FAALİYETİNİ TERK EDEN BİR MÜKELLEFİN

FAALİYETİNİ TERK EDEN BİR MÜKELLEFİN TERK DÖNEMİNE AİT ZARARLARININ MAHSUBU
MÜMKÜN MÜDÜR
KEMAL AKMAZ
YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİR
BAĞIMSIZ DENETÇİ
I- GİRİŞ
Bilindiği üzere gelir vergisi uygulamasında ticari kazançlarından dolayı mükellef olanlar zarar etmiş
olsalar bile yıllık beyanname vermektedir. Mükellef bütün kaynaklardan elde ettiği ve beyana tabi kar
ve zararı bu beyannamede göstermekte, istisnai durumlar haricinde yurt içi ve yurt dışı ticari
faaliyetlerinden doğan zararları, öncelikle beyanname döneminde başka gelir unsurlarının kazanç ve
iratlarına mahsup etmektedir. Eğer mükellefin o dönemde başka gelir unsurlarından kazanç ve iradı
yok ise veya zararın tamamını bu gelirlerden mahsup edememişse söz konusu zararı müteakip beş yıl
içinde oluşan gelir ve karlardan mahsup imkanı bulunmaktadır.
Mükelleflerin sermayede vuku bulan zararlarını hiçbir şekilde yıllık beyannamede gösterdikleri diğer
kaynakların kazanç ve iradından mahsup imkanı bulunmamaktadır. Zararların gerek ilgili dönemin,
gerek müteakip beş yılın kazanç ve iratlarına mahsup edileceği açık olmakla birlikte, faaliyetini terk
eden mükelleflerin terk dönemine ait zararlarını, bu dönemin veya müteakip dönemlerin diğer gelir
kaynaklarına ait kar ve iratlarına mahsup edip edemeyeceği, aynı şekilde faaliyetini terk eden bir
mükellefin beş yıllık zaman içinde tekrar işe başlaması halinde terk dönemi ve öncesine ait zararları
yeni faaliyetin kazançlarından mahsup edip edemeyecekleri, diğer bir ifadeyle bu zararların
sermayede vuku bulan bir azalma olup olmadığı tereddüt edilen konulardandır.
Uygulamada ise bazı vergi dairelerince bu zararların mahsubuna imkân sağlandığına şahit
olunmaktadır.
Bizim bu yazımızın konusunu da söz konusu zararların mahsubunun mümkün olup olmadığı
oluşturmaktadır.
II- YASAL DÜZENLEME
193 sayılı GVK’nın “zararların karlara takas ve mahsubu” başlıklı 88. maddesinde yer alan
düzenlemeye göre; “Gelirin toplanmasında gelir kaynaklarının bir kısmından hâsıl olan zararlar (80.
maddede yazılı diğer kazanç ve iratlardan doğanlar hariç) diğer kaynakların kazanç ve iratlarına
mahsup edilir.
Bu mahsup neticesinde kapatılmayan zarar kısmı, müteakip yılların gelirinden indirilir. Arka arkaya
beş yıl içinde mahsup edilmeyen zarar bakiyesi müteakip yıllara naklolunamaz.
Menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarında, gider fazlalığından doğanlar hariç, sermayede vukua
gelen eksilmeler zarar addolunmaz.
Tam mükellefiyette yurt dışı faaliyetlerden doğan zararlar faaliyette bulunulan ülkenin vergi
kanunlarına göre beyan edilen vergi matrahlarının (zarar dâhil) her yıl o ülke mevzuatına göre
denetim yetkisi verilen kuruluşlarca rapora bağlanması ve bu raporun aslı ile tercüme edilmiş bir
örneğinin Türkiye'deki ilgili vergi dairesine ibrazı halinde mahsup edilebilecektir. Denetim
kuruluşlarınca hazırlanacak raporun ekinde yer alan vergi beyanlarının, bilanço ve kâr-zarar
cetvellerinin o ülkedeki yetkili mali makamlarca onaylanması zorunludur. Faaliyette bulunulan ülkede
denetim kuruluşu olmaması halinde, her yıla ait vergi beyannamesinin, o ülke yetkili makamlarından
alınan birer örneğinin mahallindeki Türk elçilik ve konsoloslukları, yoksa orada Türk menfaatlerini
koruyan ülkenin aynı mahiyetteki temsilcilerine onaylatılarak, aslının ve tercüme edilmiş bir örneğinin
ilgili vergi dairesine ibrazı yeterlidir.
Türkiye'de mahsup edilen yurt dışı zararın, ilgili ülkede de mahsup edilmesi halinde, Türkiye'deki
beyannameye dâhil edilecek yurt dışı kazanç, mahsuptan önceki tutar olacaktır.
Türkiye'de Gelir Vergisi'nden istisna edilen kazançlarla ilgili yurt dışı zararlar, yurt içindeki kazanç ve
iratlardan mahsup edilmez.
Bu maddenin uygulamasıyla ilgili usul ve esasları belirlemeye Maliye ve Gümrük Bakanlığı yetkilidir.”
III- YASA HÜKMÜNÜN KONUMUZBAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yasa hükmünden de anlaşılacağı üzere mükelleflerin yurt içi ve yurt dışı ticari faaliyetlerinden doğan
zararları belli şartlar dâhilinde diğer kazanç ve iratlarından mahsup edilebilmektedir. Mükellef zararını
kısmen veya tamamen mahsup edememesi halinde mahsup edilemeyen kısmı müteakip beş yıl içinde
mahsup edebilecektir. Zarar mahsubunun yapılabilmesi için kazancın kaynağının, zararla aynı olması
da gerekmemektedir. Buna göre ticari faaliyetinden zarar eden mükellef bu zararını diğer kaynakların
kazanç ve iratlarından, mesela gayrimenkul sermaye iradından, mahsup edebilecektir. Aynı şekilde
mükellefin birden fazla sektörde veya işte faaliyet göstermesi halinde ve bu işlerin bir kısmından zarar
doğması halinde de, bu zarar diğer işlerden elde ettiği karlarından mahsup edilebilecektir. Faaliyetin
ferdi işletme veya şahıs ortaklığı şeklinde yürütülmesi de bunu etkilememektedir.
Kollektif ve komandit şirketler tasfiye halinde olsalar dahi, kollektif şirketlerin ortakları ile komandit
şirketlerin komandite ortaklarının tacir vasfı devam etmekte ve bunlar, Gelir Vergisi Kanunu’nun 85.
maddesi uyarınca ortaklık payları için yıllık beyanname vermekte ve varsa bu ortaklıktan paylarına
düşen kısmı ticari kazanç olarak beyan etmektedirler. Buna göre, şirket bünyesinde doğan kârdan
aldıkları pay ticari kazanç olarak kabul edildiğinden tasfiye dönemlerinde meydana gelen zararların
ticari faaliyetinden elde edilen zarar olarak yıllık beyannamede toplanmasının ve bu zararın diğer gelir
unsurlarından mahsup edilebileceğinin kabulü gerekir.
Komandit şirketlerde komanditer ortakların, şirket karından aldıkları pay menkul sermaye iradı
olduğundan, şirketin zarar etmesi halinde şirketten hissesine isabet eden zararı, diğer gelir
unsurlarından doğan kazanç ve iratlarından mahsup olanağı bulunmamaktadır.
Ancak ticari kazanç sahiplerinin sermayede vuku bulan zararlarını hiçbir şekilde diğer kaynakların
kazanç ve iratlardan mahsubuna imkân bulunmamaktadır. Sermayede meydana gelen azalma iki
şekilde ortaya çıkmaktadır.
- Faaliyetine devam eden işletmenin beş yıl içinde mahsup edemediği zarar,
- Faaliyetin terki halinde terk dönemi ve öncesine ait zarar.
Ticari faaliyet sermayeye dayalı ve bir organizasyonu gerektiren faaliyet olduğundan vergilendirme
döneminin zararla sonuçlanması faaliyetine devam eden işletmeler için mutlak anlamda sermayede
meydana gelen bir azalmayı ifade etmez. Sermayede bir azalma olup olmadığının daha uzun
sürelerde aranması gerekir. Çünkü belli dönemlerde ticari faaliyetten zarar doğması, zararına yapılan
satışlardan olduğu kadar, mükellefin yapmış olduğu yatırımlara ait amortisman, finansman, kuruluş
ve örgütlenme giderleri gibi giderlerden kaynaklanabilir. Zira kara geçiş yatırım dönemi ile birlikte
belli bir geri kazanım süresini gerektirir. Bu nedenle ticari faaliyetin zararla sonuçlanması halinde;
mükellef bu zararını beyanname üzerinde diğer kaynakların kazanç ve iratlarından mahsup edecektir.
Mahsup neticesinde kapatılmayan zararlar, müteakip yılların gelirinden indirilir. Ancak zarar bakiyesi
arka arkaya beş yıl içinde mahsup edilmez veya edilemez ise müteakip yıllara devrolunmaz ve
mahsup edilemez. Dolayısıyla yasa beş yıllık zaman zarfında mahsup edilemeyen zararları sermayede
vuku bulan azalma olarak kabul etmiştir. Bu yüzden, ticari faaliyet sonuçlarının zararlı olması
durumunda söz konusu zararlar ilgili yıllarda sermayede meydana gelen bir azalma olarak kabul
edilmez ve gerek o yıl, gerek müteakip beş yılda elde edilen kazanç ve iratlardan mahsup edilir.
Öte yandan mahsup edilmemiş/edilememiş zararı olan bir mükellefin faaliyetini terk edip, mahsup
süresi içinde tekrar ticari faaliyetine başlaması halinde bu mahsup edilmemiş/edilememiş zararların
durumu ne olacaktır? Yasa’da açık bir hüküm bulunmamakta olup, konuyla ilgili Gelir İdaresi’nin
herhangi bir görüşüne de rastlanılmamıştır.
Bu konuya ilişkin kişisel görüşümüz şu şekildedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ticari faaliyet
sermaye ve organizasyona dayalı bir faaliyettir. Yasa da bu nedenle ticari faaliyetin zararla
sonuçlanmasını faaliyetine devam eden işletmeler için sermayede meydana gelen azalma olarak
görmemiş ve bu zararın beş yıllık dönemde karlara mahsup edilebileceğini hükme bağlamıştır. Bu
düzenleme ile bir bakıma ticari faaliyetlerde beş yılda mahsup edilemeyen zararları sermayede
meydana gelen azalma olarak kabul etmiştir. Ancak beş yıl süreyle zarar mahsubu imkanı faaliyetine
devam eden işletmeler için geçerli bir uygulamadır. Mükellefin faaliyetini terk etmesi,
organizasyonun ve gelir kaynağının ortadan kalkması halinde artık gerçek bir zarar değil, sermayede
meydana gelen azalma ortaya çıkmaktadır. Çünkü ticari faaliyette devamlılık ve düzenlilik
kalmamıştır. Bu nedenle faaliyetine son veren ticari işletmelerin beş yıllık süre içinde tekrar
mükellefiyet tesis ettirmesi halinde mahsup edilmemiş geçmiş yıl zararlarının mahsubuna imkan
bulunmamaktadır.
Bu konuda Danıştay Dördüncü Dairesi’nin bir kararında(1) da;
“193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 85. ve 88. maddelerinde, istisnalar dışında, yükümlülerin ikinci
maddede yazılı kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratların 'yıllık
beyannamede toplanması ve gelirin toplanmasında bir kısım kaynaklardan hâsıl olan zararların diğer
kaynakların kazanç ve iratlarından mahsubu ve yıl içinde yapılan mahsup sonucunda kapatılmayan
zarar kısminin müteakip yılların gelirinden indirilmesi öngörülmüş olup; ticari kazanç kaynağında hâsıl
olan zararın, tekevvün ettiği yılda mevcut diğer gelir kaynaklarının kazanç ve iratlarından ve zarar
kapatılamamışsa, müteakip yıllar gelirinden mahsubuna kanuni bir engel yoktur.
Ancak ihtilaf konusu olayda, davalının ticari faaliyetini (taahhüt işini) 1.1.1969 tarihinden evvel terk
ettiği ve 1.10.1969 tarihinde serbest meslek faaliyetine başladığı ihtilafsızdır. Bu durumda taahhüt
faaliyeti ve gelirde temadi ve devamlılık kalmadığından bu işten meydana gelen zararın müteakip
yılda başlanan serbest meslek faaliyetinden elde edilen gelirden mahsubuna 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanunu'nun 88. maddesi muvacehesinde imkan bulunmamaktadır.” denilmiştir.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken, yanlış uygulama potansiyeli olan bir konu da, yazımızın
konusunu oluşturan faaliyetine son veren işletmelerin zararlarının mahsubu ile ilgili sınırlama sadece
geçmiş yıl zararları ile ilgili olmadığıdır.Faaliyeti sona eren ticari işletmenin faaliyetin son bulduğu yıla
ilişkin zararlarının o yıla ait diğer kaynakların kazanç ve iratlarına da mahsubu mümkün değildir. Hatta
mükellef o yıl tekrar ticari faaliyete başlamış olsa bile. Çünkü ticari faaliyetin terk edilmesi veya
sonlandırılması ile ticari faaliyet sona ermiştir. Kar (zarar) ticari faaliyete tahsis edilen dönem başı öz
sermaye ile dönem sonu öz sermaye arasındaki fark olduğuna göre, faaliyetin terki ile birlikte artık bir
zarardan değil sermayede vuku bulan bir azalmadan bahsedilir. Başka bir ifadeyle zarar, faaliyetin
terki ile birlikte sermayede meydana gelen azalmaya dönüşmüştür.
Aynı şekilde kollektif ve adi komandit şirketin, tasfiyesinin sonuçlanması durumunda kesinleşen zarar,
gerçek anlamda sermayede meydana gelen azalmayı ifade edeceğinden, şirket ortaklarınca bu zararın
diğer gelir unsurlarından doğan kazanç ve iratlardan mahsup edilmesi mümkün değildir.
Örneğin; 2006 yılında ticari faaliyetinden 120.000 TL zarar eden ve işi bırakan bir mükellef bu zararı
2006 yılının diğer gelirlerine mahsup edemeyeceği gibi, 2007 yılında veya müteakip yıllarda tekrar işe
başlaması ve gelir elde etmesi halinde bu faaliyetten doğan gelire mahsup edemez. Aynı şekilde
Haziran/2006’da faaliyetini terk ve bu faaliyetten 20.000 TL zarar eden bir mükellefin, Eylül/2006’da
tekrar işe başlanması ve buradan kar etmesi halinde zararın bu karlardan mahsubuna imkan
bulunmamaktadır. Çünkü burada iki farklı organizasyonun ve organizasyon için tahsis edilmiş
sermayenin varlığı söz konusudur. Diğer bir ifadeyle ticari faaliyetin kesintiye uğraması ve
devamlılığının sağlanmamış olması söz konusudur.
Ancak mükellefin birden fazla alanda faaliyeti varsa bu faaliyetlerden en az birini devam ettirmek
veya mükellefiyetini terkin ettirmemek şartıyla bu zararın diğer kaynakları kazanç ve iratlarına
mümkün olduğunu düşünmekteyim.
Bu hususla ilgili olarak Danıştay Dördüncü Dairesi’nin bir başka kararında(2)“Terk edilen ticari
faaliyete ilişkin zarar, sermayeden kaynaklanan bir zarar niteliğinde olduğundan, tarh yılında elde
edilen gayrimenkul sermaye iradından mahsup edilemez.” denilmiş ve gerekçede“…bir gelir
kaynağından örneğin ticari kazanç kaynağında hâsıl olan zararın, meydana geldiği yılda mevcut diğer
gelir kaynaklarından, bu şekilde zarar kapatılamazsa takip eden yıllarda elde edilen gelirden
mahsubuna yasal bir engel yoktur.
Ancak bunun için indirilecek zararın, sermayede meydana gelen azalmadan kaynaklanan bir zarar
olmaması ve gerçek bir zarar niteliği taşıması gereklidir. Zararın oluştuğu gelir kaynağının ortadan
kalkması veya faaliyetin sona erdirilmesi hallerinde artık bir gerçek zarardan değil, sermayede
meydana gelen eksilmeden söz edilebileceğinden, bu tür zararların ise, müteakip yıllardaki diğer gelir
kaynaklarından elde edilen gelirlerden mahsubuna imkân yoktur.
Olayda, yükümlünün ticari faaliyetini 31.12.1978 tarihinde kapatarak işi terk ettiği ve bu hususun
Vergi Dairesi'ne bildirildiği açık olduğuna ve tarh döneminde ise yalnızca gayrimenkul sermaye iradı
elde edildiğine göre, zararın oluştuğu gelir kaynağında düzenlilik ve devamlılık kalmadığından, bu
işten meydana gelen zararın sermaye kaybı niteliği taşıması nedeniyle gerçek zarar gibi kabul edilerek
tarh yılında elde edilen gayrimenkul sermaye iradından mahsup edilmesinde yasal isabet
görülmemiştir.”
denilmiştir.
İncelemeye çalıştığımız her iki konuyla ilgili olarak verilen Danıştay kararlarına aynen katılmaktayız.
Öte yandan ölüm halinde mirasçılarca işletmenin faaliyetine devam olunması durumunda ölen
mükellefin beş yıllık süreye ait (ölüm olayının gerçekleştiği döneme ait zarar dâhil) mahsup edilmemiş
geçmiş zararları mahsup edilebilir mir? Bu durumda zarar mahsubunun yapılıp yapılamayacağına
Gelir Vergisi Kanunu’nun 81/1. maddesine bakarak karar vermek gerekir. Söz konusu Yasa hükmüne
göre, ferdi bir işletmenin sahibinin ölümü halinde, kanunî mirasçılar tarafından işletmenin faaliyetine
devam olunması ve mirasçılar tarafından işletmeye dâhil iktisadî kıymetlerin kayıtlı değerleriyle
(bilanço esasına göre defter tutuluyorsa bilançonun aktif ve pasifiyle bütün halinde) aynen devir
alınması halinde değer artışı kazancı hesaplanmaz ve vergilendirilmez. Yasa hükmünde ölüm
dolayısıyla mükellefin şahsında meydana gelen değişikliğin, işletmenin faaliyetine aynı şartlarda
devam etmesi şartıyla vergilendirmede herhangi bir değişiklik getirmeyeceği kabul edilmiş ve ayrıca
değer artışı kazancının hesaplanmamasını diğer şartlarla birlikte işletmenin “aktif ve pasifiyle bütün
halinde” devredilmesini öngörmüştür. Bu durumda kanuni mirasçılarca işletmenin aktif ve pasifiyle
bir bütün olarak devralınması durumunda devralınan işletmenin bilançosunda yer alan son beş yıla ait
olup indirim imkanı devam eden zararların mahsup edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu şartların
gerçekleşmemesi durumunda, “işletmenin faaliyetine atanmış mirasçılarca devam olunması veya
kanuni mirasçılarca işletmenin aktif ve pasifiyle bütün halinde devralınmaması gibi” murise ait geçmiş
yıl zararların mahsubuna imkan bulunmamaktadır. Ayrıca ölüm dışındaki nedenlerle ticari işletmenin
devri ve mükellefin işi bırakması söz konusuysa bu durumda da devredilen işletmeye ait zararların
mahsubuna imkan bulunmamaktadır.
IV- SONUÇ
Gelirin toplanmasında varsa mükelleflerin yurt içi ve yurt dışı ticari faaliyetlerden doğan zararları
diğer kaynakların kazanç ve iratlarına mahsup edilir. Bu mahsup neticesinde kapatılmayan zarar
kısmı, mükellefin faaliyetinde devam etmesi koşuluyla müteakip yılların kazanç ve iratlarından
indirilir. Arka arkaya beş yıl içinde mahsup edilmeyen/edilemeyen zarar bakiyesi müteakip yıllara
naklolunamaz. Bu beş yıllık sürede mahsup edilmeyen/edilemeyen zararlar sermayede meydana
gelen azalma olarak kabul edilir. Aynı şekilde ticari faaliyetini bırakan mükellef açısından işin
bırakıldığı dönemde zarar doğmuşsa bu zarar da sermayede meydana gelen azalmalıdır. Dolayısıyla
bu zarar gerek işin bırakıldığı dönemde, hatta aynı yıl tekrar ticari faaliyete başlamış olsa da, diğer
unsurlardan elde edilen kazanç ve iratlardan, gerek müteakip yılların kazanç ve iratlarından mahsup
edilemez. Öte yandan ölüm dolayısıyla mirasçılara geçen işletmeye ait zararların mirasçılarca
mahsubunun, işletmenin kanuni mirasçılara devrinin Gelir Vergisi Kanunu’nun 81/1. maddesindeki
şartlarda gerçekleşmiş olması şartıyla kabulü gerekir.
(1)
(2)
Dn. 4. D.’nin, 01.04.1976 tarih ve E: 1974/2635, K: 1976/802 sayılı kararı.
Dn. 4. D.’nin, 26.09.1989 tarih ve E: 1987/1366, K: 1989/3326 sayılı karar