Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 1915 GÖRGÜ TANIKLARINCA VAN VE ÇEVRESİNDE ERMENİ OLAYLARI Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılarca bir yerden başka bir yere sürülen, savaşlara itilen ve kötü muamele gören Ermeniler, Türklerin Anadolu topraklarına girmelerinden sonra, Türk milletinin adaletli, hoşgörülü, paylaşımcı, birleştirici ve "yaratılanı yaratandan ötürü" kucaklayan insan sevgisi anlayışından yararlanmışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti'nin gayretli, çalışkan, dürüst ve başarılı her vatandaşına sağladığı fırsat ve imkânlardan,, gayrimüslimler içinde en fazla yararlananlar olmuştur. Ermeniler, askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulurken, çiftçilikte, zanaatta, ticarette ve devlet yönetiminde yükselme fırsat ve imkânını elde etmişlerdir. Devlete bağlı, milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından dolayı Ermeniler "Millet-i Sadıka" olarak kabul edilmişlerdir. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Zimmî hukukun gereği olarak tüm gayrimüslimlere olduğu gibi Ermenilere de insanca muamele edilmiş, şefkatle davranılmıştır. Osmanlı tarihi Ermenilerden 22 bakan, 33 milletvekili, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst kademe yöneticisi memur kaydetmektedir. Ancak, Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı dönemlerde hemen her konuda başgösteren Avrupa Devletlerinin müdahaleleri sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri de bozulmaya başlamıştır. Sömürgeci güçlerin özellikle din adamı kisvesinde Osmanlı Devleti'ne gönderdiği kışkırtıcıların etkinlikleriyle Ermeniler, sosyal, kültürel, ticarî, dinî ve siyasî açılardan Türk milletinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Doğu Anadolu'da başlatılan ve İstanbul'a kadar yaygınlık gösteren Ermeni ayaklanmalarında binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını yitirmiştir. Osmanlı Devleti isyancı ve düşmanla iş birlikçi Ermenilerin ihanetleri karşısında, ordunun güvenliği ile ikmal yollarının güvenliğini sağlamak amacı ile 27Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân kararını almak zorunda kaldı. Bu karar içeriğinde; 1. Ordunun muharip birliklerinde yer alan Ermeni askerlerini geri hizmet birliklerine aktarmak, 2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı Güney Doğu Anadolu'ya ve o dönemde imparatorluğun bir parçasını oluşturan Suriye'nin kuzeyine doğru kaydırmak, önlemleri yer almakta idi. Osmanlı Devleti'nin savaş koşullarında almak zorunda olduğu sevk ve iskân karan ile uygulaması Ermeni iddialarında soy kırımı olarak tanımlanmakta ve tüm dünyaya da kabul ettirilmek istenilmektedir. Öncelikle soy kırımı suçunun ne olduğunun tanımlanmasında yarar bulunmaktadır. Soy kırımı terimi, tanımı olan bir suça ilişkindir. Bu tanım İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 9 Aralık 1948 günlü kararıyla onaylanıp 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" adlı uluslar arası bir sözleşmeyle yapılmıştır. Türkiye de bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır. Belirtilen sözleşmenin 2'nci maddesine göre; soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir: a) Bir grubun üyelerini öldürmek, b) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek, c) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşuttan altına sokmak, d) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak engellemeye yönelik önlemler dayatmak, e) Bir grubun çocuklarım başka gruplar içine zorla götürmek. Osmanlı Devleti'nin sözü edilen sevk ve iskân uygulamasında; "Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşmede" tanımlanan soy kırımının unsurlarının bulunmadığı çok açıktır. Zira; soy kırımın asıl unsuru, yani sırf Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etmeye yönelik kasıt unsuru yoktur. Sevk ve iskân, o günkü şartlarda asi, saldırgan, bölücü ve düşmanla iş birliği yapan, cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan ordunun intikal ve ikmal yollarını kesmeye çalışan Ermenilere uygulanmıştır. Sevk ve iskân kararının alınma nedenlerinden birisini de 15 Nisan 1915 tarihli Van isyanı oluşturmaktadır. Hâlbuki sevk ve iskân karan Rumî takvime göre 14 Mayıs 1915, miladî takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde alınmıştır. Ermeniler sevk ve iskâna tâbi tutuldukları için isyan etmemişlerdir, isyan ettikleri için sevk ve iskâna tâbi tutulmuşlardır. Bu çerçevede konunun özettikle canlı tanık beyanları ile daha açık ortaya konulabilmesi için "1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları" anlatılacaktır. Sayfa 1 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Van, asırlar boyunca, Müslümanlarla Ermenilerin bir arada huzur içinde yaşadıkları bir Doğu Anadolu şehridir. Yöre 638 yılında îslâm orduları tarafından fethedilmiş, ancak esas hâkimiyetin IX.'uncu asrın son çeyreğinden sonra Abbasiler tarafından temin edildiği bilinmektedir.1 Eyyûbîler, Harzemşahlar, Selçuklular, Karakoyunlular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar, Sefevîler ve tekrar Osmanlıların hâkimiyetine giren şehirde Ermeni nüfus, Birinci Dünya Savaşı'na kadar varlığını hep sürdürmüştür. 1653 yılında Van'a gelen Evliya Çelebi'ye göre, şehirde gayrimüslim tebaa olarak sadece Ermeniler mevcuttur.2 Gerçekten, Van'da Rum, Yahudi vs. nüfusun yaşadığına dair bir belgeye rastlanmamaktadır. Ermenilerin en çok önem verdikleri üç merkezden biri, Van'da bulunan Ahtamara (Akdamar) adaşıdır. Ondokuzuncu asrın neredeyse son çeyreğine kadar Ermeniler, bazı ferdî çıkışların dışında, Osmanlı Devleti'ne sadık kaldılar. Ermeni Patriği Nerses Varjabendanyan'm, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın galibi olarak Yeşilköy'e kadar gelen Rus ordusunun başkomutanlık karargâhına gidip Grandük Nikola'dan, Doğu'da Rusların himayesinde bir Ermeni devleti kurulmasını talep etmesi bir dönüm noktası olmuştur. Bağımsız bir Ermenistan kurma çabası, "93 Harbinden (1877-78) sonra ivme kazanmıştır. Van vilâyeti, Osmanlı Devleti'nde Ermeni nüfusun en yoğun olarak bulunduğu iki vilâyetten biriydi. Ermeni nüfusu yoğunluğu itibariyle birinci sırada Bitlis, ikinci sırada Van geliyordu. 1914 yılında tamamlanan resmî nüfus istatistiğine göre, Van'da yaşayan 179.380 Müslüman nüfusuna karşılık 67.792 Ermeni bulunuyordu.3 O zaman Hakkâri'nin Van'a bağlı sancak olduğu, bugün Bitlis'e bağlı olan Adilcevaz kazasının da Van'a bağlı olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu istatistiğe göre, Van'ın merkezinde Ermenilerin Müslümanlara oranı üçte biridir. Ermenilerin Van'da çıkardıkları ilk isyan 1895 yılındadır. Rus Generali Mayewski'nin bildirdiğine göre, Ermeni komiteleri, Ermenileri ayaklanmaya teşvik etmiş, hatta anarşi ve teröre karşı çıkan bazı Ermenileri şiddetle cezalandırmışlardır. Bunların en tipik olanı 6 Ocak 1895'te kilisede ayin icra etmeye giden papaz Boghos'un (Bogos) öldürülmesidir. 4 Van'daki olaylarda Van Ermenilerinden çok, dışarıdan, özellikle Rusya'dan gelen Ermeniler ön ayak olmuşlardır. General Mayewski, her vesileyle Ermenilerin 1895'teki Van ayaklanmasındaki kayıplarından söz edildiğini söyler, ancak Müslümanların kayıplarının dile getirilmemesiyle ilgili olarak şöyle der: "Maamafih, bu vukuat esnasında Türklerin zayiatı (Hiç kimse hiçbir zaman hatırına bile getirmemiştir.) büyük bir yekûn teşkil ediyordu. Kıyam eden Ermeni ihtilâlcilerinin bombalarına karşı Müslümanları himaye tarzında hiç $ kimse faaliyet gösteremedi". ikinci Meşrutiyet'ten önce Sultan ikinci Abdülhamit'in yönetimini bahane ederek her vesileyle sorun çıkaran Ermenileri, ikinci Meşrutiyet'in ilânı da tatmin etmemiştir. Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Teğmen Bertram Dickson, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Gerard Lowther'e gönderdiği 30 Eylül 1908 tarihli raporda, Ermeniler'in o günlerde Van'daki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmiştir. 6 Dickson'a göre, Van'da Ermenilerin Taşnaklar (Daşnaglar) ve Armenistler olmak üzere iki partisi vardır. Taşnaklar aynı zamanda Hınçaklarla sıkı ilişkiler içersindedirler. İkinci Meşrutiyet sonrasındaki ilk milletvekili genel seçiminde Varhad Papazyan'ı Van'dan milletvekili seçtiren de Taşnaklar'dır. Armenistlerin adayı Terzibaşıyan seçimi kaybetmiştir. Taşnak, aslında bir siyasî partiden çok bir fedaî örgütüdür. Bu örgütün Van'daki önderleri Aram, Varhad Papazyan, Sarkis ve İşhan'dır. Bunların hepsi Vanlı olmayıp Rusya'dan gelme kimselerdir. İkinci Meşrutiyet'in ilânı ile birlikte şu veya bu suçtan içeri atılmış bütün Ermeni fedailer serbest bırakılmıştır. İngiliz konsolos yardımcısı Dickson raporunda ayrıca Ermenilerin Van ve civarında gizlice silâhlandıklarını, bu silâhların Rusya'dan geldiğini, Van'a birçok Ermeni fedainin doluştuğunu belirtir. 1978-1981 yılları arasında Van'da 1915'teki Ermeni isyanı ve Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesine şahit olan yaşlı vatandaşlarımızla röportajlar yapmış, o günlere ait anılarını kasetlerle kaydetmiştim. 1993 yılında Görenlerin Gözüyle Van'da Ermeni Mezalimi adı altında yayınladığım kitap, söz konusu dedelerin, ninelerin anlattıklarına dayanıyordu. Yaklaşık yirmi yıl önce görüştüğümüz bu görgü tanıklarının hepsinin ses kayıtları şahsî arşivimde korunmaktadır. Ermeni meselesi ile ilgili hatıralarını derlediğimiz yirmi kişinin hepsi bugün itibariyle vefat etmiş bulunmaktadır. Bizim burada da tanıklığına başvuracağımız bu insanlar, o gün olan biteni yakından görmüş, olayları bizzat yaşamış kimselerdir. Hemen hepsi Van'ın tanınmış, ailelerinden olan görgü tanıklarının bazı çocukları, torunları Van'da yaşamaktadır. Görgü tanığı olarak dinlediğimiz kişiler şunlardır: Nafia Çabuker, Ahmet Çinkılıç, Zahide Coşkun, İbrahim Sargın, İsmail Perihanoğlu, Şadiye Talay, Celâl Sayfa 2 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Şener, Bekir Yörük, Akif Yurtbay, Hacı Ömer Selçuk, Hacı Şevket Çaldağ, Mehmet Delibaş, Hamit Ekinci, Hamit Camuşçu, Cemâl Talay, İsmail Başıbüyük, Refik Özkanlı, Müştak Boysan, Salih Taşçı ve Osman Gemicioğlu. Ayrıca, Van'ı Tanıma ve Tanıtma Derneği tarafından 1963'te yayınlanan Zeve isimli kitapçıkta hatıralarına yer verilen Hamza Dayı, Güllü Bacı, Esma Nine ve Menveşe Bacı, Nafia Ana ve Kıymet Başıbüyük ile Yrd.Doç.Dr. Ergünöz Akçora'nın görüştüğü7 Mehmet Reşit Efendinin de anlattıkları burada değerlendirilecektir. Mülakatlarımı yaptığım sırada (1978-1981) bu şahıslar vefat ettiklerinden veya kendilerine ulaşamadığım için, zaman zaman mukayese amacıyla onların Zeve ile ilgili tanıklıklarından faydalandım. Görgü tanıklarının anlattıklarını bazı başlıklar altında toplamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 1915 Öncesinde Van'da Ermenilerin Sosyal Statüsü ve Müslümanlarla Ermenilerin İlişkileri Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerle çok iyi komşuluk münasebetlerinin olduğundan söz etmektedir. Köprüköylü Zahide Coşkun, "Bizim hem köyün içinde, (o zaman Gollü köyünde oturuyormuş) hem de yakın komşu köylerde Ermeni komşularımız vardı. Biz bu komşularımızla Müslümanlarla geçindiğimiz gibi geçinirdik. Her şey iyiydi. Sonra birden dünya bozuldu. Ermeni komşularımız bize ihanet ettiler."8 demektedir. Zeveli İbrahim Sargın, Ermenilerle Müslümanlar arasında zaman zaman bazı kavgaların yaşandığını ancak bunların iki Müslüman komşu arasında meydana gelebilecek türden anlaşmazlıklar olduğunu ifade etmektedir. 9 Celâl Şener'e göre, "Ermeniler Van'da çok rahat bir hayat yaşıyorlardı. Bütün ticaret, sanat onların elinde idi. Kunduracıdan tutun da terziye kadar hep Ermeni idi. Çevrenin en zenginleri onlardı. Hatta, çocuklarını Avrupa'ya tahsil yapmak için gönderiyorlardı. Avrupa'ya giden bu tığalar (Ermeni gençleri) orada kandırıldılar".10 Bekir Yörük'ün anlattıkları da Celâl Şener'in söylediklerini teyit etmektedir: "Van'da bin taneye yakın dükkân vardı. Bunların yüzde sekseni Ermenilere aitti. Ticaret, kazanç, sanat onların elinde idi. Biz o eski gâvurlarla iyi geçiniyorduk. Vakta ki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar, işte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tıgalan (gençleri) bu komitelere yazıldılar".11 ikinci Meşrutiyet sonrasında yapılan mahallî seçimlerde Vanlılar Bedros Kapamacıyan'ı belediye başkanı seçmiştir. Bekir Yörük, Müslümanlar şehirde çoğunluğu oluştururken bir Ermeni'nin belediye başkanı seçilmesini "Bizim Müslümanlar da oyunu ona verdiler. O daha iyi becerir diye bizimkiler itimat ettiler."12 şeklinde değerlendirir. Mehmet Delibaş'a göre, Kapamacıyan gerçekten tarafsız bir belediye başkanlığı yapmıştır. Ermeni bir esnafa ceza kestiği için, yani Ermenileri kayırmadığı için Van'daki Taşnak komitesi'nin reisi Aram Paşa tarafından ismine karahaç basılmış ve baba belediye başkanı kendi oğlunca öldürtülmüştür. Kapamacıyan'ın oğlu meyhaneye götürülmüş, iyice içki içirilmiş daha sonra Reis faytonla şehirden geçerken oğlunun sıktığı beş kurşunla ölmüştür. 13 ismail Başıböyük'ün beyanına göre, Kapamacıyan sadece çok zengin bir Ermeni değil, aynı zamanda reis olmadan önce hiçbir Ermeniyi işsiz, mesleksiz bırakmayan biridir.1^ Kapamacıyan'ın oğlu tarafından öldürüldüğü ile ilgili olarak Mehmet Reşit Efendi, "Bunlar kendilerine hizmet etmeyen Ermenileri de yaşatmıyorlardı. Meselâ, burada bir belediye başkanı vardı, ismi yanılmıyorsam Kapatmayan olacak, bu onlara pek taraftar olmadığından onu oğluna öldürdüler. "15 demektedir. 1915'te Van'da Ermenilerin elinde olan sadece sanat ve ticaret değildir. Van Gölü'nde taşımacılık yapan irili ufaklı 400 gemi ve tekne de Ermenilere aittir. Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarından Hacı Şevket Çaldağ, "Gemicilerin hemen hemen hepsi Ermeni idi. Zâten Van'daki sanatkârların, tüccarların çoğu Ermenilerdendi. Binde biri Müslüman çocuklarını yanına çırak almazdı."11^ demektedir. Görgü tanıklarından Mehmet Delibaş, Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman eski Van'da, Cengüloğlu Agop isminde bir Ermeni'nin yanında kunduracı çırağı olarak çalıştığını belirttikten sonra, durumunun bir istisna olduğu ile ilgili olarak şu sözleri ilave etmeden geçemiyor: "Ermeniler kolay kolay bizim Müslümanlardan yanlarına çırak almıyorlardı. Ama nasıl olduysa, adam beni yanına çırak olarak almıştı".17 Özellikle gemiciliğin tamamen Ermenilerin elinde olduğu bütün görgü tanıklarının üzerinde birleştikleri bir gerçektir. Öyle ki, 1981 yılında kendisiyle görüşmeye gittiğim Hacı Osman Gemicioğlu'nun soyadı beni şaşırtmıştı. Hem Van'ın yerlisi, hem Müslüman, hem de soyadı Gemicioğlu olacak. Bu çelişen bir durumdu. Ben Hacı Osman Efendiye "Bir yanlışlık olmasın, ya siz Van'ın yerlisi değilsiniz, ya Karadeniz tarafından gelmesiniz veya soyadınızda bir karışıklık vardır." dedim. Bunun üzerine Hacı Osman Gemicioğlu aslen Ermeni olduğunu, iskele köyünde oturduklarını, ailesinin gemici olduğunu ve sonraki hikâyesini bana anlattı. Sayfa 3 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Hem yazılı kaynaklar hem görgü tanıklarının anlattıklarına bakılırsa, Ermeniler genellikle sahillerdeki, arazisi verimli köylerde, Kürtler ise daha çok dağ köylerinde oturmaktadırlar. 1915'te Van Ermenilerinin okuma, yazma tahsil durumu Van'daki Müslümanlara göre çok daha iyi durumdadır. Tehcir başlamadan önce, Ermenilerin Van'da yayımlanan Van Kartalı ve Araratlı isimli iki tane gazetesi vardır.18 İkinci Meşrutiyet'in İlânı ve Ermeniler ingiltere'nin Van Konsolos Yardımcısı Dickson'un bildirdiğine göre, ikinci Meşrutiyet'in ilânı ile beraber Ermeniler iyice kanun ve nizam tanımaz olmuşlardır. Meşrutiyetin ilânında en büyük payı kendilerine çıkaran Ermenilerin bütün mahkûm ve tutukluları da serbest bırakılmıştır. Dickson, Meşrutiyet sonrasında esen hürriyet rüzgârlarını Ermeniler açısından "Türkiye Ermenileri şimdiye dek eşi görülmemiş bir özgürlüğe sahip olacaklardır."19 şeklinde değerlendirmektedir. Görgü tanıklarından Celâl Şener, ikinci Meşrutiyet sonrası durumu "Savaş başlamadan evvel Ermeniler çok keyfî yaşıyorlardı."20 şeklinde değerlendirirken, bir Ermeni kunduracının yanında çırak olarak çalışan Mehmet Delibaş, Meşrutiyetin ilânından itibaren olan gelişmeyi şöyle özetler: "Bir sabah dükkânı açtığımda usta bana, 'Bir yere ayrılma ben bir yere gideceğim.' dedi. Biraz sonra usta gitti. Dönüşünde bana 'Artık hürriyet oldu. Hürriyet ilân edildi; onu kutlamaya gittik.' dedi. O günlerde herkesin ağzında 'Hürriyet, Adalet, Müsavat, Yaşasın Millet' sözleri dolaşıyordu. Hürriyeti bizim Müslümanlarla Ermeniler beraber kutladılar. Şehirde davul zurnalar çalmaya başladı. Ermeniler buna çok sevinmişlerdi. Onlar bizimkilerden çok fazla neşeliydiler. Hürriyet olduktan sonra benim ustanın dükkânına yabancılar gelip gitmeye başladı... "Biz de hürriyet olunca her şey bitti zannediyorduk. Bizim hocalarla onların keşişlerini kucaklaştırdılar. Demek ki, bizi aldatıyorlarmış"21 şeklinde ifade etmektedir. Mehmet Reşit Efendi ise "îkinci Meşrutiyet zamanındaki hürriyet, müsavat, adalet gibi şeyler onları daha da şımarttı"22 diyerek Şener ve Delibaş'ı teyit ediyor. îkinci Meşrutiyet'in getirdiği hürriyet ortamında bütün ayrılıkçı hareketlerin daha serbestçe hareket ettikleri bir vakıadır. Başından beri ikinci Abdülhamit'in devrilmesi ülkeye meşrutî bir yönetim getirilmesi hususunda Jön Türklerle dirsek temasında olan Ermeni komitelerinin, hürriyetin ilânından kendi adlarına yeteri kadar faydalanmaları kaçınılmazdı. Van'ın Yerli Ermenilerinin İsyana Taraftar Olmaması Vanlı görgü tanıklarından özellikle şehirde oturanların hepsi yerli Van Ermenilerinin başlangıçta isyan etmek gibi bir niyetlerinin olmadığında, bu insanların Rus Ermenileri ve onların öncülük ettiği komiteler tarafından iğfal edildiklerinde hemfikirdirler. Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarının söylediklerine şöyle bir bakalım: "Ne zaman ki Van'da komiteler teşekkül etti, işte o zaman Ermeniler başladılar azıtmaya. Aslında Van'ın yerlisi olan Ermenilerin çoğu isyana taraftar değildi". (Celâl Şener) "Van'daki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar, îşte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tıgalan (gençleri) bu komitelere yazıldılar". (Bekir Yörük)24 "Biz Van'da Ermenilerle beraber yaşıyorduk. Önceleri aramızda herhangi bir münaferet (karşılıklı düşmanlık) yoktu. Daha sonra Van'da komiteler peyda olmaya başladı. Her gün Van'a Vanlı olmayan birçok Ermeni geliyordu. Bu yabancı Ermeniler bizim yerli Ermenileri de devamlı isyan için kışkırtıyorlardı. Bu yabancılar hep Rusya'dan gelirdi. Van'daki Komiteleri Aram Paşa diye bir gâvur idare ediyordu". (Akif Yurtbay) "Komiteler kışkırtmasaydı Van'ın yerli Ermenisi ses çıkarmıyordu. Bütün imkânlar onların elindeydi". (Hacı Şevket Çaldağ) Mehmet Delibaş, 1970'li yıllarda istanbul'da karşılaştığı aslen Vanlı, Kapalıçarşı'da halıcılık yapan Karapit Nedeniyan isimli bir Ermeni vatandaşımızın şöyle teessüf ettiğini nakleder: "Ah sebep olanlar ah, eviniz yıkılsın. Güzel güzel yaşıyorduk. Müslümanların çekmediği sefayı biz sürüyorduk. Bizim gençlerimizi kandırarak kendi emelleri uğruna çalıştırdılar. Şimdi her birimiz dünyanın bir yerindeyiz". Aynı şekilde Van'da çok saygın bir isim olan Şeyh Mehmet Reşit Efendi, Musul'da karşılaştığı yine aslen Vanlı bir Ermeni esnafın kendisini kucaklayarak memleket hasretinden söz ettiğini ve şöyle yakındığını anlatır: "Allah o Aram Paşaya lanet etsin. Aram Paşa bizi devlet kuracağım diye kandırdı. Böylece bizi yaktı. Biz Türklerden gördüğümüz insaniyeti hiç unutmayız. Onlar bize dünyamızı kazandırmışken, bizlere şefkatle muamele etmişken, bunları tekmeledi. Onun için Allah bize belâ verdi. Her tarafa dağıldık". "Bir ara da Fransızcamı ilerletmek için Ermeni Merkez Mektebine devam ettim. Orada Ermeni papaz ve öğretmenler bizim gözümüzün içine baka baka Ermeni Sayfa 4 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gençlerine Müslümanlara karşı kin ve nefret tohumu aşılıyorlardı". (Hamit Çavuşçu) "Ne zaman ki Ermeni tıgalan (gençleri) komite kurdular, işte o zaman Ermeniler bize karşı olan düşmanlıklarını açığa vurdular". (Refik Özkanlı)30 "Savaş başlamadan 20 yıl kadar önce de Ermeniler Van'da isyan çıkarmıştı. Fakat savaş başlamadan önce genel olarak yüzümüze karşı iyi görünüyorlardı. Bu söylediğim esnaf ve yerli Ermenilerin tavrı idi. Rusya'dan gelen, Avrupa'ya gidip tahsil gören Ermeni gençleri ise Müslümanları alçaltıcı sözlerle küçük düşürmeye çalışıyorlardı". (Müştak Boysan)31 "Yaşlı Ermeniler isyana taraftar değildi. Yalnız Avrupa'da tahsil gören tığalar (gençler) onları zorla işin içine soktular". (Salih Taşçı)32 "Doğrusunu istersen Van'daki aklı başında Ermeniler isyana taraftar değildi. Çünkü niye isyan etsin? Her şey Ermenilerin elinde idi; bütün servet Ermenilerindi. Komiteler kurulunca esnafı zorla isyana teşvik ettiler. İştirak etmeyene de hain gözüyle bakıyorlardı". (Osman Gemicioğlu)33 ingiliz Konsolosluğunun raporları da yukarıda alıntı yaptığımız görgü tanıklarının anlattıklarını onaylamaktadır. Söz konusu raporlarda Ermeni komitelerinin kendileriyle iş birliği yapmayan, onlara katılmayan Ermenilere karşı şiddet uyguladığı da belirtilmektedir,3^ Ermenilerin Silâhlanması Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerin büyük bir isyan için gizliden gizliye silâhlandıklarını ifade etmektedirler. Van'daki en büyük silâh depoları yine bir Ernıeninin ihbarı üzerine ortaya çıkarılmıştır. Anlatıldığına göre, Davit isminde bir Ermeni genci, Vatan isminde bir Türk kızına âşık olmuştur. Ancak Davit Taşnak komitesine mensuptur. Evlenmesi için Aram Paşadan (Aram Manukyan) izin almak zorundadır. Ancak, Aram Paşa, bütün ısrarına rağmen, Davit'e evlenme izni vermemiştir. Bunun üzerine Davit, Aram Paşaya karşı gelmistir. Aram Paşa derhal Davit'in ismine kara haç basmıştır. Davit'i öldürme emri, en yakın arkadaşı Dacat'a verilmiştir. Dacat, Davit'i kaçıp kaybolması için uyarmıştır ama Davit, Müslüman olmakla yetinmemiş, bildiği kadarıyla Ermenilerin depoladıkları bütün silâhların yerini ihbar etmiştir. Türk ordusuna teğmen olarak kabul edilen Jerc Davit, Mehmet ismini almış ve "Muhbir Mehmet" olaral lerd tanınmıştır. Bir gün Hamamönü mevkiinde Dacat'la karşılaşan Davit, arkadaşının kendisini öldürmesine ihtimal ateş vermemiş ama Dacat tabancayla Davit'i öldürmüştür. Davit'in ihbarı üzerine başta Yedikilise köyü olmak üzere Ermenilerin meskûn olduğu birçok mahalde, okul 8er ve kilisede çok sayıda silâh ve mühimmat ele geçirilmiş- vazı tir. Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Dickson, dahi 31 Mart 1909'da yazdığı bir raporda, Ermenilerin Van'daki silâhlanma faaliyetine dikkat çekmektedir. Bütün görgü tanıkları, Ermeniler'in Van'a silâhlan deve yükü ile gelen gazyağı varillerinin içerisinde saklayarak soktuklarını ifade etmektedirler. Nitekim, 1915 Nisan'ında Van'da Ermeni ayaklanması başladığında Ermenilerin ne denli silâhlandığı ortaya çıkmıştır. Van is sure yanında Ermenilere karşı Türk ordusunda subay olara! mız' görev almış olan Venezuellalı Rafael de Nögalis, yayınladığı Hilâl Altında Dört Yıl (İspanyolca aslı: Cuat nn a ro Anos bajo la Media Luna) isimli hatıratında, Erme î nilerden yana, Müslümanlara karşı bir tutum takındığ birir hâlde Ermenilerin korkunç düzeydeki silahlanmaların ler r inkâr etmez. Kitabında birçok tutarsızlık bulunan Nöga- nın lis, Van'da 1915'te büyük bir ayaklanma ve Müslümanlara karşı taarruz başlatan Ermenilerle ilgili olarak "Ermenistan'ın halâsı ve mukaddes salibin galebesi için, evle nellı rinin kararmış enkazları arasında son nefese kadar mü ra u cadele eden Ermenilerin bize gösterdikleri müşkilât çok büyüktü. Fakat fena talih yüzünden din kardeşlerimi! hine felâketi için sarfettiğim zamana lanet ediyorum."dediği hâlde, Ermenilerin Müslümanlara karşı silâhça üstünlüğünü açıkça ifade eder. Ancak, gözden kaçırılmaması gereken husus, Müslümanların ellerindeki silâhların ise Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında bulunan bir vilâyetteki ayrılıkçı Ermeni komitelerine ait olduğudur. "Ermeniler, mavzer tabancaları ile iyi teslih edilmişlerdi (silahlandırılmışlardı). Bu tabancalarla kısa mesafelerde iyi netice istihsal ediyorlardı. Âdeta makinalı tüfek gibi, 4 ile 6 tabanca ekseriya aynı zamanda aynı hedefe ateş ediyorlardı. Bundan başka bir nevi burgu icat etmişlerdi. Bununla evlerin tuğla duvarlarını çabuk deliyorlar-dı. Ermenileri bir mevziden attıktan sonra tabancaları diğer yerde birçok deliklerden görünmeye başlıyordu; biz vaziyetin ne şekil aldığını anlayıncaya kadar bunlar ateş-leriyle ölüm saçıyorlardı". Nögalis, Ermenilerin uzun boylu bir isyana hazırlık dönemi yaşadıklarını ve seksen hâkim noktada direniş mevzileri hazırladıklarını ifade etmektedir: "Bağlar mahallesi (bugünkü Van'ın kurulduğu yer, H.Ç.) münferit ve etrafı tuğla Sayfa 5 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi duvarlarla çevrilmiş sayfiyelerden ibarettir. Ermeniler bu sayfiyeleri maharetle birbirine raptetmişler ve bu surette kuvvetli mevziler vücuda getirmişlerdir. Topçularımıza mukavemet edebilecek bu tesisattan başka Ermeniler, Van'ın etrafında 80 nokta-i istinat yapmışlardı; bunların ateşi etrafa hâkimdi".40 Nögalis'in burada sözünü ettiği Ermeni evlerinin birbirine bağlanması yer üstünden değil, yer altından tüneller marifetiyle olmuştur. Görüştüğümüz görgü tanıklarının büyük bir çoğunluğu bu tünellerden ve Ermenilerin bu yolla haberleştiklerinden ve birbirlerine silâh ve insan takviyesi yaptıklarından söz etmektedirler. Yine aynı tüneller vasıtasıyla Müslüman evlerine veya askerî noktalara ulaşıp havaya uçurabiliyorlar. Nitekim, Nögalis'in günü gününe naklettiği Van isyanında, 28 Nisan 1915 tarihinde Ermeniler Reşadiye mahallesinin yarısını bu yolla havaya uçurmuştur. Adı geçenin bu olayla ilgili olarak düştüğü not şöyledir: "Bugün Ermeniler bir lağım yardımıyla Reşadiye mahallesinin yarısını berhava ettiler; bu mahallede Yüzbaşı Reşit Bey ve Bargiri Kaymakamı Bağlar Mahallesinin büyük kısmına ateşleriyle hâkim bulunuyorlardı".41 Nögalis Ermenilerin sadece silâh depoladıklarından değil, onların bizzat imal ettikleri toplardan söz etmektedir: "Mahsurların (Ermenilerin, H.Ç.) ellerindeki top kendilerinin bizzat imal eyledikleri eski bomba toplan idi. Bu topları tuğla evler içinde muhafaza ediyorlar; bunları evler arasından her tarafa, köşelere, methallere ve barakalar arasından müdafaa edilebilecek sokaklara kolayca gönderebiliyorlardı. Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfek de vardı; bunları senelerce satın alarak depo etmişlerdi. Erme-nilerde, bize çok zayiat verdiren, el bombası da mebzu-len mevcut idi".42 Hemen bütün görgü tanıkları Ermenilerin ellerindeki üstün ve o zamana göre modern silâhlarından, Müslümanların ellerinde, hükümetin dağıttıkları dahil, basit martin tüfeklerinden dert yanmaktadırlar. Hatta, bunlardan Şeyhine köyünden Hamza Dayı, Zeve köyünden Ermenilerle giriştikleri çatışma esnasında, elindeki basit tüfeğin namlusunun birkaç atıştan sonra patladığını büyük bir teessüfle anlatır. Bir yanda namlusu patlamasın diye soğan sürülerek soğutulan basit tüfekler, öte yanda Rusya'dan getirtilmiş modern silâhlar... Nögalis bütün Ermeni yanlısı tutumuna rağmen, "Ermeniler için her ev bir kale hâlinde idi."demekten de kendini alamayacaktır. Ermeniler sadece birer kale hâline getirdikleri evlerinden ateş açmıyorlar, kiliselerini de birer taarruz yeri hâline getirmişlerdir. Bu kiliselerden biri gerek kullanım, gerekse mimarî tarzı açısından Pavlos Kilisesi'dir. Ermeniler bu kilisenin kubbesinden Müslümanlara ateş etmişlerdir. Ermenilerin silâhlarının üstünlüğü karşısında onlara karşı duran aşiret mensupları basit silâhlara ve çok sınırlı cephaneye sahiptirler. Nitekim Nogales, bu durumu "Kürtler fişekten iktisat yapmak için daha ziyade esliha-i cerihalarını (bıçak, süngü gibi) kullanıyorlardı."46 cümlesiyle ifade edecektir. Vanlı Müslümanların Büyük Göçü Vali Cevdet Beyin vilâyet çapında duyurduğu göç etme talimatı üzerine Vanlılar henüz soğukların hâkim olduğu erken bir ilkbaharda yollara dökülmüşlerdir. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, Müslümanlar her şeylerini bırakarak sadece, o da sahip olanlar, binek hayvanlarını alıp batıya yönelmişlerdir. Bir kısmı, kara yolu ile Tatvan üzerinden Bitlis'e, oradan Diyarbakır'a, Urfa'ya, Antep'e, Halep'e, Adana'ya ve Konya'ya göçerken diğer bir kısmı Van-Tatvan arasına Ermenilere ait olan gemilerle gitmeyi tercih etmiştir. Bunların önemli bir bölümü Ermeni gemiciler tarafından özellikle Adilcevaz'da bekleyen Ermeni fedailerine teslim edilmiştir. Çoğu kadın, yaşlı, çocuk ve yaralılardan oluşan bu insanlar, Ermenilerce imha edilmişlerdir. Van, serin bir iklime ve soğuk sulara sahip bir yerleşim yeri olduğu için, özellikle güney illerine göçen insanlar buradaki hava ve suya alışamamış, özellikle Diyarbakır'daki kolera salgınından çok insan hayatını kaybetmiştir. Vanlıların savaş yıllarında yaktığı ünlü Ali Paşa türküsünün ilk dörtlüğü söz konusu dramı bütün duygusallığı ile ortaya koymaktadır: Arpa ektim biçemedim, Bir düş gördüm seçemedim, Alışmışam soğuk suya, Issi sular içemedim. Gerçekten de, Vanlı ektiği arpayı biçemeden ve gördüğü kâbuslu rüyayı yoramadan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Diyarbakır'da ve Adana'da Van'ın buz gibi Kehriz ve Zernebat sularını bulmak, tabiî, mümkün olmamıştır. Göç esnasında, yaşanan dramı, bir bütün olarak göç trajedisini görgü tanıklarının hıçkırıklarla bölünen ifadelerinde bulmak mümkündür. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, yolculuk esnasında zaman zaman karşılaşılan Ermeni saldırıları ve gidilen yerlerdeki diğer işgaller, yurtlarından ayrılan Vanlıların Sayfa 6 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi trajedisini tamamlayan diğer unsurlardı. Çeşitli sebeplerden dolayı göçemeyenlerin büyük bir kısmı Ermenilerce öldürülürken, özellikle kadınlar çok kötü muameleye maruz kalmışlardır. Görgü tanıklarından Nafia Çabuker, Zahide Coşkun, Şadiye Talay, Esma Nine ve Süllü Bacının anlattıkları tüyler ürperten türdendir. Timar mıntıkasındaki yedi köyün halkı göçmek için Van'a gelmiş, ancak îskale ve Kalecik köylerindeki Ermeniler tarafından çapraz ateşe tutulmuşlardır. Onlar da göl yoluyla gidebilecekleri ümidiyle Zeve köyüne sığınmışlardır. Ne var ki, burada hem Van Ermenileri hem de Ruslara öncülük eden Rus Ermenileri tarafından kuşatılmış ve yok edilmişlerdir. Görgü tanıklarından Ermeni asıllı Hacı Osman Gemicioğlu, Zeve katliamı meydana geldiği sırada iskelede oturduklarını ve katliamın ertesi günü bir grup çocukla Zeve'ye boş kovan toplamaya gittiklerini ve gördükleri manzarayı anlatmışlardı. Nögalis, Başkale yolunda artık Van'dan aynlan Vali Cevdet Beyden Van'da kalan kadın, çocuk ve yaşlıların Ermenilerce katledildiğini öğrenmiştir. Van, Ermenilerin eline geçince kalenin güneyinde kurulmuş olan tarihî şehir baştan başa yakılmıştır. Rus işgali tamamlanınca Van'daki Ermeni komitelerinin komutanı Aram Manukyan Van'a vali tayin edilmiştir. Van'ı terk edip de hayatta kalmayı başarabilen Müslümanlar, 2 Nisan 1918'deki kurtuluştan sonra yavaş yavaş yurtlarına dönmüşlerdir. Bir fikir vermesi açısından göçen görgü tanıklarından bazılarının kaç kişilik aile efradıyla Van'ı terk edip kaç kişiyle döndüklerine bakıyoruz. Meselâ, Cemâl Talay yirmi kişilik nüfusu olan bir aile ile Van'ı terk ettiklerini, 1921'de Suruç'tan ayrılıp Van'a geldiklerinde aileden sadece kendisi ve bir erkek kardeşi ile hayatta kalabildiklerini söylemektedir.47 Mehmet Reşit Efendi, yirmi üç kişilik bir aile ile Van'dan göç edip dönüşte üç kişi kaldıklarını beyan etmektedir.48 Refik Özkanlı ise Van'ın kurtuluşundan sonra askere alındığını ve askerlik dönüşünde "Allah'tan başka kimsem yoktu."49 demektedir. Sevk ve İskân isyanın Nedeni mi? Ermenilerin dünya çapında yaptıkları propaganda ve lobicilik faaliyetlerinde genellikle şevke zorlandıkları için isyan ettikleri ifade edilmektedir. Nitekim, Avusturyalı şair Franz Werfel 1931 yılında yayımladığı Musa Da-ğı'nın Kırk Günü isimli romanını bu teze dayandırmıştı. Werfel'in kitabı kısa zamanda bütün batı dillerine çevrilmiş ve Avrupa'da çok kötü bir Türk görüntüsünün oluşmasına sebep olmuştur. Yıllar sonra Werfel'in dayandığı bilgilerin yanlışlığını, ne gariptir ki, yine bir soydaşı ortaya koymuştur. Prof.Dr. Erich Feigl, Werfel'in dayandığı ve çoğu Aram Andonyan'a ait belge ve bilgilerin yanlışlığını, sahte oluşunu ortaya koymakla yetinmemiş, ingilizce ve Fransızca çevirilerde düşülen çelişkileri örtbas etmek için yapılan tahrifatı da tespit etmiştir. Feigl'e göre, "Ermeniler, Osmanlı Hükümetinin onların yerlerinin değiştirilmesini emretmeden bir ay önce Van'da isyan çıkarmışlardı. Bu da şunu gösterir ki, Van'daki bu isyan verilen emrin bir sonucu değildir; aksine, bu emir isyan sonucunda verilmiştir".51 Georges de Maleville, Ermenilerin Van isyanını Sevk ve iskân Kanununun çıkarılmasının tek değil, ilk nedeni olarak kabul etmektedir. 52 Gerçekten de Van isyanı 1915 Nisan başında başlamış ve bir ay sürmüştür. Hâlbuki, Sevk ve iskân Kanunu 14 Mayıs 1331'de (27 Mayıs 1915) çıkmıştır.53 Van'da Ermenilere Soy Kırını Yapıldı mı? Görgü tanıklarına Müslümanların Ermeniler'i öldürüp öldürmediğini sorduğumuzda aldığımız bazı cevaplar ilginçtir. Özellikle köyde oturanlann hepsi, saldırmaya gelen Ermenilere, barış simgesi olarak, köylülerce tuz-ekmek götürüldüğünü, ancak Ermenilerin tuz-ekmeği götüren şahıslan katlettiğini söylemektedirler. "Bizim vicdanımız bizi zulmetmekten meneder. Hele kendi hâlinde, zavallı insanlara hiçbir Müslüman hakaret etmez. (Bekir Yörük)54 "Onlara haksızlık yapılıyor diye isyan etmediler, bağımsız bir devlet kuracağız diye isyan ettiler. Hatta biz hicretten döndükten sonra dağlara kaçmış olan altı yüz kadar Ermeniyi sapasağlam Rusya'ya gönderdik". (Mehmet Delibaş)55 Sonuç Görgü tanıklarından edindiğimiz izlenime göre, Ermeniler hırslarına mağlup olarak doğuda bağımsız bir devlet kurma emeline kapılmış ve bunun için terör dahil her vasıtayı meşru görmüşlerdir. Silâhla saldırıya geçen Ermenilere tuz-ekmekle karşılık verilmiş ama bu, onları durdurmaya yetmemiştir. Osmanlıların Ermenilere soy kırım uygulamak gibi bir niyeti olsaydı, bunu Kanunî Sultan Süleyman döneminde yapardı, insanlar düşmanlarını en güçlü oldukları zaman imha ederler; en zayıf oldukları zaman değil. Bir yandan Galiçya'dan Yemen'e kadar bir yığın cephede fiili savaş hâlinde olmak, öte yandan daha birkaç yıl önce bakanlık verdiğiniz Ermenilere soy kırım uygulamak. Bu gerçek olmadığı gibi, aklî ve mantıkî de değildir. Tam savaşın ortasında bir de silâhlı Ermeni isyanı ile karşılaşan Jön Türk Sayfa 7 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Hükümeti de, başka herhangi bir devletin yapacağını yapmış, Ermenilerin yardımıyla ilerleyen Ruslar karşısında Müslüman nüfusunun bölgeyi terk etmelerini emretmiştir. Ardından, Van bölgesi Ermenilerinin Doğu Anadolu'nun bu önemli şehrini silâh kullanarak zaptetmesi ve işgalci Rus ordusuna teslim etmesi karşısında, Anadolu'da yaşayan Ermeni nüfusunun sadakatma artık itimat edilemeyeceği kanaatine varıp, Ermenilerin savaş bölgesinden uzak yerlere nakledilmesini emretmiştir. 1915 yılında Van bölgesinde hüküm süren özel koşullar altında, hiç kimse soy kırımdan bahsetmemelidir. Bir soy kırımdan değil, bir mukateleden söz edilebilir. Geçmişten ders almak, günü doğru inşa etmeyi ve geleceğe sağlam yürümeyi sağlar. Tarihteki acılan deşmek, eğer barışa, dostluğa hizmet edecekse değer. Avrupa ve Amerika'daki Ermeni toplumu bilmelidir ki, mevcut gayretiyle binbir dertle boğuşan fukara Ermenistan'a iyilik değil, kötülük ediyorlar. ERMENİ YANILGILARI Giriş Ermeniler, Kafkasya, İran ve Anadolu coğrafyasında dağınık hâlde yaşamış, M.S. IV. yüzyılda Hristiyan-lığın Gregoryen mezhebini kabul etmiş ve siyasî olarak Pers, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Safevi, Osmanlı ve Rus İmparatorluğu hakimiyeti altında, kültürel ve sosyal varlıklarını sürdürmüş bir toplumdur. Yaşadıkları bu bölgelerde kültürel, sosyal ve iktisadî yönden ciddî bir varlık göstermişler ve önemli fonksiyonlar icra etmişlerse de, siyasî yönden yukarıda bahsettiğimiz imparatorlukların himayesinde, gölgesinde, idaresinde yaşadıkları için, ayrı ve müstakil bir siyasî şahsiyet olma imkânı bulamamışlardır. Bunda Ermenilerin zanaatkar, sanatkâr, tüccar, esnaf olmaları münasebetiyle, idaresi altında bulundukları imparatorlukların tesis ettikleri barış ortamından yararlanarak daha fazla ticaret yapmak, her tarafa dağılmalarının önemli bir rolü olmuştur. Bu itibarla, Büyük Ermenistan- Küçük Ermenistan dedikleri bölgede yaşayan diğer kavimler karşısında, siyasî birlik, siyasî güç ve kudret yani "devlet" oluşturmaya yetecek nüfus potansiyeline, hiçbir zaman sahip olamamışlardır. Bu durum Ermenilerde, oturdukları yerleri-toprakları vatanlaştırma şuurunun olmadığını gösterir. Onlar mesleklerini icra etmek, ticaret yapmak için başka kavimlerin kalabalık olduğu yerlere, şehirlere, kasabalara bazen birkaç aile, bazen küçük bir grup ve bazen de bir mahalle olarak yerleşmişlerdir. Bu şekilde dağınık yaşamaları onların hayat tarzı ve zenginlik kaynağı olmuştur. Meselâ, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişliği ve yönetiminin de hoşgörüsü Ermenilere bu imkânı fazlasıyla sunmuştur. İstanbul'daki Ermeni nüfusu, Doğu Anadolu'daki birkaç vilâyetteki Ermeni nüfusundan fazla idi. Ayrıca Bursa, İzmir, Konya, Ankara, Samsun, Trabzon gibi vilâyetlerde Ermeni mahalleleri mevcuttu. Kısaca, Ermenilerin hayat tarzı ve anlayışları, onların, siyasî varlık ve birlik olmalarını engelleyen en önemli unsur olmuştur. Bilindiği üzere Balkanlardaki Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar gibi gayrimüslim kavimlerin nüfusları, belli bir bölgede yoğunlaştığı için, Osmanlı Devleti'ne isyan etmeleri ve ondan ayrılmaları daha kolay olmuştur. Ermeniler, hak iddia ettikleri Doğu Anadolu'da (vi-layât-ı sitte) nüfus oranının ve nüfus yoğunluğunun azlığı yanında, kurmak istedikleri müstakbel Ermenis- j tan'ın sınırlarını kesin olarak çizmekte güçlük çekiyorlardı. Zira, geçmişten kalma tarihî ve siyasî kesin bir sınırları yoktu. Ermeniler, nüfusun yüzde yüzüne yakınını teşkil ettikleri, beşerî ve kültürel sınırları belli bir coğrafyaya sahip değildiler. Dolayısıyla, Doğu Anadolu'da ayrılıkçı bir isyanı destekleyecek ve takviye edecek beşerî ve askerî bir güç de ellerinde bulundurmuyorlardı. Osmanlı, Rus ve İran devletlerinin tebası oldukları için siyasî birlikleri ve güçleri de söz konusu | değildi. A- Ermeni Meselesi'nin Doğuşu ve Gelişimi XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile Ermenileri arasında herhangi bir ciddî problem yoktu. Ermeniler,! millet sisteminin bahşettiği muhtariyet çerçevesinde, j kendi vagonlarında hayatlarını rahat bir şekilde sürdü-1 rüyorlardı. Yalnız bu vagonu, diğer kavimlerin vagon-l larıyla birlikte, Osmanlı lokomotifi (Türkler) çekiyor-1 du. Baş makinist (padişah), Osmanlı lokomotifine tak-1 tığı değişik kavimlere ait vagonları, belli bir hızla belli) bir istikamete götürürken hiç mesele çıkmamıştı. XIX. yüzyıla gelindiğinde makinist ihtiyarladı, loko-l motif eskidi, yakacak kömür-odun azaldı, yeterli su bu-l lunmaz oldu. Trenin hızı azaldı. Vagonlardaki yolcuları huzursuz olmaya, makinistten-lokomotiften şikâyete! başladılar. İlk önce Sırplar (1804) ardından Yunanlar, Osmanlı katarlarından 1821'de ayrılarak Millî Yunan lokomotifine takılmış ve farklı bir istikamette yol almaya başlamıştı. Hristiyan Avrupa'nın, Yunanistan Devle-ti'nin kurulmasına yardım ettiği bilinen bir husustur. 1830'da Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, 1833 Hünkar iskelesi Antlaşması, 1839 Sayfa 8 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Tanzimat'ın ilanı, 1854 Kırım Savaşı ve Islahat Fermanı gibi olaylarla, Şark Meselesi iyice alevlenmiş ve Avrupa'nın büyük devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya), dikkatlerini tamamen Osmanlı İmparatorluğuna (Hasta Adam) ve onun mirasına çevirmişlerdi. Böyle bir ortamda Babıâli sadık millet olarak gördüğü Ermenileri, devlet yönetiminde görevlendirmiş ve pek çok Ermeni bürokratını da önemli mevkilere getirmişti. Böylece Osmanlı'nın itimadını kaybeden Rumların yerini, bürokraside Osmanlı'nın güven duyduğu Ermeniler doldurmuştu. Bu durum, XIX. yüzyılın ortalarında Türk-Ermeni münasebetlerinin iyi olduğunu ve ayrıca Ermenilerin yabancı bir devletin himayesinde bulunmadığını göstermekteydi. Türklerin Ermenilere bu derece güvenmesi ve idarenin her kademesinde onları görevlendirmesi üzerine; o zamana kadar İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikan kiliselerinin dinen ilgilendiği Ermeni cemaatine, bu sefer de İngiltere, Rusya ve Fransa hükümetleri doğrudan doğruya (siyaseten) el attılar ve onlarla yakından alakadar olmaya başladılar. Ermenilere olan bu ilginin bu şekilde birden artması ve siyasileşmesi elbetteki hayra alamet değildi. Nitekim, XVIII. yüzyıldan beri devam eden dinî alakaya, 1830'lardan sonra siyasî alakanın da eklenmesi üzerine, Rusya, Ortodoks Ermenilere, Fransa, Katolik Ermenilere el attı. Hindistan'ı fetheden ingiltere de; Şark Meselesi'nde Fransa'yı dengelemek ve engellemek için Lübnan'da Dürzilerle, Rusya'yı dengelemek ve güneye inmesini engellemek için de Anadolu'da Gregoryen Ermenilerle, siyaseten meşgul olmaya başladı. Osmanlı Ermenilerinin, yukarıda ifade ettiğimiz gibi birinci engeli, Müslümanlara göre nüfuslarının oran ve yoğunluk itibariyle az olması ve bu az nüfusun da imparatorluğun her köşesine dağılmış bulunması; ikincisi anayurt veya anavatan şuurunun yokluğu ve azlığı sebebiyle hak iddia ettikleri Doğu Anadolu'yu geçinmelerini sağlamak amacıyla terk etmeleri ve haklı olarak Osmanlı topraklarının her köşesini vatan kabul etmeleri; üçüncü çıkmazları ise İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından mezhebî ve siyasî açıdan Katolik, Ortodoks, Protestan ve Gregoryen olarak dört kampa ayrılmaları, yani parçalanmalarıdır. Bu üç büyük devlet her bir Ermeni grubuna büyük vaatler ve umutlar vererek, onları Osmanlı'dan koparmışlardır. Ayrıca, Katolik Ermeniler, Ortodoks Ermeniler, Protestan Ermeniler ve Gregoryen Ermeniler arasına da fesat, rekabet ve düşmanlık sokarak, Ermenilerdeki mezhebî ve millî bütünlük ve dayanışma ruhunu yıkmışlardır. 1819'dan itibaren ABD'nin, misyonerleri vasıtasıyla Ermenilere el attığını ve onları himaye ederek umutlandırdığını da unutmamak lazımdır. Bu arada pek çok Ermeni genci bazen kendi imkanlarıyla, bazen kiliselerin aracılığıyla, bazen de Avrupalı devletlerin desteğiyle Fransa, İngiltere, İsviçre, Amerika, Rusya, Belçika gibi ülkelere giderek tahsil görmüşler ve İstanbul'a dönmüşlerdir. İstanbul, sanki Ermeni kültürünün ve uyanışının merkezi hâline gelmişti. Ermeni aydınları, Avrupa'da çeşitli fikir akımlarının, özellikle romantizmin ve realizmin etkisinde kalarak, ilericiler (Aydınlıkçılar-Eclaires) ve gericiler (Karanlıkçılar-Obscurantists) şeklinde iki büyük gruba ayrılmışlardı. Ermeni toplumu da ikiye bölündü. İngiltere ilericilerin yanında yer aldı. Her iki tarafın, İstanbul'da yaptıkları salon toplantılarında, millî ve dinî meseleler tartışılıyordu. Bu toplantılarda, zamanla. Ermenilerle ilgili meseleler, millî dava hâline getirilmişti. Bu ise Ermenilerin politize edilmesi anlamına geliyordu. Nitekim, Tanzimat döneminin getirdiği havadan da istifade ederek 1841, 1847 ve 1853 yıllarında, Ermeniler kendi cemaat işlerini yönetmek için Meclis (Konsey) teşkil etmişlerdir. 1860'da Ermeni Milli Anayasası (Sahmanadrouthiun) ortaya çıktı ve 18ö3'te Babıâli tarafından, Ermeni Millet Nizamnamesi adı altında kabul edildi. Bu gelişmelerden ve Avrupa'nın desteğinden cesaret alan bazı Ermeniler, gizliden gizliye Türk-Ermeni, Müslüman-Hristiyan düşmanlığını, okullar ve toplantılar sayesinde Ermeni gençlere aşılıyorlardı. Ayrıca dinî ve millî teşkilâtlarını artırarak Anadolu'da da faaliyete başladılar. Teşkilâtlanma konusunda Katolik-lere Fransa, Ortodokslara Rusya ve Gregoryenlere de İngiltere yardım ediyordu. Kısaca Ermenilerin Büyük Devletlere, Büyük Devletlerin de Ermenilere ilgisi artarken/ her ikisinin Osmanlı Devletine karşı tavrı ise dostane olmaktan çıkıyor, hatta hasmane olmaya kadar varıyordu. (1876) I. Meşrutiyetin ilân edilmesiyle birlikte Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi bekleniyordu. Ancak, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlıların mağlup olmasını fırsat sayan, Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan'ın, Rusya ile iş birliğine girmesi ve Ayaste-fanos Antlaşmasına, Ermeniler lehine 16. maddeyi koydurması hem bardağı taşıran son damla -oldu hem de Ermenilerin gerçek niyetlerini ortaya koydu. Niyetleri, Avrupa'nın yardımıyla Doğu Anadolu'da bir Ermenistan Devleti kurmaktı. Bu Doğu Anadolu'dan Türklerin atılması manasına geliyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devletinin hoş görmesi beklenemezdi. Ancak, Ermeni Meselesi artık dünya politikasının ve diplomasisinin Sayfa 9 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gündemine girerek enternasyonalize edilmişti. Nitekim Berlin Antlaşması'nın 61. maddesiyle Ermeniler lehine hüküm konulması, Türk-Ermeni ilişkilerini daha da gerginleştirmişti. Osmanlılar haklı olarak Ermenilere şüphe ile bakmaya başladı. Ermeniler, Berlin Antlaşmasının 61. maddesiyle teorik olarak elde ettikleri reform isteklerini uygulamaya geçirmek ve hızlandırmak için, siyasî ve askerî teşkilâtlanmaya başladılar ve bağlı oldukları meşru Osmanlı Devleti aleyhine, Avrupa ile dirsek temasına geçtiler. Nitekim 1877'de Cenevre'de Marksist eğilimli Hınçak (Çan) Cemiyeti ile 1890'da Tiflis'te ihtilalci Taşnak Cemiyeti kuruldu. İki cemiyet arasında hem siyasî fikir ayrılığı hem de ciddî bir rekabet mevcuttu. Bu onların zaafı olmuş, hiçbir zaman bir birlik ve bütünlük oluşturamamışlardır. Bu iki cemiyet taraftarları ve kiliseler, Ermeni cemaatini silâhlandırmaya koyuldular. Avrupa silâh, mühimmat ve para yardımı yapıyordu. Nihayet 1891'den itibaren isyan, şiddet, baskın, suikast metodunu benimseyerek harekete geçtiler. Ancak Ermeniler, bu metotlarla Anadolu'da Ermenistan devleti kuramayacaklarını biliyorlardı. O hâlde isyanla-şiddetle ne yapmak istiyorlardı? Evvela, Müslümanları Doğu Anadolu'dan kaçırmak ve Ermeni nüfus oranını artırmak; ikinci olarak Türkleri tahrik ederek, kızdırarak Ermenilere saldırmalarını ve onları öldürmelerini sağlamak, sonra da Avrupa'ya dönerek "Bakın Türkler Ermenileri katlediyorlar, Müslümanlar Hristiyanlara saldırıyorlar" diyerek yaygara koparmak ve Avrupa'nın kendi lehlerine müdahalesini temin etmek; üçüncü olarak Avrupalı devletlere, Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devleti kurdurmaktı. Ermenilerin bu metotlarla da bir yerlere varmaları mümkün değildi. Çünkü kendileri öz kuvvetleriyle devlet kurabileceklerine inanmıyorlardı. Ayrıca, şiddetle, suikastlerle, baskınlarla, çetelerle belki Osmanlı Devleti'ni rahatsız edebilirlerdi, fakat devlet kuramaz/ lardı. Bunu göremediler, ingiltere'nin Ermenilere "kara kaşları ve kara gözleri için" devlet kuruvermeye-ceğini anlayamadılar. Nitekim ingiltere, Fransa ve Rusya I. Dünya Harbi esnasında (1914-1918) aralarında yaptıkları Osmanlı topraklarını paylaşma projelerinde, Ermenistan devletine yer vermememişlerdi. Ermeniler bunun da farkına varmadılar. İngiltere ve Fransa, Millî Mücadele döneminde (1919-1922), Türklere karşı Ermeni kozunu kullanmak için Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu'yu Ermenilere ayırmışlardı. Böylece Ermeniler Fransız saflarında al< Adana-Maraş'ta Türklere karşı savaşmışlar, İngilizlerin ku teşviki ile Doğu Anadolu'da Türklere yeniden saldır- çil muşlardır. Buna rağmen 1921 Ankara Antlaşmasıyla, saı Fransızlar Ermenileri kendi başlarına terk ettiler. 1923 da Lozan Antlaşmasında İngiltere ve Fransa Ermenilerden ve Ermenistan'dan hiç söz etmemişlerdir. ,.. 1918 yılında İngiltere, petrol bölgelerini işgal ettik- lof ten sonra,Ermeni isteklerini gündemden çıkarmışlardır. Tu Başkan Wilson, 14 maddelik kendi prensipleri çerçeve- ter sinde, Ermenilerle ilgilenmek ve onları Amerika'nırı 19i mandası altına alarak himaye etme arzusunu göster- kaı mistir. Zira Wilson, Ermenileri savunmak ve himaye et- Ör mek için 200.000 kişilik bir Amerikan ordusuna ve yıl- ler da 276.000 Amerikan dolarına ihtiyaç olduğunu görün- bili ce "astarı yüzünden pahalıya mal olacak" diye Er suç menileri desteklemekten vazgeçmiştir. Ermenileı ye ABD'nin de herhangi bir siyasi ve ekonomik çıkan ol duı madan, kendileri lehine parmağını oynatmayacağın tün yine de göremediler. B- Ermeni Meselesinin Yeniden Ortaya Çıkması 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla Türk devleti ve vatanı resmen teşekkül etmiş ve meşruiyet kazar mıştı. Artık yeni devlet millî ve üniter bir yapıya sahi] olmakla da, hem Osmanlı İmparatorluğumla şeklen bı ğını kesmiş hem de onun meşgul olduğu meseleleri uğraşmak istememiştir. Bunlardan birisi de Ermeni Me selesi idi. Türk hükümeti bu meselenin kapanmış oldu , ğuna inanıyor ve hiç üzerinde durmuyordu. Atatür „ . döneminde, gerek Ermenistan gerekse diğer ülkelerd , ki Ermeniler de meselenin küllenmiş ve tarihe havai edilmiş olduğunu kabullenmeye razı olmuş gibi gözi küyorlardı. Fakat II. Dünya Harbi'nden sonra iki kutuplu bnın dünya ortaya çıkmıştı. Komünist-totaliter, kapitalist-liberal bloklar arasındaki rekabet soğuk savaş dönemini getirmiş ve her iki taraf birbirine karşı, her fırsatı ve her unsuru kullanıyorlardı. Türkiye'nin, Batı bloğunda yer alması ve NATO'ya girmesi Doğu bloğunda huzursuzluk yaratmıştır. Bu sebeple Sovyet Rusya, Türkiye'ye karşı Ermeni kozunu kullanmayı plânladı. 1965 yılında Erivan sokaklarında, Türkiye aleyhine gösteriler tertip ettirildi. Moskova'nın, Türkiye'ye ve NATO'ya karşı, Ermenileri kullanma plânı hem Ermenistan'ın, hem de Türkiye dışındaki Ermenilerin hoşuna gitti. Kısa zamanda Türkiye aleyhine harekete geçtiler ve ASALA terör örgütünü kurdular. Erivan-Beyrut hattı arasında, her türlü kaçakçılığı yapan diğer bir şebeke, ASALA'ya para desteği sağlıyordu. Sovyet dünyasında, anti-Türk bir propaganda başlatıldı. Sayfa 10 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Ermeniler, seslerini ve isteklerini duyurabilmek ve dünya kamuoyunu etkilemek için 1973'te Los Ange-los'ta, Türk konsolosunu öldürerek, Türkiye'ye ve Türklere karşı terör hareketi başlattılar. Bu terör Türk temsilciliklerine, Türk kuruluşlarına ve mallarına karşı 1984'e kadar durmadan devam etti. Avrupa ve Amerikan kamuoyu, Ermeni terörüne karşı sessiz kalıyordu. Ortadoğu'da Kafkasya'da hesabı olan devletler Ermenileri gerektiğinde kullanmak ve kendi yanlarına çekebilmek için, onlara sempati ile bakıyorlar, Türkleri ise suçlu buluyorlardı. Ne zamanki Ermeni terörü, Avrupa ve Amerika'ya zarar vermeye başladı, o vakit ASALA'ya dur emri verdiler ve Türkiye'ye karşı PKK Terör örgütünü devreye soktular. Batılı güçlerin, Türkiye üzerinde Ermeni kozunu kullanmalarının veya kullanmaya hazır gibi görünmelerinin sebebi, hiç şüphesiz kendi ekonomik ve siyasî çıkarlarıdır. Ancak Ermenilerin veya Ermenistan'ın, Türkiye'den Doğu Anadolu'yu istemeleri, batının aklına ve mantığına uygun gelmemektedir. Zira, 1890-1915 yılları arasında, tüm Osmanlı Devleti'nde 1893 nüfus sayımında 1.101.413, 1914 nüfus istatistiklerinde ise 1.101.119 Ermeni varlığına, Avrupa'nın müdahalesine, desteğine ve Osmanlı Devleti'nin zayıflığına rağmen Doğu Anadolu'nun Türk hâkimiyetinde kaldığı bilinmektedir. Günümüzde ise Doğu Anadolu'yu Ermenilerin almasını veya Ermenistan'a ilhakını, hayal bile etmenin imkânsız olduğu görülmüştür. Bunun üzerine, Ermenistan Dağlık Karabağ'a yönlendirilmiş ve orasının işgal ve ilhakına yeşil ışık yakılmıştır. Doğu Anadolu'da Ermeni kozunun işe yaramadığı ve yaramayacağı görüldükten sonra, PKK terör örgütü vasıtasıyla Kürtler devreye sokulmuştur. ASALA ve PKK arasında ciddî bir ittifak sağlanmış, hatta Yunanistan da bu ittifaka gönüllüce dahil edilmiştir. Öngörülen plâna göre, PKK kullanılarak, önce Doğu Anadolu'nun Türkiye'den koparılacağı, daha sonra Van ve Van Gölü'nün kuzeyinde kalan Erzurum-Kars-Iğdır-Ardahan illerinin Ermenilere, Van-Muş-Bingöl hattının güneyinin Kürtlere verileceği vaat edilmiştir. ASALA ve PKK terör örgütleri bu plânın cazibesi ve hayali ile avunmakta veya avutulmaktadır. Halbuki Batılı emperyalist güçlerin asıl hedefi Güney Kafkasya-Bakû, Hazar ötesi, Musul-Kerkük ve Basra Körfezi petrol ve doğalgaz yataklarını kontrol altında bulundurmaktır ve bu hedefe varabilmek için de ASALA'yı, PKK'yı, Barzani'yi, Talabani'yi kullanmaktadırlar. Sonuç Şu anda görünen o ki, bazı Ermeniler geçmişten ders almamaktadırlar. Geçmişte bu metotlarla bir yere varamadıkları gibi, günümüzde varmaları da mümkün değildir. Kendi öz kuvvetleriyle bunu başaramayacaklarına göre, asılsız soy kırım iddialarıyla, terörle ve üçüncü ülkelerin kongre kararlarıyla hiç başaramazlar. Belki geçmişte Osmanlı Devleti'ni rahatsız ettikleri gibi, bugün de Türkiye'yi rahatsız edebilirler. Ama asla başarılı olamazlar. TARİHÎ BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU GİRİŞ Daha önce Roma ve Bizans topraklarında ve onların hâkimiyeti altında yaşayan Ermeniler, Türklerin Anadolu'da hegemon güç olmasıyla birlikte, Selçuklu ve Osmanlı toprakları üzerinde ve onların hâkimiyeti altında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Hatta Müslüman Türklerin Anadolu'yu fethinde Türklere yardımcı olmuşlardır. Bu dönemde Türklerle Ermeniler iç içe, yan yana ve birlikte, dostça yaşamışlardır. Ermeniler, Türk kültüründen etkilenmişler ve kendi istekleriyle Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Bizans hâkimiyeti altında Ermeniler büyük zorluklar çekmişlerdir. Gerçekte Bizanslılar, Gregoryen olan Ermenilere karşı mezhepleri yüzünden antipati beslemekteydiler. Ancak düşmanlıklarının kaynağında Ermenilerin kendilerine karşı olan ihanetleri vardı. Bu yüzden Bizanslılar, uzunca bir süre Ermenilere kin ve nefretle bakmışlar ve onlar aleyhinde olmuşlardır. Bu durum Ermenilerin Selçuklu hâkimiyetine girmelerine kadar sürmüştür. Burada şu iddia edilebilir ki, eğer Ermeniler Selçuklu hâkimiyetine girmemiş olsalardı dinlerini ve kültürlerini koruyamamış, doğal olarak da bugünlere gelememiş olacaklardı. Zira (IV. yüzyılda) Bizans döneminde Ermenilerin ana dili yasak edilmiş, ruhanî reislerinin millet üzerindeki hakları tanınmamış özellikle de 452 Chalcedoine (Kadıköy) meclisi toplantısından sonra Bizanslılar, Ermenilerin inançlarındaki aykırılıkları sökmek, kilisenin etkilerini, milliyet hislerini ortadan kaldırmak için onları sürgün etmiş ve Bizans'ın daimi politikası olarak Ermenileri daima bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır. Türk-Islam felsefesinin Gayrimüslimlere yaklaşımı hoşgörü çerçevesinde gerçekleşmiştir. Türkler, fethettikleri bölgelerdeki Gayrimüslim halk ile onların hak ve hukukunu güvence altına alan zimmet adı verilen bir anlaşma yapmış ve bu halka da zınımî adını vermiştir. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle istanbul'un fethi sonucu Bizans'ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiçbir döneminde Sayfa 11 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerlerindeki dinî, siyasî, toplumsal,! ekonomik ve kültürel her türlü baskı kalkmış, böylece| barış, güven, huzur ve refah dönemi başlamıştır. Osmanlı Devleti Türk kökenli, tslamî yapıya sahipl ve çok uluslu bir devletti. Bu çok uluslu yapı içerisinde l Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardı. Nitekim, ilki Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermenilerin Bizans'ın! zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anado-l lu'daki ilk Ermeni dinî merkezi Kütahya'da kurulmuş-l tur. Bursa'nın alınarak başkent yapılması üzerine bu di-| nî merkez Kütahya'dan Bursa'ya taşınmış, daha som Fatih Sultan Mehmet'in istanbul'u fethiyle Bursa'dakil Ermeni dinî lideri Hovakim I46l'de istanbul'a getiril-l mis, Fatih'in fermam ile de istanbul'da bir Ermeni Pat-| rikhanesi kurulmuştur. Bu gelişmeden hemen sonr; Iran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım, Doğu ve Orta Anadc lu'dan İstanbul'a Ermeni göçleri başlamıştır. Böylec Osmanlı imparatorluğu, Ermeniler için bir çekim mer| kezi hâline gelmiştir. Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı bu tutumul Ermeni toplumu ve kilisesinin yaşamasına ve gelişmesi! ne önemli katkıda bulunmuştur. Hatta denilebilir kil Osmanlı Devleti'nin ve -kilisesi de dahil olmak üzere! Ermeni toplumunun gelişmesi paralel bir şekilde oll muştur. Osmanlı imparatorluğu Gregoryen Ermenileri "millet" adı altında örgütlemiş ve onları kendi dinî lideri lerinin yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Ermeni Patrikhanesini kuran fermanında, Patriğin, impa ratorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî hen de cismanî lideri olduğunu hükme bağlamıştır. Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürüj tebilmeleri için gerekli malî olanaklara kavuşabilmek bakımından vakıf kurma imkanı da tanınmış, hatta ket} di malî güçlerinin yetmemesi hâlinde Osmanlı yönetin yardımda bulunmuş, Patrikhanenin eksiklerini tamar lamış, Ermeni kurumlarına malî destek sağlamıştır. Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini kazanmıştır. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Osmanlı tarihi, Ermenilerden 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim üyesi, ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir. Ermenilerin yapmış olduğu bakanlıklar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkiler olmuştur. Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, imparatorluğun bütün unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içerisinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili herhangi bir sorunla karşılaşmamışlardır. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni sorunundan bahsedilmeye başlanır. Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu, 1856 Islahat Fermanı ya da 1877 -1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Konferansı'na taşırlar. Aslında bu yaklaşımlar yanlış değildir. Ancak, meselenin 1856'ya veya 1877 - 1878'e taşınmasının alt yapısını incelemeden, buna neden olan faktörleri açıklamadan doğrudan Islahat Fermanına veya Berlin Konferansına bağlamak meseleyi oldukça kısır bırakır. Ermeni sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasın-daki gelişmelerin önemli etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi, Sanayi Devnmfnin çok tabî paraleli olan sömürgeciliktir. Bir diğer olay hemen bütün dünyayı etkisi altına alan Fransız ihtilâli ve paralelinde gelişen milliyetçilik olgusudur. Ermeniler, Osmanlı imparatorluğu içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini, bunların muhtariyet ve/veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir. Bu olaylar neticesinde kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri düşüncesi ortaya çıkmıştır. Etkenlerden biri de dinî ideoloji bağlamında çıkmıştır. Osmanlı toplumu içerisinde ilk başta sadece mezhep olarak Gregoryen Ermenileri mevcut iken Fransa'nın çalışmaları sonucu Katolik bir Ermeni topluluğu ve akabinde Ermeni Katolik Kilisesi, ingiliz ve Amerikalı misyonerlerin çalışmaları ve ingiliz Hükümetinin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi ortaya çıkmıştır, Türkiye'de Ermeni meselesi üzerine yazılmış kaynak ve ayrıcalık niteliğindeki kitaplar incelendiğinde hemen hepsi soru-•efaha kavuş nün ortaya çıkışındaki baş aktörü Rusya olarak gösterir. lAncak Rusya, Ermeni ayaklanmalarındaki etkilerden sadece biridir. Rusya'nın yanı sıra Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapan Fransa'nın; Ermeniler üzerinde Protestanlığı çıkarları için yerleştirmeye çalışan ingiltere'nin; ABD ve Almanya gibi devletlerin doğrudan veya dolaylı olarak mesele üzerinde göz ardı edilmeyecek kadar önemli etkileri olmuştur. Bu devletler 1840 tarihinden sonra çıkan olaylardan faydalanarak mezheplerinden Sayfa 12 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi olanları himaye etmek amacıyla Osmanlı İmparatorluğundaki nüfuzlarını kuvvetlendirmeye başlamışlardır. SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI Rusya ve ABD'ye karşılık Avrupalıların Ermenilerle ilgilenmeleri genelden özele doğru bir seyir gösterir. Buna bağlı olarak gelişen Ermeni meselesi de bu toplumun değil, Osmanlı topraklarında menfaatleri çatışan iki büyük devletin, ingiltere ve Rusya'nın davası olarak politik bir hüviyetle ortaya çıkarılmıştır. Ayastefanos Antlaşması ile Kafkasya'ya hâkim olan Rusya, Doğu Anadolu ve Balkanlarda da etkili olmuştur. Bu durum geleneksel ingiliz politikasına ters düşmüştür. Çünkü Rus nüfuzunun bu şekilde yayılması sadece ingiltere'nin Hindistan'la olan bağlantısını tehditle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'daki gücünü de zayıflatabilecekti. Bu bakımdan ingiltere, hemen konuyla ilgilenmeye başlamıştır. ingiltere, Rusya'nın sıcak denizlere inmesine engel olmak için uzun süreden beri bu devlete karşı Osmanlı Devleti'ni desteklemiştir, ingiltere, bu desteğini sürdürürken de Osmanlı memleketlerinde Protestan misyonerlerin faaliyetlerini yönlendirmiştir. Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında bu faaliyetlerin rolü büyük olmuştur. Rusya'nın, Doğu Anadolu'da Kars, Ardahan gibi çok önemli stratejik noktaları ele geçirmesi, ingiltere'nin doğu ticareti bakımından hayati önem taşıyan yolların güvenliğini tehlikeye düşürmekteydi. Dahası, ingiltere, Rusya'nın Balkanlarda gerçekleştirdiği bölünmeyi, 16. madde ile Anadolu'da yapmasından da çekinmekteydi. Ermeniler aslında 16. maddeyle önemli bir yol kat etmişlerdi. Bu maddeyle "Ermenistan" denilen bir memleketin varlığı ve idaresinin ıslahata muhtaç olduğu, Ermeni Milleti'nin Kürtler ve Çerkezler tarafından tehdit edildiği gibi hususlar, Babıâli'ye resmen kabul ettirilmiş oluyordu. Rusya'ya karşı buralarda yapılması taahhüt edilen ıslahatlara hemen başlanacak ve bu ıslahatlar tamamlanıncaya kadar Rus işgali devam edecekti. Diğer bir ifadeyle Rusların Doğu Anadolu'yu boşaltmaları ıslahatların uygulanışına bağlı kalıyordu. Elbette ki, Ruslar bu işgali sürdürebilmek için, ıslahatların tamamlanmadığını ileri süreceklerdi. Zaten 16. maddeyi takip eden maddeler, Rusların amacını ortaya koyuyordu. Antlaşma'nın 19maddesine göre Ruslar, savaş tazminatının bir kısmına karşılık olmak üzere, Kars, Ardahan, Batum şehirleriyle Bayezid ve Eleşkirt vadisine yerleşecekti. Böylece, bir taraftan bütün Ortadoğu'ya hâkim, önemli bir köprü başını ele geçirirken diğer yandan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş oluyordu. Ancak, ingiltere'nin bunu kabullenmesi imkansızdı. Nitekim Ayastefanos Antlaşması şartlarını üç gün sonra öğrenebilen İngiliz Elçisi La-yard, ortaya çıkan bu durumu hükümetine bildirirken, Rusların Doğu Anadolu'da önemli stratejik noktaları ele geçirdiklerini, İngiliz ticareti için hayati önemde olan bu ticaret yollarının, Dicle ve Fırat vadisine inmeye çalışan Rusya gibi rakip bir devletin kontrolü ve dolayısıyla tehdidi altına girmiş olduğunu, Ermenilerle ilgili 16. maddenin Balkanlardaki bölünmeyi Anadolu'da da gerçekleştirmek için atılmış ilk adım saymak gerektiğini yazıyordu. Ayastefanos Antlaşmasındaki Ermenilerle ilgili maddeler İngiliz kamu oyunda tepkilere yol açmış ve millî hislerini tahrik etmiştir. Savaş esnasında Osmanlı İmparatorluğu'nu Rusya karşısında kaderiyle baş başa bırakan İngiliz Hükümeti, kendi menfaati söz konusu olunca derhal harekete geçmiştir. Daha Ayastefanos görüşmeleri sırasında donanmasını İstanbul önlerine kadar getirmiş olan İngiltere, yapılan son antlaşmanın 1856 Paris muahedesi hükümlerini ihlâl anlamı taşıdığım ileri sürerek, acilen yeni bir konferansın toplanması gerektiğini ve antlaşma şartlarının burada yeniden gözden geçirilmesinin zorunlu olduğunu teklif etmiştir. Durum böyle olunca İngiltere, Balkanlarda ve Akdeniz'deki dengenin bozulduğunu ileri sürerek Ayastefanos Antlaşması yerine öteki Avrupa devletlerinin de katılmasıyla yeni bir antlaşma yapması isteğini Rusya'ya kabul ettirmiştir. Böylece yeni antlaşmanın Berlin'de yapılması kararlaştırılmıştır. Osmanlı Devleti, Berlin'de İngiltere'nin kendisine destekte ve yardımda bulunacağını umuyordu. İngiltere Babıâli'nin içinde bulunduğu kötü şartlan çok iyi değerlendirmişti. Bunun için Berlin'deki konferansta tehdit yoluna başvurarak, Babıâli'den Kıbrıs'ı geçici de olsa almayı başarmıştır. Nitekim 4 Haziran 1878'de imzalanan ve 15 Temmuz 1878'de de II. Abdülhamit tarafından tasdik edilen antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu'daki Ermeniler için İngiltere ile birlikte kararlaştıracağı bir ıslahat yapacaktı. İngiltere'de Doğu Anadolu'da bulunan Rus tehdidini önlemek için bu tehlike kalkıncaya kadar Kıbrıs adasına yerleşecekti. Böylece İngiltere, Hindistan'a en kısa yolun güvenliğini sağlamış olmaktaydı. Görüldüğü gibi Ermeni ıslahatı konusunda İngiltere, Ermenileri değil kendi menfaatlerini korumak için harekete geçmiş ve Kıbrıs Antlaşması'nı imzalayarak Kıbrıs'a yerleşmiştir. Gerçekten de Doğu Anadolu Bölgesi ve Trabzon Erzurum Sayfa 13 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Doğu Bayezid güzergahı -Karadeniz'i İran'a ulaştıran ticaret yolu- İngiltere için büyük ehemmiyet taşımaktaydı. 1840'lardan itibaren Manches-ter'e yerleşmiş olan Ermeni tüccarlar, Britanya adalarında imâl edilen pamuklu kumaşları yukarıda belirtilen yol üzerinden İran ve Türkistan'a pazarlıyorlardı. 1870'li yıllardan itibaren İngiltere'de artmaya başlayan pamuklu mamul stokları İngiltere için büyük bir iktisadi kriz yaratma eğilimi göstermekteydi. Bu stoklar erimez ve yeni imalât için de pazar bulunmazsa birçok fabrikanın kapanması, iflasların birbirini takip etmesi ve İngiltere'de büyük bir işsiz kitlenin ortaya çıkarak devletin başına bela olması kaçınılmazdı. Karadeniz, İran güzergahı stokların nakliyesi için- tek yoldu. İngilizler, sevkıyatı hızlandırmak gayesi ile Doğu Anadolu'da Er-| meni tüccarlarına sermaye ve kredi yardımında bulun muşlar, bunun çok faydasını görmüşlerdi. İşte bu yüz den İngiltere Ayastefanos Antlaşması'mn, söz konusı yolu Rusların kontrolüne sokan 19. ve 20. maddelerim itiraz etmiş ve Berlin Konferansı'ndaki 61. maddeyle bı yerlerin tekrar Osmanlı Devleti'ne geçmesini sağlamıştır. Ayrıca yine Ayastefanos Antlaşması'mn Ermenileri i gilendiren 16. maddesi az da olsa değiştirilerek Berli: Konferansı'nda 6l. madde olarak yer almıştır, Değiştirilen bu maddeyle Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu'da ı; lahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldı ğı tedbirlerin icrasına ara sıra ilgili devletler de neza edecekti. Ermeniler, Berlin Konferansı ile siyasî açıdan büyü] yararlar elde etmiş ve ileride belirleyecekleri stratejil rinde dikkate alacakları bazı dersler almışlardır. B şeyden önce, 6l. madde ile "Ermeni Meselesi" milletli rarası siyasî sistemin gündemine giriyordu. İkim önemli nokta ise bu dönemde Ermeniler emellerine İ: giltere'nin desteği olmaksızın ulaşamayacaklarını ani; mış oldular. Aslında, İngiltere'nin Ermeni Meselesi'ni benim meşinde önemli maddî çıkarları bulunuyordu. Bura İngiltere inisiyatifi eline alarak, Doğu Anadolu'nun R ya tarafından "Balkanlaştırılmasına" ve bu anatominij Ortadoğu'daki nüfusuna sekte vurmasına engel ola lirdi. Başka bir deyişle Londra, Babıâli'nin tek başına Rus tasavvurlarına karşı duramayacağını, fakat kendi himayesindeki bir Ermeni devletçiğinin, Petersburg'un saldırganlığına karşı daha sağlam bir set oluşturabileceğini düşünmeye başlamıştı. Ancak, Londra'ya göre, Rusya'nın Ermeni Meselesi'nden tamamıyla soyutlanması da doğru değildi. Yakın Doğu'da kayaya çarptığını fark eden Rus sömürgeciliği, gözlerini Uzak Doğu'da yayılma imkanları aramaya çevirirse, o zaman İngiltere'nin Çin üzerindeki nüfuz tekeli tehlikeye düşebilirdi. tşte bu yüzden Ermeni ıslahatı bahanesiyle Rusya'yı Osmanlı ülkesiyle meşgul etmek ve dikkatini Doğu Anadolu'da tutmak, İngiltere'nin söz konusu dönemdeki (1890'lı yıllar) siyaseti olmuştu. Nasıl olsa ıslahat konusunun tartışılacağı uluslar arası platformlarda diplomasi uzmanı bir İngiltere için Rusya'yı dizginlemek çok zor olmayacaktı. Yeter ki, Bâbıâlî yalnız başına Rusya ile karşı karşıya bırakılmasın. Ancak, Rusya, İngiltere'nin bu tuzağını fark etmekte gecikmedi. Petersburg'un amacı başarılı bir savaşın meyvelerini toplayarak, Doğu Anadolu'nun ilhakını bir oldu bitliye getirmekti. Yetkili bir ağızdan Rusya, "Er-menisiz bir Ermenistan" istiyordu. Fakat, Berlin bunun gerçekleşemeyeceğini de hatırlatmıştı. Aynı zamanda "Ermeni Islahatı" Rusya için tehlikeli gelişmeleri de beraberinde getirebilirdi. Şöyle ki, Ermenilere verilecek bir muhtariyet, Rusya'nın kendi uyruğundaki Ermenilere de benzeri emeller beslemeleri için ilham verebilirdi. Hatta Kafkas Ermenileri Anadolu Ermenileriyle işbirliği imkanı arayabilirlerdi. Ayrıca Rusya, Balkanlarda büyük ümitlerle yarattığı Bulgaristan meydana çıkınca, İngiliz oyunuyla, nasıl ilk kez kendisine cephe aldığını ve kendisinin yayılmasını frenleyecek bir tampon oluşturduğunu biliyordu. Rusya geri adım attığında "Ermeni Meselesi" İngiltere'nin kucağına düşecekti. Dönemin Padişahı II. Abdülhamit, ıslahat konusunda söz vermiş, ancak bu tasarıları uygulamakta direnmişti. Ne var ki, 1894 yılında İngiltere'nin Van Konsolosunun yerinde incelemeler yapmak maksadıyla, Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu yörelerde yaptığı geziyi fırsat bilen Ermeni komitecilerinin Bitlis'te çıkardıkları ayaklanmayla, ıslahat görüşmeleri, Londra'nın teşebbüsüyle, yine uluslar arası siyasî platformlara girmiştir. Bu sıralarda Avrupa'nın muhtelif şehirlerinde Ermeniler lehine gösteriler yapılmıştır. Bu dönemde, Ermenilerin yabancı ülkelerdeki yayın gücü, hiçbir azınlık grubunun sahip olamadığı bir düzeydeydi. İngiliz gazeteleri-in Türkiye muhabirleri, gazetelerine asılsız Ermeni da-'asını öven yazılarını göndermek için hiçbir fırsatı ka-mnıyorlar; yazılarında, meydana gelmiş küçük bir olayı kasten büyütüyorlardı. Çok geçmeden İngiltere, Babıâli'yi Berlin Antlaşması'mn yükümlülüklerini yerine getirmeye davet etmiştir. Bununla da yetinmeyerek, hazırlamış oldukları ıslahat tekliflerini önce Avrupa ahen-gine Sayfa 14 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi tasvip, daha sonra da Babıâli'ye dikte ettirmeye çalışmışlardır. Padişah, ıslahatları uygulama hususunda ayak diretince, İngiltere, Osmanlıya müeyyide uygulanacağı yolunda tehditlere başlamıştır. İngiltere'nin buradaki niyeti, Doğu Anadolu'da şeklen bir Avrupa ahengi oluşturmak gibi görünse de, gerçekte fiilen kendi himayesinde bir Ermeni topluluğu ortaya çıkarmaktı. Ancak İngiltere'nin bu isteği büyük güçlerce destek görmedi. Yalnız başına kalan İngiltere, son çare olarak donanmasını Çanakkale Boğazı'na kadar getirdiği hâal-de gerek Büyük Güçler arasındaki görüş ayrılığı gerekse II. Abdülhamit'in kararlı tutumu karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı (1895). 1895 yılında ilk raundu kaybeden İngiltere, bundan sonraki politikalarında daha temkinli hareket edecektir. 1895 sonrasında giderek güçlenen Almanya korkusu Rusya ile İngiltere'yi birbirlerine yaklaştıran en önemli etken olmuştur. Zaten uzun süredir İngiltere, Osmanlı împaratorluğu'nun taksimine hazırdı. Hatta bu düşüncesini birçok defa çeşitli vesilelerle Rusya'ya iletmişti. Uzakdoğu'daki ihtilaflarını ise uzlaşmacı yollardan çözümlemeyi tercih eden bu iki devlet, söz konusu yakınlaşmalarını 1907'de bir antlaşma ile noktalamıştır. Artık bundan böyle Ermeni ıslahatları konusunda Osmanlı Devleti'ne yapılan müdahalelerde iki devlet birlikte hareket etmiştir. Rusya ile ingiltere arasındaki bu rekabet, Ermeni konusunu devletler arası bir hüviyete sokmuştur. İşte bu durumdan cesaret alan Ermeniler de harekete geçerek yurt içinde ve dışında ihtilâlci Ermeni partileri ve dernekleri kurmaya başlamışlardır. 1915 ÖNCESİ ERMENİ İSYANLARI Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla birçok isyan çıkartmışlardır. Bu isyanlar ve terör olaylarının önemli olanları şunlardır: Anavatan Müdafileri Olayı (8 Aralık 1882), Armena-kan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs 1889), Musa Bey Olayı (Ağustos 1889), Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890), Kumkapı Nümayişi (15 Temmuz 1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları (1892 - 1893), Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894), Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (l - 6 Eylül 1895), Divriği (Sivas) İsyanı (29 Eylül 1895), Babıâli Olayı (30 Eylül 1895), Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895), Eğin (Mamuratü'l - Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895), Develi (Kayseri) isyanı (7 Ekim 1895), Akhisar (izmit) isyanı (9 Ekim 1895), Erzincan (Erzurum) İsyanı~(21 Ekim 1895), Gümüşhane (Trabzon) isyanı (25 Ekim 1895), Bitlis isyanı (25 Ekim 1895), Bayburt (Erzurum) isyanı (26 Ekim 1895), Maraş (Halep) isyanı (27 Ekim 1895), Urfa (Halep) isyanı (29 Ekim 1895), Erzurum isyanı (30 Ekim 1895), Diyarbakır isyanı ( 2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) isyanı (2 Kasım 1895), Malatya (Mamuratü'l-Aziz) isyanı (4 Kasım 1895), Harput (Mamuratü'l- Aziz) isyanı (7 Kasım 1895), Arapkir (Mamuratü'l- Aziz) isyanı (9 Kasım 1895), Sivas isyanı (15 Kasım 1895), Merzifon (Sivas) isyanı (15 Kasım 1895), Ayıntab (Halep) isyanı (16 Kasım 1895), Maraş (Halep) isyanı (18 Kasım 1895), Muş (Bitlis) isyanı (22 Kasım 1895), Kayseri (Ankara) isyanı (3 Aralık 1895), Yozgat (Ankara) isyanı (3 Aralık 1895), Zeytun isyanı (1895 - 1896), Birinci Van isyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), ikinci Sasun isyanı (Temmuz 1897), Sultan Abdülhamid'e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905), Adana isyanı (14 Nisan 1909). Görüldüğü gibi sadece 1897 yılına kadar birçok Ermeni isyan ve tedhiş olayı tespit edilmiştir. Tarihlerinden de anlaşıldığı üzere bütün isyanlar, Ermeni komitelerinin faaliyete geçmesinden sonra süraüe artmıştır. Daha sonra kurulacak olan Ermenistan Cumhuriyeti Başbakanı Hovahannes Katchaznuni'nin de "...komiteler, çetelerin teşekkülünü sağlamıştır ve Türkiye'ye karşı giriştikleri harekâta aktif bir şekilde katılmışlardır... Gerçeği muhakeme gücünü yitirmiş ve hayallerimize kendimizi kaptırmıştık..." şeklinde itiraf ettiği gibi, bu komiteler, iyilikle veya zor kullanarak Ermenileri isyana sürüklemiştir. Yukarıda verilen Ermeni isyan ve tedhiş hareketleri Ermeni komitelerince "Ermenilerin Türklerce katledilmesi" olarak tanıtılmış ve batı ülkelerine, Hristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartıl-mıştır. Bu amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu'nun birçok yerinde çalışmalar yapan Hristiyan misyonerler, istanbul'daki büyükelçilikler ve Anadolu'daki konsolosluklar bu propagandanın batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bütün bunlara batı basınının aynı paraleldeki yayınları da eklenince, Hristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle ilgisi olmayan mesajlarını benimsemeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Üstelik batıya göre bu olay "Hristiyanlarla Müslümanlar arasında cereyan eden bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar, masum Hristiyanları Sayfa 15 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi katletmekteydi". O hâlde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı Hristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönemde gerçekten de böyle yapılmıştır. Ancak, meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında, büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir. Ermeni isyanlarının nedeni ne sefalet ne ıslahat ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır. İsyanların nedeni, batılılar ile Rusya'nın, Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği hâlinde Osmanlı Imparatorluğu'nu parçala^ mak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise bu isyanlar kar-( şısında, her devletin yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak, yukarıd da izah edildiği gibi, her isyanın bastırılması yeni bi "katliam" olarak sunulmuştur. Ermenilerin gerçekleştirdiği tedhiş hareketleri ned niyle yakalanan komiteciler, yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmıştır. Zeytun isyanının, Osman Bankası işgalinin Padişah II. Abdülhamit'e yapılan sı ikast girişiminin elebaşları dönemin büyük devletlerini: müdahaleleri sonucunda Osmanlı toprakları dışına çık; mışlar / çıkartılmışlardır. Bu komiteciler daha sonra yi ni cinayetler işlemek üzere Osmanlı topraklarına ge dönmüşlerdir. BÜYÜK SAVAŞ SIRASINDA ERMENİLER Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı De leti'nin Kasım 1914'te itilaf Devletlerine karşı Alma ya'nın yanında savaşa girmesi Ermeniler tarafından b yük bir fırsat olarak görülmüştür. Louse Nalbandian belirttiği gibi, "Ermeni komiteleri için ileri hedefle gerçekleştirecek top yekûn ayaklanmayı başlatma en uygun zamanı Osmanlıların savaş hâlinde oldu\ zamandık Komitelerin Birinci Dünya Savaşı'nda faal:, yete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti, s«. vaş öncesinde, 1914 Ağustos'unda Erzurum'da yöneticileriyle bir toplantı yapmış ve bu toplantıda T naklar, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi hâlinde s;aja dik vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında görewjj. lerini yerine getirecekleri vaadinde bulunmuşlardır. Bnjj vaatlerini yerine getirmemişlerdir; çünkü bu topla dan önce haziran ayı içerisinde yine Erzurum'da düz lenen Taşnak Kongresinde Osmanlı Devleti'ne ka mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. rın Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osma: Devleti'ne saldırma hazırlıklarına başlamışlar, Eçmiazin katogikosu ile Kafkas Genel Valisi Vranzof - Daşkof nda "Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne Ermeniler için lacak ıslâhatı uygulattırması karşılığında, Rusya emlerinin kayıtsız şartsız Rusya 'yi desteklemeleri' nda anlaşmaya varılmış; Katogikos, daha sonra Tif-Çar tarafından kabul edilmiş ve Çar'a "Anado-i Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk ege-ynden ayrılarak özerk bir Ermenistan teşkil et-ve bu Ermenistan'ın Rusya'nın himayesiyle ün olabileceğini' bildirmiştir. Rusya'nın niyeti, dleri kullanarak Doğu Anadolu'yu ilhak etmektir. .'nm Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etmesi üzerine ık Komitesi, yayın organı Horizon şu bildiriyi ya-ııştır: \Ermeniler, en küçük bir tereddüt göstermeden îti-'letleri'nin yanında yer almışlar, bütün güçleri-'nın emrine vermişler, ayrıca gönüllü alayla-;kil etmişlerdir." 'aşnak Komitesi örgütüne de şu talimatı vermiştir: 4ar, sının geçtiklerinde ve Osmanlı orduları ge-ilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarıl-\, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alın-'.ır. Osmanlı ordularının ilerlemesi hâlinde ise Er-\i askerler silâhlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek leler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir." lınçak Komitesi de örgütüne gönderdiği talimatta, bitenin bütün gücüyle mücadeleye katılarak itilaf letleri'nin ve özettikle Rusya'nın müttefiki sıfatıyla mistan, Kilikya, Kafkasya ve Azerbaycan 'da zafe->min için her türlü vasıta ile itilaf Devletleri'neyar-edeceğini" bildirmiştir. imanlı Meclisinde Van mebusluğu yapan Papaz-bir bildiri yayınlayarak, "Kafkasya'da gönüllü 'i alaylarının hazır bulundurulmasını, bunla-\us Ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşa-bölgelerdeki kilit noktalan ele geçirmelerini ve 'u topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile birleşmesini" istemiştir. iütün emirler yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin, ianlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş olan gönüllü 'lan öncülüğünde, doğudan Osmanlı topraklarına isiyle birlikte Osmanlı ordusunda bulunan Erme-:, silâhlarıyla birlikte firar ederek Rus kuvvetlerine ıslardır. Rus ordusuna henüz ulaşamayan bir kı-Ermeniler ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Yıl-ı, gerek Ermeni gerekse misyoner okul ve kilisele-saklanan silâhlar ortaya çıkarılmış, askerlik şube-ısılarak yeni silâhlar sağlanmıştır. Silâhlanan Er-i çeteleri, komitelerin "kurtulmak istiyorsan, önce komşunu öldür" talimatı üzerine, erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler; Osmanlı birliklerinin harekatını engellemiş, ikmal yollarını kesmiş, yaralı taşıyan konvoyları pusuya düşürmüş, Sayfa 16 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi köprü ve yolları imha etmiş, bulundukları şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Rus kuvvetleri saflarında bulunan Ermeni gönüllü alaylarının yaptığı zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğu hissetmiştir. O dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı subayların yazmış olduğu hatıratlar, bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir. Seferberliğin ilanıyla beraber gerek Osmanlı toprakları içerisinde gerekse dışarıda bulunan Ermeniler, hemen harekete geçmiş ve çeteler hâlinde Kafkaslar'da ve Anadolu'nun birçok yerinde yüz binlerce Müslümanı —yaşlıları, çocukları, kadınları, cepheden dönen yaralıları- sistemli bir şekilde katletmeye başlamışlardır. Bu faaliyetlere katılmayan Ermenileri ve Türk olmayan diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun (Süleymanlı — Maraş)'da, Bitlis'te, Kayseri'de, Trabzon'da, Ankara'da, Sivas'ta, Adana'da, Urfa'da, izmit - Adapazarı'nda, Hüdavendigar (Bursa)'da, Musa Dağı'nda ve daha birçok yerde büyük katliam hareketlerine girişmişlerdir. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'nın müttefiki olarak girmiş ve 3 Ağustos 1914'te seferberlik ilân etmesi öncesi / sırası / sonrasında Anadolu'nun hemen bütün bölgelerinde Ermeni komiteleri tarafından organize edilen isyan ve tedhiş faaliyetleri gerçekleşmiştir. Bu dönemde (1914-1915) Ermeniler tarafından gerçekleştirilen isyan ve tedhiş hareketleri şunlardır: -1914 yılı Ocak ayında Hınçak ve Taşnak örgütlerince Kayseri Ermeni isyanları organize edilmiştir, isyanlar sırasında çeşitli şekillerde, halka ve askerlere yönelik Ermeniler tarafından terör faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu olaylar sırasında bomba imalat haneleri tespit edilmiştir. Hükümet tarafından yapılan aramalarda, Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silâh, cephane, dinamit, talimat, beyanname ele geçirilmiş ve birçok Ermeni suçüstü yakalanmıştır. - Hemen her kritik dönemde isyanların görüldüğü Zeytun'un Ermeni ahalisi, seferberlik ilân edilir edilmez ayaklanmıştır. Rusya ve Fransa tarafından her defasında desteklenen ve III. Napolyon tarafından "Republique de Zeitoun" (Zeytun Cumhuriyeti) olarak ilân edilen bölgenin Ermenileri ve komiteler daha önceden bütün hazırlıklarını tamamlamış olduklarından, 3 Ağustos 1914'te seferberliğin ilanıyla, subay ve erlerini Zeytunlu Ermenilerin teşkil edeceği bir "Ermeni Alayı" kurmak üzere yetkililere müracaat etmişler ve bu istekleri reddedilince, isyan ederek çevrede katliam yapmaya başlamışlardır. - 1914 yılı başlarından itibaren Ermenilerin organize bir şekilde isyan hazırlıklarına giriştikleri yerlerden biri de Van vilâyetidir. Van vilâyeti Ermenilerin Anadolu'daki faaliyetlerinin en açık şekilde görüldüğü yerdir. Buradaki komitelerin çalışmaları Türkiye'ye yönelik Ermeni faaliyetlerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Zira, diğer vilâyetlerde gizli kalan Ermeni tertipleri, burada aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle son otuz beş-kırk yıldır sık aralıklarla Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna taşınan iddiaları, Van'da gerçekleşen Ermeni olayları çürütür niteliktedir. Van isyanı, (15 Nisan 1915) niteliği itibariyle Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihli "Sevk ve iskan" kararının en önemli sebeplerinden birisini teşkil etmiştir. İsyan, "Sevk ve iskan" kararından yaklaşık bir buçuk ay kadar önce 15 Nisan 1915 tarihinde çıkmış, büyümüş, hatta Türkler zor durumda kalmıştır. Van Valisi Cevdet Bey, Rusların Başkale istikâmetinde Van'a doğru ilerlediğini ve takriben 15 Mayıs'ta Van'a gireceklerini tahmin ederek 14 Mayıs'tan itibaren Van'dan Bitlis istikâmetine doğru geri çekilme emrini vermiştir. 15 Mayıs'ta Rus ordusu içerisindeki Ermeniler ve Van vilâyetindeki yaklaşık 35-40 bin civarındaki Ermeni buluşmuş, şehirde kalan 20 binin üzerinde Türk katledilmiş ve yeni Van valiliğine Aram Manukyan seçilerek kasabalara yeni Ermeni kaymakamlar dahi gönderilmeye başlanmıştır. Oysa "Sevk ve İskân Karan" bu tarihten sonra 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş içerisinde olan Osmanlı Devleti tarafından bu ve bunun gibi faktörlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır. - Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Elazığ'daki Ermeni İsyan ve terör faaliyetleri 27 Mayıs 1915 Sevk ve îs-kân kararının çıkmasına sebep olan olaylardandır. Bitlis'te Rusların doğudan Türk topraklarına doğru ilerlemesine paralel olarak 1915 Ocak ayından itibaren yöre halkına yönelik katliam hareketlerine girişmişlerdir. 27 Mayıs 1915 öncesi sadece Muş ve çevresinde başlangıçta 7 bin Ermeni silâhlandırılmış ve bunlar gruplar hâlinde köylere dağıtılmıştır. Bunlara asker kaçağı Ermeniler de dahil olmuş, özellikle Sasun'da askerlik çağındaki gençler doğrudan bu çete grupları içerisine girmişlerdir. Bölgeye Osmanlı ordusu için asker almaya giden Osmanlı memurları öldürülmüştür. Aynı şekilde, Diyarbakır'da "Dam Taburu" adıyla 500 Ermeni silâhlarıyla birlikte ele geçirilmiştir. Yine Diyarbakır'da 12 -14 Nisan tarihinde yapılan aramalarda vilâyet merkezinde 60'ın Sayfa 17 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi üzerinde bomba, kutular içerisinde bir çok dinamit kapsülü, bol miktarda dinamit fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher ve şinayder ele geçirilmiştir. Elazığ'da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri geleni Hükümet yetkililerine "Ermenileriri| üzerinde ve evlerinde hiçbir silâh bulundurmadıklarına" dair kesin talimat vermişlerse de yapılan aramalar-j da sadece vilâyet merkezinde 5 binden fazla silâh, 300 civarında bomba, 40 kg bomba fitili, 200 paket dinamitj ve 5 bin adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu silâh v patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek mik tardadır. Rusların sınırı geçip ilerlemeye başlamasıyl; birlikte Elazığ Ermenileri vilâyet, kasaba ve köylerd Türk halkına yönelik toplu katliam hareketlerine giri: mislerdir. -27 Mayıs 1915 öncesi Erzurum'da, Sivas'ta, Tr; zon'da, Ankara'da, Adana'da, Urfa'da, İzmit Adapazarı'nda, Hüdavendigar (Bursa)'da, M Dağı'nda, İzmir, İstanbul, Maraş, Antep, Halep daha birçok yerde Ermeni İsyan ve terör olay] gerçekleştirilmiştir. Bütün bu gelişmelerden sonra zaten savaş gil olağanüstü bir durumun içerisinde olan ve a anda birkaç cephede birden mücadele veren manii Devleti kendi topraklarının içerisinde k< dişini güvence altına almak için zorunlu o devlete ihanet edenlere yönelik olarak sevk ve kân kararını çıkartmıştır. 27 MAYIS 1915 SEVK VE İSKAN KARARININ ÇIKARTILMASI VE UYGULANMASI Ermenilerin binlerce Türk'ün canına mal olan isy; ve katliamları karşısında dahi, Osmanlı Hükümeti ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriy sabittir. Ancak, terör hareketleri bir türlü durmak bi meyince hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşay; Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşil merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İ ve Sina cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgt lerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları i ha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları ki rumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da şevke tâbi tutulmamış, köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği'nden karşılanmıştır. Bu tablo, Osmanlı Devleti'nin yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir. 27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna nakledilmişlerdir. Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı istatistiklerinde, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne kadar Ermeninin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti'nin son nüfus istatistiği 1914 yılında yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu I.l6l.6l9'dur. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus; 82.880'i İstanbul, 60.119'u Bursa'da, 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilâyetinde olmak üzere toplam 167.778'dir. Ermenilerin yer değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, izmit, Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve Birecik'ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084'ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Geriye kalan 35.000 civarındaki rakama Halep'teki Ermeni nüfus dahil edilmemiştir. Yer değiştirme uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'teki 26.064 Ermeni nüfusu, 35.000'den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Bunlar da, Türkler tarafından öldürülmemiş, 500'ü Erzurum-Erzincan arasında eşkıya grupları tarafından; 2000 civarında kişi, Ur-fa'dan Halep'e giden yol üzerinde Meskene'de Urban ışkıyaları tarafından; 2000 kişi Mardin'de eşkıya tarardan öldürülmüştür. Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı arşivlerinde yer almamaktadır. Geriye kalan 3 bin civarındaki Ermeni ise sevkıyat sırasında Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağılarak yerleşmişlerdir. Böylece, yer değiştirme sırasında sözde soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur. Ayrıca, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer değiştirme sırasında herhangi bir katliâm olayının olmadığını da ispat Sayfa 18 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi etmektedir. Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret göstermiş, bu gayret yabancı diplomatlarca da tespit edilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de, tabi ki bu sevk edilen Ermenilerin güvenliği hususudur. Sevk sırasında alınan tedbirler özetlenecek olursa, yolculuk sırasında Ermenilerin rahat ettirilmeleri ve emniyetleri sağlanmıştır. Yerleşebilmeleri için kredi tahsis edilmiştir. Gebe kadınlar, hastalar, sakatlar ve onlara bakacaklar sevk dışı bırakılmıştır. Yollarda yardım maksadıyla iaşe merkezleri açılmıştır. Taşınır - taşınmaz mallan için yönetmelik ilân edilip güvence altına alınmıştır. Mahalli yöneticiler her türlü durumdan sorumlu tutulmuş, ihmali görülenler cezalandırılmıştır. Sevk mıntıkalarına devamlı müfettişler gönderilmiştir. Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır. Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi, bunu savaş koşulları altında rahatlıkla yapabilirdi. Ancak böyle olmamış, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı çarpışan Ermeniler, savaş şartları gereği ölmüşlerdir. Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması genelde başarılı bir sevk ve iskan hareketi olarak gerçekleşmiştir. RUS İHTİLÂLİ SONRASI Rusya'da 1917 ihtilâlinin patlak vermesi Rus ordularında çözülme meydana getirmiş, (Doğu Anadolu'da) cephede etkinlik Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Bu dönemde Anadolu'nun birçok yerinde Ermenilerin Türk halkına yönelik katliam hareketleri başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar'da Türklere karşı katliâm düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliâmını gerçekleştiren Arsak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars gibi birçok yerde katliam hareketlerine girişmişlerdir. Bölgede bulunan Müslüman ahali, Rus subaylarının artık etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. "Osmanlı Kafkas Orduları Kumandanı, Rus Komutanına müracaatla, işgal altındaki Osmanlı halkının can, mal ve ırzları tecavüze maruzdur. Bunun önlenmesi için tedbir alınmasını" 24 Aralık 1917 tarih ve 7312 numaralı telgrafla istemiş cevap alamayınca bu defa Kafkas-Rus Orduları Komutanına müracaat etmiştir. Ancak yazışmalar devam ederken çeteci Antranik Rus Generali üniforması ile Erzurum Merkez Komutanlığına atanmıştır. Rus işgali altındaki bölgede faaliyete geçen Ermeni çeteleri Türk halkına akla gelmedik işkenceler yapmışlardır. Sadece, Erzincan'da 800'den fazla ceset bulunmuş birçok köyün halkını topluca katletmişlerdir. Bayburt, Mamahatun (Tercan) Erzurum ve çevre köylerdeki savunmasız sivil halk korkunç bir şekilde katliama uğramıştır. Ermenilerin Türk halkına yönelik katliamları esnasında sadece Erzurum'da öldürülen 2127 erkek, Kars Kapı'da öldürülen 250 kişi ile toplam 8000'in üzerinde ceset tespit edilmiştir. Erzurum'da Pazar yeri tamamen yakılmış, savunmasız insanlar binalara doldurulmuş ve binalar Ermeniler tarafından ateşe verilmiştir. Hasanka-le tamamen yakılmıştır. Hasankale'de Ermeniler 3000'in üzerinde Hasankaleliyi katletmiştir. 1919 yılında Anadolu'ya gelen Harbord yapmış olduğu gözlem ve incelemelerle durumun hiç de Ermenilerin anlattığı gibi olmadığını tespit etmiştir. Harbord, özellikle Erzurum'da yaşayan Ermenilerle görüşmüş, kendilerine yönelik herhangi bir katliam olayının olup olmadığını sormuş, ancak Ermeniler, böyle bir hadisenin olmadığını Harbord'a, kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla anlatmışlardır. Harbord, Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı katliâmın kalıntılarını kendi gözleri ile görmüş ve sadece Hasankale'de 43 köyün Ermeniler tarafından yerle bir edildiğini tespit etmiştir. Doğuda Erzincan, Bayburt, Trabzon, Erzurum, Kars, Van gibi yerlerin kasaba ve köyleri dahil olmak üzere hemen hepsi Ermeni katliamına maruz kalmıştır. Ermenilerin Türklere yönelik kaüiamları Güneydoğu Anadolu bölgesinde Fransızlar ve ingilizlerin himaye ve destekleri altında Adana, Urfa, Antep, Maraş, Bitlis ve daha birçok il ve kasabalarında vuku bulmuştur. Sadece, Adana, Sis ve Osmaniye'de 50'nin üzerinde köy, Ermeniler tarafından yok edilmiştir. 3- Ordu Kumandanı Vehip Paşa Komutasındaki Türk ordusu, 13 Şubat'ta Erzincan'ı, 24 Şubat'ta Trabzon'u, 12 Mart'ta Erzurum'u, 13 Mart'ta Hasankale'yi, 5 Nisan'da Sarıkamış'ı, 2 Nisan'da Van'ı, 14 Nisan'da Batum'u ve 25 Nisan'da Kars'ı kurtarmıştır. Türk ordusunun ileri harekatı neticesinde bölge insanlarının tamamının Ermeniler tarafından yok edilmesi bir dereceye kadar engellenmiştir. Brest - Litovsk Antlaşması ile 3 Doğu ili Osmanlı Devleti'ne iade edilmiş, bunu Sayfa 19 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi takiben 28 Mayıs 1918'de Kafkasya bölgesinde bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti ilân edilmiştir. Osmanlı împaratorluğu'nun tasfiyesi için hazırlanmış olan ve 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması, Doğu Anadolu'nun büyük bir kısmını Ermenistan Cum-huriyeti'ne vermiştir. Ancak artık Anadolu'ya hâkim ol-j maya başlamış bulunan Ankara Hükümeti bunu kabul; etmemiştir. Büyük devletler de, Sevr'in mimarı olmakla! beraber, uygulanmasında fiili rol almak ve özellikle as-j kerî harekata girişmek istemiyorlardı. Bu durumda Se hülyasını gerçekleştirmek için iş, Ermenistan Cumhuriyetine düşmüştür. Ermeni kuvvetlerinin taarruzu Kâzıı Karabekir Komutasındaki Türk ordusunca durdurulmuştur. Türk kuvvetleri 29 Eylül 1920'de Sarıkamış, Ekim'de Kars'ı kurtarmışlardır. 7 Kasım'da Gümrü alıı mış, Erivan'ın düşmesi söz konusu olmuştur. Ancak meniler, bütün Türk taleplerini kabul ederek 3 Aral 1920'de Gümrü Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu antl ma günümüz Türkiye- Ermenistan sınırlarını çizmi Böylece, Ermeniler Sevr'i geçersiz kabul etmişlerdir. Er; menistan kısa süre sonra Sovyetler Birliği'ne dahil edil mis ve Türkiye, Sovyetlerle 16 Mart 1921'de yapıl olan Moskova ve Kafkas Devletleriyle 13 Ekim 1921 lında yapılan Kars Antlaşması ile sınır sorunlarını keşi çözüme bağlamıştır. ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU I. GİRİŞ 1878 Berlin Anlaşması ile uluslar arası alana taşınan Ermeni sorunu her dönemde büyük güçlerin uluslar arası politikada ilgilendikleri bir konu oldu. Osmanlı döneminde imparatorluğun dağılma süreciyle birlikte, imparatorluk topraklarında söz sahibi olmak isteyen ve/veya imparatorluğun çöküşünü hızlandırmak isteyen devletlerin Ermenilere yönelik politikalar oluşturduklarını görüyoruz. Osmanlı imparatorluğu'nün dağılmasından sonra ise Kafkasya politikası ve dünyanın çeşidi ülkelerinde yaşayan Ermeniler bağlamında Ermeni sorununun uluslar arası ilişkilerde yer aldığı söylenebilir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermenilerin kurdukları organizasyonlar vasıtasıyla bulundukları ülkelerin dış politikasına etki etme çabaları ve özellikle sadece Ermeni toplumuna özgü olan ve kendilerini parti olarak nitelendiren organizasyonların uluslar arası alandaki rolleri de Ermeni sorunu bağlamında ele alınması gerekli konulardır. 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Ermeni sorununun Ermenistan boyutu da gündeme geldi. Ermenistan'ın bağımsızlığı iki noktada önem taşımaktaydı. Birincisi, bu ülkenin Türkiye ile olan ilişkileri ve bu ilişkilere Ermeni sorununun etkisi, ikinci önemli nokta ise Ermenistan'ın diğer ülkelerde yaşayan Ermeniler ile olan bağı ya da onların Ermenistan dış politikasına yön verme çabalarıdır. Bu makalede yukarıda belirtilen konular ana hatlarıyla ele alınacak ve Ermeni sorununun uluslar arası ilişkiler boyutu analiz edilecektir. II. ERMENİSTAN DIŞINDAKİ ERMENİ TOPLUMU KURULUŞLARI VE FAALİYETLERİ Ermenilerin belirli bir yoğunlukta yaşadığı başta ABD olmak üzere Fransa, Kanada, Lübnan, Rusya, Avustralya, Iran ve ingiltere gibi ülkelerde örgütlendikleri görülüyor. Sözkonusu Ermeni örgütler çok çeşitli alanlarda faaliyet göstermektedir. Eğitim, sağlık, din hizmetleri ve politika bunlardan bazılarıdır. Mevcut örgütler arasında Ermeni Devrimci Federasyonu veya bilinen adıyla Taşnaklar, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ramgavar olarak bilinen Ermeni Liberal Demokrat organizasyonları kendilerini politik parti olarak tanımlamaktadırlar. Ermenilerin ABD'deki nüfusu 750.000 kadardır. Ka-nada'da 50.000 kadar Ermeni yaşamaktadır. Avrupa'da ise Fransa 300.000 kişi ile en fazla Ermeni'nin yaşadığı ülkedir. Ortadoğu'da 200.000'er kişi ile Ermeni toplumu Iran ve Lübnan'da yoğunlaşmaktadır. Avustralya'da da Ermeni nüfusu 30.000 kadardır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun toplam sayısı 4-5 milyon civarındadır.1 ABD, Fransa ve Ortadoğu'da Ermeni toplumunun varlığı oldukça eski tarihlere kadar uzanmasına rağmen, Avustralya ve Kanada'da Ermeni yerleşimi daha yenidir. Özellikle Avustralya'ya Ermeni toplumunun yaygın olarak göçü 19öO'lı yıllarda başlamıştır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun kurduğu organizasyonlar genel olarak araştırma kuruluşları, yardım kuruluşları, kültürel ve sportif amaçlı kuruluşlar olarak sınıflandırılabilir. Bunların yanında hemen her ülkede yukarıda değinilen kendini politik parti olarak adlandıran Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütleri bulunmaktadır. Yine pek çok ülkede Ermeni Ulusal Komitesi adlı organizasyon vardır. Bu her ülkede o ülkenin adıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of Americd) ve Avustralya Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of Australia) gibi. Bunun yanında Ermeni Genel Hayır Birliği {Armenian General Benevolent Union-AGBU-ymn pek çok ülkede şubeleri bulunmaktadır. Sayfa 20 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun organizasyonları faaliyetlerinde soy kırım iddialarını ön plâna çıkaran ve bulundukları ülkelerin yönetimlerini bu noktada yönlendirmeyi amaçlayan bir çizgiyi takip etmektedirler. Araştırma merkezleri gerek hükümetler dışı organizasyon (NGO) gerekse üniversiteler bünyesinde faaliyet gösterenler, soy kırım iddialarını içeren sempozyum, panel ve konferanslar düzenlemektedirler. Ermeni Ulusal Komiteleri Ermenilerin bulundukları ülkelerin politik yaşamına katılmaları ve Ermeni toplumunun görüşlerinin medyada yer alması için gerekli çalışmaları yapmaktadırlar. AGBU gibi yardım kuruluşları ve bazı kültürel amaçlı kuruluşlar dünyanın çeşitli ülkelerindeki Ermenilerin ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı faaliyetleri içerisindedirler. Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaklar), Hınçaklar ve Ramgavarlar ile Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America-AAA) ve Ermeni Ulusal Komiteleri tamamen politik alanda yoğunlaşmışlardır. Amerika Ermeni Asamblesi ve Amerika Ermeni Ulusal Komitesi soy kırım iddialarının ABD Kongresine taşınmasında itici güç durumundadırlar. Bunlar ayrıca ABD'deki Ermeni lobisinin de ana unsurlarıdır. Türkiye'ye yönelik ABD yardımlarının engellenmesi, Türkiye'ye ABD'nin silâh satışının önlenmesi, Azerbaycan'a ABD yardımının yapılmasının önlenmesi ve Ermenistan'ın her alanda ABD tarafından desteklenmesi ABD'deki Ermeni lobisinin ana amaçlarındandır. Avrupa ülkelerindeki Ermeni organizasyonları da benzer faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu ülkelerdeki Ermeni toplumunun organizasyonları için soy kırım iddiaları ve Ermeni toplumunun bu iddialar çevresinde toplanması kendilerinin varlık nedenini oluşturmaktadır. Bu durum bir "soy kırım" endüstrisinin oluşmasına neden olmuştur. Ermeni toplumunun belirli bir konu etrafında birleşip lobi oluşturması ise bulundukları ülkedeki Ermeni toplumuna politik alanda bir avantaj sağlamaktadır. Bu özellikle ABD'de görülmektedir. III. ERMENİSTAN'IN BAĞIMSIZLIĞI VE TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığıyla birlikte Ermeni sorununda Ermenistan olgusu devreye girdi. Ermenistan ile yukarıda belirtilen dışarıda yaşayan Ermeni toplumu arasındaki bağ ve Türkiye ile ErmenistaJ ilişkilerinin izlediği seyir Ermeni sorununun uluslar araj sı ilişkiler boyutunu ön plâna çıkardı. Ermenistan'ın bağımsızlığı Türkiye tarafından tamı di. Ancak iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurula! madı. Diplomatik ilişkilerin kurulamamasının önündek] engeller ise Ermenistan'ın soy kırım iddialarını ulusla arası alanda gündeme getirmesi ve Karabağ sorunudu| soy kırım iddiaları Ermenistan'ın Bağımsızlık Bildirg sinde yer almaktadır ve Ermenistan anayasası da Bağın sizlik Bildirgesine atıfta bulunmaktadır. Ermenistan \ tikasına Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun eti si, özellikle soy kırım iddiaları ve Türkiye ile Ermenista ilişkileri konusunda ortaya çıkmaktadır. Ermenistan'ı l ğımsızlığa taşıyan süreçte önemli rol oynayan Erme Ulusal Hareketi ve Ermenistan'ın ilk Devlet Başkanı l von Ter-Petrosyan, soy kırım iddialarının Ermenistan t rafından gündeme getirilmesine karşıydı. Ermenista Bağımsızlık Bildirgesinde de konunun yansıtılmasııj Ter-Petrosyan karşı çıkmıştı. Ancak Ermenistan dışındı ki Ermeni toplumu ve bunların partileri olarak adlan! rılan partiler özellikle de Ermeni Devrimci FederasyoıJ ve Ermeni Liberal Demokrat Parti Ter-Petrosyan'a ve l meni Ulusal Hareketine yönelik çok sert eleştirilerde l lundular. Bu partilerin Türkiye toprakları üzerinde de | diaları vardır. Örneğin, Ermeni Liberal Demokrat ti'den bir lider, Ermenistan Cumhuriyetini gelecekte büyük Ermenistan'ın bir çekirdeği olarak değerlendi! ken Ermenistan hükümetinin bunun gerçekleşmesi| kendisini adaması gerektiğini ifade etmiş ve Ermeni; Cumhuriyeti'nin hem asılsız Ermeni "soy kırımının" l de Ermenistan'ın toprak iddialarının uluslar arası tophj tarafından tanınması için çaba sarf etmesi gerektiğini l lirtmiştir.2 Yine Ermeni Devrimci Federasyonundan i milletvekili, Kars Antlaşmasının Ermenistan tarafınca tanınmamasını isteyen bir konuşma yapmıştır. Ter-P rosyan, Türkiye ile ilişkiler konusunda çok daha radi| bir tutum içerisinde olan Ermenistan dışındaki Ern toplumu ve bunların partileriyle mücadele etmek zon da kaldı. Nitekim Ter-Petrosyan ile Ermeni Devrimci \ derasyonu arasındaki mücadele 1994 yılında Er Devrimci Federasyonu'nun Ermenistan'daki faaliyeti nin durdurulmasıyla sonuçlandı. Görüldüğü üzere l menistan dışındaki Ermeni toplumu gerek soy kırım iddiaları gerekse Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusunda hesaba katılması gereken temel unsurlardan birisidir. Ermeni Devrimci Federasyonu'nun faaliyetlerinin Ermenistan'da durdurulmasından sonra Ter-Petrosyan aleyhine yoğun bir kampanya başlatan bazı Ermeni toplumu kuruluşları, Ermenistan'ın dış temsilcilikleri önünde Ter-| Petrosyan aleyhine gösteriler düzenlemiştir. Sonuçta Ter-' Petrosyan, istifa etmek zorunda kalmış ve sonrasında yapılan seçimlerde ise Taşnakların desteğine sahip ve radikal politik görüşleriyle bilinen Robert Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanı olmuştur. Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan soy kırım iddialarını gündeme Sayfa 21 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi getirmekten kaçınırken Koçaryan ile birlikte Ermenistan yönetimi, iddiaları yemden gündeme taşımıştır. Türkiye'nin Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri sür-Şdüğü şartlardan biri Ermenistan'ın soy kırım iddialarını uluslar arası alanda gündemden çıkarmasıdır. Ermenistan ayrıca gerekli yasal düzenlemeleri de yapmalıdır. Yukarıda belirtildiği gibi Ermenistan anayasasından Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesine yapılan atıf çıkartılmalıdır. Türkiye'nin Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri sürdüğü bir diğer şart ise Karabağ sorununun çözülmesidir. Karabağ Problemi Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan sınırları içerisinde yer alan ve nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ'da ilk çatışmalar 1988 yılında Ermenilerin Azerbaycan yönetiminden çıkma talepleriyle birlikte başladı. 1991 yılında Azerbaycan ve Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra ülkeler arası bir sorun hâline gelen Karabağ çatışmasında 1994 yılında ateşkes antlaşması imzalandı. Bu aşamadan sonra soruna çözüm bulunması için görüşmeler yoğunlaştırıldı. Soğuk Savaş dönemi sonrası en yıkıcı bölgesel savaşlardan biri olan Karabağ çatışmasında l milyon Azerbaycan vatandaşı mülteci durumuna düşmüş ve Azerbaycan topraklarının % 20'si Ermeni işgaline uğramıştır.3 Karabağ çatışması hem Türkiye-Ermenistan ilişkilerim etkilemiş hem de Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun Türkiye ve Azerbaycan aleyhine faaliyetlerinin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Her ne kadar Ermenistan özellikle Hocalı'da yapılan katliâmdan sonra Dağlık Karabağ yönetimiyle bir bağı olmadığını ve çatışmanın Azerbaycan'ın bir iç sorunu olduğunu açıklasa da uluslar arası gözlemciler tarafından da Ermenistan'ın Dağlık Karabağ Ermenilerine yardım yaptığı teyit edilmiştir. 4 Nitekim bağımsız Ermenistan'ın ilk Cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan'dan sonra sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur. Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkileri geliştirme politikasının önündeki en büyük engel Karabağ savaşı olmuştur. Çelişkili bir şekilde Ter-Petrosyan'ın Karabağ politikası Türkiye ile ilişkilerde normalleşmeyi engellerken, Ermenistan'ın Türkiye'ye karşı radikal politikalar izlemesini savunan Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu tarafından da eleştirilmiştir. 1994 yılında ateşkes antlaşmasının imzalanmasından sonra barış sürecine Avrupa Güvenlik ve işbirliği Teşkilâtı (AGİT) bünyesinde hız verildi. AGÎT çerçevesinde yürütülen görüşmelerde önemli bir dönüm noktası 1996 yılındaki AGlT Lizbon Zirvesi olmuştur. Bu zirvede Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü esas alan karar tasarısı Ermenistan dışındaki ülkelerin desteğini almıştır. 1997 yılında da AGİT adım adım çözüm önerisinde bulunmuştur. Bu öneri Ermeni kuvvetlerin öncelikle Dağlık Karabağ dışında kalan işgal ettikleri topraklardan çekilmesini ve Karabağ'ın statüsü konusunun daha sonra ele alınmasını önermekteydi. Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan da bu öneriye sıcak baktığı açıklamasında bulunmuştur. Ancak muhalefetin sert eleştirileri sonucu Ter-Petrosyan'ın istifası ve uzlaşmaya yanaşmayan Koçaryan'ın Devlet Başkanı seçilmesiyle barış sürecinde bir tıkanma yaşanmıştır. Koçaryan iktidarının ilk yılında Karabağ sorununun çözümü için Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev ile görüşmekten kaçınmasına ve Aliyev'in muhatabının Karabağ yönetimi olduğunu söylemesine rağmen daha sonra sorunun çözümü için Aliyev ile bir araya gelmiş ve barış süreci devam etmiştir. Türkiye, Karabağ sorununa uluslar arası örgütler ve özellikle de AGÎT çerçevesinde bir çözüm bulunmasını istemiştir. 1992 yılında da Türkiye ve ABD destekli koridor önerisi ortaya konmuştur. Bu öneri Azerbaycan ile Nahçivan arasındaki bölgenin bir kısmının Azerbaycan'a verilmesi (Mehri Koridoru) ve Ermenistan ile de Dağlık Karabağ arasında bağ kurulmasını içermekteydi. Ancak bu her iki tarafça reddedilmiştir. Son dönemde barış görüşmelerinde koridor konusu yeniden tartışılmaktadır. IV. ERMENi SORUNUNDA DiYALOG ÇABALARI Türk ve Ermeni tarafları arasında sivil diplomasi örneği olarak adlandırılabilecek olan ve tarafların görüşlerini karşılıklı olarak tartışmalarına imkân tanımak amacıyla bazı girişimler olmaktadır, iki taraftan gazeteciler belirli aralıklarla bir araya gelmekte ve sorunlar masaya yatırılmaktadır. Bunun yanında diyalog açısından en ciddî girişim Türk-Ermeni Barışma Komisyo-nu'nun kurulmasıdır. Türk-Ermeni Barışma Komisyonu (TEBK) 9 Temmuz 2001 tarihinde altı Türk ve dört Ermeni temsilcinin katılımıyla kurulmuştur. TEBK'nın amaçları Terms of Reference adlı belge ile şu şekilde açıklandı: Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı anlayış ve iyi niyeti geliştirmek, Ermenistan ve Türkiye ilişkilerinin iyileştirilmesini teşvik etmek; Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri ve Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda mevcut barışma arzusundan yararlanmak ve söz konusu Sayfa 22 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi örgütler arasında temas, diyalog ve işbirliğini desteklemek; doğrudan bazı faaliyetlere girişmek ve diğer kuruluşların projelerinin gerçekleşmesine yardımcı olmak; hükümetlere sunulmak üzere bazı tavsiyeler geliştirmek; iş dünyası, turizm, kültür, eğitim, araştırma, çevre, medya ve güven artırıcı önlemler alanında resmî olmayan işbirliğini desteklemek, talep üzerine, tarihî, psikolojik, hukukî ve diğer alanlardaki bazı projeler için uzman incelemesi sağlamak.6 . Türk-Ermeni Barışma Komisyonu'nun Ermeni tarafında özellikle de Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda değerlendiriliş biçimine baktığımızda bu toplumun biri kesimin diyaloga hiç hazır olmadığı ve ileri sürdükleri id-1 diaların araştırılmasını bile istemedikleri görülür. TEBK, üyelerinin resmî görev ve sıfat taşımadığı biri sivil diplomasi örneğiydi.7 Komisyon Ermenistan dışm-| daki Ermeni toplumunda ve Ermenistan'da geniş biri platformda tartışılmış ve değerlendirmeler yapılmıştır.! Bazı istisnalar dışında Ermenilerin TEBK'ya bakışlarının! olumsuz olduğu söylenebilir. Komisyona yönelik en serti eleştiriler Taşnaklann ABD'deki örgütlerinden ErmeniJ Ulusal Komitesi (.Armenian National Committee America —ANCA-) ve yine bir Taşnak örgütü olan Ermeni Devrimci Federasyonu'ndan geldi. Taşnaklar TEBK'yl yabancı güçler tarafından emredilen, yetkisiz kişileriı katıldığı ve Ermeni millî çıkarlarını gözetmeyen bir giri sim olarak değerlendirdiler. Taşnaklar için asılsız soy kırımın Türkiye tarafından tanınması her türlü görüşmenin ön şartıydı.8 Taşnaklann temel kaygısı Barışma Korniş yonu'nun faaliyetlerinin asılsız soy kırımın uluslar araş düzeyde tanınması çabalarının önünde engel oluşturma sı ve Ermeniler arasında bölünmeye neden olmasıydı TEBK'nın kurulmasından sonra Ermeniler arasındaki taı tışmalar incelendiğinde bölünme konusunda Taşnakla rın endişelerinin yersiz olmadığını söyleyebiliriz. i Ermenistan'da Ter-Petrosyan döneminde iktidardı olan Ermeni Ulusal Hareketi'ne ve Amerika Ermen Asamblesi'ne (Armenian Assembly of America-AM karşı olan çevreler, Komisyona yönelik sert eleştirile yaptılar. Bunun nedeni TEBK'nın Ermeni üyelerini Ter-Petrosyan döneminde önemli görevlerde bulunmıı olmalarıdır. Örneğin Komisyon'un üyelerinden Arzıi manyan, Ter-Petrosyan dönemi Dışişleri Bakanlanri dandı ve Hovhanisyan aynı dönemde Ermenistan'ın Sıj riye Büyükelçisiydi. j ANCA ve Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunu örgütleri ABD Dışişleri Bakanlığını da TEBK'nın kun masını teşvik ettiği gerekçesiyle eleştirdiler. 9 ABD Dişi leri Bakanlığı Barışma Komisyonu'na yönelik desteği| ifade etmişti. Hatta medyada ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Komisyona maddi destek sağladığı haberleri çıkmıştı.10 TEBK'nın Ermeni üyeleri ise ABD hükümetinin maddî desteği hakkında bir bilgileri olmadığını belirttiler.11 ANCA'nın tersine AAA, Komisyona açık destek verdi. Barışma Komisyonu'nun kurulması ABD'deki iki büyük Ermeni örgütü olan ANCA ve AAA arasındaki rekabeti daha da arttırdı. Barışma Komisyonu ABD'deki iki büyük Ermeni örgütünün ortak lobi faaliyetlerini etkiledi. Barışma Komisyonu'nun kurulmasının Ermenilerin asılsız soy kırım iddialarını taşıdıkları ülkeler üzerinde de etkisi oldu. Avrupa Parlamentosu TEBK'nın oluşturduğu diyalog ortamının önemine işaret ederek Türkiye ile ilgili kararda Ermenilerin asılsız soy kırım iddialarına yer vermedi.12 Alman Parlamentosu da Ermeni asılsız soy kırım iddiaları ile ilgili bir dilekçeyi görüşmeyi, Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri arasında temasların başlamış olduğuna dikkat çekerek reddetti.13 TEBK 11 Aralık 2001'de Ermeni temsilcilerin ortak bir beyanat yayınlayarak komisyondan ayrılmalarıyla dağılmıştır. TEBK, iki toplum arasında diyalog ortamı oluşturmaya yönelik bir girişimdi. Ancak Ermeni tarafının böyle bir diyaloga hiç hazır olmadığı görüldü. Burada temel sorun Ermenilerin asılsız soy kırım iddiaları ve Ermenistan dışındaki Ermeni örgütlerinin asılsız soy kırımın uluslar arası düzeyde tanınmasını temel faaliyet alanı olarak ele almalarıdır. Komisyon'a karşı Ermenistan dışındaki Ermeni örgütlerinin faaliyetleri de bu toplumun iyi örgütlendiğini ve sivil toplum örgütlerinin bir baskı aracı olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Türkiye'de de Ermeni iddialarına ve bu iddialar doğrultusunda Ermenilerin yaptıkları faaliyetlere sivil toplum örgütleri cevap verebilir. Bunun için öncelikle konu ile ilgili bilgilenmeleri ya da bilgilendirilmelerin yapılması ve bunları harekete geçirecek mekanizmaların kurulması gerekir. Türkiye'de TEBK gibi bir oluşum ve faaliyetleri hakkında kamuoyu ve sivil toplum örgütlerinin ilgisizliği dikkat çekicidir. Taraflar arasında yeniden Barışma Komisyonu'nu canlandırma doğrultusunda görüşmeler sürdürülmektedir. Daha önceki tecrübeden yola çıkan taraflar görüşmeleri gizli yürütme eğilimdedirler. Konuşulanların hemen kamuoyuna yansıtılması bazı çevrelerin Komisyonu hedef almasına neden olmuş ve Sayfa 23 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi bu durum Komisyonu olumsuz etkilemiştir. V. SONUÇ Ermeni iddialarının Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu tarafından çeşitli ülkelerde gündeme getirilmesi, 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığı ile birlikte Ermenistan'ın da hem Türkiye ile ilişkiler bağlamında hem de Ermenistan'ın dışardaki yurttaşlarıyla bağlantısı ile Ermeni sorununa bir aktör olarak girmesi sorunun uluslar arası ilişkiler boyutunu ön plâna çıkardı. Türkiye ile Ermenistan arasında Ermenistan yönetiminin asılsız soy kırım iddialarını uluslar arası alanda gündeme getirme çabalarından ve Karabağ sorunundan kaynaklanan gerginlik Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun da devreye girmesiyle diğer ülkeler ile Türkiye ve Ermenistan'ın ilişkilerini etkileyen bir noktaya geldi. Ermenistan yönetimi üzerinde özellikle dışardaki Ermeni partileri vasıtasıyla söz sahibi olan Ermeni toplumu Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde olumsuz bir faktördür. Ermenistan çok taraflı bir politika ile bölgede Rusya'ya olan bağımlılığını azaltabilir. Denize çıkışı olmayan Ermenistan'ın ekonomik ve politik istikran için Türkiye ile normal diplomatik ilişkileri geliştirmesi gerekir. Ancak Ermenistan'ın mevcut politikası Türkiye ile normal diplomatik ilişkiler kurmasına engeldir. HUKUKÎ VE SİYASI BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU: "ERMENİLER SOY KIRIMINA UĞRATILDI MI?" KONUNUN HUKUKÎ YANLARI Soy kırımı suçu, sınırları soy kırımı sözleşmesi tarafından belirlenmiş hukukî bir kavramdır. "Soy kırımı suçu" kavramı 9.12.1948 tarihli Soy kırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile tanımlandı; daha önce böyle bir suç tanımlaması yoktu. Soy kırımı eylemi, Soy kırımı Sözleşmesini onaylayan tüm ülkelerde suçtur. Türkiye bu Sözleşmeyi onaylamıştır. Bu nedenle her şeyden önce soy kırımı suçunun tanımı, unsurları, nasıl oluştuğu ve bu suçun işlenip işlenmediği ile ilgili kararın hangi mahkeme tarafından verilebileceği hususlarını ele almamız gerekir. Soy kırımı Sözleşmesinin "Giriş" bölümünde bu suçun savaş veya barış dönemlerinde işlenebileceği kayıtlıdır. Başka bir deyişle, suçun savaş koşullarında işlenmiş bulunması, o suçun soy kırımı çerçevesine girmesini engellemez. Sözleşmenin 2. maddesi hangi eylemlerin, hangi koşullarda soy kırımı sayılacağını belirtmektedir. Buna göre, soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları için ortadan kaldırmak - halk deyimi ile kökünü kazımak - amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biridir: A) Bir grubun üyelerini öldürmek; B) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek; C) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak; D) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak; E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek. İnsanları, belirli bir gruba mensup bulundukları gerekçesiyle ortadan kaldırma eylemine bir örnek vermek gerekirse, ikinci Dünya Savaşı sırasında almanya'daki Yahudilerin sırf Yahudi oldukları için toplu olarak katledilmelerini gösterebiliriz. İnsanları bir ırka ya da dinî gruba mensup oldukları gerekçesiyle toptan ya da kısmen yok etme niyeti bulunmadığı takdirde, o eyleme soy kırımı denilemez; olsa olsa -kendileri de suç olan- cinayet veya toplu öldürme terimleri kullanılabilir. Sözleşmenin 3. maddesine göre sadece soy kıjumhu rımı suçunu işleyenler değil, buna katkıda bulunanfenca, lar, doğrudan veya açık biçimde teşvik edenler, sopdiği kırımı girişiminde bulunanlar veya suç ortaklığı yajava aç panlar da soy kırımı suçu ile cezalandırılacaklardır. Sözleşmenin 4. maddesine göre soy kırımı il|enm f cezalandırabilecek olanlar hakikî şahıslardır. Bunlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasaları: gereğince sorumlu olan yöneticiler olabilir. Yani kırımı suçunu, hükmi şahıslar değil -örneğin devle ler veya yerel yönetimler değil-, gerçek şahıslar işit yebilmekte, bu kişiler yargılanabilinmekte, suçlu lunurlarsa cezalandırılmaktadır. Sözleşmenin 6. maddesine göre suçun işlenmediğine karar verecek olan yetkili mahkeme soy kırımı suçunun işlendiği ülkenin mahkemesidir; ayrıca taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde, bir uluslar arası ceza mahkemesi de görevlendirilebilir. Bunun anlamı, yerel ya da ulusal parlementoların, sivil toplum örgütlerinin ve yetkisiz malvmın j. kemelerin herhangi bir eylemi soy kırımı olarak nitelendirmeye hakları bulunmadığıdır. Başka bir deyişle Fransa Parlamentosunun ya da ABD'de bir Eyalet Meclisinin veya örneğin Fransa'da Paris Sayfa 24 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Asliye Mahkemesinin bir başka ülkede soy kırımı suçu işlendiği konusunda karar verme yetkisi yoktur. Böyle bir ila gidilmesi, Soy kırımı Sözleşmesinin ihlâli anlamına gelir. Devletin soy kırınımdaki sorumluluğu konusu da idahil olmak üzere Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arağında uzlaşmazlık olursa, yani Sözleşme ihlâl edilir-Soy kırımı Sözleşmesinin 9-ncu maddesine göre, ihtilafın taraflarından biri, konuyu Uluslar arası let Divanına götürebilir. Bir örnek vermek gere-:, yetkili yargı organı tarafından varlığı karara ınmamış bir soy kırımı suçu olmadan, Fransa'nın [ardığı tek maddelik "Fransa 1915 yılında Ermeni-:r'e yapılan soy kırımını tanır" şeklindeki yasa, Soy u Sözleşmesine aykırıdır. Zira, bir yargı organı lyan, Soy kırımı Sözleşmesine göre yetkisi bulun-ıvan Fransa Parlamentosu, soy kırımı yapıldığı yolda bir karar alarak anılan Sözleşmeye aykırı ha-:ket etmiş, Fransa'nın yürütme organının başındaki ımhurbaşkam da yasayı onaylayarak yayımlamıştır. Lyrıca, soy kırımı suçu gerçek kişi tarafından işlenebildiği hâlde, bu konuda herhangi bir kişi hakkında ıva açılmamış, kişinin savunması alınarak usulüne ?gun biçimde yargılanmamıştır. Bu nedenle, Sözleş-;nin Fransa tarafından ihlâl edildiğinin saptanma-için Uluslar arası Lahey Adalet Divanına başvurma çeneğinin ciddî bir biçimde ele alınması gerektiğini iünüyorum. KONUNUN SİYASÎ YANLARI SİYASÎ ANLAMDA SOY KIRIMI KAVRAMI Kimi ülke parlamento veya Eyalet Meclislerinin Avrupa Parlamentosunun yargı organı olnıa-ve hiçbir yetkileri de bulunmadığı hâlOsmanlı Devleti topraklarında yaşayan Osmanlı ıtandaşı Ermenilere karşı 1915 yılında soy kırımı su-işlendiği yönünde aldıkları kararlar hukukî değil, fasal niteliklidir. Böylece ortaya "siyasî anlamda soy kırımı" kavramı çıkarılmıştır. Ermeni soy kırımı savının siyasî nitelikli yorumunun ardında, o ülke va-ıdaşı olan Ermenilere hoş görünmek, onlara hak acılarını bir ölçüde dindirmek, Türkiye'ye ski yapmak, ülkemizi Avrupa Birliğine tam üyelikten uzaklaştırmak dahil, çok farklı amaçlar vardır. Ayrıca, bu yönde düşünenlerin büyük bir bölümü de söylediklerine gerçekten inanmaktadırlar. Son zamanlarda, soy kırımı savlarının hukuka uygun olmadığını kavramış bulunan çok sayıda Ermeni militan, soy kırımı terimini hukukî değil, siyasî anlamda kullandıklarını ve siyasî tanıma istediklerini belirtmeye başlamışlardır. Doğal olarak, böyle bir siyasî tanımanın hukukî sonuçlarından ziyade, manevî ve siyasî sonuçları öne çıkmaktadır. TÜRK GÖRÜŞÜ Türk Hükümetleri ile Türk ulusunun ittifaka yakın çoğunluğu, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Ermeni vatandaşlarına soy kırımı uygulandığı savını kabul etmemektedir. Belge ve verilere de dayanan görüşümüze göre, 1915 başlarında Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmak için başlatılan silâhlı ayaklanma ve savaş nedeniyle karşılıklı öldürmeler olmuş (Osmanlı dilinde buna mukatele -karşılıklı çok sayıda öldürme de- deniliyor), Osmanlı Devleti'nin bazı bölgelerinde oturan Ermeniler, ülkenin başka kesimlerine zorla göç ettirilmiş, bu göç sırasında hastalık, açlık ve haydutların saldırıları nedeniyle Müslüman veya Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları arasında çok sayıda ölüm vuku bulmuştur. Bunun dışında aynı yerleşim biriminde oturan Osmanlı yurttaşı Türkler ve Ermeniler, öç alma gibi duygularla birbirlerini öldürmüşlerdir. Bunun aksi de olmuş, komşular birbirlerini korumuşlardır. Ancak, bizim değerlendirmemize göre, Osmanlı Ermenilerini, Ermeni oldukları gerekçesiyle tamamen veya kısmen yok etme niteliği taşıyan - yani 1948 Soy kırımı Sözleşmesinin hukukî çerçevesine giren- bir eylem yapılmamıştır. Ayrıca, hukuk açısından 1948 yılında oluşmuş bir suç kavramının, geriye doğru işletilmesi mümkün değildir. Nihayet, Ermeniler, Sevr Anlaşması görüşmelerine katılırken "savaşan taraf olduklarını resmen ileri sürmüşlerdir. Savaşan taraf, savaşta kaybettiği askerlerinin soy kırımına uğradığını ileri süremez. Gene de o dönemde yaşanan trajedide, Gayrimüslim ve Müslüman pek çok Osmanlı yurttaşının - maalesef - hayatını kaybettiği, yaralandığı, malından, yerinden yurdundan olduğu bir gerçektir. Ancak bu acıların sadece Osmanlı vatandaşı Ermeniler tarafından çekildiğini ileri sürmek büyük haksızlıktır, Haçlı zihniyetinin sonucu olan dinî bağnazlıktır; kabul edilmesi beklenmemelidir. ERMENİLER SORUNA NASIL BAKIYOR? Ermenilerin soruna bakış açısını inceleyecek olursak, atalarının soy kırımına uğradığı ve yaklaşık bin yıldır oturdukları topraklarından sökülüp atıldıkları savının, günümüzde Türkiye dışındaki Ermeni toplumunun kimliğinin çimentosunu oluşturduğunu görürüz. Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayanlar da dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermeniler, sistemli biçimde beyinlerini yıkayan —terör örgütleri de dahil olmak üzere- bazı derneklerin ve Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesinin gayretleri ile Anadolu'nun doğusunu da Sayfa 25 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi içine alan Büyük Ermenistan hayalini beyinlerinden çıkaramamakta, bu hayali canlı tutmak için atalarının çektiği acıları belleklerinde tazeleyerek yaşatmaktadırlar.Bugün Ermenistan Cumhuriyeti'ne gidenler, sokak, meydan, otel adlarından başlayarak,içki adlarına kadar uzanan yer ve malların isim veya simgelerinin Doğu Anadolu'daki bölge, dağ ve kentleri canlandırdığını göreceklerdir. Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Ermenilerinin bir bölümü, başlarında Osmanlı Meclisindeki temsilcileri olduğu hâlde Doğu Anadolu'da ayaklanmışlardır. Van isyanı buna bir örnek teşkil etmektedir. Bu macera sonucunda uğradıkları büyük kayıplar, ayaklanmalarının ve giriştikleri savaşın sonucudur. Bu ayaklanmadan sonra, Osmanlı Hükümetinin aldığı zorunlu yer değiştirme sırasında hastalık, yorgunluk, açlık ve dağlardan inen çetelerin saldırıları sonunda ölenlerin sözde soy kırımına uğratıldıkları ileri sürülmektedir. Militan Ermenilerin iddiasına göre, az sayıda Ermeni çetecisinin ayaklanması bahane edilerek ülkedeki tüm Ermeniler ittihat ve Terakki Hükümeti tarafından plânlı ve bilinçli olarak kırıma uğratılmıştır. Gerçekte ise Osmanlı Ermenileri, Osmanlı Devletinden koparak ve bağımsızlıklarını kazanan Yunanlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Romenler gibi bağımsızlıklarını kazanmak için silâha sarılmış ve Osmanlı Devleti ile savaşmışlardır. Diğerlerinden farkları Ermenilerin Osmanlı Devleti'nin hiçbir bölgesinde çoğunlukta bulunmamalarıdır. Bu durumda, Ermeni çeteciler ayaklandıkları yerlerde, Rus ordusunun da yardımıyla katliâma ve etnik temizliğe başvurmuşlardır. Öte yandan, Türkiye'nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler'den Fransız Lejyonları kurmuşlar, bunları Fransız askeri üniforması giydirerek silâhlandırmış ve sa-| vaşa sokmuşlardır. Ermenistan'da yaşayan Ermenilerin ve diğer ülke lerdeki yurttaşlarının bir bölümünün şimdiki beklen tisi, bugünkü Ermenistan Cumhuriyetinin -Batı ErmeJ nistan diye adlandırdığı- Türk topraklarına doğru nişlemesi ve asılsız soy kırımına uğrayanların bir ! lümü için tazminat sağlanmasıdır. Bunun mümkü olamayacağını bilen gerçekçi bazı Ermeniler ise tojl rak ve tazminat taleplerini ileride onaya atılabilecej bir pazarlık unsuru olarak kenara bırakmakta ve aşamada, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere soy kırııj uygulandığının Türkiye Cumhurtiyeti tarafından, şekilde tanınmasını istemektedirler.Bunlar, Avrupj Birliğinin Türkiye'nin tam üyelik talebini görüşecej son karar aşamasında, asılsız Ermeni soy kırımının tanınmasını olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürmei ni hayal ediyorlar ve Avrupa Parlamentosunun Ermeni soy kırımını tanıyan kararı nedeniyle bu j teklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Ermeniler'in -kimliklerinin ayrılmaz bir parça oluşturan- atalarının soy kırımına uğradığı savındj vazgeçeceklerini sanmıyorum; böyle bir vazgeç kimliklerinin önemli ölçüde yaralanması, âdeta olması anlamına gelecektir. Öte yandan, soy kır savları Ermeniler dışında da destek bulmaktadır, l çok ülkede oluşan inanç, Birinci Dünya Savaşın Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan Ermenil| büyük bir kırım uygulandığı yolundadır. Haçlı döı minden başlayarak yüzyıllar boyu Türkler ile; mış olan batılı ülkeler ve kötü Türk imajı ile besi mis olan Avrupa kamuoyu, Birinci Dünya Savaşııj yapılan Türk karşıtı propagandadan da etkilena perçinlenen kanaatini bu konuyu fazla incelen ayrıntılarını araştırmaya gerek görmeden sürdür tedir. Sosyal psikoloji ile uğraşanlar, kanaat değil sürecinin ne kadar zor ve engebeli olduğunu bilirler. BU KOŞULLAR ALTINDA NE YAPILABİLİR? Türkiye'de üst düzey bazı yöneticiler, kimi < nürler ve parlâmento üyelerinin bir bölümü sorunun tarihe ya da tarihçilere havalesini önerij lar. "Tarihe havale etmek" terimi kanımca çok soyuttur; tarih yazımının ise sübjektif olduğu kanısında! Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele| incelediğimizde, varacağımız sonuçlar bakış ve incelemenin yapıldığı zamana ve o dönemde geçerli olan hukuk veya etik normlarına göre farklı olacaktır. Her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek , bilim adamları, bu yolda yıllardır Ermeni olayları ko-l nüsünü inceliyorlar; söylenebilecek olan hemen her hey söylenmiş, yazılmıştır; bunlar arasında büyük f fark ve çelişkiler vardır. Taraflar kendi gerekçe ve belilerini öne çıkarmakta, diğerlerinin belgelerinin ı sahte, tanıklarının ise yalancı olduğunu söylemekte-î dir. Kimi tarihçiler, tarihin bazı sayfalarını okumamak-j ta, yok saymaktadır. Taraflar kendi tezlerini destekle-I yen bilgi ve belgelere inanmaya , bunları öne çıkar-[maya devam edeceklerdir. Objektif denebilecek ta-[ rihçilerin ulaşacakları sonuçların ise asılsız soy kırımı-I m kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası hâline ge-I tiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemeli-Idir. Unutmayalım ki dogma sahipleri "kendi gerçek-lleri" sorgulama sonucunu verebilecek olan araştırma Iveya inceleme yapılmasını bile istemezler. Sayfa 26 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Başkalaşımdan tek bekledikleri kendilerinin bir dinî inanış gibi algıladıkları "nihaî ve mutlak gerçeğinin" kabul dilmesidir. Bütün bu nedenlerle, bugün Ermenis-an'da ya da diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin, atalarına soy kırımı uygulanmadığı hususunda ikna edilebileceklerine inanmıyorum. Bunun yanında, birlikte veya yanyana yaşamanın koşullarını da yaratmak gereklidir. Bence bunu sağla-anın yolu 1915 olaylarında yaşanan trajik olayların lasını, eylemlerden zarar görenlerden sadece bir bölümünün çektiği düşüncesinin ve kabul edilemeyeceğinin, soy kırımının esas itibariyle hukukî bir terim |)lduğunun, bu konuda karar vermeye yetkili yargı ganinin 1948 Soy kırımı Sözleşmesinde belirlenmiş fculunduğunun , siyasî veya entelektüel çevrelerin pendilerini yetkili yargıç sayarak, yargısız infaz yap-alarınm kabul edilemeyeceğinin, her fırsattan ya-hrlamlarak belirtilmesi ve tek taraflı suçlamalar ile arış içinde yaşama koşullarının sağlanamayacağının gulanmasından geçer. Bu konudaki görüşlerimiz, yurt dışında ve Türkiye'de yabancıların katılımı ile yapılacak çalışma, panel veya sempozyumlarda Ermenilere ve onları destekleyen çevrelere anlatılmalıdır.Düzenleyeceğimiz toplantılara sadece Türk görüşlerini destekleyen ya-ancılar değil, tarafsız olanlar ve hatta değerlendirmelerimizi paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiş tokuşu, duygusallıktan uzak bir biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır. Bu çerçevede Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli, gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalı, kabul eylemediğimiz savları ileri sürenlere, gerekçeli karşı görüşlerimiz iletilmelidir. En önemlisi diyalogun başlatılması ve sürdürülmesi, farklı görüş ve yorum bulunduğunun belirlenmesidir. Gerek tarihte olan olaylar konusunda, gerek diğer güncel konularda sürdürülecek diyalog, sonuçta ve uzun vadede birlikte yaşamanın koşullarını yaratacaktır. Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi, belleklere yerleşmiş verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da anlayışla karşılanması, yaraların deşilmesi yerine, sarılması için gereken psikolojik adımlar atılmalıdır. Öte yandan, belleğe saygı duyulması bağlamında, sadece şevke bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya torunlarının değil, İğdır'da, Ma-raş'ta, Van'da ve ülkenin başka yerlerinde öldürülen Müslüman Osmanlı vatandaşlarının kaderlerinin de bunların soylarının belleğine kayıtlı bulunduğu gerçeği unutulmamalı ve anımsamayanlara gerektiğinde hatırlatılmalıdır. Bu konuda dikkate alınması gereken bir diğer husus, soy kırımı iddiaları karşısında son derecede ağırbaşlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin onurunu ve çıkarını ön plâna çıkarıcı bir tutum sergileyen Ermeni yurttaşlarımızın, kimi gelişmeler vesilesiyle rahatsız edilmemeleri ve incitilmemeleridir. Türk vatandaşı Ermenilerin, ülkemizde tüm vatandaşların yararlandığı saygınlığa ve onura sahip bulundukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Ermeni yurttaşlarımızın ülkemizde yararlandıkları hak ve özgürlükler, soy kırımı savlarını geçersiz kılan deliller olmalıdır. GÜNCEL BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU Ermeni sorununun güncel boyutlarını açıklayabilmek üzere Lozan Antlaşmasından sonraki gelişmeleri kısaca anımsamakta yarar bulunmaktadır. Sevr Antlaşması'nın öngördüğü ve günümüz Ermenistan'ından başka Doğu Anadolu topraklarının büyük bir kısmını da içermesi plânlanan büyük Ermenistan kurulamamıştır. Bunun başlıca nedeni Türk Milli Mücadelesinin Sevr'i uygulanamaz hale getirmesidir. Diğer yandan Ermeniler giriştikleri savaşta Kazım Karabekir komutasındaki Türk güçlerine yenilerek 1920 yılı sonunda Gümrü Antlaşma-sı'nı imzalamışlar ve Sevr'i geçersiz saymış ve iki ülke arasındaki yaklaşık bugünkü sınırları kabul etmişlerdir. Ermenistan kısa süre sonra Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilmiş ve bağımsız bir devlet olarak ortadan kalkmıştır. Yeni Türk Devleti'nin uluslar arası yükümlülüklerini saptayan Lozan'da Ermenistan ve Ermenilere dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durum Ermeni sorununu hukuken ortadan kaldırmıştır. Lozan Antlaşması'nı izleyen yaklaşık 20 yıl, Ermenilerden ve Ermenistan'dan pek söz edilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmanın yarattığı hırsla Rus İmparatorluğu sınırlarını yeniden elde etmeyi amaçlayan Sovyetler Birliği, bir yandan Doğu Avrupa'da uydu komünist rejimler kurmayı sürdürürken diğer yandan Türkiye'den Boğazlarının kontrolünü ve Doğu Anadolu'da da Kars ve Ardahan'ın kendisine bağlanmasını istemiş1 ve bu talebi Ermenistan ve Gürcistan adına yapmıştır. Aynı zamanda çeşitli ülkelerde bulanan Ermenilerin Sovyet Ermenistan'ına gelip yerleşmesi için de bir kampanya açılmıştır. Bu kampanyayla, Ermenistan nüfusunun yetersizliği dikkate alınarak, Türkiye'den Kars ve Ardahan Sayfa 27 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi alındığı taktirde, buraya yerleştirilecek Ermenilerin bulunması öngörülmüştür. Sovyet talepleri, o zamana kadar bir tür tarafsızlık politikası izlemiş bulunan Türkiye'yi Bati Bloku ile işbirliğine götürmüş ve Kore Savaşına katı Türkiye 1952 yılı Şubat ayında NATO'ya girmi Hatalarının farkına varan Sovyetler, Stalin'in l Martında ölümünün ardından Türkiye'ye bir n vererek Boğazlar üzerindeki iddialarından ve menistan ve Gürcistan adına ileri sürdüğü top taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmişler2 an Türkiye'nin batının yanında yer almış olmasını ğiştirememişlerdir. Böylece Sovyetlerin, Türkiye üzerinde baskı k mak amacıyla Ermeni sorununu yeniden günde getirme gayretleri bir sonuç vermemiş ancak En nistan'da, Sovyetlerin izin verdiği ölçüde, milliy çilik akımlarının zaman içinde yeniden güçlenme ne neden olmuştur. Bu akımlar sayesinde Erivan' bir Ermeni soy kırımı anıtı inşa edilmiş ve anıt l! yılında büyük bir törenle açılmıştır. Ermeni şoı nizminin hâlâ mevcut olduğunu gösteren bu Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda o za: na kadar pek görülmeyen Türkiye ve Türkler k ti duyguların güçlenmesine yol açmıştır. Yahı Holokostu'ndan esinlenerek ve Federal Alra. ya'nın bu olayda zarar görenlere büyük taz ödediği de dikkate alınarak 1915 sevk ve is bir soy kırım olduğu ileri sürülmeye ve Türkiyf bu hayali olayın faili olarak suçlanmaya başlanıl tır. Bu yolda hayli yoğun propaganda yapılmışsa o yıllarda bunların kamuoyunda kayda değer biı kişi görülmemiştir. 1973 yılında Los Angeles'te yaşlı ve yarı meç bir Ermeni, Türk Başkonsolosu Mehmet Bayda Yardımcısı Bahadır Demir'i katletmiştir. Kat kurbanları ile hiçbir sorunu olmaması ve onları dece asılsız Ermeni soy kırımından "sorumlu" devletin temsilcileri olduğu için katletmesi uyandırmış ve basın, olayın evveliyatı hakkında gi vermek için, soy kırımı iddialarından uzun u bahsetmiştir. O zamana kadar "davalarını" duı mak hususunda pek başarılı olamayan Ermeni sssmilliyetçileri, bu olayın öğretisinden yararlanarak Türk diplomatlarını katletmek üzere aşırı sol eğilimli olduğu belirtilen, ASALA adında bir terör örgütü kurulmuş, Taşnaklar da buna paralel olarak Adalet Komandoları adı altında bir başka örgüt oluşturmuşlardır. ASALA ağırlıklı olmak üzere, bu iki örgüt 1975 ilâ 1985 yılları arasında, genellikle Ermenilerin çok olduğu ülkelerde görev yapan, 4'ü büyükelçi 34 Türk diplomatını katletmiştir. Her olay, bu cinayetin neden işlenmiş olduğunun açıklanması bahanesiyle soy kırım iddialarının gündeme gelmesine vesile olmuş ve yayınlanmaya başlayan asılsız soy kırım konusunda çok sayıda kitap, makale, belgesel film, sergi gibi faaliyetlerin de katkısıyla, batı ülkeleri kamuoyunda Ermenilerin Türkler tarafından soy kırımına uğratılmış olduğu hakkında bir kanı yerleşmiştir. Bu kanı, Ermeni te-röri/mini izleyen yıllarda bazı ülke parlâmentolarında asılsız Ermeni soy kırımını tanıyan kararlar3 alınmasının başlıca nedenini oluşturmuştur. Türk diplomatlarını katleden Ermenilerin hemen hepsi çok genç insanlardı ve 1915 sevk ve iskânından sonra yabancı ülkelere gidip yerleşen Ermenilerin torunlarıydı. Hemen hepsi yaşamlarında bir Türk ile karşılaşmamıştı. Büyük çoğunluğunun sabıkası yoktu. Bu durumda olan kişilerin cinayet gibi son derecede ağır bir suçu işlemeleri ilk bakışta makul görülmüyordu. Normal koşullarda 1915 sevk ve iskânına tâbi olan birinci kuşağın Türklere karşı duygular beslemesi beklenirdi. Onların çocuklarının oluşturduğu ikinci kuşağın ise anne ve babalarının aksine, bulundukları ülkeye uyum sağlamaları nedeniyle, soy kırım söylentilerine daha az önem vermesi gerekirdi. Torunları oluşturan üçüncü kuşak için ise bu söylentilerin fazla bir değeri olmaması normaldi. Ancak bu konuda gerçeğin farklı olduğu ve sözkonusu üç kuşak arasında Türkiye ve Türklere en az kin besleyenlerin birinci kuşak olduğu görülmüştür. Bu olgu, aynı zamanda 1915 sevk ve iskânı sırasında soy kırım olarak tanımlanacak olayların vuku bulmamış olduğunun diğer bir kanıtı oluşturmaktadır. Türk diplomatlarına karşı işlenen cinayetlerin faillerinin 1915 olaylarından hiç etkilenmeyen üçüncü kuşağa mensup kişiler olması, diğer bir deyimle, Ermeni kuşakları arasında Türklere karşı farklı davranışların mevcut bulunması Ermeni kiliselerinin, siyasî partilerinin ve derneklerinin etnik karakteri ile açıklanabilir. Yabancı ülkelerdeki Ermeni kiliselerinin var olabilmesi Ermeni cemaat olmasına, siyasî partilerinin ve çeşitli derneklerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri de Ermeni üyeleri olmasına bağlıdır. Oysa Ermeniler, göç eden her halk için olduğu gibi, ikinci kuşaktan itibaren göç ettikleri ülkenin halkı arasında erimeye başlamışlardır. Bu, Ermeni kiliseleri için cemaat ve parti ve dernekler için de üye sayısının azalmasına neden olmuş, sözkonusu örgütlerde kendi gelecekleri için endişeler yaratmıştır. Ermenileri bir arada tutabilmek ve onlarda Ermeni bilincini yaşatabilmek için bulunan çare de, 1915 sevk ve iskânının Yahudi Ho-lokostu ile aynı nitelikleri taşıdığını ileri sürüp bir "Ermeni soy kırımı" yaratmaya çalışmak olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tedricen, Ermeni kiliselerinde, okullarında, siyasî partilerinde ve derneklerinde Türklerin Ermenileri soy kırımına uğrattıkları teması sürekli Sayfa 28 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi işlenmeye başlamıştır. Kişilerin baba veya dedelerinin soy kırımına uğradığına inanmaları ise Ermeni milliyetçiliğinin daha da canlanması sonucunu vermiştir. Bu milliyetçiliğin başlıca amacı dedelerinin intikamını Türklerden almak ve "Büyük Ermenistan"in kurulmasına çalışmaktır. Bu "beyin yıkama" en fazla üçüncü kuşak Ermeni-lerini etkilediği için Türk diplomatları katilleri de bu kuşak arasından çıkmıştır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun terörizm dışında Türkiye'ye karşı yürüttüğü faaliyetleri iki kategoride toplamak mümkündür: Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ve siyasi faaliyetler. Ermenilerin soy kırımına uğramış olduğunu kanıtlamak için, özellikle son 25 yılda, birçok kitap yazılmış bulunmaktadır. Bunlar genelde bilimsel görünüştedir. Vaktiyle bu konuda, bir iki istisna dışında, genellikle Ermeniler eser verirken son yıllarda Ermeni kökenli olmayanların da yazmaya başladıkları ve bunlar arasında, çok az sayıda da olsa, bazı Türk yazarların da bulunduğu görülmektedir. Ermeni ve yabancı yazarlar kitaplardan başka, bilimsel dergilerde olduğu gibi günlük gazetelerde, Ermeni iddialarına yer veren çok sayıda makale yayınlamışlardır. Ayrıca, özellikle Ermenilerin çok olduğu ülkeler ile hedef olarak seçilen bazı ülkelerde asılsız soy kırımı hakkında birçok konferans, panel vb düzenlenmektedir. Soy kırım konusu edebiyat alanında romanlarda, şiir kitaplarında ve piyeslerde işlenmektedir. Filmlere gelince çok sayıda "belgesel" film mevcut olup bunlar, genellikle Nisan ayında, başta ABD, Fransa ve Lübnan olmak üzere birçok ülke televizyonunda gösterilmektedir. 1915 yılına dair görsel malzeme çok az olduğundan bu filmlerde kullanılanların bir kısmının uydurma olduğu bir kısmının ise gerçekliği tartışmalıdır. Bu husus, yine her yıl genellikle Nisan ayında açılan sergiler için de geçerlidir. Konulu filmlerden ikisi özellikle dikkat çekmektedir. Bunlar Ermeni asıllı Fransız Yönetmen Henri Verneuil (Aşot Malakyan) tarafından 1991 yılında çevrilen Mayrig (Anne) filmi ile Ermeni asıllı Kanadalı Yönetmen Atom Egoyan'ın 2002 'de gösterime giren Ararat (Ağrı Dağı) filmidir. Mayrig, asılsız soy kırıma temas etmekle birlikte, esas konusu 1915 sevk ve iskânı sonrasında Fransa'ya göçmüş bir ailenin yaşam mücadelesidir. Ararat ise karma karışık bir senaryo içinde, Türklere atfedilen bir takım vahşet sahneleriyle, sadece asılsız soy kırımı ele almaktadır. Yukarıda değindiğimiz bilimsel nitelikli olmayan kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar son yıllarda çok yoğunlaşmıştır. Bunlar için Ermeni çevrelerinden büyük bir talep olması ve bu talebi karşılamak üzere bu faaliyetlerin üretilmesinin gerekmesi, bu üretimi mümkün kılacak malî fonların mevcut olması, bu üretimden gelir sağlayan çok sayıda kişi bulunması bir bütün olarak dikkate alındığında ortada bir "Ermeni Soy kırım Endüstrisi" bulunduğunu ifade etmek abartma olmayacaktır. Ermenilerin bu faaliyetler için yaptıkları harcamaların kaynağı bağışlardır. Soy kırım iddialarının güçlendirdiği milliyetçilik, Ermeniler arasında esasen yaygın olan bağış geleneğini daha da arttırmıştır. Günümüzde varlıklı Ermeniler için bağışta bulunmak bir millî görev olarak addedilmektedir. Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ile aşağıda açıklayacağımız siyasî faaliyetler için ne kadar harcama yapılmaktadır? Ermeni kaynakları bu konuda bilgi vermemektedir. Ancak kesin sonuçlara varılamasa da bir tahmin yapmak mümkündür. Bir yazar5 Ermenilerin ABD Kongresi üyelerini etkileyebilmek için yılda 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmaktadır. Bir diğer kaynak, Ararat filminin maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmektedir6. Bunlara yukarıda değindiğimiz kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar da eklenirse ve bu tür faaliyetlerin sadece ABD'de değil Fransa, Kanada, Avustralya ve Lübnan başta olmak üzere diğer bazı ülkelerde de yapıldığı düşünülürse, bulunacak rakamın yılda yüz milyon dolardan daha az olamayacağı sonucuna varılmaktadır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun siyasi faaliyetlerine gelince, propaganda faaliyetlerinin asılsız Ermeni soy kırımını kamuoyuna duyurmayı amaçlamasına karşın siyasî faaliyetlerin birinci amacı bu iddiayı bazı ülkelerin yerel veya millî meclislerine kabul ettirmektir. Ermeniler kayda değer bir azınlık oluşturdukları ülkelerde oylarını bölmeyerek azımsanmayacak bir siyasî nüfuz sahibi olmuşlar ve bunu soy kırım iddialarını o ülkelere kabul ettirmek için kullanmışlardır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun soy kırım kadar önem verdiği bir diğer konu, bulundukları ülkenin Ermenistan'a yardım yapmasıdır. Bu husus özellikle ABD için önemlidir Ermenistan, Rusya ile gayet yakın ilişkiler yürütmesine ve Güney Kafkaslarda Rus Sayfa 29 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi çıkarlarının korunmasına hizmet etmesine rağmen ABD'den, sanki bu ülkenin yakın bir müttefikiymiş gibi, büyük yardım sağlamış bulunmaktadır. ABD'nin 2001 yılına kadar Ermenistan'a doğrudan yaptığı yardımların toplamı 1,4 milyar dolara varmaktadır ki bu Ermenistan'ın yılda 2 milyar civarında olan millî gelirinin %7'sine tekabül etmektedir. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu kuruluşlarının Ermenistan'a yaptığı yardımlar bunun dışındadır. Bu durum özellikle ABD'de görülmektedir. Ör-[neğin, Ermeni saldırıları sonucunda Azerbaycan [topraklarının % 20'sini kaybetmiş ve bir milyon ka-|dar Azeri de kaçkın (mülteci) durumuna düşmüş en ABD'nin Azerbaycan'a yapacağı yardımlar Er-li lobisi tarafından 1993 yılında yardım mevzu-ı getirilen bir değişiklikle önlenmiş8, Amerikan hükümetinin ısrarlı girişimleri sonucunda bu hükmün uygulaması, 2002'den itibaren birer yıllık sü-Irelere bağlı olmak kaydıyla, durdurulabilmiştir. ı Türkiye'ye gelince, Türkiye ve Türkleri soy kırımla suçlamak amacıyla Kongre'den bir karar çıkartmak ı için harcanan büyük çabaların dışında, Bakû-Cey-[han petrol boru hattının inşa edilmesini engelle-j nineye çalışılması9 ve ABD tarafından Türkiye'ye {tanınmak istenen bazı ticaret kolaylıklarına karşı çı-I kılması örnek olarak gösterilebilir. Türkiye aleyhindeki bu faaliyet ve girişimleri sa-Jdece düşmanlık ve intikam duygularıyla açıklamak kordur. Bu duyguların etkisi olmakla beraber Er-jmenilerin bu faaliyetlerden bazı beklentileri oldu-Iğu ve bunların birbirini izleyecek dört aşamada gerçekleşmesini ümit ettikleri anlaşılmaktadır. Bu aşa-jmalar şu şekilde özetlenebilir. Birinci aşama, asılsız soy kırımının, başta büyük liilkeler olmak üzere, mümkün olduğu kadar çok sa-ülke ile ayrıca belli başlı uluslar arası kuruluş-: tarafından tanınmasıdır. İkinci aşama, Türkiye'nin yabancı ülkelerin asıl-ı soy kırımını tanımasından etkilenmesi ve bu ülkelerin baskısı ile asılsız soy kırımını tanımak mecburiyetinde kalmasıdır. :ü aşama, Türkiye'nin asılsız soy kırıma aruz kalan kişilere veya onların mirasçılarına tazimat ödemesidir. Burada dikkat edilecek husus oy kırımı tanımanın vaktiyle bazı kişilere zarar ve-ilmiş olduğunun da kabulü anlamına geleceği ve nel hukuk ilkesi gereğince bu zararın tazmin edil-iıesi gerekeceğidir. Diğer bir deyişle üçüncü aşama nci aşamanın doğal bir sonucudur. Dördüncü ve son aşama ise Sevr Antlaşması ihya edilerek Doğu Anadolu'dan Ermenistan'a toprak ilmesidir. Bu talepler ayrıca açıklamaya gerek olmayacak adar gerçek dışıdır. Ancak, gerçekçi olmasa da,militan Ermenilerin inanç ve beklentileri bunlardır. Özellikle Taşnak Partisi üyelerinin, Türkiye'den toprak talepleri olduğunu açıkça belirten beyanları vardır. Örnek olarak, Taşnak Partisi Yönetim Kurulu üyesi ve Basın Bürosu Şefi Gegham Manukian'ın bir Türk gazetesine verdiği mülakatı gösterebiliriz.10 Manukian, "Ermenistan'ı Sevr'e göre mi tanımlıyorsunuz?" sorusuna "Evet. Sevr sözleşmesini temel alıyoruz. Dolayısıyla "Batı Ermenistan" (Doğu Anadolu) bu sınırlar içerisinde" diye cevap vermiştir. Taşnak yetkilisi "Peki Sevr'in gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? Türkiye'nin size toprak bırakacağına gerçekten inanıyor musunuz?" sorusunu da "Ben öyle düşünüyorum ki bu gerçekten mümkün." sözleriyle cevaplamıştır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun gelecekte Türkiye'ye karşı neler yapabileceklerine gelince esas itibariyle şimdiki faaliyet ve girişimlerini sürdüreceklerini düşünmek yanlış olmayacaktır. Soy kırım iddiaları Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda Ermeni bilincini yaşatabilmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Bu toplumdaki Ermeni kiliseleri cemaatlerinde, siyasi partileri ve dernekleri ise üyelerinde bir Ermeni bilinci var olduğu taktirde kendi varlıklarını sürdürebileceklerinden bu kuruluşların soy kırım iddiasından vazgeçmeleri, kendi çıkarları bakımından, mümkün görülmemektedir. Diğer yandan, yukarıda değindiğimiz gibi, "Ermeni Soy Kırımı Endüstrisi" için çalışan Ermeni ve Ermeni olmayan çok sayıdaki kişi de soy kırım iddialarından kazanç sağlamaktadır. Son olarak Ermeniler Türkiye aleyhinde bazı sonuçlar doğurabileceği ümidiyle de soy kırım iddialarına önem vermektedirler. Amerika'da Ermeni Milli Komitesi Başkanı Ken Hachikian bu hususu şöyle açıklamaktadır: "Türkiye'nin soy kırımını tanıması bu ülkeyi Ermenilere karşı soy kırımını yapan ve bunu uzun zamandan beri inkar eden bir ülke olarak tanımlayacak, Türkiye'nin Ermenistan'a karşı hareket alanını sınırlayacak... ve tazminat ödenmesine ve diğer uygun cezalara kapıyı açacaktır." Yukarıda saydığımız nedenlerle Ermeniler gelecekte de asılsız soy kırımının bazı ülkeler ve başlıca uluslar arası kuruluşlar tarafından tanınması faaliyetlerim sürdürecekler ve yine aynı amaçla propaganda faaliyetlerine (kitaplar, makaleler, konferanslar, romanlar, şiirler, piyesler, edeceklerdir. filmler vb) devam ABD Kongresinin asılsız soy kırımını tanıyan bir karar alması Ermenilerin en Sayfa 30 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi büyük düşüdür. Böyle bir kararın Türkiye'yi soy kırımını tanımaya zorlayacağı düşüncesi Ermenilerde hâkimdir. 2000 yılı son baharında Temsilciler Meclisinin bu yönde bir kararı kabul etmesi ancak Başkan Clinton'un şahsi müdahalesiyle önlenebilmiştir. 11 Eylül olayından sonra Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki stratejik öneminin çok artmış olması Amerikan kongresinden bu tür bir karar geçmesini çok güçleştirmiş buna karşın Türkiye'nin Irak savaşı karşısındaki tutumunun bazı ABD çevrelerince eleştirilmesi Ermenilerde yeni ümitler yaratmıştır. Amerikan eyaletleri asılsız soy kırımını tanımaları çabalarına da devam edecektir. Ermeniler özellikle 1980'li yıllardan itibaren Amerikan eyaletlerinin çeşitli makamlarından asılsız soy kırımını tanıyan kararlar almasına çalışmışlardır. Hâlen 50 eyaletten 28'i bu yolda karar almıştır. Amerikalı Ermenilerin diğer bir uğraşısı Ermeni soy kırımını okul müfredatlarına almış bulunan eyaletlerin sayısının arttırılması yönünde olacaktır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu özellikle ABD'de Türkiye ve Azerbaycan'ın her türlü çıkarını önlemek, buna karşın Ermenistan'a maddi yardım sağlamak yolundaki gayretlerini sürdüreceklerdir. Avrupa'da Ermenilerin en fazla nüfuz sahibi oldukları ülke Fransa'dır. Asılsız Ermeni soy kırımını tanımak için kanun çıkarmış olan tek ülke de Fransa'dır. Bu kanun, soy kırım iddialarını reddedenlere karşı bir müeyyide içermediğinden Fransa'daki Ermenilerin gayreti, Yahudi soy kırımını reddedenlere karşı müeyyideler öngören kanunun (Gayssot kanunu) Ermenilere de teşmil edilmesidir. Asılsız soy kırını hakkındaki kanun nedeniyle Türkiye ile ilişkilerinde ciddî bir sarsıntı yaşayan Fransızların, bu kere Ermeni iddialarını kabul etmeyenleri cezalandırmak suretiyle Türkiye ile tekrar bir bunalım yaşamak isteyecekleri zannedilmemekte-dir. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine aday olması Ermenilere bu üyeliği Türkiye'nin asılsız soy kırı- j minin tanınması koşuluna bağlama fikrini vermiştir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden Fransa, İtalya, Yunanistan ve Belçika bu asılsız soy kırımını tanımıştır. Halen Ermenilerin Almanya, İngiltere, Hollanda ve İsveç'e öncelik verdikleri ancak henüz başarılı olamadıkları görülmektedir. Türkiye'nin! adaylığı olumlu sonuçlanmadığı sürece Ermenile-j rin bu ülkeler ve asılsız soy kırımını tanımamış di-j ger Avrupa Birliği üyesi ülkeler nezdinde girişimle-1 rini sürdürmeleri beklenmelidir. Ancak Türkiye'ninl Fransa'ya gösterdiği tepkiler, Fransa'yı takip etme-J si muhtemel bazı ülkeleri uyarmıştır. Buna mukabili Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmak için son del rece istekli davranması bazı ülkelerde Türkiye'niıl bu üyelik uğruna Ermeni sorununda taviz verebileceği gibi düşüncelere yol açmış olması olasılığ vardır. Ermenileri bu konuda cesaretlendiren Avrup Parlamentosunun 1987 yılında aldığı bir karardııl Bu kararda Avrupa Parlamentosu 1915 olaylar soy kırım olarak kabul etmekte ve Türkiye soy. mini tanımadığı taktirde Avrupa Birliği üyeliğin alınmayacağı belirtilmektedir13. Bu karar 1987 ' lında Türkiye'nin tam üyelik için başvurması üze ne alınmış, üyelik başvurusu bir sonuca bağlanma! yınca da gündemden düşmüştü. Türkiye'nin 15 yılında adaylığının kabul edilmesinden sonra ası sız Ermeni soy kırımının tanınması konusu tek gündeme gelmiş ve Avrupa Parlamentosu 2000' Kasım ayında Türkiye'nin adaylığı ile ilgili ilerle raporu hakkındaki kararında asılsız soy kırımını t, nıması için Türk Hükümetine ve Türkiye Buy Millet Meclisine çağrıda bulunmuştur. 2001 yılı ile) leme raporunda bu konu yok iken 2002 yılı Şuh ayı sonunda kabul edilen Güney Kafkasya Rap ile ilgili Karar, 1987 yılı kararına atıfta bulunma Türkiye'nin adaylığı ile asılsız soy kırım arasıı tekrar bağ kurulmuştur14. Ermenilerin Avrupa Pil lamentosundan her fırsatta bu konuda bir karar f kartmaya veya eski kararları teyit ettirmeye çalı| cakları ve Türkiye'nin adaylık statüsü devam ett sürece bu yoldaki faaliyetlerinin devam edeceği görülmektedir. Bu konuda bilinmesinde yarar olan başka bir husus da Avrupa Parlamentosunun bu tür kararlarının tavsiye mahiyetinde olduğu ve o nedenle de ne Avrupa Birliği üyesi ülkeler hükümetlerini ne de Türkiye'yi bağladığı, buna karşın Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturulmasına yardım ettiğidir. Ancak, Türkiye Avrupa Birliğine üye olursa bu konudaki antlaşma tasdik için Avrupa Parlamentosuna gelecektir. Parlamento önceki kararlarını dikkate alarak tasdikten önce Türkiye'nin asılsız Ermeni soy kırımım tanımasını istemesi olasılığı vardır. O sırada herhangi bir nedenle Türkiye'nin üyeliğine ihtiyaç duyuluyorsa Parlamentonun bu konuya hiç değinmeden tasdik işlemini yapması da mümkündür. Türkiye'nin tam üyeliğinin kısa vadede gerçekleşmesine pek olanak görülmediğinden yukarıda değindiğimiz durum güncel değildir. Ancak Ermeni sorununun Avrupa Parlamento bağlantısı hatırda tutulmalıdır. Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla hukuken ve fiilen ortadan kalkmış olan Ermeni sorununun, bundan yaklaşık 30 yıl önce tekrar canlandığı ve zaman zaman Türkiye için bir endişe Sayfa 31 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi kaynağı olabilecek boyutlara ulaştığı görülmektedir. Ermeni sorununun kaynağında 1915 sevk ve iskânının aslında bir soy kırım iddiası olduğu yatmaktadır. Türkiye ve Türklerin insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç olan soy kırım ile itham edilmesi ciddî bir imaj bozulmasına yol açmaktadır. Oysa, teknik ilerlemeler sonucunda çok küçülmüş olan dünyada sahip olunan imaj, ticaretten turizme kadar geniş bir alanda etkisini hissettirmekte ve bu nedenle de ciddî bir önem taşımaktadır. Siyasî alanda ise Ermeni sorunu Türkiye'nin bazı ülkelerle olan ilişkilerine olumsuz etki yapmaktadır. Bunların başında Ermenistan gelmektedir. Asılsız soy kırım iddiaları, başta Karabağ olmak üzere mevcut birçok sorun nedeniyle barış ve istikrara kavuşamayan Güney Kafkasya için, ek bir yük oluşturmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin asılsız soy kırımını kabul etmiş ülkelerle ilişkilerinde de, bir süre için olsun, ciddî gerilemelere neden olmaktadır. Nihayet Ermenilerin soy kırım iddialarını kabul etmediği taktirde, Avrupa Birliğine üye olmaması yolunda Avrupa Parlamentosunda mevcut eğilimin de ileride Türkiye için olumsuz sonuçlar doğurması olasılığı mevcuttur. 1915 sevk ve iskânın bir soy kırım olmadığı hakkında ülkemizde bazı değerli çalışmaların varlığı-I na rağmen bunların yurt dışında tanıtılması yeterince sağlanamamış ve yabancı ülkelerde gitgide yerleşmekte olan Ermenilerin soy kırımına uğradığı kanısı değiştirilememiştir. Bu durumun başlıca nedeni Türkiye'de Ermeni sorununun yaratabileceği tehlikeler hakkındaki bilinçsizliktir. Bu tehlikenin devamlı olmasına karşın, genellikle ülkemizde siyasî makamların bu sorunla ilgileri güncelliği ile orantılı olmuştur. Diğer bir deyişle ancak kriz olduğu taktirde bu sorunla yakından ilgilenilmiş, geçici olarak gündemden düştüğü zamanlarda ise önemini kaybetmemiş olmasına bakılmaksızın, bu ilgi azalmıştır. Medyanın Ermeni sorununa yaklaşımı aynen bu şekildedir. Başta üniversiteler olmak üzere bilimsel çevrelerin de Ermeni sorununa ilgisi sınırlı olmuş ve bu konu az sayıda bilim adamın uhdesinde kalmıştır. Bu olumsuz tablonun son zamanlarda değişmeye başladığı memnuniyetle görülmektedir. 2001 yılı sonunda, Ermeni sorunu konusunda devlet daireleri çalışmalarının bir uyum içinde yürütülebilmesini sağlamak üzere bir "Asılsız Soy Kırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu" kurulmuştur. Diğer yandan Ermeni sorununun okulların müfredat programına alınması gençlerin bu konuda bilinçli bir şekilde yetişmeleri sürecini başlatmakla önemli bir eksikliği gidermiştir. Ermeni sorunu hakkında, üniversitelerde bilimsel çalışmaları özendirmek ve koordine etmek için de Yüksek Öğretim Kurulu tarafından bir "Türk-Ermeni İlişkileri Milli Komitesi" oluşturulmuştur. Üniversite dışında ise özel bir kuruluş olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi 2001 yılı başlarında bir Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurmuştur. Bu Enstitü "Ermeni Araştırmaları" başlığı altında Türkçe ve "Review of Armenian Studies" başlığıyla İngilizce olmak üzere iki dergi çıkarmış ve Türkiye'de Ermeni sorunu konusunda çalışmalar yapan bilim adamlarının katıldığı bir "Ermeni Araştırmaları Kongresi" düzenlemiştir. Ermeni sorununa yaklaşımlarda ciddî bir değişikliğe işaret eden ve bu konunun derinliğine bilimsel araştırılmasını ve öğretilmesini öngören bu gelişmeler sorunun kalıcı bir çözümüne katkı yapabilecek niteliktedir, bu nedenle de gelecek için ümit vericidir. ULUSLAŞMA SÜREÇLERİ AÇISINDAN ERMENİ SORUNU Sanayi Devrimi, bilindik toplumsal yapıları sökerken, ürettiği koşulların gereksinimleri, yeni bir toplumsal örgütlenme ve yönetim düzenlemesine yol açtı. Yaşama alanındaki türdeşliğe dayanan "ulus" kurgusu1, endüstri ilişkilerinin yaşandığı her iklimde boy göstermeye, ardından da "ulus-devletler" örgütlenmeye başlandı. Endüstri ilişkilerinin yeşermediği coğrafyalar, bu alt üst oluştan bir başka şekilde etkilendi; tarihsel akışın doğal seyriyle değil de, sömürgecilerin hızlandırıcı etkisiyle... Sömürgeciler, endüstrilerinin ürettiği artı ürün için gerekli olan pazar ve ham madde gereksinimlerine göre dünyayı paylaşma ve yemden yapılandırmaya yönelik politikalar üretmeye başladıklarında; aynı zamanda, geleneksel ya da dinî bağlarla birbirine bağlı tarım toplumlarına etki etmeye başladılar. Yerleşik ve geleneksel otoritelerin olmadığı yerde güçleriyle, diğer sömürgecilerin ya da otoritelerin direndiği yerde ise diplomasinin becerisiyle, olmazsa teknoloji, bilgi ve değer aktarımıyla, hatta borçlandırarak yeryüzünün önemli noktalarını etkilemeye başladılar. Bu etkileme süreci, endüstri ilişkilerinin girmemesine karşın, bu ilişkilerin sonucu değerlerin ve gereksinimlerin hissedilmesine, arzulanmasına yönelikti. Böylece, endüstri dışı ekonomiler, bu ekonomiler üzerine şekillenen toplumsal yapı ve yönetsel düzenlemeler, olgunlaşma sürecini yaşamadan, baskıyla, çeşitli hızlandırıcı mekanizmalarla çökmeye başladı. Fakat, topluluklar henüz "ulusal Sayfa 32 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi egemenliğe" veya "ulus" örgütlenmesine hazır bulunmuyorlardı. Bu nedenle ulusçuluk, dengesiz eylemler üretmeye başladı; ya sömürgecilerin işbirliği olan bir kültürü güçlendirdi ya da şiddete yönelik bir yüz takındı. Ulusçuluğun eylemleri, bu eylemleri kabul-j lenmeye hazır olmayan monarşilerde büyük gürültüleri koparttı. Bağımsızlık mücadeleleri ya da "ulusal ege-j menlik" arzuları toplumsal cinnetlere, katliamlara dö-l nüştü. Oysa ulusçuluk ve ulus(al)-devlet kurguları, dol ğal yollardan olgunlaştığı yerlerde, toplumsal çatışmayı! değil barışı, sömürgeciliğin işbirliğini değil bağımsızlığı] getiriyordu. Ulus duygusu, dördü içsel, biri dışsal beş öğenin doğal tarihsel süreç içinde birleşiminden doğar;2 toplun da, geleneksel pratiklerin birikimi kültürel veya dinî bağlarla birbirine bağlanmanın dışında, ortak ulus duygusu etrafından şekillenir, içsel öğelerin başında sınırları beli bir yaşama alanı, yani "yurt" gelir. Bu yurt içinde bulu nan toplum, sınırlar içinde oluşan üretim-tüketim zinciri nin bir parçası olmakla, ülkedeki herkesle ortak çıkar sa hibi olur ve kendini bu ortak çıkarın ortaklarından biı olarak görür. Böylece diğerlerine bağlanır. Bu bağın güç lenmesi için türdeşliği sağlayacak ortak (resmi) bir d gerekir. Bu dil, ortak kültürü ve değerleri barındırır vı gelecek kuşaklara aktarır. Ancak, değerlerin ve kültüriiı birikmişliğe gereksinimi vardır ve toplumun ortak bir linçaltına sahip olmasına katkı sağlayacak şekilde yeni] den hatırlatma ve unutmalarla biçimlenen "tarih" orta ğı gerekir. Bu ortak bilinçaltı, gelecekte yazgı birliği ya; maya zemin hazırlayacak bir toplumsal bilinç durum oluşturur. Böylece türdeşlik hisseden topluluk, gelece te birlikte yaşama arzusu duyar. Fakat bunların dışını ulus hamuruna bir de dışsal etken karışmalıdır. O da"öteki"dir. Düşmandır. Tehdittir. Doğal ya da türetilin olsun mutlaka "öteki" gereklidir. Düşman imgesi, ulusl; rın varoluşuna önemli katkı sağlar. Katkı sağlar çünkü yaşama alanındaki türün bugün ve gelecekte varlığının tehlikeye düşüyor olması, o yaşama alanındaki herkesin içgüdüsel bir yok olma paniği yaşamasına, yani bir çeşit toplumsal paniğe yol açar. Bu ortak korku, toplumu hem otorite etrafında merkezileştirir hem de toplumsal örgüyü pekiştirir. Ermeniler, endüstri ilişkilerinin tarihî koşulları değiş-tirmesiyle doğal bir ulusçuluk sürecine, giderek de bağımsızlık talebine sahip olmadılar. Bir doğu toplumu olmakla, Osmanlı ülkesindeki herhangi bir toplum gibi, endüstri ilişkilerini yaşamak için gerekli olan dönüşümü gerçekleştiremediler. Fakat, sömürgecilerin Ortadoğu'yu şekillendirme ya da paylaşma tasarılarının bir parçası ş olarak Ermenilerin bir kısmında ulusçuluk önemli bir yaşamsal siyasaya dönüştü. Ermeniler, yönetsel geleneklerden uzak kültürü ile kilise etrafında birliklerini sağlayan, ticaret ve bürokrasi kültürüne sahip bir topluluktu. Kentlerde yaşayan Ermenilerden esnaf ve ticaretle uğraşanların ellerinde, Osmanlıların Müslüman halklarında olmayacak kadar sermaye birikimi vardı.Fakat köylü Ermeniler, nere-ı deyse Müslüman Ermeniler gibi kapalı köy ekonomisinin kısır döngüsünde yaşıyorlardır. Osmanlı bürokrasisi içinde yer eden Ermeniler, siyasî güce yakınlığın getirdiği saygınlığın yanı sıra, ekonomik açıdan da birikimliydi. Endüstri ilişkilerinin ortaya çıkardığı artı ürünün pazar gereksinimini Osmanlı ülkesinden karşılamak isteyen sömürgeciler, kıyılarda deniz ticareti kültürüne sahip Rum tacirlerle işbirliği yaptı. Fakat Küçükasya'nın içlerindeki kara ticareti Ermenilerin elindeydi ve önemli ticarî ğları bulunan Ermeni tacirleriyle işbirliği yapmak oldukça verimli bir tercihti. Üstelik, Ermenilerin Osmanlının dininden olmamaları, bu ilişkiyi bir ittifaka dönüştür-; meye başladı. Sömürgeciler Osmanlı ülkesindeki çıkarlarını korumanın, buradaki işbirlikçilerini korumakla eş ı anlamlı olduğunun farkına kolaylıkla vardılar. Varma-: yanları da Ermeniler uyardı. Sömürgecilerle kurulan bu ; ilk ilişki, giderek Ermeni sermaye sınıfını ulusçuluğa itti. Ulusal egemenlik arzuları Ermeni tacirlerinin kulağına hoş gelmeye başladı. Bu ekonomik ilişkilerden kazançlarını yükselten Er-F meni tacirlerin çocukları, Avrupa'da ve özellikle ulusçuluğun bir heyecan olduğu ülkelerde okumaya gitti. Döndüklerinde sadece eşyalarını değil, öğrendikleri, kişiliklerini etkileyen ulusçuluk fikri ve kavramlarını da getirdiler. Bu fikirler mayalanırken, Amerikalı misyonerlerin aslında dinî olan politikalarıyla, Ermeni ulusçuluğunun gelişmesinden beklentileri örtüşünce, açtıkları ve sayılan oldukça kabarık olan okullar, birer Ermeni ulusçuluk merkezlerine dönüştü. Rusya'nın Osmanlı karşıtı politikaları da Ermenilerin ulus bilincine katkı sağlamaktaydı. Ermeni ulusçuluğu güçlü donanımına karşın, önemli bir engelle karşılaştı. Yaşama alanı diye ilân edebileceği geleneksel yerleşim yerlerinde, yaşantıları gereği çoğunluğu oluşturacak bir nüfusa sahip değillerdi. Oysa o çağda dünya kamuoyu, bağımsızlık için öncelikli olarak "yurt" ve bu "yurt"ta çoğunluğu istiyordu. Sayfa 33 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Sömürgecilerin yardımı olmadan bağımsızlığın olamayacağını bilen Ermeni ulusçuları, bu sorunu çözmenin yollarını aradı. Rus topraklarında kurulması nedeniyle, bu ülkedeki sosyalist fikirlerden, özellikle de ihtilalci örgütlenmelerden ve belki de Rusya'nın Osmanlı karşıtı siyasetinden etkilenen Hınçak komitesi, bağımsızlık için şiddeti ilke edinmişti. Osmanlı Devleti'ne yönelik ayaklanmalar ile bağımsızlığın sağlanamayacağı da ortadaydı. Çünkü Osmanlı karşısında Ermeni örgütlerinin askeri gücü çok zayıftı ve sömürgeciler bu konuda kamuoyu baskısından korktukları için çekingen davranmaktaydı. Ermeni ulusçuları da bir başka seçenek üzerine yoğunlaştı. Ermeni ulusçularının benimsediği bu seçenek, biraz da Bulgar ayaklanmasından etkilenmişti. Bulgarlar da "yurt" olarak ilân ettikleri topraklarda çoğunluk değildi. Bulgarlar çözümü, bölgedeki Müslüman halkı terör ve şiddetle göç etmeye zorlamakta bulmuş, zaman zaman da oldukça başarılı olmuştu. {Müslümanlar arasında "etnik" kimlik belirginleşmediği için ayrıntı vermek zor) Ermeni ulusçuları da benzer bir yol denediler. Buna göre; doğal ulusçu bağımsızlık mücadelelerinde, bağlı olan devlete, devletin askerî ve simgelerine yönelik mücadele yerine, "yurt" ilân ettikleri bölgedeki Müslümanlara yönelik şiddet uygulamayı yeğlediler. Beklentileri; bu eylemlerinin sonucunda ya Müslümanlar bölgeyi terk edecek; böylece Ermeniler çoğunluğa geçip ulus olma hakkını elde edecek ya da Müslümanlar karşı şiddet uygulayacaklar, böylece uluslar arası kamu oyunun ilgisini çekecek ve sömürgecilerden koruma isteyecekler. Sömürgeciler "yurt" ilân ettikleri bu bölgede, Ermenileri korumaya alacak ve bu sınırlar giderek bağımsız ulus-devletleri için yurt olacaktır. Yurt olduktan sonra, ortak dil, ortak bilinçaltı ve ortak yazgı sorunu çözülecek,ulu-sal egemenlik gerçekleşecektir. Ermeni ulusçuları, özellikle Berlin Antlaşması'ndan sonra (1878), kurguladıkları ayaklanmaları gerçekleştirdiler. Bölgedeki halka yönelik terör ve şiddet eylemlerini artırdılar. Müslüman halk, bölgeyi terk etmek yerine karşı şiddette bulundu. Tam bir toplumsal cinnet yaşanmaya başlandı. Bunu bekleyen Ermeni ulusçuları dünya kamuoyundan yardım talep etti. Sömürgeciler, Osmanlılara baskı yapmaya başladı. I.Dünya Savaşı, Ermeni ulusçuların tasarladıkları bağımsız Ermeni devleti için koşulları olgunlaştırdı. Osmanlılar Almanların yanında savaşa girmeye hazırlanıyor, Rus Çarlığı ise Ermenilere, bu savaşta Osmanlının dağılacağı ve kendilerine yardım etmeleri karşısında, bağımsız Ermeni Devleti'nin kurulmasını sağlayacağını teklif ediyordu. Ermeni ulusçuları teklifi kabul ettiler. Teklifin gerektirdiği örgütlenmeleri yapıp birçok yerde, örneğin Kafkas Cephesinin arkasında ve özellikle Van'da Çarlık ordusunun yengisini sağlamak için Osmanlıya karşı mücadeleye giriştiler. Ermeni ulusçularının bu tutumu karşısında Osmanlı Devleti, meşru savunma hakkını kullanarak, Ermeni örgüt liderlerini tutukladı ve kendine karşı mücadele eden bazı Ermenileri, yine kendi toprağı olan güvenli bölgelere zorunlu göçe tâbi tuttu. I.Dünya Savaşı'ndan Osmanlıların yenik ayrılması Ermeni ulusçuları için yeni bir olanak yarattı. Sevr Antlaşması ile şekillenen bu olanak da Lozan Antlaşması ile geçersiz oldu. Böylece Ermeni ulusçuları, ingiltere'nin, Sovyetlerin petrol bölgelerine inmesini engellemek için kurdurttuğu Kafkas Ermenistan'ı ile yetinmek zorunda kaldı. Ulus olmanın öncelikli koşulu olan "yurt" gereksiniminin karşılanamaması, Ermeni toplumunda "ulus" bilinci için bir başka dinamiğin öne çıkmasına neden oldu: ortak düşman! Dışsal bir etken olan "öteki" tarihî süreç içinde şekillenmiş ve "Ermeni" kimliğini tehdit ettiği varsayılan "zorunlu göç" bu gereksinim için yüceltilmiştir. Ulus bilinci için aranılan temel dinamik böylece ortak çıkardan ortak düşmana dönüşmüştür. Zorunlu Göç, Ermeni ulusçuları tarafından, Ermeni toplumunun yok olmasına yönelik bir eylem olarak ilân edilmiş ve Ermeni kimliğine sahip, fakat yeryüzünün çeşitli yerlerinde dağınık biçimde yaşayan Ermenilerin türdeşliğinin birleşme merkezi hâline getirilmiştir. Böylece Ermeni ulusçuları, yeryüzünün neresinde olunursa olunsun, Ermeni kimliğinin yaşamasını da sağlamış oldular. Bugünkü uluslar arası gücün altında da "zorunlu göçün" bir tabuya dönüştürülmesi ve Ermeni toplumunun kolektif bilinçaltında sürekliliğini sağlayacak şekilde kullanılması vardır. Ermeni sorunu diye bilinen sorun, özünde bir uluslaşma sorunudur; fakat doğal süreçlerle şekillenmemiş Ermeni ulusçuluğu (olgunlaşmamış bir meyvenin dalından düşmesindeki zorluk gibi) ulus olmanın gerektiği koşulları bulamaması nedeniyle, başlattığı bağımsızlık mücadelesi, daha çok sömürgecilerin siyasalarının bir parçası olmuştur. Ermeni ulusçu hareketi, daha çok, sö mürgecilerin işine yaramıştır. Acısı ise Ermeni ve Müslüman halkın üzerine kalmıştır. Türk atasözünde olduğu gibi; "Yiyen içen kurtulmuş, kap yıkayan tutulmuştur." ve Sayfa 34 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi şimdi olanların sorumluluğu, Türk ulusunun üzerine yüklenmek istenmektedir.; Oysa Türk ulusu, yaşanan toplumsal cinnetin sorumlusu olacak bir rol üstlenmemiştir. Ne var ki toplumsal bilinci-; miz, Ermeni meselesi konusunda aydın ve duru değildi Eğitimde, bilimsel verilerle toplumumuzu aydınlatmamı gerekir. Belki de öncelikle, bugünkü Ermeni ulusçular na, ve elbet dünya kamuoyuna, tarihi tahrif etmenin ya rar getirmeyeceğini sakin bir şekilde anlatmanın yolum bulmamız gereklidir. KURTULUŞ SAVAŞIMIZ VE FRANSA'DA ERMENi PROPAGANDASI Türk Millî Mücadelesi karşısında Ermenilerin takındığı tutum ve davranışlar araştırılmaya değerdir. Biz bu yazımızda, Kurtuluş Savaşımızla ilgili olarak Ermenilerin Fransa'daki faaliyetleri üzerinde durmakla yetineceğiz. Kurtuluş Savaşımız sırasında Ermenilerin Fransa'da | şiddetli bir Türkiye aleyhtarı propagandaya giriştiklerini rüyoruz. Bu propaganda başlıca dört önemli olay etraflında geliştirilmeye çalışılmıştır. Ermeniler önce Türk Millî Hareketinin doğuşunu Fransız kamuoyuna maksat-lı bir şekilde aktarmışlardır. Sonra, Türklere kabul ettiri-llecek barış antlaşmasında kendilerine önemli bir pay koparmaya çalışmışlardır. Üçüncü olarak Türk-Ermeni sa-|vaşı sırasındaki Ermeni propagandası ele alınabilir. Niha-;t, Türk-Fransız savaşı sırasında Ermenilerin Fransız ka-Jiuoyunu tekrar etkilemeye çalıştıkları görülmektedir. |Şimdi, bu dört olayla ilgili olarak Ermenilerin Fransa'da işliği propagandayı -ana çizgileriyle-inceleyelim: l- TÜRK MİLLÎ HAREKETiNiN DOĞUŞU VE ERMENİ PROPAGANDASI Fransız kamuoyu Mustafa Kemal'in adını ilk kez 1919 pfemmuzunun başlarında Ermeni kaynaklı haberlerden uydu. Türkiye'deki Ermeni patriği ve din adamlarının Fransız basınına gönderdikleri iki telgraftan birini yarı ismî ve etkisi büyük Le Temps gazetesi, diğerini de büyük gazetelerden Le Figaro yayınladı. Bu telgraflar ka-puoyunu endişeye sevkedecek nitelikteydi: Birinci Telgraf: "Elde ettiğimiz kesin bilgilere göre, Doğu Ordusunun i genel müfettişi, hâlen âsi bulunan ve Doğu Anado-|'da duruma hâkim olan Mustafa Kemal ile yine âsilerden bık Bahriye Nazırı Rauf un teşkil ettikleri alaylarla milis kuvvetleri Ermeni Cumhuriyetine saldırmak için Erzurum'da toplanıyorlar. Silâhları tamamen alınmayan Türk ordusunun elinde her türlü imkân var. Ermeni Devletinin kurulmasını engellemek için Kafkas Ermenilerini katletmeyi tasarlıyorlar. Tehlike ciddîdir. Müdahale ediniz." İkinci Telgraf: "Hristiyanlar yeni bir katliâm karşısındadır. Urmiye kadın ve çocuklarından sağ kalanlar da tehlikededir. Nesturî ve Ermeni halkları derhal yardım istiyorlar. Gecikme kötü olacak" 1919 yılının sonuna kadar Fransız basınında Millî Mücadelenin doğuşu ve gelişmesi konusunda Ermeni kaynaklı daha bir çok telgraf ve haberin çıktığını görüyoruz. Bu haberleri şöylece özetleyebiliriz: Barış Konferansının Türk meselesini halletmekte gösterdiği yavaşlık ve galip Devletlerin arasındaki uyuşmazlıklar, çekişmeler nedeniyle Türkler cüretlerini arttırıp "şimdiye kadar kılıçtan kurtulabilen beş on bin Ermeniyi de öldürmek istiyorlar". 1918'in galipleri, gecikme yüzünden, Doğu meselesini kendi çıkarlarına ve "esaretten kurtarılan" diğer halkların menfaatine uygun şekilde çözememe tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Zaferin meyveleri toplanamayacaktır. Eli çabuk tutmalı, kıpırdamaya başlayan Türkiye'ye derhal müdahale etmelidir. işte, Ermeni propagandası, Millî Mücadelemizin doğuşunu Fransız kamuoyuna bu şekilde tanıtmış ve 1919 yılı boyunca kamuoyunu etkilemeyi başarmıştır. 2- PARİS BARIŞ KONFERANSI VE ERMENİ PROPAGANDASI Müttefik Devletler "Ermeni hakları"ndan ve bir Ermeni Devleti kurulması gereğinden ilk kez 1917 Rus ihtilâlinden sonra söz etmeye başlamışlardır. Bu konuda Wilson, Lloyd George ve Clemenceau'nun bazı demeçleri zikredilebilir. Ancak, bu vaat ve demeçlerin samimilikten yoksun olduğu açıktır, zira daha 19l6'da ingiltere, Fransa ve Rusya, gizli anlaşmalarla Türkiye'yi "Ermeni haklan" gibi bir kavramı akıllarının ucuna getirmeden aralarında paylaşmışlar, Doğu Anadolu'yu Rusya'ya bağışlamışlardı... Şu var ki Ermeniler, Rusya'da ihtilâl çıkmasından yararlanarak 1918 başlarında Erivan'da bir "Ermeni Cumhuriyeti" kurmayı başardılar ve Aharonian'ı Cumhurbaşkanı seçtiler. Müttefiklerin bu Devleti hemen değil de 1920 başında "fiilen" tanımış olmaları onların samimiyetsizliğini gösteren başka bir örnektir. Her ne ise Ermeniler, Devletlerinin sınırlarını genişletmek için Müttefiklerin 1918'deki vaatlerine bel bağladılar. Aslında, onların ordularında gönüllü olarak çarpıştıkları için Birinci Dünya savaşının galipleri arasında yer alınca Osmanlı pastasından önemli bir pay alabilecekleri umutları kuvvetlendi. Bu amaçla, Mütarekeden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet gönderdiler: Boghos Nubar Paşanın Sayfa 35 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", Aharoni-an'm başkanlığındaki "Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu" ve Ermeni Patriği Monsenyör Terzian'ın bakanlığında din'adamları delegasyonu. Ancak, bu heyetlerden hiç birinin Paris Barış konferansında sürekli temsilciliği kabul edilmedi!.. Aharonian, 1919 Şubatında Le Temps'a verdiği demeçte, "Barış konferansının dışında bırakılmak Ermeni ulusu için çok acı bir hayal kırıklığı olmuştur" der.2 Ermeni tarihçisi Pastır-macıyan da, "Panama ve Liberya gibi güya savaşa katılmış Devletler bile konferansta daimî temsilci bulundururken, Müttefikler için dereler gibi kan akıtan Ermenistan'ın temsil edilmemesinden" yakınır. 3 Fakat konferans, isteklerini açıklamaları için Ermeni delegelerini ilk kez 26 Şubat 1919'da kabul etmiştir. 28 Şubat tarihli Le Temps gazetesi başmakalesinde der ki: "Ermeni ırkı, ıztıraplarımn kendisine hakettirdiği rövanşı nihayet alıyor, iki Ermeni delegesi, Boghos Nubar Paşa ve Mösyö Aharonian büyük Devletler konseyi önünde isteklerini açıkladılar. Onların hak iddialarım imtiyazlı bir karşılama bekliyordu. Mazlum bir halkın temsilcileri zaten herkesin sempatisini peşinen kazanmıştı." Bu nâzik ve duygusal ifadelerden sonra Le Temps, delegelerin ileri sürdükleri istekleri ele alıyor ve onların haklı olup olmadığını tartışıyordu: "Ermenilerin istekleri Van, Bitlis, Diyarbakır, Har] Sivas, Erzurum ve Trabzon vilâyetlerini içine alıyor yalnızca Dicle'nin güneyindeki Kürt bölgeleriyle On Sivas çizgisinin batısındaki Türk bölgelerini dışarda bı kıyor. Öte yandan Ermeniler Kilikya (Çukurova) yi yani Akdeniz'e kadar uzanacak, özellikle Mersin ve kenderun limanlarını kapsayacak bölgeyi de istiyork Böylece Ermeni Devleti, Toroslar'dan ve Sivas yaylasıt dan itibaren Küçük Asya'nın (Anadolu'nun) bütün dof. kısmını işgal etmiş olacak, Karadeniz ve Akdeniz'de kıyı sı bulunacak. "Ermeni delegeleri, Karadeniz konusunda Yunan M kûmeti ile anlaştıklarını, böylece Yunanistan'ın Trat zon'u istemeyeceğini ilâve etmektedirler. Buna karşi Fransa'nın tarihî bir rol oynayacağı ve bazı haklar ortaıj atacağı Kilikya ve iskenderun'a ilişkin Ermeni iddialîf ise Fransa hükümeti ile anlaşılmadan ileri sürülüyor." Le Temps, Ermeni delegelerinin isteklerinin abartılı olduğunu, Van hariç Anadolu'da hiç bir y Ermenilerin çoğunluk teşkil etmediklerini, Van vi tindeki Ermeni çoğunluğunun da pek zayıf kak söyledikten ve bu konuda Ermeni kaynaklarını zı tikten sonra delegelere şu tavsiyede bulunur: "Ermeni nüfusunu, yoğun bir kitle teşkil edeceğ çük bir vatanda mı toplamaya çalışmalı, yoksa her ta azınlıkta bulunacağı bir imparatorluk kesip biçere nüfusun dağılışını kesin hâle mi sokmalı? Küçük bı tan ile geniş bir imparatorluk fikri arasında Ermeni geleri dün imparatorluk lehinde konuştular. Kene tandaşlarımn menfaati yönünden başka bir yol seç düşünülebilir". Diğer Fransız gazetelerinde çıkan yazı ve yoru da Ermeni delegelerinin isteklerini haklı bulmaz, ki, Kurtuluş Savaşı boyunca tamamen Türk düşmar nı ve Ermeni-Yunan dostluğunu meslek edinen Au te Gauvain bile başyazarlığını yaptığı Journal deş bats gazetesinde Ermeni isteklerinin ortaya konç şekliyle "kabul edilemiyeceğini" yazmıştır. Aynı 1919 yılı Şubatında Fransız kamuoyunun nanlıların Anadolu ve Trakya konusundaki isteklerin ten alkışladıkları bir gerçektir. Oysa, yukarıda kısaca rüldüğü gibi, kamuoyu Ermeniler için duyduğu sem ye rağmen onların hak iddialarını desteklemiyo Fransız gazeteleri, Yunanlıların Batı Anadolu ve Trakya'da Rum nüfusuna ilişkin istatistiklerini hiç tartışmadan yayınlarken Ermeni delegelerinin iddialarını istatistiklerle çürütmek için özel bir çaba gösteriyorlardı. Yunanlıların rakamları sanki daha mı geçerli, istekleri Ermenilerin-kinden daha mı gerçekçi idi ? Fransız kamuoyunun Ermeni isteklerine karşı çıkmasının başlıca üç nedeni vardır: Önce Ermenilerin Yunan Başbakanı Venizelos gibi Fransa'da çok sevilen, kurnaz, işbilir bir diplomatları yoktu, bilâkis, Ermeni diplomatları ve propagandacıları Türk antlaşması ile ilgili isteklerinde çok beceriksiz davranıyorlar, gaf üstüne gaf yapıyorlardı. ikinci olarak Ermeniler Kilikya'yı da istiyorlardı. Oysa 1919 boyunca, özellikle bu yılın ilk aylarında Fransız kamuoyu Le Tempom da belirttiği gibi, Fransa'nın Kilikya'da oynayacak "tarihî bir rolü" bulunduğunu düşünüyor ve bu bölgenin Fransa'ya verilmesini istiyordu. Nihayet Ermeni istekleri kamuoyuna "aşırı", dolayısıyla samimiyetten yoksun ve gerçekleşmesi olanaksız görünmüştü. 3- TÜRK-ERMENİ SAVAŞI VE ERMENİ PROPAGANDASI 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevres Antlaşmasına göre Türkiye, Erivan'da kurulan Ermenistan Cumhuriyetini "hür ve bağımsız bir Devlet" olarak tanıyordu. Bu devletin sınırlarının belirlenmesi A.B.D. Başkanı Wil-son'un hakemliğine bırakılmıştı. Sayfa 36 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Fransız kamuoyu, Ermeniler için içgüdüsel denebile-î çek sıcak bir sempati duymakla beraber, genç Ermeni Devletinin çok güç durumda bulunduğunu görüyordu. Le Journal gazetesinin deyimiyle, Ermenistan'a verilmesi düşünülen bölgeler Türk milliyetçilerinin "genel karargahı" değil miydi? Bu nedenle, 1920 Ekiminde gazeteler Türk-Ermeni savaşına ait ilk haberleri vermeye başlayınca kamuoyu t buna şaşmadı. Zira, 1920 yılı başından beri kamuoyun-/ da Türkler lehinde bir tutum ve kanaat değişmesi mey-• dana gelmekteydi; öyle ki, Sevres Antlaşmasını kamu-[ oyunun büyük kısmı onaylamamıştı. Kamuoyunun bu antlaşmaya yönelttiği eleştirilerden biri onun barış değil j "savaş" antlaşması olması idi. Le Tempom dediği gibi, "devir artık Nuh'un gemisinin Ağrı dağına yanaştığı devir olmadığı ve bütün Doğu Anadolu Müttefiklerin etki i alanı dışında kaldığı için" Ermenilere herhangi bir yar-ıdımda da bulunulamazdı. Türk-Ermeni savaşının neden çıktığı ve nasıl geliştiği konusunda Fransız kamuoyunda pek fazla bilgi yer almamıştır. Ermeni propagandası da kamuoyunu etkilemede, aydınlatmada fazla gayret gösterememiş veya başarılı olamamıştır. Çünkü bu savaş, Yunanistan'da kral değişmesi ile ilgili olaylarla aynı zamana rastladı: 1920 yılının bütün sonbaharı boyunca herkesin kafasını hemen tamamen Yunanistan olayları işgal ettiği için Ermenistan savaşı Fransız basınında herhangi basit bir zabıta olayından fazla yer tutmadı. Öte yandan, Yunanistan olayları sonunda Fransız kamuoyu Türkiye lehine kesin bir dönüş yaptığı için ister istemez Ermenilere olan sempatisinde de azalma görüldü. 4- TÜRK-FRANSIZ SAVAŞI VE ERMENİ PROPAGANDASI Kurtuluş Savaşımız sırasında Kilikya ve Suriye'deki Fransız kuvvetlerinin başkomutanı bulunan General Go-uraud'nun Aralık 1920'de dediği gibi, Fransa, 1919'da Kilikya'da bir "Ermeni politikası" izlemiştir.8 Fransa'nın bir süre böyle bir politika izlemesi Ermeni propagandasının etkisiyledir. Fransa'nın, Ermeni propagandasına âlet olan Kilikya politikası başlıca iki doğrultuda kendini gösterir: a) Ermenilere askerî harekâtta yer verilmesi. Yine General Gouraud, emrindeki altı taburdan üçünün Ermeni taburu olduğunu söyler. Ermeni kuvvetleri dünyanın dört bucağından koşup gelen binlerce Ermeni gönüllüsünden oluşmuştu. Bu kuvvetler tabiatiyle Fransız üniformaları giyiyor, Fransız bayrağı altında çarpışıyorlardı. Fakat özel bir sancakları da vardı. b) Kilikya 'nın idarî yönden "Ermenilestirilm.es? 1918'de ve 1919'un son günlerine kadar Fransa hükümeti Kilikya'ya "Ermenistan" demekteydi. Başbakan Clemenceau, Suriye ve Kilikya için "Suriye ve Ermenistan Yüksek Komiseri" unvanıyla Georges Picot'yu idareci tayin etmişti. Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında Picot'-nun 1919 sonlarında Sivas'a geldiğini, Mustafa Kemal'in kendisini taşıdığını ileri sürdüğü "Ermenistan... Komiseri" unvanını reddetmeye razı olması üzerine kabul ettiğini yazar. 9 öte yandan, Kilikya'daki Fransız idare makamları "Ermenistan Fransız idarecileri" adını taşıyordu. Fransa hükümeti, Kilikya'nın idarî işleri için geniş ölçüde Ermeni memur kullanıyordu: Polis, demiryolları, posta vs. gibi önemli hizmetlere Ermeniler atanmıştı. Olayların gelişmesi sonucu Mart 1921'den itibaren Türk-Fransız yakınlaşması görülünce Ermeni propagandası bu kez, "Ermenilerin çoğunluk teşkil ettiği Kilikya'nın Türklere geri verilmemesi" için çaba harcamaya başladı, bir takım kitap ve broşürler yayınladı, bunlardan E. Altiar'ın "Kilikya Sorunu ve Fransa'nın Yakın Doğu'daki Geleceği başlıklı kitabını zikredelim. n Ancak, Ermeni propagandasının basında artık bir tek yazısı bile çıkmıyordu, çünkü Fransız kamuoyu 1921 yılında hemen hemen tümü itibariyle, hükümetin Türklerle anlaşıp Kilikya'yı boşaltmasını istiyor, Kilikya savaşlarında Ermeni tahriklerinin ve propagandasının payı olduğunu anlamış bulunuyordu. 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Anlaşması ile Fransızlar Kilikya'yı boşaltmaya başlayınca Le Temps, Beyrut'taki bir okuyucusunun aşağıdaki mektubunu yayınladı. Bu mektupta, Türk-Fransız savaşının sona ermesini bile Ermeni propagandasının kendi çıkarları için nasıl kullanmaya çalıştığı görülmektedir: "Kilikya'nın boşaltılacağı (Fransa'nın Ankara Anlaşması gereğince Kilikya'yı Ankara hükümetine geri vereceği) haberi duyulur duyulmaz, bölgede, Ermeniler arasında sinsi bir propagandanın işlediği seziliyordu; bu propagandanın amacı onların endişelerini artırmak, onları akılsızca bazı hareketlerde bulunmaya itmek ve böylece, Ankara Anlaşmasının Ermenilere ve hıristiyan-lara sağladığı can güvenliği vs. gibi güvencelerin güya yetersizliğini ortaya koymaktı. "Bu şekilde bir propaganda yapıldığı izlenimi, çok sayıda Suriye'ye gelen Ermeniler arasında açılan ciddî bir anketin sonuçlarıyla da kuvvet kazanıyor. Daha şimdiden anketten kesinlikle anlaşılıyor ki, Kilikya'nın boşaltılması onlara, öteden beri, dışardan, örneği görülmemiş bir katliâm ve çapulculuğun işareti şeklinde anlatılmış. Sayfa 37 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi "Oysa, Türklerin, ilân ettikleri sükûnet isteklerine tamamen uygun ve dürüst hareketleri, dünya kamuoyunu tahrik ederek Kilikya'yı boşaltma işini ve Ankara Anlaşmasının uygulanmasını önlemek için şiddet hareketlerinden medet uman aşırı eğilimli politik komiteleri hüsrana uğrattı. "Ancak, bu propaganda kampanyasının daha şimdiden bazı kötü sonuçlar verdiği, canlarını tehlikede sanan bir çok zavallı insanın ev-barklarını, bırakarak yollara düştüğü ve Suriye'ye ciddî güçlükler çıkardığı da gerçektir..." Le Temps, Kilikya'nın boşaltılması bitince, bir başmakalesinde, bölgedeki hıristiyanların sayısı hakkında bilgi verdi: "Kilikya'nın tamamen hıristiyanların oturduğu bir ülke olduğu, Fransa'nın bu yeri Müslüman bir devlete geri vermekle kötü bir harekette bulunduğu söyleniyordu. Oysa, son iki aydaki devir teslim işleri hı-ristiyanları tam olarak saymaya imkân verdi. Bunlardan 49.884'ü, bazı kötü propagandacılar tarafından kandırılarak veya tehdit edilerek kesin veya geçici şekilde göç ettiler. 3.828'i ise yerlerinde kaldı. Genellikle 300. kişinin oturduğu tahmin edilen bir ülkede topu topu 53.712 hıristiyan varmış" SONUÇ Kurtuluş Savaşımız sırasında Ermenilerin Fransa' giriştikleri Türkiye'ye karşı propaganda başlıca döı olayla ilgili olarak geliştirilmiştir. Bunlardan Paris Baı Konferansı ile Türk-Ermeni savaşı konularındaki propaganda çeşitli nedenlerle etkilerini pek gösterememişti Fakat Millî Hareketin doğuşu ile Türk-Fransız savaşı: ilişkin propaganda amacına ulaşmıştır. Öyle ki, Türk lî Hareketinin Fransız kamuoyuna "Ermeni katliâmıı yeniden başlangıç" şeklinde tanıtılması, Türkiye içi Fransa'da olumsuz etkilerini uzun süre az çok duyu: büyük bir şanssızlık olmuştur. Kuşkusuz, Ermeni propagandasının Fransız kamı oyunu etkisi altına almasında Türklerin kendi görüşL ni ve haklı davalarını bu kamuoyuna iyi tanıtamamal; da önemli bir etkendir. TÜRK-ERMENİ KÜLTÜR İLİŞKİLERİ ÜZERİNE Türk-Ermeni ilişkilerinin kültürel bağlamda incelenmesi iki toplum arasında sosyal, ekonomik bağların varlığını ortaya koyacaktır. Çünkü tarih; insanlar, ülkeler arasında ayırıcı değil aynı zamanda bağlayıcı ve birleştirici bir rol oynamaktadır. Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler XI. yüzyılda yoğunlaşmaktadır. Daha önceleri de Abbasi ordularında hizmet eden Türk komutanlarla Doğu Anadolu'da oturan Ermeni valileriyle ilişkiler kurulmuştur. Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümü DCyüzyılda tamamen Müslümanların eline geçti. 1021'de Van (Vaspurakan) l Ermeni Kralı, Türk akınlarından korkarak ülkesini Bizans'a devretti. Kral Senekerim ve yanındaki bir çok Ermeni Sivas ve çevresine yerleştiler. XI. yüzyıl-j da İç Anadolu'ya yönelik ikinci bir Ermeni göçü de ı yılında Bizans'ın Ani kentini ele geçirmesiyle Jbaşladı. Ermeni Kralı II. Gagik, Kayseri'ye gönderil-I â Böylece Ermenilerin Doğu ve İç Anadolu'ya doğ-|ru yayılıp yerleşmesi süreci başlamış oldu. Çukurova İErmeni Krallığının kurulması da böyle bir göçün so-Inucudur. Türkler, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'da lyayılmaya başladı. Bu yayılma süreciyle birlikte ı Türk-Ermeni ilişkileri yeni bir aşamaya ulaştı. Orta lAsya'dan gelen bu savaşçı topluluk üzerine en derli l toplu bilgiler, dönemin Ermeni kaynaklarında bulun-I maktadır. Bu nedenle Ermeni tarih y azarlan, Türkle-Irin Anadolu'ya gelmesi, burada yayılması hatta nere-I den geldikleri konusunda derli toplu bilgi vermişleridir. Nitekim XV-XVI.yüzyılda Avrupa'da Türklerin [tarihine ilgi duyan hümanistler, temel bilgileri Erme-Ini kaynaklarından almışlar ya da bunları aktarmakla lyetinmişlerdir. Doğu Anadolu'nun, Çaldıran zaferinden sonra Ismanlı yönetimi altına girmesi, bölgede güvenli-\ yeniden kurulmasında önemli bir etken olmuş-ır. Müslüman ve Müslüman olmayan halk, "feodal" ısurların baskısıyla şuraya buraya dağılmıştı. Anıt Osmanlı yönetimiyle birlikte yemden geriye dö-üş başlamış, köy ve kasabaların nüfuslarında göz-e görülür bir artış olmuştur. Sözgelimi Çemişgezek livası kanunnamesinde şu anlatım dikkati çekmektedir: "Ve vilayet-i mezburda sabıkda Ekrad zulmünden nice reaya perakende olup hariç vilâyete gidüp halıya Osman kanunu olduğun istima eyledüklerinde girü yerlerine ge-lüp..." Bunu, Doğu Anadolu'nun Osmanlı yönetimine girmesinden hemen sonra yapılan sayımlarla, daha sonraki sayımlar arasında görülen artış açıkça ortaya koymaktadır. Yine Doğu Anadolu'nun çeşitli kent ve kasabalarıyla ilgili kanunnamelerdeki maddeler, konunun açıklığa kavuşmasına önemli ölçüde yardımcı olmaktadır1. Burada Türk-Ermeni ilişkileri üzerine derli toplu bir eser yazan Prof. Nejat Göyünç'ün bir tespitim belirtmeyi gerekli görüyoruz2, o da şudur: Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'ya hâkim olmasından kısa bir süre sonra, kasabalardaki Ermeni nüfusun büyük bir artış göstermesi göze batmaktadır. Bunun nedenini köylerdeki bir kısım Ermeni halkın ticaret ve sanat olanakları daha bol Sayfa 38 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi kasabalara kaymasında aramak gerekir. Prof. Göyünç'ün 1518 ve 1523 sayımlarına dayanarak yaptığı hesaplara göre Arapkir, Çermik, Ergani, Harput vb. kasabalardaki Ermeni nüfusunda önemli bir artış dikkati çekmektedir. Bu artış, sözgelimi Arapkir'de %81.2'ye, Ergani'de %242.6'ya kadar çıkmaktadır. Bu artışın, beş yıllık bir süre için doğal sayılmayacağı açıktır. Bu bakımdan bu artışın bir göçe bağlı olduğuna şüphe yoktur. Yine bu iç göç hareketlerine bağlı olarak Eğin'in de önemli bir ekonomik ve ticari bir merkez hâline geldiğini de belirtmek gerekir. Ermeni nüfusuna Doğu Anadolu'da yalnız kent ve kasabalarda değil, köylerde de rastlanmaktadır. Ancak yer adlarından yola çıkılarak yapılacak değerlendirmeler yanıltıcı sonuçlar verebilir. Çünkü Doğu Anadolu'da Ermenice adlar taşıyan pek çok köyde XVI.yüzyılda tek bir Ermeni nüfusa rastlanmamaktadır. Bunu XVI.yüzyılda yapılmış sayımların sonuçlarım kapsayan defterler açıkça ortaya koymaktadır. Yine bu defterlerin ortaya koyduğuna göre kent ve kasabalarda Müslüman nüfusla gayrimüslim nüfus arasında bir denge sağlanmış bulunuyordu. Kaldı ki iki topluluk arasında yüzyıllarca önemli bir çatışma olmamış, birçok yerde Ermeniler, belirli hizmetler karşılığında birtakım vergilerden bağışık tutulmuşlardır. Ancak ne var ki yerleşik-göçebe çelişkisi, memur ve mültezimlerin yaptıkları yolsuzluklar, aşiretlerin köy ve kasabalara yaptıkları baskınlar yalnız Ermeniler için değil, bütün bir bölge halkı için zararlı sonuçlar doğurmuştur. Türklerle Ermeniler, benzer sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşamışlar ve bunun doğal bir sonucu olarak ortak bir kültürün temsilcileri konumuna gelmişlerdir. İki toplumun birbirini seven gençleri arasında din, birleşmeye engel bir etken gibi görünmektedir. Seven delikanlı, Ermeni kızı Ahçik'le evlenebilmek için onu kendi dinine yani Müslümanlığa dönmeye çağırmaktadır. Belki kendisi de bu aşk için dinini değiştirmeye razı olabilecektir. Ama kamunun baskısından, kınanmaktan çekinmektedir: Gel kız Müslüman ol alayım seni Ben dinimden dönsem el kınar beni Bu ve buna benzer türküler, iki toplum arasındaki ilişkiler ağının önemli ipuçlarını vermektedir. Bugün radyo ve televizyonlarda zevkle dinlediğimiz bir türküde Ahçik, İslam eline çağrılmaktadır: Ahçik'i yolladım Urum eline Eser bad-saba zülfün teline Gel seni götürem İslam eline Serimi sevdaya salan o Ahçik. Vardım kiliseye baktım haçına Mail oldum ardındaki saçına. Burada Ahçik, yine İslam eline çağrılmakta yani Müslümanlığı kabul etmesi istenmektedir. Ama bu her zaman böyle değildir. Nitekim bir başka türküde delikanlı Ermeni olmayı, yani Ahçik'e kavuşmak için onun dinine girmeyi dahi kabul eder görünmektedir: Bahçelerde mor meni Verem ettin sen beni Ya sen İslam ol Ahçik "Ya ben olam Ermeni Masallarımızda keşiş motifi taşıyan öğeler önemli: bir yer tutmaktadır. Yer adlarımızın efsanelerinde di benzer öğeler ağır basmaktadır. Türkçe-Ermeni arasında pek çok ödünçlemenin bulunduğu su götü mez bir gerçektir. Armıdanlı yazar Hagop Mintz ri'nin öykü ve anılarında bunlardan yığınla örnek b ummaktadır3. Erzincan yöresi ağızlarında yapıla derlemelerin de bu konuda önemli bir kaynak olu; turduğunu vurgulamak gerekir4. Ödünçlemeleıi günlük ekonomik; sosyal ve kültürel yaşamın h alanını kapsayan bir genişlikte olduğunu görüyoru Sözgelimi ev yapım tekniğinde kullanılan birçok sâ cük ortaktır: hatıl, mertek, örtme, loğ, hapenk, hakâ cağ vb. Tarım ve tarım tekniğiyle ilgili birçok kavra ortak sözcüklerle anlatıldığını belirtmek gerekir, i rülerek nadasa bırakılan tarla herg edilmiştir, yeni biçilmiş tarla hozan'dır. Davarların kapatıldı ağıl, kom'duı. Bu benzerliklerin, bu ortaklıklarını mek yapım tekniğine, yemeklere, kap ve kaçak da yansıdığı anlaşılmaktadır. Burada, sözcükle deyimlerin, kavramların kökeninin Türkçe ya dal menice olması pek o kadar önemli değildir. Öneı olan sosyal ve ekonomik yaşamın çeşitli etkinlik nin ortak bir "dil" ile açıklanmasıdır5. Nitekim oaj tütmesi, bir evin içindeki insanlarla birlikte sür ğini vurgulayan ortak bir deyimdir. Her iki toplııl da da loğusa kadınlara albastığına inanılır. Ermeni! Türk kadınlarının, kızlarının başlarına örttükleri j şörtüsünün adı lacag,. leçek, neçek idi. Ayakkabı isej nellikle kalik olarak adlandırılmaktadır. Eğin'de yi lan üstleri süslü, daha çok genç kız ve kadınların J dikleri ayakkabılara pullu kalik denirdi. Bunlar ı bugün üretilmemektedir. Toplumsal ve ekonomik dayanışmanın da ı taktır. Bu konuda iki örnek vermek istiyoruz. Bu dan birincisi bacılık, ikincisi hab sözcükleriyle an maktadır. Bacılık Derleme Sözlüğü'nde şöyle lanmaktadır: Kardeş yerine tutulan yakın ark kardeşlik (kızlar ve kadınlar arasında). Mintz yalnız annesinin hacılığından söz eder. Ancak bf nımlar ve anlatımlar bacılığı tam olarak anlatma! uzaktır. Çünkü bacılık, kadınlar arasında, kardeş rine tutulmanın ötesinde sözün tam anlamıyl| Sayfa 39 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi toplumsal ve ekonomik dayanışmayı, yardımla anlatmaktadır. Bacılığın köy dışında, bir başka köyden tutulması hâlinde, bu dayanışma ve yardımlaşma daha geniş boyutlara ulaşır. Farklı köylerdeki ba-cılıklar rahatlıkla, teklifsiz ve habersiz birbirlerinin evlerine konarlar. Satılacak daha doğrusu değiş-to-kuş edilecek ürünlerim bu evlere getirirler. Bacılığın sona ermesi söz konusu değildir. Yaşam boyu devam der ve hacılıklar birbirlerini aile bireyleri gibi algılarlar. Şimdi böyle bir dayanışmanın, böyle bir kurumun Ermeniler içinde var olmasının ve aynı sözcükle dile getirilmesinin ne kadar büyük bir anlam taşı-î dığını herhalde belirtmeye bile gerek yoktur. Hab'a gelince: Hab, ekonomik bir dayanışmadır. operatifçiliğin basit ve ilkel biçimi olarak görül-^ktedir. Hab, özellikle sütün ortaklaşa kullanımında kendini göstermektedir. Sütün, bir obada, bir yde sırayla ve karşılıklı ödünç alınıp verilmesi işitenidir6. Süt böylece belirli bir süre için bir elde top-Ilanır, yağ ve peynir üretimine dönüşmesi sağlanır. İrlab'm yalnız Anadolu'da değil, ekonomik yapısı l hayvancılığa dayalı Türk topluluklarında geniş bir l uygulama alanı bulduğuna şüphe yoktur. İşte bu süt [ortaklığının Eğin çevresindeki Ermeni köylerinde de f yaygın olduğun Mintauri'nin verdiği bilgilerden an-flıyoruz. Türklerle Ermeniler arasında ortak bir toplumsal | davranış da gelinlik etmektir. Bu, yeni gelinin belirli [bir süre kayınbabası, kaynanası ve evin diğer erkek [bireyleriyle konuşmaması anlamına gelir. Türklerde [yaygın olan bu alışkanlığın Ermeniler arasında da geçerli olması, ortak alışkanlıkların bir başka yönüdür. Bütün bunların ötesinde şiir ve müzikte de karşılıklı etkileşimin söz konusu olduğunu unutmamak gerekir. Ermeniler arasında Türk halk hikâyeleri oldukça yaygındı. Ermeniler, yoğun bir biçimde Türk kültürünün ve dilinin etkisi altında kaldıklarından Ermeni-Türk Edebiyatı (La litterature armeno-turque) adı verilen Ermeni harfleriyle yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü gelişmiştir. Tahminen 400 yıl süren lâşık edebiyatı, gerek Türklerde gerekse Ermenilerde, ngin bir kol yaratmıştır. XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar geçen dönemde Ermeni asıllı Türkçe söyleyen âşıkların sayısı 400'ü aşkındır. Ermeni âşıkları (aşug) Türkçe söylemekle kalmamışlar, söyledikleri şiirlerin şekillerim de, koşma, bayatı vb. Türklerden almışlardır. Âşık Miskin Burcu'nun aşağıdaki dörtlüğü M sesi ile bağlıdır. Yani dizeler, (M) ile başlamakta ve aynı harfle bitmektedir: Men aşıg meni gördüm Men üste meni gördüm Men dedim seni görem Men döndüm meni gördüm Ermenilerin yetiştirdiği en büyük şairlerden biri olan Sayat-Nova (1712-1795)'mn aşağıdaki dörtlüğü, onun Türkçe şiir söylemede ne kadar başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu dörtlük aynı zamanda şairin üzerinde Türk âşıklarının etkisini açıkça ortaya koymaktadır: Gavvas olup deryalara dalmışam Ferhat gibi aşk gayası delmişem Macnun kimi Leylî deyip dalmışam Gözüm galmış nazlı yârın yolunda 1882 tarihinde ölen Ermeni Âşık Emir'in söylediği Ermenice bir dörtlüğün Türkçe çevirisi iki toplum arasındaki birlikteliğin ne kadar derin olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: Din ayrı, muhkem gardaşıg Senin bahtına benzerik Gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık (dağız) Aynlıgda, nazik bir gölük (kuluz). Ermenilerin Türk müziği, Türk tiyatrosu, Türk mimarîsi ve matbaacılığı üzerinde oynadıkları olumlu rolü özellikle vurgulamak gerekir. Ancak bu noktada şunu da belirtmek istiyoruz: "Gayrimüslimler bunları yaptı, Türkler memuriyet ve askerlikten başka bir şey yapmadılar" gibi söylemlerin, iddiaların hiçbir anlamı yoktur. Bir ülkenin kalkınmasında, ilerlemesinde ve gelişmesinde elbette o ülkede yaşayan bütün uyrukların payı ve sorumluluğu vardır. Konuyu bir bütün hâlinde değerlendirmek gerekir. II. Meşrutiyet'in ilânından sonra, Tanin gazetesinin Anadolu'ya gönderdiği Ahmet Şerifin gözlemleri son derece önemlidir. Ahmet Şerif, Anadolu'da Müslüman ve Müslüman olmayan toplulukların sosyal durumlarını incelemiş, aralarındaki ekonomik ve kültürel dengesizlikleri belirtmiş, dışarıdan herhangi bir kanca takılmadıkça ilişkilerin sağlıklı bir biçimde yürüdüğünü vurgulamıştır. Sözgelimi Gümüşhane ile ilgili gözlemlerini bu bağlamda Ahmet Şerif şöyle dile getiriyor: "Gümüşhane halkı, İslam, Ermeni ve Rum'dur. Hemen, genellikle konuşulan dil, Türkçedir... Ermenilerin durumu İslamlardan daha iyi gibi görünüyor. Onlar, fikren de İslamlardan ileridirler. Teşekküre ve memnuniyete değer olan taraf, iki unsurun, birbirleriyle, iyi ve kardaşça geçinmekte olmasıdır. Sayfa 40 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Ermeniler de ziraat ve ufak tefek ticaretle uğraşıyorlar. Rumların durumu daha iyi görünüyor. Bununla beraber, Rum vatandaşlarımızın, burada da, fikri yetenekleri arttıkça, duygu ve emellerinin de aşırılıklara ve yanılmalara kaçtığı görülüyor. Gümüşhane halkı pek iyi geçinmektedir." Ahmet Şerif, Gümüşhane'den Varzahan köyüne doğru yola çıkmıştır. Ahmet Şerif ve yanındakiler bu Ermeni köyünde alıkonulmuşlardır. Daha önce, Ada-na'yı gezdiği zaman Ermeni köylerinden söz eden yazar, buradaki Ermenilerle ilgili izlenimlerini de şöyle aktarmaktadır: "Ben Ermeni köylerini, bütün anlamıyla Osmanlı buldum. Kendilerinde, gerçek ve samimi, vatandaş ruh ve duygusunu gördüm. "Yalnız İslam köylüler gibi, onların da pek çok ezilmiş bulundukları, hayatlarını o kadar kolaylıkla kazanmamakta olduklarını, özetle, pek rahat yaşamadıkları, her şeylerinden fark ediliyor ve seçiliyordu..." Ahmet Şerif, Ermeni köylülerin İslamlar gibi giydiklerini belirtmekte, "hayat şartları geçim biçimi, usul ve âdetçe Ermenilerle İslamlar arasında hiçbir fark olmadığını" da dile getirmektedir. Ahmet Şerif, Bayburt'u gezdikten sonra, Ermenilerle Türkler arasındaki benzerlikleri de şöyle açıklamaktadır: "Erkekler hemen hemen, aynı kıyafette idi. Kadınlar ise, hiç ayırdedilecek gibi değildi. Çünkü Ermeni kadınları, İslamlardan daha fazla mutaassıp ve örtülü idi. Özetle, ha yatta bütün ayrıntılar, bütün toplumsal şartlar, bu iki unsuru birleştirmiş, uyuşturmuş, birbirine kaynaştırmış! idi..." Ahmet Şerif kimi konularda bu iki unsur arasında anlaşmazlıklar bulunduğu, iddialarını da şöyle yanıtı lamaktadır: "Hayatın, toplumsal ve ruhsal şartların, bu kadar tel leştirdiği insanların, esas noktalarında anlaşmazlığı mm kün değildir. Bu, yanlış tefsirlere, abartmalara uğruy Tarafsız incelenirse, onlar arasında anlaşmazlık şeklin gösterilen durumun, kendilerinde ihtiyaç duyulan bir nitelik olduğu, şikâyet ettikleri sebepler ve durumlar^ her iki taraf da, aynı zor ve kuvvete yöneldikleri pek iyin laşılır." Sonuç Özetlemek gerekirse denebilir ki: Osmanlı İm ratorluğu'nda hatta daha geriye gidersek Selçuklu Beylikler döneminde Anadolu'da Türklerle Hri yanlar ortak bir yaşam sürdürmüşlerdir. Kimi kü olaylar dışında Türklerle Ermeniler arasında om bir çatışma olmamış ve sorun yaşanmamıştır. Çal malar, Ermeni sorununun ortaya çıkması ve siy laşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelmiştir. zı Ermenilerin, emperyalist devletlerin kışkırtın bağımsızlıklarını elde etme çabaları sonuç vermı ve iki taraf için de üzücü olaylara yol açmaktan ka bir işe yaramamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda yüzyıllarca ki rini koruyan Ermeniler, bugün batı dünyası içindi kimliklerim yitirme aşamasına gelmişlerdi. Yeni şaklar ana dillerini bilmemektedir. Türkiye'ye yi lik tepkilerin altında öyle sanıyoruz ki bu kimlik nalımı da önemli bir rol oynamaktadır. İşte Tür Ermenilerin yüzyıllarca bir arada yaşadıklarını, yabildiklerini bu yeni kuşak Ermenilere anla pek kolay değildir. Ama yine de bu doğrultuda turnaların sürdürülmesinde yarar görüyoruz. OSMANLI DEVLETİNDE ERMENİ NÜFUSU Milliyetçiliğin ortaya çıkışından itibaren, nüfus yoğunluğu özellikle stratejik ve siyasi kavramlarda önem kazanmıştır. Bu öneme paralel olarak nüfus sayımları ve istatistiklerinin siyasi, ekonomik ve sosyal ihtiyaç ve iddiaları destekleme, üstünlük, ayrıcalık, bağımsızlık elde etmenin bir yolu olarak kullanıldığı söylenebilir. Aslında nüfus yoğunluğunun çağlar boyunca önemli bir güç olduğu bilinmekteydi. İlk çağlarda kalabalık ailelerin diğer küçük aileleri içine alması ve bunun sonucunda büyük kabilelerin küçük kabileleri kapsaması devlet olgusunun ortaya çıkmasında nüfusun ne kadar etkili olduğunun göstergesiydi. Yine bu dönemlerde ve arkasından gelecek olan Orta Çağ, Yeni Çağ ve Yakın Çağ boyunca nüfus, devletlerin si-yasîve askerî gücünde etkin bir faktördü. Diğer taraftan ekonomik olarak da nüfus, belirlenmesi gereken bir nedendir. Özellikle Orta Çağ ve Yeni Çağ'da devletin ekonomisini, toprakların büyüklüğü ve bu arazilerin işlenebilmesi için iş gücü - tabii ki bu da nüfus demektir oluşturmaktaydı. Zaten bir devletin ekonomisinin büyüklüğü topraklarının genişli-ğiyle doğru orantılıdır. Ne kadar toprağı varsa, devlet o kadar zengindir. Bu durumda büyüklüğü kadar halktan vergi toplaması anlamına gelir. Bu çağlardaki devletlerin ekonomisi vergiye dayanmaktadır. Bu devirdeki devletlerin topraklarının, günümüzdeki devletlere göre, büyük olmasının nedeninde bu temel etken yatmaktadır. Bu çağlarda devletler arasında amansız mücadelelerin ve savaşların yoğun olmasının nedeni, bu zenginliği yakalama arzusundan kaynaklanmaktadır. Fransız ihtilali sonrasında, imparatorluklar içerisinde yaşayan ı farklı etnik öğelere dayanan toplumların ulus ola-irak ortaya Sayfa 41 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi çıkmasında nüfus yoğunluğu şüphesiz [ gerekli bir öğedir. Öyle ki bu toplumlarda, çoğunluk l ve azınlık tanımı yapılmasını büyük ölçüde nüfus belirlemektedir. Ayrıca yukarıda da yinelediğimiz gibi nüfus yoğunluğunun, bir toplum için önemli l işlevleri vardır. Nüfus istatistikleri bazı devletlerin siyasî emellerini gerçekleştirme ve bir coğrafyaya egemen olma aracı olarak da XVIII. yy/dan itibaren sıkça gündeme gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde, "etnik" bakımdan, sayıları yirmi ikiyi bulan gayrimüslim unsur bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti, fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra en başta bölgenin nüfus ve arazi incelemesini yapardı.Osmanlı Devleti, Müslümanların nüfusunu askerlik bakımından; Hristiyan tebaanın da vergi (cizye) durumundan dolayı öğrenmek istemiştir. Müslüman nüfusunu fazla göstermek, kendi kendini aldatmak; Hristiyan nüfusunu az göstermek ise almak istediği verginin bir kısmından vazgeçmek anlamına gelmektedir ki, her iki durumda devlet açısından uygun değildir1. Bu değerlendirmeler nihayetinde Osmanlı Devletinin, nüfusuna ilişkin tutmuş olduğu istatistiklerde güvenilir ve tarafsızlık içerisinde bulunduğu söylenebilir. Bu incelemeler Klâsik Dönemde tapu-tahrir defterleri, daha sonraki yüzyıllarda temettüat adıyla anılırdı. Zaman zaman mahallî olarak yapılmış olan sayımlann yanısıra Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımı ve arazi incelemesi II. Mahmut zamanında 1830'da yapılmıştır. Müslüman ve Hristiyan nüfus olarak yapılan bu sayım, Osmanlı Devleti'nin ilk genel sayımı olduğu için önemlidir. Bu sayımda Hristiyan nüfus cemaatlere ayrılmadan verilmişti. 1830 sayımına göre Osmanlı Anadolu ve Rumeli'sinde 4.000.000 civarında erkek nüfus mevcuttu. Bu 4.000.000 erkek nüfusun 2.100.000'u Müslüman, 400.000'i Hristiyan olmak üzere 2.500.000'u Anadolu da; 800.000'i Hristiyan, 500.000'i Müslüman bir kısmı da Yahudi ve Kıpti olmak üzere 1.500.000'ini Rumeli'de yer almıştır. Ermenilerin yaşadığı bölgeler, XIV. ve XV. yüzyıllarda Osmanlı yönetimine girmişti. Osmanlı yönetimi, Bursa'nın başkent olmasından sonra (1326) Ermenilerin ayrı bir cemaat şeklinde teşkilatlanmalarına izin vermiş, önceleri Kütahya'da bulunan Ruhani merkezlerini Bursa'ya naklettirmiştir. İstanbul'un fethinden sonra ise 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han, Ermenilerin Bursa'daki merkezlerini istanbul'a taşımalarına izin verdi, istanbul'daki ruhanî merkezleri ise Samatya'daki Sulumanastır kilisesi olarak belirlendi. Ruhanî merkezlerinin İstanbul'a taşınmasıyla birlikte Anadolu'nun birçok şehrinde bulunan Ermeniler istanbul'a göç etmeye başlamışlardır. Anadolu şehirlerinde kalanlar ise kale bekçiliği gibi görevlere getirildiler2. Farklı kültürel toplulukların bulunduğu Osmanlı imparatorluğu sınırları içerisinde Ermenilerin devlet idaresinde önemli bir ayrıcalığı vardı. Kısacası Osmanlılar, Ermenileri diğer Hristiyan tebaadan ayrı bir konumda tutmuştur. Tanzimat'ın ilânından sonra Ermenilerin üst düzey devlet görevlerine de getirildikleri görülmüştür. Mesela, Balkan Savaşları sırasında Gab-riel Norodankyan Efendi Osmanlı Dışişleri bakanıydı. Bunun yanında XIX. yüzyılda birçok Ermeni devlet görevinde bulunmaktaydı. Osmanlı, bu hizmetlerinden dolayı Ermenilere, Millet-i Sadıka tabirini kullanmıştır. Büyük kısmı Gregoryen olan Ermenilerin bir kısmı da Katolik ve Protestan mezheplerine bağlıydılar. Birçoğu şehir merkezlerinde yaşıyor ve ticaret, kuyumculuk ve mimarlıkla uğraşıyorlardı. XIX. yüzyılın ortalarına doğru Rusya, Amerika ve Avrupalı Devletler Ermenilerle ilgilenmeye başladılar. Bu ilgilenmenin ana nedenini ise daha önce de açıkladığımız gibi hammadde ve pazar isteğinin dışa vurumu olan emperyalist emeller oluşturmaktadır. İlk önce onları kendi mezheplerine çekmeye çalışmışlardır. Bunun için Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çeşitli okullar açarak faaliyete başlayıp Ermenileri Türkler aleyhine kışkırttılar. Avrupalılara göre Osmanlı tebaası olup Hristiyan olan bütün toplumlar kendi devletlerini kurmuşlar, sadece Ermeniler kalmıştı. Ermeniler 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Rus saflarında Türklere karşı savaştılar. Ayastefanos Antlaşması sırasında İstanbul'daki Ermeni patriği Ruslara başvurarak antlaşmaya kendileri lehinde maddeler konulmasını istedi. Ayrıca, Berlin Antlaşmasında Ermeniler lehinde ıslahat yapılması konusunda bir madde konuldu. Bundan sonra Osmanlı sınırları içerisinde Ermeni olaylarının arttığı gözlenmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Amerika başkanı VVilson'un kendi adıyla ilân ettiği VVilson Prensiplerindeki 12. maddede; "Osmanlı Devleti'nin Türk halkının çoğunlukta olduğu yerlerde Türklerin kesin hâkimiyetlerinin tanınması" öngörülüyor, diğer taraftan imparatorluk içerisindeki diğer etnik öğelere de kendi devletlerini kurabilmeleri için olanak sağlanıyordu. Bunun sonucunda Doğu Anadolu' da Ermenilerle meskûn olan altı vilâyette (Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Diyarbekir, Ma'mûratük-ziz/Harput5 ) hassas bir durum oluştu. Ermeniler bahsettiğimiz vilâyetlerde nüfus üstünlüğünü elde etmek amacıyla Müslümanları katletmeye başladı lar. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti, 1915 yılında, ordunun ve bölge halkının güvenliği için Ermenileri ülkenin güvenli bölgelerine sevk el Göç sırasında bazı Ermeniler salgın Sayfa 42 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi hastalıklardan,! göç kervanına yapılan hırsızlık saldırıları neticesinde ölmüşlerdir. Bu durum ise Avrupa devletlerinde, Amerika'da ve Ermeni toplulukları tarafından soy kırım yapılıyor şeklinde propagandaya dönüşm tür. VVilson Prensiplerinde olduğu gibi savaş son sında da demografik yapı sürekli incelenmiş Avrupa ve Amerika'dan bu durumu tahkik etmek ama cıyla çeşitli heyetler gelmiştir. Nitekim bu inceleme lerde Türklerin Ermenileri soy kırıma tâbi tuttukla rina dair hiçbir ipucuna rastlanılmadı. Ancak bat destekli Ermeni propagandası asılsız olmasına rajj-men bütün dünyayı Türklerin milyonlarca Erme niyi katlettiğine inandırdı. Bunun sonucunda ist, günümüzde de Osmanlı Devleti'ndeki Ermeni ni füsunun tekrar incelenmesi gereksinimi doğmuş Hiçbir gerçekle bağdaşmayan Ermeni soy kır: iddia eden tezler genelde demografik yapının si rilmesinden ibaret olup hiçbir arşivsel belgeye di yanmayan uydurma sayılardan oluşmuştur. Bun için demografik yapının iyi belirlenmesinin om daha da artmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz Osmanlı'nın II. Mahmut zamanından önceki nü suyla ilişkin bilgiler tapu tahrir defterlerinden retti. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu defteri özellikleri vergi ödeyecek ve muaf olan bireyi sayılarının yazıldığı bir çeşit tutanaktır. Bundan la çıkarak herhangi bir yüzyılda istediğimiz bir ti luluğun nüfusunu, tam net olmamakla birlikte çeğe yakın bir tahminle saptamak mümkündı Aşağıda XVI. yüzyılda özellikle çeşitli Anadolu şehir ve kasabalarında köyleriyle birlikte Müslüra ve gayrimüslim, Ermenilerin nüfusu gösterilmişti Yukarıdaki tabloda kaydedilen Müslüman, Hristiyan Ermeni nüfus içerisinde Müslüman-Türk nüfus %81.10, Hristiyan nüfus % 12.45, Ermeni nüfus %6.23'tür30. Görüldüğü gibi XVI. yüzyılda Ermem nüfusu Osmanlı demografik yapısında küçük bir alanı oluşturmaktadır. 1896-1897 yıllarına ait olduğu tahmin edilen Başbakanlık Arşivi'nde bulunan bir belgede Anadolu ve Rumeli'deki Ermeni nüfusları ile ilgili olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bu belgeye göre Ermeni topluluğunu 530.132 erkek, 450.404 kadın nüfusu olmak üzere toplam 970.536 kişi oluşturmaktadır. Yine aynı belgede birkaç vilâyet için henüz tahririnin yapılmadığının kaydı da bildirilmiştir. Buna göre verilen nüfus miktarının biraz artacağı doğaldır. Vital Cuinet'nin aynı tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır: Müslümanlar Ermeniler Toplam Nüfus Ermenilerin yoğun bulunduğu vilâyetlerde 3.635.086 810.285 4.445.371 İstanbul ve diğer vilâyetlerde 4.426.525 283.064 4.709.589 Suriye Filistin ve Adalarda 4.068.646 59.018 4.127.664 12.130.257 1.152.367 13.282.624 Diğer tarafta Stanford J. Shaw ise 1890 yılında Osmanlı Devleti'nde 12.585.950 Müslümana karşılık 1.139.053 Ermeni; 1897'de 14.111.945 Müslüman'a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906'da 15.518.478 Müslümana karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846 Müslümana karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir. Ermeni nüfusuna ilişkin diğer kayıtlan da patrikhane istatistiklerinden öğrenmekteyiz. İddia edildiğine göre Ermeni patrikhanesinin sağladığı istatistikler, kilise görevlilerinin tuttuğu vaftiz ve ölüm kayıtlarına dayanmaktaymış. Kayıtların doğruluk payı olarak da Ermenilerin kendi dinsel inançları gereğince vaftiz etmeye getirilmelerinin gerektiği, kilisede evlendikleri ve dinsel bir cenaze töreni ile gömüldükleri gösteriliyordu. Ayrıca Pat-rikhane'nin, dinsel bağımlılığa dayanan bir verginin yükümlülerini belirlemek için kullanılan kayıtlar tutmakta bulunduğu da ifade ediliyordu. Ancak patrikhane istatistiklerinde verilen rakamlar bu dönemle ilgili diğer belgelerle uyuşmamaktadır. Bunun sonucunda doğal olarak acaba bunlar nasıl hazırlandı sorularının akla gelmesine yol açmaktadır. Alışılagelmiş biçimde, gerçekten yapılmış bir nüfus sayımının ya da sayı çıkarımının sonucunu gösteren istatistikler, en yakın 100.000'e yuvarlanmaksı-zın tam sayı verir. Patrikhane istatistikleri ise (sap lan yuvarlak biçimde verdiği için), kaç vaftiz yapıi-l dığını vaftiz kayıtlarına bakarak çıkarılmış istal tikler biçiminde değil de, sanki "Doğu illerinde acaj ba yaklaşık olarak kaç Ermeni var dersiniz?" so! suna verilen bir yanıt biçimindedir. Bu durum i kaydın art niyetli olarak yapıldığını göstermektediıj Ayrıca verilen istatistikler, belge yayınlarının biı parçası biçiminde değil, yalnızca Ermeni bağımsızlığını desteklemek amacıyla kullanılmıştır32. Bu iı celemelere dayanarak Ermeni kayıtlarının gen yansıtmadığı şüphesizdir. Diğer taraftan unutulmaması gereken bir di daha vardır ki bu da Ermeni nüfusunun eğer as dıysa neden azaldı sorusuna verilecek yanıtı orta' çıkarmaktadır. Ermenilerin nüfusları, 1827-1828 Sayfa 43 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlan sırasında Rus liklerine ve I. Dünya Savaşı'nda da yine başta Rı ya olmak üzere Fransız ve İngiliz birliklerine kal ması sebebiyle nüfuslarında önemli azalmalar muştur. Bu durum batili araştırmacılar tarafım da teyit edilmiştir. 1829'da Rus ordusu Er; rum'dan çekilirken 40.000 civarındaki Ermeni'] de onlarla birlikte Güney Kafkasya'ya, aynı sekili 1878-1890 arasında 120.000 civarındaki Ermeni'ı de Güney Kafkasya'ya göç ettiği belirtilmiştir. A; ca yabancı tüccarlara daha çok imtiyaz tanıyan lı ticaret anlaşmasıyla da birçok Ermeninin; Rus, giliz ve Fransız vatandaşlığına geçtiği ve birçoj nün da bu ülkelere yerleşmek maksadıyla Os: topraklarını terk ettiği bilinmektedir. Ne var ki tün bu nüfus azalmaları bile Ermeniler tarafım katliam olarak açıklanmıştır33. I. Dünya Savaşı öncesindeki Ermeni nüfus miktarı konusunda, yine devletin kendisinin ya; ğı güvenilir ve tarafsız bir usulle hazırladığı belj ler bulunmaktadır. Bu devir Osmanlı nüfusu h kında en sahih bilgileri, dahiliye nezaretine bağlı S cil-i Nüfus-u İdare-i Umumiyesi Müdüriyeti taı fından 1318 ve 1320 tarihli nüfus nizamnamesi ges ği her vilâyet, kaza ve köyde, gayrimüslimlerin ı yer aldığı komisyonlar tarafından yapılmış 1905'te başlayıp 1914'te tamamlanmış olan nüfus istatistiğini vermektedir. Bu istatistik Milli Kongre34 tarafından 1919 yılında bütün dünyaya duyurabilmek amacıyla Fransızca olarak yayınlanmıştır. Birçok batılı araştırmacı yukarıda belirttiğimiz Ermeni nüfusuna yakın rakamlar vermektedirler. Stanford J. Shaw Ermeni nüfusunu 1.229.007 olarak verirken, H. Lynch 1.324.246, L. De Constenson 1.400.000 ve H. Paster Madijian 1.700.000 olarak vermektedir. Bu istatistikler göz önünde bulundurulduğunda I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti'ndeki Ermem nüfusunun en çok 1.300.000 olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yukarıda da bahsettiğimiz gibi hiçbir bilimsel mantık bulunmayan Ermeni Patrikhanesinin verdiği istatistikleri abartı ve propaganda mahiyetinde olduğunu belgeler niteliktedir. Ermeni yazarlar ve patrikhane kayıtları Ermenilerin nüfusunu 5 milyona kadar çıkarmışlardır. Bunun yanında Justin McCarthy, Patrikhanenin doğruluğuna ilişkin karışıklık olduğunu bilâkis belirtmiştir. L Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nihayetinde, önceleri 1.234.671 olan Ermeni nüfusundan sadece 70.000 kadarı Türkiye Cumhuriyeti'nde kalmış bulunuyordu. Bu rakamdan birçoğu sığınmacı olarak Kafkasya'ya, Amerika'ya ve Avrupa'ya girmişlerdir^: Ermeni nüfusunun dış dünyaya tamamen açılımı sonrasında ise konu yeni bir boyuta taşınmıştır. Ermeniler, yerleştikleri ülkelerin parlamentosunu etki altına alarak -ve bunda Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun çalışmaları yoğundurkararlar verilmesini sağlamaktadırlar. Bütün bu demografik istatistikleri değerlendirdiğimizde bazı iddialarda yer aldığı gibi Doğu Anadolu için Bati Ermenistan teriminin kullanılmasının gerçekle örtüşmediği görülmektedir. Ermeniler, Osmanlı vilâyetlerinin her yerinde bulunmalarına rağmen hiçbir yerde çoğunlukta olmamıştır. Dolayısıyla Ermeni metropolü olabilecek bir Ermeni şehri hiçbir zaman olmamıştır. Konunun siyasî emeller konjonktüründe geliştirildiği ve amacın Doğu Anadolu illerimizi de içine alacak büyük bir Ermeni devletinin kurulmak istenmesi olduğu unutulmamalıdır. OSMANLI DEVLETTNDE ERMENİLER Nedir, ne anlama gelmektedir 24 Nisan, Birinci Dünya Harbi içerisinde 24/25 Nisan 1915 gecesi İstanbul'da 2345 Ermeni tutuklanır, aralarında doktor, avukat, gazeteci, din adamları da vardır. Bunlar Ermeni ihtilâl Örgütü üyesi olduklarından Anadolu'ya sevk olunurlar. Anadolu'nun özellikle Doğu ve Güney-Doğu kesimlerinde oturan Ermeniler de aynı muameleye tâbi tutulurlar. Türk meslekdaşların Osmanlı-Ermeni ilişkilerinde üzerinde durdukları başlıca iki konu vardır: 1. Fatih Sultan Mehmet istanbul'u aldıktan bir süre sonra Bursa'dan bir Ermeni din adamını getirterek Ermeni Patriki tayin etmiş, bütün Ermenilerin işlerini ona devretmiştir, tıpkı Rum ve Yahudi cemaatleri için de yaptığı gibi. 2. Ermeni sorunu 1878 Berlin Antlaşmasından sonra ortaya çıkmıştır. Şimdi bunlar üzerinde biraz duralım: Ermeni Patrikliği Meselesi Fatih Sultan Mehmet istanbul'u aldıktan sonra, bu şehirdeki Ermeni cemaatini I46l'de Bursa'dan bir kısım Ermeni aileleri ile birlikte getirttiği Piskopos Ovakim (Ermenice Yovakim)'in emrine vermiş, onların nizamını kendisinden istemiştir. Bu maksatla da Samatya'daki Sulu Manastır Kilisesi'ni Ermenilere tahsis etmiştir, denilir. Bu bilginin kaynağı 1786'da Venedik'te basılan Çamiçyan'ın Ermeni Tarihi adlı eseridir, istanbul Üniversitesi'nde Edebiyat Fakültesinde rektörlük yapan, çok kıymetli bir araştırıcı ve öğretici olan Hrand D. Andreasyan vasıtası ile Türk okuyuculara da intikal etmiştir.Bu satırların yazarı da vaktiyle bu malumatı kullanmıştır.Lâkin 1982'de Prince-ton Üniversitesindeki bir toplantının bildirileri yayınlanınca, bu bilginin pek de Sayfa 44 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi doğru olmadığı anlaşılıyor. Kevork B. Bardakjian "The Rise of the Arnıenian Patriarchate of Constantinople" başlıklı makalesinde Çamiçyan'm yazdıklarını irdeliyor. Hayk Berberian'ın bu konuda çalışmalarından bahsederek, istanbul'daki Ermeni ruhanî liderinin ancak Kanuni Süleyman zamanında Marhasa Grigor (1526-1537) ve onun halefi Astuacatur (1538-1543) devrinde güçlendiğini ve 1543'ten sonra da bu ikinciye istanbul Patrik'i denildiğini, Berberian'dan naklen kaydediyor.Stanford J. Shaw da Fatih devrinde Roma ile birleşme düşüncesine karşı olan Gennadios Skolarios'un bütün Ortodoksların dinî reisi tayin edildiğim, Ermenilere millet statüsü verilmesinin ise Memlûk Sultanlığı'na karşı Osmanlıları desteklemek şartı ile, Yavuz Sultan Selim zamanında olduğu kanaatini belirtiyor. Bardakjian yüzyılımızın başlarında İstanbul'da yaşayan Arsak Alpoyaçean'm görüşlerine de makalesinde yer veriyor. Ermenilerin İstanbul'un fethinden önce de bu şehrin dini denetiminde olduğu, Osmanlı idaresinde ise İstanbul Ermeni ruhanî liderliğinin alanının genişlediğini kaydediyor. Bununla beraber Bardakjian, 1462-1487 tarihleri arasında Ankara, Amasya, Sivas, Trabzon ve Kefe'de yazılan Ermeni kolofonlanna dayanarak İstanbul Ermeni Patrikli-ği'nin o tarihlerde hiçbir yerde en yüksek Ermeni ruhanî makamı olarak tanınmadığına işaret eder. Kolofon, Ermeni papazlarının tuttukları günlüklerdir. Bunlar, dönemin olaylarını kısa kısa aktarır. Çamiçyan'ın kaydettiği ve Hrand D. Andreasyan'ın da Eremya Çelebi Kömürçüyan'ın İstanbul Tarihi'ne yazdığı geniş notlarda naklettiği "altı cemaat" deyiminin de ancak 1764'te Ermeni Patrikhanesi'ne verilen beratta zikr edildiğini ilâve ediyor. Netice olarak da eğer Fatih Sultan Me met, Yovakim'i Bursa ve Ankara'dan getirdiği Ermenilerej Patrik tayin etmişse, bu ancak İstanbul ve Galata'da, belkij de Üsküdar'da tanınmıştı, hükmüne varıyor. Ermeni Sorununun Siyaset Sahnesine Çıkması Bunun 1878'den sonra olduğu doğrudur. Bununla raber, bazı Ermeniler çok daha önceleri Osmanlı idaresi den kurtulmanın yollarını aramışlar, kendilerine desti bulmak için çabalamışlardır. Meselâ 1562'de aslen Toi olan Abgar adlı bir Ermeni, aralarında oğlunun da bulu düğü üç kişilik bir heyet hâlinde Roma'ya Papa'yı ziya gider. Roma'nın teklifi, dönüşünde Abgar'ın Ermeni ilân edilmesi, fakat Ermeni Kilisesi'nin Roma'nın hâkimiyetini tanıması karşılığı kendisine yardım edilebileceğidir. Bu girişim sonuçsuz kalır. 1566'da Van'da bin kadar Hristiyan toplanır, üç gün bir arada kalır, fesat çıkartırlar. Olay Van Beylerbeyi tarafından Divan-ı Humayun'a bildirilir.7 Bunlar da Ermenilerdir. Zeytun isyanları 1780'de başlar, uzun süre, aralıklı ola-i rak devam eder.8 Böylece, bir ülke bütünlüğünü bozmaya çalışanların memleket içinde birilerini bulacaklarım, her zaman kendilerine yandaş temin edeceklerini unutmamak lazımdır. Fırsatı düştüğünde de siyasî mahiyet alır. l Ermeni şevkini diline dolayanlar, 1828-1829 Osmanlı j Rus Harbi'nde Doğu Anadolu'dan ve iran'dan da 1828'de Rusya'ya türlü vaadlerle göçürülen, sonra da orada perişan edilen Ermenilerden neden bahsetmezler? Bunların sayısı tahmini yüzbini bulmaktadır. 9 17 Mayıs 1915'te de Ruslar Van'ı işgal ederler, şehirde-i ki Ermeniler onların tarafına geçmişlerdir. Müslümanları | katletmeye başlarlar. 80.000 Müslüman Bitlis istikametine kaçmaya başlar, işgalden önce de Van Ermenilerinin ayaklandıkları, kaledeki zayıf Türk garnizonuna ağır kayıplar verdirdikleri, şehrin de asilerin eline geçtiği Alman Dışişleri Arşivleri'ndeki belgelerle sabittir. Belgeler de istanbul'daki Alman Büyükelçisi Wangenheim'in raporlarıdır ve yayınlanmışlardır.10 Bu tür belgeler, yayınlar nedense gözardı edilmektedir. Ermeniler Osmanlı idaresinde geniş imkanlara sahip olmuşlardır. XVI. yüzyılda Vezir Mehmet Paşa11 XVII. yüzyılda Kaptan-ı derya ve Sadrazam olan Halil Paşa12 Ermeni asıllı olup, Müslüman olmuşlardır. 1523'te Toroslarda Gülek kalesinde oturan 165 hane, 50 bekâr yaklaşık 875 kişi Ermenidir, kale hizmetlerinde çalıştıklarından olağanüstü vergilerden (avarız) muaftırlar. J3 Karaisalı'da En-Nahşa kalesinde oturan Ermeniler de öşür, cizye ve bad-i hava gibi vergileri vermemektedirler, muaf tutulmuşlardır. Belli ki bazı hizmetleri karşılığında bu bağışıklığı kazanmışlardır.1^ XVIII. yüzyılda Divrikli Düzyan ailesinden saray kuyumcuları, Darphane nazırları, Şaşyan ailesinden saray hekimleri, XIX. yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane müdürleri, Dadyan ailesinden Baruthane nazırları,15 Balyan ailesinden mimarbaşılar, II. Abdülhamid devrinde Ermeni hariciyeciler, Balkan harbi sırasında Hariciye Nazırı (Gabriel Noradonghian Efendi) vardır. Midhat Paşanın kahyası, yani en önemli yardımcısı Kirkor Odyan Efendidir. Kasım 1879'da Osmanlı Dahiliye Nezareti Genel Sekreteri Artin Dadyan Efendidir. Doğu Anadolu'da oturan Ermeni nüfusun Osmanlı yönetimi buralarda güçlenince Sayfa 45 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi kırsal alanlardan büyük ticari şehirlere göçtükleri belgelerle sabittir.16 Osmanlı Tahrir defterleri verilerine göre, şehirlerde toplandıklarından kaza ölçeğinde Hristiyan nüfus % 5 ile 20 arasında değişmektedir. Bunlann da ne kadarı Ermenidir belli değildir, çünkü aralarında Süryaniler de vardır. XIX. yüzyılda Rusların ve Anadolu'daki misyoner okulları mensuplarının tahriki ile bir kısım Ermeniler ülkelerini terk ederek başka yerlere giderler.18 Rusya'ya göçü-rülenler dışında, Amerika'ya da 1890-1900 arasında 12.000 Ermeninin göç ettiği, XX. yüzyılın başlangıcında göçün daha da hızlandığı anlaşılmaktadır. 1885'ten sonra üç Ermeni ihtilal Örgütü kurulur. Bunlardan birisi Armenakan Partisi'dir. Kurucularından elebaşı Mıgırdıç Portakalyan'ın babası Mikael Portakalyan, gençliğinde Paris'e tahsile gönderilmiş, dönüşte 1858'de Bâb-Âlî Tercüme Odasında çalışmış, 1886'da Maliye Nezareti danışmanı, sonra da Ziraat Bankası müdürü olmuştur.20 Mıgırdıç, istanbul'da Ermeni okullarından birinde öğrenim görmüş, genç yaşta siyasi faaliyetlere girişmiş, zaman zaman yurt içinde, bazen de yurt dışında Ermeni ayrılıkçı çabalarına katılmıştır. 1885'te Marsilya'da Armenia gazetesini çıkartmış, öğrencilerinden dokuzu da Armenakan Partisi'ni kurmuşlardır. Mıgırdıç Portakalyan'ın yayınlandığı Armenia gazetesi ve kendi matbaasında bastırdığı beyannameler Maraş'a gönderilerek dağıtılır. Çukurova'dan ve başka yerlerden Ermeni delikanlılarından layık olanlarının seçilerek Avrupa'ya gönderilmeleri, orada eğitildikten sonra tekrar memleketlerine yollanmaları istenmektedir. Gaye Ermenilerin kendilerini idare etmeleri, diğer bir deyişle bir Ermeni Devleti kurulmasıdır. ikinci bir örgüt de Hınçak (Çan) Partisi'dir. Bunlar, 1887'de Cenevre'de Rusya'dan Avrupa üniversitelerine giderek tahsillerine başlayan iyi aile çocuğu yedi genç Ermenidir. Hepsi Marksisttir. Mıgırdıç Portakalyan ile ya-kın ilişkileri vardır. Anadolu'da Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Eğin (Kemaliye), Arapkir ve Trabzon'da örgütlenirler, istanbul'da da teşkilâtları vardır. 15 Temmuz 1890'da Kumkapı nümayişini, Ağustos 1894'te Sasun isyanını, 30 Eylül 1895'te Bâb-ı Âlî yürüyüşünü, 24 Ekim 1895 Zeytun isyanını bunlar başlatır, yönetirler. Bahis konusu olayların mahiyeti nedir, bunlara da değinmek gerekir. Kumkapı Olayı Hınçak Cemiyeti üyelerinden bir grup 15 Temmuz 1890 Pazar günü Kumkapı Ermeni Kilisesi'ne giderek ayine müdahele ederler, içlerinden biri Ermeni ıslahatı hakkında bir beyanname okur. Bu olay tarihe Kumkapı Nümayişi olarak geçer. Birkaç gün sonra da olayın elebaşısı Ermeni Patrikhanesi'ne giderek oradaki Türk armasını parçalar, Patrik'i zorla yanlarına alarak Yıldız Sarayı'na yürüyüşe geçerler. Askerler önlerini keser, çatışmada iki taraftan ölenler olur. Sasun isyanı Ağustos 1894'te Diyarbakır Vilâyetinin Sasun kazasında Hınçak Cemiyeti üyelerinden ve kumkapı olayının faillerinden Haçin (Saimbeyli)li Hamparsum Boyacıyan'ın tahrikleri sonucu Ermeniler ile Müslüman halk arasında çatışmalar çıkar. Boyacıyan önce Atina'ya kaçıp sonradan tekrar Türkiye'ye gelmiş, birçok şehirde halkı tahrikte bulunmuştur. Onun yaptıklarının çoğu zamanının Ermeni gazetelerinden tercüme edilerek Osmanlı istihbaratına intikal etmiştir. 23 Ağustos 1894'te Osmanlı kuvvetleri olayı bastırır. Bu olaya I. Sasun isyanı denilir. Babıâli Yürüyüşü 30 Eylül 1895'te Hınçak grubuna mensup kalabalık bir Ermeni topluluğu Kumkapı'daki Ermeni Kilisesi'nde toplanarak Babıâli'ye yürüyüşe geçerler, kendilerine sadrazama isteklerini yazılı olarak vermeleri haberi gönderilir, yürüyüşten vazgeçmeleri de emrolunur. Lakin yürüyüşçüler kendilerine hükümet emrini getiren subayı şehit ederler. Büyük devletlerin müdahalesi ile II. Ab-dülhamit olayı yatıştırmak için askerî birlik kullanmaktan vazgeçer, bunun üzerine halk galeyana gelir, istanbul'da birkaç gün Müslümanlar ile Ermeniler arasında kanlı olaylar cereyan eder. Zeytun isyanı 10 Ekim 1895'te Zeytun'un Alabaş köyüne bir tahkikat için giden iki jandarma Ermeniler tarafından öldürülür. 24 Ekim'de bir grup Ermeni Zeytun'a gelir, plân yaparlar Türkleri esir alarak öldürürler. Bu olaya Ermeni kadınlar bile katılır. Olayın günlüğünü tutan Aghasi adlı Ermen 20.000 Türk öldürdüklerini, bunlann 13.000'inin asker olduğunu kaydetmiştir. isyanı çıkartanlardan elebaşlan yakalanır, lâkin yabancı devletlerin (Rus, italyan, Fransız ve ingiliz) konsoloslarının (Halep'teki) girişimi ile serbest bırakılır ve Marsilya'ya giderler. Üçüncü örgüt Daşnaksutyun (Federasyon demek) 1890'da Tiflis'te bazı Ermeni milliyetçiler, Çarlık rejimini devirmeye niyetli sosyalisüer, Rus ve Gürcü Sayfa 46 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi ihtilalcilerin işbirliği ile kurulmuştur. Yayın organları Droşak (Bay-rak)'tır. Bununla beraber, bu teşekkül istanbul'da ve Doğu Anadolu'da bazı kesimlerde yayılır, yani niyet ile başka başkadır. 26 Ağustos 1896'da istanbul'da Osmanlı Bankası'nı işgal ederler. Bomba kullanılır, memurlardaııj ölenler, yararlananlar olur. Baskını yapanlardan üçü ola; sırasında ölmüş, altısı yaralanmıştır. Geriye kalanlar manii Bankası Müdürünün ve Rus Sefaretinin aracılığı bir Fransız gemisi ile Marsilya'ya giderler. Fakat halk gali yana gelir, istanbul'da Ermeniler ve Müslüman halk a sında kanlı olaylar olur. 1904'te Sasun'da ikinci bir isyan gerçekleşir. Düzenleyenler yine daşnaksutyun mensuplarıdır. Bastırılır, fakat nisan ve temmuz arasındaki çatışmalarda bin civarında Türk, 19 Ermeni ölmüştür. 21 Temmuz 1905 Cuma günü Yıldız Sarayı önünde II. Abdülhamit'e yapılan suikast, hükümdarın gelişinden önce patladığından sonuçsuz kalır. Bu olayı da aynı tedhiş örgütü yapmıştır. Ermeni ihtilal örgütleri mensuplarının istanbul'da ve Anadolu'nun bazı şehirlerindeki faaliyetleri hakkında Avusturya arşivlerinde istanbul'daki temsilcilerinin yolladıkları belgelere rastlanır. Meselâ 19 Eylül 1896'da Üsküdar'da bir evde bir Ermeni bomba imalâthanesi bulunur.30 24 Eylül 1896'da da Galata Ermeni Kilisesi'nde, Beyoğlu'nadki bir evde bombalar ve bunların yapımına yarayacak malzeme bulunur.31 l Eylül 1905'te Manisa'da bir evde 34 kilo dinamit bulunur. II. Meşrutiyet'in ilânından sonra, Nisan 1909'daki Adana ve çevresindeki olaylar da bunların eseridir. Anayasaya göre, herkesin silâh taşıyabileceğinin kabulü, Ermenilerin örgüt mensuplarının teşvik ve çeşitli hile ve yalanları ile silâhlanmalarına yol açmış, ardından da Ermeni murahhası Muşeg'in tahrikleri ile Müslüman ve Ermeni halk arasında üç gün süren kanlı olaylar cereyan etmiştir (Nisan 1909). Muşeg, olaylar sırasında Mısır'da î bulunmaktadır. Ermeni ihtilal örgütlerinin aralarındaki yazışmaların s Türkçe çevirileri (asılları Ermenice), bu örgütlerin giriş-[ tikleri kanlı olaylar Hüseyin Nazım Paşanın derlediği Os-[••nanlı istihbarat raporlarından okunabilir. Yukarıda kısaca özetlenen olaylar ister istemez günü-tfflüzde Türkiye'de bazı benzeri durumları hatırlatıyor. Ih-ptflalci örgüt mensuplarının liderleri ve elebaşıları batı devletleri tarafından korunmakta, silahlandırılmakta, asıl elebaşları ortada görünmemekte, Adana'da olduğu gibi, olaylar sırasında uzaklarda bulunmaktadırlar. Hepsi Anadolu kökenlidirler, fakat batı şehirlerinde eğitim görmüşlerdir. Ermeni ihtilal Örgütlerinin en ziyade faaliyet gösterdiği yıllarda Ermeni nüfus da hep azınlıktadır. Bunlara da birkaç örnek verelim: Ermeniler ile Türkler arasındaki kültür ilişkileri çok derindir. Sanat, basın, ticaret alanlarında iki millet içiçedir. Ermeniler Türk âdeüerinin o kadar tesirinde kalmışlardır ki, 1835'te Osmanlı Devleti'ne gelen ve istanbul'da, Anadolu'da pek çok incelemelerde de bulunmak fırsatını yakalayan Moltke "Bu Ermeniler hakikatte Hristiyan Türklerdir denilebilir." kanısına varmıştır.36 Yakın tarihi bilmek, bir kısım olayların sebeplerini ve sonuçlannı iyi öğrenmek Türk eğitim sisteminin temel taşı olmalıdır. Yalnız iyi ekonomi bilen, her şeye ekonomi açısından bakan bazı devlet adamları, Amerika'da da öyledir diye, silâh edinilmesini serbest bırakmış, bu da yakın zamanların en kanlı olaylarının en önde gelen etkeni olmuştur. Geçmişte çatışan milletler, çeşitli tahriklerin kurbanı olmuşlardır. Onları bu olaylara itenler de zevk ü safa içerisinde keyif çatmışlardır. Bunun adı milliyetçilik, halka hizmet olarak tanıtılmaya çalışılsa da, hiçbir zaman bu sıfatlara lâyık değil, tam aksine memleketine ve halkına ihanettir. Milletler arasındaki bu tür olayları zaman zaman deşmenin faydası emperyalist güçlerin ekmeğine tereyağı sürer. Milletleri kaynaştırmanın yolu aralarındaki kültür ilişkilerini geliştirmek, bunların ön plâna çıkmasına hizmet etmektir. LOZAN'DAN GÜNÜMÜZE ERMENİ SORUNU LOZAN KONFERANSI BAŞLARINDA ERMENİ İSTEKLERİ Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Doğu Harekâtı' mn başarıya ulaşması üzerine 1920 yılı sonlarında Ermenilerle onları destekleyen İtilâf Devletleri'nin hesapları bozulmuş ve "Ermeni Meselesi" Milletler Cemiyeti'ne getirilmiştir. İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, Ermenilerin durumunu iyileştirmek, Türkiye'de kalanlar için birtakım imtiyazlar koparabilmek maksadıyla genel kurulun toplanmasını istemiştir. Yapılan toplantıda, "Ermeni Meselesi"ni çözüme kavuşturmak üzere bir devletin görevlendirilmesi ve bir rapor hazırlanması kararlaştırılmıştır. 21 Şubat-22 Mart 1921 tarihlerinde yapılan bu İkinci Londra Konferansı'na Bogos Nubar Paşa ve Aha-ronyan katılmış, bunların teklifi 26 Şubat'ta dile getirilmiştir. Buna göre, Ermenistan'ın birleşmiş ve müstakil bir devlet olduğu, Türklerin Ermenistan'a saldırısının Sevr'i yıkmayı amaçladığı ileri sürülerek, Sayfa 47 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Sevr'in geçerli olması istenmiş ve Çukurova (Kilikya) konusunun bu antlaşmada yer almadığından bahisle, Çukurova'ya da muhtariyet verilmesinde ısrar edilmiştir. Fransız temsilcisi ise "iddia edildiği gibi Ermenilerin Çukurova'da çoğunlukta olmadıklarını ve statükonun bu durumda değiştirilmesinin mümkün olmadığını, ancak oradaki azınlıklara Fransız Hükûmeti'nin önem vereceğini" belirtmiştir. Bunun üzerine Konferans'ta Ermenilerle ilgili olarak kabul edilen 9. maddede "Ermenistan'la ilgili taahhütlerin, Türkiye Ermenilerinin Asya Türkiye'sinin doğu hudutlarında bir milli "ocak" (yurt) için hakları tanınmak ve Milletler Cemiyeti'nin Ermenistan'ın nakli uygun ve haklı olacak bir yer hakkında verilecek kararına uyması suretiyle telif olunabileceği" ifade edilmiştir. Böylece, Sevr Antlaşması'nın 88. maddesindeki "hür ve müstakil devlet" yerine, özellikle Amerikalıların teşvikiyle, Londra Konferansı'nda, diplomatik dille, müphem bir "ocak" veya "yurt" kavramı ortaya atılmıştır. Bununla birlikte Milletler Cemiyeti, Londra Konferansı'ndaki bu kararı, oy birliğiyle aldığı bir kararla ve l kurulacak olan "Ermeni ocağı"'mn Türkiye'den ayrı ve müstakil olması şeklinde benimsemiştir. Bu arada, Türk Hükûmeti'nin yurt içi ve yurt dışındaki durumunu güçlendiren; Rusya'yla yapılan 16 Mart 1921 Moskova, Kafkas Cumhuriyetleriyle yapılan 13 Ekim 1921 Kars ve Fransızlarla yapılan 20 Ekimi 1921 Ankara İtilâf namesi gibi andlaşmalar, Ermeni heyetlerini de ümitsizliğe sevketmiştir 22-26 Mart 1922'de Paris Konferansı'nda hazırlanan "barış projesi"nde "Ermeni ocağı"nda görüşülmüş, Milletler Cemiyeti'nin kararına uyulacağı kabul edilmiş ve bir anlamda Lozan'a giden yolda Ermenile-| re bir açık kapı bırakılmıştır. Bu kararda, Lord Curzon'un 1921 Nisanında Lort lar Kamarası'nda "Çukurova (Kilikya)'da çoğunluk T"/i| lerde bulunduğundan buranın Türklere terk edileceğin söylemesi ve imzalanan Ankara Itilâfnâmesi'yle Fraı sızların bölgedeki etkisinin kalmayacağının ortayı çıkması üzerine, Türkiye'deki Ermeni Patriği Zaveı| Efendi başta olmak üzere, ruhani görevlerini bir t fa bırakıp siyasetle uğraşan hattâ terör hareketlerini bile katılan diğer din adamlarının ve Ermeni çevreh nin Paris Konferansı'na çektikleri telgrafların ve göl derdikleri mektupların da tesiri olmuştur. Türk Ordusunun 30 Ağustos 1922'de Başkomufe lık Meydan Muharebesinden sonra İtilaf Devleti 28 Ekim 1922'de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti t silcilerini İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapılacak l rış konferansına davet etmişlerdir. Konferansta lıklarla, dolayısıyla Ermenilerle ilgili konuların da g rüşüleceğinin ortaya çıkması üzerine, Ermeni çev" ri hem konferansa davet edilmek, hem de istekle kabul ettirmek için yoğun bir faaliyet içine girmişlerdir. Ermeni Birleşik Heyeti teşebbüslerinde üç ma güdüyordu: l- Birleşik ve müstakil bir Ermenistan'ın tahakkuk 2- Muvakkat bir çare olarak milli ocağın kurulması, 3- Lozan Konferansı'na kabullen. Heyet Lozan'a girmeden evvel Ermeni meselesi anda dikkatlerim çekmek için ayrıca Poincare'ye, illetler Cemiyeti Genel Sekreterine ve Venizelos'a üracaatlarda bulunmuştur. LOZAN KONFERANSI ESAS GÖRÜŞMELERİNE ALINMAK İSTENEN "ERMENİLİK" KONUSU Bu müracaatlarda da görüldüğü üzere bazı Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriye-ti'nin düşmanlarıyla birlikte hareket etmişler ve Türkiye Cumhuriyeti'nden toprak talebinde bulunma cesaretini göstermişlerdir. Kendilerim savaşta kullanan İtilâf Devletleri'nden bu defa barışta yardımlarını istemişler ve her yolu deneyerek onların desteğini ararken, bir milyondan fazla sivil halkını katlettikleri Anadolu Türkü'nün Lozan'a giden temsilcilerinden bile, aracılar koymak suretiyle, medet ummuşlardır. Elbette bu kadar sivil insanını soy kırıma uğratan, i düşmanla iş birliği yapıp ihanet eden ve yine onlarla ülkeyi terkedip giden ve yüzyıllarca üzerinde yaşadıkları ülkeyi bölmek, parçalamak için fırsat kollayan ı Ermenilerin bu isteklerim ne Türk halkı ne de onun temsilcileri kabul edemezdi. Ancak, cepheden sonraki j bu diplomatik sınır savaşında Türk temsilcileri tara-f fından kabul bile edilmeyen Ermeni heyetinden Hali disyan, Aharonyan, Paşaliyan ve eski Osmanlı Nâfıa, ıBahriye ve Hâriciye Nâzın (Bakanı) olan Gabriel No-Iradungiyan Efendi, kısa bir süre sonra kendilerini yü-Izüstü bırakacak olan yeni efendileri İngiltere, Fransa, ya, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri'nden irklere baskı yapmasını istediler. Hiç olmazsa "Bü-î Ermenistan"m birer parçası olarak hayal ettikleri ı ve Güney-Doğu Anadolu'yla, denize çıkışı sağ-lacak olan Çukurova (Kilikya)'nın kendilerine verilisi için ellerinden gelen her şeyi denediler. Ermenilerin bu müracaatı da sonuç vermemiş ve ;an görüşmelerine alınmamışlardır. Ancak Türk jetinin itirazlarına rağmen 12 Aralık 1922'deki anlıklar Alt Komitesi'nde dinlenmeleri İtilâf Devlet-|ki delegeleri tarafından Sayfa 48 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi kabul edilmiştir. LOZAN KONFERANSI AZINLIKLAR ALT KO-SİNDE GÖRÜŞÜLEN "ERMENİLİK" KONUSU Konferansın Azınlıklar Alt Komitesi'nin 15-30 Aralık 2 ve 6 Ocak 1923 tarihlerindeki toplantılarında, Türk ı itirazlarına rağmen, Ermenilerin durumu da ate alınmıştır. Başkanlığım İtalyan temsilcisi Mon-la'nın yaptığı toplantılarda, Türk delegesi Dr. Rıza ; "Ermeni ocağı" konusunun görüşülmesine ve Er-d delegelerine söz verilmesine itiraz etmiş ve Erme-rin konuşturalduğu toplantıya katılmamıştır. 30 Aralık tarihli toplantıda Amerika Birleşik Devlet ivletleri Temsilcisi, Ermeni yurdunun kurulmasını isteyen bir bildiri sunmuştur: Amerikan bildirisinin okunmasından sonra Komisyon Başkanı M. Montagna ve Sir Horace Rumbold söz almış ve Ermeni yurdu konusunu savunmuşlardır. Fransız temsilcisinden önce, araya girerek, Türk temsilcisi Dr. Rıza Nur söz almış ve kesin bir dille "Ermeni yurdu konusunu Türkiye'nin reddettiğini ve şayet İtilaf Devletleri savaştaki küçük müttefikleri Ermenilere bir yurt vermek istiyorlarsa, bu yurdun Türkiye sınırları dışında aranmasının doğru olacağını" ifade etmiştir. Daha sonra da Fransız temsilcisi M. De Lacroix aynı iddiaları tekrar etmiştir: "ERMENİ YURDU" KONUSUNUN LOZAN KONFERANSI'NDAN ÇIKARILMASI Türk heyetinin bütün itirazlarına rağmen Azınlıklar Komitesi'nde görüşülen konular ve Ermeni yurdu meselesi bir raporla Konferans'in 9 Ocak 1923 tarihli toplantısına getirilmiştir. Ancak, Türk heyetinin kararlı tutumuna rağmen, bir ara Ermeni yurdu konusu Lord Curzon tarafından dile getirilmişse de, İsmet Pa-şa'nın buna ilave edeceği bir şey olmadığını belirtmesi üzerine bu konu bir daha Lozan Konferansı'nda görüşülmemiş ve antlaşma metninde yer almamıştır. Böylece batılı devletler tarafından savaş sırasında teorik olarak ve fiilen gündeme getirilen suni "Ermeni meselesi", tehcir olayı ve Türk zaferleriyle askeri olarak ve Lozan'daki son durumda da hukukî ve siyasî olarak sona ermiştir. Bölgede batılılar tarafından desteklenen Ermeniler, Lozan'da da desteklenmek istenmesine rağmen, Türklerin yoğun çabaları, batılı devletlerin yeni bir savaşı göze alamamaları, Ermenilerin asılsız ithamlarının ortaya çıkması üzerine konu bir kere daha tekrar rafa kaldırılmıştır. Bununla birlikte Lozan Konferansı'nın devam ettiği aylarda Ermenistan'daki ve batıdaki Ermeni kuruluşları, başta Taşnaksutyun, Birleşik Ermeni Heyeti, Ermeni Dostları Birliği vb., diplomatik temaslarına devam etmişlerdir. Bu amaçla yemden devletlere mektuplar yazmışlar, raporlar göndermişler ve bu defa hukukî, siyasî çözümlerden çok sosyal, kültürel çareler üzerinde durmuşlar ve yeni bir "merhamet dileme" yolunu tutmuşlardır. Bu müracaatların çoğu cevapsız kalmış ve nadiren aldıkları cevaplardan ise kendilerini desteklemiş, kışkırtmış, cephelere sürmüş olan devlet yetkilileri "günah çıkartmışlar" yapacak bir şeyleri olmadığını ileri sürmüşler ve bu eski "küçük müttefiklerini" teselli etmekle yetinmişlerdir. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ERMENİLERİN FAALİYETLERİ Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabuklarına çekilen Ermeniler, yeni bir dünya savaşı başlarken yine birtakım beklentiler içine girmişlerdir. Lozan Konferansı sırasındaki gibi, eski destekçilerine mektuplar,telgraflar göndermişler, doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya kalkışmışlardır. Bu amaçla, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Traman'a 23 Eylül 1944'te, İngiltere Dışişleri Bakanı Mr.Bevin'e 25 Şubat 1946'da Daşnakçılar birer telgraf göndermişler; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere Dişişle-ri Bakanlıkları'na 29 Mart 1946'da birer muhtıra vermişler; Stalin'e 24 Nisan 1945'te bir telgraf göndermişler ve biri 7 Mayıs, diğeri 13 Haziran 1945'te olmak üzere San Fransisco'daki konferansa iki muhtıra sunmuşlardır. 29 Mayıs 1945'te de Ermeni Göçmenleri Merkez Komitesiyle, Ermeni Göçmenleri Meclisi Paris'te başkanları A. Çorbaciyan ve H. Samuel imzalarıyla dört büyüklere birer muhtıra vermişlerdir. 28 Mayıs 1945'te de Mısır'daki Ermeni Cumhuriyeti eski Başbakanı, Churchill, Stalin ve Truman'a birer telgraf göndermiştir. 6 Eylül 1945'te ise Daşnak lideri J. Mis-sokian Londra'daki Beşler Konferansı'na bir muhtıra vermiştir. Ermenilerin bulundukları bütün ülkelerde yürütülen bu faaliyetler ve uluslar arası kuruluşlara yapılan yeni müracaatlar, Sovyet basın-yayın kuruluşlarınca da desteklenmiş ve Rusya'nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı'nın süresinin sona ermesi üzerine Rusya'nın Boğazlar ve Doğu Anadolu'dan imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte mütalaa edilmiştir. Bu ve müteakip müracaatlarda da Ermeniler yine Birinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi rüzgâr ekip fırtına biçmişlerse de, "Ermeni Meselesi"ni yine dünya kamuoyunun önüne getirmişler ve Ermenistan'daki ve diğer ülkelerdeki yurttaşlarıyla arasında en azından kültürel açıdan köprüler kurabilmişlerdir. Sayfa 49 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi ERMENİ MESELESİNİ DÜNYA KAMUOYUNA MAL ETME ÇABALARI: 24 NİSANLAR, SÖZDE KATLİÂM ANITLARI İkinci Dünya Savaşı dönemindeki asılsız Ermeni iddiaları, yirmi yıl sonra 1965'lerde bu defa dini-siya-sî-kültürel bir havaya bürünerek tekrar gündeme getirilmiştir. Dünyanın her tarafındaki Ermeni patrikhane ve kiliseleri, eğitim-öğretim kurumları, siyasî kuruluşlar harekete geçmiş ve asılsız Ermeni katliâmının 50. Yıldönümünü anmak amacıyla "24 Nisan 1915" sözde "Ermeni soy kırım Günü" olarak ilân edilmiştir. 1965'ten itibaren de dünyanın her tarafındaki Ermeniler tarafından anılmaya, klasik iddialar tekrarlanmaya ve tabiî her Ermeni toplantısında olduğu gibi Türkler karalanmaya devam edilmiştir. Bu girişim, Beyrut'taki Antilyas Kilisesi'nde mukim "Çukurova (Kilikya) Katagikosu"(1) Patrik I. Ho-ren'le, onun Kıbrıs Kilisesi'nden arkadaşı Başpiskopos Afakaryos tarafından başlatılmıştır. 24 Aralık 1964'te Kıbrıs Dışişleri Bakam Kıpriyanu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Kıbrıs konusunda Türkiye'yi ve Ada Türklerini suçlarken, Ermenilerle yapılan i birliği sonucu, asılsız Ermeni katliâmının 50. Yıldönü münün de anılacağım açıklamıştır. Bu, Birinci Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında Batı Anadolu< Kıbrıs'taki Rum-Ermeni işbirliğinin yeniden ve bu c fa dini-siyasî olarak uygulamaya konulduğunu gösj termektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Ermeni s rununun bu boyut ile ortaya çıkarıldığı tarihin, Türk ye-Yunanistan arasındaki Kıbrıs konusundaki melerin tarihi ile denk düşmesidir. Ermeni sorun bundan sonra, Türkiye'nin Kıbrıs başta olmak üz bütün milli meselelerinde adeta "sıkıştırılmaya" çalış dığı dönemlerde, başka sorunlarla birlikte veya tek b sına karşısına çıkarılacaktır. Bu mesele kullanılaral Türkiye milli meselelerinden taviz vermeye zorlan çaktır. Bu iş birliği, Habeşistan'ın başşehri Adisababa'd 17-25 Ocak 1965 tarihinde İmparator Haile Selase'ni koruyucu başkanlığında Patrik I. Horen, Başpiskopı Makaryos ve diğer ruhani ve siyasî liderlerin katıl mıyla yapılan toplantıda resmen ve fiilen ilân edilı 24 Nisanların bundan böyle anılması ve kararı ak mistir. Böylece 24 Nisanlar, 1965'ten bu yana, yaklaı kırk yıldır anılmaktadır. 1965 yılındaki bu faaliyetler, hem dünyanın her il rafındaki Ermenileri bilinçlendirmeye, hem de dün; kamuoyunu etkilemeye yönelik olmuştur. Ermenisl dışındaki Ermeni toplumunun özellikle bu mesele] dört elle sarılmasının en önemli nedeni, yaşadı] Amerika, Kanada ve Avrupa Birliğine üye ülkeleri üçüncü nesil Ermeni gençlerinin artık bu toplun içinde kültürel bakımdan asimile olmaya başlamal^ yani milli kimliklerini kaybetmeye başlamalarıdır.] menistan dışındaki Ermeni toplumu, bu anma ; rini ve soy kırım yasa tasarılarını, milli kimliklerini!] rumak ve canlı tutmak için bir faaliyet alanı ola kullanmaktadır. Bu çerçevede bu toplumun kullandığı önemli l konu da; bulundukları ülkelerde "Ermeni soy Anıtları"mn dikilmesi faaliyetidir. Bu amaçla nan'ın Beyrut şehrinin Antilyas yöresinin Bikfayal nastırı'nın yanına 24 Nisan 1968 tarihinde büyükl törenle Ermeni Katliâm Anıtı dikilmiş, bunu diğ takip etmiştir. ERMENİ TERÖRÜNDE YENİ AŞAMA: ASA VE DİĞERLERİ Türk-Ermeni münasebetlerinin kanlı olaylara nüştüğü 1878 Berlin Antlaşması'ndan günümüze dar, yaklaşık 120 yıllık dönemde dört büyük E terörüne şahit olmaktayız. Bunlardan birincisi, hem Ermeniler hem de deş çileri batılı devletler tarafından gündeme getirilen sun'i "Ermeni meselesi" adı altında Türklere yapılan Ermeni katliâmları, suikastleri, kundaklamaları, isyan hareketleridir. İkincisi, yine Ermeniler ve destekçilerince Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında yeni hazırlanan "Ermeni katliâmı" efsanesiyle cephelerde düşmanla savaşan Türk milletine Ermeni çetelerince yapılan katliâmdır ki, Lozan Konferansı'nda İsmet Pa-şa'nın ifadesiyle bir milyondan fazla sivil Türk halkının hayatına mal olmuştur. Üçüncüsü ise Lozan Konferansı'nda da umduklarını bulamayan Ermeni teröristlerinin eski Osmanlı bakan ve idarecilerine karşı gerçekleştirdikleri cinayetlerdir ki, Talat, Cemal, Sait Paşalarla, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Beyler'in şahadetleriyle sonuçlanmıştır. Dördüncü Ermeni terör ve cinayet serisi ise 1973'ten günümüze kadar Türkiye'deki ve genellikle de yurtdışındaki Türk temsilcilerine, diplomatlarına karşı sürdürülmüştür. Öncekiler, bazı istisnalar dışında, Ermenistan dışındaki Ermeniler ve profesyonel terör teşkilatları (komiteler, gönüllü alayları, gazeteler) tarafından yapılırken, üçüncü terör hareketleri, profesyonel örgütlerle birlikte hareket eden teröristler (Tehlirian vb.) tarafından, sonuncusu ise Türk düşmanı uluslar arası terör teşkilatlarıyla iş birliği içindeki profesyonel Ermeni terör teşkilatları tarafından yapılmıştır. Bugün dünyada Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölmeye, parçalamaya, yok etmeye yönelik yaklaşık 700 terör teşkilatı mevcuttur. Bunlardan 587'si yurt dışında, 103'ü ise Türkiye'de faaliyet göstermektedir. Bu Sayfa 50 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi terör grupları içinde Ermeni asıllı olanlar önemli bir yer tutmaktadır. Uluslar arası terör teşkilatlarıyla iş birliği içindeki Ermeni terör teşkilatları, aynı zamanda Türkiye'yi bölmek, parçalamak için Doğu Anadolu'da ve yurt dışında faaliyet gösteren PKK Yunanistan ve Güney Kıbrıs'la çok yakın faaliyet içindedir. Bunlar, Türkiye'ye ve Türk insanına yönelik her türlü cinayeti geçekleşti-rirken, aynı zamanda uyuşturucu madde ve silâh kaçakçılığı, kadın ticareti, kara para aklama, adam kaçırma eylemleri, Türk insanını karalama ve menfaatlerini engelleme faaliyetleri ve döviz operasyonlarını yapmaktadırlar. Bu iş birliğiyle ilgili olarak burada zikretmeye yerayıramayacağımız kadar çok binlerce belge, bulgu mevcuttur. Şu kadarını söyleyelim ki, dün Hoy-bun Independance (Kürt-Ermeni Terör Teşkilatı) olarak faaliyetleri bilinen bu iş birliği, 6 Nisan 1980'de, 1965'te-ki 24 Nisanları katliâm günü olarak anma kararında olduğu gibi, yine Lübnan'ın Sedan şehrinde ASALA l ile PKK arasında imzalanan bir anlaşma ile ASALA r Türkiye'deki terör hareketini Karabağ'a kaydırmış ve yerini PKK terör teşkilatına bırakmıştır. İşte PKK'nın ilk terörist eylemleri de 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli'de başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir. Ermenilerin de başta olmak üzere terör teşkilatları tarafından Türk milletine, Türk Devlet adamları ve diplomatlarına yönelik saldırılar, dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar çok ve tahripkâr olmamıştır. Gürgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'te ABD'nin Santa Barbara kentinde, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet BAYDAR ile Konsolos Bahadır DEMİR'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü"mi 1975'ten itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü" izlemiş ve yurt dışındaki görevlilerimiz, elçiliklerimiz ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır. 21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı olmuştur. 110 saldırıdan 39'u silâhlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmuştur. Bu saldırılarda 42 diplomat Türk vatandaşı ile 4 yabancı hayatım kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs yaralanmıştır. Burada kısaca bu terörü yönlendiren ASALA Terör örgütünden bahsetmek yararlı olacaktır. Örgütün Merkezi, Beyrut/Lübnan olup, Kuruluş Tarihi, 20 Ocak 1975'tir. Siyasî Görüşü, Hınçak Partisi yanlısı "Marksist-Leninist" doğrultuda idi. Örgütün Lideri, "Mihran MİHRANİAN, Agop HAGOPİAN" gibi takma isimler de kullanmış olan Bedros HOVA-NASSIAN'dır. 20 Ocak 1975 tarihinde Beyrut'taki Dünya Kiliseler Birliği Bürosu'na yaptığı bombalı saldırı ile adını duyuran ASALA, kendisini uluslar arası devrim hareketinin bir parçası olarak kabul etmekte, Türkiye ile müttefiklerini can düşmanı saymakta ve Ermeni davasının ancak, silâhlı mücadeleyle çözümlenebileceği görüşünü savunmaktadır. ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk temsilciliklerine yönelik silâhlı eylemlerini en çok Fransa'da gerçekleştirmiştir. Lübnan'dan sonra en büyük hareket üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket serbestliği bulunan Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni kuruluşlarından almış oldukları büyük destekle rahatlıkla eylem yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, İran ve Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Yunan gizli servislerinin organize ve teşviki ile kurulduğu tahmin edilen ve kuruluş aşamasında S.S.C.B tarafından yönlendirilen ASALA, 20 Ocak 1975 tarihinde Beyrut'ta Dünya Kiliseler Konseyi Bürosuna yapılan bombalı saldırı eylemi ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur. ASALA bu eylemlerle yetinmeyerek gerek dünya devletlerinde, gerekse ülkemizde birçok olaylara neden olmuştur. ASALA'nın kurucusu olan Agop Agop-yan, örgüt içerisinde çıkan nifaktan dolayı istenmeyen adam olarak ilan edilmiştir. Neticesinde 28 Nisan 1988 günü Atina'nın banliyölerinden Faliron semtinde maskeli iki şahıs tarafından silâhla vurularak öldürülmuştur ve bu da bir iç hesaplaşma olarak nitelendirilmiştir. ERMENİSTAN CUMHURİYETİ VE TERÖR Yaklaşık 9 asır boyunca Türklerle birlikte rahat ve sükun içinde yaşayan ve Osmanlı Devleti'nde oldukça zengin bir tabakayı meydana getiren bazı Ermenilerin tutumları; 1877-1878 Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayaste-fanos Antlaşması ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşması imzalanınca değişmiştir. Bu anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı Avrupa Devletleri'nin kışkırtmasıyla Ermeniler süratle örgütlenerek, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir. Rusya, Kafkasya'da çağlardan beri devam eden milli politikası gereği, Türkiye ile Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına uydu görevini yürütecek bir Ermeni Devleti yerleştirerek, irtibatlarım koparmak istemiştir. Bu amaçla, Rusya'nın Sayfa 51 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Bolşevik Lideri Lenin, 18 Aralık 1917'de tayin ettiği Kafkasya Komiseri Ermeni asıllı Stepan Şalımyan'a 30 Aralık 1917 tarihli Kararname ile, o sırada Rus işgali altında bulunan Doğu ve Güney Kafkasya'da Sovyetler Birliği'ne bağlı bir Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermiştir. 27 Nisan 1920'de Bolşevik hâkimiyetinin tesirinden sonra Güney Kafkasya ve Azerbaycan'da; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Nahcivan Özerk Eyaleti ve Karabağ Özerk Bölgesi kurulmuştur. Ermenistan, kağıt üzerinde sınırları çizilen bir devlete böylece sahip olmuştur. Milliyetçilik ve yayılmacılık duyguları iyice kabartılan ve kışkırtılan Ermeniler, Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlamasından sonra 23 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlıklarım ilan ederek Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle komşularına saldırmaya başlamışlardır. Son yıllarda terör faaliyetleriyle isteklerini gerçekleştiremeyeceklerini anlayan bazı Ermeniler, 1986'dan sonra siyasî platformda Türkiye'ye baskı uygulamayı ve "Bağımsız ve Birleşik Sosyalist Kürdistan" hayaliyle ülkemizi bölmeyi amaç edinen PKK terör örgütüne her türlü desteği vererek, ülkemizin parçalanmasına yardımcı olup bu yolla toprak talebim gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. . SORUNUN SİYASALLAŞTIRILMASI Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun, Lozan Antlaşmasından sonra özellikle ABD, Fransa, Lübnan ve bazı Güney Amerika ülkelerinde görülen örgütlenme, sessiz çalışma ve fırsat kullanma süreci belirli aşamalardan geçerek önemli bir güce sahip olmuş ve 1964 yılından itibaren uluslar arası eylemlere dönüşmüştür. Bu güne kadar gelen Ermeni hareketleri hemen hemen hiç değişmeyen enstrümanları kullanmıştır. Bunlar; - Türk ve Türkiye düşmanlığını yaymak. - Orta Doğu ve Anadolu'da çıkarları bulunan devletlerin desteğini sağlamak. - Türkiye ile ilgili en küçük anlaşmazlığı olan devletlerle ortak hareket içine girmek. - Sorunu ulusal parlamentolar ile uluslar arası platformlarda gündeme getirmektir. Bu yöntemleri kullanan Ermeni iddialarının hedefleri aşamalı olarak; - Ermeni milliyetçiliğim ayakta tutmak. - Dünya siyasî sisteminde söz sahibi ülkenin parlamentolarını kullanarak "Soy kınmı"m tescil ettirecek kararlar çıkarttırmak - Bu kararlara dayanarak Osmanlı'nın devamı olarak gösterilen Türkiye Cumhuriyeti'nden "tazminat" talebinde bulunmak ve bununla ilgili uluslar arası kamuoyu oluşturmak. - Uygun bir fırsat bekleyerek "toprak" talebinde bulunmaktır. Türkiye'yi bölmeye parçalamaya muvaffak olamayan Ermeni terör hareketleri, özellikle yurt dışındaki Türk diplomatlarıyla birlikte o ülke insanlarından da kurbanlar vermeye ve Türkiye'deki Ermenilerin nefret ve tepkilerini toplamaya başlayınca yeni bir yola yo- ] nelmiştir. Nasıl Ermeniler Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında terörle bir yere varmayınca, Lozan Konferansı sırası ve sonrasında diplomatik faaliyetlere yönelmişlerse, bu defa da yeni cinayetlerinden sonuç alamayınca, yine bazı diplomatik manevralara girişmişlerdir. Birleşmiş Milletlerden, Avrupa Bir-liği'nden, bulundukları ülkelerin parlamentolarından "24 Nisan"ı katliâm günü ilân etmişler, Türkleri kına-j yan karar tasarıları çıkarmaya çalışmışlar ve uluslar j arası kuruluşlar ve terör teşkilatlarıyla iş birliği yapa-j rak Türkiye'yi NATO'dan çıkarmayı da denemişlerdir, Ermenilerin bu meseleyi siyasallaştırma çabalan! sonucu, Ermeni iddialarına uygun karar alan ülkeler! şunlardır: Fransa, Arjantin, Uruguay, Rusya, Kanada,! Yunanistan, Lübnan, Belçika, İtalya, Kıbrıs Rum Yöne-1 timi, Vatikan ve Avrupa Konseyi Parlamenterleri Asamblesi ve karar tasarısı parlamentolarının günde-l mine getirilen ülkeler ABD ve İsviçre'dir. Bütün bu siyasal kararların ve çabaların arkasında} çok farklı amaçlar bulunduğu kuşkusuzdur. Hukukî bakımdan bağlayıcılığı olmayan bu kararların, ulusla arası camiada etkili olduğu görülmektedir. Zama bu tasarılarla gündeme getirilen taleplerin, Türk ye'nin mesela Avrupa Birliği ile ilişkilerinde bir "i yatma" unsuru olarak kullanılması söz konusu olabile çektir. İçinde bulunulan sürecin hukukî bir süreç olmak} tan çok, siyasî bir süreç ve Türkiye'ye karşı oynan bir oyun olarak değerlendirilmesinde yarar varı Gerçekten, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti De leti, batı tarafından politik baskı altına alınarak etkilenmek, denetlenmek, sınanmak, kuşatılmak ve sınırlanmak istenmektedir. Oynanan, "kirli" bir dış politika oyunudur. Parlamentolar eliyle tarih yazılması, yanlış bir yol ve yöntemdir. Asıl amaç, Türkiye'nin soy kırımı iddiasını kabul etmesini, buna bağlı olarak da tazminat ödemesini ve hattâ toprak talebinde bulunulmasını sağlamaktır. Bu nedenle, böyle Sayfa 52 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi tasarılara karşı, Türkiye'nin daha etkin bir mücadele sürecine girmesi gerekmektedir. SORUNU ULUSLAR ARASI HUKUKÎ BİR MESELE HALİNE GETİRME ÇABALARI Ermeni propagandasının son yıllarda üzerinde yoğunlaştığı alan, yakın geçmişte siyasallaştırılan "Ermeni Soy kırımı" konusunun hukukileştirilmesi çabasıdır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu baş-, ta olmak üzere Ermeni propaganda merkezleri, son j günlerde konuyu "devletler hukuku suçlan" çerçeve-\ sinde ele alarak ve birtakım uluslar arası hukuk me-i tinlerim ön plana çıkartarak Türkiye'yi bu bakımdan \ mahkum ettirmeye çabalamaktadırlar. Hattâ, mesele Yahudilere yönelik Nazi katliamları ile aynı kefeye konulmaktadır. 1948 tarihli "Soy Kırımı (Genocide) Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi" hiç görülmedik biçimde 1915 yılına, yani geriye işletilmeye çalışılmaktadır. Halbuki; Türkler ve Ermeniler dünyanın hiçbir ye-[ rinde ve hiçbir toplumda görülmeyecek ölçüde iç içe | yaşamışlardır. 800 yıllık bu zaman diliminde din, dil ve kültür farklılıklarına rağmen "barış içinde ve birlikte" l (Coexistence) yaşamayı başardılar. Fransız ihtilalin-I den sonra, patlayan ulusal akımlar XIX'ncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu dahilinde bulunan çeşitli l ulusların bağımsızlığı ile sonuçlandı. Ermeniler özel l durumları nedeniyle bağımsızlıklarını gerçekleştire-fmediler. Anadolu'nun her tarafından Türklerle iç içe yaşayabilir oluşları, herhangi bir bölgede çoğunluk sağlayamamalarma neden oldu. Belirli yerlerde tedhiş eylemlerini giriştiler ancak, "Ermeni yurdu" denilebilecek bir bölgenin olmayışı bu bölgesel isyanları genel bir bağımsızlık mücadelesine dönüştüremedi. Doğu Anadolu'da yaşayan Ermenilerin bir kısmı-: tun dış kışkırtma sonucu ayaklanarak Osmanlı Ordu-I suna zarar vermesi, Ruslarla işbirliğine giderek Osmanlı Ordusunun harekâtını sekteye uğratması sonucu alman kararlarla 1915 yılında Ermeni terör örgütlerinin liderleri ve kışkırtıcılarının yakalanması, ayrıca harekât bölgesindeki (Doğu ve Güney Anadolu) Ermeni nüfusun, yine imparatorluk sınırları içindeki güvenli başka bölgelere geçici olarak nakli öngörülmüştür. Sevk ve iskân esnasında eşkıya saldırıları, orduyu da etkileyen salgın hastalıklar ve intikal yolundaki zorluklar nedeniyle 56.000 civarında Ermeni ölmüş ya da eşkıya tarafından öldürülmüştür. Ancak bunun yanında intikale nezaret eden birçok güvenlik görevlisi de hayatını kaybetmiştir. Bu öldürme eylemlerinin ve ölümlerin "soy kırımı" olarak nitelenmesi mümkün değildir. Çünkü soy kırımı kastı bulunmamaktadır. Ölümler bir devlet politikası olarak değil, bireysel ve kontrol edilmeyen kişilerce gerçekleştirilmiştir ve bu kişiler daha sonra yargılanmış ve cezalandırılmıştır. 1915 kararları, soy kırımı kastı ile alınmamıştır. Sevk ve iskan işi Ermenilerin yaşadıkları bütün vilâyetlere uygulanmamış, İstanbul, İzmir, Bursa gibi bazı vilâyetlerde yaşayan Ermeniler, hastalar, âmâlar, Osmanlı Ordusunda görevli Ermenilerin aileleri, Reji İdaresi ve Osmanlı Bankasında çalışan Ermeniler ve aileleri sevk ve iskâna tâbi olmamışlardır. Ayrıca Katolik ve Protestan Ermeniler de sevk edilmemişlerdir. Şevkin uygulandığı yerler ve genel olarak sevk edilenlerle ilgili durum şudur: Savaş içerisinde Ruslar ile işbirliği yapılan vilâyetler ve Ermeni terör eylemlerinin yoğunlaştığı illerin Ermeni halkı sevk edilmiştir. Bu uygulama tamamen güvenlik kaygısı ile hareket eden devletin hukukî bir tasarrufu olarak değerlendirilmelidir. Birinci Dünya Savaşı'nda Ermeni ayaklanmaları ve Osmanlı yönetiminin aldığı karşı tedbirler incelenirken, Osmanlı Devleti'nin bir dünya savaşının içinde olduğu, seferberlik ilan edildiği; Ermeni unsurların, casusluk, silâhlı ayaklanma, Türk-Müslüman halkı kıtal, işgal ordularıyla işbirliği suretiyle milli müdafaaya hıyanet fiillerini işlediği; Osmanlı Devleti'nin, başta devletin bekası olmak üzere, devletler hukukuna ve hayati ulusal güvenlik ihtiyaçlarına uygun, gerekli ve ölçülü tedbirleri aldığı ve uygulamaya çalıştığı unutulmamalıdır. Osmanlı Devleti'nin yaptığı işlem, hukukî bakımdan sınır dışı etme (deportatiton-expulsion) mahiyetinde değildir. Ülke içi nakildir (displacement-relocati-on). Devletin bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati önemdeki ulusal güvenlik ihtiyaçları bu önlemleri zorunlu kılmıştır. Olayların yaşandığı sırada, birçok Ermeni'nin Osmanlı Devleti'nin çeşitli organlarında memur veya milletvekili olarak bulunduğu ve Cumhuriyet döneminde Türklerle Ermeniler arasındaki toplumsal yaşantı paylaşımı ve uyumlu ilişkiler de soy kırımı olmadığının bir başka kanıtıdır. 1970'li yıllarda Türkiye ideolojik ve bölücü terör eylemleri ile karşı karşıya kalırken; ve ASALA tarafından Türkiye'ye yönelik ciddi bir terör hareketi yürütülürken, Türkiye'deki Gayrimüslim azınlıklardan biri olan Ermeni toplumu, bunlara karışmadığı gibi, bu olayları şiddetle eleştirmiştir. Bu çerçevede yine, Ermenilerin bugünkü bütün çalışmalarına esas olarak aldıkları Sayfa 53 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 1915 Ermeni sevk ve iskânı ve sonrasında gelişen olayların bütün çıplaklığı ile aydınlatılması gerekmektedir. Özellikle Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun "Ermeni Tehciri ve Gerçekler" adlı eserinde kullandığı, yeni bulunan arşiv belgeleri sevk ile ilgili bütün sorulara cevap bulmamızı sağlamıştır. Şimdiye kadar bilinmeyen, sevk sırasında hangi vilâyetten, ne kadar Ermeni'nin nerelere sevk ve iskan edildiği; bunlardan kaçının yerlerine ulaşamadığı, ulaşamayanların niçin ulaşamadıkları, yani kayıp nüfusun ne kadar olduğu ve nasıl kayıp olduğu gibi meselenin kritik boyutları artık aydınlatılmış bulunmaktadır. Ayrıca, sevk işleminin hangi güzergahlar kullanılarak yapıldığı, hangi araçlarla nakillerin gerçekleştirildiği konuları da artık net bir şekilde bilinmektedir. Prof. Dr. Sayın Yusuf Halaçoğlu'nun ortaya koyduğu gibi; sevk edilen insan sayısı toplam 438.758'dir. Bunlardan 382.184'ü yerlerine ulaşarak iskan edilmişlerdir. Aradaki 56.610 kişilik farkın, 6.610'u yola çıkan fakat tehcirin durdurulması sebebiyle bulundukları vilâyetlerde alıkonulanlardır. Kayıp nüfus toplamı ise sadece 50.000'dir. Bunların 25-30.000'i hastalıktan, 10.000 civarında olanı ise eşkıya saldırılarından, diğerleri de uygun olmayan yol şartlarından (soğuk, açlık vs.) ölmüşlerdir. Bu rakamlar, Osmanlı Devleti'nin 1914'te yaptığı nüfus sayımmdaki rakamlar ve Bogos Nubar ile G. Norodunkian'ın Lozan'da verdikleri rakamlarla da örtüşmektedir. Gerçek bu şekilde olduğu halde, Ermeni propagandası, rakamları adeta enflasyona tâbi tutarak, 1.500.000-4.000.000 Ermerü'nin yok olduğu iddiasını gündemde tutmaya çalışmaktadır. Bu propaganda ve faaliyetlerle, önce Türkiye'nin, asılsız soy kırımı iddiasını kabul etmeye, arkasından tazminat ödemeye ve hattâ Ermenilere toprak vermeye zorlanması amaçlanmaktadır. Bazı devletler de kendi milli menfaatleri doğrultusunda bu oyunun geri plandaki aktörleri olarak durmaktadırlar. Ermeni sorununun devamlı olarak gündemde tutulmasını; Türkiye'nin üniter bütünlüğü, laik yapısı, Kıbrıs meselesi, Ege meselesi, Kuzey İrak'ta yaratılan fiili durum, Hazar Petrolleri, Türkmen ve İran Doğal Gazı Projeleri ve nihayet Azerbay-can-Ermenistan-Türkiye ilişkileri çerçevesinde düşünmek durumundayız. SONUÇ Türkiye'nin özellikle 1973'ten sonra dünya kamuoyuna mal edilen terörist eylemlerle hız kazanan, 1980'lerden sonra siyasallaşma yolunda hızla ilerleyen nihayet 1990'lardan sonra da siyasallaşma çabalarına eklenen uluslar arası hukukun bir konusu yapılmaya çalışılan Ermeni Sorunu da işte, derinlikleri tarih içinde bulunan bir temel sorundur. Ermeni propagandasının bugün, birer argüman olarak kullandığı bazı konuları aydınlatabilmek için; Osmanlı Devleti içindeki 22 Gayrimüslim unsurdan biri olarak yaşayan Ermenilerin, idarî-hukukî statülerinin ne olduğu, ekonomik ve demografik durumlarının nasıl olduğu gibi konuların sağlıklı bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Türkiye bu meselenin çözümünde çok dikkatli hareket etmelidir. Dünyanın çeşitli ülke parlamentolarında gündeme getirilen ve bazılarında kabul edilen "soy kırımı tasarüarı"nı, o ülkelerdeki iç siyasetle ilişki-lendirmek son derece yanlıştır. Bu, Türkiye'nin uzun soluklu bir strateji belirleyip uygulamasını engellemekte ve devletin bürokrasisini adeta "atalete" itmektedir. Tasarılar gündemden düşünce mesele sanki rafa kaldırılmaktadır. Bu son derece yanlıştır. Yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir: 1. Öncelikle, devletin ilgili kurumları içinde kalıcı, daimi bir merkez oluşturulmalıdır. 2. Konu ile ilgili çalışan, birikimi olan bilim adamları, politikacılar, bürokratlar (sivil-asker) bu merkezi sürekli bilgilendirecek şekilde çalışmalara katılmalıdırlar. 3. Bu merkez önce bir strateji belirlemelidir. 4. Strateji iki ana noktada odaklanmalıdır. Bu noktaların biri, Ermeni iddialarının yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna anlatmak şeklinde olmalı; ikincisi ise Türk milletinin gerçek mağdur olduğunun belgelerle dünyaya anlatılması ve bu konuda siyaset kurumunun adeta "davacı" olmasının sağlanmasıdır. 5. Başta üniversiteler olmak üzere çok çeşitli ve birbirinden kopuk bir şekilde yürütülen çalışmaların, bu merkez tarafından koordine edilmesi sağlanmalıdır. Mevcut çabalar, hem güç kaybına hem de maddi kayıplara yol açmakta ve dahası herhangi bir sonuç vermemektedir. 6. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun çalı ma yöntemleri dikkate alınarak, dünyanın her yerin dağılmış olan Türkler, organize edilmeli; Ermeni Meselesi başta olmak üzere, Türkiye aleyhtarı bütün fa aliyetler ile mücadele, başta Dışişleri Bakanlığı olma üzere, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Milli Ej tim Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ile bazı kam kurum ve kuruluşlarının yurt dışındaki temsilcilerinin asli görevleri olmalıdır. Sayfa 54 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 7. Bütün bu faaliyetler yürütülürken, hedef kitle iyi belirlenmeli; Ermenistan, Ermenistan dışındaki Erme ni toplumu, destek veren ülkelerin hükümetleri ve ni hayet iç ve dış kamuoyu ayrı ayrı muhatap kabul edil meli, bunların her birisine karşı bazen ortak, bazen da farklı politikalar üretilmelidir. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU ile Söyleşi ERMENİ İDDİALARI: TARİH Mİ, ŞARTLANMIŞLIK MI? Soru- Ermeni Sorunu nasıl ortaya çıkmıştır? Halaçoğlu- Tarih insanların hayal ettikleri midir? Yoksa, farklı pencerelerden, yani sağlam kaynaklardan elde edilen bilgilerle varılan sonuç mu? Ermeni soy kırım iddiaları, ciddî anlamda bütün Türkleri rahatsız etmektedir. Ancak bu konuda iddialarda bulunanlar, Ermenilerin toplu bir katliama tâbi tutulduğunu açıkça belirten bir kaynağa dayanmadıkları gibi, özellikle o dönemdeki hükümetin böyle bir emir verdiğine, hatta imada bulunduğuna dair de somut bir belge ortaya koyamamaktadırlar, soy kırım iddiasında bulunanların, o dönemde Fransa, ingiltere ve Rusya'nın tehcirle (mecburî iskân) Osmanlı Devleti'ni paylaşma politikalarının önüne set çekilmiş olduğunu ve bu nedenle böyle bir suçlama içine girerek, bunu bir baskı unsuru olarak ele aldıklarını göz ardı ediyorlar. Bunu adı geçen ülkelerin, Osmanlı Devleti ile ilgili politika raporlarında görmek mümkündür. Nitekim Rusların Osmanlı nezdindeki büyükelçisi Zinovyev, 26 Kasım 1912'de Rusya'ya gönderdiği raporunda {Rusya Dil Politika Arşivi, Siyasî Kısım nr. 117/293), Rusya'nın politikasını açıkça ortaya koymaktadır. Zinovyev bu raporunda şunları söylemektedir: "Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten ve samimî olduğu ortadadır. Rusya'ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır, ihtilalci partiler artık gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif (muhafazakâr, tutucu) programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâ-yetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar veya Rusya'nın kontrolü altında reformlar yapılmasını istiyorlar. 21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya'nın protektörlüğünü (hamiliğini, korumacılığını) Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır. Bana göre, biz bu koruyucu tavrımızı devam ettirmeliyiz. Şunu da unutmayalım ki, Türkiye'nin Ermeni vilâyetlerinde durum çok istikrarsızdır. Her an ayaklanmalar ve düzensizlik ortaya çıkabilir. Eğer bir katliam meydana gelirse, bu halkın militanları bizden destek alabileceklerine güvenmezlerse "Üç Devlete" başvuracaklardır. Bu durumda biz şansımızı kaybederiz; fırsat Avrupa devletlerine geçecektir". Buna karşılık yine aynı büyükelçi 6 Mart 1909'da "Osmanlı Imparatorluğu'nda Durum" adı altında geçtiği gizli raporda {Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasî Kısım, nr. 37, s. 252) şunları yazmıştı: "Bitlis'teki Ermenilerin ne Türklerden, ne de Kürtlerden şikâyetleri varken, Ermeni komitacı dernekleri kurulmakta ve dernekler geniş faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Dernek üyeleri her pazar günü Bitlis kilisesinde toplantılar ve konuşmalar yapmaktalar, ihtilal fikrinde olan Ermenileri bir araya getirerek yönetime karşı mücadele için kışkırtmakta-lar. Toplantılar yasaklanınca Ermeniler, bu defa aynı anlamdaki bildirileri her tarafa yapıştırmışlar. Şu sırada Ermeniler arasında ihtilalin ihtiyacı için vergi toplanmaktadır. Çoğu Ermeninin, bu tür eylemlerin Ermenilere zarardan başka bir şey getirmeyeceğini ve silâh için para vermeyeceklerini söyledikleri, bunun üzerine Ermeni ihtilal komitelerinin şiddet kullanma ve karşı çıkanları kılıçtan geçirme tehdidiyle bu tür grupları sindirdikleri öğrenilmiştir". Esasen, Ermeni konusunda araştırma yapanlar, Fransa, ingiltere ve Rusya'nın ne zamandan beri Osmanlı Ermenileriyle ilgilenmeye başladıklarını ve hangi gayeleri olduğunu göz önüne alacak olurlarsa, Ermenilerin asıl kimler tarafından kullanıldıklarını ve gerek çetelerle Osmanlı güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda ve gerekse iki halk arasında çıkan mücadelelerde her iki taraftan ölenlerin, asıl katillerinin kimler olduğunu anlamaları mümkün olacaktır. Soru- Ermeni sorununa yaklaşımlar hakkında düşünceleriniz nelerdir? Halaçoğlu- Yüzlerce yıl Türklerle ve Osmanlı ülkesinde huzur içinde yaşayan ve hatta Müslüman unsurla bütünleşen Ermeniler, 800 yıl sonra neden ve nasıl oldu da düşman addedilmek durumunda kaldı? Objektif bir tarih araştırıcısı, eğer gerçekleri arıyorsa, bu bakış açısını göz ardı etmeyerek bir değerlendirme yapmak durumundadır. Birtakım hayalî savlarla ve duygusal değerlendirmelerle, olduğundan başka bir tarih yazan ve tarihi çarpıtan kişinin, sadece belli çevreler adına hareket ettiği sonucu ortaya çıkar. Bu kimselerin kime veya neye hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa gerektir. Fransa parlâmentosunun aldığı kararı (18 Ocak 2001) aslında Fransa'nın yeni bir politikası gibi algılamak Sayfa 55 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi safdillik olur. Zira Fransa'nın Ermenilerle daha 1850'lerde ilgilendikleri bütün kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlıların Ruslarla yaptıkları Ayastefanos Anlaşması (1878) sonrasında ise Rusların Osmanlı j ülkelerine tümüyle sahip olacakları korkusu, Fransa ve ingiltere'yi harekete geçirmiştir. Bu tarihlerden sonra,! Ruslar tarafından daha önce kurdurulan Taşnaksutyunl ve Hınçak gibi komitelerin, yaptıkları insanlık dışı fa- j aliyetlere rağmen desteklenmesi de bundandır. Keza j Osmanlı şehirlerinde Ermenilerin yoğun olarak yaşa-J dıkları Doğu Anadolu'daki 6 vilâyette ıslahat yapılma-j sı ve burada Fransa, ingiltere ve Rusya'nın (19l4'te bul ittifaka Almanya da dahil olmuştur.) önerdiği üç gayrı müslim adaydan birinin Osmanlı hükümetince vali tayini isteği, yine Anadolu'nun paylaşılması plânının bir parçasıdır. Böyle bir politikanın takip edildiği, Sevr'le kanıtlanmış ve neticede Osmanlı toprakları paylaşılmıştır. Bu dönemde Fransa'nın işgal ettiği Adana, Ma-raş ve Antep'teki askerî varlığının yarısının Ermeni lej-yonerlerinden oluşması da, Ermenilerin hangi gaye ile desteklendiklerini ortaya koymaktadır (Halil Aytekin. Kıbrıs'ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kam-\ pı, TTK yayınları, Ankara 2000). Yine aynı şekilde Rus ordusu içinde de çok sayıda Ermeni yer alması, bunun diğer bir kanıtıdır. Nitekim sınırdaki Osmanlı seyyar j Jandarma komutanlığının raporunda Rusların sınıra' yakın Türk köylerini aradıkları, buldukları silâhlan E menilere dağıttıkları, Ermenilerden asker topladıkla ve Kars bölgesindeki düşman askerinin çoğunun E menilerden oluştuğu rapor edilmiştir (Başbakanlık O manii Arşivi, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, Dos) 2F/9). Soru- Soy kırım iddialarıyla ilgili neler söyk yebilirsiniz? Halaçoğlu- Aslında tarafsız olarak düşünüldüğünde, bir soy kırımın yaşanıp yaşanmadığı kolaylıkla anlaşılabilir. Bunun için 1915'ten sonra, başta Fransa, Amerika, Rusya, ingiltere, İran, Suriye vb. ülkelere ne kadar Ermeninin gittiğinin nüfus kayıtlarından öğrenilmesi ve hâlen bu ülkelerde yaşayan Ermenilerin miktarlarının tespiti, Ermenilerin iddia edildiği gibi öldürülüp öldürülmediklerini ortaya koyacaktır. Zaten öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerle ilgili verilen rakamların da tutarsızlığı bunu ispat için kâfidir. Son zamanlarda, öldürülenlerle ilgili verilen rakamın 1,5 milyonun üzerinde ifade edilmesi, işin nasıl çığırından çıktığının i göstergesidir. Kaldı ki öldürüldüğü iddia edilenler ne-I reye gömülmüştür? Toplu mezarlar nerededir? iddiada j bulunanlar, bunları açıklamak, Türklerin bu türden katliamları yaptıklarını kabul ettirmek için bu toplu mezar-I lan göstermek mecburiyetindedirler. Bunun cevabının l nasıl verildiğini görür gibiyim. Ermeni delegasyonu başkanı Boghos Nubar Paşa, [Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporda (Arc-Ihives deş Affaires Etrangeres de France, Serie Levant, 11918-1928, Sous serie Armenie, Vol. 2, folio 47), Os-imanlı topraklarındaki Ermenilerin ne miktarda hangi •ülkelere sürüldüklerini bildirerek, tehcirin bir soy kı-ırım olmadığını bir yerde ispat etmiştir. Öte yandan •Amerika Büyükelçisi Hanry Morgenthau'ın hatıraların-|da (Ambassador Morgenthau's Story, New York 1918) er alan Ermeni protestanlarının vekili Zenop Bezci-"yan'm ifadeleri de Boghos Nubar'ı teyit etmektedir. Ama asıl şaşırtıcı olanı, bu zatların ifade ettikleri rakamların Osmanlı Arşivindeki tehcir edilenlerle ilgili şehir şehir verilen rakamlarla uyuşmasıdır (Bkz. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, 1914-1918, TTK Yayını, Ankara 2001, s. 73-80). Öyleyse Ermenilerin öldürüldükleri iddialarını ileriye sürenler neden böyle bir yola başvurdular? Bunu da Prof.Dr.Heath W. Lowry'nin Büyükelçi Morgbenthau'un Öyküsünün Perde Arkası, istanbul 1991 adlı eserinden öğrenebiliriz. Burada temel hedefin, "Amerikan halkını, savaşın zaferle sonuçlanması gereğine inandırmak" olduğu açıkça belirtilmektedir. Peki hiç Ermeni ölmemiş midir? Şurası tarihî bir gerçektir ki Ermenilerin Osmanlı Devleti'ne karşı dış güçlerin desteğiyle giriştikleri ayaklanma, her devletin tabiî olarak kendisini savunması olarak değerlendirebileceğimiz bir nitelikte birtakım tedbirlerin alınmasına yol açmıştır. Bu tedbirlerin başında Ermenilerin bulundukları yerlerden, yine Osmanlı topraklarında, zararlarını ortadan kaldıracak bir coğrafyaya nakledilmeleri gelmektedir. Ancak tehcir dediğimiz bu mecburî iskân, doğal olarak meşakkatli geçmiş, pek çok masum sivil Ermeninin mağduriyetine sebep olmuş ve yaklaşık 9-10 bin Ermeni eşkıya saldırı; 30 bine yakın kişi de hastalıktan ölmüştür. Buna rağmen bu büyük yer değiştirme olayının canlı şahitleri, naklin büyük bir düzen içinde gerçekleştirildiğini yazmışlardır. Bunların başında Amerika'nın Mersin konsolosu gelmektedir. Ed-ward Natan, 30 Ağustos 1915'te büyükelçi Morgent-hau'a gönderdiği raporunda şunları söylüyor: "Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhı Ermenilerle doludur. Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat etmektedirler. Kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümet bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte, şiddete ve intizamsızlığa yer vermemekte, göçmenlere Sayfa 56 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi yeteri kadar bilet sağlanmakta ve muhtaç olanlara yardımda bulunmaktadır" (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, nr. 2D/13). Soru- Ermenilerin tehcirinde başka hangi sebepler yatmaktadır? Ermenilerle ilgili olarak tarih kitaplarımızda yeterli bilgiye neden yer verilmemiştir? Halaçoğlu- Ermenilerin tehcir edilmelerinde şurası da gözden uzak tutulmamalıdır. I. Dünya Savaşı'mn devam ettiği ve müttefik donanmalarının Çanakkale'ye saldırdıkları ve dolayısıyla Türklerin ölüm kalım mücadelesi verdikleri bir sırada, yani Mart 1915'te Ermeniler Van'da Ruslara yardım için büyük hazırlıklara girişmişler, 15 Nisan'da Van vilâyetinde, 17 Nisan'da Çatak'ta, ertesi gün Bitlis'te ve nihayet 20 Nisan'da Van'ın merkezinde ayaklanmışlardır. Bu durumda bir devlet ne yapabilirdi? Çanakkale savaşlarının cereyan ettiği bir sırada Ermenilerin başlattıkları ayaklanma bir tesadüf müydü? Van'a giren Rusların en önünde Ermenilerin bulunması yine olağan bir durum muydu? Yoksa, Sevr sonunda binlerce kilometre öteden gelip Anadolu'yu parselleyenler Ermenileri mi kurtarmak düşüncesin-deydiler? Evet, bunların Türkiye'de "resmî okullarda" düşmanlıkların sürmemesi düşüncesiyle okutulmama-sı ve öğretilmemesi bir ideoloji miydi? Eğer birileri bir şekilde terör hareketlerine girişerek, yabancı kuvvetlere destek vererek, içinde yaşadıkları ülkeye karşı savaşarak ihanet etmişlerse, herhalde o ülkenin ihanet edenlere karşı hem hukukî hem de güvenliği sağlamak düşüncesiyle harekete geçmesi meşru değil mi? Buna rağmen Cumhuriyet dönemi, Türk gençliğine tarihî düşmanlık yerine barışı hâkim kılmak felsefesi üzerine inşa etmiştir. Yoksa geçmişle olan bağın kopması hiçbir zaman düşünülmemiştir. Zaman zaman bazı kimseler tarafından "reddi miras" söz konusu edilerek Osmanlı gerçeği bir tarafa itilmişse de, tarihle hiçbir şekilde bağlar koparılmaya çalışılmamıştır. Nitekim bunun en somut örneği, Atatürk tarafından 1931 yılında Türk Tarih Kurumunun kurulması ve fakültelerde Osmanlıca öğretiminin gerçekleştirilmesidir. Bugün buna bağlı olarak, yüzlerce-binlerce kişi Osmanlıca dediğimiz yazıyı okuyabilmekte ve Osmanlı belgeleri üzerinde araştırma yapabilmektedirler. Soru- Ermeni soy kırım iddasında bulunanlar, bu iddialarını neden belgelememektedirler? Halacoğlu- Osmanlı Arşivinde Ermeni konusunu araştıran yerli ve yabancı bilim adamları, Ermenilerin şu veya bu ad altında sistemli bir öldürme hareketine maruz kaldıklarını söyleyememektedirler. Zira bugüne kadar böyle bir belge tespit etmiş değiller. Bundan sonra da bulmaları mümkün değildir. Zira soy kırım olarak adlandırılacak böyle bir hadise olmamıştır. Buna bağlı olarak Türklerin, gerçek olmayan bir iddiayı kabul etmeleri ise hangi ad altında olursa olsun, beklenmemelidir. Bazı kimselerin arzusunun yerine gelmesi için Ermenilerin soy kırıma uğradıklarını kabul etmek lüksünü göstermemiz de mümkün değildir. Çok suçlanan ittihat ve Terakki yöneticileri ise Malta'da ingilizlerce tutsak edilip, her türlü imkân ellerindeyken (Osmanlı arşivleri dahil), muhakeme edilmek için, suçlanacak delillerin bulunmaması sebebiyle serbest kalmışlardır (Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985). Buna rağmen, ne yazıktır ki, ittihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, Anadolu'daki alışkanlıklarını devam ettiren bir kısım Ermeni militanı tarafından öldürülmüştür. Türk istiklâl Savaşı'nda işgal kuvvetleriyle Osmanlı topraklarına geri dönen Ermeniler -işgal kuvvetlerinin Ermeni haklarını ve mallarını korumak düşüncesi bulunmamakla beraber- ne gariptir ki, mallarını fazlasıyla elde etmelerine rağmen, çocuk-kadın ihtiyar demeksizin binlerce Müslümanı katletmişlerdir. Ne garip tecelli! Bu hareket onlara 31 Aralık 1918 tarihinde çıka rılan geri dönüş kararnamesiyle sahip oldukları top raklarını ve mülklerini kaybettirmiş, yardım ettikleri iş gal kuvvetleriyle birlikte terk-i vatan etmelerine sebe olmuştur. Soru- Sonuç olarak neler söylemek istersiniz Halacoğlu- Eğer tarihî olayları önyargıya kapılma dan, kendi beyninin beyi olarak zaman, mekân ve s yasî yönleriyle değerlendirdiğiniz takdirde, haksız suç lamalardan ve haksız suçlamaların doğurduğu küçü mekten kurtulmayı sağlayabilirsiniz. Tarih acımasızdır Tarihi yanlış yorumlayanlar ve yargılayanlar, bir gün kendilerinin de aynı şekilde yargılanacaklarından v hatta mahkûm edileceklerinden kuşku duymamalıdır lar. Haçlı seferlerinin neden yapıldığını bilenler, ma sum Ermenilerin kimler tarafından neye alet edildikle rini ve ne için kandırıldıklarını da bileceklerdir. Dün yayı geçmişte sömüren, sömürgeler kuran ve halen sö mürenler, sömürgelerinde yüz binlerce, milyonlara insanı katledenler, "siyah abanoz ticareti" yapanlar hayrettir ki bugün sözde Ermenileri koruyanlardır, garip?! Ne kadar inandırıcı!? Ne kadar insanî!... Buna inanılmasını isteyenler ise ne kadar akıllı!... ERMENİ KİLİSESİ VE TERÖR GİRİŞ Türkiye toprakları üzerinde, Ermenilere siyasî i bağımsızlık temini için eskiden beri birçok teşeb-| büslerde bulunulmuş, fakat bu teşebbüsler her defasında Sayfa 57 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi başarısızlık ve hüsranla neticelenmiştir. Bu yolda faaliyet gösterenler, kandırılmış vaadlere kapılarak Ermenileri arkalarından sürükleyenler, daima yabancı güçlerin menfaatlarım temin için çalıştırılan şuursuz birer alet olmuşlardır. Türkiye'yi hedef tutan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan bu hareketlerin başında Ermeni toplumu üzerinde dinî nüfuz sahibi olan bazı katogigosları, patrikleri ve papazları görüyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, muhafaza ve himayeye memur oldukları toplumlarını boş bir hayal peşinde koşturan bu şahısların, bu yolda oynadıkları rol çok büyük ve çok ağırdır. Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi, dinî görevleri yanında, kendisini millî bir otorite ile de mücehhez kılmıştır (teçhiz etmiştir-donatmıştır). Bu sebeple, tarihî süreci içinde Ermeni toplumunun hayatında pay sahibi olduğunu ileri sürerek, aktif bir rol oynamışlardır. Mezhep ayrılıkları sebebi ile zulmü, dindaşları olan Ortodokslardan gören, Selçuklu İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde müreffeh bir hayata kavuşan Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarında kiliselerinin riyasetinde teröre başladılar ve kanlı eylemler gerçekleştirdiler. İkibuçuk milyon Müslüman Türk ve Kürt, Ermeni ruhanîlerinin yönettiği terör örgütleri tarafından vahşice katledildi. Katolik ve Protestan Ermenilere de cephe almış î olan Gregoryen Kilisesi ruhanîleri, kendi ırkdaşla-[ rina karşı da zaman zaman acımasızca davranmış-|lar, kendi toplumlarını sömürmekten de geri kal-İ mayarak kiliseye ve cemaatlarına yardım için top-I lanan paraları zimmetlerine geçirebilmişlerdir. Ermeni ruhanîleri, tutuklanan veya ölen insanlık düşmanı teröristler için törenler düzenleyip, kiliselerini bu işe tahsis etmişler, Ermeni teröristlerin eylemlerini de bilfiil tanımış ve onaylamışlardır. Ermenilerin, aynı ırktan, aynı dinden ve aynı dili konuşan, belirli bir süre belirli bir bölgede topluca yaşamış, o bölgede cereyan eden olaylara karışmış veya olayları yaratmış bir topluluk oldukları kabul edilmekte ve bu sebeple bir tarihlerinin olduğu ifade edilmektedir. Ancak Ermenilerin tarihinden bahseden ve hemen hepsi ruhban sınıfına mensup olan ilk tarihçilerin birçoğu, Ermeni değildir. Bunlar, tarihlerini kendi dillerinde ya Yunanca veya Süryani dili ve yazısı ile yazmışlardır. Menşe itibari ile Ermeni tarihçileri olarak takdim edilenler ise tamamen kilise mensubu olup, eserlerinde Yunan ve Süryani tarihçilerini takip etmişler, hatta onların eserlerini Ermeniliğe mal etmişlerdir. Sonradan yazılan Ermeni tarihlerine kaynak teşkil eden en önemli ve eski tarihî metin, Ermeni geleneğine göre, V. yüzyılda yaşadığı iddia edilen ve bir Ermeni rahibi olan Horen'li Movses (Mov-sesHorenatsi)'in eseridir. Fakat bugün, Horen'li Movses'in V. yüzyılda değil, VIII. yüzyılda yaşamış bir tarihçi olduğu ve tarihini de Kitâb-ı Mukaddes hikâyelerine göre tertip ettiği ortaya çıkarılmıştır. Yani,VIII. yüzyıldan önce yazılmış Ermenice bir eserin, hatta kısa bir kayıdın varlığını göstermek mümkün değildir. Öyle ise Ermenilerin kendilerine bir tarih yaratma çalışmalarının, VIII. yüzyıldan itibaren kilise mensupları, rahipler tarafından başlatıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ermeni kilisesi, tarihi boyunca, mevcudiyetini koruyabilmek için bir kuvvete, bir devlete ihtiyaç duymuştur. Başka bir ifade ile Ermeni devleti fikrini doğuranlar, Ermeni toplumu değil, Ermeni kilisesi ve ruhban sınıfı olmuştur. Van ve Bitlis'te Rus Başkonsolosluğu yapmış olan General Ma-yewski de, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:"Er-meni ruhanî reislerinin din hususunda çalışmaları hemen hemen yok gibidir. Fakat buna mukabil, millî fikirlerin yayılması hususunda pek çok hizmetleri geçmekte idi." Ermenilerde bir kilise kültürünün meydana gelmesi, Ermeni yazısının icadı ve İncil'in Ermeniceye tercümesi ile başlamıştır. Tarihçiler, Ermeni kilisesinin Ermeni milletini yarattığında ve onun, Ermeni milletinin ruhu olduğunda müttefiktirler. Ermeni tarihçisi H.Pasdırmacıyan, kilise için "Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun, yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur." demektedir. Ermeni Patriği M.Orman-yan'a göre de Ermeni Kilisesi, "Kayıp ülkenin görünen ruhu" idi. Daha sonraki çağlarda ise Ermeni tarihi, hemen tamamen Ermeniler tarafından incelenip yazılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de, Ermeniler modern tarih anlayışını kendi mazileri ile karıştırmışlar ve onu bir mitoloji hâline çevirerek, yarattıkları Ermeni Panteonu'na sayısız kahramanlar(i) yerleştirmişlerdir. Bu panteon, her neden işe tamamen Türklere katliam uygulayan şahısların adları ile doldurulmuştur. Ermeni literatüründe Ermenilerin ilk Hristiyan devlet olarak gösterilmesi, abartılı bir durumdur. Tarihî kayıtlara göre, ilk Hristiyan devlet, Urfa (Edessa=Ruha)'da kurulmuş olan bölgesel hükümdarlıktır. Kral Abgar (179-214)'ın hükümdarlığı döneminde, Hristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmiştir. O hâlde, Ermenileri ilk Hristiyan cemaat olarak gösterme eğiliminden amaç ne Sayfa 58 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi olabilir? Şüphesiz bu eğilimin altında, Avrupa'nın Hristiyanlık taassubu ve tarihleri boyunca göçmen olarak yaşayan Ermenilere bir vatan yaratma anlayışı bulunmaktadır. Nitekim, Sevr Antlaşması (1920)'nda ve Lozan Barış Görüşmeleri (1922-1923)'nde bu husus gündeme getirilecektir. Ermenilere Hristiyanlık, IV. yüzyıl başında bir-Part'lı (İran'lı) olan Gregor (Kirkor) Lusavoriç (302-325) tarafından getirilmiştir. Lusavoriç, nurlandı-ran, aydınlatıcı anlamlarına gelmektedir. Gregor Lusavoriç, bu nedenle Ermenilerin ilk ruhanî reisi kabul edilmiştir. Gregor, eski mabetleri yıktırarak yerlerine kiliseler kurdurmuş ve Muş'taki Ardaşad şatosunu kendisine ilk dinî merkez yapmıştır. Bu ruhanî makam, 439 yılına kadar Gregor'un oğullarında kalmış, bu ailenin son lideri I.Sahak (387-439)'ın çocuğu olmadığından, bu tarihten sonra dinî liderler, Doğu Kilisesi usulüne uyularak, rahipler arasından seçimle tayin edilmeye başlanmıştır. Ermeni dinî liderleri kendilerine, Ermenice "Milletin Temsilcisi" demek olan Katogigos (Ba-tı'da Katolikos) unvanını verdiler. Bunlar, dinî liderler olmakla beraber, siyasî işlerde de büyük roller oynamışlardır. Aziz Kirkor (Gregor)'un dinî merkez ittihaz ettiği Ardaşad, siyasî nedenlerden dolayı önce Eçmiyazin'e, V. yüzyılda Dvin'e, 901 yılında Ani'ye, 1147 yılında Rumkale'ye nakledilmiştir. Bir ara, Van Gölü'ndeki Akdamar adasına nakledilen Katogigosluk, buradan Ani yakınlarındaki Argina'ya götürülünce, Akdamar Patriği kendisini Katogigos ilân etmiştir. Ermeni Kilisesi Si-nod'u bu durumu onaylamasa da Akdamar Kato-gigosluğu 1895 yılına kadar devam etmiş, son Katogigos Haçatur Çiroyan (1864-1895), 1895'te ölünce yerine kimse seçilmemiş ve Katogigosluk Birind Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Osmanlı Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştır. Rumkale'deki Katogigosluk ise 1292 yılına kadar burada kalmış, kalenin Memlûklar'ın eline geçmesi ile 1292'de Sis'e nakledilmiştir. Kilikya Erme-1 ni Baronluğu, 1375 yılında ortadan kalktıktan sonra da Katogigosluk Sis(Kozan)'de bir süre daha kal- j mış, sonra Roma Katolik Kilisesi'nin nüfuzuna girdiklerini gören Sinod, Eçmiyazin'e geri gitmek ka- j rarı almış, 1441'de bu karar tatbik edilmiş, fakat bu [ defa Sis'deki Katogigosluk da devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Katogigosluk, j Sis'den Beyrut yakınlarındaki Antilyas'a nakledil-j mistir. Böylece 1895 yılına kadar, Eçmiyazin, Akdamaıl ve Sis Katogigoslukları olmak üzere üç büyük kili-J se doğmuş, bunların dışında biri İstanbul'da, diğ ri Kudüs'te olmak üzere iki de Patriklik ortaya çık-j mistir. İstanbul Patrikliği, Osmanlı İmparatorluğu dö-l neminde, Ermenilerin başı durumunda olduğun! dan, Akdamar ve Sis Katogigoslukları dinî bakım-| dan kendisinden üstün olmasına rağmen, impa torluk içinde en kuvvetli dinî lider mevkiinde l lunuyordu. İstanbul Ermeni Patrikliği, bağımsız oll makla beraber, zaman zaman Eçmiyazin Katogij gosluğu'nun kontrolü altına girmiştir. Bugün, Eçl miyazin'in dinî nüfuz sahası içinde yer almaktadııi Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Erivan b gesi Ermenileri Eçmiyazin'i, Doğu Anadolu E nileri Akdamar'ı, Sis(Kozan), Adana, Maraş, tûn(Süleymanlı), Firnûs, Gürün, Darende, Divri Malatya, Behisni (Besni), Yozgat, Urfa, Rumkal Birecik, Nizib, Ayıntab(Gaziantep), Halep, Antalj ya, Lazkiye, Suriye ve Kıbrıs Ermenileri de Si kendilerine dinî merci tanımışlardı. Eçmiyazin ki sesinin eskiliği ve Katogigosların seçim yolu ile ge meleri, Ermeniler'in çoğunun o tarafta bulunma sebebi ile bu Katogigosluk diğerlerinden daha çok şöhret bulmuş ve istanbul Ermenileri de burasını kendilerine merkez tanımışlardı. Eçmiyazin Kilisesi, Ermeniler'in eski dinî merkezi olması sebebi ile, Sis Katogigosu da Ermeni mezhebince kutsal sayılan emanetleri yanında bulundurması ve eski Kato-gigoslar'ın neslinden gelmesi sebebi ile, birbirlerine karşı üstünlük iddiasında bulunuyorlardı. Kato-gigoslar'ın, kendi bölgelerinde diğer alt derecedeki ruhanileri seçmek yetkileri bulunmaktadır. Patrik-ler'in ise böyle bir selâhiyetleri yoktur. Bugünkü kilise teşkilâtına göre iki Katogigosluk bulunmaktadır: Ermenistan'da Eçmiyazin Gregor-yen Katogigosluğu, Lübnan'da Antilyas Gregoryen Katogigosluğu (Kilikya veya Sis Katogigosluğu). Hiyerarşik olarak Eçmiyazin Katogigosu bütün Ermeniler'in dinî lideri olup, nazarî olarak Antilyas Katogigosu'nun üstü sayılmaktadır. Ancak, Antilyas Katogigosu tamamen müstakildir. Bunların yanında iki de Patrikhane mevcuttur. Bunlardan biri, İstanbul Kumkapı Gregoryen Ermeni Patrikhanesi, diğeri Kudüs Gregoryen Ermeni Patrikhanesi'dir. istanbul'daki patrikhane, Fatih Sultan Mehmed'in emri ve izni ile kurulmuş, Kudüs'deki patrikhane ise Osmanlı yönetimini Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında tanımış ve onun izni ile varlığını sürdürebilmiştir. Ermenilerin büyük kısmının mensup olduğu j mezhebe, Ermeni kilisesinin esaslarını kuran Gre-gor'un adına izafeten Gregoryen denilmiştir. Hris-itiyan dünyasında Ermeniler'in millî kiliselerine, I Ermeni Apostolik (Gregoryen) Kilisesi denilmektedir. Ermeni Kilisesi'ne "millî" sıfatı ise Osmanlı yö-|netimi Sayfa 59 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi tarafından verilmiştir. Ermeni Gregoryen Kilisesi, Doğu Kilisesi (Orto-I doks) içinde yer almaktadır. Bugün, dünyanın bir-I çok ülkesinde Ermeni kiliseleri de bulunmaktadır. [ Gregoryenler, Ortodoks mezhebi akidelerinden ge-[ nelde ayrıldıkları için Ermeniler, Gregoryen Kilise-I si'nin bulunmadığı yerlerde dinî vecibelerini, Orto-İ doks Kilisesi'ne giderek yerine getirmektedirler. Bu sebeple, birçok eserde, Ermeni Gregoryan Kilise-f si'nin adı Ermeni Ortodoks Kilisesi adı ile de anıl-\ maktadır. Ermeni Ortodoks tabirinden, Ermeni i Gregoryen anlaşılmalıdır. Netice olarak denilebilir ki, Hristiyan Dünya-| sı'nda siyasî platformda ön saflara geçmek isteyen i Ermeni Kilisesi, bütün tarihi boyunca terör atmosferini yaratmış ve büyük Ermenistan'ı yaratabilmek için terörist faaliyetlere karşı sessiz kalarak, Ermeni teröristlerin eylemlerim zımnen desteklemisti. Ermenilerin imparatorluk içindeki Statüleri ve Dinî Gruplar Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi vardır. III. ve IV. yüzyıllarda Hunlar ve bazı küçük Türk boylarının Ermeniler ile ilişki içerisinde bulundukları ve bu ilişkilerin Selçuklular döneminde yoğunlaşarak kökleştiği bilinmektedir. Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde ve burada yurt edinme faaliyetine başladıkları dönemlerde, Doğu Anadolu'da herhangi bir Ermeni siyasî teşekkülü bulunmamakta idi. Selçuklular tarihinin hiçbir döneminde Ermeniler, Bizans'ın yaptığı gibi tehcire tâbi tutulmamışlar, özellikle dinî inanç ve faaliyetlerine hiçbir şekilde müdahalede bulunulmamıştır. Bu sebeple Ermeniler, Türkler'i Bizans'a karşı bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır. Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin ise Orhan Bey (1326-1362) zamanında başladığını söylemek mümkündür. 1326 yılında Bursa'yı alarak başkent yapan Orhan Bey, Ermenilerin, Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmelerine müsaade etmiş ve Kütah-ya'daki Ermeni ruhanî merkezini de Bursa'ya nak-lettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra Bursa'daki dinî lider Başpiskopos Hovagim, 1461 yılında yeni başkent İstanbul'a getirilmiş ve bir ferman ile Samatya'daki Sulu Manastır'da Ermeni Patrikhanesi kurulmuş, böylece Ermenilere hürriyet sağlayan idarî ve dinî imtiyazlar verilmiştir. Anılan tarihten sonra Ermeniler, "Millet Sistemi" içerisinde, "Gregoryen Milleti" olarak örgütlenmişlerdi. Mezhep yönünden birlik göstere-memeleri sebebi ile, millî harslarını koruyamamış, Türkleşmiş hatta dil olarak bile Türkçeyi benimsemiş bir topluluk olan Ermeniler, XIX. yüzyıl başlarında "Millet-i Sâdıka" adı ile adlandırılıyorlardı. 1839 yılında Tanzimat Fermânı'mn yayınlanması ile diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de Türkler ile aynı haklara ve hatta fazlasına sahip oldukları görülmektedir. Ermeniler dinî sahada en iyi zamanlarını, 1461-1630 yılları arasında geçirmişlerdir. 1630'dan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne paralel olarak, Ermeniler arasında mezhep kavgaları başlamıştır. Bir kısım Ermeniler, Roma Katolik Kilisesi'ne temayül ederek, 1701-1702 tarihlerinde Katolikliği kabul ettiler. Nihayet 1831'de Fransa elçisinin tavassutu ile, II.Mahmud, Ermeni Katolikleri'ni bir cemaat olarak kabul etti. Böylece bir kısım Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu'nda Eçmiyazin ve Sis (Kozan) Katogigoslukları yanında, Roma ve Fransa'nın politik koruyuculuğu altına düşmüşlerdi. XVIII. yüzyıl, Ermenilik ruhunun manastırlarda yeniden doğuşu dönemi olarak bilinmektedir. Bu dönemde, entelektüel din adamları yetiştirmek için okullar açıldı. Mihitarist Mikâel Çamçiyan'ın, Venedik'te 1784-1786 tarihleri arasında üç cilt olarak Ermenice basılan, "Ermeni Tarihi", Ermenilerde millî bilinçlenme ruhunu ve hareketini kamçıladı, genel olarak tarih alanında ilgi uyandırdı. İngiltere de Ermeni cemaatı üzerindeki çalışmalara katılmış, 1840 yılında Kudüs'te bir Protestan Kilisesi inşaası için izin aldıktan sonra, bu kilisenin 1845 yılında hizmete girmesini sağlamıştı. Böylece İngilizler de Ermenilere dinî kanallardan ulaşmayı deniyorlardı. 1846 yılında İngiliz elçisinin muavenet ve himayesi ile İstanbul'da bir "Protestan Cemaatı İdare Hey'eti" teşekkül etmiş ve 1850 yılında da bir ferman ile bunlar "Ermeni Protestan Milleti" olarak tanınmışlardı. Bir müddet sonra, İngiltere'nin ardından, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Almanya da devreye girmiş, gönderdikleri Protestan misyonerleri ile, İngiliz Elçiliği'nin de yardımları sayesinde, Protestan mezhebini birlikte yayma çabasına girişmişlerdi. Böylece, Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler, dil ve tarih çalışmalarını başlatarak Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyılın ikinci yarısında çok huzursuz kılacak olan Ermeni milliyetçiliği duygusuna katkıda bulunacaklardı. 1856 Islahat Fermâm'ndan sonra Ermeniler, valilik, genel müfettişlik, elçilik, hatta bakanlık mevkilerine bile getirilmeye başlanmışlardı. 1856 Islahat Fermam'nın getirdiği vicdan özgürlüğü ilkesi, din ve mezhep propagandası çalışmalarını sürdüren dış güçlerin, Protestan ve Katolik misyonerler aracılığı ile mezhep değiştirmeyi sağlamaya yönelik faaliyetlere hız vermelerine sebep olmuştur. Sayfa 60 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Misyoner okullarında Ermenilere Ermenice öğretiliyor, tarih ve kültürleri hakkında dersler veriliyordu. Ayrıca, pek çok zengin Ermeni aileleri çocuklarını Fransa'ya ve başka Avrupa ülkelerine gönderiyorlardı. Bu gençler orada milliyetçilik fikirleri ile donamyor ve dönüşlerinde radikal reform taraftarı oluyorlardı. Böylece, misyonerler sayesinde, Ermeniler arasında millî kültürleri ile ilgili bir uyanma göze çarpmakta idi. Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist devletlerin nazarında yıkılacak bir devlet idi. Bu büyük imparatorluğun mirasından her devlet kendisine daha fazla pay alabilmek için akla hayale gelmeyen politik oyunlar icat ediyordu. Bu sebeple, Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye en büyük yardımı sağlayacaklardır. İmparatorluğun dağılmasında çıkarları olsun veya olmasın hepsi de din teması üzerinde durmuşlar, bazıları sırf siyasî amaçlar ile, bazıları da Hristiyan olduklarından sevaba girmek düşüncesi ile Ermenileri desteklemişlerdir. İngiltere, Protestan faaliyetlerini yönlendirmekle hem Çarlık Rusya ve Fransa'nın imparatorluk içerisindeki çalışmalarını dengelemiş, hem de herhangi bir milletlerarası paylaşma durumunda aslan payını alabilmek için aracı bir zümre (Ermeniler) meydana getirme imkânına kavuşmuş idi. İngiltere, güdümlü bağımsız bir Ermeni Devleti'nin Doğu Anadolu'da, Rusya'ya karşı, Osmanlı Devle-ti'nden daha sağlam bir set çekeceğini sanarak Ermeniliği bir silâh olarak kullanmaya başlayacaktı. Ancak, Rusya'nın da Ermeni unsuruna, ekonomik < nüfuzunu yaymak için ihtiyacı vardı. Netice olarak, İngiltere ile Rusya'nın siyasî ve j ekonomik nüfuz sahalarını genişletme amaçlan, başka bir ifade ile, İngiliz-Rus rekabeti, mevcut olmayan bir"Ermeni Meselesi" doğuracaktır. Bu arada, Ermeni Patrikhanesi de, Avrupa devletlerinin ilgisini Ermeniler üzerine çekme faaliyetine başla- j yacaktır. İmparatorluk'taki Ermenilere Türklerin Hoş-j görüsü Doğu Anadolu'da kasabalarda sanat ve ticaret,! köylerde de çiftçilik ile uğraşan Ermeniler, diğeri gayrimüslim unsurlar gibi askerlik mükellefiyetin-! den serbest bulundukları için servetlerini ve nüfus! larını devamlı olarak artırarak Osmanlı toplunu! içinde müreffeh bir tabaka teşkil etmişlerdir. Ermel nilerin servet sahibi olarak müreffeh bir cemaat hâj line gelmelerine şüphesiz, tâbiiyetinde olduklarn adaletine sığındıkları Osmanlılar'm sebep oldugı tarihî bir vakıadır. Osmanlı Devleti'nin topraklaı üzerindeki gayrimüslimlere karşı adaletli bir ye tim tarzı uyguladıklarında tarihçiler müttefiktirle Edmond About, "Türkler, dinî hususta dünya] nın en müsaadekâr kavimlerinden biridir." diyt yazmaktadır. Tanınmış Alman Türkoloğu F.Giese de, 1914 j hnda "Die Velt Deş islam" dergisine (BandlI/] Heft 23-24) yazdığı "Türkiye'deki Dinî Müsan ha" hakkındaki makalesinde özet olarak şunla) yazmaktadır: "Tolerans mefhumu, Hristiyan memleketlerindi XVI. yüzyıldaki reformlardan sonra ortaya çıkl son iki asırda hayli yerleşerek, bilhassa 1848'd sonra herkesçe kabul edildi... Batıda durum böyle iken, Müslümanların Hristiyanlara ve Yahudilere karşı nasıl muamele edeceği, Kur'an'da tespit edilmiştir... Gerçek şudur ki, batıda kilise başka inanç-takilere karşı oldukça katı ve müsamahasız davranırken, Müslümanlar kendi ülkelerindeki gayrimüslimlere tam bir tolerans gösteriyorlardı. Bu bir gerçektir ve bu yönden İslâmiyet ne kadar övülse azdır... İslâm hukukunun gayrimüslimlere karşı bu müsamahalı tutumu Türkler tarafından da tarih boyunca uygulanmıştır. Hatta, Osmanlı İmparator-luğu'nda zaman zaman Gayrimüslimler için şartlar, Müslümanlarmkinden bile daha iyi olmuştur. Bugün, Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanlar, Avrupa'dakiler kadar huzur içinde yaşamaktadır. 1897 ve 1907 yıllarında Ermenilere yapılan hareketler bir müsamahasızlığın neticesi olmayıp, büyük devletlerin maşası olarak Osmanlı idaresine karşı ayaklanması ile ortaya çıkmıştır." Milletlerarası Hukuk Profesörü M.Philip Mars-hall Brown, 1914 yılında yayınlanan "Foreigners in Turkey-their juridical Status" adlı kitabında şöyle demektedir: "En kaçınılmaz gerçek, çok büyük zaferler kazanmış olan Türkler'in, kendiliklerinden ve cömertçe -fethettikleri yerlerdeki unsurlara-devlet için hayatî olmayan ve Müslümanlar tarafından kutsal olduğu kabul edilen konularda, kendi yasa ve âdetlerine bağlı kalmalarına izin vermiş olmalarıdır." l Fransız diplomat ve tarihçisi M.Engelhardt da/Turkey and the Tanzimat" adlı eserinde, Türkiye'deki Gayrimüslimler'in kendi dinî liderlerinin baskısından rahatsız olduklarını ifade etmekte ve "İllerdeki yönetimin de İstanbul Patriği'ne bağlandığı devirden itibaren (XVIII. yüzyıl), ilişkileri daha sık olan paşaların tutumlarından çok, kendi kiliselerinin, kendi liderlerinin giderek artan zulmüne katlanmak zorunda kalmışlardır." demektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda kendi dillerini unutan ve Türkçe konuşan Ermenilerin, Avrupa kamuoyunda, Hristiyan Türklerden başka bir şey olmadıkları kanaati bile yer etmiş idi. 1835-1839 yılları arasında Türkiye'de bulunan Helmuth von Moltke Sayfa 61 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi İstanbul'da, Osmanlı Başkumandanı (Se-raskeri)'nın Ermeni tercümanı ve ailesinden bahsederken, Ermeniler hakkında şunları yazıyor: "Bu Ermenilere aslında Hristiyan Türkler demek mümkün, bu hâkim milletin (Türkler'in) âdetlerinden, hattâ lisânından o kadar çok şey almışlar." XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Polonyalı seyyah Mikoşa, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin durumlarını şöyle tasvir ediyordu:"Ermeniler'e, Türkler tarafından, herhangi bir milletten daha çok saygı gösterilmektedir. Onlar, Rumlardan daha geniş bir din hürriyetine mâliktirler." Mikoşa, Ermenilerin/'eski âdetlerini" tamamen unutmuş olduklarını izah ettikten sonra devam ediyor: "Geçmişte kendilerinin ne oldukları üzerinde kat'iyyen düşünmüyorlar...Fikir bakımından bir ihtilâl plânını kavrayabilecek kaabiliyette değildirler... Hatta, Osmanlı Devleti'nin çökeceği günün yaklaşmakta olduğu kendilerine söylendiği zaman, bundan memnun olmadıkları bile görünmektedir." Mikoşa'nın bu kanaatim paylaşan bir Ermeni ileri geleni olan Mıgırdiç Dadyan da, 1867 yılında kaleme aldığı bir inceleme yazısında Osmanlı rejimine teşekkür etmekte idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Ermeni toplumunu anlatan bu yazısında Mıgırdiç Dadyan, Osmanlı Ermenileri'nin tam bir hürriyet içinde, sosyal kalkınmalarım nasıl geliştirdiklerini şüpheye yer bırakmayan bir şekilde göstermektedir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Ermeniler, Osmanlı Devleti'nde, bu devleti yaratan Türklerden bile daha fazla haklara sahiptiler. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin İlânı (1863) ve Sonuçlan 29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlar tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizâmnâme, Islahat Fermanı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermeniler'e karşı gösterilen bir cemile (iyilik, güzellik) durumundadır. Osmanlı Hükûmeti'nin muvafakati alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermenilere "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdi. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkopos-luk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil ediyorlardı. Kagik Ozanyan adlı Ermeni yazan, bu nizâmnâmenin, Ermenilerde ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir. Babıâli'nin küçük bazı düzenlemeler ile ilân ettiği 99 maddelik "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", Ermeni Patrikhanesi'ne Ermeni cemaatını yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaata, 140 üyeden müteşekkil bir Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında ihdas edilmiş bulunan 14 üyeli Dinî Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasî Meclis (Meclis-i Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Millî Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisince yapılması kaydediliyordu. Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaatı ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğim ortaya koymuştur. Ermenilere, buna benzer bir örgütlenme imkânı da, Çarlık Rusya'da 11 Mart 1836 tarihinde çıkarılan "Pologenia Kanunu" ile tanınmıştır. Ancak, buradaki Ermeni teşkilâtlanması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki teşkilâta nazaran, daha ziyade Çar'ın bir kuklası durumuna sokulmuştu. Böylece, Tanzimat ve Islahat reformları ile bütün gayrimüslim tebaaya tanınan hak ve imtiyazlardan yararlanan Ermeniler, bu nizâmnâme ile bir çeşit anayasa haklarına sahip olmuş, bağımsız bir cemaat muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler, teşkilâtlandılar, okullar açtılar, gazete ve dergi çıkardılar. Ermenilerin siyasî ve içtimaî varlıkları üzerinde yeni bir devir açan "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" nden yararlanan Patrikhane, adı geçen Nizâmnâmenin verdiği serbestlik ile muhtariyet için uğraşmaya hız vermişti. Özet olarak, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin bir "Ermeni Meselesi" olmadığı gibi, Ermeni tebaasının da Türk yöneticileri ile Sayfa 62 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi halledemedikleri bir mesele mevcut değildi. Ermeni Kilisesi ve Ruhanîleri'nin Bağımsızlık Yolundaki Çalışmaları "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânından sonra Patrikler, daha çok millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardı. Başka bir ifade ile, "Diplomat Katogigos" ve "Diplomat Patrik" dönemi başlıyordu. Ermeniler, devlet tarafından kendilerine verilen haklara dayanarak, imparatorluk içinde bir "Ruhanî Liderler Ağı" kurma faaliyetine girişeceklerdir. Bu nizâmnâme, Ermenilerce muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş, Lübnan olayları dolayısı ile vuku bulan Avrupa müdahalesi genişler ise bu müdahalenin kendileri için de faydalı olacağı ümitleri uyanmış idi. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice vermemişti. Öyle ise sözde Ermenistan için gayret gerekiyordu. Üçlü Çete:Mıgırdiç Hırimyan, Nerses Varja-bedyan ve Mateos İzmirliyan Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin şampiyonu Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed olmuş, böylece kiliseye intisab etmiştir. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığım güden "Van Kartalı", 1863'te Muş'ta St.Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri neşretmeye başlamıştır. Vaizleri ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da Ermeni Patriği seçilmiştir. Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî menfaatlarının zirveye tırmanması sonucunu doğuracaktır. Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz iki esas üzerine çalışmaya başlamıştı: a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek, b. İstanbul Ermeniliğinin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a çevirmek. Hırimyan, Ermeni Millî Meclisinde yaptığı bir konuşmasında, "Ben Ermenistan'ın acı çeken bir temsilcisiyim. Benden öncekilerin derman aramak için hükümete ne şekilde başvurduklarını biliyorum. Fakat ben daha etkili, acı bir müdahalede bulunacağım." demişti. Hırimyan'm, Ermenileri macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve hükümet memurları ona cephe almışlardı. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etti. Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'m da Hırimyan'ın izinden yürüdüğü görülmektedir. 1876'da II.Abdülhamid tahta geçmiş ve LMeşrûtiyet ilân edilmişti. Nerses Varjabedyan, Bulgar Meselesi'ni halletmek için toplanan İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot'a, eski Patrik Hı-rimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı Ermenileri hakkında yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamış idi. Hırimyan zamanında başlayan Patrikhane'nin şikâyet raporları ve müracaatları, Rumeli Hristi-yanları meselesinden sonra en şiddetli bir safhaya girecektir. Patrikhane'nin Babıâli'ye ve Avrupa ;. devletlerine verdiği mezâlim raporları, şikâyetnameler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen basit zabıta olaylarından başka birşey olmadıkları görülür. Patrikhane, bir taraftan sistemli olarak en basit olayı, abartarak hükümete duyururken, diğer taraftan da bunları, siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri temsilcilerine vermekte idi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünüyordu: a. Osmanlı Devleti'ne ve Türklere sadık kalmak, b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerim takip ederek çalışmak ve Av-[rupa devletlerinin müdahalesini sağlamak. Rusya'nın Balkanlar'da "Pan-Slavizm"i sağla-Jmak amacı ve Osmanlı Devleti'nde Hristiyanlara zulüm yapılıyor bahanesi ile 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlılar aleyhine Balkanlar ve Kafkaslar'da başlatmış olduğu savaş, hızla gelişerek Çarlık ordularının Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine gelmeleri ile son bulmuştur. I. Meşrutiyet Meclisinde,Rusya'mn savaş açtığına dair tebliğ 25 Nisan 1877 tarihinde okunduğu zaman, mecliste büyük bir heyecan meydana gelmiş, Halep'ten Ermeni milletvekili Manon Efendi, "Biz Ermeni ve Hristiyan olduğumuz münasebeti ile ilân ederim ki, Rusya'nın himayesine muhtaç değiliz. Rusya'nın öne sürdüğü himayeyi kat'iyyen kabul etmeyiz ve ona muhtaç da değiliz. Biz hiçbir zaman Müslüman arkadaşlarımızdan ayrılmadık ; ayrılmayacağız." diyordu. Patrik Nerses ise İngiltere Dışişleri Bakanı Lord lisbury'e yolladığı 13 Nisan 1878 tarihli bir mek-ubunda: "Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşa-arı artık imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hristiyan yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hristiyan yönetim almalıdır. Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Ki-likya, Hristiyan yönetimin kurulması gereken Sayfa 63 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye Ermenistam'nda, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hristiyan yönetim istiyorlar." diyordu. Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, doğuda bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca, "Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermişti. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya, Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz." diye Ermenilerin amacını açıklamış idi. Hâlbuki savaşın ilk günlerinde, Patrik Nerses, Padişah'a bağlı bir Osmanlı yurtseveri olduğunu açıklamıştı. Savaşın son günlerinde, Varjabed-yan'ın başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çarı'na başvurmayı kararlaştırdı. Çar'a gönderdikleri bir muhtırada, Doğu Anadolu'da Fırat nehrine kadar olan bölgelerin Türkler'e geri verilmeyip, Rusya'ya ilhak edilmesini, bu olmadığı takdirde, Bulgaristan'a ve "Bulgar milleti"ne verilecek imtiyazların, "Ermeni milleti"ne de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması hâlinde ise maddî bir teminât alınmasını ve ıslâhatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus işgalinin devam etmesini istiyorlardı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Plevne'nin düşmesinden ve Ruslara İstanbul yolunun açılmasından sonra Osmanlıların barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş, barış şartları ise Ayastefanos (Yeşilköy )'ta tespit edilmiştir. Mütâreke görüşmelerinin Edirne'de başlaması üzerine buraya da bir heyet gönderen Nerses Varjabedyan, bu iş için Edirne Başpiskoposu Kevork Vartabed Rusçukliyan ile Türk murahhas heyetinde görevli Stefan Aslanyan Paşa ve Hovannes Nuryan Efendiyi görevlendirmişti. Rus murahhas heyetinde bulunan eski İstanbul elçisi İgnatiyef, Ermeni heyetine, Bulgarlara verilen hakların kendilerine verilemeyeceğim, fakat gelecekte Ermenilere bağımsızlık verileceği gün için hazır bulunmalarını bildirdi. Ermeni heyeti, bütün gayretlerine rağmen Edirne Mütârekesi'nde bir netice alamamış, Ermeniler ile ilgili bir hüküm elde edememişti. Nihayet, Ayastefanos'da devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmaya muvaffak oldular. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaş-ması'nın 16. Madde'sinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Orta Doğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş, bu durum da Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruma politikasını takip eden İngiltere'nin hoşuna gitmemiş idi. Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberim alan Patrik Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştı. Bu amaç doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St.Peters-burg)'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan, Osmanlı Erme-nilerini himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarım savunmasını rica etmişti. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazanmak için propagandaya çıkmıştı. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunuyordu. Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Man-çester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papaz-yan'a gönderdiği bir mektupta, siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, .ingiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtiyor, diğer taraftan 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi La-yard'ı tekrar ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu.. Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları hakkında da büyük devletlere, tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise istatistikleri göndermiş idi. Neticede sun'î Mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'si fazla değişikliğe uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahe-desi'nin 61. Madde'si olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezaretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islahat Meselesi" hâlinde tespit edilmiş olunuyordu. 61. Madde, Ermenilere umdukları bağımsızlık veya Lübnan Sayfa 64 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi benzeri muhtariyeti sağlamamış, ıslahat (reform) vaadinden başka bir şey getirmemiş idi. Ermeniler bu durumdan memnun kalmamışlardı. Bu sebeple az sonra, Ermeniler amaçlarına ulaşmak için Kilise'nin riyasetinde isyan çıkarmak ve kan dökmek sureti ile Avrupa ve Rusya'nın müdahalesini isteyeceklerdir. Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak katılmış olan Nur-yaz Çer az, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin Kongresi'nden elde edilenler ile Ermeni- [ ler'in umutsuzluğa düşmelerine gerek olmadığını j vurguluyor ve onlara şöyle hitap ediyordu: "Berlin Kongresi ... ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı... Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız... Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve altını çıkarmak bize düşer." Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirti' liyordu. Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi gerektiğine inanmış ve bunu j hazırlamak için de Patrikhane'de "Islahat Korniş-j yönü" adı ile bir komisyon kurmuş idi. Bu korniş-1 yon tarafından, İ879 yılı ortalarında Piskoposlukla-j r a gönderilen genelge, bir cümle ile Ermenileri is-J yana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdekil Ermeni din adamlarına aşağıdaki hususlara riayet| etmeleri isteniyordu. 1. Ermenistan Meselesi'nin yaşatılabilmesi için,! Gregoryen, Protestan, Katolik ve diğer mezhepleri den olan Ermeniler, bu konuda birlik hâlinde tutul-| malıdır. 2. Okullardaki çocukların fikirleri Ermenist; Meselesi ile doldurulmalıdır. Okulu olmayan öğretmen tutmaya gücü yetmeyen köylerde hiç değilse papazlar, erkek ve kız çocuklarına imza atmasını öğretmelidirler. Ayrıca, şehirlerde ve köyleri okuma-yazma bilmeyen büyüklere de yazı yazmayi öğretsinler. Hiç olmazsa imzalarını atabilsinler. [ Zira bu, ileride lâzım olacaktır, 3. Vilâyetlerdeki Ermeni meclisleri ve başkanları, yabancı konsoloslar ile sık sık görüşüp buluşma-jlıdırlar. Ermenilerin dertleri konsoloslara açıkça bildirilmeli ve konsoloslar ile tam ve yakın bir ilişki kurulmalıdır, 4. Avrupa, bütün Ermenilerin haklarını gözetir ve arka olur. Avrupa'nın medenî devletleri buna hazırdır. Hristiyan Ermeniler'in dertlerini duymak ve onlara derman bulmak, Berlin Kongresi'nin 61. Madde'si gereğidir. Şimdiden biz bu durumu konsoloslara ispat etmeye çalışarak, Ermenilerin becerikli, namuslu, bilgiye susamışlığım göstererek, ıslahat ve emniyeti arzuladığımızı kabul ettirmeliyiz, 5. Her nerede olursa olsun, karşınıza çıkan Avrupalı yolcular, güler yüzle karşılanıp ağırlanmak, Ermenilerin misafirperverliği gösterilmelidir. Onlara eski Ermenilik hikâyeleri anlatılarak, Ermeni Davası (Hai Tahd)'na yardımcı olmaları sağlanmalıdır. 6. Bu hususlar, kilise cemiyetlerine, papazlara ve kilise cemaatına duyurulmak ve telkin edilmelidir, 7. Osmanlı Devleti, sizin Avrupalı yolcular ile kuracağınız samimî ilişkilere engel olamayacaktır. Eğer bunun için zulüm ve işkenceye uğranılırsa, mahallî hükümete ve en yakın konsolosa durum bildirilmeli, Patrikhane'ye de olup bitenler bütün ayrıntıları ile yazılmalıdır. Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos İzmirliyan da boş durmuyor, piskoposluklara mektuplar yağdırıyordu. Bu mektuplar tetkik edildiğinde, Patrikhane'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket tarzının, hükümeti çıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet elde etmek olduğu görülmektedir. Sivas vilâyeti, Ermeniler'in üzerinde hak iddia ettikleri "Altı Vilâyet"(Vilâyât-ı Sitte)'den birisi idi. Başka bir ifade ile kurulması tasarlanan "Ermenis-tan"m en batıdaki toprakları demekti. Bu sebeple, Ermeni iddiaları bakımından ayrı bir önem taşımakta idi. Patrikhane'nin devlet aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırkğı'na rapor edildiği 1881 ve 1882 yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara dikkati çekmektedir: 1. Patrikhane piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarım gösteren genelgeler göndermeye başlamıştır, 2. Patrikhane, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğim kavrayan ve Patrikhanenin emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların bazılarını öldürtmüştür.), yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları tayin etmiştir, 3. Patrikhane, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını gösterme yolunda çalışmalara başlamıştır, 4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü Sayfa 65 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir. Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermenilerin katli gibi göstermeye çalışmaktadır. Gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarıyor. Kısaca, olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır, 5. Patrikhane'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası (altını) bulunuyordu. Bu paranın bir bölümü ile Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedailer ile birlikte terör hareketlerini başlattılar, 6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve itaati kökünden yıkmışlardır, 7. Patrikhane, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhane'nin idaresinde ve yönetiminde olduğunu belirtmekte yarar vardır. Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçildi. Vehabed-yan, Mıgırdiç Hırimyan ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye Ermenilerinin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin faydasızlığına inanmış idi. Bu sırada, eski Patrik Hırimyan ve arkadaşları programlarına ve bozgunculuklarına devam ediyorlardı. Diğer taraftan, Ermeni piskoposları da kendilerine verilen programa (talimata) uygun olarak Doğu Anadolu vilâyetlerinde faaliyette bulunuyorlar ve Avrupa'nın müdahalesini sağlamak için, ne yapmak mümkün ise hepsine başvurmaktan çekinmiyorlardı. Harutyun Vehabedyan, yurt dışında olduğu kadar vilâyetlerde de yavaş yavaş ve gizli olarak yapılan hazırlıklardan haberdar idi. Bu arada, Kudüs Ermeni Patriklik Makamı, Patrik Yesayi Karabedyan (1864-1885)'m ölümü ile boşalmıştı. Bu hadise ve ileride meydana gelebilecek bazı sıkıntıları ve güçlükleri sezen Harutyun Vehabedyan, Kudüs Patriği olmak için İstanbul Patrikli-ği'ni terk etmeye karar verdi. Nihayet, kendisi, Bâb-ı Âlf nin istemeyerek onayı ile Kudüs Patriklik Makamı'na getirildi. Üç yıl patriklikte kalan Harutyun Vehabed-yan'ın döneminde, Ermeni isyan komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler açmışlardı. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile muhtariyet isteyen ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçiyordu. Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş, kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armena-gan", 1895 yılında Van'da kuruldu. 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini kurdular. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak İhtilâlci Partisi" adını alacaklardır. Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine, tarafsız bir papaz olarak bilinen İzmit Manastırı Başra-hibi Horen Aşıkyan (1888-1894) geçti. Bunun zamanında da, vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülüyor, bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi" (!) şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi isteniyordu. Diğer taraftan, Rusya'da Çar'ın, ülkesindeki radikalizmi yok etmek için uyguladığı baskılar sonucu dağılan Ermenileri birleştirmek amacı ile 1890 yılında Tiflis'te "Ermeni İhtilâlci Federasyonu" (Taşnak) kuruldu. Artık isyanlar, hiç de rastlantısal olmayan bir kronoloji ile birbirini izleyecek idi. 28 Haziran 1890 tarihinde, Erzurum'da kanlı bir isyan çıkartıldı. Bu isyanda binlerce Müslüman kanı akıtıldı. Bunu, 15 Temmuz 1890 tarihinde Kumkapı Nümayişi, Merzifon, Kayseri ve Yozgat isyanları takip etti. Komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a suikast tertip ettiler. Patrik sadece yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etti. Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'in eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan (1894-1896), İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçildi. İzmirliyan'ın Patrik seçilmesi, Hınçaklar'ı sevindirmişti.O, komitelere bağlı ve üye olan memurları da hizmetine aldı. Kendisi, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmıyor, hükümetin yaptığı bütün işleri en ağır bir dille eleştiriyor, İngiliz Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar gönderiyordu. Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen her vilâyette süratle yayıldı. Bu isyanlar, II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde kısa zamanda bastırılmıştı. İngiliz politikasının ilham ettiği ümitlerin boşa çıktığını gören ve acı bir şekilde hayal kırıklığına uğrayan Ermeniler, artık Mateos İzmirliyan'dan bıkmışlardı. Ayrıca, daha Patrik seçildiği günden itibaren onun uzlaşmaz tavrını tasvip etmeyen Ermeni aristokratları ve Bâb-ı Âlî hizmetindeki yüksek seviyeli memurlar ona istifa etmesini tavsiye ediyorlardı. İngiltere Büyükelçisi Philip Currie de ondan desteğini çekmiş idi. Hatta, Ayan Meclisi üyesi Ermeni Abraham Kara Kehya Paşa da, ona, kendisinin artık kendi Sayfa 66 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi halkına faydalı olamayacağını ve bu sebeple Patriklik Makamı'nda oturmaya devam edemeyeceğini söylemişti. Bütün bu olumsuzluklar Mateos İzmirliyan'ın istifasına sebep oldu. İstifa eden İzmirliyan, 1896 Eylül'ünde Kudüs'e gitti. Ancak, II. Meşrûtiyet'in ilânından sonra İstanbul'a dönebilen İzmirliyan, ikinci defa olarak Patrik (1908-1909) ilân edilecektir. Patrik Mateos İzmirliyan'ın istifasından sonra Bursa Piskoposu Mgr.Bartolomeos, Patrik vekili olarak tayin edildi. Bâb-ı Âlî, İzmirliyan'ın Patrikli- j ği zamanında mevcut bulunan sivil ve dinî meclis- j lerin yerine, din adamlarından ve 8 lâik üyeden J müteşekkil bir Karma Meclis'i geçici olarak görevlendirdi. Az sonra, 26 Ağustos 1896 tarihinde İstan- j bul'da Taşnak Partisi'nin düzenlediği "Osmanlı j Bankası Baskını" vuku buldu. Artin Dadyan Fa-şa'nın başkanlığında toplanan Karma Meclis ise bu J sırada, Malakya Ormanyan'ı İstanbul Ermeni Patri-J ği (1896-1908) olarak seçti. Patrik Ormanyan, II.Ab-j dülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümü müna-j sebeti ile, Kumkapı Kilisesi'nde "Allah'a Şükür j Ayini" yaptı, ayrıca, Ermeniler'in Osmanlı İmpara-j torluğu'na bağlılık sebeplerini açıklayan konuşma-j sının ardından, Padişah'in iyiliği için dualar oku-[ du. Osmanlı Hükümeti de Ermenilere daha fazla l güven vermeye ve onların sadakatini yeniden ka-[ zanmaya koyuldu. Padişahın çıkardığı bir af sol nunda da, sürgün edilmiş veya hapsedilmiş bütünj Ermeniler serbest bırakıldı. Ermeni din adamları ise bu dönemde de yıkıaj faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Uğranılan hayal l rıklığı ve ümitsizlik Ermenileri yeni maceralara iti çek ve yeni hayaller peşine düşürecektir. Nitekim,Adana bölgesi Piskoposu Paul Terziyan, Ma-raş ve Adana bölgelerini içine alan küçük hayalî bir Ermenistan Devleti'nin kurulması çalışmalarım başlatacaktır. O, Fransız Hariciye Nazırına yazdığı 6 Temmuz 1898 tarihli gizli mektubunda, Osmanlı Hükûmeti'ni şikâyet ederek Fransa'nın himayesinde küçük bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını öngörüyordu. Ancak, bu teklif II. Abdülhamid tarafından öğrenilmiş ve kesinlikle reddedilmiştir. 1899 yılında ise Minaz Çer az ile çeşitli yerlerden seçilmiş olan heyetler, Lahey Barış Konferansı'na müracaat ederek Ermenistan'ın bağımsızlığı yolunda bir muhtıra vermişlerdi. Patrikhane tarafından yönlendirilen Ermeni komiteleri de, 1905 yılında Paris'te yaptıkları bir kongrede, Kilikya (Adana, Maraş ve havalisi)'da bir Ermeni Devleti kurulmasına karar vermişlerdi. Aslında bu karar yine, haç ve kılıcın ittifakı idi. Meşrûtiyet'in İlânı, Kilise-Taşnak-Hmçak İşbirliği, Piskopos Muşeg 23/24 Temmuz 1908 tarihinde II.Meşrûtiyet'in ilânından sonra, ihtilâlci ve politik mahiyete sahip olan Ermeni komiteleri, Meşrûtiyet'e bağlılıklarını ve onun korunmasına çalışacaklarını ilân etmişlerdi. Komiteler, yayınladıkları programlarında da, ihtilâlci görünümlerinden uzaklaştıklarını özellikle beyan ediyorlar ve Osmanlı Devleti'nin yükselmesi için çalışacaklarını vurguluyorlardı. Ancak, komiteler az sonra yavaş yavaş eski faaliyetlerine geçeceklerdi. Komitelerin muhtelif gazetelerinde Meşrûtiyet'in ilk günlerinde Berlin Antlaşması'nın 61. Madde'sinden vazgeçildiği ilân edilmişken, yine eski iddialar üzerine yazılar çıkarmaya başlamıştı. Eski hatıraların ihya edildiği, Ermeni bayraklarının, Ermeni ihtilâl ve isyan telkin eden eserlerin, marşların, millî şiirlerin, millî piyeslerin ortaya çıktığı görülüyordu. Silâh ithalâtına büyük önem veren komiteler, en ufak köylere kadar şubelerini genişletip üyelerinin silâhlanmasına büyük gayretleri ile çalışıyorlardı. Patrikhane ise bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştu. Öğretmenler ve vilâyetlerdeki piskoposlar, uzun bir tetkikten sonra, genç ve müfrit papazlardan seçiliyor ve bunlar komiteler hesabına çalışıyorlardı. Komiteciler, Ermenilerin bulunduğu yerlerde hakimiyet ve üstünlük sağlamak için piskoposlukları elde etmeye gayret sarfediyorlardı. Başka bir ifade ile Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet sonrasında da terörün içindeki yerini alıyordu. Bitlis Rus Konsolosu tarafından istanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3 Aralık 1910 tarihli ve 602 numaralı rapor, kilise ile Taşnak mensupları arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahi-yettedir.Taşnak Komitesi'nin Bitlis ve Muş'daki faaliyetlerinden bahsedilmekte olan Rapor'da: "Muş'un köylerinde, sözde okullar için para toplayan Ermeni İhtilâlcisi Karnik, Taşnak Komite-si'ne girmeden önce bir papaz idi. Asıl adı, Dacad Vartabed'dir. Sonra ruhanî kisveyi bırakarak Taşnak Komitesi'ne girmiştir. Bundan sonra, diğer Ermeni ihtilâlcileri gibi, o da bir takma ad bulmuştur... Şimdi, Karmen adı ile tanınmaktadır. Ermeni cemaati ve ruhanî idareleri tarafından temin edilen okullara Taşnak mensupları, müfettiş sıfatı ile gitmektedirler. Taşnak Komitesi üyelerinin, Ermenilerin ruhanî işlerine, geçen yıl içerisinde ve bu yılın başlarında katılmaları önemli bir dereceye çıkmıştır. Taşnaklar'ın Muş'taki ruhanî işlere müdahaleleri daha fazla hissedilmekte ve Sayfa 67 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi buradaki ruhanî memurları kendi arzularına göre zorlamaktadırlar. Taşnaklar'ın, Muş'un dinî işlerine müdahaleleri, Ermeni din adamlarının vilâyetin diğer bölgelerine gitmeleri hâlinde de kendini göstermektedir. Bir müddet önce, Muş piskoposu Nerses Karahanyan Bitlis'e geldiği zaman, Karmen ondan ayrılmaya-rak ona refakat etmiştir. Piskopos nereye giderse, Karmen de mutlaka onunla beraber bulunmuştur. Ermeni ruhanîleri ile Taşnak üyelerinin münasebetleri, siyasî ve diğer konularda tamamen uygunluk arz etmektedir." Nitekim, 1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermişti. İşte Adana'da Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılıyordu. 13 gün süren Adana olaylarında 20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye'ye kaçmış idi. Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan, 1907 Ekim ayında ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket ediyordu. Yerine Patrik olarak Ye-gişe Turyan (1909-1911) getirildi. Az sonra da, Patriklik Makamı'na Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilecektir. Piskopos Muşeg'in 1909'da hazırladığı Adana İsyam'ndan 1913 yılına kadar geçen dört yıllık devre, başta Ermeni kilisesi olmak üzere, komitecilerin, siyasî görüşmeler, meclislere seçilmeler, yabancı elçiler ve hükümet ileri gelenleri ile yaptıkları temaslar ve komite toplantıları; isyan bayrağı altına daha çok komiteci toplamak, zaman kazanmak ve yıpranmış Ermeni ihtilâlciliğini bütün ruhu ile yeniden canlandırmak amacını taşıyordu. Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilân ettiği günlerde (21 Temmuz 1914), Eçmiyazin Katogigosu V. Kevork (1912-1930), Rusya'nın Kafkasya Umumî Valisi Voronçov-Daşkov'a yaptığı riyakârlık ve dalkavuklukla dolu yazılı müracaatında, Ermenilerin himayesini istiyor, buna karşılık Ruslar ile birlikte Osmanlı Devleti'ne karşı savaşacaklarını taahhüd ediyordu. Yine aynı gün, Voronçov-Daşkov, Tiflis'deki Ermeni Millî Konseyi üyeleri, bu arada şehrin Belediye Başkanı Hadisyan ile görüşüyor ve ona, eğer Türkler'in altı doğu vilâyeti Ermenilerin yardımı ile ele geçirilirse, burada Ermeni muhtariyetinin tanınacağını ilân ediyordu. V.Kevork, ayrıca, Katogigosluğun resmî gazetesi olan "Araraf'ta, bütün Ermenilere hitaben bir beyânname yayınlayarak (Ağustos 1914), isyan çığırtkanlığı yapıyordu. 1915 yılı ilkbaharının başlarında, yani Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmesinden altı ay sonra, kilise güdümlü Ermeni çetelerinin Rusya'nın desteğindeki faaliyetleri şöyle özetlenebilir: 1. Ermeni komiteleri, savaş başlar başlamaz Rus ordusuna katılmayı, onu desteklemeyi, düşman sınırı geçince onlarla birlikte çarpışmayı planlamışlardı, 2. Seferberlik ilânı üzerine askere gitmeyi reddetmişler, silâhlarını alıp dağlara çıkmışlardı, 3. Askere gidenler, silâh ve cephaneleri de çalarak kaçmşlar, komitecilerin emrindeki çetelere katılmışlardı, 4. Doğu Anadolu'nun birçok yerinde gizli komiteler faaliyetlerini arttırmışlar, bomba imalâthaneleri kurmuşlar, silâh depoları teşkil etmişlerdi, 5. Silâhsız ve müdafaasız îslâm ahali üzerine baskınlar yapılmış, günahsız pek çok masum vahşice katledilmişti, 6. Resmî binalara, askerlere, jandarmalara tecavüz ve saldırılar gittikçe şiddetlenmiş, şehit düşen askerlerin sayısı binlerin üzerine çıkmıştı, 7. Çeşitli yerlerde isyanlar başlamış, bilhassa doğuya yaklaştıkça isyan bölgeleri daha sıklaşır olmuştu, 8. Van'da büyük bir isyan başlatılmış, Rus ordusu ve Ermeniler şehri işgal etmeden önce ve ettikten sonra katliam yapılmış, Van ahalisinin büyük bir kısmı öldürülmüştür, 9. Bütün bu hareketlerin başında, Osmanlı Meclisi'ne dahi girmiş bulunan Ermeni milletvekillerinin, tanınmış komitecilerin, papazların, doktor ve avukatların bulunduğu görülmüştür. Diğer taraftan, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da devlete karşı savaşacak"Ermeni Gönüllü Birlikleri" teşkil edilmişti. Bu amaç için Amerika BirleşikDev-letleri'nde kurulan "Millî Müdafaa Komisyo-nu"nun üyeleri arasında, Adana eski Piskoposu Muşeg, Ankara eski Piskoposu Papgen, Kütahya Piskoposu Papgen Köleseryan, Feriköy ve Üsküdar eski vaizi rahip Dirayr da bulunuyordu. Komisyonu teşkil eden üyeler, Türkiye'de yıllarca piskoposluk yapmış olan ruhanî liderlerdi. "Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâ-mesi"(1916) ile 1918 Nizâmnâmesi'nin Sayfa 68 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi İlânı Ermeni Patrikhanesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhane'ye 1863 yılında ; devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos -1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni "Ermeni Kato- , gigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi" ile biri sırf ruhanî ve üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam, Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki Katogigosluk (Sis ve Akdamar) ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış, yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hristi-yanlığın dinî merkezi Kudüs olmuştur. Patrikhane meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis (Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece,Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî koruyuculuğundan kurtuluyorlardı. Kudüs Katogigosluğu'nun görev sahası ise bütün Osmanlı İmparatorluğu'nu kapsıyordu, Böylece, yeni nizâmnâme Ermenilere bir ümit olarak gösteriliyor, "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az." diye ders verilmek isteniyordu. Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni cemaatının 1863 yılından beri, bu yeni nizâmnâme gibi bir nizâmnâme ile yönetilmiş olsa idi, dışarıdan gelen kışkırtmaların daha az tesirli olacağını ve 1915 olaylarının çıkmayacağını ileri sürmektedir. Tanin Gazetesi ise 11 Ağustos 1916 tarihli nüshasında, hükümetin Patrikhane ile ilgili o sıradaki görüşünü belirterek, âdeta devlet içinde devlet sayılan "Millî Meclis-i Umumî" ile Patrikleri ve rahipleri Ermeni Komiteleri'ne yardımcı olmakla suçlamaktadır. Anılan nüshada özetle şöyle denilmektedir: "Patrikhane'ye, bu meclisi kurma hakkı verildiği günden itibaren (1863), Ermeni meclisi siyasî bir kuruluş hâlini almış, Ermeni partileri kurulmaya başlamış, propagandalar yapılmış, sokaklarda dövüşler, mecliste gürültüler olmuş, dinî işler bir tarafa bırakılarak, siyasî programlar ile uğraşılmaya başlanılmıştır. Bu Ermeni partileri mükemmel ihtilâl programları yapmışlar, kimi İngilizlere kimi Ruslar'a taraftar olmuş, kimi başlı başına bağımsızlık hülyalarına kapılmışlardır. Patrikler, makamlarında durabilmek için bu partiler ile uzlaşmaya mecbur olmuşlar, patrikhane meclisleri de dinî görevlerini bırakıp siyaset ile uğraşmak zorunda kalmışlardır... Dünyanın hiçbir tarafında böyle bir meclis bulunamaz... Patrikhane, patriklerin değil, dışarda her türlü yıkıcılığı yapabilen politikacıların eline düşmüş bulunuyordu. Bu suretle, birtakım yıkıcılar, bir yandan rahipleri yıkıcılık yapacak adamlardan seçtirmişler, diğer taraftan da bu rahipler vasıtası ile yıkıcılığa ve örgütlenmeye devam etmişlerdir." Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Sava-şı'ndan yenik çıkacak ve İtilâf Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine göre toprakları işgal edilecekti. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktı. Ermenilerin hukukî durumları hakkında üçüncü bir düzenleme ise Mondros Mütârekesinden sonra, 11 Kasım 1918 tarihinde kurulan Tevfik Paşa Hükümeti tarafından yapılmıştır. İttihat ve Terakki Hükûmeti'nin gerçekleştirdiği 1916 yılındaki düzenlemeye tepki olarak, altı madde hâlinde 18 Kasım 1918 tarihinde yayınlanan ve "27 Ramazan (1) 279/18 Mart 1863 Tarihli Ermeni Katogigos ve Patrikliği Nizâmnâmesi'nin İlgası Hakkında Nizâmnâme (Lâyiha)" adını taşıyan yen nizâmnâme ile 1916 Nizâmnâmesi yürürlükten kaldırılmış, böylece Ermeniler tekrar 1863 Nizâmnâmesi'nin hükümlerine tâbi olmuşlardır. Böylece, 1916 Nizâmnâmesi ile zararlı çalışmaları zapt ü rapt altına alınmış olan Patrikhane, 1863 Nizâmnâmesi'nin tekrardan yürürlüğe konması ile eski faaliyetlerine başlayacaktır. Patrik Zaven Efendinin Çalışmaları Mondros Mütarekesi, Ermenistan kurulması ortamı için önemli bir adım idi. 1918 Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen Ermeni Patriği Zaven Efendi, bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât kurmuş, silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi'nden de geniş ölçüde destek alıyordu. Yoğun bir propaganda ve siyasî faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere-Fransa) kabul göreceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple, Türkiye Ermenilerinin temsilcisi olduğu sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemişti. Diğer taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere Sayfa 69 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan da Londra'ya hareket etti. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı Lord Harding ile görüştü, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile müzakerelerde bulundu. Ermeniler'in minnettarlığını arzetmek üzere İngiltere Kralı V. George'u da ziyaret etti. Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok emin görünüyordu. Ancak Ermeniler isteklerinde, demokgrafik, etnik, politik, ekonomik ve diğer bakımlardan haklı olup olmadıklarını düşünmüyorlardı. Ermeniler, Mondros Mütarekesi'nden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet göndermişlerdi. Bunlar, Bogos Nubar Paşa'nın başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", "Ermenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Avedis Aharonyan'm başkanlığındaki "Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu" ve Kilikya (Sis) Ermeni Katogi-gosu Paul Terziyan'ın başkanlığında kurulmuş bir din adamları (ruhanî) Delegasyonu idi. Bogos Nu-bar Paşa ve Avedis Aharonyan, 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı'mn "Onlar Şûrası"na verdikleri muhtıra ile Kafkasya'dan Akdeniz'e ve Karadeniz'den Suriye Çölü'ne kadar uzanan bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını teklif etmişlerdi. Ancak özellikle, İngiltere ve Fransa arasındaki bölgeye hakimiyet mücadelesi, konunun bir müddet daha sürümcemede kalmasına sebep olacaktır. Ermeni Kilisesi Hakkındaki Yorumlar ve Düşünceler Gevond Turyan'ın Düşünceleri Ermeni Kilisesi'nin, Ermenilerin ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile daha önce belirtmiştik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan'ın haftalık bir Ermeni dergisi olan Dadjar'da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi'nin bir itirafnâmesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri'nin, Patrikha-ne'nin ve Ermeni Cemiyetleri'nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı Devleti'nin yıkılma-sındaki rollerini şöyle açıklamaktadır: "Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri'nin inkılâp ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silâh depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve yazı ile, kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artık vaazlarda yüce sözler ve İncil'in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin ve intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı." "Ne Ermeniler'in en yüksek dinî lideri Eçmiya-zin Katogigosu, ne Ermenilerin kaderim omuzladı-ğını iddia eden en yüksek Kilise yetkilileri, ne bu ihtilâl partilerinin yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer hiçbir otoritenin hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımız ne açıklayabildiler, ne de kavrayabildiler." "Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî hürriyetten istifade ederek Türkiye'nin toprağında Türkler ile yanyana yaşadılar... Komiteler, gerçekleri inkâr etmişler ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmişlerdir." Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan'ın bu kitabını kasıtlı olarak kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yalında Amerika'ya göç etmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York'daki Ermeni Kilisesi'ne bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından asılsız davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürülmüştür. XX. Yüzyıl Sonlarında Anti-Türk Propagandası ve Kilisenin Teröre Desteği 1919-1921 yıllarında Fransız ve İngiliz kuvvetleri ile birlikte Maraş, Urfa ve Antep'te Müslüman ahaliye, akla ve hayale gelmeyen baskı ve zulüm uygulayan Ermenilerin büyük bir bölümü, Ankara Antlaşması'nı müteakip, Fransızlar tarafından Lübnan'a taşınmışlardı. Böylece Lübnan, Orta-Do-ğu'da geniş bir Ermeni nüfusuna vatan olmuştu. 1970-1985 yılları arasında, Lübnan'da Türkiye'ye karşı Ermeni terör örgütlerinin yeniden kurulduğu görülmektedir. Bu örgütler arasında,ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu), ASALA-RM (ASALA-İhtilâlci Hareketi), JCAG (Ermeni soy kırımı Adalet Komandoları) ve ARA (Ermeni İhtilâlci Ordusu)'yı sayabiliriz.Bu yıllar arasında, Türk ve yabancı kişi ve kuruluşlarına yöneltilen çok sayıda eylem, anılan terör örgütlerince üstlenildi. Ayrıca, Eçmiyazin (Ermenistan) ve An-tilyas (Lübnan) Katogigosları da sözde davalarına destek sağlamak için büyük devletler ile temaslarda Sayfa 70 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi bulunmuşlardır. Bazı Ermenilerin, Türkiye aleyhtarı çalışmalarını 1985 yılından sonra terör ortamından, yoğun bir propaganda ortamına kaydırdıkları görülmektedir. Onlar, bu propagandalarında, Osmanlı Devleti'nin son yüzyılından miras kalan dinî ve etnik problemleri, kasıtlı bir şekilde günümüz Türkiye'sinin politikalarına sokmak gayreti içinde bulunmaktadırlar. 1987 yılında ABD'ye giden Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, çeşitli eyaletlerde düzenlenen ayinler ve toplantılar sırasında hitap ettiği Ermeni asıllı Amerikalılara, "vatana dönüş" temasını işlemiştir. New York, San Francisco ve Los Angeles'e uğradıktan sonra Kanada'ya geçen I. Vasgen, yaptığı konuşmalarında, Avrupa Parlamentosu'nun (asılsız) soy kırımı kabul etmesinden sonra, ikinci aşamada Birleşmiş Milletler'in de aynı konuda karar alması gerektiğini, soy kırımın tanınmasının, Hristiyan bilincinin ve Hristiyan adaletinin temel bir konusu olduğunu, bir gün Ağrı Dağı'nın etrafında yeniden bir araya gelineceği temalarını da işleyerek, Ermeni propagandasmdaki dinî motife ağırlık vermiştir. I. Vasgen, dinî otoritesini, Sovyetler Birliği'nin Ermenilik siyasetine uygun olarak ustalıkla kullanan bir Ermeni Katogigosu olarak temayüz etmiştir. XX. yüzyılın propaganda tarihi yazıldığında, herhalde en etkili kampanya olarak, Ermenilerin Türklere karşı açtıkları propaganda savaşı gösterilecektir. Teröristlerin arkasında, çeşitli Ermeni kuruluşları ile bazı Ermeni kiliselerinin bulunduğu artık bilinmektedir. Asılsız Ermeni Meselesi, Türkiye'yi tedirgin etmek yanında, dünyadaki Ermeni millî bilincim ve kileseye bağlılığı dinç tutmak için devamlı gündeme getirilmektedir. Nitekim, Kuzey Amerika'daki ve Batı Avrupa'daki Ermeni kiliseleri, 20 yıl önce tenhalaşmış ve yoksullaşmış oldukları hâlde, şimdi tıklım tıklımdır. İnanılmayacak kadar etkindir. Muazzam fonlara kavuşmuşlardır. Bu sebepledir ki, Türkiye dışındaki Ermeni kiliseleri, dine, ahlâka ve insanlığa aykırı olarak, hiçbir zaman Ermeni terörizmini tel'in etmemişlerdir. Meselâ, ABD'de Boston yakınlarındaki VVater-town'da yaşayan Ermeni papazı Vartan Hartun-yan, Ermeni terörü diye bir şeyin varlığını kabul etmemektedir. Bu papaz için var olan tek şey, yalnızca Ermenilere yöneltilen sözde terördür. 28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ı şehit eden ve yargılanarak mahkûm olan Lübnan asıllı Hampig Sasun-yan için 21 Kasım 1983 tarihinde California Monte-bello'daki "Kutsal Haç Ermeni Resul Kilisesi"nde bir "Hampig Gecesi" düzenlendi ve günün anlamını belirtmek için yapılan dinî töreni "Batı Ermeni Resul Kilisesi" Başpiskoposu Yeprem Tabakyan yönetti. Terörist katil Hampig Sasunyan'a verilen bu manevî destek, Ermeni kilisesinden kaynaklanıyordu! Ve işin en ilginç ve kaygı verici tarafı da toplan-tanm dinî bir kuruluşta düzenlenmesi ve ABD'nin ileri gelen bir dinî lideri tarafından yönetilmesi idi. "Ermeni Kutsal Haçı'mn Marifetleri" bununla kalmayacaktı. Nitekim, Lizbon'daki Türk Büyükelçiliğini 27 Temmuz 1983 tarihinde basan ve baskın sırasında ölen beş Ermeni teröristi için de, 12 Ocak 1984 tarihinde, Washington D.C.'nin mahallesi olan Chevy Chase'deki Surp Haç Kilisesi'nde; 21 Ocak 1984 tarihinde Illionis, Glenview Ermeni Azizler Resul Kilisesi'nde; 22 Ocak 1984 tarihinde Rhode Island'daki St. Vartanantz Kilisesi'nde ve 29 Ocak , 1984 tarihinde New Jersey Ridgefield'deki St.Varta-ınantz Kilisesi'nde "Lizbon Beşlisi" için ayinler düzenlendi. Bu ayinler, Taşnak Partisi tarafından himaye edilmiştir. Yakın tarihte, 26 Aralık 1994 tarihinde de, Dağlık Karabağ'da Azeri Türklerine karşı çarpışırken ölen Ermeni kuvvetleri komutanı, ASALA-RM (ASALA-îhtilâlci Hareketi)'nin lideri terörist Monte Melkonyan'ın ölümünün birinci yıldönümünde, California, Pasadena'daki St. Gregory Ermeni Kilisesi'nde bir anma töreni düzenlendi. Törene başkanlık eden Başpiskopos Vahe Hovsepyan, Mal-konyan'ın sözde kahramanlığından övgü ile bahsetti. Törene, başta Ermeni kilisesi, Ermeni partileri temsilcileri, Ermeni akademisyenler ve Ermeni basını katılmıştı. Şaşırtıcı bir durum. Katil bir terörist, kilisenin riyasetinde bir Ermeni kahramanı hâline getirilmişti! Ermeni siyasî isteklerinin temelinde yatan sözde "Ermeni Anavatam"m kurtarmak amacı ile, Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesi ve onun desteğindeki Ermeni partileri, aşağıdaki doğrultuda bir anti-Türk politika sürdürmektedirler. 1. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, yaptıkları Türk ve Kürt katliamına ait tarihî gerçekleri inkâr etmektedirler. 2. Ermeni Kilisesi ve siyasî partileri, Türklerin Ermenilere soy kırım yaptıkları iddiasını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. 3. Ermeni kilisesinin desteğinde terör örgütleri kuran Ermeni siyasî partileri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yıkıcı faaliyetlerini sürdürmektedirler. 4. Bu konuda, kilise kaynaklarını seferber eden Ermeni partileri, terörizm, Sayfa 71 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi rüşvet ve diğer yıkıcı metodları ile sözde "Ermeni Davası" (Hai Tahd)'na destek vermeyen diğer milletlere mensup siyaset adamlarını, hükümet yetkililerini, insan hakları uzmanlarını ve tarihçileri susturmaya gayret etmektedirler. 5. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, bugün Türkiye'de kendi davalarına hizmet edecek misyon kurmak için çaba sarfetmektedirler. Türkiye dışındaki Ermeni ruhanîleri ve parti liderleri, yukarıda belirtilen yollardan istifade ile, milletlerarası diplomatik camianın, asılsız "Ermeni Meselesi"ni gündemde tutmak için çalışmaktadırlar. MÜTAREKE VE MÎLLÎ MÜCADELE DONEMİ (1919-1922)'NDE MERSİN VE TARSUS'TA ERMENİ MEZALİMİ 1. Mütareke Döneminde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi İşgaller ve Ermeni Lejyonu Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştı. Aga-memnon zırhlısında yapılan görüşmelere İngiltere ve müttefikleri adına Amiral Arthur Calthrope, Osmanlı Hükümeti adına da Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Genelkurmay subaylarından Sadullah Bey katılmışlardı. Dört gün süren (27-30 Ekim 1918) ve beş oturumda tespit edilen mütarekenin en önemli maddeleri 7. ve 24. maddelerdi1. Bu maddelerde, "Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkması hâlinde herhangi mühim strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır (7. Madde); Vilâyât-ı Sitte2'de karışıklık çıkması hâlinde bu vilâyetlerin herhangi bir kısmım işgal hakkını İtilâf Devletleri muhafaza ederler (24. Madde)" ifadelerine yer verilmekte idi. İtilâf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla, Osmanlı İm-paratorluğu'nun topraklarını paylaşmışlardı. Mütareke'den sonra, mütarekenin ilgili maddelerini bahane ederek, Çukurova'nın boşaltılmasını istediler. Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Cevat Paşa tarafından İkinci Ordu Kumandanı Nihad Paşa^'ya çekilen telgraftaki işgal haberi Çukurova'da bomba tesiri yarattı. Buna azınlıklar sevinirlerken, Türkler telâş ve heyecan içindeydiler. Bu arada Nihat Paşa, Adana'dan ayrılarak Konya'ya gitmiş, Onikinci Kolordu Kumandam Albay Fahrettin (Altay) Bey de 15 Aralık 1918 tarihinde karargâhı ile birlikte Adana'dan ayrılmıştı. En son birliklerin Adana'dan çekilmesiyle, gelecek karanlık günlerin dehşeti bütün ağırlığı ile halkın üzerine çökmüştü. Türklerin ilk devresi, Çukurova'nın Türklere ait olduğunu ispata çalışmak oldu. Adanalı aydınlar bölgenin nüfus çoğunluğu ve tarih bakımından Türklüğünü belirten bildiriler yayınlıyorlardı4. 16/17 Aralık 1918 gecesi düşman çıkartma gemilerinin Mersin iskelesine yanaşmaya başladıkları öğrenildi. İşgal hazırlıklarına başlanmıştı. Nihayet sabah saat O9'da, bir İngiliz subayının getirdiği yönetime hitaben yazılan mektupta5, "Mütareke'nin 7.maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre, asayişi sağlamak amacı ile Kilikya'nın işgaline Mersin'den başlanacağı, çıkarmanın istasyon yakınındaki iskeleden yapılacağı, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayaca-ğı, işgalin geçici olduğu, halkın heyecana kapılmama-sı, herhangi bir karşı koyma sorumluluğunun idare amirliğine ait olacağı" bildiriliyor ve "iskele civan meydanlığı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve i Amerikan Koleji'nin işgal edileceği ve gerekli tedbirlerin alınması" isteniyordu. 17 Aralık'ta Albay Romieu'nün komutasında bulunan Fransız birliği Mersin'de karaya çıktı6. 1500 kişilik birlikte, yalnız 150 Fransız askeri vardı. Geri kalanlar, Fransızlar tarafından oluşturulan Doğu Lejyonu (Legion d'orient)'na bağlı Ermeni gönüllüler (Kama-vorlar) idi7. Bunlar iskeleye çıkar çıkmaz, küfürler savurarak Gümrük Meydanı'na geldiler ve eski Gümrük Binası'mn kapı ve pencerelerindeki ayyıldızları parçaladılar8. Tarsus ta, 19 Aralık 1918 tarihinde işgalden kurtulamadı9. 20 Aralık'ta, Fransa'nın Suriye işgal ordusu komutanı General Hamlin Adana'ya girdi. Silâhlandırılmış Ermeni fedaileri (Kamavorlar) ise Adana bölgesine toplanmışlardı. Çukurova'ya akın eden sivil Ermeniler de kasaba ve bucaklara yayıldılar. Birleşik Ermeni Cemiyeti ve "Tece Faciası" Mersin'e Fransız kuvvetleriyle gelen Ermeniler bölgede oturan Ermeni azınlıkla işbirliğine girişerek teşkilâtlanmışlardı. Bunlar, Fransızların istekleri üzerine "Ermeni Cemiyeti Müttehidesi" (Birleşik Ermeni Cemiyeti)'ni kurdular. Bu cemiyetin yöneticileri şunlardı10: Başkan: Manolyan. Başkan Yardımcısı: Mıgırdiç Zelveyan. Guvernörlük11 Mümessili: Kirkor Zelveyan. Üyeleri: Mardiros Dellelyan, Hagop Şekerciyan, Muhtar Saatçi Artin. Bunlar toplantılarını Ermeni kilisesinde yapıyorlardı. Merkezi Kırobası (Mağara)'nda olmak üzere Silifke ve ilçelerinde de şubeler açmışlardı. O Sayfa 72 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi zamanlar, Silifke, Kırobası ve Mut havalisinde Orta Çağlardan kalma Ermeniler ve Rumlar vardı1^. Bunlar çoğunluk teşkil etmiyorlar, genellikle el sanatlarıyla uğraşıyorlardı. Amaçları, Merkezi Haçin (Saimbeyli)13 olarak tasavvur edilen Ermeni Devleti'nin kurulmasına yardım etmekti14. Birleşik Ermeni Cemiyeti, Türk köylerine saldırmak için Mersin'de bulunan Ermenilerden Zeytunlu Arsak Çavuş idaresinde 30 kişilik bir Ermeni eşkıya çetesi oluşturarak, bunlara Fransız asker elbiselerini giydirip, silâh ve bombalarla donatıp harekete geçirdi. 18/19 Şubat 1919 gecesi Silifke istikametinde yola çıkan Ermeni eşkıyası 20 Şubat'ta Tece'ye geldi. Te-ce'yi saran ve halkını köy meydanında yakılan ateşin etrafında toplayan Ermeni eşkıyası, evlere de girerek buldukları değerli eşyaları yağmaladılar. Bununla da yetinmeyen Ermeni eşkıyaları geri çekilirlerken evleri ateşe verdiler ve tepelere çekilerek Tece'yi kurşun yağmuruna tuttular. "Tece Faciası" adı verilen bu baskın sonunda birçok masum insan öldürülmüş, yüzden fazla hayvan telef olmuştu. Eşkıyanın takibine çı-kıldıysa da, takip müfrezesinde bulunan Ermeni ve Hristiyanlar'ın işi gevşetmeleri ve kasıtlı hareketleri sonunda başarı sağlanamadı. Bu Ermeni eşkıyası, 23 Şubat 1919 gecesi, Bahçe Mahallesi Yeniköy mevkiinden Mersin'e girerken yine vahşice katliamlarına devam ettiler. Fransız birlikleri, deniz kıyısındaki "Taşhan" demlen iki katlı binada konaklamışlardı. ' Doğu Lejyonu (Legion d'Orient) hakkında geniş bilgi için bkz., Erdal İlter, "Millî Mücadele' de Doğu Lejyonu (Legion d'Orient)'nun Fransız İşgal Bölgesindeki Fonksiyonu/' TİTED, Sayı: 3 (Mayıs 1989), s. 419-436; Halil Aytekin, Kıbrıs'ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Ankara 2000. Mersin' de alıkonan Ermeni gönüllüleri (Kamavorlar), Taşhan, Araplar köyü ve Hristiyan Köyü (Osmaniye Mahallesi)'ne yerleştirilmişlerdi. ^ Tarsus'a gönderilen Ermeni birliği, Fransız Cizvit Kız Okuluna yerleştirilmişti. O günlerde Türk mahallesinde olan bu binanın önünden geçebilmek, ırz ve namuslarına küfredildiği ve hakaretler yağdırıldığı için Türkler için bir mesele olmuştu. Tarsus Olayları Ermeniler, Fransızlar'ın himayesinden destek alarak Tarsus'da da Türkler aleyhine çeşitli olaylar çıkarıyorlardı. İşgalden 15 gün kadar sonra Hancı Abdo (Benli), Fransız Cizvit Kız Okulu'nün önünden geçerken Ermeni askerleri ile komitacılarının hücumuna uğradı. Süngü ile göğsünden yaralanan Abdo, Fransızlar tarafından kurtarılarak tedavi altına alındı. Olay şehre yayılınca gençler silâha sarıldılar ve hükümet konağı önünde toplanarak Ermeniler'in bu hareketlerini protesto ettiler. Durumun kötüye gittiğini gören Fransızlar, Türkler tarafından ileri sürülen ve Tarsus Müftüsü Hilmi ile Şuberizâde Hafız Efendi tarafından kaleme alınan istekleri kabul etmek zorunda kaldılar. Türklerin bu istekleri şunlardı: 1. Abdo Efendiyi öldürmek kasdıyla yaralayan Ermeni askerinin ve arkadaşlarının cezalandırılması, 2. Tarsus'taki Ermeni askerlerinin çekilerek yerine, Fransız ve Müslüman sömürge askerlerinin getirilmesi, 3. Ermenileri himaye eden ve onları kışkırtan Gu-vernör'ün değiştirilmesi. Bu istekler, Adana'dan gelen Baş Administrateur (Genel Vali) Albay Bremond tarafından kabul edildi. Guvernör değiştirildi ve yerine Binbaşı Coustillere getirildi. Ermeni askerlerinin yerini Cezayir ve Tu-nus'lu Müslüman askerler aldı. Abdo Efendiyi yaralayan Ermeni ve komitacı arkadaşları da cezalandırılmak üzere mahkemeye verildi. Kasım ayı sonunda başlamış olan Ermeni intikam hareketleri, Şubat 1919'da o derece korkunç bir ölçüde çoğalmıştı ki, Fransız askerî komutası Ermeni gönüllülere karşı müdahaleye kendini mecbur görmüştü. Tarsus Amerikan Koleji müdürü, bütün olaylarda ilk hareketin Ermenilerden geldiğini ifade etmiştir. 2. Millî Mücadele Dönemi'nde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi Temmuz 1919' daki Clemenceau ve Lloyd George arasındaki Antlaşması'dan sonra, Suriye ve Kilikya Olağanüstü Komiserliği ve Doğu Orduları Başku-mandanlığı'na General Gouraud tayin edildi. Mersin İşgal Kuvvetleri Kumandanı ve Guvernörü Binbaşı Anfre tarafından General Gouraud için bir karşılama ve ağırlama programı yapıldı. 10 Aralık 1919 tarihinde, General Gouraud ve maiyeti Mersin Gümrük Merkez İskelesi'nde karşılandılar. Burada Türkler tarafından soğuk karşılanan Gouraud, Baş Administra-tör Bremond'a hislerini şöyle açıklamıştır: "Türkler ile iyi münasebet kurunuz, onlara karşı şiddet hareketleri yapmaktan sakınınız.". Ertesi günü Mersin'den ayrılan General Gouraud'nün Tarsus ve Adana'da da aynı şekilde Türkler tarafından soğuk bir şekilde karşılandığı, hatta halkın pencerelerini bile kapadığı görülmüştü. General Gouraud, Çukurova gezisini tamamladıktan sonra Mersin'den deniz yolu ile ayrıldı. O, Ermenilerin, Sayfa 73 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Çukurova'da bir Ermeni Devleti kurulması isteklerine sıcak bakmadı. Ermenilerin bütün sahte gösterilerine rağmen Gouraud, Türklerin durumunu yakından görüp öğrendiği için bir daha Çukurova bölgesine gelmek lüzumunu duymadı. Fransızlar'ın baskıları ise gün geçtikçe artıyordu. Can ve mal güvenliği kalmamıştı. Bölge halkı büyük bir ıstırap içinde kıvranırken Anadolu'dan yıldırım hızıyla bir ses yükseldi. Mustafa Kemal Paşanın mert ve kahramanca haykırışı, umutsuzluk içinde bulunan Türkler'in iman ve azmini kuvvetlendirmeye kâfi gelmişti. Mut, Silifke, Anamur, Gülnar, Ermenek, Mersin ve Tarsus'da Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları kuruldu. Sivas Kongresi (4-12 Eylül 1919) tarafından seçilen Heyet-i Temsiliye millî kuvvetlerin ne suretle kurulacağına dair gizli bir talimat hazırlamış, bunları ilgili makamlara ve Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları'na göndermişti. Bu talimat henüz elde edilmemiş olmasına rağmen Mersin cephesinde, Fransızlar tarafından silâh aranması bahanesiyle yapılan baskınlar ve Ermeni eşkıya çetelerinin küstahça hareketleri halkı uyarmıştı. Türklerin bölgedeki hareketleri ağırlık kazandığı zaman Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol, Mart 1920'de Dışişleri Bakanlığına çektiği bir telgrafta, Türkiye'de durumun son derece ağır olduğunu be- j lirttikten sonra, bunun nedenini Fransızların Çukurova'da yüz kızartıcı davranışlarına bağlamakta, Yunan ve Ermeni propagandasıyla dürüst ve doğru bir millet olan Türklerin insanlık niteliklerinin karanlıklara j boğulduğunu ifade etmekte idi15. Türk kuvvetlerinin baskısı karşısında Fransızlar,! Mayıs 1920 başlarında Ankara hükümeti ile temas ku-j rarak mütareke yollarını aradılar. Önceleri görüşme-ı lerden bir sonuç alınamadıysa da Mayıs sonunda, Ge-1 neral Gouraud adına hareket eden M. Robert de Çakı başkanlığındaki Fransız heyeti Ankara'ya geldi ve 23ı Mayıs 1920 tarihinde 20 günlük bir ateşkes anlaşmasıl (mütareke) yapıldı16. Mütareke gereğince, FransızT lar'in Mersin-Adana demiryolu hattının kuzeyinde bulunan bütün birliklerini bu hattın güneyine çekmesi gerekiyordu. Ancak Fransızlar, Tarsus'un iki kilometre kuzeybatısındaki "Bağlar" adı verilen tepelerde mevcut silâhlarla donatılmış 400 kişilik birliğini hattın gerisine çekmediği gibi, burasını Kuvay-ı Milli-ye'nin kuzeyden Tarsus'a yapacağı hareketleri de engellemek için tahkim etmişti. Millî Kuvvetler'in Tarsus bağlarına yaptıkları askerî hareketin başarıyla sonuçlanması ve düşmanın çok güvendiği ve makinalı tüfeklerle tahkim ettikleri Hacı Talip Çiftliği (Karako-lu)'nin ele geçirilmesi, Mersin ve Tarsus'taki Fransızların durumunu çok kötüleştirmişti. Fransızlar burayı kurtarmak ve Adana-Mersin arasındaki demiryolu ile şose ulaşımını sağlamak üzere büyük bir kuvvetle 27 Temmuz 1920 sabahı Adana'dan Tarsus istikametinde yola çıktılar. Fransızların Adana'dan Mersin'e gidiş ve dönüşlerinde bir hayli kayıp verdikleri anlaşılmaktadır. Onların, Mersin'de yedi gün kalmaları ve diğer taraftan, Türklerin de Fransızların Çukurova'dan gidecekleri propagandasını yapmaları bölge Ermenile-rini telâşlandırmıştı. Bölgede bulunup, sonradan kitap yazan Faul du Veou, "La Passion de la Cilicie" (Kilikya Faciası) adlı eserinde Ermenilerin telâşını şöyle nakletmektedir17: "Mersin'e girdiğimizi telsizle haber alan General Dufieux, Albay Grasi'yi tebrik etmek için uçakla oraya geldi. Bununla beraber, şehirler kuşatma altında kalmakta devanı etti. Zırhlı trenlerin işlemesine demiryollarındaki kesiklikler engel oldu. Bu nedenle General Dufieux, Karataş'da bir deniz üssü kurdu. Laure'nin taburu buradan karaya çıkmıştı. Bu çıkıştan sonra çeteler Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasındaki Yüreğir Ovası'ndaki köyleri terkettiler. Fakat Albay Grasi'nin Mersin'de bir hafta kalmasından Kemalistler faydalandılar. Çukurova'dan gideceğimiz propagandasını yaptılar. Bunun üzerine Ermeniler'in lideri Dr. Mihran Damadyan, Beyrut'taki Ermeni Komitesi aşdelegesi Dr. Malezyan'dan durumu bir mektupla sordu. Aldığı cevap tatmin edici değildi. Bunu öğrenen Kilikya adındaki Ermeni gazetesinin başyazarı Verazdin, birkaç partizanı ile Aptioğlu köyünde yerle-; şerek, Fransız mandası altında, kuzey sınırı demiryo-I lu, doğu ve batısı Ceyhan ile Seyhan nehri olmak üzere "Kilikya-Mezopotamya Cumhuriyeti"ni ilân etti. Verazdin, aldığımız tedbirlerle kovuldu. Ancak bundan sonra da ikinci bir Cumhuriyet doğdu. Bütün Hristiyanlar'ın temsilcileri bir deklarasyon yayınlaya-j rak "Kilikya Cumhuriyeti"ni kurduklarını bildirdiler. f Dr. Mihran Damadyan, 5 Ağustos 1920 sabahı saat j 10.00'da Ermeni siyasî şefleri ile vilâyete geldi. Cum-huriyet'in geçici hükümet başkanı olduğunu söyleyerek kabinesi ile Hükümet Konağı'na yerleşti. Ermeniler, Damadyan'in bu hareketleri alkışladılar. Bremond ise, Damadyan'ın telefonunu kestirdi ve özel sekreteri Teğmen de Perrien'i göndererek vilâyetten ayrılmasını istedi. Damadyan ise Ermenilere danışmadan Hükümet Konağı'nı terk etmeyeceği cevabını verdi. Bunun üzerine Fransız Avcı Bölüğü'nden erler yollanarak, Bakanları ile birlikte Damadyan oradan atıldı. Bu uzaklaştırmadan sonra Ermeniler gösteriler yaptılar. Fakat kuvvetlerimiz Sayfa 74 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi sükûneti sağladılar. Mersin'den çıkış hareketinde 11 ölü ve 5 subay yaralı vermiştik. 200 asker de Mersin hastahanesine yatırıldı. Dönüşte, bir subayımızı da Hacı Talip'te kaybettik. Türkler makineli tüfeklerle bize tepelerden kayıplar verdirmeye çalıştıklarından Albay Grasi'nin kolu sey-rekleşmişti. Böylece Tarsus'a girdik.". Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Fran-sızlar'ın, şımarttıkları ve korudukları Ermeni Komite-cileri'nin üzerindeki otoriteleri çok sarsılmıştı. Fransızlar ile işbirliği yapan Ermeni Komitecileri, savaş ve başka yollarla Mersin ve Tarsus köylerinde katliam ve tahribat yapmışlardı. Mersin'in Arpaçsa-karlar köyünden 7 ev tamamen, 4 ev kısmen, Mezitli köyü ise hemen tamamen yakılmıştır. Yakaköy, Teke, Tece ve Bekirde köyleri kısmen yakılmak suretiyle tahrip edilmiştir. Tarsus'un Sarı îbrahimli köyünde 60, Evci köyünde 80 ev; Homurlu köyünde 3, Hacı Ta-lip'de 2, Cincioğlu köyünde 6, Sapandere'de 2 çiftlik; Ali Fakılı köyünde 170, Kara Fakılı'da 70, Kulak'ta 30, Naçarh'da 30, Sayköy'de 30, Kadirlik'te 45, Ulaş'ta 150, Sıraköy'de 15, Çeşmekaşı'nda 5 ev yakılmış; Ka-yadibi, Çamtepe, Dadalı, Bayramlı, Karayayla köyleri tamamen yakılmıştır. Ayrıca yine Tarsus'ta Hakkı Bey çiftliği, Ziya Bey çiftliği, Bobuş Ağalar'm çiftliği, Adil Bey çiftliği, Kargılı'da Duran Efendi çiftliği, Halıdağı çiftliği tamamen tahrip edilmişti. Kamberhöyüğü köyünden 100, Yenice köyünden 350, Nemiroğlu'ndan 30, Avadan'dan 90, Arıklı'dan 60 ev kısmen tahrip edilmişti. 3. Ankara Antlaşması, Ermenilerin Bölgeden Kaçmaları ve Lozan Türkler'in yenilmez azmi karşısında başarılı olamayacaklarını anlayan Fransızlar, anlaşmayı tercih ettiler. 20 Ekim 1921 tarihini taşıyan Ankara Antlaşması ile batılı devletlerden biri, Fransa, Türkiye Büyük Millet Meclisini tanımış oluyordu. Fransızlar bu antlaşma ile Çukurova'yı tahliye edeceklerdi. Daha 3 Ağustos 1920 tarihinde Pierre Loti, "Kuvvetlerimizin Şark'ta Çöküşü" başlıklı yazısında19, "Bu çöküş, ırkımızın tarihinde siyasetimizin ilk lekesi olacaktır. Fakat Fransız vicdanı sonunda zaafını anlayacak ve bu yoldan dönecektir. Çukurova, hakikî Türk namuskârlığımn ko-parılmaz bir parçasıdır." Türk dostu Pierre Loti'nin ifade ettiği gibi, Fransızlar hatalarını gec.de olsa anlamışlardı. Ermeni sempatizanı Arnold J. Toynbee de, Güney Cephesi'ndeki Ermeni olayları ile ilgili şu dikkat çekici değerlendirmeyi yapmaktadır20: "Fransızlar ordunun yükünü azaltmak için Kilikya'da kurdukları Doğu Lejyonu'na Ermeni gönüllüleri katmakla sorumsuz bir politika izlemişlerdir. Fransızlar, Ermenilerin başı bozuk çeteler kurup, silâhlanmalarına imkân sağladılar...Sonra da acı olaylara seyirci kalan Fransa, Ermenilerden çok daha fazla suçludur." Kuvay-ı Milliye'ye taraftar olmayanlar Fransız kıtaları çekilmeden önce, bölgeden kaçmak için adeta yarış ediyorlardı. Mersin'de 10.000 göçmenin toplandığı tespit edilmişti. Binlerce Ermeninin Mersin çevresine göç etmesiyle bulaşıcı hastalıktan korkulmakta idi. Bunun için gerekli tedbirlere önem verilmişti. Bölgenin Fransızlar tarafından boşaltılması sırasında 120.000'den fazla Ermeni, Mersin'den deniz ve kara yolu ile Suriye'ye kaçmış, 30.000 kadarı Kıbrıs'a, Mı-sır'a ve İstanbul'a gitmişti21. Onlar Fransızlar ile birlikte geldikleri gibi gitmişler, Türklerden kazandıkları ile refah içinde yaşarlarken, emperyalizmin ve komitecilerin aleti ve kurbanı olmuşlardı. Artık İtilâf Devletleri, sözde "Büyük Ermenistan" davasından ümitlerini kesmişler, fakat eski müttefikleri Ermeniler'i Çukurova'da kurulacak ve 500-600 bin Ermeni yerleştirilecek olan "Ocak" veya "Ermeni Yurdu" gibi boş sözler ile avutmak ve Ermeni hâmiliğinden sıyrılmanın çarelerini aramak istemişlerdi. Lozan'da da bu yolda gayret göstermişler, ancak netice alamamışlardır22. Böylece, Millî Mücadele'de dökülen kan ve ter ile, sözde "Ermeni Meselesi", Lozan Antlaşması ile kesin şekilde kapanmıştır. Çukurovalıların cesaretleri, kahramanlıkları ile bir destan yarattıkları Millî Mücadele'yi, yine bir Çuku-rovalı şair Lütfi Oğuzcan, "Kurtuluş Destanı"nda şöyle dile getiriyordu: "Mersin, Tarsus, Bahçe, Ceyhan, Osmaniye, Adana, Saimbeyli şehit ili armağandır vatana, Mut'la Gülnar, Güzel Oluk, Silifke'yle Mağara, Göz açtırmaz İçelliler hiçbir vakit düşmana, Çarpışırlar, şehit olur, gömülürler yan yana..." SONUÇ Fransızların, Ermenilerin sırtından gerçekleştirmeye çalıştıkları sömürgeci çabaları, Türkiye Cumhuri-yeti'nin kuruluşu ile suya düşmüştü. Ama onlar Er-meniler'in yakasını bırakmadılar. Onları önce Hatay'a, Hatay anavatana kavuşunca da Haleb'e ve Lübnan'a taşıdılar. Ama bugüne kadar hiçbir Ermeni'nin aklına, Fransa'nın yakasına yapışmak gelmedi. Aslında, Fransız generalleri ve subaylarının büyük çoğunluğu Ermeni Lejyonu'ndan bezmişlerdi. Fransa'ya çektikleri mesajlarda, bu lejyona mensup Ermenilerin sadece intikam hisleri ile davrandıklarını, Türk köylerini yakıp yıktıklarını, Sayfa 75 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi böylece Fransız aleyhtarlığının süratle yayıldığını bildirmişlerdir. 1920 Ocak ayının ilk günlerinde Fransız komutanı General Gouraud, Paris'e çektiği telgraflarda, Ermeni Lejyonu'nun dağıtılmasını, bu lejyona sarfedilen paralara ve emeklere yazık olduğunu bildirmiş, ancak 17 Ocak 1920 tarihinde seçimi kaybederek ertesi günü Başbakanlıktan istifa eden Clemanceau'yu ikna edememişti. Fransızlar, üç yıl aralıksız, "Sizlere bu bereketli topraklarda yeni bir vatan kuracağız." diye, dünyanın dört bir yanından koparıp getirdikleri Ermenilere, bu defa, Millî Mücadele sonunda, "Türkler geliyor, katliama girişecekler." sözleri ile onları peşlerine takarak j sürüklemişlerdir. İşte Suriye ve Lübnan'a yerleşen Ermeniler, iki-üç kuşak sonra, 1973 yılında, yine bir hayal uğruna, milletlerarası terörizmin bir temsilcisi ola- j rak yeniden gündeme geliyorlardı. TURK-ERMENI KÜLTÜR İLİŞKİLERİNDE MİTOLOJİK BOYUT Türk - Ermeni Kültür ilişkileri farklı dönem başlıkları altında ele alınırken şüphesiz normlar da değişecektir. XIX ve XX yy. lar esas alındığında Ermenilerde cemaat olma dönemi büyük ölçüde geride kalmış, Gregoryen ağırlıklı kilise kültürü Hayk kavmi ile özdeşleşmiş Ermeni kültürel kimliği olarak mesafe almaya başlamıştır. Bu dönemin Osmanlı Türk Kültürü ile Ermeni Kültür etkileşiminin resim, tiyatro, muziki, mimari ve benzeri alanlardaki seyri rahmetli hocamız Prof. Dr. Nejat Göyünç tarafından ele alınmıştır.1 Halk kültür etkileşimi ise masal, destan gibi alanlarda incelenmiştir. Bu sahada yapılmış çalışmalardan biz Prof.Dr. Fikret Türkmen'i anmakla yetinelim.2 Biz bu yazımızda etno-sosyal kültürel etkileşimi mitolojik dönem zemininde ele almaya çalışacağız. Türklerin islam, Hayk kavminin Gregoryen olmadan evvelki dönemleri üzerinden günümüze gelebilen halk kültürünün halk inançları boyutu üzerinde durmaya çalışacağız. Hristiyanlığı, bölgede ilkin Kıpçak Türkleri benimseyip bölgedeki Türk soylu olmayan halklar Hristiyanlığı bu yolla mı edindiler? Murat Adji bu kanaattedir. Bu görüşümü açıklarken M. Adji, "Ermeniler hacın kurtarıcı gücüne inanıyorlardı. Halbuki onlar o zaman henüz putperest idi. Ama Kıpçakların işaretleri bulunan bayrakları altında savaştıkları için haçı çok iyi ve yakından biliyorlardı...Piskopos Grigoris Kıpçaklardan askeri yardım istemeye gelmemişti. Tanrı inancını öğrenmeye Avrupalılardan ilk olarak Hristiyan Piskoposu Girgoris gelmiş ve sonra halkını da aydınlatmak istemişti. Aslında Grigoris, Geser'in ve Erke Han'm yaptıkları faaliyetlere aynen devam etmek istiyordu, ama bu sefer Avrupa'da", türünden açıklamalar da bulunmaktadır. Her iki ırkın Türkler ve Ermenilerin (Bu ifade ile Gregoryen inancını benimseyen ve giderek Ermeni adını olan High toplumunu kastediyoruz.) Hristiyanlı-ğa girme itibariyle etkileşimde Peter B. Golden'in görüşüne göre Göktengri inançlı Hun Türkleri Hristiyanlığı Ermenilerden öğrenmişlerdir. Bu konudaki görüşlerini açıklarken P.B. Golden 535 -537 yıllarında Kuzey Kafkasya'da bir kısım Hun'un Papaz Kordost önderliğinde Ermeni misyonerlerce vaftiz edildiğini bu arada Hunca için bir yazı sistemi geliştirdiklerini belirtmektedir4 P.B.Golden'in bu konulu tespitlerini inanç içerikli boyutu ile yazımızın ileri bölümünde ayrıca ele alacağız. Biz yazımızda daha ziyade hocamız Prof.Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı'nın tespitlerini esas alacağız ve halk inançlarından yola çıkarak bir rota izleyeceğiz. M.A. Kaşgarlı "Anadolu Ermeni Destanlan-Efsaneleri ve Masalları Kritiği" isimli konumuz itibariyle fevkalade önemli yazısında, bizim için ulaşılması çok zor olan Avedis Ahoranion'un 1901 yılında Lozan Üniversitesi'nden yaptığı "Ermeni Gelenek ve inançları (Leş Anciennes Traditions Et Croyances Armenien-nes) isimli doktora tezini irdelemiştir. Dönemin uzmanı olan kültür tarihçisi M.A. Kaşgarlı modern batı dillerinin yanısıra Krafar ve Çağdaş Ermenice'yi de bilmektedir. Konuyu ortaçağ dönemi ve evveli itibariyle ele alan Aziz Gregorin kimliğinin Türk olabileceğini de irdeleyen ilk bilim adamı hocamız Prof. Dr. M.Fahrettin Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu Gregoryen Kültürünün o dönemi üzerinde dururken dil, abece ve bu arada halk inançları üzerinde de durmuştur.6 Gregoryen ve müslüman Türklerin halk inançları ağırlıklı olmak üzere genel dini hayatlarının karşılaştırmasını ayrıntılı olarak yapan bilim adamı ise Hocam Prof. Dr. Abdu-rahman Küçük olmuştur.7 Halk inançları ile tarih çalışmalarının Ermenilik-Türklük, Gregoryenlık-îslamiyet, Göktengri inancı-Poganizm itibariyle kavşak noktasında şu söylenebilir. Günümüz Ermeniler ve Türklerinin bir kısmı bugünkü ulus kimliklerini edinmeden farklı dönemlerde ara kimliklerle geçiş yaptılar. KıpçakHun döneminden de evvel başlayan bölge Türklüğünü uzun sürecinde High kavmi ve Ermeniler bu ismi almadan evvel ve sonra eski Türk dininden etkilendiler, bazen Hristi-yanlığı Türklerden alıp bazen de Ona Hristiyanlığı en-jekte ettiler. XIX ve XX yy.a gelinirken Gregoryen Cemaat içerisinde Türklerin kaderi Ermeni Kimliği içerisinde erimek şeklinde tecelli etti. Zira kurumlaşan Ermeniler, Sayfa 76 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Gregoryenlik adına, siyasî, kültürel, dinî ve eğitsel faaliyetlerde inisiyatifi ellerinde tutuyorlardı. Bu döneme müteakip isyan eden, iskan edilen ve Gregoryenlikle özleşen Ermeni kimliği içerisinde Gregoryen Türkün yazgısı Ermenilerin kaderini paylaşmak oldu. Anadolu'da kalan ve istanbul gibi büyük merkezlerde toplu yaşama imkanı bulamayan Anadolu'nun Ermeni veya Türk Gregoryenlerinin kaderi ne oldu. isyan ve Iskan artığı bu insanlar bölgelerinde gizli Ermeni toplumları teşkil ettiler. Muhtemelen bunlardan bir kısmı islamlaştılar. Avedis Ahoranion'a göre, Primitif Arkaik Ermeniler ateşe tapıyorlardı, "ateş, iyilik ve kötülük prensibine dayanan bir din, antik Iran Zerdüştlük dininin bir koludur. Dualizme /ikicilik ilkesine göre kurulmuş olan doktrini Avesto'da toplamış olan Zerdüştlük, Avedis Aharonıan'a göre Ermenilere iran'dan geçmiş değildir. Hint-Avrupa toplumu olmaları dolayısıyla Ermenilerin etnik niteliklerinde mevcuttur" Ermenilerin Hint-Avrupa menşeyli bir toplum olmadıklarım bizzat Ermeni tarihçileri bilhassa sanat tarihçileri izah etmişlerdir.8 Iran Zerdüşizm'inden ateş ile ilgili inançlar konusunda etkilenmeyen ve Hint -Avrupa toplumu da olmayan Ermenilerdeki ateş muhtevalı inancın kaynakları arasında Türk inanç sistemi aranılmaz mı? Bu sistemde od/ateş bir külttür.9 Ateşdeki bu kuvvelerin aklayıcı paklayıcı olduğuna da inanılır. Ateşde ak ve kara iyeler vardır. Ateş Tanrı değildir, ancak O'na saygılı davranı-lır. Su dökülerek söndürülmesi gerekse mutlaka besmele ile dökülür. Ateşe tükürülmez, gece dışarıya ateş verilmez, oda, ateşe, ocağa sacı yapılır. Ak ve Kara iyelerin dualizm ile iltisakı nedir? Sağlıklı açıklama yapmak kolay değildir. Ancak birlikte yaşayan iki halktan Türkler Ermeniler'i sadece Türk-Islam inançları ile etkilemediler. Halk inançları itibariyle de doğal olarak çoğunlukla olan etkiledi. Bununla beraber biz etkileme üzerinde durmuyoruz. Bize göre zamanla Ermeni genel adı altında toplanan kesimin bir bölümü Hristiyan olmadan evvel Türklerle aynı inanç sistemi içerisinde idiler. Benzerliklerin kaynağı bu olabilir. M.A. Kaşgarlı Ermeni halk kültürü konusunda; "Ermeni folkloru, Ermenistan tarihi gibi, Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin milli tarihi ve milli folklorunun Provincial (Taşra) niteliğinde bir kopyasıdır. Ermeni Folkloru Kafkasya'da Doğu Türkleri, Gürcü ve Rus, Ortadoğu'da ise Batı Türklerinin etkisinde ve izindedir demektedir. A.Ahoranion "Hristiyanlık öncesi Arkaik Ermeni-lerde Kötülük ilâhı şeytan, dev veya ejder adını ta-şır"diyor. Kaşgarlı ateş kelimesinde olduğu gibi dev kelimesinin de Ermeniceden yola çıkarak etimolojik tahlilini yapıp Ahoranion'un yanıldığını izah etmektedir. Dev, Div Türk halk inançlarındaki kara iyelerden olup, tezahür şekillerine ve fonksiyonlarına göre farklı isimlerle tanınırlar.11 Ahoranıon metnindeki ateş- ışık ilişkisine dair görüşlerini açıklarken, onun Ermenilerdeki ateş kültünün Hristiyanlığa girildikten sonra Hz. Isa ile ışık inancıyla birleşmiş olduğu fikrine katılmaktadır.12 Esasen Türk inançlarındaki Ocak Kültü ayrıca kutsal mekan, kutsal kişinin bulunduğu mekan, suyu veya toprağı kutsal olan mekan, anlamındadır. Bu şekilde "Ocak" olarak bilinen ağaçlar vardır. Ayrıca belirli ocakların şifa oldukları belirli hastalıklar vardır. Hak aşıkları kutlu kişilerdir. Bunlar çok kere ışık olarak bilinirler. Ulu kişilerin mezarlarına muayyen zamanlarda ışık- nur indiğine inanılır. 13 Gregoryen inançlı Hıgh kavmi kiliselerinin önünde, mezar taşı olarak boynu haçlı koç - koyun at heykellerinin bulunması, aynı heykellerin doğu Anadolu Türk mezarlarında tamamen aynı fakat bu defa haç yerine Arap harfleri ile rahmet içeren ifadelerin bulunması bu iki kültürün geçmişte aynı topluma ait olması bizi düşündürmüştür. Nitekim bu tespitimizi bizimle paylaşan onlarca literatüre de rastladık. Aynı taşlan Ortodoks Gürcü coğrafyasında da görüyorduk. Bunlar taşların üzerindeki tığ, iğne, tarak, teşik gibi kadına işaret eden ve kama, kılıç, ok, mızrak gibi erkeğe işaret eden kabartmalar içeriyorlardı. Müteakip ziyaretlerimizde bu taş heykelli mezar taşlarını Karakalpakistan, Kazakistan, Türkistan gibi Asya Türk bölgesinin müzelerinde de görmeye başladık ve bunları resimleyip yazılarımızda bunlara yer verdik. Azerbaycan'ın muhtelif kesimlerinde bunlardan müzelere mebzul miktarda taşınmıştı. Bütün bunlar bize Ulug Türkistan'dan Kafkasya'ya ve Ön Asya'ya taşınmış bir halkın maddi kültür unsurları olduklarını gösteriyordu. Bu taş mezar heykellerini iran'ın Tebris müzesinde ve İrak'ın Erbil bölgesinde mezarlıklarda da resim çekerek dokümante etmiştik. Esasen Prof. A. Çay bu mezar taşlarının coğrafyasını tespit edip kitaba dönüştürmüştür.14 Bizim üzerinde durduğumuz husus, bu mezar taşlarının islamiyet ve Hristiyanlıktan önce Uluğ Türkistan'da mevcut oldukları bunların ilk yurtlarından Kafkasya ve ön As-yaya taşınan halklar tarafından yeni bölgelere taşındıkları ve bu halkların girdikleri yeni dinlerde de varlıklarını sürdükleridir. Bu bilinen hususa anılan Sayfa 77 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi mezar taşlarının diğer Hristiyan bölgelerinde görülmediklerini de eklemeliyim. Kafkasya Türklükle, içice geçmiş zaman dilimlerinde Kıpçaklar, Hunlar ve Hazarlar dönemlerinde tanış olmuştur. Bu mezar taşı mimarisinin hangi Türk boyu ve boyları tarafından bölgeye taşındığını kesinlikle söylemek zordur. Doğu Anadolu'yu da kapsadığından daha ziyade hatıra Hazarlar ve Kıpçaklar gelmektedir. Bununla beraber Hunlar dahil her üç Türk ulusu da bu mimariyi taşımış olabilir. Kafkasya'daki bu denli yoğun Türk varlığı Oğuz Türkleri bölgeye gelmeden evvel ne olmuş olabilirler. Oğuzlar bölgeye ya Müslüman Türkler olarak geldiler ya da bölgeye Islamiyetin girdiği yıllarda geldiler. Bunların uzantılarını Selçuklular Beylikler, Iran Anadolu ve Kafkasya Türk devletleri içinde aramak doğaldır. Semavi dinlerden evvel gelen veya semavi dinlerin zuhur döneminde gelen Hazarlar gibi olanlar isevi, Musevi ve Muhammedi oldular. Peçenekler ve Hunlar gibi Semavi dinleri bölgede tanıyan Türk toplumları hangi dini kimliğe girdiler? Bölgede bu toplumların birlikte getirdikleri Tengricilik inancının derin izleri var iken, tamamen Tengricilik inancı mensubu olan bir toplum yoktur. Bu Türk kesimleri doğaldır ki Hristiyan oldular. Bölgenin Ortodoks cemaatını oluşturdular. Bir kısmı zamanla Gregoryen oldular. Bölgede hâlen Ortodoks Türk toplumu veya Gregoryen Türk toplumundan bahsedemediğimize göre, Musevi olanlar bir yana Hristiyanlığı seçenler Gürcüler ve Ermeniler arasında eridiler. Bu iki toplumun dini kültürünü irdeleyerek bu iddiamızı izleyebiliyoruz. Peter B.Golben muhtelif kaynaklardan yaptığı tespitlerini açıklarken; "535 veya 537'de, Papaz Kar-dost'un başını çektiği bir Ermeni misyoner takımı Kuzey Kafkasya Humarının bir kısmını vaftiz etti. Bu olayı nakleden, Süryani kaynağı, Hunca için bir yazı sisteminin geliştirildiğini de gösterir. 681'de Meç Ku-enak piskoposu Israyel, Kafkas Albanyası hükümdarı Varaz-Trdat tarafından Kuzey Kafkasya Hunlarıyla görüşmek üzere gönderildi. O'nun, (şeytanın saptırdığı, ağaca ibadet hatası ile delirmiş bu kabile) içindeki Hristiyanlaştırma başarısının hikayesi, Dosxura-ne'i korumuştur. Bu kaynağa göre, onlar yıldırım veya ateşin yaktığı nesneleri tanrı Kuar'a kurban olarak görüyorlardı. (T'angri han olarak çağırdıkları dev vahşi bir canavar" at kurban ediyorlardı. Aynı zamanda ateşi, suyu(belli yol tanrılarını) ayı ve (onların gözünde bir derece ehemmiyeti olan bütün mahrukatı) sayıyorlardı. Bu haberde (üzüm putlar ve sunaklarda-ki kirli derili ç'op'ay) hakkında bahisler de bulunur. Bu unsurların hepsi Türk halklarının uygulamalarına denk gelir. Tangri Xan tabii ki, Altay halklarının yüce gök ilâhı olan Tengri Han'dır. Büyük ölçüde Hazar döneminden kalma ve dolayısıyla aidiyeti belirsiz (Hazar veya Hun) olan, başta unvanlar olarak dil verileri, Kuzey Kafkasya Hunlarının etnik -dilsel aidi-yetleriyle ilgili bir hüküm vermemize imkan sağlamak için yetersizdir. Bunlar Hazar devletinin önemli bir parçası olmuşlardır ve 7.yy. sonlarında bile ayrı bir unsur idiler. Bundan sonra kaynakların görüş alanından çıkarlar. Kuzey Kafkasya Ermenilerinin bir kısmının da olsa Ermeni misyonerlerce vaftiz edilmiş olmaları, Gregoryen cemaat içinde yer alıp zamanla Ermeni toplumunun oluşmasına Hunlar gibi Türk toplumlarının vücut vermiş oldukları hususu bizim tezimizi doğruluyor. Ermeni abecesinde Türk ses ve harflerinin yer almış olduğunu Prof. Kırzıoğlu'nun çalışmalarından biliyoruz. Kastedilen dönem ve faaliyet farklı olsa da bu konuda Kırzıoğlu ayrıntılı bilgi vermektedir. A.Küçük, IV.yy.'da henüz Ermeni Alfabesi'nin olmadığını kaynakların ifadelerini karşılaştırarak izah etmektedir. Bu yüzyılda alfabe ve uygun bir literatürü olmadığı için Ermeni liturjisi henüz teşekkül etmemiştir.17 Ermeni Alfabesindeki "B", "E", "î", "DZ", "K", "N", "Ç", "R", "V", "NG" gibi harflerin Türk oyma yazısından alındığını F.Kırzıoğlu yukarıda ismi geçen eserlerinde açıklamaktadır.18 Rahmetli hocamız Prof. Dr. î. Kafesoğlu, Ermeni Alfabesinin Türk yazısı yoluyla meydana gelmiş olabileceği üzerinde durmaktadır. Kuzey Kafkasya'da Alban - Ermeni ilişkisi ve etkileşimleri üzerinde durulan Türk - Ermeni Kültür münasebetleri itibariyle ayrı bir önem arzetmektedir. Bu konuda paylaşılan ortak kanaat; " Tarihi, kültürel, to-ponomik, onamastik ve arkeolojik bulgular, milattan önceki dönemlerden itibaren Kafkasya'da yaşamakta olan, Kafkasya'nın otoktan halkı olan ve M.Ö.I. yüzyıldan itibaren Alban adıyla bir siyasal birlik oluşturan etnik toplulukların Kafkasya'nın otoktan Türk halkı olabileceği tezini kuvvetlendirmektedir. Albanlar, Güney Kafkasya'nın önemli bir bölümünü 1000 yıl kadar i hakimiyetlerinde bulundurmuş ve VIII. Yüzyıla kadar bağımsız yaşamıştır. Bundan sonra ise yukarıda ifade edilen tarihi süreç içinde önce siyasi bağımsızlıklarını kaybetmiş, müteakiben de mensubu oldukları Gre-j goryen Kilisesi vasıtasıyla dil ve kültür olarak Ermeni-leştirilmişlerdir. Gregoryen cemaat kültüründeki Türk j kültür öğelerinin tetkik edilmesi, tarihin belli bir döneminde Türkler ve Ermeniler tarafından ortaklaşa yaratılan birtakım kültür değerlerini ve Ermenilerin bu değerleri nasıl Türkler'i yok sayarak, Sayfa 78 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gerektiğinde sınırdışı ederek, gerektiğinde Albanlar örneğinde olduğu gibi zorla asimile ederek tek başlarına sahiplendiklerini ortaya çıkartacaktır. Ağaç ve Orman Türk -inanç sisteminde bir kült oluşturmuştur. Ağaçlardan kayın ve çam gibi olanlar Türk destan hayatında mitolojik değere sahiptirler. Bazı ağaçlara kutsiyet atfedilir. Karayların Paltatiymez kutsal ormanlarından "Eben Ağacı" na dokunulmaz. Hayat Ağacı motifinin derinliklerinde inanç vardır. Birçok ağacın efsanesi vardır. Muncuk atma Nev-ruz'da gül ağacının altında olur. Özel haller için ziyaretlerdeki ağacın kavuğundan geçilirken, ulu zatların türbe ağaçlarına adak bezi asılır. Kutsal Ötügen'de ağaçlar da kutsaldı. Anadolu'da türbelere ait koruların sahipli olduğuna inanılır. Yapraklarına dahi dokunulmaz. Yıldırım etrafında da Anadolu'da bir inanç halesi yaşatılmaktadır. Yıldırım çakınca belirli dualar okunur. Gökten geldiğine inanılır. Tunceli çevresinde Yıldırım çarpması sonucu hayatını kayıp eden kimsenin mezarı kutsal sayılır, ziyaret muamelesi görür. Tunceli çevresindeki yıldırım çarpması sonucu yanmış kurumuş ağaç ziyaret işlemi görür, O'na kimse dokunmaz. Bazı hallerde yıldırım çarpması sonucu yanan ağaçların kütükleri özel hanelerde kutsal mekan olarak ziyarete açılırlar. Halk bu türden yerleri muhtelif hacetleri için ziyaret eder. Ocağa gelince yukarıda belirtildiği gibi o da keza od/ateş iyesi ile ilgili kabul edilir ve bir kült oluşturulmuştur. Gece ocakta ateş verilmez. Ocag su dökülerek söndürülmez. Ocağa tükürülmez. Ocağın ateşi kömürü ve külü ile ilgili inançlar vardır. Ateşe çeşitli saçılar yapılır. Ateşe bakılarak geleceği okuyanlar vardır. Ateşin yanış şeklini anlamlandıranlar olur. Kaşka-ilerde damadın otağına ateş baba evinden söndürülmeden götürülür. At'ın da Türk inanç sisteminde özel konumu vardır. Hamile hanımın doğumu kolay olsun diye eşiğin önünde Aygır kişnetilir. Gelinin atına çok erkek çocuk doğurması için erkek çocuk bindirilir. Gelin attan inerken silâh atılır. Makedonya Türkmenlerinde gelinin eli bereketli olması için ocağı at gemi takılı halde götürülür. Al karısı hamile kadını basmasın diye yastığının altına at gemi veya üzengisi konur. Atın yelesi, kuyruk kılı üzengisi, nalı ile ilgili inançlar vardır. Komutan savaşa giderken atının kuyruğu örülür. Sahibi ölen atın eğeri ters bağlanılarak mezara indirilir, istanbul'da hasta atların götürüldükleri at mezarlıkları vardır. Kırgızistan'da Yük beyi olan atlar kutsal sayılır ve onlara binilmez ve onlara yük taşıtılmaz. Göktürk ve Hunlar kutsal mağaralar ve ulu tepelerde Atalar ruhu için at kurban ediyorlardı.Ay Göktengri inanç sisteminde bir kült oluşturmuştu. Günümüzde ne kadarı Budizmden geldiği bilinmemekle beraber halk arasında yaşayan ayla ilgili inançlar vardır. Cılız çocuklar için Aylık kesilir. Ay ilk doğunca muayyen dualar okunur. Aya saygısızlık yapılmaz. Ay tutulunca yapılan özel dua ve uygulamalar vardır. Biz, evvelce yaptığımız bir çalışmada Hazar Türklerinin ve Gregoryenlerin halk inançlarını genel Türk halk inançları ile karşılaştırmış bazı müşterekler bulmuştuk. M.A. Kaşgarlı bildirisinde, Beatrice Kasbarian'ın XIX. Yüzyılda Ermeni Toplumu (La Societe Armenien-ne au XIX) isimli eserine de yer vermektedir. Beatrice kitabında: "Ermeni ailesi, ataerkildir. Aile en büyük erkeğinin yönetimindedir. Aileye baba bakar, ihtiyaçlarını baba karşılar, kadının çocuğu olmazsa, kısırsa ailesine geri gönderilir. En büyük beddua "ocağın sönsün" terimidir. Kızlardan ziyade erkek çocukları makbuldür. M.K. Kaşgarlı Türk islam aile hayatında görülen bu uygulama ve prensiplerin yüz yıllarca beraber yaşayan bu iki toplumda çoğunluk azınlığı temelinden etkileyişinden kaynaklandığını belirtmektedir. Biz de M.K. Kaşgarlı'ya katılmaktayız. Türk aile tipi de ataerkildir. Ailede otorite babadadır. Baba yoksa yaş sırasına göre erkek evlatlar yetkili ve sorumludurlar. Büyük kardeş baba adına söz sahibidir. Erkek evladı olmayan babasız ailelerde, amca aileye nezaret eder. Aileden gelin götürülürken erkek kardeşin, kız kardeşinin kuşağını bağlamak gibi görevleri vardır. Erkek kardeşi olmayan gelinin kuşağını amcasının oğlu bağlar. Evlilikte çocuk önemlidir. Erkek çocuk annesi olmayan, bilhassa hiç çocuğu olmayan kadınların kocalarının ikinci evlilik yapmaları doğal karşılanır. Boşama pek olmaz ancak kuma getirilir.28 Türk halk inançlarında Ocak, içerisinde yaşanılan hane, yuva demektedir, "ocağın şen olsun" "Ocağın yıkılsın" "ocağı sönük" "Ocağın direği" "Kor Ocak" "Ocağına incir dikmek" ve benzerleri hep bu inancı ve zihniyetin ürünüdür. Rüyasında ocağının yıkıldığını gören kadının eşinin öleceğine inanılır. "Kor Ocak" veya "Ocağı bağlı" erkek evladı olmayan hane demektir. Zira Ocak, erkek zürriyet ile sürer. Ocağına incir dikilen şahsın ailesi dağıtılmış olur. erkek evlat, ocağın direği olarak tanımlanır. Anadolu ve Türk dünyasının sair kesimlerinde çocuklarının sayısı sorulan kimse daha ziyade erkek evlatlarının sayısını söyler. Irz ile ilgili olaylar en büyük namus davalarıdır. Kan davasının başlıca sebepleri arasında rıza gösterilmeden kaçırılmak suretiyle evlenilmek Sayfa 79 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi istenilmesi gelir. Ana ve arvat üzerine yapılan yeminler en büyük yeminler arasındadır. Gelinler yeni evlerinde "Gelinlik" yaparlar. Gelinlik bazan bir ömür sürer. Gelinler sabahleyin en erken kalkar ve akşamları en geç yatarlar. Gelinler "ses saklama" veya "ses sakınma" uygulaması yaparlar. Bu uygulamada gelin büyüklerin ve kayınlarının yanında konuşmaz. Bu uygulamanın sona ermesi için "dil açma" merasimi yapılarak geline hediye alınmak suretiyle konuşmasına izin verilir. Ses saklamanın derinliklerindeki gerçek sesin duyulması suretiyle kara iyelerin muhtemel zararından korunmaktadır. Halk sufizminde en iyi dilekte bulunma şekli sessiz dilektir. Kişi gönlü ile konuşabilir. Kalbi dilekler lafzı dileklerden, dualardan daha makbul sayılır. Türk halk inançlarında "Baba" bir külttür. Tanrı tarafından kutsanılmıştır. Hakan, Han, bey ve aile reisi bulundukları toplumun semavi boyutu da bulunan öğeleridir. Kız babasından istenir. Evlenecek kız için ailede son sözü baba söyler. Babadan izin alınır. Babaya sorulur. O ocağın reisidir. Saygın hanımlık kocaya itaatle başlar. Kayın valide ve kayın peder, valide ve peder muamelesi görürken kayın birader, birader konumundadır. Bütün bu tespitlerden sonra denebilir ki, Türk ve Ermeni toplumunun halk kültürleri ve destan hayatları göstermektedir ki, bu iki toplum sadece birlikte yaşamış olmanın doğal etkileşimi itibariyle bazı halk kültürü değerlerini paylaşmış olmakla beraber veya biri diğerlerinin dinini seçmek suretiyle onun kültür dairesine girmekle kalmamış, bazı Ermeniler günümüz Türklüğünün yapı taşlarından iken bir kısım Ermeniler de Türk soyludurlar. ATATÜRK'E ATFEDİLEN ERMENİ İDDİALARI "Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağlan memnuniyetle tekrar kuruldu." Mustafa Kemal Atatürk l Mart 1922-TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması GiRiŞ Yazar çalışmasında, Ermeniler ve Ermeni yanlısı bir çok kalemin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik olarak ortaya attıkları birtakım iddiaların doğruluğu-yanlışlığı ve bilimsel olup olmadıkları üzerine bir araştırmayı amaçlamıştır. Araştırma yöntemi olarak öncelikle Atatürk'e yönelik iddialar tespit edilmiştir. Bu aşamadan sonra tespit edilen iddialara karşı tez olabilecek veya bahsi geçen iddiaları destekleyecek materyallerin araştırma safhasına geçilmiştir. Yapılan kaynak taramasından sonra konu ile ilgili olabilecek ana materyallerin araştırmasına geçilmiş bunun için arşiv ve kütüphanelerde çalışmalar yapılmıştır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde konuyla doğrudan ilgili orijinal belgelere ulaşılmıştır. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri ortaya atılan bir takım iddiaların doğru olup olmadıklarını öğrenmek için incelenmiş ve sonuçları bu çalışmada sunulmuştur. Araştırmada ortaya çıkan ana bulgularda, Atatürk'e yönelik bir çok iddia olmasına rağmen bu iddiaların tutarsız olduğudur. ATATÜRK'E ATFEDİLEN ERMENİ İDDİALARI Atatürk'e Yönelik Birinci İddia Atatürk'e yönelik iddialar, Ermeniler tarafından değişik platformlarda sık sık dile getirilmiş ve bunlar propaganda amacıyla ortaya atılmıştır.C-maktadır.) Konu hakkındaki ilk hata veya kasıt, Paul du Veou adlı Fransız yazarın 1938 yılında Paris'te yayınladığı "Le Desastre d' Alexandrette, 1934-1938" adlı kitabının 121.ve 122. sayfasının dipnotuna koyduğu ifadeden kaynaklanmıştır.1 Paul du Veou'ya göre Mustafa Kemal 27 Ocak 1920 tarihinde istanbul'da Divan-ı Harb-i Örfi de şahitlik yapmış ve bu şahitliğinde Türklerin Ermenileri katlettiğini söylemiştir. Fransız yazar Paul du Veou, bahsi geçen alıntıyı muhtemelen istanbul'un işgalde bulunduğu yıl olan 1919-1920'de itilaf devletlerinin denetiminde Ermenilerce Fransızca olarak çıkartılan Le Bosphore ve La Re-naissance gazetelerinde "Declaration de Mustafa Kemal" ismiyle yayınlanmış olan gerçek dışı haberden etkilenerek ve doğru olup olmadığını tahkik etmeden alarak kitabının dipnotuna koymuştur. Paul du Veou'nun kullandığı dipnotu daha sonra Ermeni papazı Jean Naslian da kullanmıştır. '"Hiçbir zaman ellerini kana bulamamakla iftihar eden Mustafa Kemâl, suçu birkaç kişiye yükleyerek 28 Ocak'ta divan-ı harb'de aşağıdaki itirafta bulunmuştur' diyen Naslian, Mustafa Kemal'i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan ve gaddarlığından dolayı 'Nemrud Mustafa' 5 ismiyle veya 'Nemrud Mustafa Paşa Divan-ı Harbi' adıyla anılan 'Süleymaniyeli Mustafa Paşa'yla da karıştırmıştır. Adı geçen Papaz'ın kitabı basılmadan önce durumu öğrenip söz konusu ifadenin bir hata olduğu kendisine yine bir Ermeni yazarı, Guerguerian, tarafından ihtar Sayfa 80 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi edilmiş ve kitaptan çıkarılması gerektiği bildirilmişse de, bu yapılmamıştır. "Benzer hatalar, bir yıl farkla yani 27 Şubat 1919 veya 28 Ocak 1920 tarihli olarak daha bir çok Ermeni yazar tarafından tekrarlanmıştır. "...Yukarıda zikrettiğimiz Guergian'dan sonra yine bir Ermeni yazar, James Tashjian da, yazdığı makalesinde 'Nemrud Mustafa' ile Mustafa Kemal Atatürk'ün Ermeni yazarlarınca karıştırıldığını ve bu hata üzerinde ısrar edildiğini belirtmiştir. Yine New York'ta oturan bir Amerikalı Papaz'da 1967'de Beyrut'ta yayınlanmış olan Massis haftalığında bu yanlışlığı düzeltici bir makale yayınlamıştır." îddia edilen istanbul'daki bu mahkeme şahitliğini çürüten en önemli bir diğer nokta ise, Mustafa Kemal Atatürk'ün, 27 Ocak 1920'de Ankara'da olmasıdır. Yani teknik açıdan dahi Mustafa Kemal'in istanbul'da bu mahkemede ifade vermesi imkânsızdır.6 Mustafa Ke-mal'e atfedilen bu iddiayı çürüten bir diğer husus ise Mustafa Kemal'in şahitlik yaptığı iddia edilen 27 Ocak 1920'de adı geçen Divan-ı Harb'in kurulmamış olmasıdır. Mustafa Kemal 27 Ocak 1920'de yukarıda da ifade edildiği üzere bir çok kişi ile birlikte Ankara'dadır. Atatürk'e Yönelik İkinci İddia Mustafa Kemal'e atfedilen diğer bir husus ise güya 1926 yılında Los Angeles Examiner gazetesine verdiği demeçtir. Bu konu Ermeniler tarafından değişik yerlerde, yayınlarında tekrarlanmış hatta Ermeni lobisi tarafından ABD Kongresine taşınmış ve bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Örneğin 1985 yılında ABD Temsilciler Mec-lisi'ndeki konuşmasında T. M. Ü. Lehman, Atatürk'ün soy kırımın meydana geldiğini kabul ettiğini hatta diğer Türklerce de kabul edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir.8 Benzer bir diğer konuşma ise ABD Senatosunda Senatör Levin tarafından 1994 yılında yapılmıştır.9 Oysa adı geçen röportajın tamamıyla düzmece olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkkaya Ataöv tarafından hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde Another Falsification "Statement" (1926) Wrongly Atributed to M. Kemal Atatürk (Ankara: Sistem Ofset, 1988) adlı eserde kanıtlanmıştır. Prof. Dr. Ataöv'ün eserinde belirttiği gibi, Atatürk böyle bir beyanatı vermemiştir. Zira: 1. Atatürk'ün tüm söylev ve demeçleri birden fazla sayıdaki resmi ve yarı-resmi statüdeki yayınlarca kayıt edilmiştir. Bunlar arasında adı geçen gazetedeki demeç bulunmamaktadır. 2. Atatürk'ün demeç verdiği öne sürülen Hilderband adlı isviçreli gazetecinin Türkiye'ye geldiğine dair bir kayıt olmadığı gibi, isviçre resmi makamlarınca verilen belgelerde bu isimde birinin var olduğuna ilişkin herhangi bir ize rastlanmamıştır . 3. Atatürk'ün başka yabancı basın kuruluşlarına verdiği demeçler yukarıda anılan gazetenin iddia ettikleri- j nin tam tersine bilgiler içermektedir. 4. Adı geçen yayın bahse konu olan olayla ilgili ola-' rak birçok kişi ve yer isimleriyle tarih hataları içermektedir. Atatürk'e Yönelik Üçüncü İddia 8 Ekim 2000 tarihli Yeni Bin yıl gazetesinde ortaya atılan bir diğer Ermeni iddiasında ise Mustafa Kemal Atatürk'ün 24 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Mec-lisi'nde yaptığı konuşmada, Jön Türk liderlerinin soy kırım politikalarını kınadığı 11 belirtilmiştir. TBMM'nin açılışının ertesi yani 24 Nisan 1924 Cumartesi günü Mecliste beş (5) celseli bir oturum yapılmış ve bu oturumda Mustafa Kemal Paşa sadece beşinci celsede konuşma yapmamış, diğer ilk dört celsede kürsüye çıkarak uzun konuşmalar yapmıştır. Mustafa Kemal Pa-şa'nın konuşma yaptığı ilk üç celse açık görüşmeler şeklinde olmuş, dördüncü celse ise gizli olarak yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa yaptığı oldukça uzun konuşmalarında Mondros'tan 1920 yılı Nisan ayına kadar gelişen olayların (siyasi, askeri) genel bir değerlendirmesini yapmıştır. Bu oturumda yapılan açık ve gizli celselerde, Mustafa Kemal Paşa'nın bütün konuşmaları çok dikkatli bir şekilde tetkik edilmiş ancak, 8 Ekim 2000 tarihli Yeni Bin Yıl gazetesinde bahsedilen şekliyle hiçbir cümleye rastlanmamış, hatta tam aksine Mustafa Kemal Paşa'nın ittihat ve Terakki düşmanlığı yapılmasını doğru görmediğine dair sözler sarfettiği, Ermeniler ve Ermeni sorunu ile ilgili olarak da aşağıda verilen beyanatları açıkladığı görülmüştür. Cemal Paşa tarafından kendisine çekilen telgrafı okuduktan sonra bu telgrafa yazdığı cevabı Meclis kürsüsünden okuyan Mustafa Kemal Paşa, ittihatçılık ve ittihatçılar hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir: "Biz anasırı Gayrimüslime ile itilaf Hükümetinin ma-kasıdı siyasiye tahtında gördükleri alelitlak ittihatçılık düşmanlığını esas itibariyle doğru görmüyoruz. Sadece devleti memleketi harabeye çeviren suistimal sahiplerine karşıyız." Zaten 24 Nisan 1920 tarihli Mustafa Kemal Paşa'nın konuşmaları çok sıkı bir şekilde tetkik edildiğinde de iddia edilen konuşmayı yapmadığı, aksine konuyla Sayfa 81 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi ilgili dikkat çekici açıklamalar yaptığı tespit edilmiştir. Atatürk'e Atfedilen Yeni Bir İddia Avrupa Parlamentosu'nun Dış ilişkiler Komitesi'nin 22 Kasım 2001 tarihinde açıklamış olduğu tasarısında 13 Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği adaylığı ile ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır: "Türkiye'nin AB üyeliği adaylığı, birliğe bölgede çatışmalar konusunda Türkiye'nin esnekliğini artırmasını garanti eden özellikle Ermenistan açısından özel fırsatlar ve nedenler sunmaktadır. Bu hem sınırın kapanması hem de 1915 soy kırımına bakışı açısından böyledir. Ermeni soy kırımının Avrupa Parlamentosu ve bazı üye ülkeler tarafından tanınması ve Türkiye'deki rejimin Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra soy kırımdan sorumlu olanlardan bazılarını ağır bir şekilde cezalandırması Avrupa Birliği'ne sorunun ele alınması için 1915 Ermeni soy kırımı ile ilgili uluslar arası çok taraflı tarihçilerin bir araya geleceği bir oluşumun kurulması gibi yapıcı önlemler sunmasına imkân tanımaktadır. Avrupa Parlamentosu'nun bahsi geçen "Draft" taslağında yukarıda verilen paragrafına ise şöyle bir dipnot düşülmüştür: "Soy kırımın tanınması talebi, çoğunlukla Ermeni politikacılar tarafından yapılmaktadır. Bildirildiği üzere Kemal Atatürk 10 Nisan 1921'de TBMM'de yaptığı konuşmada Jön Türkler rejiminin Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere karşı soy kırım yaptığını söylemiş tir..." Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde böyle bir konuşma yapması imkânsızdır. 2. IV. 1337 (2 Nisan 1921) ile 30. IV. 1337 (30 Nisan 1921) tarihleri arasında TBMM'nde on üç (13) oturum yapılmıştır. 1921 yılı Nisan ayı içerisinde TBMM'de yapılan bütün oturumlar TBMM Zabıt Ceridelerinden okunmuş ve bu oturumların hiç birisinde-gizli oturumlar da dahil olmak üzere- TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın bulunmadığı tespit edilmiş, dolayısıyla da konuşma yapmadığı görülmüştür. 1(> Yapılan inceleme sonucunda sadece 21. IV. 1337 tarihli 23. Içtima'm (oturum) 4. Celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 5/2685 numaralı 3. XI. 1336 tarihli "Vilâyatı müstahlasa ahalisine verilmiş olan tohumluk zehairin affı" hakkında kanun lâhiyası gıyabında okunmuş 17 ve yine 28. 4. 1337 tarihli 26. Içtima'm 2. celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 27. IV. 1337 tarihli "Âzayi Kiramdan bâzılarına mezuniyet itasına dair Divanı Riyaset Karari'mn okunduğu 18 tespit edilmiş, Ermeni-Ermenistan konularında herhangi bir beyanatın olmadığı görülmüştür. Avrupa Parlamentosunun böyle bir yanlış beyanı araştırıp incelemeden her ne kadar taslak rapor dahi olsa resmi kayıtlarına geçirmesi bir bakıma yadırganacak bir hadise de değildir. Aynı durum ABD Parlamentosunda da sık aralıklarla kasıtlı olarak Ermeni Lobisi tarafından yapılmaktadır. Örneğin, gazete de çıkmış bir haber, doğruluğu araştırılmadan Kongreye sunulmakta ve ısrarla kayıtlara geçirilmesi istenmektedir. 19 Sonra ki yıllarda ise kayıtlara geçirilen bu haberler, resmî kongre belgesi olarak Ermeni propagandacıları tarafından "kaynak 'Kongre Zabıtlarıdır!'" diyerek kullanılmıştır (-maktadır). Konuya, Ermeniler tarafından itham altında tutulan Mustafa Kemal Atatürk, kendi imzasıyla yayınladığı Büyük Nutku'nda şöyle cevap vermiştir. "Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliâmı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamaya-cak bir şekilde ortaya koymakta idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme Sayfa 82 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? Atatürk, olayı sadece sözde bırakmamış Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de fiiliyatıyla söylemlerini pekiştirici faaliyetler yapmıştır. Şöyle ki, işgal döneminde ingilizlerin baskısıyla Osmanlı Hükümeti tarafından kurulan Divan-ı Harbi Örfi'lerde masum oldukları halde idam edilmiş olanların ve Ermeni teröristlerce şehit edilenlerin geride kalan aile fertlerine Atatürk, Cumhurbaşkanlığı sırasında sahip çıkmış, onlara ev vermiş ve maaş bağlatmıştır. 1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve Müfettişlikler Günümüzde Türk-Ermeni ilişkileri söz konusu edildiğinde sergilenen genel yaklaşım, 1915 zorunlu iskânını/tehciri sorgulamak şeklindedir. Günümüzde ileri sürülen tez ve antitezler, genellikle bu tehcir esnasında yaşanılanlara dayandırılmakta, bu ise tehcirin arka plânının gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Bu tür yaklaşımların ana nedeni Ermeni -Türk ilişkilerinin tarihî süreçten kopuk olarak ele alınmasıdır. Hâlbuki söz konusu ilişkiler için, projektörleri tarihin derinliklerine yöneltmek, konuya yaklaşım metodu açısından oldukça önemlidir. Osmanlı Devleti'nin, Ermeniler de dahil yönetimi altında bulunan gayrimüslimlerle olan ilişkilerinin hukukî zeminini Zımmî statüsü oluşturmaktaydı1. 1821 Mora Rum isyanı, devletin Ermeniler için yeni bir yaklaşıma zemin hazırlarken, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni oluşumların tohumu atılmıştı. Esasında Hristiyan unsurlar için idarî-yapısal temel düzenlemeler Tanzimat (1839)2, Islahat (1856) ve Kanunıesâ-si/Anayasa (1876) dönemlerinde yapılarak, Ermenileri de kapsayan kanun ve tüzükler yürürlüğe sokulmuştu3. Bu arada devlet, Sırbistan ve Cebeli Lübnan olayları sonrası, yerel taleplere bir çözüm olarak yaptığı yeni bir temel düzenlemeyle yerel meclislerin oluşumuna izin vermişti. Bu yaklaşım çerçevesinde, Mil-let-i Ermeniyân Nizamnâmesi'ni de yürürlüğe koymuştu (1862). Daha sonra uygulama alanı bulmuş olan Anadolu Reform programı da (1895) bu kabildendir4. Zira Hükümetin ilgililere verdiği direktiflerde, çalışmalar esnasında Tanzimat, Islahat ve Kanuni-esasî hükümlerinin dikkate alınmasına özellikle vurgu yapması, bahsi geçen düzenlemelerin Ermeni unsurla ilgisini açıkça göstermektedir. 1877 - 1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrası gelişmeler ve öne çıkan iki öğe Kaynaklara bakıldığında, 1878 sonrası gelişen olaylar bütünü içerisinde Türk-Ermeni-Avrupalı devletler ilişkisinin farklı ve yeni bir safhaya girdiği görülmektedir. 1915 zorunlu iskânına kadar devam eden bu süreçte, ortaya çıkan bazı öğeler, tehcirin esas zeminini oluşturacaktır. Doğu Sorunu'na Ermeni Meselesi rengini veren 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması (16. madde) ile bu sorunu uluslar arası arenaya taşıyan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması (61.madde) problemin çözüm şeklini de belirtmekteydi5, ilgili maddede: " Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri devletlere (ingiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve italya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin(reförm) yerine getirilmesini / yürütülmesini gözetleyeceklerdir." denilmekteydi. Bu antlaşmalar sonrası süreçte, Avrupalı devletlerce ilgili maddelerden kaynaklanan iki ana öğenin daima ön plâna çıkarıldığı görülecektir. Avrupa patentli reform projeleri Bir tür reform programı olan Islahat Fermanı'na esas oluşturan hususların hazırlanmasında, Avrupalı devletlerin sergilediği metodik tavır, 1878 sonrası programları için de geçerliliğini koruyacaktı. Buna göre reform programları, taraftar devletlerce hazırlanmakta ancak, uygulayacak olan devletin de (Osmanlı) onayı ve yönetim esasları dikkate alındığı izlenimi verilmekteydi. 1878 sonrası projelerinin özelliği, tarif edilmiş belli bölge ( Vilâyât-ı Sitte ) ve belli unsur (Ermeni) için programlanmış oluşu, uygulama şeklinin ise doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılma-sıydi: Mesela Salisbury'nin direktifleri doğrultusunda Layard'ın açıkladığı reform programı ve üç maddelik nota (8 Ağustos 1878)6 ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24 Kasım 1879 7 12 T. Sani 1295)7, yine ingiltere, Fransa ve Rusya'nın müşterek hazırladıkları kırk maddelik reform programı8 ve on dört maddelik muhtıra (11 Mayıs 1895)9, ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi10 ile 23 Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı11 bu çerçevede değerlendirilebilir. Avrupa kaynaklı bu reform projelerinin ana eksenini, uygulanması safhasında Avrupalı uzmanların istihdamı, denetimin başında ise yine bir Avrupalı Genel Müfettiş/Komiser'in bulunması şartı oluşturmaktaydı. Bilhassa 1895 tarihli projenin hazırlanışı ile getirilen öneriler, uygulama için yapılan düzenleme, yine 1914 tarihli projenin hazırlanışındaki ön gelişmeler doğrultusunda Sayfa 83 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi yönelilen hedef, söz konusu uzmanlar ve müfettiş konusunun, Avrupalı devletlerce ne kadar önemsendiğinin göstergesiydi. Çünkü bir iyileştirmenin çok ötesine geçen amaçlarının gerçekleşmesi buna bağlı bulunmaktaydı. Söz konusu projeler süreli incelendiğinde, reform konusunun Avrupalı devletlerin inisiyatifinde ve onların çıkarlarına göre şekillendirildiği görülmektedir. Bu meyanda, Ermeni Sorunu'na siyasî bir biçim verilirken de, zamanı gelip şartlar oluştuğunda, siyasî reformlar sayesinde, sınırları çizilmiş coğrafî bölgede güdümlü muhtar veya bağımsız bir oluşumun şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor. 1912 yılına gelindiğinde ortaya çıkan siyasî gelişmeler, Rusya'nın yine bu maksatla, doğu vilâyetleri için yeni bir ıslahat/reform programı isteğiyle harekete geçeceğini gösteriyordu, ittihat ve Terakki Hükümeti bu durumu kavrayıp, daha önce davranarak bir reform projesi hazırlayıp, reform işini ingiltere'ye havale etmek üzere harekete geçti12. Hükümetin teklifini önce olumlu karşılayan ingiliz Hükümeti, daha sonra bu yaklaşımından caydıktan başka, reform projesinin hazırlanması işini de Rusya'ya bıraktı (12 Kasım 1912)13. Bu, I. Dünya Savaşı'nın arefesinde In-giliz-Rus ittifakının da önemli bir göstergesi oluyordu. Önceki projelerde olduğu gibi bu son projede de yine ön plâna çıkan diğer önemli bir unsursa, Reform Müfettişlerinin durumlarıdır. Avrupalı Reform Müfettişi dayatması Müfettişlik konusu irdelendiğinde, Avrupalı devletlerin Türk Devleti'nin inisiyatifini elinden almak ve reformların kendi istekleri doğrultusunda yürütülmesi için, bu hususa büyük önem verdikleri görülür. Diğer taraftan ise kendi çıkarlarını koruduğunun ve reformu kontrol ettiğinin esaslı bir göstergesi olacağından, söz konusu müfettişlerin seçim ve tayin şekilleri Osmanlı Devleti için de hayatî bir konuydu. Bu konuda Osmanlı Devleti'nin 1856 Paris Antlaş-ması'ndan sonra siyasî baskılara açık hâle geldiği anlaşılmaktadır. Zira daha o tarihte Rusya, Paris Antlaşması ve Islahat Fermanı gereği söz konusu olan reformun, yanlızca Türk Devleti'nin inisiyatifine bırakılamayacağı itirazında bulunmaktaydı. Yine Rusya'nın, antlaşma ve Islahat Fermanı'nın, Hristiyan halklar lehinde karara bağlanan şartlarının, Osmanlı Devle-ti'nce uygulanmadığı yönündeki şikâyeti üzerine, Avrupalı devletler nezdinde durumun kontrolü gündeme gelmiş ve bu hususu incelemek için Veziriazam Kıbrıslı Mehmet Paşa görevlendirilmişti. Paşanın, imparatorluğun belli başlı vilâyetlerindeki teftişi üç ay sürmüş ve kendisi yapılan reformlar hakkında raporlar hazırlamıştı15. 10 Mayıs 1878 senesine gelindiğinde Erzurum, Van, Diyarbekir vilayetleriyle Mamüretülaziz (Elâzığ) mutasarrıflığının teftişi göreviyle Şûra-yı Devlet Üyesi Ali Şefik Beyin atanması ise Ayastefanos Antlaşma-sı'nın on altıncı maddesine bağlı görünmektedir. Mü-fettiş'in başlıca görevi, Ermenilere tecavüz ettikleri iddia olunan Kürtlerin, varsa tespiti ve etkili bir biçimde cezalandırılmalarına yöneliktir1^. Berlin Antlaşma-sı'ndan sonra ise ingiltere Hükümetinin, Anadolu'da uygulanması maksadıyla hazırladığı dokuz maddelik reform projesini (24 Kasım 1879) denetlemek için, bir Avrupalı müfettişin atanması talebi üzerine, ingiliz uyruklu General Baker Paşa bu göreve atanmıştı (1880) 1895'te bu defa ortak bir girişimle ingiltere, Fransa ve Rusya'nın, 1878 antlaşmasının altmış birinci maddesine atfen hazırladıkları, kırk maddelik reform projesinin uygulanması için, yine Avrupalı bir Genel Müfettişin atanmasını şiddetle istedikleri görülüyor. Fakat II. Abdülhamit'in diplomatik tavrı karşısında bilhassa, ısrarcı olan ingiliz Hükümeti, tutumunu değiştirerek Raif, Hasan Fehmi ya da Ahmet Muhtar Paşalardan birinin atanmasına olumlu bakacağını bildirmekteydi. II. Abdülhamit ise bu teklifi dikkate almayarak, Yaver-i Ekrem Mareşal Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşayı müfettişlik görevine getirmiştir (27 Haziran 1895)18. Bu tayin özellikle ingiliz Hükümet Başkanı Salisbury'nin büyük tepkisine yol açarsa da sonradan durumu kabullenmek zorunda kalır. Oldukça geniş yetkilerle donatılmış olan Şakir Paşa ve başkanı olduğu heyet, aynı zamanda Ermenilerle ilgili reform programını yürütmede, beş yıl gibi uzun bir süre görev yapan müfettişlik heyeti olacaktı (24 Ağustos 1895-18 Nisan 1900) Bu tarihten sonra 1909 yılına kadar Avrupa kaynaklı bir reform ve ona uygun Avrupalı müfettiş atanması yönünde herhangi bir teklife şimdilik rastlanamadı. Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Memduh Paşanın başkanlığını yaptığı ve Anadolu Reformu esnasında ona bağlı olarak istanbul'da görev yapan Tesrii Muamelât Komisyonu'nun, 2 Ağustos 1900 tarihine gelindiğinde hâlâ çalışmalarını yürütüyor olması ise genelleştirilmiş bir reform programıyla ilgisi bulunmasın-dandı (26 Ekim 1896-?)20. II. Abdülhamit'in idareden uzaklaştırılmasından hemen sonra Avrupalı devletlerin Vilayât-ı Sitte için yeni bir reformu gündeme getirdikleri anlaşılıyor. Bu defa da hükümet, Trabzon, Erzurum, Van, Sivas, Diyarbekir, Mamuratülaziz ve Bitlis Sayfa 84 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi vilayetlerine bir reform heyeti gönderecekti. Bu Özel Reform Heyeti'ni (Heyet-i Mahsûs-ı islahiye) Galip, Mustafa Zihni Beylerle, Meclis-i Mebusan Üyesi Ermeni Babekyân Efendi ve Erkânıharp Cemâl ile Binbaşı Zeki Beyler oluşturmaktaydı. Bununla birlikte hükümetçe, Avrupalı müfettişlerin görevlendirilmesi fikrinin de benimsendiği anlaşılıyor21. 1912 yılına girilirken yukarıda da değinildiği üzere yönetimdeki ittihat ve Terakki hükümeti, bazı gelişmeler dolayısıyla, bu defa yeni bir reform projesi hazırlama, ve uygulama işinin bir Avrupalı müfettişe havale olabileceği yönünde ingiliz hükümetine müracaat eder. Bu teklif üzerine ingiliz hükümeti, müfettişlik için Lord Milner'i seçmişse de sonradan bu kararından vazgeçecektir22. Aslında 1909 sonrasında reform konusunun Avrupalı devletler, özelikle de ingiltere'nin inisiyatifine bırakılması eğiliminin ağırlık kazandığı gözlenmekteydi. Zaten 1913 yılına gelindiğinde yine bu çerçevede, Reform Genel Müfettişliğinden başka, birçok Avrupalı müfettiş bazı önemli bürokratik görevlere atanmıştı. Bunlardan bazıları; Mülkiye Müfettişi ingiliz Yüzbaşı Daves23, Mülkiye Teftiş Müdürü Gravil24, Adliye Bakanlığı Teftiş Heyeti Başkanı ingiliz Hukukçu Clarc25 ve Maliye Bakanlığı Genel Müdürü Henry Beylerdi. Reform işinin Avrupalı müfettişlere teslimi Bu sıralarda Reformun yeniden gündeme gelmesiyle hareketlenen Rusya, ingiltere ve Fransa ile Almanya hükümetlerine başvurarak, Vilayât-ı Sitte'de Ermeniler için kararlaştırılan reform işine Avrupalı bir genel vali atanmasını teklif etti. Reform kararları şekillendiğinde ise tayinleri artık zorunlu hâle gelen iki Avrupalı Reform Genel Müfettişi bu memuriyete getirildi (2 Temmuz 1914)26. Bu müfettişler Norveçli Hoff ve Hollandalı Westenen'di. Adı geçen iki müfettiş Osmanlı Hükümeti memuru gibi addedilse de gerçekte reform işi ve Ermeni sorunu tamamen Avrupa'nın kontrolüne girmişti. Bazı Ermenilerin sadakattan teröre kayışı işleyen bu süreç zarfında Türk ve Ermenilerin tavrına bakıldığında bazı değişimler göze çarpar. 1829'den sonra, bir kırılma noktası oluşturan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar devletin, Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de yansıdığı gibi " sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk " anlayışı üzerine temel-lendiriliyordu. Bu yaklaşım aynı zamanda devletin, Ermeni politikasının güven, takdir ve koruyup-kolla-ma esasına dayandığının bir ifadesiydi. Türk Devle-ti'nin asırlarca süren politikalarının bir sonucu olarak dinî-ırkî, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştirme imkânı bulan Ermeniler, devlet bürokrasisinde bakanlık dahil27 birçok önemli memuriyetlerde bulunurken28, özellikle ticarî hayatın en aktif ve çok kazanan kesimi durumuna da yükseldiler29. Türk Devleti'nin bu yaklaşımı ve sahip oldukları statüye rağmen 1870'li yıllardan itibaren, sadık Ermenileri devlete karşı kışkırtan bazı Ermeni komite ve derneklerinin ortaya çıktığı gözlenmekteydi (Ittihat-ı Halâs Cemiyeti/Kurtuluş Dernekleri Birliği gibi)30. Farklı isimler taşıyan bu güdümlü oluşumlar, 1890'da kuruluşlarını tamamlamış ve belirledikleri hedefe ulaşmak için silâhlı eylemler dahil harekete geçmişlerdi. Amaçlan; her imkânı değerlendirerek sınırlan tarif edilmiş bir bölgeyi birlikte yaşadıktan unsurlardan temizleyip, burayı devletten koparmaktı. Kullandıkları metot ise ihtilalci silâhlı terörizmdi?*1 (Kendilerine propogant ve terrör adı veren üyelere sahip, Marksist doktrini benimseyen Devrimci Hınçak Partisi ve Ermeni ihtilal Komiteleri Birliği gibi)32. Bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini ise başta Rusya olmak üzere ingiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı devletler üstlenmişti. Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı sürekli silâh h terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi. İçişleri Bakanı Talat Paşanın değerlendirmesi ve son tahlilde tehcirin esas gerekçesi Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Mec-lis-i Vükela'ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil ediyordu (30 Mayıs 1915)33: a- "Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle de silâhlı isyanla/terörbö-lücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini engellemişlerdir. b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (Türk,Kürt,Çer-kez...) varlığını korumaya zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler. c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fe-dakarânece sürdürdüğü uygulama ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi. Buna rağmen Ermeniler uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler. d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı. Sayfa 85 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler. f- Türk Devleti'nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı devletlerin etki ve baskısıyla, Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü gelişmelerle ortaya çıkmıştı. g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma ve korunmayı zorunlu kılmaktadır. h- Osmanlı Devleti'nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler plânlanarak yürürlüğe konulmuştur. i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915'te Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak, silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir." Bu tahlilin ışığında altı dikkatle çizilmesi gereken bir husus da, Ermenilerin silâhlı isyan tarihi (15 Nisan 1915) ile soy kırım olarak dünyaya tescil ettirmek için ön plâna çıkarttıkları tarihin (24 Nisan 1915 ) çelişkisi-dir. Bu çelişkiye esas zorunlu göçürme / tehcir kararının, 27 Mayıs 1915 tarihli olduğu gerçeğini de eklemek gerekir. Ermenilerin iddalarını ortaya koyuş biçimi tehcirin, Ermenilerin hiçbir eylem ve devlet aleyhinde hiçbir tavırlarının olmadığı hâlde ve zamanda tamamen keyfi, onları yok etmeye yönelik olarak uygulanmaya konulduğu tezini işlemektedir. Halbuki 30 yıldan fazla sürdürdükleri plânlı silâhlı terör dışında, 15 Nisan tarihindeki tavırları bile bu tezlerini çürütmektedir. Bu durumda; Ermenilerin silâhlı isyan ve düşmanla işbirlikleri olan 15 Nisan, sonraki gelişmeleri ateşleyen fitil olmalıdır. 1915'TE SEVK ve İSKAN EDİLMEYEN ERMENİLER Osmanlı Devleti topyekün bir savaşa hazırlanırken Rus Çarının desteğiyle hareket eden Komitacı Ermeniler Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle, bütün güçlerini Rusya'nın emrine vermişlerdi. Bunların bir kısmı Rus ordularının önünde, bir kısmı da cephe gerisinde sivil, asker demeden Doğu Anadolu'da herkese saldırıyordu. Osmanlı Hükümeti, Komitacı Ermenilerin saldırılarına karşı yaklaşık dokuz ay boyunca, bir takım tedbirler alarak olayların önüne geçmeyi denedi. Sonuç alamayınca Ermeni toplumunu Patrik nezdinde uyardı. Ancak, bundan da bir sonuç çıkmayınca özel tedbirler almak zorunda kaldı. Sevk kararının ilk işareti sayılan 2 Mayıs 1915 tarihli Başkumandan Vekili Enver Paşadan, Dahiliye Nazırı Talat Paşaya yazılan yazıda, özetle Enver Paşa; Ermenilerin isyan çıkarmayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini, isyancı Ermenilerin, küçük guruplar halinde çeşitli yerleşim yerlerine dağıtılacak olursa, isyan etme imkanlarının kalmayacağını belirtmektedir1. Nitekim uygulama da bu yönde olmuştur. 29 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Bursa, Ankara, Konya, izmit, Adana, Maraş, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Elazığ, Diyarbakır, Balıkesir, Erzurum ve Kayseri'ye gönderilen telgrafta, Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere yerleştirilmelerinin sebebini şöyle açıklamaktadır: bu unsurun (Ermeni Komitecilerin) hükümet aleyhine teşebbüs ve faaliyette bulunmamaları ve bir Ermenistan hükümeti kurmaları yönündeki faaliyetlerini önlemek olduğu, bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi sevkiyat esnasında kafilelere, taarruz ve gasp edenlerin bunlara ön ayak olanların görevlerinden el çektirerek divan-ı harbe teslimi ve isimlerinin Dahiliye Nezaretine bildirilmesi ve bu olayların tekrarında vilayet veya liva'nın mesul tutulacağı açık bir şekilde beyan olunmuştur. Aynı belgede Osmanlı hükümeti, anarşi ve teröre karışmamış şevke tâbi olmayan Ermenilerin yerlerinden çıkarılmamaları, asker aileleriyle birlikte sanatkar, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk olunmaması gerektiğini de vurgulamıştır. Bunları altı başlık altında toplamak mümkündür. l- Çeşitli Vilâyetlerde Tehcire Tâbi Tutulmayan Ermeniler Bugün Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Halbuki tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur. Başka bir ifadeyle sırf Ermeni olduğu için insanların sevk edildiği düşüncesi yanlıştır. Nitekim 17 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Antalya Mutasarrıflığına çekilen telgrafta, nüfuslarının azlığı sebebiyle Antalya'daki Ermenilerin şimdilik ihracına lüzum görülmediği ifade edilmektedir. Yine, Urfa'dan dışarı Sayfa 86 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Ermeni sevki-yatımn yapılmadığı, yalnız merkeze bağlı yerlerden birkaç hanenin sevk edildiğine dair, bilgiler mevcuttur4. Ayrıca 23 Ekim 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Kastamonu vilayetine yazılan telgrafta, Kastamonu vilayetindeki Ermenilerin ihracına lüzum olmadığı belirtilmiştir. 13 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karesi Mutasarrıflığına gönderilen yazıda, Karesi'den sevk edilen yirmi yedi Ermeni ailenin sevk edilme sebebinin bildirilmesine ve bunların derhal yerlerine iade edilmesine, ancak komitelerle münasebet ve alakası olan ihanetleri belli Ermenilerin sevk edilmelerinin gerektiği bildirilmiştir6. Ayrıca 30 Nisan 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karahisar-ı Sa-hib (Balıkesir) mutasarrıflığına gönderilen telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin liva dahilinde münasip köylere dağıtılmaları istenmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu bölgesinin dışında kalan şehirlerdeki teröre bulaşmamış Ermenilerin bir tehlike, olarak görülmediği belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın hatıralarında, tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya'ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali Bey'in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder8. Ayrıca bu dönemde İstanbul Ermenileri9 ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği bilinmektedir. 2- Katolik ve Protestan Ermeniler 17 Haziran 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Erzurum Vilayetine gönderilen telgrafta, Ermeni Katolik misyonerlerle sörlerin şimdilik sevk edilmemeleri istenmektedir11. Bundan 48 gün sonra 4 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Elazığ, Van vilayetleriyle Urfa, Canik, Maraş mutasarrıflıklarına gönderilen yazıda da, adı geçen 13 Vilayet ve Mutasarrıflıkta kalan Katolik Ermenilerin sevk edilmeyerek nüfuslarının bildirilmesi istenmiştir. Katolik Ermenilerin şevkinin durdurulmasından 11 gün sonra, Protestan Ermenilerin de sevk edilmemeleri yönünde bir hüküm çıkarılmıştır. 15 Ağustos 1915 tarihli bu hükümde, Dahiliye Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Hüdaven-digar, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elazığ ve Van vilayetleriyle Urfa, îzmit, Canik, Karesi, Karahisar-ı Sahib livaları, Maraş, Niğde, Eskişehir, mutasarrıflıklarım kapsayan yazıda, Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların şevkinden sarf-ı nazar olunması ve vilayet dahilindeki nüfusları, ile bu nüfustan kalan ve sevk olunanların miktarının bildirilmesi istenmiştir. Buna cevap olarak Kayseri'den 18 Eylül 1915 tarihli Dahiliye Nezaretine gönderilen yazıda, şevke tâbi tutulan Ermenilerin dışında 4.911 asker ailesi ve Protestan ile Katoliklerden oluşan bir gurubun kaldığı belirtilmektedir14. Yine Niğde vilayetinden Dahiliye Nezaretine gönderilen 18 Eylül 1915 tarihli belgede de, liva dahilinde Katolik ve Protestan Ermenilerden 221 nüfus kaldığı bildirilmektedir. Dahiliye Nezaretinden Konya vilayetine gönderilen 4 Kasım 1915 tarihli telgrafta, Konya'da bulunan 2.000 Ermeni'nin şimdilik sevk olunmayarak muhafazada bulundurulması, asker aileleriyle Katolik ve Protestan olanların da vilayet dahilinde uygun mevkilerde iskan edilmeleri istenmektedir16. Yine aynı vilayete gönderilen 10 Temmuz 1916 tarihli yazıda zararlı ve çeteci Ermenilerin Zor'a sevk edilmeleri istenirken, Protestan ve Katoliklerin bundan istisna tutulması istenmiştir17. Bu arada, Dördüncü Ordu Kumandam Cemal Paşaya gönderilen 26 Nisan 1916 tarihli belgenin içeriğinde ise Maraş'da sevk olunmamış 3.845 erkek 5.000 küsur kız ve kadın bulunduğu, bunların 3.500 kadarının Gregoryen, diğerlerinin Katolik ve Protestan olduğu bildirilmektedir18. Buna göre Maraş'da Gregoryen Ermenilerin dışında yaklaşık 5.345 Katolik ve Protestan Ermeni'nin yerinde kaldığı anlaşılmaktadır. 3- Devlet Kademelerinde Görev Yapan Ermeniler Osmanlı Devletinin çeşitli kademelerinde görevli komitacılarla iş birliği yapmayan, devletine bağlı memurlar da tehcirden istisna edilmişlerdir. Dahiliye Nezaretinden 12 Vilayet, 9 Mutasarrıflığa gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç edilmemeleri istenmiştir19. Yine aynı tarihli başka bir belgede ise asker, zabit ve sıhhiye zabitlerinin ailesinden olan Ermenilerin sevk edilmeyerek yerlerinde bırakılması belirtilmiştir. Dahiliye Nezaretinden çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilen 17 Ağustos 1915 tarihli yazıda, Ellerinde belgeleri bulunan şimendifer memurları,ameleler ve müstahdemlerin aileleriyle birlikte şimdilik şevklerinden vazgeçilmesi ve bunların miktarının bildirilmesi istenmiştir. Bu arada 28 Haziran 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Trabzon Vilayetine gönderilen yazıda ise Düyun-ı Umumiyedeki Ermeni memurların yerlerinde kalmaları emredil-mektedir22. Çeşitli Valilik ve Mutasarrıflıklara gönderilen başka bir belgede de, tahliye edilen yerlerdeki Düyun-ı Umumiye ve Reji idaresinde şevkten istisna edilen Ermeni Sayfa 87 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi memurlarla yeniden tayin edilen Ermenilerin isimlerinin, tayin tarihlerinin ve nereli olduklarının bildirilmesi istenmiştir. 4- Ticaret ve Benzeri İşlerle Uğraşan Ermeniler Ticaretle uğraşan Ermenilerin arasında da Osmanlı hükümeti aynı hassasiyeti göstererek komitacılarla ilgisi olmayan tüccarları şevke dahil etmemiştir. Dahiliye Nezaretinden Maraş Mutasarrıflığına gönderilen 8 Haziran 1915 tarihli telgrafta, göç ettirilen yerlerde, ticaret ve sair suretle ikamet eden Ermenilerin yerlerinde bırakılmaları istenmektedir24. Dahiliye Nezaretinden Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Elazığ valiliklerine ve Canik mutasarrıflığına gönderilen 4 Temmuz 1915 tarihli başka bir belgede ise Hükümetçe muzır tanınmış Ermenilerin, aileleriyle birlikte uzaklaştırılması ve kendi işleriyle meşgul tüccar ve esnafın yerlerinin değiştirilerek alıkonulması belirtilmiştir. 5- Bazı Özel Şahısların Sevk Edilmemelerine Dair Yollanan Emirler Dahiliye Nezaretinden, Bursa vilayetine gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli telgrafta, İstanbul Bulgar Hastanesi doktorlarından Nikolo'nun kayınpederi Ermeni milletinden fotoğrafçı Papazyanın ikinci bir emre kadar şevkinin ertelenmesi belirtilmektedir26. Yine 27 Ekim 1915 tarihli bir yazıda, Tekfurdağlı sabık mebus Agop Boyacıyan Efendinin yeğeni Tekfurdağlı Bogos'un Konya'da kalması istenmektedir. Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine gönderilen 23 Ekim 1915 tarihli belgede de, Adana Osmanlı Bankası memurlarından Halep'te bulunan Edvar Simki-yan, Manok Sarrafyan ve Agop Gagayan ile Tarsus şubesi memurlarından Serkis Kişiyan'ın Halep şubesinde çalışabilecekleri bildirilmiştir28. Ayrıca 15 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden bazı vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilen telgrafta, bundan böyle idari ve askeri maslahat gereği ne sebeple olursa olsun hiçbir Ermeni'nin sevk edilmemesi istenerek sevk ve iskânın durdurulduğu belirtilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde yerlerinde bırakılan Ermenilerle ilgili olarak Osmanlı Arşivi tasnif-lerindeki belgelerden Yusuf Halaçoğlu'nun derlediği bilgilere göre; Adana: 16.000 civarı, Ankara: 733, Karahisarı Sahip: 2.222, Kayseri: 4.911, Elazığ: 4.000, Maraş: 8.845, Sivas: 6.055 olmak üzere toplam 42.766 Ermeni yerlerinde kalmıştır30. Bunların dışında yukarıda ifade ettiğimiz belgelerden anlaşılacağı üzere; Karesi Mutasarrıflığı, Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa, Kütahya, Aydın vila-yetlerindeki Ermeniler de sevk edilmemiştir. Katolik ve Protestan Ermenilerin ilk anda tehcire tâbi oldukları31, Alman ve Amerikan büyükelçiliklerinin baskılar neticesinde Katolik ve Protestan Ermenilerin şevkinin durdurulduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun haricinde Gregoryen Ermenilerin tamamı da sürülmemiştir.32 Meclis-i Vükela'nın çıkarmış olduğu sevk ve iskân kararına bakıldığında sevk ve iskân edilecek Ermeniler "düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler şeklinde tarif edilmektedir." Başka bir belgede ise Ermenilerin hükümet aleyhinde çalışmalarına engel olunmak için sevk edildikleri, bir Ermenistan hükümeti kurmaları yönündeki faaliyetlerini önlemek olduğu, belirlenenler dışındakilerinin sevk edilmemeleri, istenmektedir. Yine bir belgede, Hükümet Ermenilerin bulundukları yerden alınarak fesat çıkarmasına imkan bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sevk işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını istemektedir. Osmanlı Devletinden Valiliklere ve Mutasarrıflıklara gönderilen telgrafların genelinde bu ifadeler özellikle vurgulanmıştır. Bu da Gregoryen Ermeniler içerisinde de masum olanların kaldığını göstermektedir. Yukarıda incelenen belgelerden ve verilen rakamlardan da bu sonuç çıkmaktadır. 2 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine gönderilen şifre telgrafta, Halep'te bulunan Maraş Katoliklerinin sevk olunmamaları kararlaştırılmıştı. Bunların şevklerine başlandığı haber veriliyor. Niçin sevk edildiklerinin bildirilmesiyle beraber sevk olunanların da geriye getirilmeleri istenmiştir36. Bundan 11 gün sonra 13 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine ve Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşaya gönderilen telgrafta, Halep'teki Katolik ve Protestanların dışındaki yabancı Ermenilerin başka yerlere şevklerine ve çete teşkilatıyla ilgisi olanların bilgisine müracaat etmek için tevkifine dair telgraf37, bu olayların hiçte böyle gelişmediğini göstermektedir. Ayrıca Osmanlı Hükümeti, Halep sevkiyatı sırasında devlet hizmetinde bulunan ve devlete karşı kötü niyet beslemeyenlerin daha iyi şartlara sahip olmaları maksadıyla başka yerlere iskan edilmelerini istemiştir38. Osmanlı sınırları içerisinde yukarıda saydığımız özelliklere haiz olan Ermenilerin, çoğunlukla bulunduğu bölgelerde kalmaları sağlanmış veya belirli bölgelere toplanarak güvenlikleri temin edildikten sonra hayatlarım sürdürmüşlerdir. Yanlışlıkla şevke tâbi tutulan Katolik ve Protestan Ermeniler ise araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir. Ancak konunun başından bu yana ifade ettiğimiz gibi zararlı faaliyetlere karışan Katolik ve Protestan Sayfa 88 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Ermeniler yeni iskan sahalarına sevk edilmişlerdir. J. McCarthy'nin yaptığı hesaplamalara göre; 1922 yılında savaşın sona ermesinin hemen ardından Türkiye Cumhuriyetinde yaklaşık 140.000 Ermeni kalmış bulunuyordu. 1927 Türkiye nüfus sayımı yazımlarına göre 77.433 Gregoryen, 6.658 Protestan, 34.000 Katolik'tir. Yine McCarthy'nin ifadesine göre, bu nüfus sayımı Ermeni Protestan Kilisesinin yaptığı hesaplamalara da uygundur. Sonuç olarak, Ermeni asıllı Türk vatandaşı Da-bağyan'ın ifadesiyle; "Bu karmaşık mücadeleden Ermeniler pek zararlı çıkmışlar ise hesabını kaderlerini teslim etmiş oldukları Hınçak ve Taşnak gibi maceracı Komitelerden ve tam bir basiretsizlik içinde, gözü kapalı bağlandıkları o Hristiyan devletlerinden sormalıdır. Ne var ki, öyle yapmamış tam aksi, uşaklıklarını devam ettirmiş ve de ettirmektedirler. ...Sevk hareketi Kafkas Ermenilerinden kurulu çetelerin Anadolu'da icra ettikleri dehşet verici katliamların tezahüründen kaynaklanmış pek uğursuz bir vakadır." ERMENİ SORUNU VE TÜRK ARŞİVLERİ Bazı ülkelerde tarihçilere bırakılması gereken geçmiş olaylar siyasî alana taşınmakta ve maalesef bilimin objektif sınırları içinde değerlendirilmesi gereken tarihî olaylar, siyasî çıkarların ve ideolojik tutumların katı önyargılarına kurban edilmektedir. Örneğin bazı ülkelerde böyle bir yaklaşımla ele alınan Ermeni sorununun, tarihin asıl kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerekir. Bu konuda karar vermeden önce başta Türk arşivleri olmak üzere diğer ülke arşivlerinde mutlaka araştırma yapılarak objektif bir yaklaşım sergilenmelidir. Aksi hâlde objektif kaynaklara dayanmayan kanaatler ile sübjektif yaklaşımlar uluslar arasında küllenmiş düşmanlıkları yeniden canlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Tarihin yanlış yorumlanmasına ve siyasal amaçla kullanılmasına karşı objektif belgeleri sunmak biz arşivcilerin en önemli görevleri olmalıdır. Halbuki Ermeni soy kırım iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan hatırat türü sübjektif bazı yayınlara dayanmaktadır. Bunların başında, Aram Andonian isimli bir Ermeni tarafından 1920 yılında yazılan "Naim Bey'in Anıları; Ermeni Tehcir ve Katliamına ilişkin Resmî Türk Belgeleri" adlı kitap gelmektedir. Bu kitapta yer alan ve Talat Paşaya atfedilen telgrafların, bir soy kırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgeler olduğu, Osmanlı Arşivi'nde yapılan incelemeler sonucu ispatlanmıştır.1 Bir başka kitap Amerikan Büyükelçisi olarak 1913-1916 yılları arasında 26 ay istanbul'da görev yapmış olan Henry Morgenthau'nun Hatıratı'dır. He-ath W. Lowry, H. Morgenthau'nun bu kitabı yazma amacının savaş karşıtı Amerikan kamuoyunu etkilemeye yönelik olduğunu belirtmekte ve bu kitapta yer alan Ermeni soy kırım iddiasını bilimsel metotlarla çürütmektedir.2 Kitabın hazırlanmasında önemli rol oynayan Morgenthau'nun tercümanı Schmavonian ve katibi Agop S. Andonian'ın Avrupa'da bulunan Ermeni örgütleri ile iş birliği içinde Osmanlı Devleti aleyhine casusluk yapan kişiler olduklarına dair Osmanlı Arşivlerinde önemli belgeler bulunmaktadır.3 Diğer bir kitap ise Arnold Toynbee tarafından yazılan "1915-1916 Osmanlı imparatorluğu'nda Ermenilere Yapılan Muamele" olarak bilinen ve 1916 yılında yayınlanan "Mavi Kitap"tır. ingiliz Hükümeti tarafından hazırlattırılan bu kitap savaş propagandası amacıyla kaleme alınmıştır. Ermeni iddialarına dayanak olan ve sık sık dile getirilen diğer bir kaynak ise, I. Dünya Savaşı sonrası kurulan Osmanlı Divan-ı Harb Mahkemeleri'dir. Bu mahkemeler istanbul'u ve Osmanlı topraklarını işgal etmiş olan itilaf devletlerinin ortak düşmanı olan ittihat ve Terakki mensuplarını mahkum etme çabası sonucunda kurulmuşlardır. Bu mahkemelerde ispatlanmamış tek taraflı suçlamalar yer almaktadır. Yukarıda bahsedilen sübjektif eserlerin dışında, Ermenilerin asılsız soy kırım iddialarını delillendirebile-cekleri kayda değer bir belge bulunmamaktadır. Nitekim işgal döneminde ingilizler istanbul'da ve Malta'da tutuklu bulunan kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde konu ile ilgili araştırma yapmışlardır. Araştırma sonucunda tutuklular hakkındaki suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delili mahkemeye sunanıamışlardır. ingiliz hükümeti kendi arşivlerinde ve ABD'nin (Washingtondaki) arşivlerindeki raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca ulaşamamıştır. Bu nedenle arşivlere inilme zorunluluğu vardır ve arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar önyargı ve yanlı bilgilendirilmeden kaynaklanan taraflı siyasî yaklaşımları ortadan kaldıracaktır. Başta Ermeni sorunu olmak üzere Türk arşivlerinde araştırma yapmadan yazılacak bir bölge ve dünya tarihinin eksik kalacağının bilinciyle, modern arşivciliğin ana ilkesi olan "açıklık prensibf'ni temel dayanak kabul eden Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, araştırmacılara sunulan hizmetlerde çağın gereklerine uygun yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede; Sayfa 89 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü başta Ermeni sorunu olmak üzere birçok konuda tasnif çalışmalarım hızlandırarak, tamamlamış ve araştırma hizmetine sunmuştur. Türkiye'ye yasal yollardan girmiş yabancılar ve bunların vekilleri araştırma yapacakları arşivlere veya arşivlerin bağlı bulunduğu idareye bizzat veya posta ile müracaat edebileceklerdir. Müracaat eden kişilere aynı gün araştırma izni verilmektedir. Müracaatlar, yurt dışından T.C. büyükelçilik've başkonsoloslukları aracılığıyla da yapılabilecektir. Tasnif edilmiş ve son işlem tarihi üzerinden otuz (30) yıl geçmiş arşiv malzemesi hiçbir kısıtlama olmadan araştırma ve incelemeye açılmaktadır. Araştırmacılara bir iş günü içerisinde verilen belge, defter veya dosya sayısı artırılmıştır. Araştırmacılar, araştırma ve incelemeleri esnasında arşiv yönetiminin uygun göreceği mahallerde portatif yazı makinesi veya bilgisayar kullanabilecektir. Yine dünya bilim çevrelerine ve bilim adamlarına kolaylık sağlamak, bilginin paylaşılmasını ve öğrenmenin önündeki engelleri azaltmak maksadıyla inter-nette bir web sayfası açılmış ve bilgisayar ortamında belge kataloglarımız yayınlanmıştır. Bu konudaki talep, istek vb. "http://www.devletarsivleri.gov.tr."adresinden temin edilebilir. Osmanlı dönemi arşiv belgelerinin mikrofilme alınması ve elektronik ortama aktarılması çalışmaları 2001 yılında başlatılmış olup, araştırma hizmetlerinin elektronik ortamda verilmesi hedeflenmiştir. Bu düzenlemelerle, Türk arşivlerini çağın gereklerine uymasını sağlayarak kolay ulaşılabilir bir arşiv haline getirmek amaçlanmıştır. Türk arşivlerinin temel ilke olarak kabul ettiği "açıklık prensibi" doğrultusunda Ermenistan, Rusya ve Ermeni Patrikhanesi ve bağlı kiliselerdeki arşivlerinde bulunan konuyla ilgili belgelerin de açılması ve meydana gelen olayların tarihçiler tarafından objektif bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Osmanlı Arşivlerinde genel olarak Ermeni sorunu ve tehcir uygulaması ile ilgili Sadaret Evrakı, Zaptiye Nezareti, Yıldız Sarayı Evrakı, Meclis-i Vükela Mazbataları, Şurayı Devlet, Dahiliye Nezareti ve bağlı kuruluşları (Emniyet-i Umumiye ve Şifre Kalemi vb.) ile Hariciye Nezareti'ne ait fonlarda yüzbinlerce belge bulunmaktadır. Nitekim Osmanlı arşiv belgeleri objektif bir şekilde değerlendirildiğinde, Osmanlı Devleti'nin son elli yılına damgasını vuran Ermeni sorununda dönemin büyük devletlerin desteği ile Ermeni Komitacılarının 1890'lı yıllarda başlattıkları terör olaylarının Birinci Dünya Savaşı içinde silâhlı isyana kadar vardığı görülecektir. Osmanlı hükümeti sevk ve iskân uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmış, keyfi bir uygulamaya gitmemiştir. Öncelikle İçişleri Bakanlığı 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komite merkezlerini kapatarak, komite ele başlarının tutuklanması için emir vermiş, istanbul'da 2345 Ermeni komitacı tutuklanmıştır. Ancak olayların giderek tırmanması ve Van olayları üzerine, 27 Mayıs 1915 tarihinde, "Vakt-i Seferde İcraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i as-keriyyece ittihaz olunacak tedbir hakkında kanun" kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur.Osmanlı hükümeti bu yasayı çıkararak halkın güvenliği ve cephe gerisinin emniyeti bakımından gerekli görülen yerlerdeki halkı, savaş alanından uzaklaştırma ve güvenlikli bölgelere sevk etme kararı almıştır. Bu kanunla askerî yetkililere; asayişi bozan silâhlı saldırgan ve direnişçileri, casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu hâlde başka yerlere sevk ve iskân etme yetkisi veriliyordu. Dört maddelik olan bu kanun tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı yetki kanunudur. En önemli özelliği ise, kanun metninde herhangi bir etnik veya dinî grubun belirtilmemiş olmasıdır. Ayrıca kanunda tehcir kelimesi geçmemekte sadece "diğer mahallere sevk ve iskân" ibaresi kullanılmaktadır. Diğer taraftan çıkarılan sevk ve iskân kanununun uygulanması, idarecilerin yorum ve kabiliyetlerine bırakılmamış, uygulamada idarecilerin neyi nasıl yapacaklarına dair kararlar alınmıştır.Bu amaçla çıkarılan kanun ve talimatnamelerle sevk ve iskânın nasıl yapılacağı ayrıntılarıyla hükme bağlanmıştır. Buna göre; göçe tâbi tutulan ahali, kendilerine tahsis edilen bölgelere rahat bir şekilde, can ve mal emniyetleri sağlanarak nakledilecektir. Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri göçmenler ödeneğinden karşılanacaktır. Eski malî ve iktisadî durumları göz önünde tutularak kendilerine emlâk ve arazi verilecek, muhtaç olanlara hükümetçe mesken inşa edilecek, çiftçi ve zenaat erbabına tohumluk ve alet temin edilecektir. Geride bıraktıkları taşınabilir mal ve kıymetler kendilerine uygun şekilde ulaştırılacaktır. Ermenilerin boşalttıkları şehir ve köylerdeki gayrimenkulleri tespit ve kıymetleri takdir edildikten sonra bu köylere yerleştirilecek muhacirlere tevzi edilecektir. Sayfa 90 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Muhacirlerin zeytinlik, dutluk, bağ, dükkân, fabrika, depo gibi gelir getiren yerleri müzayede ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir. Ayrıca Osmanlı hükümeti göçün düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması ve sevk edilen Ermenilerin can ve mallarının korunması amacıyla mümkün olan önlemleri almak için büyük çaba harcamıştır. Ermenilerin şevki esnasında meydana gelen suistimalleri incelemek üzere, Temyiz Mahkemesi ile Şuray-ı Devlet üyelerinden ve ceza mahkemeleri başkanlarından 15 Eylül 1915 tarihinde soruşturma komisyonları oluşturup Anadolu'ya gönderilmiştir.6 Hükümet özellikle can ve mal emniyetinin üzerinde önemle durmuş ve gerekli tedbirlerin alınması için devamlı talimatlar vermiştir.Bu konularda suç işleyenler veya ihmali görülenler sıkıyönetim mahkemelerine sevk edilmişlerdir. Suçlu bulunarak mahkemeye verilen 1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Tehcir sırasında istanbul'dan Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından taşra yöneticilerine gönderilen talimatlar ve hükümet tarafından alınan kararlar oldukça dikkat çekicidir. Bu talimatlarda, 1- Sevk edilen Ermenilerin canlarının korunması ve iaşelerinin sağlanması, suistimali görülen görevlilerin görevlerinden alınmaları ve Divanı Harbe teslim edilmeleri, 2- Katolik, Protestan ve hasta Ermenilerin sevk edilmemesi, 3- Devlete ihanet etmeyen ve Komitelerle ilişkisi olmayan Ermenilerin sevk edilmemesi, 4- Kimsesiz ve muhtaç Ermenilerin iaşesinin temin edilmesi, 5- Sevk edilen Ermenilerin mallarının muhafaza edilmesi ve geri dönüşlerinde mallarının kendilerine nasıl iade edileceğine dair nizamname (1915). 6- Ermenilerin şevkleri sırasında iaşelerinin temini ve güvenlikleri için muhacirin tahsisatından para tahsisi yapılması, 7- Kullanılmakta olan emlâkin Ermeniler geldikçe boşaltılarak sahiplerine iadesi, 8- Ermenilerin geri dönüşlerinde kolaylık gösterilmesi ve ihtiyaçlarının sağlanması, 9- Gayrimüslim çocukların akrabalarına veya cemaatlerine teslim edilmesi, 10- Ermenilerin geri dönüşlerinde uygulanacak esaslarla ilgili nizamname ve talimatlar konularında binlerce belge bulunmaktadır. Belgelerden de anlaşılacağı gibi yapılan sevk ve iskân plânlı ve siyasî amaçlı değil, askerî ve güvenlik nedeniyledir. Zaten Mayıs 1915 yılında başlatılan tehcir, 25 Kasım 1915 tarihinde geçici olarak, 24 Ekim 1916 tarihinde de tamamen durdurulmuştur. Osmanlı Devleti'nin aldığı kararlara baktığımızda bu tedbiri geçici olarak aldığını görmekteyiz. Katliam yapmak amacında olan bir yönetimin iaşe, can güvenliği, malların muhafazası ve iadesi, ihmali görülen ve suç işleyen görevlilerin görevlerinden alınmaları, cezalandırılmaları vb. konularda bu kadar hassas davranması mümkün müdür? Ayrıca, Ermeni olaylarının arttığı ve tehcirin yapıldığı dönemlerde dahi Ermenilerden Osmanlı merkezi yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan pek çok kişi bulunmaktadır. Katliâm uygulama niyeti ve kararlılığında olan bir devletin merkez yönetiminde bu kadar görevliyi çalıştırması mümkün müdür? Böyle bir anlayış ve hareket tarzı içinde bulunan bir devletin 1.500.000 Ermeniyi soy kırıma tâbi tuttuğu gibi bir iddia, bilimsel dayanaktan ve tarihî gerçeklerden uzaktır. Zira Osmanlı Devleti'nin resmî nüfus sayımlarında 1.500.000 Ermeninin yaşamadığı bilinmektedir. Nitekim 1893 yılında yapılan nüfus sayımında Osmanlı devletinde 1.001.4139, 1914 nüfus istatistiklerinde ise 1.161.169 Ermeni yaşamaktadır.10 1897 yılında Fransız hükümeti tarafından yayınlanan sarı kitapta Osmanlı devletinde yaşayan Ermenilerin miktarı 1.475.000 olarak gösterilmektedir. Ayrıca Osmanlı Hükümeti Ermeni iddialarının araştırılması için Birinci Dünya Savaşı'nda taraf olmayan ispanya, Hollanda, Danimarka ve isveç'e gönderdiği notalarla bu ülkelerden ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir. Bu notalarda tarafsız hukukçuların oluşturacağı komisyonun Ermeni iddialarını tahkik etmesi istenmiştir. Sadrazam Salih Paşa da 17 Mart 1920 tarihinde Fransa, italya ve ingiltere Yüksek Komiserliklerine verdiği notada, bu olaylar hakkında karma bir komisyon oluşturularak, soruşturma açılması teklifini tekrarlamıştır. Ne yazık ki bu girişimler ingilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmış, ilgili ülkeler temsilci göndermeyi reddetmiş, dolayısıyla konunun soruşturulması engellenmiştir.14 Osmanlı devletinin bu girişimi, gerçekleştirmiş olduğu sevk ve iskan işlemlerinde, uluslar arası hukuk çerçevesinde yanlış bir şeyin bulunmadığını ortaya koyan, kendisine olan özgüvenin önemli bir göstergesidir. Eğer bu komisyon kurulsa idi, günümüzde Türk ulusuna yönetilen asılsız ithamlar Sayfa 91 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gerçek muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cum-huriyeti'ne yönelik bu gerçek dışı iddialar da o zaman tarihin derinliklerine gömülebilecekti. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan "Ermeniler Tarafından Yapılan Katliâm Belgeleri (1914-1921) adlı iki ciltlik kitap Ermeni komitelerinin 518.105 Türk'ü öldürdüklerini belgelerle ortaya koymaktadır.15 (.Bakınız Ekler bölümüne) Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün öz-deyişiyle "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Tarih yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, maalesef, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet almaktadır." AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE ERMENİ FAALİYETLERİ ABD'ye Ermeni Göçleri Böyle bir konuda akla gelen ilk soru Ermenilerin ABD'ne ne zaman ve niçin göç ettikleri sorusudur. Bu sorunun cevabı aynı zamanda bize bu konunun temeline inme olanağı sağlayacaktır. Bugün Ermeni yazarlarının çoğu göç hadisesinin Osmanlı Devleti'nin kendilerine karşı uygulamış olduğu baskılardan kaynaklandığını iddia etmekte ve Türk düşmanlığını bu suretle ayakta tutabilmektedirler. Elimizdeki bilgiler ışığında göç olgusunun sebeplerini inceleyerek bugüne kadar Ermenilerin faaliyetlerini açıklamaya çalışacağız. Osmanlı Devleti'nden ABD'ye Ermeni göçlerini ilk organize eden Protestan misyonerler oldu. 1800'lerin başında Amerika'daki Protestan kiliseleri, diğer din mensupları arasında çalışmaya karar verdiler. Kilise bu çalışmaları organize etmek için 1812'de yabancı misyonlar için Amerikan Masası'nı kurdu. Bu masa kendisine çalışma alanlarından biri olarak Osmanlı Devleti'nin Müslümanlarını seçti. Bu Amerika misyonerlerinden ilki 1820'de Anadolu'ya geldi. Osmanlı Devleti kanunlarına göre Müslümanların dinini değiştirmek için faaliyetler yasaklandığından misyonerler yerli Hristiyanları seçtiler. Misyonerler öncelikle eski Apostolik Kilisesi'ni yanlarına çekmek için reform yapmayı, bu mümkün olmadığı takdirde bu yerli Hristiyanlar arasında bir Protestan toplumu oluşturmayı istediler. Rum Ortodoks toplumu Amerika Protestanlarına pek ilgi göstermediler, fakat Ermeniler bu konuda çok istekli idiler. Bu sebeple Protestan okulları, tıbbî klinikleri ve kiliseleri Ermenilerle dolmaya başladı. Ermeniler arasında talebin olması Amerikan Masası'nı genişletti ve programı dünyanın diğer bölge-lerindekinden daha geniş oldu1. Anadolu'daki Amerikan misyonerler 1891'e kadar 9 kolej kurdular. Bunlar İstanbul'da Robert Koleji (1862), Beyrut'ta Beyrut Üniversitesi (1864), İstanbul'da Amerikan Kız Koleji (1873), Antep'te Merkezi Türkiye Koleji (1876), Harput'ta Fırat Koleji (1878), Maraş'ta Merkezi Türkiye Kız Koleji (1882), Merzifon'da Anadolu Koleji (1886), Tarsus'ta St. Paul Enstitüsü (1888) ve İzmir'de Uluslar Arası Kolej (1891) 2. Misyoner Okullarında eğitim gören genç öğrenciler, eğitimlerini tamamlamak için Amerika'ya gitmeyi düşünmeye başladılar. Bunlar arasından seçilen gençler misyonerler tarafından Amerika'ya gönderildi. Misyonerler bunların geri dönerek misyoner okullarında öğretmenlik, papazlık veya kliniklerde yardımcılık yapmalarını umuyorlardı. Fakat bu öğrencilerin çoğu geri dönmediler, Amerika'da kalanlar kendilerine yeni bir yol çizdiler3. Bu ilk giden öğrencilerden sonra tüccarlar Amerika'ya gitmeye başladı. Bu öğrenciler ve tüccarlar hızla Amerika'ya adapte oldular ve göçmenlerin liderliğini yaptılar. 1880'lerde bunlara yeni bir grup Ermeni daha katılmaya başladı. Bu yeni gelenler daha fakir olan Anadolu köylüsü idi. 1870'lerin sonundan itibaren gelen bu göçmenler özellikle Har-put bölgesindendi. ABD'ye gelen Ermenilerin %40'ı Harput bölgesindendi ve % 90'ı bekârdı. 1885'te New York'da ilk okulları olan Ermeni-Amerikan Vadookian Okulunu kurdular. İlk gazeteleri "Are-gak" (Güneş) 1888'de Jersey City'de yayınlanmaya başladı. Böylece Amerika' daki Ermeniler organize oluyorlardı4. Amerika'ya ilk büyük Ermeni yerleşimi 1883'te California'nın Fresno şehrine oldu. Eğitim amaçlı göçenler daha çok New York'ta, ekonomik amaçlı göçenler Worcester şehrinde yerleşiyor1880'lerin sonunda Amerika'ya siyasî göçmen Ermeniler de gelmeye başladı. Bunlar Osmanlı Dev-leti'nden kaçan ihtilalcilerdi. Bu ihtilalciler 1887-1890 arasında Amerika'da hücreler kurmaya başladılar. Bunlardan en önemlisi Ermeni Milliyetçisi Sympad Kaprielian idi. Kaprielian 1 886' da Osmanlı Devleti tarafından yakalanarak sürgün edildi ve New York şehrine yerleşerek Amerika' daki ilk Ermeni İhtilâl Gazetesi Haik'i çıkarmaya başladı6. Washington Elçisi Mavroyani Bey 29 Mart 1892 tarihinde Hariciye Nezareti'ne gönderdiği yazısında Amerika'daki göçmenlerin durumunu ve sayılarını şu şekilde veriyordu: "1890 senesi zarfında Amerika'ya hicret eden ahali 455.302 nüfus iken Haziran' da son bulan 1891 senesi zarfında 560.319 kişi hicret eylemiştir. 1890 senesinde Muhacirin-i Osmaniye 2.167 idi. Tebaamızdan Amerika'ya en fazla hicret edenler Sayfa 92 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Surya-nidir. Bunlar kendi işleriyle iştigal etmekte olup hiçbir siyasi maksatları yoktur. Bunlardan sonra Ermeniler gelir. Ermeniler hoşnutsuzluk izhar etmekte olup Osmanlı Devleti'ni aşağılamaya çalışmakta iseler de efkar-ı umumiyeye karşı çalışmaları neticesiz kalıyor... Amerika'da mukavelenameleri kararlaştıran Heyet-i Ayan (senato)dır. Velhasıl Ermeniler bunları kendi efkar ve maksatlarını kabul ile Hükûmet-i Seniyyenin efkar ve tasavvuratı aleyhinde bulunmaya sevk ve imaleye çalışıyorlar. Heyet-i Ayan azası (senatörler) ise her ne kadar kendi memleketlerinin işlerine vakıf ve bilgileri var ise de içlerinden ekserisi Devlet-i Aliyenin ahval-i hakikiyesi-ne vakıf olmadığı cihetle hem Devlet-i Aliyeyi hem de Kanun-ı Esasileri gereğince kendi rey ve kararlarıyla hareket ederek Amerika Hükümetini müşkül duruma düşürüyorlar". Ermeniler daha ilk göçlerden itibaren Amerika Senatosu üzerinde etkin olmak için çalışmaya başlamışlardı. Amerikan kayıtlarına göre, 1854'te Amerika'da 20 Ermeni bulunuyordu, bu sayı 1870'e kadar 70 civarına ulaştı. Şüphesiz bu kayıtların dışında gelen Ermeni göçmenler de vardı. Bu gelenlerin tamamı Amerikan misyoner okullarında eğitilmiş gençler değildi, bazıları Yeni Dünya'ya büyük fedakârlıklarla talihlerini aramaya gelmişlerdi. Bunlar Mas-sachusetts, New York, New Jersey ve Pennsylva-nia'mn fabrikalarında iş buldular. Göçmen Ermeniler aynı fabrikalarda çalışmaya, aynı yerde yaşamaya önem verdiler ve karşılıklı yardımı öne çıkardılar. Bu kapalı çevrede birkaç küçük Ermeni işyeri, kahvehaneler, manavlar, ayakkabı tamircileri ve sosyal hizmetleri görecek diğer küçük yerler açıldı. 1890'a kadar Amerika'da Ermenilerin sayısı 2000'e, 1900'de 15-20 bine ulaştı. 1904 yılından itibaren ekonomik ve siyasî sebeplerden dolayı Rusya'dan da ABD'ye göçler başladı. 1899-1924 yılları arasında Rusya'dan 3.500 Ermeni Amerika'ya göç etmişti. Aynı tarihler arasında Osmanlı Devleti'nden göçen Ermeni sayısı 51.950 idi. Bunların hemen hemen hepsi genç ve bekâr insanlardı ve aralarında Ermeni yetimleri de vardı8. Çoğu ilk günlerde Amerika'da geçici süre kalacaklarına inanıyorlardı, amaçları ailelerine para göndermek ve dönüş için yeterli parayı biriktirmekti9. Bugün Ermeni araştırmacılarının tamamı 1890-1923 yılları arasındaki göçleri Anadolu'da meydana gelen olaylara ve Türklerin bu Ermenilere kötü muamele ettiğine bağlamaktadırlar10. Oysa özellikle 1890-1896 arası göçün temel sebebi tamamen maddî sebeplerden kaynaklanıyordu. Suriye'de hiçbir karışıklık olmamasına rağmen en çok göç buradan oluyordu. Amerika'ya göçen Ermeniler manevî ihtiyaçlarını gidermek için de bir araya gelmişlerdi. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda merkezî bir politik oluşumun eksikliği, kiliseyi toplanma merkezi ve toplum hayatinin odak noktası yapmıştır. Göçmenler kiliseyi ruhsal yuvaları olarak görmüşlerdir ve onu koruyucu ve lider olarak seçmişlerdir. Bu Ermeniler için Ermeni Kilisesi milliyetçiliğin başlıca kalesidir. Göçmenler için kilise, milletin manevî, kültürel değer ve başarılarının esası, ideallerinin ve hedeflerinin bir göstergesi, millî hayatın etrafında dönmekte olduğu bir cazibe merkezidir11. 1880'lerin sonunda yaklaşık 1000 Ermeninin yaşadığı VVorcester şehri Ermenilerin Amerika'daki ilk kiliseyi kurdukları yerdi. 1888'de VVbrcester'a gelen ve Osmanlı Devleti tarafından aranmakta olan Mı-gırdıç Portakalyan Ermenileri bir kilise kurmaya sevk etti. Burada ilk olarak bir Ermeni kulübü kuruldu. Kulübe 250 kişi katıldı ve kiliseyi kuran da bu kulüp oldu. Muş'ta eğitim görmüş olan Joseph Sarajian da 1889'un ortalarında Amerika'ya gelmiş ve kilise kurma faaliyetlerine başlamıştı. 18 Ocak 1891'de binlerce Ermeninin katılımıyla Holly Savi-our Kilisesi açıldı. Worcester'deki bu açılışı diğer bölgelerdeki kilise açılışları takip etti12. Bu kiliseleri Ermeni Protestanlar kendi papazlarıyla şekillendirmeyi başardılar, İstanbul Ermeni Patrikliği Amerika için ilk papazları gönderdi13. Bu papazların Amerika'ya gönderilmesinde eski Ermeni Patriği Mıgırdıç Kırımyan'ın önemli rolü oldu. Kırımyan, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere yaptığı sözde zulmü dile getirmek için 1878 Berlin Kongresi'ne katılmış fakat bir şey elde edemeden geri dönmüştü. Dönüşünde Ermenilere hitaben verdiği vaazında, "Ermeni halkı, elbette kılıcın neler yapabilmiş olduğunu ve neler yapabileceğini çok iyi biliyorsunuz ve böylece baba toprağına, akraba ve dostlarınıza döndüğünüzde silâhlanın ve yine silâhlanın. Her şeyden önce özgürlük umutlarınızı kendinize bağlayın, kendi yumruğunuzu kullanın, insan kendi kurtuluşu için kendisi çalışmalıdır" diyordu14. Kırımyan'ın bu tavsiyelerine şüphesiz ki ilk uyacak olanlar onun atadığı papazlar olacaktır. Nitekim Amerika'ya gönderilen papazların faaliyetleri de bunu göstereceklerdir. Amerika'daki Ermeni cemaati çalışmalarında kiliselerden sonra siyasî partiler de önemli bir rol oynadı. VVorcester Ermeni Kulübü 1890'ların başında Hınçakların yazdıkları ile tanışmaya başladı. Hınçaklar kısa sürede New York, VVorcester, Boston ve Lawrence'e yayıldılar. Amerika'da Hınçakların ilk idarecisi, Cenova'da partinin kurucularından olan Nişan Garabedian'dı. Osmanlı Devleti tarafından sınır dışı edilmiş olan Sayfa 93 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Protestan Karekin Chiti-cian da Amerika'daki Hınçak liderlerindendi, fakat Ermeniler tarafından pek sevilmiyordu. Garabedi-an, Anadolu'yu dolaşmış, Patrik Kırımyan ile görüşmüştü, parti kurucusu Nazarbeg tarafından Amerika'ya gönderilmişti15. Hınçakların Amerika'da ilk çalışmaları halk toplantıları idi. VVorcester'da 600-700 göçmenin katıldığı millî şarkıların söylendiği toplantılar yapılırdı. Bu toplantılarda Garabedian ve yardımcısı Bedros Keljik Türkiye'deki zulümden bahsederek silâhsız bağımsızlık olamayacağını söylüyorlardı. Ayrıca ihtilal için savaşın çok masraflı olduğunu söyleyerek para topluyorlardı. 1894'e kadar Garabedian Amerika'da 10.000 dolar toplanmıştı16. Bu Ermenilerin hemen hemen tamamı İngilizce bilmedikleri için, gece kurslarında İngilizce öğrenmeye başladılar. Bazı Ermeni araştırmacılar böylece Ermenilerin asimile olmaya başladıklarını yazarlar. Onlara göre, Ermenice onları anavatana ve birbirlerine bağlayan tek bağdı, böylece Ermeniler ruhlarını kaybettiler17. 1970'lere gelindiğinde ABD'ndeki Ermenilerin sayısı 350.00-400.000'e ulaşmıştı. Bugün ABD'nde 800.000 civarında Ermeni vardır ve sadece Boston'da 50.000 Ermeni yaşamaktadır. ABD'ndeki Ermenilerin Propaganda Faaliyetleri Propagandaya büyük önem veren Ermeni komiteleri, gazete, dergi, beyanname ve duvar afişleriyle Amerikalıların Türkler hakkındaki düşüncelerini kendi lehlerinde oluşturmaya gayret ediyorlardı. Bu yazılar Avrupa, Merzifon ve Sivas'ta basılıyor gönderildikleri yerlerde gerekirse teksir edilip dağıtılıyordu. Basın yoluyla dünya kamuoyunu etkilemeye çalışan komitelerin kurduğu sistem şöyle işliyordu: Evvela Anadolu'da zoraki bir olay çıkartılıyor, bunu yerel makamların Ermenileri tutuklaması takip ediyor, orada bulunan din görevlisi olayı patrikliğe, konsolos bağlı olduğu sefire ve bakanlığa, misyoner de bağlı bulunduğu teşkilâta arzu ettiği gazete ve sefaretlere, onlardan da dünya basınına intikal ediyordu. Ve haber döngü bir çığ gibi büyü-yordu. Bu aslında Hınçak nizamnamesinin bir gereği idi19. Amerika'daki Ermeniler de ihtilâl fikirlerini Amerika halkına ve idarecilerine kabul ettirmek, Osmanlı Devleti'nin zalim bir devlet olduğunu ispatlamak için yoğun bir propaganda faaliyeti gösterdiler. Bunun için iki yol seçtiler; bunlardan birincisi, gazetelerde yazılar yayınlamak, ikincisi de sık sık mitingler tertiplemekti. Ermenilerin Amerika'da çıkardıkları ilk gazete Kaprilian'ın Haik Gazetesi'dir. Bu gazete Ermenileri kurtarmak için silâh ve savaşın gerekli olduğunu yazarak Ermenileri tahrik ediyordu20. Haik Gazetesi, Anadolu'nun bazı vilâyetlerinde devrimci ilânlar sergileyen afişler asıldığını Amerikalı Ermenilere duyurarak Anadolu'yu karışık bir hâlde gösteriyor, yabancı basın yoluyla da Ermeni davasına yardımcı olacak fikirleri dünya kamuoyuna aksettirmeye çalışıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin dışta itibarını sarsmak için Ermenilere yapılan şiddet, işlenen suç ve kötülüklerin yayınlanmasını istiyordu21. New York şehrinde çıkan Haik Gazetesi 15 Ekim 1892 tarihli nüshasında, Ermenilerin bulunduğu her yerde komite kurulmasını ve bunların üstünde Avrupa'da bir merkezî komitenin bulunmasını istiyordu22. Bu fikrini kuvvetlendirmek için de ingiliz Başbakanı Gladstone'un fikirlerini ve onun Ermenilerin bulundukları yerlerde komite kurmalarını ve bir araya gelmelerini tavsiye ettiğini yazıyordu23. Ayrıca gazete bu birliğin Osmanlı Devleti'ne tazyik edebilmek için tek yol olduğunu vurguluyordu. Gazete l Ekim 1892 tarihli nüshasında, Anadolu'da Arapkir taraflarında meydana gelen olaylardan bahsederek Müslümanların Hristiyan Ermenilere zulmettiğinden bahsetmiş ve "Bütün bunlara rağmen Ermeniler mallarını dahi satıp silahlanmaktadırlar ve bu konuda büyük maharet göstermektedirler" diye yazıyı bitirmiştir25. Amerika'daki Ermeniler, Amerika gazetelerini de kendi lehlerinde yazılar yazmaları konusunda ikna etmek için ellerinden geleni yaptılar. New York Ermenilerinden bir kısmı New York'ta 10.000 Erme-ninin oturduğunu, hangi gazetede davalarına yer verilirse ona abone olacaklarını basına bildirmişlerdi26. Bu teşebbüslerin etkisi de oldu. 21 Mart 1894 tarihli VVorcester Daily Spy Gazetesi "Acı Çeken Ermenistan" başlıklı yazısında Hınçak lideri Nisen Garabetyan ile bir röportajını yayınlıyor ve Ermenilerin eğitimli, ilerleme isteği olan, medeni insanlar olduğunu Türklerin şu anda Anadolu'da bu Ermenilere zulüm yaptığını yazıyordu27. 1894 Ağustos'unda meydana gelen Sasun ayaklanması ve bunun sonunda meydana gelen olaylardan sonra Amerika'da Türkiye aleyhine büyük bir propaganda patlaması oldu. Ermenilerin ayaklanma çıkardıkları göz ardı edilerek sırf Hristiyan oldukları için kılıçtan geçirildikleri ileri sürüldü. Kiliselerde Türkleri lanetleme duaları, meydanlarda protesto mitingleri yapıldı. Gazetelerde ve dergilerde koyu düşmanlık yazıları yazıldı, bir çok kitap ve broşür Sayfa 94 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi yayınlandı28. Sasun olaylarında yaklaşık 900 Ermeninin ölmesini Hayk gazetesi "...10.000 Ermeni katledildi" diye yazmıştır. Ayrıca bütün Amerikalıları ve Avrupalıları bu olaya müdahale etmeye çağırdı. Gazetelerden başka Ermenilerle ilgili kitaplar da propaganda vasıtası olarak kullanıldı. On yıldan beri Amerika'da bulunan teoloji ve tıp yapmış olan ve Amerika misyonerleri tarafından desteklenen ve himaye edilen Rahip Gabrielian tarafından 1893 yılında Philedelphia'da "Ermeniler ve Ararat Halkı" adında bir kitap yayınlandı. Kitapta Ermeni edebiyatı ve tarihi ile tamamen Osmanlı ve Müslümanlık aleyhinde bilgiler bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti kitabın ülkeye sokulmaması için gerekli tedbirleri aldı30. 1895 yılında diğer bir kitap Frederick Davis Gre-nee adlı Amerika Misyoneri tarafından yazıldı. Gre-nee dört yıl Anadolu'da görev yapmıştı ve kitabının adı "Osmanlı Devleti'nde Ermeni Buhranı ve 1894 Katliamı" adını taşımaktaydı. Bu kitapta da Anadolu'dan gelen imzasız mektuplar yayınlanarak Müs-lümanların Ermenileri katlettiğinden bahsediliyorAmerika'da 1896 yılında üç kitap daha basıldı. Amerikalı misyonerlerin yayınladığı bu üç kitapta da Türk düşmanlığı vardı ve daha sonraki araştırıcılar tarafından kullanılacak temel eserlerden oldular. Bu üç çalışma şunlardı: Rahip Edwin M. Blisa, "The Armenian Attrocities", A.W. Williams/ "Ble-eding Armenia", Frederic Davis Greene, "Armenian Massacres ör The Sword of Muhammed"32. Ermeniler bu kitaplar dışında, 1893 yılında, "Ermenilere Askerî Talim Dersleri" adlı bir kitap bastırarak dağıtımını yaptılar33. Yine aynı yılın Kasım ayında Hınçak Partisi VVbrcester Şubesi'nin çıkardığı broşürde Ermenilerin Anadolu'da katliama maruz kaldıklarını ileri sürdüler34. Ermeniler için en önemli konu Osmanlı Devletinde yürütecekleri ihtilal hareketi için para ve silâh tedariki idi. Bağış Ermeni ihtilâl Komitelerinin başlıca finans kaynaklarından biri idi. Silâh tedariki, komitelerin sıcak savaşı için kesin bir ihtiyaçtı. Bir yandan nizamnameleri gereğince her Ermeninin kendi silâhını temin etmesi istenirken bir yandan da bu silâhların komiteye giriş ve aidat paralarıyla yabancı memleketlerden dolaylı bir şekilde satın alınıp Osmanlı ülkesine gizlice sokulmasına ve yurt içinde depolanmasına çalışılıyordu35. Yardım ve bağışın merkezi, kiliseler ve halk toplantılarıydı. Ermeni papazları gönüllü olarak veya cebren komitenin emrine girmişler hatta liderlik etmişlerdir. Wor-cester'daki Rahip Saraciyan burada Pazar ayinlerinde konuşmalar yaparak komitelere yardım edilmesini istemiştir36. Bu tür faaliyetlerden sonra 1894 Nisan ayına kadar Amerika'daki Ermeniler 50.000 martini, 75.000 tabanca, 2 milyon tüfek ve tabanca mermisi ve muhtelif miktarlarda dinamit satın almışlardır ve Anadolu'ya göndermişlerdir37. Bu çalışmalarına Amerikalıları da katmak isteyen Ermeniler l Mayıs 1894'te "Ermeni Dostları Birliği Der-neği"ni kurmuşlardır. Amerika'daki Ermenilerin en önemli faaliyetlerinden biri de Osmanlı Devleti içerisinde meydana gelen olaylardan sonra ve bu olayların yıl dönümlerinde mitingler tertip etmeleridir. Amerika'daki mitingleri, sayıları yirmiyi bulan ihtilâl cemiyetlerinin Chicago, Philedelphia ve Boston başta olmak üzere çeşitli şehirlerindeki şubeleri düzenliyordu. Bu cemiyetlerin ortak amacı, bütün Ermenileri Osmanlı Devleti idaresinden kurtararak bağımsız Ermenistan'ı kurmaktı. Bu cemiyetler, 1893 Şubat ayında Kayseri ve Merzifon çevresinde meydana gelen olaylarda dolayı New York'ta 200 kadar Ermeni'yi toplayarak protesto etmişlerdi39. Yine ihtilâl cemiyetlerinden birisi olan "Büyük Ermenistan Vatansever Cemiyeti" de 25 Temmuz 1894'te 200 kişi ile New York sokaklarında dolaşarak "Türkiye Batsın, Yaşasın Ermeni İhtilâli" diye bağırmışlardı. Amerika Ermenileri bu çalışmaları ile Avrupa Ermenilerini fersah fersah geride bırakmışlardı. Bunun en önemli delili New York Ermenilerinin Kumkapı Hadisesi'nin (15 Temmuz 1890) dördüncü yıldönümünde Nişan Karabetyan tarafından Boston Şehri'nde düzenlenen bir mitingde yapılan konuşmadır. Karabetyan bu konuşmasında,.. Osmanlı Devleti'nin insanlık için bir ağırlık olduğundan ve ortadan kaldırılması gerektiğinden bahsetmişti. Bu konuşmanın metni Londra'da neşrolunan "Arme-nia" Gazetesi'nde de yayınlanmıştı41. Osmanlı Devleti içerisinde meydana gelen olayları fırsat bilen Hınçaklar kiliselerinde papazları kullanarak epey para topladılar. New York'ta tayin olunan beş kişi bir hafta zarfında sekiz yüz dolar topladılar. Paraların çoğu bunların cebinde kalıyordu. Hınçakların Amerika'da şehir şehir dolaşan adamları vardı. Ermenilerin bu yalan propagandalarına inanan Amerikalılar da Osmanlı Devleti aleyhine mitingler düzenlediler. Amerikalılar tarafından Boston'da, 15 Kasım 1894'te, Boston Valisi'nin de katıldığı bir miting tertip edilerek Osmanlı Devleti aleyhine kararlar alınmış ve bu kararlar diğer hükümetlere de tebliğ Sayfa 95 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi edilmiştir. Amerika'daki ihtilâl cemiyetlerinin bütün amaçları Hınçak Cemiyet Merkezi'nin çizdiği doğrultuda idi. Ermenilerin bütün gayretleri Anadolu'da karışıklık çıkarmak, bunun için maddî desteği sağlamak ve Amerikalıların ve Amerika Senatosu'nun bu konuda alacağı kararda etkili olmaktı. Çizilen bu hedefin ilk aşaması, 1892-1895 yılları arasında Anadolu'da çıkarılan karışıklıklarla sağlanmıştı. Hareketin ikinci aşaması, bu konunun Amerika kamuoyunda işlenerek senatonun dikkatinin çekilmesi idi ki Ermeniler bu konuda daha önceden çalışmaya başlamışlardı. 20 Aralık 1893'te Amerika Başkanı Clevland'a gönderilen Ermeni Artin imzalı yazıda çok önemli noktalara dikkat çekilmeye çalışılıyordu. Amerika'daki Ermeni propagandasının mahiyetini gösteren bu yazıyı burada aynen vermeyi uygun buluyoruz: "Kongredeki nutk-ı ahirinizde Ermeni Mesele-si'nden dahi bahsettiğinizden dolayı beyan-ı teşekkür ederiz. Bu mesele hâkim tarikiyle halledilemez. Ermenilerin en büyük talihsizlikleri şudur ki ne halde bulundukları alem-i medeniyetçe meçhuldür. Ermeniler bir hükûmet-i İslâmiyenin idaresi altında yaşayan bir Hristiyan kavmidir, islamların ne kadar mutaassıp oldukları malumdur. Dört yüz milyon nüfusu aşan ve gayet büyük bir kuvvete malik olan Hristiyanların din-i isevinin en büyük düşmanı olan bir millet tarafından düçar-ı mezalim olmalarına gözlerini kapamaları gerçekten gariptir. Ermeniler zeki, ilim sahibi, sanatkâr, asayişi seven ve kanaatkar insanlardır. Bunca mezalime rağmen dinlerini koruyan Ermenilere Amerikalılar kayıtsız kalamazlar.... Amerikalıların Ermenilerin bulunduğu Osmanlı topraklarında hususî menfaatleri vardır. Zira oradaki mektep, kilise ve hastaneler için yıllık iki yüz elli bin dolar sarf etmektedir. Osmanlı Devleti'ndeki Ermenilerin şikayetlerinin nazar-ı itibara alınması için Padişah nezdinde tavassut etmenizi insaniyet namına rica eyleriz." İlk defa, 3 Aralık 1894'te Louisiana Senatörü Newton Blanchard Ermeni Meselesini Amerikan Senatosu'na getirdi. Blanchard, Senato'ya sunduğu karar tasarısında, Türkiye'de kadın, erkek, çocuk demeden yapılan katliamların insanlık için bir yüz karası olduğunu ve tüm insanlıkça en sert biçimde kınanması gerektiğini belirtiyordu. Aynı Senato Başkan Clevland'dan bilgi istiyordu. Clevland için her şeyden önce Türkiye'deki Amerikalıların hayatını korumak önemliydi ve bu olaylarda Amerikalılara hiçbir şey olmamıştı. İstanbul'daki Amerika Elçisi Terrel de Türkiye'deki Amerikalıların rahat içerisinde olduklarından bahsediyordu. Ayrıca Clevland, Amerika'da propaganda yapan Ermenilere fazla güvenilmemesi gerektiğini açıklamış, onun bu açıklaması Ermenileri çok kızdırmıştı. Ermenilerin senatörler üzerindeki çalışmaları 1896 yılı boyunca da devam etti. Bu propagandalar sonucu Amerika'daki Ermeniler Osmanlı Devle-ti'ne karşı o kadar kinle dolmuşlardı ki burada yaşayan Müslümanlara saldırmaya başlamışlardı. Özellikle Worcester'da yaşayan Müslümanlar sık sık Ermeniler tarafından tehdit ediliyordu. Türkiye'deki farklı din ve mezheplere mensup kimselere yapılan muamele ile Amerika'daki emsallerini karşılaştıran bir Amerikalının "Tarafsız" imzasıyla Chicago Herald Gazetesi'nin 16 Haziran 1894'te çıkan mektubun özeti şöyledir: "Amerika'da bir avuç Ermeni vardır. Bunlar bizim kanunlarımızın himayesi altındadırlar. Ama bunlar kendilerini üstün ırktan sanırlar ve ihtilâlci Hmçak Parti-si'nin, Türk Hükümeti ve memurlarından gördükleri tazyike karşı Türkiye'de isyan çıkaracaklarını yazarlar. Buna zeki ve gerçekten dost Amerikalılar derhal inanırlar. Eğer bu kişiler kâfi süre Türkiye'de yaşasalar, Ermeni anarşistlerinin gerçek gayretlerini göreceklerdir. Bunlar üstün ırktır. Türkler değildir. Önemli olan Amerikalıların inandırılması ve Ermenilerin cesaretlendirilmeleridir. Ermeni konusuyla ilgilenen kişiler şu iki noktayı unutmamalıdırlar: 1. Türkiye'de suç işleyenler, Amerika'dakinden daha azdır. 2. Türk hükümeti suçluyu daima cezalandırır. Geçek şudur ki Türkiye'de suç işleyenler herhangi bir medeni memleketinkinden daha azdır. Türkiye'de Ermeniler çok yüksek mevkidedirler. Mahkemelerde başkanlık mevkiinde olan çok Ermeni olduğu gibi devletin bütün dairelerinde görev yapanlar vardır. Bu Türkiye'deki adaleti ve toleransı gösterir. Ermeniler tarafından bunun aksinin iddiası iftiradır. Bu sebeple ABD'ne politik çağrıda bulunmaya haklan yoktur. ABD herhangi bir sebeple Türkiye'nin iç işlerine müdahale edemez"(r). Bunlara karşı Osmanlı Devleti de şüphesiz ki çeşitli tedbirler aldı. Özellikle Washington Sefiri Mav-royani Bey bu konuda çok yoğun bir şekilde çalıştı. Fakat Avrupalı Devletlerde olduğu gibi Amerika'da da siyaset ve iç politikalar Ermeniler lehine çalıştı. Onlar bu meseleyi Osmanlı Devleti'ne karşı bir baskı aracı olarak kullanmak niyetinde idiler. Birinci Dünya Savaşı'mn başlaması ve Osmanlı Devleti'nin savaşa Almanya safında Sayfa 96 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi girmesi Ermenilere kendi gelecekleri konusunda yeni umutlar vermişti. Ermeniler Rusya ve İngiltere yanında yer alarak savaş sonunda bağımsız devletlerini kurabileceklerini umdular. Bu düşüncelerle Osmanlı Devletine karşı harekete geçtiler. Osmanlı Devleti kendi güvenliği için bu çeteleri sürgün edince İngiltere ve Fransa kendi kamu oylarını etkilemek için bunu savaş propagandası olarak kullanmaya başladı. Bu propagandaya ABD'nin İstanbul elçisi Henry Mor-genthau da katıldı. Amerikalılara göre Ermenilerin tehcir edilmesi 1880 tarihinden beri yürütülen faaliyetlerin boşa çıkması ve yapılan milyonlarca dolarlık masrafın heba olması demekti. American Com-mittee For Armenian and Syrian Relief isimli yardım teşkilâtı çalışanlarından gelen kişisel telgrafları 1918 yılında New York'ta "Ambassador Morgent-hau's Story" ismiyle yayınlayarak Amerika ve Avrupa kamuoyunu etkilemeyi düşündü. Bu kitap bugün de Ermeni ve Avrupalı yazarların önemli başvuru eseridir. Bu tür telgraflar savaş süresince Amerikan gazetelerinde yayınlandı. Savaş boyunca Amerika'daki Ermeniler, bu yazıların etkisiyle, Doğu Anadolu ve Güney Anadolu'daki Ermenileri para ve silâh yönünden desteklediler. ABD, Almanya'ya karşı 2 Nisan 1917'de harbe girince Osmanlı Devleti de bu devletle münasebetlerim kesti. Buna rağmen Amerika Osmanlı Devleti'ne karşı harp ilân etmedi. Çünkü Osmanlı Devleti sınırları içerisinde pek çok Amerikan misyoner okul ve hayır müessesesi vardı. 1919 yılında Amerika'da "American Committee f ör Independence of Armenia" isimli bir teşkilât kuruldu. Bu teşkilât Türkler aleyhine ülke çapında faaliyet gösterdi. Amerika Başkanı VVilson'a göre savaş sonunda Doğu Anadolu'da Büyük Ermenistan Devleti kurulmalı idi. VVilson bu görüşe, Amerika'daki Ermeniler ve onlara destek olan misyonerlerin sürdürdükleri propagandalar sonucu sahip olmuştu. Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul'a Yüksek Komiser olarak atanan Amiral Bristol ise başkandan farklı düşünüyor, Türkiye'nin bir bütün hâlinde kalmasının gerekli olduğunu savunuyordu50. Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni sınırların belirleneceği Paris Barış Konferansında, İngilizlerin isteği doğrultusunda, Amerika Kongresi'nin tasvibi şartıyla, Ermenistan'da Amerika Mandası kabul edilmişti. Başkan Wilson Anadolu'daki durumu incelemek üzere 1919 Haziraru'nda Anadolu'ya King-Crane Heyetini göndermiş, Ağustosta da Ermenistan Mandası'nın Amerikan hazinesine getireceği mali külfeti tespit için Harbord Heyetini Doğu Anadolu'ya göndermişti. Harbord Heyeti yaptığı inceleme sonunda Anadolu'nun hiçbir yerinde Ermenilerin çoğunlukta bulunmadığını görmüş ve Doğu Anadolu'da kurulacak olan bir Ermenistan için Amerika mandasının kabulünü ABD'ne ilk beş yılda 750 milyon dolara mal olacağını hesaplamıştı. Bu rapor üzerine Amerika Senatosu l Haziran 1920'de Ermenistan Mandasını reddetmişti. VVilson'dan sonra Başkan olan Harding Ermenistan konusunu bir tarafa bırakarak Bristol'ün tezini kabul etti. Böylece Ermenilerin savaş sonrası hayalleri Amerika açısından yıkılmış oldu. Amiral Bristol 23 Aralık 1920'de harp günlüğüne şunları yazacaktı: "... Çok yazıktır ki, Birleşik devletlerde halkımızın Ermeni halkının karakteri ve Ermeni memleketi diye bir şeyin bulunmadığına dair gerçek ve doğru bir fikri yoktur"^. 1923 yılında Lozan Antlaşması imzalanınca, ABD'ndeki Ermeniler de diğer ülkelerdeki Ermeniler gibi bu antlaşmayı tanımadılar ve ABD'ni Ermenileri yüzüstü bırakmakla suçladılar. 1919 yılında, kurulduğundan bahsettiğimiz "American Commit-tee for Independence of Armenia" isimli teşkilât adını "American Committee Opposed to the La-usanne Treaty" (Lozan Antlaşmasına Muhalif Amerikan Komitesi) olarak değiştirdi ve bu yönde faaliyette bulundu. Yayın faaliyetleri artırıldı, tanınmış siyaset ve din adamlarının barış aleyhine görüşlerinin yer aldığı broşürler dağıtıldı, senatoya protesto telgrafları gönderildi. Fakat bu faaliyetler Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında normal ilişkilerin kurulmasını engelleyemedi. ABD Ermenileri 1960 Kıbrıs Buhram'na kadar uluslar arası alanda sessiz kaldılar. Fakat bu dönemde Türk Düşmanlığını Amerikan halkına telkin etmeye devam ettiler. 1984 yılına kadar uluslar arası alanda Türk diplomatlarına karşı çeşitli suikastlar düzenleyerek dünya kamuoyunun dikkatlerini Ermeni Sorunu üzerine çekmeye çalıştılar. Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır DEMİR, 27 Ocak 1973'te yaşlı bir Amerikan uyruklu Ermeni Gürgen (Karakin) Yanikiyan tarafından şehit edildi. 28 Ocak 1982'de Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal ARIKAN öldürüldü. Arıkan'ın katili Taşnak militanı Hampig Sasunyan, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 5 Mayıs 1982'de Türkiye'nin Boston Fahri Başkonsolosu Orhan GÜNDÜZ, uğradığı silâhlı saldırıda öldü. Suikastçıların çoğu Amerika'da bulunan okul görünümlü kamplarda yetiştirilmişti. Doksan yıla yakındır Amerika'da "soy kırıma" uğradık diye propaganda yapan Ermeniler, halkın şuuruna büyük bir nakış işlemiştir. 1984 yılından Amerika'daki Sayfa 97 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi bütün Ermeni örgütleri "Amerika Ermeni Asamblesi" adı altında birleşerek bu propagandaya devam kararı vermişlerdir. Yaklaşık 1228 Ermeni lobi kuruluşu bugün ABD'nde faaliyet göstermektedir. MÜMTAZ SOYSALIN ORLY SALDIRISI DAVASI İLE İLGİLİ UZMAN TANIK BEYANI* 15 Temmuz 1983 günü Paris yakınlarında Orly Havaalanında THY bürosu önünde patlayan bir bomba dördü Fransız, ikisi Türk, biri Amerikan ve biri isveçli olmak üzere sekiz kişinin ölümüne ve altmış dolayında kişinin de yaralanmasına yol açtı. Sanık olarak tutuklanan ASALA örgütü mensupları 19 Şubat-2 Mart 1985 tarihleri arasında yargılanmaların sonunda sanıklardan biri ömür boyu olmak üzere ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkemede sanıkları özellikle Avukat Verges, Avukat Bourguet ile Avukat Zavarian savunmuştur. Bu davada Türk mağdurları temsilen müdahil taraf uzman tanık olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Dr. Mümtaz Soysal, Dr. Türkkaya Ataöv ile aynı Fakülte doçenti Dr. Sina Akşin'in ve Gazi Üniversitesi doçentlerinden Dr. Hasan Köni'ntn dinlenmesini istemiştir. Bu uzman tanıkların yanında, Boğaziçi Üniversitesi doçentlerinden Dr. Avedis Simon Hacınlıyan da müdahil tarafın moral tanığı olarak mahkemece dinlenmiştir. Aşağıdaki yazı, Prof. Dr. Mümtaz Soysal'ın uzman tanık olarak mahkemede verdiği beyanıdır. Sayın Başkan, Sanıklardan hiçbirini taramıyorum ve saldırının yapıldığı gün Orly'de değildim. Müdahil avukatlarının istemi üzerine burada bulunuyorum. Neden? Aslında bu mahkeme önünde duygulara dayalı bir tanıklık yapabilirim; zira 31'i diplomat ve memur olmak üzere Ermeni terörüne kurban giden 2 Türk'ten 12 tanesi benim eski öğrencim ya da meslektaşımdı ve Orly saldırısının mağdurları arasında da çoğunluğu kendi yurttaşlarım oluşturuyor. Fakat buraya size başka şeyi izah etmeye geldim. Tanık oluşumdan ötürü bu davanın oturumlarında bulunamadım ve mahkemenin seyrini fazlaca Fransız basınından izleyebildim. Gazetelerde okuduklarım böyle bir izahın gerçekten gerekli olduğunu gösterdi. Savunma avukatları, siyaset adamlarının tanıklığına başvurarak arada onları Ermeni "Soy kırımı" üzerine konuşturmayı ve böylece bu davaya siyasal bir nitelik vermeyi arzu ediyorlardı. Bu konudaki çabaları şimdilik boşa çıkmış olabilir, ama sonunda gene bunu başarmayı denemeyeceklerinden fazla emin değilim. Bu benim için bir önsezi değil, kesin bir kanı; zira, bu tür davalarda hep böyle olur. Nitekim psikolog-bi-lirkişi, huzurunuzda sanıkları söz konusu suça iten belli bir "tutkulu idealizm" den söz etti ve onları da aynı "soy kırımı"ran sorunlularına karşı intikam hırsıyla dolu olan çocukluklarını anlattılar. İşte size bu konudan, "soy kırımı" konusundan söz etmek için geldim. Ben, ne tarihçiyim, ne de etnolog. Hukukçuyum . İnanıyorum ki, öncesi ve sonrası ile birlikte 1915 olaylarının hukukî yönü, bu olaylara ilişkin olarak toplu bir intikam duygusundan kaynaklandığı iddia edilen her suçun tahlili bakımından önemlidir. Cezasız kalmış bir haksızlık üzerine dünyanın dikkatini çekme gerekçesi söz konusu olduğu zaman da bu tahlil gereklidir. Bir hukukçu olarak, özellikle bu ülkede devlet adamlarından Ermeni davasına taraftar olan en sade kişilere kadar "soy kırım" teriminin bu kadar kolayca kullanılır olması ve hatta hafife alınması karşısında şaşırdım. Oysa bu terim belli tanımı olan bir suça ilişkindir ve o tanım İkinci Dünya Savaşından sonra hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nün 9 Aralık 1948 günlü kararıyla onaylayıp 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soy Kırımının Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme " adlı uluslar arası bir sözleşmeyle yapılmıştır. Türkiye bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır. Aralan sözleşmede soy kırımı suçunun tanımlanması üç unsur içermektedir. Her şeyden önce ulusal, etnik, ırkî ve dinî bir grup bulunmalıdır. Sonra bu grup, sözleşmede sayılan "grup mensuplarının öldürülmesi" eyleminden "bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi " ne kadar uzanan ve "grubun fizik varlığım sona erdirecek yaşama koşullarına tâbi tutulması" eylemini de içeren bazı muamelelere tâbi tutulmalıdır. Fakat bu suçun üçüncü unsuru daha önemlidir. Söz konusu grubu "kısmen veya tamamen yok etme kastı"mn mevcut olması gerekir. Bu kilit ibare savaşlara, isyanlara vs. ilişkin başka amaçların" sonuçları olan diğer "adam öldürme"ler-den, soy kırımını ayırt eder. Adam öldürme fiili ulusal, etnik, ırkî veya dinî bir grubun üyelerini sırf bu grubun üyeleri oldukları için açık veya örtülü bir şekilde yok etmeyi hedef aldığı zaman soy kırımına dönüşüyor. Sayılarının büyüklüğü ancak gruba yönelik böyle bir kastın belirtisi olarak ele alınabilirse anlam kazanır. Bu nedenledir ki, Vietnam savaşına ilişkin Russel mahkemesi vesilesi ile soy kırımından söz eden Sart-re'ın dediği gibi, böyle bir kastın örtülü bile olsa varlığını kanıtlamak için objektif Sayfa 98 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi olayları incelemek gerekir. Ermeni Sorunu ile ilgili olarak bu konuda bir sonuca varmak için üç grup olguyu saptamak yeterlidir. Birinci olgu grubu, on birinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, ulusların tarihinde bir başka benzeri görülmeyen, Anadolu Türk ve Ermeni halklarının barış içinde birlikte yaşadıkları sekiz yüzyıllık döneme ilişkindir. Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden milliyetçilik çağına kadar kayda değer hiçbir uyuşmazlık, hiçbir silâhlı çatışma bu iki topluluğu karşı karşıya getirmedi. Bütün dünya tarihinde birbirinden bu kadar farklı diller konuşan ve birbirine bu denli zıt dinsel inançlara sahip olup da bu kadar uzun süre böylesine barış içinde yaşayan iki başka halk gösterilmez. Biz böyle istisnai bir birlikte yaşamayı mümkün kılan Türk halkının bu hoşgörüsünden gurur duyarız. Bu durum, her iki halkın günlük yaşamından sonuçları bugün de süren derin bir kültür alışverişi sağladığı için daha da dikkat çekicidir. Örneğin Ermeni soyadlarının çoğu Ermenice ek alan Türkçe sözcüklerden ( çoğu kez meslek adlarından) yapılmıştır. Buna karşılık, bugünkü Türk sanatındaki ve müziğindeki sanatçılar ve besteciler arasında Ermeni asıllı birçok kişi vardır. İkinci olgu grubu, özellikle 1915 olayları ile onlardan hemen önceye veya sonraya ait olanlarla ilgilidir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı Devleti'ni oluşturan çeşitli etnik gruplar için milliyetçilik dönemidir. Bu düşünce akımı, her milleti İmparatorluk topraklarının bir kısmı üzerinde kendi devletini kurmak amacıyla silâhlı mücadeleye iter. Birçoğu, ner-deyse hepsi, bunu başarır. Ermeniler hariç onların mücadelesi, bir temel konuda öbür milliyetçiliklerden farklıdır. Sanatkâr ve zanaatkar, sultanın saltanatına sadık ve çalışkan bir halk olan Ermeniler Anadolu'ya ve hatta İmparatorluğun Avrupa'daki topraklarına yayılmışlardır. Böylece, Türklerin Anadolu'ya girmesinden önce oturdukları topraklardaki çoğunluğu kaybetmişlerdi. Sonuç olarak, on dokuzuncu yüzyıl sonları ile yirminci yüzyıl başında hiçbir Doğu Anadolu ilinde artık Ermeni çoğunluğu yoktu. Bugünkü modaya uygun bir terim kullanmak gerekirse, Ermenilerin Ermenistan adı verilebilecek belli bir toprak üzerinde bir millî bağımsızlık hareketi olmadı ve ancak ülkenin çeşitli köşelerinde Ermeni gruplarının isyanları ve tedhiş eylemleri meydana geldi. Kendine saygısı olan her devlet gibi Osmanlı Devleti de bu faaliyetlere karşı kendisini savunmak amacıyla bazen oldukça ağır önlem almak zorunda kaldı ve bu önlemler zaman zaman hayli sert oldu. Sonra, Birinci Dünya Savaşı başladı. 1915'de Osmanlı Devleti birçok cephede birden savaşıyordu. Bati'da Çanakkale'de İtilaf Devletleri'nin saldırısına karşı savaşılırken ülkenin doğusu Çarlık Rusyası ordularının işgal tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Rusya'nın Osmanlı Devletindeki dağılmayı hızlandırmak ve bundan kendi yararına çıkar sağlamak amacıyla on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı boyunca Ermeni sorunuyla ilgilenen büyük devletlerden biri olduğunu unutmamak gerekir. Savaş sırasında Rus yöneticiler Osmanlı Cephe gerisindeki bölgeyi sarmak için Ermeni sorununa o zamana kadar gösterdikleri ilgiden yararlandılar. Böylece isyancılarla Rus Ordusu arasında bir iş birliği doğdu. Bu Ermeni ayaklanışını yönetenlerin gözünde belki de ulusal bağımsızlık yolunda gerekli bir iş birliğiydi; Fakat Osmanlılar için, böyle bir davranış vatana ihanetti. İşte bu savaş koşulları altında, başkaldırmalar, isyanlar, karşılık vermeler ve karşılıklı öldürmeler oldu. İşte o zaman hükümet şu kararı almak zorunda kaldı. \. Muharip birliklerdeki Ermeni askerleri geri hizmet birliklerine aktarmak; 2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı Güney Doğu Anadolu'ya ve o dönemde İmparatorluğun bir parçasını oluşturan bugünkü Suriye'nin kuzeyine doğru kaydırmak. Bu önlemler birliklerin güvenliğini sağlamak ve ordunun ikmal yollarını güvenlik altına almak için zorunlu idi. Zor bir kaydırma oldu bu. Bütün Ermeni nüfusu çok dağlık ve çorak bir bölgenin bir ucundan öbürüne nakletmek çok güç koşullar altında gerçekleşti. Taşıma araçları bulunmadığı için, çoğu zaman yerleri değiştirilenler uzun mesafelere yaya gitmek zorunda kalıyorlar, devlet otoritesine boyun eğmeyen aşiretlerin saldırılarına ve hırpalamalarına maruz kalıyorlardı. Ayrıca askerlerle birlikte bütün sivil halkı kıran kıtlıkların ve salgınların yaşandığı bir dönemdi. Koşulların zorluğu yanında hükümet emirlerini yerine getirmede gayretkeşlik eden bazı yöneticilerin de bazen yer değiştirenlerin korunması için gerekli önlemleri alma zahmetine katlanmadıkları oluyordu. Kısacası, Anadolu'nun bu bölgesinde o tarihte bir insanlık trajedisi yaşandı, fakat her iki taraftan yüz binlerce kurban veren ve karşılıklı acı çekilen ortak bir trajedi söz konusuydu. Fakat bu dram soy kırımı adını alabilecek bir dram değildir. Zira soy kırımın asıl unsuru, yani sırf Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etme kasti eksiktir. Söz konusu olan düzensizliğin ve karışıklığın hüküm sürdüğü, can çekişen bir imparatorluk bünyesinde, silâhlı çatışma koşullarında Sayfa 99 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi kararlaştırılmış bir savaş eylemidir. Ermeni unsurunun başka bölgelere naklinin sonuçları, ilk bakışta, 1948 Antlaşmasının aradığı koşullara uyar gibidir. Grup üyeleri öldürülmüştür ama daha çok yerel aşiretlerin sorumsuz kişileri tarafından. Evet maddî ızdıraplar yaşanmıştır, ama bu özellikle savaşın yakıp yıktığı bir ülkenin coğrafî ve iklim koşullarından kaynaklanmıştır. Yetim kalan Ermeni çocukların Müslüman ailelerce evlât edinildiği de doğrudur. Fakat bu asla, sözleşmenin deyimiyle ' bir grubun çocuklarının diğer bir gruba zorla nakledilmesi' amacıyla yapılmamış, aksine yüzyıllar boyunca Anadolu ailelerini birbirine bağlamış barışçı bir birliktelikten esinlenen yardım ve dayanışma anlayışıyla olmuştur. Bütün bu olaylar dizisinde bir kavmi kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak kastı yoktur. Çünkü Ermeni kaynaklar, ülkenin cepheden uzak bölgelerindeki Ermenilerle İstanbul ve İzmir gibi büyük merkezlerinde oturanların aynı önlemlere tabi tutulmadıklarını kabul ediyorlar. Öte yandan, birçok Ermeni asıllı memur ve hatta kaymakam, ülkenin doğusunda meydana gelen olaylara rağmen görevlerinin başında kalmışlar ve böylece, Osmanlı devletinin Gayrimüslimlere devlet kapılarını açma geleneği eskisi gibi devam etmiştir. Gerçekten Osmanlı bürokrasisinde bir çok bakan, büyükelçi (hatta Berlin, Viyana vs. gibi önemli başkentlerde) ve yüksek memur olarak görev alan bir çok Ermeni olmuştur. Doğu Anadolu'ya gelince, elimizde, başka bölgelere nakledilenlerin güvenliğini ve korunmasını sağlamak için, çetin bir savaşın korkunç koşullarına rağmen idare makamlarınca çaba gösterildiğini belgeleyen, Osmanlı arşivlerinde mevcut olup bir kısmı yeni yayınlanmış olan sayısız belge, mektup, telgraf, genelge vs. var. Yöneticiler bazı durumlarda başarısız kalmış olabilirler. Fakat bu başarısızlar, bütün devlet mekanizmasının Yahudi ırkının topyekün imhasına yöneltildiği Hitler'in soy kırımıyla karşılaştırılabilecek bir soy kırımı kastının varlığına delil olarak değerlendirilemez. "Türkler tarafından gerçekleştirilen Ermeni soy kırımı" suçlamasını çürütmeye yarayan olgulardan üçüncü grubu bugünkü Türkiye'de Türk halkı ile Ermeni azınlık arasındaki uyumlu ilişkiler oluşturuyor. Bu ilişkilerin niteliğim anlamak için dışarıda yaşayan son üç kuşak Ermenilerin özelliklerini hatırlamak ve onların yazgılarını Türkiye Ermenilerinin yazgısıy-la karşılaştırmak gerekir. İlk kuşak, yakınları Birinci Dünya Savaşı olaylarında mağdur olup acı çeken ve Osmanlı Devletinin çöküşünden önce veya çöküşü sırasında ülkeyi terk etmek zorunda kalanlardan oluşan göçmenlerdir. Bu Ermenilerden bazıları öç alma düşüncesiyle ve çekilen acıların karşılıklı olduğunu unutarak, eski Osmanlı yöneticilerine karşı saldırılarla bireysel tedhiş eylemlerine giriştiler. Yurt dışındaki ikinci kuşak Ermeniler, kendilerini kabul eden yeni toplumlarla bütünleşen, sanatkâr ve çalışkan bir millet olarak olağanüstü yetenekleri sayesinde yeni ortamda kendilerine yer yapan, orada huzur ve hoşgörü bulan, uyum sağlayanlardan oluşuyor. Üçüncü kuşağın, yani bugün .dışarıda yaşayan Ermeni gençlerinin bir kısmını yeniden şiddet eylemleri yoluyla ulusal bir kimlik kazanma peşinde koşmaya iten asıl neden bu ikinci kuşağın durumudur. Üçüncü kuşağın tedhişindeki amaç, geçmişin unutulmasını, artan bütünleşmeyi ve Ermeni kültürünün kaybolmasını önlemektir. Ne yazık ki, bu gençler kişiliklerini ispatlamak için şiddet yolunu, yani en kolay yolu seçtiler. Başvurdukları tedhiş eylemleri onlar bakımından kuşkusuz birçok tehlikeyi de içeriyor. Fakat Ermeni kimliğini sürdürmek için harcanması gereken gerçek kültürel ve düşünsel çabalarla karşılaştırıldıklarında, bu eylemler aslında çok kolaya ve kısır bir seçeneği temsil eder. Buna karşılık, Türkiye'de yaşayan üçüncü kuşak Ermeniler böyle bir kimlik bunalımı geçirmiyor. Zira hepsi şimdi de Osmanlı Devleti bünyesinde birlikte barış içinde yaşadıkları dönemdeki gibi Ermeni kavminin özelliklerini sürdürmek için gerekli bütün olanaklara sahip bulunuyorlar. Ayrıca, sahip oldukları dinsel azınlık hakları, 1923'de imzalanan ve aslı Fransa nezdinde muhafaza edilen uluslar arası bir antlaşmayla, yani Lozan Antlaşmasıyla güvence altına alınmıştır. Türk halkı ile Ermeni azınlığı arasında kültürel alışveriş bugün de sürmekte ve her iki topluluk kinsiz bir barış ortamında aynı yaşam tarzını paylaşmaktadır. 1980'den önce Türkiye'yi önüne katıp sürükleyen terör akımı sırasında bile Türkiye Ermenilerinin asla şiddet eylemlerine girişmemesi dikkate değer bir durumdur. Meydana gelen bazı bireysel olaylar ise yurt dışında eğitilip yetiştirilmiş Ermenilerin eseridir. Ku-düs'deki meşhur "papaz okulu" olayı bu genel çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Fransız basınına göre, sanıklardan biri Türkiye'de Ermeni okulunun bulunmamasından "Kudüs'te eğitim yapmak zorunda kaldığını" söylemiş. Sayın Başkan, öğrenimin Ermenice yapıldığı ve taşıdıkları Ermenice isimlerden kimlikleri kolayca ayırdedilebilir 19 Anaokulu, 20 İlkokul, 9 Ortaokul ve 5 liseden bazılarım size örnek olarak zikretmeme izin veriniz. Bezezyan Anaokulu ve İlkokulu, Vartuhyan İlkokulu, Sayfa 100 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Semerciyan Cemeran Anaokulu ve İlkokulu, Karagözyan İlkokulu, Aramyan Uncuyan Ortaokulu, Bezciyan Ortaokulu, Sahakyan Nunyan Lisesi, Eseyan Lisesi, Gebrenagan Lisesi vs. Yurtdışında bulunan genç Ermeni teröristlerin başlıca hedefi Türk halkı ile Ermeni cemaati arasındaki karşılıklı hoşgörüyü ve birlikte barış içinde yaşamayı sona erdirebilmek olmuştur. Fakat şu ana kadarki bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlanmış ve ne Türk halki, ne de Türk Hükümeti, Türkiye Ermeni Cemaatine karşı şiddet eylemlerine başvurmuştur. Buna rağmen Ermeni terörü sürüp gidiyor ve yetmiş yıl önceki "soy kırım" m dan söz edilmeye devam ediliyor. Neden? Çünkü soy kırımı insanlığa karşı bir suçtur ve yukarıda değindiğim antlaşmada "bir Devletler Hukuku suçu" olarak tanımlanmaktadır. Soy kırımından söz ederek dünya kamuoyunu etkilemek ve bir devlete, bir millete, bir halka karşı harekete geçirmek kolaylıkla mümkündür. Ayrıca bu, zaman aşımına uğramayan bir suçtur; yani, ne zaman işlenirse işlensin cezalandırılması gerekir. Demek ki bu suçun sanıkları nerede ve ne zaman olursa olsun cezalandırılmalıdır ve Ermeni teröristlerin gözünde bu suç bütün Türk milletine yüklendiğinden, Türk Devletinin temsilcileri ve hatta bütün Türk vatandaşları cezalandırılmalıdır. Bu yüzden olayların meydana geldiği tarihte ana ve babaları bile dünyaya gelmemiş genç diplomatlar veya ülkelerine dönmek için kendi ulusal hava yollarının uçağına binen sıradan işçiler hedef seçilmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, Ermeni teröristler tarihi saptırmayı ve savaş koşulları içinde birlikte yaşanan bir faciayı soy kırımı olarak nitelendirmeyi tercih ediyorlar. Bu da kendilerine tedhiş suçları işlemek için bir bahane sağlamış oluyor. Fakat Birleşmiş Milletlerce yapılan sözleşmedeki tanımlama ulusal, etnik, ırkî veya dinî bir grubun üyelerine, sadece bu grup üyesi oldukları için kısmen veya tamamen yok etme, amacından söz ettiğine göre bu tedhiş eylemlerinin kendileri "soy kırımsal" bir nitelik kazanıyorlar, Türkleri Türk oldukları için öldürmek ve Türkleri taşıyan Türk Hava Yollarının bir uçağı olduğu için bir uçağa bomba yerleştirmeye çalışmak, işte "soy kırımsal" bir eylem sayılması gereken hatta soy kırımın ta kendisi olan budur. Teşekkür ederim Sayın Başkan. SORULAR VE YANITLAR AV. VERGES: Profesör Mümtaz Soysal'ı, Doğu Anadolu'da bir buçuk milyondan fazla Ermeni'nin hayatına mal olan "soy kırımı"nın "en sinik" yorumunu vermekle suçluyor. Sonra, Belçikalı Bakan Baron de Brouckere'in bir kitabından pasajlar okuyarak anılan olaylara ilişkin feci tasvirler konusunda Profesörün ne düşündüğünü soruyor. PROF. MÜMTAZ SOYSAL: Ermeni davasını savunan yazarların kitaplarından böyle parçalar seçmek çok kolay. Ben de aynı şeyi yapabilir ve huzurunuzda ülkenin aynı bölgesinde Ermenilerce toplu olarak öldürülmüş Türkleri anlatan kitaplardan sayfalarca okuyabilirdim. Biz de size rakamları konuşturabiliriz. Osmanlı nüfus sayımlarından çıkan ve büyük Avrupa Devletlerinin konsolosluk raporlarıyla da doğrulanan rakamlara göre İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan Ermenilerin toplam sayısı 1.300.000 i geçmiyordu. Demek ki devletin dört bir yanında yaşayan Ermeni cemaatindeki herkesin topluca öldürülmesi anlamına gelecek iç karartıcı bir varsayımdan hareket etsek bile "bir buçuk milyon ölü" den söz etmek anlamsızdır. Ayrıca, ben de, size, Osmanlı yöneticilerine o kadar haksızlık etmeyen, olayları bir başka biçimde ele alan yabancı yazarlardan alıntılar yapabilirim. Size Türk halkının ve askerî makamlarının "dürüst davramşı"ndan söz eden ve ön sözünü Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı Mareşal Franchet d'Esperey'nin yazdığı Fransız binbaşısı Larcher'nin "Dünya Savaşında Türk Savaşı" isimli kitabını zikredebilirim. Bütün bu olayların büyük bir imparatorluk çökerken, böyle bir çöküşün tüm kargaşasıyla birlikte meydana geldiğini unutmamak gerekir. Şüphesiz, gayretkeşlikle yetkilerini aşan yöneticiler de olmuştur. Ama onlar, savaştan sonra Osmanlı mahkemelerince soy kırımını amaçlayan bir hükümet siyasetinin uygulayıcıları olarak değil, fakat aşırılıklarının sorumluları olarak cezalandırıldılar. AV. VERGES: Lord Bryce'ın kitabından Türklerin zalimliğine ilişkin bir pasaj zikrettikten ve 1915 olayları sırasında İstanbul'daki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Mr. Morgenthau'nun eserinden bir parça okuduktan sonra, bu metinler hakkında Profesör Soy-sal'ın görüşünü soruyor. PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, demin belirttiğim gibi, huzurunuza bir yığın kitapla gelmemize izin verilseydi, az önce okunanın tam aksini anlatan alıntılar yapabilirdik. Fakat Türkler aleyhine ve Ermeniler lehine eser sayısının çok olduğu da doğrudur. Bir soy kırımı kanıtlamak için her şey yapıldı; sahte iddialara, sahte ve tahrif edilmiş belgelere dayanıldı, Morgent-hau'ya gelince kendisinin ve kendisinden sonra müttefik işgali sırasında İstanbul'da bulunan haleflerinin anılan "soy kırımı" konusunda Osmanlı yöneticilerini sorumlu gösterecek kesin delilleri elde etme olanağına sahip bulunduklarını hatırlatmak Sayfa 101 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi gerekir. Unutmayalım ki arşivler işgal kuvvetlerinin denetimi altına geçtiği zaman bile hiçbir şey kamtlanamamıştır. AV. VERGES: Mr. Morgenthau'nun savaş sonrasında İstanbul'da bulunmadığını belirterek bu kere Alman misyoneri Doktor Lepsius'u zikredip Profesör Soysal'ın bu konuda ne düşündüğünü soruyor. PROF. SOYSAL: Savaş hâlinde olan bir ülkede Büyükelçi olan Mr. Morgenthau İstanbul dışına adımını bile atmamıştır ve raporları çoğu Ermeni asıllı tercümanları ile misyonerlerin verdiği bilgileri yansıtır. Doktor Lepsius da bir misyonerdi. Az önce okunan pasajda Osmanlı İmparatorluğundaki Musevîlerden söz ettiğini fark ettim. Bu konuda, Sayın Başkan, bir şey söylememe izin veriniz: Yakında birkaç yıl içinde, İspanya'dan kaçan Yahudilerin Türkiye'ye sığınışlarının beş yüzüncü yıldönümünü kutlayacağız. Engizisyondan ve dinî cezalandırmalardan kaçan bu insanlar Gayrimüslim toplulukların kendilerim yönetmelerine dayalı bir yönetim sistemi içinde huzur ve güven sunan Osmanlı Devletinin topraklarına sığındılar. Biz imparatorluğun Musevî ve Hristiyan halklara karşı hoşgörüyle dolu geçmişinden ve sisteminden ancak gurur duyarız. AV. BOURGUET: Profesör Soysal'ın hukukî bir açıklamada bulunma yerine siyasî bir konuşma yaptığını iddia ederek, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yürürlüğe girmiş bir uluslar arası sözleşmeden söz etmenin ceza hukukundaki geri yürümezlik ilkesinin gerisine sığınmak olduğunu ileri süren bir suçlamada bulunur. Ayrıca Soysal'dan konuşmasında Ermeni "hal-kı"nı belirtmek için neden "Ermeni unsur" terimini kullandığını sorar. PROF. SOYSAL: Soy Kırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'nin 1948 tarihli olması tartışmamızla hiç ilgili değil. Benim bu sözleşmede verilen tanımlamadan yararlanarak açıklamaya çalıştığım şey, on dokuzuncu yüzyılın sonundan Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanan bir tarih kesiti içindeki olayların gerçek niteliğidir. Bu sözleşmenin tanımlamasını temel ölçüt olarak alıyor ve Doğu Anadolu'daki Türk ve Ermeni halklarının ortaklaşa yaşadıkları beşerî facianın varlığını da kabul ederek söz konusu olaylarda Osmanlı yöneticilerine yüklenebilir bir soy kırımı suçunun bulunmadığını söylüyorum. Biz kendi tarihimizle hesaplaşmaya ve hatta daha sonra "suç" olarak tanımlanan bir durum varsa onun bile sorumluluğunu üstlenmeye hazırız. Bu sözleşmenin geriye yürümezliği ya da yürürlüğü hakkında hukukçular arasında bir tartışma olduğunu iyi biliyorum. Hatta, soy kırımı terimi İkinci Dünya Savaşından sonra "üretilmiş" bir terim olmasına rağmen, gerçekte sözleşmenin insanlık tarafından daha önce mahkûm edilen bir suçun varlığını doğruladığı ölçüde zaten var olan hukuku "açıklayıcı" nitelikte olduğu savunulabilir. Geçmişe yürüyüp yürümemesi buradaki tartışmamızın esasını değiştirmez; çünkü tarihî olaylar böyle bir suçun varlığım kanıtlar nitelikte değildir. "Ermeni unsuru" terimine gelince, Sayın Başkan, size bunun kullandığım tek terim olmadığını hatırlatmak isterim. Ermenilerden söz ederken kavim, halk, azınlık vs. gibi başka terimler de kullandım. Kullanılan terim hukukî tartışmanın esasını hiç değiştirmez. Sözleşme, bir kavim, bir halk, bir azınlık veya dilerseniz bir millet anlamına gelebilen bir "grup" tan söz etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu Ermenileri şüphesiz sözleşmenin anladığı anlamda bir grup oluşturuyordu. Fakat anlatmaya çalıştığım konuyla, yani özellikle bu gruba karşı işlenmiş bir soy kırımı suçunun mevcut olmayışıyla bu hususun herhangi bir ilişkisi yoktur. AV. BOURGUET: Anadolu'da yaşayan "Kürtlerin" sayısını soruyor. PROF. SOYSAL: Bu soru ile tartışmamız arasında bir ilişki görmüyorum, fakat ima edilmek isteneni gayet iyi anlıyorum. Türkiye ırk, din veya dil ayrımı yapmaksızın yasa önünde yurttaşların eşitliği üzerine kurulmuş, bütünlük ilkesine dayalı bir Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyetinde anadili Türkçe olmayan yurttaşlar vardır. Fakat yurttaşları arasında konuştukları dile göre ayrım yapmayan bir devlette bu noktanın hukukî bir sonucu yoktur ve özellikle bu ilkeyi güçlendirmek için son nüfus sayımları sırasında anadile ilişkin soru bile, sorulmamıştır. Bu yüzden bir rakam vermek imkânsız. Bu size Fransa'daki Breton sayısının sorulmasına benzer. Siz ne rakam verirdiniz? Bretanya bölgesinin tam nüfus sayısını mı? Fakat bu nüfusun hepsi Breton değildir. Yoksa Fransa'nın dört bir yanında yaşayan Breton asıllı insanların sayısını mı? Fakat bu konuda da bir rakam vermek, çeşitli akrabalık dereceleri ve köken kavramındaki farklı yaklaşımlar nedeniyle imkânsızdır. Hukukî açıdan konuşursak, bugünkü Türkiye Cumhuriyetinde, azınlık terimi, sadece Lozan Antlaşmasıyla azınlık olarak kabul edilen gayrimüslim üç cemaati kapsar. Bunlar Rum Ortodoks, Ermeni ve Musevî cemaatleridir. Böylece, ülkenin anayasal düzeni ile bütün yurttaşlara sağlanan güvenceler yanında azınlıkların hakları uluslar arası bir antlaşma ile ayrıca güvence altına alınmıştır. AV. BOURGUET: "Dağ Türkleri" deyiminin anlamını soruyor. Sayfa 102 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi PROF. SOYSAL: Çeşitli ırklara mensup yurttaşlar yönünden Türkiye Cumhuriyetinin tutumunu küçük düşürmek için bu deyimin yurt dışında dilden dile dolaştığını biliyorum. Fransa'da olduğu gibi Türkiye'de de Türk yurttaşlığı, kavmî veya ırkhi değil, hukukî bir kategoridir. Etnik köken ile hiçbir ilgisi yoktur ve etnik köken hiçbir hukukî sonuç doğurmaz. Avukat Bour-guet'nin değindiği deyim, Türkiye'de kullanılmamakta fakat alay edercesine bazen yabancı eserlerde zikredilmektedir. Belki de Cumhuriyetin ilk yıllarında etnik düşmanlıkların izlerini ortadan kaldırmak için de kullanılmıştır. Şayet böyle ise, bu ancak övgüye değer bir davranış olabilir. Fakat o deyim bugünün Türkiye-sinde geçerli olan bir deyim değildir. AV. BOURGUET: 1915 mağdurlarının sayısına ilişkin tartışmaya değinerek, bu sayının küçültülmesiyle suçun işlenmemiş sayılması yolunda bir gerekçe oluşmadığını ve bazı insanların ölümden kurtulmuş olmasıyla soy kırımı veya soy kırımına teşebbüs suçunun yokluğuna hükmedilemeyeceğini söylüyor. PROF. SOYSAL: Eğer suç mevcut ise, mağdur sayısının az veya çok olması suçun niteliğim elbet değiştirmez. Zaten bu nedenledir ki, bütün konuşmam boyunca sayı sözü etmekten kaçındım. Kanıtlamaya çalıştığım husus Osmanlı Devleti'nin sorumlularında Ermeni kavmini hedef alan ve bir kavmin insanlarını kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelen bir kastın bulunmayışıdır. Sorunun özünü bu oluşturuyor. Böyle bir kast bulunmaksızın karşılıklı olarak yaşanmış bir insanlık faciasının varlığım kabul etmek soy kırımım kabul etmek anlamına gelmez. AV. BOURGUET: Türkiye'nin "soy kırımı"m kabul etmemeyi sürdürüş nedenini soruyor ve özellikle hukukî sonuçları bakımından Türkler için soy kırımı ile katliam kavramları arasındaki fark konusunda bilgi edinmek istiyor. PROF. SOYSAL: Önce konuya bir açıklık getirmek gerek, zira hukuk her şeyden önce kavramların belirgin olmasını ister. "Türklerin Ermeni Soy kırımı" kavramı yerine "Türklerin Ermeni Katliamı" kavramını kullanmış değilim. Hayır, birbiri karşısında konması gereken iki kavram, bir yanda "Türklerin Ermeni Soy kırımı" kavramı ile öte yanda "başkaldırma, isyan, karşılıklı öç alma ve öldürme gibi eylemleri içeren ve tarihin belli bir döneminde iki topluluk arasında birlikte yaşanmış olan facia" kavramıdır. Eğer sayılardan konuşmak gerekseydi, ben de on dokuzuncu yüzyıl sonundan Birinci Dünya Savaşı'nın ertesine kadar olan aynı dönemde büyük çoğunluğu Doğu Anadolu olaylarında olmak üzere hayatlarını yitiren iki buçuk milyon Türk'ten söz edebilirdim. Hiçbir şeyi inkâr etmiyorum. Tarihî olayları gözlemliyor ve belli bir etnik grubu sırf o etnik grup olduğu için yok etmek kastının bulunmadığım belirtiyorum. Bu koşullarda bir soy kırımın varlığını kabul etmek gerçeğin aksini kabul etmektir. Ayrıca, bu geçmişi başka dinî topluluklara karşı hoşgörü ve iyi niyet örnekleriyle dolu Türk halkı için bir aşağılamayı bir hakareti kabul etmek anlamına gelir. Bu aynı zamanda, bütünlük ilkesine dayalı bir Cumhuriyet çerçevesinde bugün de ülkesi üzerindeki Ermeni topluluğu ile barış içinde birlikte yaşamayı sürdürmek isteyen bir millete hakarettir. Öte yandan bunu kabul etmek tek yanlı bir propagandanın sonuçlarını ve iki halk arasındaki düşmanlığın sürekliliğini kabul etmek anlamına gelir. Biz Ermenilere karşı toplumca hiçbir kin beslemiyoruz. Bir soy kırımını kabul etmek, dünyanın din kavgalarıyla parçalandığı bir dönemde bile bu bakımdan leke-sizliğini koruyan Türk halkının toplu olarak tarih önünde özür dilemesinin gerekliliğini kabul etmek olur. Aynı şekilde, bu şimdiki Türkiye Cumhuriyeti-'nin ülkesi üzerindeki toprak iddialarını da kabul etmek anlamına gelir. Anadolu geçmişte birçok ulusun ve birçok uygarlığın beşiği olmuştur. Bugün ise Türklere ve Türkiye Cumhuriyeti'ne aittir. Soy kırımı zaman aşımına uğramayan bir suç olduğundan bugünün Ermeni gençleri bu Cumhuriyeti ve onun vatandaşlarım cezalandırma hakkını kendilerinde görüyorlar. İnsanlık böyle bir öç alma ve cezalandırma anlayışını kabul edemez. Söz konusu olaylar yetmiş yıl önce meydana geldi. Karşılıklı düşmanlıkları yeniden canlandırmak maksadıyla tarihin bu sayfalarını karıştırmak boşunadır. Bu sayfaların varlığını kabul etmek, her tarihçinin, hatta her dürüst insanın ahlâkî görevidir. Fakat, bunları tek taraflı yorumlayarak söz konusu halklardan yalnızca birini suçlamak, bütün insanlığın ortak vicdanınca kabul edilemeyecek bir tutumdur. AV. BOURGUET: Osmanlı Hükümetinin Dahiliye Nazırı Talat Paşa'ya atfedilen 1915 tarihli bir telgraf okuyarak kendisine göre soy kırımının varlığını kanıtlayan bu belgenin gerçek olup olmadığını soruyor ve bu konuda bilgi istiyor. PROF. SOYSAL: Bu telgraf sahtedir. Bugün birçok propaganda kitabına basılan bir fotoğrafın fotoğrafıdır ve aslı mevcut değildir. Çünkü aslı, 1921'de, Berlin'de Talat Paşa'nın öldürülmesine ilişkin Tehlirian davası sırasında bir kitap yayınlayan Andonian isimli biri tarafından sahte olarak imal edilmiştir. Berlin mahkemesi bu kitapta yayınlanan metnin ve öbür belgelerden hiçbirinin gerçekliğini asla kabul etmedi. Fakat bu yayın kamuoyunu etkiledi ve katil Sayfa 103 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi beraat etti. Osmanlı İdaresinde küçük bir memur tarafından Andonian'a satılmış olduğu iddia edilen bu belgeler Halep Valisin-ce "imzalanmış" notları içermektedir. Fakat Valinin imzası Osmanlı arşivlerine göre gerçekte oradaki imzadan tamamen farklıdır. Ayrıca sahte belge düzenleyicisinin Milâdî takvimle Rumî takvimi birbirine çevirmekte tam usta olmayışından kaynaklanan tarih hataları da mevcuttur. Tekrar ediyorum ben tarihçi değilim; fakat telgraflarda kullanılan şifre sistemine, Osmanlı belgelerinin başlığına ve küçük ayrıntılara ilişkin başka hatalar Türk tarihçileri tarafından özenle kanıtlanmış ve yayınlanmıştır. Belgeler böylece, kendilerine mal edilen bütün değeri yitirmiş ve hatta siyasal davalar için tarihi saptırma amacıyla sürdürülen sahtecilik çabalarının birer örneği olmak durumuna düşmüşlerdir. AV. BOURGUET: Türk tarafının özellikle bu tür çabaları başarısız kılmak için Osmanlı arşivlerini niçin yabancıların yararlanmasına açmadığını soruyor ve Türk makamlarının Ermeni sorunu konusunda hüküm vermek üzere Ekim 1984'de Paris'te toplanan Halklar Daimi Mahkemesine belge sunmayı reddetmiş olmalarım vurguluyor. PROF. SOYSAL: Osmanlı Arşivleri sınıflandırma ve koruma gereklerinin izin verdiği ölçüde her milletten iyi niyetli bilginlerin yararlanmasına açıktır. Şüphesiz özellikle böylesine tartışmalı bir sorun söz konusu olunca, geçmişin mirasını korumak için bazı önlemlerin alınması da zorunludur. Osmanlı Arşivlerinin incelenmesi arşivlerin dili ve okunması zor milyonlarca belge içermesi nedeniyle olağanüstü bir uzmanlık ister. Ermeni sorununa ilişkin olarak bir avuç Türk uz-manınca yayınlanmış olanlar bile, uzun süredir yayılıp söylenenin tam aksini kanıtlamaya yeterli olmuştur. Demek ki, düşünülenin aksine Osmanlı arşivlerini bilim çevrelerinin incelemesine açmakta Türkiye'nin büyük çıkarı vardır. Halklar Daimi Mahkemesine gelince, Türk makamlarının yasalara uygun biçimde kurulmuş mahkemelerce resmî yoldan istenilen belgeleri göndermeye hazır olduğunu sanıyorum. Örneğin Ağır Ceza Mah-kemenizce resmî bir belge veya görüş istendiği takdirde, bu istem mutlaka süratle yerine getirilir. Fakat, Halklar Daimi Mahkemesi, düşünsel yetenekleri ne olursa olsun özel sıfatlarıyla hüküm veren bireylerden oluşan bir kanaat mahkemesi olduğu için Türk makamlarının Ermeni davası için propaganda aracı durumuna gelme tehlikesi taşıyan böyle bir kurumla ilişkiye girmekten sakınmış olabileceklerini zannediyorum. AV. ZAVARİAN: Türk ve Ermeni Halklarının barış içinde sekiz yüzyıl süreyle birlikte yaşamalarına ve Ermeni topluluğunun özelliklerine ilişkin olarak Profesör Soysal'ca söylenenlere değinerek, Türk tarafının "köylü" yönünün Ermenilerin "sanatkâr" tarafıyla zıtlık oluşturduğunu göstermeye ve sorunun tahlili için bundan bazı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor. PROF. SOYSAL: Ermeni halkının yeteneklerini överken herhangi bir karşılaştırma yapmadım. Eğer bu tahlil denemesiyle Türklerin Ermeni komşularına göre daha az ince ve dolayısıyla şiddet eylemlerine daha yatkın oldukları söylenmek isteniyorsa, böylesine onur kırıcı bir imajı kesinlikle reddederim. Halkıma hakaret edilmesine izin veremem. AV. ZAVARİAN: Bu kez 24 Nisan 1915 tarihinin Türkler için ne anlama geldiğini soruyor. PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, her şeyden önce, bu tarihin Ermeni davasının savunucuları için ne anlama geldiğini açıklamama izin veriniz. Onlar için, bu "soy kırımı"nın başlangıç tarihidir. Demek ki her yıl anılması gereken bir tarih. İnsanlığa karşı işlenmiş bir dizi suçun başlangıcını oluşturduğundan bu tarihin bütün halklarca hatırlanmasını istiyorlar. Aslında, bu tarihte tam olarak ne oldu? Bu tarih, Osmanlı Hükümetinin Ermeni Devrim Komiteleri yöneticilerinin yakalanması ve vatana ihanet sucundan askerî mahkemeler önüne çıkarılması emrini verdiği gündür. AV. ZAVARİAN: O tarihte, 650 Ermeni aydın, yazar, şair, doktor, avukat, bilgin, din adamı ve siyaset adamının "Constantinople" de tutuklandığını, sonra sürgüne gönderilip öldürüldüğünü belirterek bütün bunların bir soy kırımının delili oluşturup oluşturmadığım soruyor. PROF. SOYSAL: Her şeyden önce kentin adı "Constantinople" değil, Türkler için her zaman olduğu gibi İstanbul'dur. Öte yandan Ermeni aydınlar, Ermeni ya da aydın oldukları için tutuklanmadılar; tutuklanmalarının nedeni Doğu illerinde düşmanla iş birliği ve başkaldırma emrini vermiş olan komitelerin yöneticileri olmalarıydı. İşgal tehdidine karşı koyan savaş hâlindeki bir ülke hükümetinin başka türlü davranabileceği düşünülemez. Bu yöneticiler öldürülmedi, fakat sadece ülkenin iç kısımlarına, Orta Anadolu illerine nakledildi. Aralarında bazılarının savaş zamanında kabul edilemeyecek bir ihanetten yargılanıp bunu hayatlarıyla ödemeleri de hiç şüphesiz, bir soy kırıma delil sayılamaz. AV. ZAVARİAN: Doğu vilâyetlerindeki Ermenilerin nakledildikleri yerleri soruyor. PROF. SOYSAL: "Halklar Daimi Mahkemesi" ne sunulmuş bütün raporları içiren ve sık sık atıfta bulunduğunuz "Suskunluk Suçu" adlı o sarı kitabı ben de Sayfa 104 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi biliyorum. Bir nüshası da şimdi cebimde. Bu kitabın 6 ya da 8 inci sayfasında nakledilen Ermeni kafilelerinin izledikleri yollar oklarla gösterilmiştir. Bu intikalin ülke sınırları içerisinde, aynı ülkenin güneydoğusuna doğru yapıldığına dikkat etmek gerekir. Demek ki, kelimenin İkinci Dünya Savaşı'nda kazandığı anlamda bir tehcir söz konusu değildir. AV. ZAVARİAN: Almanların da iki milyon Yahudi'yi yok etmek üzere tehcir ettikleri hâlde "tehcir" kelimesini asla kullanmadıklarına dikkat çekiyor., PROF. SOYSAL: Avukatın bu sözüyle neyin amaçlandığını gayet iyi anlıyorum. Önceki davaların senaryosu burada da tekrarlanıyor. Bundan sonraki adım, hiç kuşkusuz, İkinci Dünya Savaşı başında Hitler'e atfedilen "Her şey bir yana, bugün Ermenilerin yok edilişini kim anımsıyor" şeklindeki meşhur cümlenin zikredilmesi olacak. Oysa bir İngiliz gazetecisi tarafından Hitler'e mal edilen bu cümlenin Hitler tarafından asla söylenmemiş olduğu, sonraları özellikle Amerikalı araştırmacı Heath Lowry tarafından kesinlikle kanıtlanmıştır. Nürnberg Mahkemesince kabul edilen belgeler de böyle bir cümle içermiyor. Bu konuya değinen tek belge ise o uluslar arası mahkemece inandırıcı delil olarak kabul edilmedi. Dünyadaki Musevî kamuoyunu Türkiye'ye karşı seferber etmek ve Türklerle Hitler'i aynı kefeye koyarak onları dünyanın gözünde mahkûm etmek amacıyla bu yönde sürekli bir Ermeni propaganda çabasının bulunması dikkat çekicidir. AV. ZAVARİAN: Federal Alman Devleti'nin Alman halkı adına resmen özür dileyişine ve bu davranışın Almanya ile İsrail arasındaki ilişkilere yaptığı olumlu etkiye değiniyor. PROF. SOYSAL: İşte Ermeni davasında Ermeni teröristlerinin güttükleri nihaî amacı iyi gösteren bir örnek daha. Türk hükümetlerini sözde "soy kırımı"nın varlığını kabule zorlamak ve buradan hareketle, Almanya ile İsrail Devleti arasındaki olayda olduğu gibi hayalî bir Ermeni varlığına tazminat ödemeye zorunlu kılmak isteniliyor. Bu tam bir hayaldir. İşlenmemiş bir suç için dünyada hiçbir şiddet, hiçbir terör bize özür diletemez. Bu konuda İsrail iyi bir örnek oluşturamaz ve arada kurulmak istenen paralellik kabul edilemez. Ne var ki, bu konudan ciddiyetle söz etmek ve dünyanın çeşitli Ermeni topluluklarını gerçekleştirilemeyecek bir rüyaya itmek, Ermeni halkına karşı dürüst bir davranış da değildir. AV. ZAVARİAN: Le Monde gazetesinden Ermeni davasında yeni bir tutumun gerekliliği konusunda Başbakan Turgut Özal'ın bir cümlesine değinen Ankara çıkışlı bir haber okuduktan sonra, "soy kırımı"mn sorumluluğuna ilişkin olarak resmi Türk tutumunda bir değişiklikten söz etmenin mümkün olup olmadığını soruyor. Ona göre, Profesör Soysal bu konularda uzman hukukçu sıfatıyla ve bu tür mahkemeler önünde şüphesiz bir çok defa Türk Hükümetini savunmuş bir kişi olarak böyle bir soruya cevap verecek durumda olmalıdır. PROF. SOYSAL: Bu açıklama bana La Fontaine'in ünlü "Karga ile Tilki" masalını anımsatıyor. Kurnazca ifadelerle, ağzımdan resmî bir görev itirafı taşıyan ve beni Hükümet sözcüsü gibi gösterebilecek olan lâflar düşsün isteniyor. Ben hiç kimsenin sözcüsü değilim. Burada üniversite mensubu ve gazeteci olarak konuşuyorum ve bir Ermeni terörizmi davasında ilk kez tanıklık ediyorum. Konu hakkında Başbakanın söylemiş olabilecekleri beni hiç ilgilendirmez. Zaten kendisi daha sonra başka açıklamalarda da bulundu. Bu mahkeme önünde uzman tanık sıfatıyla kendi adıma söylediklerim çok açıktır. Tarihi olduğu gibi kabul etmek, olayları her iki halkça karşılıklı olarak yaşandığı biçimde yerli yerine oturtmak gerektiğini ve bizim Türkler olarak tarihi böylesine göğüslemekten korkmamız için hiçbir neden bulunmadığım, zira Ermeni ırkını yok etmek amacıyla taammüden ve örgütlenmiş bir "soy kırımı" suçlamasının tarihî olgular karşısında ayakta kalamayacağını söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti şimdiye kadar Anadolu topraklarında ve komşularıyla ilişkilerinde geçmişi unutup barışı ve uyumu yeniden sağlamak umuduyla bu olaylardan söz etmemeyi yeğledi. Bundan dolayıdır ki, okullarımızda Ermenilerin veya Rumların Türk halkına verdikleri acılar ve bütün bu halkların birlikte yaşadıkları insanlık faciaları konusunda unutma ve susma yolunu seçtik. Bu Türk suskunluğu yetmiş yıl sürdü. Fakat başkaları tarihi saptırarak bizi suçlu gösteren değişik bir tarih görüntüsü yarattılar. Taraflardan sadece birinin anlattıklarına ve Türklere düşman çevrelerin yorumlarına dayalı olan bu görüntü hayli yol aldı ve bütün topallığına rağmen gerçeğin ters yüz edilmesine kadar yürüdü gitti. Şimdi gerçeğe yemden dönmek gerekiyor. Mademki konuşmaya zorlandık konuşacağız. AV. ZAVARİAN: Kıbrıs davasıyla ilgili olarak Rumlara karşı gösteriler sonunda İstanbullu Hristiyan azınlıkların birtakım maddî zararlara uğramasına yol açan 6 ve 7 Eylül 1955 olaylarının nedenleri konusunda bilgi almak istiyor. PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, bu sorunun arkasına gizlenen art niyeti sezebildiğimi sanıyorum. Savunma avukatı Türkün barbar ve cellât olduğunu, yakıp yıktığını ve öldürdüğünü söylemek ister gibi. Bu imalı ve küçültücü tanımlama Sayfa 105 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi tarihin en hoşgörülü uygarlıklarından birine sahip olmaktan gurur duyması gereken bir halkın gerçek niteliklerine hiç uymuyor. Uluslar arası uyuşmazlıklarla ve bunların ulusal düzeydeki yankılarıyla bölünmüş olan günümüz dünyasında 1955 Eylül'ündeki İstanbul olayları gibi olaylara sık rastlanır. Fakat olaylar içinden tek bir olayı seçmek ve bundan tek bir halkı suçlayacak sonuçlar çıkarmak, tarihi düşmanlıklarla beslenen bir kötü niyetin belirtisidir. Halklar arasında böyle düşmanlık tohumlan ekilmeye devam edildikçe evrensel kardeşlik asla gerçekleşemez. Sayın Başkan, bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Pek sık görülen bir şey değil bu. ORLY DAVASI HAKKINDAKİ HABER VE YORUMLAR -DIŞ BASIN-YAYIN ORGANLARINDAPOUHOOOI PAS? (22.7.1983) "Hiçbir terör hareketi hoşgörülmez. Ermeni aşın militanlanmn yaptıkları gibi sistemli bir biçimde Türk diplomatlarının hedef alınması, ne denli korkunç olsalar bile, herhangi bir geçmiş adına kabul edilemezler." (25.7.1983) Tarih ve mizaçları göstermektedir ki Türkler, katillerin belini kırmak için, korkup geri <hm"*"M ""'"'* tam aksine düşmanın üzerine gideceklerdir. Ve bundan dolayı hangimle Türkleri suçlayabilir ki?" LOKCEA EAOTOSÜ (26.2.1985 ) "Orly davasının yedinci günü sabah oturumunda, iddia tirdiği tanıkların dinlenmesi sona erdi. Dün geoe tanıklık yapan suikast cinayet masası şefi Jajkuea Oenthial'in ifadesi ve avukatların kendisine yönelttiği sorulara verdiği cevaplar oturumun gece saat 23.00'e kadar uzamasına yolaçmıştı.. Bu tanık ve bu sabah dinlenen yardımcısı Komiser Pierro Valero, sanıkları suçlar mahiyette konuşmalar yaptılar. Bugünkü <frmıgnwi" şüphesiz en önemli olayı, başta Prof. Httotaz Soysal olmak üzere, mağdur olarak duruşmaya katılan yirmi Türk'ün avukatlarının manevi tanık olarak getirdiği Türk öğretim üyelerinin dinlenmesi oldu. Prof. Soysal, soykırım suçunun 1948 BM Genel Kurulunda kabul edilen bir konvansiyona göre tanımını yaptı ve 1915'te meydana gelen olaylarda, bir ulusal, dinsel veya etnik grubun iradi olarak yokedilmesi unsurunun bulunmadığını, İM taraflı kıyımlar olduğunu ileri sürdü. Savunma avukatlarının sorulan üzerine ise Prof. Soysal, soykırımla katliamın farklı kavramlar olduğunda ısrar ederek, 'bu olaylar bir insanlık trajedisidir, biz tarihi belgeleri isteyecek olursa, Türk hükümeti inalları kendisine vermeyi kabul edecektir1 dedi. Soysal'in konuşması büyü!: bir ilgayla izlendi. Fransız basın mensupları, Türk yanlısı tezlerin ilk kez bu kadar tutarlı biçimde savunulduğunda hemfikir "T^'^lTiT'i bildirdiler* Gerek Soysal, gerekse kendisinden sonra konuşan Doç. Sina Aksin ve ^naayı Koni, TUrk HOcümeti <^4HTft değil, v"pdi "AI"nn.ua. vr>myt^V"i"T'"i mahkemede Önemle belirttiler.. SESİ EAUÎOSU (27.2.1985) "Crateil Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden Orly davasının dünkü celsesinde, müdahil tftTtfuiı üç "p^"" 1wTJ|i'tır*t'* dinlemesinden sonra" bu da Boneni asıllı Türk vatandaşı Doç. Dr. Avadis Simon Haujinliyan, heyeti önünde Türkiye'deki Ermenilerin durunu ile ilgili açıklamalarda bulundu. Haoinliyan, öğretimini Amerika Birleşik Devletlerinde yaptığını, bu ülkede kalıp yaşanası mümkün olduğu halde, Türkiye'ye dönmeyi tezoih ettiğini v" bugün huzurlu bir yaşam sürdürdüğünü söyleyerek başladığı konuşmasında, 'BT"'IHW*- tedhiş .örgütlerinin eal^ ı T1 "* T*?*"- karşı duyduğu üzüntüyü dile getirdi -ve eylemleri kınadı . Baoinliyan, daha sonra Türkiye •deki ütmeni toplumunun yaşayışı ÜBerinde bilgiler verdi. Dil, din, eğitin ve kültür Özgürlüklerine sahip olduklarına dikkat çeken Baoinliyan, 'lün"*"*^ asıllı bir Türk vatandaşının Türkiye'de öğretim görevlisi olarak çalışabilmesi, ayna yapılmadığına en güael bir özoektir1 dedi. Fransa'da yaşayan Ermeni cemaati, bu defa geri planda kaldı. Sözcüleri kanlı cinayeti kumada aceleci davrandılar. Bu arada, Orly avukatlarından birinin başkanlığını yaptığı "Fransa 'dak± Etmeni Siyasi Tutuklularını Destek İçin Merkez Komitesi', sempati toplamak konusunda ender rastlanan bir şeyi denedi t Mı geçen komite, davanın başlamasından önceki haftalar içinde bir film gösterdi. Filmde, Agop Agopyan'ın kendisi hakkında tereddüde düşen müritlerinden adı Garlen Ananiyen olanını, elindeki makineli tabanca ile, yavaş yavaş nasıl öldürdüğü tüm teferruatıyla gösteriliyordu." AIMABTA'NIH SESİ RADYOSU (6.3.1985) "1981 yılında Marsilya'da Kilimoiyan adlı bir teröristin yargılaması sırasında Türk tarafının müdahil avukatlığını yapan ve Ankara'da uzun a-raştızmalar sonu Etmeni sorununu en iyi bilen avukatlardan biri diye nitelendirilen Videl Hake, Orly davasının bundan öncekilere oranla çok farklı olduğunu belirtti. 'Fransa Sayfa 106 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi bu dava ile Türk aleyhtarı ve Etmeni taraflısı tutumundan ilk defa ayrılmaya başladı ve terörist örgütlere hareket yeteneği tanındıkça Fransa'nın bundan zarar gördüğünü nihayet anladı' diyen Tidel Hake, verilen cezaların ağır olmadığını da sözlerine ekledikten sonra, 'jürinin birden bira, terörist bir hareket cezalandırılmadığı taktirde Fransız vatandaşlarının hayatlarını da tehlikeye soktuğunun farkına vardı ve böy-leoe tutumunu sertleştirdi' şeklinde konuştu. ABD KOTCBE TUTMAĞI ( 6.3.1985 ) Maryland Milletvekili Bayan Merjorie Bslt'un 25 Şubat 1985 tarihinde ABD Temsilciler Hadisinde yapmış olduğu sözde Boneni soykırımı hakkındaki karar taşanlarını eleştiren beyanatının çevrisi söyledin "Sayın Başkan, bazı grupların tarih içinde meydana gelmiş feoi olayları yeniden öne sürüp, üzerinden yıllar geçmiş ve soğumaya terk edilmesi gerekirken etnik huşunetlerin bir anlamda devam etmesine neden olur şeklinde Kongre 'de kullanma kararında olmaları beni rahatsı" etmektedir. Kongre *ya sunulan bir önergede, 70 yıl önce ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğu 'nün Ermenilere karşı giriştiği korkunç olayların açılması istenmişti. Tarih, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu 'na karşı bir Ermeni ayaklanması olduğunu ve Osmanlı Devletinin de buna çok sert bir şekilde tepki gösterdiğini kaydeder. Bu olaylar sırasında her iki tarafta da çok kan kaybı olmuştur. Şimdi bizden, Osmanlı Türkiye'sinde, Türklerin Enaenilere karşı yaptığı soykırımı anmamız istenmektedir ve ben bunun hangi amaoa hizmet edeceğini anlayamıyorum. Hazır bu konuya değinmişken, Oliver Acrcnnrell'in İrlandalılara karşı giriştiği soykırım faaliyetlerini anmak için bir önergeyi de geçirebiliriz. Ta da Fransa 'daki St. Bartholomew Katliam Gününü resmen kınayabiliriz. Ya da kendi hükümetimizin Amerikan Kizılderililerine karşı yaptığı hareketlerin üzerinde de durabiliriz. Hatta daha da gerilere gidip, Cengiz Ban "in Altınordusunun barbarca hareketlerini de anabiliriz. Ancak, Ermenilerle Türkler arasındaki düşmanlığın tarih sayfalarındaki kanlı bir bölümünü resmen azmamız konusunda çağrıda bulunulması için herhangi bir neden görmüyorum. Modern Türkiye, Osmanlı Türkiyesi değildir ve yıllarca önce meydana gelen olaylardan sorumlu tutulamaz. Modern Türkiye, HATO ittifakının değerli bir üyesidir ve Avrupa'nın güney v"ry"*'ıırln önemli bir müttefiktir. Bir Soneni terör örgütü, yıllardır dünyanın çeşitli ülkelerinde Türk diplomatlarını öldürüyor. rtmaplftriTiın, Türkiye'nin bir bölümünü Sovyetler Birliği 'nin Boneni kısmına (Ermenistan'a) katmak olduğunu açıkça ilan ediyorlar. Ermenistan'ın Sovyet yönetiminden kurtulmasını talep eden bir önerge için herhangi bir çağrıda bulunul mamanı gariptir. Hepimizin olduğu gibi, tüm Amerikalı Ermenilerin de terörizme karşı olduklarından "^•iy-iff'r Türk diplomatı an na karşı yapılan terörist saldırıları kınayacak bir önergeyi destekleyeceklerini umuyorum. 70 yıl önce meydana gelen korkunç olayları ancak bir önergenin kabul edilmesiyle, eski bir etnik düşmanlığı körüklemiş olmaz mıyız? Türk diplomatlara ve diğer masum kurbanlara karşı girişilen terörist saldırılan haklı çıkarmış olmaz mıyız? Bu sorunun beni çok ciddi bir şekilde endişelendirdiğini söylemeliyim. Tarihi bir trajedinin anılarım canlandıracak, iyi ve güvenilir müttefikimiz ile ilişki lerimizi bozaoak bir önergeyi geçirmeli miyiz? Bunun çok ciddi bir hata nJ "V 1 *"**& -1 ""•"" ***&* m Eski yaralan deşmektense, onları iyileştirme yoluna gitmeliyiz." KRONOLOJİ* 1022 Ermeni topraklarının imparator II. Basileios tarafından Bizans topraklarına katılması üzerine 40 bin Ermeni Anadolu'ya sürgün edildi. 1046 Ermeni hanedanları Bizans imparatoru IX. Konstantin tarafından katledilerek yok edildi. 1054 Sultan Tuğrul Bey döneminde Selçuklulara bağlanan Ermenilere özerklik verildi. 1098 Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar. 1461 Fatih Sultan Mehmed, Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i (Ovakim) istanbul'a getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok haklar tamdı. 1567 Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Ap-kar adındaki bir papaza istanbul'da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi. Sayfa 107 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 1790 ilk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç tarafından Kumkapı Fıçıcı Sokak'ta kuruldu. 1823 Artin Bezciyan adlı Ermeni, Kumkapı'da Bezciyan Okulu'nu kurdu. 1824 Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan Kumkapı Okulu'nu Patrikhane'nin himayesine aldı. 1853 (22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu kuruldu. 1876 Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı. 1877 (7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak savaşa katılma kararını aldı. 1878 (13 Nisan) istanbul Ermeni Patriği Nerses, ingiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi. (13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriyle ilgili 6l. madde eklendi. (3 Ağustos) ingiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, istanbul Büyükelçisi Layard'a gönderdiği talimatta, Osmanlı Hükümeti'nin Doğu'da reformlara başlaması gerektiğini bildirdi. 1890 (20 Haziran) Erzurum isyanı (Temmuz) Kumkapı Nümayişi Birinci Sason isyanı 1892 - 1893 Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanları 1895 (30 Eylül) Babıâli olayı Kasım ayında, Ermenilerin Maraş'ta isyan teşebbüsü 1896 30 Ekim istanbul'da Ermeni eylemi (l Haziran) I. Van isyanı (26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı 1902 Ermeni dilcilerden H. Acaryan, "Ermeni Dili'ne Türk Dili'nin Tesiri ve Ermenilerin Türkçe'den Aldıkları Sözler" adında bir eser yazdı. 1904 ikinci Sason isyanı 1905 (21 Temmuz) Yıldız Camii'nde, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast teşebbüsü. 1908 Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı. ikinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi'ne girdi. 1909 (14 Nisan) Adana'da Ermeni isyanı 1915 (15 Nisan) II. Van isyanı (24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni komiteleri kapatıldı. Bu komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı. (3 Mayıs) Ermeniler Van'da büyük bir katliama giriştiler. (27 Mayıs) Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı. 1918 (l Şubat) Ermeni komitacı Arsak, Bayburt'ta katliam yaptı. (25 Nisan) Ermeni komitacılar, Kars'ın doğusundaki Subatan köyünde 750 Müslüman'ı katletti. (l Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars'ta; aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman'ı katletti. 1919 (20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos Nubar Paşa ve Şerif Paşa, Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar. 1920 (12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, Antep'in Arapdar köyünde Müslümanlar'a işkence yaptı. (3 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı. 1921 (15 Mart) Talat Paşa, Berlin'de Ermeniler tarafından katledildi. (6 Aralık) Sait Halim Paşa'yı Ermeniler Roma'da katletti (16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı. (18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, Azerbaycan içişleri Bakanı Cevanşir Han'ı, Tepebaşı'ndaki Pera Palas Oteli önünde öldürdü. (13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı. 1922 (22 Temmuz) Cemal Paşa, Tiflis'te Ermeniler tarafından katledildi. 1923 Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi. (24 Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı. 1934 Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de ingilizce yayımlandı. 1935 (15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kilisesi'nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserini "Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu" gerekçesiyle yaktı. 1936 Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin Fransa'da yayımlanması, Türk basınının tepkisini çekti. 1937 Cevat Rıfat Atilhan, "Musa Dağı" adında kitap yazarak, Franz Werfel'in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi. Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi. 1943 Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, Afyonkarahisar milletvekili oldu. Sayfa 108 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi 1957 Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden istanbul milletvekili seçildi. 1964 (24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde "Ermeni Meselesini" ortaya atarak Türkiye aleyhine karar çıkarmaya çalıştı. 1965 (24 Nisan) Brezilya'nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi. 1969 (24 Nisan) Londra'da, Türk Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi. 1973 (27 Ocak) Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir, Mığırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından katledildi. 1975 (20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu. (22 Ekim) Viyana'da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi. (24 Ekim) Paris'te, Büyükelçi ismail Erez ile polis Talip Yener kaüedildi. 1976 (16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Cerit katledildi. (28 Mayıs) Zürih Çalışma Ataşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının faili olduğu anlaşılan Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve suçu sabit görülerek 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1977 (29 Mayıs) istanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atıldı, saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları "Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü" üstlendi. (9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi Ta-ha Carım katledildi. 1978 (3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği'ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi. (3 Ocak) Londra'daki Türk bankasına patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi. (2 Haziran) Madrit'te, Büyükelçi Zeki Kunaralp'ın eşi Necla Kunaralp ve emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu katledildi. (8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği ve Türkiye Turizm Bürosuna patlayıcı maddeler atıldı. Saldırıyı "Ermeni Soykırım Adalet Komandoları" üstlendi. (6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğu'na patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi. (17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Gizli Kurtuluş Örgütü (ASALA)" üstlendi. 1979 (15 Nisan) Yunan Hükümeti, Atina'nın Nea Simirna meydanında '"Ermeni intikam Amtı"mn dikilmesine izin verdi. (22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğumda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalı'ya karşı suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi. (27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi. (4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi. (12 Ekim) Lahey'de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler'in oğlu Ahmet Benler katledildi. (22 Aralık) Paris'te Turizm Müşaviri Yılmaz Çopan katledildi. , 1980 (10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna bombalı saldırıda bulundu. (6 Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, Bern'de saldırı sonucu yaralandı. (10 Mart) Ermeni teröristler THY'nfn Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2 italyan hayatını kaybetti, 14 italyan da yaralandı. (8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilân etti. (17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel silahlı saldırıya uğradı. Koruma görevlisi Tahsin Güvenç yaralandı. (19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarlı saldırı düzenledi. (31 Temmuz) Atina idari Ataşemiz Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen acımasızca katledildi. (5 Ağustos) Lyon'da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan, Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı vatandaşlar yaralandı. (26 Eylül) Paris'te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı ve ağır yaralandı. (10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu'na bir saldırı düzenledi. (17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma polisi Engin Sever katledildi. 1981 (13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli'nin arabasına bomba konuldu; Erbeyli ölümden döndü. ; (4 Mart) Paris'te Çalışma Müşaviri Reşat Morali ile din görevlisi Tecelli Arı şehit edildi. (3 Nisan) Kopenhag'da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı. (9 Haziran) Cenevre'de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz katledildi. Olayı ASALA üstlendi. (24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu'nu basan Ermeniler, güvenlik görevlisi Cemal Özen'i acımasızca katlettiler. Sayfa 109 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi (3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin silahlı saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu. (27 Kasım) Avrupa'da bulunan "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile '"Kürt Öğrenci Derneği", Londra'da ortak bildiri yayınladılar. 1982 (28 Ocak) Los Angeles'da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba tarafından katledildi. (8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri Kemalettin Kani Güngör silahlı saldın sonucu yaralandı. (5 Mayıs) ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan Gündüz katledildi. (7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği idari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada, Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu'nun eşi Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya uğradılar. Türkiye'nin Kanada Büyükelçiliği görevinde bulunan Coşkun Kırca da, silahlı saldırıya uğradı. (7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa Havalanma silahlı, bombalı saldırı düzenlediler ve katliam yaptılar. Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3'ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi yaraladılar. Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı (10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni, Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lanetledi. 1983 (29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara'da idam edildi. Harut Levonyan ve Rafi Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin Yugoslavya Büyükelçisi'ne düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgrad'lı öldü. (15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna bombalı saldırı düzenledi. Olayda, 4'ü Fransız, 2'si Türk, 1'i ABD'li ve 1'i isveçli olmak üzere toplam 8 kişi hayatını kaybetti. 60 kişi de yaralandı. (27 Temmuz) Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ni basan 5 Ermeni ölü olarak ele geçirildi. 1985 (12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombalı 3 Ermeni terörist tarafından basıldı. Kanadalı koruma görevülerinden biri vurulup öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu. (21 Ocak) Ermeniler, Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin Askerova'yı katletti. (13 Nisan) Karabağ'da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu. (23 Nisan) Susa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hale geldi. (26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı "Karabağ Savaşçıları" adlı Ermeni örgütü üstlendi. (23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti. (26 Aralık) Sovyetler Birliği dağıldı. 23 Eylül'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken bağımsız oldu. Levon Ter-Petrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı seçildi. (20 Mart) Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanı oldu. (20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi'nin 160. yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü'nü gazetecilik dalında Garbis Özatay'a verdi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan'ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti. (Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan istifa etti. Böylece Robert Koçaryan'a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisini çekmişti. (Şubat) Petrosyan'ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan'ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını bildirdi. (22 Nisan) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı Arjantin Senatosunda kabul edildi. (29 Mayıs) Fransa Parlamentosu, asılsız Ermeni Soy kırımı yasa tasarısını tanıdı. (3 Haziran) Tebriz'de Azeriler, Fransız parlamentosu tarafından kabul edilen asılsız Ermeni soy kırımı yasa tasarısını protesto ettiler. (Temmuz) Bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte özel köy tahsis edilmesini istedi. (Temmuz) Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, ingiltere'yi ziyaret ederek Başbakan Tony Blair ile görüştü. (4 Temmuz) Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev, Ermenistan Sayfa 110 Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software http://www.foxitsoftware.com For evaluation only. Ermeni Meselesi Devlet Başkanı Koçaryan'ı, Eylül'de Bakü'de yapılacak bölge liderleri toplantısına davet etti. (3 Ağustos) Patrik Kazancıyan'ın ölümünden sonra kendini Patrik Vekili ilân eden Mesrob Mutafyan, gelen tepkiler üzerine istifa etti. Mutafyan'ın yerine Sahan Sıvacıyan geçti. (14 Ekim) Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermenileri 84. Patriği seçildi. Kumkapı Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan seçimlerde, Sıvacıyan ilk turda 15 oy alınca adaylıktan çekildi, ikinci turda 74 oy alan Mutafyan, yaptığı teşekkür konuşmasında, patrik seçilmesiyle yeni bir dönemin başladığım belirtti. (11 Mayıs) Lübnan Parlamentosunda "Ermeni Soy Kırımı" tanınmasını talep eden karar. (8 Kasım) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı Fransa Senatosunda kabul edildi. (15 Kasım) Avrupa Parlamentosunda kabul edilen "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı. (17 Kasım) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı italya Parlamentosunda kabul edildi. (6 Ocak) Fransa Parlamentosunda "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı kabul edildi. Aksini savunmanın siyasî bir suç olduğu hakkında kanun çıkarıldı. (24 Nisan) ABD-Ohio eyaletinde "24 Nisan Ermeni Soy Kırımı" yasa taslağı kabul edildi. Sayfa 111
© Copyright 2024 Paperzz