Bölüm Oku

GARDİYAN
Michelle Zink
Çeviri
Güncem Topçu Güzel
4
1
Odamdaki masamda oturuyorum ve kehanetin kelimelerini hatırlamam için onu yeniden okumaya ihtiyaç duymuyorum; hepsi, tıpkı bileğimdeki işaret gibi belirgin bir
biçimde zihnime kazılı.
Yine de babamın ölmeden evvel kütüphaneye sakladığı
kitabın yıpranmış cildine dokunurken içimi kuvvetli, güven verici bir his kaplıyor ve artık eskimiş olan kapağı açıyorum. Gözlerim hemen ilk sayfanın arasına sıkıştırılmış
kâğıt parçasına ilişiyor.
Sonia ile birlikte Londra’ya gelmemizin üzerinden
geçen sekiz ay boyunca, her gece yatma vakti geldiğinde
kehaneti okumak benim için rutin haline geldi. Ev ve hizmetkârlar sessizken, Sonia koridorun ucundaki odasında
uyuyorken, bu Milthorpe Köşkü’nün en huzurlu saatleridir. Bu zamanlarda ben, James’in dikkatlice çevirdiği kehanetin sözlerindeki şifreyi çözmeye ve kayıp sayfalarda
yeni ipuçları yakalamaya -ve özgürlüğüme giden yolu bulmaya- çalışmaya devam ediyorum.
Bu yaz akşamında, şömineden tıslayarak yükselen ateş
5
eşliğinde kafamı sayfaya gömüyor ve beni geri dönülemez
biçimde ikiz kız kardeşime ve bizi bölen kehanete bağlayan sözcükleri bir kez daha okuyorum.
İnsanoğlu ateş ve birlik sayesinde dayandı
Sonra Muhafızlar gönderildi
Ve onlar erkeğin kadınını kendilerine eş ve sevgili yapıp,
O’nun gazabına uğradılar.
İki kız kardeş,
Aynı sularla çalkalanan okyanusta bedenlenmiş,
Biri Gardiyan, Biri Kapı.
Biri barışın bekçisi,
Diğeri büyüyü sadakatle değişen.
Cennetten kovulan Ruhlar Kayıp
Kız kardeşlerin savaşı sürerken
Kapılar onları geri çağırıyor,
Melek Cehennemin Anahtarlarını getiriyor.
Ordu Kapılar’dan geçip ilerliyor,
İfrit Samael de Meleği geçiyor,
Melek, incecik bir tülle korunuyor.
Dört İşaret, Dört Anahtar, Ateş Çemberi
Samhain’in ilk nefesinde şekillenen,
Gizemli Taş Yılan Aubur’un gölgesinde.
Meleğin Kapısı Anahtarlar olmadan açılsın
Ardından gelsin Yedi Bela ve Dönüşü Olmayan
Ölüm
Açlık
Kan
Ateş
Karanlık
6
Kuraklık
Yıkım
Kaos’un Sahibesi, aç kollarını, İfrit’in harabesi sel olup aksın
Çünkü Yedi Bela başlayınca kaybolacak hepsi.
Bu kelimelerin benim için çok az anlam ifade ettiği bir
zaman vardı. Babamın ölümünden önce kütüphanesine
gizlenmiş tozlu bir kitapta bulunan bir efsaneden başka
bir şey değillerdi. Fakat tüm bunlar bileğimde ortaya çıkan işaretin varlığını keşfetmeden önceydi. Tam olarak benim gibi olmasa da belirgin bir biçimde damgalanan, dört
anahtarın ikisiyle, yani Sonia ve Luisa ile tanışmadan önce.
Damgamın tam merkezinde “K” harfi olan bir tek ben
varım. Sadece ben Kaos Meleği, kız kardeşimin Gardiyan’ı
olduğu Kapı. Bununla beraber sadece ben Samael’i ebediyen defedebilirim.
Ya da onu çağırarak dünyanın sonunu getirebilirim.
Kitabı kapadım ve sözcükleri zihnimden kovmaya çalıştım. Dünyanın sonunu düşünmek için saat çok geç.
Dünyanın sonunun gelmesini engelleme işinde bana düşen görevi düşünmek için de. Bu gerçeğin ağırlığı, uykunun saf huzuru için derin bir arzu duymama sebep oldu.
Masadan kalkarak, Milthorpe Köşkü’nde bana ait olan karyolamda, pikenin altına giriyorum.
Komodinin üzerindeki ışığı kapıyorum. Artık oda yalnızca şömineden gelen ışıkla aydınlanıyor. Sadece şömine
ışığı olan karanlık odalar artık beni eskisi kadar korkutmuyor. Artık yüreğime korku salan yerler çok güzel ve tanıdık
yerlerde gizlenen kötülükler…
7
***
Astral Düzlem’deyken rüyayla seyahatleri birbirine karıştırdığım günler geride kalmıştı aslında fakat bu kez beni
uykuya çeken hangisi oldu, tam emin değilim.
Birchwood Malikânesi’ni, yani 8 ay evvel Londra’ya
geldiğim güne kadar görüp tanıdığım tek evi çevreleyen
ormanların içindeyim. Bunu içgüdüsel olarak biliyorum.
Tüm ağaçlar aynı, birini diğerinden ayırt etmek imkânsız.
Burası benim çocukluğumun geçtiği yerler.
Güneş, başımın epeyce üstünden uzanan dallardaki
yapraklardan aşağıya doğru süzülüyor. Belli belirsiz bir
ışık etrafı kaplıyor; vakit sabah da olabilir, akşamüstü de ya
da ikisinin arasında herhangi bir zaman dilimi de. Neden
burada olduğumu merak etmeye başlıyorum, çünkü artık
rüyalarımın bile bir varoluş amacı var. Bu sırada arkamdan
bir ses bana sesleniyor.
“Li-a… Gel, Lia…”
Arkamı döndüğümde ağaçların içinde ayakta duran figürü ayırt etmem biraz zaman alıyor. Kız çok küçük ve
heykel gibi olduğu yerde duruyor. Altın rengi lüleleri ormandaki alacalı karanlığın içinde bile parıldıyor. Onu ilk
kez New York’ta gördüğüm günün üzerinden neredeyse
bir yıl geçse de onu nerede görsem tanırım.
“Sana bir şey göstereceğim Lia. Haydi, gel hemen.” Sesi
hiç değişmemiş; bana, üzerinde kolumdaki damganın aynısını taşıyan ve o günden beri her an yanımda olan madalyonu verdiği anki kadar canlı.
Bir an için duraksıyorum ve kız, sevimliliğinin farkında
olduğunu belli eden bir gülümseme eşliğinde elini uzatıp
bana doğru sallıyor.
8
“Acele et Lia. Onu kaçırmak istemezsin.” Küçük kız
dönüyor ve ileriye doğru koşmaya başlıyor. O koşarken
sıçrayan bukleleri de ağaçların arasında kayboluyor.
Ben de ağaçların ve yosun tutmuş taşların etrafından
dolanarak onu takip ediyorum. Ayaklarım çıplak olmasına rağmen ormanın derinliklerine doğru koşarken hiç acı
hissetmiyorum. Küçük kız narin ve atik bir kelebek sanki.
Ağaçların arasında uçuşurken üzerindeki beyaz elbise de
arkasından hayaleti andırarak savruluyor. Ona yetişmeye
çalışırken geceliğim ağaçların dallarına takılıyor. Ormanın
içinde onun izini kaybetmemek için dallara hızla vurup
eziyorum. Fakat çok geç. Birkaç dakika içinde kız gözden
kayboluyor.
Bunun üzerine olduğum yerde duruyorum. Etrafımda dönerek etraftaki ağaçları inceliyorum. İnsanın kafasını allak bulak eden, baş döndürücü bir manzara. Aniden,
birbirinin aynı bunca ağaç gövdesi ve yaprağın içinde düpedüz kaybolduğumu fark ederek paniğe kapılmamak için
kendimle savaşmaya başlıyorum. Güneş de gözden kaybolmak üzere…
Birkaç saniye sonra kızın sesi yeniden duyuluyor, durup dikkatle dinliyorum. New York’ta benden kaçarken
mırıldandığı melodinin aynısı…
Sesin geldiği yöne doğru ilerlerken kollarımın üzerindeki tüyler diken diken oluyor. Ensemdeki ayva tüyleri
bile ayaklandı fakat ben arkamı dönüp gidemiyorum.
Büyüklü küçüklü ağaç gövdelerinin etrafından dolanarak sesin geldiği yöne doğru yürümeye devam ediyorum.
Ta ki nehrin sesini duyana kadar.
İşte kız orada. Son ağaç kümesinin içine doğru bir adım
9
atıyorum ve önümdeki su aniden genişliyor. Kız orada,
nehrin diğer tarafında duruyor. Böylesine güçlü bir akıntıyı aşıp karşıya nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Ahenkli bir
melodi mırıldanıyor fakat bunu öylesine esrarengiz bir fısıltıyla yapıyor ki tenimin ürpertiyle karıncalandığını hissediyorum. Nehrin kıyısında yürümeye devam ediyorum.
Kız beni görmüyormuş gibi duruyor. Avuçlarını suyun
üzerinde oynatırken tuhaf şarkısını mırıldanmaya devam
ediyor. Suyun pürüzsüz yüzeyinde gördüğü şey ne, bilmiyorum fakat bütünüyle ona odaklanmış gibi duruyor.
Sonra kafasını kaldırıyor ve gözlerimiz buluşuyor. Nehrin
karşı tarafında beni gördüğüne hiç de şaşırmış gibi görünmüyor.
Gülümserse bu içime korku salacak biliyorum.
“Ah, çok güzel. Geldiğine sevindim.”
Başımı sallıyorum. “Neden tekrar bana geldin?” Ormanın sessizliğinde sesimin yankılandığını duyuyorum.
“Bana başka ne getirmiş olabilirsin ki?”
Kız beni duymamış gibi yere bakıyor ve avuçlarını suyun üzerinde gezdirmeye devam ediyor.
“Affedersin.” Daha güçlü seslenmeye çalışıyorum.
“Beni neden ormanın içine doğru çağırdığını öğrenebilir
miyim?”
“Çok uzun sürmeyecek.” Sesi durgun. “Göreceksin.”
Kafasını kaldırıyor ve mavi gözleriyle bana bakıyor.
Tekrar konuşmaya başladığında yüzü dalgalanıyor gibi görünüyor.
“Uykunun sınırları içindeyken güvende olduğunu mu
düşünüyorsun Lia?” Yüzündeki küçük kemiklerin üzerini
saran teni giderek gerilirken ses tonu da bir kademe daha
10
düşüyor. “Bu durumdayken çok güçlü ve dokunulmaz olduğuna mı inanıyorsun?”
Sesi tuhaf çıkıyor ve ben yüzü yeniden dalgalanmaya
başladığında ne olduğunu anlıyorum. Gülümsüyor fakat
bu kez gülümseyen ağaçların içinden çıkan kız değil; o artık benim kız kardeşim Alice. Onu görünce korkmaktan
kendimi alamıyorum. Bu gülümsemenin altında gizlenenleri çok iyi biliyorum.
“Neden bu kadar şaşırdın Lia? Seni her zaman bulabileceğimi biliyorsun.”
Konuşurken sesimin titrememesi için soğukkanlılığımı
korumak üzere biraz bekliyorum. Korktuğumu görmesini
istemiyorum. “Ne istiyorsun Alice? Konuşulması gereken
her şeyi zaten konuşmamış mıydık?”
Başını yana doğru yatırıyor ve her zaman olduğu gibi
ruhumu tüm çıplaklığıyla görebildiğini biliyorum. “Hâlâ
akıllanmanı bekliyorum Lia. Hem kendini, hem arkadaşlarını ve hem de ailenden geri kalanları nasıl bir tehlikeye
attığını fark etmeni umuyorum.”
Ailemden, yani ailemizden bahsetmesi beni çılgına çeviriyor. Henry’yi nehre iten Alice değil miydi sanki? Suyun
dibinde onu ölüme mahkûm eden? Tüm bunlara rağmen
sesi ne kadar da yumuşak ve sakin çıkabiliyor. Erkek kardeşimizin yasını tuttu mu diye merak ediyorum.
Duygusuz bir ses tonuyla cevap veriyorum. “Şu an
içinde olduğumuz tehlike, gelecekte sahip olacağımız özgürlüğümüzün bedelidir.”
“Gelecekte?” diye soruyor Alice. “Hangi gelecek Lia?
Kalan iki anahtarı bile bulamadın henüz ve babamın o
kartaloz dedektifiyle onları bulman asla mümkün olmayacak.”
11
Philip hakkında bu şekilde konuşması kelimenin tam
anlamıyla beni delirtiyor. Babam anahtarları bulma konusunda Philip’e güveniyordu ve Philip şu anda benim için
durmadan dinlenmeden çalışıyor. Gerçi Kaos Kitabı’nın
eksik sayfaları olmadan diğer iki anahtarın bulunması pek
işime yaramayacak ama uzak geleceği düşünmenin iyi bir
şey olmadığını uzun zaman önce öğrendim. Sadece “burası” ve “şimdi” var.
Alice yine düşüncelerimi okur gibi konuşmaya başlıyor. “Peki ya kitabın sayfalarından ne haber? Onları henüz
tamamlayamadığını ikimiz de biliyoruz.” Sakin ve ciddi
bir ifadeyle suya doğru bakıyor ve bir elini tıpkı küçük kız
gibi suyun üzerinde dolaştırıyor. “İçinde bulunduğumuz
durumda senin vaziyetini düşününce, bence Samael’e güvenmek daha zekice olur. En azından o senin ve sevdiklerinin emniyetini sağlayabilir. Emniyetin de ötesinde, yeni
bir dünya düzenindeki yerini garantileyebilecek kişi o. O
ve Ruhlar tarafından idare edilecek olan düzende. Er ya
da geç o düzen gerçekleşecek. Sen bize yardım etsen de
etmesen de.”
Kız kardeşime karşı yüreğimin daha fazla katılaşmasının mümkün olabileceğini düşünmezdim ama işte oluyor.
“Daha ziyade o, yeni dünya düzeninde senin yerini garanti
edecek Alice. Asıl mesele de bu değil mi zaten? Biz henüz
çocukken bile Ruhlar’la birlikte hareket etmenin sebebi
neydi?”
Alice omzunu silkerek bana doğru bakıyor. “Hiçbir zaman fedakârlık ediyormuşum gibi rol yapmadım Lia. Ben
sadece, kehanetin yanlış yönlendirilmesiyle bana kakalanan rolle değil, benim olması gereken rolle onurlandırılmak
istiyorum, o kadar.”
12
“Eğer hâlâ arzu ettiğin şey buysa, daha fazla tartışmamızın bir anlamı yok.”
Alice tekrar suya bakıyor. “Seni ikna edebilecek kişi ben
değilim anlaşılan.”
Sanırım yeterince şaşırdığımdan şimdilik korkum yok
oluyor. Bu sırada Alice tekrar kafasını kaldırıyor ve yüzü
yeniden dalgalanmaya başlıyor. Bir an için Alice’in içinde
yeniden küçük kızın gölgesini görür gibi oluyorum. Bitmiyor. Dalgalanan yüzü tuhaf biçimli bir kafaya oturuyor.
Ve yüzü ikinci defa değişiyor. Nehrin kenarında olduğum
noktada mıhlanmış durumdayım. İçim dehşetle dolsa da
yerimden kımıldayamıyorum.
“Beni hâlâ inkâr ediyor musunuz Sahibe?” Sonia’nın
hayatta olmayan babamla iletişim kurmaya çalışırken kullandığı ses bu. Korkunç. Doğaya aykırı. Hiçbir âlem için
mümkün olmayan bir şey bu. “Gizlenecek ne bir yer ne de
bir sığınak kaldı. Huzur yok,” diyor Samael.
Samael nehrin kenarında oturduğu yerden ayağa kalkıyor. Herhangi bir faninin boyunun en az iki katı uzunlukta. Devasa bir cüssesi var. İstediği takdirde kolaylıkla nehri
atlayarak benim olduğum tarafa geçebilir ve boğazıma yapışabilir.
O anda Samael’in tam arkasında bir şeyin hareket ettiğini görüyorum ve o tarafa doğru baktığımda sırtında kıvrılan koyu renk kanatları fark ediyorum.
İçimdeki korkunun yanında birdenbire karşı konulması güç bir istek beliriyor. Nehri karşıya geçip kendimi
bu yumuşak ve hafif kanatların arasına öylece bırakmak
için arzu duyuyorum... Kalp atışlarım hızlanmaya başlıyor.
Güm güm. Güm güm. Güm güm. Düzlem’de Samael ile
13
son karşılaştığımızda olduğu gibi. Kendi kalbimin güçlü
atışlarının onun kalbiyle uyum içinde olduğunu duyarak
dehşete kapılıyorum.
Bir adım geri çekiliyorum. Tüm varlığımla oradan
uzaklaşmam gerektiğini hissetsem de arkamı dönüp gitmeye bir türlü cesaret edemiyorum. Bunun yerine geriye
doğru birkaç adım atıyorum. Bir yandan da Samael’in yüzünü oluşturan ve hiç değişmeyen o maskesine bakıyorum. Ara sıra dünya üzerindeki en yakışıklı adama dönüşüyor ve sonra tekrar bildiğim Samael haline geliyor.
Samael. İfrit.
“Kapı’yı açın Sahibe; bu sizin göreviniz ve varoluş sebebiniz. Direnmek yalnızca daha fazla acı çekmenize neden
olacak.” Bu boğuk ses sadece nehrin diğer tarafından değil,
zihnimden yükselen kendi sözlerimmiş gibi geliyor.
Kafamı sallıyorum. Oradan uzaklaşmalıyım ve gücümü
son zerresine kadar bunu yapmak için harcıyorum. Neyse
ki başarıyorum. Geri dönüp koşmaya başlıyorum. Nereye
gideceğimi bilmez bir halde nehir boyunca dizili ağaçların
arasında ilerliyorum. Samael’in kükreyişleri ağaçların arasından yükseliyor. Sanki beni kovalıyor.
Koşarken bir yandan yüzüme çarpan ağaç dallarına
elimle vuruyor, bir yandan da onu zihnimden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Artık uyanmak ve bu yolculuktan çıkmak istiyorum. Fakat plan yapmaya bile zaman bulamadan
ayağım bir ağaca takılıyor. Öylesine sert ve hızlı bir biçimde yere düşüyorum ki gözlerim kararıyor. Ellerimden
destek alarak tekrar ayağa kalkmaya çalışıyorum. Kaçmayı
başaracağım sanırım. Kalıp koşmaya devam edeceğim. Fakat tam o sırada bir el omzumu tutuyor ve o tıslayan sesi
duyuyorum. “Kapı’yı aç.”
14
***
Boğularak uyandığımda çığlığımı zor bastırıyorum. Yatakta doğrulduğumda ensemin terden sırılsıklam olduğunu fark ediyorum.
Kesik kesik soluyorum. Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi, sanki hâlâ Samael’in kalbiyle birlikte atıyor.
Perdenin arasından süzülen ışık bile gördüğüm rüyadan
kalan korkumu dindirmeye yetmiyor. Dakikalar boyunca
bunun sadece bir rüya olduğunu kendi kendime tekrar
edip duruyorum.
Ta ki yastığımın üzerindeki kanı görene kadar.
Ellerimle yüzüme dokunuyorum, parmaklarımı yanağımın üzerinde gezdiriyorum. Elimi yüzümden çekip
baktığımda gördüğüm şeyin ne anlama geldiğini elbette ki
biliyorum. Kırmızı kan lekesi hepsinin gerçek olduğunu
kanıtlamaya yetiyor.
Kalkıp odanın karşı tarafında duran ve üzerinde çeşit
çeşit kremler, parfümler ve pudralar bulunan tuvalet masasına doğru yürüyorum. Aynada gördüğüm kızı güçlükle
tanıyorum. Saçları darmadağın, gözlerindeyse karanlık ve
korku dolu bir şeyler var.
Yanağımdaki çizik çok derin değil fakat belirgin. Bir
yandan yaradan akan kana bakıyor, bir yandan da Samael’den kaçarken yüzümü çizen büyüklü küçüklü dalları
düşünüyorum.
Bilinçsizce ve tek başıma dolaştığım gerçeğini kabul etmek istemiyorum. Düzlem’deyken iyice artan güçlerime
rağmen bunu yapmanın akıllıca olmadığı üzerine Sonia
ile konuşup anlaşmıştık. Bu güçlerin Sonia’nın gücüne
baskın gelmeye başlamasının bir önemi yok, çünkü kesin
15
olan tek bir şey var: benim hızla gelişen becerilerim, Ruhlar’ın veya kız kardeşimin arzularıyla ve yetenekleriyle kıyaslanamaz bile.
16