Üremeye Dair YaygÕn Söylemler - Ankara Üniversitesi Dergiler

Üremeye Dair YaygÕn Söylemler: Ortado÷u
Ba÷lamÕnda Türkiye’yi Yeniden De÷erlendirmek
Ceren AKSOY SUGøYAMA*
Özet
'Özel' alanÕn ve 'do÷al' olanÕn tekelinde olan 'üreme' konusu, feminist
araútÕrmacÕlarÕn ve feminist antropologlarÕn ilgi göstermeye baúladÕklarÕ ve bizzat
sorguladÕklarÕ konu baúlÕklarÕ haline gelmiútir. 'Üreme'nin her türden siyasal söylem
ve güç iliúkileriyle etkileúim içinde olan ve her daim üzerinde mücadele verilen ve
sürekli olarak müzakere edilen bir alan oldu÷u fark edildi. YazÕ boyunca, üreme ile
ilgili olarak feminizmde yankÕ bulan tartÕúmalar gözden geçirilmiútir. Bunun
haricinde üreme ile ba÷lantÕsÕ oldu÷u düúünülen söylemler ve bu alanda yapÕlan
etnografiler de göz önünde bulundurularak Türkiye’de bu söylemlerin aldÕ÷Õ
biçimler gözden geçirilmeye çalÕúÕlmÕútÕr.
Anahtar Kelimeler: üreme, annelik, feminizm.
Common Discourses on Reproduction : Reconsidering Turkey in the Middle
Eastern Context
Abstract
The reproduction issue monopolised by the spheres of “private” and “natural”
has been one of the major topics frequently discussed by feminist critics and feminist
anthropologists in particular. Women reproduction recognized as an issue within a
constant interaction with every sort of political discourse and power relations.
Throughout the article the main discussions in the field on reproduction, the other
*
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Co÷rafya Fakültesi, Antropoloji Bölümü
CEREN AKSOY SUGøYAMA
2
discourses which are thought to have a connection with reproduction, and the
etnographies which are thought to resemble the situation in Turkey will be evaluated.
Key Words: reproduction, motherhood, feminism
Giriú
1970’lere damgasÕnÕ vuran ikinci dalga feminist hareketin mottosu ve
Radikal Feminist Carol Hanisch (1970)’in makalesinin de baúlÕ÷Õ olan
"Kiúisel olan politiktir” sloganÕyla beraber, toplumsal cinsiyete dair o
zamana kadar geçerli olan suni bir ‘kamusal-özel’ ayrÕmÕ ve sadece siyasal
haklarla sÕnÕrlÕ kalan bir eúitlik arayÕúÕ anlamÕnÕ yitirmiútir. ArtÕk bu andan
itibaren sorgulanmayan bir pratik ya da bir de÷er kalmamÕú, siyasal
haklardan ibaret olan eúitlik anlayÕúÕ hayatÕn hemen hemen her alanÕna nüfuz
etmeye baúlamÕútÕr. Bu açÕlÕmla beraber daha önce 'özel' alanÕn ve 'do÷al'
olanÕn tekelinde olan 'annelik', 'üreme' 'do÷um' gibi konular, feminist
araútÕrmacÕlarÕn ve feminist antropologlarÕn ilgi göstermeye baúladÕklarÕ ve
bizzat sorguladÕklarÕ konu baúlÕklarÕ haline gelmiútir. 'Üreme'nin her türden
siyasal söylem ve güç iliúkileriyle etkileúim içinde olan ve her daim üzerinde
mücadele verilen ve sürekli olarak müzakere edilen bir alan oldu÷u fark
edilmiútir. Süreç içerisinde, Kate Millet'in cinselli÷in de politik nitelik
taúÕyan bir sÕnÕflama oldu÷u tezi (Millet, 1987), yerini kadÕn ve erkek
kategorilerinin bile geçerlili÷ini sorgulayan postmodern teorilere bÕrakmÕútÕr
(Butler, 1998).
Feminizmler ve Üremenin Problematize Ediliú Biçimleri
Feminizm, postmodern paradigmalardan da beslenerek bambaúka
alanlara elini atmÕú ve bu alanlarda mikrofonu, o ana kadar sesi
duyulamamÕú ya da sesi az gelmiú insanlara uzatmÕútÕr (Spivak, 1988).
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
3
Feminizmin veya toplumsal cinsiyet teorilerinin detaylÕ bir tarihçesini
vermek bu çalÕúmanÕn kapsamÕnda de÷ildir. Ancak feminist teorinin ele
aldÕ÷Õ ve aúa÷Õda adÕ geçen baúlÕklara de÷inmek; üreme teknolojilerinin
içinde barÕndÕrdÕ÷Õ çatÕúma alanlarÕnÕ, bu teknolojilere dair farklÕ anlayÕú ve
uygulamalarÕ, farklÕ feminizmlerin konuyla ilgili yer yer çatÕúan bakÕú
açÕlarÕnÕ sergileyebilmek açÕsÕndan önemlidir. Bu noktada antropolojinin
küçük bir alanda gerçekleúen derinlemesine analizleriyle açÕ÷a çÕkan
birbirinden farklÕ pratikler, bir yandan feministlerin ortaya attÕ÷Õ teorileri
geliútirirken di÷er yandan da feminist yazarlarÕn da danÕútÕ÷Õ ve hesaplaútÕ÷Õ
tikel örnekler haline gelmiútir. TÕpkÕ liberal feminizmler, marksist
feminizmler, radikal ve postmodern feminizmler gibi pek çok feminizm türü
oldu÷u gibi 'üreme' teknolojileri söz konusu oldu÷unda da bu teknolojilerin
kullanÕmÕna dair de birbirinden farklÕ feminist bakÕú açÕlarÕ mevcuttur. BazÕ
feminist teorisyenler teknoloji ile cinsiyet arasÕnda hiyerarúik bir iliúki
oldu÷u tezini paylaúÕrken di÷er feminist teorisyenler içinse üreme
teknolojileri, içinde bir özgürleútirme potansiyelini barÕndÕran yeniliklerdir.
Literatürdeki e÷ilim göz önünde bulunduruldu÷unda “1960’lara kadar
üreme ile ilgili olarak yapÕlan antropolojik çalÕúmalar, üreme davranÕúÕnÕ
çevreleyen inançlara, kurallara ve de÷erlere odaklanan kültürlerarasÕ
incelemelere dayanÕyordu” (Ginsburg ve Rapp, 1991: 311) denilebilir.
Sonraki dönemde ise feminist kuramcÕlarÕn üremeyi kadÕnlarÕn hem baskÕ
altÕna alÕnÕúlarÕnÕn bir nedeni hem de onlarÕ ayrÕcalÕklÕ kÕlan kadÕnlara özgü
bir yeti olarak görmeleri, konuya olan ilgiyi artÕrmÕútÕr. Üreme konusuna
özellikle marksist feministler ve radikal feministler ilgi göstermiútir.
Friedrich Engels’in, aile ve mülkiyet iliúkilerini ele alan çalÕúmalarÕ,
kadÕnlarÕn aile içinde maruz kaldÕklarÕ baskÕ ve úiddeti ele almamÕútÕr.
Bununla ba÷lantÕlÕ olarak Marksist feministler de kadÕnlarÕn baskÕ altÕnda
4
CEREN AKSOY SUGøYAMA
olmasÕnÕn nedeni olarak ‘üretim tarzlarÕnÕ’ ve ‘kapitalizm’i görmeyi tercih
etmiúlerdir. Bu tür analizler: “kadÕnlarÕn ezilmesinin temel belirleyenlerini
sÕnÕf iliúkilerine, kapitalist sisteme veya sÕnÕf terimleriyle anlaúÕlÕr kÕlÕnan
‘üretim iliúkilerine’ yerleútirir” (Connell 1998: 70). KadÕnlarÕn ev içinde
erkekler tarafÕndan gördü÷ü úiddet ve baskÕlar bu analizin çerçevesi dÕúÕnda
bÕrakÕldÕ÷Õ için özellikle ‘iú’, ‘ücret’ gibi konulara yo÷unlaúan feministler
kendilerinden sonra gelenlerce eleútirilmiútir. Marksist feminizmin tüm
toplumsal eúitsizliklerin kökeninde kapitalizm yatar öncülünü radikal
feministler tüm toplumsal eúitsizliklerin kökeninde cinsler arasÕ eúitsizlikler
yatar varsayÕmÕyla de÷iútirmiúlerdir. Raewyn Connell’Õn (1998: 72), da
belirtti÷i gibi 1970’lere gelindi÷inde, yapÕsalcÕ marksizmin etkisi ile “aile,
cinsellik ya da toplumsal cinsiyet iliúkilerinin tüm ayrÕntÕlarÕyla ‘üretim
iliúkilerinin’ yeniden üretim alanÕ oldu÷u” görüúü önem kazandÕ. Marksist
feminist kuramcÕlar ‘üretim tarzlarÕ’ kavramÕndan uzaklaúarak bu kavramÕ
feminist ‘üreme tarzlarÕ’1 kavramÕ ile ikâme etmiúlerdir. Yine de bu yaklaúÕm
kapitalizmin ihtiyaçlarÕnÕn illa toplumsal cinsiyet eúitsizliklerinden niye
beslenmek zorunda oldu÷unu açÕklayamaz. Zamanla Marksist feministler
toplumsal cinsiyet iliúkilerinin sÕnÕf iliúkileri ile örtüútü÷ünü ve etkileúim
içinde oldu÷u konusunda hemfikir oldular. Marksist feministler üremeye
yardÕmcÕ teknolojileri de üremenin maddi úartlarÕnÕ dönüútürmeye yarayan
bir kaynak olarak ele aldÕlar (Gimenez, 1991).
Üreme konusu ile ilgili zamanÕnÕn en radikal fikirlerini ortaya atan isim
olarak Shulamith Firestone’a de÷inmek gerekir. Radikal feminist Firestone
(1993), kadÕnÕn üreme yetisini, ataerkil ideolojinin üzerine yaslandÕ÷Õ
1
“Means of production”, “means of reproduction” kelimelerinin yazar tarafÕndan Türkçe
tercümesi. Yazar ‘reproduction’ kelimesinin literatürdeki karúÕlÕ÷Õ olan yeniden üretim
kelimesinden ziyade ‘üreme’ kelimesini kullanmayÕ yazÕnÕn geri kalan kÕsmÕnda da tercih
etmiútir. “Social reproduction” kavramÕ ise yeniden üretim çevirisiyle kullanÕlmÕútÕr.
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
5
cinsiyete dayalÕ iú bölümünün nedeni olarak görmüútür. Bu nedenle
kadÕnlarÕn üreme güçlerinin kullanÕmÕnÕ erkeklerin elinden geri aldÕklarÕ
takdirde özgürleúeceklerine inanmÕútÕr. Do÷urmanÕn HazzÕ’nÕ2 patriyarkal bir
mit olarak de÷erlendiren Firestone (1993), teknolojik bir devrimle durumun
kadÕnÕn lehine de÷iúece÷i yönünde bir inanca sahiptir.
Rosemary Tong'un (1994: 72-94) da altÕnÕ çizdi÷i gibi, marksist ve
liberal feministlerden farklÕ olarak radikal feministler, erkeklerin kadÕn
bedenini denetlemek maksadÕyla hangi stratejileri devreye soktuklarÕ üzerine
odaklanmÕúlardÕr. Beden sorunsalÕ ile ilgili bölümde ele alÕndÕ÷Õ üzere, bu
türden varsayÕmlar kadÕn bedenini edilgen ve pasif olarak gören teorilere
örnektirler ve bu teorilerde kadÕn bilincinin feminist hareketle uyandÕrÕlmasÕ
ve kadÕnlarÕn kendi bedenlerinin zenginliklerinin ve farklÕlÕklarÕnÕn farkÕna
varmalarÕ amaçlanmaktadÕr.
Her ne kadar Firestone, kadÕnlarÕn özgürleúmesi için erkeklerin de
kadÕnlar gibi üreyebilmelerini sa÷layacak teknolojilerin geliúmesini gerekli
görse de bu görüúüne karúÕ çÕkan feministler de olmuútur. Üremeye yardÕmcÕ
teknolojilerle ilgili olarak çalÕúan Gina Corea (1985), Robyn Rowland
(1987) gibi feminist yazarlarÕn argümanlarÕna bakÕldÕ÷Õnda ise, kadÕnlarÕn
kendilerini erkeklerden farklÕ ve dolayÕsÕyla üstün kÕlan bu yetilerine
erkeklerin de ortak olmasÕ kadÕnlarÕ tamamen yararsÕz bir hâle getirecektir.
Çünkü ismi belirtilen feminist yazarlara göre Firestone'un iddia etti÷i gibi
kadÕnlarÕn maruz kaldÕ÷Õ baskÕnÕn nedeni salt kadÕn biyolojisinden de÷il
erkeklerin bu biyolojilerden dolayÕ meydana gelen farklÕlÕklarÕ kontrol etme
iste÷inden kaynaklanmaktadÕr. Bu türden teknolojilerin geliúimi konusunda
Firestone'un bu fikirleri ortaya attÕ÷Õ zamandan beri bir ilerleme
kaydedilememiútir. Teknolojiler ve bu teknolojiler üzerine araútÕrma
2
KitabÕn orijinal ismi Joy of Giving Birth .
CEREN AKSOY SUGøYAMA
6
geliútirme faaliyetleri yürüten kurumlar hâlen bu türden bir olasÕlÕ÷Õ
gerçekleútirecek adÕmlarÕ atmamÕútÕr. Bu durum, aradan geçen kÕrk seneye
ra÷men teknolojiyi geliútiren bilim insanlarÕnÕn, üremenin ne olursa olsun
kadÕnla beraber düúünülmesi gereken bir olgu oldu÷u konusundaki
geleneksel
tutumlarÕnÕn
de÷iúmedi÷inin
bir
göstergesi
olarak
da
de÷erlendirilebilir. Üreme teknolojilerindeki araútÕrma ve geliúmeler ile
iliúkili olarak uzmanlarÕn söylemlerine bakÕldÕ÷Õnda sadece ve sadece
kadÕnÕn-alÕnan risk ne olursa olsun- üremesi gerekti÷i konusunda
hemfikirmiú gibi bir ilerleme göstermektedir.
Bu teknolojilerin geliúmesinde bir takÕm gelenekselci/muhafazakar
düúünceler mutlak surette pay sahibidir. Bunun yanÕ sÕra ilaç firmalarÕ ve
konuyla ilgili di÷er sektörler ise bu türden taleplerden nemalanmakta hatta
var olan talepleri daha da kÕúkÕrtabilmek adÕna bu alana yapÕlacak olan her
tür yatÕrÕma yeúil ÕúÕk yakmaktadÕrlar. Ataerkil baskÕlara hassasiyet geliútiren
ve bu baskÕlardan do÷an kazanç fÕrsatlarÕnÕ affetmeyen ekonomik sistem,
kârÕnÕ
artÕrmak
üzere
var
olan
söylemlerin
paralelinde
stratejiler
benimsemektedir. Bu türden stratejiler ise kadÕnlarÕn zararÕna olabilecek
uygulamalarÕn sorgulanmaksÕzÕn uygulanmasÕna olanak tanÕrken; toplumdaki
yerleúik bir takÕm ideolojileri de isteyerek ya da istemeyerek meúru kÕlmakta
ve devamlÕlÕ÷Õna da destek verir gibi durmaktadÕr.
Üremenin kadÕnlarÕn ve erkeklerin bilincinde nasÕl bir yere sahip
oldu÷unu açÕklamaya çalÕúan Mary O'Brien (1989) üremenin de tÕpkÕ üretim
gibi tarihsel bir olgu oldu÷undan bahsetmektedir. Ço÷unlukla marksist
terminolojiden3 yararlanan O'Brien'a (1981) göre üreme; tarihsel, materyal
ve diyalektik bir süreçtir. YaptÕ÷Õ de÷erlendirmede, annelik ve babalÕk
3 Biyolojiden kaynaklanan kadÕnÕn ikincil konuma itilmesi ve tâbi kÕlÕnmasÕ tezi Marksizmdeki materyalist teorinin femininizm tarafÕndan
revizyondan geçirilmesini gerekli kÕlmÕútÕr. Di÷er bir de÷iúle, Marksizmdeki ekonomik sÕnÕflarÕn yerini artÕk cinsel sÕnÕf almÕútÕr. Buna
paralel olarak da Marksizmdeki üretme biçimlerindeki de÷iúiklikler yerini üreme biçimindeki de÷iúikliklere bÕrakmÕútÕr.
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
7
arasÕndaki bilinç farklÕlÕ÷ÕnÕ sÕk sÕk vurgulamaktadÕr. O’Brien’a göre babalÕk
deneyiminde bir yabancÕlaúma söz konusu çünkü erkek üreme sürecine
katkÕsÕnÕn ne oldu÷u konusunda her zaman bilinçsiz kalmÕú ve dÕúarÕda
bÕrakÕlmÕútÕr. O’Brien’a (1989: 23) göre, “babalÕk tarihsel bir buluú” olup
aynÕ zamanda üreme sürecindeki ilk tarihsel de÷iúimi temsil etmektedir.
Üreme sürecindeki ikinci tarihsel de÷iúim ise üreme teknolojisindeki
geliúmelerdir. Çünkü tarihin tam da bu anÕnda di÷er bir de÷iúle babanÕn
çocuk ile olan genetik ba÷Õ fark edildi÷i noktada, hem erke÷in bu sürece
yabancÕlaúmasÕ baúlamakta hem de erke÷in üreme süreciyle kadÕn kadar
do÷rudan olmayan ba÷lantÕsÕ keúfedilmiú olmaktadÕr. O’Brian bu durumla
ba÷lantÕlÕ olarak: "Üremenin diyalekti÷ine aracÕlÕk eden tarihsel çeliúki
erke÷in kendi türünün üreme sürecine evrensel olarak yabancÕlaúmasÕdÕr ve
bu çeliúkinin kültürel dolayÕmÕ da tarihsel olarak 'aile' kurumunun ve ataerkil
ideolojinin yapÕsÕ olmuútur" der (1989: 15). O'Brien'a göre, ataerkillik
erke÷in kendi üreme bilincine yabancÕlaúmasÕ sonucunda geliútirdi÷i bir
karúÕ stratejidir.
KadÕnÕn bedenine sahip olmak onu kontrol edebilmek
demek bizzat bu üremenin ürünleri olan çocuklara da sahip olmak demektir
ve bu nedenledir ki üreme teknolojileri söz konusu oldu÷unda bu
teknolojilerin ataerkil yapÕnÕn devamÕnÕ getirece÷ini iddia eder.
Sylvia Agacinski (1998) de “bir kadÕnÕn en güzel ve en fazla ödüle layÕk
olanaklarÕndan birini reddederek özgür olaca÷ÕnÕ kanÕtlayan hiçbir úey
yoktur” diyerek Beavoir’Õn izinden gider kadÕn do÷urganlÕ÷ÕnÕn bir eksikli÷e
iúaret etti÷i ya da kadÕnlarÕn baskÕ altÕnda oluúlarÕnÕn bir nedeni olarak
görülmesini eleútirir.
Üremenin Söylemsel Olarak Kuruluúu
Üreme ile ilgili olarak ele alÕnabilecek farklÕ ideolojiler ve söylemler bu
bölümde Connell’Õn (1988) yapmÕú oldu÷u ideoloji tanÕmÕna referansla ele
CEREN AKSOY SUGøYAMA
8
alÕnmÕútÕr. Bu ba÷lamda üremeye dair söylemler arasÕndan özellikle
muhafazakarlÕkla
bir
arada
sürdürüldü÷ü
düúünülen
ideolojilere
de÷inilecektir. Connell (1998: 319): “ ødeoloji insanlarÕn yaptÕ÷Õ úeyler
olarak görülmeli, ideolojik prati÷in de belirli ba÷lamlarda gerçekleúen ve bu
ba÷lamlara verilen tepkiler olarak anlaúÕlmasÕ gerekmektedir” úeklinde iddia
ederek úimdiye dek yapÕlan toplumsal cinsiyet çalÕúmalarÕnda saptamÕú
oldu÷u
söylem
ve
pratik
arasÕnda
kopuklu÷un
önüne
geçmeyi
hedeflemektedir. Deniz Kandiyoti (1997: 171) de Türkiye ba÷lamÕnda
yapÕlacak olan çalÕúmalarda bu noktaya dikkat edilmesi gerekti÷i konusunda
uyarÕda bulunmakta ve bu durumu: “Türkiye’de feminist araútÕrmalarÕn
izleyebilece÷i verimli yollardan birisi, toplumsal cinsiyet pratikleriyle farklÕ
kurumsal alanlarda geçerli olan ideolojiler arasÕndaki gerilimlerin ve
çeliúkilerin incelenmesine öncelik tanÕnmasÕ olabilir” sözleriyle ifade
etmektedir. Cinselli÷e dair ideolojiler ve söylemler, tarihin her döneminde
farklÕ kurumlarÕn hegemonyasÕnda kalmÕú ve bu kurumlarÕn benimsedi÷i
siyaset stratejileriyle ba÷lantÕlÕ olarak üretilmiúlerdir. Kimi zaman dinsel bir
dünya görüúünün, kimi zaman akÕlcÕ bilimin safÕnda yer alabilmektedirler.
Yine Connell’Õn (1998: 326) hatÕrlattÕ÷Õ gibi hegemonik olan kurumlar her
ne kadar tarihsel olarak de÷iúkenlik gösterse de: “Hegemonya topyekün bir
kültürel denetim kurulmasÕ ve alternatiflerin yok edilmesi demek de÷ildir.
Cinsel ideolojide a÷Õr basan gerçeklik tanÕmlarÕ, her zaman için eksik ve bir
ölçüde daima rekabet halindeki atÕlÕmlar olarak görülmelidir. Çekiúme
ideolojinin ayrÕlmaz bir parçasÕdÕr”. Üreme ile ilgili söylemler ele
alÕndÕ÷Õnda, görünürde birbirinden farklÕ ve ba÷ÕmsÕz söylem adacÕklarÕ
olarak iúlev görmektedirler. Ço÷u durumda bu söylemler, yaúantÕlanan
deneyimin dÕúÕnda konumlanÕrlar; marjinal gördü÷ü deneyimleri ve bu
deneyimlerin ortaya koydu÷u olasÕlÕklarÕ da göz ardÕ etmektedirler.
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
9
“Annelik” Üzerinden Sürdürülen Söylemler
Topumsal cinsiyet hiyerarúilerin içerisinde dolaúÕmda olan söylem
adacÕklarÕndan biri olarak ele alÕnabilecek olan “Annelik” kavramÕ da 'kadÕn'
cinsiyeti ile özdeúleútirilmiú en çok öne çÕkan kavramlardan birisidir.
Anneli÷e ve üreme ile ilgili söylemler bir arada sürdürülen ve bir arada
anlamlÕ olan söylemlerdir. Annelik kavramÕ en geniú anlamÕnda içinde
esasen “koruma”, “úefkat” ve “anlayÕú” gibi pek çok özgeci de÷eri
barÕndÕrmaktadÕr. Bu de÷erlerin bir insanda vücut bulmasÕ ise her zaman
kendi kanÕndan bir çocu÷a sahip olmayÕ gerektirmez. Oysa üreme ile
ba÷lantÕlÕ olarak kurgulandÕ÷Õnda tüm bu özgeci de÷erler sanki tek bir cinse
ait 'do÷al' özellikler olarak telaffuz edilir. NasÕl anne olunmasÕ gerekti÷i ile
ilgili reçeteler her gün yeniden üretilirken, bu özellikler kadÕn cinsinin
nasiplenmesi gereken de÷erler olarak yüceltilir. Oysa kadÕnlarÕn dÕúÕnda
kalan kÕsmÕn, bu de÷erlerden nasibini alÕp almamÕú olmasÕ pek mütalaa
konusu edilmemektedir.
Ann Oakley (1974: 186), annelik mitinin úu üç inanÕúÕ kapsadÕ÷ÕnÕ iddia
etmektedir: “Tüm kadÕnlarÕn anne olmaya ihtiyacÕ vardÕr, tüm anneler
çocuklarÕna ihtiyaç duyar ve tüm çocuklar annelerine ihtiyaç duyar”.
BatÕ’daki
tarihsel
geliúmeler
sonucu
bir
yandan
dinî
otoritenin
sekülerleúmesi ve yerini medikal otoritelere bÕrakmasÕ di÷er yandan
psikanaliz ve psikoloji disiplinlerinin insan yaúantÕsÕ üzerinde söz sahibi
olmaya baúladÕ. Bu geliúmelerin akabinde, ‘nasÕl bir anne olunmasÕ
gerekti÷i’konusu uzmanlarÕn söylem alanÕ haline gelmiútir. Bu türden
söylemler, yazÕlÕ ve görsel medya ve konu ile ilgili uzmanlar tarafÕndan
yazÕlan kitaplar aracÕlÕ÷Õyla hemen hemen her eve girebildi. Bu süreç
içerisinde Feminist teorisyenler anneli÷i ‘orta sÕnÕf beyaz anne’den ibaretmiú
gibi kuran söylemleri eleútirerek (Glenn et. al., 1994; Peach, 1998; Ragoné
CEREN AKSOY SUGøYAMA
10
& Twine 2000); farklÕ sÕnÕflardan anneleri, farklÕ cinsel tercihleri olan hatta
farklÕ cinsi olan anneleri, renkli anneleri, bekar annelerin deneyimlerini de
gözler önüne sermiútir. Tong’a (1989: 84-94) göre biyolojik annelik ve
sosyal annelik kavramlarÕnÕn birbirinden ayÕrt edilmesi gerekmektedir.
Biyolojik anneli÷i, sosyal annelikten daha üstün gören her türlü söylemin ise
di÷er söylemlerle ba÷lantÕlÕ olarak ele alÕnmasÕ gerekmektedir. Bu söylemin
egemen konumunu sarsacak farklÕ türden pratiklerin çoklulu÷unun ise
özellikle feminist sosyal bilimciler tarafÕndan ortaya konulmasÕ zaruridir.
Christine Gailey (2000: 11-55), özellikle evlat edinme söz konusu oldu÷unda,
akrabalÕk ba÷ÕnÕn genetik ba÷Õn en yakÕn oldu÷u durumlarda en güçlü oldu÷u”
yolundaki söylemin, Amerika’da ÕrkçÕ söylemlerle nasÕl bir arada iúledi÷ini
göstermiútir.
Annelikle ilgili olarak en etkili görüúlerini, Julia Kristeva’yÕ eleútirirken
ortaya koyan Judith Butler (2008: 153): “babaerkil yasanÕn kimi arzularÕ ne
yollarla do÷al dürtüler biçiminde üretti÷inin anlaúÕlmasÕ sa÷lamalÕ”dÕr
derken benzer bir noktaya dikkat çeker. Butler’a göre Kristeva, “anne
bedenini tanÕmlarken bu bedenin, kültürden önce gelen bir dizi anlam
taúÕdÕ÷ÕnÕ ileri sürmektedir. Böylece kültür mefhumunu, baba erkil bir yapÕ
olarak korumaya alÕp anneli÷i esasÕ itibariyle kültür öncesi bir gerçeklik
olarak sÕnÕrlandÕrÕyor” der. Butler, burada Kristeva'yÕ 'dürtü' kuramÕnÕn
kendisini sorgulamadan sahiplendi÷i için eleútirmektedir. Butler sonrasÕnda
dürtü, dil ve ataerkil ayrÕcalÕk arasÕndaki iliúkiyi yeniden kavramsallaútÕrma
çabasÕna giriúmektedir. Butler'a (2008: 168) göre, Kristeva'nÕn babaerkil
yasayÕ baltalayaca÷ÕnÕ düúündü÷ü 'diúi beden' kavramÕnÕn kendisi zaten
bizzat bu yasanÕn yaratÕmÕ olan bir kavramdÕr. Böylelikle “annenin
bastÕrÕlmÕú bedeni yalnÕzca çoklu dürtülerin mevkii de÷il, aynÕ zamanda
biyolojik bir teleolojinin taúÕyÕcÕsÕ olarak” da ifade edilir. Butler'Õn altÕnÕ
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
11
çizdi÷i üzere, Kristeva do÷urma arzusunu tür arzusu olarak görür. Böylece
Kristeva anneli÷i úeyleútirir. Kristeva annelik içgüdüsünün babaerkil yasadan
önce gelen bir ontolojik statüsü oldu÷unu düúündü÷ü için bu yasanÕn
kendisinin,
bastÕrdÕ÷Õ
söylenen
arzunun
nedeni
olabilece÷i
fikrini
de÷erlendirmeyi baúaramaz (Butler 2008:166-168). Butler (2008: 167),
Foucault'cu bir okumadan yola çÕkarak: “Kristeva'nÕn söylemden önce gelen,
dürtülerin yapÕsÕnda kendi nedensel kuvvetini gösteren bir anne bedeni
savÕna karúÕ, annenin bedeninin söylemsellik öncesi bir úey olarak inúaasÕnÕn
bir taktik oldu÷unu, bu taktik vesilesiyle annenin bedeni fikrini üreten iktidar
iliúkilerini gizlendi÷ini” iddia eder. Bu ba÷lamda Butler (2008:168),
“babaerkil yasanÕn ötesinde hakiki bir bedenin varoldu÷u yanÕlgÕsÕndan”
kurtulmamÕz konusunda uyarÕda bulunur.
Lucinda Peach (1998), kadÕn yaúantÕsÕnÕn do÷al bir parçasÕ olarak
algÕlanan annelik ideolojisi sayesinde anne olmayan kadÕnlarÕn bu durum
kendi tercihi olsun ya da olmasÕn; anormal, sapkÕn olarak görülebilece÷ini
hatÕrlatÕr. Türkiye’de modernleúme süreci içerisinde özellikle kent soylu
sÕnÕfÕn anneli÷e dair anlayÕúÕnÕn geçirdi÷i de÷iúiklikler üzerine çalÕúmalar
mevcuttur. Aksu Bora (2001) farklÕ kuúaktan kadÕnlarÕn annelik deneyimini
anlamak
üzere
yapmÕú
oldu÷u
mülakatlarda
ortaya
çÕkan
anlayÕú
farklÕlÕklarÕnÕ her iki kuúa÷Õn anne oldu÷u dönemde egemen olan
ideolojilerle ba÷lamaktadÕr. Yazar, görüútü÷ü kent soylu kadÕnlarÕn ilk
kuúa÷Õ için ‘NasÕl bir anne’ olunmasÕ gerekti÷ine dair algÕnÕn cumhuriyet ve
ilerleme ideolojisinden beslendi÷ini bir sonraki kuúak içinse neoliberal
politikalardan beslendi÷ini belirtmektedir.
Üreme ile ilgili söylemlerin yakÕndan ba÷lantÕlÕ oldu÷u bir baúka anlam
alanÕ ise akrabalÕk ile ilgili söylem adacÕklarÕdÕr. AkrabalÕkla ilgili
söylemlere bir sonraki bölümde Ortado÷u’daki soy ba÷Õ temelli toplumsal
CEREN AKSOY SUGøYAMA
12
örgütlenmeden bahsedilirken de÷inilece÷i için burada ayrÕ bir baúlÕk halinde
incelenmesi gerekli görülmemiútir. Burada akÕlda tutulmasÕ gereken úey ise
üreme, annelik veya akrabalÕk ile ilgili söylemlerin tümünün de÷iúebilir
oldu÷udur. AkrabalÕk ile ilgili söylemlerin de÷iúebilir oldu÷u iddiasÕna
istinaden Marilyn Strathern (1992), henüz 19. yüzyÕl sonlarÕnda aralarÕndaki
kan ba÷Õna ra÷men gayrimeúru çocuklarÕn biyolojik babalarÕ ile aynÕ
soyadÕnÕ taúÕyamadÕ÷Õndan oysa günümüzde 'do÷al' ba÷Õn, sosyal veya
hukukî olarak nitelendirilebilecek ba÷Õn önüne geçti÷ine de÷inmektedir.
AkrabalÕk çalÕúmalarÕ alanÕndaki bir baúka önemli çalÕúmada ise David
Schneider akrabalÕk söz konusu oldu÷unda neyin biyolojik, neyin kültürel
oldu÷unu yeniden problematize ederek kendisinden önceki klasik akrabalÕk
çalÕúmalarÕnda tekrar eden ezberi bozmuútur.
Denilebilir
ki,
toplumsal
cinsiyet
ve
etnisite
alanlarÕndaki
çalÕúmalarÕn ivme kazanmasÕ ve feminist duyarlÕlÕklarla yazÕlmÕú olan
etnografiler; üreme, annelik akrabalÕk gibi konularÕn ele alÕnÕú tarzÕna
zamanla farklÕ bir yön vermiútir. YapÕlan çalÕúmalarÕn niteli÷indeki
de÷iúmelerin yanÕ sÕra konjonktürel de÷iúimler de bu konularÕn nasÕl
algÕlandÕ÷ÕnÕ ve hayal edildi÷ini de sürekli olarak güncellemektedir. Örne÷in
üremeye yardÕmcÕ teknolojilerin yaygÕnlaúmasÕ birbiriyle ba÷lantÕlÕ bu üç
konunun farklÕ co÷rafyalarda çok farklÕ pratikleri devreye sokmasÕna vesile
olmÕútur. (Carsten, 2004: 16-20).
Milliyetçi Söylemler
Di÷er söylemler gibi milliyetçi söylemlerin de tÕpkÕ annelik söylemleri
gibi benzer bir e÷ilimi destekledi÷i iddia edilebilir. FarklÕ amaçlara hizmet
etmek üzere tasarlanan politikalar çerçevesinde kadÕnlar, tarihin bazÕ
dönemlerinde ‘çocuk do÷urmaya’ heveslendirilir. Nina Yuval-Davis (2003:
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
13
62) konuyla ilgili olarak: “KadÕnlarÕn kendi etnik ve milli topluluklarÕndaki
ve yaúadÕklarÕ ve/veya vatandaúÕ olduklarÕ devletlerdeki konumlanÕúlarÕnÕn
ve bu etnik ve milli cemaatlere ve devletlere karúÕ yükümlülüklerinin,
onlarÕn üreme haklarÕnÕ etkiledi÷i ve bazen de bu haklarÕn üzerinde tasarruf
sahibi olabildi÷i”ni iddia eder. Milliyetçi projelerin kurulmasÕna aracÕlÕk
eden “üç temel söylem”in altÕnÕ çizer. Yuval-Davis (2003:66) bu söylemleri
úu úekilde kategorize eder: “iktidar olarak halk” söylemi, “öjenist söylem” ve
‘Malthusçu Söylem”. Bu söylemlerin her biri ulusal devletlere küresel
ekonomi, uluslararasÕ göç, veya ulus devlet öncesi süreci öncesindeki siyasal
yapÕlarÕn miras bÕraktÕ÷Õ sorunlarÕ çözmeye yönelik projeler içerisinde yer
bulabilmektedirler.
Bu
tür
söylemler
devlet
bürokrasisi
içerisinde
benimsenmekte ve devlete ba÷lÕ kurum ve teúkilatlar tarafÕndan da
uygulanmaya çalÕúÕlmaktadÕr. Burada bir kez daha dikkat edilmesi gereken
nokta úudur ki bu türden projelerin uygulamada her hangi bir sonuç verip
vermedi÷i veya toplumlarÕn yaúam pratikleri göz önünde bulunduruldu÷unda
etkili olup olmadÕklarÕna dair çalÕúmalar yok denecek kadar azdÕr. Yine de
devlet bazÕnda bu tür söylemlerin Türkiye’de de zaman zaman seslendirildi÷i
aúikârdÕr. Ülkemizde de Baúbakan Tayyip Erdo÷an’Õn kadÕnlara yönelik
olarak “en az üç çocuk” ça÷rÕsÕ da buna tekabül eden bir örnektir. Bu tür
söylemler bazÕ durumlarda sadece ça÷rÕlarda bulunarak di÷er zamanlarda ise
üreme pratiklerini do÷rudan etkileyecek yasalar çÕkarÕlmasÕ suretiyle
pratikteki etkisini arttÕrabilir. Yine benzer bir úekilde, milliyetçi ve liberal
muhafazakâr ideolojiler, ekonomik büyümenin göreli olarak yavaúladÕ÷Õ ve
geriledi÷i durumlarda, artan iúsizli÷in en azÕndan sayÕsal olarak önüne
geçebilmek adÕna, ‘ev iúlerini seven’, ‘çocuklarÕna tüm vaktini ayÕran’
‘tutumlu’, ‘sofu’ kadÕn mitini yücelten söylemlere baúvurabilir. Savaú
zamanlarÕnda, düúmandan korunmasÕ gereken toprak parçasÕ, ‘saflÕ÷Õ’
14
CEREN AKSOY SUGøYAMA
korunmasÕ gereken bir kadÕn olarak tasvir edilebilir (Mostov, 2000 89-110).
Katolik kilisesi ørlanda’da kürtaj karúÕtÕ hareketlerin en önemli destekçisi
olabilir (Martin, 2000: 65-86). Endonezya hükümeti, geliúmekte olan
ülkelerin yararlandÕ÷Õ finansal destekten yararlanabilmek adÕna nüfusun artÕú
hÕzÕnÕ baskÕlamak maksadÕyla do÷um kontrolü ile ilgili politikalara a÷ÕrlÕk
vermeye çalÕúabilir (Dwyer, 2000: 25-62). Ya da øsrail, hem maddi hem
manevi olarak kendini Ortado÷u’da güvende hissedebilmek için üremeye
yardÕmcÕ tedavileri hem sÕnÕrsÕz hem de ücretsiz olarak sunabilir. Bu
aúamada, üremeye dair söylemlerin, içinde bulunulan co÷rafyanÕn tarihsel
alÕúkanlÕklarÕ da göz önünde bulundurularak ne gibi örnekler sundu÷una
biraz daha detaylÕ olarak dikkat çekmek yerinde olacaktÕr.
Türkiye Ba÷lamÕnda KÕsa bir De÷erlendirme
Türkiye uzamsal olarak Orta Do÷u olarak tarif edilen co÷rafyanÕn bir
parçasÕ olarak düúünülebilir. Bunun yanÕnda, di÷er Orta Do÷u ülkelerinden
farklÕ olarak, kendi tikel tarihsel özellikleri içerisinde farklÕ øslamiyetlerin
hatta farklÕ dinlerin yaúandÕ÷Õ bir co÷rafyadÕr da aynÕ zamanda. Anadolu’nun
tarihsel olarak da farklÕ kültürlerin kalÕcÕ etkilerine açÕk bir konumu vardÕr.
Üreme konusunun, akrabalÕk ve sosyal organizasyondan ba÷ÕmsÕz bir úekilde
ele alÕnamayaca÷Õ ön kabulünden yola çÕkarak Türkiye özelinde bir analize
giriúmeden önce Ortado÷u’daki akrabalÕk iliúkilerinden ‘kan ba÷Õ’ ve ‘soy’
kavramlarÕnÕn öneminden söz etmek gerekmektedir. Böylesi bir giriú
Türkiye’de üreme ile ba÷lantÕlÕ olarak sÕklÕkla duyulan bir takÕm söylemleri
ayÕklamada da kolaylÕk sa÷layacaktÕr.
øslamiyet ve öncesindeki semavi dinler, bölgedeki akrabalÕk ve sosyal
ba÷larÕn üzerine yerleúen bir katman olarak düúünülmelidir. Tarihsel süreç
içerisinde her tür dini emir, yasak ve vahiy'nin var olan toplumsal düzen ile
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
15
pek çok noktada etkileúerek bugünkü pratikleri meydana getirdi÷ini göz ardÕ
etmemek gerekir. Soy kavramÕnÕn Musevilik, HristiyanlÕk ve øslamiyet gibi
üç tek tanrÕlÕ dinin ortaya çÕktÕ÷Õ co÷rafya olan Ortado÷u'da yaúayanlarca ne
anlama geldi÷i ortaya koyulacaksa, Charles Lindholm’un (2004) da belirtti÷i
gibi öncelikle grup dayanÕúmasÕ olarak da tercüme edilebilecek “asabiye”
4
olarak bilinen kavramÕn anlaúÕlmasÕ gerekecektir.
“øbni Haldun asabiyyeyi tam bir Bedevi aúiretleri arasÕnda hüküm süren
akrabalÕk ve kan ba÷larÕnÕn bir ürünü olarak düúünür” (Lindholm, 2004: 103).
Soy kavramÕ önemlidir, çünkü kiúi iliúkilerini akrabalÕk ideolojisinin
merceklerinden bakarak kurar.
“Ortado÷unun kendine özgü çok farklÕ bir akrabalÕk
sistemi vardÕr. Tek bir istisna dÕúÕnda (Tuaregler) bu
sistem babasoyu sistemidir. Bu, soylarÕn sadece babanÕn
soy çizgisinden izlendi÷i anlamÕna gelir. Yani kadÕnlar ve
erkekler úecerelerini sadece erke÷in soy çizgisinden
izlerler. Tüm haklarÕ yaptÕrÕmlarÕ ve úerefiyle bir soyun
üyesi sayÕlmak, ancak erke÷in soy çizgisi dolayÕmÕyla
mümkündür" (Lindholm, 2004: 107).
Böylesi bir ortamda meúruiyetin sa÷lanmasÕ için 'do÷al kan' söyleminin
sürekli üretilmesi ve bu 'kanÕn saflÕ÷ÕnÕn'; kadÕnlarÕn tecrit edilerek kontrol
altÕna alÕnmak suretiyle sürekli korunmasÕ gerekmektedir. Yine MÕsÕr'da
yaúayan bedevileri arasÕnda alan araútÕrmasÕ gerçekleútiren antropolog Lila
Abu Lughod (2004: 55) da bedevilerin içinde yaúadÕ÷Õ anlamlar düzenini
anlatmaya çalÕúÕrken úöyle demektedir:
4
Abu-Lughod (2004: 66) da çalÕúmasÕnda aynÕ kavramdan bahsetmiútir.
CEREN AKSOY SUGøYAMA
16
"...kendilerini esas olarak yaúam tarzlarÕyla de÷il...
toplumsal örgütlenmenin bazÕ kilit ilkeleriyle-babayanlÕ
akrabalÕ÷a dayanan ve bir ahlak düzgüsüne ba÷lanan
soykütü÷ü ve bir kabile düzeni-tanÕmlÕyorlar. Bu ilkeler
Evlad
Ali'nin
'kan'la
(dam)
ilgili
görüúlerinden
toplanmÕútÕr. Bu 'kan' kavramÕ yo÷un anlamlarÕ olan ve
müthiú bir kültürel gücü olan çok yönlü bir kavramdÕr.
Kan insanlarÕ geçmiúe ve birbirine ba÷lar. Soykütü÷ü
yoluyla geçmiúle kurulan ba÷ olarak kan, kültürel
kimli÷in tanÕmÕ açÕsÕndan çok önemlidir."
Abu Lughod, Evlad Ali’nin kimli÷inin temel bileúeninin kan oldu÷unu,
ve bu insanlarÕn kendilerini MÕsÕr’lÕ olarak tanÕmlamadÕklarÕnÕ, nereye
giderlerse gitsinler kendi soylarÕnÕn Arap oldu÷unu vurguladÕklarÕnÕ belirtir.
Evlad Ali, MÕsÕrlÕlarÕ aúa÷Õ görür çünkü onlarÕn soylarÕ karÕúmÕútÕr.
Kendilerininki gibi geriye gidip soykütükleri çÕkarÕlamaz. Oysa birçok arap
kabilesi, soyunun Hz. Muhammed’e kadar gitti÷ine inanÕr. MÕsÕrlÕlarÕn ise
nereden ve kimlerden geldikleri belli de÷ildir. Hatta kanlarÕnÕn karÕúÕk
olmasÕnÕn bir sonucu olarak MÕsÕr’lÕlarÕn karÕlarÕndan korktu÷u ve
namuslarÕna düúkün olmadÕklarÕ belirtilir. Çünkü ahlakÕn ve kiúisel
erdemlerin kayna÷Õ olarak soylu kanÕ görürler. “ ‘Korkusuzluk’ ve ‘cesaret’,
Bedevi erkek ve kadÕnlarÕnÕn soylulu÷unun do÷al sonucu olarak görülen
niteliklerdir” (Abu-Lughod, 2004: 61).
Kan kavramÕ içinde yaúanÕlan zaman diliminde insanlar arasÕ iliúkileri
ve toplumsal düzeninin süreklili÷ini sa÷lama potansiyeline sahip sihirli bir
kavram olarak da belirir. ‘Kan’a böylesi bir önem atfedilmesi, onu bireyler
arasÕ iliúkileri belirleyebilecek di÷er iliúki biçimlerinden üstün olarak
kurgulanmasÕ baúat bir ideoloji olarak toplumsal iúleyiúin önemli bir
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
17
kurucusu oldu÷unu gözler önüne serer. “Toplumsal kimlikte kanÕn önemi
Bedevilerin kendilerini aileyle, soyla ve kabileyle tanÕmlamalarÕnda belirir”
(Abu-Lughod, 2004: 64).
Baba yanlÕ akrabalÕ÷Õn di÷er tüm ba÷lardan daha öncelikli kabul
edildi÷i bir ideolojik sistemde evlilik o sistemin tutarlÕlÕ÷Õ açÕsÕndan yeri
geldi÷inde iúleri kolaylaútÕrmak varolan ba÷larÕ daha güçlendirmek amacÕyla
kullanÕma giren bir stratejik kurum olmasÕnÕn yanÕ sÕra bazÕ durumlarda da
böylesi bir ideolojik ortamÕn meúruiyetini tehdit eden bir mekanizma haline
dönüúebilir. Evlilik kan ba÷Õ türünden bir yakÕnlÕkla pekiútirildi÷inde
sistemin lehine iúler bu nedenle de baba yanlÕ koúut ye÷en evlili÷i
Bedevilerin baba yanlÕ akrabalÕ÷Õ sürdürme e÷ilimi ile örtüúen, toplum için
ideal sayÕlabilecek evlilik tipidir (Abu-Lughod: 2004).
“Ortak ata soyuna dayalÕ akraba temelli 'do÷al'
dayanÕúmacÕ bir cemaat tahayyülü, øbni Haldun'un
asabbiye adÕnÕ verdi÷i grup dayanÕúmasÕna farazi bir
somutluk kazandÕrmÕútÕ øslam hukukunda babasoylu kan
hakkÕnÕn
yasalaúmasÕ
kan
temelli
babasoyluluk
ideolojisine do÷ru, uzun vadeli tarihsel evrimin son
basama÷ÕydÕ” (Lindholm, 2004: 402).
Her ne kadar øslam’da erke÷in yeryüzüne düúüúünden HristiyanlÕk’ta
oldu÷u gibi kadÕn sorumlu tutulmasa da Ortado÷u’da kadÕn cinselli÷inden
korkulur. Bu durumun nedeni olarak Lindholm Ortado÷u’daki babasoylu
ideolojinin varlÕ÷Õ üzerinde durmaktadÕr. Lindholm (2004: 413) "KadÕnÕn
annelik rolüyle toplumsal yapÕyÕ koruyup bunu gelece÷e o÷ullarÕ vasÕtasÕyla
yansÕtarak, baba soyunu yaratmasÕ ve birleútirmesinin, onun üreme
kapasitesiyle gerçekleúti÷i”nden bahsetmektedir ancak bir erkekle romantik
18
CEREN AKSOY SUGøYAMA
bir aúk iliúkisi içine girme potansiyeli ise bu yapÕ için bir risk olarak
algÕlanabilmektedir. Bu türden bir iliúki kuracak olmasÕ hem erke÷in “úeref”
“namus” “haysiyet” gibi bir takÕm de÷erlerini ciddi ölçüde aúÕndÕracak ve
kadÕnÕn sahip oldu÷u ataerkil pazarlÕk kozunu yitirmesi ile sonuçlanacaktÕr.
Tüm bunlar, kana dayalÕ babasoylu organizasyon yapÕsÕndan da altÕnÕ
kazacaktÕr. KÕsacasÕ kadÕnÕn cinselli÷i, tüm eril toplumsal düzenin hem
temeli hem de potansiyel yÕkÕcÕsÕdÕr. Lindholm, bu noktada kadÕnÕn
örtülmesi ile ilgili pratikleri úu úekilde açÕklamaktadÕr:
“O halde, kadÕnÕn peçeyle örtülmesini, tecrit
edilmesini ve karalanmasÕnÕ içeren Ortado÷u gelene÷inin,
øslam'Õn bir buluúu ya da kadÕnÕn zayÕflÕ÷Õndan ileri gelen
bir úey de÷il de soy kalÕtÕmÕ ideolojisine dayalÕ atarekil
bir sistem içinde, kadÕnÕn hem yaratma hem de yok etme
yönündeki erotik kapasitesinin bir ifadesi ve ona karúÕ bir
savunma oldu÷unu söyleyebiliriz” (Lindholm, 2004: 413)
Abu Lughod'a göre de Bedevi düúüncesinde cinselli÷e verilen olumsuz
de÷erin kökleri esas olarak toplumsal düzende yatar. “ønsanlar arasÕndaki
baúlÕca ve tek meúru ba÷Õn ortak köken ve kandaúlÕk oldu÷u yerde cinsellik
ba÷Õ, bireyleri bu kavramsal çerçeve dÕúÕnda bir ba÷la ba÷lamasÕ bakÕmÕndan
bir tehdittir” (Abu-Lughod, 2004: 168). Lindholm gibi Abu-Lughod da bu
anlayÕúÕn kayna÷Õ olarak øslam ideolojisini görmez. Ona göre de bu anlayÕúÕn
temelinde yatan “kan ba÷ÕnÕn önceli÷ini esas alan ve babasoylulu÷a göre
örgütlenen toplumsal-yapÕsal kabile modeli”dir. “Bu modele uygun olan ise
yalnÕzca babayanlÕ koúut-ye÷en evlili÷idir. Ortado÷u'nun büyük bölümünde
bu evlilik türünün tercih edilmesinin ve kültürel bakÕmdan ülküsel
görülmesinin nedeni de budur” (Abu-Lughod: 2004, 170).
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
19
Kuran ise, ‘anne’lik ile ilgili do÷rudan bir ayeti içermemekle beraber,
øslamiyet'teki "cennet annelerin ayaklarÕ altÕndadÕr” 5 sözü ile çocuklarÕn
ebeveynlerine duymasÕ gereken saygÕ ve hürmetten bahsedilmektedir. Bu
nedenle øslami söylemin iliúki içerisinde oldu÷u soyu sürdürme söyleminin
de bir arada ele alÕnmasÕ gerekmektedir.
Carol Delaney (2001), 1980'li yÕllarÕn baúÕnda Orta Anadolu'da bir
köyde yapmÕú oldu÷u alan araútÕrmasÕna dayanan çalÕúmasÕnda ise
monogenetik üreme teorisinin teolojik tek tanrÕcÕlÕk doktrini ile iliúkili
oldu÷unu öne sürmektedir. Daha geniú bir perspektiften bakÕldÕ÷Õnda bu
durum, Ortado÷u’da kayna÷Õ ortak bir ataya dayalÕ olan babasoylu aile yapÕsÕ
ile parallelik kurarak da okunabilir. Her ne kadar Ortado÷u'daki
anlamlandÕrma sistemi varolan akrabalÕk ideolojisiyle baúat olarak varlÕ÷ÕnÕ
sürdürmüú olsa da øslam ideolojisinin Arabistan ve çevresine yayÕlmasÕ
esnasÕnda teorik ya da pratik açÕsÕndan Arabistan’dakiyle birebir örtüúen tek
tip bir øslam uygulamasÕnÕn Türkiye’de benimsendi÷ini söylemek yanlÕú
olacaktÕr. øslamiyet ortaya çÕktÕ÷Õ co÷rafyanÕn kendine has oluúumlarÕyla ve
söylemleriyle bir arada gelmiútir ve geldi÷i yerdeki tarihsel oluúumlarla da
kaynaúmÕútÕr. Var olan söylemlerden hangisinin øslamiyet kaynaklÕ
hangisinin
gelenekten
kaynaklanan
pratiklerle
ba÷lantÕlÕ
oldu÷unu
ayrÕútÕrmak neredeyse imkânsÕzdÕr. Delaney'in çalÕúmasÕ bu noktadan
bakÕldÕ÷Õnda tarihsel arka planÕ göz ardÕ eden yapÕsalcÕ sembolik bir analizdir.
Yine de bu durum onu Türkiye'de yaúayan insanlarÕn üreme ile ilgili
anlamlandÕrmalarÕnÕ anlamamÕza yardÕmcÕ olmaktan alÕkoymaz. Delaney,
sözlü
betimlemelerin
biçimlendirdi÷i
5
gerçekli÷i
varsayÕmÕndan
yalnÕzca
yola
çÕkar.
tahrif
etmedi÷i
AkrabalÕ÷Õ
ve
onu
tanÕmlamakta
"Cennet annelerin ayaklarÕ altÕndadÕr." (Nesâî, Cihad, 6) veya "Anne cennet kapÕlarÕnÕn
ortasÕndadÕr." (øbn Hanbel, V, 198).
CEREN AKSOY SUGøYAMA
20
kullanÕlan simgeler ve anlamlarÕn kiúiyi yurttaú ya da bir dinin mensubu
yapan úeylerin tarifinde de kullanÕmda oldu÷unu iddia eder. Sembollerin,
hiyerarúik bir anlam düzenini nasÕl devam ettirdi÷ine de de÷inir. Emily
Martin (1991), kadÕn ve erke÷in sözde do÷al davranÕúlarÕnÕ sorgulamaksÕzÕn
do÷ru kabul eden biyoloji biliminin, kadÕn eúey hücresi olan 'yumurta' ve
erkek eúey hücresi olan 'sperm'in hareketlerini de bu do÷al varsayÕlan rollere
paralel olarak kurgulandÕ÷ÕnÕ ve 'bilimsel' betimlemelerin bir önceki
varsayÕmÕ pekiútirme e÷ilimi gösterdi÷inden bahseder. Bilimsel, dini,
milliyetçi, ÕrkçÕ ve ataerkil söylemler, belki kastî belki tamamen
ihtiyatsÕzlÕktan
kaynaklanan
sebeplerle
kadÕnlarÕn
ve
erkeklerin
farklÕlÕklarÕnÕ do÷allaútÕran masalÕ sürekli olarak tekrar ederler. Bu söylemler
insanlÕ÷Õn ortak hafÕzasÕnda neredeyse kök salmÕútÕr.
Delaney'in bu ba÷lamda öne sürdü÷ü, pratik eylemlerin ve çÕkarlarÕn
kendilerinin de simgesel olarak ifade edildi÷i, belirli bir kozmolojik ba÷lam
içinde anlamlÕ hâle geldi÷idir. KÕsacasÕ Delaney Anadolu'daki üreme ile
ilgili imgelemin ba÷lamÕ olarak da "øslamiyet’i" görmektedir. Ortado÷u ile
ilgili yapÕlan tarihsel antropolojik çalÕúmalarÕ göz önünde bulundurursak
øslamiyet’i, kabile tarzÕ sosyal örgütlenmelerin de÷er yargÕlarÕnÕ çölden
Anadolu içlerine kadar savuran bir samyeline benzetebiliriz. øslamiyet,
böylesi bir ontolojik görüúün, bu türden bir kozmolojinin kayna÷Õ de÷il olsa
olsa tarihsel olarak taúÕnmasÕna yardÕmcÕ olan bir araç olarak tahayyül
edilebilir 6 . YazarÕn bedenlerin kültürün dÕúÕnda var olmadÕ÷ÕnÕ tersine
fiziksel ve mecâzi olarak kültür içinde biçimlendi÷ine dair görüúlerini de
bedeni
pasif
gören
teorisyenler
kuúa÷ÕnÕn
bir
devamÕ
olarak
de÷erlendirebiliriz.
6
YazarÕn øslamiyet’in bir “pratik dini” oldu÷u konusundaki görüúüne de baúka açÕlardan karúÕ
çÕkÕlabilir. Ama bu baúka bir çalÕúmanÕn konusu olacak kadar kapsamlÕdÕr.
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
21
TarÕma elveriúli topraklar ile diúi organÕn; meni ile tohum arasÕnda
do÷aya içkin olan bir benzerli÷in verili oldu÷unu düúünen yazarlarÕn aksine
Delaney, bunun kültürel olarak kurgulanan bir anlamlandÕrma olabilece÷ini
vurgular. Yine kadÕn anatomisinin erkek terimleriyle tanÕmlandÕ÷Õ bir örnek
de vermiútir: "Döl, döl yolundan döl yata÷Õna gider..." (Delaney, 2001: 52).
Burada kendini ele veren bir baúka anlayÕú ise erkekler ve tanrÕ arasÕnda
oldu÷u varsayÕlan benzerliktir: “Erkeklerin yaratma, hayat verme yetkileri,
TanrÕ’nÕnkine benzer; köylüler babanÕn Allah'tan sonra ikinci tanrÕ oldu÷unu
söylerler (Delaney, 2001: 53) derken bu kurulan paralelli÷e dikkat
çekmektedir.
Delaney’e göre tohumun korunmasÕ gerekti÷i ile ilgili tekrar eden
söylem, soyun erkek taraÕndan devamlÕlÕ÷ÕnÕn garanti altÕna alÕnmasÕ prati÷i
ile örtüúmektedir. Bu da beraberinde kadÕnÕn korunmasÕ ve kapatÕlmasÕnÕ
gerektirmektedir. Delaney’e göre (2001:61), asÕl önem verilen kadÕnÕn
do÷urganlÕ÷Õndan ziyade; kadÕnÕn eúinin tohumunu güvence altÕna alÕp
alamadÕ÷ÕdÕr. Bu ba÷lamda “KadÕnÕn de÷eri, evlilikten önce bekâretine;
evlilikten sonra da sadakatine ba÷lÕdÕr”. Bu inanç sistemi, üreme
teknolojilerinden yardÕm alan bir üreme sürecini tabu haline getirebilir. Yine
de günümüzdeki uygulamalar göz önünde bulunduruldu÷unda en azÕndan
hastaneye kadar gelebilen kesim için durumun böyle olmadÕ÷Õ aúikârdÕr.
Örne÷in sorunun kendinden kaynaklandÕ÷ÕnÕ bilen bir erkek, kendine ait
tarlanÕn baúka erkekler tarafÕndan- ki üreme teknolojileri söz konusu
oldu÷unda bu kiúi hiç úüphesiz doktordur- incelenmesine göz yumacaktÕr.
Meçhul bir tohumun o tarlaya düúmeyece÷i garanti edildi÷i sürece inançlar
tehdit ediliyormuú gibi hissedilmez. TarlanÕn ameliyat masasÕna yatÕrÕlmasÕ,
incelenmesi, deneysel bir malzeme olmasÕ yakÕn çevrenin diline dolanmadÕ÷Õ
sürece tahammül edilebilir bir úeydir. Ve nasÕlsa erke÷in tohumunun 'iúe
CEREN AKSOY SUGøYAMA
22
yaradÕ÷ÕnÕ' ama sorunun 'tarlada' oldu÷u haberini etrafa ilan edecek çilekeú
bir kadÕn hep hâli hazÕrda vardÕr. Gurur atfedilen bir özelliktir. KorunmasÕ
gereken, öncelikli olan erke÷in gururudur.
Türkiye’de
soyu
sürdürmenin
önemine
dair
gözlemlenen
uygulamalardan belki de en önemlisi özellikle kÕrsal alanda yaygÕn olan
erke÷in nikahlÕ karÕsÕ üzerine kuma almasÕdÕr. Pek çok durumda bu
uygulama erke÷in ailesi tarafÕndan evli çifte dayatÕlabilmektedir. Bir yere
kadar tüp bebek tedavisinin bu uygulamayÕ bir nebze olsun azalttÕ÷Õ iddia
edilebilir. Bu durum hesaba katÕldÕ÷Õnda Türkiye örne÷inde, soyu sürdürme
ideolojisinin bu topraklara ulaútÕktan ve üzerinden bu kadar zaman geçtikten
sonra de÷iúti÷inin ve bundan sonra da de÷iúebilir oldu÷unu göz ardÕ
etmemek önemlidir. Her ne kadar soyu sürdürme ideolojisi ba÷lamÕnda
erkek çocuk önemli olsa da tüp bebek tedavisi gören kadÕnlarÕn bebe÷in
cinsiyeti konusunda bir tercihlerinin olmayÕúÕ úaúÕrtÕcÕ olabilir. Tercih
konusundaki isteksizlikte ‘kadere razÕ olmak’ ve ‘tevekkül’ halinde olmanÕn
etkisi vardÕr kuúkusuz. Zaten zorluklar çekilerek kalÕnan bir hamilelikte bir
de cinsiyet konusunda ÕsrarcÕ bir tutum sergilemek Allah’Õn uygun
gördü÷ünü kabul etmemek anlamÕna gelece÷inden kaçÕnÕlan bir tutumdur.
Tüp bebek tedavisi gören kadÕnlarÕn günümüzde yaygÕn olarak kullanÕlan ve
medikal söylemin kullanÕma soktu÷u ‘genetik’ yakÕnlÕk ile ilgili bir söylem
yerine sÕk sÕk ‘yeter ki kendi kanÕmdan olsun’ gibi sözlerle ‘kan’ üzerine çok
sÕk
vurgu
yapÕyor
olmasÕ
Delaney’in
úu
saptamasÕ
göz
bulunduruldu÷unda de÷er kazanacaktÕr:
“Kan yalnÕzca kalÕtÕm iliúkilerini temsil eden
"farklarÕ örten" bir terimdir ve dolayÕsÕyla bilimsel soyun
sürdürülmesi kuramÕnÕn ortaya koydu÷u kalÕtÕmÕn tek
kaynaktan de÷il, iki kaynaktan geldi÷i gerçe÷ini gizler.
önünde
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
23
KalÕtÕm kuramÕnÕn bir çocu÷un kalÕtÕm özelliklerine
annenin ve babanÕn birlikte katkÕda bulundu÷unu,
çocu÷un her ikisiyle de aynÕ biçimde iliúkili oldu÷unu
söyler” (Delaney, 2001: 187).
Delaney, araútÕrmasÕnÕ gerçekleútirdi÷i köyde, çocu÷un hem annenin,
hem de babanÕn bir ürünü oldu÷u; ama her birinin katkÕsÕnÕn anlamÕnÕn farklÕ
oldu÷unu; çocu÷un temel kimli÷inin babanÕn tohumundan geldi÷ine ve
annenin
rolünün
sadece
o
özü
büyütecek
maddeyi
sa÷ladÕ÷ÕnÕn
düúünüldü÷ünün altÕnÕ çizer. Görüldü÷ü üzere yeni teknolojiler bir takÕm
pratiklerin azalmasÕna vesile olurken bir takÕm söylemler yeni teknolojiler ve
bilimsel bir gerçeklik iddiasÕna ra÷men devam edebilmektedir. Yine de tüp
bebek ile ilgili olarak Türkiye ba÷lamÕnda yapÕlacak çalÕúmalar temel
alÕnarak Delaney’in 1980’lerde yapmÕú oldu÷u alan araútÕrmasÕndan yaklaúÕk
kÕrk yÕl sonra kÕrsal kesimden tüp bebek tedavisi görmek üzere büyük
úehirlerdeki hastanelere gelen çiftlerin üremeye dair sahip olduklarÕ imgelem
ve kozmolojilerin ortaya konulmasÕ, geçen sürede kuúaklar arasÕ algÕsal
de÷iúimi
pekâlâ
yansÕtabilir.
Üremeye
yardÕmcÕ
teknolojilerin-bu
teknolojilerden yararlanan çiftlerin çok çeúitli sosyal çevrelerden geldikleri
düúünülürse- üremeye dair anlayÕú ve pratikleri dönüútürüp dönüútürmedi÷i
veya ne kadar dönüútürebildi÷ini ortaya koymak ilgi çekici olacaktÕr.
Sonuç Yerine
Üreme konusu pek çok söylem alanÕnÕn kesiúme noktasÕnda yer alan ve
toplumsal cinsiyet eúitsizliklerinin sürdürüldü÷ü bir alan olarak önemlidir.
Üreme aynÕ zamanda ataerkil pazarlÕklarÕn da üzerinde müzakere edildi÷i bir
alan olarak içerisinde de÷iúim potansiyelini de barÕndÕrmaktadÕr. Feminist
teori içerisinde bile üzerinde uzlaúÕma varÕlamayan bir alan olan üreme,
CEREN AKSOY SUGøYAMA
24
farklÕ kültürler söz konusu oldu÷unda o co÷rafyaya özgü söylemlerle de
temas etmektedir. Türkiye ba÷lamÕnda ise Ortado÷u’da geçerli olan
söylemlerin etkisi hissedilirken bu söylemlerin yaúam pratikleri üzerindeki
etkileri bölgesel ve sÕnÕfsal farklÕlÕklara ba÷lÕ olarak çeúitlilik göstermektedir.
Bu açÕdan dolaúÕmda olan söylemlerin yaúam pratikleri ile olan etkileúimleri
meselenin can alÕcÕ noktasÕnÕ oluúturmaktadÕr. Gözden kaçÕrÕlmamasÕ
gereken nokta ise bu söylemlerin ortaya çÕkan yeni olanaklarÕn da vesilesiyle
yeniden müzakereye açÕk oluúudur. YakÕn zamanda üreme ile ilgili konular
Türkiye’de siyasal iktidarÕn da kendini bu alanda etkin bir aktör olarak
yeniden kurguladÕ÷Õ söylemler; üremeye dair siyaset üretebilen ve bu konuda
söz söyleyebilen taraflar arasÕndaki tartÕúmalarÕ ve çekiúmeleri daha çok
hissedilebilir bir hale getirmiútir. Bu noktada üreme konusunda söz hakkÕna
sahip olmayan ya da seslerini duyuramayan taraflarÕn ise seslerini
duyurabilir hale gelmesi önem arz etmektedir.
KAYNAKÇA
Abu- Lughod, L. (2004) Peçeli Duygular, Çeviren: Suat Ertüzün, østanbul: Epsilon
YayÕnevi.
Agacinski, S. (1998) Cinsiyetler Siyaseti, FransÕzca’dan çeviren: øsmail Yerguz
Ankara: Dost Kitabevi.
Bora, A. (2001) “Türk Modernleúme Sürecinde Annelik Kimli÷inin Dönüúümü”,
Yerli Bir Feminizme Do÷ru, Der. Aynur ølyaso÷lu, Necla Akgökçe, østanbul:
Sel YayÕncÕlÕk.
Butler, J (1988) “Performative Acts and Gender Constitution: An Essay in
Phenomenology and Feminist Theory”, Theatre Journal, Vol.40, No.4: 519531.
Butler, J. (2008) Cinsiyet BelasÕ: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Çeviren:
Baúak Ertür, østanbul: Metis YayÕnlarÕ.
ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA…
25
Carsten, J (2004) After Kinship, New York: Cambridge University Press.
Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve øktidar: Toplum, Kiúi ve Cinsel
Politika, Çeviren: Cem Soydemir, østanbul: AyrÕntÕ YayÕnlarÕ.
Corea, G. (1985) The Mother Machine: Reproductive Technologies form Artificial
Insemination to Artificial Wombs, New York: Harper & Row.
Delaney, C. (2001) Tohum ve Toprak: Türk Köy Toplumunda Cinsiyet ve Kozmoloji,
Çevirenler: Selda Somuncuo÷lu-Aksu Bora, østanbul: øletiúim YayÕnlarÕ.
Dwyer, L.K. (2000) “Spectacular Sexuality: Nationalism, Development and the
Politics of Family Planning in Indonesia”, in Gender Ironies of Nationalism:
Sexing The Nation, Ed.: Tamar Mayer, London: Routledge.
Firestone, S. (1993) Cinselli÷in Diyalekti÷i, Çeviren: Yurdanur Salman, østanbul:
Payel YayÕnevi.
Gailey, Christine Ward. (2000) “Ideologies of Motherhood and Kinship in U.S.
Adoption”, Ideologies and Technologies of Motherhood: Race, Class,
Sexuality, Nationalism, Ed.: Helena Ragoné and France Winddance Twine.
New York: Routledge.
Glenn, E.N., Chang G. & Forcey, L. N. (1994) Mothering: Ideology, Experience and
Agency, London: Routledge.
Gimenez, M. (1991) “The Mode of Reproduction in Transition: A Marxist-Feminist
Analysis of the Effects of Reproductive Technologies”, Gender and Society,
Vol. 5, No. 3, Special Issue: Marxist Feminist Theory: 334-350.
Hanisch, C. (1970) “The Personal is Political”, Notes From the Second Year:
Women’s Liberation, Der.: Pamela Allen&Shulamith Firestone. New York:
New York Radical Feminists.
Kandiyoti, D. (1997) Cariyeler, BacÕlar, Yurttaúlar: Kimlikler ve Toplumsal
Dönüúümler, KadÕn AraútÕrmalarÕ Dizisi: 11, østanbul: Metis YayÕnlarÕ.
CEREN AKSOY SUGøYAMA
26
Lindholm, C. (2004) øslami Ortado÷u: Tarihsel Antropoloji, Çeviren: BalkÕ ùafak,
Ankara: ømge Kitabevi.
Martin, E. (1989) The Woman in the Body: A Cultural Analysis of Reproduction,
Milton Keynes: Open University Press.
Martin, E. (1991) “The Egg and the Sperm: How Science Has Constructed a
Romance Based on Stereotypical Male- Female Roles”, Signs, Vol. 16, No. 3:
485-501.
Millet, Kate (1987) Cinsel Politika, Çeviren: Kate Millett, østanbul: Payel YayÕnevi.
Mostov, J. (2000) “Sexing the Nation/Desexing the Body: Politics of National
Identity in the Former Yugoslavia”, in Gender Ironies of Nationalism: Sexing
The Nation, Der.: Tamar Mayer, London: Routledge.
Oakley, A. (1974) Woman’s Work: The Housewife Past and Present, New York:
Pantheon Books.
O’Brien, M. (1989) Reproducing the World: Essays in Feminist Theory, London:
Westview Press
Yuval-Davis, N. (2003) Cinsiyet ve Millet, Çeviren: Ayúin Bektaú, østanbul: øletiúim
YayÕnlarÕ.
Peach, L. J. (1998) Women In Culture: A Women’s Studies Anthology,
Massachusetts: Blackwell Publishing.
Ragoné, H. & Twine, F.W. (2000) Ideologies and Technologies of Motherhood:
Race, Class, Sexuality, Nationalism, New York: Routledge.
Rowland R. (1987) “Technology and Motherhood: Reproductive Choice
Reconsidered” Signs, Vol. 12, No. 3: 512-528.
Strathern, M. (1992) After Nature: English Kinship In the Late Twentieth Century,
Cambridge: Cambridge University Press.
Tong, R. (1994) Feminist Thought: A Comprehensive Introduction, London:
Routledge.