Oruç - Ramazan

Yedinci Bölüm
Oruç
I. LKELER ve AMAÇLAR
Allah'n buyruklar ve yasaklar elbetteki kullarn iyili i içindir. slâm bilginleri bütün hükümlerin insanlarn yararlarn gerçekle tirme amacna yönelik oldu u konusunda görü birli i etmi lerdir. Bu bakmdan, Allah'n
yaplmasn istedi i eylerde kullar için çok büyük faydalar, yasaklad 
eylerde ise büyük zararlar bulundu u kesindir. Kur'ân- Kerîm'de akla aykr hiçbir emir ve yasak bulunmamakla birlikte, bütün emir ve yasaklarn
yarar ve hikmetlerini bilmek de mümkün de ildir. Kald ki, ibadetler dinin
bir yönüyle akl üstü ve bir yönüyle sembolik törenleri kapsamnda de erlendirildi i vakit, o dinin mensuplar, benimsemi olduklar dinin bu gereklerini bir hikmet, bir yarar arama telâ na dü meden yerine getirmek durumundadrlar. Bununla birlikte öteden beri slâm bilginleri çe itli ibadetlerin
yarar ve hikmetleri konusunda kafa yormu , bunlarn ki isel pratik yararlarndan çok, insan nefsinin arndrlmas ve yükseltilmesi yolunda fonksiyonel hale getirmeye çal m lardr. badetleri, bir hedefe eri menin yolu olarak
görebilenler için bu kulluk görevleri, artk srtta ta nan ve bir an önce indirilmeye çal lan bir yük olmaktan çkar ve âdeta üzerinde yükseklere ula lan bir araç haline gelir. badet esasen Hakk'n emrine riayet oldu u gibi,
380
LM HAL
sonuç itibariyle, halkn hakkna riayeti de içerir. Bu sebeple de ibadette
Hakk'n ve halkn hukukuna riayet birlikte gerçekle ir.
slâm dini ferdin toplum içinde uyumlu, güvenilir ve ho görülü olmasn
sa lamaya yönelik düzenlemeler getirdi i gibi onun yaratc ile olan ba lantsn daha derinden hissetmesine, devam ettirmesine ve geli tirmesine hizmet
edecek düzenlemeler de getirmi tir. Hukuka riayet bakmndan halk ve Hakk'
birbirinden ayrmak isabetli olmad  gibi, halk ile ili kilerin Hakk' ilgilendirdiini göz ard etmek de mümkün de ildir. Peygamberimiz’in " nsanlara te ekkür etmeyen Allah'a ükretmez" (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 11), "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Fezâil”, 65) ve "Hakknda üç kom usunun olumlu tanklkta bulundu u ki iyi Allah affetmi tir"
(Tirmizî, “Cenâiz”, 63) gibi ifadeleri bu ba lanty i aretlemektedir. Yûnus da
her halde "Yaratlan sevdik yaratandan ötürü" derken vurguyu ayn noktaya
yapyordu. Bu itibarla slâm, ki inin yaratan ile gönül ba na, kendisiyle bark olmasna önem verdi i gibi insanlarla "iyi geçim"ine de ayn önemi vermi tir.
Gazzâlî orucun üç derecesinden bahsederken, bedende i tah ve ehvetin
tatmin yeri ve arac olan iki âzay yani mide ve cinsel organ, i tah ve ehvet duydu u eylerden mahrum etmekten ibaret olan orucu, "sradan insanlarn orucu" (avam orucu) olarak; buna ilâveten gözü, kula  ve di er
âzalar günahtan korumay "özel ki ilerin orucu" (havas orucu) olarak ve
tüm bunlara riayet ettikten ba ka, kalbini dü ük emellerden, dünya dü üncelerinden ksaca, mâsivâdan artarak bütün varl yla Allah'a ba lanmay
ise "daha özel ki ilerin orucu" (ehassü'l-havâs orucu) diye tanmlar. Orucun
hangi derecesi alnrsa alnsn, ibadetin toplumsal ili kilere, toplumsal hayata, ksaca "iyi geçim"e yönelik olumlu sonuçlar açkça görülecektir.
nsanlarn arasndaki çeki menin, kavgann temel sebeplerinden biri insanlarn, i tah ve ehvetlerini ölçüsüzce tatmin etmeye çal mas ve belki bu
amac gerçekle tirmek üzere mal ihtiraslardr. Birinci kademedeki oruç bile
bu ihtiras dizginlemenin, i tah ve ehveti kontrol altna almann bizzat gerçekle tirilen ve tecrübe edilen bir yolu olmaktadr. tah ve ehveti alabildiine ve ölçüsüzce tatmin pe inde ko mak eytanî bir tutum olup oruç tutmak bu yönüyle eytan zincire vurmak anlamna gelir.
Peygamberimiz’in, orucun ikinci yönünü vurgulayan "Oruç bir kalkandr; sakn, oruçluyken, cahillik edip de kem söz söylemeyin. Birisi size sataacak veya dala acak olursa, 'ben oruçluyum, ben oruçluyum' deyin" sözü
(Buhârî, “Savm”, 9; Müslim, “Syâm”, 30), izaha gerek brakmayacak ekilde,
ORUÇ
381
"iyi geçim"i vurguluyor. Oruç, sadece i tah ve ehveti dizginlemek de ildir,
ayrca a zn ve dilini kötü ve çirkin söz söylemekten korumaktr.
badetlerin srlarn, gerçek mâna ve önemini kavrayan kimi âlimler namaz kld , oruç tuttu u halde, hâlâ çirkin i ler yapan ve fenalktan saknmayan kimseyi, abdest alrken yüzünü, eline su almadan üç kere ykayan
kimseye benzetmi lerdir: Uzaktan bakan onun abdest ald n zannetse de o
gerçekte abdest almamaktadr. Peygamberimiz "Oruç tutan öyle insanlar
vardr ki, kârlar sadece açlk ve susuzluk çekmektir" ( bn Mace, “Syâm”,
21) derken bu durumu kastetmi olmaldr.
II. ORUCUN MAH YET ve ÖNEM
Oruç Farsça'daki rûze kelimesinin Türkçele mi eklidir. Arapça's savm
ve syâmdr. Savm kelimesi Arapça'da "bir eyden uzak durmak, bir eye
kar  kendini tutmak, engellemek" anlamnda kullanlr.
Fkh terimi olarak ise, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç u runa ve bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ili kiden uzak durmak demektir.
msak, Arapça'da, "kendini tutmak, engellemek" anlamna gelir. Orucun
temel unsuru da (rükün) bu anlamdr. msak vakti tabiri, dilimizde, oruç
yasaklarndan (yeme içme ve cinsel ili ki) uzak durma vaktinin ba langc
anlamnda kullanlr. msak vakti, tan yerinin a armas (fecr-i sâdk; bk.
Namaz Vakitleri bölümü) vakti olup, bu andan itibaren yats namaznn vakti
çkm , sabah namaznn vakti girmi olur; bu vakit ayn zamanda sahurun
sona erip orucun ba lamas vaktidir.
ftar vakti ise, oruç yasaklarnn sona erdi i vakit anlamnda olup, günein batma vaktidir. Bu vakitle birlikte ak am namaznn vakti de girmi olur.
Gündüz ve gecenin te ekkül etmedi i bölgelerde oruç süresi, buralara en
yakn normal bölgelere göre belirlenir.
msakin, ikinci fecirle ba layaca  konusunda fakihler arasnda görü
birli i olmakla birlikte, kimi fakihler bu hususta, daha ihtiyatl oldu u gerekçesiyle fecr-i sâdkn ilk do u anna, kimileri ise oruç tutanlar lehine oldu u
gerekçesiyle   n biraz uzayp da lmaya ba lad  zamana itibar edilmesini
önermi lerdir.
Âyette orucun ba langç ve biti vakti, mecazi bir anlatmla öyle belirtilir: "...Fecrin beyaz ipli i (aydnl ) siyah ipli inden (siyahl ndan) ayrt
382
LM HAL
edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra, ak ama kadar orucu tamamlayn..." (el-Bakara 2/187).
msak vaktinden iftar vaktine kadar yeme, içme ve cinsel ili kiden uzak
durmann bir amac olmal ve bu i bilinçli olarak yaplmaldr. Bu amaç ve bilinç,
orucun Allah rzâs için tutuluyor olmasdr ki ksaca "niyet" tabiri ile anlatlr. Bu
amaç ve bilinç olmad  zaman, meselâ imkân bulamad  için veya perhiz, rejim, zindelik gibi ba ka amaçlar için bu üç eyden (yeme, içme, cinsel ili ki)
uzak durmak oruç olarak de er kazanmaz.
Oruç, Peygamberimiz’in hicretinden bir buçuk sene sonra âban aynn
onuncu günü farz klnm olup, slâm'n be artndan biridir. Peygamberimiz bu hususu " slâm be ey üzerine kurulmu tur: Allah'tan ba ka Tanr
olmad na ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi oldu una tanklk etmek;
namaz klmak, zekât vermek, ramazan orucunu tutmak ve gücü yetenler
için Beytullah' ziyaret etmektir (hac)" diyerek bildirmi tir (Buhârî, “Îmân”,
34, 40; “ lim”, 25; Müslim, “Îmân”, 8).
Orucun farz klnd n bildiren âyetler de unlardr:
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere oldu u gibi, size de oruç tutma yükümlülü ü getirilmi tir; bu sayede kendinizi koruyacaksnz. Oruç sayl
günlerdedir. çinizden hasta veya yolculukta olanlar ba ka günlerde tutabilirler; hasta veya yolcu olmad  halde oruç tutmakta zorlananlar ise bir fakir
doyumlu u fidye vermelidir. Daha fazlasn veren, kendine daha fazla iyilik
etmi olur; fakat yine de, e er bilirseniz, oruç tutmanz sizin için daha hayrldr" (el-Bakara 2/183-184).
Oruç tutmak, di er ibadetlere nazaran biraz daha skntl oldu u için
Allah, orucun farz klnd n bildirirken, psikolojik rahatlatma sa layacak ve
emre muhatap olan müslümanlarn yüksünmesini engelleyecek bir üslûp
kullanarak, oruç tutmann önceki ümmetlere de farz klnd n belirtmesi
yannda, ayrca orucu daha skntl hale getirmesi muhtemel iki durumu
(hastalk ve yolculuk) oruç emrinin hemen pe inden geçerli mazeret olarak
zikretmi tir. Bu üslûp, meselâ öteki ümmetlerde de bulundu u anla lan
namaz için kullanlmam tr.
Oruç riyânn en az kar aca  bir ibadet oldu u için sevab en fazla olan
ibadetlerden saylm tr. Peygamberimiz'den nakledildi ine göre, orucun bu
yönüne ili kin olarak Allah, "Oruç benim içindir; onun kar l n ben vereceim" (Buhârî, “Savm”, 2, 9; Müslim, “Syâm”, 30) buyurmu tur. Bu bakmdan
oruç tutmann sevap olarak kar l  oldukça yüksektir. Cennetin özel olarak
ORUÇ
383
oruç tutanlarn girmesi için ayrlm bulunan "reyyân" adl kapsndan girme
hakk (Buhârî, “Savm”, 4) bu kar l n mukaddimesi saylm tr.
Oruç, nefsin isteklerinden iradî olarak uzak durma olmas yönüyle bir
irade e itimine, açlk ve susuzlu un verdi i skntya dayanma yönüyle de
bir sabr e itimine dönü mektedir. nsann hayatta ba arl olabilmesi için
irade hâkimiyeti ve güçlükler kar snda dayanabilme gücü de önemli bir
role sahiptir. Nefsin isteklerinin kontrol altna alnmasnda, ruhun arndrlp
yüceltilmesinde oruç etkili bir yoldur. Bu orucun de i ik biçimlerde de olsa
hemen bütün din ve kültürlerde riyâzet ve mücâhede yolu olarak mevcut
olmasn da açklar.
Toplumsal hayatta huzursuzluklara yol açan ta knlklar, büyük ölçüde
insann hayvanî yönünü tatmin eden maddî zevklere dü künlükten kaynaklanr. Maddî zevk deyince de akla, yeme içme ve cinsel ili ki gibi zevkler
gelir. te oruç, insan maddî zevk ve ehvetler pe inde ko turan, dolaysyla
da, Allah'n haklarna riayet edemedi i için kendisine zulmetmesine, insanlarn haklarna riayet edemedi i için onlara zulmetmesine sebep olan nefs-i
emmâreyi teskin etmenin de bir ilâc, a rlklar törpülemenin bir çaresidir.
Oruç, yoksullarn durumunu daha iyi anlamaya, dolaysyla onlarn skntlarn giderme yönünde çaba sarfetmeye de vesile olur. "Tok, açn halinden anlamaz" atasözü de bunu ifade eder.
Orucun, dinimizde önemli bir yeri olan sabr konusuyla irtibat da burada hatrlanmaldr. "Namaz ve sabrla yardm isteyin" (el-Bakara 2/153) ve
"Sabredenlere ecirleri hesapsz olarak tastamam verilir" (ez-Zümer 39/10)
gibi âyetler, "Oruç sabrn yarsdr" (Tirmizî, “Da‘avât”, 86) diyen ve orucun
Allah için olup mükafâtn da kendisinin hesapsz olarak verece ini bildiren
hadislerin ortak anlam, orucun sabr boyutunu ve bunun fazilet ve sevabnn yüksekli ini anlatr.
Bütün bunlara ilâveten orucun sa lk açsndan pek çok yararlar bulundu u da uzman hekimler tarafndan ifade edilmektedir. Ramazan orucu zahiren bakld nda, bir yl boyunca çal an vücut makinesinin dinlenmeye ve
bakma alnmas gibidir. Oruç, özellikle mide ve sindirim organlarnn dinlenmesi için iyi bir moladr.
Oruçla ilgili olarak ilki kutsî hadis olmak üzere Peygamberimiz’in baz
sözleri öyledir:
384
LM HAL
"Her bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar kar lk olabilir;
fakat oruç ba kadr. Çünkü oruç benim içindir ve onun ecrini ben vereceim" (Müslim, “Syâm”,164; Nesaî, “Syâm”, 42).
"Kim iman ederek ve sevabn Allah'tan umarak ramazan orucunu tutarsa önceki günahlar affedilir" (Buhârî, “Savm”, 6).
"Canm elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; oruçlunun a z kokusu,
Allah katnda misk kokusundan daha ho tur; Allah der ki: A z kokan u
kul ehvetini, yemesini, içmesini benim için terkediyor. Mademki srf benim
için oruç tutmu , o orucun ecrini ben veririm" (Buhârî, “Savm”, 9; Müslim,
“Syâm”, 164).
"Oruçlu için birisi iftar etti i vakit, öteki Rabbi ile kar la t  vakit olmak
üzere iki sevinç vardr" (Buhârî, “Savm”, 9).
"Oruç bir kalkandr" (Buhârî, “Savm”, 9; Tirmizî, “Îmân”, 8).
Rivayet edildi ine göre saç ba  da nk bir adam Hz. Peygamber'e gelerek,
-"Ey Allah'n elçisi! Allah'n beni yükümlü tuttu u orucun miktarn
söyle" demi , Peygamberimiz "Ramazan ayn oruçlu geçir" buyurmu ,
adam bu defa "Bunun d nda ba ka oruç tutmam gerekiyor mu?" diye sormu , Peygamberimiz de "Hayr, yükümlü oldu un ba ka oruç yoktur.
Fakat, nâfile olarak tutabilirsin" cevabn vermi tir. Adam ayn ekilde
sorularna devam ederek zekât, namaz ve hac konusunda bilgiler aldktan
sonra "Sana ikramda bulunan Allah'a yemin olsun ki, bu söylenenlerden
fazla bir ey de yapmam, eksik de brakmam" diyerek çekip gitmi , Peygamberimiz de arkasndan öyle söylemi tir: " ayet dedi ini yaparsa bu adam
kurtulmu tur" (Buhârî, “Savm”, 1; Müslim, “Îmân”, 9).
III. ORUCUN ÇE TLER
Hanefîler'e göre di er ibadetler gibi oruç da farz, vâcip ve nâfile çe itlerine
ayrlr. Bu üçlü ayrm Hanefîler'in, dinen yaplmas gerekli olan eyleri farz ve
vâcip eklinde iki kademeli bir ayrma tâbi tutmu olmas sebebiyledir. Di er
mezheplerde "vâcib" terimi ise her iki kategoriyi de içine alr. Nâfile ise farz ve
vâcip d nda kalan dinî ödevlerin genel addr.
A) FARZ ORUÇ
Farz olan oruç denince, ramazan orucu kastedilir ve zaten tayin edilmi ,
önceden belirlenmi (muayyen) olan oruç da budur. Mazeretli veya mazeret-
ORUÇ
385
siz olarak tutulamad  zaman, ba ka bir zaman kazâ edilmesi de ayn ekilde farzdr.
Bunun d nda bir de kefâret olmak üzere tutulan oruç vardr. Ramazan
orucunun bozulmas sebebiyle tutulmas gereken kefâret orucu yannda
ayrca, zhâr, yanl lkla ve kaza ile adam öldürme, hacda ihraml iken vaktinden önce tra olma (halk) ve yemin için tutulacak olan kefâret oruçlar da
farz oruç kapsamnda de erlendirilmi tir. Kefâret orucu, yaplan bir hatann
cezas veya telâfisi anlamn ta d ndan ki i için ba tan belirlenmi bir
yükümlülük olmayp, buna sebebiyet vermesi halinde gündeme gelebilen
ârzî bir yükümlülük niteli indedir. Bu bakmdan ramazan orucu "muayyen
farz", di erleri ise "gayr-i muayyen farz" olarak nitelendirilir. Ramazan orucu
sadece belirli bir vakitte, yani ramazan aynda tutulabilirken, di erleri oruç
tutmann mubah oldu u her zaman tutulabilir.
Ramazan orucunun kazas da istenilen mubah günlerde tutabilir. Fakat
mam âfiî'nin kazâya kalan orucun ayn yl içerisinde kazâ edilmesi gerekti ine ili kin görü ü de dikkate alnarak, herhangi bir sebeple kazâya kalan
orucu mümkün olan en ksa zamanda tutmaya çal mak uygun olur.
B) VÂC P ORUÇ
Nezir (adak), ki inin dinen yükümlü olmad  bir ibadeti yapmay kendisi için bir yükümlülük haline getirmesidir. Ki i, oruç tutmay adam sa, bu
adak orucunu tutmas vâciptir. Adak adanrken, orucun tutulaca  gün belirlenmi se, meselâ falan ayn falan günü gibi, bu muayyen bir vâcip olur ve
orucun belirlenen günde tutulmas gerekir. Nezredilen itikâf orucu da belirli
günde tutulaca  için muayyen vâcip saylr. Orucun tutulaca  gün belirlenmemi se gayr-i muayyen vâcip olur ve diledi i mubah bir günde tutabilir.
Ba lanm nâfile bir orucun bozulmas durumunda bunun kazâ edilmesi
Hanefîler'e göre vâciptir. Mâlikîler ise kazânn farz oldu unu söylemi lerdir.
âfiî'ye ve Mâlik'ten ba ka bir rivayete göre ise, nâfile orucun kazâs gerekmez.
C) NÂF LE ORUÇ
Farz ve vâcip olan oruçlarn d nda tutulan oruçlar nâfile oruç olarak
isimlendirilir. Daha önce namaz çe itlerini ele alrken belirtti imiz gibi, nâfile, gereksiz anlamna de il, farz ve vâcip olann d nda, ksaca gerekenin
d nda yaplan anlamna gelir. Daha fazla sevap kazanmak maksadyla
386
LM HAL
yapld  için tabir câizse nâfile ibadet, bir bakma fazla mesai yapmaktr.
Nâfile oruçlarn sünnet, müstehap, mendup veya tatavvu olarak adlandrldklar da olur.
Nâfile oruç, mubah olan tüm günlerde tutulabilir. Ancak baz günlerde
oruç tutmak daha faziletli görülerek bugünlerde oruç tutmak sünnet veya
mendup kabul edilmi tir. Peygamberimiz’in sklkla oruç tuttu u veya oruç
tutulmasn tavsiye etti i günler, ksaca oruç tutmann mendup kabul edildi i belli ba l günleri görelim.
Oruç Tutmann Mendup Oldu u Günler
1. evval Orucu. Ay takviminde ramazan ayndan sonraki ay, evval
aydr. evval aynda alt gün oruç tutmak müstehaptr. Bu oruçlarn bayramn hemen arkasndan pe pe e tutulmas daha faziletli olmakla birlikte ay
içerisinde aralkl olarak tutmak da mümkündür. Kazâ veya adak oruçlarnn
bugünlerde tutulmasyla da ayn sevap elde edilir. Peygamberimiz’in, ramazan oruçla geçirip buna evvalden alt gün ilâve eden ki inin bütün yl
oruçlu geçirmi olaca  yönündeki ifadesini (Müslim, “Syâm”, 204), "Kim iyi
bir amel i lerse, kendisine bunun on kat ecir vardr" (el-En‘âm 6/160) âyetiyle birlikte de erlendiren kimi âlimler, bire on hesabyla, ramazan orucunun on aya, alt gün evval orucunun da altm güne kar lk oldu unu ve
bu suretle bütün yln oruçlu geçirilmi saylaca n söylemi lerdir.
2. A ure Orucu. Muharrem aynn onuncu gününe "â ûrâ" denilir. Hz.
Peygamber'in bugünde devaml olarak oruç tuttu u rivayet edilmi tir. Fakat
sadece o günde oruç tutulmas do ru görülmemi , bunun yannda bir önceki
veya bir sonraki günün de oruçlu geçirilmesi tavsiye edilmi tir. Bir rivayete
göre Peygamberimiz Medine'ye geldi inde yahudilerin a ure gününde oruç
tuttuklarn görünce, bu orucun anlamn yani ne için tutuldu unu sormu tu. Yahudiler, bugünün büyük bir gün oldu unu; Allah'n Mûsâ'y ve
srâilo ullar'n dü manlarndan bugünde kurtard n ve Mûsâ'nn bu sebeple bugünde oruç tuttu unu, kendilerinin bugünde oruç tutmalarnn da
bundan kaynakland n söyleyince, Peygamberimiz "Ben Mûsâ'ya sizden
daha yaknm" demi ve bugünlerde oruç tutulmasn emretmi tir ( bn Mâce,
“Syâm”, 41). A ure orucunu Câhiliye döneminde Araplar'n tuttu u ve Hz.
Peygamber'in de ramazan orucunun farz klnmasna kadar bu orucu tutmay emretti i rivayetleri de vardr (Müslim, “Syâm”, 116). Daha sonra ramazan orucu farz klnnca a ure orucu bir yükümlülük olmaktan çkarlm ,
fakat a ure günü oruç tutulmas tavsiye edilmi ve bugün oruç tutmak sünnet olarak devam etmi tir.
ORUÇ
387
3. Her Ay Üç Gün Oruç. Her aydan üç gün oruç tutmak, bunu özellikle
her ayn 13, 14 ve 15. günlerinde yapmak müstehap kabul edilmi tir. Kamerî takvim (ay takvimi) hesabna göre bugünlere "eyyam- bîd" denir. Peygamberimiz’in özellikle ayn 13, 14 ve 15. günlerinde olmak üzere her ay
üç gün oruç tutmay tavsiye etti i rivayeti (Müslim, “Syâm”, 181-182) yannda Hz. Âi e'nin, Peygamberimiz’in her ay üç gün oruç tuttu una dair
rivayeti de bulunmaktadr.
4. Pazartesi-Per embe Orucu. Her hafta pazartesi ve per embe günleri
oruç tutmak da te vik edilmi bir nâfiledir. Peygamberimiz’in pazartesi ve
per embe günleri oruç tuttu u ve soruya cevaben de " nsanlarn amelleri
Allah Teâlâ'ya pazartesi ve per embe günleri arzolunur; ben amelimin arz
srasnda oruçlu olmay tercih ediyorum" (Ebû Dâvûd, “Savm”, 60; bn Mâce,
“Syâm”, 42) dedi i rivayet edilmektedir.
5. Zilhicce Orucu. Zilhicce aynn ilk dokuz gününde oruç tutmak tavsiye edilmi tir. Zilhicce aynn 10. günü kurban bayramnn ilk günüdür.
Peygamberimiz’in zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmay sürdürdü ü rivayet edildi i için zilhiccenin ilk dokuz gününün, yani kurban bayramndan
önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptr. Fakat skntya ve halsizli e sebep olaca  gerekçesiyle, hacda olanlarn 9. günü (arefe günü) oruç
tutmas mekruh görülmü tür. Peygamberimiz arefe gününün faziletine ili kin olarak "Arefe gününden daha çok Allah'n cehennem ate inden insanlar âzat etti i bir gün yoktur" buyurmu , yine "Arefe günü tutulan orucun
bundan önce ve sonra birer yllk günahlar örtece i Allah'tan umulur" dedi i (Müslim, “Syâm”, 196-197) nakledilmi tir.
6. Haram Aylarda Oruç. Haram aylar olarak anlan zilkade, zilhicce,
muharrem ve receb aylarnda, per embe, cuma ve cumartesi günleri oruç
tutmak müstehaptr.
7. âban Orucu. âban aynda oruç tutmak müstehap saylm tr. Âi e
vâlidemizin belirtti ine göre Peygamberimiz en çok orucu âban aynda
tutmu , âban aynn tamamn oruçla geçirdi i olmu tur. Fakat, pazartesiper embe veya her ay üç gün ve benzeri gibi tutulagelen mûtat oruç d nda
âban aynn ikinci yarsnda oruç tutmak baz âlimlerce mekruh kabul edildi i gibi, âfiî mezhebine göre haram saylm tr.
8. Dâvûd Orucu: Gün a r oruç tutmak yani bir gün oruç tutup ertesi
gün tutmamak, Peygamberimiz tarafndan "savm- Dâvûd" olarak nitelenmi
ve bu ekilde oruç tutmann faziletli oldu u ifade edilmi tir. Peygamberimiz
388
LM HAL
bu ekildeki oruç hakknda "En faziletli oruç Dâvûd'un tuttu u oruçtur; o bir
gün oruç tutar, bir gün tutmazd" demi tir. Sahâbeden Abdullah b. Amr,
"Ben daha fazlasn tutabilirim" deyince, Peygamberimiz bunun faziletli bir
ekil oldu unu ve daha fazlasn tutmaya çal mamay tavsiye etmi tir
(Müslim, “Syâm”, 187-192). Bu bakmdan gün a r oruç tutmak, en faziletli
nâfile oruç olarak de erlendirilmi tir.
Yukarda belirtilen günlerde oruç tutmann fazileti ve ki iye kazandraca  sevaplar konusunda birçok hadis rivayet edilmi tir. Oruç tutmann tavsiye edildi i günler incelendi inde bunlarn belirlenmesinin geli igüzel olmayp, belli bir periyoda göre düzenlendi i görülür. Bu bakmdan oruç tutmann ruhî ve bedenî yararlar göz önüne alnd nda yln belli zamanlarnda
oruç tutmak oldukça yararl, tutulacak oruçlar Peygamberimiz’in önerdi i
günlerde tutmak ise oldukça sevapldr. Bununla birlikte, oruç tutulmas
haram ve mekruh olmayan günlerde ki i kendi durumuna ve tercihine göre
istedi i zaman nâfile oruç tutabilir.
D) ORUÇ TUTMANIN YASAK OLDU U GÜNLER
Dinimizde, oruç tutmann emredildi i, tavsiye edildi i günler oldu u
gibi, oruç tutmann yasakland  veya ho kar lanmad  günler de vardr.
Baz belli günlerde oruç tutmann ho kar lanmay nn çe itli sebepleri
bulunmaktadr. Yasa n mahiyetine ve a rlk derecesine göre, bugünlerin
bir ksmnda oruç tutmak haram veya tahrîmen mekruh saylrken, di er bir
ksmnda ise tenzîhen mekruh saylm tr.
Oruç tutmann yasak oldu u günlerin ba nda bayram günleri gelir.
Peygamberimiz iki vakitte oruç tutulmayaca n bildirmi tir ki birisi ramazan
bayramnn birinci günü, di eri kurban bayram günleridir (Buhârî, “Savm”,
67). Ramazan bayramnn sadece birinci gününde ve kurban bayramnn
dört gününde oruç tutmak haramdr (bir görü e göre tahrîmen mekruh). Bugünlerde oruç tutmann ho kar lanmayp yasaklanmasnn anlam açktr.
Bayram günlerinin yeme, içme ve sevinç günleri olmas yannda, her birinin
ayr bir anlam da bulunmaktadr. Ramazan bayram, bir ay boyunca Allah
için tutulan orucun arkasndan verilen bir "genel iftar ziyafeti" hükmündedir
ve bu anlamndan ötürü ona "ftr bayram (iftar bayram)" denilmi tir. Ramazan bayramnn ilk günü bu yönüyle bir aylk ramazan orucunun iftar
olmaktadr. Böyle toplu iftar gününde oruçlu olmak, Allah'n sembolik ziyafetine katlmamak anlamna gelir ki bunun en azndan edep d  oldu u
ortadadr. Allah için kurbanlarn kesildi i kurban bayram günleri de ziyafet
ORUÇ
389
günleridir. Peygamberimiz te rik günlerinin yeme, içme ve Allah' anma
günleri oldu unu belirtmi tir (Ebû Dâvûd, “Savm”, 50).
Hayz veya nifas halinde kadnlarn oruç tutmalar haramdr; oruç tutmalar halinde tuttuklar oruç geçerli olmayaca  gibi günah i lemi olurlar.
Onlar bugünlere denk gelen ramazan oruçlarn daha sonra kazâ ederler.
Esasen evval ayndan alt gün oruç tutmann tavsiye edilmesinin altnda,
kadnlarn ay hali nedeniyle tutamadklar oruçlar derhal kazâ etmelerine bir
frsat hazrlama dü üncesi bulunmaktadr. evval orucunun erkekleri de
içine alacak ekilde genelle tirilmesi ise, hem kadnlarn bu durumlarnn
dikkatten kaçrlmas hem de orucun herkesle birlikte tutulmasnn kolay
olu una mâtuf olmaldr.
Baz günlerde oruç tutmak ise çe itli sebeplerle mekruh saylm tr. Meselâ;
sadece a ure gününde oruç tutmak yahudilere benzemek ve onlar taklit etmek
anlamn içerdi i için mekruh saylm tr. Kimi âlimlere göre sadece cuma gününde veya sadece cumartesi gününde oruç tutmak, nevruz ve mihrican günlerinde oruç tutmak tenzîhen mekruhtur. Ancak ki inin öteden beri al kanlk
haline getirdi i oruç bugünlere rastlarsa, özel olarak bugünlerde oruç tutma
kast bulunmad  için, bunun bir sakncas yoktur. Oruç tutmak için özellikle
cuma gününü seçmenin mekruh olu u, bugünün müslümanlarn haftalk
bayram günü kabul edilmesidir. Peygamberimiz, mûtat orucun denk gelmesi
d nda, özellikle cuma günü oruç tutmamay tavsiye etmi tir.
ek günü oruç tutmak mekruhtur. Havann bulutlu olmas gibi sebepler
yüzünden âban aynn yirmi dokuzundan sonraki günün âban ayna m
yoksa ramazan ayna m ait oldu u konusunda üphe meydana gelirse,
bugüne “ ek günü” denilir. Bugünün ramazan ayna ait olup olmad nda
ku ku bulundu u anlamna gelir. Bugün herhangi bir oruç tutmak mekruhtur. âban ayn oruçla geçiren kimsenin ek gününde orucu brakmamas
daha faziletli oldu u gibi, mûtad ek gününe denk gelen kimsenin bugünde
oruç tutmasnda da bir saknca yoktur. Peygamberimiz ramazan bir veya iki
gün önceden oruç tutarak kar lamay yasaklam tr (Buhârî, “Savm”, 11,
14; Müslim, “Syâm”, 21; Ebû Dâvûd, “Savm”, 10). Âlimler bu yasaklamaya
sebep olarak ramazan orucuna ilâve yaplmas endi esini göstermi lerdir. Bu
bakmdan ek günü ramazan orucuna niyetle oruç tutmak tahrîmen mekruhtur. Fakat bugünde oruç tutmak genel olarak mekruh olmakla birlikte
nâfile niyetiyle tutulan orucun geçerli olaca , hatta bugünün ramazann
birinci günü oldu unun anla lmas halinde farz olan oruç yerine geçece i
söylenmi tir.
390
LM HAL
Ancak ramazann ba lama ve biti günlerinde müslümanlar arasnda fitne
ve uyumsuzluk sokacak tutum ve davran lardan iddetle kaçnmak gerekir.
Gerekirse bir gün oruç sonradan kazâ edilebilir ama sebep olunan fitneyi ve
huzursuzlu u telâfi etmek, ortadan kaldrmak kolay olmaz.
ki veya daha fazla günü, arada iftar etmeksizin birbirine ekleyerek oruç
tutmak mekruhtur. Buna visâl orucu (savm-i visâl) denir. Âi e vâlidemizin
belirtti ine göre Peygamberimiz müslümanlara acd  için visâl orucu tutmalarn yasaklam ; kendisinin bu ekilde oruç tuttu u hatrlatlnca da "Siz
benim gibi de ilsiniz; beni Rabbim yedirir, içirir" (Müslim, “Syâm”, 55-58)
diye cevap vermi tir.
Kadnlarn aile ve toplum içerisindeki statülerine ili kin olarak olu an
anlay do rultusunda, kadnn kocasndan izinsiz olarak nâfile oruç tutmasnn ho olmayaca  yönünde görü ler ileri sürülmü tür. Bu gibi anlay larn günümüz sosyal ve aile ili kileri açsndan yerinde olmad  açktr.
Maa veya ücret kar l  çal an kimseler, i veriminin dü mesine yol
açmas durumunda nâfile oruç tutmamaldr. Buna mukabil i verenlerin
ramazan aynda, oruç ibadetinin kolay ve rahat biçimde yerine getirilebilmesi için birtakm önlemler almalar ve düzenlemeler yapmalar gerekir.
Haclar, oruç tuttuklar takdirde güçsüz ve yorgun dü me ihtimalleri bulundu u takdirde, zilhiccenin 8 ve 9. günleri olan "terviye" ve "arefe" günlerinde oruç tutmamaldr. Çünkü hac ibadetini yaparken daha zinde ve canl
olmalar, öncesinde nâfile oruç tutmu olmalarndan hayrldr.
IV. ORUCUN RÜKÜN ve ARTLARI
badetlerde rükün, o ibadetin meydana gelmi saylabilmesi için bulunmas zorunlu olan ana unsurlar demektir. Orucun rüknü, oruç süresince
yeme içme ve cinsî ili kiden uzak durma anlamna gelen "imsak"tir. Niyet
de, a a da açklanaca  üzere baz mezheplerce rükün saylmaktadr. Hangi
durumlarda rüknün ihlâl edilmi olaca  konusu, ileride orucun artlar ve
orucu bozan davran lar bahsinde ayrntl ekilde incelenecektir.
badetin vücûb sebebi, o ibadetin mükellef tarafndan bizzat yerine getirilmesi yükümlülü ünün ba lad n gösteren maddî göstergelerdir (alâmet).
Meselâ vaktin girmesi namaz yükümlülü ünün, zenginlik zekât yükümlülüünün sebebi saylm tr. Orucun vücûb sebebi ise vakittir, yani ramazan
aynn girmesidir. Buna göre, yükümlülük artlarn ta yan kimsenin rama-
ORUÇ
391
zan ayna ula mas oruç emrinin fiilen ona yönelmesi anlamna gelir. Vücûb
sebebi tabiriyle kastedilen budur. Nitekim "... ramazan ayna yeti en onu
oruçlu geçirsin" (el-Bakara 2/185) âyeti de bu yükümlülük-sebep ili kisini
göstermektedir.
Namaz ibadetinde vakit, namazn hem vücûb sebebi hem de shhat art
oldu undan onun sebep yönü üzerinde ayrca durulmam tr. Ramazan ay
ise, orucun sadece vücûb sebebi oldu undan ayrca üzerinde durulmasna
ihtiyaç vardr. Konuyu önemli hale getiren bir di er sebep de ramazan aynn ba langç ve biti inin tesbitinin nasl yaplaca  konusunun öteden beri
tart mal olu udur. Literatürde bu konu "rü'yet-i hilâl" yani hilâlin görülmesi
meselesi olarak adlandrlr.
A) H LÂL N GÖRÜLMES
Kamerî aylar, adndan anla ld  gibi ba langc ve biti i ayn hareketlerine göre belirlenen aylardr. Ramazan orucu, ramazan aynda tutuldu undan ve ramazan ay da ay takvimine göre her sene de i ti inden, oruca
ba layabilmek için öncelikle, ramazan aynn ba lad n tesbit etmek gerekmektedir. Peygamberimiz "Hilâli (ramazan hilâli) görünce oruca ba laynz ve hilâli ( evval hilâli) görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde
bulundu unuz ay otuza tamamlaynz" buyurmu tur (Buhârî, “Savm”, 5,
11; Müslim, “Syâm”, 3-4, 7-10). Bir ba ka hadiste de "Hilâli görmedikçe
ba lamaynz, hilâli görmedikçe bayram etmeyiniz. Hava bulutlu olur da
hilâli göremeyecek olursanz, ay otuza tamamlayn" (Buhârî, “Savm”, 11)
buyurulmu tur. Bunun için âban aynn 29. gününden itibaren hilâli görme
ara trmalar yapmak gerekmi tir. Ayn ekilde, ramazan aynn çkp evval
aynn girdi ini anlamak, dolaysyla bayram günü oruç tutmu olmamak
için bu defa ramazann 29. gününden itibaren hilâl gözetlenir ve görülmeye
çal lr. âban aynn yirmi dokuzunda hava bulutlu olur da ay görülemezse, kamerî aylar bazan 29 bazan 30 çekti inden, Peygamberimiz’in
direktifi do rultusunda âban aynn otuz çekti i farzedilerek ona göre davranmak gerekir.
Bir hadislerinde Peygamberimiz "Biz ümmî bir toplumuz; hesap ve
okuma yazma bilmeyiz. unu biliriz ki ay, ya 29 ya 30'dur" (Buhârî, “Savm”,
11,13; Müslim, “Syâm”, 15; Ebû Dâvûd, “Savm”, 4) buyurmu tur.
Rivayet edildi ine göre Peygamberimiz hilâli gördü ü vakit ramazann
bereketli ve huzurlu geçmesi için dua ederdi.
392
LM HAL
a) Hilâlin Görülme Vakti
Hem güne battktan sonra daha kolay görülece i, hem de hesabn netleece i dü üncesinden dolay âlimlerin büyük ço unlu u hilâlin gündüz de il,
güne battktan sonra görülmesine itibar edilece ini söylemi lerdir. Ebû Hanîfe, mam Muhammed, bir sonraki geceye ait olma ihtimalinden dolay, zeval
vaktinden önce veya sonra olmasna bakmakszn, gündüzün görülen hilâl ile
ramazan orucuna ba lanamayaca  gibi ramazan orucunun bitti ine de hükmedilemeyece i görü ündedir. Di er mezheplerin görü ü de bu yöndedir. Ebû
Yûsuf ise zevalden sonra görülecek hilâli sonraki geceye; zevalden önce görülecek hilâli ise, iki gecelik olmayan hilâlin zevalden önce görülemeyece ine
ili kin cârî tecrübî bilgiye dayanarak, önceki geceye ait saym tr.
b) Rü'yet-i Hilâl Meselesi
Rü'yet-i hilâl (hilâlin görülmesi) meselesi öteden beri üzerinde durulan ve
sonu gelmeyen tart malara yol açan bir konudur. Tart mann esas udur:
Ramazan hilâlinin görülmesinde ba gözüyle görmeye mi itibar edilecektir,
yoksa bu hususta astronomik hesaplara dayanmak câiz midir?
Hilâlin, güne battktan sonra görülmesi, kamerî takvime göre içinde
bulunulan ayn sonunu, bir sonraki ayn ba langcn gösterir. Hilâl ilk do du unda çok ince oldu u ve çok ksa bir süre sonra kayboldu u için, ilk
günün hilâlini görmek büyük bir dikkat ve tecrübeyi gerektirir. O anda hafif
bir sis bulunmas durumunda hilâlin görülmesi mümkün olmaz. Bunun için
Peygamberimiz bu gibi durumlarda içinde bulunulan ay, otuz güne tamamlamay emretmi tir.
Dünyann yuvarlak olmas sebebiyle hilâlin bir yerde görülürken ba ka
yerde görülmemesi mümkündür. Buna "ihtilâf- metâli‘" yani ayn do u yer
ve vakitlerinin de i mesi denilir. Oruca ba larken, ihtilâf- metâlie itibar
edilip edilmeyece i hususunda âfiîler, ihtilâf- metâlie itibar edilece ini,
dolaysyla bir yerde görülen hilâlin oraya uzak yerler için geçerli olmayacan söylemi lerdir. âfiîler’in bu konuda sa lam dayanaklar bulunmamaktadr. Onlar ihtilâf- metâliin oruca ba lamada dikkate alnmasn, güne in
hareketlerinin namaz vakitlerinin belirlemesinde dikkate alnmasna benzetmi lerdir: Namaz vakitleri belirlenirken nasl güne in hareketleri esas
alnyor ve meselâ ak am namaz her bölgede ayn anda klnmyor ise,
oruca ba lama vakti de böyle olabilir. Fakat bu oldukça isabetsiz bir benzetmedir. Çünkü; ayn bir aylk hareketi, güne in bir günlük hareketine benzetilmektedir. kincisi ihtilâf- metâli‘ dikkate alnacak olsa bile bu en fazla
ORUÇ
393
bir, çok istisnaî durumlarda iki günlük fark ortaya çkaracaktr. Nitekim astronomik verilere göre ayn ilk kez görüldü ü yerle, buraya en uzak yerdeki
görülü ü arasndaki süre fark dokuz saatten ibarettir. Halbuki güne in hareketinde, belki de her anna göre yüzlerce farkl anlarda, belki farkl bölgelerde günün her annda namaz klnm olmaktadr.
Ula m ve ileti im imkânlarnn son derece yava ve yetersiz oldu u dönemlerde, ihtilâf- metâliin dikkate alnmas anla labilir, izah edilebilir ve
savunulabilir bir durum olsa bile ileti im imkânlarnn son derece süratli
oldu u günümüzde, böyle bir görü ün savunulmas imkânszdr. Kald ki,
fakihlerin büyük ço unlu u, ilk dönemlerden beri, ihtilâf- metâlie itibar
edilmeyece ini, bir yerde görülen hilâlin di er yerler için de geçerli olaca n
söylemi lerdir. Bu görü , savunanlarnn ve delillerinin güçlülü ü bir yana,
bütün müslümanlarn ayn zamanda oruç tutmalar ve ayn zamanda bayram etmeleri sonucunu do urdu u ve zâhiren de olsa bir birlik sa lad  için
bile daha isabetli saylmaya lâyktr.
Asl tart ma astronomi ilminin verilerine göre hareket edilip edilmeyece i noktasnda toplanmaktadr. Bu konuda, astronomi ilminin verilerine
itibar edilmeyece ini savunanlarn argümanlar oldukça zayf görünmektedir. Bir kere, Peygamberimiz "Hilâli görünce oruç tutun..." dedi ine göre,
aslolan hilâlin görülmesidir; görmenin nasl oldu u de il. Hadiste geçen
rü'yet kelimesinin “ba gözüyle görmek” anlamna geldi ini iddia etmek ise
bir zorlamadr; çünkü o kelimenin klasik Arapça'da anlamak, bilmek gibi
anlamlar vardr. Öte yandan, astronomik verilere itibar edilmeyi i, Peygamberimiz’in yukarda geçen "Biz ümmî bir toplumuz, hesap, okuma yazma
bilmeyiz" sözüne dayandrlyorsa, bu takdirde, müslümanlar ne kadar cahil
kalrlarsa o kadar iyi müslüman olurlar gibi bir anlam çkarlmas kaçnlmaz
olur. Esasen Peygamberimiz’in bu sözü, o toplumun bilgi ve tecrübe birikiminin ince hesaplar yapmaya yetmeyece ini, fakat bu i in özünde hesap
meselesi oldu unu da göstermi olmaktadr.
Hz. Peygamber tarafndan hilâlin çplak gözle görülmesi gibi bir ölçünün getirilmi olmas, bu yöntemin kameri ayn ba langç ve biti ini belirlemede yegâne
yol oldu unu belirlemek için de il, belki de öteden beri kullanlagelen mûtat yol,
her türlü artta ve imkânszlk içinde uygulanabilir bir yöntem olmas sebebiyledir. badetlerin ifasnda kolaylk esastr. slâm'daki bütün ibadetlerin ortak özelli i, sade, kolay anla lr ve kolay tatbik edilebilir olmasdr. Bu bakmdan slâm'daki ibadetler, hiçbir uzmanlk ve bilim dalnn geli medi i toplumlarda bile,
tarihte görüldü ü gibi, en sradan insanlar tarafndan bile kolaylkla yerine geti-
394
LM HAL
rilebilir. Sabah namaz klacak olan ki i, kafasn uzatp do u tarafna bakt 
zaman, güne in do up do mad n görebilir. Ama i in özü itibariyle yaln ve
kolay olmas, hiçbir zaman, bilimsel verilerin ve geli melerin dikkate alnmamas
gerekti i anlamna çekilemez. Tam tersine bilimsel geli melerden, her konuda
oldu u gibi, ibadetler konusunda da yararlanmak gerekir.
Günümüzde astronomi ilmi oldukça geli mi , ayn ve güne in hareketlerinin hassas bir ekilde tesbiti mümkün hale gelmi tir. Artk ince astronomik
hesaplar sayesinde, gelecek birkaç yllk namaz vakitlerini gösteren takvimler bile hazrlanabilmektedir. Astronomik hesap, ayn çplak gözle görülebilir
olmasn esas ald na göre, en do rusu bu esasa göre hazrlanan takvimlere
göre hareket etmektir. Bu konuda dünya müslümanlar arasnda devletler
düzeyinde bir görü birli ine varlp, her yl müslümanlarn lâhûtî bir atmosfere girmeye hazrlandklar ramazan aynda onlar tereddüte dü üren ve
ibadet evklerini kran rü'yet-i hilâl tart masna bir son verilmesi günümüz
müslümanlarnn ortak dile idir. Bu suretle, hiç de ilse oruç ve bayram münasebetiyle bir birlik ve beraberlik içinde olunmu , ideolojik söylemler için
istismar edilen bir konu olmasnn önüne geçilmi , slâm ülkelerinin anlamsz bir rekabet ve grupla ma içine girmesi de önlenmi olur.
Klasik dönem fakihleri de, rüyet-i hilâl tart masn kesmek maksadyla,
kamu otoritesinin (hâkim) bu konudaki kararn herkes için ba layc kabul
etmi lerdir. Ülkemizde, her yl ya anan anlamsz ve lüzumsuz tart malara
son vermek için, bu alanda kamu otoritesi saylan Diyanet leri Ba kanl 'nn
astronomik veriler esas alnarak kabul ve ilân etti i takvime uyulmas en
do rusudur. Bu suretle müslümanlar arasnda gereksiz yere olu turulan gerginlik ve so ukluk ortadan kalkacak ve bayramn bütün ülkede ayn günde
yaplm olmas, birlik ve beraberlik ruhunun kuvvetlenmesine katkda bulunacaktr. Bununla birlikte, astronomik hesapla tatmin olmayp hilâlin gözle
görülmesi gerekti ini dü ünenler, meseleyi tabii mecrandan saptrmamak ve
fitneye sebep olmamak artyla sadece kendi nefislerinde gözle görmeyi esas
alarak davranabilirler. Unutmamal ki müslümanlar arasnda fitneye sebep
veya alet olmak büyük günahtr. Kur'an diliyle ifade etmek gerekirse,"Fitne,
sava tan (öldürmekten) bile kötüdür" (el-Bakara 2/191, 217).
B) YÜKÜMLÜLÜK ARTLARI
Orucun yükümlülük artlar denince, bir kimsenin oruç ibadetiyle yükümlü (mükellef) saylmas, farz veya vâcip bir orucun bir kimsenin zimmetinde borç olarak sabit olmas için aranan artlar kastedilir. Fkh literatüründe bu artlar, ‘orucun vücûb artlar" olarak da anlr. Oruç tutmamay mu-
ORUÇ
395
bah klan mazeret halleri de, bu yükümlülük artlarn açklayan ilâve bilgilerdir.
a) Yükümlülük artlar
Namaz mükellefiyeti için gerekli olan artlar yani Müslümanlk, ergenlik
(bulû ) ve belli bir aklî olgunluk düzeyinde olmak (akl), oruç için de gerekli
ve geçerlidir.
Ergenlik ya na gelmeyenler ibadetlerle yükümlü olmamakla birlikte,
al trmak ve sndrmak maksadyla, aile büyükleri onlara ara ara namaz
klmalarn ve oruç tutmalarn söyleyebilir. Peygamberimiz, yedi ya ndan
on ya na kadarki sürede çocu un namaza al trlmasn önermi tir. Bedenî
durumlar dikkate alnmak artyla çocuklarn 8-9 ya larndan itibaren oruca
al trlmalar da uygundur.
Genel vücûb artlar yannda ki inin ayrca oruç tutmaya güç yetirecek
durumda olmas ve yolcu olmamas da arttr. Bu artlar orucun edasnn
vâciplik artlar olarak da adlandrlr. Oruç bahsinin ba nda zikretti imiz
âyetin belirtti ine göre, hasta ve yolcu olan ki iler isterlerse oruç tutmayabilirler. Fakat tutmadklar oruçlar normal duruma döndükten sonra kazâ
ederler. Hasta için normal durum iyile mek, yolcu için ise, yolculu un bitmesidir (ikamet). Oruç tuttu u takdirde kendisinin veya çocu unun zarar
görmesi muhtemel olan gebe veya emzikli kadnlar da oruç tutmayabilirler.
Hatta zarar görme ihtimali kuvvetli ise tutmamalar gerekir. Durumlar normale döndü ünde tutamadklar oruçlar kazâ ederler.
Ya llk sebebiyle oruç tutmaya artk gücü yetmeyenler, bunun yerine bir
fakir doyumlu u olan fidye verirler.
b) Oruç Tutmamay Mubah Klan Mazeretler
Kur'an'da ve hadislerde, dinde insanlara zor gelecek hiçbir yükümlülüün bulunmad na sklkla i aret edildi ini, herhangi bir sknt ve me akkatin bulundu u durumda da mükelleflere birtakm kolaylk ve ruhsatlarn
tannm oldu unu biliyoruz. Bu genel ilkenin bir parças olarak, baz durumlarda farz olan ramazan orucunu tutmamaya da müsaade edilmi tir.
Ramazan orucunu tutmamay mubah klan mazeretler (özürler) genel
hatlaryla unlardr:
1. Sefer. Namaz bölümünde belirtildi i üzere sefer (yolculuk) hali, genellikle, sknt ve me akkatli oldu u için yolcu olanlara birçok konuda ko-
396
LM HAL
laylklar getirilmi tir. Yolcu olanlar için, namazn terkine de il, ksaltlmasna
veya cemedilmesine ruhsat verildi i halde, namaza göre daha yorucu ve
ypratc oldu u için orucun terkedilmesine ruhsat verilmi tir (bk. el-Bakara
2/183-184). Bununla birlikte yolcu saylan kimsenin, e er gerçekten bir
sknt yoksa ve zarar da görmeyecekse oruç tutmas daha faziletli görülmü tür.
Geceden niyetlendi i orucu tutarken, gündüzün yola çkmak durumunda
kalan kimse, Hanefîler'e göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur; fakat
bozmas durumunda kefâret gerekmez. âfiî ve Hanbelîler ise, ramazan
aynda Hz. Peygamber'in Mekke fethine çkt nda Kadîd denilen yere varncaya kadar oruçlu olup orada orucunu bozdu una dair rivayete dayanarak,
geceden niyet edilmi orucun bile sefer durumunda bozulabilece ini söylemi lerdir. Sava durumu veya cephede uzun süre çat ma durumu da ayn
ekilde bir mazerettir. Bu durumlarda kalan ki i, sa l na ve görevine uygun dü en seçene e göre hareket etmelidir.
2. Hastalk. Hastalk da birtakm ruhsatlarn sebebi olan bir durumdur.
Yüce Allah, bölüm ba nda zikredilen âyette hiçbir kayt getirmeden hasta
olanlarn, iyile tikleri bir vakitte oruç tutabileceklerini ifade etmi tir. Bu bakmdan oruç tuttu u takdirde hastal nn artmasndan veya uzamasndan
endi e eden, yahut böyle olmamakla birlikte oruç tutmakta zorlanacak olan
kimseler oruç tutmayabilir veya ba lam bulunduklar orucu bozabilirler.
Oruç tuttu u takdirde hasta olaca  tbbn verilerine göre kuvvetle muhtemel
olan ki inin de hasta hükmünde oldu u söylenmi tir.
3. Gebelik ve Çocuk Emzirmek. Gebe veya emzikli olan kadnlar,
kendilerine yahut çocuklarna bir zarar gelmesinden korkmalar halinde oruç
tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde olduklar gibi, onlara
bu ruhsat tanyan hadisler de bulunmaktadr (Nesaî, “Syâm”, 50-51, 62; bn
Mâce, “Syâm”, 3).
4. Ya llk. Dinimiz oruç tutmaktan âciz olan ya l kimselerin oruç tutmasn istememi , bunun yerine, tutamadklar her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermelerini öngörmü tür. Bölüm ba nda zikredilen
âyette oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin veya tutmaya çal tklar takdirde
büyük bir sknt çekecek olanlarn fidye vermeleri gerekti i ifade edilmektedir. yile me ümidi bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak ramazanda oruç tutma gücüne sahip olmayp da, daha sonra kazâ edebilecek
durumda olanlar fidye vermeyip tutamadklar oruçlar kazâ ederler.
ORUÇ
397
yile meyen sürekli bir hastalk nedeniyle oruç fidyesi veren kimse daha
sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz; oruç tutmas
ve önceki tutamad  oruçlar kazâ etmesi gerekir.
5. leri Derecede Açlk ve Susuzluk. Oruçlu bir kimse açlktan veya
susuzluktan dolay helâk olaca ndan, beden ve ruh sa l nn ciddi boyutta
bozulaca ndan endi e ediyorsa veya böyle bir eyin olmas tecrübeye veya
doktor raporuna göre kuvvetle muhtemel ise, orucunu bozmas câiz olur.
Hatta ölüm tehlikesi açksa oruç tutmas haram olur.
6. Zor ve Me akkatli lerde Çal mak. Esas itibariyle bir insann
ibadetlerini normal bir ekilde yapmasn engelleyecek zor ve a r i lerde
çal mas veya çal trlmas do ru de ildir. nsann ibadetini sa lkl bir ekilde yapmakla geçimini temin ikilemi arasnda braklmas insan haklar
açsndan kesinlikle kabul edilebilir bir durum de ildir. Böyle bir durumda
braklan ki i, e er toplum kendisine daha iyi i imkânlar sa layamyorsa,
dolaysyla i inden ayrld  takdirde geçim sknts çekmesi kesin veya
kuvvetle muhtemel ise, bu durumda oruç tutmayabilir. Geçici bir süre a r
bir i te çal mak durumunda kalan ise bu durumda oruç tuttu u takdirde
sa l na bir zarar eri ece inden endi e ediyorsa oruç tutmayabilir. Bunlar
imkan bulurlarsa kaza ederler, deðilse oruç yerine fidye verirler.
Kur'an'da oruç tutmamay mubah klan mazeretler olarak hastalk, yolculuk ve oruca güç yetirememeden söz edilmi tir (el-Bakara 2/184-185).
Fakihler de oruç tutmama ruhsatn bu üç durumla snrl tutmay tercih etmi , bu üç durumun ortak özelli i me akkat olsa bile, her me akkat halinde
oruç tutulmayabilece ini söylemekte mütereddit davranm lardr. Bunun en
ba ta gelen sebebi, mükelleflerin sübjektif ve de i ken bir durum olan meakkati belirlemede ölçüsüz veya mütesâhil davranp olur olmaz bahanelerle
orucu terketmesine yol açma, yani bu ruhsat kötüye kullanma endi esidir.
Bununla birlikte oruç ibadeti, netice itibariyle kul ile Allah arasnda kalan bir
yükümlülük ili kisi oldu undan, mükelleflerin yukarda saylan mazeretler
  nda ki isel inisiyatiflerini kullanmas, mazeretleri içlerine sinmedi i sürece orucu terketmemesi, hakl ve geçerli bir mazeretlerinin bulundu una iyice
kani olduklarnda da anlan ruhsattan yararlanmas isabetli bir tutum olur.
Sralanan bu mazeretlerden biri sebebiyle oruç tutamayan kimse, oruca, oruçlulara ve ramazan ayna hürmeten, mümkün oldukça bunu belli etmemelidir.
Canna veya bir uzvuna yönelik bir tehdide mâruz kalan kimsenin nasl
davranaca na ili kin olarak kimi âlimler, zorlama kar snda ramazan oru-
398
LM HAL
cunu bozmayp zulmen öldürülen kimsenin günahkâr olmayaca n; tersine
dinine ba ll n gösterdi i için büyük bir sevap kazanm olaca n söylemi lerse de a rlk kazanan görü bu durumda orucu bozmann daha do ru
olaca  yönündedir. Hatta tehdit altnda kalan ki i, oruç için tannan yolculuk, hastalk gibi bir mazerete sahip ise, zorlama kar snda orucunu bozmazsa günahkâr olur.
Dü ün veya sünnet yeme i gibi bir ziyafete ça rlan kimsenin, genel olarak di er davetlerde oldu u üzere bu davete icabet etmesi, dostluk ba larnn
güçlendirilmesi veya ili kilerin geli tirilmesi vb. amaçlara hizmet edece i için
te vik edilmi tir. Nâfile oruç tuttu u bir günde böyle bir ziyafete ça rlan
kimse, sözü edilen olumlu amaçlara hizmet edece inden eminse, bu davete
icâbet etmesinin yerinde bir davran olaca ; fakat, yine de beklenmedik yararlara ve güzelliklere yol açabilece i mülâhazasyla genel olarak bu tür davetlere icâbet edip orucunu bozmasnda bir beis bulunmad  ifade edilmi tir.
Ba lanm olan nâfileyi tamamlamak gerekti i kural sebebiyle bozdu u bu
orucu daha sonra kazâ eder.
C) GEÇERL L K ARTLARI
Orucun sahih (geçerli) olmas için, oruç tutmaya niyet etmi ve orucu
bozacak eylerden kaçnm olmak arttr. Esasen orucu bozacak eylerden
kaçnmak, teknik anlamda rükün olmakla birlikte, ibadetin sahih olmas için
kaçnlmaz bir art oldu u için burada shhat art olarak ele alnm tr. Kadnlar için ilâve art ise, onlarn hayz veya nifas durumunda olmamalardr.
Peygamberimiz’in hanmlarndan gelen bütün rivayetler, onlarn ayba 
hallerinde namaz klmadklar ve oruç tutmadklar yönündedir.
Daha önce namaz bahsinde ve bu bölümün ba nda da belirtildi i gibi
hayz veya nifas halinde bulunan kadnn oruç tutmas haram oldu u gibi,
tutaca  oruç da geçerli olmaz. Kadnlar bu durumlar sebebiyle tutamadklar oruçlar daha sonra istedikleri bir zamanda kazâ edebilirler. Fakat evval
ay içinde tutarlarsa hem borçlarndan kurtulmu , hem de Peygamberimiz’in
evvalde oruç tutmaya ili kin tavsiyesine uymu olurlar.
Cünüplük, hayz ve nifastan farkldr. Çünkü; cünüplü ün gerçekle mesi
ihtiyarî oldu u gibi, gusletmek suretiyle cünüplükten temizlenmek de mümkündür. Bu bakmdan cünüplük oruca ba lamaya engel görülmemi tir. Bununla birlikte mümkün olan en ksa zamanda cünüplükten temizlenmek
gerekir.
ORUÇ
399
a) Niyet
Di er ibadetlerde oldu u gibi oruç ibadetinde de niyet arttr. âfiîler ve
baz Mâlikîler niyeti rükün saym lardr. Her ikisine göre de, niyet edilmedi i
takdirde sabahtan ak ama kadar aç durmak oruç yerine geçmez. Bu bakmdan, ister farz veya vâcip, isterse nâfile olsun her tür oruçta niyet arttr. Herhangi bir oruca kalben niyet etmek, hangi orucu tutaca n kalbinden geçirmek yeterlidir. Bu niyetin dil ile ifade edilmesi, onun teyit edilmesi ve perçinlenmesi anlamna geldi inden mendup saylm tr.
aa) Niyetin Vakti. Her türlü oruç için mümkün oldukça, sabah vakti
girmeden önce veya geceden niyet etmek en faziletli olandr. Çünkü bu
suretle hem mezheplerin bu konudaki ihtilâflarnn d nda kalnm , hem de
niyet ibadetin ba lama vaktiyle ayn zamana getirilmi olur. Nitekim niyetin
hangi vakitte yaplaca  konusu mezhepler arasnda ihtilâfl oldu u gibi,
niyetin vakti açsndan oruç türleri arasnda da fark gözetilmektedir.
1. Hanefîler'e göre ramazan orucu, nâfile oruçlar ve vakti belirtilmi
adak (nezr-i muayyen) oruçlarnn niyet etme vakti gün batmndan ba layp
ertesi günün ku luk vaktine hatta ö le namaz vaktinin girmesinden az
önceki vakte kadar devam eder. Ö le vakti girdikten sonra artk hiçbir oruca
niyet edilemez.
Zevalden önce nâfile oruca niyet etmenin câizli ini gösteren hadisler
bulunmaktadr. Bunlardan birinde, Peygamberimiz’in bir gün Âi e vâlidemize ö le yeme i hazrlayp hazrlamad n sordu u, Hz. Âi e'nin yiyecek
bir ey olmad n söylemesi üzerine Peygamberimiz’in o gün oruç tuttu u
rivayet edilir.
Mâlikîler'e göre niyetin geçerli olmas için güne in batmasndan itibaren
gecenin son ksmna kadar veya fecrin do mas ile birlikte yaplmas gerekir.
Çünkü sabahleyin, yani oruç ibadetinin ba lama vaktinde niyet edilmeyince
o günün oruçlu geçirilmeyece i belirli hale gelmi olur.
âfiîler'e göre ise ramazan orucu, kazâ orucu ve adak orucuna geceden
niyetlenmek arttr. Fakat nâfile oruca zevalden önceye kadar niyetlenmek
câizdir.
2. Zimmette sübût bulmu oruçlara ise en geç imsak vaktine kadar niyet
edilmi olmas ve orucun belirlenmesi gerekir. Orucun zimmette sübût bulmas, oruç borcunun kaçnlmaz bir ekilde kesinle mi , sabit hale gelmi olmas
demektir. Meselâ ba lanm fakat bir sebeple tamamlanamam nâfile orucun
400
LM HAL
kazâs zimmette sabit olmu , borçlu u kesinle mi tir. Ramazan orucunun
kazâs da böyledir. Fakat ramazan orucunun kendisi henüz zimmette sabit
borç saylmaz; çünkü meselâ, ki inin ertesi gün ya ayp ya amayaca  belli
de ildir. Ki i ertesi günün herhangi bir vaktinde ölecek olsa, o günkü oruç
zimmetine borç yazlmaz. Ancak daha önceki günlerde kazâya kalan ramazan
orucu zimmetinde mevcuttur. Kefâret oruçlar ile mutlak adak oruçlar da zimmette sübût bulmu borç kapsamna girmektedir. Bu çe it oruçlara geceden
veya en geç ikinci fecrin ba langcnda niyet etmek gerekti i gibi niyet ederken
tutulan orucun mutlak nezir mi, bir orucun kazâs m oldu unu da belirtmek
gerekir. Zimmette sabit olmas kesinle mi oruçlarn ifa zaman için dinde
belirlenmi muayyen bir zaman olmad  için, mükellef bu oruçlar kendi belirleyece i bir zamanda tutabilir. Öyle olunca da, hangi orucu tutaca n belirlemesi arttr. ayet bir kazâ orucuna ikinci fecrin do masndan sonra niyet
edilse, bununla kazâ geçerli olmayaca  için, oruç nâfileye dönü ür.
bb) Niyetin ekli. Ramazan, belirli adak veya herhangi bir nâfile oruç
için mutlak niyet yeterlidir. Meselâ; "yarn oruç tutmaya" veya "yarnki günün
orucunu tutmaya" niyet edilse, ertesi gün ramazan ise, bu niyet ramazan orucuna niyet yerine geçer; ertesi gün, daha önce oruç tutmak için vaktini tayin
etmi oldu u gün ise bu defa adak orucuna niyet etmi olur. Hatta ramazan
günleri ramazan orucu için ve oruç tutulmas adanan gün, adak orucu için
belirli hale geldi i için, ki i bugünlerin öncesinde niyet ederken "Yarn nâfile
oruç tutmaya niyet ettim" dese bile, tutaca  oruç nâfile oruç de il, vakti belirli
olan oruç yerine geçer. Çünkü orucun ifa edilmesi için belirlenen vakit içinde
yine ayn cinsten ikinci bir ibadet yaplamayaca ndan, yani oruç dar zamanl
bir vâcip olup vakit de bunun miyar oldu undan, niyet asl yaplmas gereken
ibadete râci olur. Bununla birlikte bunlar için geceleyin niyet edilmesi ve ne
orucu oldu unun belirlemesi (tayin) daha faziletlidir. Meselâ "Yarnki ramazan
orucunu tutmaya niyet ettim" demekle belirleme yaplm olunur.
Fakihlerin ço unlu una göre ramazann her günü için ayr ayr niyet
edilmesi arttr. Çünkü her bir günün orucu kendi ba na bir ibadet olup,
öteki günlerde tutulan veya tutulacak olan oruçla ili kisi yoktur; dolaysyla
bir günün orucu bozuldu u zaman sadece o günün orucu bozulmu olur,
öteki günlerin orucu bundan etkilenmez.
Mâlikîler'e göre ise, ara vermeksizin pe pe e tutulmas gereken oruçlarda en
ba ta yaplacak tek niyet yeterlidir. Zhâr, katl kefâreti ve ramazan orucunun
kefâretinde oldu u gibi ramazan orucunda da tek niyet yeterlidir. Ancak bu
oruçlara yolculuk, hastalk, hayz ve nifas gibi zorunlu sebeplerle ara verilecek
ORUÇ
401
olursa, engel kalktktan sonra yeniden niyet gereklidir. Tek bir niyetin yeterli
oldu u oruçlarda her gece niyetlenmek ise menduptur. Mâlikîler'in bu konudaki
gerekçesi ilgili âyette geçen "Sizden her kim ramazan ayna yeti irse onu oruçlu
geçirsin" ifadesidir. Ay, tek bir zamana verilen isimdir, dolaysyla ay süresince
oruç tutmak bütün bir ibadet hükmünde olup namaz ve hacca benzer, tek bir
niyet ile eda edilebilir.
cc) Niyetle lgili Baz Ayrntlar. Oruca niyetin vaktiyle ve ekliyle ilgili ayrnt saylabilecek baz bilgiler de bu ibadetin geçerlili ini yakndan
ilgilendirir. Bunlar u ekilde sralanabilir:
1. çinde bulunulan gün, güne batmadan önce ertesi günün orucuna
niyet edilemez.
2. Güne battktan sonra herhangi bir oruca niyet edilmesi halinde,
ikinci fecre kadar yeme, içme ve cinsel ili kide bulunmak niyete ve oruca
zarar vermez. Çünkü bu niyet ikinci fecirden itibaren ba layacak olan oruç
ibadeti için yaplm tr. Nitekim bu ekilde niyet eden kimse, herhangi bir
sebeple, ikinci fecrin do masna kadar, bu niyetini geri alabilir.
3. Oruç tutup tutmayaca nda tereddüt olmas durumunda veya niyetin
bir arta ba lanmas durumunda niyet gerçekle mi olmaz. Niyet, kesin
azim ve karar demektir.
4. Ramazanda, ramazan orucundan ba ka oruç tutulamayaca  için,
hangi oruca niyet edilirse edilsin ramazan orucu yerine geçer. Fakat, daha
önceden oruç tutmay adad  belirli günde, ba ka vâcip bir oruca (meselâ;
kefâret orucuna veya bir ramazan orucunun kazâsna) niyet ederek oruç tutacak olsa, a rlk kazanan görü e göre bu oruç, niyetlendi i vâcip oruç yerine
geçer, belirli adak orucunu kazâ etmesi gerekir.
5. Hem kefârete hem de nâfileye niyet edilerek tutulan oruç, kefâret
orucu yerine geçer; fakat hem kazâya hem de yemin kefâretine niyet edilerek tutulan oruç, her ikisi de vâciplik açsndan e de er oldu u için, hiçbirinin yerine geçmez, nâfile olur.
Sahura kalkp yeme ve içme de niyet yerine geçer.
6. Tutulamam ramazan oruçlarn kazâ ederken, bir belirleme yapmakszn, “kazâs gereken oruca” diye niyet edebilece i gibi, belirleme yaparak
da niyet edebilir. Üzerinde çok sayda kazâ borcu varsa "kazâs gerekli ilk
oruca" diyerek niyet edilebilir.
402
LM HAL
b) Orucu Bozan eylerden Kaçnmak
Orucun temel unsuru ve anlam, yeme, içme ve cinsel ili ki zevklerinden
uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum brakmak oldu u için, bu anlama
gelecek davran lar orucun bozulmasna sebep olur. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her eyi içine alr. Sigara, nargile gibi keyif veren
tütün kökenli dumanl maddeler ile tiryakilik gere i alnan tüm maddeler
oruç yasaklar kapsamna girdi i gibi her ne sebeple olursa olsun, a zdan
alnan ilâcn da bu kapsamda yer ald nda tereddüt yoktur. Bununla birlikte, tedavi maksadyla i ne yaptrmann hükmü tart mal olup, i nenin
orucun bozulmasna etkisi konusu a a da açklanacaktr.
Orucu nelerin bozaca  sorusuna verilecek ilk cevap "yeme, içme, cinsel
ili kide bulunma ve bu kapsamda de erlendirilebilecek eyler" olacaktr. Bu
ölçü, açk ve anla labilir olmakla birlikte, orucun anlamna aykr davran
saylp saylmayaca nda tereddüt edilen baz durumlar bulunmas sebebiyle, eskiden beri fakihler, nelerin bu kapsama girece ini tek tek saymaya
çal m lar, bu arada gerçekle mesi dü ünülemeyecek nâdir baz durumlarn
hükümlerini dahi belirleme durumunda kalm lardr. lmihal kitaplarnda
ço u zaman tebessümle kar lanan birçok ihtimalin veya anormal durumun
gündeme alnp orucu bozup bozmad nn tart maya açlmas da bu sebep
ve gayretten kaynaklanmaktadr. Özel durumlar ve muhtemel seçenekler
yan yana getirildi inde de, zaman zaman orucun bozulmasn gerektiren aslî
durumun göz ard edildi i, bu konudaki ölçü-kuraln geri plana itildi i olmu tur. Biz esasen zikretti imiz ölçüye vurgu yapmakla beraber, hakl tereddüt olu turabilecek birkaç hususa "Orucun Yasaklar" ba l  altnda de inece iz.
D) ORUÇLU Ç N MÜSTEHAP OLAN EYLER
Orucun geçerlili i ile do rudan ilgili olmamakla birlikte, oruç tutmay
biraz daha kolayla trmak üzere Peygamberimiz’in baz tavsiyeleri olmu tur.
Bunlarn ba nda sahur yapmak gelir. Sahur, ikinci fecirden az önceki vakit
olan seher vaktinde yenilen yemek demektir. Sahura kalkmakla hem bir
eyler yenilerek oruç için enerji toplanm , hem de bir sünnet yerine getirilmi , seher vaktinin feyiz ve faziletinden yararlanlm olur. Bu bakmdan bir
yudum su ile de olsa sahur yapmak ve sahur yeme ini mümkün oldu unca,
gecenin son vaktine denk getirmeye çal mak uygun olur. Peygamberimiz’in
sahura kalkmay te vik ve tavsiye eden birçok hadisi bulunmaktadr: "Oruç
ORUÇ
403
tutmak isteyen sahurda bir eyler yesin" (Müsned, III, 367, 379), "Sahura
kalkn, çünkü sahur yeme inde bereket vardr" (Buhârî, “Savm”, 20; Müslim,
“Syâm”, 45), "Sahur yeme i ile gündüz tutaca nz oruca; ve ö le üzeri uykusuyla da (kaylûle) teheccüt namazna kuvvet kazann" ( bn Mâce, “Syâm”, 22).
Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi te vik
etti i gibi iftarn da vakit girer girmez yaplmasn te vik etmi tir. Bu iki te vikten çkarlabilecek anlam, ibadetin mümkün oldu unca kolay hale getirilmesidir. ftar vakti girdi inde yeme e oturmadan namaz klnmak isteniyorsa yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açp, ondan sonra namaz
klmak yerinde olur.
Oruç açlrken dua edilmesi sünnettir. Herkes içinden geldi i gibi zikrini,
ükrünü ve yakar n ifade edebilir. Örnek olmas bakmndan öteden beri
yaygn olarak yaplan bir duay buraya alalm:
"Allahm! Senin rzan kazanmak için oruç tuttum, senin verdi in
rzkla orucumu açtm. Sana inanp güvendim. Ey lutuf ve ikram
geni olan Rabbim! Beni ba  la."
Varlkl kimselerin, özellikle durumu iyi olmayan kimselere iftar yeme i
yedirmesi güzel ve sevapl bir davran tr. Peygamberimiz, "Oruçluya iftar
ettiren kimse, oruçlunun sevabnda bir eksilme olmakszn, oruçlunun alaca  kadar sevap alr" (Tirmizî, “Savm”, 42, bn Mâce, “Syâm”, 45) buyur-
mu tur. ftar yemeklerini, zenginler arasnda bir lüks ve gösteri yar  haline getirmekten kaçnmak gerekir. Yine varlkl kimselerin, her zamankinden daha fazla olarak, ramazanda ihtiyaç sahiplerine yardmda bulunmas
beklenir. Varlkl kimselerin bulundu u bir bölgede ak am ne ile iftar edeceini dü ünen insanlarn kalmam olmas gerekir. Bu hem Müslümanl n
yüksek bir amac hem de oruç ibadetinin verdi i kalp inceli inin bir gere idir. Aksi bir durum elbette ki varlkl kimselerin vicdann rahatsz edecektir.
Sabah namaznn vaktini geçirmemek kaydyla cünüp sabahlamak câiz ise
de ibadete ba larken temiz olmak dü üncesiyle daha önce gusletmek uygundur. Hayz ve nifastan temizlenen kadnlar için de ayn durum geçerlidir. Bununla birlikte cünüp olarak sabahlayan kimsenin gerekli dikkati göstermek
artyla, banyo yapmas câizdir. Âi e vâlidemizin bildirdi ine göre Peygamberimiz, baz kereler cünüp olarak sabah namaz vaktine girmi tir.
Oruç, ki inin Rabbiyle gönül ba n güçlendiren, ona mânevî ve derunî
bir haz tattran, irade e itimine ve kalp inceli ine yol açan ibadetlerden ol-
404
LM HAL
du u için oruç tutan ki i zaten dilini kötü, çirkin, ba kalarn rencide edecek
bo ve gereksiz sözlerden koruyacaktr. Oruç bu tesiri tam meydana getiremiyorsa, oruç tutan kimsenin bu sonucu ve etkiyi elde etmek için çal mas,
oruçlu iken söz ve davran larna daha çok dikkat etmesi gerekir. Hele insanlarn birbirleri hakknda kötü kanaate sevkedecek ve ili kilerini bozacak
dedikodu ve söz ta ma gibi dinimizce hiçbir zaman ho görülmeyen davran lar, orucun mânevî haline taban tabana zt eylerdir. Peygamberimiz
orucun bu yönünü anlatmak üzere "Yalan konu may brakmayan, yanl
davran lardan kaçnmayan kimsenin kendini aç ve susuz brakmasna Allah'n ihtiyac yoktur" (Buhârî, “Savm”, 8) buyurmu tur. Aslolan ibadeti
amacna uygun yapmak, ibadetin zevkini tatmaktr. badetlerin hakk verilmeye çal ld  takdirde bunun önce ki inin kalp ve vicdanndaki olumlu
etkileri, sonra da toplumdaki olumlu sonuçlar çok belirgin bir ekilde ortaya
çkacaktr. Peygamberimiz bu noktaya i aretle "Hiçbiriniz oruçlu iken kötü
laf söylemesin; ba rp ça rmasn, hatta kendisine a r sözler söyleyen (küfreden) birine dahi sadece 'Ben oruçluyum' demekle yetinsin" (Buhârî,
“Savm”, 2; Müslim, “Syâm”, 160) buyurmu tur.
Ramazann mânevî atmosferini daha iyi hissedebilmek için Kur'an okumak, eksikli ini hissetti i bilgileri ö renmeye çal mak yerinde olur. Ayrca,
her ramazanda mutlaka Kur'ân- Kerîm'in Türkçe anlam, mukabele okur gibi
bir defa okunmal, genel hatlaryla Kur'ân- Kerîm'in içeri i hakknda bilgi
sahibi olunmal, daha derin ve detayl bilgiye ihtiyaç hissedilen konularda, o
alanda yazlm eserlere veya bizzat ehliyetli hocalara ba vurulmaldr.
E) T KÂF
Fkh terimi olarak itikâf, bir mescidde ibadet niyetiyle ve belirli kurallara
uyarak inzivaya çekilmek demektir. Hadis kaynaklar Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yl ramazann son on gününde itikâfa çekildi ini,
hanmlarnn da genelde Resûl-i Ekrem'le birlikte itikâf yapt n nakleder
(Buhârî, “ ‘tikâf”, 3; Müslim, “Hayz”, 6; Tirmizî, “Savm”, 80). Peygamberimiz’in
ramazann son on gününde daha fazla ibadet etti i bilinmektedir. Âi e vâlidemizin belirtti ine göre Resûl-i Ekrem ramazann son on gününe girildi inde
bütün geceyi ihya eder; ailesini uyandrr ve kadnlardan ayr kalrd.
Hz. Peygamber'in bu tatbikatndan hareketle âlimler, oruçlunun özellikle
ramazann son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmi lerdir.
Hatta Hanefîler, Hz. Peygamber'in bunu devaml yapm olmasndan hareketle itikâf kifâî nitelikte müekked sünnet saym tr. tikâf bir ibadet nevi
ORUÇ
405
oldu undan itikâfa girenin mükellef olmas, itikâfa bir mescidde girmesi ve
niyet etmesi gerekli görülür. Kadnlar evlerinin bir odasnda itikâfa girerler.
tikâfa girmek nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem oldu u gibi, ramazann son on gününde olmas tahmin edilen Kadir gecesine
rastlama imkân ve umudunu da arttrr. tikâf, insan dünyevî me galelerden uzakla trp daha fazla ibadete vesile olmas yannda, genel anlamda
hayatn anlam üzerinde tefekkür etme imkân da sa lar. nsanlarn zaman
zaman böyle derin tefekküre ihtiyac vardr. tikâf bu tefekkürü gerçekle tirmek için bir frsat olarak kullanlabilir.
Ýtikâf yapmak isteyen kiþi, itikâf niyetiyle mescid veya mescid hükmündeki bir yerde kalmaya baþlayarak itikâfa girmiþ olur. Vaktini namaz,
Kur’ân tilâveti, dua, zikir ve tefekkür gibi ibadet ve taatlerle veya dinî bilgi
ve kültürünü artýracak sohbet ve okumalarla deðerlendirir. Doðal ihtiyaçlarýný gidermek için mescidi meþgul etmeyecek ve kirletmeyecek þeyleri mescide getirebilir. Mescidde yer, içer ve orada istirahat eder. Mescidin içinde
giderilmesi mümkün olmayan zarurî ve doðal ihtiyaçlarý için dýþarý çýkabilir.
Ancak ihtiyacýný giderdikten sonra hemen itikâf mahalline geri döner.
Nafile itikâflar dýþarýya çýkmakla bozulmaz. Ancak vacip itikâflar, zorunlu ihtiyaçlar dýþýnda itikâf mahallinin terk edilmesiyle bozulur. Tercih
edilen görüþe göre, itikâfýn asgarî süresi için bir sýnýr konmamýþtýr. Bu
bakýmdan bir mescidi ziyaret eden kiþi, bu ziyaret süresinde bile itikâfa niyet
edebilir.
V) ORUCUN YASAKLARI
Orucun yasaklar, do rudan söylenirse yemek, içmek ve cinsel ili kide
bulunmaktr; tersinden söylenirse orucun yasaklar, orucun bozulmasna
sebep olan eylerdir. Bölüm ba nda da belirtti imiz gibi oruç, yeme, içme ve
cinsel ili kiden kaçnmaktr. Dolaysyla bu üç hususa dikkat edildi i takdirde oruç tutulmu olur. Bununla birlikte baz davran larn, saylan bu üç
eyin kapsamna girip girmedi i konusunda gerekli veya gereksiz tereddütler olu abilmektedir. Yine orucun bozulmasna yol açmamakla birlikte, orucun genel havasna, anlam ve gayesine yak mayan eyler konusunda da
dikkatli olmak gerekti i için burada günlük hayatta kar la labilecek baz
durumlara ksaca i aret etmek istiyoruz.
406
LM HAL
A) ORUCUN MEKRUHLARI
Öteden beri fkh ve ilmihal kitaplarnda mekruh olarak nitelendirilen
eylerin bir ksm, orucun anlam ve gayesine yak mayan eyler, bir ksm
da biraz ileri gidildi i takdirde orucun bozulmasna sebep olabilecek eylerdir. Meselâ bir eyi tatmak ve çi nemek mekruhtur; çünkü a za alnan bir
eyin yutulma tehlikesi bulunmaktadr. Fakihler yine ayn gerekçeyle, bir
insann e iyle öpü mesini, ona sarlmasn mekruh saym lardr. Çünkü bu
davran , orucu bozacak bir fiili i lemeye götürebilir. Esasen bir insann
e iyle öpü mesi oruca zarar vermez. Nitekim Âi e vâlidemiz, Peygamberimiz’in oruçlu iken hanmlaryla elle ip akala t n ve öpü tü ünü anlatm tr ( bn Mâce, “Syâm”, 19; Muvatta, “Syâm”, 13).
A r titizlikleri gere i misvak kullanmay dahi mekruh sayanlar bulunmakla birlikte, âlimlerin ço unlu u bunu mekruh görmemi lerdir. Günümüzde yaygn oldu u ekliyle a z ve di temizli inin di frças ve di macunu
kullanlarak yaplmas da oruca zarar vermez; üstelik aksatlmamas gereken
yerinde bir davran da olur. A z ve di temizli ini gündüz yapmamay
tercih edenler, bunu mutlaka sahurdan sonra yapm olmaldr. Oruçlunun
normal temizlik için veya cünüplükten temizlenmek için ykanmas mekruh
olmamakla birlikte, serinlemek maksadyla ykanmas oruç esprisine aykrlk gerekçesiyle mekruh saylm tr. Oruçlunun güzel koku sürünmesi veya
güzel kokan bir eyi özel olarak koklamas da mekruh saylmaz.
Ayrca, esasen orucu bozmamakla birlikte, oruçlunun direncinin krlmasna ve güçsüz dü mesine yol açan, kan aldrmak vb. eyler mekruhtur.
Konunun ba nda sahurun geciktirilmesi ve iftarn vakit girer girmez yaplmasnn anlamna ili kin olarak söyledi imiz hususlar burada da geçerlidir.
B) ORUCU BOZAN EYLER
Yemek, içmek ve cinsel ili kide bulunmak orucu bozan eylerdir. Bunlarn hangi durumda sadece kazâ, hangi durumda kazâ ile birlikte kefâreti
gerektirdi ini görelim.
a) Kazâ ve Kefâreti Gerektiren Durumlar
Orucu bozup hem kazâ hem de kefâreti gerektiren durumlarn ba nda ramazan günü oruçlu iken yaplan cinsel ili ki gelmektedir. Zaten Peygamberimiz oruç
kefâreti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel ili ki olay üzerine vermi tir. Oruç kefâreti konusunda eldeki tek örnek ve delil de budur. Bu bakmdan
bütün fkh mezhepleri, ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek normal
ORUÇ
407
cinsel ili kide bulunmann, hem kazâ ve hem de kefâreti gerektirece i konusunda
görü birli i etmi lerdir. Bir ey yiyip içmenin kefâreti gerektirip gerektirmedi i
konusu ise mezhepler arasnda tart maldr. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gda
veya gda özelli i ta yan her türlü maddeyi almay da bu hükme kyas ederek, bu
durumda da hem kazâ hem de kefâret gerekece ini söylemi lerdir.
Peygamberimiz zamannda cereyan eden ve oruç kefâretinin gerekçesi
olan olay udur:
Bir adam "Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmi ve ramazann
gündüzünde e iyle cinsel ili kide bulundu unu söylemi , bunun üzerine
Peygamberimiz;
- Köle âzat etme imkânn var m?
- Hayr, yok.
- Pe pe e iki ay oruç tutabilir misin?
- Hayr. Bu i de zaten sabredemedi im için ba ma geldi.
- Altm fakiri doyuracak malî imkânn var m ?
- Hayr.
Bu srada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu
hurmay adama vererek yoksullara da tmasn söyledi. Adam "Bizden daha
muhtaç kimse mi var?" deyince Peygamberimiz gülümseyerek "Al git, bunlar ailene yedir" diyerek adam gönderdi (Buhârî, “Savm”, 30; Müslim,
“Syâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Savm”, 37).
Bilerek ve isteyerek kaçnlmas gereken üç ey (yeme, içme, cinsel birle me) d nda bir sebeple orucun bozulmas durumunda kefâret gerekmeyip
sadece kazâ gerekir.
b) Sadece Kazây Gerektiren Durumlar
Oruç yasaklarnn ba nda yeme ve içme geldi ini, oruçlunun kasten yiyip içmesinin kazâ ve kefâreti gerektirdi ini biliyoruz. Buna ilâve olarak
Hanefî fakihleri, beslenme amac ve anlam ta mayan ve esasen yenilip
içilmesi mûtat (normal, al lm ) olmad  gibi insan tabiatnn meyletmedi i
eylerin yenilip içilmesi durumunda da orucun bozulaca n, fakat bunun
kefâreti gerektirmeyece ini söylemi lerdir. Çi pirinç, çi hamur, un, ham
meyve yemek veya fndk, badem ve cevizi kabu uyla yutmak böyledir.
Bunlar yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunlarn bu ekilde yenilmesi normal de ildir ve hem de bunlar bu halleriyle insann i tah duyaca  ve yemek
isteyece i eyler de ildir. Fakihler, ehvetin normal cinsel birle me d nda
tatmin edilmesinin de ayn kapsamda de erlendirilece ini belirtmi lerdir.
408
LM HAL
Fakihler a za giren ya mur, kar veya doluyu isteyerek yutmay, su içme
kapsamnda de erlendirerek orucu bozaca n; fakat, ki inin kast olmakszn
bo aza inen ya mur, kar ve dolunun orucu bozmayaca n söylemi lerdir.
Kusma, kasten yaplmad  durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapldnda ise, sadece a z dolusu olmas halinde bozar.
Ba tan beri ortaya koymaya çal lan oruç tutma esprisi ve orucun anlam ve amacyla pek ba da mayan muhtemel bütün davran lar ve olaylar
tek tek sralamak mümkün olmad  için bu konuda öyle bir açklama getirmek do ru olur: Orucun anlam, Allah rzâs için, gerek beslenme gerekse
tat ve keyif alma kast ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ili kiden uzak
durmak, özetle nefsi i tah ve ehvet duydu u eylerden mahrum etmektir.
Bu yasa n ihlâli saylan her davran orucun mâna ve gayesine aykrdr.
Yeme, içme ve cinsel ili ki saylan her davran orucu bozar, kazâ edilmesini
gerektirir. Kastl olarak yaplrsa hem kazâ hem kefâret gerekir.
Baylma ve delirmenin orucu bozan eylerden saylmas, esasen oruç
yasaklarnn ihlâli ile ilgili olmayp, bütün mükellefiyetlerde ön art olan
bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin
kaplad  günlerin kazâ edilmesinin istenmeyi i de ayn sebebe ba ldr.
Unutarak bir ey yemek ve içmekle oruç bozulmaz. Peygamberimiz
oruçlu oldu unu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini, onlar
Allah'n yedirip içirdi ini söylemi tir (Buhârî, “Savm”, 26; Müslim, “Syâm”,
17). Fakat yanl lkla (hata) yiyip içmek bundan farkl olup Hanefîler'e göre
orucu bozar. Meselâ; bir kimse oruçlu oldu unun farknda oldu u halde
kastsz olarak yanl lkla bir ey yese veya içse, diyelim ki abdest alrken
a zna ald  sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa orucu bozulur ve
kazâ lâzm gelir.
âfiîler orucu bozma kast bulunmad  için yanl lkla bir ey yiyip içmenin orucu bozmayaca n söylerken, Mâlikîler orucun anlamnn (imsak)
ortadan kalkm oldu u gerekçesiyle, ister unutma isterse yanl lk sonucu
olsun, bir ey yiyip içmekle orucun bozulaca n söylemi lerdir.
Sabah vaktinin girip girmedi i konusunda üphesi bulunan kimse yiyip
içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin do mu oldu u ortaya çksa
oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, kefâret gerekmez. Ayný þekilde güne in
batt n zannederek iftar ederken güne in henüz batmad  anla lsa yine
kazâ gerekir. Hanefî mezhebinde aðýrlýklý görüþ böyledir. Ancak, bu durumda kefaretin gerekeceðini söyleyenler de vardýr. Zira ki i, her iki durumda da zann ile hareket etmi ve yanld  ortaya çkm ise de zanlarn
ORUÇ
409
kuvvet derecesi ayn de ildir. Birinci durumdaki zan güçlüdür; çünkü
aslolan gecenin devam ediyor olmasdr. kinci durumdaki zan ise, bunun
tersine zayftr; çünkü aslolan gündüzün devam ediyor olmasdr. Bu bakmdan güne in batp batmad ndan üphe eden kimse hemen iftar etmemeli,
durumun netle mesini beklemelidir. msak ve iftar vakitlerini gösteren bir
takvim ve saatin bulunmad  durumlarda ki i, kendi bilgi ve tecrübesiyle
ictihad ederek ona göre davranr.
Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulmu oldu u zannyla veya
gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yaplan bu niyetin niyet saylmayaca  zannyla günün geri kalan ksmnda bilerek bir ey
yiyip içmek veya cinsel ili kide bulunmak orucu bozar.
Orucu bozacak fakat kefâreti de gerektirmeyecek bir davran tan sonra,
ki inin yiyip içmeye ba lamas halinde, kural olarak kefâretin gerekmeyece i belirtilmi se de, burada aslolan ki inin oruç tutma veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre oldu u eklindeki genel
dinî ilkenin anlam da budur.
Bir ey yiyor veya içiyorken imsak vaktinin girdi ini anlayan kimse
derhal yemeyi ve içmeyi brakmaldr. Bile bile yemeye veya içmeye devam
etmesi halinde Hanefî imamlara göre bu ki iye kefâret gerekir.
c) lâç Kullanmann ve
ne Yaptrmann Hükmü
A zdan alnacak hap, urup ve pastil gibi eylerin orucu bozaca nda
görü birli i bulunmaktadr. Çünkü bunlar do rudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçl olsa bile dolayl olarak beslenme niteli i de ta maktadr.
Göze, burun veya kula a damlatlan ilâcn orucu bozup bozmayaca 
konusu ise tart maldr. Kimi âlimler, göze damlatlan ilâcn orucu bozmayaca , kulak ve burna damlatlann bozaca  görü ünde ise de, bunlardan
burun içinin yemek borusuyla ve mideyle do rudan ba lantsnn bulunduu, gözün dolayl olarak bo aza açld , kula n ise mideyle böyle bir ba lantsnn bulunmad  dü ünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar
hakknda ihtiyatl olmak gerekti i sonucu çkar. Böyle olunca, burna enfiye
çekmek, bo aza inecek ekilde bol miktarda su çekmek gibi davran lar
orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçl ilâç ve damlalar
ise orucu bozmaz. Çünkü bu son saylan davran n yeme ve içme, yani
beslenme ve oruca kar  direnç kazanma faaliyeti saylmas isabetli olmaz.
ne yaptrma meselesine gelince: Deri altna veya adaleye zerkedilen
veya damardan yaplan i nenin orucu bozup bozmayaca  konusu, ilk fa-
410
LM HAL
kihlerin, yaralayp vücuda giren bçak vb. kat cisimler ile derin yara üzerine
sürülen merhemin orucu bozup bozmayaca na ili kin tart malarna göre
belirlenmeye çal lm tr. öyle ki;
a) Ebû Hanîfe'nin “derin yara üzerine sürülen ve karn veya beyne ulaan ilâcn/merhemin orucu bozaca ” yönündeki görü ünü alanlar, i neyle
vücuda bir ey zerkedilmesi durumunda orucun bozulaca n ileri sürmü lerdir. Bu görü te hareket noktas, tabii yollar d ndan da olsa vücuda bir
eyin girmi olmasnn orucu bozaca  fikridir. ne veya damar yoluyla
alnan ilâç, serum veya a  vücudun içine aktlm olmakta ve bütün vücuda yaylmaktadr. Beslenme saylp saylmayaca  tart lsa bile, bunlarn
vücudu güçlendirdi i ortadadr. Bu ekilde alnan ilâç, gerek a zdan alnsn
gerekse i neyle zerkedilmi olsun, hiçbir ekilde kefâret gerektirmese de
orucu bozar ve kazây gerektirir. lâç almak veya i ne yaptrmak durumunda olan kimselerin ya o gün oruç tutmamalar ya da ilâç almay ve i ne
yaptrmay sahur ve iftar vakitlerine almalar gerekir.
b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed'in “derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayaca ” yönündeki görü ünü esas alanlar ise
i neyle vücuda bir ilâcn zerkedilmesi durumunda orucun bozulmayaca n
söylemi lerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca "normal yollardan vücuda
bir ey almaktan kaçnmak" eklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ula m olmasnn bir önemi olmayacan, dolaysyla bu durumda orucun bozulmayaca n söylemi lerdir. Eskiden fetvahâne ve daha sonra 1948 ylnda Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler d ndan vücuda giren bir eyin orucu bozmayaca  yönünde fetva vermi tir. Çünkü bu tedavi yönteminin, a z yoluyla ilâcn yutulmasna benzemedi i açktr. Bu noktadan hareketle, astm ve nefes darl 
sebebiyle a za sklan spreyin zerrecikler halinde içeri gitti i do ru olsa bile
bunlarn akci erden öteye geçmedi i ve mideye ula mad , gda ve susuzluk giderme özelli i de ta madklar; bu sebeple bunlarn da orucu bozmayaca  ileri sürülmü tür. Ayrca belli hastalklara kar  korunmak maksadyla yaplan a larn hükmünde de tart ma bulunmakla birlikte, bu tür
a larla vücuda mikrop verilerek ba  klk kazandrmaya çal ld , dolaysyla bunlarn beslenme amaçl olmad  söylenerek oruca zarar vermeyece i
görü ü a rlk kazanm tr.
Hangi görü alnrsa alnsn, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mükellefe ait olacaktr. Söz konusu olan ey bir ibadettir ve Allah
rzâs için yaplmaktadr. Bu bakmdan, oruç tutan bu uurdaki insanlarn
gerekmedi i halde, hiç açlk, susuzluk ve sknt hissetmeden oruç tutmak için
ORUÇ
411
bu yola tevessül edeceklerini dü ünmek son derece anlamszdr. Çünkü akl
olan herkes gayet iyi bilir ki içeri i bo altlm ve anlam yozla trlm ve
göstermelik hale getirilmi bir ibadetin hiçbir faydas olmad  gibi, böyle yapan ki i sonuçta sadece kendi kendisini kandrm olacaktr. Esasen dinimiz
hasta olan veya tedavi sürecinde olan ki ilerin oruç tutmamasna ruhsat vermektedir. Bu bakmdan ilâç kullanmak veya i ne yaptrmak durumunda olan
kimseler, hem iyi bir tedavi görüp sa l na kavu mak, hem de ibadetlerini
ileride huzûr- kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu tamamyla kendilerinin karar verece i bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan aynda herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet aynn mânevî havasndan
kopmak istemiyorlarsa, oruç için ba ka bir engelleri de yoksa, ikinci grup
fakihlere ait olan ve a rlkl bulunan fetvay esas alabilir, oruçlu olduklar
halde tedavi ve a  amaçl i neleri yaptrabilirler.
VI. ORUCUN KAZÂSI
A) RAMAZAN ORUCUNUN KAZÂSI
Ramazandan bir gün veya daha fazla oruç tutmayan kimselerin, bunlar
kazâ etmeleri gerekti inde görü birli i vardr. Tutmama hastalk, yolculuk,
hayz, nifas ve benzeri özürler sebebiyle, yahut kasten veya yanlarak niyeti
terketmek suretiyle olabilir. Her ne sebeple olursa olsun gününde tutulamam ramazan orucunun kazâ edilmesi gereklidir. Ayn ekilde kefâret, adak
veya ba lanp bozulmu nâfile oruçlarn kazâs da gereklidir. Ba lanp tamamlanmam nâfile oruç meselesinde, âfiîler hiçbir ekilde kazây gerekli
görmezken, Mâlikîler sadece kasten bozma durumunda kazây gerekli görmü lerdir.
Ramazan orucunun kazâs yasak günler d nda her zaman yaplabilir.
âfiîler'e göre ise bir ramazanda kazâya kalm orucun, gelecek ramazana
kadar kazâ edilmesi gerekir. Bir ramazann kazâ borcu yerine getirilmeden,
öteki ramazan gelecek olursa, kazâ borcuna ilâveten bir de fidye ödeme
yükümlülü ü ortaya çkar.
B) KEFÂRET ORUCU
Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmamak büyük günahtr. Müslüman
ki inin mazeretsiz olarak oruç yemesi son derece uzak ihtimaldir. Bununla
birlikte ramazanda mazeretsiz olarak kasten oruç yemek, ramazann saygnl n ihlâl etmek anlamna gelece i için kefâret ödemek gerekir. Kefâret
412
LM HAL
için genel olarak önerilen üç seçenekten sadece ikisinin günümüzde tatbik
imkân vardr ki bunlardan birisi iki ay pe pe e oruç tutmak, ikincisi 60
fakiri doyurmaktr. Toplumsal artlar gere i ve bir anlamda köleli in kaldrlmas hedefine yönelik olarak önerilen köle âzat etme seçene i köleli in
ortadan kalkmasyla uygulama d  kalm tr.
Hanefîler, kefâret seçeneklerinde sra gözetmenin gerekli oldu unu savunduklar için öncelikle iki ay pe pe e oruç tutmay, bu mümkün olmazsa
di er seçenek olan altm fakiri doyurma seçene inin uygulanabilece ini
ileri sürmü lerdir. Mâlikîler ise, sra gözetmeksizin herhangi bir seçene in
yerine getirilmesini yeterli görmü lerdir.
Araya hayz ve nifas gibi do al mazeretlerin girmesi durumu kefâret
orucunun pe pe e olu özelli ine zarar vermez. Bu haller geçtikten sonra
yeniden niyet edilerek kalnan yerden devam edilir.
Ramazanda oruç bozmann kefâretle cezalandrlmasnn altnda, ramazann saygnl na kar  i lenmi bir suç bulunmas yatar. Ramazanda oruç
bozmak, ramazan ayna ve ramazan orucuna yaplm bir hürmetsizlik oldu u
için böyle yapan kimseler için kefâret öngörülmü tür. Bu espriyi dikkate alan
baz fakihler, kefâreti oruç tutmamann de il, orucu bozmann cezas olarak
de erlendirip, ramazan aynda ramazan orucuna niyet edilmedi i takdirde oruç
yemenin kefâreti gerektirmedi ini söylemi lerdir. Fakat bu görü , pek anlaml
ve isabetli görünmemektedir. Çünkü, niyet etsin veya etmesin, ramazanda
mazeretsiz olarak oruç yiyen/tutmayan ki i, ramazan orucuna olmasa bile
ramazan ayna saygszlk etmi olmaktadr. Öte yandan bir ramazanda birden
fazla oruç yemek durumunda sadece bir kefâretin öngörülmesi, kefâret konusunda tek ba na orucun de il, bir bütün olarak ramazann göz önünde tutuldu unu göstermektedir. ayet kefâretin sebebi ramazan orucu olacak olsayd,
bozulan her bir ramazan orucu için kefârete hükmedilmesi gerekirdi.
Esasen ramazan ile ramazan orucunu birbirinden ayrmak da gerçekte
mümkün de ildir. O halde Hanefîler'in ortaya att  bu görü ün anlam nedir? Öyle sanyoruz ki, ramazan ay ile ramazan orucunun birbirinden ayrlmas zihnen mümkün olsa bile gerçekte böyle bir eyin mümkün olmadn elbette onlar da bilmekteydiler. Fakat hukuk tekni i bakmndan kendi
görü leri arasndaki tutarll  kaybetmemek ve bu yönden tenkide mâruz
kalmamak için bu ayrm yapmak durumunda kalm lardr. Bu bakmdan
teknik bir ayrntnn sonucu olan bu görü ü, aslî bir görü gibi de erlendirip,
"canm, niyet etmedi imiz zaman kefâret gerekmiyormu " dü üncesiyle, i i
hafife indirgeyerek, ramazanda oruç tutmamak yanl oldu u gibi, böyle
ORUÇ
413
yapan ki i, kendi kendini kandrm olur. Bu kimse ayrca, dinin temel vecîbelerinden birini hafife ald , gerek ramazana gerek oruca saygszlk etti i
için büyük günah i lemi olur. Kefâretin gerekip gerekmemesi teknik bir
konudan ibaret olup, mazeret olmadkça, ramazan orucu konusunda titiz
davranmak gerekir. Ramazanda özürsüz olarak oruç tutmayan kimse günahkârdr. Peygamberimiz mazeretsiz olarak ramazanda bir gün oruç yiyen
kimsenin ömür boyu oruç tutsa da o günün borcunu gerçekten ödemi olmayaca n ifade etmi tir.
C) F DYE
Fidye konusunu içeren âyetteki "ve ale'llezîne yut¢k†nehû" ifadesinin
(el-Bakara 2/184), dil açsndan oruca güç yetiremeyenler anlamna gelebilece i gibi zorlukla güç yetirenler anlamna da gelebilece i dile getirilmi tir.
Hatta kimi rivayetlerde, "Sizden ramazan ayna yeti enler o ayda oruç tutsun" (el-Bakara 2/185) meâlindeki âyet nâzil oluncaya kadar, fidye âyetinden hareketle, ashaptan dileyenin oruç tuttu u, dileyenin de tutmayp fidye
verdi i, bu âyet nâzil olduktan sonra ise oruç tutmaya gücü yetenler hakknda fidye hükmünün kaldrlp sadece hasta ve ya llar için bir ruhsat olarak devam ettirildi i belirtilmektedir (Müslim, “Syâm”, 149-150). Hz. Peygamber ve sahâbenin uygulamasnn da bir sonucu olarak âyetteki "oruç
tutmakta zorluk çekenler" ifadesiyle, eyh-i fânî (dü kün ihtiyar) denilen
ya l kimselerin kastedildi i yaygn olarak benimsenmektedir. Buna göre
âyet, oruç tutmaya gücü yetmeyen ya llarn tutamadklar oruç için fidye
vermesi hükmünü getirmi olmakta ve fidyenin miktarn "bir fakir doyumlu u" olarak belirlemektedir. A r bir hastal a yakalanan ve iyile me
umudu bulunmayan hasta, orucu ileride kazâ etme ihtimali çok dü ük oldu u için, bu ihtimal yok saylarak eyh-i fânî gibi de erlendirilmi ve fidye
hükmü kapsamna alnm tr. Bu kimselerin, tekrar sa lklarna kavu up
oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmedi inden tutulamayan orucun, ayn
cinsten bir ibadetle telâfisi talep edilmemi , ibadet evkinden mahrum kalmamalar için, bunun yerine "her bir oruç için bir fakiri doyurma" eklinde,
orucun mahiyetiyle alâkal olmas yannda sosyal amac da bulunan bir
telâfi ekli önerilmi tir.
Her geçen gün bünyesi zayflayan hasta ve ya llar, tutamadklar her
bir oruç için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumlu u fidyeyi
ramazann ba nda veya sonunda, nakit para veya mal olarak da verebilirler. Bu fidyeyi sa lklarnda ödeyemezlerse, fidyenin ödenmesini vasiyet
414
LM HAL
etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyetin mevcudiyeti ve terekenin üçte birinin de
yeterli olmas halinde mirasçlarn bu fidyeyi ödemeleri dinî bir vecîbedir.
Vasiyeti yoksa veya terekenin üçte biri fidyeyi kar lamaya yeterli de ilse,
mirasçlarn teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmi tir.
Fidye yoluyla telâfi biçimi, devaml hastalk ve ya llk sebebiyle oruç
tutamayanlara mahsus olup bu iki durumun d ndaki mazeretler (bk. "Orucun artlar"), oruç tutmamaya veya ba lanm bir orucu bozmaya ruhsat
te kil etse de, tutulamayan oruçlar için fidye ödenmesini câiz klmaz. Fakat
bu kimseler kazâ edemeden vefat etmi lerse, mirasçlarn ayn ekilde bu
oruçlar için de fidye vermesi slâm âlimlerince câiz, hatta mendup görülmü tür. Çünkü kazâ borcunu geciktirmemek gerekli ise de, burada söz konusu olan terk, ba langçta mazerete, devamnda ise ileride kazâ etme ümidi
ta nan ho görülebilir bir ihmale dayaldr. Ayrca vefat, bu kimsenin orucunu kazâ etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldrd ndan ya l ve hasta
için söz konusu olan acz halinin bunlar için de söz konusu edilmesi mümkündür. Orucu sa l nda kasten terkeden kimseler için ölümden sonra fidye
verilip verilmeyece i, a a da skat- savm konusunda açklanaca  üzere,
tart maldr.
A r i lerde çal anlarn da oruç yerine fidye vermelerini câiz görenlere
göre âyetin hükmü kaldrlmam tr. Bu durumda olanlar her orucu için bir
fidye ödemekle yükümlüdürler.
Tutulamayan oruçlarn fidyesi birçok yoksula verilebilece i gibi toplam
tutar topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf'a göre ise tek fidyenin
birkaç yoksul arasnda bölü türülmesi de mümkündür.
Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurma, genellikle pratik olmad  için,
ba langçta yoksul doyumlu unun gda maddesine çevrilmesine ihtiyaç duyulmu tur. Bu day, hurma, arpa gibi gda maddelerinin ba lca tarmsal üretimi olu turmas ve bu maddelerin yaygn olarak bulunmas sebebiyle yoksul
doyumlu u için ba langçta getirilen oldukça pratik olan bu çözüm, ileriki
dönemlerde, tarmsal üretim anlay nn de i mesine ba l olarak üretim biçim
ve ili kilerinin de i mesi sebebiyle sknt do urmu ve ülkemizde oldu u gibi
fakir doyumlu u nakde çevrilmeye ba lanm tr. "Bir fakiri bir gün doyurma"
eklindeki ölçü sabit ve de i mez olmakla birlikte, bunun tekabül edece i nakit veya mal, toplumunun üretim biçim ve ili kilerine, geçim artlarna ve
ekonomik seviyesine göre de i ebilir. Hanefî fakihlerin o dönemlerde belirledikleri ölçüye göre bir fakir doyumlu u olan fidye miktarnn, bu day cinsinden kar l  ve dengi yarm sâ‘; arpa, hurma veya kuru üzümden kar l  ise
ORUÇ
415
1 sâ‘dr. Oruç fidyesinin tutar, ftr sadakas tutarna denktir. Günümüzde
fitrenin (sadaka-i ftr) miktar, mükellefe kolaylk olsun diye her yl para olarak duyurulur. Fakat "bir fakir doyumlu u" esprisi gözden kaçrlp, fkh mekteplerinin büyük ölçüde kendi dönemlerinin üretim biçimlerini ve geçim standartlarn dikkate alarak tesbit ettikleri bu day, arpa, hurma miktarlar esas
alnarak her yl, fitre miktarnn bu daydan u kadar, hurmadan u kadar diye
açklanmas yanl anlamalara yol açabilmektedir. "Fakir doyumlu u"nun ne
demek oldu u herkes tarafndan anla lmakla birlikte, bu doyumlu un, paraya
çevrildi i vakit, hesabn yapld  yiyecek maddesine göre de i mesi mâkul
kar lanmamaktadr. Bir fakir doyumlu unun, günümüzde, asgari geçim ve
hayat standard, asgari geçim endeksi gibi ekonomik verilerden hareketle bölgelere göre ayr ayr hesaplanmas mümkün ve daha sa lkl olmakla birlikte,
hiç de ilse, hesapta esas alnan bu day, arpa, hurma ve üzümün tekabül etti i
ortalama miktarn asgari tutar olarak açklanp, ötesinin mükelleflerin ortalama
aylk veya yllk geçim standartlarna göre ayarlamasna braklmas daha
uygun görünmektedir (bk. Ftr Sadakas).
D) ISKAT- SAVM
Iskat- savm, birinin sa l nda iken yerine getirmedi i oruç borcunun
fidye yoluyla telâfi edilmesi, dü ürülmesi anlamna gelmektedir. Bir önceki
bölümde ibadetlerde skat ve devir konusu hakknda yeterince bilgi verilmi ti. Zaten skat- savm ile, ölen kimsenin namaz borcunun fidye ödenerek
dü ürme giri iminin ad olan skat- salât arasnda sk bir ba vardr.
badetler anlam ve amaç yönüyle, öncelikle bireysel ve ki isel fenomenler olduklar için, kural olarak niyâbet ve vekâlet kabul etmezler. slâm dini
her alanda oldu u gibi ibadetlerin ifasnda da sadeli i, kolayl  ve güç yetirilebilir olmay esas alm ; bu ilkenin gere i olarak, ibadetin ifasnda sknt
do uracak durumlar için baz kolaylklar tand  gibi, ibadetin öngörülen ilk
ve aslî biçimiyle yerine getirilemedi i durumlarda birtakm telâfi mekanizmalar ve nâdiren de olsa alternatif ifa biçimleri önermi tir. Baz istisnaî durumlarda niyâbete izin verilmesi (bedel hacc), söz konusu durumun ibadet
içeri inin d nda kalan ba ka mülâhazalarla açklanabilmektedir. Kural,
ibadetlerin özellikle ve sadece mükellef tarafndan ve öngörülen biçimlere
uyularak yerine getirilmesidir.
Esasen, tekrar sa l na kavu up oruç tutabilir hale gelmeleri ümit edilmeyen hasta ve ya l kimseler için ilgili âyette önerilen fidye yoluyla telâfi
ekli, sonralar hükmün konulu amacna uygun görülmeyebilecek zorlama
416
LM HAL
yorumlarla skat- savm (ve arkasndan skat- salât) anlay ve tatbikatna
dönü mü tür.
Fidye hükmü, ilk olarak bir mazeret sebebiyle oruç tutamayan ve bunu kazâ
etmeden ölen kimseleri içine alacak ekilde geni letilmi ve mirasçlarn bu oruçlar için de fidye vermesi câiz, hatta mendup bir davran olarak görülmü tür. Bu
meselede, fakihler kazâ etmemenin nedenleri üzerinde durarak, ki inin ölmeden
önce orucu kazâ etme imkânna sahip olmas durumu ile bu imkâna sahip olmasna ra men ihmal sebebiyle tutmam olmas durumu arasnda ayrm yapma
e ilimi göstermi lerdir. Kimi fakihler, orucunu kazâ etme imkân bulamadan
vefat eden kimseyi ya l ve sürekli hasta kimselerin durumuna kyas ederek,
mirasçlarnn fidye vermesini vâcip görmü se de, fakihlerin ço unlu u mazeret
sebebiyle bu kimseden mükellefiyetin ve kazâ borcunun sâkt oldu u ve mirasçlarn da fidye vermesinin gerekmedi i görü ündedir. mkân buldu u halde
orucunu kazâ etmeden vefat eden kimse hakknda ise, fakihlerin ço unlu u, Hz.
Peygamber'in oruç borcuyla ölen kimse adna her bir gün için bir fakirin doyurulmasn emreden hadisinin ( bn Mâce, “Syâm”, 50; Tirmizî, “Savm”, 23) genel
ifadesinden hareketle mirasçlarnn fidye ödemesini gerekli görürler. Bir grup
fakih de, Hz. Peygamber'in, oruç borcuyla ölen kimse adna velisinin oruç tutmasn tavsiye etmesini veya buna izin vermesini (Buhârî, “Savm”, 42; Müslim,
“Syâm”, 152; Ebû Dâvûd, “Savm”, 41) esas alarak ölenin yaknlarnn onun
adna oruç tutmasnn câiz oldu unu söylerken, Zâhirîler bunun câiz de il vâcip
oldu unu ileri sürmü lerdir. Fakihlerin ço unlu u ise, ölen adna fidye verilmesini emreden hadisi ve kimsenin bir ba kas namna namaz klamayaca  ve oruç
tutamayaca  yönündeki sahâbî görü lerini (Muvatta, “Savm”, 43) esas alarak ve
namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerde hiçbir ekilde -mükellefin hayatnda veya
ölümünden sonra- niyâbetin geçerli olmayaca  genel kaidesini i leterek, ölen
adna yaknlarnn veya üçüncü ahslarn oruç tutmasn, namaz klmasn uygun görmemi lerdir. Bunlar mezkûr hadisteki "yerine oruç tutma" ifadesiyle oruç
yerine geçecek olan fidye vermenin kastedildi ini, Hanbelîler ba ta olmak üzere
fakihlerin bir kesimi de bu istisnaî hükmün ramazan orucu için de il de ölenin
adayp da yerine getiremedi i adak oruç borcu için geçerli olabilece ini söylerler.
Mükellefin oruç borcunun vefatndan sonra fidye ödenerek dü ürülmesi
(skat- savm) arzu ve te ebbüsünün, sürekli mazereti sebebiyle oruç tutamayan veya geçici mazereti sebebiyle oruç tutamayp daha sonra da bu
orucunu kazâ edemeden vefat eden kimselerin durumuyla snrl kalmas
beklenirken hangi dönemde ba lad  tam olarak bilinemeyen fakat hicrî II.
asrn sonlarna do ru ortaya çkm olmas muhtemel olan bir yorum ve
kyaslama ile, sa l nda mazeretsiz olarak oruç tutmam ve kazâ da etmemi
ORUÇ
417
kimse adna vefatndan sonra fidye verilebilece i ve bu fidyenin ölenin oruç
borcunu skat etmesinin muhtemel oldu u görü ü gündeme gelmi ve uygulama alanna girmeye ba lam tr. Bu görü , sa l nda mazeretsiz olarak
oruç tutmayp kazâ da etmeyen kimsenin vefat etmekle kazâ etme imkânn
yitirdi i için, mazerete binaen oruç tutamayan kimsenin durumuna kyasen
bu kimse adna da fidye verilebilece i, vasiyeti varsa kyasn daha güçlü
olaca  gerekçelerine sahiptir.
Hanefî kaynaklarnda, mam Muhammed'in ölenin vasiyeti olmasa bile
mirasçlarn onun oruç borcu için fidye vermesinin Allah'n dilemesine ba l
olarak yeterli olaca n söyledi i rivayet edilir. Ölen adna yaknlarnn oruç
tutabilmesinden söz eden hadisin ve mam âfiî'nin bu yöndeki eski görüünün daha sonraki dönem âfiî literatüründe geni bir yoruma tâbi tutulup
kasten terkedilen ve kazâ da edilmeyen oruçlar dahil her türlü oruç borcu
için söz konusu edildi i, ölen kimse adna oruç tutacak kimsenin onun yakn olmasnn art görülmedi i, yaknlarn bilgisi olsun olmasn üçüncü
ahslarn da ücretli-ücretsiz böyle bir oruç tutabilece i görü ve tart malarnn yer ald  görülür. Sonuç itibariyle, âyette sadece oruç tutmaya gücü
yetmeyen sürekli mazeret sahibi kimseler için öngörülen fidye yoluyla telâfi
mekanizmas, konulu amaç ve anlamn a arak, mazeretli veya mazeretsiz
olarak orucu terkedip, kazâ edemeden ölen herkese te mil edilmi tir.
Her ne kadar içerisinde mâsum ve insancl duygular barndrd  iddia
edilebilirse de skat- savm ve skat- salât anlay nn ye erip, her türlü
mantkî ve dinî ölçüler zorlanarak oldukça geni bir kullanm alanna kavu turulmas, ibadetlerin aslî fonksiyonlarnn göz ard edilip, nasl birtakm
eklî art ve gösterilere indirgenmi "borçtan kurtulma törenleri"ne dönü tüünün bir göstergesi mesabesindedir. Ruhun Allah'a yükseli ini sembolize
etti i gibi, ki inin kendini geli tirip ispat etmesine katk sa layan ve insan
için daha birçok mânevî ve derunî yararlar içeren ibadetlerin sradan bir borç
ödeme çerçevesinde de erlendirilmesi, ibadetlerin ruh ve amacna aykr
oldu u gibi, insanlarn sa lklarnda ibadetleri ifada tembellik etmesine ve
ihmalkâr davranmasna da yol açabilmektedir.
Vefat eden kimsenin yaknlarnn müteveffann uhrevî mesuliyetini azaltacak bir eyler yapabilme yönündeki iyi niyeti anla labilir bir durumdur;
fakat bu niyetin do ru kanalize edilerek âri‘ tarafndan öngörülmü genel
ölçüleri a mayacak biçimlerde gerçekle tirilmesi gerekir. âri‘, mevcut biçimlerin saptrlmas neticesinde olu an biçimlere göre de il, kendi önerdi i
ölçülere göre davranlmasn ister.