Başkan’dan Ç. Ali KOPUZ İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Değerli Okuyucular, Orhan Veli, yıllar önce Zonguldak madencileri için yazdığı şiirde “Siyah akar Zonguldak’ın deresi / Yüz karası değil, kömür karası / Böyle kazanılır ekmek parası” demişti. Madencinin yerin altında kömürle şekillenen yüreği, bu kez Soma’da durdu... Ekmek parası uğruna girilen yüzlerce metre derindeki maden galerileri, 301 insanımızın son nefesini verdiği yer oldu. Soma, Türkiye’nin en büyük maden felaketinin yaşandığı ilçeye dönüştü. Acımız büyük... Orada kaybettiğimiz her can, kendi ailemizden kaybettiğimiz bir kişi gibi canımızı yaktı, acımızı büyüttü. Milletimizin, madenci kardeşlerimizin ailelerinin, eşlerinin, çocuklarının, anne-babalarının, dost ve arkadaşlarının başı sağ olsun. Allah hepimize, bu büyük kederi, güzel bir sabırla karşılamayı nasip etsin. Acımızı hafifleten tek şey, Başbakanımızın, bakanlarımızın, tüm ilgili devlet görevlilerinin tüm imkan ve gayretleriyle bu olayın acılarını dindirmek, hafifletmek için seferber olmalarıdır. Sayın Başbakanımız başta olmak üzere, devletin bu kez maden felaketlerinin bir daha yaşanmaması için ciddi tedbirler alma yolunda çok kararlı hareket ediyor olmaları bizi ümitlendiriyor. Biz de özellikle bu facianın bizi milletçe derinden yaralayan boyutlara ulaşmasında ihmali olanların, mutlaka cezalandırılmalarını talep ediyoruz. Alması gereken önlemleri almayanlar, yapması gereken yatırım ve hizmetleri yapmayanlar, kontrollerinde gevşek ve hoşgörülü davrananlar, bir daha böyle davranmaya tevessül edemeyecek şekilde cezalandırılmalı. Eğer onların yararlandıkları yasal boşluklar var ise, bir an evvel bu boşluklar ortadan kaldırılmalı. Madenci bizim emeğimizin, alın terimizin, insana verdiğimiz değerin simgesidir. Bu nedenle de onlara hak ettiği değeri, arkalarından ağıtlar yakarak değil, bir daha ağıt yakılacak ortamların oluşmasına izin vermeyerek göstermeliyiz. Türkiye’nin gündemine oturan Soma Faciası’yla ilgili görüşlerimi paylaştıktan sonra sizlere Borsamızla ilgili bilgi vermek istiyorum. Her geçen gün gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında etkinlik ve faaliyetleri artan Borsamız, bu konuda iki güzel gelişmeye imza attı. Birincisi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından Borsamızın kayıt ve tescil ile yükümlü olduğu ürünlere yenileri eklendi. İSTİB’in kotasyonuna yeri giren ürünler “pamuk, leblebi, bal, kümes hayvanları, tomruk ve kereste” oldu. İkinci olarak, göreve geldiğimizde söz verdiğimiz gibi İstanbul Ticaret Borsası’nı, adına yaraşır bir uluslararası etkinliğe kavuşturmak için her türlü çalışmayı gösteriyoruz. “Küresel borsa” sloganıyla özetlediğimiz bu faaliyetler neticesinde önemli bir adım daha attık ve İSTİB’in Avrupa Ticaret Borsaları Derneği üyesi olması için müracaat ettik. Bu kapsamda Hamburg’da gerçekleşen toplantıda bir sunum yaparak İstanbul Ticaret Borsası’nı tanıttık. Onurla ifade edeyim ki, İSTİB bu toplantılarda büyük bir teveccüh ve takdir topladı. İnanıyorum ki, Ekim ayıda yapılacak Genel Kurul toplantısında da Borsamızın üyeliği oylanarak kabul edilecek. Böylece İSTİB, küresel vizyon ve rolüne uygun çalışmalarında bir kilometre taşını daha geride bırakacak. Bir sonraki sayıda buluşmak üzere... Mayıs - Haziran 2014 1 MA SO Ticaret, Yaşam ve Kültür Dergisi • Mayıs-Haziran 2014 • Sayı: 10 İstanbul Ticaret Borsası Adına İmtiyaz Sahibi Av. Esin Kıran TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu: “Haksız Rekabeti Önleyelim” Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Özlem Kocabıyıkoğlu İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz: “İlkeli ticaret ile ülkemizin savunmasına katkıda bulunuyoruz” Danışma Kurulu Bülent Kasap, Atilla Sümer İlhan Koyunseven, Yusuf Acar, Zeki Aslan Alaattin Altuntaş, Mehmet Erkan Özefe, Zelkif Kopuz, Mustafa Kamar Genel Yayın Yönetmeni Sultan Sansarcı [email protected] Yayın Kurulu Mesut Taşkın Ali Yavuz Yiğit Bozkurt Özserezli Denizhan Dere Tasarım Murat Arslan Haber Merkezi Harun Raşid Ayşegül Topal Aksu Adem Cankatan Fotoğraf Kenan Dumanlı • Haber 40 36 İSTİB Haber İşadamı Doğan Güral: “Koleksiyon, insanın ömrünü uzatıyor” İSTİB Haber 4 Fırıncılık Çalıştayı İSTİB Meclis Üyesi Atilla Sümer: “Avrupa ile yarışacak düzeye geldik” Yönetim Yeri İstanbul Ticaret Borsası Zahire Borsası Sok. No:3 Bahçekapı, Fatih / İstanbul www.istib.org.tr Yapım Monad Burhaniye Mah. Enveriye Sok. No:26/2 Üsküdar/İstanbul Tel: 0216 557 82 87 www.monadfilm.com Yayın Türü Yerel Süreli Baskı Şan Ofset Matbacılık Hamidiye Mh. Anadolu Cd. No: 50 Kağıthane/İstanbul Tel: 0212 289 24 24 Kapak Fotoğrafı: M. Ali Diyarbakırlıoğlu 2 Koleksiyon 16 Söyleşi 32 İçindekiler İSTİB, “Çalışma Toplantısı” için Abant’ta İSTİB Haber 8 Ders: Edebiyat Konu: Galatasaray ve Futbol Müze TÜMESKOM Başkanı Burhan Er: “Neden sesimizi duyuramıyoruz?” Söyleşi 22 Köyleri 56 İstanbulun 28 Kültür Sanat Sarıyer’de bir masal diyarı: Fenerköyü 62 “Son Ustalar” 14 bin sanatseveri ağırladı Şehir ve Yaşam 38 İstanbul’dan “LALE” geçti Mayıs - Haziran 2014 3 Haber Kenan Dumanlı “İlkeli ticaret ile ülkemizin savunmasına katkıda bulunuyoruz” Başkan Kopuz, “İş alemi olarak ülkede istikrarı bozmak isteyenler karşısında dimdik durmamız gerekiyor. Yaptığımız dürüst ve ilkeli ticaret ile ülkemizin savunmasına, istikrarına katkıda bulunuyoruz” dedi. İstanbul Ticaret Borsası 2014 yılı Mart ayı Meslek Komiteleri Müşterek toplantısı İSTİB Meclis salonunda yapıldı. İstanbul Ticaret Borsasının 17 Meslek Komitesinin temsilcileri toplantı kapsamında kendi sektörlerine ilişkin gündem, sorun ve çözüm önerilerini dile getirdiler. 5. Meslek Komiteleri Müşterek Toplantısı, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İlan Koyunseven’in (8. Meslek Komitesi Üyesi) başkanlığında gerçekleşti. 4 Başkan Ç. Ali Kopuz, Meslek Komitelerinin verimli toplantılar yaptığına değinerek, “Komitelerimiz ne kadar etkin çalışırsa iş hayatında yaşadığımız sorunlar o kadar azalacaktır. Çalışma toplantılarının başka bir yönü daha var. Meclis ve Komite üyelerimizin birbirleriyle tanışma ve kaynaşmalarına vesile oluyor. Malumunuz bir söz var: Bir insanı tanımak istiyorsanız ya yola gideceksiniz, ya da birlikte yemek yiyeceksiniz.’ Biz bu toplantı ile her ikisini de gerçekleştirdiğimizi düşünüyorum” dedi. Meslek Komiteleri Müşterek Toplantısı Dürüst ve ilkeli ticaret “İş alemi olarak ülkede istikrarı bozmak isteyenler karşısında dimdik durmamız gerekiyor” diyen Kopuz, “Biz tacirler olarak ticareti en iyi şekilde yaparsak başımıza çorap örmek isteyenlerin çabalarını boşa çıkartırız. Biz yaptığımız dürüst ve ilkeli ticaret ile ülkemizin savunmasına, istikrarına katkıda bulunuyoruz. Sadece kendimiz için değil ülkemiz için çalışıyoruz” şeklinde konuştu. 6. Meslek Komitesi Üyesi Osman Berberoğlu Zeytinyağı stoklarını rahatlatmalı 6. Meslek Komitesi Üyesi Osman Berberoğlu, zeytin ve zeytinyağında üretim ve tüketim dengesinin devamlılığının sağlanabilmesi için atılması gereken adımlardan söz ederek, “İşletmelerimizin üretiminin devamını ve istihdamını sağlamak için yurt içinde ve yurt dışında zeytin ve zeytinyağı satışlarının arzını her dönemde sağlamamız gerekiyor. İşte bu dengeleri, raflarda müşterilere sunumda devamlılığı sağlayabilmek adına, işleme rejimi ile ihracatçımız yurt dışından geçici olarak zeytin hammaddesini ülkemize getirip işlemeli, katma değer sağlamalı, ülkedeki zeytin ve zeytinyağı stoklarını rahatlatmalı ve fiyatların ülkede aşırı artışını önlemelidir” dedi. 4. Meslek Komitesi Üyesi Mustafa Gencer 13. Meslek Komitesi Üyesi Emin Demirci bazı hammaddeler, ülkemizde dünya fiyatlarından daha pahalıya temin edilmektedir. Özellikle makarna, en büyük sıkıntılarından biri, kaliteli hammadde yani sert buğday teminidir. Önemli durum buğdayı üreticisi olan Türkiye, uygulanan yanlış politikalar sonucu, buğday ithal eden ülkeler konumuna gelmiştir” şeklinde konuştu. ulaştıramıyorsak, çok fazla bir kıy- “O algıyı yıkamıyoruz” 13. Meslek Komitesi Üyesi Emin Demirci, Borsa’nın bir değişim içerisinde olduğuna vurgu yaparak, “Bu yeni ekip, gerçekten çok iyi çalışmalar gerçekleştiriyor. Ama bunu biz diğer üye arkadaşlarımıza bir şekilde meti yok. O algıyı yıkamıyoruz diye düşünüyorum. Bunu için de yalnızca buranın çalışmaları yetmiyor. Aynı zamanda biz, üyelerin ve komite yetkililerinin mümkün olduğu kadar çaba göstermemiz ve somut adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum” açıklamasında bulundu. Kasap elemanı eksikliği 16. Meslek Komitesi Başkanı Muzaffer Özdemir kendi sektöründe en elzem konunun, kalifiye şarküteri ve kasap elemanı eksikliği olduğunu belirterek, “Bu eksiklikten dolayı ürün iadesi çok fazla miktarda olmakta ve bu nedenle hem üretici hem de ülke ekonomisi zarar görmektedir. Çözüm olarak şunu yapabiliriz: Nasıl ki şoförlere SRC belgesi Rekabet gücü olumsuz etkileniyor 4. Meslek Komitesi Üyesi Mustafa Gencer, ticaretteki rekabetin, giderek arttığına dikkat çekerek, “Bizim de buna göre uzun vadeli stratejiler geliştirmemiz gerekiyor. Dünyadaki fiyat koşullarında hammadde temin edememe, rekabet gücümüzü olumsuz etkilemekte. Başta şeker ve buğday olmak üzere, sektörde bulunan veriliyorsa, kasaplara ve şarküteri elemanlarına da benzeri bir eğitim ve sertifika programı hazırlanabilir. Hatta bununla ilgili üniversitelerden yardım alınabilir. Kasap ve şarküteri elemanlarının, üretim sürecinin zorluklarını idrak etmeleri halinde, 16. Meslek Komitesi Başkanı Muzaffer Özdemir bu hususta daha dikkatli olacakları inancındayım” dedi. Mayıs - Haziran 2014 5 Haber Bozkurt Özserezli “Hâlâ bir ulusal gıda stratejimiz yok” Ülke olarak hâlâ bir ulusal gıda stratejimizin bulunmadığını belirten Başkan Kopuz, “Hepimiz çalıştığımız işyerlerinde dahi stratejik planlar hazırlıyor ve faaliyetlerimizi, üretimimizi, istihdamımızı ona göre planlıyoruz. Bu eksikliğin bir an önce sektörün tüm temsilcilerinin de görüşleri alınarak giderilmesi gerekiyor” dedi. fir- göre uygun pozisyonu alma konu- malar arasında fikir alışverişi ve sunda bir think-thank çalışması olan paylaşıma zemin hazırlayan Sektörde faaliyet gösteren Gıda Gıda Konferansı kapsamında sektör- Konferansı’nın ikincisi Marriott Ho- de lider isimler bilgi paylaşımında tel Asia’da gerçekleşti. İlki 2013 bulunuyor. yılında düzenlenen organizasyon, sektördeki son gelişmeler, iddialı ve inovatif fikirlerin katılımcılarla paylaşılmasına olanak sağlıyor. Yurtiçi fiyatlar yükseldi İSTİB Başkanı ve TOBB Başkan Yardımcısı Ç. Ali Kopuz, uluslararası Doğru rekabet ile pazarda gücünü arenada yaşanan gerginliklerin, ül- artırabilme, global değişkenliklere kemizdeki seçim sürecinin ve gıda 6 fiyatlarındaki yükselişin Mart ayı enflasyonuna etki ettiğini belirterek, “Ülkemizde mart ayı içerisinde bir don olayı oldu. Birçok bölgemizde ürünler zarar gördü. Bu durum yurtiçi gıda fiyatlarının yükselmesine neden olmuştur. Dünya gıda fiyat verilerine baktığımızda da aynı sonucu görüyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Küresel Gıda Fiyatları Endeksi genel olarak mart ayında 4.8 puan yükseldi” dedi. “Dünyada 840 milyon kişi aç” FAO’nun son verilerine göre, Dünya’da yaklaşık 840 milyon kişinin aç olduğunu hatırlatan Ç. Ali Kopuz, “2050 yılında, Birleşmiş Milletler’in öngörülerine göre 2050 yılında dünya nüfusu 9 Milyar’ın üzerine çıkacaktır. Küresel ısınma denkleminde gıda güvenliği gezegenimizin en büyük sorunu olacaktır. Bu meseleyi ancak sürdürülebilir tarım ve yenilikçi gıda ürünleriyle aşabiliriz” şeklinde konuştu. “Ar-Ge mevzuatı değişmeli” Kopuz, 2023 yılında Tarımsal Ekonomik büyüklükte dünyanın ilk 5 ülkesinden biri olmayı hedeflediğimizi kaydederek, “Acil olarak Tarımsal Ar-Ge alanında bölgesinde ve dünyada söz sahibi bir ülke haline gelmemiz gerekiyor. Ülkemizde ArGe harcamalarının Gayri Safi Milli Hâsılaya Oranı yüzde 1 civarındadır. Bu oran gelişmiş ülkelerde yüzde 2 ve üzerindedir. Gıda sektöründe ise Ar-Ge konusunda daha düşük seviyelerdeyiz. Biliyorsunuz gıda sektörümüz firma yapıları nedeniyle Ar-Ge desteklerinden faydalanamıyor. Kısa zamanda Ar-Ge mevzuatı değişmeli, desteklerden gıda sektörü de yararlanabilir hale getirilmelidir” dedi. Dünya’nın 3. büyük gen bankası ülkemizde Devlet, özel sektör ve üniversitelerin tohum çeşitliliği konusunda birlikte çalışmaları gerektiğini ifade eden Kopuz, “Şirketlerimiz, ulusal ve uluslararası piyasanın ihtiyaçlarına uygun ürünler geliştirmelidir. Gururla ifade ediyorum ki, Dünya’nın 3.büyük gen bankası Türkiye Tohum Gen Bankası’dır” şeklinde konuştu. GDO’lu 3 soya ve 16 mısır çeşidi Ç. Ali Kopuz, dünyada hızla büyüyen GDO’lu ürünler konusundaki bilimsel gelişmeleri takip etmemiz gerektiğini belirterek, “GDO denince hemen herkesin aklına birçok olumsuzluk geliyor. Fakat işin bir de ARGE boyutu var. Biz de Türkiye olarak dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmeliyiz. Çünkü unutmayalım ki, ülkemiz tarım sektörünün en etkili aktörlerinden birisidir. Bugün itibarıyla Türkiye’de Biyogüvenlik Kurulu’nca yem amaçlı ithalatına izin verilen GDO’lu 3 soya ve 16 mısır çeşidi bulunmaktadır. Bunların, AB’de ve Türkiye’de üretiminin yasak ancak ithalatının, izinler sonrasında serbest olduğunu da hatırlatalım” dedi. Ürün farkındalığı Gıda sektöründe rekabet stratejilerinden en önemlilerinden bir tanesinin de, ürün farkındalığı olduğuna dikkat çeken Ali Kopuz, “Ülkemizde yetişen yöresel ürünlerin coğrafi işaretleme ve orijin tespitinin öneminin giderek arttığı anlamına gelmektedir. Ürünün menşe’i konusu ve katma değer yaratması; yetiştirilmesi kadar önem taşımaktadır. Şu an itibariyle ABD ile AB arasında müzakere edilen serbest ticaret anlaşmasının en önemli ihtilaf noktalarından bir tanesi gıda ürünlerindeki fikri mülkiyet hakları konusudur. Yani, hangi ürünün hangi ülke ve hangi yöreye ait olduğu tartışmasıdır” şeklinde konuştu. Bu eksikliğin giderilmesi gerekiyor Ülke olarak hala bir ulusal gıda stratejimizin bulunmamasından yakınan Kopuz, “Hepimiz çalıştığımız işyerlerinde dahi stratejik planlar hazırlıyor ve faaliyetlerimizi, üretimimizi, istihdamımızı ona göre planlıyoruz. Bu eksikliğin bir an önce sektörün tüm temsilcilerinin de görüşleri alınarak giderilmesi gerekiyor” dedi. Mayıs - Haziran 2014 7 Haber Denizhan Dere İSTİB “Çalışma Toplantısı” için Abant’ta İstanbul Ticaret Borsası Çalışma Toplantısı Abant’ta gerçekleşti. İSTİB Yönetim Kurulu Üyeleri, Meclis Üyeleri ve Meslek Komiteleri Başkan ve Yardımcılarının katılımları ile gerçekleşen toplantıda Borsa’nın üye memnuniyeti odaklı yeniden yapılanma hedefine ulaşmak için ilk adım 8 atıldı. Öte yandan organizasyon çerçevesinde borsanın varlık nedeni olan üyelerinin ve üyelerin meydana getirdiği meslek komitelerinin sorunlarını, sorunlara çözüm önerilerini ve üye memnuniyetini maksimize edecek başkaca önerilerini saptamaya çalışan bir faaliyet yürütüldü Problemler tespit edildi, çözümleri arandı... Çalışma Toplantısı çerçevesinde gerçekleştirilen arama konferansında meslek komitelerinin çalışmaları ile ilgili problemler ve çözüm önerileri, borsanın gelecek vizyonu, borsa Mayıs - Haziran 2014 9 hizmetlerinin etkin hale getirilmesi ve çeşitlendirilmesi, tescil hizmetlerinde sorunlar ve çözüm önerileri gibi konular üzerinde tüm katılımcıların görüş ve önerilerinin değerlendirildiği, beyin fırtınası niteliğinde bir çalışma yapıldı. Genel ekonomik değerlendirmeler ve iş hukuku Toplantı, Meclis Başkanı Bülent Kasap, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İlhan Koyunseven ve Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz’un konuşmaları ile başladı. Her bir firma ekonomi denizinin damlaları İSTİB Meclis Başkanı Bülent Kasap, arama konferansının önemine değindi. Borsaların çalışmalarındaki etkinliğin meslek komitelerin etkinliği ile orantılı olduğunu kaydeden Kasap, “Komitelerin çalışmaları çok değerli. Her bir firma ekonomi de- 10 nizinin damlaları ve Türk firmaları ekonomi denizinde rahatlıkla yüzebilecek bir düzeyde” dedi. Ardından söz alan İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı İlhan Koyunseven, yapılan çalışmanın önemine vurgu yaptı. Seçimle göreve geldikleri günden bu yana İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı ve TOBB Başkan Yardımcısı Ç.Ali Kopuz liderliğinde bir çok çalışma yaptıklarını dile getiren Koyunseven, İstanbul Ticaret Borsası’nı çok daha iyi yerlere taşımaya yönetim olarak kararlı olduklarını belirtti. Problemler ve çözüm önerileri İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz ise çalışmaya katılanlara teşekkür ederek, meslek komitelerin çok önemsediklerini, yönetim olarak aynı kararlılıkla İstanbul Ticaret Borsası’nın hizmet ve etkinlik çıtasını yükselteceklerini ifade etti. Katılımcılar gün boyu süren toplantıda Meslek komitelerinin çalışma- ları ile ilgili problemler ve çözüm önerileri, borsanın gelecek vizyonu, borsa hizmetlerinin etkin hale getirilmesi ve çeşitlendirilmesi, tescil hizmetlerinde sorunlar ve çözüm önerileri gibi konular üzerinde görüş alışverişinde bulundular. Toplantı sonunda ortaya konulan fikirler üzerine kısa bir değerlendirme konuşması yapan İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz, bütün fikirlerin Yönetim Kurulu tarafından değerlendirmeye alınacağını ve bu görüşler ışığında, İstanbul Ticaret Borsasının Stratejik Faaliyet Planı’nın, TEPAV’dan da destek alınarak oluşturulacağını ifade etti. Başarıyla gerçekleştirilen bu toplantı sonucunda oluşan bilgiler bir rapor haline getirilerek İSTİB Yönetim Kurulu’nun bilgisine sunulacak. Borsanın gelecek vizyonu çizildi Toplantı sonuç raporu İstanbul Ticaret Borsası’nın TOBB akreditasyon Konferansa İlgi Yoğundu çalışmalarına bir temel oluşturacak. İstanbul Ticaret Borsası’nın yeni küresel vizyonu ve yapacağı çalışmalar için bir işaret fişeği olarak düzenlenen toplantı meclis ve komite üyeleri tarafından da çok verimli olarak nitelendirildi. Toplantıda İstanbul Ticaret Borsası’nın üyeleriyle ilişkilerindeki problemler, meslek komitelerinin çalışmalarıyla ilgili sorunlar ve üyelere yönelik eğitim ihtiyaçları belirlendi. Yapılacak çalışmalarda ünivesitelerle işbirliği yapılması, ortak projeler üretilmesi, ticaret borsacılığı konusunda doktora ve master çalışmaları yapacak akademisyenlere destek verilmesi, KOSGEB ve AB projelerinin artırılarak devam ettirilmesi konuları gündeme geldi. Arama konferansı öncesinde, Nişantaşı Üniversitesi Rektörü ve Borsamız Danışmanı Prof. Dr. Kerem Alkin genel ekonomik değerlendirmelerde bulunarak, katılımcılara bilgi verdi ve soruları cevapladı. Prof. Dr. Kerem Alkin’in dünya ekonomisiyle ilgili yapmış olduğu ufuk turu katılımcıların büyük ilgisini çekti. Yine toplantı öncesinde Borsamız danışmanı Cuma Arif Demir, İş Hukuku konusunda katılımcılara bir sunum yaptı. Cuma Arif Demir’in işçi ve işveren ilişkileri konusunda üyeleri bilgilendirdiği sunum çok yararlı bulundu. Üyeler bunun gibi bilgilendirme sunumlarının belli periyotlarda ve değişik konularda yapılmasını istediler. Arama konferansını moderatörlüğünü yapan Borsamız Danışmanı Burhan Metin, “Toplantı öngördüğümüzden daha başarılı bir şekilde sonuçlandı. Stratejik planımızı hazırlamamız için gerekli verilerin büyük bir bölümünü bu toplantı ile elde ettik” şeklinde konuştu. İSTİB’in Abant’da gerçekleşen “Çalışma Toplantısı”na katılım ve ilgi bir hayli yoğundu. Toplantıya şu isimler iştirak etti: Başkan Ali Kopuz, Meclis Başkanı Bülent Kasap, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İlhan Koyunseven, Muhasip Üye Yusuf Acar, Yönetim Kurulu üyeleri Alaattin Altuntaş, Mustafa Kamar, Zeki Aslan, Mehmet Erkan Özefe, Meclis Başkanlık Divanı üyeleri İzet Kopuz, Muhammet Ali Kılıç ve Murat Çalışkan, Disiplin Kurulu Başkanı Yavuz Hacıömeroğlu, Disiplin Kurulu üyeleri Mehmet Ali Temurboğa ve Hüseyin Güllü, Meclis Üyeleri Ertuğrul Yılmaz, Mehmet Acar, Atilla Adalı, Osman Berberoğlu, Mehmet Karakuş, Kasım Atılgan, Hacı Mehmet Köse, Emin Demirci, Cemalettin Özperk, Ahmet Zeki Göncüoğlu, Meslek Komitelerini temsilen Başkan ve Başkan Yardımcıları Emrah Özduran, Abdullah Çerman, Hamit Akgül, Talat Üstüner, Birol Güçtekin, Ertan Yılmaztekin, Memet Yalçın, İhsan Korkmaz, Naci Yıldırım, Selahattin Bilgiç, Selahattin Kutluer, Erhan Yalın, Muzaffer Özdemir, Hüseyin Buyruk ve Genel Sekreter Esin Kıran. Mayıs - Haziran 2014 11 Şekeroğlu, İSTİB’i ziyaret etti TOBB-BİS Organize Sanayi ve Teknoloji Bölgeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Şekeroğlu, TOBB Başkan Yardımcısı ve İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç.Ali Kopuz’u ziyaret etti. Ziyaret kapsamında TOBB-BİS çalışmaları hakkında istişare yapıldı. Güncel ekonomik gelişmeler değerlendirildi. Ayrıca, Başkan Ç.Ali Kopuz, İstanbul Ticaret Borsası tarafından yapılan çalışma ve projeler hakkında bilgi verdi. Çiler’e ziyaret Türkiye ile Abhazya arasında ticari işbirliği Abhazya Cumhuriyeti Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Sener Gogua, İSTİB Başkanı Ç.Ali Kopuz’u ziyaret etti. Türk işadamları ile birlikte yaptıkları çalışmaların son derece verimli olduğunu değinen Gogua, Türkiye ve Abhazya arasındaki ticari işbirliğinin devam etmesi yönündeki beklentilerini dile getirdi. İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı Ç.Ali Kopuz, Gebze Ticaret Odası Başkanı Nail Çiler’e nezaket ziyaretinde bulundu. Gebze Ticaret Odası’nın çalışmaları hakkında bilgi alan Başkan Kopuz, İstanbul Ticaret Borsası’nın ülke ve İstanbul ekonomisine yaptığı katkıları ve projeleri anlattı. Ziyaret sonrasında günün anısına karşılıklı hediye takdiminde bulunuldu. 12 İstanbul Ticaret Borsası ile ortak projelerde yer almak istediklerini kaydeden Abhazya Cumhuriyeti Ticaret ve Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Sener Gogua, ticari ilişkileri geliştirmek için İSTİB üyelerini, Abhazya Cumhuriyeti’ne beklediklerini söyledi. İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz, ticareti geliştirmek adı- na atılacak her adımın arkasında olduklarını, bu konuda har türlü işbirliğine gidebileceklerini ifade ederek, “Abhazya’da tarım ve hayvancılık alanlarında ortak projeler yürütebiliriz. Tarım ve hayvancılık alanında teknoloji olarak son derece ileri tesislerimiz var, Abhazya bu alanda ülkemiz için iyi bir pazar olabilir” dedi. Çayırova Belediyesi Kopuz’u ağırladı Kopuz’dan Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürü’ne ziyaret… İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz, Çayırova Belediye Başkanı Şevki Demirci’yi makamında ziyaret etti. Başkan Kopuz, Çayırova Belediyesi’nin yeni dönem çalışmaları ve projeleri hakkında bilgi aldı. Başkan Şevki Demirci’ye başarı dileklerini bildiren Başkan Kopuz ziyaret anısına bir hediye takdim etti. TOBB Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz, Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürü Fehmi Rasim Çelik’i makamında ziyaret etti. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün çalışmaları hakkında bilgi alan Kopuz, “Hükûmetlerimizin milli eğitim alanında son yıllardaki başarılı çalışmaları gençliğimizi her zamankinden daha donanımlı ve kendine güvenir hale getirdi” dedi. TÜMESKOM Başkanı İSTİB’de… Çiftçioğlu ve Kopuz’dan borsa değerlendirmeleri Hayrabolu Ticaret Borsası Başkanı Süreyya Çiftçioğlu, İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç.Ali Kopuz’u ziyaret etti. Yapılan görüşmede borsaların ve borsacılığın bu gün geldiği nokta değerlendirildi. Üyeler için nasıl daha iyi projeler üretilebileceği konusunun üzerinde duruldu. Hayrabolu Ticaret Borsası Başkanı Süreyya Çiftçioğlu, kendi çalışmaları hakkında bilgi verdi ve işbirliğini geliştirecek her türlü çalışmaya açık olduklarını ifade etti. İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz, İstanbul Ticaret Borsası olarak üyeleriyle birlikte ülke adına konulan her taşın arkasında olacaklarını ifade etti. Tüm Bostan Sebze Meyve Komisyoncu ve Tüccarlar Federasyonu (TÜMESKOM) Başkanı Burhan Er, İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz’u ziyaret etti. Görüşmede, TÜMESKOM tarafından yapılan faaliyetleri anlatan Başkan Burhan Er, İstanbul’da bulunan üyelerin büyük bölümünün İSTİB üyesi olduğuna vurgu yaptı. İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz, borsa olarak her zaman üyelerinin yanında olduklarını, ticaretin önündeki engellerin kalkması ve üyelerinin daha güçlü hale gelmesi için var güçleriyle çalıştıklarını ifade etti. Mayıs - Haziran 2014 13 Haber Haber Merkezi İSTİB, küresel borsa oluyor... İSTİB Yönetim Kurulu Başkan Ç. Ali Kopuz ve beraberindeki heyet Avrupa Ticaret Borsaları Derneği’nin, Hamburg’daki bilgilendirme toplantısına iştirak ederek organizasyon kapsamında katılımcılara İstanbul Ticaret Borsası’nı tanıttı. İstanbul Ticaret Borsası’nın Avrupa Ticaret Borsaları Derneği’ne üyelik başvurusu 2014 Ekim ayı başında yapılacak Genel Kurul’da oylamaya sunulacak. 12 ülkeden 38 ticaret borsası tarafından oluşan Avrupa Ticaret Borsası Derneği, 1961 yılında Mannheim (Almanya) ve Strasburg (Fransa) ticaret borsaları inisiyatifi ile kuruldu. Önceleri hububat borsaları arasında kurulan bu dernek, yıldan yıla, ağını genişleterek, tarım ve gıda sektöründe faaliyet gösteren birçok borsayı birbirine bağladı. İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz, Türkiye’nin sahip olduğu tarımsal potansiyelin ve İstanbul’un gelecek yıllarda öneminin artacağını belirtti. Küresel ticarete uygun bir borsa olma yolunda ilerleyen, Türkiye’nin en büyük ve en köklü borsalarından, İSTİB için Avrupa Tica- 14 ret Borsası Derneği’ne üye olmanın önemine değinen Kopuz, Avrupa’daki dostlarına güç katmaya ve onlardan güç almaya geldiğini söyledi. Kopuz, TOBB Başkan Yardımcısı olması sebebiyle, İstanbul Ticaret Borsası’nın üyelerle geliştireceği ortak çalışmalar, Türkiye’deki tüm ticaret borsalarına da örnek teşkil edeceğinin altını çizdi. Araştırma Proje ve İş Geliştirme Şubesi Müdürü Bozkurt Özserezli, Avrupa Ticaret Borsaları Derneği üyelerine Türkiye’deki ticaret borsası mevzuatı ve İSTİB özelinde Türkiye’de ticaret borsacılığının durumu hakkında teknik bir sunum yaptı. İSTİB’in üyelik başvurusu Ekim ayında Hamburg’da yapılacak Avrupa Ticaret Borsaları Derneği 54. Genel Kurulu’nda değerlendirilecek. Hamburg’ta İSTİB rüzgarı esti İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz ve beraberindeki heyet T.C. Hamburg Başkonsolosluğu’nu ziyaret etti. Görüşmede Almanya’da gıda sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerle kurulabilecek ortaklıklar, satın alınabilecek şirketler ve Avrupa’daki diğer yatırım fırsatları konuşuldu. İSTİB Yönetim Kurulu Başkanı Ç. Ali Kopuz, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İlhan Koyunseven ve Araştırma Proje ve İş Geliştirme Şubesi Müdürü Bozkurt Özserezli ile birlikte T.C. Hamburg Başkonsolosluğu’nu ziyaret etti. Başkonsolos Mehmet Fatih Ak ve Ticari Ateşe Nart Baybars Erdem ile gerçekleştirilen toplantıda, Hamburg’daki ekonomik aktiviteler, fuarlar, Hamburg’un lojistik önemini de içeren birçok konu başlığı ele alındı. dık gibi birçok ürünün fiyatlarının Toplantı kapsamında, tarım ve gıda maddeleri ve hammaddelerinin Avrupa’daki önemli lojistik merkezlerinden biri olan Hamburg’un önemine dikkat çekildi. Başkonsolos Mehmet Fatih Ak ve Ticari Ateşe Nart Baybars Erdem, Hamburg’da gerçekleşen fuarlar ekonomik ve aktiviteler hakkında bilgi verdi. Toplantı çerçevesinde kakao, fın- dildi. Hamburg’da belirlendiği de kaydeAlmanya’daki yatırım olanakları konusunda bilgi alışverişinde bulunan heyet üyeleri arasında, Almanya’da gıda sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’lerle kurulabilecek ortaklıklar, satın alınabilecek şirketler ve Avrupa’daki diğer yatırım fırsatları hakkında fikir teatisinde bulunuldu. Borsa kotasyonuna yeni ürünler eklendi T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından pamuk, leblebi, bal, kümes hayvanları, tomruk ve kereste, İstanbul Ticaret Borsası kotasyonuna dahil edildi. Bu gelişme ile söz konusu ürünlerde asgari miktarların üzerinde alım ve satım işlemi yapan firmalar için 5174 sayılı Kanun kapsamında İstanbul Ticaret Borsası’na kayıt ve tescil yükümlülüğü getiriliyor. İstanbul Ticaret Borsası Ek Kotasyon Listesi Madde Grubu Tekstil Hammaddeleri Pamuk Yaş ve Kuru Meyveler Leblebi Hayvansal Gıda Maddeleri Bal Et Kümes Hayvanı (Tavuk, Piliç, Hindi) Orman Ürünleri Tomruk Kereste En Az Miktarı 500 kg 250 kg 250 kg 100 kg 10 m3 10 m3 Mayıs - Haziran 2014 15 Koleksiyon Sultan Sansarcı İşadamı Doğan Güral: “Koleksiyon İnsan Ömrünü Uzatıyor” 16 Doğan Güral, bir koleksiyonda her zaman eksik bir parça, ulaşılması imkansız, elde edilmesi zor bir materyal olduğunu belirterek, “İşte bu parçayı koleksiyona dahil etmek için çabalayan, bu umutla güç kazanan koleksiyonerler, ‘ha bugün, ha yarın’ diyerek koleksiyonuna yeni materyaller katma telaşıyla yaşar giderler. İşte böylece koleksiyonlar insan ömrünü uzatır. Öte yandan bu materyaller ile geçirilen zaman, insan ruhuna da çok iyi geliyor. Günlük hayatın sıkıntıları, stresi koleksiyonunuz ile ilgilenirken yitip gidiyor. Böyle de bir artısı var bu işin” diyor. Doğan Güral iş dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Mesleki başarısının yanı sıra koleksiyoner kimliği ile de adından söz ettiriyor. 28.500 adetten oluşan ve dünyanın en kapsamlı, içerik olarak en zengin piyango bileti koleksiyonunun da sahibi olan Güral’ın bir başka sevdası daha var ki, o da görülmeye değer; Banka Çekleri… “Aslında öyle bir niyetim yoktu!” Kütahyalı İş adamı Doğan Güral’ın çocukluk yıllarında başlayan birik- tirme tutkusu önce para, sonra piyango biletleri ve ardından banka çekleri koleksiyonu olarak somut bir kimlik kazanmış. Ticaret hayatına atıldığı yıllarda yaşamına dahil olan çekleri biriktirmek gibi bir niyeti olmadığını belirten Güral, “Herkesin resmi belgelerini muhafaza ettiği bir çantası vardır elbet. İşte orada tesadüfen bulduğum ve görünüşünü çok beğendiğim bir çek ile başladı bu koleksiyon yolculuğum. Sonra devamı geldi” diyor. Geride sadece isimleri kaldı “Çek’in de koleksiyonu mu olur?” demeyin, bal gibi de oluyor. Hele bir de Doğan Güral topluyorsa bu materyalleri! Her biri adeta ait oldukları dönemin kokusunu ve izlerini taşıyan bu çekler, farklı renk ve desenleri ile çarpıcı bir görünüm de sergiliyor. Materyalleri incelerken, yıllar öncesinde faaliyet gösteren ancak şimdiler de sadece adı kalan bankalara rastlıyorum. Bağbank, İşçi Kredi Bankası ve diğerleri… Mayıs - Haziran 2014 17 İlk bakışta her biri diğerinin aynısı olan çeklerin bir takım farklılıklara sahip olduğunu kaydeden Güral, “Bir defa çekler aynı matbua değildir, her biri değişik baskıdır. Dikkatli bakarsanız farklılıkları görmeniz olası” şeklinde konuşuyor. Çeklerdeki karnaval atmosferi Koleksiyonun tamamını görmüş biri olarak şu tespiti sizlerle paylaşmak istiyorum; Pamukbank ve Garanti Bankası’nın çekleri kelimenin tam manasıyla sanat eseri. Çizgiler ve renkler insanın ruhunu şenlendiriyor. Ancak Yapı Kredi ve İş Bankası’nın çeklerinde bu karnaval atmosferine rastlamak olanaksız. Bu çeklerde son derece sıradan ve silik bir görüntü hakim. “İyi ki yapmışım!” Doğan Güral, kendisini heyecanlandıran ve hoşuna giden pek çok materyalin koleksiyonunu yaptığını ifade ederek, “Banka çeklerinin tasarımları, renkleri ve ait oldukları yılların ticari hayatına ilişkin verdiği ipuçları beni cezbetti. Uzun yıllardır biriktirdiğim çeklere bakınca, ‘iyi ki de bu koleksiyonu yapmışım’ dediğim zamanlar çok oluyor” diyor. “İsteseniz de duramaz, vazgeçemezsiniz” Koleksiyonerlerin macera dolu bir yolculuğa çıkmış kaşifler olduğunu dile getiren Güral, “Her bir koleksiyon bizler için farklı bir dünyaya açılan kapı gibidir. Edindiğiniz materyaller, soluk soluğa sürdürdüğünüz bu yolculukta rotanızı belirler. Çocukken tanıştığım bu biriktirme tutkusu ancak mezarda nihayetlenir. Çünkü isteseniz de duramaz, vazgeçemezsiniz” şeklinde konuşuyor. 18 “Elde edilmesi zor bir materyal elbette vardır” Koleksiyonerlerin hiçbir zaman son noktaya ulaşamadıklarını belirten Güral, “Her zaman eksik bir parça, ulaşılması imkansız, elde edilmesi zor bir materyal elbette vardır. İşte bu parçayı koleksiyona dahil etmek için çabalayan, bu umutla güç kazanan koleksiyonerler, ‘ha bugün, ha yarın’ diyerek koleksiyonuna yeni materyaller katma telaşıyla yaşar giderler. İşte böylece koleksiyonlar insan ömrünü uzatır. Öte yandan bu materyaller ile geçirilen zaman, insan ruhuna da çok iyi geliyor. Günlük hayatın sıkıntıları, stresi koleksiyonunuz ile ilgilenirken yitip gidiyor. Böyle de bir artısı var bu işin” şeklindeki tespitini paylaşıyor bizlerle. Artık hayatta olmayan sevdiklerinizin parmak izleri Doğan Güral, eski eşyaların değer görmemesinden duyduğu üzüntüyü paylaşarak sözlerini şu cümleler ile sürdürüyor, “Toplum olarak muhafaza etme eksikliğine sahibiz. Eski eşyalardan bir an önce kurtulma, onları başımızdan atma telaşındayız. Oysa ki o materyalin bünyesinde barındırdığı yaşanmışlık izi, hikayesi öylesine özel ki! Çevrenize bakın, eski eşyalar üzerinde belki şimdilerde hayatta olmayan sevdiklerinizin parmak izleri duruyor. Bir hatırayı canlandırıyor, sizin o ‘artık işe yaramaz, eskidi’ diye kaldırıp attığınız eşya.” “Ebeveynler bilinçli bir duruş sergilemeli” Ebeveynlerin biriktirme ve saklama noktasında bilinçli bir duruş sergilemesi gerektiğini hatırlatan Güral, “Çocuk anne ve babasından ne görüyorsa o eylemi taklit eder, örnek alır. Eğer ailede bu yönde bir çaba yok ise, çocukları da yönlendiremezler. Hal böyle olunca çocukların koleksiyon kavramı ile tanışabilmesi Bit pazarları ve eskici dükkanlarındaki cevherler Koleksiyonlarını oluşturan materyalleri çeşitli şekillerde elde ettiğini kaydeden Doğan Güral, “Müzayedeler, eskici dükkanları, bit pazarları bizim objelere ulaşabildiğimiz başlıca mekanlar. Sık sık seyahate çıkarız ve bu zaman diliminde her şehirde, her ülkede mutlaka birkaç eskici ya da antikacı dolaşırız. Hayal bile edemeyeceğiniz kalitede objelere rastlamanız olası buralarda” diyor. için yıllar geçmesi gerekiyor. Büyüklerimizden ricam; her eski eşya çöpe atılmaz ya da tavan arasında çürümeye bırakılmaz, eski olana saygı göstermek gerektiğini çocuklarımıza anlatmalılar. O gün için bir değer arzetmeyen bir obje yıllar sonra manevi zeminde de anlam ve değer kazanır” yorumunda bulunuyor. Mayıs - Haziran 2014 19 Haber Denizhan Dere Ç. Ali Kopuz gerçekleşen yerel seçimlerde Türk Milleti’nin tercihini, ekonomik ve siyasal istikrardan yana kullandığına dikkat çekerek, “Türk Milleti, “ille de istiklal, ille de istikrar” dedi. İnsanlar oylarını ekonomiden, işten, aştan yana; huzurdan yana kullandı” dedi. “İlle de istiklal, ille de istikrar” İstanbul Ticaret Borsası Nisan ayı olağan meclis toplantısı yapıldı. Yoğun bir katılım ile gerçekleşen toplantıda gündem maddelerine geçilmeden önce İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz bir konuşma yaparak gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Polis Teşkilatı’nın 169. Kuruluş yılını tebrik ederek konuşmasına başlayan Ç. Ali Kopuz, “Ülke olarak bir seçimi daha geride bıraktık. Bu seçim, her ne kadar bir yerel seçim olsa da, adeta bir genel seçim havasına sokuldu. Bu son bir yıl içinde, Gezi olayları, 17 Aralık olayları, devletimizin zirvesinde görev alan insanların sırlarının satıldığı olağanüstü olaylar yaşadık. Türkiye son bir yıl içinde olağanüstü iç ve dış siyasi ve ekonomik saldırılara maruz kaldı. Bu saldırılar, seçim arifesine kadar sürdü. Sıradan bir yerel seçim, hükümetin güven oylamasına dönüştürüldü” dedi. 20 “Milli irade galip geldi” Türk Milleti’nin tercihini, ekonomik ve siyasal istikrardan yana kullandığına dikkat çeken Ali Kopuz, “Türk Milleti, ‘ille de istiklal, ille de istikrar’ dedi. İnsanlar oylarını ekonomiden, işten, aştan yana; huzurdan yana kullandı. Seçim sürecine kadar ülkenin huzurunu bozmaya çalışan şer odaklarının barış sürecinin sekteye uğraması ve yeniden kaos yaratmak için çabalarını artıracağını biliyorum. Hükümetin bu hainlerle ilgili bir an önce hukuk çerçevesinde Nisan Meclis Toplantısı harekete geçmesini bekliyoruz. Geç kalınırsa bunun faturası ülkemiz için ağır olur. Bu hesabın bir an önce sorulması lazım. İstiklale ve istikrara oy veren vatandaşlarımızın beklentisi de budur” şeklinde konuştu. “2014 daha iyi bir yıl olacak” Kopuz ekonomik gelişmelere de dikkat çekerek, “Uluslararası reyting derecelendirme kuruluşu, Fitch, Türkiye’nin BBB- notunu teyit etti ve görünümünü durağan olarak belirledi. Ancak, Fitch, Türkiye ekonomisinin yüksek derece oynak olmaya devam ettiğini öne sürdü. Bu tezine dayanak olarak da, Cumhurbaşkanlığı seçimini ve seçim esnasında yaşanabilecek tartışmaları gösterdi. Doğrusu bu konuda Fitch’e hiç katılmıyorum” dedi ve ekledi, “Sonuç olarak, ben ekonomik açıdan 2014 yılının 2013 yılından çok daha iyi bir yıl olacağına inanıyor ve hesaplarımı buna göre yapıyorum.” “Faizlerde dikkatli bir indirime gitmeli” Mayıs Meclis Toplantısı Ç. Ali Kopuz, Türkiye’nin son yıllarda büyük bir başarıyla kontrol altına aldığı enflasyondaki kıpırdanmaya vurgu yaparak, “Beklenenden kötü gelen enflasyon verileri sonrasında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası enflasyonu dikkate alarak faizlerde son derece dikkatli bir indirime gitmeli” açıklamasını yaptı. İstanbul Ticaret Borsası’nın mayıs ayı meclis toplantısı gerçekleştirildi. İstanbul Ticaret Borsası Meclis üyelerinin yanı sıra komite başkan ve başkan yardımcılarının iştirak ettiği toplantıda, gündem maddelerinin ardından sektörel sorunlara ilişkin görüşmeler yapıldı. İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ç.Ali Kopuz, “Mart ayı sanayi üretim verileri, yaşanmış olan tüm ekonomik ve siyasi çalkantılara iş dünyasının, reel sektörün, sanayicimizin göğüs gerdiğini ve Türk ekonomisinin dinamiklerinin artık bu tür belirsizliklerle mücadelenin başarılı olarak yürütüldüğünü ve iş dünyasının bu süreçleri aştığı- nı gösteriyor” dedi. Kopuz sözlerini şöyle sürdürdü, “Yılın ilk çeyreği için büyüme tahminimizi yüzde 5,2 ile 6,4 arasında ifade ediyor ve orta noktası olarak, ilk çeyrekte büyümenin yüzde 5,8 bile çıkabileceğini burada belirtiyorum.” Enflasyondaki kıpırdanmaya dikkat Ç. Ali Kopuz, Türkiye’nin son yıllarda büyük bir başarıyla kontrol altına aldığı enflasyondaki kıpırdanmaya vurgu yaparak, “Beklenenden kötü gelen enflasyon verileri sonrasında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası enflasyonu dikkate alarak faizlerde son derece dikkatli bir indirime gitmeli” açıklamasını yaptı. Ekonomideki iyileşmeler akşamdan sabaha olmuyor Yerel seçimler öncesinde Türkiye’nin maruz kaldığı saldırılarla 2,40 TL’lere dayanan doların bugün 2,10 TL’nin altına düştüğüne dikkat çeken Ali Kopuz, “Dolar 25 Aralık’tan bu yana ilk kez 2,08 TL’nin altını gördü. Ama ne yazık ki ekonomideki iyileşmeler akşamdan sabaha olmuyor. Ekonomide bir günde bozulan dengelerin düzelmesi kimi zaman yıllar alıyor. Ben inanıyorum ki, bu enflasyonun arkasında da Türkiye’nin yakın geçmişte karşı karşıya kaldığı siyasi ve ekonomik saldırılar yatıyor. Ama endişe etmiyorum; ekonomimiz bunu da başarıyla atlatacaktır” şeklinde konuştu. Mayıs - Haziran 2014 21 Söyleşi Sultan Sansarcı TÜMESKOM Başkanı Burhan Er: “Neden sesimizi duyuramıyoruz?” 22 TÜMESKOM Başkanı Burhan Er, Türkiye’nin milli gelirine katkıda bulunma noktasında çaba gösterdiklerini belirterek, “Biz Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşuyuz. Türkiye’nin bir anlamda merkez bankasıyız, ama nedense sesimizi duyuramıyoruz, bize sahip çıkmıyorlar” diyor. TÜMESKOM Başkanı Burhan Er, meyve ve sebze hallerinin sektörün can damarlarından biri olduğunu belirterek, “35 yıldır bu sektöre hizmet ediyorum. İstanbul Bayrampaşa sebze ve meyve halinde görev yapıyorum. Burası Türkiye’nin en eski hallerinden biri. Sebze ve meyve halleri üreticinin alın teri ile ürettiği ürünü pazarlayan, ürünün ticaretini yapan kesimdir. Türkiye’deki sebze ve meyve halleri bir borsayı oluşturur. Üretici ürettiği malları mutlaka ama mutlaka resmi kayıtlardan geçirmek için hallere gönderirler” dedi. “Borsayı ayakta tutan hal’dir” Borsayı ayakta tutan kesimin hal esnafı olduğunu ifade eden Burhan Er, “Borsa olmadan ticaret olmaz, biz fiyatı belirleyen kitleyiz. Biz üretici ile tüketici arasında bir köprüyüz. Nasıl sahaya çıkan iki takımı yöneten hakem ise bizde üretici ile tüketici arasında bir anlamda hakemlik yapıyoruz. Halde gece 12 itibariyle başlayan faaliyet sabahın ilk ışıklarına kadar sürer. Yaz aylarında hale 5 bin ile 10 bin arasında araba girer. 1 Mayıs’tan itibaren halimize gelen araç sayısı bu rakamı bulacak. Bu rakam kış aylarında 3 bin ile 5 bin arasında değişiyor. Buna bağlı olarak eleman sayısı da değişiyor tabi” şeklinde konuştu. “Sadece İstanbul iç piyasasına etki etmiyor” İstanbul hallerinin hem Türkiye’nin hem de dünyanın en büyük halleri olduğuna değinen Er, “İstanbul sebze ve meyve hali sadece İstanbul’un iç piyasasına etki etmiyor, Trakya bölgesi, Kırklareli, Adapazarı, İzmit, Mayıs - Haziran 2014 23 Düzce, Bulgaristan, Yunanistan’da da etkisi var. Buralardan gelenler alışverişlerini halden yapıyorlardı ama 2009’dan sonra gelenlerin sayısı düştü. Çünkü gümrük vergileri yükseldi. Türkiye’den sebze ve meyvenin yurtdışına gidişinde bir takım zorluklar yaşanmaya başladı” diyor. kadar soğuk nedeniyle kimi bölgeler zarar gördüyse de ürünlerin zarar görmediği Hatay, Adana, Mersin, Antalya, İzmir, Isparta ve Konya’dan bol bir meyve akışı var” şeklinde konuşuyor. Fiyat artışının sebebi; vicdansız esnaf Türkiye’nin kayısı üretiminde dünyada ilk sırada olduğuna vurgu yapan Er, “Fındık, kayısı, nar ve kirazın da aralarında bulunduğu 20 üründe dünya sıralamasında ilk sıralardayız hem üretimde hem de kalitede. Bu 2013 aralığından itibaren havaların iyi gitmesi ve yağışın olmaması nedeniyle üretici dikkatli olsun açıklamasını yaptık. Hava şartları bizim kontrolümüz dışında Allah’tan gelen bir şey buna kimse bir şey yapamaz. Soğuklar kadar yüksek sıcaklıklarda ürünler için tehlikeli elbette” diyor. Burhan Er, kurak geçen kış mevsiminin üretim üzerindeki etkisine de değinerek, “Kuraklık sorunu tabi ki fiyatlara yansıyor. Kışın güzel giden havalara aldanarak tomurcuklanan ya da çiçek açan ağaçlar bir anda soğuyan hava ve kar yağışı nedeniyle tabi ki üşür ve bu durumda ürün alınamaz. Malatya her ne kadar kayısı da ilk sıradaysa da Iğdır ve Ağrı da üretimde söz sahibidir. Ne yazık ki hava muhalefeti nedeniyle kayısının yüzde 80’nini bu bölgelerde kaybettik. Kayısı ile ilgili fiyat artışı olacak mı diye sorarsınız, olacak. Neden mi çünkü piyasadaki bazı esnaf vicdansızca fiyat artışı yapacak, yoksa kaysıda azalma yok, depolarımızda da yeterince ürün var. Her ne 24 Soğuklar kadar sıcaklar da tehlikeli “45 milyon rakamını bile ezbere söylüyoruz” TÜMESKOM Başkanı Burhan Er, 45 milyon ton meyve sebze üretimi olan bir ülkede olduğumuzu hatırlatarak, “Bu kadar sebze meyve üretiyoruz ama bu üretimin ne şekilde yapıldığını, hangi şekilde pazarlandığını, iç piyasada ne şekilde tüketildiğini, ne kadar satıldığını, ihracat oranlarımızın ne kadar olduğunu biliyor değiliz. Bu 45 milyon rakamını bile ezbere söylüyoruz” diyerek konu ile ilgili şikâyetlerini dile getiriyor. “Artık su ve gıda savaşları var” Dünyada ciddi bir küresel ısınma olduğuna dikkat çeken Burhan Er, “Hal böyleyken bu duruma karşı nasıl önlem alacağız, bununla ilgili çalışmalar yapmamız lazım. Bakın İsrail 500 kilometre denizin ortasından suyu arıtıp, içmede ve tarım alanlarında kullanıyor. Bizim şimdilik su anlamında bir sıkıntımız yok ama ilerde ne olacağını bilemeyiz ki! O nedenle ileriyi görüp, bu yönde önlemler almalı, çözüm önerileri geliştirmeliyiz. Türkiye olarak bunun önlemini almalıyız, çünkü Türkiye bir sanayi ülkesi ya da petrol ülkesi değil, biz tarım ülkesiyiz. Biz tarıma gerektiği gibi sahip çıkamıyorsak durum vahim. Çünkü artık savaşlar top tüfekle yapılmıyor artık su ve gıda savaşları var” şeklinde konuşuyor. “Bir tarım politikamız olmalı” Türkiye’nin bir tarım politikasının olması gerektiğini belirten Er, “ Bunun yanında bir de ekim politikamız olmak zorunda. 45 milyon ton üretim içinde kaç milyon ton kiraz, karpuz, domates üretiyoruz bunları belirlememiz lazım. Türkiye dört mevsimi yaşayan bir ülke, burada sebze, meyve kıtlığı olmaz. Temel ihtiyaç malzemelerinin kıtlığı olmaz, yeter ki biz üreticiye destek verelim, onları bilgilendirelim. Her bölgeye bir ziraat mühendisi verelim, üretici ve tüketici bilinçsiz, onlar üzerine çalışalım. Bilinçli bir toplum olmamız lazım. Bilinçli bir tüccar ve esnaf olalım” diyor. “Sahil şeridindeki betonlaşmaya karşıyım, çünkü…” TÜMESKOM Başkanı Burhan Er, Türkiye’deki sahil şeritlerimiz beton- laşmasına duyduğu tepkiyi kaydederek, gerekçesini şu cümleler ile özetliyor, “Turizm getirisi diyorlar tamam kabul ama muz ağacını sökerek, çilek tarlalarını heba ederek oralara bina yapmanın mantığı“Ne yazık ki dışa bağımlıyız” Tohum üretimi noktasında sıkıntılarımız olduğunun altını çizen Er, “Ne yazık ki bu konuda bazı ülkelere bağımlıyız, domates tohumundan tutun biber tohumlarının tamamını yurtdışından alıyoruz. Ülkemizde de bir tohum gen bankası kuruldu ancak yeterli değil. Son 5 yıldır bunlarla ilgili gelişme var. Mesela çekirdeksiz karpuz, domates üretiyorlar çünkü bağımlılığımızın devam etmesini istiyorlar. İşte bu yüzden kendi tohumlarımızı üretelim ve dışa bağımlı olmayalım diyorum” ifadelerini kullanıyor. nı anlamıyorum. Meyve ağaçlarını sökmeyin, en büyük yanlışımız bu. Turizme de önem vereceğiz ama tarıma da önem verelim” şeklinde konuşuyor. Türkiye’nin milli gelirine katkıda bulunma noktasında çaba gösterdiklerini belirten Burhan Er, “Çünkü biz ülkemizi seviyoruz. Hal sektöründe bizimle olan manavlar, pazarcılar, nakliyeciler biz bir bütünüz. Bizlerden birinde olan sıkıntı hepimize yansır. Biz Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşuyuz. Ancak buna rağmen sesimizi duyuramıyor olmanın sıkıntısı içindeyiz. Neden parlamentoda bizleri temsil eden biri çıkmıyor? Hal esnafından üniversite mezunu arkadaşlarımız var. Neden mecliste bizi temsil edemiyorlar? Biz Türkiye’nin bir anlamda merkez bankasıyız ama nedense sesimizi duyuramıyoruz, bize sahip çıkmıyorlar” diyor. Mayıs - Haziran 2014 25 Ekonomiye Bakış Prof. Dr. Kerem Alkin Merkez Bankası’nı yüksek faiz indirimi için sıkıştırmayalım Mayıs ayı açısından, Türkiye için en önemli verilerden birisi de, 5 Mayıs pazartesi günü açıklanan enflasyon verileri idi. Bu verilerin iyi gelmesi, TCMB Para Politikası Kurulu’nun mayıs ayı toplantısı için sınırlı bir faiz indirimi beklentisi ve baskısını hiç şüphesiz arttıracaktı. Ancak, beklenenden kötü gelen enflasyon verileri sonrasında, TCMB’nin sonbahar öncesi faiz indirmesi zor gözüküyor veya indirmemesi algı açısından daha iyi olabilir. Bu yazı, yazarın bağlı bulunduğu kurumun görüşlerinden ve düşüncelerinden bağımsızdır. 26 Hiç şüphesiz, mayıs ayı açısından, Türkiye için en önemli verilerden birisi de, 5 Mayıs pazartesi günü açıklanan enflasyon verileri idi. Bu verilerin beklenenden iyi gelmesi, TCMB Para Politikası Kurulu’nun mayıs ayı toplantısı için sınırlı bir faiz indirimi beklentisi ve baskısını hiç şüphesiz arttıracaktı. Ancak, beklenenden kötü gelen enflasyon verileri sonrasında, TCMB’nin sonbahar öncesi faiz indirmesi zor gözüküyor veya indirmemesi algı açısından daha iyi olabilir. yüzde 10,37, ev eşyası yüzde 8,84 artışla ciddi sıçrama gösterdi. Özel kapsamlı TÜFE’ler, yani çekirdek enflasyon tanımları H endeksi yıllık bazda yüzde 10,5 olurken, I endeksi yüzde 9,74 oldu. Sadece, ilk 4 ayda, enflasyon yüzde 5 yıl sonu hedefini yakaladı. Bu nedenle, geçen haftaki enflasyon raporu toplantısında, TCMB yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 7,6’ya çıkardığını ilan etti. TÜİK’in enflasyon verileri, piyasanın beklediğinden çok daha kötü geldi. Geçen yıl, TÜFE nisan ayı artış oranı yüzde 0,42 iken, artış oranı geçtiğimiz nisan ayında yüzde 1,34’e yükseldi. TCMB, BDDK ve Ekonomi Yönetimi’nin aldığı tedbirler, her ne kadar hane halkı tüketimi ve ekonomik aktiviteyi yavaşlatıyor tartışmaları gündemde olsa da, enflasyon verileri, henüz tüketimin yeterince yavaşlamadığına işaret ediyor ve maliyet enflasyonundaki tortunun şirketler tarafından tüketici fiyatlarına yedirildiğini gösteriyor. TÜFE yıllıklandırılmış bazda ise, mart ayında yüzde 8,39 iken, bir anda yüzde 9,38’e yükseldi. Bu yılın başından itibaren üçe ayrılan ÜFE’de ise, yurt içi ÜFE artış oranı, nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 0,09, geçen yılın Aralık ayına göre yüzde 5,61, bir önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 12, 98 oldu. TÜİK TÜFE’si ise, yıllıklandırılmış bazda İstanbul TÜFE’sini 1 puan geçmiş durumda. Şimdi, bu noktada, 10 gün içinde açıklanacak TCMB Beklenti Anketi’nde, 12 ve 24 aylık enflasyon beklentilerinin ne olduğuna bakmamız gerekiyor. TÜFE’de, bir önceki yılın aynı ayına göre, yani yıllıklandırılmış bazda gıda ve alkolsüz içecekler yüzde 13,15, lokanta ve oteller yüzde 12,48, eğitim Maliyet enflasyonu tortusu önemli Eğer, 12 ve 24 aylık enflasyon beklentileri sıçrar ise, bu durum, hem Hazine’nin borçlanma maliyetlerine, hem de kredi maliyetlerine yansıyabilir. Bununla birlikte, TCMB’nin faiz indirimini sonbahara ertelemesi, dolar-TL kurunu 2,12-2,08 TL bandına çekebilir. Bu durumda, TCMB’nin dolar kurunu 2,10 TL ve üzerinde tutabilme- si için, dolar alım ihalelerini yoğunlaştırması gerekebilir. Gözler küresel merkez bankalarında İstanbul Ticaret Borsamız bünyesinde gerçekleştirdiğimiz toplantılarda, uluslararası finans kurumları ve Bloomberg gibi uluslararası ekonomi-finans haber ajanslarının değerlendirme ve anketlerine atıfta bulunarak, dünyanın önde gelen yatırımcılarının, Avrupa’da servet sahiplerinin, yatırım portföylerinin bir bölümünü daha hisse senetlerine yönlendirmeye eğilimli olduklarını vurgulamıştık. ABD Merkez Bankası FED’in yeni patronu Yellen’ın ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Draghi’nin mesajları, küresel ekonominin iki kritik önemdeki merkez bankasının gevşek para politikası patikasını orta vadede sürdüreceklerine işaret ettiğinden, hisse senedi piyasalarına yönelmeyi tercih etmiş olan yatırımcılar doğru bir tercih yapmış gözüküyor. Küresel piyasalar ve onun bir parçası olan yurtiçi piyasalar açısından, likiditenin, yani küresel ekonominin önde gelen merkez bankaları açısından parasal genişlemenin ne boyutta süregeleceği çok önemli. ABD ekonomisinde, istihdam piyasasındaki kırılgan toparlanma ve yarı zamanlı işgücü oranının yüksekliği, Euro Bölgesi cephesinde ise, hem deflasyon, hem de zayıf büyüme riski, dünyanın önde gelen iki merkez bankasını, bir süre daha genişletici para politikası izlemeye yönlendiriyor. Avrupa’dan haziranda genişletici adımlar Nitekim, Euro Bölgesi’nde son 3 yılın en hızlı ekonomik büyüme verilerine yönelik beklentiler, ECB Başkanı Draghi’yi para politikasını gevşetmekten alıkoymaya yetmeyecek gözüküyor. İçinde bulunduğumuz hafta açıklanacak ilk çeyrekte büyüme rakamlarında hızlanma tahmin eden veriye rağmen, ECB Başkanı, faiz indiriminden likidite enjeksiyonuna varan önlemler konusunda kararlı görünüyor. Bu gelişmeler doğrultusunda, Avrupa endeksleri, Başkan Draghi’nin Haziran ayında harekete geçmeye hazır olduklarını söylemesi ile yükselerek, üst üste dördüncü haftalık kazancı tamamladı. Çin’in Avrupa madenlerine olan ilgisi ve şirket birleşme-satın alma haberleri ile, Avrupa borsaları son 6 yılın zirvesinde. Bloomberg Piyasalar Küresel Yatırım Anketi’nin detaylarına girdiğimizde, ankete katılan trader, bankacı ve yatırım uzmanlarının dörtte üçü, deflasyonun Euro Bölgesi için enflasyondan daha büyük bir risk olduğu görüşünü paylaşıyor. Küresel piyasa profesyonellerinin son Bloomberg anketinde işaret ettikleri mesaj; küresel ekonomiye yönelik, yılın başlangıcındaki çoşkulu iyimserliğin, devam ediyor olmakla birlikte, şiddetini bir miktar kaybettiğine işaret ediyor. Bloomberg Anketi, Ukrayna’daki huzursuzluktan Avrupa’daki deflasyon tehdidine kadar birçok endişeye de işaret etmekte. Profesyoneller, Ukrayna konusunda haksız da değiller. Daha, Kırım gerginliği tüm haşmetiyle dururken, Ukrayna’nın geçici yönetiminin ‘saçmalık’ olarak nitelediği, doğu kentleri Donetsk ve Lugansk’ta yapılan “referandum”a ilişkin, Rusya “bölge sakinlerinin ifade özgürlüğüne saygı duyuyoruz” açıklamasında bulundu. ABD ve AB cephesi ise, referandumu illegal ilan ettiler. Bununla birlikte, 2. Dünya Savaşı’nın bitişinin ve Rusya’nın nazilerin işgalinden kurtuluşunun anıldığı törenlerde, Rusya Devlet Başkanı Putin’in gövde gösterisi, Ukrayna meselesinin daha çok su kaldıracağını gösteriyor ki, Türkiye’nin bölgedeki önemini, Malatya Kürecik’teki NATO radarının önemini bir kat daha arttırıyor. Dünya ekonomisine yönelik iyimserlikte kısmi azalma Biz yine Bloomberg Anketi’ne dönersek, ankete katılan Bloomberg üyelerinin yüzde 40’ı küresel ekonominin gelişim gösterdiğini söylerken, yüzde 43’ü durağan, yüzde 12’si ise kötüye gittiği şeklinde görüş bildirmiş. İyimser beklentilerin şiddetinin azaldığının, olumlu yöndeki heyecanın azaldığının en önemli göstergesi, son ankette yüzde 40’a gerilemiş olan iyimser görüşün, ocak ayındaki bir önceki ankette yüzde 59 olması. Ayrıca, yüzde 59 oranındaki küresel ekonominin gelişim gösterdiği görüşü, 2008 sonbaharında patlak veren küresel krizden bu yana, Bloomberg Anketi’nde kaydedilmiş olan en yüksek düzeydi. Konuyla ilgili, Chicago’da bulunan BMO Private Bank baş yatırım yöneticisi Jack Ablin, “Yatırımcıların tedirgin olduğunu söylemiyorum, fakat şüpheciler” dedi. 2009’dan bu yana çeyrek dönemlik gerçekleştirilen anket, 22-24 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olan anket, geçtiğimiz dönemlerde ekonomi ve piyasaların izleyeceği yola yönelik başarılı tahminlerde bulunmuştu. Ocak 2012’de vergi artırımlarının büyüme üzerinde oluşturduğu endişelere rağmen ankete katılanlar iyimser görüş bildirmişti. 2011 başlarında ise “BRIC” ülkeleri olarak tanımlanan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’e uzak dururlarken, bu ülkelerde hisseler gerilemeye başlamıştı. 2013 yılının başında ise hisselere yönelik boğa yaklaşımı görülürken, MSCI Dünya Endeksi yılı yüzde 24 artışla tamamlamıştı. Ankete katılan profesyonellerin, ABD ekonomisine yönelik görüşü ise, dünyanın en büyük ekonomisinin gelişim gösterdiği yönünde. Bu durum, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) ABD ekonomisi için 2014’te yüzde 2.8 ve 2015’te yüzde 3’lük büyüme tahmini ile de uyuşuyor. Katılımcılar, tüm bunlara rağmen, Euro Bölgesi’ndeki yüksek oranda deflasyon riskinden endişe duyuyorlar. Yüzde 74’lük bir kesim, Euro Bölgesin’de deflasyon tehdidinin yüksek olduğu düşüncesinde. Portekiz gibi bazı ülkeler bireysel olarak bu yıl deflasyonu tecrübe etmiş durumdalar. Ankete katılan küresel piyasa profesyonelleri, Asya’nın en büyük iki ekonomisi hakkında da kötümser görünüyor. Japonya ile ilgili şüpheler büyürken, sadece yüzde 13’lük bir kesim ülkenin yatırım yapılabilir olduğunu düşünmekte. Ocak ayı anketinde aynı oran yüzde 23 düzeyindeydi ve Abenomi’nin yarattığı heyecan ile Mayıs 2013’te ise yüzde 33’teydi. Demek ki, 1 yılda 20 puanlık bir gerileme yaşanmış. Mayıs - Haziran 2014 27 Müze Sultan Sansarcı Edebiyat Konu: Galatasaray ve Futbol Ders: 28 Ülkemizde olduğu kadar yurtdışında elde ettiği başarılar ile de yüzümüzü güldürmeye devam eden Galatasaray Kulübü 1905 yılında, futbol tutkunu bir grup idealist genç tarafından kurulur. Lise yıllarının o deli dolu rüzgârında savrulup giden Ali Sami Yen ve arkadaşları özellikle ders aralarında bir araya gelerek konu ile ilgili fikir alışverişinde bulunurlar. Galatasaray Lisesi’nin bu cevval ve gözü kara gençleri, merhum Mehmet Ata Bey’in Edebiyat dersinde ortaya attıkları bu fikri gerçekleştirmek için harekete geçtiklerinde takvimler 1 Ekim 1905’i gösterir. Ali Sami Yen ve arkadaşlarının teneffüslerdeki alternatifsiz mekanları ise futbol oynamak için bir araya geldikleri Grand Cour’dur. İşte bu toplantılar sırasında şimdiki Galatasaray’ın temelleri atılır. Her biri kendi hikayesinin kahramanı olan bu çocuklar birlikte meydana getirdikleri sinerjinin farkına varırlar. Aralarında benzetme yerindeyse Alexandre Dumas’nın Üç Silahşörleri’ne benzer bir bağlılık vardır. O günden başlayıp günümüze dek süren ve her geçen gün daha da güçlenen Galatasaraylılık ruhu kazanılan tüm başarılarda, alınan tüm galibiyetlerde, kaldırılan her kupada kendini hissettirir. Müdür Bey’in baskılarına rağmen vazgeçmezler. Gençler enerjik ve hayat dolu, okulun müdürü Abdurrahman Şeref Bey de inatçıdır. Futbol oynamalarına izin vermez. Gerekçesi basittir; okulun ‘camları kırılıyor’ Okulda müdürün, dışarıda ise II. Abdülhamid’in baskıları neticesinde bir süre futbol oynamak için bir araya gelemez bu gençler çünkü içinde bulundukları yıllar baskı ve jurnalin yoğun yaşandığı yıllardır. Ancak Ali Sami Yen ve arkadaşları hapsedilmeyi, sürülmeyi göze alarak her hafta İstanbul’un başka bir çayırına giderek gizlice futbol oynarlar. Bu alışkanlıkları kulüpleşinceye kadar devam eder. Galatasaray Kulübü’nün kurucularından Ali Sami Yen o yıllara ilişkin hatıralarını bakın nasıl aktarıyor: Mayıs - Haziran 2014 29 “Her defasında rahmetli Abdurrahman Şeref bizleri, mektebin futbol âşıklarını odasına çağırır, karşısına dizer: ‘Siz yine futbol oynamışsınız öyle mi?’ diye sorardı. Hepimiz susar, bu soruya cevap vermezdik. O zaman aziz müdürümüz yanımıza yaklaşır, tombul eliyle hepimize birer tokat aşkeder, ‘Bir daha top oynadığınızı görmeyeyim’ derdi. Biz tokatları yer, mektepten izinli çıkar çıkmaz en uzak çayıra gider yine futbol oynardık.” Artık onların adı; Galata Sarayı Efendileri Ali Sami Yen ve arkadaşları, 1905’de Kadıköy’de bir Rum ekibiyle karşı karşıya gelirler. İsimsiz olarak çıktıkları bu maçı 2-0 kazanırlar. Onların bu başarısı seyircileri coşturur ve tezahüratlar eşliğinde takımın da ismini koymuş olurlar. Onlar artık “Galata Sarayı Efendileri”dir. Müdür Bey’in uyguladığı baskı ve şiddete rağmen futboldan vazgeçmeyen ve bu aşka sıkı sıkıya sarılan gençlere hayat güzel bir sürpriz yapar ve eski müdür görevden alınarak yerine Tevfik Fikret gelir. İşte bu aşamadan sonra Ali Sami Yen ve arkadaşlarının kaderi değişir çünkü 30 Tevfik Fikret de futbolu sever ve aksine takım kurma ve kulüpleşme aşamasında elinden geleni yaparak mektepten sonra kulübe de büyük destek verir. Böylece Galatasaray Spor Kulübü’nün “hami (koruyucu) başkanlığı”nı da üstlenmiş olur. Şişman Yanko’nun dükkanında doğan renkler Galatasaray takımının ilk renkleri kırmızı-beyaz olarak belirlenmişti ancak çeşitli gerekçeler ile bu renklerden vazgeçilerek dönemin lig federasyonunun teklif ettiği, sarı-siyah renkler de gündeme gelmiş, ancak kalıcı olmayınca yeni renkler bulunması zorunlu hale gelmişti. Ali Sami Yen renk konusundaki bu karmaşaya çözüm bulmak için çeşitli ihtimaller üzerinde durduklarını belirterek şöyle devam eder, “Birçok yeri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı’daki Şişman Yanko’nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu.” Formalar uğurlu geldi Metresi otuz iki kuruş olan bu sarıyla kırmızı renklerden etkilenen gençler oldukça pahalı olmasına rağmen kumaşları alırlar. Ali Sami Bey’in kız kardeşi Samiye (Erer) Hanım bu sarı kırmızı renkteki kumaşları forma olarak diker. İşte bu formaları Galatasaray Futbol Takımı ilk kez 6 Aralık 1908 günü Barhau İngiliz gemisi takımıyla yapılan maçta giyerler ve maçı kazanırlar, peş peşe gelen galibiyetler neticesinde 1908 – 1909 sezonunda ilk şampiyonluğa ulaşılır. Şampiyonluğa giden seride son maçta İmogen ‘i 11-0 yenen “Galata Sarayı Efendileri” şampiyon olan ilk Türk takımı olarak Türk Futbol Tarihi’ne geçer. Kasım ayını bekleyin… O yıllardan bu güne gerek yurt içi gerek yurtdışında sayısız başarıya imza atan ve yüzlerce kupayı kucaklayan Galatasaray Kulübü’nün zaman içinde geçirdiği süreç bir müze çatısı altında yepyeni bir kimlik kazanıyor. Şimdilerde tadilatta bulunan ve takriben Kasım 2014 yılında ziyarete açılacak olan Galatasaray Kulübü Müzesi, hummalı bir çalışma neticesinde yeni çehresi ile misafirlerini ağırlayacak. Kasım ayında müzeyi gezme fırsatı bulacak olan okuyucularımızı bir ön geziye davet ediyor ve Cimbom’un geçmişine doğru keyifli bir yolculuğa çıkarıyoruz, haydi… Ali Sami Yen’den müzenin hikayesi… Ali Sami Yen ve arkadaşları tarafından 1915 yılında kurulan Galatasaray Müzesi’nde yer alan materyaller 6 Aralık 2009 tarihinden bu yana Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi, İstiklal Caddesi No: 90 adresindeki Tarihi Beyoğlu Postanesi’nde sergileniyordu... Galatasaray Spor Kulübü’nün 50. yılı dolayısıyla 1955 yılında yayımlanan kitabın müze ile ilgili bölümünde müzenin kuruluşu bizzat Ali Sami Yen’in anılarından şu şekilde aktarılır. “Vaktiyle donanma cemiyetinin yaptığı teftişlerde birinciliği kazanmak için bütün kudretimizle çalışır, bütün şahsi vasıtalarımızı da bu uğurda kullanırdık. O sırada kotra eksiklerinin tamamlanması için kalafat yerinde sık sık dolaştığımdan bir gün ihtiyar bir gemicinin sattığı bir derin su iskandilini 15 kuruşa almaya muvaffak olmuştum. Çok eski modası geçmiş bir alet idi. Fakat temizleyip parlattıkça gemicilik odamızın masasının üzerinde kendisini gösterdi. Yanına ikinci bir alet getirme hevesi yavaş yavaş denizcilik müzemizin ortaya çıkmasına yol açtı. Kendi vasıtalarımızla almaya muvaffak olamadığımız aletleri de, bizi teşvik etmek isteyen o zamanki Bahriye Nazırı Cemal Paşa’dan almıştık. O tarihte kulüp merkezini Beyoğlu’ndan Kalamış koyuna taşımıştık. Evde kendim için toplamış olduğum spor resimlerini de kulübe getirdim. Mevcut kupalarımıza üç camekân temin etmiştik. Deniz ve kara sporlarına ait hatıralar bir araya gelince cazibesi büyüdü ve bu suretle yavaş yavaş Galatasaray Müzesi ortaya çıktı.” Müze binasına İngilizler el koyunca… Sene 1915. Ali Sami Yen’in Kalamış’taki kulüp lokalinde oluşturduğu ve Türkiye’nin ilk spor müzesi olma özelliğiyle bilinen Galatasaray Müzesi’nde o zamana kadar kazanılan kupalar ile denizcilik malzemeleri sergileniyordu. Savaş sonrasında bu müze binasına İngilizler el koyunca müzede yer alan tüm materyallerin güvenli bir yere taşınması zorunluluğu hasıl oldu. Bu yüzden Ali Sami Yen, bu ilk müzedeki tüm materyalleri o zamanki lise müdürü Salih Arif Bey’e teslim etti. 15 Mayıs 1919 tarihli Genel Kurul kararı neticesinde Galatasaray Müzesi, Galatasaray Lisesi’ndeki yerini alır ve uzun yıllar boyu ziyaretçilerini burada ağırlar. Metin Oktay ve diğerleri… Müzenin birinci katında Galatasaray Lisesi’nin kuruluşundan bugüne öyküsünü ziyaretçilerle buluşturan her türlü materyaller yer alıyor; öğrencilerin giydiği üniformalar, derslerde kullandıkları araç gereç ve okul malzemeleri, pek çok nesne ve o dönemi anlatan fotoğraflar yer alıyor… İkinci katta ise Galatasaray Spor Kulübü’nün kurulduğu 1905’den bu yana kazanılan kupalardan bir kısmı, Metin Oktay’ın forması ve birçok fotoğraf ve spor nesnesi sergileniyor. Atatürk’ün Galatasaray Lisesi’ni ziyaret ettiğinde kahve içtiği fincandan, imzalı fotoğrafına, 2000 yılında kazanılan UEFA Kupasından ve Süper Kupaya kadar Galatasaray Lisesi ve Kulüp tarihinde önemli belgeler ve nesneler hem taraftarları hem de müzeyi ziyaret edenleri selamlıyor. Kasım ayında ziyarete açılacak olan Galatasaray Müzesi bakalım ziyaretçilerine ne gibi sürprizler hazırlıyor… Mayıs - Haziran 2014 31 Söyleşi Ayşegül Aksu Fotoğraflar: Harun Raşid İSTİB Meclis Üyesi Atilla Sümer: “Avrupa ile yarışacak düzeye geldik” 32 İSTİB Meclis Üyesi Atilla Sümer, Yumurtacılık sektöründe özellikle son 10 yılda büyük bir gelişim yaşandığına dikkat çekerek, “Avrupa ile yarışacak teknolojimiz ve kümeslerimiz var artık. Eskiden aşı bile sıkıntıydı ve yurt dışından getiriyorduk ama artık bunu da aştık. Tavukçuluk gelişti, bu da haliyle sektöre olumlu yansıdı. İran, Irak Suriye gibi ülkeler sürekli bizden yumurta istiyor” dedi. Gıda sektöründeki yolculuğunuz ne zaman başladı? Yaklaşık 30 sene oldu. 1975’de üniversiteyi bitirdim, askere gittim, döndüğümde daha ağırlık verdim iş hayatına ama öğrenciyken de hem okuyor hem çalışıyordum. Bu yüzden de zaman zaman okulu aksattım ve bu yüzden işletme fakültesini bir kaç yıl gecikmeli bitirdim. Gıda sektöründe faaliyet göstermeye başladığınız o ilk yıllardan söz eder misiniz? İstanbul’da “Yağ İskelesi” deniyordu bizim yetiştiğimiz yere. Yumurtacılık sektörünün bu günkü aktörleri Unkapanı Yağ İskelesi’nde yetişti. Nejat Ekrem Basmacı da buradan bahsederken hep Balık Pazarı ve Yağ İskelesi diye söz eder. Yağ İskelesi’nde başlayan süreç sonra Rami’de devam etti sanırım? Doğru. Unkapanı’nda başladık biz mesleğe ama sonra oralar istimlak oldu, çarşı kapatıldı ve Rami’ye geldik, 30 sene de burada çalıştık. Yaklaşık 1-2 senedir Rami de boşaldı neredeyse, 3 5 firma kaldı burada faaliyet gösteren. Onlarda yakında dağılır. Büyük kısmımız Mega Center’a geçtik. Yumurtacılık sektöründe uzun yıllar faaliyet göstermiş bir tüccar olarak, sektörün sorunlarına değinir misiniz? Yumurtacılık sektöründe elbette bir takım sıkıntılar var, olmaz mı? Ancak son 10 yılda sektörün önemli bir ilerleme ve gelişme kaydettiği de bir gerçek. Avrupa ile yarışacak teknolojimiz ve kümeslerimiz var artık. Eskiden aşı bile sıkıntıydı ve yurt dışından getiriyorduk ama artık bunu da aştık. Şükür şimdi Avrupa ile yarışır düzeydeyiz. Tavukçuluk gelişti, bu da haliyle sektöre olumlu yansıdı. İran, Irak Suriye gibi ülkeler sürekli bizden yumurta istiyor. Bunun gibi gelişmeler yumurta üreticilerine, özellikle Konya, Çorum, Balıkesir, Manisa gibi bölgelerde tavukçuluğun büyümesi ve gelişmesine zemin hazırladı. GDO’lu yemler ile ilgili sıkıntılara değinelim mi? Yumurtacılık sektöründe ne kadar Mayıs - Haziran 2014 33 Mevsimlerin yumurta fiyatları üzerindeki etkisine değinelim mi? Okulların açılması kapanması, yaz ve kış ayları hep bunlar yumurta fiyatları ve satışını etkileyen gelişmeler. Çünkü bir çocuğun beslenme çantasının olmazsa olmazıdır yumurta. O nedenle okullar açılınca yumurta satışları artar bu da fiyata yansır haliyle. ilerlersek ilerleyelim sorunlar var ve var olmaya devam edecek. Geçtiğimiz sene GDO’lu yemler nedeniyle oldukça ciddi sorunlar yaşandı. 8-10 sene öncesini hatırlarsanız kuş gribi sorunu çıktı ki bu yüzden milyonlarca tavuk itlaf edildi. Sektör çok ağır bir darbe almıştı o zaman. Hala boş duran kümesler var şu anda bile ama büyük ölçüde kendini toparladı sektör. Satışa sunulan ama bizde çok tüketilmeyen likit yumurta üretimi ile ilgili ne söylersiniz? Nasıl pastörize sütler var kabın içinde satılıyor. Yumurtalar da sıvı halde bu tür paketlerin içinde satışa sunuluyor. Bu sağlıklı mı peki? Sağlıklıdır tabi. Avrupa’da yaygın bu. Ağırlıklı olarak ağır sanayi de üretim yapan firmalar kullanıyor bunu. Bisküvi fabrikaları, pastane zincirleri olan firmalar kullanıyor bu pastörize yumurtaları. Aslında bunu tercih etmelerini şu yönden çok mantıklı buluyorum; yumurtanın sadece akını ya da sarısını kullanacaksın. Yumurtaları tek tek kırıp bunların akını sarısını ayırmakla uğraşmak hem zaman hem de iş gücü kaybı, bunun önüne geçmek için pastörize yumurta kullanmak iyi fikir çünkü bu tür yumurtalar da ak ve sarıyı farklı kutularda satışa sunuyorlar. Ülkemizde yumurta tüketimi çok da yaygın değil sanırım? Ülkemizde yumurta oldukça az tüketilen besinler arasında geliyor ne yazık ki! Dünya ülkelerine ve Amerika’ya göre. Sadece sabah kahvaltısında tüketiyoruz. Biz yumurtayı dolaylı yoldan tüketiyoruz, kek ya da börek hatta köftenin içinde yeriz yumurtayı ama pişirip de yiyen sayısı çok az. Çocuklarımıza yumurtayı yedirmeliyiz. Türkiye’de kişi başına tüketilen yumurta miktarı 150 yumurta Amerika ve diğer dünya ülkelerinde ise bu rakam 200’ü buluyor. 34 İSTİB’in çeyrek asırlık çınarı İstanbul Ticaret Borsası’nda 52 yıl boyunca başkanlık görevini yürüten Nejat Ekrem Basmacı’nın istifasından sonra başkanlık koltuğunun sahibi ise eski yönetimde Başkan vekilliği görevini yürüten Atilla Sümer oldu. 2009 yılında devraldığı görevi başarıyla sürdüren Atilla Sümer, görev süresi boyunca borsa çatısı altında bir çok başarılı çalışmaya ve sosyal sorumluluk projesine imza attı. 2013’de yapılan seçimler ile bayrağı Ç. Ali Kopuz’a devreden Atilla Sümer, yeni yönetimde başkan yardımcısı olarak birikimlerini yönetim kuruluna aktarıyor. İş adamı kimliğinize ek olarak İSTİB çatısı altındaki çalışmalarınız ile de tanınıyorsunuz. Çeyrek asırlık bir zaman dilimini geçirdiğiniz İSTİB’in şimdilerde en eski üyesi olarak önem kazanıyorsunuz. Borsa’da 25 yılı geride bırakmak üzeresiniz. Bu uzun dönemi özetlemenizi istesem neler söylersiniz? Evet sizin de vurguladığınız üzere İSTİB’de 25. senemi doldurmak üzereyim. Çeyrek asır, dile kolay. Nejat Basmacı’dan sonra en eski üyelerden biri benim. Aynı zamanda 23 yıldır da TOBB’un delegesiyim. İSTİB’de şu an benim yaşımda ve benim kadar eski başka bir üye yok. 1989’dan beri bu çatı altındayım. Bunun benim için büyük bir onur olduğunu söylemek isterim. Benim borsaya girdiğim o ilk zamanlar 40 yaşlarındaydım ve ben en genç üyeydim çünkü diğer üyelerimizin yaş ortalamaları oldukça yüksekti. Eskiden İSTİB oldukça dışa kapalı bir duruş sergiliyordu. Şimdi ki gibi kendini rahatlıkla ifade eden, iletişimi güçlü bir yapı içinde değildik. Üyelerimiz bazen, ‘sahi borsa’nın yeri nerede, gelmek istesek nasıl ulaşacağız?’ diye sorarlardı. Düşünün artık kendi üyelerimiz bile adresimizi bilmezlerdi. İşte bunun gerekçesi de üyelerin yaş ortalaması olabilir. Ancak şimdiki yönetim aktif, başarılı ve geleceğe yönelik çalışmalar yapıyor. Sosyal sorumluluk da dahil olmak üzere pek çok başarılı projeye imza attık ve çalışmalarımız devam ediyor. Sizin borsaya ilk girdiğiniz yıllardaki dönem ile şimdiki dönem arasında bir değerlendirme yapmanızı istesem… İmza attığı bir çok sosyal sorumluluk projeleri ile de gündeme geliyor İSTİB. Bununla ilgili değerlendirmeleriniz neler? Borsamız bu konuda son derece duyarlı bir duruş sergiliyor. 2011 yılındaydı yanılmıyorsam. Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde başlatılan bir kampanya vardı. Somali ve açlık tehlikesi yaşayan diğer Afrika ülkeleri için destek kampanyası organize edilmişti. İstanbul Ticaret Borsası olarak bizde Somali’ye 1 Milyon TL. bağışlamıştık. Bunun dışında son dönemlerde engelli vatandaşlarımızın iş gücü piyasasına dahil olmalarını sağlayarak ekonomik ve sosyal yönden güçlendirilmesini amaçlayan “Engelleri Aşan Girişimciler’’ projesini hayata geçirdik İSTİB olarak. Eğitime ve gençlerin gelişimine önem veren borsamız bu bağlamda bir diğer sosyal sorumluluk projesini daha hayata geçirdi. Kadıköy Anadolu Erkek İmam Hatip Lisesi’ne kütüphane yaptık. Mayıs - Haziran 2014 35 Haber Kenan Dumanlı ‘Haksız Rekabeti Önleyelim’ TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Dünya Bankası Raporu’nun Türk özel sektörü olarak yıllardır dile getirdikleri sorunların haklılığını tescillediğini belirterek, “Türk özel sektörünün Gümrük Birliği içinden veya dışından haksız rekabete maruz kalması engellenmeli” dedi. İstanbul’da düzenlenen TürkiyeAB Gümrük Birliği Değerlendirme Toplantısı’na TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, AB Türkiye Delegasyonu Temsilci Yardımcısı Bela Szambodi, Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser, Ekonomi Bakanlığı AB Genel Müdürü Murat Yapıcı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkan Yardımcısı ve İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç.Ali Kopuz, İSTİB Yönetim Kurul Başkanı yardımcısı Atilla Sümer, İSTİB Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Yusuf Acar ve İSTİB Meclis Üyesi Mehmet Acar ve iş dünyasından çok sayıda temsilci katıldı. “Sanayimize ve girişimcilerimize güveniyoruz” Başkan Hisarcıklıoğlu, Türk özel sektörü olarak her türlü rekabete hazır olduklarını belirterek, “Sanayimize 36 ve girişimcilerimize sonuna kadar güveniyoruz. Benim burada bahsettiğim Avrupa Birliği’nin değişen yapısına rağmen Gümrük Birliği’nde Türkiye’nin ve Türk özel sektörünün haklarını koruyacak düzenlemelerin bir türlü yapılmamasıdır. Benim burada bahsettiğim bürokratik manevralarla iş adamları için vize konusunun, Türk TIR’ları için transit belgesi konusunun bile bir türlü çözülememesidir. Biz Türk özel sektörü olarak, Avrupa Birliği’nin değişen koşullara göre hakkımızı teslim edeceğine inanıyoruz ve bu konuların çözülmesini talep ediyoruz” dedi. “Gümrük Birliği sağlıklı işlemelidir” Gümrük Birliği’ni, Türkiye’yi ekonomisine yakınlaştıracak, ekonomisiyle bütünleştirecek önemli araç olarak gördüklerini AB AB en be- lirten Hisarcıklıoğlu, “Bu bakımdan Gümrük Birliği sağlıklı işlemelidir. Dünya Bankası’nın bu raporu Türk özel sektörü olarak bizlerin yıllardır dile getirdiği sorunların haklılığını tescillemektedir. Dünya Bankası raporunda da altı çizildiği gibi; AB ile Türkiye arasında, danışma mekanizmaları güçlendirilmeli ve çeşitlendirilmelidir. Türkiye’nin ve Türk özel sektörünün Gümrük Birliği içinden veya dışından haksız rekabete maruz kalması engellenmelidir” şeklinde konuştu. Dünya Bankası’nın, Türkiye- Avrupa Birliği (AB) arasındaki Gümrük Birliği Değerlendirme Raporu’nu değerlendiren DB Türkiye Direktörü Martin Raiser, anlaşmaya yeni bir önlemler paketi gerektiğinin altını çizerek, “Gümrük Birliği’ne yeni bir kan katmak için doğru bir zaman olduğunu düşünüyorum” dedi. İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz’dan Moody’s’e sert çıkış... “Ciddiye Almıyorum!” İSTİB Başkanı Ali Kopuz, Türkiye gündemindeki çeşitli olayları basın açıklalarıyla değerlendirdi. Kopuz, Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunun görünümünü durağandan negatife çevirmesini, “ciddiye almıyorum” diye yorumladı. Moody’s’in açıklamasını değerlendiren İSTİB Başkanı Ç. Ali Kopuz, “Kredi notunu düşürmedi, ama görünümü negatife çevirdi. Doğrusu ben hiç şaşırmadım. Çünkü, sözüm ona bu kuruluşlar, her biri bağımsız olarak çalışıyorlar. Hedefleri doğru dürüst bir analiz yapıp, yatırımcılara yol göstermek değil, kendilerine verilen emirleri en güzel makyajla insanlara sunmak. Bunların açıklamalarının ciddiye alınacak tarafı yok” şeklinde ifade etti. İSTİB Başkanı Ali Kopuz, “2013 yılın- Seçim bitti. Malzemeleri de bitti “Ekonomi ekibimiz bizi mahcup Moody’s’in kararının gerekçesi olarak, “Artan siyasi belirsizlik ve dünya genelinde azalan likidite, ülkenin dış finansman pozisyonu üzerinde baskı oluşturarak, yerli ve yabancı yatırımcıyı olumsuz etkiliyor” açıklaması yapıldığına işaret eden Kopuz, “Ben bu açıklamaya ve görüşe katılmıyorum. Daha düne kadar seçimi bahane edip, akıl almaz senaryolar üretiyorlardı. Şimdi seçim bitti. Malzemeleri de bitti. Sussalar, dolar biraz daha düşecek. Sussalar, ekonomi daha iyi olacak. Onun için durmadan rapor, durmadan açıklama yapıyorlar. Açıklama yaptılar, 2.09’a düşen dolar 2.12’ye çıktı. Bunlar Türkiye’de ekonomik istikrar olmasın diye uğraşıyorlar. Fakat Türk ekonomisi bunlara aldırmadan büyümeye devam edecek. Kimsenin bundan şüphesi olmasın” dedi. etmedi” “Dinlemeyi yapan kim olursa olsun vatan hainidir!” da Türkiye, hem içerden hem de dışarıdan türlü saldırılara uğradı. Ama buna rağmen yüzde 4 büyümeyi başardı. Bu yılın ilk çeyreğinde de iyi bir büyüme performansı göstereceğine inanıyorum” dedi. 2012 sonunda, 2013 yılı için belirlenmiş olan yüzde 4’lük GSYH büyüme hedefinin geçen sonbaharda yüzde 3,6 olarak bir miktar aşağı çekildiğini hatırlatan Kopuz, “Biz ise, İSTİB olarak, ekonomi ekibimizin rapor ve analizleri doğrultusunda, 2013 yılının son çeyreğinin kuvvetli bir reel büyümeye işaret edeceğini ve bu nedenle, daha 1 ay önceden, yani mart ayı başında, 2013 yılının büyüme oranının yüzde 4 ile 4,3 arasında geleceğini belirtmiştik. İSTİB ekonomik araştırmalar ekibinin analizi bizi mahcup etmedi” şeklinde konuşan Başkan Kopuz, “2014 yılının ilk sanayi üretim verisi de bize, 2014 yılının GSYH büyümesine yönelik ilk olumlu sinyali vermiş durumda” dedi. Başkan Kopuz, Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nda gerçekleşen görüşmenin dinlenerek bir sosyal paylaşım sitesinde yayınlanmasına tepki göstererek, “Bu dinlemeyi yapan her kim olursa olsun Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin açık düşmanıdır. Eğer bu dinlemeleri yapan bir cemaat, cemiyet, vakıf ya da dernek ise de vatan hainidir. Ama bilsinler ki, bu millet hainleri asla ve asla unutmaz. Kanun önünde bir gün mutlaka hesap verecekler” dedi. Türkiye’nin güvenliğinin, bağımsızlığının ve istikrarının her türlü değerin üstünde olduğunu kaydeden Ali Kopuz, “Biz bu olaylarda tarafız. Evet, taraf tutuyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokrasinin, istiklalimizin, Türkiye Devleti’nin tarafının tutuyoruz. Türk Milleti kimi seçerse, sandıktan ne çıkarsa başımıza taç ederiz. Türkiye’yi kimse yurtdışından yönetemez” şeklinde konuştu. İSTİB Başkanı Kopuz, “Biz olanlar karşısında ne şaşkınlık içindeyiz, ne de endişe. Hiç korkmuyor, endişe etmiyor ve mücadeleden de yılmıyoruz. Milletimizin yanında, devletimizin arkasında, hukuka saygılı ve demokrasinin de bekçisiyiz” dedi. Mayıs - Haziran 2014 37 Şehir ve Yaşam Sultan Sansarcı Fotoğraflar: Bayram Ali Çakıroğlu İstanbul’dan “LALE” geçti… İstanbul’un simgelerinden biri olan ve yüzyıllar boyu asaletiyle, zarafetiyle şiirlere, şarkılara konu olan Lale her yıl Nisan ayı başlarından Mayıs ayı ortalarına kadar şehrin doyumsuz güzelliğine güzellik katıyor. Parklar, meydanlar değişik renklerde lale ile donatılıyor. İstanbul’da adeta bir lale sarhoşluğu yaşanıyor. Bir devre ismini veren bu zarif çiçek aynı zamanda 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olan şehrimizin de sembolü haline gelmişti. İşte bu güzelliği dillere destan Lale, ağır ağır bu yıl ki devrini kapatarak, seneye yeniden hüküm sürmek için İstanbul’a veda ediyor. 38 Özel soğan gübresi kullanır iseniz… Bahar ile birlikte tüm şehri kuşatan ve İstanbul’a bir renk, bir ahenk katan Lale oldukça hassas bir çiçek. Türlerine bağlı olarak Eylül - Kasım aylarında soğanlarının dikimleri yapılır. Şubat ve Mayıs ayları da çiçeklenme zamanıdır. Orta Asya ve Ön Asya’dan geldiği bilinen Lale’nin dikimi iki ayrı dönemde gerçekleşir. Çiçek soğanları ilkbaharda çiçeklenen güz soğanları ve yazın çiçeklenen yaz soğanları olarak ikiye ayrılırlar. Güz soğanları yaşadığımız yerin iklim şartları göz önünde bulundurularak dikim zamanlarında farklılık gösterebilir. Soğuk bölgelerde Eylül ile Kasım ayları arasında, daha ılıman yerlerde ise Ekim ile Ocak ayları arasında dikilebilirler. Yaz soğanları ise Mart - Haziran ayları arasında dikilebilir. İklim soğuk ise yaza doğru, sıcak ise Mart ayından itibaren dikim gerçekleştirilebilir. Çiçek soğanları ekstra bir gübrelemeye gereksinim göstermezler çünkü soğanlı bitkiler kendi gıda rezervlerini bünyelerinde depolarlar. Ancak Lale’nin ömrünün daha uzun olmasını istiyor iseniz özel soğan gübresini bir alternatif olarak kullanabilirsiniz. Böylece çiçekleriniz sadece uzun ömürlü olmakla kalmaz daha renkli ve canlı olarak varlıklarını sürdürür. Eğer çiçek soğanlarınızı birkaç yıl toprakta bırakmayı düşünüyorsanız, sonbaharda toprağın yavaş yarayışlı LALE SÖZLÜĞÜ Laledan - Lale vazosu Lalefam - Lale renkli Lalegun - Lale renkli Lalegül - Türk Müziği’nde bir makam, kadın ismi Lalehadd - Lale yanaklı Laleli - İstanbul da bir semt Lalelik - Lale vazosu Lalename - Lale için yazılan risale Lalereng - Lale renkli Laleruh - Lale yanaklı, Bir Türk Müziği makamı Laleveş - Lale gibi Lalezar - Lale bahçesi Lalezari - Lale bahçesi sahibi Aşırı ıslak toprak sorun yaratır Lale dikimi esnasında toprağın iyi işlenmiş olması gerekiyor. Bu sadece dikimi kolaylaştırmakla kalmaz aynı zamanda soğanların yeni köklerinin iyi bir başlangıç yapmalarına da yardımcı olur. Tüm toprak türleri çiçek soğanları için uygunluk göstermesine rağmen çiçeklerin bol ve canlı olması ve çürümeden birkaç yıl kullanılması isteniyorsa, besin değeri yüksek, fiziksel özellikleri ideal olan hazır torflarla karıştırılmış ortamda yetiştirilmelidir. Aşırı ıslak toprak sorun yaratabilir. Toprağın dikimden önce iyice çapalanması gereklidir. Aşırı killi toprak üst tabakaya torf ve gübre ilave edilerek uygun hale getirilir. gübre ile beslenmesini sağlamalısınız. Bu ek gıda soğanlarınızın gelecek ilkbaharda sağlıklı bir şekilde çiçeklenmeleri için gerekli gücü toplamasına yardımcı olur. Bu gübreleme her yıl tekrarlanmalıdır. lerin arka kısmına gelecek şekilde dikmeniz gerekir. Soğanların dikim derinlikleriyle ilgili genel kural, soğanın boyunun iki katı derinliğe dikilmeleri gerektiğidir. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, örneğin soğanın çapı 16 cm ise soğanı yaklaşık 30 cm derinliğe, çapı 5 cm ise yaklaşık 10 cm derinliğe dikmeniz önerilmektedir. Dikim derinlikleri soğan paketleri üzerinde ayrıca belirtilmektedir. Yağış almıyorsa, dikimden hemen sonra sulayın Eğer yağmur yağmıyorsa, dikimden hemen sonra soğanları sulamanız önerilir. Soğanlar ıslak toprakta daha çabuk kök oluşturacaklardır ki bu da bitkinin bundan sonraki gelişimi için çok önemlidir. Soğanların çiçeklenmeye başlamalarına kadar olan süre boyunca yağacak olan kış ve ilkbahar yağmurları geri kalan su ihtiyacını gidereceklerdir. Ancak eğer kışın da kuru iklime sahip olan bir bölgede yaşıyorsanız, belirli aralıklarla sulamanız gerekecektir. Kısacası toprağın kurumasına izin verilmemelidir. Güz soğanlarının yapraklardan veya samandan oluşmuş koruyucu bir örtüye pek ihtiyaçları yoktur. Bununla birlikte eğer yaşadığınız bölge çok soğuk olup sürekli don yaşanıyorsa veya kış şartları çok şiddetliyse ve eğer soğanlarınız erken dikildiyse, ölü yapraklarla yada saman ile 10 cm kalınlığındaki bir koruyucu tabaka soğanlarınızı donmaktan koruyacaktır. Kısa laleler öne, uzunlar arkaya dikilmeli Lalelerinizi bahçenizin ya da balkonunuzun güneş gören, yarı gölgeli alanlarına veya ağaç altlarına dikebilirsiniz. Ancak dikim sırasında kısa boylu olanları ön tarafa dikerken, uzun boylu soğanları ise onların arkasına duvar önlerine veya bordür- Mayıs - Haziran 2014 39 Haber Ayşegül Aksu “Ekmek üretim sektöründeki tüm aktörler İSTİB’de...” Ç. Ali Kopuz, devletin yürüttüğü ‘ekmek israfını önleme kampanyasını desteklediklerini belirterek, “Söz konusu ekmek israfının bugünkü parasal karşılığı 1 buçuk milyar liradır. Bu rakam dünya sıralamasında ilk sıralarda olduğumuz un ihracatından elde ettiğimiz bir yıllık gelire eşdeğerdir” dedi. İstanbul Ticaret Borsası öncülüğünde gerçekleşen, ekmek ve fırıncılık sektörünün sorunlarını ele alındığı, “Fırıncılık Çalıştayı” sivil toplum örgütleri katılımcıları ve sektör temsilcilerinin iştiraki ile gerçekleşti. İstanbul Ticaret Borsası Başkanı Ç. Ali Kopuz gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de gelir seviyesi yükseldikçe ekmek başta olmak üzere, tahıl ürünleri tüketiminin azaldığına dikkat çekti. Ekmek tüketimi azalmasına rağmen, 40 ülkemizde obezite sorununun hızla arttığına değinen Başkan Kopuz, “Bu, ekmek tüketimi ile obezite arasında doğrudan bir ilişki kurulamayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Buna rağmen ekmek tüketiminin zararlı olduğu, faydası olmadığıyla ilgili bazı televizyon kanallarında bilhassa programlar yapılıyor. Bu takım popüler diyetler başta olmak üzere, adeta ekmeği karalama kampanyasına dönüşen bazı yayınları kınadığımı ifade etmek istiyorum” dedi. “Parasal karşılığı 24 milyarın üzerinde” Türkiye’de günde 25 bin 300 ton ekmek üretildiğini hatırlatan Kopuz, “ Yıllık ekmek üretimi ise 9,2 milyon ton. 250 gramlık standart ekmeğin büyüklüğü ele alındığında, günde 100 milyonun üzerinde ekmek üretimi gerçekleşmektedir. Yani yılda yaklaşık 37 milyar adet ekmek üretimi gerçekleştiriliyor. Bir yılda üretilen ekmeğin parasal karşılığı 26 milyar liraya yakın. Tüketime baktı- ğımızda ise günde 24 bin, yılda 8,7 milyon ton, yani günde 95 milyon, yılda 35 milyar ekmek tüketiliyor. Bunun parasal karşılığı 24 milyarın üzerindedir” şeklinde konuştu. Ekmek israfına hayır Ç. Ali Kopuz, devletin yürüttüğü ‘ekmek israfını önleme kampanyası’nı desteklediklerini belirterek, “Ülkemizde günde bin 500 ton, yılda 550 bin ton, yani günde 6 milyon adet, yılda da 2,1 milyar ekmeğin israf edildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu ekmek israfının bugünkü parasal karşılığı 1 buçuk milyar TL olup, bu rakam dünya sıralamasında ilk sıralarda olduğumuz un ihracatından elde ettiğimiz bir yıllık gelire eşdeğerdir” açıklamasında bulundu. “Merdiven altı üretime ‘dur’ denmeli” Abdullah Çerman ruhsatsız fırınların faaliyetlerine son verilmesi gerektiğini dile getirerek, “Merdiven altı üretime ‘dur’ denmeli. Fiyat kargaşasının kesin çözüme kavuşması için ilgili kurumlara başvurulmalı. Ekmekte taban ve tavan fiyat oluşturulması sağlanmalı. Halk Ek- mek fabrikasının üretim kapasitesi düşürülmeli, hatta bu kurumun fabrikası sektörün ihtiyacı olan okula dönüştürülmeli. Piyasa denetimi artırılmalı ve cezalandırmadan önce düzeltici, eğitici ve yol gösterici denetimler olmalı. Market içi fırınların kaldırılmalı veya sıkı denetim altına alınmalı; lokanta, börekçi, pideci ve bu gibi mesleklerde kullanılan kara fırınlar gayri sıhhi müessese yönetmeliğine uygun hale getirilmeli. Marketlerin ekmeği müşteri çekme ve ciro artırma aracı olarak kullanmasının önüne geçilmeli. Bayilere yapılan satışların sözleşmeli yapılması yasal hale getirilmeli” dedi. Mayıs - Haziran 2014 41 İstanbul Ticaret Odası Meslek Komitesi Üyesi Ekrem Erdoğan Eğitim ve öğretimin önemi İTO Meslek Komitesi Üyesi Ekrem Erdoğan uzman ve bilgili kadro eksikliğine dikkat çekerek, “Üreticiler, çoğunlukla bilgili ve uzman kişilerden oluşan kadroyu her zaman oluşturamıyorlar. Bu konuda, bu noktada eğitim ve öğretimin önemi bir kez daha karşımıza çıkıyor. Gerek rekabet gerekse yüksek maliyetler sebebiyle yediğimiz ekmeğin insan sağlığına uygunluğu, iyi kalite ekmek yapımı için gereken teknoloji ve sunuşa yönelik ayrıntılar hep ikinci planda yer alıyor” şeklinde konuştu. Ülkemizde ekmek ve fırın ürünleri sektörünün, sanayi oluşumundaki yerini tam olarak alamadığını ifade eden Erdoğan, “Özellikle küçük işletmelerde eğitimli personel yetiştiril- 42 mesi ve istihdam edilmesi konusunda sektörümüz başarılı olamamıştır. Son olarak, sektördeki tüm sıkıntıların yanı sıra ekmek israfının önlenmesi de günümüzde elzem hale gelmiştir” değerlendirmesinde bulundu. “Toplu üretim yapılmadır” İSO Meslek Komitesi Üyesi Turhan Göksu, buğday üretiminde Türkiye’nin hak ettiği noktaya getirilmesi gerektiğini kaydederek, “Bu yollardan biri, ülkemizdeki arazi bölünmüşlüğünü ortadan kaldırarak, arazi toplaştırması yapılarak, çiftçilerin kooperatifleşmesini teşvik ederek toplu üretim yapılmadır. Çiftçilerin girdi ve işçilik maliyetleri düşerek hem ekonomiye olan katkısı artacak, hem de hammadde fiyat- larıyla hak etmiş olduğu değerleri bulacaktır” şeklinde konuştu. “Vitaminli ekmek üretilmeli” Ülkemizde ekmek israfının ciddi rakamlara ulaştığına işaret eden Göksu, “Bu israfın önlenmesi için çözüm yollarından biri, ekmek gramajının 200 grama düşürülmesi uygun olacaktır. AB ülkelerinin bazılarında insanların günlük gereksinimlerini karşılayacak vitamin ihtiyacının giderilmesi için vitamin ilaveli ekmekler üretilmektedir. Bizim ülkemizde de genel olarak insanların beslenmesinde büyük oranda ekmek tüketildiğinden dolayı, genel araştırmalar yapılıp halkımızın günlük vitamin ihtiyacı tespit edilerek vitaminli ekmek üretilmesi konusunda çalışmalar yapılmalıdır” dedi. İstanbul Sanayi Odası Meslek Komitesi Üyesi Turhan Göksu “Kentsel dönüşüm bir fırsata dönüştürülebilir” Halk Ekmek Genel Müdürü Salih Bekaroğlu, fırıncılık sektöründeki sorunların çözülmesi için güçlü bir iradenin oluşması gerektiğine vurgu yaparak, “Bu bağlamda, politik kaygılardan uzak, rasyonel kararların alınıp uygulanması şarttır. Sektörün yeniden yapılandırılmasını sağlayacak teşviklerin verilmesi gerekir” diye sözlerine devam etti. “Sektörle ilgili gerekli yasal düzenlemeler ilgili kurum ve kişiler tarafından anlaşılabilir, net ve çelişkilerden uzak hale getirilmeli ve bu konuda güçlü bir denetim mekanizması oluşturulmalı” diyen Salih Bekaroğlu, “Denetim sistemi merkezi yönetimden yerel yönetimlere Halk Ekmek Genel Müdürü Salih Bekaroğlu İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Fahri Özer kaydırılmalı. Tabii bu mevzuatlar oluşturulurken mutlaka sizlerle görüşülmeli ve problemler orada giderilecek şekilde kaleme alınmalı. Bina altlarındaki fırınların bulundukları binaların dayanıklılığını yüksek oranda tehdit etmektedir. Fırın sektörünün yeniden yapılandırılması için büyükşehirlerdeki kentsel dönüşüm projeleri büyük bir fırsata dönüştürülebilir” dedi. Çalışan personel ve işe yeni alınacak personelin eğitimi ve sertifikalandırılması için Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler ve meslek örgütleriyle işbirliği yapılması gerektiğini belirten Salih Bekaroğlu, “Gıda mühendisliği bölümü olan üniversitelerde fırıncılık meslek yüksekokulu açılmalı, bu yüksekokullarda uygulamaya yönelik fırıncılık uygulama işletmeleri kurulması faydalı olacaktır. Mevcut fırınlarda çalışanlara en az 3 aylık eğitim verilerek sertifika almaları sağlanmalı ve mağdur edilmeden istihdamları temin edilmelidir. Yeni işe girecek olanlar için fırıncılık okulu mezuniyeti veya sertifika şartı aranmalıdır” şeklinde konuştu. Personel eğitimi şart Halk Ekmek Genel Müdürü Salih Bekaroğlu, Avrupa’da ekmek çeşitliliği hızla artmakta ve insan sağlığına uygun kaliteli ve besleyici ürünler üretilmekteyken, ülkemizde sınırlı sayıda ekmek çeşidi bulunmasından şikâyet etti. Hızla artan fırın sayısına dikkat İstanbul Fırıncılar Odası Başkanı Fahri Özer sektöre ilk girdiği dönem 2 bin olan fırın sayısının hızla arttığını belirterek, “Şimdilerde bu rakam 3 bin 500’ü buldu. 1963’ten beri İstanbul’da fırıncılık yapıyoruz. Ben de bilirdim ruhsatsız fırın yapmayı. Biz korktuk. Bizim babalarımız fırın yaparken kiralık yer aramadı. Önce yeni gelişmiş, gelişmekte olan bir yer buldu. Ondan sonra gitti oradan arsa aldı, üzerine binasını yaptı. O günkü koşullara göre de dizayn etti, ruhsatını aldı” dedi. Mayıs - Haziran 2014 43 Haber Bozkurt Özserezli İSTİB, İTO ve İSO’dan kereste için büyük atılım Sivil toplum örgütlerinin ilgili meslek komiteleri temsilcileri, T.C. Orman Genel Müdürlüğü’nde ve Türk Standartları Enstitüsü (TSE)’nde bir araya gelerek kereste standartlarındaki sorunlar ve çözüm önerileri üzerine görüşmeler yaptı. İstanbul Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Yusuf Acar, İTO, İSO ve İSTİB olarak kerestecilerin sorunları hususunda ilgili meslek komiteleri temsilcileri olarak bir araya geldiklerini belirtti. Bu zeminde gerçekleşecek çalışmaları için akademik destek aldıklarını kaydeden Yusuf Acar, daha önce İSTİB’de gerçekleşen toplantı sonrasında, sektörün sorunlarını bir rapor halinde hazırladıklarını ifade ederek, sektörün sorunlarının yeni olmadığının, TOBB’un 2012 yılında, konu hakkında bir rapor hazırladığının altı çizdi. 44 TSE belgeleri olmadığı için… Toplantı kapsamında gerçekleşen görüşmelerde heyet, piyasadaki bazı aktörlerin talebi doğrultusunda yanlış ölçülerde kereste ürünlerinin iç piyasaya girdiğini Orman Genel Müdürlüğü ve TSE’deki muhataplarına anlattı. Söz konusu ürünlerin, ticari ahlaka aykırı bir şekilde, tüketiciyi aldatarak satılmakta olduğu ifade edildi. Bu kerestelerin, TSE belgeleri olmadığı için bu şekilde farklı ölçülerde satıldığı, Bu ticari faaliyetin piyasada haksız rekabete yol açtığı vurgulandı. Bir sektörde CENELEC standardı (EN) var ise TSE Genel Sekreteri Üzeyir Karagöz, TSE Avrupa Standardizasyon Komitesi ve Avrupa Elektroteknik Standardizasyon Komitesi’ne tam üye olduğunu belirterek, eğer bir sektörde CENELEC standardı (EN) var ise, AB’nin ulusal standartlara müsaade etmediğini kaydetti. Bu sebepten ötürü zamanında Orman Ürünleri Sanayii Genel Müdürlüğü (ORÜS) tarafından hazırlanan ve TSE tarafından onaylanan standartların, “EN” ile ortadan kalktığına değindi. Ancak ülkelere dair milli sapmalar var ise, “EN”de olmayan bu sapmalar AB nezdinde tadil istenerek düzeltilebilir. Diğer bir ifadeyle, ülkelere ait bir milli sapmalar var ise, bunun düzeltme talebi (tadil) yapılabilir. Bu unsurların hazırlanmasında, teknik komitelerde sektör temsilcilerinin mutlaka bulunması gerekmekte. Avrupa’daki standartlar belirlenecek Toplantı kapsamında; TSE belgelerinin zorunlu olmamasından ötürü, standartları mecburi hale getirmek ancak sektördeki aktörlerin teamülleri sonunda olabileceği, örneğin kamu kurumları ya da özel sektör temsilcileri mal alırken aldığı kerestelerin TSE belgeli olmasını istemesi üzerinde durulmuştur. Heyet, gerek Avrupa’daki standartların belirlenmesinde ve teklif edilecek milli sapmaların belirtilmesinde, gerek ise yurtiçi standartların oluşmasında TSE ile ileriki zamanlarda birlikte çalışması hususunda mutabık kalmıştır. Heyette Bulunanlar: • Yusuf Acar İSTİB Yönetim Kurulu Üyesi • Emin Demirci İSTİB Orman Mahsulleri Mk. Kom.ve Mec. Üy. • Sabri Tever İSO Orman Ürünleri Kom. ve Mec. Üy. • Celal Yıldırım İTO Orman Ürünleri Kom. ve Mec. Üy. İkitelli Keresteciler Sitesi Koop. Başk. • Semih Dede İTO Orman Ürünleri Komitesi ve Meclis Üyesi • Prof. Dr. Gürsel Çolakoğlu Karadeniz Teknik Üniversitesi – Orman Fakültesi • Prof. Dr. Öner Ünsal İstanbul Üniversitesi – Orman Fakültesi • Bozkurt Özserezli İSTİB Araş. Proje ve İş Geliştirme Şubesi Heyetin T.C. Orman Genel Müdürlüğünde görüştüğü kişiler • İsmail Üzmez Genel Müdür • Kenan Akyüz İşletme ve Pazarlama Dairesi Başkanı Heyetin TSE’de görüştüğü kişiler • Üzeyir Karagöz Genel Sekreter • Hüseyin Öztürk İhtisas Kurulları Grup Başkanı • Ramazan Usta Merkez Başkanı Mayıs - Haziran 2014 45 Cultura Europa Bozkurt Özserezli [email protected] Biyoyakıt ve gıda güvenliği: Gıda mı yakıt mı? İstanbul Ticaret Borsası Araştırma Proje ve İş Geliştirme Şubesi Müdürü Dünya’da biyoyakıt üretimi son 10 senede 5’e katlanarak, 20 milyar litreden, 100 milyar litreye ulaşmıştır. Petrol fiyatlarının yüksek olması ve rezervlerinin gittikçe azalması, biyoyakıtı her geçen gün daha cazip kılmaktadır. Gelecekte, biyoenerji, tarımsal hammaddelerin üzerindeki baskıyı artıracak, su ve toprak savaşlarını kaçınılmaz kılacaktır. Not: Yazıdaki veriler farklı raporlardan alınmıştır, konu hakkında tavsiye edeceğim en kapsamlı rapor, geçen sene Dünya Gıda Güvenliği Komitesi, CFS (ya da CSA) tarafından yayınlanan “Biyoyakıt ve Gıda Güvenliği” olacaktır. Düzeltme: Geçen sayıdaki yazımda Biyogüvenlik Kurulu’nun 13 GDO’lu ürüne izin verdiğini yazmıştım. Aslında “13 mısır ve 3 soya” olmak üzere 16 olması gerekirdi. 46 Tarımın esas amacı kuşkusuz “beslenme”dir. FAO’ya göre, 2006 yılına referansla, 9 milyara ulaşacak Dünya nüfusu, 2050 senesinde %60 daha fazla tarımsal ürüne ihtiyaç olacaktır. Bu da daha fazla su, gübre ve toprak demektir. Gıda güvenliğinin (ya da güvencesinin) en büyük tehditlerinden biri tarımsal ürünlerin beslenme yerine enerji ihtiyaçlarını karşılama amacıyla üretilmesidir. Biyoyakıtlar, FAO tarafından 1996’da belirlenen, gıda güvenliği tanımının 4 temeline (bulunabilirilik, erişim, kullanım ve istikrar) doğrudan etki etmektedir. Bakanlığımızın tanımına göre, biyoyakıt iki şekilde sınıflandırılmaktadır. Biyoetanol, içerisinde etil alkol bulunan, hammaddesi şeker pancarı, mısır, buğday ve odunsular gibi şeker, nişasta veya selüloz özlü tarımsal ürünlerin fermantasyonu ile elde edilen ve benzinle belirli oranlarda harmanlanarak kullanılan alternatif bir yakıttır. Biyodizel, kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların veya hayvansal yağların bir katalizatör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile (metanol ve ya etanol) reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan bir üründür. 70’li yıllarda fosil enerjiye alternatif olarak ortaya çıkan biyoyakıtlar, birkaç sene önceki petrol krizinden sonra tekrar ivme kazanmıştır. Artan biyoyakıt kullanımı, 2007-2008 gıda krizinin en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilmiştir. HLPE, küresel biyoyakıt kullanım payı %1,5-2’den, 2020 yılında, gelişmiş olan ülkelerde %8’e, gelişmekte olan ülkelerde ise %6’ya çıkacağı tahmin etmektedir. FAO ve İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı’nın (OECD ya da OCDE) öngörülerine göre, biyoyakıt üretimi gelecek 10 senede ikiye katlanacaktır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre ise, 2050 yılında, Dünya’daki tarımsal arazilerin 1/6’sı yani yaklaşık 250 milyon hektar alan, biyoyakıt üretimine ayrılacaktır. ABD ile AB arasında iki farklı tarımsal yakıt stratejisi oluşmuştur. Avrupa ülkeleri Dünya’daki biyodizelin yaklaşık yarısını üretip tüketirken, ABD ise Dünya’daki biyoetanolün %60’ından fazlasını üretip Tarımsal yakıt (biofuel-agrocarburant) gelişimi 1980-2011 (milyar litre) Kaynak: High Level Panel of Experts on Food Security and Nutrition, 2012 tüketmektedir. 2007’deki petrol krizinden sonra, gelişmiş ülkelerde uygulanan kamu politikaları (vergi, kota, gümrük, belli oranda akaryakıta ikame zorunluluğu vb. uygulamalar), geri dönüşülebilir enerjileri özendirmektedir. Özellikle, AB’nin (2020 stratejisi) ve ABD’nin (farmbill) tarım politikaları biyoyakıtı teşvik etmektedir. ABD’de üretilen mısırın (ki bu Dünya’daki mısır üretiminin yaklaşık yarısıdır) %30’u, Brezilya’da üretilen şeker kamışının %50’si biyoetanol, AB’de ise başta kolza yağı olmak üzere, yağlı tohumların yaklaşık yarısı biyodizel üretimine harcanmaktadır. Örneğin, ABD’de 2001 yılında, 6,4 milyar litre olan biyoetanol üretimi, 2011 yılında 52,6 Milyara ulaşmıştır. AB, 2020 hedefindeki, enerjisinin %10’luk kısmını biyoyakıttan karşılama hedefini, 2012 yılındaki direktifle %5’e düşürdü; zira önceki hedefi tutturabilmesi için, 20 ila 30 milyon hektarlık araziye ihtiyacı olduğu tahmin edilmekteydi. Bu sayı Türkiye’deki ekilebilir araziye yaklaşık olarak tekabül etmektedir. AB bu ihtiyacı ancak kıtası dışında karşılayabilirdi. 2008 senesindeki finansal kriz, yatırımcıları tarımsal emtialara yöneltmiş ve üçüncü Dünya ülkelerindeki tarımsal arazi kiralamaları ve satın almaları büyük bir ivme kazanmıştır. Gelişmiş olan ülkeler, yatırım fonları, çok uluslu şirketler Afrika, Asya ve Güney Amerika başta olmak üzere, uzun vadeli kiralamalar ya da satın almalar ile toprak gaspına [“land grabing” (ing.) “accaparement des terres” (fr.)] başlamıştır. Dünya Gıda Güvenliği Komitesi (CFS)’ye göre, bu alanların 2/3’ü biyoyakıt yatırımı için kullanılmaktadır. Birçok sivil toplum örgütünün topladığı ortak verilere göre, 2000 yılından 2011 yılına kadar, 1217 anlaşma ile 83 milyon hektar tarımsal alan el değiştirmiştir. Bu alanların 52,6 milyon hektarı Afrika’dadır. Bu miktar, kıtadaki tarım arazilerinin yaklaşık %5’ne denk gelmektedir. Yani yaklaşık olarak Kenya’nın yüzölçümüne eşdeğerdir. Örneğin, FAO verilerine göre, halkının 1/3’ü açlık sınırının altında olan Sudan’da, 10 milyon hektar tarımsal alan uzun vadeli kiralanmış ya da satılmıştır. Son 5 senede, Brezilya’ya şekerkamışı üretimi için yapılan yabancı yatırımların 22 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. 2006 yılında şekerkamışı arazilerinin %3’ü yabancı yatırımcılara ait iken, CFS’ye göre 2013 yılında, bu oran %33’e çıkmıştır. Malezya, Tayland, Endonezya ve Hindistan gibi ülkelerde ise, biyoyakıt için, palm yağı üretimi gittikçe artmaktadır. FAO ve OCDE tahminlerine göre, Arjantin’in, soya ile 2020 yılında, Dünya’daki biyodizel üretiminin %8’ini karşılayacağı öngörülmektedir. Dünya Bankasına göre, 2014 yılı sonunda, ABD’yi geçerek, Dünya’nın en büyük ekonomisi olacak olan Çin, petrol ihtiyacının %55’ini ithal etmektedir. 2030 yılında ise bu oran %75 olacaktır. Çin, 2020 yılında, enerji ihtiyacının %15’ini geri dönüşülebilir kaynaklardan elde etmeyi hedeflemektedir. Bu hedefler doğrultusunda, 2020 yılında 10 milyar litre biyoetanol ve 2 milyar litre biyodizel üretmeyi öngörmektedir. Bu amaçlar ülkenin mısır üretiminin %2’sine (32 milyon ton) toplam hububat üretiminin ise %6’sına eşdeğerdir. Tabloda görüldüğü üzere, biyoyakıt üretimi son 10 senede 5’e katlanarak, 20 milyar litreden, 100 milyar litreye ulaşmıştır. Petrol fiyatlarının yüksek olması ve rezervlerinin gittikçe azalması, biyoyakıtı her geçen gün daha cazip kılmaktadır. Gelecekte, biyoenerji, tarımsal hammaddelerin üzerindeki baskıyı artıracak, su ve toprak savaşlarını kaçınılmaz kılacaktır. Mayıs - Haziran 2014 47 Söyleşi Sultan Sansarcı “Ölüm sandığımız kadar uzak değil” 48 Esaretten kurtulmasının üzerinden aylar geçti. Hayatına ve mesleğine kaldığı yerden devam ediyor Bünyamin Aygün. Geçen 4-5 aylık zaman diliminde neler değişti hayat algısında merak ediyorum. “Tüm bu olaylardan sonra ister istemez bir değişim yaşıyorsunuz iç dünyanızda” diyen Aygün, “Maneviyatımın güçlendiğini söyleyebilirim. Maddiyattan uzaklaştım. Evimin hangi lüks semtte olduğu, arabamın modeli ve giysilerimin markasının hiçbir anlamı olmadığını gördüm. Bu dünyanın bir sonu var ve ölüm bizim sandığımız kadar bize uzak değil” şeklinde konuşuyor. Bünyamin Aygün, meslekte 20 yılı geride bırakma hazırlığında bir basın emekçisi. Gazeteciliği bir meslek olarak algılamanın ötesinde bir yaşam biçim olarak değerlendiren azınlıktan. Haberciliğin en meşakkatli kulvarında koşuyor o. Savaş bölgelerinde, sıcak çatışmaların göbeğinde çektiği fotoğraflar, yaptığı haberler ile tanınıyor. Hayalet Komutan olarak bilinen Heysem Topalca ile röportaj yapmak için gittiği Suriye’de esir düşen ve 40 gün boyunca hayatının en zor günlerini geçiren başarılı gazeteci ile hayat algısını değiştiren bu olay ve meslek ilkeleri üzerine konuştuk… “Yeni jenerasyon bu duyguyu kaçırdı” ku ile bağlı olanlar için değişmez “Bizim zamanımızda gazeteciliğin bir saygınlığı vardı” vurgusunu yapardı mesleği 70’li yıllarda icra eden ablalarımız, ağabeylerimiz. Günümüzdeki gidişattan pek de hoşnut olmadıklarını belli edercesine. Mesleğin böylesi kan kaybediyor olmasının gerekçesini ise “hafife alınması” olarak yorumlarlardı. Onlar ile aynı fikri paylaşıyor Milliyet Gazetesi Foto Muhabiri Bünyamin Aygün ve cümlelerine şöyle devam ediyor, “Gazetecilik bir iş değil bir yaşam biçimidir. Bu mesleğe tut- bu duyguyu kaçırdığı için, 70’lerin bir kuraldır. Yeni jenerasyon bence 80’lerin parlak gazeteciliği yok şu anda. Herkesin gazeteci olduğu bir dönemdeyiz. Neyi nasıl yazdığınızın önemi yok artık, çok güçlü bir kaleminizin olmasına da gerek yok. Az biraz popüler bir kimlik iseniz ve bir gazetede yazmak istiyorsanız yeriniz hazır olabiliyor. Ben iki kuşak arasında mesleği icra eden bir gazeteciyim, yeni kuşak ile o, 70’li 80’li yılların gazetecileri arasındayım o nedenle bu tespiti çok kolay yapabiliyorum” Mayıs - Haziran 2014 49 di bana. Filistin intifadası, çeşitli tatbikatlar, doğal afetler derken, baktım keyif alıyorum böyle haberler yapmaktan, bu alana kanalize olmaya karar verdim” “Hiç şikâyet etmedim” Zor koşullarda yaşamaktan ve görev yapmaktan hiç şikâyetçi olmadığını dile getiren Aygün, “Felaket bölgelerinde, savaş ve çatışma ortamlarında sıkıntılı zamanlar geçirirdik. Yiyecek ve su bulamadığımız zamanlar oldu, yatacak yer olmadığı için arabada da kaldık ama ben hiç bunlardan şikâyet etmedim. Çünkü oradan çektiğim bir kare fotoğrafın, yazılacak bir satır haberin kamuoyunun dikkatini çekerek, oraya daha çok yardım gelmesini sağlayacağını biliyorum” şeklinde konuşuyor. “Bu meslek bana öğretti ki…!” “2. Körfez Savaşı”, fitili ateşledi Bünyamin Aygün, mesleğin kişiliğine ve yaşam felsefesine olumlu bir takım etkileri olduğuna değinerek, “Olay örgüsünü ve şartları öğrenmeden insanları hatalarından dolayı yargılamamayı, kimi olayların göründüğü gibi olmadığını öğrendim. Bu meslek bana geniş düşünmeyi ve detaya inmeyi öğretti. Olayları sadece görünüş şekliyle değil de bir kaç açıdan ele almak gerektiğini öğretti. ikincisi; izin günümde ya da tatilde yaşadığım ve tanıklık ettiğim her olaya haber olarak bakmayı öğrendim. Hayata ve insanlara vizörün ardından, bir fotoğraf kadrajından bakıyorum” diyor. Savaş muhabirliği zordur. Benzetme yerindeyse ‘kelle koltukta’ çalışırsınız. Eğer hayata karşı az buçuk cengaver bir duruşunuz yok ise asla ve asla bu kulvarda koşamazsınız, nefesiniz ve gücünüz yetmez yorulursunuz. Maşallahı var Bünyamin Aygün bırakın koşmayı bu alanda depar bile atıyor. “Nasıl karar verdin savaş bölgelerinde çalışmaya?” soruma, bakın nasıl yanıt veriyor; “2002’de Doğan Haber Ajansı’nda çalışırken ABD ile Irak arasında 2. Körfez Savaşı patlak verdi. 2.5 ay sınırda görev aldım. Savaş atmosferinin tam da içine girmediğimiz için çok da heyecanlı ve keyifli gel- 50 “Tehlike aynı tehlike” Savaş bölgesinde görev yapan bir gazeteci ile İstanbul’un göbeğinde görev yapan bir gazetecinin aynı oranda tehlike içinde olduğunu iddia ediyor Bünyamin Aygün. Çok da inandırıcı bulmadığım bu yaklaşıma itiraz etmeye yelteniyorum, sözümü kesiyor. Gerekçesini şu cümleler ile sağlam bir zemine oturtmaya çalışıyor Aygün, diyor ki; “Burada görev yapan meslektaşlarımızla birlikte daha bir cephe gerisinden takip ederiz gelişmeleri. Çok nadir zamanlarda çatışma ortamlarında kalırız. Üstelik savaş bölgesindeki gazeteciler çok da iyi bir şekilde korunur.” “Bu defa her şeyi doğru yaptım” Tam da bu noktada; “Çok iyi korunuyor olmana rağmen esir düştün ama” sorusunu yöneltiyorum usta gazeteciye; gülümsüyor ve “Kaderin önüne geçilmez” yanıtını veriyor. İki yıldır bir çok kez gittiği Suriye’de neden bu defa yakalandığını, attığı hangi yanlış adımın onu 40 günlük esarete sürüklediğini soruyorum, anlatıyor Bünyamin Aygün, “Doğrusunu istersen Suriye’ye bu gidişimde ilk defa her şeyi doğru yaptım. Diğerlerinin aksine çok bilinçliydi attığım adımlar ve girişimlerim ama kaderinden kaçamıyor insan, olması gerekiyormuş demek ki! Röportajımı yapacak ve aynı gün geri dönecektim. Koruma sözü de aldım Türkmenler’den. Ancak şartlar öyle bir noktaya geldi ki, geri dönemedim, bir gece kalmak zorunluluğu ortaya çıktı. O gece karar vermeliydim, ya röportajı yapmadan geri dönecek ya da değişen şartlara rağmen, tehlikeyi göze alıp devam edecektim ve ben tercihimi yaptım” diyor. “Olmadı işte, yakalandım” Hayalet komutan denilen Heysem Topalca ile röportaj yapmaktı amacı. Savaş bölgesinde, tam da ateşin kalbinde bütün El Kaide’nin aradığı bir adam ile bir araya gelecekti. Bir gazeteci için bulunmaz bir fırsattı bu. Değerlendirmek istedi ama olmadı. Ava giderken avlandı. El Ka- ide militanlarına esir düştü ve 40 günlük esareti böylece başladı. O süreci anlatırken yüzü gölgeleniyor Bünyamin Aygün’ün, “Gittiğim bölge Özgür Suriye Ordusu’nun yani muhaliflerin elindeydi. Üstelik beni alan örgütün orada etkinliği çok çok azdı. Yanımda 3 silahlı koruma var. Beni çağıran kişinin de koruma sözü var. Tüm bunların toplamı oraya gitmek için yeterli bir sebepti. Ancak olmadı işte, yakalandım. Çok acı çektim, çok zor bir süreçti. Beni alan örgütün elinden kurtulan esir olmamış. Ancak kendi rızalarıyla bırakırlarsa o ayrı. İnfaz kararım verildi artık sonumu bekliyorum” şeklinde konuşuyor. “Rüyalarım umut telkin etti” Elleri, ayakları ve gözleri bağlı şekilde, küçücük bir hücrede geçirilen 40 gün her ne kadar Aygün’ü büyük bir korku ve paniğe sürüklese de gördüğü rüyalar az da olsa umut telkin ediyormuş, “ Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu’nu ve başbakanımızı görüyorum sürekli ve benimle ilgili açıklama yapıyorlar, ‘o kardeşimizi kurtaracağız’ şeklinde. Uyandığımda bunun bir işaret olduğunu, 7080 milyonluk bir ülkenin vatandaşı olduğumu, elbette beni bu bir avuç insana bırakmayacaklarını düşünüp kendimi teselli ediyorum” diyor. Hayata kaldığı yerden devam MİT’in yoğun girişimleri ve Özgür Suriye Ordusu’nun yaptığı bir operasyonla kurtarılan Bünyamin Aygün ülkesine, ailesine ve sevdiklerine kavuştu. Hayatına ve mesleğine kaldığı yerden devam ediyor. Kurtarılmasının ardından geçen 4-5 aylık zaman diliminde neler değişti hayat algısında merak ediyorum. Aldığı bir ders, çıkardığı bir sonuç var mı tüm bu olanlardan öğrenmek istiyorum. “İHH’nın da kurtarılmamda etkisi vardı. Takipçim oldular, o bölgelerde çok etkinler, sağolsunlar” diye başlıyor cümlesine ve devam ediyor başarılı gazeteci, “Tüm bu olaylardan sonra ister istemez bir değişim yaşıyorsunuz iç dünyanızda. Maneviyatımın güçlendiğini söyleyebilirim. Maddiyattan uzaklaştım. Evimin hangi lüks semtte olduğu, arabamın modeli ve giysilerimin markasının hiçbir anlamı olmadığını gördüm. Bu dünyanın bir sonu var ve ölüm bizim sandığımız kadar bize uzak değil. Hiç ummadığınız bir anda sizi yakalayabilir” Mayıs - Haziran 2014 51 Eğitim Melis Şentürk Uzman Eğitimci Zekai Şekerci, “Yeni Türkiye” hedefine ancak yeni bir eğitim anlayışıyla ulaşılabileceğini söyledi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu yönde attığı adımlar olduğunu belirten Şekerci, “Eskiyen, problem oluşturan, yama mantığıyla kurtarılamayan alanların üstü çizilip eğitim plan ve programları cesurca yenilenebilmeli” diyor. Eğitim insanî bir faaliyetttir ‘Yeni Türkiye’ yönelişinde kökten ele alınması gerekli en önemli kurumun “eğitim” olduğunu ifade ediyorsunuz, bunun gerekçesini paylaşır mısınız? Eğitim genellikle geçmiş dönemlerdeki parametreler üzerine oturuyor. Ülkenin içine kapanık, kendi kültüründen uzaklaşma eğiliminde olduğu, savunma reflekslerini öne çıkardığı; kendisiyle, tarihiyle, doğayla barışık olmadığı dönemin ürünü olan parametreler bugün yeniden ele alınmalı. Eğitimin tüm girdi çıktıları, tüm bileşenleri bu yaklaşımla etüd edilmeli. Böylece eskiyen, problem oluşturan, yama mantığıyla kurtarılamayan alanların üstü çizilip eğitim plan ve programları cesurca yenilenebilmeli. Bu, eğitimde reform anlamına gelecektir. Peki Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu yönde attığı adımları yeterli buluyor musunuz? 52 Şair ve hikayecilerin isimlerini ezberleyen değil, şiir ve hikaye yazabilen öğrenciler yetiştirmeliyiz. Ellbette, MEB her yönüyle yetkili ve bir o kadar da sorumlu olduğu bu alanda önemli adımlar atıyor. “Yapılandırıcı eğitim, okul türlerine yönelik düzenlemeler, 4 + 4 + 4 düzenlemesi hatta Fatih Projesi...” bu kapsamında değerlendirilebilir. Bir eğitimci perspektifinden bakarsanız; Eğitim sistemimizdeki sorunlar ve aksaklıklar neler? Eğitim ortamları bazı istisnalar hariç, “üretici” bir mantıktan çok tüketici bir yaklaşım üzerine oturuyor. Oldukça önemli ve saatlerce konuşabilecek olan bu başlık; eğitim öğretim planlarından, bu planların dayandığı “temel bakış açısından”, öğretmen yetiştiren fakültelerden, öğretmen niteliğinden, okul ve sınıflara kadar bir çok bileşeni yakından ilgilendiriyor. Okullarımız; ne tarih, ne coğrafya, ne edebiyat alanında “üretici” konumdadır. Örneğin, Türkçe - Edebiyat derslerinde yüzlerce şairin, yazarın, binlerce eseri ismen ezberletilir ama, bir şiir yazımı, bir hikaye yazımı veya daha ileri boyutta basit bir senaryo yazım denemesi pek gündeme alınmaz; öğrenciler istese de öğretmenler pek yanaşmaz, uğraşmak istemez. Bu trajik durum yalnız sosyal alanlarda değil, diğer alanlarda da böyledir. Sayısal dersler için de aynı durum geçerli sanırım… Nitekim, özellikle ortaokul ve liselerde matematik, fizik, kimya gibi dersler “zor ve itici” dersler olarak görülür ve geçiştirilir. Halbuki son derece zevkli, nitelikli, neşeli Okullardan eksik bilgilerle mezun olan öğrenciler, asıl eğitim ‘iş ortamlarında’ alıyor. Öğrenciler eksiklerini iş dünyasının hızlı kulvarında gidermeye çalışıyor. ve ufuk açıcı derslerdir. Ancak bu derslerin içeriği yaşanan hayatla bütünleştirilmeyince, dersler, hatta öğretmenler bu konuma düşüyor. Örneğin, fizikte üniversite giriş sınavlarında “yüzde 100 doğru” yapan bir öğrenci, basit bir elektrik devresini kuramayabilir ya da doğada karşılaşacağı iki taştan birinin niçin daha ağır olduğuna dair fikir yürütemeyebilir. Okullardan bu eksikliklerle mezun olan öğrencilerin, asıl eğitim alanları ise ne yazık ki “iş ortamları” dır. Dolayısıyla yılların eksikliği - aksaklığı iş dünyasının grift ve hızlı kulvarlarında giderilmeye, tamamlanmaya çalışılır. Eğitim ortamlarının “bireyde, beceri - yetenek geliştirmede zaafa uğradığını” ifade ettiniz, bunu detaylandırır mısınız? Bilgi ve beceri yerine, insanımızı sanal bilgilerle, fantezilerle donatmayı başarı sayıyoruz. Bunun için hiçbir okulumuzda laboratuvar yok, hiçbirimiz Ahmet Haşim’in el yazısı müsveddelerine ulaşamıyor; hiçbirimiz Lozan Anlaşması’nın orijinaline veya orijinal kopyasına dokunamıyoruz. Bundan dolayı biyoloji öğretmenlerimiz kertenkeleyi daha çok kitaptaki resimlerinden tanıyor ve bundan dolayı, doktorlarımız zehirli veya şifalı otlar noktasında bir aborjin kadar yetenek sahibi değil. rıcı öğretim” modelini önemsedi; fakat hedeflenenlere ulaşabilmek için aşılacak yollar hiç de kısa görünmüyor. Bütün bu sanal, parçalı buçuklu, sistematik olmaktan uzak ve henüz beceriye dönüşmemiş bilgiyi, bireyde “donanım” haline getirmek, okul sonrasına kalıyor; hayatın akışına ve iş dünyasına kalıyor. Söylemleriniz bağlamında “Eğitim, genel ve anlaşılmaz bir tutum olarak “doğayı anlama ve benimseme” yaklaşımdan uzaklaşıyor” yargısında bulunabilir miyiz? Kesinlikle evet! Eğitim ortamlarımız ve eğitim materyallerimiz doğaldan ve doğadan uzak, kurgulanmış proje ürünleri olarak önümüzde seriliyor. Böylece sunî bir ortam oluşuyor. Dolayısıyla toprağa, havaya, suya ve ateşe; bir başka ifadeyle kendi doğamıza yabancılaşıyoruz. Böylece, bireysel yeteneklerimiz, içsel duyuşlarımız köreliyor. Sanatsal yaklaşımlarımız, müzik - resim - şiir gibi asıl ve aşkın yönlerimiz tekdüze hale geliyor. Bireysel özgürlüklerimiz yerine küçük toplumların (gruplar) davranışları bizi yönlendiriyor. Bu sebeplerden dolayı ancak “turistik etkinlikler” in konusu olabilen doğa, insanın yalnızlaşması, buhranlara sürüklenmesi gibi kalıcı ve kapsayıcı sorunlarla geri dönüyor. Özellikle ortaokul ve lise aşamalarında öğrenciler “taşıyamayacağı, hatta taşıması zorunlu olmayan yükler ile bir anlamda bunaltılıyor. Bu duruma bir eğitimci olarak bakış açınız nedir? Her türlü bilgiyi edinme, her şeyi bilme anlamında konvansiyonel bir yaklaşım hala hüküm sürüyor. Okul programlarındaki haftalık ders türlerinin fazlalığı bu hiçbir dersin, beceriye dönüştürme aşamasında öğrenilemeyeceği anlamına geliyor. Nitekim 7 - 8 yıllık orta - lise öğretimi boyunca birkaç cümlelik İngilizce öğrenmeyen, ama 6 aylık kursta, konuşacak kadar dil öğrenebilen kişilere sıkça rastlıyoruz. Yine, yıllarca “hukuk” okuduğu halde, “hukuk felsefesi - temel normlar ve dayanakları” denildiğinde şaşırıp kalan genç insanımızın hali bundan dolayıdır. Elbette eğitim sistemlerimizin nitelikli yönleri de var. Ancak olumsuz yönler bunların öne çıkmasını engelliyor. İşte bundan dolayı sistemi yeniden ama temel kriterlerle ele alma zarureti kaçınılmazdır. Çünkü eğitim insana yönelik bir faaliyettir ve insan eşref-i mahlukattır. Bakanlık bu problemi gördüğü için, çözüm yaklaşımı olarak “yapılandı- Mayıs - Haziran 2014 53 Ticaret ve Hayat Mürsel Sönmez Çalışıp üreten insanların, şevkleri arttırılmalı... Ekip biçen, çalışıp üreten insanların şevklerini arttırmak millet ve devlet iradesinin ana görevlerindendir. Soyut ve hayatta karşılığı olmayan işlerle, bitmesiz gevezeliklerle gidenlerin yolu kapalıdır. İş başında olan ve ortaya bir şeyler koyanların sözü ve konumu her zaman üstün olacaktır. Zaman akıyor ve dünya geçmişteki değişiminden daha bir hızlı değişiyor. Sürekli dekoru değişen sahnede nerede duracağını, ne yapacağını kestiremeyen oyuncular gibi şaşakalıyoruz. Sahnenin bir giriş ve bir de çıkışı var ve olan biten bu aralıkta gerçekleşiyor. Geliş ve gidiş en önemli olaylar olmasına karşın, gelişimizi de; mutlaka gideceğimizi de bu sahne karmaşasında unutuyoruz. Yaşadığımız hayattaki gerçekten baş döndürücü olan bu değişim düşünce ve duygularımızı da savuruyor. Hayatın kadim meselelerine dair derinlikli düşüncelerden ve insan hallerinin esasını teşkil eden duru duygulardan uzaklaşıyoruz. Hasılı bir bulanıklıktır almış başını gidiyor. Birey dünyamıza giren bir aygıt, sürekli zihnimize yağan gerekli gereksiz çok sayıda ileti var. Müdahil olamadığımız ve hayatımız üzerinde etkin olan görünmez mekanizmalar var. Bu uluslar arası mekanizmalar aldıkları karar ya da yaptıkları uygulamalarla yeryüzündeki insanların tamamına yakını belirledikleri duygu ve düşünce eksenine çekiyorlar. Bir yerlerde ortaya atılan bir değer ya da kavram görünmez bir rüzgarla her yöne üfürülüyor. Bireysel dünyasında kendi halinde yaşayan insan bu küresel rüzgarın 54 muhatabı olduğunda o dünya etkileniyor. Büyük tablonun bu küçük noktası değiştikçe elbette tablo da değişime uğruyor. Bir biçimde hayatın içinde etkin olan bireyin davranışları, dikte edilen doğrultuda gelişiyor. Bu da özellikle tüketimde ve üretimde kendisini gösteriyor. Yönü tüketmeye dönük olan bu rüzgar, hayatı tüketim alışkanlıklarından yakalayarak değiştiriyor. Bundan da, insan ilişkilerinden tutun, hayatın anlamına dair düşünüş ve inanışlara kadar yeni durumlar ortaya çıkıyor. “Durum diye bir laf var, buyurunuz size durum/ Bu toprak çirkef oldu bu gökyüzü bodurum” diye eleştiren Necip Fazıl’a hak vermemek mümkün mü? Tüm aidiyet ve mensubiyetlerinden uzaklaştırılarak atomize edilen ve yalnızlaştırılarak güdülemeye amade kılınan bir insanlık “durum”u ile karşı karşıyayız. İnsan tekinin yaşadığımız baş döndürücü ortamdaki hali böyle iken, onun oluşturduğu toplumlar başka türlü olabilir mi? Elbette olamaz. O zaman birey için söylediğimiz sözler toplum için de geçerli oluyor. Doğru dürüst eleştirisi yapılmayan yapılamayan bu zamanı iyi okumak gerek. Çıkarılacak bilançoya göre hareket etmek, çağın dayattığı doğruları gözden geçirerek geleceğe yönelik tasavvurlar oluşturmak durumundayız. Bilimde, kültür- de, sanat ve siyasette, iktisat ve hayatta kadim değerlerden mülhem ve insaniliği ayakta tutan bir zihniyeti canlandırarak, hem ülkemiz hem de tüm yeryüzü için bir ilham ışığı yakmak. Binlerce yılın potasında esasları hala sağlam olan değerlere yaslanarak yürümüş ve pişmiş bir ülkenin yaşadığı dönemsel travmaların etkisinden çıkarak özgüvenine kavuşması gelecek yolculuğu için zorunludur. Bunun olabilmesi için de akılla, kalple ve elle çok çalışmak gerekmektedir. Sürekli çalkantılı bir denizde ve fındık kabuğu gibi bir o yana, bir bu yana sallanıp savrulan bir gemide salim bir akıl sahibi olabilmek elbette zordur. Yaşadığımız birçok sıkıntı da zaten bu zihin bulantısından kaynaklanmaktadır. Öz kimliğinin satırları silikleşmiş ve yönünü müphem bir odağa çevirmiş ve iradesine değil genel akışa boyun eğmiş bir ülkede aklı ve iradeyi göreve çağırmak elbette zordur. Buna bir de stratejik ve tarihi önemi yüksek olan bir ülke olmayı ve bunun sonucunda dış etkileri eklerseniz daha da zorlaşacaktır. Yine de, son yıllarda gerçekleşen özgüven atılımları umut vericidir. Çok şeyin değiştiği dünyada yaşıyoruz ve bizde de değişim gerçekleşiyor ve bu değişim olumlu görüntüler sergiliyor. Yukarıdan aşağıya soyut kavramlar etrafındaki saçma tartışma ve didişmelerde uzaklaşarak üretmenin ve başarmanın coşkususun peşine düşen bir iradeyi oluşturmak ya da uyandırmak gerekli. Ülkemizin maddi manevi potansiyelinden dem vururuz ama bu potansiyelden yararlanmak, ondan yeni potansiyeller ya da sonuçlar çıkarmak noktasında lafazanlıktan öteye gitmeyiz. Enerjimizi sürekli olarak şikayet etmelere, esasa taalluk etmeyen tartışmalara, bilgisiz hüküm vermelere harcıyoruz. Elbette her toplumda ağzına geleni konuşan, pişmiş aşa su katan, sürekli hır çıkartarak mizacının gereği olarak sorun bataklığına herkesi çekmek isteyenler olabilir. Bunları bir yana savurarak Nurettin Topçu’nun dediği gibi “yaşatma arzusu” peşinde koşmak gerekli. İradenin çelikleştiği bir benlikte ona çelme takmaya çalışan egonun etkisizleştiği gibi toplum şahsiyetinde de istikameti düzgün, aklı ve eli işleyenlerden oluşan irade bozguncu egoyu alt edecektir. Bunca etkileyici unsura rağmen özünü korumayı başarmış olan milletin iradesi sessiz sedasız dururken ve hatta birilerince yok sayılırken, önüne sandık konulduğunda güçlü bir biçimde kendisini göstermektedir. Tarihi asaletle süslü, vicdanı duyarlı ve iyiyi kötüden ayırt etme sezgisi güçlü olan ve aklı da bu minvalde işleyen millet savrulup zihni bulandığı dönemler de olsa kendi aslı olan ve hayatın da hakikati olan yönden ayrılmamayı başarmaktadır. Bunu da sürekli bir irade ile ortaya koymaktadır. Bunun sonucu olarak ülkemizdeki idari istikrar ortaya çıkmıştır. Baş döndüren ve olumsuzluk ve risk oranı yüksek olan bu zaman diliminde millet iradesinin açtığı yolda topluma yön veren ve baş çeken insanların bunu bir fırsat bilerek yeni yönler, yeni yollar açması gerekir. Devlet yapısı ve alt birimler olan kurum ve kuruluşlar millet iradesi doğrultusunda iş gören bir iradeyi göreve çağırmalı, o irade eğer eksikse tamamlamalıdırlar. Ekip biçen, çalışıp üreten insanların şevklerini arttırmak millet ve devlet iradesinin ana görevlerindendir. Soyut ve hayatta karşılığı olmayan işlerle, bitmesiz gevezeliklerle gidenlerin yolu kapalıdır. İş başında olan ve ortaya bir şeyler koyanların sözü ve konumu her zaman üstün olacaktır. Özellikle iktisadi faaliyet kaleminden sayılabilecek alanlar kademe kademe iyi yapılanmalıdır. Emeğin getirisinin olması emeği çekici kılar. Bu da daha iyi ve ileri üretim süreçlerini beraberinde getirir. Her konuda marifet iltifata tabidir. Yaptığı işin, ortaya koyduğu değerin karşılığını gören insanın şevki artacağı gibi, emeğinin spekülasyonlarla ya da masa başında çarçur edilmesini gören insanın ne hale geleceği de ortadadır. Cephede kazanıp masa başında kaybetmek ne yazık ki başımıza çokça gelen bir durumdur. Millet iradesinin ortaya koyduğu yönelişi, o iradenin ürettiği maddi manevi verimleri hak ettiği değerle değerlendirmek de, devlet ve devletin kurumlarının iradesini kullanmasına bağlıdır. Aşağıdan yukarıya kenetlenmiş ortak idealler ve bunları uygulayan irade ile milletler ailesi içinde üstün bir yer sahibi olabilmek ve insanlığa yeni ufuklar armağan etmek! Neden olmasın? Mayıs - Haziran 2014 55 İstanbul’un Köyleri Sultan Sansarcı Sarıyer’de bir masal diyarı: Fenerköyü… Orman ile denizin kol kola geçtiği Sarıyer, Şehr-i İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri. Doğal güzellikleriyle baş döndüren Sarıyer, özellikle yaz aylarında geniş bir ziyaretçi kitlesini ağırlıyor. Coğrafyasında barındırdığı Gümüşdere, Kısırkaya, Fener, Uskumru, Demirciköy, Zekeriyaköy ile ziyaretçilerine İstanbul’un göbeğinde köy atmosferini sunan bu şirin ilçenin belki de en fazla tatilci ağırlayan köyüdür Fener… 56 Sarıyer’in Karadeniz’e bakan en uç noktasında varlığını sürdüren Rumelifeneri Köyü’nün yüzyıllar önceki ismi Panium’muş. Garipçe, Demirciköy ve Zekeriyaköy ile çerçevelenen Fener’in Sarıyer’e olan uzaklığı yaklaşık 12 km’yi buluyor Bizans dönemindeki ismi ile Fanaraki veya Fanariyan Burnu olan Fener, kayalıklar üzerine kurulu şirin bir balıkçı köyü olarak göze çarpıyor. Uçsuz bucaksız maviliklerine eşlik eden, yemyeşil ormanları ile adeta nefes kesen bir güzelliğe ev sahipliği yapan köy, Ketendere, Marmancık Koyları, tarihi kalesi ve deniz feneri ile güzelliğine güzellik katıyor. Kale; gündüz rüya, gece kabus… Sarı Saltuk izin vermezse? Köyün günümüze ulaşabilen ender tarihi kalıntılarından biridir kalesi. Cenevizliler tarafından inşa edilen ve köyün en çok ziyaret edilen yerlerinden biri olarak varlığını sürdüren kalenin kalıntıları kimi zaman film setlerine de ev sahipliği yapıyor. Gündüz çarpıcı güzelliğiyle ziyaretçilerine keyifli bir zaman aralığı sunan tarihi kale geceleri ürkütücü bir kimlik kazanıyor. Köylüler kimi geceler kaleden gelen ürkütücü seslerden söz ediyor… Köyün yaşlıları öteden beri bildikleri bu gerçeği Fransızlarla da paylaşmışlar. Tam da fener inşaatının olduğu yerde Allah dostu bir velinin mezarı olduğunu söylemişler. Onun bu inşaata razı gelmediğini, inşaatın her defasında yerle bir olmasının gerekçesinin bu olduğunu fısıldamışlar. Bu sebep her ne kadar Fransızları pek tatmin etmese de önce Sarı Saltuk Dede için bir türbe inşa edip, ardından da feneri yapmışlar. Şaşırtıcı olan ise bu defa fener yıkılmamış. İşte o günden bu yana sadece köy halkı değil, yerli yabancı turistler de fener içinde yer alan Saltuk Dede Türbesi’ni ziyaret ediyorlar. Fransızları şaşkına çeviren gelişme ne? Fenerköyü’nün en renkli ve özel enstantanelerinden biri aynı zamanda köyün de sembolü olan deniz feneri. Benzerleri gibi sadece engin maviliklerde gezinen gemilere yol göstermekle kalmayan bu feneri farklı kılan bir özelliği var. İçinde türbe olan tek fener bu. Köyün yaşlıları tarafından anlatılanlara göre yüzyıllar önce fenerin inşa aşamasında bir takım sorunlar meydana gelmiş. Yapılan kule defalarca yıkılmış. Bu gelişmelere anlam veremeyen Fransızlar, bıkıp usanmadan yıkılan feneri yeniden yapmaya devam etmişler. Ancak günün birinde bıçak kemiğe dayanmış ve bunu gerekçesini araştırmaya başlamışlar… Mayıs - Haziran 2014 57 Karanlık sularda bir yol gösterici Karanlık sularda seyreden gemilere yol gösteren fener 15 Mayıs 1856’da açıldı. 1855-1856’da Kırım Savaşı sırasında önemli bir rol üstlenen bu deniz feneri, Fransız ve İngilizlerin İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişini kontrol edebilmeleri açısından da önem arz ediyordu. Kule yüksekliği 30 metre olan bu yapı aynı zamanda kıyılarımızda yer alan en yüksek kule olma özelliğiyle de benzerlerinden ayrılıyor. Ahşap basamaklar fenerin zirvesine taşıyor Fener Köyü’nün medarı iftiharı olan bu deniz fenerinin kulesine ahşap bir merdivenden çıkılıyor. Meşakkatli bu yolculuk sırasında her katta fenerin çapı biraz daha daralıyor ve son basamak sizi dev silindir kristale ulaştırıyor. Burada eskiden yunus yağı kullanılırken günümüzde ise bu uygulama yerini 500 watt’lık ampullere bırakmış. Taş yapım olan fener kulesi deniz seviyesinden 58 m yükseklikte yer alıyor. Şimdilerde otomatik olan ve elektrikle çalışan, ışık görünüş mesafesi 18 mil olan deniz feneri, ilk yapıldığı dönemlerde gaz yağı, daha sonra asetilen gazıyla çalışıyormuş. Lanetli Kral Phineas’in pratik zekası Geçmişte sayısız efsaneye de konu olan Rumelifeneri mitolojide yer alan anlatımlara göre; altın postu bulmak için Karadeniz’e gelen Argonatlar tarafından ziyaret edilmiş. O yüzyılda 100 m. kadar açıkta yer alan ve çarpışan kayalıklar olarak bilinen Simplegat Kayaları, yolu buraya düşen gemileri birbirlerine çarparak parçalar, sonra da yutarmış. Bu gerçeği bilen Argonatlar buradan geçmek için bir strateji geliştirmişler. Kayalara yaklaşınca yanlarında getirdikleri kuşları serbest bırakmışlar. Kuşların hareketiyle birbirine çarpan kayalıklar bir daha açılarak birbirlerine vurmak üzere iken Argonatlar gemilerini tam bu sırada burdan geçirmişler. Onlara bu fikri verenin bugünkü Garipçe’de oturan ve lanetlenmiş Kral Phineas olduğunu söyler mitoloji. Fenerköyü’nde birkaç gün geçirmek isteyenlere… Tarihi dokusu ve coğrafyasında barındırdığı doğal güzelliklerle ziyaretçilerini büyüleyen Rumeli Feneri’nde ne yazık ki herhangi bir konaklama tesisi bulunmuyor. Kimi köy sakinleri evlerini yazlıkçılara pansiyon olarak kiraya veriyor. Köy içinde konaklamak için yer olmamasına rağmen ziyaretçilerin tercih edecekleri bazı köşeler mecvut. Eğer bir şekilde yolunuz Fenerköyü’ne düşmüş ise ve burada birkaç gün kalmak istiyorsanız Marmancık Koyu ve ağaçlık kısımda kurulan Marmancık Golden Beach Kulüp bu ihtiyaca cevap verecek konfora ve donanıma sahip. 58 12 yerde türbesi bulunuyor Rumelifeneri’nin Sarı Saltuk Dede’si… Rumeli Feneri içinde adına bir türbe yaptırılan Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında savaşlara katılan, daha yaşarken efsanevî bir şahsiyet haline gelen Türk kahramanıdır. Asıl adı Şerif Hızır’dır. Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere sahiptir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korku yoktur. Tek başına düşman içine yanar ateş gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman dileyen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-name’de, yiğitte bulunması gereken özellikler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yiğitçe gezmek olarak sıralanırken, Sarı Saltuk’un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir Şahsiyeti ile ilgili en önemli kaynak, hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebülhayr-ı Rumî adındaki bir yazar Şehzade Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Bu özellikler dışında Sarı Saltuk’un olağan üstü güçleri de olduğu anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara gidebilmektedir. Düşmanları bir türlü Saltuk’u öldüre- memektedir; ok atarlar batmaz, kılıç vururlar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz. Cuma akşamları türbeyi yalın ayak ziyaret ederseniz! Türbenin çeşitli hastalıkları yenecek etkileri olduğuna da inanılmaktadır. Fenerin hemen yakınındaki suyun böyle özelliği bulunduğu, Saltukname’nin çeşitli yerlerinde Sarı Saltuk’un yeraltından şifalı sular çıkardığı anlatılmaktadır. Ayrıca Sarı Saltuk Hazretleri’nin Diyarbakır’da Türbesi’nin halk inanışlarında önemli bir yeri vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla ziyaret eden kadınlar canı gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Birinden kötülük gören kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapana kılıç çalması için duada bulunduğu da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar. Saltuk-name’de Sarı Saltuk’un on iki mezarı olduğu belirtilmektedir. Sarı Saltuk, beylerin ve kralların mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet eder. Sarı Saltuk’un mezarını ülkesinde bulundurmak isteyenler, kendilerine verilecek tabutta Sarı Saltuk’un vücudunu görecektir. Nitekim çevredeki beylerden ve krallardan her isteyene bir tabut verilir. Tabutu alan, Saltuk’un cesedinin kendisinde olduğunu görür ve ülkesine dönerek cenazeyi defneder. Saltukname’de Sarı Saltuk’un cenazesinin Baba (Babadağ/Roman ya)’ya defnedildiği belirtilmekteyse de Sarı Saltuk’un cesedinin Edirne yakınlarındaki Eski Baba (Babaeski)’da gömülü olduğu yolunda bir rivayet bulunmaktadır. İşte bu önemli şahsiyet Sarı Saltuk’un mezarlarından biri Rumelifeneri’nin altındadır. Fener’in giriş katında merdiven dairesinin hemen sağındaki sahanlığı kaplayan ziyaretgâhta bir sanduka bulunmaktadır. Rivayete göre, Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında köy düşman gemilerinin bombardımanına maruz kalmış, köydeki bütün evler yıkılmıştır. Feneri hedef alan düşman topçusu bütün gayretine rağmen isabet kaydedememiştir. Feneri bu günlerde Sarı Saltuk’un koruduğuna inanılır. Kaynak: www.haldundomac.com Saltuk-name’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini vermeden önce de kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür. Mayıs - Haziran 2014 59 Geleneksel Lezzetler Ayşegül Aksu Neron’dan Karsambaç’a bir garip dondurma hikayesi… Çoluk çocuk, genç yaşlı, toplumun her kesiminden ve her yaş gurubundan insanın büyük bir keyif ile tükettiği dondurma, yaz sofralarının istisnasız en vazgeçilmez tatlısı olarak varlığını sürdürüyor. Yakıcı ve kavurucu sıcaklardan çalınan birkaç dakikalık serinlik olarak da tanımlayabileceğimiz dondurma için Roma İmparatoru Neron’a teşekkür etmeliyiz belki de. Zira damak zevkine olan düşkünlüğü ile haklı bir şöhret edinen Neron’un çeşnicibaşı imparatoruna sunduğu bu lezzetin günün birinde tüm dünyada keyifle tüketileceğini bilemezdi elbet… 60 verirmiş. Onun bu eli açıklığını bilen çeşnicibaşlarından biri, dağın zirvesinden topladığı ve bir kaba doldurduğu karların içine değişik meyve parçaları ve bal karıştırarak elde ettiği tatlıyı Neron’a sunmuş. Elbette imparator ilk kez yediği bu karışımı çok beğenmiş. Böylece şimdiki dondurmanın atası olan bu lezzet Neron’un sofrasının vazgeçilmezlerinden biri haline gelmiş. Marco Polo, Avrupa’yı dondurma ile tanıştırdı Yaz mevsiminin vazgeçilmez lezzetlerinden biri olan dondurmanın tarihi, M.Ö. 4. Yüzyıla kadar uzanıyor. O enfes tadı bizlere armağan eden ise Roma İmparatoru Neron. Arenada gladyatör dövüşlerini seyrederken, bir yandan da damak tadını şenlendiren yiyecekler ile keyfine bakan Neron, kendisine lezzetli yiyecekler sunan çeşnicibaşına çeşitli ödüller Emirgan MADO Yaza Hazır Yaklaşık iki yıldır 6 katlı işletmelerinde müşterilerine hizmet veren Emirgan MADO hem sunduğu eşsiz lezzetler hem de insanın aklını başından alan boğaz manzarası ile ziyaretçilerine unutulmaz bir zaman aralığı sunuyor. Sizler Tiramisu Soviordi, Limonlu Cheesecake, Frambuazlı Cheesecake, Çikolatalı Cheesecake, Kesme Maraş Dondurma ile damaklarımızı şenlendirirken mavi ile yeşilin buluştuğu İstanbul manzarası ile de gözleriniz bayram yapıyor. Emirgan Mado, yaz mevsimi ile birlikte müşterilerine yeni sürprizler sunma hazırlığına girişiyor. Mekanda gerçekleştirilen yeni düzenlemeler neticesinde Emirgan MADO bir çok etkinliğe, organizasyona, yemekli toplantıya ev sahipliği yapacak gibi görünüyor. Yaz mevsimi nedeniyle mekanda 24 saat hizmet vermeye başlanacak. Dondurma’nın Avrupalılar ile tanışması ise 13. Yüzyılda gerçekleşmiş. Marco Polo, Çinlilerin buz ve süt karışımını öğrenerek bu metodu Avrupa’ya götürmüş. İlerleyen dönemde ise yeni tarifler ile daha da zenginleşen dondurma Fransız ve İtalyan restoranlarında büyük bir popülarite kazanmış. 1851’de Jacob Fussel, yaptığı dondurmalar ile ABD’’lilerin damak zevkine büyük bir hediye sunmuş. Karsambaç yeni bir kimliğe büründü Dondurmanın ülkemizdeki tarihi ise Anadolu’da 300 yıl öncesine kadar uzanıyor. Ancak o ilk dönemlerdeki ismi Karsambaç’tır. Dağ yamaçlarında ve vadilerinde erimemiş, hala varlığını koruyan, el değmemiş karlar, pekmez ve meyve özlerini karıştırarak serinletici ve doyumsuz bir lezzete dönüştürülüyordu. Zamanla birlikte hem gelişen teknoloji hem de yeni keşfedilen tatlar ile birlikte dondurmanın çeşidi ve muhteviyatı da değişir. LİMONLU DONDURMA (6 kişilik) Malzemeler: 1 lt süt, 250 gr tozşeker, 200 ml limonsuyu, 10 gr salep, Taze nane, Rendelenmiş limon kabuğu. Yapılışı: Süt ve şekerin yarısını karıştırıp, yavaş yavaş kaynatın. Başka bir kapta şekerin yarısı ve salebi karıştırıp, kaynayan karışıma ekleyin. Kaynayan karışımı soğumaya bırakın (el yakmayacak kadar soğutulmalıdır). Soğutulan karışıma limon suyunu ekleyin. Elde edilen dondurma karışımını derin bir porselen kap içersinde dondurucuya koyun ve her 15 dakikada bir tahta kaşık ile 2- 3 dakika karıştırın. Bu işleme, dondurma kıvam alana kadar devam edin. Nane yaprağı ve rendelenmiş limon kabuğu ile süsleyebilirsiniz. Macera 25 metrekarelik bir dükkanda başlar Yerli dondurma markası MADO’nun K.Maraş’ı çevreleyen Ahir Dağı’nın eteklerinde doğup, usta ellerde işlendikten sonra sofralarımıza ulaşma sürecinde emek var, alın teri var. Maraş Dondurması’nın macerası 25 metrekarelik bir dükkanda başlar. 1962 yılında kurulan Yaşar Dondurma’nın ilk dükkânında Ahir Dağı’ndan getirilen kar, çabuk erimemesi için öğüntü ya da çeltik kabuğu kullanılarak muhafaza edilir. Kollu makinelerde çevrilen kar, el emeği ve sabırla işlenir. Kıvamını ve tadını veren, kullanılan malzemelerle birlikte usta ellerdir. Zamanla kar bulmak zorlaşır ve buzla yapılmaya başlanır. Geleneksel dövme dondurmanın hasıdır, ortaya çıkan... Bıçakla kesilecek, çatalla yenecek kadar sert, ama ağızda eriyecek kadar kıvamlı dondurma, Kahraman Maraş Dondurması’dır. Mayıs - Haziran 2014 61 Kültür-Sanat Sultan Sansarcı “Son Ustalar” 14 bin sanatseveri ağırladı Çağdaşlıkla geleneği fırçasıyla ustaca harmanlayan Ressam Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, “Son Ustalar” ismini verdiği ve Yeni Camii Hünkar Kasrı’nda gerçekleşen sergisinde büyük bir başarının da sahibi oldu. Sanatseverlerin yoğun ilgi gösterdiği sergi ziyarete açık olduğu süre içinde yaklaşık 14 bin kişiyi ağırlayarak bu alanda önemli bir başarıyı da beraberinde getirdi. 62 İmza attığı başarılı çalışmalarıyla tanınan Ressam Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, uzun yıllar önce çıktığı sanatsal yolculuğunda yeni bir durakta daha soluklanmanın heyecanını yaşadı. Diyarbakırlıoğlu’nun, Yeni Camii Hünkar Kasrı’nda gerçekleşen sergisi yoğun ilgi gördü. Ressamın “Son Ustalar” adını taşıyan resim sergisi, ziyarete açıldığı 10 Nisan – 25 Nisan tarihleri arasında 14 bin sanatseveri ağırlayarak, bu anlamda kırılması güç bir rekora da imza attı. “Çocuklarımıza da ilham kaynağı olacaklar” Ressam Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu bir zamanlar ticari hayatta et- kin olarak rol alan ancak zamanın şartlarına ve teknolojiye yenilerek günümüze kadar varlığını koruyamayan ve yok olan meslekler ve ustalarını tuvallerde ölümsüzleştirdi. Sanatçı kendisine ilham veren “Son Ustalar”ın birçoğunun hayatta olmadığına değinerek, “Artık yalnızca fotoğraflarda ve kitap sayfalarında yaşayan ustalarımızın geçmişte bıraktıkları izler, günümüzde ve geleceğimizde de asla silinmeyecektir ve başka kültürlerin ve yozlaşmanın içinde kaybolmayacaktır. Yaptıkları işler ve yaşantılarındaki sadeliğin getirdiği güzellikler, bizlere ilham kaynağı olduğu gibi sanırım çocuklarımıza da ilham kaynağı olmaya devam edecektir” dedi. “Hayatımızı güzelleştirdiler” Geçmişin bu sessiz kahramanlarının kendisine ilham verdiğini kaydeden Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, “Alın Mayıs - Haziran 2014 63 terleri, becerileri ve özverileri ile yapmaya çalıştıkları meslekleri, başta benim resimlerime, yazılarıma ve son olarak da bu sergiye ilham kaynağı oldu. Bin bir emek ile kazanılmış becerileriyle, araç ve gereçleriyle ürettikleri, yüzyıllardır insanlığın hizmetine sundukları ile hayatımız güzelleşip kolaylaşmıştır. Onların birikimleri, bilgi ve becerileri günümüz uygarlığının basamaklarını oluşturmuştur. Geçmişteki ilkel toplum yaşantımızdan günümüzün uygar dünyasına bizleri onlar taşımışlardır. Aslında onların geçmişteki varlığı bizim bugünlerimizin de başlangıcı olmuştur. Yapacaklarımız, onların bize bıraktıkları miras üzerine olacaktır. O ustaları rahmetle, yaşayan son ustaları da saygı ve sevgiyle anıyorum” şeklinde konuştu. 14 bin ziyaretçinin her birine teşekkür Yeni Camii Hünkar Kasrı’nda gerçekleşen “Son Ustalar” isimli sergisine gösterilen yoğun ilgiden bir hayli memnun olan Diyarbakırlıoğlu, “14 bin kişi sergimizi ziyaret ederek bizleri onurlandırdılar. Elbette bir 64 sanatçı olarak karşılaştığım bu ilgi beni ziyadesiyle mutlu kıldı. İTO’ya desteklerinden, sanatseverlere de ilgilerinden dolayı çok teşekkür ediyorum” açıklamasında bulundu. Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar” Sanatçı, modernizmin bütün sanat kollarında yoğun bir şekilde hissedildiği 20. yüzyılın sonlarında Türk Resim Sanatı’nın içinde kendine özgü bir sanatçıdır. Eserlerinde naif izler bulunmakla birlikte tamamen bu grupta değerlendiremez. Resimlerindeki bütünü tamamlayan dekoratif öğeleri sabırla ve incelikle işlemesi dikkate değerdir. Çağdaşlıkla geleneği fırçasıyla ustaca harmanlayan Diyarbakırlıoğlu, figüratif anlatımın günümüzdeki başta gelen temsilcilerindendir. Gerçekliği tüm sadeliği içinde tuvallerine yansıtan sanatçı, “Kaybolan Meslekler” teması üzerinde yıllardır sürdürdüğü çalışmalarıyla çok değerli tablolar üretmiş olmanın yanında yok olmuş bir yaşam tarzını ve Anadolu kültürünü kendine özgü yorumuyla gelecek nesillere aktarıyor. 1946’da Gaziantep’te doğdu. Çocukluğu ve gençliği Gaziantep’te geçti. Bu süreç içerisinde 2 kişisel sergi açtı. Gaziantep ve çevresinden çok sayıda desen ve resim yaptı. Bu çalışmaları resimlerindeki biçime ve renge yansıdı. Akademik eğitimini (1971–76) Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Resim Bölümü, Prof. Neşet Günal atölyesinde tamamladı. 4 karma resim sergiye katıldı. Kısa süren öğretmenliğini emekli olduğu basın hayatı izledi. 90’lı yılların başında tasarladığı “Kaybolan Meslekler” projesi, sanatçının açtığı pek çok serginin ana temasını oluşturdu ve bu yolla çocukluğundan başlayarak edindiği tecrübelerini sanatıyla birleştirmeyi bildi. Basın hayatında zaman zaman çektiği fotoğraflarla, spor basınında da birçok ödül sahibi oldu. Diyarbakırlıoğlu evli ve 1 erkek çocuk sahibi olup halen İstanbul’da yaşamaktadır.
© Copyright 2024 Paperzz