Demokrasi Kavramı Açısından Devlet ve Din İlişkileri

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
DEMOKRASİ KAVRAMI AÇISINDAN DEVLET VE DİN İLİŞKİLERİ
Enes SANAL
Ankara, 2014
Giriş
Siyasal iktidar ile din arasındaki ilişkiler, tüm çağlar boyunca toplumsal ve
siyasal yaşam içinde etken olan ve tarihin farklı dönemlerinde o devrin toplumsal
yapısına göre değişik biçimlerde oluşan bir nitelik taşımaktadır. Din ile siyasal
iktidar arasındaki ilişkiler, özellikle, Türkiye’nin cumhuriyet tarihi gelişimi içinde
önemli ve dinamik bir yer tutmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun teokratik
yapısının, cumhuriyet döneminde laik bir yapıya dönüştürülmesi ve laiklik
ilkesinin yeni Türkiye’nin en temel ilkesi olarak kabul edilip Atatürk devrimleri
altındaki değişimlerin ana öğesi sayılması, devlet ile din ilişkilerinin ülkemiz
yönünden önemini belirtmektedir.1
Laiklik, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında, temel bir kural ve
cumhuriyetin belki de en temel niteliği olarak kabul edilmiştir. Bu dönüşüm,
elbette belirli bir tarihsel gelişimin sonucu olmuştur. Cumhuriyet döneminde laik
siyasal yapıya yönelen gelişim, teokratik bir devlet yapısının içinde uzun yıllar
yaşamış toplumun bir kısmının tepkisini de birlikte getirmiştir. Tepkinin nedeni,
niteliği ve görünüş biçimi de, değişen koşullar içinde değişik biçimlerde
oluşmuştur. Türkiye, çağdaşlığı oldukça katı bir laiklik anlayışıyla yorumladığı
ölçüde, bir kısım halkın dinsel tercihlerini demokrasiye uygun olacak şekilde
kontrol altında tutabilmekte zorlanmıştır.2 Aşağıda, din ve devlet ilişkilerinin
ülkemizde kendine has şekillenmesi, çağdaş demokrasi kavramı açısından
1
Özek Çetin, Devlet ve Din, İstanbul, Ada Yayınları, 1982, s. 7-9.
Ahmet Yükleyen, Avrupa’da İslam, Laiklik ve Demokrasi, İstanbul, Tesev
Yayınları, 2006, s. 6-7.
2
irdelenmeye, laikliğin önemi ve işlevi hakkında çıkarımlarda bulunulmaya
çalışılacaktır.
Devlet ve Din İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi
Din, tarihin en ilkel toplumlarında bile varlığını saptayabildiğimiz bir
olgudur. Din olgusunun, tarihsel gelişim içinde değişik niteliklere ulaştığı,
yığınların dinsel kavrayış biçimlerinin de aynı ölçüde başkalaştığı ve bu
değişimlerin toplumsal yapı içindeki ilişkilerin dönüşmesiyle bir paralellik içinde
bulunduğu söylenebilir. Başka bir deyişle dinin, insan ilişkilerinin ve onun
oluşturduğu toplumsal yapıların dışında, tümüyle soyut bir olgu ya da –deyim
yerindeyse- sanal bir kavram olarak kabul edilmesi, gerçeklere uygun
olmayacaktır.3
Tarihsel kökeni açısından, siyasal iktidarın toplumlarda belirgin niteliğini
henüz ortaya koymadığı, topluma yayılmış bir nitelik taşıdığı dönemlerde, siyasal
iktidar ile din ilişkileri de önemli bir sorun olarak ortaya çıkmamıştır. İlkel
toplumlarda, tüm toplumsal yaşama egemen olan belli başlı güç din olduğu için,
gerçekte siyasal iktidar ile dinsel yapı kaynaşmış, bütünleşmiştir. Ancak, zaman
içinde, ilkel toplumlar giderek tarihsel varlıklarını yitirip, daha büyük ve daha
örgütlü toplumsal modeller oluştuğunda, siyasal iktidar, giderek dinsel iktidarın
dışında oluşmaya başlamıştır. Bu süreçte, bu birbirinden ayrı iki iktidar odağı
arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiği sorunu belirmiş ve bu sorun, değişik
ölçüler ve nitelikler içinde, günümüze değin devam etmiştir. Şunu hemen
belirtmek gerekir ki, dinsel öğelerin siyasal iktidar ile hukuksal veya fiili ilişki
3
Berin Ergin, İnsan – Din – Devlet ve Laiklik, Tisk Akademi 5, no.10: 130 – 170,
s. 14-18.
biçimi ne olursa olsun, din, karmaşık toplumsal yapılar bağlamında, önemini
kaybetmemiş görünmektedir.
Bununla karşılık, gerek günümüz Türkiye’sinde, gerekse bölgemizde
yaşanmakta olan siyasi, hukuki ve toplumsal sorunların yahut çatışmaların
temelinde, hukuk düzeninin meşru olabilmesi için her halde dinsel kaynaklara
dayanması gerektiği yönündeki –bir kısım çevrelere hakim- görüşlerin artık
inandırıcı ve uygulanabilir olmadığının, olamayacağının görülememekte olması
gerçeği
yatmaktadır. İlkel toplumlarda, sözünü
ettiğimiz din
ve
devlet
kaynaşması, toplumun yönetiminde egemen olan ve kural koyan güçlerin
tümüyle dinsel nitelikte görülmesi, doğaüstü yahut insan bilincinde yer etmiş bazı
kavramların toplum yönetimine meşruluk sağlaması sonucunu doğurabilmiştir.
Siyasal iktidar ile dinsel iktidarın birbirinden ayrılması süreci içinde de, dinsel
öğeler, doğaüstü gizemli güçler, bir kısım yasal düzenlemelerin ve siyasal
iktidarın meşruiyet kaynağı olarak görülebilmiştir.
Kuşkusuz, her siyasal iktidar, kural koyma ve gerektiğinde yaptırım
uygulama, kısacası, yönetme yetkisini belli bir kaynağa dayandırmak ve böylece
iktidarına meşruluk sağlamak gereksinimini duyar.4 Böyle bir dayanak yoksa,
yönetilenlerin, yönetenin iradesine uygun davranmasının makul gerekçesi de
ortadan kalkacaktır.
4
Mehmet Kahraman, Avrupa Birliği Ülkelerinde ve Türkiye’de Laiklik, Hatay,
Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 5, no.9, 2008, s. 1416.
Siyasal iktidarın meşruiyetinin temeli, yüzyıllar boyunca belli bir din ve /
veya mezhep olarak kabul edilebilmiştir. Devlete, yani, yönetime itaat, bu şekilde,
dinsel bir gereklilik sayılmıştır.5
Buna karşın, tarihsel süreç dahilinde, giderek siyasal iktidarın kaynağını
Tanrısal olmayan kaynaklara dayandırma eğilimleri belirmiş ve meşruiyetin yeni
dayanağı, hukukun genel ilkelerine de uygun olarak, milletin / halkın rızası
olmuştur.
Millet / halk, o topluluğu oluşturan kişiler dışında, onlardan bağımsız bir
kişilik olarak kabul edilince, Tanrısal nitelikte olmayan yeni bir soyutluk, insan
aklında, bilincinden ve tarihsel deneyimlerden kaynaklanan yeni bir kavram
ortaya çıkmıştır. Siyasal iktidarın, geçerliliğini ve yasallığını hukukun üstünlüğüne
dayalı olarak milletin rızası kavramında buluşuyla, dinsel otorite, siyasal iktidar
dışında kalan, ruhsal / manevi bir iktidar niteliğine dönüşmüştür. Böylece siyasal
iktidar ile dinsel iktidarın hemen bütünüyle ayrıştığı “laiklik” ilkesi oluşmuş,
devletin niteliği, yasallığı, hükümet etme biçimleri de değişmiştir. Değişmeyen
şey, toplumsal bir gerçeklik olarak, topluma hakim dinsel etkenlerin de yönetim
5
Tarihsel gelişim içinde, siyasal iktidarlar geçerliliklerini değişen ve ona yasallık
kazandıran kaynaklara dayandırırken, bu dayandırış biçiminin de değiştiği
görülebilir. Örneğin, hükümdarların iktidarı kimi zaman doğrudan Tanrı’dan
aldıkları kabul edilirken, kimi zaman da iktidarı kendilerine -Tanrı adına- kilisenin
verdiği kabul edilmiştir. (Özek Çetin, Devlet ve Din, İstanbul, Ada Yayınları, 1982,
s.10-12.) Ayrıca, siyasal ve dinsel iktidarın üstünlüğü konusunda da değişik
kuramlar ve bunlara bağımlı siyasal şekillenmeler gözlemlenebilmektedir. Aynı
olguyu dinsel, siyasal iktidar ayrımı temeline dayanan siyasal biçimlenmeler için
de söylemek olanağı vardır. Kısa bir deyişle, tek bir teokratik ya da laik siyasal
şekilden söz edilememektedir. Bu iç biçimlenmeler de, tarihsel süreç içinde
kendini göstermektedir.
sürecinde önemle göz önünde bulundurulması gerekliliğidir. Özel ve bireysel
alanda, insan hakları hukukunun gerekleri ve sınırları dahilinde, vicdan ve din
özgürlüğüne ilişkin boyutların karar vericilerce gereken hassasiyetle dikkate
alınmasında büyük yarar olabileceği söylenebilir. Böyle bir yaklaşım, kuşkusuz,
devlet ve toplumun bütünleşmesine önemli katkılarda bulunabilecektir.
Devletin kendine yasallık sağlama gereksiniminin, tarih içinde siyasal erke
yasallığı ve böylece geçerliliği sağlayıcı değişik ve çoğu kez temel veya ana
iktidar kaynağı olarak kabul edilen bir gücü yarattığı saptanırken, bu gücün
yalnızca bir görüntü olduğuna değinmek de yerinde olacaktır. Bu nedenle de,
iktidarın kaynağı, çoğu kez soyut insan bilincinde yaratılmış bir kavram olarak
belirmektedir. Bu kavram, gerçek iktidar gücünün, yani toplumdaki insan
ilişkilerine dayanan maddi üretim koşullarının değişimine paralel olarak değişme
durumunda kalabilmektedir.
Belirtilen durumda, devlet ile din ilişkileri açısından belirlenen siyasal
modeller ve bunların belirli süreçler içinde değişimi, temelde toplum içindeki
maddi koşulların ve üretim güçleri ilişkilerinin değişiminin doğal sonucu
olmaktadır. Örneğin; demokratik düzenlerde devlet ile din ilişkileri laik nitelikte
belirirken, faşist düzenlerde devletin dine yaklaşım biçiminde farklılıklar
gözlenmektedir. Siyasal biçimin niteliklerini saptayan yasal kuralların, din ile
ilişkiler açısından laiklik ilkesini benimsemesi, tek başına, laikliğin işlevine uygun
olarak gerçekleşmesini sağlayamayabilmektedir. Örneğin ülkemizde, laikliğin
topluma iyi anlatılamamış, kamu yönetimince de iyi uygulanamamış olması; bu
çağdaş kavramın, salt yürürlüğe konulan yasalarla ve olabilecek tepkileri de salt
ceza kovuşturmalarıyla bastırmaya çalışmak suretiyle hayata geçirilmeye
çalışılması, belki de orta ve uzun vadede din üzerinden siyaset yapılmasına
elverişli zemini yaratabilmiştir.
Türkiye’deki Durum
Büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de, dini değerlerin, siyasal
yapıyı hangi derecede etkilediği veya etkileyebileceği tartışılmaktadır. Bazı
çevrelere göre, İslam dini ile çağdaş - çoğulcu bir demokrasinin temel ilkesi olan
laiklik, bağdaşması mümkün olamayacak kavramlardır. Gerçekten de, geleneksel
bağlamda, “İslami devlet” anlayışı kendine özgü bir nitelik taşımakta ve dinsel,
siyasal iktidar kaynaşması da kuramsal olarak kabul edilmektedir. Bunlara göre,
laiklik, çoğunluğu Müslüman olan bir topluma zorla dayatılan ve uygulattırılan
yabancı bir unsur ve hatta dinsizlik aracıdır. Laiklik, bir kesime göre de, sadece
Batı’dan aldığımız ve uyguladığımız, geleneksel topluma yabancı bir ilkedir.
Bunun sonucu, devletin din alanına bir düzenleyici olarak müdahalesini öngören,
beraberinde kendine has çelişkileri de içeren, eksik bir demokrasi anlayışı
olmaktadır. Bir başka yaygın görüşe göre ise, siyasal İslam yaklaşımı din ve
devlet işlerinin ayrımına izin vermemektedir ve nihai amacı teokratik bir devlet
düzeni kurmaktır; bu nedenle de, Anayasa düzenini yıkmayı hedefleyen bir iç
güvenlik tehdidi niteliğini taşımaktadır.6
Değerlendirme ve Sonuç
Sadece Türkiye ve bölge ülkelerinin halkları değil, tüm insanlık, devlet ve
din ilişkileri bağlamında benzeri uyuşmazlıkları, çatışmaları ve deneyimleri
6
Yurdakul Fincancıoğlu, İslam ve Demokrasi, İstanbul, Tüses Yayınları, 2002, s.
24-26.
yaşamışlardır. İnsanlığın ortak mirası, günümüz demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü kavramlarında ifadesini bulmaktadır. Milletlerarası hukukun
ve insan hakları hukukunun meşruiyet temelinin, herhangi bir dinde veya
mezhepte aranamayacağı, böyle bir yaklaşımın uygulanabilirliğinin bulunmadığı;
vicdan ve din özgürlüğü kadar, “dinden özgürlük” kavramının da önemli olduğu;
belli bir din veya mezhebin, ancak kişisel ve özel alanlarda bir yaşam rehberi
olarak önemli ve etkin olabileceği söylenebilir.
KAYNAKLAR
KİTAPLAR:
ÇETİN, Özek, Devlet ve Din, İstanbul, Ada Yayınları, 1982.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Din ve Devlet İlişkileri, Muğla, Muğla Üniversitesi, 1997.
FİNCANCIOĞLU, Yurdakul, İslam ve Demokrasi, İstanbul, Tüses Yayınları,
2002.
KAHVECİ, Niyazi, Demokrasi ve İslam, Ankara, Türk Demokrasi Vakfı, 1994.
KONGAR, Emre, Demokrasi ve Laiklik, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1997.
YÜKLEYEN, Ahmet, Avrupa’da İslam, Laiklik ve Demokrasi, İstanbul, Tesev
Yayınları, 2006.
MAKALELER:
ERGİN, Berin, İnsan – Din – Devlet ve Laiklik, Tisk Akademi 5, no.10: 130 – 170.
KAHRAMAN, Mehmet, Avrupa Birliği Ülkelerinde ve Türkiye’de Laiklik, Hatay,
Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 5, no.9, 2008.