHNEDE
Bu yıl ilk kez “Genel Kategori” ve
“Bulut Bilişim Kategorisi” olmak
üzere iki farklı alanda seçilen finalistler, İTÜ Çekirdek çatısı altında 6 ay süren Ön Kuluçka ve Hızlandırıcı dönemde aldıkları eğitim,
danışmanlık, altyapı ve ön finansman destekleriyle, teknoloji tabanlı
projelerini şirketleşmeye hazır hale
getirdiler. Aynı zamanda yatırımcı
ortaklar ve projelerini pazarlayacak
müşteriler de edinen finalistler, halk
oylaması ve jüri değerlendirmesi sonucunda projelerini ticarileştirmelerine katkı sağlayacak cazip ödüller
kazandılar.
Finale kalan girişimcilerden 13’ü sırayla sahneye çıkarak, katılımcılara
teknoloji – bilim – sanayi işbirliğinde gerçekleştirecekleri projeleri anlattı. Proje sunumları sonrası jüri
değerlendirmesi için ara verildi. Jüri
kararlarının açıklanışı ise salonu
dolduran yüzlerce konuk tarafından
heyecanla takip edildi.
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU
Genel Koordinatör
Ferit Çağlar Gündüz
[email protected]
Yayın Danışmanları
Fatih Avcı
Serdar Erbay
İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
(541) 646 6062
Baskı: Anadolum Gazetecilik
Basım Yayın
Genel Yayın Yönetmeni
Büşra Bayat
[email protected]
Haber Kurulu:
Dila Sivlin
Emir Üstünışık
Erkam Doğan
Ersan Göktaş
Esra Tanısalı
Faruk Yılmaz
Gözde Bozyiğit
Habip Kaplan
Hasret Gül Öztop
Işılsu Yıldırım
Meltem Yurttaş
Mustafa Aykut Alp
Serra Ecmel Püsküllü
Umur Can Kaya
Zeynep Deliballı
ARIYORUM
ARALIK 2014
İTÜ’DEN BAİRAMİ GEÇTİ
İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (RSG), yaz aylarında verdiği kısa aranın
ardından yeni dönemi yağlı boya sergisiyle açtı. RSG’nin ilk uluslararası
sergisiyle İTÜ’ye konuk olan Bairam Bairami’nin eserleri meraklılarıyla
buluştu.
MELTEM YURTTAŞ
2014-2015 Akademik Yılının ilk sergisi dünyaca ünlü yağlıboya tablolarıyla tanınan Bairam Bairami’nin eserleriyle açıldı. Resmin ve
çizgilerin ışıkla dansına ev sahipliği yapan bu
sergide 95 yağlı boya tablo görücüye çıktı.
3
SAVAŞ ÇEKİRGE
GELENEĞİ SÜRÜYOR
Bairam Bairami kimdir:
1948 yılında Üsküp, Makedonya’da doğan Bairami, Üsküp Kiril Metodi Üniversitesi’nde
mimarlık eğitimi aldı. Çocukluğundan beri
derin bir sevgiyle bağlı olduğu resim sanatıyla yoğun olarak ilgilendi. Eserlerinde ‘’Kaçış,
Işık, Tabiat, Doğaçlama ve Kompozisyon’’ temalarını işlemesinin yanı sıra kullandığı farklı malzemeleri sanatıyla harmanlayan Bairami, Fas, Makedonya, Almanya, Moritanya,
İTÜ’de Gitar Festivali İle Sanat ve Bilim Bir Arada: İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi bünyesinde, klasik gitarın ülkemizde yeterince tanınması, yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi
amacıyla 5 Ekim 2004’te kurulan Savaş Çekirge
Klasik Gitar Eğitim ve Araştırma Birimi, kuruluşunun 10. yılına özel olarak 16 Ekim–4 Aralık
2014 tarihleri arasında gitar festivali düzenliyor.
Festival kapsamında Tilman Hoppstock, Erkan
Oğur, Celia Linde, Erdem Sökmen, Hasan Meten,
Manuel Reina Flamenco Dans Topluluğu, Alp
Ozan Bursalıoğlu gibi isimler sahne alıyor. Tüm
konser ve etkinliklerin ücretsiz olarak gerçekleştirildiği organizasyonun açılış konseri 16 Ekim
Perşembe günü Tilman Hoppstock tarafından
İTÜ Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde verildi.
TEKNİK ÜNİVERSİTELERDE
CİNSİYETÇİLİĞE HAYIR
Üniversite Kadın Kolektifi ve Kadın Kahvesi tarafından 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’ne dikkat çekmek için İTÜ
Ayazağa Yerleşkesi’nde ortak eylem düzenlendi. Grup, 24 Kasım gecesi yapılan eylemde kampüs içinde slogan atarak yürüdü. Grubun sözcüsü, teknik üniversitelerde cinsiyetçiliğin daha
fazla olduğunu vurgulayarak bu nedenle eylemi
İTÜ’de gerçekleştirdiklerini belirtti.
ARIYORUM
ARALIK 2014
4
ENGELSİZ
HAYATA
PEDAL ÇEVİR
“BISIKLET YA DA POPÜLER OLMAYAN ADIYLA VELESPIT, MOTORSUZ, IKI TEKERLEKLI, PEDALLI,
INSAN GÜCÜ ILE ILERLEYEN BIR ULAŞIM ARACIDIR. ULAŞIM VE EĞLENCENIN YANI SIRA BISIKLET
SPORUNDA DA KULLANILIR.”
BÜŞRA BAYAT
[email protected]
H
epimizin sıklıkla kullandığı bir internet sayfası olan Vikipedi’de bisikletin tanımı bu şekilde yapılıyor.
Ancak siz okurlarımız bu yazıda, bisikletin
tanımını tamamen farklı ve kutsal sayılabilecek bir bakış açısıyla yapan Engelsiz Pedal
organizasyonu ile tanışacaksınız.
İTÜ’de her yıl düzenlenen ve bu yıl da geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleştirilen 20142015 Eğitim Yılı Kulüpler Şenliği’nde Bisiklet Ve Triatlon Kulübü tarafından, görme
engelli bir insanın bisiklet yolculuğunu kısa
süreliğine yaşatan bir simülasyon hazırlanmıştı. Simülasyonda, herhangi bir görü almamanız sağlanacak şekilde gözleriniz kapatılıyor, koruyucu kaskınız takılıyor ve
üyelerden birinin eşliği ile çift kişilik bisiklet olarak bilinen tandem bisiklete binerek
kendinizi sürücünüzün ellerine ve pedaldaki
ayaklarına bırakıyorsunuz. Yapabileceğiniz
tek şey, direksiyondaki eşinizin direktiflerine uyarak pedal çevirmek ya da çevirmemek.
Yolculuk sırasında gözleriniz görmediği için
denge kurmakta sorun yaşıyorsunuz ve dışarıdan bakan birinin görebileceği şekilde bisiklet sağa viraj alırken vücudunuz sola meyilleniyor, sola viraj alırken de yine tam tersi
şekilde sağa meyilleniyor; ama siz bunun
farkında olamıyorsunuz ve düşme korkusu
yaşıyorsunuz. Daha önce görme duyusunun
yitirildiği bir simülatöre katılmış ya da böyle bir durum yaşamışsanız tahmin edeceğiniz üzere işitme duyunuz yolculuk süresince
tam kapasite çalışıyor ve müthiş bir çoktan
sesler korosuna maruz kalıyorsunuz. Yakınlardaki insanların sesleri kulaklarınıza geliyor ve yoldan geçen arabalardan hiç bu kadar endişe duymadığınızı fark ediyorsunuz.
Yolculuk esnasında, bir yokuşa geldiğinizde
zorlanıyorsunuz ama yolun sonunu göremediğiniz için daha ne kadar devam etmeniz
gerektiğini bilmiyorsunuz. Aynı şekilde yokuş aşağı inerken de “pedallar paralel” konumuna geliyor ve kendinizi uçuyormuş gibi
hissediyorsunuz.
“BISIKLET BIR ILETIŞIM ARACIDIR”
2014’te çalışmalarına başlayan Engelsiz
Pedal’ın misyonu işte bu: engelli insanlara
daha önce yaşamadıkları deneyimler yaşatmak ve onları tıkılıp kaldıkları evlerinden
ya da rehabilitasyon merkezlerinden çıkararak doğayla buluşturmak. Bu yaklaşım doğrultusunda da bisikletin tanımını şu şekilde
yapıyorlar: bisiklet, şehir hayatının tek yönlülüğü sebebiyle birbirleriyle karşılaşamayan
ve tanışamayan engelli ve engelsiz insanların
bir araya gelmeleri, birbirleriyle zaman geçirmeleri ve uzun rotalarla yapılan yolculuklarda birbirlerine yol arkadaşlığı edebilmeleri için kullanılan bir “iletişim” aracıdır.
Dernek üyeleri, uzuvlarını kullanamayan
ortopedik engelliler için Hollanda tipi kasalı bisiklet olan bakfietsler, görme veya işitme engelli olan pedal çevirebilen katılımcılar için de tandemleri kullanıyor. Bu anlamlı
gezilerde engelli bireylere eşlik eden gönüllü
arkadaşlarımıza ise “makam şoförü” ünvanı verilmiş. İlkyardım, yoga, çadır kurma,
doğayı tanıma, yön bulma, bisiklet tamir ve
bakımı, ileri seviye bisiklet sürüşü gibi birbirinden farklı en az on aşamalı bir eğitimden geçen makam şoförleri, sonrasında yolculuklara katılmaya başlıyorlar.
“KAPALI DEVRE BEYIN AMELIYATI”
Derneğin üstlenmiş olduğu bir başka kutsal görev ise, küçük yaştaki engelli minikleri
bu etkinliklere katarak onların zihinsel gelişimine katkıda bulunmak. Çevresini tanımaya ve öğrenmeye son derece açık olan çocukların, doğanın kucağına geziler yaparak
farklı yönlerini keşfetmeleri, merak etmek
konusundaki sonsuz düşüncelerini doyurmaları ve hayata bakışlarını değiştirmeleri
sağlanıyor. Boğaziçi Üniversitesi Engelliler
Birimi Başkanı Doç. Dr. Hande Sart, Engelsiz Pedal Derneği’nin başlatmış olduğu bu
projeyi “kapalı devre beyin ameliyatı” olarak
tanımlıyor ve ekliyor: “Henüz zihin gelişimi tamamlanmamış bir çocuk, ormana kuş
gözlemlemeye, çadır kurup kamp yapmaya
veya bir göl kenarında balık tutmaya götürüldüğünde, bir psikiyatristin ameliyatla ya
da sayısız seansla yapamayacağı bir gelişim
yaşanmış oluyor.”
Kamusal alandaki erişilebilirlik eşitsizliğini fark ettirmek, seslerini ve tepkilerini sorumlulara yansıtmak amacıyla yola çıkan
Engelsiz Pedal Derneği, bisikleti engellilerin
rehabilitasyonu ve sosyalleşme aracı olarak
görüyor ve çok daha fazlasını yaşamak üzere doğaya doğru bisiklet sürüyorlar. Yaşam
alanlarının “engelsiz” bir hayata hitap etmesinden duydukları rahatsızlıklarını belirtmek ve herkes için “engelsiz” bir hayat için
pedal çeviriyorlar. Peki biz, toplu taşıma yollarındaki sarı çizgilerin dışından yürümekten başka ne yapıyoruz? Fark etmeliyiz. Yarından itibaren o sarı çizgileri kullanmak
zorunda kalabiliriz. Fark ettirmeliyiz. Hepimiz birer engelli adayıyız.
ARIYORUM
ARALIK 2014
ITUEV’DEN BEEMOBILE
İstanbul Teknik Üniversitesi elektrikli araç takımı İTÜEV, 25
kişiden oluşan gönüllü takımıyla elektrikli ve çevre dostu araç
BeeMobile’ın çalışmalarını hızla sürdürüyor.
KAN BAĞIŞLA
CAN KURTAR
5
İTÜ’DE BİR SENSEI
İstanbul Teknik Üniversitesi bu yıl
Nebi Vural Aikido Semineri’ne ev
sahipliği yaptı. 150 kişinin katılımıyla gerçekleşen seminer 1-2 Kasım 2014 tarihlerinde Vadi Yurtları Spor Salonu’nda gerçekleştirildi.
15 yaşından bu yana dövüş sanatları ile ilgilenen ve aikido sporunu
tanıtmak için her hafta Avrupa ve
Asya’nın farklı ülkelerinde eğitimler veren Nebi Vural Sensei’in paylaşımları ve çeşitli antrenmanlarla tamamlanan seminer, Aikido ve Buda
Federasyonu’nun Türkiye turunun
ilk ayağı olarak sporseverlerle buluştu.
‘’Bağışlanan her kan kurtarılan 3
can.’’ Sloganıyla yola çıkan Türk Kızılayı, İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde
kan bağışı kampanyası düzenledi.
Amacı farkındalık yaratmak olan
etkinliğe ilgi büyük oldu. Kızılay
yetkilileri kampanyanın İTÜ kampüslerinde birkaç defa daha tekrarlanacağını belirtti.
ORHAN KURAL’LA
AKLA ZİYAN İŞLER
İTÜ öğretim üyesi, çevreci profesör
Orhan Kural, tiyatro oyunuyla seyircilerin karşısına çıktı.
Arıyorum İTÜ Gazetesi’nin 10. Yıl
Etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen, Barbaros Uzunöner’in yazıp
yönettiği Akla Ziyan İşler adlı komedi oyunu, ilk gösterimiyle İTÜ
Ayazağa yerleşkesindeydi.
Toplumsal ve güncel ‘tuhaf’ olaylar ekseninde mizahi bir anlatıma
sahip olan oyun, tüketim çılgınlığı,
magazin ve televizyon dünyasındaki
komiklikler, kadın-erkek ilişkileri ve
her türlü bağımlılıkları akla ziyan
işler olarak yorumluyor. Prof. Dr.
Orhan Kural’ın anlatıcı olarak rol
aldığı oyunun kadrosunda Şebnem
Özinal, Merve Sevi gibi deneyimli
oyuncular da yer alıyor.
İ
TÜ elektrikli araç takımı ITUEV, kurulduğu 2014 yılının Mayıs ayından beri elektrikli araç konusunda çalışmalarına devam
ediyor. Mekanik, Elektronik, Tasarım-Üretim,
Yazılım ve Organizasyon ekiplerinden oluşan
takım, elektrikli araç teknolojilerini geliştirme
amacıyla bir araya gelen 25 gönüllü öğrenciden
oluşuyor. Şu anda 40 kuruşla (yaklaşık 1kWh
elektrik enerjisiyle), 200 kilometreden daha fazla
yol yapabilecek bir araç üretme hedefinde olan
ITUEV, 2015 Shell Eco Marathon yarışmasında
dünya klasmanında ilk üçe girebilmeyi hedefliyor. Bu yarışmaya ‘Urban Concept’ kategorisinden katılacak olan takım, ürettikleri tek kişilik
%100 elektrikle çalışan çevre dostu araçla, trafik
ve park sorunlarına da çözüm olabileceklerini
düşünüyor. Bununla beraber İTÜEV, yakın gelecekte iki kişilik araç ve sonrasında aile aracıyla elektrikli araçlar alanında öncü olmak istiyor.
BeeMobile aracının özel tasarımı ile ITUEV Avrupa dizayn ödülü için de oldukça iddialı. Aynı
zamanda takım sosyal medya üzerinden yürüttüğü kampanyalar ile her geçen gün bilinirliğini
artırmakta ve yine kampanyalarla Shell Eco Marathon ’15 etkinliğinde iletişim ödülünün güçlü
adaylarından.
Karbon fiber malzemeden üretilecek olan aracın tasarımı, Ferrari’nin ünlü tasarımcısı Mehmet Taşanyürek’in danışmanlığında yapıldı. Tasarım, Taşanyürek’in yol göstericiliğiyle İTÜ’lü
Endüstriyel Tasarım öğrencilerinin elinde son
halini aldı. Araç, özel bir teknolojiyle karbon
fiber malzemeden kabuk ve şase tek parça ‘monocoque’ olarak, yine ITUEV takımın gönüllü
öğrencilerinin elinde üretilecek. Aracın üretiminde, kompozit malzemelerle ilgili bilgi ve deneyim sahibi Türkiye’deki sayılı kişilerden olan
rallici Levent Gür danışman olarak ITUEV takımına yol gösterecek.
Tahrik için yüksek verimli Hub motorun kullanılacağı araç, enerji ihtiyacını lityum bazlı bataryalarla karşılayacak. Elektronik yazılımların
tamamı ITUEV takımının Elektronik Mühendisliği, Elektrik Mühendisliği ve Kontrol Mühendisliği öğrencileri tarafından yazılacak. Takım, kendi ECU ve motor kontrol sürücülerini
tasarlayacak. Ayrıca tekerlerde kullanılacak olan
‘encoder’ yardımıyla dijital diferansiyel kullanılarak verimlilik artırılacak.
Özel malzeme seçimine özen gösteren ekip, yine
verimliği artırmak için seramik bilye ve seramik
rulman kullanarak hem sürtünmeyle olan kaybı
en aza indirecek hem de ürün ömrünü artıracak.
Özellikle kompakt küçük parçaların, 3 boyutlu
yazıcılarla üretilmesi planlandı.
Yarışmada aracı kullanacak olan pilotların eğitimine de özen gösteriliyor. Yarışmadan önce
pilotlar ileri sürüş eğitimi alarak yol şartlarına
uygun manevralarla enerji tüketimini en aza indirmeye çalışacaklar.
İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde, İTÜ
Formula SAE ve İTÜ Güneş Arabası Ekibi’yle
beraber 3 araç takımından biri olan ITUEV, takımlar arasındaki iletişim ve bilgi alışverişiyle
üç takımın da daha başarılı olacağına inanıyor.
İTÜ YİNE ŞAMPİYON
İTÜ Kano ve Kürek Kulübü şampiyon oldu. Geçen yıl da şampiyonluk
kazanan İTÜ Denizcilik Fakültesi Kano ve Kürek Kulübü 4. Türkiye Dragon Bot Şampiyonası’ndan iki
ayrı sıralamada birincilik kazanarak
döndü. Fatih Belediyesi tarafından
düzenlenen ve 3 ayrı kategoride gerçekleştirilen yarışlara, 50 üniversite
takımı katıldı.
ARIYORUM
ARALIK 2014
6
ANITKABİR’E İTÜ ÇIKARMASI
180 İTÜ ÖĞRENCISI ATA’SINI ZIYARET ETTI
İ
stanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, 16 Kasım 2014 Pazar
günü Anıtkabir’i ziyaret ettiler.
İTÜ Basın Yayın Kulübü’nün 10.
Kuruluş Yılı Etkinlikleri kapsamında İTÜ Rektörlüğü’nün katkılarıyla düzenlenen etkinlik, 180
İTÜ öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti.
Etkinlik kapsamında İTÜ’lüler,
Ankara’da bulunan İTÜ Evi’ni ziyaret ederek mezunlarla kahvaltı
yapıp sohbet ettiler. Sohbetin ardından İTÜ’lüler Birliği katılımıy-
▷
A
la Anıtkabir Müzesi ve Atatürk
Mozolesi ziyaret edildi. Ziyaretin ardından 180 İTÜ öğrencisi,
Anıtkabir merdivenlerinde İTÜ
yazısı oluşturarak bir fotoğraf karesi oluşturdu. Bu etkinlik, İTÜ
tarihinde de bir ilk özelliği taşıyor. Fotoğraf çekiminin ardından
İTÜ’lüler, Atatürk’ün huzurunda
saygı duruşunda bulunup İstiklal
Marşı’nı okudular.
Anıtkabir Müzesi’nin ardından,
2010 yılında müzeye dönüştürülen
Ulucanlar Cezaevi Müzesi İTÜ’lü-
ler tarafından ziyaret edildi. Nazım
Hikmet, Deniz Gezmiş, Bülent
Ecevit, Yılmaz Güney, Muhsin Yazıcıoğlu, Oral Çalışlar, Necip Fazıl
Kısakürek, Cevat Şakir Kabaağaçlı
ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi Türk
siyaset ve yazın hayatında etkisi
bulunan çok sayıda ismin mahkum
olduğu, bazılarının da idam infazının gerçekleştiği Ulucanlar Cezaevi, yakın tarihin karanlık tarafını
göstermesi açısından İTÜ’lüler tarafından ilgi gördü.
İTÜselfie
kazandırdı
rıyorum İTÜ Gazetesi’nin 10. yayın yılı kapsamında başlatılan
İTÜselfie projesi, 1. konsept yarışması sonuçlandı. #kampüsselfie
etiketiyle gönderilen fotoğraflar arasından seçilen ilk üç özçekim,
İTÜ1773 Satış Merkezi’nden 100 TL, 75 TL ve 50 TL’lik hediye çekleri
kazandı. İTÜselfie projesi, yeni konseptleriyle ve sürpriz armağanlarıyla
devam edecek.
ARIYORUM
ARALIK 2014
7
MAÇKA’DA SANAT BAŞKADIR
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na bağlı Bilimsel
ve Sanatsal Etkinlikleri Düzenleme Kurulu (BİSED), konserlerden seminerlere,
söyleşilerden belgesellere kadar geniş et-
kinlik yelpazesiyle kasım ve aralık aylarında İTÜ’lü sanatseverlerle buluşuyor. Çok
sayıda sanatçının sahne alacağı etkinlikler 12 Aralık tarihine kadar, İTÜ Maçka
Yerleşkesi’nde devam edecek.
‘‘AKLINIZA BİR BULUŞ GELİYORSA, HEMEN YAPIN’’
İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi (İTÜ GİNOVA) tarafından düzenlenen
Salı Sohbetleri’nin ilki Oregon State Üniversitesi’nden
Dr. Ed Sobey’in “Yaratıcılık ve Girişimcilik Becerilerinizi Nasıl Keşfedersiniz?”
başlıklı semineriyle Mustafa
İnan Kütüphanesi Konferans
Salonu’nda gerçekleştirildi.
Singapur’da bulunan Amerikan Yaratıcılık, İnovasyon ve
Girişimcilik Enstitüsü’nün
de yöneticilik yapan, akademisyenliğinin yanı sıra gezgin ve kâşif olan, Ed Sobey;
yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimcilik konularına değin-
diği sunuma kendisi hakkında kısa bir video gösterimi ile
başladı. Konuşmasında Roy
Plundert’in teflonu, Theodore H. Maiman’ın lazeri bulması gibi insanlık tarihi için
önemli buluşların ve icatların
gelişim aşamalarına değinen
Dr. Sobey bunun yanı sıra
katılımcılara 21. yüzyılda
öğrenme becerilerinde yaratıcılığın önemini kendi deneyimlerinin ışığında aktardı.
Başarılı insanlarda bulunan
özellikler ile bu özelliklerin
nasıl ortaya çıkarılabileceğine ve geliştirilebileceğine
değinen Dr. Sobey, seminer
sırasında katılımcılarla grup
çalışması gerçekleştirerek bir
sayfadan en uzun binayı yapmalarını istedi ve şu önerilerde bulundu: “Eğer yaratıcıysanız ve aklınıza bir buluş
geliyorsa onu hemen yapın;
çünkü en iyi yaratıcı hemen
yapar, en iyi dansçının hemen dans etmeye başlaması ve en iyi şarkıcının hemen
şarkı söylemeye başlaması
gibi. “Ben bunu yapamam”
ile “ben bunu yapmak istiyorum” çok farklı söylemlerdir.
Seminer sonrasında İTÜ GİNOVA ofisine geçen katılımcılar, Ed Sobey ile tanışma ve
sohbet etme fırsatına da sahip oldu.
ARIYORUM
ARALIK 2014
8
Fotoğraf: UMUR CAN KAYA
İTÜ İNSANI YORAR
1954 yılında elektrik yüksek mühendisi olarak İTÜ’den mezun
olan Mehmet Halazaoğlu, 85 yıllık hayatında Teknik Üniversiteli
olmanın ona kattıklarını ve öğrencilik yıllarından kalan güzel
anılarını Arıyorum’a anlattı. Dolu dolu geçen bu hayattan
çıkarılacak çok ders var.
‘‘Bırakın Türkiye’yi, dünyanın neresine giderseniz gidin
mutlaka bir Teknik Üniversiteli ile karşılaşırsınız.’’ Bu
önermeyi sıklıkla her yerde
duyarız. Gerçekten de öyle.
Dile kolay, 241 yıllık üniversitenin böylesine köklü ve geneleğini bozmadan sürdürebilen
mezunlar yetiştirmesi, bizi
şanslı kılıyor. Mehmet Bey’in
İTÜ hayatını anlatırken gözlerinin parlaması da bir o kadar anlamlı. Bir öğrenci için,
kendisinden yarım asır önce o
sıralarda öğrencilik yapmış bir
büyüğünün anılarını bilmekten, o yaşanılanlardan ilham
almaktan daha büyük bir ‘eğitim’ olabilir mi?
BÜŞRA BAYAT
[email protected]
EMİR ÜSTÜNIŞIK
[email protected]
TÜRKIYE’DE ILK KEZ BIR
ÖĞRENCI, REKTÖRLÜĞÜNÜ DAVA
EDIYOR
Teknik Üniversiteli olmak ne ifade ediyor?
Mehmet Halazaoğlu: O zamanlar Teknik Üniversite tekti, diğer üniversiteler yoktu. Zaten
3 tane üniversite vardı: Ankara Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’ydi.
Diğerlerinin hepsi yüksek okuldu. Teknik
Üniversite çok kıymetli bir üniversiteydi. Hatta 40. mezuniyetimizde Süleyman Demirel
gelip ‘’İşte Türkiye’yi imar eden bu kardeşlerimiz…’’ demişti. İşte böyle ifade etmişti Teknik
Üniversite’nin önemini. Ben mizaç itibariyle de
teknik olarak yaratılmışım. Daima teknikle uğraşırdım ve Teknik Üniversite’yi öylece istedim.
Öğrencilik yıllarınızdan unutamadığınız bir
anınız var mı?
1949
1954
O sıralarda bizim üniversitedeki sistem 2+2+1
idi. İkinci sınıf sonunda ve dördüncü sınıf
sonunda barajlar vardı. Birçok öğrenci bu barajlarda takıldı, kaldı. Herkes mutlaka geçmek
istiyor ama nasıl geçecekler? Bütün bu sorunlu
arkadaşlarla A101 amfisinde oturup konuştuk.
En sonunda beni başkan yaptılar bu işi yönetmek için. “Bu işi nasıl yapabiliriz?” diye sürekli
toplantılar yapıyoruz. Bir yerden bir fikir geldi,
“Yargıtaya gidebiliriz.” diye. E hangi avukatla
gideceğiz? Avukatın da ismini verdiler: Ekrem
Abaç. Gittik konuştuk, memnuniyetle kabul
etti. Avukat danıştaya gitti, müracaat etti. Duruşmada bizim üniversite derslerine devam etmemize karar verildi ve biz böylelikle derslere
başladık. Avukat geldikten sonra “Bu işler bu
kadarla bitmeyecek. Eski yönetmeliğin iptaline, yeni yönetmelik düzenlenmesine, eski ve
yeni yönetmeliklerin iyi yanlarının talebelere
uygulanmasına karar verildi.” dedi. Bu çok enteresandı çünkü sonsuz hakka ermiştik biz. Barajlar kalktı. Dersten geçme usulü gelmiş oldu.
Böylelikle sınıflarımızı geçtik, mezun olduk
ama burada bazı genç arkadaşların yanlışı vardı. Onlar “Nasıl olsa geçeriz.” diyerek derslerini
biraz askıya aldılar. 8-10 senede mezun olanlar
oldu. Onlar için tabi ki büyük kayıp oldu. Yani
ARIYORUM
ARALIK 2014
buraya dikkatinizi çekerim. Düşünün ki ilk
defa ben İTÜ Rektörlüğünü dava etmişim, ilk
defa... Neyse 1-2 ay geçtikten sonra rektörlük
seçimi oldu ki İlhami Civaoğlu seçildi.
BÜTÜN ÖĞRENCI ARKADAŞLAR,
BIRBIRIMIZI MÜHENDIS YAPTIK
Okula girmek şimdi olduğu gibi zor muydu?
Of of! Bak şimdi onu anlatayım. O zaman üç
tane üniversite vardı dediğim gibi. Herkes diğer üniversitelere elini kolunu sallaya sallaya
giriyordu. Hatta hukuka neredeyse tekmeyle
sokuyorlardı! Ama bizde okula girerken imtihan vardı. Matematiğinin çok iyi olması lazım, fiziğinin çok iyi olması lazım… iki gün
imtihana giriyorduk. Birinci gün sabahtan
matematik, öğleden sonra fizik; ikinci gün
sabahtan kimya, öğleden sonra teknik resim.
Benim puanım çok yüksekti. Ondan dolayı burs aldım. Hatta şunu da söyleyebilirim:
Teknik resimde asma köprü sordular. Mehmet
Bey Edirne’den daha yeni çıkmış ama sınavda köprüyü yapıverdi. Kemerli köprü yaptım
ama oradan çok kırmışlardı benim puanımı.
Bilgisizlik işte…
Öğrenciler arası ilişkiler nasıldı?
Hocalar çok kaprisliydi. O zaman kitap yok.
2. Dünya Harbi’nde Almanya’ya gidip okuyanlar, dönünce de Teknik Üniversite’de
hoca olmuşlardı. Bu hocalar da Almanya’da
not tuttukları defterleri kitap yapıyorlardı.
Biz ne yapıyorduk? 3-4 tane arkadaş bir araya
geliyorduk, herkes ne yazabiliyorsa yazıyordu. Sonra yurtlara gidip hep beraber eksikleri tamamlıyorduk. Öyle çalışıyorduk. Hatta
benim iddiam şu: Gümüşsuyu Talebe Yurdu
olmasaydı, biz mühendis olamazdık. Gece
saat üçlere kadar beraber çalışarak birbirimizi
mühendis yaptık. Çok büyük arkadaş çevrem
vardı. Herkes birbirini sağlam biliyor, tanıyor
ve birbirine sahip çıkıyordu. Dükkan açtığım
zaman hep benden alışveriş yaparlardı. Birbirimize çok güvenirdik.
bu salon... Genç kızlar çok ilgi gösterirlerdi
mühendis kapmak için.
Tekrar üniversite zamanınıza dönseniz yapacağınız bir şey var mı?
O zaman bir zayıf akım, bir de kuvvetli akım
vardı. Ben kuvvetli akımı seçtim. O benim
hatamdı. Zayıf akım dediğim, elektroniği seçmiş olsaydım şimdi her anlamda çok
daha uzun yollar almış olurdum. Bir de ben
fiberoptiğe geçmedim. İlk olarak fiberoptiğe
geçecektim. Fakat beni yanılttılar. Neden geçemedim: PTT’ye gittim, hiçbir hazırlığımız
yok dediler. NATO’ya gittim, hazırlığımız yok
dediler. Sonuç olarak geçemedim.
‘‘ALLAHIM, BANA ÖYLE BIR IŞ
VER KI, IŞIN ALTINDA ÖLEYIM’’
Mezun olduktan sonra iş hayatına girişiniz
nasıl oldu?
Mezun olduktan sonra doğruca devlet personel dairesine gittim. Çünkü o zaman bize
diploma falan vermiyorlardı; sadece yazı
gönderiyorlardı. Gittiğimde, “Sizi Rize’de şantiye şefi olarak uygun bulduk.” dediler. “Ben
gidemem.” dedim. Karadenizlilerde hep bıçak, silah… “Ben oraya gitmek istemiyorum.”
dedim. Başladı bana bağırmaya... “Niye bağırıyorsunuz?” dedim. “Biz sizi bu günler için
okuttuk! Gitmek zorundasın.” dedi. Karşı
çıktım, gitmedim. Çıktım dışarıya, Kızılay’da
yürüyorum. Kafam sersem gibi… O sırada
Turgut Bey’e rastladım. Turgut Özal’a. Abimizdir bizim. Kartal gibi elektrik mühendislerine açmıştı kanatlarını. “Boşver üzülme.
Gel sen benimle.” dedi. O zaman elektrik
işleri vardı Demirkapı’da. İki seneye yakın
çalıştık Turgut Bey ile. Sonra evlilik sebebiyle İstanbul’a yerleşmek icap etti. Geri geldim
Teknik Üniversite’ye. Okul beni iyi tanır, ona
güvendim. Dekana “Yeriniz var mı?” dedim. Sınavlara aldılar. Almanca sınavı olsun,
elektrik sınavı olsun, hepsine girdim. Öğle-
den sonra beni geri çağırdılar, işim olmuştu.
Birkaç yıl da okulda çalıştıktan sonra eşime
dedim: “Ben artık serbest hayatı seçiyorum.”
O da olur verince, bir büro tuttuk, çalışacağız; ama iş yok. Ellerimi kaldırdım havaya:
“Allah’ım, bana öyle bir iş ver ki, işin altında
öleyim.” dedim. Sonra bir yerden telefon geldi Karaköy’de. Küçük bir işletme. Adapazarı
Devlet Hastanesi’nin elektrik işini almışlar;
fakat bir türlü döşeyemiyorlar. “Ne isterseniz
yaparım, projeyi hemen bitiririm.” dedim.
Anlaştık. Böylelikle ilk işimizi yaptık, paramızı da aldık. Sonra işlerimiz yavaş yavaş açıldı.
Taksim’de Dilson Oteli’nin elektrik işi çıktı,
onu yaptık. Derken Karaköy’den vapurların
kalktığı iskele yandı. Benim de 20-21 elektrikçim vardı ilanlardan yakaladığım. Beraber
çalışıyorduk. Neyse bitirdik, iyi de para kazandık. Böyle işte yürüdük gittik.
Hâlâ İTÜ ile bir bağlantınız var mı?
Vardı. Geçen sene iki vakıf birleşti galiba. Şu
an sadece derneklere üyeyim. Ama şundan
bahsedeyim: Teknik Üniversite Mezunları Derneği bizim teşebbüsümüzle kuruldu
ve hatta kitabı vardır onun. Benim adım da
yazar orada. Sezai Türkeş ve Metin Akkaya
ile birlikte kurduk. Biz ve birkaç arkadaş yönetim kuruluna seçildik, birlikte yürütmeye
başladık.
‘‘BUGÜN BIZIM ÜNIVERSITEMIZ
SÜPER DURUMDA’’
Günümüzde İTÜ’nün durumunu nasıl buluyorsunuz?
Bugün bizim üniversitemiz süper durumda.
Gülsün Sağlamer Hanım ve Demirel büyük
kademe atlattı. Demirel balo yapıyordu, bütün paralı mühendisleri çağırıyorlardı baloya
ve Demirel çıkıyordu mikrofona, herkesten
para topluyordu. Gülsün Hanım da başarılı
bir rektördü ve üniversitenin gelişmesi için
Öğrenci temsilcisi olarak konuşma yaparken
Öğrencilik dışında neler yaptınız İTÜ’de?
Öğrenci temsilcisi olarak rektörle yakınlığınız sizi nerelere taşıdı?
IEAS diye bir teşkilat vardı Avrupa’da. IEAS
teknik talebe mübadelesi… Çağırdı beni rektör, anlattı. “Böyle böyle bir durum var. Sana
Gümüşsuyu’nda bir oda vereceğim. Bir de
sekreterin olacak. Bu IEAS işlerini sen yürüteceksin.” Kabul ettik, başladık. Bütün büyük
firmalara yazılar yazdık, kontenjan istedik.
Sonra yağmur gibi her taraftan teknik talebe
isteği gelmeye başladı. Birçok öğrenciyi bu
şekilde Almanya’ya, İtalya’ya, İngiltere’ye gönderdik. Bu çok büyük bir adımdı. Geleceğe bir
adımdı. Üç ay kadar çalıştım bu projede. Gelmeyenler de oldu biliyor musunuz! İki üç yıl
sonra dönüp, okulu bitirenler oldu.
Gümüşsuyu Talebe Yurdu
her türlü çalışmayı yaptı. Akreditasyonu Gülsün Hanım yaptı mesela. Akreditasyon heyeti
gelince şaşırıp kalmıştı, “Bu ne kadar güzel bir
üniversite!” demişlerdi. Bizim olduğumuz dönemde 3 tane üniversite vardı. Şimdi oldu 200
üniversite ama netice ‘sıfır’.
Yabancı dil hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Ben orta birden beri Almanca öğreniyordum
ama üç dile de karşıyım. Ne gerek var? Rusça
yazılan kitap da İngilizce’ye çevriliyor, diğer
diller de... İşte 6,5-7 milyara geliyor dünya nüfusu. Ben derim ki, yarısından fazlası İngilizce
biliyor. Araplar biliyor, Japonlar biliyor, Mehmet Bey bilmiyor. En büyük eksiğimdir. Ben
vallahi İngilizce öğreneceğim şimdi. Rahatım
artık. Emekli oldum. Devreye çocuklar girdi.
Artık öğreneceğim. Bak burada bir anımdan
bahsedeyim. Asistanlığım esnasında hocalarla bir toplantıda dedim ki, “Bizim çocuklarımız çok akıllı çocuklar ama Anadolu çocukları hepsi, lisan bilmiyorlar. Orta Doğu Teknik
bizi geçecek. Lisanı ön plana almamız lazım.”
Bana “Bizim üniversitemiz milli üniversite.”
dediler.
Peki Eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Radyo ile de bir bağlantınız olmuş? Biraz
ondan da bahsedebilir misiniz?
Bir gün rektör İlhami Civaoğlu ile konuşurBir
gün rektör İlhami Civaoğlu ile konuşurken
“Hocam Teknik Üniversite’yi Türkiye tanımıyor.” dedim. “Doğru söylüyorsun çocuk. Ama
ne yapmamız lazım?” dedi bana. İstanbul
Radyosu’nun en kıymetli programlarından
“15 Günde 1 Programı” yapılıyor o zamanlar.
Ben de gazetede okumuştum, konferans salonları hasarlıymış, tamirat yaptıracaklarmış.
Anlattım İlhami Bey’e. “Ben gidelim konuşalım da bu programları alalım diye düşünüyorum. Söyleyelim radyo müdürüne. Onlar
çalışmak ister, biz de para kazanmak isteriz”
dedim. İzin verdi, gittim, “Bir teklifim var.”
diye anlattım. Memnuniyetle kabul ettiler.
İki taraf da birbirlerine yazılarını yazdı, başladık çalışmaya. Nasıl ilgi görüyor program,
anlatamam! O zaman İstanbul’da 500 kişilik
konferans salonu hiçbir yerde yok; sadece
İTÜ’de var. Çok güzel bir salondu, yani her
türlü imkanımız vardı. Ağzına kadar dolardı
9
‘‘BEN HER ZAMAN ŞUNU DERIM OKUYACAK
INSANA: MUTLAKA MÜHENDISLIK OKUMAN
LAZIM. ATATÜRK’ÜN ZAMANINDA SANAT
OKULLARI VARDI, BIR DE LISELER VARDI. SANAT OKULLARI TÜRKIYE’DEKI TEKNOLOJIYI
OTURTAN INSANLARDI. ÇOK KALITELIYDILER.
SON ZAMANLARDA DEĞIŞIKLIKLER VAR, TAMAMEN TEKNOLOJIYE DÖNÜLECEK, DÖNÜLÜYOR DA… ZATEN TEKNOLOJIDE BÜYÜMEYEN, YÜRÜYEMEZ EVLADIM. BU YÜZDEN GEREKSIZ ŞEYLERI OKUTMAK ÇOK YANLIŞ.’’
Ben her zaman şunu derim okuyacak inBen
her zaman şunu derim okuyacak insana: mutlaka mühendislik okuması lazım. Atatürk’ün
zamanında sanat okulları vardı, bir de liseler
vardı. Sanat okullarında yetişen Türkiye’deki
teknolojiyi oturtan insanlardı. Çok kaliteliydiler. Son zamanlarda değişiklikler var; tamamen teknolojiye dönülecek, dönülüyor da…
Zaten teknolojide büyümeyen yürüyemez
evladım. Bu yüzden gereksiz şeyleri okutmak
çok yanlış. Bizi çok iyi yetiştirirlerdi. Fizikçimiz de çok iyiydi, bizi çok iyi yetiştirdi. Zaten
ben dinlesem anlardım hemen. Üniversitede
hiç zorlanmadım. Ama bir tane ders vardı ki:
enerji nakli. Bir tek o kaldı, bitmiyor. “Şimdi
girmeyeceğim bu sınava. Eylülde girerim.”
dedim arkadaşlara, hemen itiraz ettiler. Neyse onların ısrarıyla girdim ben de. Bir sualler
soruldu, aman aman! Matematiksel soruları
yapabildim sadece ;ama geçtim o dersi. Şans
işte… Denemek lazım.
‘‘FABRIKAM, BENIM HAPISHANEMDIR’’
Başarı sizce nedir? Bunun bir sırrı var mı?
İTÜ öğrencilerine ne tavsiye ediyorsunuz?
Ben çok çalışkanımdır. İş yerime işçilerden
önce giderdim. Gece vardiyasına kalırdım
işçilerle. Polietilen çuvallarının üzerinde uyuduğum oldu. Çok çalışırdım ve işimi sıkı takip
ederdim. “Fabrikam, benim hapishanemdir.”
derdim. Yani başarının şartları; disiplin, çalışkanlık, plan ve programdır bana göre.
ARIYORUM
ARALIK 2014
10
ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ
BİR SÜREDİR AÇ!
Arıyorum’un Gurmeleri
kampüsün merkezi sayılabilecek olan Merkezi Derslik
Binası’nı (MED) başlangıç
noktası kabul ederek önceden düşünüp, kararlaştırdıkları yemek yenilebilecek
mekanları farklı açılardan
değerlendirip, yorumlamak
üzere yola koyuldular.
FOTOĞRAFLAR:
ERSAN GÖKTAŞ, UMUR CAN KAYA
DOYURUCULUK: 9
LEZZET: 5
YER UYGUNLUĞU: 5
M
HIJYEN: 8
ÇEŞITLILIK: 7
ÜCRET: 8 - 15 TL
ED’den başlayan Gölet
Kafe’ye olan yolculuğumu
yürüyerek 15 dakikada tamamladım. Yürümek istemeyenlere
alternatif olarak ring tercihi sunulabilir. Gölet Kafe içeride ve dışarıda
oturma imkanı bulabileceğiniz bir
mekan. Hava güzel olduğunda yer
bulmak pek mümkün olmayacak gibi
duruyor. İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken ferah bir ortam olması idi.
Yemekler self servis, sıraya geçip sipariş veriyorsunuz. Yaklaşık 5 dakika
sırada bekledikten sonra soya soslu
tavuk yemeye karar verdim. Bu menüye içecekle birlikte 11.90 TL ödedim. 8 dakika içinde hazır olacağı
söylenen menü tam vaktinde geldi.
Tabak: tavuk, spagetti ve püreden
oluşuyordu. Doyuruculuğuna laf yok.
Özellikle püresini çok beğendim ama
soya soslu tavuk pek de lezzetli değildi. Gölet Kafe’de ızgara ve spagetti
menüleri de mevcut. Ayrıca ev yemeği tadında 3 çeşitten oluşan menüsü
de bulunmakta. Bu mekanda doyurucu bir menü yemek için cebinizde
8-15 TL bulunması yeterli olacaktır.
Yolu gözünüzde büyütmüyor ve sessiz sakin bir yer arıyorsanız Gölet
Kafe sizin için bir seçenek olabilir.
DOLUNAY KAFE
ZEYNEP DELİBALLI
SİMMİT
HASRET GÜL ÖZTOP
PUAN
Konuyla ilgili şu açıklama
yapılmıştı: “Hukuka uygun
olmayan bir şekilde AVM’yi
bir kişi işletiyordu. Bu sebeple hukuki süreç başlatıldı. Bu
defa AVM şahsa kiralanmayacak. Nasıl kiralanacağına
ise ilgili kurul karar verecek
ve daha hijyenik bir mekan
olacak.” Rektör Mehmet Karaca, yeni açılacak mekanın
üst katlarının bilim müzesine
çevrileceğini ve yemek yeme
alanlarının öğrencilerin sosyalleşme ihtiyacını giderici
bir şekil alacağını da sözlerine ekledi.
GÖLET KAFE
ESRA TANIŞALI
PUAN
2013-2014 öğrenim yıl dönümü sonunda kampüsümüzün
en çok tercih edilen ve uğrak
mekanı olan, gerek öğrenci
bütçesine uygunluğu gerekse
çeşitli yemek seçenekleri ile
öğrencilerin ihtiyaçlarını
karşılayan İTÜ AVM Sosyal
Tesisi kapatıldı.
PUAN
ARIYORUM’UN GURMELERİ İŞ BAŞINDA...
İTÜ AVM Sosyal Tesisi
(AVM)’nin kapanışı ile birlikte Ayazağa Yerleşkesi’nde
bir serzeniş furyası başladı:
NEREDE YEMEK YİYECEĞİZ? Bu boşluğu fark eden
Arıyorum İTÜ Gazetesi
üyeleri, alternatif yemek mekanlarını belirleyip sizler için
değerlendirdi.
DOYURUCULUK: 10
LEZZET: 7
YER UYGUNLUĞU: 10
D
HIJYEN: 8
ÇEŞITLILIK: 7
ÜCRET: 10 - 20 TL
olunay Kafe’ye gitmek için başlangıç noktamız olan MED’den
yola çıktım. 10 dakikada Dolunay Kafe’deydim. Yer bulma konusunda
bir yaşamadım; hatta bir çok boş yer vardı. Mekanda self servis olmaması ve tüm
masalara bakan tek bir garsonun olması
dolayısıyla bir 10 dakika kadar beklemek
durumunda kaldım. Menüyü elime aldığımda öğrenci bütçesine en uygun olan
yemeğin tost olduğunu farkettim; ama
yine de siz değerli okuyucularımıza bilgi
vermek için tavuk pirzolayı seçtim. 14
Lira olan bu menüde; elma dilim patates, salata, makarna ve “sarımsaklı” havuç tarator vardı. Lezzeti fiyatına göre
mükemmel değildi; normal bir yemekti.
O fiyata başka yerlerde daha güzel yemekler yenilebilir. Temizlik açısından
mutfağı pek görünmese de masalar temizdi. Ayrıca garson da kibardı. Toplam
yarım saatte yemeği yedim. Yemekten
sonra çay içmek isterdim lakin hemen
karşısındaki Simmit’ te 1 TL olan çayı 2
TL’ ye içmek istemediğim için kalktım
ve 1’de MED’e geri döndüm. Bu değerlendirmem sonrasında ne yazık ki kimseye “Dolunay’da güzel bir yemek yedim,
mutlaka siz de yiyin.” gibi bir tavsiyede
bulunamadım.
O
DOYURUCULUK: 7
LEZZET: 6
YER UYGUNLUĞU: 2
HIJYEN: 4
ÇEŞITLILIK: 4
ÜCRET: 8-12 TL
kulumuz bünyesine geçen yıl katılan Simmit benim röportaj konum oldu. Açıkçası başlarda, AVM
Sosyal Tesisleri kapatıldığından bu yana, kalabalıklığına kalabalık katan diğer işletmelerde de olduğu gibi
Simmit’e gitmek gözümü korkuttu. Saat 12.10 sularında hareketime başladığım MED’den Simmit’in kapısından içeri
girmem 4-5 dakikamı aldı. Simmit’e gelir gelmez sıraya girerek bir yandan ne yiyeceğimi düşünüyor, diğer yandan ise
sıranın uzunluğuna bakıp ne kadar süreceğini hesaplamaya
çalışıyordum. Yaklaşık 7-8 dakika sonra sipariş sırası bana
geldiğinde: Kıymalı Pide, Cevizli-Havuçlu Kek ve Limonata sipariş ederek kasaya toplamda 8 TL ödedim. Tepsiye
alacaklarımı koyduktan sonra zaman kaybetmeden içecek
sırasına girdiğimde saat çoktan 12.25 olmuştu. İçecek sırasındaysa mikrodalgada ısıtılmış yiyeceklerim soğumaya
yüz tutmuşken içeceğimi almam yaklaşık 8 dakika sürdü.
12.35’te bulduğum ilk masaya oturup öğle yemeğim için aldığım yiyecekleri yemeye başladım. Bütün yiyeceklerimi bitirdiğim esnada saat 13.00 olmuştu. Eşyalarımı toparlamış
sıradaki talihsiz ve aç arkadaşımız için bulunduğum masayı
boşaltmışken yarım kalan limonatamı da alıp kapıdan çıktım ve başlangıç noktamız olan MED’e doğru yürümeye
başladım. Toplamda sipariş vermek, yer bulmak ve nihayet
beslenmekle geçen süre yaklaşık 50 dakikaydı. Yiyeceklerimin tatları olması gerektiği gibiydi, elbette bir mikrodalgada ısıtıldığını göz önünde bulundurarak. Yer bulma ise bir
kumardan ibaret. Havanın iyi olduğu günlerde çimenlere
oturma gibi bir alternatife sahibiz en azından, lakin en kötü
ihtimali hesaba katarak düşünmeliyiz. Rüzgarlı, soğuk veya
yağışlı günlerde üşümeden karnımızı doyurmak bir muamma olarak göründü gözüme. Problemleriyle ve güzellikleriyle Simmit bu yazımızın konuklarından birisiydi.
ARIYORUM
ARALIK 2014
FANFAN KAFE
EMİR ÜSTÜNIŞIK
GABRONİT (MADEN) KAFE
BÜŞRA BAYAT
11
İŞLETMECİLERLE RÖPORTAJ
AYKUP ALP
F
DOYURUCULUK: 7
LEZZET: 6
YER UYGUNLUĞU: 9
PUAN
PUAN
Gölet Kafe:
HIJYEN: 8
ÇEŞITLILIK: 9
ÜCRET: 15- 20 TL
anfan, İTÜ’nün içinde minik bir butik
kafe. Mekanın atmosferi Nişantaşı’ndaki kafeleri aratmayacak cinsten. Tabi bu
atmosfer fiyatlara da yansımış. Zaten fahiş fiyatlarından ötürü olsa gerek, Fanfan Kafe İTÜ
öğrencileri tarafından sık sık eleştiri bombardımanına tutuluyor. Bu ortamın tadını çıkarmak istiyorsanız kesenin ağzını biraz açmanız
gerekebilir. Ben de bu hafta kumbaramı kırdım ve Fanfan Kafe’yi ziyaret ettim. Öncelikle itiraf etmem gerekir ki İTÜ’de bu kalitede
bir alternatif bulunması hoşuma gitti. Siparişi
kafenin işletmecisi olan Ayça Hanım aldı ve
bana yemek tavsiyesinde bulundu. Tavsiyesine
uyarak köfte porsiyon ve kola siparişi verdim.
Toplam 18 lira tuttu. Tabi bu fiyata servis ücretinin dahil olmadığını hatırlatmak isterim.
Genelde öğle yemeği için yemekhaneyi tercih
ettiğimden dolayı self-servis sistemine aşinayım. Fakat bu fiyatların ödendiği bir işletmede servis hizmetinin olmaması açıkçası bana
garip geldi. Sistem şu şekilde işliyor: siparişinizi veriyorsunuz, fişinizle beraber masanıza
geçiyorsunuz ve yemeğiniz hazır olduğunda
size sesleniyorlar. Bana 15 dakika boyunca
midemden başka seslenen olmadı. Sonunda
midemin sesine kulak vererek içeriye gittim
ve siparişimin hazır olduğunu gördüm. Köftelerin çok standart bir lezzeti vardı. Zaten
pilavla patates kızartması mı garnitür, köfte
mi garnitür pek anlayamadım. Açıkçası lezzet
olarak da verdiğim paraya değen bir yemek
değildi. Ben de ödediğim parayı bol bol barbekü sosu kullanarak kompanse etmeye
çalıştım. Şahsi görüşüm: Fanfan’ın
öğle yemeği için ideal
bir seçenek olmadığıdır. Lakin arkadaşlarınızla kampüs içerisinde
bir şeyler içip muhabbet etmek istiyorsanız,
Fanfan’ın verandası hoş
bir tercih olabilir.
M
DOYURUCULUK: 9
LEZZET: 7
YER UYGUNLUĞU: 7
HIJYEN: 8
ÇEŞITLILIK: 7
ÜCRET: 15- 20 TL
aden Fakültesi’nin iki yıldır beklenen kafesi
Gabronit, sonunda kapılarını açtı. Böylece biz
de Arıyorum İTÜ Gazetesi olarak, müşterilerine ulaşmak için uzun süredir bekleyen Gabronit Cafe’yi
de kampüs içi yemek değerlendirmemize aldık. Bu çiçeği
burnunda mekanı keşfetme işi de bana düştü. İşte değerlendirmem:
Başlangıç noktası olan MED’den Maden Fakültesi’ne ulaşmam 5 dakika kadar sürdü. Yeni olması dolasıyla hem iç
mekanın, hem de müşterilerin görebileceği şekilde tasarlanmış mutfağın temiz olduğunu fark ettim. Henüz çok
sayıda masanın bulunmadığı kafenin artı yönlerinden
biri de, güzel havalarda tercih edilebilecek olan dış mekan
seçeneği... Yemeklerin self servis olması dolayısıyla girdiğim sırada 3 dakika kadar bekledikten sonra yemeğimi
almış, masama dönmüştüm. Menümde, günün çorbası,
pilav ve sebzeli köfte vardı. İçecek olarak da ayranı tercih
ettiğim bu menüye toplamda 10 lira ödedim. Yemekhane yemeklerine alternatif olarak hazırlanan bu günlük
yemeklerin dışında oldukça geniş bir ürün çeşitliliği de
mevcut. İsterseniz hamburger, makarna ya da ızgara seçenekleriyle de karnınızı doyurabilirsiniz. Üstelik bir ızgara
menü ve bir içecek alarak günlük menüyle aynı ücreti,
yani 10 lira ödeyerek... Tüm bunların yanında, yediğim
yemeklerin lezzeti için çorba ve ana yemeğe tam puan
verirken, pilavın yemekhane pilavının yanında solda sıfır
kaldığını, doyuruculuk bakımından da oldukça başarılı
bir menü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Kafeye geliş, yemek ve MED’e geri dönüş olarak toplam
45 dakika süren bu yemek değerlendirmemden yola çıkarak, Gabronit Kafe’nin yemekhaneye güzel bir alternatif
olabileceğini düşünüyorum. Yemekhanede günün menüsünde kötü bir çorba, hindili bir ana
yemek ve yanında yemek istemediğiniz sebzeler varsa ve
o canım AVM sorunu hala
çözülememiş ve siz de 5 liralık öğrenci menüsünden yiyemiyorsanız, Gabronit Kafe’de
bir 10 lirayı gönül rahatlığı ile
gözden çıkarabilirsiniz.
GÖLET
SİMMİT
GABRONİT
Gölet Cafe işletmecisi Fatih Aytek,
fiyatlarının genel olarak uygun olduğunu düşündüklerini belirtti.
Hatta bazen menülerinde olmamasına rağmen çeşitli ikramlarda
bulunduklarını belirtti. Gölet Cafe
işletmecisi Fatih Bey, örnek olarak:
menülerine öğrenciler doysun diye
bir süredir çorba eklediklerini ve
bunun için ek bir ücret almadıklarını söyledi. Menülerinin doyuruculuğu ile ilgili “Biz daha doyurucu
olsun diye patates püresi veriyoruz.” açıklamalarında
bulundu. Menü hazırlarken öğrenci ile sürekli iç içe
olduklarını ve öğrencilerin talepleri üzerine menü
oluşturduklarını belirtti. Durumu kötü arkadaşların
durumunu dile getirdiğimizde “Bize öneri ile gelin,
5-6 liralık uygun bir menü oluşturalım.” şeklinde sıcak bir açıklama geldi. Cafe olarak, öğrenci için her
öneriye açık olduklarını belirtti.
Fanfan Kafe:
Fanfan Cafe diyince herkesin aklına okuldaki belli bir kesimin
gittiği kafe geliyor. Kafenin işletmeci Ayça Pars’a biz de tam bu
soruyu sorduk. “Hitap ettiğiniz
kesim hangisi?” Ayça Hanım bu
soruya “Biz aslında bütün İTÜ
öğrencilerine hitap ettiğimizi düşünüyorduk; ama gelen eleştirilere bakacak olursak, öyle değilmiş.”
diyerek fiyatların yüksek olduğunu kabul etti. Buna gerekçe olarak: kullanılan malzemenin çok kaliteli olduğunu ve o malzemelere göre
fiyatların uygun olduğunu belirtti. Çay, kahve fiyatlarının uygun olduğunu belirten işletme sahibi: “Bizim
menümüz aslında çok da sanıldığı gibi değil. Tost 4
TL. Herkes yiyebilir. Sahanda yumurta (1 yumurta
ile) 5 TL. Fiyatlar uygun.” Açıklamasını yaptı.
Dolunay Kafe:
Dolunay Cafe ile yaptığımız görüşmede işletme sahibi Adem
Gülcü, bize fiyatlarının yüksek
değil normal olduğunu ve menülerinin de doyurucu olduğunu belirtti. Biz "Öğrenciler fiyatlarınızı
yüksek buluyor." dediğimizde ise
bize yemek için kullanılan malzemenin fiyatı, çalışan garsonların
maaşı, sandalye ve koltukların rahatlığı ve hatta yerdeki halının bile fiyatından dolayı yiyecek içeceklerin
bu fiyatlarda olduğunu söyledi. Ayrıca Adem Bey çay
kahve fiyatları için de, "Buraya bazen müşteriler geliyor ve 1 çay içip saatlerce oturuyor. Bu yüzden çay 2
tl." şeklinde açıklamalarda bulundu.
Simmit ve Gabronit Kafe:
İşletme sahibi ile röportaj yapamadık. Değerlendirmemiz sonrasında kendilerine doğan söz haklarını
değerlendirmek isterlerse, gazete olarak her zaman
görüşmeye açık olduğumuzu belirtiyoruz.
DOLUNAY
FANFAN
ARIYORUM
ARALIK 2014
12
ÜNİVERSİTENİN TOPLUMDAKİ YERİ:
GEREKLİLİKLER VE GERÇEKLER II
Planck Enstitüleri adı altında sürdürmektedirler ve faaliyet alanlarını fen ve mühendislik bilimlerinden sosyal bilimlere kadar genişletmişlerdir. Bu kurumlarda Almanya’nın
en gözde bilim insanları çalışıyordu ve bu
kişilere devlet neredeyse sonsuz bir özgürlük
tanımıştı.
gitmiş” dedi. Bunun üzerine “Yahu, siz burada
aşağılık kompleksine kapılmadan nasıl çalışıyorsunuz?” dedim.
Ben bir keresinde Potsdam’da Einstein’ın da
bir zamanlar içinde çalıştığını bildiğim Helmholz Merkezini gezerken, Teorik Fizik Enstirıyorum’un 27. sayısında yayımlanan
tüsünün yerini sorduydum. Beni gezdirmekte
bu yazının ilk kısmında, üniversite
olan Alman dostlarım gülmeye başladılar. Bu
kavramının kısa bir tarihini verdikten
gülmenin nedeni, Teorik Fizik Enstitüsü’nün
sonra, araştırma üniversitesinin nasıl ortaya
yeri söylenince ortaya çıkçıktığından bahsetmiştim.
tı: “Enstitü, Profesör AlBu kurumun yirminci yüzbert Einstein’ın apartman
Üniversite
kuruyıldaki gelişmesini ise onArada bir Einsdokuzuncu yüzyıldaki eğimunun yirminci dairesiydi.
tein ve araştırma arkadaştim kalitesi ve bu kalitenin
yüzyıldaki geliş- ları evde toplanır, Bayan
bilimsel araştırma olmadan
Elsa Einstein’in yaptığı
yükseltilemeyeceği kaygımesini, ondokuzuncu kekler ve kahve eşliğinde
sı yerine iki değişik faktör
tartışmalar yaparyüzyıldaki eğitim kali- bilimsel
yönlendirmiştir: Savaşlar
lardı.” Enstitü’nün işlevi
ve artan nüfus. Bu yazımda
tesi ve bu kalitenin bi- bundan ibaretti. Ancak
savaşların etkisinden bahseenstitünün, başta genel
limsel araştırma olma- bu
deceğim.
izafiyet teorisi olmak üzedan yükseltilemeyeceği re yaptıkları yirminci yüzBirinci Dünya Savaşı’nda,
fiziğine yön veren en
kaygısı yerine iki de- yıl
savaşan devletleri yakınönemli gelişmeleri tayin
dan ilgilendiren gelişmeler,
ğişik faktör yönlendir- eden şeylerdi. Helmholz
teknik gelişmelerdi ki bunenfes yerleşların başında da patlayıcı
miştir: Savaşlar ve ar- Merkezinin
kesini gezerken, patikalaimâli, çelik endüstrisi ile
tan nüfus. Bu yazımda ra verilen isimler gözüme
uçan silâhlar geliyordu. Bu
takıldıydı: “Schwarzschild
gelişmelerin yapıldığı yersavaşların etkisinden yolu”
(Schwarzschild
ler genellikle mühendislik
çapı
kavramını
yaratan
bahsedeceğim.’’
kurumları ile kimya fakültekişi) “Freundlich” yolu
leriydi. Mühendislik fakül(Einstein’in genel izafiyetiteleri yerine mühendislik kurumları demenin testinin planlarını yapan kişi) ve nihayet,
min nedeni ise mühendislik araştırmalarının
tabii meşhur Einstein Kulesi. Einstein Kulesi
önemli ölçüde üniversiteler yanında bireyler
içindeki teleskopta bulunan, Zeiss firmasının
ve mühendislik şirketleri tarafından yürütül1915’te yaptığı 1,5 metre çapındaki mercek o
mesiydi. Almanya’da Krupp şirketi hem ordukadar mükemmel ki, bugünün astronomisiya, hem de donanmaya zırh ve top şeklinde
nin ihtiyaçlarına cevap verebilecek gözlemsilâh sağlamakla kalmıyor, bunlar üzerinde
lerin yapılmasında kullanılabiliyor. Helmholz
yapılan araştırmalara önemli paralar harcımerkezindeki konferansımı verdikten sonra
yordu. Havacılıkta ise Zeppelin, Dornier, Heyerbilimleri binasına doğru yürürken birden
inkel gibi mühendislik firmaları oluşmuş veya
sevgili meslektaşım Prof. Onno Oncken “dur,
bunların temellerini atacak bireyler harekete
dur” dedi. “Üzerine bastığın taşın ne olduğugeçmişlerdi.
nun farkında mısın?” Ayaklarımın altına baktım: Pembe bir konglomera. “Rotliegendes
Ancak Almanya bunlarla yetinmedi: Kaiser
mi?” diye sordum. Onno güldü, “hayır hayır:
Wilhelm Araştırma Enstitüleri adı altında
o taş, yerçekimi ivmesinin virgülden sonra
bazen üniversitelerin içinde bazen onların dıbeşinci haneye kadar ilk ölçüldüğü yeri işaret
şında olabilen, tüm işleri temel araştırma yapetmektedir. Herhalde Rotliegendes’den bir taş
mak olan kurumlar oluşturuldu. Bu kurumalmak, bunu işaretlemeyi düşünenin hoşuna
lar, Almanya’da bugün dahi varlıklarını Max
Ancak, Berlin/Potsdam Teorik Fizik
Enstitüsü’nün yaptıkları, İkinci Dünya Savaşı
öncesinde ve savaş esnasında üniversitelerde
bilimin teşkilatlanmasını kökünden değiştirdi. Bir nükleer bombanın yapılmasının E=mc2
formülüyle imkân dahiline girmesi, roket biliminde ve roket yakıtlarında yapılan gelişmeler, uçakların yaptığı muazzam sıçrama,
ilk defa Nazi Almanyasında “Grossprojekt”
(=büyük proje) kavramını doğurdu ve devlet
doğrudan kendi gücünü arttıracak araştırma
projeleri etrafında bilim adamlarını toplayarak, tarihte daha önce görülmemiş bir şekilde kesenin ağzını açtı. Hem üniversiteler ve
Kaiser Wilhelm Enstitüleri hem de başında
Profesör Willi Messerschmidt’in bulunduğu
Messerschmidt, Dornier, Heinkel, Junkers
gibi uçak firmaları birden büyük imkânlara
kavuştular. Ancak bunun yanında Naziler,
gene tarihte görülmemiş bir aptallık yaparak
ülkelerindeki Yahudi ve solcu bilim adamlarını tasfiyeye başladılar. Bu kişiler ya konsantrasyon kamplarına yollandılar ya da ülke
dışına kaçtılar. Bu kişilerin bazıları, bilindiği
gibi Türkiye’ye geldi; bazıları da Amerika’ya
gitti. Amerika’ya gidenler, karşılarında zengin bir ülke buldular. Bu zengin ama bilimsel
geçmişi Avrupa’ya nazaran mütevazı ülke, bilime, bilgiye açtı ve gelen Avrupalı sığınmacılara büyük saygı duyuyordu (Türkiye’dekinin
tersine: Türkiye’de sözde üniversite hocaları,
Almanlar gitsin diye Beyazıt Meydanında
miting yapmakla meşguldüler). Bu sığınmacılar Amerika’ya Humboldt’un araştırma
üniversitesi kavramı ile Nazilerin devlet desteğinde gelişen Grossprojekt kavramını öğrettiler. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması,
Pearl Harbor baskını ile ABD’nin savaşın içine çekilmesi ve Almanya’nın dudak uçurtan
gücü, Amerika’ya sığınmış Nazi kurbanlarının Amerikalı politikacıları ikaz etmesine yol
açtı. Macar Leo Szilard’ın yazdığı bir mektubu
imzalayan Alman Einstein, bu mektupla ve
diğer bazı konuşmalarıyla Başkan Roosevelt’e
Almanya’nın Çekoslovakya’dan uranyum ihracını durdurduğunu, Norveç’te ağır su fabrikalarının kurulduğunu, bunlardan da Üçüncü
Reich’ın bir atom bombası peşinde olduğunun
anlaşıldığını bildiriyordu. Almanya’da kalan
Prof. Dr.
A. M. CELÂL ŞENGÖR
[email protected]
A
‘‘
İTÜ’deki Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü de bu
kurumlardan esinlenerek ve İTÜ gerçeklerinin gerekleri düşünülerek kurulmuştur.
bilim insanlarının üstün kalitesini vurgulayan Einstein, Hitler’in pek yakında balistik
füzelerle beraber bir atom bombasına sahip
olmasının büyük bir olasılık olduğunu hatırlatıyordu (Nordhausen’den atılıp New York’u
vuracak A9-A10 roketinin gerçekten yapılmış
olduğunu hatırlayalım).
Bu mektup Amerikalıları harekete geçirdi: Alman Hans Bethe başkanlığında (aslında başta Almanya’da Göttingen’de okumuş Robert
Oppenheimer adlı bir Amerikalı müdür vardı, ama beyin Almanlardaydı) meşhur Manhattan Projesi oluşturuldu. Sonunda atom
bombasını Almanya’da kalan Almanlardan
önce yapan Amerika’daki Almanlar ve onların
Amerikalı yardımcıları ve öğrencileri ABD
topraklarında ilk Grossprojekt örneğini vermişler, bunun sonuçlarıyla da dünyanın ağzını açık bırakmışlardı. Bu Grossprojekt birden
ABD’yi dünyanın rakipsiz lideri yaptı (Bu
arada faşist İtalya’dan kaçan Enrico Fermi’nin
de ilk atom pilini Chicago Üniversitesi’nde faaliyete geçirdiğini hatırlatayım. İtalya’da üniversitelerin ve bilimin gelişmesi de ileride ele
almak istediğim konular arasındadır).
Burada Almanların üstünlüğünün bir gelenekten geldiğini okuyucu belki fark etmiştir. Bu gelenek ta Kant ile onsekizinci yüzyıl
sonunda başlayan, üniversitede dinsel kavramların baskınlığına yapılan başkaldırı ile
hemen ardından Wilhelm von Humbodt’un
icat ettiği “araştırma üniversitesi” kurumu ile
başlayan bir gelenektir. Bu gelenek Avrupa’da
hızla yayılmış, tüm uygar Avrupa ülkelerini etkilemiştir. Ne acıdır ki, bu geleneğin
Avrupa’da giremediği tek yer, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Balkanlardır. İstanbul ve
Balkan kökenli bir avuç entellektüelin çabaları, ülkedeki genel havanın olumsuzluğu ve
ellerindeki imkânların kısıtlılığı nedeniyle, II.
Mahmud ve II. Abdülhamid gibi padişahların
verdikleri desteğe rağmen, hiçbir kurumsal
temel atamamıştır. Bunun çok güzel bir resmini, Bosna-Hersek’te Osmanlı’nın 400 senede yapamadığını Avusturya-Macaristan’ın
kırk senede yaptıkları gözler önüne sermektedir. Osmanlılarda ne yazık ki ne bir Kant, ne
de bir von Humboldt vardı. Bu kişilerin içinde
yetiştikleri ortam da yoktu. Bu ortamı da daha
sonraki yazılarımda ele alacağım.
Yukarıda anlatılan gelişmelerin Amerikan ve
daha sonra Avrupa üniversiteleri üzerindeki
olumlu ve olumsuz etkilerini bir sonraki yazımda irdeleyeceğim.
ARIYORUM
ARALIK 2014
Hep teknik
App Teknik
FARUK YILMAZ,
[email protected]
A
kıllı telefonlar son 3-4
yıldır hayatımızda büyük bir yer kaplamaya
başladı. Özellikle gençlerin, zamanlarının büyük bir kısmını
telefonla geçirdiği ise tartışılmaz
13
bir gerçek. Telefonlarımızda geçirdiğimiz zamanı daha verimli hale getirmek için öğrencilerin
hayatını kolaylaştıracak mobil uygulamalardan bahsettiğimiz yazımızı sizlerle paylaşıyoruz.
Ücretsiz videolu eğitim portalı
Yazılı, sesli, dahası görüntülü
(Android/IOS/WinPhone)
(WinPhone)
Khan Academy
Bing Translator
Khan Academy kâr amacı gütmeyen bir organizasyon.
Uygulamanın amacı isteyen herkesin, istediği an, istediği yerde ücretsiz eğitim alabilmesini sağlamak. Uygulamanın amacı Fiz101E’yi BA, Mat281’i BB getirmemize
yardımcı olmak. Nasıl mı? Uygulamayı indirip, o hafta
vizesi olacak dersi bulup, ister İngilizce ister Türkçe ders
videolarını izleyip, fotokopiciden aldığınız çıkmış soruları çözerek... 1500’ü geçkin ders videosunu Türkçeleştiren
ekibe de teşekkürü borç biliyoruz.
Microsoft’un en başarılılarından olan
ve ses çeviri kalitesinde Google Çeviri ile yarışabilen bir uygulama. Kamera
özelliğinden de bahsedecek olursak, çevirmek istediğimiz yazıya doğrulttuğumuz zaman diğer uygulamaların aksine
kelime kelime değil, kamera açısının
görebildiği tüm kelimeleri çevirebilmesi
en büyük artısı.
Kolay kaynakça oluşturma
EasyBib
(Android/IOS)
Fotoğrafını çek, PDF yapsın
Cam Scanner
(Android/IOS/WinPhone)
EasyBib, ING201 alan üniversite öğrencilerinin ve hatta tez yazan yüksek
lisans ve doktora öğrencilerinin de işini
kolaylaştırabilecek güzel bir uygulama.
Eğer tez yazıyorsanız kaynakça yazma
işini bu uygulamaya bırakabilirsiniz.
Tek yapmanız gereken kaynak aldığınız
kitabı seçmek ve uygulamanın APA6
standartlarına göre yazdığı kaynakçayı
mail adresinize göndermek.
Oyunlar eşliğinde dil öğrenme
Duolingo
(Android/IOS/WinPhone)
CamScanner, fotoğrafını çektiğiniz ders notunu PDF dosyası
haline getirebilen bir uygulama. Üstelik kullanımı oldukça
basit. Her derste ön sırada oturan kızdan defterini istedikten sonra sayfaların fotoğrafını çekiyoruz; CamScanner onu
otomatik algılayarak çerçeve içine alıyor. Kenarlarındaki
gereksiz alanları kırptıktan sonra rengini ayarlıyor, kısa süre
içerisinde o fotoğrafı işleyerek taradıktan sonra PDF dosyası
haline getiriyor.
Oldukça basit arayüzlü, telefonda
oyun oynarken zamanınızı boşa harcamak yerine yeni bir dil öğrenmeyi tercih ettirecek kadar hoş bir dil
öğrenme programı. Uygulamamız
Google Play’de ‘’2013 En İyilerin En
İyisi’’ seçilmiş. Kelime haznenizi geliştirmenize katkıda bulunan program, seviyeler şeklinde düzenlenmiş
ve size keyifli bir çalışma sunuyor.
Tasarımlarınızı kağıda
dökmek için
Problemi çözmeden susmaz
Paper
(IOS)
2012’de En iyi iPad uygulaması
olarak Apple Tasarım Ödülünü alan bir uygulama. Taşkışla
Ortabahçe’de otururken aklınıza herhangi bir fikir mi geldi?
Onu hemen çizgilere, yazılara
dökmeniz gerekiyorsa, bu uygulama tam size göre. Diyagramlar, notlar, kabataslak çizim ve
dahası….
Alarm Clock
Xtreme Free
(Android)
“Sabah kalkar çalışırım.” diyerek alarmı erteleye erteleye ertesi güne geçenlerden misiniz? Bu uygulama sabah
alarm çalınca uyandığınızdan emin
olmak için size matematik problemleri soruyor ve siz bunları çözmeden
susmuyor. Ayılmadan çözebilene ise,
uyku bedava!
ARIYORUM
ARALIK 2014
14
DALAI LAMA
EMİR ÜSTÜNIŞIK
[email protected]
HELEN KELLER
ECMEL SERRA PÜSKÜLLÜ
[email protected]
Helen Keller, Amerikalı ve oldukça başarılı bir pedagog ve yazardır. Onu özel yapansa tamamıyla hayranlık ve saygı duyulacak yaşam öyküsü…
ABD’nin Alabama Eyaleti Tuscumbia şehrinde
1880’de doğan Helen Keller, 2 yaşına kadar gayet
sağlıklı bir bebekti. Ancak 2 yaşını doldurmaya
birkaç ay kala geçirdiği ateşli hastalık, onun tüm
hayatını değiştirdi. Hastalığı atlatmıştı ama hastalıkla beraber Helen’in tüm görme ve işitme yetileri
de gitmişti. Helen, yaşamının birkaç yılında kendince ailesiyle iletişimini sağlayacak işaretler geliştirmişti ancak daha fazlası gerekliydi. İnsanlarla
iletişim kuramadıkça hırçınlığı artıyordu. Bu da,
etrafındakilerin, onun zihinsel faaliyetlerini kaybettiğine inancını güçlendiriyordu. Empati kurmak önemlidir, ancak bu küçük ve hırçın kızın yaşadıkları için empati kurmak hiç de kolay değildi;
anlatamıyor, anlaşamıyordu.
Aile, Doktor Graham Bell’e, evet telefonun babası
olan Graham Bell’e, Helen’in eğitimi için başvurduğunda Helen, 7 yaşına gelmiş ve hırçınlıklarıyla başa çıkılamaz hale gelmişti. Graham Bell o
zamanlar Boston’da sağır ve dilsiz çocuklara okuma yazma öğretmeleri için öğretmen yetiştiren
bir okulun başındaydı. Neticede, Bell’in önerisiyle Helen için Boston’daki Perkins Okulu’ndan bir
öğretmen çağırıldı. Bu kişi o zamanlar 20lerinde olan Anne Mansfield Sullivan’dı. Yıllar sonra
kendi hayat hikâyesini anlattığı “The Story of My
Life” adlı kitabında Helen, “Hayatımın hatırladığım en önemli günü, öğretmenim Anne Mansfield
Sullivan’ın bana gelişidir.” diyecekti.
“Sabah, öğretmenim geldikten sonra odasına girmeme izin verdi ve bana bir bebek verdi. Perkins
Okulu’ndaki kör bir çocuk bunu yollamış ve Laura Bringman onu giydirmişti ama bunu sonradan
öğrenecektim. Bir süre onunla oynadıktan sonra,
öğretmenim elime “d-o-l-l” kelimesini heceledi.
Bu parmak oyunu hoşuma gitmişti ve taklit etmeye
çalıştım. Nihayet harfleri doğru yaptığımda çocuksu bir sevinç ve gurur duymuştum. Merdivenlerden aşağı anneme koştum ve elimi kaldırıp “doll”
kelimesini yaptım. Bir kelimeyi hecelediğimi ya da
kelime diye bir şeyin olduğunu bilmiyordum. Sadece parmaklarımı maymun gibi taklit ediyordum.
Takip eden günlerde bu anlaşılmayan yolla bir sürü
kelimeyi hecelemeyi öğrenmiştim. Öğretmenimin
benimle olduğu birkaç hafta içinde, her şeyin bir
adı olduğunu öğrendim.”
Helen Keller hastalıktan öncesiyle arasında bağ kuran tek sözcükten, “su”dan hareketle, aslında her
şeyin bir adı olduğunu öğrenmişti. Braille alfabesini öğrendikten sonra okumaya ve yazmaya başlamıştı. Hatta bunlarla yetinmeyip diğer insanlar
gibi konuşabilmeyi istedi ve sağırlar okuluna gitti.
Tam anlamıyla olmasa da sesini kontrol edebilmeyi öğrendi.
Eğitime önem veren Keller, 1900 senesinde Radclif-
fe Koleji’ne gitti. Tüm eğitim
hayatı boyunca Anne Sullivan onun yanındaydı. Tüm
derslere birlikte girdiler ve
Annivan, dersleri Helen’e
heceledi ve daha sonra
çalışabilmesi için Braille alfabesi ile yazıya geçirdi. Sonuç olarak, Helen burayı da tüm diğer
“normal” öğrenciler
gibi başarıyla ve 4 senede bitirdi. Bu tarihte
bir ilkti.
Lhamo Thondup, nam-ı diğer Tenzin Gyatso, 14. Dalai Lama’dır. Dalai Lama, Budizm öğretisinin başöğretmeni olduğu gibi, Budistlerin de
ruhani liderliğini yapmaktadır.
14. Dalai Lama dini ve politik özgürlüğün yaşayan
bir sembolüdür. Hayattaki en büyük amacın
ayığımız
mutlu olmak olduğuhanidir
nu söyleyen Dalai
Lama, hayatımızın
teşrife kapalıydı.
ve varoluşumuUzun bir aradan sonzun umuda bağlı
olduğuna inanır.
ra denize açılmaya ha-
K
zır. Dalga, vapur ve martı “Eğer gerçekten
öğrenmeye hevesseslerinin ahenk ile oluşliysek, düşmanlarımızı en iyi öğturduğu senfoniye kulak
retmenlerimiz
olarak görmelivereceğimiz bu yolculuğuyiz.”
muzda
bizlere
birbirinden
Kolejde
hayat
13. Dalai Lama’ya
hikâyesini anlattığı
ait olan ve olmaözel
iki
misafirimiz
eşlik
“The Story of My Life”
yan çeşitli kutkitabını yazarak büsal
emanetler
ediyor:
Hayat
felsefesiyle
inyük bir ilgi çekti. Kitave
oyuncaklar
bı 50 ayrı dile çevrildi.
Lhamo’nun önüsanlara adeta bir yol gösKörlük, sağırlık, sosyal
ne konduğunda
olaylar ve kadın hakları
terici olan Dalai Lama ve
henüz 2 yaşındakonusunda kitaplar yazdır. Bir önceki Damaya devam etti.
engellere meydan okuyan lai Lama’nın eşyalarını doğru seçerken
aydınlatıcı yaşam öyHayatını oldukça aktif
heyecanlı bir şekilde
geçiren Keller, özürlüler
“Bu benim! Bu beküsüyle Helen Keller.
ve kadınların hakları için
nim!” diye bağırdığı
mücadele etti. 1921’de hala
söylenir. Böylece TenKeyifli bir yolculuk
aktif olan Amerikan Körler
zin, 13. Dalai Lama’nın
Vakfı’nın kuruluşuna katıldı.
reenkarnasyonu olarak
olması dileğiyle,
1936 yılında Anne Sullivan’ın
kabul edilir ve Dalai Lama
ölümüyle bundan sonraki yaunvanını alır. Tibet’in başiyi okumalar..
şamını tamamen vakıflara adadı.
Amerikan Körler Vakfı ve Amerikan
Denizaşırı Körler Teşkilatı’nda danışmanlık yaptı.1946-1957 yılları arasında
35 ülkede konferanslar verdi ve geniş kitlelere
seslendi.
Helen Keller 1968 yılında yani 88 yaşında
Vesborg’da kendi evinde hayata veda etti. Washington ulusal katedralinden, on binler tarafından
saygıyla uğurlandı.
kenti Lhasa’ya getirilen Tenzin, burada birçok başarılı öğretmenden Budizm felsefesini öğrenir.
Öğretmenleri arasında “Tibet’te Yedi
Yıl” kitabının yazarı olarak tanıdığımız
Avustralyalı dağcı Heinrich Harrer da vardır. 11 yaşında tanıştığı Heinrich Harrer,
Tenzin’e diğer öğretmenlerinden farklı olarak dış dünyayla ile ilgili bilgi verir. Dostluk-
ları Heinrich’in ölümüne kadar devam eder.
“Merhamet duygusal bir tepki değildir; mantık üzerine kurulmuş sıkı bir bağlılıktır. Bu
yüzden, başkalarına karşı merhametimiz,
onlar bize kötü davrandıklarında bile değişmemelidir. Başkalarına karşı olan sorumluluk duygumuz, onların problemlerine fiilen
yardım etme arzusunu doğurur.”
15 yaşında Tibet’in devlet başkanı olarak atanan Tenzin, genç yaşına rağmen Tibet’in en
önemli politik yöneticisi olmuştur. Çin Halk
Cumhuriyeti’nin Tibet’i işgal etme teşebbüslerine rağmen Çin hükümetine karşı 9 yıl
boyunca barışçıl ve şiddet karşıtı bir politika izlemiştir. İşgallerin şiddetinin artması ve
Çin ordusunun yaşadığı şehir Lhasa’yı kuşatma altına alması üzerine, Merkezi İstihbarat
Teşkilatı CIA yardımıyla yaklaşık 80.000
Tibetliyle beraber Hindistan’a kaçırılır. Tibet kültür mirasını, dinini, tarihini ve eğitimini devam ettirmek suretiyle Dharamshala’daki Sürgündeki Tibet Hükümeti’ni kurar.
Bu bölge sık sık “Little Lhasa” adıyla anılır.
Dalai Lama, Tibetlilerin haklarını savunmak adına uzun yıllar Birleşmiş Milletler’de
aktif rol oynamıştır. Tibet’in özgürlüğü
için mücadelesi ve barışçıl sonuç için gayretlerinden ötürü (aynı zamanda Mamatha
Ghandi’nin anısını kısmen mükafatlandırmak için) 1989 yılında Nobel Barış Ödülü’ne
layık görülür. 29 Mayıs 2011 yılında Merkezi Tibet Yönetimi’nden emekli olan Dalai
Lama, şu anda nükleer silahsız bir dünya için
avukatlık yapmakta ve Nükleer Çağı Barış
Kuruluşu’nun danışman birliğinde görev almaktadır.
“Ne zaman mümkünse nazik olun. Her zaman
mümkündür.”
14. Dalai Lama’nın üç ana sorumluluğu vardır: basit insani değerleri yükseltme, dinler
arası ahengi teşvik etme ve Tibet halkının refahı... İlk sorumluluğu: merhamet, bağışlama, tahammül, hoşnutluk ve öz disiplin gibi
insani değerleri yükseltmektir. İkinci sorumluluğu: dinler arası ahengi teşvik etmek
ve dünya çapındaki büyük dinlerin gelenekleri arasındaki anlayış ortamını sağlamaktır.
Felsefi farklılıklarına rağmen bütün büyük
dinlerin, aynı derecede “iyi insan” yaratma
potansiyeline sahip olduğunu söyler. “Dalai
Lama” unvanını taşıyan Tenzin Gyatso’nun
üçüncü sorumluluğu ise barış ve şiddet karşıtı bir kültür olan Tibet’in Budist kültürünü
muhafaza etmektir.
Dalai Lama’ya göre mutluluk ne demek?
“Ben genelde mutluluğu daha çok tatmin
anlamında betimlerim. Mutluluk illa da bir
zevk tecrübesi değildir. Derin tatmin getirebilecek doğal bir tecrübedir. Mutluluk,
huzurla yakından alakalıdır. Bu huzur öncelikle iyi kalplilikten gelir ve başkalarına
karşı hastalıklı düşünceleri ve güvensizliği
azaltır.”
Çağımızın en büyük problemi “yalnızlık” hakkında Dalai Lama ne düşünüyor?
“Biz sosyal hayvanlarız. Bu yüzden arkadaşlık esastır ve arkadaşlık güven duygusuyla
beraber gelir. Korku ve güven birbiriyle ters
konseptlerdir. Büyük şehirlerde bir sürü insan ben merkezcil bir hal takınır ve sevgiden
habersizlerdir. Bununla beraber çok fazla rekabet duygusu ve ardından kıskançlık gelir.
Kıskançlık güvensizliği getirir. Güvensizlik
hayal kırıklığını ve korkuyu getirir; böylece
aniden yalnızlık duygusu etrafı sarar . Yani
yalnızlık çevrenin getirdiği bir duygu değil,
sizin aklınızın yarattığı bir şeydir. Hala umut
vardır. Bir ant için ve hayatınızla ilgili daha
derin bir amaç arayın. Yeni bir insan yaratın:
aynı beden, ama yeni bir insan.”
ARIYORUM
ARALIK 2014
15
KİTAPLARIN BEYAZPERDEYE
FANTASTİK
FİLMLER
HAKKINDA
‘‘FANTASTİK’’ YOLCULUĞU
Dracula
ZEYNEP DELİBALLI
[email protected]
F
antastik edebiyatın sinemadaki ilk örneklerinden biri
Bram Stoker’ın aynı adlı
eserinden uyarlanan Drakula filmidir. Bram Stoker, vampirler ve
Drakula hakkındaki bilgilerini İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan “Ormanın Ötesindeki
Topraklar” isimli gezi kitabından
almıştır. Aslında kitabın adını
“Kont Vampir” koymak isteyen
Stoker, Gerard’ın 3. Vlad, Romanya ve Transilvanya hakkındaki
notlarını okuduktan sonra romanın adını “Drakula” olarak değiştirmiştir. Romanın sinemaya ilk
uyarlanması olan Nosferatu - Bir
Dehşet Senfonisi’ni, Alman dışavurumcu Friedrich Wilhelm Murnau illlegal yolla yapmıştır. Murnau daha sonra Stoker’ın karısının
gazabına uğramış ve filmin tüm
kopyaları Stoker’ın karısı tarafından toplatılmaya çalışılmıştır.
Daha sonra kitaptan çok etkilenen
ve filmin büyük bir gişe getireceğini fark eden Universal’ın kurucusu Carl Laemmle’nin oğlu olan
yapımcı Carl Laemmle, Alman yapımı filmin aksine bu yapımı tüm
izinleri alarak çekmeye karar vermiş ve kitabı sinemaya uyarlamıştır. Film çok büyük bir gişe başarısı kazanmış ve aynı yıl içinde bir
de Frankenstein filmini gösterime
Spider-Man
The Hulk
18. YÜZYIL FRANSA’SINDA ORTAYA ÇIKAN VE ARDINDAN TÜM
DÜNYAYA YAYILAN BIR EDEBI TÜR OLAN “FANTASTIK” KELIME
ANLAMIYLA GERÇEKTE OLMAYAN, HAYALI DEMEKTIR. FANTASTIK EDEBI TÜRLER DE TAMAMEN BU ANLAMI KAPSAYIP
OKURLARINA HAYALI BIR DÜNYA SUNAR, ONLARI GERÇEKTE
OLMAYAN VARLIKLARLA TANIŞTIRIR, BU DÜNYAYLA ALAKASI
OLMAYAN DOĞAÜSTÜ OLAYLARIN IÇINE ÇEKIP ZATEN GÜNDELIK HAYATIN MONOTONLUĞUNDA BOĞULMUŞ BIRÇOK OKURUNU
ÇOĞUNLUKLA MUTLU EDER VE KISA BIR SÜRELIĞINE DE OLSA
FARKLI ALEMLERE GÖTÜRÜR. BU NEDENLE KURULUŞ AMACI
INSANLARA EĞLENCELI, IZLENECEK ESERLER SUNMAK OLAN
SINEMANIN DA FANTASTIK EDEBIYATA EL ATIP ESERLERI SINEMAYA UYARLAMASI KAÇINILMAZ OLMUŞTUR.
House of Frankenstein
sokan Universal, hem iyi bir başarı
yakalamış hem de herkesin takdirini kazanmıştır. Bu filmden sonra
dünyanın çeşitli ülkelerinde Drakula kitabının sinema uyarlaması
yapılmaya başlamıştır. Ülkemizde de film, Ali Rıza Seyfi’nin Bram
Stoker’ın romanından uyarladığı
“Kazıklı Voyvoda” adlı romandan
uyarlanmıştır. Zamanın şartlarına göre film ustaca çekilmiş; sanat çevrelerinin büyük beğenisini
kazanmıştır. Küçük bir anektot: o
zamanlar ülkemizde buhar makinesi olmadığından, mezarlık sahnelerinde, beş adamın yerde sigara içmesi ve dumanını kameraya
doğru üflemesi sağlanarak filme
istenilen gizem verilmeye çalışılmıştır.
Sinemada fantastik ya da bilimkurgunun ilk ürünleri deyince
insanların aklına ilk olarak “Yıl-
dız Savaşları” gelmektedir. Fakat
“Yıldız Savaşları”, George Lucas
tarafından tasarlanmış; öncelikle
filmleriyle tanınmış; sonraki yıllarda çizgi roman, bilgisayar ve
konsol oyunları, televizyon yapımları vb. dallarda ününü geliştirmiş kurgusal evren ve markadır.
2000’lere kadar fantastik romanlar ve çizgi romanlardan sinemaya
uyarlamalar yapılsa da, bunlar pek
ses getirmemiştir. Ancak 2000’lerden sonra, özellikle “Yüzüklerin
Efendisi”nin sinemaya uyarlanmasıyla, fantastik romanların sinemaya aktarılmasında büyük
bir patlama yaşanmıştır. “Fantastik Sinemanın Altın Çağı” olarak
adlandırılan bu dönem, J. J. R.
Tolkien’in üç kitaplık Yüzüklerin
Efendisi serisi ve J. K. Rowling’in
yedi kitaptan oluşan Harry Potter serisinin 2001 yılında sinemaya uyarlanması ve daha ilk filmleriyle birer fenomene dönüşmesi ile
İLGİNÇ BİLGİLER
The Lord of the Rings
başlamış ve tür birden bire zirveye çıkmıştır. Yüzüklerin Efendisi serisi, fantastiğin yanında tarihi - epik filmleri seven kitleye de
hitap ederken Harry Potter, çocuk ve gençleri sinema salonlarına çekmeyi başarmıştır. İki film
de görselliğiyle ve kullandığı yüksek teknolojiyle inandırıcılığını seyircinin gözünde sağlamayı
başarmıştır. Yüzüklerin Efendisi, ilk filmi Yüzük Kardeşliği ile
dünya çapında 871 milyon dolar,
Harry Potter ise Felsefe Taşı ile
974 milyon dolar gibi çok yüksek
rakamlara ulaşmış; serilerin devam filmleriyle de başarı kat kat
artınca Hollywood’un fantastiğe
yönelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Fantastik çizgi romanların sinemaya uyarlanması da 2002 yılında “Spider-Man” filmiyle başlayıp devam etmiştir. Öncelerde
çok daha basit türlerde yapılan
ve pek fazla üzerinde durulmayan çizgi roman uyarlamaları “Spider-Man”in büyük başarısından sonra büyük patlama
yapmış; devamında da Hulk,
Fantastic Four, X-Men serileri
gibi filmlerin yapılmasına katkı
sağlamıştır.
Fantastik edebiyattan uyarlamaların bu denli artarak devam
etmesi, sinemanın artık tamamen bir eğlence sektörüne dönüşmesiyle paralel… Artık günümüz dünyasında, gündelik
hayatta iş ve ev arasına sıkışan
insanlar genel olarak sinemaya
boş zamanlarında stres atmak,
eğlenceli filmler izleyip kendilerini birkaç saat de olsa mutlu
etmek istiyorlar. Kötü sonla biten fantastik film yok denecek
kadar az olduğundan fantastik uyarlamalar bu isteklerini tamamen karşılıyor. Bu ilgi
devam ettikçe fantastik kitap
uyarlamaları artarak devam
edeceğe benziyor.
S
everus
Snape’i
canlandırması için
Alan Rick man bizzat
yazar Rowling tarafından seçildi. Yazar, rolü
hakk ıyla canlandırması
için, Snape’in son kitaba kadar açık lanmayan
hayatı ve geçmişi hakkında Rick man’a özel
tüyolar verdi.
‘‘Y
üzük lerin Efendisi’’ filminde
“Gandalf ” rolünü canlandıran Ian McKellen,
“Dumbledore” rolünü
reddetti. Gerekçesini şu
sözlerle anlattı: “Bir efsaneyle yaşamak zaten
benim için yeterince
bela oldu. İki tanesiyle
birden başa çıkamam.’’
R
uh Emiciler, yazar J.K. Rowling’in
20’li yaşlarındaki depresyonlu günlerinin
ürünüydü.
J
.K. Rowling, annesinin ölümünü yaşamasaydı, belk i de
Harry Potter serisinin
hiç yazılmamış olacağını söyledi.
J
.K. Rowling uzunca
bir süre serinin son
kelimesini “Yara izi.”
yapmayı düşündü fakat
sonunda “Her şey yolundaydı.” yaptı.
16
arıYORUM
ARIYORUM
ARALIK 2014
istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü
yirmi sekizinci sayı, aralık iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
itü gazetesi
EVOLUTION OF MUSICALS
İTÜ Müzikal Topluluğu, bu yılki gösterilerine
‘Evolution of Musicals’ adını vererek kronolojik
bir müzikal akışla İTÜ’lülerle buluştu.
G
österide Lüküs
Hayat’tan Cats’e,
Sefiller’den Notre Dame’a, Damdaki Kemancı’dan Sister
Act’a, Hisseli Harikalar
Kumpanyası’ndan Singing in the Rain’e kadar
gösteri ve beyazperdenin
ünlü müzikallerinden
kesitler sahnelendi. İTÜ
Müzikali’nin ‘‘Sound of
Music ile Alp dağlarında dolaşırken kendinizi
El Hubb ile bir anda hamamda bulabilir, Grease
ile gençlik ateşini hissederken Notre Dame’da
umutsuz bir aşkın şahidi
olabilirsiniz.’’ diyerek
davet ettikleri müzikal
gösterisi, Maçka Mustafa Kemal Amfisi’nde iki
ayrı gün sahnelendi.
BİZE KATILIN
Bu gazetenin yapımında, dağıtımında, yazımında, etkinliklerinde, kısaca bir kulübün işlerliğinin her aşamasında bulunmak ve bir
şeyler üretmek isterseniz bekleriz. [email protected]