Havsa/Nikopolis/Hasköy

Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Havsa/Nikopolis/Hasköy
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul | Trakya Üniversitesi
restorasy n
79
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
E
dirne’nin doğusunda kalan ve kente yakın olan Havsa, tarihi ve kalıntıları açısından önemli bir noktadadır. Hasköy ile birlikte yol güzergâhı üzerinde bulunmaktadır. Her iki yerleşim biriminde, insanlık geçmişinin çeşitli aşamalarını takip etmek mümkündür. Prehistorik çağlardan günümüze kadar geçen zamanda
ortaya konan maddi kalıntılar her iki yerleşimde de mevcuttur. Ancak, ne kadar çok geçmişe gidilirse, o kadar
az kalıntıyla karşılaşılmaktadır. Tümülüsler, Roma ve Bizans dönemine ait temel yapıları ile Osmanlı yapıları
bugün varlıklarını devam ettirmektedir. Bu açıdan Trakya bölgesi için Havsa ile Hasköy arkeolojik açıdan son
derece değerli yerlerdendir.
Anahtar sözcükler: Havsa, Hasköy, Edirne, Thrace
H
avsa, located in east of Edirne has importance in regard to its history and cultural heritage. It is located
on a transportation artery like another town similar to Havsa, Hasköy. Both towns refer to different ages
of history and has cultural heritage since Prehistoric Period till present time. However, fewer examples of cultural heritage could be discovered as a result of making research on too ancient times. There sitll exist several
tumuluses, the foundations of Roman and Byzantine buildings and of some Ottoman buildings. Needles to say,
Havsa and Hasköy have great significance from archeological point of view.
Keywords: Havsa, Hasköy, Edirne, Thrace.
T
Bölgeden geçen pek çok seyyah burası hakkında bilgi vermektedir. Bunlardan Evliya Çelebi buradaki Sokullu Külliyesi ile üç yüz dükkân ve Lüleburgaz tarafına yapılan köprüden bahseder. Ayrıca Hafsa Hatun Hanı’nın
yanı sıra dört tane daha han olduğunu belirtir. Salname-i
Vilayet-i Edirne’ye göre, burada Sokullu Külliyesi ile Defterdar Abdüsselam Camii vardır. Kamus’ul Âlem’de ise,
burasının bir menzil olduğu ve külliye ile iki camisinin
olduğu yazılıdır. Ayrıca, aynı kaynakta Hafsa Hatun Hanı
ile Kurtbaba Mezarı vardır denmektedir. Bir de kaplıcadan
bahsedilir ki aslında bu kaplıca, Hafsa sınırları içinde yer
almaz. Biraz ileride yer alan Hasköy sınırları içindedir ve
Peutingeriana’da çizimi yer almaktadır. Bunların yanı sıra
diğer Seyyahlara baktığımızda, 1470-1482 yılları arasında
önemli bir Seyyah olarak Giovan-Maria Angiolello’yu görürüz. Seyyah, Hafsa’dan Hafassa diye bahseder. Ardından,
Harita 1. 1540 tarihli harita.
Harita 2. 1590 tarihli haritada Trakya bölgesi.
rakya Bölgesinin en önemli merkezlerinden biri,
hiç şüphesiz Edirne’nin hemen doğusunda yer alan
Havsa’dır. Aynı zamanda belki de en karışık ismine
sahip ilçelerinden de biridir. Havsa adı pek çok seyyahın ve
araştırmacının içinden çıkılması çok zor konularından biri
olmuştur.
80
restorasy n
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Harita 3. 1645 tarihli haritada Trakya.
Harita 4. 1849 tarihli harita
taraflarında gezen Georg Christoph Ferinberger 1584-1592
arasında buraya uğramış ve Hafsa’yı Habsa olarak adlandırmıştır. 1587-88’de Haus Ludwig Von Lichtenstein, Capsa
ve Kapsça; 1587-88 Reinhold Lubenau ise tıpkı Andrea Paruta (1596-1599) gibi Hapsala olarak isimlendiren Seyyahlardandır. Bu kadar farklı görüşlerin ortaya çıkması hem
Osmanlıcaya hâkimiyetsizlik hem de seyyahların çoğu
kez kulaktan dolma bilgilerinden kaynaklanmaktadır. BuHarita 5. 1877 tarihli haritada bölge
1521’de Kanuni’nin Macaristan seferinden bahseden, Anton C.Schaendlinger, Hafsa’yı güzergâh üzerinde sayar.
1528’de Triscano Savregnano Hafsa’yı Avessa olarak gösterir. Nihayetinde Hafsa’dan sırayla, Benedict Curipeschitz (1530-31), Corneille Duplicius de Schepper (1533-34),
1550’de Catharin Zen,1553-68 arasında Anton Wrancic
(Awsa olarak bahseder), 1557’de Erasm Otwinowski (Hapsa
olarak),1558’de Gaspare Erizzo (Avsa olarak), 1564-1570
arası Daniel Meurl (Kafsa olarak), 1564-73 arasında Jacob
von Betzek (Hafsa olarak), 1567-68 gelen Marcantonio Pi-
nun gerçek durumu ise hiç de kolay açıklanabilir bir konu
değildir. Çünkü uzun yıllar Havsa’nın adının Hafsa’dan
geldiği ileri sürülmüş ve padişah zevcelerinden birinin
adı olduğu kabul edilmiştir. Bazen de adının Havas’dan
geldiği kabul edilmiş ve Havas-ı Mahmud Paşa adı bu konuya bağlanmıştır. İşin ilginç yanı, adını Hafsa Sultan’dan
veya Mahmut Paşa’dan da alsa tarihi süreci bugüne kadar
yapılan yayınlar ışığında 15. yy’ı göstermektedir. Ancak
15.yy‘dan Havsa’da bunu ispatlayacak pek bir kalıntı veya
belge bulunmamaktadır. O zaman bu konunun biraz daha
irdelenmesi gerekmektedir.
gagetta (Hapsa olarak), 1567-68 gelen Maximus Stadler
(Hafsa), 1569’da Stephan Praun-T.Trötscher (Apsa), 1570’de
Jacques de Bracle (Avsa), 1570-74 de Hans von den Branden
(Hapsa),1572’de Beschreibung einer… adlı çalışmada (Hapsa), yine 1572’de Cambert Wyts (Haffsa), 1573’de Philippe
du Fresne-Canaye (Hafsa), 1573-78 arasında ise Stephan
Gerlach (Habska),1573-78 arasında kaleme alınan Camino de constantinopoli’de ise (Apsa) olarak bahsedilir. 15771581 yılları arasında bölgeden geçen Salomon Schweiger
ise Hapsa diye adlandırmaktadır.1580-83 Paolo Contarini,
Afsa; 1581-82 de Jean Palerne, Assi olarak adlandırıp sadece
Kervansaraydan bahsetmektedir. Martin Grüneweg, 158283 de Hapsa, 1582-83 ve 1593-94’de iki kez buradan geçen
Triphon Korobeinikov ise Khapsta olarak isimlendirmiştir.
1583’de daha kısa bir gezi yapan Wolf Andreas Von Steinach
ise Hafsa’dan, Habsa diye bahseder. 1583-85 yılları arasında
daha uzun bir gezi planlayan Levyn Rym, Abza; 1584-85’de
Melchior Besolt, Hapsala; oldukça uzun bir süre Anadolu
Harita 6. Kiepert’in haritasında Trakya.
restorasy n
81
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
şeklinde bir hüviyete bürünmesidir. Çünkü dikkat edildiğinde 16.yüzyıla kadar Osmanlı daha önceki yolları kullanmakta ve bu yollar üzerinde Fatih Sultan Mehmet’ten beri
inşaatlar yaptırmaktaydı. Ancak, nedendir bilinmez (bu konuda bilgi elimize ulaşmamıştır) yol güzergâhı Kanuni’nin
son yıllarından itibaren, özellikle Sokullu ile birlikte değişmeye başlamıştır. Daha sonra da değineceğimiz gibi bu
yüzyıla kadar Edirne-Hasköy-Babaeski-Lüleburgaz yolu
aniden Edirne/Hafsa, Babaeski… yoluna dönüşmüştür.
Gerçek şu ki, Havsa Kasabası, Sadrazam Sokullu ile birlikte
hayat bulmuştur.
Harita 7. Osmanlı döneminde Trakya
Detaylı bir araştırmada görülüyor ki, gerçekten de
15.yüzyıldan 16.yüzyıla kadar Havsa’da pek bir hareketlilik
yer almaz. Bu ve daha önceki yıllara ait haritalar tarandığında ise bölgenin bir yerleşim yeri olarak işaretlendiği pek
görülmez. Ancak 16.yüzyıldan sonraki haritalarda ‘’Hafsa’’
adına rastlanmaktadır. Özellikle 16.yüzyılın sonu ve 17.yüzyıldaki haritalarda ‘’Havsa’’ adı kullanılmaya başlanmıştır.
Bunun nedeni ise biraz daha detaylı çalışmalardan geçmektedir. Anlaşılıyor ki 16.yüzyıla kadar bölgede kültürel bir
varlık dikkat çekmemekte olup, burası açık alan şeklinde bir
yerleşime sahiptir. Burada yaptığımız çalışmalar sırasında,
Sokullu’nun oğlu için yaptırdığı külliyenin bir parçası durumundaki hamam yapısının salt Osmanlı devri göstermediği
anlaşılmıştır. Yapı, özellikle temel hizasında bazı eski izlere
sahiptir. İzler, 5.yüzyıla ait malzemeye sahiptir. Anlaşıldığı
üzere Bizans kaynaklarında geçen bazilika planındaki dikdörtgen formlu yapı, şehrin tam ortasında, harabe halde
iken Sokullu Külliyesi inşa edilirken, külliyenin bir parçası olarak Osmanlı devrinde biçim ve hüviyeti değişmiş bir
yapı durumuna gelmiştir. Aslında bu tarz yapıların antik
devirden itibaren değişime uğradığını örneklerle birlikte
görüyoruz. Bu, bazen hamamın kilise haline getirilmesi,
bazen de bir kilisenin hamama dönüştürülmesi şeklinde
karşımıza çıkmaktadır. Aslında daha önce bazı araştırmacılar hamam bölümünde bazı aksaklıkların olduğunu, hatta
Mimar Sinan’ın bile belki hamamı bitiremediğini ve devir
değiştirdiğini belirtmişse de bunun ana nedeninin alttaki
Bizans devrine ait izleri görememelerinden kaynaklandığını anlıyoruz. Tamamen harap durumdaki yapıda bu izleri
görememeleri son derece normaldir. Hiç şüphesiz hamam,
erken devirli bir bazilikanın temelleri üzerine inşa edilmişti. Ayrıca bu bazilikaya ait pek çok parça da bugün halen
Sokullu Külliyesinin bahçesinde yer almaktadır.
İstanbul’dan Edirne’ye kadar olan güzergâh üzerinde
Sokullu’nun nerdeyse her kasaba veya ana yerleşim noktasında bir eser inşa ettirdiği malumdur. Ancak, burada belki
de en çok dikkat çeken şey bunun garip bir şekilde neredeyse Osmanlı’nın değil Sokullu Mehmet Paşa’nın özel yolu
82
restorasy n
Havsa adına tekrar dönecek olursak ki belki de cevaplanması en zor konulardan biridir. Eğer haritalardaki bilgi
doğru ise -ki Osmanlı haritalarında da böyledir- kasabanın
adı Hafsa olarak geçmiştir. Hafsa adı incelendiğinde ise bu
adın Kanuni’nin annesi Ayşe Hafsa Sultan olduğu düşünülebilir. Ancak, bunu belgeleyen bir bilgi bulunmamaktadır.
Zaten bu yıllarda adının buraya verilmesinde bir anlam
yoktur. Zaten daha çok Ege’de yaptırdığı eserlerle ön plana çıkar (Manisa-Marmaris gibi). İkinci görüş ise, Yıldırım
Bayezid’ın eşi olan Hafsa Sultan’dır. Onun yaşadığı devirde,
bu bölgenin son derece sapa ve kervan geçmeyen, sadece
tahıl yapılan bir arazi olduğu düşünülürse adının buraya verilmesi için de pek bir mantıklı açıklama gözükmemektedir.
Çünkü kendisi Tireli olduğu için imarları daha çok burada
yoğunlaştırmıştır ve orada vefat etmiştir. Son olarak Katip
Çelebi’nin küçük bir kasaba, Evliya Çelebi’nin ise, Süleyman
Han müsahibelerinden söz sahibi Hafsa Hatun’un burada
yaptırdığı vakıflar ile şirin bir kasaba olduğunu söylemesi
konuyu yine çözümlemez. Ayrıca bu kişinin Kanuni’nin
annesi olamayacağına göre, Edirne’li zengin birinin olması gerekir ki bu bahsi geçen hanımdan da, eserlerinden de
herhangi bir iz yoktur. Bütün bunların yanı sıra Yavuz Sultan Selim’in müsahibelerinden Abdüsselam (Defterdar)’ın
Havsa’da inşa ettirdiği aynı isimli cami belki bu konuya ışık
tutabilir gibi gözükse de yeterli bir bilgi şimdilik yoktur.
Defterdar Abdüsselam Efendi’nin İstanbul’dan başlayarak
Edirne ve Balkanlara uzanan hayır işlerine Osmanlı kaynaklarında rastlanmaktadır. Sultan Selim tarafından azledildikten sonra vakıfları tanınmaz hale gelmiş olup, ileride
bu konudan bahsedeceğiz. Havsa’daki cami daha sonra Hacı
Süleyman adında bir zat tarafından onarıldığı için bugün
halen aynı isimle anılır. Aslında Abdüsselam’ın 1520’li yıllarda burada yaptırdığı Küçük Camii, Sultan Selim’e müsahib
olması açısından mantıklıdır. Ancak yine Hafsa sözcüğünü
açıklamaktan uzaktır. Evliya Çelebi’nin Kanuni’nin Müsahibi zengin Hafsa Hatun açıklaması da pek mantıklı değildir.
Kâtip Çelebi’deki Hafsa Hatun adlı zengin bir kadının çok
vakıf yaptırdığı konusunu da anlamak ve açıklamak zordur.
Çünkü bu yapılardan hiçbir yerde bahis yoktur. Havas-ı
Mahmud Paşa’dan hareketle Hafsa adının gerçekte HavasHavsa olabileceği görüşünü de kabul etmek gerekir ki, bu
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Fotoğraf 1. Eski ve yeni bir fotoğrafta Abdüsselam Camii
durum zorlamadan öteye geçemez. O halde buradan başka
sonuçlar çıkarmak gerekir. Osmanlı belge ve haritalarında
yerleşimin adı, Havas veya Havsa diye değil, Hafsa olarak
değişik yerlerde geçmektedir. Başta Evliya Çelebi olmak üzere Sinan’ın eserlerinin kayıtları incelendiğinde Hafsa Hatun
adı hep ön plana çıkmaktadır. Gerek camisinden gerekse
hanından bahisler yer alır. Dolayısıyla Kanuni’nin annesinin kayıtlarında ve daha sonraki dönemlerde Hafsa Hatun
adında birinin adı ve vakfiyeleri geçmediğine göre, Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri ile Kanuni öncesi devirlerdeki
belgeleri incelemek yerinde olacaktır kanaatindeyim. Bazı
araştırmacıların burayı Nike, Nikas, Nikapolis olarak adlandırmaları ise sadece bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum. Çünkü Nikopolis biraz daha ileride
anlatacağımız gibi bugünkü Hasköy’ün bulunduğu yerdir.
Havsa ve Edirne, yakın tarihimize kadar Hasköy’e bağlı olan
iki köy görünümünde idiler. Roma ve öncesine bakıldığında Hafsa kasabasının adının en belirgin olarak göze çarptığı
kaynak, M.S. 50‘lerde hazırlanan Tabula Peutingeriana’dır.
Hadrianapolis (Edirne)’den-Constantinopolis’e giden yol
üzerinde Babaeski (Bourtodizo)’den hemen önceki durak,
bugünkü Hafsa’nın olduğu yerde Hostizo yer almaktadır.
Hostizo adı daha sonra Ostudizus=Ustudizum olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak burasının bir şehir şeklinde olmadığı, basit bir ordugâh görünümünde olduğu anlaşılmaktadır. M.S. II. yüzyılda Ptolemeos’da Karputemum olarak
görülmektedir. Ancak Roma dönemine ait eserler bugün
için ne yazık ki çok yok denecek kadar azdır. Kasabanın adı
konusundaki en yakın bilgi Grekçe kaynaklı çalışmalardan
gelmektedir. Grekçe’de Habsamana olarak da kullanılan
Hafsamana, kasabamızın adının belirleyicisidir. Her ne kadar Hafsa kelimesi Arapça kökenli olsa da Grekçe-Arapça
etkileşimlerini göz ardı etmemek gerekmektedir. Hafsamana, su kenarı, Hafsa ise, iki nehir anlamına gelir ki, bunun
bugünkü Havsa ile ilgisi olduğu düşünülebilir. Ancak bunun için de coğrafya taraması yapılması gerekmiştir. Gördüğümüz kadarıyla biri neredeyse tamamen kurumasına
karşın ikincisi halen kullanılan iki nehir Havsa’yı sarmakta
idi. Osmanlı devrinde halen var olan nehirlerden Doğandere yakın zamanlara kadar kentin bugünkü ana caddesinin,
yani İstanbul Caddesinin arkasından akmakta idi. Bu nehir
üzerinde var olan Roma devri taş köprüsü zamanla yok olduğundan, daha sonra yapılan ahşap köprü de yakın geçmişte yıkılmış, dere neredeyse kurumuştur. Yani Hafsa adının Havas, Havsa veya padişah eşlerinden birinin adı ve son
olarak da zengin bir hatunun adı ile ilgisi yoktur. Sadece iki
nehir arası yerleşime verilen isimdir. Yine antik kaynaklardan öğrenildiğine göre burası sıradan ve hatta biraz da romantik, küçük bir yerleşim ve idari biriminin yeridir. Hatta
Bayezid’ın ölüm yerinin buraya çok yakın bir köyde olduğu
fikri ağır basmaktadır. Topografik olarak bakıldığında iki
nehir arasındaki bu daracık bölge dikkate alınmazsa oldukça zengin, sulak bir bereketli ovadan bahsetmek pek yanlış
olmasa gerekir. Kasabamızın kültürel değerleri ise ne yazık
ki Osmanlı devrine kadar pek zengin gözükmez. Neredeyse
bir avlanma ve dinlenme alanı şeklindedir. Günümüze ulaşan bilgilerden sadece bir kilisenin varlığını, erken 5-6. yüzyıllarda bilmekteyiz. Ancak Sokullu’nun inşa ettirdiği külliyeden hemen önce Abdüsselam = Abdülselam isimli, Sultan
Selim’in defterdarının 1520’li yıllarda burada bir camii yaptırdığını öğreniyoruz. Buradan anlaşılıyor ki daha 16.yüzyılın başında Hafsa’da küçük, sevimli bir yerleşim yer almakta
idi. Belli ki Abdüsselam’ın İstanbul’dan Edirne’ye kadar yaptırdığı eserlerden biri de burada inşa edilmişti. Ancak ne
hikmetse Sultan Selim zamanında gözden düşmüş ve daha
Sokullu devrinde cami tahrip olmuş ve kaderine terk edilmiştir. İşte 1520’li yıllarda yapılan cami Osmanlı’nın son
yıllarına doğru 1890’larda Hıristiyan cemaatin isteği üzerine kilise haline getirilmiştir. Aynı yapı bir süre sonra savaşın
neden olduğu tahribatla terk edilmiş ve yeni bir başka kilise
inşa edilmişti. 20.yüzyılın başlarında Rumların burayı terk
etmesi ile Hacı Süleyman adında bir zat tarafından basit bir
onarımla tekrar cami haline getirilmiştir.
Tekrar yapımıza dönersek, Osmanlı Devlet Arşivi 1327
tarih ve 83/42 sayılı dosya incelendiğinde Rum Patrikhanesinin burayla ilgili dilekçesine ulaşılır. Aynı dosyada yer
alan alan kroki, Abdüsselam Camii’nin bulunduğu yeri işaret etmektedir. Kilisenin planı da bugünkü caminin aynı
planına sahiptir. Belgede, Edirne Vilayeti dâhilinde yer alan
kasabada tekrardan, yani var olan yapıdan bahsederek aynı
restorasy n
83
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
Fotoğraf 2-5. Hacı Süleyman Camii
Çizim 1. Bab Kilisesinin vaziyeti, planı ve görünüşü
yapının kilise olarak tekrar inşa edileceğinden, izin talep
etmekte olup, masraflarının Patrikhane tarafından karşılanacağı belirtilmektedir. Ayrıca arazinin devlete ait olduğu
ve daha sonra Hıristiyan cemaatine satıldığı yazmaktadır.
Burada, aynı zamanda yapının ölçüleri 21.50 m X 14.20
m.; yüksekliği, 9 metre olarak açıkça belirtilmiştir. Yapının
batı tarafına 4 m. yüksekliğinde iki adet çan kulesinin kâgir
olarak inşa edilmesine izin verilmiştir. Böylece burada yer
alan cami için 1327 (1909/1910) yılında bahsi geçen plan
dâhilinde inşâ izni alınmıştır. Anlaşıldığı üzere yapı altıyüz liraya mal olmuştur. Ancak belgeden anlaşıldığına göre
buradaki cami, 16.yüzyılın başında terk edildikten sonra, kasaba Hıristiyanlar’ın eline geçtiğinde bir süre küçük
onarımlarla kilise halinde kullanılmıştı. Çünkü belgede,
çok açık olarak bir bab Kilise çan kulelerinin evvelinden burada bulunup, daha sonraları kullanılmaz hale gelen kilise
temelleri üzerinde yapılmasında ve kilisenin büyütülürken
şeklindeki bahisten, yapının kiliseye çevrildiğini anlıyoruz.
Anlaşıldığı üzere gözden düşen Abdüsselam Paşa’nın yapıları da gözden düşmüş, harap hale gelmiş ve daha da acısı,
sahibinin cezasını yapı da çekmiş ve terk edilmişti.
14.20 x 21.50 m. ebat, 9 m yüksekliğindeki kiliseye iki ana
kapıdan giriş yapılmaktadır. Kuzeyde dört, güneyde ise üç
pencere açıklığına sahip bir bazilikadır. Doğuda, yarım daire şeklinde bir apsis ile aynı zamanda bir pencereye sahiptir.
84
restorasy n
Yapıda kuzey ve güneyde pastophoriumlar yer alır. Yine doğuda, apsis önünde bir ikonastasis duvarı ile apsis içinde bir
altar bulunmaktadır. Naosta 80 kişilik oturma birimi ile vaaz
kürsüsü (Ambon) ile güneyde bir katedra bulunmaktadır.
Ambon, sütun üzerinde ve ona sarılarak biçimlendirilmiştir.
Ayrıca güney ve kuzey duvarlarına 24’er koltuk daha ibadet
sırasında kullanılmak üzere yerleştirilmiştir. Kilisenin batı girişinden hemen sonra ise bir narteks yer almaktadır. Narteks
iç duvarında yedi kişilik bir oturma birimi daha bulunmaktaydı. Pencere nişleri içten eğimli olarak inşa edilmişti. Yine
anlaşıldığı üzere ikonastasis duvarının alt kısmında altı adet
sabit ikona yer almaktaydı. Yapı, taş ve tuğladan inşa edilmiş,
pencere ve söveleri bölgesel taştan blok halinde yapılmıştır.
İçinde yer alan ikonalar ise bugün Yunanistan/İskeçe’deki
ve bazı diğer kiliselerde yer almaktadır. Yapı üstü ise eğimli
bir çatı ile kiremit örtülü olarak yapılmıştır. Dıştan pencere
üstleri kademeli, yanları ise sütunçelerle hareketlendirilmiştir. Doğu cephesinde dışa taşkın apsis yarım kubbesi yer almaktadır. Pencereler ahşap ve iki kanatlı olup, altışar parça
camla kaplanmıştır. İki çan kulesinin alt kısımları taştan oda
şeklinde düzenlenmiş, üstleri ahşap ve çan kulelerinin örtü
sistemi, gelenek olduğu üzere yüksek kasnaklı kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağı açık olarak düzenlenerek, çanlar
buraya asılmıştı. Kubbe üzerinde birer adet Yunan Haçı yer
almaktadır. Yapının bugünkü durumu incelendiğinde, ana
formun bozulmadığı, sadece apsis yerine daha küçük yeni bir
mihrap yapıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca pencerelerin hemen
üstünde yer alan çatının aşağıya çekildiği farkedilmektedir.
Güney cephedeki çan kulesi yerine minare eklenmiştir. Ayrıca güney cephenin nartex doğrultusunda yer alan kapısı,
Harita 8. Tabula Peutingeriana’da bölge
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Fotoğraf 6-8. Sokullu Hamamı
Fotoğraf 9-12. Sokullu Hamamı ve Camii
pencereye dönüştürülmüştür. Eski fotoğraflardan anlaşıldığı
üzere batı-doğu yönündeki kilise camiye çevrildiğinde giriş
güneyden sağlanmış, daha sonra kapatılmış ve pencere haline getirilmiştir.
Havsa’da yer alan ikinci kilise, 1324 (1906/1907) tarih ve
66/23 numara ile Osmanlı Devlet Arşivi’nde yer alan dosyada gayet geniş bir biçimde tanımlanmaktadır. Yine dosyadan
edindiğimiz bilgilere göre kasabamıza ait Dorukçu=Doruk
bölgesinde, masraflarının Rum ahalisi tarafından karşılanacağı bir kilise için Rum Patrikliği tarafından istekte bulunulmaktadır. Yapı, anlaşıldığı üzere burada yer alan harap
başka bir kilisenin temelleri üzerine inşa edilecektir. Bir önceki kilise ile bu kilise Osmanlı- Rus savaşları sırasında bölgedeki diğer tüm yapılarla birlikte zarar görmüş ve yeniden
inşa-restorasyon istekleri sonrası yeniden yapılmıştır. Yapı,
eski arsası üzerinde 20 m. X 13 m. ölçülerinde ve 7 m. yüksekliğinde inşa edilmiştir. Ahşaptan 3,50 m. yüksekliğinde
bir de Çan Kulesi eklenmiştir. Yapının hemen yanında ise
bir de Hagiasma (Ayazma: kutsal su) yer almaktaydı. Burada eski kilise temelleri üzerine inşa edilen kilisenin Aya
Tanasi (Hagios Athanasios) olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca
buradaki ilk kilisenin de 1838/39 tarihli olduğu görülmektedir. Büyük ihtimalle bu yapı Osmanlı-Rus savaşı sırasında
zarar görmüş ve 1906/07’de tekrar inşasına girişilmiştir.
Bazilika planlı, iki kapı ve on pencereden oluşan bir
bina olarak yapının planı incelendiğinde, narteks kısmı işaretlenmediğinden on iki pencere görülmektedir. Daha doğrusu naosun güney ve kuzey cephelerinde beşer taneden
on tane pencere yer alır. Dikdörtgen formlu kilisenin Doğu
Cephesinde dışa taşkın yarım daire şeklindeki apsisin iki
yanında iki pencere bulunur. Pencerelerin içleri eğimli ve
kademeli olarak yapılmıştır. Yapı, taş ve tuğladan, müştemilatları ise tamamen tuğladan inşa edilmiştir. Yapının batısında bir narteks ve nartekse açılan bir kapı ile iki kapılı bir
düzenlemeyle karşılaşıyoruz. Narteksin güney ve kuzey cephelerinde birer pencere yer alır. Apsis, pencereli olarak inşa
edilmiştir. İkonastasis duvarı hakkında ise bilgimiz yoktur.
İşin ilginç yanı, pek de görmeye alışık olmadığımız şekilde
Çan Kulesi batıda değil, apsis cephesinde, yani doğuda yer
almaktaydı. Ahşap kulenin üstü yine dilimli bir kubbe ile
örtülü olup, çan ise açık olan kubbe kasnağında yer almakta
idi. Kubbe üzerinde ise bir Yunan Haçı bulunmaktaydı. Batı
restorasy n
85
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
Fotoğraf 13-16. Sokullu Camii Haziresi ve avludaki devşirme (spolie) malzemeler
cephesi, yine pek alışık olmadığımız şekilde hareketlidir.
Bu çalışmamızda daha çok bilinmeyen yapılar ele alındı-
Kapı ve pencerelerin üst kemerleri gotik üslubu andırırca-
ğından Külliye için birkaç sözün dışında fazla detaya gir-
sına yükseltilmiş ve kademeli olarak yapılmıştır. Çizimlerin
meyeceğiz. 1576/77 yılında Sokullu (Sokollu) Mehmet Paşa
ise biraz aceleye geldiği anlaşılmaktadır. Çünkü plandaki
tarafından, oğlu Kurt Kasım Bey için yaptırılmıştır. 1572
pencere çizimleri ile cephe görünümündeki çizimler birbi-
yılında vefat eden oğluna olan düşkünlüğü burada bir külli-
rini tutmamaktadır. Batı cephesinde, pencere üstlerinde ve
ye yaptırmasına neden olmuştur. Vezir Külliyelerinden biri
kapının iki yanında birer tane olmak üzere iki adet yuvarlak
olarak İstanbul’u batıya bağlayan yol üzerinde önemli bir
pencere yer almaktadır. Kapının üzerinde, yine küçük dik-
konaklama yeri olarak dikkat çeker. Aslında bugün çok az
dörtgen formlu ve sivri kemerli bir pencere bulunur. Çatı
bir kısmı ayakta kalmış yapılardan oluşan bir külliyedir. Bir
çift eğimli olarak düzenlenmiş ve kiremitle kaplanmıştır.
cami ve imaret, arasta, kervansaray ve hamamdan oluşan
Batı cephesinde, köşelerde birer tane, kapının iki yanında
topluluktan bugüne cami, hamam, arasta ve dua kubbe-
iki tane olmak üzere dört adet yivli sütun bulunmaktadır.
si kalmıştır. Külliyenin önünden geçen yol daha önceden
Sütunlar altta yer alan kaideler üzerinde yükselmekte olup,
külliye yakınındaki tarihî köprüye ulaşıyordu. Bu köprü,
üstte ise sütun başlıkları ile nihayetlenmektedir. Bu sütun
aslı Roma devrine kadar uzanan, bir Bizans köprüsü olarak
kaidelerinden birkaç tanesi pahlanmış olarak bugün Sokul-
daha sonra Osmanlı devrinde de hizmet görmüş bir yapıy-
lu Külliyesinin bahçesinde yer almaktadır. Yapının bugün
ne yazık ki sadece kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Yapı,
mübadeleden sonra doğal olarak terk edilmiş, geç dönemde
bir süre hemen yanı başında akan dereden de yararlanılarak değirmen olarak kullanılmıştır. Bugün ise terk edilmiş
bir halde, sadece kalıntıları görülebilmektedir. Zamanla
bazı kalıntıların üzerine ev, otel gibi binalar inşa edilmiştir. Kiliseye ait taşınabilir malzemeler ise Yunanistan ve
Bulgaristan’a götürülmüştür.
86
dı. Külliyenin en anıtsal yapısı olan Sokullu Mehmet Paşa
Camisi, 16. yüzyıldan bugüne birçok onarım görmüştür.
Yapının özgün kalemişi süslemeleri ve hat yazıları yok olmuştur. Buna rağmen iç mekân halen sadeliğini korumaktadır. Mihrap orjinal, minber ise yenilenmiştir. Son cemaat
yeri ise üç kubbeli olarak inşa edilmiştir. Günümüze ulaşan
kalıntılardan anlaşıldığı üzere Çifte Hamamdan geriye, harabe halindeki sıcaklık bölümleri kalmıştır. Bunlarından bir
tanesinin kubbesi yıkık durumdadır. Hemen ön tarafında
Yine bugün Havsa’da yer alan Sokullu Külliyesi, hiç
yer alan geç tarihli şadırvan-çeşme ise son yıllarda elden ge-
şüphesiz hakkında pek çok yayın olan yapılardan biridir.
çirilmiş ve 1900’lü yıllardaki formuna göre tamamlanmıştır.
restorasy n
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Çizim 2-3. Hagios Athanasios’a ait cephe ve plan
Külliye alanının çevresinde yer alan buluntulardan ise burada Külliye yapımından hemen önce bir başka yapının var
olduğunu anlamaktayız. Kentin geçirdiği savaş, deprem ve
yangınlar sonucu çok fazla harap olduğu anlaşılmaktadır.
Mimar Sinan’ın yine tüm külliyede olduğu gibi, burada yer
alan kervansarayın da mimarı olduğu anlaşılmaktadır. Haremlik ve selamlığa sahip kervansarayın, sıcak suya sahip
muslukları ve geniş hacimli ocakları bulunmaktaydı. İmaretin ise sadece bazı duvarları günümüze ulaşabilmiştir.
Duvarlar üzerinde halen ocaklıklar görülebilmektedir.
Bu makale vesilesi ile Hafsa’nın (Havsa’nın) ikamete
dönüştüğü zaman dilimini de ele almak gerekir. Pek çok
araştırmacı başta belirttiğimiz üzere uzunca bir süre, hatta
günümüzde de Nike, Nikopolis veya Nikaia olarak adlandırmışlardır. Hâlbuki bu isimler buraya ait değil, buradan biraz
daha kuzeyde yer alan Hasköy kasabası içindir. Aslında yine
eski kayıtlar incelendiğinde görülmektedir ki, daha Hafsa
var iken ve basit bir menzil noktasıyken, Hasköy orduların
konaklama yaptığı son derece büyük bir kaleye sahip yerleşim yeri idi. Gerçekte Nikopolis ile Hafsa’yı birbirinden
ayırt etmek gerekir. Çünkü Roma devrinde menzil yeri olarak kullanılan küçük bir yerleşim yeri olan Hafsa, Bizans
devrinde pek rağbet görmemiş, daha korunaklı ve bereketli
toprakları olan Hasköy’e, yani Nikopolis adı ile bilinen biraz ilerdeki yerleşime taşınmışlardı. Yoksa Nikopolis ile Ostodizo, Hostiho gibi yerler aynı yerler değildir. Aslında bu
yer değişikliği tam da Bizans devrinde gerçekleşmemişti.
Roma’nın son yıllarına doğru nedense yer değişikliğine ihtiyaç duyulmuştur. Bir ihtimal, 378’de cereyan eden savaş
buna neden olabilir. Çünkü Romalılar’ın 378 yılında neredeyse yardım ederek sınırları içinde yerleşmelerine izin verdiği Germen kabilelerin ayaklanarak savaşa neden olmaları
ve Roma’nın kendine çok güvenerek ve asker sayısının fazla
olmasının da verdiği güvenle savaşa karar vermesi, ancak
Edirne yakınlarında büyük bir bozguna uğramaları dikkat
çekicidir. 4. yüzyılın sonlarında büyük bir harabiyet geçiren Edirne ve çevresiyle Hafsa da kötü duruma düşmüş ve
menzil daha bu yıllarda kuzeye kaydırılmıştır. Yeni oluşum,
önce büyük bir kale inşasıyla başlamış ve kulelerle takviye
edilmişti. Bugün Hasköy’de Hisarlık adı ile bilinen bölge
halen kalıntıları duran Kale’nin izlerini taşır. Köy, daha Bizans devrinde Nikopolis adını taşırken daha geç devirlerde
Katherina adıyla anılmaya başlanmıştır. Önemli bir antik
devir Roma devri tarihçisi olan Ammianus Marcellinus hem
savaştan hem de savaşın geçtiği tüm güzergâhlardan detaylıca bahsetmektedir. Özellikle Nikopolis’den sıkça bahseder.
Zaten verdiği yol ölçüleri çok ciddi bir şekilde Hasköy’ü
göstermektedir. Ayrıca Romalı askerlerin burada bir süre
ve aralıklarla dinlendiklerini ve toparlandıklarını da açıkça
anlatır. Anlaşıldığı üzere Roma devrinde burası son derece
önemli bir nokta olarak görülmekte olan bir kale –Castrum
anlamında bir yerleşim yeri idi. Zaten çevrede ve müzede
yer alan buluntulardan alanın ne kadar önemli olduğunu
anlamak mümkündür. Dolayısıyla Roma ile Gotlar arasında yapılan savaşın bu bölgeye çok uzak olmadığını düşünmekteyiz. Daha Bizans devrinde geçirdiği tüm savaş izleri,
Balkanlardan gelen sürekli saldırılarla çok fazla değişikliği
beraberinde getirmişti. Bizans devrinde, en çok 13.yüzyılın
başında, 1205’li yıllarda adını duyduğumuz kent, daha çok
Nikopolis veya Nikitsa olarak adlandırılmaktaydı. Öyle ki,
önce Geoffroy de Villehardouin, ardından Latin İmparatoru ilan edilen Baudouin buraya gelmiş, kısa bir süre sonra
ise Edirne’yi ele geçirmek üzere hareket etmiştir. Osmanlı
devrinde uzun bir süre önemini korumuş, ancak 16.yy’ın
restorasy n
87
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
Fotoğraf 17-18. Hasköy otobanının yapım çalışmaları ve sağda nekropol alanı
tarlada Roma Dönemine ait bol miktarda keramik parçaları
bulunmaktadır. Ayrıca Hisarlık’ta bulunan ve Roma dönemine ait sikkeler ve keramikler ile diğer buluntular burada
bir Roma yerleşimi olduğunu desteklemektedir.
Bizans Dönemine ait kalıntıların bir kısmı, bugün kullanılmakta olan otobanın geçtiği (Edirne-İstanbul) köyün
hemen güneyinde yer alan bölgedeki nekropolden elde
edilmektedir. Burada bulunan yüzelli kadar, tuğladan yapılmış Bizans mezarı yol çalışmaları sebebiyle tahrip edilmiştir. Hisarlık ve Alaşar mevkiinde bulunan Bizans keramik ve
sikkelerinden, burada Roma dönemine ait yerleşimden sonFotoğraf 19. Hasköy nekropolden Hisarlık Bölgesi
ra bir de Bizans yerleşimi olduğu anlaşılmıştır. Bizans döneminde Hasköy, Nikopolis şehri adı ile bilinen bir yerleşim
başlarından itibaren yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır.
İşin ilginç yanı, bir ara Edirne şehrinin de bağlandığı bir
merkez durumuna gelmesine rağmen özellikle 16. yy’den
sonra köy haline gelmeye başlamasıyla yine Hafsa’ya dönüş başlamış ve sonunda Hafsa tekrar canlanmıştı. Ancak
Hafsa adı, göçle birlikte Hasköy’den aldığı sıfatla, Hafsa’dan
Havsa’ya dönüşmüş ve günümüze değin aynı adı muhafaza etmiştir. Bu ise, Hasköy’de yer alan ve Havas-ı Mahmud
Paşa adı ile bilinen Paşa’nın adı ile perçinlenmiştir. Bu konuya ilerde tekrar döneceğiz.
yeriydi. Osmanlı Dönemine ait yerleşim ise bugünkü köyün
Hasköy’e gelince; Hasköy, Prehistorik dönemden itibaren yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Bu dönemden itibaren yerleşim yeri olduğunu yaptığımız yüzey araştırmaları
ve Hasköy’den bulunup müzeye getirilen eserlerden anlamaktayız. Bu eserler arasında en fazla keramik ve taş balta
bulunmakta, bununla birlikte dokuma tezgâhı ağırlığı (ağırşaklar) da bu eserler arasında yer almaktadır.
büyük bir ihtimal dâhilindedir.
Hasköy’deki prehistorik malzeme Kum Ocağı Mevkii
ile Yumurta Tepe ismi ile bilinen tümülüsün güneyinde
Bahattin Çakır’ın tarlasında bulunmaktadır. Bulduğumuz
keramik parçalarından ve taş balta ile kesici aletlerden bu
mevkilerde Prehistorik bir yerleşim olduğu saptanmıştır.
Hasköy’de ayrıca Trak yerleşimine de rastlanmıştır. Bu yerleşim Kum Ocağı bölgesi ile Cevizlik mevkiindeki düzleştirilen tümülüs civarında bulunmaktadır. Hisarlık bölgesinde
özellikle Selahattin Yayla’nın tarlası ile Osmanlı Köyü’ne ait
88
restorasy n
bulunduğu alanda yer almaktadır. Bugün hemen hemen her
evin bahçesinde Osmanlı dönemine ait keramik parçalarına
rastlanmaktadır. Özellikle bugün Mehmet Oruç’un arazisi
olan yerde bir çiftlik yer almaktaydı ve burada çok yoğun
Osmanlı keramiği ile lüle bulunmaktadır. Ayrıca bu çiftlik
Tarım Kredi Kooperatifinin bulunduğu arazide ve Feyzullah Balkan ile Hüseyin Bıyıklı’nın arazilerinde de devam
etmektedir. Eğer eldeki bilgiler bizi aldatmıyorsa tüm bu
alanın Mahmud Paşa’nın kullandığı çiftlik arazisi olması
Fotoğraf 20. Hasköy’den fosil örneği
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Kurtuluş savaşı yıllarında Hasköy de işgale uğramış ve
1920-1922 yıllarında iki-üç yıl kadar Yunan askerleri köyde kalmıştır. Bu süre içinde köy, Rahmi Ersoy’un evi sınır
kabul edilip, ikiye bölünmüş ve köyün batı kısmına Yunan
aileler yerleştirilmiştir. Günümüzde, Yunan ailelerinin
oturduğu evlerden yıkık dökükte olsa bir iki tanesi halen
mevcuttur. Bugün köyde yaşamını sürdüren halk, Balkan
Savaşları sebebiyle Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk
ve Romanya’dan gelerek buraya yerleşmişlerdir.
Hasköy, suyunu dört kanal vasıtası ile almaktadır. Bunlardan biri Maslak adı verilen bölgede, su kaynağına yeni
yapılan bir çeşmeden almaktadır. Diğeri ise, Ali Yavaş’ın
tarlasından, üçüncüsü de Küpçez adı verilen mevkiden gelmektedir. Bilinen dördüncü kanal ise Mehmet Atılgan’ın
tarlasında bulunmaktadır. Türk Döneminde Hasköy yine
yerleşim yeri olmaya devam etmekte ve bugün 220 civarında eve sahip bir köy olma özelliğini korumaktadır.
Köyün içinden Edirne-Kırklareli, Edirne-İstanbul yolları
geçmekte ve bundan başka bir de Havsa’ya yol bulunmaktadır. Bu yolların kesişim noktasında yer almasından dolayı çevre ile olan bağlantısı çok kolay sağlanmaktadır.
Hasköy’le olan ilk ilişkimiz 1993 yıllında bir davet
üzerine buraya yaptığımız bir araştırma, inceleme gezisi
ile başlamıştı. Anılan tarihte İstanbul-Edirne otobanı yapılırken tam Hisarlık bölgesinin bitiminde Hasköy’e inen
yol açılırken, ne yazık ki karşılıklı duran iki tümülüs alanı
burada çalışanlar tarafından parçalanmış, içinde yer alan
buluntular paramparça olarak ortaya saçılmıştı. Vardığımızda ise artık yapacak tek şey buluntuları toplamaktı.
Hâlbuki bu iki Tümülüs, Arif Müfid Mansel’in kazı yaptığı
Tümülüs’e çok yakın bir alanda yer almaktaydı. Nikopolis veya bugünkü adı ile Hasköy, bugün artık nüfusu fazla olmayan, kendi halinde olan bir köy görünümündedir.
Genel olarak bir ova durumunda olan yerleşimin iki hareketli noktası dikkat çeker. Birincisi İstanbul ve Kırklareli taraflarından çıkıldığında kuzey-güney yönlerinden
bir teğet çekildiğinde köyün sırt kısmı nı oluşturur ki bu
alanda çizgi halinde sıralanmış tümülüslere rastlamaktayız. Anlaşıldığı üzere tümülüsler hem Trak, hem de Roma
dönemine ait olarak görülebilir. Havsa yolu üzerinde, Cevizli mevkiinde tarla sürmekten tahrip olmuş tümülüsün
yanı sıra, otoban yapılırken Kılavuztepe mevkiinde yok
edilen iki tane tümülüs ve Mansel’in kazdığı Yumurtatepe
Tümülüsleri antik devrin yapıları şeklinde görülür. Burada yapılan kazılarda Tümülüs’ün boş olduğu belirtilse de
çevre buluntularından kazısının tamamlanamadığı, ayrıca
yoğun malzemeler ışığında geniş bir prehistorik alan olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca sayılanlara Feradoğlu arazisindeki tümülüsü de eklemek gerekir. Hasköy sınırları
içinde, özellikle Demir Çağı ve Neolitik döneme ait kapkacakların yanı sıra baltalar, kemik objeler gibi malzemelere de sıkça rastlanılmaktadır. Tüm bunların yanında tepe
Fotoğraf 21. Nekropol buluntularından örnekler
ve dere sırtlarında görülen fosiller de bölgemizin kültürel
zenginliğini açıkça ifade etmektedir. Alanda prehistorik
dönemlere ait ciddi bir zenginlik olduğu aşikârdır. Roma
devrinde ise bugün Hisarlık mevkiinde yer alan kalenin
Bizans devrinde tamamlandığını düşünüyoruz. Ayrıca kaleye ait çeşme ve kuyulardan iki tanesi halen izlerini korumaktadır. Kaleye ait temeller, genellikle tarlanın sürülme
zamanlarında net bir şekilde belli olmaktadır. İzler takip
edildiğinde ise kare şeklinde bir kale planı ile karşılaşırız.
İstanbul tarafında ve otobanın geçtiği tümülüsler ile kale
arasında kalan alan ise nekropol olarak kullanılan alandır
ki, bu yaklaşık üçyüz metrelik bir sahayı kaplamaktadır.
Yine yol inşaatı sırasında mezarların bir kısmı yola saçıldığından malzemeyi görme şansını da elde ettik. Anlaşıldığı
üzere alanda, tuğla mezarların yanı sıra lahit mezarlar da
yer almakta idi. Yine ele geçen keramik, cam, madenden
yapılmış eserlerden nekropolün hem Roma hem de Bizans
devrinde kullanıldığını anlıyoruz.
Özellikle Bizans devrinde 7. ve 12. yy’ler arası burada
büyük bir yerleşim olduğu aşikârdır. Özellikle, keramik
zenginliği bunu açıkça ispat eder. Köyün sınırları içinde
kalan ılıca ile Mahmud Paşa Hamamı olarak adlandırılan yapılar yine Bizans devri izleri taşırlar. Ancak yine de
burada geniş çaplı kazı veya temizlik çalışması yapılması
gerekmektedir. Tüm bunların yanı sıra yüzeyde görülen
Constantin ve Julianus dönemine ait sikkeler, 4. yüzyılda
buranın ne kadar önemli olduğunu belirtir. Ayrıca yine
3-4. yüzyıla ait cam yüzük taşları, kuşlu motifler oluşturmakta ve simetrik olarak birbirlerini tekrarlamaktadır. Bunlardan sırt sırta vermiş ve form oluşturmuş tavus kuşları dikkat çeker. Yine aynı yüzyıllara ait madeni
küpeler, bilezik gibi takılar, arazi üzerine yayılmış olarak
nekropol bölgesinde tespit edilmiştir. 9. yy’den 11. yy’ye
restorasy n
89
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
Fotoğraf 22. Nekropol buluntuları.
Fotoğraf 23. Çitlik arazisinden lüle
kadar Bizans sanatında bol miktarda görülen keramiklere
yine yüzeyde rastlanılmıştır. Bunların içinde zengin olarak Sgrafitto teknikte yapılan keramikler motif zenginliği
açısından dikkat çekmektedir. Özellikle Spiral, geometrik
ve balık sırtı motifleri sayıca fazladır. Geç Roma devrine
ait Sgrafitto keramiklerine de rastlanmıştır. Yine 6-7. yüzyıllara ait kilise şarap testileri, haç motifleri ile karşımıza
çıkar. Yüzeyde iç bükey 4,5 cm çapındaki bakır üzerine
işlenmiş insan sureti de 11-12. yy malzemesi olarak görülmüştür. Bütün bunların dışında yine Osmanlı devrine ait
pek çok miktarda kemik, lüle ve maden parçalarına rastlanmıştır. Ayrıca Osmanlı devrindeki Hasköy değerlendirildiğinde önemli eserler ile karşılaşırız. Hasköy’de bir
manastırın kalıntıları bulunmaktadır. Malzemesi değişik
yerlerde spolie (devşirme) olarak kullanılmıştır. Köyün
içinde Muhsin Sert’in evinin olduğu yerde bugün hiçbir
izi bulunmayan bir kilise bulunmakta idi.
Pek çok kötü restorasyondan sonra günümüze ulaşmış
olan Mahmut Paşa Külliyesi’nden de bahsetmek gerekir.
Külliyenin önemli parçası Mahmut Paşa Camii’dir. Mahmut Paşa’nın Havas safatından dolayı Has namını alan
köy, Edirne’ye 23 kilometre uzaklıktadır. Hasköy, Mahmut
Paşa döneminde bir rivayete göre 17.000 evlik kasabadır. Bunun biraz abartılı bir sayı olduğunu kabul etmek
90
restorasy n
gerekir. Külliye, Fatih devrinde yaşamış olan Mahmud
Paşa adına onun tarafından yapılmış olmasında bir şüphe yoktur. Ancak arşiv kayıtları incelendiğinde ciddi bir
bilgi karmaşasının olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mahmud Paşa çok defa gözden düşmüş, tekrar vazife almış bir
Paşa’dır. Zaman zaman gözden düştüğünde buraya geldiği
ve burada yaşadığı kayıtlardan anlaşılır. Ancak yaptırdığı
eserler incelendiğinde burada bir hamam ve medrese yaptırdığı bilgisi açık bir şekilde ifade edilirken, cami ile ilgili
bir bahse rastlanmaz. Bu ise son derece dikkat çekicidir.
Hâlbuki modern yayınlarda ve yüzyılımızın hemen öncesinde ve içinde yapılan çalışmalarda hep Mahmud Paşa’nın
burada yaptırdığı cami ve külliyeden bahsedilmektedir. Bu
bilgilerin nereden alındığı ise ayrı bir muammadır. Anlaşıldığı üzere bilgilerin çoğu aktarma yolu ile gelen bilgiler
olup, çoğunluğu ise Hıbri Efendi’ye dayanmaktadır. Çünkü
aşağıda da bahsedeceğimiz üzere şu anki ve eski fotoğraflarını gördüğümüz caminin, anılan Paşa’nın devri ile ilgisi
yoktur. Burada, yani Hasköy’de yer alan cami ise pek çok
değişikliklerle günümüze ulaşmış ve son olarak da bundan
birkaç yıl önce son onarımını geçirmiş bir yapıdır. Caminin etrafında ve çevresinde yaptığımız araştırmalarda tespit ettiğimiz mezar taşlarının buradaki Osmanlı tarihinin
izlerini taşıdığını gördük. 16.yy’nin ortasından 20. yy’ye
kadar mezar taşı yer almaktadır. Ancak camiyi ilk gördüğümüz 1980’li yılların başındaki durumunda, duvarları
henüz sıva ile kaplanmamıştı ve temelde Osmanlı izlerini
taşımadığını tesbit etmiştik. Tuhaf tarafı, Havsa’da gelişen
bazı etkiler burada da kendini göstermektedir. Kalan izlerden anlaşıldığı kadarıyla daha Mahmud Paşa burayı Havas
olarak almadan önce burada yer alan manastırdan başka
bir de Bizans devrine ait kilise bulunmakta idi. Paşa’nın
zamanında kilise büyük ihtimalle harap olduğu için gelenek olduğu üzere camiye tevdi edilmişti. Bundan dolayı da
yeni bir cami yapılmamıştı. Gördüğümüz Bizans izleri de
bu bilgiyi doğrular durumdadır. Paşa tarafından çevrilen
ve cami haline getirilen yapıya bir medrese ve hamam eklenmiş, ayrıca çevreye de pek çok ev inşa edilmişti. Ancak,
1900’lerin başında Yunanlılar ve Rumlar burada yaşarken
aynı yapı tekrar kilise haline getirilmiş, bugün görülen giriş ve pencere ile çatı kısımları tekrar ele alınıp, onarılmış ve bir takım değişikliğe uğratılmıştı. Bugün onarım
yapılmasına rağmen görülen pencere sistemi de bunun
göstergesidir. 1940 yıllarına ait eski fotoğraflar incelendiğinde caminin bugünkü gibi cephelerinde ikişer pencere
değil, mihrap cephesinde iki altta ve bir üstte (yuvarlak),
iki yan cephelerde ise altta üçer, üstte ise dörder pencereye sahip olduğunu öğrenmekteyiz. Ayrıca, güney cephede
bir de kapı yer almaktadır. Daha sonra kapı köreltilip düz
duvar haline getirilmiştir. Giriş cephesinde ise iki altta ikisi üstte olmak üzere dört pencere yer almaktadır. Bugünkü onarımdan sonraki durumunda da mihrap cephesine
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
depreminde yıkılmış olduğu anlaşılmaktadır. Diğer kitabe 1167 (1753/1754) tarihini vermektedir. Tarihi, Hacı
İsmail Ağanın mütevelliliği zamanında caminin tamamen
yenilendiğini göstermektedir. Mahmut Paşa Camii’nin 5
sıralı tamir kitabesinden önce, camide sülüsle yazılan bir
kitabe bulunmaktaydı. Fakat 3 beyitlik kitabenin ikinci
mısraları kırık olduğundan tam tarihini çıkartmak ipuçlarından mümkün olamadı. Üç beyitlik kitabedeki kelimeler Evliya’dan tamamlanınca son mısra 988 (1580/1581)
yılını vermektedir. Ancak bu ikinci kitabe de son yapılan
Fotoğraf 24. Hasköy Camii (Nisan 1940).
onarım sırasında kaldırılmıştır.
Yine anlaşıldığı üzere bir süre de Mahmut Paşa Camii,
Rum kilisesi olarak kullanılmış ve daha sonra camiye dönüştürülmüştür. 1090 (1679/1680) yılında ise Hasköy’de
Mahmut Paşa’nın camii, medresesi, mektep ve hamamının
bulunmakta olduğu ibarelerine rastlanmaktadır. Bugün
camiden başka, kalıntılar halindeki hamamı da saymazsak, eser ayakta değildir. 1092(1681/1682)‘de camiye dâhil
olan medrese Enis-ül-Müsamirin’in belirttiğine göre cami
avlusunun kuzey tarafında bulunuyordu. 878(1473/1474)
Fotoğraf 26. Cami kitâbesi
dikkatlice bakıldığında kötü onarımın sonucu tamamen
kapatılmaya çalışılan yuvarlak pencere belli olmaktadır.
Ayrıca pencere sistemlerinde de fazla bir değişiklik yoktur.
Yapının ilk haline ait izler ne yazık ki sadece temel hizasında kalmıştır. Buraya Mahmud Paşa’dan itibaren pek çok
bilim adamı ve ulemadan insanın zaman zaman geldiği ve
yaşadığı anlaşılmaktadır. Aşağıda kısa bir listesi verilen
müderrislerin ne kadar önemli oldukları da aşikârdır.
Bugün görülen cami tamamiyle yeniden yapılmıştır.
Eskiden kalan, sadece mihrabın beş sıralı mukarnasından
ve mihrabın çerçevesinin üst başlığından bir parçadır. Bu
parçaların da üzeri yağlı boya ile boyanmasından dolayı birbirinden ayırt edilememektedir. Pencereler, yüksek olarak yapılmış ve bu pencerelerin üzeri sade olarak
bırakılmıştır. Sadece kadınlar mahfilinin olduğu yerde
çerçeveli bir pencere vardır ki, sonradan değiştirilmiş
olduğu anlaşılmaktadır. Duvarların yapımında moloz
taşlar kullanılmıştır. Minare, caminin hemen yanında
yer alır. Minareye giriş, caminin içinden yapılmaktadır.
Son cemaat yeri ise düzensiz olarak sonradan eklenen bir
bölümdür. Burası daha sonra Kur’an-ı Kerim kursu için
kullanılmıştır. Caminin boyutları ise dıştan dışa uzunluğu 13.70 metre, genişliği 12.70 metredir. İçten boyutları ise, 11.95 m x 10.95 m’dir. Duvar kalınlığı, 85 cm’dir.
Bugün görülen caminin haziresinde H.951 (1544/1545),
H.1017 (1608/1609), H.1111 (1699/1700) tarihli mezar
taşlarına rastlanmaktadır. Kapı kemeri üzerinde ta’lik
olarak yazılmış 55 cm x 70 cm boyutlarında ihya kitabesi yer almaktadır. Caminin 1165 (1751/1752) Edirne
tarihli Mahmut Paşa vakfiyesinde bu medreseye ait görevler belirtilmiştir. Bu medrese, bilinen bu tarihten daha
önce yapılmış olmalıdır. Evliya Çelebi, Mahmut Paşa vakfiyesinden bahsederken Kurşunlu Medrese diyerek 1093
(1682) medresenin büyüklüğünden bahseder.
Fotoğraf 25. Hasköy Camii haziresi
Fotoğraf 27-28. Hasköy Camii haziresi
restorasy n
91
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
Fotoğraf 29-31. Hasköy Camii
Fotoğraf 32-34. Hasköy Camii’ne ait kitâbe.
Aşama bakımından medrese, vakfiyesine göre yirmili
idi. Müderrise ve öğrenciye günlük olarak 1094 (1682/1683)
de 20 akçe veriliyordu. 965 (1557/1558)’den önce otuzlu,
1095(1683/1684), 994 (1585/1586)‘den önce kırklı, 1096
(1684/1685) ve 1000 (1591/1592)‘de ellilikler arasında bulunuyordu. Hibri Efendi’nin 1098 (1686/1687)’de Mahmut
Paşa Medresesinin dâhil rütbesinde olduğu söylenmektedir.
Muhyiddin Mehmed Efendi 932 (1525/1526), Kamil
Çelebi 958 (1551), Fevri Ahmet Efendi 960 (1552/1553),
Çalık Yakub Efendi 965 (1557/1558), Bedreddin Mahmut Efendi 968 (1560/1561), Uzun Bali Efendi 977
(1569/1570), Bali Efendi 979 (1571/1572), Şeyh Mehmet
Efendi 982 (1574/1575), Dizdar Zade Mehmet Efendi
994 (1585/1586), Şeyhim Şirvani Efendi 997 (1588/1589),
Kefeli Mustafa Efendi 1000 (1591/1592), Alagöz Mustafa Efendi, Gazalizade Mehmet Efendi 1001 (1592/1593),
Harem Efendi 970 (1562/1563), İşreti Mustafa Efendi 960
(1552/1553) müderrislerinden bazılarıdır.
Çalık Yakup Efendi 20 akçe ile Hasköy Medresesi’nde
görev yaptıktan sonra 40 ile Filibe’de Karagöz Paşa
Medresesi’ne,50 ile Bosna’da Hüsrev Paşa Medresesine;
1557 (965)’de yine 50 ile Çorlu Ahmet Paşa Medresesi’ne,
970 (1562-1563)’de Edirne Darül-hadis Medresesine ve bir
sene sonra Karadeniz’de bulunan Ayak Kurşunlu Medreseye müderris olmuştur. Fevzi Ahmet Efendi, 1547/1548’de
20 akçe ile Edirne’de Ahbar Kadı, 25 ile Hasköy’de Mahmut
Paşa Medresesi’ne müderris olmuştur. İmar-zade Damadı
Şeyh Mehmet Efendi, 30 ile Mahmut Paşa medresesi müderrisliğinden sonra istanbul’da Tahta Kadı, 1604/1605’te
Edirne kadısı oldu. Şeyhim Şirvani 40 ile Hasköy’de
Mahmut Paşa Medresesi’nde iken 1588/1589’da İstanbul
92
restorasy n
Hamamiye Medresesinde ve 1594/1595 ise paye olarak burada görev almıştır. Bir yıl sonra Gence ardından Tebriz kadısı, daha sonra tekrar Tebriz kadısı olur ve bu görevde iken
1603/1604’te bir kabile tarafından şehit edilir. Mehmet Şani
Efendi 40 akçe ile Mahmut Paşa Medresesi’nden ayrıldıktan
sonra 50 akçe ile Tuti Latif Medresesi’ne müderris olmuştur.
Kasım Zeytuni Efendi, (Uzun Kasım diye bilinir.) 20 akçe
ile Gelibolu’da Balaban Paşa, 25 ile de Hasköy’de Mahmut
Paşa Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Dizdar-zade
Mehmet Efendi Dimetoka ve bazı yerlerde müderrislikten
sonra Mahmut Paşa Medresesi’nden ayrılmış ve Nakşibendiliği seçmiş, 1585/1586’da Edirne’de Sultan Selim Camii’ne
vaiz olmuş ve daha sonra Edirne’de Darülhadis’te çalışmıştır. Uzun Bali Efendi, 1495/1496’da doğmuş ve ilk defa
Hasköy’de Mahmut Paşa Medresesi’ne gönderilmiş ve daha
sonra buraya müderris olmuştur. Muhyiddin Mehmet Efendi ise 20 Akçe ile Hasköy’de Mahmut Paşa Medresesi’ne 25
ile Dimetoka ve 30 ile de Edirne’de Taşlık Medresesi’ne müderris olup kazaya ayrılmıştır. Bazı yerlerde kadılıktan sonra 1561/1562’de vefat etmiştir. Mahmud Paşa Mektebi’ne
gelince, Tahrir Defterlerinde Mahmut Paşa’nın bir mektebi
olduğunu ve 5 akçe ile muallimlik görevi yaptığı yazılmaktadır. Fakat Mahmud Paşa’nın mektebi bugün görülmemektedir. Ayrıca yerinin neresi olduğu da belli değildir. Caminin yakınında olduğu tahmin edilmektedir.
Mahmut Paşa Hamamı ile ilgili olarak, Tahrir Defterlerinde senelik 13169 akçe sözü geçmektedir. Caminin kuzeydoğu tarafında dere tarafında aşırı bir harabiyet içindedir. Mahmut Paşa Hamamı’nın bugün sadece yeri bellidir.
Hamamın yeri kaybolmak üzeredir. Ayrıca çevrede Mahmut Paşa Hamamı’na ait çeşme kurnaları bulunmaktadır.
Yard. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul
Hasköy’de ayrıca bazı camilerden de bahis vardır. Bunlardan Kasım Paşa Camii’ni Enis ül Müsamirin’den öğrenmekteyiz. Fakat Kasım Paşa adına yapılan camiden bugün bir iz
dahi bulunmamaktadır. Bir ihtimal bugün ayakta olan ve
yeni yapılan caminin bulunduğu alandadır. Kasım Paşa’nın
oğlu Hüseyin (951) Mahmut Paşa Camii’nin Haziresinde
yatmaktadır. Ancak bunun hangi Kasım Paşa olduğu ciddi bir sorundur. Çünkü bunun Sokullu’nun oğlu ile alakası
yoktur. 1572 yılında ölen Kasım Paşa’nın oğlunun ondan
önce ölmesi, hatta yaklaşık otuz sene önce ölmesi anlamına gelir ki bu konuya cevap vermekten oldukça uzaktır. Bu
eserlerden başka burada var olduğu bilinen Daye Hatun
Camii ise bugünkü ortaokulun köşesi ile Mehmet Oruç’un
arazisine rastlamaktadır. Fakat şimdi hiçbir iz bulunmamaktadır. Ayrıca bazı hazireler hakkında da bilgi sahibi
olmaktayız. Bunlardan, Mahmud Paşa Camii’nin Haziresi,
Kasım Paşa Camii’nin Haziresi, bugünkü ortaokulun bulunduğu yerde yer alan mezarlık ile Değirmen arkasında yer
olmuşlardır. Bunlardan başka Kılavuz Tepe, Kurt Mezarlığı,
Alaşar, Çobanlı (çalıdere) mevkiinde adı bilinmeyen halk
arasında Çobanlık Mezarlığı bulunuyordu.
Sivil Eserler arasında ise çeşme ve evleri saymak mümkündür. Hasköy’de yer alan eserler arasında Osmanlı dönemine ait
olan bir çeşme yer almaktaydı. Bu çeşmenin Hasköy İlkokulunda Atatürk büstünün olduğu yerde kaidesi bulunuyordu.
Ancak bugün bu çeşmenin yerine büst yapılması sebebiyle izi
dahi görülmemektedir. Hasköy’de ilkokulun yanında 1940’da
yapılan bir çeşme ile köyün içinde çok eski olmayan üç adet
çeşme daha yer almaktadır. Biraz ileride bugün kullanılamaz
şeklinde yer alan ılıca arazisi ise Tabula Peutingeriana’da iki
katlı bir binaya sahip olarak işaretlenmiştir.
Hasköy’de yapılan evler, genellikle ön kısmında bir salon
ve yan yana odaların sıralanmasından oluşur. Mutfak genel
olarak ayrı yapılır. Daha sonra yapılanlarda ise bir salon etrafında odalar yer alır. Bütün odalar salona açılmaktadır. Hayvanlar içinde evlerden biraz uzakta barınaklar yapılmıştır.
alan mezarlık sayılabilir. Son olarak ise Hocam Baba Mezarlığı, Kızlar Mezarlığı ve Küpçez Emirler Mezarlığını saymak mümkündür. Bunlardan bazıları deprem sonucu yok
Not: Arşiv belgelerinin temini Merve Melda Engin, sadeleştirmeleri ise
Mehmet Kökrek tarafından yapılmıştır. Kendilerine teşekkür ederim.
Kısa Kaynakça
-Abdurrahman Hıbri Efendi, Enisü’l Müsamirin, 1046.
-Adamantiou, Ad. 1928
Ai geographikai peripeteiai tou onomatos Thrake,Thrakikon, 1,Atina, 374-392.
-Ahmet Badi Efendi, Riyaz-ı Belde-i Edirne, Bayezid Ktp. nr. 10391-10393.
-Ammianus Marcellinus, 1911 The Roman History of Ammianus Marcellinus During the Reigns of The Emperors Constantius, Julian,
Jovianus, Valentinian, and Valens (Çeviren. C. D. Yonge), London: G. Bell & Sons, pp. 609-618.
-Anonym, 1982
Trakya Bölgesi Kilise Bölgeleri Hakkında, Athens.
- Baltacı, Cahid, 1976
Osmanlı Medreseleri, İstanbul.
-Bakırtzis, Ch. 1989
Western Thrace in The Early Chiristian and Byzantine Periods, Byzantinische Forschungen, XIV/I-II.
-Birışık, Abdülhamit, 1999
Mahmud Paşa, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.2, İstanbul.
-Btz, A. Thrake, 1936
Realencyclopadie, GA/I, s.452-472
-Boeckh, A. 1877
Franzio ve Diğerleri, Corpus Inscriptionum Greacorum, IV, Berlin.
-B.O.A, İAZN,1324 tarih ve 66/23 sayılı dosya
-B.O.A, İAZN,1327 tarih ve 83/42 sayılı dosya
-B.O.A, HRT.2320 sayılı harita
- Capparozza,A. Di G.M. 1881 Angiolello e di un Suo Manoscriltto İnedito,Vicenzo.
-Courmenini, Deshayesde 1824Voyage de Leant por le Commandement du Roy en I’annee 1621, Paris.
-Covel, John, 1893
Early Voyages and Travels in The Levant, London.
- C. Shaendlinger,Anton, 1978 Die Feldzugstagebucher des ersten und Zweiten Ungarischen Feldzugs Suleyman I,Wien.
-Delev, P. 1982
Problems of The thracian Megalithic Culture, Pulpudeva 3, s.189-192.
-Dumont,A. 1871
Rapport sur un voyage arche’ologique en Thrace.Archives des Missions Scientifiques 2, S.6, 1871,
s.447-515.
-Dumont,A.
Inscriptions et monument figure’s de la Thrace, Archives des Missions Scientifiques, C.3, s.3.
-Dumont, Albert, 1871
Rapport Sur un Voyage Archeologique en Thrace, Archives Des Missions Scientifiques, 6, s. 507-509.
-Ertuğrul, Özkan, 1993/94
Edirne, Thema Larousse, İstanbul, C.6, s.258-259.
-Ertuğrul, Özkan, 2013
Edirne Tarihi içinde Hagios Stephanos,Metropolit ve
Armağan, Ankara 2013,s.165- 194.
Sinaitikon Kiliseleri, Y.Sümer Atasoy’a
restorasy n
93
Vakıf Restorasyon Yıllığı | Yıl: 2014 | Sayı: 8 | Havsa/Nikopolis/Hasköy
-Evliya Çelebi, Seyahatname, III, (Zuhuri Danışman ), V. s.303-330, VI.
-Ewalol, Bonse,”Die Türkei”(Tz.)
-Eyice, Semavi, 1967
1961 Yazında Doğu-Trakya’da Yapılan bir Tetkik Gezisinde Notlar, VI. Türk Tarih Kongresi, Kongreye
Sunulan Bildiriler, Ankara, s.206.
-Eyice, Semavi, 1965
Bizans Devrinde Edirne ve Bu Devre Ait Eserler, Edirne 600 Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı,
Ankara, s.39-76.
-Fol, A. 1972
Thraco-Bithynica, VIII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara, s.146-149.
-Fol, A. 1976-1982
Megalithi Thraciae I-III, Sofia.
-Hacı Kalfa, 1812
(Kâtip Çelebi; Rumeli und Bosna, Çev. J. Von Hammer), Wien.
-Hansen-Löve, A. A. 1971
Die Darstellung der Schlact bei Adrianopel (1205) in der “Chronik von Morea”. Etudes balkaniques
7, 3,102-112.
-Freshe, Canaye du, Se Voyage du Levant, 1573.
-Işıltan, Fikret, 1991)
Bizans Devleti Tarihi, Ankara.
-İncicyan,L.- H.D.Andereasyan, 1976 Osmanlı Rumelisinin Tarihi Coğrafyası, G.D.A.A.D., S.4-5 (1975-76), İstanbul, s.101-152.
-Kallinka, E. 1926
Altes und Neues aus Thrakien, Öterreichische Jahreshefte, XXIII. Beiblaff, s.118-207.
-Kiepert,H. 1843-45
Karte von Klein-asien.
-Laurent, V. 1939
La Liste Episcopale Du Synodicon d’Adrinople, Echos d’Orient, 38, s.1-30
-Lekkos, P.K. 1999
Oi mones tis Boreias kai tis Anatolikis Thrakis, Thessaloniki.
-Mansel, Arif Müfid, 1938
Trakya’nın Kültür ve Tarihi, İstanbul.
-Mansel, A.M. 1993
İlkçağda Edirne, Edirne’nin 600.Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1993,s.21-37.
-Mavridis, D.A. 2006
Apo tin istoria tis Thrakis 1875-1925, Xanthi.
-Mıchailidis, D. 1907
Souvenir d’Adrianople, Athens.
-Michalopoulos,Takis, 1998
East Macedonia and Thrace,Athens.
-Mordtmann, J.H. 1884
Zur Epigraphik von Thracien, Archaeologisch-Epigraphiche Mittelungen aus Oesterreich-Ungarn,
VIII, 201, no.5.
-Mordtmann, J.H. 1913
Adrianople, Encyclopaedia of Islam, II, s. 1-3.
-Nikolaydis, N.P., 1993
I Adrianou mas, Athens.
-Özdoğan,Mehmet, 1983
Trakya’da Tarih Öncesi Araştırmalar,G.D.A.A.D., s.10-11 (1981-82), İstanbul, s.23-58.
-Paranika, M. 1895-99
Epigraphai tes en Thrake Hadrianoupoleos, Hellenikos Philologikos Syllogos ,XXVII, 389-393.
-Pouqeville, 1799
Voyage a Costantinople, Paris, VII, 146.
-Prokopios, De bello gothico III, 40, 456.
-Prokopios, Ktismaton-Buildings (Çev. H. B. Dewing Loeb), London 1954, IV, IX, 14, s. 294-295.
-Reyhanlı,Tülay – Ara Altun 1974/75
Edirne (Havsa’da Sokullu veya Kasım Paşa Külliyesi), Sanat Tarihi Yıllığı,VI, İstanbul, s.67-78.
-Savregnano,Triscano 1528
(şurada;Edın Dubrounishki Putepis za Nashite Zemi Prez
geografsko drujestvo,C. III. 1935, s.240-44.
-Soustal, Peter, 1991
Tabula Imperii Byzantini 6, Thrakien, Wien.
XVI,in Izvestiya na bulgarskoto
-Stephanides, B.K. 1905/1907 Oi kodikes tes hadrianoupoleos, Byzantinische Zeitschrift 14 (1905), 588-611 and 16 (1907), 266-284.
-Tekindağ,Ş. 2000
Mahmud Paşa,İSAM, C.27,Ankara.
- Umar,Bilge, 1993
Türkiye’de Tarihsel Adlar, İstanbul.
- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, 1983
-Yerasimos, Stephane, 1991
94
restorasy n
Osmanlı Tarihi II, Ankara.
Les Voyageurs dans I’Empire Ottoman, Ankara.