KÜLTÜREL SERMAYE VE MEVLANA ÇEVİRİLERİ

831
KÜLTÜREL SERMAYE VE MEVLANA ÇEVİRİLERİ
YAZICI, Mine*
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
Bu Yazıda Mevlana’nın evrensel kültüre mal olmasında çevirilerin rolü
irdelenmiştir. Burada temel amaç, kültür politikaları Mevlana’nın toplumsal ve
kültürel birikiminden yola çıkarak kültürel sermaye ve çeviriler arasındaki
ilişkileri ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda Mevlana’yla ilgili kültürel
sermayenin farklı dillerdeki çevirilerinin sembolik güç kazanmasındaki önemi
üzerinde durulmuştur. İncelemede tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan
günümüze değgin Mevlana’nın ulusal kültürle ilişkileri değerlendirilmiş ve
çeviri politikalarının kültürel sermayeyi tanıtmasındaki rolü tartışılmıştır. Söz
konusu bağlamda yazı şu alt başlıklar altında incelenmiştir: “Kültür politikaları
ve Çeviri”, “sosyolojik ve tarihsel açıdan Mevlana ve Yapıtlarının önemi”,
“Tarihte önde gelen Mevlana Çevirileri ve Çevirmenleri”dir. İlk konu alt
başlığında bilinçli ulusal kültür politikalarının evrensel mirasa katkıda
bulunmalarında çevirilerin önemi üzerinde durulmuştur. İkinci alt konu
başlığında hem düşünür, hem de şair kimliği taşıyan Mevlana’nın kültürel
sermayesinin çevirilerin saygınlık kazanmasındaki rolü irdelenmiştir. Son konu
başlığında ise tarihte Mevlana’ya evrensel düşünür kimliği kazandıran
çevirmenlerden S. James Redhouse, R. A. Nicholson, Abdülbaki Gölpınarlı gibi
çevirmenlerin kültürel kimlik ve sermayeleri ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kültürel sermaye, Mevlana, Türkçeye çeviriler,
İngilizceye çeviriler, eyleyenler, çevirmenler, yayınevleri, sembolik güç.
ABSTRACT
This paper deals with the translations which have played part in integrating
Mawlana to universal culture. The main purpose is to disclose the relationship
between cultural capital and translations by studying the social agents such as
cultural policies, social and cultural identity of Mewlana. Within this
framework, it focuses on the importance of cultural capital acquired from
Mewlana and its symbolic power on translations from different languages. The
study evaluates the the historical relationship between national cultural policies
and Mewlana from the period of Ottoman Empire to today; next, it discusses
national translation policies in terms of the promotion of cultural capital of the
nations. The paper can be divided into three main titles; they are “Cultural
*
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, İngilizce Tercümanlar Ana Bilim Dalı, Batı Dilleri Bölümü,
İstanbul/TÜRKİYE. e-posta: [email protected]
832
policies and Mewlana”, “sociological and historical position of Mewlana’s
works” and “The preeminent translations and translators of Mewlana’s works.
Accordingly, it first deals with conscious cultural policies and the role of
translations in terms of their contributions to universal heritage. Next, it studies
not only the symbolic power the translations acquired from Mewlana’s identity
as philosopher and poet, but also the symbolic power of the cultural background
of translations and the related social agents which raise Mewlana to universal
status. Last section focuses on the impact of cultural identity and cultural capital
of the leading translators such as S. James Redhouse, R. A. Nicholson,
Abdülbaki Gölpınarlı, who have earned Mewlana the title of universal
Philosopher.
Key Words: Cultural capital, Mawlana, translations into Turkish,
translations into English, agents, translators, publishing houses, symbolic
power.
Kültürel Sermaye ve Mevlana Çevirileri
Mevlana’nın evrensel kültüre mal olmasında çevirilerin rolü yadsınamaz.
Toplumlar birbirinden ayrışmış sistemlerden oluşmakla birlikte, toplumların
ayakta kalması sistemlerin arasındaki duyarlılığın varlığına bağlıdır. Andre
Lefevere yazınsal dizge de iki denetim mekanizmasından söz eder. Buna göre
yazınsal alt dizgeyi kontrol eden iki mekanizma vardır. Bunlardan birisi söz
konusu dizgeyi dışardan ekonomik, siyasal ve ideolojik açıdan himaye eden
mekanizma, diğeri ise sistemi içeriden denetleyen mekanizmadır. Sistemi
içeriden denetleyen mekanizmayı, dışardan denetleyen mekanizmanın çizdiği
yönde oluşturanlar ise yazarlar, konu alanı uzmanları, akademisyenler,
çevirmenler yayınevleri, düzeltmenler, eleştirmenler ve basında çıkan yazılardır
(Lefevere, 1992: 14-26). Mevlana’yı evrensel kılan ise sadece bu iki
mekanizmanın ulusal kültür içinde birbirine duyarlık gösterip iş birliğinde
bulunmasıyla sınırlı kalmamıştır.onun 2005 yılında Türkiye, Afganistan,
Mısır’ın önerisiyle UNESCO konferansında gündeme gelmesi uluslararası
mekanizmaların birbiriyle iletişime geçmesiyle sağlanmıştır (Özkartal, 2007: 4).
Bu süreçte örneğin 1990’da Mevlana çevirilerinin en çok okunanlar arasına
girmesi, 11 Eylül olayının ardından yine gündeme gelmesi toplumlardaki
birbirinden yalıtlanmış gibi görünen farklı işleyişler arasındaki yapıcı
ilişkilerden kaynaklanmıştır. Bu ilişkilerde çevirilerin rolü kadar, toplumbilimci
J. Bourdieu’nün deyişiyle çevirileri eyleyenlerin de rolü vardır. Bir başka
deyişle, Mevlana’nın sembolik bir güç olarak günümüzde yineden karşımıza
çıkması ulusal kültür tarafından benimsenerek çevirilerinin desteklenmesine
bağlıdır. Bir başka deyişle, Mevlana’nın çağdaşı ve onu Konya’da ziyaret eden
İspanya’dan Murcia’lı Muhyiddin Ibn ‘Arabi’nin Rumi’nin sofizm anlayışının
Arap ve İran sofizminin bir kaynaşımı olduğu şeklindeki görüşüne karşın, onun
düşüncelerinin yeşermesinde ve serpilmesine olanak sağlayan yerin Anadolu
toprakları olduğu düşünülecek olursa, Türk kültür politikalarının Mevlana’ya
833
sahip çıkması son derece doğal karşılanabilir. Üstelik bir görüşün yayılması
ancak, kültürlerarası iletişimin sürdürülmesiyle sağlanabilir.
Bu bağlamda, çeviriyi eyleyenlerden, yazarın hem düşünsel hem de yazınsal
kimliğini etkileyen eğitimi, aile geçmişi, sosyal konumu ve yapıtlarının
saygınlığının önemi yadsınamaz. Bununla birlikte dışardan denetim
mekanizması olarak ulusal kültür politikalarının ideolojik ve ekonomik açıdan
Mevlana’ya sahip çıkması ve özel sektörün de bu konuya desteği, farklı dillerde
Mevlana çevirilerini tetikleyerek, çevirilerin sembolik güç kazanmasına neden
olmuştur. Bu iki yönlü ilişkide hem kültür politikalarının, hem de çevirmenin
Mevlana’nın evrensel kültüre taşınmasındaki çeviri kararlarını etkileyen
kültürel sermayesinin önemi vardır (Bourdieu, 1994: 163-202). Buradan
çevirilerin salt bir kültür aktarım aracı olarak değil, sosyal bir olgu olarak
karşımıza çıktığı görülür.” Kültür politikaları ve çeviri ilişkileri”, “sosyolojik ve
tarihsel açıdan Mevlana ve Yapıtlarının konumu ve önemi”, “tarihte önde gelen
Mevlana çevirileri ve çevirmenleri” gibi konuların mercek altına alınması, hem
kültürel sermaye açısından çevirilerin önemine işaret eder, hem de ulusal kültür
mirasını kendi kozasından çıkararak evrensel kültür mozaiğine yeni renk ve
bakış açıları kazandırır. Örneğin, Mevlana çevirileri yapan çevirmenlerden S.
James Redhouse, R. A. Nicholson, Abdülbaki Gölpınarlı, Coleman Barks gibi
çevirmenlerin kültürel kimlik ve sermayelerinin Mevlana’nın evrensel kültüre
mal olmasında ne denli etkiliyse, sembolik güce sahip bir düşünürün
yapıtlarının çeviri kararları ve çevirmen üzerindeki etkisi de o denli etkinlidir.
Daha da açılacak olursa, çevirmenlerin saygınlık kazanmasında ve çevirilerin
sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmasında sadece yazarın saygınlığının değil,
devletin kültür politikasının yanı sıra, özel sektörde yayınevlerinin ticari ve
kültürel politikalarının da etkisi vardır. Bir başka deyişle, Bourdieu’nün
“eyleyen” adını verdiği bu etkenler, çevirilerin sosyolojik bir olgu olarak
uluslararası arenadaki rolüne ve Türkiye’nin küreselleşme çağında çeviriler
aracılığıyla kültürel mirasa sahip çıkma ve onu evrensele kültür mal etme
konusundaki tutumuna işaret eder (Wolf, 2002: 31-33).
Başta devlet politikaları olmak üzere özel sektörde yayınevi ve basın
politikaları dışarıdan denetim mekanizmaları olarak kültürel sermayeyi
uluslararası platforma açmakla yükümlüdür. UNESCO’nun 2007 yılında
“Doğumunun 800.Yılında Mevlana’yı Anma yılı” olarak kabul etmesi
Türkiye’nin 1995 yılında Birleşmiş Milletlere sunduğu teklifi kabul edip bu yılı
dönemin kültür bakanı Fikri Sağlar’ın önerisiyle “Hoşgörü yılı” olarak ilan
etmesine dayanır. Kuşkusuz bu bir süreç olup, bu süreci ilk başlatan da 1971
Kültür Bakanlığı döneminde UNESCO’da yönetim kurulu üyeliği de yapmış
olan Talat Halman’dır. Bakanlığı döneminde İngiliz Guardian gazetesinde
çıkan Mevlana’yla ilgili tanıtım yazısı Türkiye’nin Mevlana’ya kültürel bir
değer olarak sahip çıktığını gösterir. Kültür Bakanı’nın ayrıca Mevlana’dan
İngilizce’ye çevirilerinin bulunması onun bu konuya daha sahip çıkmasını
sağlamıştır. Bir başka deyişle, Halman’ın bulunduğu konum (alandaki konumu)
834
ve bireysel yatkınlıkları doğrultusunda edindiği birikim (habitus) onun
Mevlana’yı ulusal kültür politikası içerisine almasına neden olmuştur. Kuşkusuz
aradan on iki yıl geçtikten sonra 2007’de Türkiye’nin Afganistan ve Mısır ile
birlikte “Mevlana yılı” önerisiyle gündeme gelmesi ve bu teklifin kabul görmesi
sistemler arasındaki duyarlılıktan kaynaklanır. Bu hem Orta Doğu’da içinde
yaşanılan sıcak savaş dönemlerinin hem de Doğu-Batı kutuplaşmasının geriye
dönük bir sorgulaması olarak düşünülebileceği gibi, ileriye dönük etkinliklerin
de bir habercisidir. Örneğin, 1992 yılında Kültür bakanlığı önce Abdülbaki
Gölpınarlı’nın günümüz Türkçe’sine kazandırdığı Mevlana’nın Divan-ı Kebir
adlı yapıtının iki cildini Bakanlık yayınları arasında çıkartması, UNESCO’nun
1995 yılını “Hoşgörü Yılı” olarak ilan etmesine sebep olurken, 1995 yılında
Kültür Bakanlığının Amerika’daki Echo gibi saygın bir yayıneviyle anlaşması
Divan’ın Abdülbaki Gölpınarlı (ö. 1982) tarafından yapılan Türkçe
çevirilerinden yola çıkarak İngilizce çevirilerinin yayınlanmasına neden
olmuştur. Bu çevirilerin sosyolojik bir olgu olarak uluslararası arenadaki rolüne
işaret ettiği gibi, Türkiye’nin de küreselleşme çağında uluslararası iletişime
verdiği önemi gösterir. Mevlana’ya Türkiye’nin yanı sıra Mısır ve Afganistan’ın
da sahip çıktığı düşünülecek olursa, bu konunun İran başta olmak üzere söz
konusu uluslararasında bir tartışma ve rekabet ortamı yarattığı da tartışılmaz.
Bu, kültürel alanda rekabetin sadece yazar, akademisyen bilim adamı ve
düşünürlerden oluşan iç denetim mekanizmalarındaki ilişkilerde yaşanmadığını
gösterir. İç denetim mekanizmalarının dış denetim mekanizmalarıyla rekabete
girmesi ve ortak bir amaçta uzlaşması durumunda, siyasi erk sahiplerinden
oluşan dış denetim mekanizmalarının bir süre sonra kendilerini Uluslararası
arenada bulacağı anlamına gelir. Bir başka deyişle, ulusal kültürde her iki
işleyişin uzun süre uzlaşma içerisinde olması bir süre sonra ulusal kültürü
durgunluğa iteceğinden, dış denetim mekanizmaları kendisiyle aynı konumu
paylaşan başka dış mekanizmalarla rekabete girip, ulusal kültüre devingenlik
katma çabası içerisine girer. İşte Mevlana’nın her üç ülke tarafından gündeme
gelmesi böyle bir sürecin sonucudur. Bir başka deyişle, uluslararası rekabet
Mevlana’nın yurt dışına açılmasına neden olmuştur. Talat Halman’ın Kültür
Bakanlığı döneminde başlatılan bu yarışın üç kültürü belli bir amaçta bir araya
getirmeyi başardığı söylenebilir. Burada kuşkusuz bakanlığın kadrosunda
olmanın sağladığı ilişkiler, sadece uluslararası iletişim olanağı sağlamakla
kalmaz, bu ilişkiler sonunda J. Bourdieu’nün deyişiyle, ulusal kültür mirasına
sembolik bir güç de kazandırır (Wolf, 2002: 31-34)
Çeviriler toplumun aydınlamasında ve dışarıya açılmasında kuşkusuz etkin
bir rol oynar. Mevlana yılı çeviribilim açısından incelenecek olursa akla şu
sorular gelir: Mevlana Celladdin Rumi’nin yapıtları ikinci dilden çevirileri
aracılığıyla tanınmasına karşın, niçin günümüz okuru onun yapıtlarını Türk
kültürü’nün başyapıtları arasında görür? Bir başka deyişle Arap ve Fars
Kültürünün etkisinin baskın olduğu bir dönemde ortaya çıkan Mevlana’nın Türk
kültürü üzerindeki etkisi nereden kaynaklanır? Onun uluslararası arenada kabul
görmesinde başta Türkçe olmak üzere 150 ülkede yaklaşık 61 dile yapılan
835
çevirilerinin payı nedir? 100 yıldan beri Mevlana çevirileri olmasına karşın
1960’lı yıllarda bu çevirilerin gündeme gelmesinin nedeni nedir? Buna bağlı
olarak Mevlana’nın uluslararası tanınmasında kültür politikalarının dolayısıyla
sema gösterileri ve dernek etkinlikleri ve kitap fuarlarının, akademisyen ve
çevirmen ve yayınevlerinin etkisi var mıdır? Son olarak, ikinci dilden de olsa
çevirilere sahip çıkılmasının kültür politikaları açısından önemi nedir? Bütün bu
sorular çevirilerin toplumsal işleviyle de yakından ilgilidir. Bütün bu sorular
gerçekte çevirinin sosyal bir olgu olduğunun da kanıtıdır. Bu soruların yanıtları
birbiri içerisinde saklı olup, sorulardan ilkine yanıt Mevlana Celladdin
Rumi’nin kültürel sermayesine ve Osmanlı İmparator’luğunun o dönemdeki
kültürel politikasıyla yakından ilgilidir.
Osmanlı Kültür Politikası ve Mevlana ilişkisi
Osmanlı İmparatorluğu’nun 13 yüzyıldan 20.yüzyılının başına kadar
varlığını sürdürebilmesi onun hem askeri gücüne hem de çok kültürlü toplum
yapısına karşın uzlaşmacı tutumuna bağlıdır. Bu imparatorluğun bir yandan
başka kültürel kimliklerin zenginliğinden kendini mahrum etmemesine neden
olurken, öte yandan da, askerî gücünü kaybetmesiyle birlikte kültürel birliği
sağlayamamasına neden olmuştur. Bir başka deyişle, İmparatorluğu bir arada
tutan kültürel temel ögenin din olduğu düşünülecek olursa, Osmanlı’nın Arap
ve Fars kültürüyle bağı dayadsınamaz. Even-Zohar’ın yazınsal çoğul dizge’de
çevirilerin işleviyle ilgili öne sürdüğü Çoğul dizge kuramı çerçevesinde
Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel açıdan merkezi güç olarak zayıf kaldığı;
bununla birlikte, İmparatorluğun bu eksikliğini tamamlamak üzere dışardan
kendine yakın gördüğü kaynaklardan düşünce ve yazınsal eksikliği giderme
çabasına girdiği görülür. Toplumun devingen bir çoğul dizgeden oluştuğu ve
yazınsal ve kültürel dizgenin de sistemin bütünü içerisinde devingen bir işlevi
olduğu göz önüne alınacak olursa, dışarıdan veya çevreden gelen etkilerin
merkezi tehdit ederek birincil derecede bir güce sahip olduğu öne sürülebilir.
Yeni kurulan bir imparatorluğun kendi kültürel politikasını zaman içerisinde
oluşturmak üzere dışarıdan gelen etkilere açık olması doğal karşılansa da, bir
türlü kendi kültürel kimliğini bulmaması bir süre sonra zayıf düşmesine neden
olmuştur (Even-Zohar 1978: 287-310) .
Ne var ki Mevlana’nın 1207 ve 1273 yılları arasında yaşadığı ve bu dönemin
Osmanlının kuruluş aşamasına denk geldiği düşünülecek olursa, İmparatorluğun
siyasal ve kültürel ortamında Mevlana’nın düşüncelerinin başta Anadolu olmak
üzere Bağdat okulunun devamı Toledo okuluna kadar uzandığı söylenebilir.
Gerçi Tasavvuf hem İran hem de Arap kültüründe var olduğu düşünülecek
olursa sofizmin Arap kültürü aracılığıyla İspanya’ya kadar yayıldığı öne
sürülebilir. Buradan Mevlana’yı Konya’da ziyaret eden İspanya Murcia
doğumlu Muhyiddin Ibn’Arabi’nin de böyle bir geleneğin devamı olduğu
kolayca anlaşılır. Kısaca değinilen bu bilgiler, Mevlana Cellâdın Rumi’nin
Osmanlı kültüründe benimsenmesine yol açan onun kültürel sermayesiyle ilgili
836
ipuçları verdiği gibi, Doğu dünyasında yazınsal çoğul dizgenin nasıl şekillendiği
ve yeni kurulan bir imparatorluğun günümüz deyişiyle beyin göçüyle kültürel
alt yapısını nasıl kuvvetlendirerek yerleşik bir İmparatorluğun temellerini
attığını gösterir. Buna bağlı olarak, onun öncellikle Türkçe yazılmasa da, felsefi
kimliğinin yeşermesine ve görüşlerinin yayılmasına zemin hazırlayan
Anadolu’daki siyasal yapı ve kültürel anlayışa değinilmesi, hem ona niçin
Afganistan ve İran’da olduğu kadar Türkiye’de benimsenip sahip çıkıldığını,
hem de günümüze değgin saygınlığını koruyup Batı ve Doğu dünyasında niçin
kabul gördüğünü açıklar.
Mevlana’nın Özgeçmişinin Düşünür Kimliğiyle İlişkisi
Çeviriler, yazarın kültürel kimliği ve sermayesiyle kuşkusuz yakından
ilgilidir. Çevirinin kabul görmesinde yazarın arka plan eğitimi, aile geçmişi,
ekonomik durumu, toplumdaki konumu onun kültürel sermayesini ilgili olduğu
kadar, onun toplumda saygın saygın bir yazar olarak sembolik güç
kazanmasıyla da ilgilidir (Iqbal, 1974: 5-9). Rumi bugün Afganistan sınırları
içerisinde yer alan Belh şehrinde dünyaya gelip, dönemin ünlü bilginlerinden
Sultan ül Ülema olarak tanınan Bahaddin Veled’in oğludur.doğu’dan İslam ve
Hristiyan dünyasını tehdit eden Moğol istilası ve Batıdan Haçlı seferleri
nedeniyle göçe zorlandıkları bilinmektedir. Göç sırasında önce dönemin ünlü
sofi ve şairlerinden Feridddin Attar’la tanıştıkları Nişabur’a, ardından Bağdat ve
Mekke’de hac görevini yerine getirdikten sonra Şam’dan Karaman’a
yerleştikleri bilinmektedir (Yazıcı, 2004: 49-52). Ailenin Karaman’a yerleşmesi
kesinlikle rastlantı değildir. Selçukluların XI. yüzyılda Hitit Yunan ve Roma
kültürleriyle yoğrulmuş Anadolu’ya girmeleriyle birlikte, bu topraklar İslam
Kültür ve felsefesiyle tanışma olanağı bulmuştur. Selçukluların Moğolların
aksine yakıp yıkmak yerine, var olan kültür yumağını koruyup, onun sınırlarını
İslam kültür ve felsefesiyle zenginleştirdikleri ortada bir gerçektir. Kuşkusuz
onların bu hoşgörülü, yapıcı tutumlarının altında İslam dünyasının özellikle de
Aristoteles başta olmak üzere Antik çağ felsefe ve tıbbı ile ilgili bilgilerle
tanışık olmalarının da büyük payı vardır. Selçuklular’ın XII. Yüzyılda,
“Nizamiye” adı verilen medreseleri kurarak yerleşik bir toplum olmanın
temellerini atmaları da bu bilgi birikiminin bir kanıtı olarak gösterilebilir.
Üstelik, dönemin önde gelen bilgin, düşünür ve yazarlarını “Nizamiye
Medreselerine” ders vermek üzere davet etmeleri ve her türlü görüş ve
düşüncenin tartışılabileceği bir ortam hazırlamaları onların kültüre verdiği
önemin kanıtıdır. İşte Mevlana’nın babası Bahaddin Veled’in Karaman’a göçü
de böyle bir davetin sonucudur. Bu aynı zamanda Selçuklulara en parlak
dönemini yaşatan Anadolu Selçuklu sultanı Alaettin Keykubat’ın askerî, ticari
ve siyasal alanda olduğu kadar, yerleşik kültür olma yolunda aldığı kararların da
ne denli yerinde ve sağlam olduğunu gösterir. Mevlana işte bu şekilde höşgörü
ve tartışma ortamının bulunduğu bir kültüre gelmiştir.
837
Dil Kültür İlişkisi
Her ne kadar dilin bir kültürü belirleyici en temel unsur olduğu öne sürülse
de, söz konusu dönemde İmparatorlun resmi yazışma dili Farsça’ dır. Konu
Mevlana açısından incelenecek olursa, onun da yapıtlarında Farsçayı kullandığı
görülür. Bununla birlikte, “Farsça söylüyorsam da aslım Türk’tür” sözleri
Mevlana’nın niçin Türkçe yazmadığı ya da yapıtlarında serpiştirilmiş Türkçe ve
Grekçe sözlere karşın niçin Farsçayı yeğlediği sorularını akla getirir. Genellikle
dönemin saygın yazınsal alandaki dilinin Farsça, bilim dilinin de Arapça olduğu
düşünülecek olursa onun, Farsça yazma konusundaki kararı haklı karşılanabilir
(Köroğlu, 200: 359). Bununla birlikte Mevlana’nın çağdaşı Yunus Emre’nin
Farsça yazmaması dikkat çekicidir. Abdülbaki Gölpınarlı Mevlana’nın Türkçe
yazmamasını, onun konuştuğu Belh Türkçesi’nin Anadolu Türkçesi’nden
farklılığına dayandırmıştır (Gölpınarlı 1935: 130-135). Özetle, Mevlana’nın ana
dilinin Anadolu’da konuşulan dilden farklı olması, üstelik eğitimini Farsça
olarak alması, onun dil seçimi konusundaki kararını haklı kılar. Bir başka
deyişle, zekânın birçok düzlemden meydana geldiği düşünülecek olursa
Mevlana’nın arka planda çocukluktan başlayarak beslendiği bilim dilinin
Arapça, yazı dilinin Farsça olması onu yazılı dilde doğal olarak Farsça
kullanmaya zorlamıştır. Bununla birlikte anadilinin Türkçe olması ister istemez
Farsçayı daha sade kullanmasına neden olmuştur. Farsçanın yazılı dildeki ağdalı
kullanılışı yerine, konuşma dilini kullanarak dizelerini dile dökmesi onun
anadili Türkçenin sade ve doğrudan ifade şeklini seçtiğini gösterir. Üstelik
günümüze dek her kesim kültürün ilgisini çeken yarı düşünsel niteliği yanı sıra
müzik ve dervişlerin dansından oluşan sema aracılığıyla kişileri bir araya
getiren, bundan böyle sosyal, bedensel ve ritmik ögeleri birleştirebilen bir
düşünürün zekâsının tek yönlü değil, Howard Gardner’ın “çoklu zekâ” tanımına
denk düştüğü söylenebilir.
Batı’da İlk Çeviriler
Batı dünyasında Mesnevi çevirilerini ilk tetikleyen 1491 yılında kurulan
Galata (Kalenderhâne) Mevlevihanesi ve buradaki sema gösterileri olmuştur.
İstanbul’a; İsveç, Danimarka gibi ülkelerden gelen seyyah, elçi, yazar ve gravür
sanatçılarının bu gösterilerle ilgili mektub ve yolculuk anı kitablarında
serpiştirdikleri izlenimleriyle ilgili bilgi ve görüşler, Mevlana’nın yapıtlarına
ilgiyi çekmiştir. Örneğin Nuri Şimşekler’in “Batı Dünyasında Mesnevi ve
Dîvân-ı Kebîr Üzerine Yapılan İlk Çalışmalar” adlı makalesindeki sözler bu
bilgileri doğrular niteliktedir (2006):
Danimarkalı tanınmış hikâye yazarı Hans Christian Andersen de (ölm.
1875) İstanbul’da seyrettiği Rufâî âyinini ‘vahşi ve korkunç’ olarak
vasıflandırırken, daha sonraki günlerde seyrettiği (1840-41 yılları arası)
Mevlevî âyin-i şerîfini ‘zarif, kibar ve baleye benzer’ gibi sözlerle Ein Digters
Bazar (1842) adlı eserine yansıtmıştır.” (Şimşekler, 2006)
838
Bu konuda gerçek anlamda çeviriler 19. yüzyılda başlamıştır. Genelde
başlangıçta tarihçilerin, din adamları ve din bilginlerinin ilgisini çeken yapıt
öncellikle bilgilendirme amacıyla kullanılmış ve bu bağlamda Mesnevi’deki
beyitlerin bir kısmının çevirisine de yer verilmiştir. Örneğin din adamlarından
Alman Protestan Papazı G. F. Tholuck, tasavvufla ilgili yapıtında Mesnevi’den
kimi beyitleri Latince’ye çevirmiştir (1821). Öte yandan, Mesnevi’nin ilk
çevirisi Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi J. D. Wallenbourg tarafından
Fransızcaya 1799’da yapılmış ancak Beyoğlu’nda çıkan yangın nedeniyle
yayınlanamamıştır. Bunun dışında Mesnevi’nin gerçek anlamda Batı dillerine
ve Türkçeye önde gelen çevirileri ve bu yapıtla ilgili yer yer çevirilerin yer
aldığı yorum, eleştirilerin çoğu akademik çalışma niteliğindedir.
Aşağıda Mevlana’nın başyapıtlarının matriksi ve içeriğiyle ilgili temel
bilgiler çevirmenlerin çeviri sürecinin öncesinden başlayarak kararlarını ne
şekilde verdiklerini ve ne gibi sapmalara (kaymalara) başvurduklarını bir ölçüde
karşılaştırma olanağı sağlar. Kaynak metinden dil, zaman ve yerle ilgili
uzaklıklardan kaynaklanan sapmalar doğal karşılanmakla birlikte, kaynak metin
bilgisi, bu sapmalara aslına zarara vermeden yerinde başvurulup, vurulmadığı
veya kaynağın farklı kültürlerde ne şekilde algılandığını anlamak açısından
önem taşır. Mevlana’nın en önemli iki yapıtı Mesnevi ve Divan-ı Kebir’dir.
Söz konusu yapıtlarla ilgili çevirmenin öncül kararlarını etkileyen Mevlana’nın
temel yapıtları, çeviri amaçlı olarak şu şekilde sıralanabilir:
Mevlana Yapıtları
Divan-ı Kebir (Külliyat-ı Şems) ve En Önde Gelen Çevirileri
Gazel ve rubai şeklinde coşku anında Mevlana’nın duygularını dile getiren
lirik şiirlerdir. Bu yapıtın bir adının da Külliyat-ı Şems olması Mevlana’nın
karşılıklı fikir alışverişinde bulunduğu Tebrizli derviş Şems ile etkileşiminden
kaynaklanmaktadır. Bu, Mevlana’nın diyalektik düşünceye verdiği önemi
gösterir. Bu şiirlerdeki beyit sayısı 40.380 olup etrafındakiler tarafından kayıt
edilmiştir. Aralarında çok az sayıda Türkçe, Rumca ve Arapça şiirler olmasına
karşın Divan’daki dil araya yer yer Türkçe ifade deyişler serpiştirilmekle
birlikte temelde Farsça gündelik konuşma dilidir. Yapıtın aslı Konya müzesinde
bulunmaktadır.
Çevirileri
Divan çevirilerinin çoğu seçki şeklinde hazırlanmıştır. Ne var ki en sağlam
çevirinin 7 cilt olarak Abdülbaki Gölpınarlı’ya ait olduğu söylenebilir. Bunun
temel nedeni ise akademisyen kimliğinden yola çıkarak çeviriyi ana
kaynaklardan yapması ve Arapça ve Farsça kadar ana diline hâkimiyetidir.
Akademik bilgisiyle ana dilindeki ustalığı söz konusu çevirinin Kültür
Bakanlığı tarafından İngilizce yayınlanan çeviriye kaynaklık etmesini
sağlamıştır. Mevlana’nın yapıtının özellikle Batı dillerine çevirilerinde Divan
edebiyatına özgü özelliklerin ön plana geçtiği görülür. Bu açıdan Mevlana
839
çevirilerinin Batı dillerine çevrilmesinde Gölpınarlı gibi metnin özüne sadık
Türkçe çeviriden yola çıkılması Mevlana’nın tinini günümüz okuruna
yansıtması açısından daha sağlıklıdır.
Ayrıca Divan-ı Kebir’in yazının başında da belirtildiği gibi 1957 ve 1960
yılları arasında Gölpınarlı tarafından 4 cilt olarak yapılan çevirileri, Türkçeden
İngilizceye kaynaklık etmektedir. Nevit Oğuz Ergin tarafından yapılan bu
İngilizce çeviri, Gölpınarlı’nın Mevlana’yı öne çıkaran açık ve gösterişten uzak
diliyle başka diller de çevirileri de başlatacak güçtedir. Öte yandan,
Mevlana’nın her iki yapıtında da “mesnevi” veznini özellikle seçme nedeni bu
veznin bir düşünceyi aktarmadaki kolaylığı ve akıcılığından kaynaklanmıştır.
Öte yandan, başka dillerdeki çevirilere kaynaklık eden R. A. Nicholson’un
çevirisi de büyük önem taşır. Önsözünü yine Cambridge Üniversitesi doğu
bilimcilerinden A. J. Arbery’nin yazdığı Mevlana’nın Divan-ı Kebir’den seçme
lirik şiirlerin yer aldığı adlı Selected Poems from the Divanı Shamsi Tabriz
başlıklı çeviri başta Batı dilleri olmak üzere Doğu dillerindeki birçok çeviriye
de ikinci dilden çeviri yapma olanağı sağlamıştır. Saygın bir üniversite yayını
olması, onun gözde çeviriler arasına girmesine neden olmuştur. Ne var ki bu
çeviride Abdülbaki Gölpınarlı’nın yakaladığı çoşku, içtenlik ve sadeliği R. A.
Nicholson’un yakaladığı söylenemez.
Mesnevi ve Çevirileri
Yapıtın Matriksiyle İlgili Bilgiler
Mesnevi 25.618 beyitten ve 64.000 dizeden oluşmuş. Konyalı Muhammed
b. Abdullah tarafından tamamlanmış, 1278 tarihli yazma nüsha Konya
Müzesinde bulunmaktadır. Altı ciltten oluşan yapıt, Mevlana’nın yapılarında
kullanılan ve ondan esinlenerek ortaya çıkan “mesnevi” nazım şeklinde
yazılmış olup, her beyit kendi arasında kafiyelidir. Bu nazım şekli Mesnevi’den
sonra din ve tasavvufla ilgili yapıtların yanı sıra destan, öğretici yapıtlar ve aşk
öyküleri için kullanılmıştır. Tıpkıbasımı ise, 1993’te Kültür Bakanlığı
tarafından yayımlanmıştır. Düşünsel yanı ağır basmakla birlikte, koşuk olarak
yazılması söz konusu dönemde koşuğun çoğu okuryazar olmayan dinleyici
kitlesinin kulağına seslenmesi ve tekrara olanak sağlaması açısından yerinde bir
karardır.
Eserin İçeriğiyle İlgili Bilgiler
Eser birbirinden farklı öykü ve bu öykülerin çağrışımlarından oluşmuştur.
Mesnevi vezniyle yazılan öyküler olay örgüsü açısından bir bütünlük
sağlamamakla birlikte, şiirselliğin yanı sıra farklı bir dünya görüsünü yansıtan
felsefi öğretisiyle dikkat çeker. Mevlana’nın dünya görüşü, felsefi yaklaşımı,
öğüt ve yorumları öyküler içinde ayet ve hadislerden alıntılar yapılarak
desteklenmiştir. Bu yapıtta ilginç bir nokta da yapıtın Rumi’nin elinden değil
hâlefi Çelebi Hüsammetin tarafından kaleme alınmasıdır. Buna neden yukarıda
değinildiği üzere Mevlana’nın “çoklu zekâsı”na dayalı olarak duygu ve
840
düşüncelerini doğaçlama şiire dökme yeteneği gösterilebilir. Yapıtın anında
başkası tarafından yazılması ise, hem eserin dilini ağdalı olmaktan kurtarmış,
hem de yazınsal bir metinde gündelik dil kullanımına olanak sağlamıştır.
Mesnevi Türkçe Çevirileri
Mesnevi’nin Türkçeye düzyazı şeklindeki ilk çevirisi İsmail Ankaravi
tarafından 17. yüzyılda yapılmış ve bu çeviri Mevlevihanelerde ders malzemesi
olarak kullanılmıştır. Önce Bulak yayınevinde ardından İstanbul’da basılmıştır.
Günümüzde dinî ve düşünsel yayınlara yer veren İnsan Yayınevi tarafından
yeniden basılmıştır. İlk nazım şeklindeki çevirisi ise yine ilk önce Bulak’
Yayınevi tarafından yayımlanmış, günümüzde ise dinî yayınlara yer veren
Timaş yayınevi tarafından yayımlanmıştır.
• Tâhirü’l-Mevlevî (Tahir Olgun, ö. 1951), Mesnevî’nin Tercümesi ve
Şerhi, Mesnevî’nin ilk 4 cildini kapsayan bu eser, 1975 ve 2000 yılları arasında
XIV cilt olarak Şamil Yayınevi tarafından 2 kez yayımlanmıştır. Kuleli Askerî
okulunda görev yapan bu çevirmen, Arapça Farsçayı çocukluğundan başlayarak
öğrenmiş olan öğrencisi Şefik Can’ı (d. 1910) yetiştirmiştir. Yapıtın geriye
kalan iki cildi bu çevirmen tarafından tamamlanmıştır. Söz konusu çeviride
şerhli çeviri (açıklama ve yorumlamalı) yöntemi kullanılmış olup, iki defa
yayımlanmıştır. 2007 yılında ise yine din ve tasavvufla ilgili yayınlara öncelik
veren Şamil Yayınevi tarafından 10 cilt hâlinde yeniden yayınlanmıştır.
Tahir Olgun’un öğrencisi Şefik Can’ın çevirisi ise 2007 yılında Ötüken
neşriyat tarafından yayımlanmıştır. Bu çeviri 6 ciltten oluşmaktadır.
Mesnevi’nin Osmanlıcadan Türkçeye Çevirisi 1942-1946 yılları arasında
Türkiye’nin önde gelen hem Divan hem de Halk edebiyatını en iyi bilip
eleştirebilen doğubilimci Türkologlarından Abdülbaki Gölpınarlı ve Veled
İzbudak tarafından 6 cilt olarak çevrilmiştir. Abdülbâki Gölpınarlı Mesnevî’nin
Konya Mevlana Müzesi no. 51’de kayıtlı bulunan ve yazımı 1278’de Konyalı
Muhammed b. Abdullah tarafından tamamlanan yazma nüshadan yola çıkarak
çeviriyi yapmıştır. Bu çeviri önce Kültür Bakanlığı yayınlarından çıkmış, sonra
2000 yılında 3. baskısı yapılmıştır. Bunun dışında İnkılap ve Aka yayınevleri
tarafından da yayımlanmıştır.
Gölpınarlı, Mevlana’nın duyguları doğrudan sade bir dille ifade şeklini
başarılı bir şekilde Türkçeye yansıttığı öne sürülebilir. Üstelik Mevlana’nın
yazınsal bir yapıttan çok, düşünsel bir yapıt ortaya koyma amacı gözönüne
alındığında onun felsefesindeki hoşgörü, açıklık ve alçakgönüllülüğü
Gölpınarlı’nın dile yansıttığı söylenebilir. Bununla birlikte, Mevlana’nın
yapıtının özellikle Batı dillerine çevirilerinde Divan edebiyatına özgü
özelliklerin ön plana geçirildiği gözlemlenir. Bu açıdan, Mevlana çevirilerinin
Batı dillerine çevrilmesinde Gölpınarlı gibi aslına sadık Türkçe ikinci dil
çevirilerden yola çıkılması, Mevlana’nın tinini günümüz okuruna yansıtması
açısından daha sağlıklı olabileceği tezi de öne sürülebilir. Bu bir yerde son
841
zamanlarda ortaya çıkan İngilizce çevirilerden Mevlana’yı Türkçe’ye çevirme
girişimlerinin ne kadar yersiz olduğunu açıklarken, öte yandan da ulusal kültür
politikalarının Uluslararası politikalara verdiği önemi ulusal politikalara da
vermesi gereğini ortaya çıkarır. Özel sektördeki kimi yayınevlerinin
bilinçsizliğinden kaynaklanan bu yaklaşım düşündürücüdür.
İngilizceye Çeviriler
İngilizceye ilk çeviri, E. H. Whinfield, 1887 yılında Mesnevi’den 2.500
beyiti İngilizce’ye çevirmiştir (Şimşekler, 2002: 47-55).
Çevirmenler arasında kültürel sermayesi en farklı olan Mesnevi’nin I. cildini
İngilizceye çeviren James Redhouse’dır. Gerçekte İngilizce-Türkçe ve
Türkçe-İngilizce sözlüğü ile tanınan İngiliz gemicisi 1826’da Osmanlı
Bahriyesine İngilizce öğretmeni olarak atanmıştır. 1838’de Sadrazam
Tercümanlığı’na atanan James Redhouse, 1850’lili yıllarda Tanzimat
aydınlarından Ahmed Cevdet Efendi ve Tıbbiye’den Fuad Efendi’nin
Darülfünun’a ders kitabı hazırlamak amacıyla kurulan Encümen-Daniş’e
seçilerek bilim dili Osmanlıca yerine Türkçenin kullanılmasını tek savunan kişi
olarak tarihe geçmiştir.onun sözlük girişiminın de böyle bir etkinliğin sonucu
olduğu düşünülebilir (Berkez, 1999: 309-317). Osmanlıca Türkçe dilbilgisine ek
olarak, Anadolu’ya giderek topladığı Arapça harflere göre düzenlenmiş, Arapça
Farsça ve Türkçe karşılıkların 12 cilt hâlinde el yazması olarak bulunduğu
sözlük 1890’da yayınlanmıştır. Ayrıca Latin harfleriyle okunuşlarının yanı sıra
sözcüklerin dilbilgisel açıklaması ve gündelik deyim ve atasözlerinine de
bulunduğu bu sözlük, onun hem Arapça, Farsça, hem de Türkçeyle ilgili dilsel
donanımını gösterdiği gibi, çeviri edinci konusundaki bilgi birikiminin bir
işareti olarak da algılanabilir.onun arka plandaki bu bilgisi Mesnevi’nin
İngilizce’ye çevirisini yapma girişiminde bulunmasına neden olmuş ve
Mesnevi’nin I. cildinde yer alan 2.500 beyiti çevirmiştir. Sözlük çalışmasından
da anlaşılacağı üzere, Redhouse’un halk diline verdiği önem, onun çevirisinin
Mevlana’nın gündelik koşuk dildeki biçemiyle örtüşebileceği düşüncesini akla
getirmekle birlikte söz konusu çevirinin günümüzde kullanılır olamaması ya da
çeviri klasikleri arasına girememesi düşündürücüdür.
Mesnevi’nin ilk tam çevirisi, 8 cilt olarak Cambridge üniversitesinde
Doğubilimci olarak çalışan Reynold A. Nicholson (1868-1945) tarafından 1925
ve 1940 yıllarında yapılmıştır. Yapıtın orijinal Farsça yazması dâhil
akademisyen kimliğindeki çevirmenin açıklama, eleştirel notları da çeviriye
eklenmiştir. Bu çevirmenin filolojik ve aşırı yorumlayıcı çeviri yöntemi
kullanarak elden geldiğince kaynak metin kutbuna yakın çeviriyi hedeflediğine
işaret etmekle birlikte, çevirinin dilinin son derece ağdalı ve zor anlaşılır olması
onun İngiliz epik türüne özgü (destansı) ağır bir dil kullanımını yeğlediğini,
bundan böyle erek kutuptan yana bir tutum sergilediğini gösterir (Lewis, 2000:
531-533). Aşağıdaki Mesnevi’nin II. cildinde yer alan parantez içerisindeki
842
açıklamalar ve dipnot sayısı düşülen eklemeler bulunan örnek de bu yukarıda
söylenenleri doğrular niteliktedir
Mesnevi II
The (inner) being of mankind has become (like) a jungle; be cautious toward
this (inner) existence, if you are from that Breath1 (which God breathed into
Adam) (http://www.dar-al-masnavi.org/n-II-1416. html).
Bu tür düşünsel ve dinî yapıtlarda epik türünün ağdalı dilinin kullanılması
yerinde bir karar gibi görünmekle birlikte, Mevlana’nın düşünsel olarak
savunduğu ve diline yansıttığı sadeliği yakalayamadığı öne sürülebilir. Ne var
ki, özgün kaynağın en güvenilir çevirisi olması, onun Hindistan ve Pakistan’da
dâhil olmak üzere İngilizce konuşulan birçok ülkede en çok satan ve birincil
kaynak işlevi gören yapıt olmasına neden olmuştur. Öyle ki, bu çeviri 6 cilt
hâlinde Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından da 2004 yılında bastırılmıştır.
Ne var ki, bu çevirinin dilinin eskimesi ve anlaşılırlığının azalması nedeniyle,
günümüz İngilizcesine uyarlanması günümüz Harvard Üniversitesinde görevli
doğubilimci Abdülkerim Suruş’a verilmiştir. Akademisyen kimliğe sahip
Suruş’a bu görevin verilmesi raslantı olmayıp T.C. Kültür Bakanlığı 1993’te
yayımladığı tıpkı basımı esas alan ilki 1994 Tevfik Suphani olmak üzere iki
neşirden birini 1994 Tahran’da 1996’da yayımlayan kişi olmasından
kaynaklanmıştır. Bu, doğu kültürüyle ilgili olarak çeviri bilincinin de arttığına
da işaret eder.
Buna karşın Nicholson’un çevirisinde de Konya’da bulunan yazma nüshadan
yararlanılmasına karşın, çeviri yapıtın filolojik belge niteliği taşıması,
eklemelerde ve uzun açıklamalarda bulunulması çevirinin her kesime seslenme
gücünü azaltmıştır. Ancak bu durum söz konusu çevirinin başka dillerdeki
çevirilere kaynaklık etmesini engellememiştir. Öte yandan, tıpkı basımdan
çeviri yapma yerine, R. A. Nicholson’un Mesnevi çevirisinin önce Ayten
Lermioğlu tarafından 1973’te 1001 Temel Eser’den yayımlanması, ardından
yine R. A. Nicholson’un metininden Türkçeye “Mesneviden Seçmeler”
başlığıyla çevirmeni belli olmayan çevirinin tasavvufla ilgili yayınları çıkartan
Kırkambar yayınevi tarafından yayınlanması düşündürücüdür. Bunun yanısra,
2003 yılında Nicholson’un çevirilerinin Zia ul Quran Publications gibi İslami
yayınları çıkaran yayınevleri tarafından yine sahiplenildiği görülmektedir. İlk
Baskıları Cambridge University Press adlı akademik ve bilimsel yayınları
çıkartan bir yayınevinden çıkmışken, son baskıların dinî yayınevleri tarafından
çıkarılması, Mevlana’nın düşünür kimliğinden çok tasavvuf kimliğinin ön plana
çıktığını gösterir.
Mevlana’nın günümüzde İngilizceye çevirisini yapan önemli
çevirmenlerinden biri de Coleman Barks’tır. Amerikalı bu çevirmen’in en
büyük özelliği Farsça bilmemesine karşın var olan çevirilerden yola çıkarak
serbest vezinle çeviri yapmasıdır. Mevlana’nın yapıtlarını genellikle seçki
veya antoloji şeklinde derleyerek yayınlayan Barks, en çok satan 20 yapıtın
843
arasına girip 250.000 kitap satışıyla ancak, 10.000 satan Pulitzar yazarlarının
önüne geçmiştir (Marks, 1997). 1977’den başlayarak tasavufla ilgilenen
Barks’ın başarısı eğitimini yazın alanıyla ilgili olması kadar meslek
deneyiminin yaratıcı yazarlık ve şiir sanatı öğretimiyle ilgili olmasından da
kaynaklanır. Bu çevirmenin bir yandan yabancılaştırıcı çeviri yöntemini
kullanırken, öte yandan da Mevlana’nın popüler kültür tarafından
benimsenmesine yol açmıştır. Basında Coleman’ın çevirilerine Modanna’nın
şarkılarında yer verdiğinin belirtilmesi ya da Sevgililer gününde Mevlana’nın
aşk ve kadınla ilgili dizelerine yer veren söz konusu çevirilerin kapışılması
böyle bir sürecin sonucu olarak değerlendirilebilir. Ne var ki, hedef kitlenin
çoğunlukla mistisizm veya tasavvufla ilgilenenler olması, onun çevirilerinin
“Treshold” adlı dinî yayınlar çıkaran bir yayınevinden çıkmasına neden
olmuştur.
SONUÇ
Mevlana ve çevirilerine sosyolojik açıdan kısaca değinilen bu yazıda,
kültürlerarası iletişimde çevirilerin sosyal bir olgu olarak kendine özgü bir alan
oluşturup kendi içerisinde nasıl yapısallaştığı J. Bourdieu’nün “alan”, “kültürel
sermaye” ve “habitus” kavramlarından yola çıkılarak anlatılmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla kültürel sermayeyi oluşturan eyleyenlerden başka, dışardan denetimi
elinde bulunduran kültür bakanlarının Mevlana ile ilgili girişimlerinden yola
çıkarak kültür sermayenin aktarılmasında etkin rol oynayan yazar, çevirmen ve
yayınevi ilişkileri üzerinde durulmuştur. Bir başka deyişle, Mevlana’nın kimliği
ve yapıtlarının kültürel sermaye olarak değerlendirilmesinde çevirilerin,
çevirmen düzeltmen ve yayınevlerinden oluşsan çeviriyi eyleyenlerin ilişkileri
üzerinde durularak çeviri ve kültür politikaları arasında köprü kurulmaya
çalışılmıştır.
Günümüz iletişim çağında ulusların kendi kültürel sermayeleriyle
yetinmedikleri gibi, uluslararası platforma çıkmanın bir özlem olmaktan çıkıp,
artık varolma koşulu hâline geldiği anlaşılmaktadır. Mevlana, bir yandan Namık
Kemal, Orhan Veli, Nazım Hikmet gibi çağdaş Türk şairlerine esin kaynağı
olup, ulusal kültürü beslerken, öte yandan da, 13. yüzyılda: “İster kâfir, ister
mecûsî, ister puta tapan ol, gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” şeklindeki sözleriyle de sürekliliğin
temel koşulunun Uluslararası iletişim olduğuna dikkat çekmiştir. 1971’lerden
başlayıp günümüze değin süren Mevlana ile ilgili dışa açık ulusal kültür
politikaları Mevlana’nın çevirilerine sahip çıkarak hem Türkçenin duyguları
sade, ağdasız ve doğrudan anlatım özelliğini Abdülbaki Gölpınarlı gibi başarılı
çevirmenler aracılığıyla dışarıya tanıtma olanağı bulmuş, hem de tam Doğu-Batı
ilişkilerinin bozulup, başta Irak Savaşı olmak üzere Ortadoğu’da gerginliğin
zirveye tırmandığı bir dönemde uluslararası ilişkilerde hoşgörülü yaklaşım ve
iletişimin önemini gündeme getirmeye başarmıştır. Bu misyonun yerine
getirilmesinde, kuşkusuz yukarıda da değinildiği gibi yerel yönetim,
üniversitelerdeki akademisyenlerin yanı sıra, örneğin Remzi, Can ve Kabalcı
844
gibi Mevlana’ya sahip çıkarak onunla ilgili yapıt ve çevirileri yayımlayan önde
gelen yayınevlerinin de katkısı olmuştur.
KAYNAKÇA
Berkez, Niyazi, (1999), “Dil Çağdaşlaşması ve Siyasi Anlamları”, İçinde:
der. Öner Yağcı. Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Seçkileri 302-317 Kültür
Bakanlığı Yayınları.
Bourdieu, Pierre, (1994), Language and Symbolic Power, Oxford:
Blackwell Publishers.
Even-Zohar, Itamar, (1978), “Polisystem Theory”, Poetics Today 1, Duke
University Pres, 287-310.
Gölpınarlı, Abdülbaki, (1945), Divan Edebiyatı, İstanbul: Marmara
Kitabevi
Iqbal, Afzal, (1974), Life and Work of Rumi, Lahore Zarreen Art Pres 3.
Baskı.
Köroğlu, Hüseyin, (2000), Türk Dili ve Edebiyatı, Konya: Sebat Ofset.
Lefevere, André, (1992), Translation, Rewriting, Manipulation of
Literary Fame, London &NewYork: Routledge.
Lewis, D, Franklin, (2000), Rumi’sPast and Present, East and West: The
Life, Teaching and Poetry of Jalal al-Din Rumi, 531-533. http://www.daral-masnavi.org/about-nicholson.html.
Marks, Alexander, (1997), “Persian Poet Top Seller in America”, The
Christian Science Monitor, 25 Kasım 1997.2. http://www.colemanbarks.
com/press/.
Mevlana Jalaluddin Rumi, (2004) “Translations of Rumi”, Çevirimiçi:
http://www.rumi.org.uk/translations.htm, Erişim 2 Mart 2007.
Özkartal, Miraç Zeynep, (2007), “Tüm Gezegenin Sahibi”, Milliyet Kitap,
11 Nisan 2007,4-7.
Şimşekler, Nuri, (2002), Konya’dan Dünya’ya Mevlâna ve Mevlevîlik,
Karatay Belediyesi Yayınları, 2002, Editör: Yrd.doç. Dr. Nuri Şimşekler,
s. 47-70.
-----, (2006), Batı Dünyasında Mesnevî ve Dîvân-ı Kebîr Üzerine Yapılan
İlk Çalışmalar, http://www.kto.org. tr/tr/dergi/.
Wolf, Michaela, (2002), “Translation Activity between Culture, Society and
the Individual: Towards a Sociology of Translation”, CTIS Occasional Papers
2, 31-43.
Yazıcı, Tahsin, (2004), Makaleler İstanbul: Multilingual.