Berkin’e verdiğimiz sözü unutmadık! Lİselİlerİn Sesİ - 3 Deniz’lerin yolunda, DLB saflarındayız! Adına “emperyalist-kapitalist sistem” denilen, kimilerinin methiyeler dizerek ebedi kıldığı, kimilerinin kıyısından köşesinden rötuşlayarak önümüze sunduğu ama gerçekte bizlerin her gün acı bir biçimde yüz yüze geldiği bu kokuşmuş düzen, irin kokan icraatları ile insanlığa zulüm etmeye devam ediyor. Amerika’da ırkçılık tekrar hortluyor, Ortadoğu’da emperyalist şeflerin direktifleri doğrultusunda besleme çeteleri ortaçağ karanlığını aratmayacak katliamlara imza atıyor. Milyonlarca Kürt, Ezidi, Arap halkları ölümle, tecavüzle, işkencelerle burun buruna yaşıyor. Dahası milyonların acıları üzerinden “şef”ler yeni ölümlere, yeni tecavüzlere ve yeni işkencelere kapı açacak “operasyon”ların düğmelerine keyifle basıyor. Bu sırada ise kasalar doluyor, silah tekelleri karlarına kar katıyor, zengin sofralarda bizlerin kanıyla dolu kadehler tokuşturuluyor… Yetmiyor, insanlık emperyalist savaşların gölgesinde can çekişmeye terk edilirken bir diğer yandan milyonlar açlığa, sefalete itiliyor. Açlık ve sefaletle kol kola büyüyen uyuşturucu ve gerici yoz kültür ile de tablo tamamlanıyor. Sonuç; emperyalist kapitalist barbarlığın bir kez daha insanlığı “ya kapitalist barbarlık, ya sosyalizm!” ikilemiyle karşı karşıya bırakması oluyor. Mücadele büyüyor! İşte böylesi bir dünyada insanlığın değerlerine sahip çıkanlar sokakları da dolduruyor. Amerika’da binler ırkçılığa karşı eylemler düzenliyor, Ortadoğu’da Filistin direniyor, Rojava direniyor. Açlığa ve sefalete karşı işçi ve emekçiler direnişlerle, işgallerle insanca bir yaşam talebini yükseltiyor. Dünyanın dört bir yanında geniş gençlik kesimleri sokakları dolduruyor. Bu kokuşmuş sistem, her ne kadar irin kokan icraatlarıyla iş başındaysa da onun karşısında bir mücadele büyüyor. İki sınıfın karşı karşıya gelmesi ile nihai sonuca erecek bu mücadele şimdiden sokak sokak, meydan meydan harlanıyor! Liseliler haykırıyor, 'tarafımız devrim!” Biz devrimci liseliler de bu mücadelenin tarafıyız. 4- Lİselİlerİn Sesİ Emperyalist kapitalist sisteme göbekten bağlı üstüne üstlük dinci gerici zihniyetin sözcülüğünü üstlendiği ülkemizde “gelecek biziz, özgürlük biziz!” diyerek yükselttiğimiz çığlık, topyekun insanlığın karşı karşıya kaldığı ikilemde bizim cephemizden savaş çığlığı idi. Geçtiğimiz dönemde, sokaklarda, alanlarda dilimizde bu çığlıkla barikat başlarındaydık. Berkin’i aramızdan çekip aldıklarında, bizlerin harçlıkları ile kasalarını dolduklarında, Soma’da babalarımızı katlettiklerinde sokaklarda, alanlarda, boykotlardaydık. “Deniz”lerin yolunda, DLB saflarındaydık. Yeni dönemde mücadeleyi büyütmeye! Bizler mücadele saflarındaki yerlerimizi alırken onlar saldırmaya devam ediyor. Oğuzhan’ı da aldılar aramızdan, nice genç işçiyi, çocuğu, arkadaşımızı aramızdan aldıkları gibi… Saldırmaya devam ediyorlar ve edecekler…. Ama şunu unutmayacaklar, unutturmayacağız: Öldürdükçe çoğalacağız. Yeni Berkin’ler olacak, yeni Ethem’ler olacak bir kez daha barikat başlarında yerimizi alacağız. Bu köhne düzenden beklediğimiz bir şey yok artık. İrin kokan icraatları ile birlikte bu kokuşmuş düzenden kurtulmanın, “devrim ve sosyalizm” in kızıl bayrağını dalgalandırmanın zamanıdır! Artık yeter. Temiz bir bardak su için bile muhtaç olduğumuz sosyalizmin susuzluğu ile kavrulmaktayız şimdi. Berkin’e verdiğimiz sözü unutmadık! O halde, geride bıraktığımız yaz aylarını yüreğimizin ateşiyle ısıtan biz devrimci liseliler, yeni dönemde de mücadeleyi büyüteceğiz. Devrimci Liseliler Birliğini büyütecek, liseli meclisleri ile liseli gençliği mücadelenin saflarındaki yerlerini almaya davet edeceğiz. Kızıl bayrağımızı her daim dalgalandıracak ve okullarımızı mücadelenin kalelerine çevireceğiz. Berkin’e sözümüz “devrim” olacak diyen biz devrimci liseliler, Berkin’e verdiğimiz sözü unutmadık. Tek yol devrim! Daha iyi bir eğitim için sorgulayın ve başkaldırın! Eğitim sistemi insan yetiştirme aygıtı olarak işlev görmüştür. Egemen sınıflar sistemi koruyabilmek ve devamını sağlayabilmek için insanı koyuna dönüştürür ve boyun eğdirirler. Kendilerini de çoban yaparlar. Bunu yapabilmek için en çok dini ve eğitimi kullanırlar. Yedi yaşında okula başlayan çocuklara sisteme itaat etmeyi öğretiyorlar. İlk başlarda çocuklar huzursuzluk çıkarırsa, çeşitli cezalarla hizaya getirirler. Kişiye zamanla sisteme itaat etmeyi öğretirler. Hazır sunulan bilgileri sorgulamaksızın depolayan öğrenciler başarılı ilan edilir, sistemi ve eğitimini sorgulayıp eleştirenler ise ceza alır. Kapitalist eğitim sistemi burjuvazinin çıkarlarına göre şekillenir. Sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu insan tipi, itaat eden ve üretim çarklarında sessiz sedasız sömürülendir. Devletin insanları makine gibi görmesi, yeteneklerine değil işgüçlerine bakması, sistemin taleplerine göre insan yetiştirmesinin sonucudur. Mevcut eğitim programı yapılırken insanın ilgi ve yetenekleri değil, sermayenin ihtiyaç duyduğu donanımda insan tipi esas alınır. Kapitalist eğitim sistemi insanın çok yönlü gelişimini değil, üretim çarkındaki görevine uygun yetişmesini önemser. Ekonominin planlı olmadığı kapitalist sistemde hangi mesleğin geleceğinin ne olacağı da belirsizliklerle doludur. Kapitalist sistemde toplumsal ihtiyaçlar yerine sermayenin ihtiyaçları esas alındığı için eğitim de sürekli olarak değişime uğrar. Daha iyi bir eğitim için sistemi sorgulayın ve başkaldırın! Kısacası kendi aklınızın çobanı olun! İzmir'den bir DLB'li Lİselİlerİn Sesİ - Memleketimden “eğitim” manzaraları... Herkes Arapça konuşacak Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz, yayımladığı bildiride İmam Hatip'lerde sadece Arapça konuşulması gerektiğini buyurarak “ya konuşursun ya da yanında tercüman gezdirirsin” dedi. Bununla birlikte 675 bin imam hatipli için Türkçe yasaklanmış oldu. Harita dağıttılar 8. sınıftan mezun olarak TEOG sınavına giren öğrencilerin 475 bini otomatik olarak İmam Hatip Liselerine kaydedildi. Liseye yeni geçen bir çok öğrenci yerleştirme sisteminden kaynaklı ikamet ettiği alanın kilometrelerce uzağındaki liselere yerleştirildi. Misal İstanbul Ümraniye'de ikamet eden arkadaşlarımızın bir kısmı toplu taşıma araçları ile 4 saat süren Çatalca bölgesindeki liselere yerleştirildi. Yerleştirmeler sonrası “Boyun eğmeyerek eğmeyerek “Bo mü cayun dele ediyoruz” mücadele ediyoruz” Merhaba yoldaşlar, Ben Gebze’d lar,v TML’de okuyan bir öğrenciy en Page ba yoldaş Merha im. Bu yazı okuyan da Gebze’ okuldaden yaşaPagev dığımTML’de Ben ız sorunlar dan bir sorunlardan bah sedeceği okulda m.Bu yazıda Oku lda bizim iyim. öğrenc fikiryaşadı lerimğımız iz şeki imizayak llendiril meye .çalış Okulda eceğim ılıyobizim bahsed r ve bufikirler düzene uydşekillen ayak urmamı düzene bu ve or z isten çalışılıy ye dirilme iyor. Sınavlar bizi sosyal haya ttan hayattan uzak sosyal laştırılıy r biziyler Sınavla or. Oku or.asos isteniy amız l bizi uydurm yal bire olarak 5 öğrencilere haritalar dağıtıldığı söyleniyor. Her yer imam hatip Ortaokulların bir çoğu imam hatiplere dönüştürüldü. İstanbul’un Beykoz ilçesindeki 45 ortaokulun tamamı, bünyelerinde imam hatip şubesi açılabilmesi için Boğaziçi İmam Hatip Ortaokulu, Selahattin Karakaşlı İmam Hatip Ortaokulu ve Çavuşbaşı İmam Hatip Ortaokulu’na bağlandı. Özel okullara destek Özel okulları teşvik paketi sonucunda, MEB’in açıkladığı listeye göre başvuru yapan 4 bin 361 özel okuldan 4 bin 1’i ayrılan bu bütçeden pay almaya hak kazandı. Okul öncesi özel kurumlara gidecek öğrencilere 2 bin 500, özel ilkokullara gidecek öğrencilere 3 bin, özel ortaokul ve liselere gideceklere yıllık 3 bin 500, temel liselere ise 3 bin lira eğitim öğretim desteği verilecek. yeti ştiriştırılıyo yor. r. Okul bizi asosyal bireyler olarak uzakla Oku lda bir örgütlenme olduğu zaman faşistler yetiştiriyor. bizi sindOkulda irmek için r bizi faşistle zaman olduğu dennme geleni örgütle bir elin yapıyorl ar. Süre kli olar ak sözl ü taciz olarak yapıyo et uygu geleni elinden luyorlar. içinşidd ek ve sindirm Bizirlar. okuSürekli lda öğre nciler sıkış tırır ken ve birşiddet yandan yorlar. uygulu da öğre taciz tmeBizi sözlü nlerokulda aynı şeyi yapı yorl enler aynı ar. Bun öğretm da zam lar ırken yetmezm bir yandan sıkıştır iş gibi her öğrenciler an para istiy para r. Ama her zaman gibi izlik sundyetme Bunlar uklarızmiş rlar.bize yapıyo geleceks şeyiorla fark edil ir boy utta edilir fark BizAma ksizlik genbize çler bun ları sunduk a boy ungelece eğmeyer istiyorl.ar. ek müc adele ediy oruza.. Biz gençler buna boyun eğmeyerek mücadele boyutt ediyoruz. Gebze’de bir LS okuru Gebze’de bir LS okuru 6- Lİselİlerİn Sesİ Hatıra değil savaş çağrısı! Denizler Filistin yolunda, direnen halkların yanında! ''Ortadoğu, emperyalizmin sömürü alanı durumundadır. (...) Emperyalistler, Türkiye'yi Ortadoğu'da ve özel olarak da Türkiye'de denetimi sağlayacak ve gerektiği zaman da (kendi) çıkarlarını korumak için müdahalelere elverişli bir askeri bölge olarak seçmişlerdir. (...) Türkiye, stratejik önemi ve karşı-devrimci bir üs olma özelliği nedeniyle, emperyalislerin, üzerinde ciddiyetle durmalarına neden olmaktadır. (...) Ve (Türkiye) Amerika'nın Ortadoğu'daki çıkarlarını korumak için önemli bir arabulucudur. Doğal olarak emperyalistler ve uşakları Türkiye halkının devrimci savaşımını bastırmak ve ne pahasına olursa olsun Türkiye'nin Ortadoğu'daki gerici politikasını sürdürme çabasındadırlar.'' (Hüseyin İnan, idam hücresinde...) İdam hücresinden yiğit bir devrimcinin, Hüseyin'in sözleri herşeyi açıklıyor. Emperyalizm dünden bu güne varlığını sürdürebilmek için halkların üstüne bombalar yağdırıyor, taş üstünde taş bırakmıyor. Dünyanın bir çok ülkesini olduğu gibi Türkiye'yi de himayesi altına almıştır. Buna karşılık Türkiye'deki devrimci gençlik bu emperyalist saldırganlığa sessiz kalmamış, yayınladıkları bildiriyle tepkilerini ortaya koymuşlardır. ''Bu savaş, yoksul Arap ülkelerinin saldırgan İsrail'e karşı yaptığı bağımsızlık savaşıdır. Bu savaşın kısa zamanda barışa ulaşması, haklıların saldırgan karşısında haklarını elde etmesine bağlıdır. Bu savaşın uzaması, Ortadoğu ülkelerinin değil, petrol sömürüsünü sürdürmek isteyen ve iki tarafa da silah satan emperyalistlerin yararınadır. (...)Türkiye'deki üs ve tesisler , Arap ülkelerine karşı kullanılmamalıdır.'' O dönemde ezilen, katledilen, yıkıma uğratılan Filistin halkına destek için yola koyuldular. 18 yaşındaki Abdülkadir Yaşargün ve 19 yaşındaki Mustafa Çelik giden ilk devrimci gençlerdi. Filistin'de emperyalist güdümlü siyonist İsrail Devleti'nin askerleriyle girdikleri çatışmada şehit düştüler. Bu sırada Türkiye'deki devrimci gençliğin tepkileri devam ediyordu. Bu dönemde Deniz Gezmiş'in yazdığı bir yazı göze çarpmaktadır; ''Azgelişmiş dünya halkları emperyalizme karşı bir savaş verirken gençlik bunun dışında kalamaz. Biz daima ezilenlerden yana çıkmak zorundayız. Eğer bizim kavgamız antiemperyalist kavganın paralelinde yürümezse, ayaklarımız havada kalır. Devrimci gençlik, Amerikan emperyalizmine ve oportünizme karşı duran gençliktir. Onların görevi, sayısının azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan, Amerikan emperyalizmine karşı sonuna kadar dövüşmektir. O, en iyi biçimde karar veren ve uygulayandır. O, boş gecelerini değil, boylu boyunca ömrünü bu kavgaya verendir. Yaşasın Bağımsızlık Savaşı Veren Dünya Halkları! Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!'' Deniz Gezmiş verdiği sözü tutacak ve emperyalist savaşa karşı direnen Filistin halkıyla dayanışmaya gidecektir. 1969 Haziran ayının son günlerinde Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Ömer Esim Süerkan, Fadıl Hasan, Kuydul Turan ve Yusuf Küpeli'nin de bulunduğu bir grupla Filistin'e doğru yola çıktılar. Yanlarına çantalarıyla birlikte 4 silah ve onlarca kitap aldılar. Sınırdan istasyona girerek, gar memuruna kişi başı 10'ar lira verip karşıya geçtiler. Ufak bir tepe aştıktan sonra bir arazi arabasına binip Fırat'ın kenarında bağlı olan salın yanına kadar gittiler. Salla karşıya geçtiler. Şam'a giden Lİselİlerİn Sesİ karayolunun kenarında araba beklemeye başladılar. Eski bir taksi durdu. Arabaya binip yola koyuldular. Bir süre sonra yolları, Suriyeli milisler tarafından kesildi ve gözaltına alındılar. Halep'te 4, Şam'da 12 gün gözaltında kaldıktan sonra neden orada olduklarını söylemeye karar verdiler. Bu işe yaradı ve FDHKC (Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi) militanları, Deniz'lere örgüt kimliği verdi. Amman'daki Filistin kampına gittiler. Bir yandan konferanslara katılıyor bir yandan da silah eğitimi görüyorlardı. Böylece hem teorik hem de gerilla eğitimi almış oldular. Yaklaşık bir aylık eğitimin sonunda Ağustos ayında aynı yollarla Türkiye'ye geri döndüler. Deniz'ler mücadeleleri boyunca Türkiye'yi emperyalistlere dar etmişlerdir. NATO karşıtı eylemleri, NATO üssünden asker kaçırmaları, Amerikan 6. Filo'sunu denize dökmeleri, İsrail konsolosunu kaçırmaları bunun en iyi örneklerindendir. Bugün Ortadoğu'da emperyalist savaş halâ devam etmektedir. Emperyalistlerin kâr hırsları yüzünden milyonlarca insan, Suriye'de, Filistin'de, Rojava'da, Şengal'de ve dünyanın birçok yerinde aç, susuz, ve sefalet içinde yaşamaktadır. Bulunduğumuz her alanda, yaşadığımız tüm sorunların kaynağının kapitalistemperyalist sistem olduğunu göstermeliyiz. 7 Emperyalist saldırganlığa ve savaşlara karşı Deniz'lerin yolunda DLB saflarında mücadeleye! Yeni Denizler gibi... öğretim yılı geçmiş yıllardan devraldığı eğitimyılı Yeni eğitim öğretim geçmiş yıllardan devraldığı sorunlara sorunlar ekleyerek açılmış bulunuyor. türlü ara sorunl türlü sorunlar ekleyerek açılmış bulunuyor. Öğrenci değil de müşteri muamelesi görmek, ''beceri i değil deÖğrenc müşteri muamelesi görmek, ''beceri eğitimi'' adı sömürüsüne tabi olmak bu altında stajtabi i'' adı eğitimstaj altında sömürüsüne olmak bu sistemde ğımız her zaman ki sorunlardır. Şimdi de sistemde yaşadı yaşadığımız her zaman ki sorunlardır. Şimdi de yeni ız çıkıyorlar. arla karşım yeni sorunl sorunlarla karşımız çıkıyorlar. geçiş yapamayan arkadaşlarımızı i liseye İstediğliseye İstediği geçiş yapamayan arkadaşlarımızı direkt hatip liselerine göndererek, dinci, olarak imamdirektimam-hatip olarak liselerine göndererek, dinci, gerici, mayan ve araştırmayan bir eden, sorgula itaat gerici, itaat eden, sorgulamayan ve araştırmayan bir nesil geleni ardına koymuyorlar. ak için elinden nesil yaratm yaratmak için elinden geleni ardına koymuyorlar. Yaz Filli Boya'da ''beceri eğitimi'' inde Gebze Yaz dönemGebze döneminde Filli Boya'da ''beceri eğitimi'' gören şımızı da kâr hırsı yüzünden an arkada gören Oğuzh Oğuzhan arkadaşımızı da kâr hırsı yüzünden çarklarında ekten geri durmadılar. Burada staj katletm çarklarında geri katletmekten durmadılar. Burada staj sömürüsü katleden kapitalist sistem, uygulayarak sömürüsü katleden uygulayarak kapitalist sistem, Filistin'de, Rojava'da, Şengal'de ve dünyanın Suriye'de, Filistin'de, Suriye'de, Rojava'da, Şengal'de ve dünyanın her alanında her alanında katletmeye devam ediyor. Halkların için de katletmeye üzerine bombalar yağdırıyor. Katlettikleri halklar devam ediyor. bombalar ı yas tutarak planlaryağdırıyor. Bu şekilde istiyorlar.üzerine ızıHalkların yas tutmam Katlettikleri halklar için de yas tutmamızı istiyorlar. Bu ses çıkarmamamızdır. şekilde planları tutarak çıkarmamamızdır. ele etmediğimiz mücad uz ki,ses biliyor bizleryas Ancak Ancak bizler biliyoruz ki, mücadele etmediğimiz nin daha fazla sürece ''beceri eğitimi'' adı altında, birileri ize üzerim sürece ''beceri eğitimi'' adısömür altında, birilerinin fazla ya dadaha üsünde en ya staj yüzünd kâr hırsı kâr hırsı yüzünden ya staj sömürüsünde ya da üzerimize rımızda Okulla . bombalar yağdırılarak katledileceğiz bombalar yağdırılarak katledileceğiz. gerçekleştirilen Ortadoğu'daOkullarımızda sorunlar ile yaşadığımız yaşadığımız sorunlar ile Ortadoğu'da gerçekleştirilen emperyalist savaş ve saldırganlık aynı sistemin emperyalist sorunlarıdır.savaş ve saldırganlık aynı sistemin sorunlarıdır. Liseliler olarak okullarımızda yaşadığımız sorunların bir olarakgerçek okullarımızda katliamlarınsorunların leştirilenyaşadığımız Ortadoğu'da veLiseliler tuda veolduğu Ortadoğu'da gerçekleştirilen katliamların bir doğrul bu ve nu arkadaşlarımıza anlatmak olduğunu arkadaşlarımıza bu doğrultuda ara karşı sorunl ı bir olanve er gibi, kaynağanlatmak tıpkı Deniz'l tıpkı Deniz'ler gibi, kaynağı bir olan sorunlara karşı yiz. eylemler örgütleyip mücadele etmeli Kartal'dan bir LS okuru 8- Lİselİlerİn Sesİ İnsan doğduğu yeri seçemez ama savaşacağı dünyayı seçebilir... Ortadoğu'dan gelen çığlıklar direniş çağrısıdır! Ortadoğu kan gölüne dönerken, geçmişin çığlıkları bugünün feryatları ile birleşirken bizler bu kan deryasından daha önceye gidiyoruz. Yıllar önce iki kutuplu denilen dünyanın bir ucunda insanlığı temsil eden sosyalizm, diğer ucunda barbarlığı temsil eden kapitalizm var. Ortadoğu'da Beyruttan kasaplar fırlarlarken, Filistinden, Lübnan'dan, Yemenden limon ağaçları ile birlikte direnişler, intifadalar, taşlar ve küçük generaller akın ediyorlar. Ortadoğu bereket fışkıran ama bu bereketini kendi halkına dahi veremeyen, bu yüzden hep talan edilmiş bir coğrafya. Bereketi, üzerinde saraylar ve saltanat kuranlardan daha çok direnişine de vermiş bir coğrafya. “Asla geçemeyeceksiniz” der küçük general Faris, Farid Farjad kemanın acıklı sesini duyurur, “bin muhteşem güneş” doğar her bir zerresinden, ummana giderken hurmalar serpilir üzerinize ve her katliamda yeniden doğar Ortadoğulu emekçiler. Bu sistem içerisinde kan ve mal hep orantılı biçimde gelişmiştir. Nerden mala dönüşecek bir para gelecekse orada hep kan akmış/akıtılmıştır. Batının o modern gelişim seyrini okuruz, okutuluruz aslında. Doğu hep bi geç kalmış, geç kaldırılmış bir çocuktur büyük devlerin arasında. O büyük devleri büyüten Doğu'da küçültülen toprak, insan, coğrafyadır. Bir kez daha vurguyu güçlendirmek için geçmişe gidiyoruz. İki kutuplu dünya gerçeğinin öncesine, karanlık zamanlara. Ortaçağ karanlığı hep korkutucudur. Ortaçağın gizemi ve karanlığının ardından tarihte bir “aydınlanma” süreci işler. İşçi ve emekçiler için aydınlanma asıl olarak Ekim Devrimi de olsa, bilimsel gelişmenin seyrine göre bir tanımlamadır yapılan. Ortaçağ'da din etkindir. İnsanların gelişimini engellemek için kullanılır. Cadı kazanlarından, engizisayon mahkemelerine varana dek insanlığın gördüğü işkenceler. Dinin hakim kılınması bir tercihtir. Çünkü insanlar bilmediği şeylerden korkarlar ve toplumlara böylece daha kolay yön verilir. Çağlar devrilir ve gider. Ardından iki kutuplu dünya gerçeğinin son demlerinde, soğuk savaş döneminde devler daha devleşiyor ve kendine yeni pazarlar arıyorlardı. Bu pazarı yaratmanın en iyi yolu pazarların olduğu coğrafyadaki insanların sessiz, itaatkar olmasıydı. Büyük devler için yeni pazarlar o coğrafyada yaşayan insanlar için daha fazla sömürü demek idi. Bundan kaynaklı ayağa kalkmaması, boyun eğmesi gerekiyordu. Bunun için ise tarikatlar ve cemaatler en iyi yoldu. Taliban, Mısır İslami Cihadı, Ebu Sayyaf, ElKaide, El Şebab, İBDA-C, Hamas, IŞİD gibi dinci çeteler böyle bir ihtiyacın ürünü olarak oluşturuldu, beslendi, büyütüldü ve halkların üzerine sürüldü. Bütün bunlar yaşanıken en büyük zarar gören Ortadoğu'nun bereketinden hiç bir zaman yararlanamayan emekçiler oluyor. On yıllar boyunca kendi coğrafyalarında talan edilmiş, öldürülmüş, direniş destanları yazmış halkların mücadelesi ancak sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya savaşı ile birleştiği oranda zafere ulaşacaktır. Lİselİlerİn Sesİ - 9 Başkaldırının türküsü Hanzala Üstü başı kir içinde, saçları diken diken, yalın ayak 10 yaşında bir çocuktur Hanzala. Yüzü güneşe dönük, gözleri ateşi keşfeden insanlığın telaşı ve mutluluğunda. Elleri birbirine bağlı, arkasında sömüren azınlığın dev dişlerinin vahşiliğine inkarı, başkaldırıyı temsil eder varlığıyla. Yüzü yeryüzünde bir çok emsali barındırır. Pazarları kuran sessizliğin, dinginliğin orta yerine düşen top mermisidir, talan edilen coğrafyalardır, kanın göl olarak var olmasıdır, bir okul bahçesinde patlayan havan mermileridir. 12'sinde Uğur'un cansız bedeninde 13 kurşundur, Ceylan'ın kocaman gözlerinde elinde aradığı babasının elidir, inşaatta çalışırken düşen Emin'in bedenidir, 15'inde Berkin'in sapanıdır. Arkasını vahşiliğini kanıtlamış bir dünyaya dönen Hanzala'nın çığlığıdır ortalığı sarsan. Filistin'li Naci el Ali'nin kaleminde: “Hanzala 10 yaşında doğdu ve hep 10 yaşında kalacak. Ben o yaşta anayurdumu terk ettim. Hanzala yurduna döndüğü zaman yaşı büyümeye başlayacak. Doğa kanunları ona tatbik olmuyor. O biriciktir. Yurdumuza tekrar sahip olduğumuzda işler normale dönecek”. Savaş koşullarında büyüyen her çocuk gibi olduğu yaştadır. Rakamların, yüzyılların, zamanların, mekanların sınırlılığında kendine bir köşe kapma telaşından uzakta bir duruşun adıdır. İmajlar ve görüntülerin her şeyin önüne geçtiği bu yeryüzünde kiri pası üzerinde taşırken Hanzala “ama” der Naci El Ali, “içi misk-i amber gibidir.” Sarayların yanına saltanatlarının ününü kullananların dünyasında dinlere sarılırken insanlık, yanından geçen süslü, kendi gerçekliğinden bir haber, hanımefendi ve beyefendiler sorar Hanzala'ya dinini. Hanzala “yalnızca Arabım ve açım” der. 1969 yılında aramıza katılır Hanzala. Hanzala'nın yaratıcısı Filistinli Naci el Ali karikatür sanatçısı, 22 Temmuz 1987 tarihinde çalıştığı Al Qabas gazetesinin Londra bürosuna doğru yürürken yüzünden vurulur. 5 hafta kadar hastanede yaşam mücadelesi verir. 29 Ağustos’ta ölür. 1936’da Filistin’de doğmuş Naci el Ali, 10 yaşındayken ilk Arap-İsrail savaşı yüzünden doğduğu topraklardan ayrılmıştır. O günden sonra bir daha hiç dönememiş. Naci el Ali'nin geri dönemeyeşinin bir simgesi olarak belki de Hanzala iki yüzlü politikalara, savaşlara, katliamlara arkasını döner 1973 senesinde. Büyük devlerin pastadan büyük paylarına, bunlara alet olan siyonist İsrail'e, yardakçısı olan Arap rejimlerine arkasını döner Hanzala. Yüzünü görmek isteyenlere cevap verir El Ali: “Bize Amerikan usulü çözümlerin sunulduğu bir zamanda, Hanzala’nın ellerini arkada kavuşturması bir reddin ifadesidir.” Hanzala'nın arkasını döndüğü tek başına Ortadoğu coğrafyasında yaşanan vahşet değildir. Hanzala'nın arkasında barbarlığına kanı katık eden bu sistemin her yeri vardır. Ferguson'daki polis şiddetinden, Learın öncü işçilerini kafese kapatan patronlarına kadar. “Başlangıçta yalnızca bir Filistinli çocuktu o, Fakat sonradan bilinci geliştikçe önce ulusal, ardından da küresel ve insani bir düşünce ufkuna sahip oldu.” diyor Hanzala’nın yaratıcısı Naci el Ali. Filistin'li Naci el Ali “ben öldükten sonra Hanzala yaşamaya devam edecek” demişti. Hanzala'nın yüzü ayaklanan milyonlara dönük görürüz. Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da, Arjantin'de, Türkiye'de, Brezilya'da. Faris'in attığı taşta, Berkin'in elindeki sapanda, “Tek yol devrim” diyen sloganda. Hanzala yüzü, gözleri, elleri “güzel günlerin” umudunu taşır her bir zerresinde, dünyanın kiri pası içinde temiz kalmanın, direnişin adıdır. 10 - Ortadoğu’yu kurtarabilecek tek güç devrimdir! Lİselİlerİn Sesİ Uluslararası tekeller ve emperyalist merkezler, Ortadoğu’yu kan gölüne çevirecek yeni politikalar gütmeye devam ediyorlar. Bir tarafta gerici IŞİD çetesi halkları ortaçağın karanlığına götürmeye çalışırken, öte yanda ırkçı-siyonist İsrail rejimi; kadın, çocuk demeden yüzlerce insanı katlediyor. Bu iki saldırgan güç, birbirini besleyen ve destekleyen iki müttefiktir. Dinci gericiliğin esareti altında, kapitalist tekellerin himayesinde, mezhep ve din savaşlarına alan edilmiş bir Ortadoğu; emperyalistlerin politikasının özü ve özetidir. ABD’nin yeşil kuşak politikası on yıllardır uygulanıyor. Bu projenin öncesine baktığımızda şöyle bir tablo görürüz; üzerilerindeki baskı ve sömürüye karşı tepki gösteren halklar, dinsel ve mezhepsel ayrımlarını büyük ölçüde silikleştirerek emperyalizme ve kapitalizme karşı militan bir çözüm olarak sosyalizme sarılıyorlardı. Ortadoğu’nun her köşesinde ulusal bağımsızlık hareketleri emperyalizme sert darbeler vurmaya devam ediyordu. Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen halkları, gerçek kurtuluşları için komünist partilere akın ediyorlardı. Ortadoğu’daki devrimci hareketin en güçlü halkalarını (Türkiye’yi saymazsak) Filistin, Kürdistan ve İran oluşturuyordu. Bu coğrafyalardaki devrimci hareket, emekçi halkın çoğunun sempatisini kazanmış ve onlarla et ile tırnak gibi bütünleşmişlerdir. Bu durumdan hoşnut olmayan ise, bereketli bir coğrafya olan Ortadoğu üzerinde tahakküm kurmak isteyen ABD idi. Halkın ABD’ye ve onun piyonları olan hükumetlere itibarı azalıyor, anti-emperyalist ve sosyalist bir bilinç geliştiriliyordu. Soğuk Savaş’ın tüm şiddetiyle sürdüğü bu günlerde ABD, üç kıtaya nüfuz edebildiği ve her türlü olanaklarını sömürdüğü Ortadoğu’yu bırakmak istemiyordu. Kendi ordularıyla saldırdığında halkların sinmesini bekliyor fakat halkların baş eğmez militan tutumu onu iyice çaresiz bırakıyordu. Amerikan tekelleri sürekli büyüyordu ve kendine yeni pazarlar yaratmak zorundaydı. Böylece ABD, sindiremediği Ortadoğu halklarını dinci-gericilik aracılığıyla susturma planını uygulamaya koydu. Mısır’dan Afganistan’a dek, adalet ve hak kavramlarını sömüren dini motifli tarikatlar ve cemaatler oluşturdu. Buralar bilinçsiz halkın, aracılıktan başka bir işlevi olmayan hacı-hocanın müritleri olduğu yerler haline geldiler. Tarikatların ve cemaatlerin otoriter önderliği sık sık vurgulanarak sempatizanlar üzerinde psikolojik bir baskı kuruldu. Bu şekilde şartlar olgunlaştı. Ortadoğu’da ABD’nin dolaylı yoldan bekçiliğini yapacak olan ilk şeriatçı örgüt, SSCB’nin Afganistan’a müdahalesi sırasında Afganistan dağlarında ortaya çıkan Taliban oldu. Taliban, potansiyel bir Sovyet işgalinden korkan Pakistan tarafından, yani dolaylı olarak ABD tarafından destekleniyordu. Bu deneme Ortadoğu için bir felaketin habercisiydi. Mısır İslami Cihadı, Filistin İslami Cihadı, Ebu Sayyaf, El-Kaide, El-Şebab, İBDA-C, Mehdi Ordusu, Hamas, IŞİD, Boko Haram gibi örgütlenmeler asıl varlıklarını bu sürecin ardından göstermeye başladılar. Bu örgütler dünya gericiliğinin hortlatıldığı 80’lerin sonu ile 90’ların başı arasındaki döneme kadar dinci-gerici çalışmalarını fikirsel olarak sürdüren, askeri olarak pasif kalan örgütlerdi. Böylece ABD, Nijerya’dan Filipinler’e dek paramiliter savunma ağını kurmuş oluyordu. Bugün de Ortadoğu iki zıt kutba bölünmüştür. Bir cephede bütün müttefikleriyle ve işbirlikçileriyle emperyalistler, öteki cephede özgürlük savaşçısı halklar. ABD’nin hedefleri oldukça açıktır; Filistin’de işgalci İsrail devletinin denetimini güçlendirerek direnişçi Arap halkını kendi kanında boğmak ve IŞİD çetesine Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan aracılığıyla destek olarak Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini baltalamaya çalışmak. Engelleyemese bile en itaatkâr adamlarından olan Barzani öncülüğünde bir Kürdistan kurmak. Ortadoğu halklarının planlara ve komplolara karnı toktur. Onlar, yıllardır kendi toprakları üzerinde sürdürülen kirli savaş sebebiyle büyük bedeller ödemişler, nice şehitler vermişlerdir. Ve bugün Yahudi halkı da dahil bütün halkların işgalcilerin suratına haykırması gereken şiar şudur; “Yaşasın proletarya enternasyonalizmi”! Halkların kurtuluşu, özgürlüğü ve bağımsızlığı, sosyalizmin kızıl bayrağı altında birleşerek emperyalizme ve kapitalist sefalet düzenine karşı savaşarak, sınıfsız ve özgür bir geleceğin; komünizmin kavgasını vermelerindedir. C. Akkaya Lİselİlerİn Sesİ - Demir parmaklıklarla çevrili, katı kuralları olan, fikirlerimizi dahi paylaşmamız yasak olan, herşeyi sorgulamadan itaat etmemizi isteyen hapishanedir okul. Üç Fidanlar'dan, Erdal Erenler'den, DEVGENÇ'lerden bu yana gençliğin örgütlü militan gücünden korkmuştur sermaye devleti. Darbeden sonra gençliğin rehabilitasyon merkezleri olarak imam hatipler açılmış, eğitim sistemi hiçbir zaman rayına oturmamış ve bizlere okul içinde baskı politikaları uygulanmıştır. Tüm bu baskılara, yasaklamalara ve bizleri geleceksizliğe sürükleyen bu eğitim sistemine karşı haklarımızı sokaklarda aramalıyız. 4+4+4'e, 10 güne indirilen devamsızlık hakkımıza, staj sömürüsüne, bizleri ayrıştıran sisteme, dinci-gerici eğitime, paralı eğitime karşı haklarımızı barikatlarda aramalıyız. Daha geçen haftalarda arkadaşımız Oğuzhan Çalışkan Filli Boya fabrikasında staj yaparken patronların kar hırsı yüzünden katledildi. Oğuzhan ne ilkti ne de son olacak. Lafta parasız bir eğitim görüyoruz ama kayıt parası, kitap parası, üniforma parası, kurs-dershane parası derken işçi-emekçi anne babalarımız daha şimdiden bizi nasıl okutacaklarının derdine düştüler. Bir çok arkadaşımız tatil yapmamış sözde parasız olan okul masraflarını karşılayabilmek için çalışmıştır. Daha bir kaç gün önce iş cinayeti yüzünden hayatını kaybeden lise öğrencisi Emin Halastar da belki de sözde parasız 11 olan okul masraflarını karşılayabilmek ve ailesine yardımcı olabilmek için yaz tatilini çalışarak geçiriyordu. TEOG sonuçlarının açıklanmasının ardından yerleştirme süreci başlarken tercih yapıp da hiçbir yere yerleştirilemeyen öğrencilerin direkt imam hatiplere yerleştirilecek olması eğitim sistemindeki gericiliğin yüzünü apaçık göstermektedir bizlere. Tüm bunlar yetmezmiş gibi okul günlerini 6 güne çıkarmayı hedefleyen devlet bizleri ev ve okul ikileminin arasına sıkıştırarak bizleri sığlaştırmaya, pasifleştirmeye ve sorgulamadan mahrum bırakmaya çalışıyor. Bu baskı politikalarını püskürtmek için yapmamız gereken tek şey örgütlü mücadelemizle düşüncelerimizi sokaklarda pratiğe çevirmektir. Geçtiğimiz yıllarda eğitim alanının özelleştirilmesine karşı Şili'nin birçok kentinde sokaklara çıkan öğrenciler bugün de eğitimde reform talebiyle bu kez başkent Santiago sokaklarında devletin kolluk güçlerine karşı direniyorlar. Bizler de dinci-gerici eğitim sistemine karşı sokaklara dökülmeliyiz. Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talebimizin ancak devrim ve sosyalizm ile gerçekleşeceğini biliyoruz. Örgütlü gücümüzle tüm baskıları püskürtebileceğimizi biliyoruz. Bizler gücümüzü Haziran Direnişin'de, 1 Mayıs'da ve daha nice direnişlerde gördük. Baskılara, yasaklara, gericiliğe karşı örgütlü gücümüzle Haziran Direnişi ruhuyla özgürlüğümüz ve geleceğimiz için alanlara çıkalım! 12 Lİselİlerİn Sesİ - “Karanlığı tutuşturup bir köşesinden” geceyi gündüze çeviriyoruz* Selam olsun Devrimci Gençlik Birliği'ne! “Şafaktan korkuyorlar, Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.” Nazım Hikmet Korkuyorlar, bu toplumda ateşi yakacak olanlardan korkuyorlar. Bu sömürü ve talan sisteminde cehenneme dur diyecek, tüm toplumu ayağa kaldıracak olanlardan korkuyorlar. Gençliğin bu toplumda her daim ayakta, her daim dinamik oluşundan korkuyorlar. Korkuları boşuna değil. Çünkü sınırları reddediyor, sınıfımızın yanında, sömürünün tam karşısında yer alıyoruz. Ferguson'da ten renginden değil alınterinden kaynaklı öldürülen arkadaşımızın ardından ayağa kalkan emekçilerin öfkesini taşıyoruz. Filistin'de tanklara karşı taş atan küçük generallerin, Rojava'da kazanımlarını korumaya çalışan Kürt halkının, Şengal'de ölümle burun buruna getirilen Ezidi emekçilerin karşı koyma savaşını büyütüyoruz. Arjantin'de fabrikalarını işgal eden işçilerin direncini, Greif'ta, Yatağan'da, Kütahya'da işçi sınıfının militanlığını sahipleniyoruz. Dünyayı var eden ellerin yönetebilme gücünü ve savaşını büyütüyoruz. Bizleri eğitim sistemi ile 'hizaya' getirmeye, sıra arkadaşımızla rekabete sokmaya çalışanlarla, 15 yaşımız olan Berkin'i sokak ortasında katledenlerin aynı zihniyet olduğunu biliyoruz. Ortadoğu'yu ortaçağın karanlığına döndürmeyi hedefleyen çetelere her türlü yardımı ya- panların, eğitim sisteminde dinci gerici uygulamaları yaygınlaştırdığını, haremlik selamlık uygulamalarını arttırdığını görüyoruz. “Barikatlar caddeyi kapatır ama yolu açar”** Bu topraklarda devrimci mirasın temsilcisi olan Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin yolundan “güneşli güzel günlere” olan inancımızla yürüyoruz. Geçmişin devrimci mirasını yolumuza ışık yaparak, öğrenerek ve öğreterek biz de varız diyoruz. 60'lı yıllardan günümüze, hatta daha öncelerinde de gençlik hep en önde ve dinamik. Gençlik 60'larda ayağa kalkan işçi sınıfının yanındaydı. Che'nin öldürülmesine karşılık üniversitelerini işgal etmişti. Türkiye'de Menderes'in yakasına yapışmış, 15-16 Haziran eylemliliklerinde işçilerin yanında yer almış, TRT'de kaldırılan gençlik programı için bile iki bin kişiyle TRT binasının önüne yığılmış, 6. Filoyu denize dökmüş, Filistin'e gidip savaşmıştır. İşgaller, boykotlarla geleceğe ses vermiştir. Bizler geçmişe bakarken hatıralara, anılara bakar gibi değil yüzlerce yıllık mücadelenin hafızasıyla bakıyoruz. İyi olan yanı yolumuza katarak, kötü olanı deneyimleyerek devrime yürüyoruz. İnsanlık tarihi boyunca tonlarca barikat kurulmuştur. Barikatlar an olarak o caddeyi kapatsa da koskocaman bir yolu açtığını, o yolun ise Devrim olduğunu biliyoruz. “... Zulmü ve alçaklığı yöneten murdar üçken biliyor musunuz bir orman gelişiyor şimdi türküleri duyuyor musunuz nice derin yakılmış çoban ateşleriyle dağlarda karanlığı tutuşturup bir köşesinden geceyi gündüze çevirenlerin biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya anamız çay demliyor ya güzel günlere sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız bu, böyle gidecek demek değil bu işler biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” (Cemal Süreya, 555K şiiri) “Dilimizde özgürlük türküleri” Lİselİlerİn Sesİ - 13 Devrimci Liseliler Birliği olarak “ gücümüz birliğimizden gelir, yolumuz devrime gider!” dedik. ODTÜ'de 'başkaldıran' üniversitelilerin yanındaydık, Haziran'da barikat başlarında yerimizi aldık, Berkin katledildiğinde milyonlar olduk sokaklara döküldük, Soma'da boykotlar örgütledik. Bu topraklarda en gençlerimizi ve yiğitlerimizi ölümsüzlüğe uğurladık. Berkin'i, Ali İsmail'i, Ethem'i, Ahmet'i, Mehmet'i, Abdullah'ı, Hasan Ferit'i... “Elbet bir bildiği var bu çocukların” dedirttik herkese. Bu topraklar devrim toprakları, zulmün karşısında direnişin destanlaştığı zamanlardan bugüne yüzümüz devrimin denizine dönük. İnsanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyor. O gerçeklik şunu işaret ediyor. “Tek yol devrim”... “Dillimizde özgürlük türküleri”, barikatlarla açılan yolda, “Denizlere çıkan sokaklar”da Devrimci Gençlik Birliği'nin kurulmasında biz de varız diyoruz! Tek yol devrim! *Cemal Süreya, 555K şiiri ** '68 Fransasında bir duvar yazılaması Devrimci Liseliler Birliği Devrim okulları Okul, bu sistem içerisinde zorunlu olarak gittiğimiz, sınav endeksli eğitimin verildiği, sorgulamayan/sorgulatmayan, farklılıkları kabul etmeyen bir yer. Farklı farklı kültürden, yapılardan, yaşamlardan insanların biraraya getirildiği ve tek bir kalıba sokulduğu, fazlalıklarının törpülendiği, “dünya öküzün boynuzunda” diyerek ikna edilmeye çalışıldığımız alanlar. Ama kapitalist sistemde tabi ki. Dünya öküzün boynuzunda demiyorsak eğer, sürekli değişim içerisinde olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu zorunluluğun ürünü olarak biz devrimci liseliler olarak sorduk kendimize “bizim okullarımız nasıl olacak?” diye. Bir çok cevap ürettik nasıl olmaması gerektiğine dair. Nasıl olması gerektiğini ise yıllardır örgütlediğimiz Devrim Okulları ile gösteriyoruz. Kimi zaman Marksizm üzerine çalışıyoruz, kimi zaman gençlik hareketi tarihini tartışıyoruz, kimi zaman Liselilerin Sesi'ni nasıl daha etkin kullanabilirizi, kimi yerde kurumlar oluyor okul binamız, kimi yerde işgal fabrikaları, barikat başları. Kalemimiz kimi zaman bir arkadaşımızı devrime kazanmak oluyor, kimi zaman Berkin'in elindeki sapan. Devrimci Liseliler Birliği olarak devrim okullarına katılmış yoldaşlarımızın gözlemlerini aktarıyoruz. Devrim okulları gözlemleri - Bu sene ilk defa devrim okuluna katıldım. Ara tatil döneminde gerçekleştirmiştik. Ardından yaz dönemi içerisinde kamp öncesi yaptık. İlkinde arkadaşlarımıza anlatmakta, biraraya getirmekte zorlanmıştık. Aslında ilkine katıldıktan sonra devrim okulunun nasıl bir şey olduğunu anladım. Greif işgaline gittiğimizde bir yoldaş “burası da devrim okulu” demişti, hak vermiştim. Aslında bizim her toplantımız, faaliyetimiz, yaşamımız birer devrim okulu. Bir LS Okuru 14 - Lİselİlerİn Sesİ - Biz liseliler okullarımızda niteliksiz, taraflı ve bilimsellikten uzak bir eğitim görüyoruz. Ayrıca ezberci bir eğitim sisteminden kaynaklı olarak sorgulamaktan aciz bırakılmaya çalışıyoruz. Fakat biz Devrimci Liseliler Birliği olarak düzenlediğimiz devrim okulları ile bu bozuk eğitim sistemine alternatif sunuyoruz yıllardır. Bu sene de başarılı bir devrim okulu örgütledik. Devrim okullarında devletin bize dayattığı bu eğitimin tersine hep birlikte tartıştığımız, herkesin birbirine bir şey öğrettiği kolektif bir eğitim süreci yarattık. Böylece okullarımızdaki gibi hiçbir şey anlamadan ezberletildiğimiz derslerden oluşan eğitim sistemi yerine hep beraber tartışarak herkesin konuyu kavrayabildiği bir eğitim süreci örmüş olduk. Ayrıca tartışmalarımız, liselerimizde patron sınıfının çıkarları için verilen ve bilimsel olmayan eğitimin tersine, Marksizm-Leninizm üzerine olduğu için tamamen bilimsel ve işçi sınıfının tarafıydı. Son olarak daha yaşanabilir bir dünya için yola çıkan biz devrimcilerin temel aracı olan Marksist-Leninist ideolojiyi anlamamızı ve daha iyi kavrayabilmemizi sağladı devrim okulları. Bütün bu kazanımlarından dolayı yıllardır kapitalizmin eğitim sistemine alternatif İtaatkar nesil yaratmak ve kitlelerin mücadele azmini kırmak için baskının, zorbalığın devlet için meşru ilan edildiği, özgür düşünceye diken ekildiği acı bir gündür 12 Eylül. Onlar bu düzenin sahipleriydi, bizden korkuyorlardı, kitlelerin bilincini ve örgütlülüğünü gördükçe susturmak için her türlü zulme başvurabilecek kadar insafsızlardı. 1972 darbesinden sonra bile büyük bir örgütlülük bilinci vardı. Bu bilinci kırabilmek için daha baskıcı bir sıkıyönetim ilan etmek gerekiyordu, onlar insanlığı değil sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlardı. 12 Eylül; sermaye devletinin, düzenin çok yönlü ihtiyaçları çerçevesinde gerçekleştirdiği askeri faşist bir darbedir. Darbe döneminde işkenceler, idamlar, katliamlar günlük sıradan işler idi katiller için. Resmi rakamlara göre darbenin ardından 177 kişi işkenceden öldü, 937 film kaldırıldı, cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü, gazeteler 300 gün yayın yapamadı ve daha nice baskılar, katliamlar gerçekleşti. Darbeden sonra İmam Hatip olarak sunduğumuz devrim okullarını gerçekleştiriyoruz ve gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Ankara’dan bir DLB’li - Katıldığım ilk günden beri hiç kaybetmediğim heyecanımla, yoldaşlarımın samimiyetiyle ve ideolojik çarpışmayla kendimi bulduğum yerdir, devrim okulları. Çiğli’den bir DLB’li - Tüm arkadaşlarımızın büyük özveri ve samimiyetle beklediği, hazırladığı, kendilerine bir şeyler katmak için can attığı, sunum deneyimlerinin heyecan içinde kazanıldığı devrim okulları biz gençlerin kavga inancıyla devam ediyor. Çiğli’den bir DLB’li - Büyük bir mücadele ruhuyla sokakları doldurduğumuz gibi devrim okullarına da büyük bir coşkuyla katılmaktayız. Devrim okullarında yaptığımız tartışmalar sayesinde edindiğimiz bilgilerle yeni mücadele dönemine hazırız. Tüm liseli yoldaşlarıma yeni dönemde kavga alanlarında başarılar diliyorum. Buca’dan bir DLB’li Liseleri yaygınlaştırıldı. Dinci gerici eğitim verilmesiyle gençlerin bilinçlenmesinin önüne engel konulmak istendi. Toplum üzerinde neoliberal politikalar uygulandı. Eğitim ve sağlık kurumları özelleştirildi. Kurulduğu günden bugüne, her türlü sömürünün kaynağı olan zorbalık düzeninin üniversiteler üzerindeki baskı aracı olan Yüksek Öğretim Kurumu'da (YÖK) 12 Eylül faşist darbesinin bir ürünüdür. Üzerimizde uygulanan tüm bu gerici baskılara karşı gençliğin dinamizmini barındırıyoruz içimizde. Hakkımızı alanlarda, meydanlarda, barikat başlarında arıyoruz. Denizlerin, Mahirlerin, İboların yolundan gidenlere en barbar yöntemlerle işkence çektirmişti faşistler. Ama şunu biliyoruz ki onların korkusuz bakışlarıydı, faşistlerin ölümüne korktukları. Belki biz güneşi göremeyeceğiz ama doğacak güneşi şimdiden görebiliyoruz. Öldürdüğünüzü sandıklarınız kavgamızda yaşıyorlar ve biz kavgamızın ateşinde özgürlüğe yürüyoruz. Küçükçekmece'den bir DLB'li 15 Din üzerine... Lİselİlerİn Sesİ - İnsanlık tarihi bizlere gösteriyor ki; din egemenlerin ezilenleri uysallaştırmak için kullandığı bir araç olagelmiştir ve toplum üzerindeki etkisi silinmedikçe böyle olmaya da devam edecektir. İlk dinlerin ortaya çıkış süreçlerini incelediğimizde, meselenin doğa olaylarını açıklamakta yetersiz kalan insanların çaresizliği sonucunda kendine bir koruyucu yaratması olduğunu görebiliriz. Bilimin gelişmemiş olması, insanların, örneğin bir şimşeğin gürültüsünden korkmasını sağlayabiliyordu. Böylece insan, kafasındaki o ulu ve her şeye yetebilen tanrı imajını çevresine duyduğu korku sonucunda oluşturdu. Somutta değişen bir şey yoktu ancak insanlar kendilerine bir koruyucu yaratmış olmalarından dolayı rahat ve güvende hissediyorlardı. Sınıfların ortaya çıkması ve akabinde ilk devletlerin yaratılması esnasında dine ve dolayısıyla tanrıya bambaşka bir misyon yüklendi. O zamanın kölecileri, kölelerini baskı altında tutabilmek amacıyla ilk devletleri oluşturmuştu. Böylece sayıca oldukça fazla olan kölelerin, onlara kıyasla çok daha az olan köle sahiplerine yönelik bir isyanı ve başkaldırısı; kolluk güçleri, mahkemeleri ve zindanları olan bir aygıt tarafından engellenmiş oluyordu. Fakat köle sahipleri bir devlete sahip olmalarına rağmen kölelerin devlete başkaldırısından korkuyorlardı. Bunu engellemek için köleleri pasifize etmeli ve onları düzenin sınırlarına hapsetmeliydi. Devlet ile din arasındaki bağlantıya işte bu açıdan bakabilmek gerekir. İkisi birbirine bağlı ve birbirinin devamlılığını sağlayan etmenlerdir. Tanrının hissedilmesinin mümkün olmadığı ve tek tanrının bulunduğu büyük dinler bu şekilde ortaya çıktı. Egemenler için bu işin asıl faydalı kısmı dinin kuralları olacaktı. Her dinin kuralları; ezilenleri birbirine düşüren ve birbirleriyle savaşmayı teşvik eden, egemenlere başkaldırıyı mahkûm eden ve yoksulluğu bir erdem olarak gören maddelerden oluşuyordu. Egemenler, insanların farklı dinlerden insanlara yönelik düşmanlığını kullanarak toprak ve para hırsıyla yüz yıllar boyunca sürecek din savaşları başlattı. Dünya halkları arasında büyük bir kamplaşma yaratıldı. Buna göre insanlar, sırf inandıkları din ya da tanrı farklı diye birbirlerini öldürmeye, birbirlerine düşmanlık beslemeye başladılar. Ortaçağda kilise, insanlara cennetten arazi satmaya başladı. İnsanlar bilimsel ve hür düşünceden o kadar uzaktı ki, bunun mantıksızlığını sorgulamıyorlardı bile. Milyonlarca insan ahrette sonsuza dek kusursuz bir yaşam sürebilme umuduyla yapılan her türlü adaletsizliğe göz yumdu. Kilise, kendi hegemonyasını kırabilecek düşünür ve mucitleri astırarak, ibret olsun diye cesetlerini köylerde dolaştırdı. İnsanların düşüncelerinin kiliseden kopması imkânsızlaştırıldı. Burjuva devrimlerinin ardından din ile devlet arasındaki resmi bağlar kağıt üzerinde koparılsa da, gerçek yaşamda din egemenlerin elinde etkili bir silah olmaya devam etti. Derebeyleri ve lordlar, her türlü bilimsel gelişime ve keşfe şiddetle karşı çıkarken, burjuvazi bu yenilikleri kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirdi. Tekeller ve diğer büyük şirketler, yeni icatlar vasıtasıyla kendilerine yeni pazarlar açma umudundaydılar. Öte yandan din, dünyanın neredeyse bütün kapitalist devletlerinde hayati görevini işlemeye devam etti-ediyor. Etkisi ne kadar azaltılmış olursa olsun, insanların büyük bir çoğunluğu bugün hala kendini bir dine bağlı hissetmektedir. Bu durum elbette ki işçilerin ve emekçilerin hak ve adalet mücadeleleri önünde büyük bir engeldir. Örneğin burjuvazi, dini bir araç olarak kullanarak her zaman işçilerin örgütlülüğünü kendi denetimi altına çekmeye çalışmıştır. Burjuva devleti kendine bir risk olarak gördüğü her fikre karşı azgınca saldırmaktadır. Televizyonlarda boy gösteren, hepsi birer devlet memuru gibi çalışan ve yaşamını materyalizmi ve evrimi lanetlemeye adamış hırslı insanlar buna bir örnektir. Bunlar da güya bilimi kullanarak materyalizm ve evrim gerçeğinin yalan olduğunu kanıtlıyorlar. Burjuvazinin çaresizliği işte buradan okunmaktadır; özgürlük, eşitlik gibi fikirleri yaydığını iddia etse de, kendi çıkarları tehlikede olduğunda, özgür düşünceye eski feodallerden daha da büyük bir kinle saldırmaktadırlar. C. Akkaya 16 - Lİselİlerİn Sesİ II. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Kızıl Ordu’nun şanlı zaferi İnsanlık tarihinin en büyük savaşı olan 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı, Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı 1 Eylül günü itibariyle 75. yılında. Bu vahşi kıyımın izleri bugün de hala sürmektedir. Öte yandan bu savaş üzerinden, işgalci Nazi ordularını her türlü fedakârlığı yaparak bozguna uğratan, dünyayı ve sosyalizmin kalesi Sovyetler Birliği’ni yükselen faşizm tehlikesine karşı canları pahasına koruyan yiğit Sovyet halkını anmayı da şüphesiz gerektirmektedir. 1920’de Almanya’da devrimin yenilgiye uğraması tarih için bir dönüm noktasıdır. Henüz genç olan Sovyetler Birliği’ne, Almanya gibi güçlü bir müttefiğin sağlanması tarihin akışını mutlak değiştirirdi. Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nı mağlup bitirmesiyle İngiltere ve Fransa tarafından dayatılan gurur kırıcı kararlar, enflasyonun rekor seviyelere ulaşması, yaşam standartlarının her gün düşmesi; gelişen Alman proletaryasına ve komünistlere alternatif olarak nasyonal-sosyalist/faşist partileri sundu. Alman emekçileri düzen partilerinin mevcut sorunları çözmekteki yetersizliğini görüyor, her kriz ortamında olduğu gibi radikal seçeneklere yöneliyordu. Nazi Partisi popülist söylemleri, 1929 Dünya Ekonomik krizinin yarattığı sefalet ortamına karşı kullandığı anti-kapitalist söylemleriyle ve insanları mevcut duruma karşı gururlandıran aşırı-milliyetçi politikalarıyla 1930 Reichstag seçimlerinde büyük bir atılım yapıyor ve sosyal demokratların ardından ülkenin ikinci büyük partisi haline geliyordu. Bu süreçte Nazilerin paramiliter güçleri ülkede solcu ve demokrat kesimler üzerinde terör estiriyordu. Naziler sonunda, statükocu burjuva partilerinden bıkmış olan halkın desteğiyle iktidara geliyordu. Almanya ve İtalya, Batı Avrupalı devletlerin aksine milli birliklerini sağlamakta oldukça geç kalmış, emperyalist sömürgecilik yarışının da doğal olarak dışında kalmışlardı. 19. Yüzyılın sonlarına doğru bu gelişimi tamamladıklarında, doğrusu dünyada sömürgeleştirilmemiş pek toprak kalmamıştı! İtalya Libya ve Somali’yi, Almanya’da Namibya ve Papua Yeni Gine gibi devletleri sömürgeleştirmişti. Elbette iki devletin gelişmeye ve büyümeye muhtaç, mevcut sınırlar içinde daha fazla gelişemeyen tekelleri için bu pazarlar yetmemekteydi. Almanya ve İtalya, İngiltere ve Fransa’dan sömürgelerin “adil” paylaştırılmasını istiyordu. Kendilerine anti-kapitalist imajı veren bu iki devlet, böylece burjuvaziye hizmette sınır tanımamış oluyordu. Naziler, ilk ortaya çıktıklarından bu yana oldukça sert bir anti-komünist üslup kullanmışlar, her seferinde “bolşevizmin Avrupa’nın temel belası” olduğunu belirtme gereği duymuşlardır. Fransa ve İngiltere ise, kendi sömürgelerini hedef almasına rağmen faşistlere asla ciddi bir tepki vermemiştir. Nitekim bu emperyalistler, iktidarın faşistlerde olmasını komünistlerde olmasına yeğliyorlardı. Faşizm, Avrupa’da kendileri için büyüyen komünizm tehlikesini durdurabilecek tek engeldi. Bu nedenle Alman ve İtalyan filoları, bütün uluslararası savaş kanunlarını çiğneyerek İspanya’yı bombardımana tuttukları zaman ses etmediler. Avrupa’da büyüyen faşizm tehlikesine karşı ortak bir cephe kurulmasını teklif eden Sovyetler Birliğine defalarca olumsuz cevap vermeleri, Sovyet dışişleri bakanı Molotov’u, Nazilerle bir saldırmazlık anlaşması imzalamak zorunda bıraktı. Böylece Bolşevikler, Brest-Litovsk’un ardından ikinci kez emperyalist Alman devletiyle anlaşmak zorunda kalıyordu. Almanya 1 Eylül 1939 günü Polonya’ya saldırdı. Naziler, iktidarda oldukları son yedi yılda bir savaş makinesi yaratmışlardı. Dönemin teknolojik olarak en güçlü ordusu, şüphesiz bu alana sınırsız harcamalar yapan Nazilerindi. Polonya, Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika, Fransa ve Yunanistan sırayla işgal edildi. Alman tekelleri ve onların temsilcisi Naziler, dünya pazarına ve sömürgelerine egemen olmak istediklerini gösteriyorlardı. Yıllardır hazırlanan bu dev savaş makinesi, başka şekilde açıklanamazdı. Kıta Avrupasının tamamının iki yıl gibi bir sürede işgal edilmesi, Nazileri cesaretlendiriyordu. Alman bombardıman uçakları Londra’yı bir ay boyunca her gün bombaladı. Ancak burada İngiliz filosunun beklenmeyen Lİselİlerİn Sesİ - direnciyle karşılaştılar ve geri çekildiler. Batı sınırlarını güvenceye alan Naziler, 1941 yılının Haziran ayında temel hedeflerine yöneldiler; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği. Proletarya enternasyonalizmi temelleri üzerine kurulmuş olan ve dünyanın bütün kapitalist devletlerini varlığıyla tehdit eden Sovyetler, Alman sermayesini korkutuyor ve bir yandan da öfkelendiriyordu. Naziler ilk olarak sosyalist anavatanı yıkıp, daha sonra Orta Asya’nın ve Kafkas’ların zengin petrol yataklarına ulaşmak istiyordu. Bu cephe Naziler için savaşın en zayıf halkasıydı, Kızıl Ordu’nun bir mühendislik harikası olan Wehrmacht karşısında birkaç aydan fazla dayanamayacağını düşünüyorlardı. Nazilerin savaş makinesi Stalingrad’a kadar kusursuzca işiyordu. Naziler geçtikleri kentlerin komünistlerini ve yurtseverlerini astırıyor veya itirafçılığa zorluyor, geçtikleri her köyü harabe olarak bırakıyorlardı. Sekiz ay süren Stalingrad muharebesi, bir anlamda da Sovyetler Birliği’nde yaratılmak istenen “yeni sosyalist insanın” denemesidir. İrade ve inanç, Stalingrad’da teknolojiye üstün geliyordu. Yeni sosyalist insan, canı pahasına sovyetleri faşist tehlikeden koruyor, işgalcilerle kahramanca ve tereddütsüzce çarpışıyordu. Stalin ve Mareşal Jukov’un taktikleri işe yarıyor Naziler Stalingrad Muharebesi’nin ardından Doğu Cephesi’nde geri çekilmeye başlıyordu. Kızıl Ordu’nun zaferi, işgal altındaki yerellerin direniş örgütlerinde coşkuyla karşılanıyor, Sovyet halkı bir bütün olarak faşizme karşı savaşa katılıyordu. Stalingrad’da Almanların en büyük ordusu olan 6. Ordu yok ediliyor, meşhur komutan Paulus Sovyetlere teslim oluyordu. İbre, artık Sovyetlere dönmüştü. Batı cephesinde de yerel direniş örgütlerinin mücadelesi, Normandiya çıkarmasını yapan Müttefik Ordularınınkiyle birleşmiş, güçlü bir cephe kurulmuştu. Avrupa’nın her yerinde; Arnavutluk’ta, Yunanistan’da, 17 Yugoslavya’da, Macaristan’da, Bulgaristan’da ve İtalya’da, komünist partiler öncülüğünde direniş örgütleri kurulmuştu ve her geçen gün faşistlere yeni bir darbe vuruluyordu. İtalya’da Mussolini’yi asan, Bulgaristan’da sayısız romana konu olan ve Arnavutluk’ta bağımsız sosyalist bir devlet kuranlar, işte bu şanlı direniş örgütleriydi. Zafer üstüne zafer kazanan Kızıl Ordu, Nazileri Balkanlardan temizliyor, bir ayda Belarus, Litvanya ve Polonya kurtarılıyordu. Nazilere büyük kayıplar verdirilerek alınan Belarus’un ardından Kızıl Ordu bir yıl içinde Berlin’e giriyordu. Savaş bitmiş, Almanlar kayıtsız şartsız teslim olmuşlardı. Sovyet halkı 28 milyon şehit vererek, dünya halklarına özgürlüklerini armağan ediyorlardı. Bu zafer sosyalizmin zaferidir, dünya üzerindeki bütün ezilen halkların ve proletaryanın azgın sermaye üzerindeki zaferidir. Bu zafer, davaya adanmışlığın zaferidir. 28 milyon Sovyet yurttaşının, ardındakilere özgür bir gelecek bırakmak adına öldüğü ama yenilmediği bir zaferdir. Stalin’in “Sovyet ordusunda geri çekilmek, ileri gitmekten daha çok yürek ister” sözü, sovyetlerin savaş disiplinini özetler niteliktedir. Onbaşı olan oğlu karşılığında bir binbaşıyı isteyen Nazilere cevabı nettir; “Bir onbaşı ancak onbaşıyla takas edilir!”. Sovyet halkı savaşta duygulara ve incinmelere yer vermemiş, zafere giden yolu bu şekilde çizmiştir. Gerçekten de Sovyet halkı, o dönem düşmanla işbirliği yapmakla değil, onuru ve şerefi pahasına ölümü göze alabilmekle nam salmıştır; bu genç kızlarından, nefes almakta zorlanan ihtiyarlarına kadar böyledir. İşte örnek insan, örnek toplum modeli bu olmalıdır; davanın yanında kendi canlarının tarihteki küçük noktalardan biri olduklarını görebilmelidir insanlar! Bugün yaşadığımız dünya varlıklarını bir noktadan ibaret gören yiğit ve cesur insanların cesetleri üzerine kurulmuştur. Ve temeli o insanlardan oluşan bu dünya, çok daha güzel bir durumda olmayı hak etmektedir. 18 - Lİselİlerİn Sesİ “Siz sözünüzü can pahasına tuttunuz, bizim de sözümüz var!” “Ve cellat uyandı yatağında bir gece �Tanrım’ dedi, �bu ne zor bir bilmece; Öldükçe çoğalıyor adamlar Ben tükenmekteyim öldürdükçe…” Zulme karşı isyanın hak olduğunu savunmak bu topraklarda hep devrimcilere düştü. Bu yüzden teslim alınmak istenen hep devrimciler, komünistler oldular. Suphiler’nden bugünlere geleceği, aydınlığı temsil edenler sınıfsız, sömürüsüz bir dünya uğruna mücadele edenler oldu. Kan emici asalak sınıfının cellatları öldürmekle bizleri boğabileceklerini sandılar, başaramadılar. Çünkü bu irade, gücünü tarih boyunca haksızlığa, köleliğe karşı gerçekleştirilen isyan, direniş ve başkaldırı geleneğinden alıyordu. 26 Eylül 1999 tarihinde 10 devrimci tutsağın yaşamını yitirdiği Ulucanlar Cezaevi Katliamı da bu topraklarda sermaye devletinin kirli ve kanlı icraatlarından biridir. Ulucanlar, bir katliam olduğu kadar aynı zamanda devrimci direniş geleneğinin en güzel örneklerinden de birisidir. Ulucanlar katliamında yaşananların ikili bir yönü vardır. Bir yanı “hükumetin istikrar programlarının uygulanabilmesi için cezaevleri sorununun çözülmesi şarttır” diyerek sermaye devletinin devrimcileri hedef aldığı vahşi bir katliam, diğer yanı, toplumun bilinçli, son derece kararlı ve öncü kesimini oluşturan devrimcilerin ortaya koyduğu çelikten devrimci irade ve sarsılmaz kararlı direniş. Sermaye devleti zindanlardaki devrimcileri hedef alan bir çok katliam gerçekleştirmiştir. 95’teki Buca, �96’daki Diyarbakır katliamlarından Ulucanlar’a ve 19 Lİselİlerİn Sesİ Aralık’a uzanan katliamlar dizisi bu gerçeğin öne çıkan örneklerdir. Sermaye düzenini korumak adına devletin uyguladığı temel politikaların başında, işçi-emekçi kitlelerin öncü devrimci güçlerle buluşmalarını engellemek gelmektedir. Devrimci güçlerin cezaevlerine kapatılmaları, işkence tezgâhlarından geçirilmeleri ve tecrit edilmeye çalışılmaları, devrimci güçlerin, devrimci kimliklerini tasfiye etme girişimlerini somutlamaktadır. Ulucanlar Katliamı'na da bu temel çerçeve ile bakmalı ve değerlendirmeliyiz. Ulucanlar direnişi, cezaevlerinde sermaye devletinin uyguladığı insanlık dışı uygulamalara karşı verilmiştir. Cezaevinde her koğuş ortalama 40 kişiliktir fakat devrimci tutsaklar koğuşta yaklaşık 120 kişi kalmak zorunda bırakılmıştır. Bunun üzerine tutsaklar 1 ay gibi bir zaman zarfı boyunca haklı taleplerini idareye bildirmiş ancak bir yanıt alamamışlardır. Bunun üzerine, 2 Eylül'de devrimci tutsaklar kaldıkları koğuşun bitişiğindeki adli mahkumların koğuşunu işgal ettiler. İşgal eylemi ile birlikte ezaevi idaresi, içeriye gıda, ilaç vb. temel ihtiyaçların gönderilmesine engel olarak cezaevi koşullarını iyice ağırlaştırmıştır. Bu ağır koşullar altında süren görkemli Ulucanlar direnişine yönelik 26 Eylül '99 tarihinde silahlar, bıçaklar, balyozlar, gaz bombaları, köpük ve iş makineleri kullanılarak vahşi bir katliam gerçekleştirilmiştir. Burjuva medyanın 26 Eylül öncesi katliamı meşrulaştırmak amacıyla onlarca çarpıtıcı haber yayınlaması, dönemin Başbakanı Ecevit'in, bir gazetecinin yaşananlara dair sorusuna karşılık “gereği 19 yapılıyor” demesi katliamın önceden planlanmış olduğunu doğrular niteliktedir. 26 Eylül '99'da Ulucanlar'da yaşanan direnişin 15. yıl dönümüne yaklaşmaktayız. Sermaye devletinin güncel olarak zindanlarda F tipi ve tecrit politikaları, dışarıda ise işçi-emekçi ve öğrencileri hedef alan kapsamlı baskı ve saldırı politikaları sürmeye devam ediyor. Ulucanlar iradesi bize gerek içeride, gerekse dışarıda kalıpları parçalamanın, saldırıları geri püskürtmenin yolunu göstermektedir. Devrimci güçler günümüze kadar zindanlarda bedeller ödemiş, ölümüne gerçekleştirilen direnişlerin öncüleri olmuşlardır. Ulucanlar katliamında ölümsüzleşen devrimciler arasında TKİP Merkez Komitesi olan Habip Gül ve Ümit Altıntaş yoldaşlarımızın da bulunduğu on yiğit devrimci, Ulucanlar şehitleri olarak devrim tarihimizin onurlu saflarında yerlerini almışlardır. İdam sehpasını korkusuzca tekmeleyen Denizler ve Erdal Eren gibi, düzenin işkence hanelerinde ser verip sır vermeyen İbrahim Kaypakkaya gibi, Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen Mahir Çayan gibi Ulucanlar'da da devrimci mücadele geleneği sürdürülmüştür. Unutmayalım, On’ları anmak, düzene karşı aynı irade ve kararlılıkla savaşmanın onurunu taşımak demektir. Evet, yoldaşlar bizim de On'lara bir sözümüz var. Bu insanlık dışı düzenin temeli olan sermaye devletini yıkıp, özgür bir dünyanın temeli olan sosyalizmi kurmak! Ulucanlar şehitleri ölümsüzdür! Yaşasın Ulucanlar direnişimiz! Küçükçekmece’den bir genç komünist yüzden geçme notunu soracağını biliyorlar. O orlar. O arttırıy vamsızlığı yüzden de biliyorlar. O yüzden geçme notunu eltiyorlar. O yükssoracağını rlar. O çok çalıştırıyo ücretledevamsızlığı Okyüzden arttırıyorlar. O en işçilere düşü yüzdyükseltiyorlar. ekçileri ri, işçi ve rencileücretle yüzden işçilere çokem çalıştırıyorlar. O ları, öğdüşük en kadın zd yü nist n, komü yor. Bizde yüzden kadınları, öğrencileri, işçi ve emekçilerialım r. n korku Burjuvazi, bizden korkuyor. Bizden, komünist ak rüyorla vazi, bizde sömü Burju lış tini yıkac vle de e ay rmeyelim, susalım ve ça rm ste se gö e i rd sömürüyorlar. pk ile te ü biz nk öğrencilerden. Çünkü ilerde sermaye devletini yıkacak i Çü ps . He en rd ile nc öğre at yoksa, biz rle omuz işçile oldukça bize rahsusalım vleti göstermeyelim, rlar. Bizim Hepsi ve çalışalım e detepki olanın olacağını biliyorlar. Bizim işçilerle omuz rmaybiz ğını biliyo olaca diye. Se biz biz olanın k! at yorahat r. rah rla e iyo tin bil vle ızı de ım e ağ ay diye. Sermaye devleti oldukça bize yoksa, biz rac rm so p da se el ele hesap soracağımızı biliyorlar. hesa uza, el ele omomuza, den bir DLB’li rinin oldukça ir’ ele İzm nic ha da ve n n’ı ha em’in, Oğuz Berkin’in, Oğuzhan’ın ve daha nicelerinin oldukça da sermaye devletine rahat yok! n’in, EthEthem’in, Berki mcilerin rin devri rin, işçile ile İzmir’den bir DLB’li nc re hesabını komünist işçilerin devrimcilerin nist öğ öğrencilerin, bını komü hesa rkuyorlar! Bizden den kokorkuyorlar! Biz 20 - Oğuzhan’ın hesabını sormak geleceğimize sahip çıkmaktır! Lİselİlerİn Sesİ Okul arkadaşımız, kardeşimiz, ekmeğimizi paylaştığımız biri daha patronların gözü dönmüş kar hırsı yüzünden 7 Ağustos Perşembe günü yaşamını yitirdi. Gebze’de kurulu bulunan Filli Boya fabrikasında staj yapan arkadaşımız Oğuzhan Çalışkan artık yaşamıyor. Oğuzhan, STFA Endüstri Meslek Lisesi öğrencisiydi. Eğer yaşasaydı önümüzdeki yıl mezun olacaktı. Fakat azgın sömürü düzeni izin vermedi. Elektrik panosunda çalıştırılan Oğuzhan, 15 Temmuz Salı günü elektrik akımına kapılarak iş kazası geçirdi. Kaldırıldığı hastanede 24 gün boyunca yoğun bakımda ölüme direndi. Onun küçük yüreği, o küçük yüreğine sığdırdığı yaşam sevincine rağmen ölüme yenik düştü. Bu sömürü düzeni var oldukça Oğuzhan’ın ölümü ne ilk ne de son olacak. 12 yaşındaki çocukların üzerine tonlarca demirin düşmesi, 14 yaşındakilerin kafasının pres tezgahlarına sıkışması çok yakın tarihlerde yaşadığımız örnekler. Staj sömürüsüne geçit vermeyeceğiz! Bizleri okuduğumuz okulda müşteri gibi gören, her şeye boyun eğen geleceğin işçileri olarak yetiştiren sistem daha okurken bizleri staj adı altında sömürmeye başlıyor. Meslek liselerini memleket meselesine çeviren patronların derdi çok açıktır; okul sıralarında emeğimizi sömürmek! Meslek liseli öğrencileri, asgari ücretin 3/1’i ücretlere çalıştırılıyor, çoğu yerde bu ücret dahi verilmiyor. 4+4+4 eğitim sistemiyle de çocuk sömürüsünün önünü açarak meslek liselerinde yaşanan sömürü yasallaştırıldı ve olağanlaştırıldı. İşi öğrenmesi gereken, herhangi bir iş yapması yasak olan stajyer öğrenciler patronlar tarafından ucuz köleler olarak görülmekte ve bir işçi gibi çalıştırılmaktadır. Patronlar, işçileri makine parçalarından, gaz maskelerinden, emniyet kemerlerinden, kum torbalarından daha değersiz görmekteler. Sermayenin kudurmuşçasına kar hırsı yüzünden resmi rakamlara göre bir ayda yaklaşık 150 işçi katlediliyor, yüzlercesi iş kazası sonucunda sakat kalıyor. Oğuzhan'ın katili Filli Boya patronundan hesap soracağız! Eğitimi paralı hale getirdiler, yetmedi. Stajyer öğrencileri köle gibi gördüler, yetmedi. Geleceğimizi kararttılar, yetmedi. Ebeveynlerimizi asgari ücretlere, taşeron çalışmaya, kölece çalışma koşullarına mahkum ettiler, yetmedi. Soma’da 301 işçi katlettiler, yetmedi. Ve arkadaşımız Oğuzhan da kan emici patronların sömürü çarklarının arasında eriyen bedenlerden biri oldu. Artık yeter! Bizler diyoruz ki: Oğuzhan’ın yaşadığı iş cinayetinin üstü örtülemeyecek, diğerleri gibi unutulmayacak, unutturmayacağız! Soma’da madenleri mezarlara dönüştürenlere karşı yükselttiğimiz sesimizi daha da gürleştirerek hesap soracağız. Oğuzhan’ın katillerinin peşini bırakmayacağız. Soma’dan Oğuzhan’a patronlardan, sermaye devletinden, sömürü düzeninden hesap sormak için tüm liseli gençliği Berkin Elvan, Erdal Eren, Deniz Gezmiş olup geleceği için savaşmaya çağırıyoruz. Gebze Devrimci Liseliler Birliği Lİselİlerİn Sesİ - Mecidiyeköy'de bulunan Torunlar Center'da 10 işçi katledildi. Berkin'i, Soma'da yüzlerce madenciyi, stajyer öğrenci Oğuzhan'ı ve nice katliamları gerçekleştiren sermaye devleti katletmeye devam ediyor. Sermaye devleti ve sözcüsü AKP hükümeti bu kez de Mecidiyeköy'de bulunan Torunlar Center'da yüzünü açık bir şekilde gösterdi. Taşeron sistemi ve alınmayan iş güvenliği önlemleri yüzünden, asansör içinde bulunan 10 işçi inşaatın 32. katından yere çakılarak öldürüldü. Bir kez daha işçilerde suç bulan AKP hükümeti elindeki kanı, dilindeki zehire döktü. 21 Mücadele etmediğimiz sürece nice Berkin'ler, nice madenciler, nice Oğuzhan'lar, nice inşaat işçileri ve nice halklar katledilecek. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın hemen her yerinde katleden kapitalist sistemin kendisidir. İşçilerin kanı ve canı üzerinden yükselen kapitalizmden hesap soracağız. Devrimci Liseliler Birliği olarak okullarımızda, stajyer olarak çalıştırıldığımız iş yerlerinde dünyayı patronlara dar edeceğiz. Onların temsil ettikleri bu kapitalist düzeni başlarına yıkacak işçi sınıfının yanında yer alacağız! Bu güne kadar kâr hırsı yüzünden katlettikleri yüzlerce işçinin, emekçinin, gencin hesabını sormaya! vermeyeceğ Gebze’den bir DLB’li Oğuzhan’ın katili Filli Boya’nın peşini bırakmayacağız! Hesap soracağız! iz. a boya Arkadaşımız Oğuzhan Çalışkan staj yaptığı 2 haftFilli Oğuzhan’ın ölümünün ardından daha çalıştığı fabrikasında ihmal sonucunda yaşamınıDen yitirdi. izli’deÖğle geçmeden 16 yaşındaki Emin Halastar i. yemeği saatinde elektrik panosunun başına gönderilen can verd tekstil atölyesinde makineye sıkışarak arkadaşımızın yaşadığı iş cinayetinin nasıl gerçekleştiği arkası ardı lerin Kapitalist sömürü düzeninde ölüm hala tam anlamıyla açıklığa kavuşmuş değil. Filli Boya kesilmiyor. ve şirketi sessizlikle olayı örtbas etmeye çalıştı ama izinbiz eşim Biz devrimci liseliler ise Oğuzhan kard rı onla yaşanılanın hesabı sorulana kadar unutturmayacağız. ve patr daha nicelerinin hesabını patronlardan hiç Olay sırasında aye yanında olanden 5 kişi decağ arkası dönük ımızdan sora devletin koruyan serm işçi olduğunu şüp söylüyor. Belli ki patron tarafından in, çliğ hesi olmasın. Çocukların, gen kimsenin korkutulmuşlar. edilmesine izin sınıfının kapitalist düzen tarafından katl Bizler de okuduğumuz okulun atölyelerinde, Hes ap sor sora cağız! ğız! He sap aca çalıştığımız, staj yaptığımız fabrikalarda iş cinayeti tehdidi ile karşı karşıyayız. Bizlere işi öğretmek yerine işi bilen işçi gibi çalıştırmaktalar. Bir kez daha söylüyoruz arkadaşımız Oğuzhan’ın yaşadığı kader değildi, ortada açık bir ihmal var. Tüm okullarda Oğuzhan’ın yaşadığını anlatalım. Yenileri yaşanmasın diye unutmayalım ve unutturmayalım. Arkadaşımız Oğuzhan’ın katili Filli boya patronundan hep birlikte hesap soralım, peşini bırakmayalım. Oğuzhan’ın STFA’dan sınıf arkadaşları Kap ist söm Bizital devrim düzreni ci ürü liselile isende Oğuzh ölüan mlekardeş rin ardimizin ve ı arkası kesilm iyo r. daha nicelerinin hesabını patronlardan ve patronları Bizndev Oğuzhan’ın ölümünün ardından rimye koruya ci lise serma liler nden devleti ise Oğu soraca zhanğımızd kardeşan daha22hafta imihiç zin ve hafta Oğuzhan’ın ölümü nün ardından daha dah geçmeden 16 yaş a nic ele rini kimse n nin hes şüphe abı ınd si olmas nı aki ın. pat Çocuk Em ron ların, in gençli lard Hal ğin, ast an işçi ve patron Denizli’ geçmeden 16 yaşındaki Emin HalastararDenizl ları de çalıştığı kor i’de uya tekstil atölye de makineye sıkı serma sınıfın yedüzen ınnkapita dev list leti nde tarafın n dan sor katled aca ilmesi şar ne ğım izin ak ızda can n ver hiç çalıştığı tekstilsin di. verdi. atölyesinde makineye sıkışarak can kimsen in şüp verme hesi olmasın. Çocukların, gençliğ yeceğ iz. in, işçi Kapitalist sömürü düzeninde ölümlerin ardı arkası Gebze’den bir DLB’li kesilmiyor. 22 Sessiz kalma! Suça ortak olma! Lİselİlerİn Sesİ Sistemin bize sunduğu seçeneklerin geleceksizlik ve ölüm getirdiğini geçtiğimiz günlerde bir kez daha görmüş olduk. Liseli kardeşimiz Oğuzhan Çalışkan gözü dönmüş patronların kar hırsı yüzünden 7 Ağustos Perşembe günü hayata gözlerini yumdu. Emeğimizi henüz sıralardayken sömürmeye başlayan bu düzenin içinde bir kardeşimizin daha bedeni erirken bizim öfkemiz daha da arttı. Oğuzhan Çalışkan ilk değildi, ama yenileri yaşanmasın diye unutmayacağız, unutturmayacağız! Üzerini örtme çabalarınız boşa çıkacaktır. Sizler ve sizlerin yanında bu katliama sessiz kalanlar da bir gün hesap verecek! Meslek liseleri sermaye sınıfı açısından muhteşem bir sömürü alanıdır. Stajyer öğrencilerin iş yapması yasak olduğu halde çalıştırılan, asgari ücretin 3/1'i kadar bir maaş alan öğrencilerin sömürü çarkından geçmeleri zorunlu kılınmıştır. Staj adı altında bizleri ucuz işgücü olarak gören ve kendi karına kar katmak için ellerinden geleni yapan patronlar kadar okul ve öğretmenler, bu sömürüyü görmesine rağmen sessiz kalan aileler de suçludur. Soma'da yüzlerce maden işçisinin ölümünden sorumlu olan sadece patron Alp Gürkan değildir. Onun yanısıra Soma'da olan katliamı "kader" şeklinde tanımlayıp üzerini çeşitli politikalarla, timsah gözyaşlarıyla örtbas etmeye çalışanlar ve bu timsah gözyaşları dökenlerin "duyarlılığına" hayran kalıp yapılan politikaları bir süzgeçten geçirmeden kabullenenler de suçludur. Soma'da katledilen 301 işçide, stajyer olarak çalıştığı Filli Boya'da yaşamını yitiren Oğuzhan'da, 13 yaşında kafası pres makinesine sıkışan Ahmet'de, TSK'nın attığı bombayla minicik bedeni paramparça olan Ceylan'da, güzel yarınları düşleyen Berkin'de ve daha nicelerinde sessiz kalanlar bu insanlık dışı katliamların suç ortaklarıdır. Bu tüyler ürpertici sessizlik suça ortak olmaktan gelen bir sessizliktir. Bu elbet ki basit bir sessizlik değildir. Vicdan ve aklın sesini bastıracak derecede güçlü ama acı içinde feryad edenlerin sesini gizleyemeyecek kadar da güçsüz bir sessizliktir. Bizler, bu düzenin istediği "gören, duyan ama susan" insanlardan olmayacağız. Biliyoruz ki sessiz kalanlar suça ortak olanlardır. "Artık yeter!" diye haykırarak barikatlarda, en ön saflarda yerimizi almaya devam edeceğiz. Bütün bir öfkemizle düzenin karşısına Deniz Gezmiş gibi, Erdal Eren gibi geleceğimiz için devrimci mücadelenin kararlılığı ile sesimiz çığlığa dönüşecektir. Bu çığlık bütün liselerinin sınıflarında çınlayacak. Bu çığlık meslek liselerinin atölyelerinde sömürü çarklarını durduracak. Bu çığlık sokakları zaptedecek. Gebze'den bir DLB'li Merhaba yoldaşlar, Ben PAGEV E.M.L’sinde öğrenim görüyorum. Bu yazıda stajyer sömürüsüne ve cinayetine değineceğim. Bizi staj adı altında uygulanan emek sömürüsüyle her haktan yoksun olarak çalıştırıyorlar. Meslek liselerinde hep işçi ve emekçilerin çocukları okuyor. Ebeveynlerimizi sömürdükleri yetmiyormuş gibi bizi de sömürmek istiyorlar. Bizi de ücretli kölelerinden oluşturdukları ordularına eklemek istiyorlar. Bizi normal işçi gibi çalıştırıyor, asgari ücretin üçte birini veriyorlar. Bazı patronlar bunu dahi vermiyor. Diploma alabilmemiz için staj sömürüsüne boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Sömürüye ve baskıya boyun eğen öğrencilerin puanı yüksek tutuluyor. Düzene ve baskıya boyun eğmeyen öğrencinin ise stajı yanıyor. Bizim geleceğimiz staj dosyasına yazılan değerlendirmelere göre şekilleniyor. Oğuzhan arkadaşımız gibi binlerce stajyer kapitalizmin insan öğüten çarkına kurban oldu ve olmaya devam ediyor. Bize çok önemli görevler düşüyor. Arkadaşlarımızı bilinçlendirmek ve örgütlemek gibi görevler devrimci liselilerin görevidir. Bize bir şey vaat etmeyen bu düzene karşı dik durmalıyız. Eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim için, Berkin’in, İbrahim’in, Soma’nın, Zonguldak’ın, Roboski’nin, Rojava’nın, hesabını sormak için DLB ve DGB saflarında örgütlenmeliyiz. İşçi ölümlerine, çocuk ölümlerine, kadın ölümlerine artık dur demeli ve katillerden hesap sormalıyız. Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm! PAGEV EML’den DLB’li Staj sömürüsüne karşı örgütlenelim!
© Copyright 2024 Paperzz