Ermeni Meselesi – Not Defteri

Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
1915 GÖRGÜ TANIKLARINCA VAN VE ÇEVRESİNDE ERMENİ OLAYLARI
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılarca bir yerden başka bir yere
sürülen, savaşlara itilen ve kötü muamele gören Ermeniler, Türklerin Anadolu
topraklarına girmelerinden sonra, Türk milletinin adaletli, hoşgörülü,
paylaşımcı, birleştirici ve "yaratılanı yaratandan ötürü" kucaklayan insan
sevgisi anlayışından yararlanmışlardır. Ermeniler Osmanlı Devleti'nin gayretli,
çalışkan, dürüst ve başarılı her vatandaşına sağladığı fırsat ve imkânlardan,,
gayrimüslimler içinde en fazla yararlananlar olmuştur.
Ermeniler, askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulurken, çiftçilikte,
zanaatta, ticarette ve devlet yönetiminde yükselme fırsat ve imkânını elde
etmişlerdir. Devlete bağlı, milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından dolayı
Ermeniler "Millet-i Sadıka" olarak kabul edilmişlerdir. Bu güven sayesinde iş
hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir. Zimmî
hukukun gereği olarak tüm gayrimüslimlere olduğu gibi Ermenilere de insanca
muamele edilmiş, şefkatle davranılmıştır. Osmanlı tarihi Ermenilerden 22 bakan,
33 milletvekili, 29 paşa, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim
üyesi ve 41 üst kademe yöneticisi memur kaydetmektedir. Ancak, Osmanlı
Devleti'nin zayıfladığı dönemlerde hemen her konuda başgösteren Avrupa
Devletlerinin müdahaleleri sonucunda Türk-Ermeni ilişkileri de bozulmaya
başlamıştır. Sömürgeci güçlerin özellikle din adamı kisvesinde Osmanlı
Devleti'ne gönderdiği kışkırtıcıların etkinlikleriyle Ermeniler, sosyal,
kültürel, ticarî, dinî ve siyasî açılardan Türk milletinden uzaklaştırılmaya
çalışılmıştır. Doğu Anadolu'da başlatılan ve İstanbul'a kadar yaygınlık gösteren
Ermeni ayaklanmalarında binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını yitirmiştir.
Osmanlı Devleti isyancı ve düşmanla iş birlikçi Ermenilerin ihanetleri
karşısında, ordunun güvenliği ile ikmal yollarının güvenliğini sağlamak amacı
ile 27Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân kararını almak zorunda kaldı. Bu karar
içeriğinde;
1. Ordunun muharip birliklerinde yer alan Ermeni askerlerini geri hizmet
birliklerine aktarmak,
2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı Güney Doğu Anadolu'ya ve o dönemde
imparatorluğun bir parçasını oluşturan Suriye'nin kuzeyine doğru kaydırmak,
önlemleri yer almakta idi.
Osmanlı Devleti'nin savaş koşullarında almak zorunda olduğu sevk ve iskân karan
ile uygulaması Ermeni iddialarında soy kırımı olarak tanımlanmakta ve tüm
dünyaya da kabul ettirilmek istenilmektedir.
Öncelikle soy kırımı suçunun ne olduğunun tanımlanmasında yarar bulunmaktadır.
Soy kırımı terimi, tanımı olan bir suça ilişkindir. Bu tanım İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 9 Aralık
1948 günlü kararıyla onaylanıp 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soy Kırımının
Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme" adlı uluslar arası bir
sözleşmeyle yapılmıştır. Türkiye de bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır.
Belirtilen sözleşmenin 2'nci maddesine göre; soy kırımı bir ulusal, etnik,
ırksal veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup
oldukları için ortadan kaldırmak amacıyla işlenmiş aşağıdaki eylemlerden
biridir:
a) Bir grubun üyelerini öldürmek,
b) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek,
c) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen
veya kısmen yok etme sonucunu vereceği önceden bilinen yaşam koşuttan altına
sokmak,
d) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak engellemeye yönelik önlemler
dayatmak,
e) Bir grubun çocuklarım başka gruplar içine zorla götürmek.
Osmanlı Devleti'nin sözü edilen sevk ve iskân uygulamasında; "Soy Kırımının
Önlenmesine ve Cezalandırılmasına ilişkin Sözleşmede" tanımlanan soy kırımının
unsurlarının bulunmadığı çok açıktır. Zira; soy kırımın asıl unsuru, yani sırf
Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etmeye yönelik kasıt unsuru yoktur.
Sevk ve iskân, o günkü şartlarda asi, saldırgan, bölücü ve düşmanla iş birliği
yapan, cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan
ordunun intikal ve ikmal yollarını kesmeye çalışan Ermenilere uygulanmıştır.
Sevk ve iskân kararının alınma nedenlerinden birisini de 15 Nisan 1915 tarihli
Van isyanı oluşturmaktadır. Hâlbuki sevk ve iskân karan Rumî takvime göre 14
Mayıs 1915, miladî takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde alınmıştır. Ermeniler
sevk ve iskâna tâbi tutuldukları için isyan etmemişlerdir, isyan ettikleri için
sevk ve iskâna tâbi tutulmuşlardır.
Bu çerçevede konunun özettikle canlı tanık beyanları ile daha açık ortaya
konulabilmesi için "1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları"
anlatılacaktır.
Sayfa 1
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Van, asırlar boyunca, Müslümanlarla Ermenilerin bir arada huzur içinde
yaşadıkları bir Doğu Anadolu şehridir. Yöre 638 yılında îslâm orduları
tarafından fethedilmiş, ancak esas hâkimiyetin IX.'uncu asrın son çeyreğinden
sonra Abbasiler tarafından temin edildiği bilinmektedir.1 Eyyûbîler,
Harzemşahlar, Selçuklular, Karakoyunlular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar,
Sefevîler ve tekrar Osmanlıların hâkimiyetine giren şehirde Ermeni nüfus,
Birinci Dünya Savaşı'na kadar varlığını hep sürdürmüştür. 1653 yılında Van'a
gelen Evliya Çelebi'ye göre, şehirde gayrimüslim tebaa olarak sadece Ermeniler
mevcuttur.2 Gerçekten, Van'da Rum, Yahudi vs. nüfusun yaşadığına dair bir
belgeye rastlanmamaktadır.
Ermenilerin en çok önem verdikleri üç merkezden biri, Van'da bulunan Ahtamara
(Akdamar) adaşıdır. Ondokuzuncu asrın neredeyse son çeyreğine kadar Ermeniler,
bazı ferdî çıkışların dışında, Osmanlı Devleti'ne sadık kaldılar. Ermeni Patriği
Nerses Varjabendanyan'm, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın galibi olarak
Yeşilköy'e kadar gelen Rus ordusunun başkomutanlık karargâhına gidip Grandük
Nikola'dan, Doğu'da Rusların himayesinde bir Ermeni devleti kurulmasını talep
etmesi bir dönüm noktası olmuştur.
Bağımsız bir Ermenistan kurma çabası, "93 Harbinden (1877-78) sonra ivme
kazanmıştır. Van vilâyeti, Osmanlı Devleti'nde Ermeni nüfusun en yoğun olarak
bulunduğu iki vilâyetten biriydi. Ermeni nüfusu yoğunluğu itibariyle birinci
sırada Bitlis, ikinci sırada Van geliyordu. 1914 yılında tamamlanan resmî nüfus
istatistiğine göre, Van'da yaşayan 179.380 Müslüman nüfusuna karşılık 67.792
Ermeni bulunuyordu.3 O zaman Hakkâri'nin Van'a bağlı sancak olduğu, bugün
Bitlis'e bağlı olan Adilcevaz kazasının da Van'a bağlı olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Söz konusu istatistiğe göre, Van'ın merkezinde Ermenilerin
Müslümanlara oranı üçte biridir.
Ermenilerin Van'da çıkardıkları ilk isyan 1895 yılındadır. Rus Generali
Mayewski'nin bildirdiğine göre, Ermeni komiteleri, Ermenileri ayaklanmaya teşvik
etmiş, hatta anarşi ve teröre karşı çıkan bazı Ermenileri şiddetle
cezalandırmışlardır. Bunların en tipik olanı 6 Ocak 1895'te kilisede ayin icra
etmeye giden papaz Boghos'un (Bogos) öldürülmesidir. 4 Van'daki olaylarda Van
Ermenilerinden çok, dışarıdan, özellikle Rusya'dan gelen Ermeniler ön ayak
olmuşlardır. General Mayewski, her vesileyle Ermenilerin 1895'teki Van
ayaklanmasındaki kayıplarından söz edildiğini söyler, ancak Müslümanların
kayıplarının dile getirilmemesiyle ilgili olarak şöyle der: "Maamafih, bu vukuat
esnasında Türklerin zayiatı (Hiç kimse hiçbir zaman hatırına bile
getirmemiştir.) büyük bir
yekûn teşkil ediyordu. Kıyam eden Ermeni ihtilâlcilerinin bombalarına karşı
Müslümanları himaye tarzında hiç $ kimse faaliyet gösteremedi".
ikinci Meşrutiyet'ten önce Sultan ikinci Abdülhamit'in yönetimini bahane ederek
her vesileyle sorun çıkaran Ermenileri, ikinci Meşrutiyet'in ilânı da tatmin
etmemiştir. Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Teğmen Bertram Dickson,
İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Sir Gerard Lowther'e gönderdiği 30 Eylül 1908
tarihli raporda, Ermeniler'in o günlerde Van'daki faaliyetleri hakkında
ayrıntılı bilgi verilmiştir. 6 Dickson'a göre, Van'da Ermenilerin Taşnaklar
(Daşnaglar) ve Armenistler olmak üzere iki partisi vardır. Taşnaklar aynı
zamanda Hınçaklarla sıkı ilişkiler içersindedirler. İkinci Meşrutiyet
sonrasındaki ilk milletvekili genel seçiminde Varhad Papazyan'ı Van'dan
milletvekili seçtiren de Taşnaklar'dır. Armenistlerin adayı Terzibaşıyan seçimi
kaybetmiştir. Taşnak, aslında bir siyasî partiden çok bir fedaî örgütüdür. Bu
örgütün Van'daki önderleri Aram, Varhad Papazyan, Sarkis ve İşhan'dır. Bunların
hepsi Vanlı olmayıp Rusya'dan gelme kimselerdir. İkinci Meşrutiyet'in ilânı ile
birlikte şu veya bu suçtan içeri atılmış bütün Ermeni fedailer serbest
bırakılmıştır. İngiliz konsolos yardımcısı Dickson raporunda ayrıca Ermenilerin
Van ve civarında gizlice silâhlandıklarını, bu silâhların Rusya'dan geldiğini,
Van'a birçok Ermeni fedainin doluştuğunu belirtir.
1978-1981 yılları arasında Van'da 1915'teki Ermeni isyanı ve Van'ın Ruslar
tarafından işgal edilmesine şahit olan yaşlı vatandaşlarımızla röportajlar
yapmış, o günlere ait anılarını kasetlerle kaydetmiştim. 1993 yılında Görenlerin
Gözüyle Van'da Ermeni Mezalimi adı altında yayınladığım kitap, söz konusu
dedelerin, ninelerin anlattıklarına dayanıyordu. Yaklaşık yirmi yıl önce
görüştüğümüz bu görgü tanıklarının hepsinin ses kayıtları şahsî arşivimde
korunmaktadır. Ermeni meselesi ile ilgili hatıralarını derlediğimiz yirmi
kişinin hepsi bugün itibariyle vefat etmiş bulunmaktadır. Bizim burada da
tanıklığına başvuracağımız bu insanlar, o gün olan biteni yakından görmüş,
olayları bizzat yaşamış kimselerdir. Hemen hepsi Van'ın tanınmış, ailelerinden
olan görgü tanıklarının bazı çocukları, torunları Van'da yaşamaktadır.
Görgü tanığı olarak dinlediğimiz kişiler şunlardır: Nafia Çabuker, Ahmet
Çinkılıç, Zahide Coşkun, İbrahim Sargın, İsmail Perihanoğlu, Şadiye Talay, Celâl
Sayfa 2
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Şener, Bekir Yörük, Akif Yurtbay, Hacı Ömer Selçuk, Hacı Şevket Çaldağ, Mehmet
Delibaş, Hamit Ekinci, Hamit Camuşçu, Cemâl Talay, İsmail Başıbüyük, Refik
Özkanlı, Müştak Boysan, Salih Taşçı ve Osman Gemicioğlu.
Ayrıca, Van'ı Tanıma ve Tanıtma Derneği tarafından 1963'te yayınlanan Zeve
isimli kitapçıkta hatıralarına yer verilen Hamza Dayı, Güllü Bacı, Esma Nine ve
Menveşe Bacı, Nafia Ana ve Kıymet Başıbüyük ile Yrd.Doç.Dr. Ergünöz Akçora'nın
görüştüğü7 Mehmet Reşit Efendinin de anlattıkları burada değerlendirilecektir.
Mülakatlarımı yaptığım sırada (1978-1981) bu şahıslar vefat ettiklerinden veya
kendilerine ulaşamadığım için, zaman zaman mukayese amacıyla onların Zeve ile
ilgili tanıklıklarından faydalandım.
Görgü tanıklarının anlattıklarını bazı başlıklar altında toplamak konunun daha
iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
1915 Öncesinde Van'da Ermenilerin Sosyal Statüsü ve Müslümanlarla Ermenilerin
İlişkileri
Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerle çok iyi komşuluk
münasebetlerinin olduğundan söz etmektedir. Köprüköylü Zahide Coşkun, "Bizim hem
köyün içinde, (o zaman Gollü köyünde oturuyormuş) hem de yakın komşu köylerde
Ermeni komşularımız vardı. Biz bu komşularımızla Müslümanlarla geçindiğimiz gibi
geçinirdik. Her şey iyiydi. Sonra birden dünya bozuldu. Ermeni komşularımız bize
ihanet ettiler."8 demektedir. Zeveli İbrahim Sargın, Ermenilerle Müslümanlar
arasında zaman zaman bazı kavgaların yaşandığını ancak bunların iki Müslüman
komşu arasında meydana gelebilecek türden anlaşmazlıklar olduğunu ifade
etmektedir. 9
Celâl Şener'e göre, "Ermeniler Van'da çok rahat bir hayat yaşıyorlardı. Bütün
ticaret, sanat onların elinde idi. Kunduracıdan tutun da terziye kadar hep
Ermeni idi. Çevrenin en zenginleri onlardı. Hatta, çocuklarını Avrupa'ya tahsil
yapmak için gönderiyorlardı. Avrupa'ya giden bu tığalar (Ermeni gençleri) orada
kandırıldılar".10 Bekir Yörük'ün anlattıkları da Celâl Şener'in söylediklerini
teyit etmektedir: "Van'da bin taneye yakın dükkân vardı. Bunların yüzde sekseni
Ermenilere aitti. Ticaret, kazanç, sanat onların elinde idi. Biz o eski
gâvurlarla iyi geçiniyorduk. Vakta ki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el
attılar, işte her şey o zaman bozuldu. Ermeni tıgalan (gençleri) bu komitelere
yazıldılar".11
ikinci Meşrutiyet sonrasında yapılan mahallî seçimlerde Vanlılar Bedros
Kapamacıyan'ı belediye başkanı seçmiştir. Bekir Yörük, Müslümanlar şehirde
çoğunluğu oluştururken bir Ermeni'nin belediye başkanı seçilmesini "Bizim
Müslümanlar da oyunu ona verdiler. O daha iyi becerir diye bizimkiler itimat
ettiler."12 şeklinde değerlendirir. Mehmet Delibaş'a göre, Kapamacıyan gerçekten
tarafsız bir belediye başkanlığı yapmıştır. Ermeni bir esnafa ceza kestiği için,
yani Ermenileri kayırmadığı için Van'daki Taşnak komitesi'nin reisi Aram Paşa
tarafından ismine karahaç basılmış ve baba belediye başkanı kendi oğlunca
öldürtülmüştür. Kapamacıyan'ın oğlu meyhaneye götürülmüş, iyice içki içirilmiş
daha sonra Reis faytonla şehirden geçerken oğlunun sıktığı beş kurşunla
ölmüştür. 13 ismail Başıböyük'ün beyanına göre, Kapamacıyan sadece çok zengin
bir Ermeni değil, aynı zamanda reis olmadan önce hiçbir Ermeniyi işsiz,
mesleksiz bırakmayan biridir.1^ Kapamacıyan'ın oğlu tarafından öldürüldüğü ile
ilgili olarak Mehmet Reşit Efendi, "Bunlar kendilerine hizmet etmeyen Ermenileri
de yaşatmıyorlardı. Meselâ, burada bir belediye başkanı vardı, ismi
yanılmıyorsam Kapatmayan olacak, bu onlara pek taraftar olmadığından onu oğluna
öldürdüler. "15 demektedir.
1915'te Van'da Ermenilerin elinde olan sadece sanat ve ticaret değildir. Van
Gölü'nde taşımacılık yapan irili ufaklı 400 gemi ve tekne de Ermenilere aittir.
Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarından Hacı Şevket Çaldağ, "Gemicilerin hemen
hemen hepsi Ermeni idi. Zâten Van'daki sanatkârların, tüccarların çoğu
Ermenilerdendi. Binde biri Müslüman çocuklarını yanına çırak almazdı."11^
demektedir. Görgü tanıklarından Mehmet Delibaş, Birinci Dünya Savaşı başladığı
zaman eski Van'da, Cengüloğlu Agop isminde bir Ermeni'nin yanında kunduracı
çırağı olarak çalıştığını belirttikten sonra, durumunun bir istisna olduğu ile
ilgili olarak şu sözleri ilave etmeden geçemiyor: "Ermeniler kolay kolay bizim
Müslümanlardan yanlarına çırak almıyorlardı. Ama nasıl olduysa, adam beni yanına
çırak olarak almıştı".17
Özellikle gemiciliğin tamamen Ermenilerin elinde olduğu bütün görgü tanıklarının
üzerinde birleştikleri bir gerçektir. Öyle ki, 1981 yılında kendisiyle görüşmeye
gittiğim Hacı Osman Gemicioğlu'nun soyadı beni şaşırtmıştı. Hem Van'ın yerlisi,
hem Müslüman, hem de soyadı Gemicioğlu olacak. Bu çelişen bir durumdu. Ben Hacı
Osman Efendiye "Bir yanlışlık olmasın, ya siz Van'ın yerlisi değilsiniz, ya
Karadeniz tarafından gelmesiniz veya soyadınızda bir karışıklık vardır." dedim.
Bunun üzerine Hacı Osman Gemicioğlu aslen Ermeni olduğunu, iskele köyünde
oturduklarını, ailesinin gemici olduğunu ve sonraki hikâyesini bana anlattı.
Sayfa 3
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Hem yazılı kaynaklar hem görgü tanıklarının anlattıklarına bakılırsa, Ermeniler
genellikle sahillerdeki, arazisi verimli köylerde, Kürtler ise daha çok dağ
köylerinde oturmaktadırlar. 1915'te Van Ermenilerinin okuma, yazma tahsil durumu
Van'daki Müslümanlara göre çok daha iyi durumdadır. Tehcir başlamadan önce,
Ermenilerin Van'da yayımlanan Van Kartalı ve Araratlı isimli iki tane gazetesi
vardır.18
İkinci Meşrutiyet'in İlânı ve Ermeniler
ingiltere'nin Van Konsolos Yardımcısı Dickson'un bildirdiğine göre, ikinci
Meşrutiyet'in ilânı ile beraber Ermeniler iyice kanun ve nizam tanımaz
olmuşlardır. Meşrutiyetin ilânında en büyük payı kendilerine çıkaran Ermenilerin
bütün mahkûm ve tutukluları da serbest bırakılmıştır. Dickson, Meşrutiyet
sonrasında esen hürriyet rüzgârlarını Ermeniler açısından "Türkiye Ermenileri
şimdiye dek eşi görülmemiş bir özgürlüğe sahip olacaklardır."19 şeklinde
değerlendirmektedir.
Görgü tanıklarından Celâl Şener, ikinci Meşrutiyet sonrası durumu "Savaş
başlamadan evvel Ermeniler çok keyfî yaşıyorlardı."20 şeklinde değerlendirirken,
bir Ermeni kunduracının yanında çırak olarak çalışan Mehmet Delibaş,
Meşrutiyetin ilânından itibaren olan gelişmeyi şöyle özetler:
"Bir sabah dükkânı açtığımda usta bana, 'Bir yere ayrılma ben bir yere
gideceğim.' dedi. Biraz sonra usta gitti. Dönüşünde bana 'Artık hürriyet oldu.
Hürriyet ilân edildi; onu kutlamaya gittik.' dedi. O günlerde herkesin ağzında
'Hürriyet, Adalet, Müsavat, Yaşasın Millet' sözleri dolaşıyordu. Hürriyeti bizim
Müslümanlarla Ermeniler beraber kutladılar. Şehirde davul zurnalar çalmaya
başladı. Ermeniler buna çok sevinmişlerdi. Onlar bizimkilerden çok fazla
neşeliydiler. Hürriyet olduktan sonra benim ustanın dükkânına yabancılar gelip
gitmeye başladı...
"Biz de hürriyet olunca her şey bitti zannediyorduk. Bizim hocalarla onların
keşişlerini kucaklaştırdılar. Demek ki, bizi aldatıyorlarmış"21 şeklinde ifade
etmektedir. Mehmet Reşit Efendi ise "îkinci Meşrutiyet zamanındaki hürriyet,
müsavat, adalet gibi şeyler onları daha da şımarttı"22 diyerek Şener ve
Delibaş'ı teyit ediyor.
îkinci Meşrutiyet'in getirdiği hürriyet ortamında bütün ayrılıkçı hareketlerin
daha serbestçe hareket ettikleri bir vakıadır. Başından beri ikinci
Abdülhamit'in devrilmesi ülkeye meşrutî bir yönetim getirilmesi hususunda Jön
Türklerle dirsek temasında olan Ermeni komitelerinin, hürriyetin ilânından kendi
adlarına yeteri kadar faydalanmaları kaçınılmazdı.
Van'ın Yerli Ermenilerinin İsyana Taraftar Olmaması
Vanlı görgü tanıklarından özellikle şehirde oturanların hepsi yerli Van
Ermenilerinin başlangıçta isyan etmek gibi bir niyetlerinin olmadığında, bu
insanların Rus Ermenileri ve onların öncülük ettiği komiteler tarafından iğfal
edildiklerinde hemfikirdirler. Konuyla ilgili olarak görgü tanıklarının
söylediklerine şöyle bir bakalım: "Ne zaman ki Van'da komiteler teşekkül etti,
işte o zaman Ermeniler başladılar azıtmaya. Aslında Van'ın yerlisi olan
Ermenilerin çoğu isyana taraftar değildi". (Celâl Şener)
"Van'daki, Hınçak, Taşnak komiteleri meseleye el attılar, îşte her şey o zaman
bozuldu. Ermeni tıgalan (gençleri) bu komitelere yazıldılar". (Bekir Yörük)24
"Biz Van'da Ermenilerle beraber yaşıyorduk. Önceleri aramızda herhangi bir
münaferet (karşılıklı düşmanlık) yoktu. Daha sonra Van'da komiteler peyda olmaya
başladı. Her gün Van'a Vanlı olmayan birçok Ermeni geliyordu. Bu yabancı
Ermeniler bizim yerli Ermenileri de devamlı isyan için kışkırtıyorlardı. Bu
yabancılar hep Rusya'dan gelirdi. Van'daki Komiteleri Aram Paşa diye bir gâvur
idare ediyordu". (Akif Yurtbay)
"Komiteler kışkırtmasaydı Van'ın yerli Ermenisi ses çıkarmıyordu. Bütün imkânlar
onların elindeydi". (Hacı Şevket Çaldağ)
Mehmet Delibaş, 1970'li yıllarda istanbul'da karşılaştığı aslen Vanlı,
Kapalıçarşı'da halıcılık yapan Karapit Nedeniyan isimli bir Ermeni
vatandaşımızın şöyle teessüf ettiğini nakleder: "Ah sebep olanlar ah, eviniz
yıkılsın. Güzel güzel yaşıyorduk. Müslümanların çekmediği sefayı biz sürüyorduk.
Bizim gençlerimizi kandırarak kendi emelleri uğruna çalıştırdılar. Şimdi her
birimiz dünyanın bir yerindeyiz".
Aynı şekilde Van'da çok saygın bir isim olan Şeyh Mehmet Reşit Efendi, Musul'da
karşılaştığı yine aslen Vanlı bir Ermeni esnafın kendisini kucaklayarak memleket
hasretinden söz ettiğini ve şöyle yakındığını anlatır: "Allah o Aram Paşaya
lanet etsin. Aram Paşa bizi devlet kuracağım diye kandırdı. Böylece bizi yaktı.
Biz Türklerden gördüğümüz insaniyeti hiç unutmayız. Onlar bize dünyamızı
kazandırmışken, bizlere şefkatle muamele etmişken, bunları tekmeledi. Onun için
Allah bize belâ verdi. Her tarafa dağıldık".
"Bir ara da Fransızcamı ilerletmek için Ermeni Merkez Mektebine devam ettim.
Orada Ermeni papaz ve öğretmenler bizim gözümüzün içine baka baka Ermeni
Sayfa 4
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gençlerine Müslümanlara karşı kin ve nefret tohumu aşılıyorlardı". (Hamit
Çavuşçu)
"Ne zaman ki Ermeni tıgalan (gençleri) komite kurdular, işte o zaman Ermeniler
bize karşı olan düşmanlıklarını açığa vurdular". (Refik Özkanlı)30
"Savaş başlamadan 20 yıl kadar önce de Ermeniler Van'da isyan çıkarmıştı. Fakat
savaş başlamadan önce genel olarak yüzümüze karşı iyi görünüyorlardı. Bu
söylediğim esnaf ve yerli Ermenilerin tavrı idi. Rusya'dan gelen, Avrupa'ya
gidip tahsil gören Ermeni gençleri ise Müslümanları alçaltıcı sözlerle küçük
düşürmeye çalışıyorlardı". (Müştak Boysan)31
"Yaşlı Ermeniler isyana taraftar değildi. Yalnız Avrupa'da tahsil gören tığalar
(gençler) onları zorla işin içine soktular". (Salih Taşçı)32
"Doğrusunu istersen Van'daki aklı başında Ermeniler isyana taraftar değildi.
Çünkü niye isyan etsin? Her şey Ermenilerin elinde idi; bütün servet
Ermenilerindi. Komiteler kurulunca esnafı zorla isyana teşvik ettiler. İştirak
etmeyene de hain gözüyle bakıyorlardı". (Osman Gemicioğlu)33
ingiliz Konsolosluğunun raporları da yukarıda alıntı yaptığımız görgü
tanıklarının anlattıklarını onaylamaktadır. Söz konusu raporlarda Ermeni
komitelerinin kendileriyle iş birliği yapmayan, onlara katılmayan Ermenilere
karşı şiddet uyguladığı da belirtilmektedir,3^
Ermenilerin Silâhlanması
Görüştüğümüz bütün görgü tanıkları, Ermenilerin büyük bir isyan için gizliden
gizliye silâhlandıklarını ifade etmektedirler. Van'daki en büyük silâh depoları
yine bir Ernıeninin ihbarı üzerine ortaya çıkarılmıştır. Anlatıldığına göre,
Davit isminde bir Ermeni genci, Vatan isminde bir Türk kızına âşık olmuştur.
Ancak Davit Taşnak komitesine mensuptur. Evlenmesi için Aram Paşadan (Aram
Manukyan) izin almak zorundadır. Ancak, Aram Paşa, bütün ısrarına rağmen,
Davit'e evlenme izni vermemiştir. Bunun üzerine Davit, Aram Paşaya karşı
gelmistir. Aram Paşa derhal Davit'in ismine kara haç basmıştır. Davit'i öldürme
emri, en yakın arkadaşı Dacat'a verilmiştir. Dacat, Davit'i kaçıp kaybolması
için uyarmıştır ama Davit, Müslüman olmakla yetinmemiş, bildiği kadarıyla
Ermenilerin depoladıkları bütün silâhların yerini ihbar etmiştir. Türk ordusuna
teğmen olarak kabul edilen Jerc Davit, Mehmet ismini almış ve "Muhbir Mehmet"
olaral lerd tanınmıştır. Bir gün Hamamönü mevkiinde Dacat'la karşılaşan Davit,
arkadaşının kendisini öldürmesine ihtimal ateş vermemiş ama Dacat tabancayla
Davit'i öldürmüştür.
Davit'in ihbarı üzerine başta Yedikilise köyü olmak üzere Ermenilerin meskûn
olduğu birçok mahalde, okul 8er ve kilisede çok sayıda silâh ve mühimmat ele
geçirilmiş- vazı tir. Van'daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Dickson, dahi 31 Mart
1909'da yazdığı bir raporda, Ermenilerin Van'daki silâhlanma faaliyetine dikkat
çekmektedir.
Bütün görgü tanıkları, Ermeniler'in Van'a silâhlan deve yükü ile gelen gazyağı
varillerinin içerisinde saklayarak soktuklarını ifade etmektedirler. Nitekim,
1915 Nisan'ında Van'da Ermeni ayaklanması başladığında Ermenilerin ne denli
silâhlandığı ortaya çıkmıştır. Van is sure yanında Ermenilere karşı Türk
ordusunda subay olara! mız' görev almış olan Venezuellalı Rafael de Nögalis,
yayınladığı Hilâl Altında Dört Yıl (İspanyolca aslı: Cuat nn a ro Anos bajo la
Media Luna) isimli hatıratında, Erme î nilerden yana, Müslümanlara karşı bir
tutum takındığ birir hâlde Ermenilerin korkunç düzeydeki silahlanmaların ler r
inkâr etmez. Kitabında birçok tutarsızlık bulunan Nöga- nın lis, Van'da 1915'te
büyük bir ayaklanma ve Müslümanlara karşı taarruz başlatan Ermenilerle ilgili
olarak "Ermenistan'ın halâsı ve mukaddes salibin galebesi için, evle nellı rinin
kararmış enkazları arasında son nefese kadar mü ra u cadele eden Ermenilerin
bize gösterdikleri müşkilât çok büyüktü. Fakat fena talih yüzünden din
kardeşlerimi! hine felâketi için sarfettiğim zamana lanet ediyorum."dediği
hâlde, Ermenilerin Müslümanlara karşı silâhça üstünlüğünü açıkça ifade eder.
Ancak, gözden kaçırılmaması gereken husus, Müslümanların ellerindeki silâhların
ise Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında bulunan bir vilâyetteki ayrılıkçı
Ermeni komitelerine ait olduğudur.
"Ermeniler, mavzer tabancaları ile iyi teslih edilmişlerdi
(silahlandırılmışlardı). Bu tabancalarla kısa mesafelerde iyi netice istihsal
ediyorlardı. Âdeta makinalı tüfek gibi, 4 ile 6 tabanca ekseriya aynı zamanda
aynı hedefe ateş ediyorlardı. Bundan başka bir nevi burgu icat etmişlerdi.
Bununla evlerin tuğla duvarlarını çabuk deliyorlar-dı. Ermenileri bir mevziden
attıktan sonra tabancaları diğer yerde birçok deliklerden görünmeye başlıyordu;
biz vaziyetin ne şekil aldığını anlayıncaya kadar bunlar ateş-leriyle ölüm
saçıyorlardı".
Nögalis, Ermenilerin uzun boylu bir isyana hazırlık dönemi yaşadıklarını ve
seksen hâkim noktada direniş mevzileri hazırladıklarını ifade etmektedir:
"Bağlar mahallesi (bugünkü Van'ın kurulduğu yer, H.Ç.) münferit ve etrafı tuğla
Sayfa 5
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
duvarlarla çevrilmiş sayfiyelerden ibarettir. Ermeniler bu sayfiyeleri maharetle
birbirine raptetmişler ve bu surette kuvvetli mevziler vücuda getirmişlerdir.
Topçularımıza mukavemet edebilecek bu tesisattan başka Ermeniler, Van'ın
etrafında 80 nokta-i istinat yapmışlardı; bunların ateşi etrafa hâkimdi".40
Nögalis'in burada sözünü ettiği Ermeni evlerinin birbirine bağlanması yer
üstünden değil, yer altından tüneller marifetiyle olmuştur. Görüştüğümüz görgü
tanıklarının büyük bir çoğunluğu bu tünellerden ve Ermenilerin bu yolla
haberleştiklerinden ve birbirlerine silâh ve insan takviyesi yaptıklarından söz
etmektedirler. Yine aynı tüneller vasıtasıyla Müslüman evlerine veya askerî
noktalara ulaşıp havaya uçurabiliyorlar. Nitekim, Nögalis'in günü gününe
naklettiği Van isyanında, 28 Nisan 1915 tarihinde Ermeniler Reşadiye
mahallesinin yarısını bu yolla havaya uçurmuştur. Adı geçenin bu olayla ilgili
olarak düştüğü not şöyledir: "Bugün Ermeniler bir lağım yardımıyla Reşadiye
mahallesinin yarısını berhava ettiler; bu mahallede Yüzbaşı Reşit Bey ve Bargiri
Kaymakamı Bağlar Mahallesinin büyük kısmına ateşleriyle hâkim bulunuyorlardı".41
Nögalis Ermenilerin sadece silâh depoladıklarından değil, onların bizzat imal
ettikleri toplardan söz etmektedir: "Mahsurların (Ermenilerin, H.Ç.) ellerindeki
top kendilerinin bizzat imal eyledikleri eski bomba toplan idi. Bu topları tuğla
evler içinde muhafaza ediyorlar; bunları evler arasından her tarafa, köşelere,
methallere ve barakalar arasından müdafaa edilebilecek sokaklara kolayca
gönderebiliyorlardı. Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok
miktarda filinta ve tüfek de vardı; bunları senelerce satın alarak depo
etmişlerdi. Erme-nilerde, bize çok zayiat verdiren, el bombası da mebzu-len
mevcut idi".42
Hemen bütün görgü tanıkları Ermenilerin ellerindeki üstün ve o zamana göre
modern silâhlarından, Müslümanların ellerinde, hükümetin dağıttıkları dahil,
basit martin tüfeklerinden dert yanmaktadırlar. Hatta, bunlardan Şeyhine
köyünden Hamza Dayı, Zeve köyünden Ermenilerle giriştikleri çatışma esnasında,
elindeki basit tüfeğin namlusunun birkaç atıştan sonra patladığını büyük bir
teessüfle anlatır. Bir yanda namlusu patlamasın diye soğan sürülerek soğutulan
basit tüfekler, öte yanda Rusya'dan getirtilmiş modern silâhlar...
Nögalis bütün Ermeni yanlısı tutumuna rağmen, "Ermeniler için her ev bir kale
hâlinde idi."demekten de kendini alamayacaktır. Ermeniler sadece birer kale
hâline getirdikleri evlerinden ateş açmıyorlar, kiliselerini de birer taarruz
yeri hâline getirmişlerdir. Bu kiliselerden biri gerek kullanım, gerekse mimarî
tarzı açısından Pavlos Kilisesi'dir. Ermeniler bu kilisenin kubbesinden
Müslümanlara ateş etmişlerdir.
Ermenilerin silâhlarının üstünlüğü karşısında onlara karşı duran aşiret
mensupları basit silâhlara ve çok sınırlı cephaneye sahiptirler. Nitekim
Nogales, bu durumu "Kürtler fişekten iktisat yapmak için daha ziyade esliha-i
cerihalarını (bıçak, süngü gibi) kullanıyorlardı."46 cümlesiyle ifade edecektir.
Vanlı Müslümanların Büyük Göçü
Vali Cevdet Beyin vilâyet çapında duyurduğu göç etme talimatı üzerine Vanlılar
henüz soğukların hâkim olduğu erken bir ilkbaharda yollara dökülmüşlerdir. Görgü tanıklarının ifadelerine göre, Müslümanlar her şeylerini bırakarak sadece, o
da sahip olanlar, binek hayvanlarını alıp batıya yönelmişlerdir. Bir kısmı, kara
yolu ile Tatvan üzerinden Bitlis'e, oradan Diyarbakır'a, Urfa'ya, Antep'e,
Halep'e, Adana'ya ve Konya'ya göçerken diğer bir kısmı Van-Tatvan arasına
Ermenilere ait olan gemilerle gitmeyi tercih etmiştir. Bunların önemli bir
bölümü Ermeni gemiciler tarafından özellikle Adilcevaz'da bekleyen Ermeni
fedailerine teslim edilmiştir. Çoğu kadın, yaşlı, çocuk ve yaralılardan oluşan
bu insanlar, Ermenilerce imha edilmişlerdir.
Van, serin bir iklime ve soğuk sulara sahip bir yerleşim yeri olduğu için,
özellikle güney illerine göçen insanlar buradaki hava ve suya alışamamış,
özellikle Diyarbakır'daki kolera salgınından çok insan hayatını kaybetmiştir.
Vanlıların savaş yıllarında yaktığı ünlü Ali Paşa türküsünün ilk dörtlüğü söz
konusu dramı bütün duygusallığı ile ortaya koymaktadır:
Arpa ektim biçemedim,
Bir düş gördüm seçemedim,
Alışmışam soğuk suya,
Issi sular içemedim.
Gerçekten de, Vanlı ektiği arpayı biçemeden ve gördüğü kâbuslu rüyayı yoramadan
yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Diyarbakır'da ve Adana'da Van'ın
buz gibi Kehriz ve Zernebat sularını bulmak, tabiî, mümkün olmamıştır.
Göç esnasında, yaşanan dramı, bir bütün olarak göç trajedisini görgü
tanıklarının hıçkırıklarla bölünen ifadelerinde bulmak mümkündür. Bütün bunlar
yetmiyormuş gibi, yolculuk esnasında zaman zaman karşılaşılan Ermeni saldırıları
ve gidilen yerlerdeki diğer işgaller, yurtlarından ayrılan Vanlıların
Sayfa 6
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
trajedisini tamamlayan diğer unsurlardı.
Çeşitli sebeplerden dolayı göçemeyenlerin büyük bir kısmı Ermenilerce
öldürülürken, özellikle kadınlar çok kötü muameleye maruz kalmışlardır. Görgü
tanıklarından Nafia Çabuker, Zahide Coşkun, Şadiye Talay, Esma Nine ve Süllü
Bacının anlattıkları tüyler ürperten türdendir. Timar mıntıkasındaki yedi köyün
halkı göçmek için Van'a gelmiş, ancak îskale ve Kalecik köylerindeki Ermeniler
tarafından çapraz ateşe tutulmuşlardır. Onlar da göl yoluyla gidebilecekleri
ümidiyle Zeve köyüne sığınmışlardır. Ne var ki, burada hem Van Ermenileri hem de Ruslara öncülük eden Rus
Ermenileri tarafından kuşatılmış ve yok edilmişlerdir. Görgü tanıklarından
Ermeni asıllı Hacı Osman Gemicioğlu, Zeve katliamı meydana geldiği sırada
iskelede oturduklarını ve katliamın ertesi günü bir grup çocukla Zeve'ye boş
kovan toplamaya gittiklerini ve gördükleri manzarayı anlatmışlardı.
Nögalis, Başkale yolunda artık Van'dan aynlan Vali Cevdet Beyden Van'da kalan
kadın, çocuk ve yaşlıların Ermenilerce katledildiğini öğrenmiştir.
Van, Ermenilerin eline geçince kalenin güneyinde kurulmuş olan tarihî şehir
baştan başa yakılmıştır. Rus işgali tamamlanınca Van'daki Ermeni komitelerinin
komutanı Aram Manukyan Van'a vali tayin edilmiştir.
Van'ı terk edip de hayatta kalmayı başarabilen Müslümanlar, 2 Nisan 1918'deki
kurtuluştan sonra yavaş yavaş yurtlarına dönmüşlerdir. Bir fikir vermesi
açısından göçen görgü tanıklarından bazılarının kaç kişilik aile efradıyla Van'ı
terk edip kaç kişiyle döndüklerine bakıyoruz. Meselâ, Cemâl Talay yirmi kişilik
nüfusu olan bir aile ile Van'ı terk ettiklerini, 1921'de Suruç'tan ayrılıp Van'a
geldiklerinde aileden sadece kendisi ve bir erkek kardeşi ile hayatta
kalabildiklerini söylemektedir.47 Mehmet Reşit Efendi, yirmi üç kişilik bir aile
ile Van'dan göç edip dönüşte üç kişi kaldıklarını beyan etmektedir.48 Refik
Özkanlı ise Van'ın kurtuluşundan sonra askere alındığını ve askerlik dönüşünde
"Allah'tan başka kimsem yoktu."49 demektedir.
Sevk ve İskân isyanın Nedeni mi?
Ermenilerin dünya çapında yaptıkları propaganda ve lobicilik faaliyetlerinde
genellikle şevke zorlandıkları için isyan ettikleri ifade edilmektedir. Nitekim,
Avusturyalı şair Franz Werfel 1931 yılında yayımladığı Musa Da-ğı'nın Kırk Günü
isimli romanını bu teze dayandırmıştı. Werfel'in kitabı kısa zamanda bütün batı
dillerine çevrilmiş ve Avrupa'da çok kötü bir Türk görüntüsünün oluşmasına sebep
olmuştur. Yıllar sonra Werfel'in dayandığı bilgilerin yanlışlığını, ne gariptir
ki, yine bir soydaşı ortaya koymuştur. Prof.Dr. Erich Feigl, Werfel'in dayandığı
ve çoğu Aram Andonyan'a ait belge ve bilgilerin yanlışlığını, sahte oluşunu
ortaya koymakla yetinmemiş, ingilizce ve Fransızca çevirilerde düşülen
çelişkileri örtbas etmek için yapılan tahrifatı da tespit etmiştir.
Feigl'e göre, "Ermeniler, Osmanlı Hükümetinin onların yerlerinin
değiştirilmesini emretmeden bir ay önce Van'da isyan çıkarmışlardı. Bu da şunu
gösterir ki, Van'daki bu isyan verilen emrin bir sonucu değildir; aksine, bu
emir isyan sonucunda verilmiştir".51
Georges de Maleville, Ermenilerin Van isyanını Sevk ve iskân Kanununun
çıkarılmasının tek değil, ilk nedeni olarak kabul etmektedir. 52
Gerçekten de Van isyanı 1915 Nisan başında başlamış ve bir ay sürmüştür.
Hâlbuki, Sevk ve iskân Kanunu 14 Mayıs 1331'de (27 Mayıs 1915) çıkmıştır.53
Van'da Ermenilere Soy Kırını Yapıldı mı?
Görgü tanıklarına Müslümanların Ermeniler'i öldürüp öldürmediğini sorduğumuzda
aldığımız bazı cevaplar ilginçtir. Özellikle köyde oturanlann hepsi, saldırmaya
gelen Ermenilere, barış simgesi olarak, köylülerce tuz-ekmek götürüldüğünü,
ancak Ermenilerin tuz-ekmeği götüren şahıslan katlettiğini söylemektedirler.
"Bizim vicdanımız bizi zulmetmekten meneder. Hele kendi hâlinde, zavallı
insanlara hiçbir Müslüman hakaret etmez. (Bekir Yörük)54
"Onlara haksızlık yapılıyor diye isyan etmediler, bağımsız bir devlet kuracağız
diye isyan ettiler. Hatta biz hicretten döndükten sonra dağlara kaçmış olan altı
yüz kadar Ermeniyi sapasağlam Rusya'ya gönderdik". (Mehmet Delibaş)55
Sonuç
Görgü tanıklarından edindiğimiz izlenime göre, Ermeniler hırslarına mağlup
olarak doğuda bağımsız bir devlet kurma emeline kapılmış ve bunun için terör
dahil her vasıtayı meşru görmüşlerdir. Silâhla saldırıya geçen Ermenilere
tuz-ekmekle karşılık verilmiş ama bu, onları durdurmaya yetmemiştir.
Osmanlıların Ermenilere soy kırım uygulamak gibi bir niyeti olsaydı, bunu Kanunî
Sultan Süleyman döneminde yapardı, insanlar düşmanlarını en güçlü oldukları
zaman imha ederler; en zayıf oldukları zaman değil. Bir yandan Galiçya'dan
Yemen'e kadar bir yığın cephede fiili savaş hâlinde olmak, öte yandan daha
birkaç yıl önce bakanlık verdiğiniz Ermenilere soy kırım uygulamak. Bu gerçek
olmadığı gibi, aklî ve mantıkî de değildir.
Tam savaşın ortasında bir de silâhlı Ermeni isyanı ile karşılaşan Jön Türk
Sayfa 7
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Hükümeti de, başka herhangi bir devletin yapacağını yapmış, Ermenilerin
yardımıyla ilerleyen Ruslar karşısında Müslüman nüfusunun bölgeyi terk
etmelerini emretmiştir. Ardından, Van bölgesi Ermenilerinin Doğu Anadolu'nun bu
önemli şehrini silâh kullanarak zaptetmesi ve işgalci Rus ordusuna teslim etmesi
karşısında, Anadolu'da yaşayan Ermeni nüfusunun sadakatma artık itimat
edilemeyeceği kanaatine varıp, Ermenilerin savaş bölgesinden uzak yerlere
nakledilmesini emretmiştir. 1915 yılında Van bölgesinde hüküm süren özel
koşullar altında, hiç kimse soy kırımdan bahsetmemelidir.
Bir soy kırımdan değil, bir mukateleden söz edilebilir. Geçmişten ders almak,
günü doğru inşa etmeyi ve geleceğe sağlam yürümeyi sağlar. Tarihteki acılan
deşmek, eğer barışa, dostluğa hizmet edecekse değer. Avrupa ve Amerika'daki
Ermeni toplumu bilmelidir ki, mevcut gayretiyle binbir dertle boğuşan fukara
Ermenistan'a iyilik değil, kötülük ediyorlar.
ERMENİ YANILGILARI
Giriş
Ermeniler, Kafkasya, İran ve Anadolu coğrafyasında dağınık hâlde yaşamış, M.S.
IV. yüzyılda Hristiyan-lığın Gregoryen mezhebini kabul etmiş ve siyasî olarak
Pers, Roma, Bizans, Arap, Selçuklu, Safevi, Osmanlı ve Rus İmparatorluğu
hakimiyeti altında, kültürel ve sosyal varlıklarını sürdürmüş bir toplumdur.
Yaşadıkları bu bölgelerde kültürel, sosyal ve iktisadî yönden ciddî bir varlık
göstermişler ve önemli fonksiyonlar icra etmişlerse de, siyasî yönden yukarıda
bahsettiğimiz imparatorlukların himayesinde, gölgesinde, idaresinde yaşadıkları
için, ayrı ve müstakil bir siyasî şahsiyet olma imkânı bulamamışlardır. Bunda
Ermenilerin zanaatkar, sanatkâr, tüccar, esnaf olmaları münasebetiyle, idaresi
altında bulundukları imparatorlukların tesis ettikleri barış ortamından
yararlanarak daha fazla ticaret yapmak, her tarafa dağılmalarının önemli bir
rolü olmuştur. Bu itibarla, Büyük Ermenistan- Küçük Ermenistan dedikleri bölgede
yaşayan diğer kavimler karşısında, siyasî birlik, siyasî güç ve kudret yani
"devlet" oluşturmaya yetecek nüfus potansiyeline, hiçbir zaman sahip
olamamışlardır. Bu durum Ermenilerde, oturdukları yerleri-toprakları
vatanlaştırma şuurunun olmadığını gösterir. Onlar mesleklerini icra etmek,
ticaret yapmak için başka kavimlerin kalabalık olduğu yerlere, şehirlere,
kasabalara bazen birkaç aile, bazen küçük bir grup ve bazen de bir mahalle
olarak yerleşmişlerdir. Bu şekilde dağınık yaşamaları onların hayat tarzı ve
zenginlik kaynağı olmuştur. Meselâ, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişliği ve
yönetiminin de hoşgörüsü Ermenilere bu imkânı fazlasıyla sunmuştur.
İstanbul'daki Ermeni nüfusu, Doğu Anadolu'daki birkaç vilâyetteki Ermeni
nüfusundan fazla idi. Ayrıca Bursa, İzmir, Konya, Ankara, Samsun, Trabzon gibi
vilâyetlerde Ermeni mahalleleri mevcuttu.
Kısaca, Ermenilerin hayat tarzı ve anlayışları, onların, siyasî varlık ve birlik
olmalarını engelleyen en önemli unsur olmuştur. Bilindiği üzere Balkanlardaki
Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar gibi gayrimüslim kavimlerin nüfusları, belli bir
bölgede yoğunlaştığı için, Osmanlı Devleti'ne isyan etmeleri ve ondan
ayrılmaları daha kolay olmuştur.
Ermeniler, hak iddia ettikleri Doğu Anadolu'da (vi-layât-ı sitte) nüfus oranının
ve nüfus yoğunluğunun azlığı yanında, kurmak istedikleri müstakbel Ermenis- j
tan'ın sınırlarını kesin olarak çizmekte güçlük çekiyorlardı. Zira, geçmişten
kalma tarihî ve siyasî kesin bir sınırları yoktu. Ermeniler, nüfusun yüzde
yüzüne yakınını teşkil ettikleri, beşerî ve kültürel sınırları belli bir
coğrafyaya sahip değildiler. Dolayısıyla, Doğu Anadolu'da ayrılıkçı bir isyanı
destekleyecek ve takviye edecek beşerî ve askerî bir güç de ellerinde
bulundurmuyorlardı. Osmanlı, Rus ve İran devletlerinin tebası oldukları için
siyasî birlikleri ve güçleri de söz konusu | değildi.
A- Ermeni Meselesi'nin Doğuşu ve Gelişimi
XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile Ermenileri arasında herhangi bir ciddî
problem yoktu. Ermeniler,! millet sisteminin bahşettiği muhtariyet çerçevesinde,
j kendi vagonlarında hayatlarını rahat bir şekilde sürdü-1 rüyorlardı. Yalnız bu
vagonu, diğer kavimlerin vagon-l larıyla birlikte, Osmanlı lokomotifi (Türkler)
çekiyor-1 du. Baş makinist (padişah), Osmanlı lokomotifine tak-1 tığı değişik
kavimlere ait vagonları, belli bir hızla belli) bir istikamete götürürken hiç
mesele çıkmamıştı.
XIX. yüzyıla gelindiğinde makinist ihtiyarladı, loko-l motif eskidi, yakacak
kömür-odun azaldı, yeterli su bu-l lunmaz oldu. Trenin hızı azaldı. Vagonlardaki
yolcuları huzursuz olmaya, makinistten-lokomotiften şikâyete! başladılar. İlk
önce Sırplar (1804) ardından Yunanlar,
Osmanlı katarlarından 1821'de ayrılarak Millî Yunan lokomotifine takılmış ve
farklı bir istikamette yol almaya başlamıştı. Hristiyan Avrupa'nın, Yunanistan
Devle-ti'nin kurulmasına yardım ettiği bilinen bir husustur.
1830'da Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, 1833 Hünkar iskelesi Antlaşması, 1839
Sayfa 8
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Tanzimat'ın ilanı, 1854 Kırım Savaşı ve Islahat Fermanı gibi olaylarla, Şark
Meselesi iyice alevlenmiş ve Avrupa'nın büyük devletleri (İngiltere, Fransa,
Rusya), dikkatlerini tamamen Osmanlı İmparatorluğuna (Hasta Adam) ve onun
mirasına çevirmişlerdi. Böyle bir ortamda Babıâli sadık millet olarak gördüğü
Ermenileri, devlet yönetiminde görevlendirmiş ve pek çok Ermeni bürokratını da
önemli mevkilere getirmişti. Böylece Osmanlı'nın itimadını kaybeden Rumların
yerini, bürokraside Osmanlı'nın güven duyduğu Ermeniler doldurmuştu. Bu durum,
XIX. yüzyılın ortalarında Türk-Ermeni münasebetlerinin iyi olduğunu ve ayrıca
Ermenilerin yabancı bir devletin himayesinde bulunmadığını göstermekteydi.
Türklerin Ermenilere bu derece güvenmesi ve idarenin her kademesinde onları
görevlendirmesi üzerine; o zamana kadar İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikan
kiliselerinin dinen ilgilendiği Ermeni cemaatine, bu sefer de İngiltere, Rusya
ve Fransa hükümetleri doğrudan doğruya (siyaseten) el attılar ve onlarla
yakından alakadar olmaya başladılar. Ermenilere olan bu ilginin bu şekilde
birden artması ve siyasileşmesi elbetteki hayra alamet değildi. Nitekim, XVIII.
yüzyıldan beri devam eden dinî alakaya, 1830'lardan sonra siyasî alakanın da
eklenmesi üzerine, Rusya, Ortodoks Ermenilere, Fransa, Katolik Ermenilere el
attı. Hindistan'ı fetheden ingiltere de; Şark Meselesi'nde Fransa'yı dengelemek
ve engellemek için Lübnan'da Dürzilerle, Rusya'yı dengelemek ve güneye inmesini
engellemek için de Anadolu'da Gregoryen Ermenilerle, siyaseten meşgul olmaya
başladı.
Osmanlı Ermenilerinin, yukarıda ifade ettiğimiz gibi birinci engeli,
Müslümanlara göre nüfuslarının oran ve yoğunluk itibariyle az olması ve bu az
nüfusun da imparatorluğun her köşesine dağılmış bulunması; ikincisi anayurt veya
anavatan şuurunun yokluğu ve azlığı sebebiyle hak iddia ettikleri Doğu
Anadolu'yu geçinmelerini sağlamak amacıyla terk etmeleri ve haklı olarak Osmanlı
topraklarının her köşesini vatan kabul etmeleri; üçüncü çıkmazları ise
İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından mezhebî ve siyasî açıdan Katolik,
Ortodoks, Protestan ve Gregoryen olarak dört kampa ayrılmaları, yani
parçalanmalarıdır. Bu üç büyük devlet her bir Ermeni grubuna büyük vaatler ve
umutlar vererek, onları Osmanlı'dan koparmışlardır. Ayrıca, Katolik Ermeniler,
Ortodoks Ermeniler, Protestan Ermeniler ve Gregoryen Ermeniler arasına da fesat,
rekabet ve düşmanlık sokarak, Ermenilerdeki mezhebî ve millî bütünlük ve
dayanışma ruhunu yıkmışlardır. 1819'dan itibaren ABD'nin, misyonerleri
vasıtasıyla Ermenilere el attığını ve onları himaye ederek umutlandırdığını da
unutmamak lazımdır.
Bu arada pek çok Ermeni genci bazen kendi imkanlarıyla, bazen kiliselerin
aracılığıyla, bazen de Avrupalı devletlerin desteğiyle Fransa, İngiltere,
İsviçre, Amerika, Rusya, Belçika gibi ülkelere giderek tahsil görmüşler ve
İstanbul'a dönmüşlerdir. İstanbul, sanki Ermeni kültürünün ve uyanışının merkezi
hâline gelmişti. Ermeni aydınları, Avrupa'da çeşitli fikir akımlarının,
özellikle romantizmin ve realizmin etkisinde kalarak, ilericiler
(Aydınlıkçılar-Eclaires) ve gericiler (Karanlıkçılar-Obscurantists) şeklinde iki
büyük gruba ayrılmışlardı. Ermeni toplumu da ikiye bölündü. İngiltere
ilericilerin yanında yer aldı. Her iki tarafın, İstanbul'da yaptıkları salon
toplantılarında, millî ve dinî meseleler tartışılıyordu. Bu toplantılarda,
zamanla. Ermenilerle ilgili meseleler, millî dava hâline getirilmişti. Bu ise
Ermenilerin politize edilmesi anlamına geliyordu.
Nitekim, Tanzimat döneminin getirdiği havadan da istifade ederek 1841, 1847 ve
1853 yıllarında, Ermeniler kendi cemaat işlerini yönetmek için Meclis (Konsey)
teşkil etmişlerdir. 1860'da Ermeni Milli Anayasası (Sahmanadrouthiun) ortaya
çıktı ve 18ö3'te Babıâli tarafından, Ermeni Millet Nizamnamesi adı altında kabul
edildi. Bu gelişmelerden ve Avrupa'nın desteğinden cesaret alan bazı Ermeniler,
gizliden gizliye Türk-Ermeni, Müslüman-Hristiyan düşmanlığını, okullar ve
toplantılar sayesinde Ermeni gençlere aşılıyorlardı. Ayrıca dinî ve millî
teşkilâtlarını artırarak Anadolu'da da faaliyete başladılar. Teşkilâtlanma
konusunda Katolik-lere Fransa, Ortodokslara Rusya ve Gregoryenlere de İngiltere
yardım ediyordu. Kısaca Ermenilerin Büyük Devletlere, Büyük Devletlerin de
Ermenilere ilgisi artarken/ her ikisinin Osmanlı Devletine karşı tavrı ise
dostane olmaktan çıkıyor, hatta hasmane olmaya kadar varıyordu. (1876) I.
Meşrutiyetin ilân edilmesiyle birlikte Türk-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi
bekleniyordu. Ancak, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlıların mağlup
olmasını fırsat sayan, Ermeni Patriği Nerses
Varjabedyan'ın, Rusya ile iş birliğine girmesi ve Ayaste-fanos Antlaşmasına,
Ermeniler lehine 16. maddeyi koydurması hem bardağı taşıran son damla -oldu hem
de Ermenilerin gerçek niyetlerini ortaya koydu. Niyetleri, Avrupa'nın yardımıyla
Doğu Anadolu'da bir Ermenistan Devleti kurmaktı. Bu Doğu Anadolu'dan Türklerin
atılması manasına geliyordu. Dolayısıyla Osmanlı Devletinin hoş görmesi
beklenemezdi. Ancak, Ermeni Meselesi artık dünya politikasının ve diplomasisinin
Sayfa 9
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gündemine girerek enternasyonalize edilmişti. Nitekim Berlin Antlaşması'nın 61.
maddesiyle Ermeniler lehine hüküm konulması, Türk-Ermeni ilişkilerini daha da
gerginleştirmişti. Osmanlılar haklı olarak Ermenilere şüphe ile bakmaya başladı.
Ermeniler, Berlin Antlaşmasının 61. maddesiyle teorik olarak elde ettikleri
reform isteklerini uygulamaya geçirmek ve hızlandırmak için, siyasî ve askerî
teşkilâtlanmaya başladılar ve bağlı oldukları meşru Osmanlı Devleti aleyhine,
Avrupa ile dirsek temasına geçtiler. Nitekim 1877'de Cenevre'de Marksist
eğilimli Hınçak (Çan) Cemiyeti ile 1890'da Tiflis'te ihtilalci Taşnak Cemiyeti
kuruldu. İki cemiyet arasında hem siyasî fikir ayrılığı hem de ciddî bir rekabet
mevcuttu. Bu onların zaafı olmuş, hiçbir zaman bir birlik ve bütünlük
oluşturamamışlardır.
Bu iki cemiyet taraftarları ve kiliseler, Ermeni cemaatini silâhlandırmaya
koyuldular. Avrupa silâh, mühimmat ve para yardımı yapıyordu. Nihayet 1891'den
itibaren isyan, şiddet, baskın, suikast metodunu benimseyerek harekete geçtiler.
Ancak Ermeniler, bu metotlarla Anadolu'da Ermenistan devleti kuramayacaklarını
biliyorlardı. O hâlde isyanla-şiddetle ne yapmak istiyorlardı?
Evvela, Müslümanları Doğu Anadolu'dan kaçırmak ve Ermeni nüfus oranını artırmak;
ikinci olarak Türkleri tahrik ederek, kızdırarak Ermenilere saldırmalarını ve
onları öldürmelerini sağlamak, sonra da Avrupa'ya dönerek "Bakın Türkler
Ermenileri katlediyorlar, Müslümanlar Hristiyanlara saldırıyorlar" diyerek
yaygara koparmak ve Avrupa'nın kendi lehlerine müdahalesini temin etmek; üçüncü
olarak Avrupalı devletlere, Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devleti kurdurmaktı.
Ermenilerin bu metotlarla da bir yerlere varmaları mümkün değildi. Çünkü
kendileri öz kuvvetleriyle devlet kurabileceklerine inanmıyorlardı. Ayrıca,
şiddetle, suikastlerle, baskınlarla, çetelerle belki Osmanlı
Devleti'ni rahatsız edebilirlerdi, fakat devlet kuramaz/ lardı. Bunu
göremediler, ingiltere'nin Ermenilere "kara kaşları ve kara gözleri için" devlet
kuruvermeye-ceğini anlayamadılar. Nitekim ingiltere, Fransa ve Rusya I. Dünya
Harbi esnasında (1914-1918) aralarında yaptıkları Osmanlı topraklarını paylaşma
projelerinde, Ermenistan devletine yer vermememişlerdi. Ermeniler bunun da
farkına varmadılar.
İngiltere ve Fransa, Millî Mücadele döneminde (1919-1922), Türklere karşı Ermeni
kozunu kullanmak için Sevr Antlaşmasıyla Doğu Anadolu'yu Ermenilere
ayırmışlardı. Böylece Ermeniler Fransız saflarında al< Adana-Maraş'ta Türklere
karşı savaşmışlar, İngilizlerin ku teşviki ile Doğu Anadolu'da Türklere yeniden
saldır- çil muşlardır. Buna rağmen 1921 Ankara Antlaşmasıyla, saı Fransızlar
Ermenileri kendi başlarına terk ettiler. 1923 da Lozan Antlaşmasında İngiltere
ve Fransa Ermenilerden ve Ermenistan'dan hiç söz etmemişlerdir. ,..
1918 yılında İngiltere, petrol bölgelerini işgal ettik- lof ten sonra,Ermeni
isteklerini gündemden çıkarmışlardır. Tu Başkan Wilson, 14 maddelik kendi
prensipleri çerçeve- ter sinde, Ermenilerle ilgilenmek ve onları Amerika'nırı
19i mandası altına alarak himaye etme arzusunu göster- kaı mistir. Zira Wilson,
Ermenileri savunmak ve himaye et- Ör mek için 200.000 kişilik bir Amerikan
ordusuna ve yıl- ler da 276.000 Amerikan dolarına ihtiyaç olduğunu görün- bili
ce "astarı yüzünden pahalıya mal olacak" diye Er suç menileri desteklemekten
vazgeçmiştir. Ermenileı ye ABD'nin de herhangi bir siyasi ve ekonomik çıkan ol
duı madan, kendileri lehine parmağını oynatmayacağın tün yine de göremediler.
B- Ermeni Meselesinin Yeniden Ortaya Çıkması
24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasıyla Türk devleti ve vatanı resmen teşekkül etmiş
ve meşruiyet kazar mıştı. Artık yeni devlet millî ve üniter bir yapıya sahi]
olmakla da, hem Osmanlı İmparatorluğumla şeklen bı ğını kesmiş hem de onun
meşgul olduğu meseleleri uğraşmak istememiştir. Bunlardan birisi de Ermeni Me
selesi idi. Türk hükümeti bu meselenin kapanmış oldu , ğuna inanıyor ve hiç
üzerinde durmuyordu. Atatür „ . döneminde, gerek Ermenistan gerekse diğer
ülkelerd , ki Ermeniler de meselenin küllenmiş ve tarihe havai edilmiş olduğunu
kabullenmeye razı olmuş gibi gözi küyorlardı.
Fakat II. Dünya Harbi'nden sonra iki kutuplu bnın dünya ortaya çıkmıştı.
Komünist-totaliter, kapitalist-liberal bloklar arasındaki rekabet soğuk savaş
dönemini getirmiş ve her iki taraf birbirine karşı, her fırsatı ve her unsuru
kullanıyorlardı. Türkiye'nin, Batı bloğunda yer alması ve NATO'ya girmesi Doğu
bloğunda huzursuzluk yaratmıştır.
Bu sebeple Sovyet Rusya, Türkiye'ye karşı Ermeni kozunu kullanmayı plânladı.
1965 yılında Erivan sokaklarında, Türkiye aleyhine gösteriler tertip ettirildi.
Moskova'nın, Türkiye'ye ve NATO'ya karşı, Ermenileri kullanma plânı hem
Ermenistan'ın, hem de Türkiye dışındaki Ermenilerin hoşuna gitti. Kısa zamanda
Türkiye aleyhine harekete geçtiler ve ASALA terör örgütünü kurdular.
Erivan-Beyrut hattı arasında, her türlü kaçakçılığı yapan diğer bir şebeke,
ASALA'ya para desteği sağlıyordu. Sovyet dünyasında, anti-Türk bir propaganda
başlatıldı.
Sayfa 10
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Ermeniler, seslerini ve isteklerini duyurabilmek ve dünya kamuoyunu etkilemek
için 1973'te Los Ange-los'ta, Türk konsolosunu öldürerek, Türkiye'ye ve Türklere
karşı terör hareketi başlattılar. Bu terör Türk temsilciliklerine, Türk
kuruluşlarına ve mallarına karşı 1984'e kadar durmadan devam etti. Avrupa ve
Amerikan kamuoyu, Ermeni terörüne karşı sessiz kalıyordu. Ortadoğu'da
Kafkasya'da hesabı olan devletler Ermenileri gerektiğinde kullanmak ve kendi
yanlarına çekebilmek için, onlara sempati ile bakıyorlar, Türkleri ise suçlu
buluyorlardı. Ne zamanki Ermeni terörü, Avrupa ve Amerika'ya zarar vermeye
başladı, o vakit ASALA'ya dur emri verdiler ve Türkiye'ye karşı PKK Terör
örgütünü devreye soktular.
Batılı güçlerin, Türkiye üzerinde Ermeni kozunu kullanmalarının veya kullanmaya
hazır gibi görünmelerinin sebebi, hiç şüphesiz kendi ekonomik ve siyasî
çıkarlarıdır. Ancak Ermenilerin veya Ermenistan'ın, Türkiye'den Doğu Anadolu'yu
istemeleri, batının aklına ve mantığına uygun gelmemektedir. Zira, 1890-1915
yılları arasında, tüm Osmanlı Devleti'nde 1893 nüfus sayımında 1.101.413, 1914
nüfus istatistiklerinde ise 1.101.119 Ermeni varlığına, Avrupa'nın müdahalesine,
desteğine ve Osmanlı Devleti'nin zayıflığına rağmen Doğu Anadolu'nun Türk
hâkimiyetinde kaldığı bilinmektedir. Günümüzde ise Doğu Anadolu'yu Ermenilerin
almasını veya Ermenistan'a ilhakını, hayal bile etmenin imkânsız olduğu
görülmüştür. Bunun üzerine, Ermenistan Dağlık Karabağ'a yönlendirilmiş ve
orasının işgal ve ilhakına yeşil ışık yakılmıştır.
Doğu Anadolu'da Ermeni kozunun işe yaramadığı ve yaramayacağı görüldükten sonra,
PKK terör örgütü vasıtasıyla Kürtler devreye sokulmuştur.
ASALA ve PKK arasında ciddî bir ittifak sağlanmış, hatta Yunanistan da bu
ittifaka gönüllüce dahil edilmiştir. Öngörülen plâna göre, PKK kullanılarak,
önce Doğu Anadolu'nun Türkiye'den koparılacağı, daha sonra Van ve Van Gölü'nün
kuzeyinde kalan Erzurum-Kars-Iğdır-Ardahan illerinin Ermenilere, Van-Muş-Bingöl
hattının güneyinin Kürtlere verileceği vaat edilmiştir.
ASALA ve PKK terör örgütleri bu plânın cazibesi ve hayali ile avunmakta veya
avutulmaktadır. Halbuki Batılı emperyalist güçlerin asıl hedefi Güney
Kafkasya-Bakû, Hazar ötesi, Musul-Kerkük ve Basra Körfezi petrol ve doğalgaz
yataklarını kontrol altında bulundurmaktır ve bu hedefe varabilmek için de
ASALA'yı, PKK'yı, Barzani'yi, Talabani'yi kullanmaktadırlar.
Sonuç
Şu anda görünen o ki, bazı Ermeniler geçmişten ders almamaktadırlar. Geçmişte bu
metotlarla bir yere varamadıkları gibi, günümüzde varmaları da mümkün değildir.
Kendi öz kuvvetleriyle bunu başaramayacaklarına göre, asılsız soy kırım
iddialarıyla, terörle ve üçüncü ülkelerin kongre kararlarıyla hiç başaramazlar.
Belki geçmişte Osmanlı Devleti'ni rahatsız ettikleri gibi, bugün de Türkiye'yi
rahatsız edebilirler. Ama asla başarılı olamazlar.
TARİHÎ BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU
GİRİŞ
Daha önce Roma ve Bizans topraklarında ve onların hâkimiyeti altında yaşayan
Ermeniler, Türklerin Anadolu'da hegemon güç olmasıyla birlikte, Selçuklu ve
Osmanlı toprakları üzerinde ve onların hâkimiyeti altında varlıklarını devam
ettirmişlerdir. Hatta Müslüman Türklerin Anadolu'yu fethinde Türklere yardımcı
olmuşlardır. Bu dönemde Türklerle Ermeniler iç içe, yan yana ve birlikte, dostça
yaşamışlardır. Ermeniler, Türk kültüründen etkilenmişler ve kendi istekleriyle
Türkçe konuşmaya başlamışlardır.
Bizans hâkimiyeti altında Ermeniler büyük zorluklar çekmişlerdir. Gerçekte
Bizanslılar, Gregoryen olan Ermenilere karşı mezhepleri yüzünden antipati
beslemekteydiler. Ancak düşmanlıklarının kaynağında Ermenilerin kendilerine
karşı olan ihanetleri vardı. Bu yüzden Bizanslılar, uzunca bir süre Ermenilere
kin ve nefretle bakmışlar ve onlar aleyhinde olmuşlardır. Bu durum Ermenilerin
Selçuklu hâkimiyetine girmelerine kadar sürmüştür. Burada şu iddia edilebilir
ki, eğer Ermeniler Selçuklu hâkimiyetine girmemiş olsalardı dinlerini ve
kültürlerini koruyamamış, doğal olarak da bugünlere gelememiş olacaklardı. Zira
(IV. yüzyılda) Bizans döneminde Ermenilerin ana dili yasak edilmiş, ruhanî
reislerinin millet üzerindeki hakları tanınmamış özellikle de 452 Chalcedoine
(Kadıköy) meclisi toplantısından sonra Bizanslılar, Ermenilerin inançlarındaki
aykırılıkları sökmek, kilisenin etkilerini, milliyet hislerini ortadan kaldırmak
için onları sürgün etmiş ve Bizans'ın daimi politikası olarak Ermenileri daima
bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır.
Türk-Islam felsefesinin Gayrimüslimlere yaklaşımı hoşgörü çerçevesinde
gerçekleşmiştir. Türkler, fethettikleri bölgelerdeki Gayrimüslim halk ile
onların hak ve hukukunu güvence altına alan zimmet adı verilen bir anlaşma
yapmış ve bu halka da zınımî adını vermiştir.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle istanbul'un fethi sonucu
Bizans'ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiçbir döneminde
Sayfa 11
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerlerindeki dinî, siyasî, toplumsal,! ekonomik ve kültürel
her türlü baskı kalkmış, böylece| barış, güven, huzur ve refah dönemi
başlamıştır.
Osmanlı Devleti Türk kökenli, tslamî yapıya sahipl ve çok uluslu bir devletti.
Bu çok uluslu yapı içerisinde l Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardı.
Nitekim, ilki Osmanlı padişahı Osman Bey, Ermenilerin Bizans'ın! zulmünden
korunmaları için Anadolu'da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş
ve Batı Anado-l lu'daki ilk Ermeni dinî merkezi Kütahya'da kurulmuş-l tur.
Bursa'nın alınarak başkent yapılması üzerine bu di-| nî merkez Kütahya'dan
Bursa'ya taşınmış, daha som Fatih Sultan Mehmet'in istanbul'u fethiyle
Bursa'dakil Ermeni dinî lideri Hovakim I46l'de istanbul'a getiril-l mis,
Fatih'in fermam ile de istanbul'da bir Ermeni Pat-| rikhanesi kurulmuştur. Bu
gelişmeden hemen sonr; Iran, Kafkasya, Balkanlar, Kırım, Doğu ve Orta Anadc
lu'dan İstanbul'a Ermeni göçleri başlamıştır. Böylec Osmanlı imparatorluğu,
Ermeniler için bir çekim mer| kezi hâline gelmiştir.
Osmanlı yönetiminin Ermenilere karşı bu tutumul Ermeni toplumu ve kilisesinin
yaşamasına ve gelişmesi! ne önemli katkıda bulunmuştur. Hatta denilebilir kil
Osmanlı Devleti'nin ve -kilisesi de dahil olmak üzere! Ermeni toplumunun
gelişmesi paralel bir şekilde oll muştur. Osmanlı imparatorluğu Gregoryen
Ermenileri "millet" adı altında örgütlemiş ve onları kendi dinî lideri lerinin
yönetimine bırakmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Ermeni Patrikhanesini kuran
fermanında, Patriğin, impa ratorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî hen
de cismanî lideri olduğunu hükme bağlamıştır.
Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürüj tebilmeleri için gerekli
malî olanaklara kavuşabilmek bakımından vakıf kurma imkanı da tanınmış, hatta
ket} di malî güçlerinin yetmemesi hâlinde Osmanlı yönetin yardımda bulunmuş,
Patrikhanenin eksiklerini tamar lamış, Ermeni kurumlarına malî destek
sağlamıştır.
Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla
gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim
biçimini de benimseyerek kısa süre içerisinde Osmanlı yönetiminin güvenini
kazanmıştır. Bu güven sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de
önemli yerlere gelmişlerdir.
Osmanlı tarihi, Ermenilerden 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11
başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim üyesi, ve 41 yüksek rütbeli memur
kaydetmektedir. Ermenilerin yapmış olduğu bakanlıklar arasında Dışişleri,
Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlıkları gibi son derece önemli ve kilit mevkiler
olmuştur. Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, imparatorluğun bütün
unsurlarıyla XIX. yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içerisinde yaşamışlar,
Osmanlı yönetimiyle ilgili herhangi bir sorunla karşılaşmamışlardır.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni sorunundan bahsedilmeye
başlanır. Ermeni sorununa başlangıç arayanlar bunu, 1856 Islahat Fermanı ya da
1877 -1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve bunu izleyen Ayastefanos Antlaşması ve Berlin
Konferansı'na taşırlar. Aslında bu yaklaşımlar yanlış değildir. Ancak, meselenin
1856'ya veya 1877 - 1878'e taşınmasının alt yapısını incelemeden, buna neden
olan faktörleri açıklamadan doğrudan Islahat Fermanına veya Berlin Konferansına
bağlamak meseleyi oldukça kısır bırakır.
Ermeni sorununun ortaya çıkışında dünya siyasasın-daki gelişmelerin önemli
etkisi ve katkısı olmuştur. Bunlardan birisi, Sanayi Devnmfnin çok tabî paraleli
olan sömürgeciliktir. Bir diğer olay hemen bütün dünyayı etkisi altına alan
Fransız ihtilâli ve paralelinde gelişen milliyetçilik olgusudur. Ermeniler,
Osmanlı imparatorluğu içindeki azınlıkların birer birer isyan ettiklerini,
bunların muhtariyet ve/veya bağımsızlıklarını elde ettiklerini görmüşlerdir. Bu
olaylar neticesinde kendilerinin de böyle bir harekete girişebilecekleri
düşüncesi ortaya çıkmıştır.
Etkenlerden biri de dinî ideoloji bağlamında çıkmıştır. Osmanlı toplumu
içerisinde ilk başta sadece mezhep olarak Gregoryen Ermenileri mevcut iken
Fransa'nın çalışmaları sonucu Katolik bir Ermeni topluluğu ve akabinde Ermeni
Katolik Kilisesi, ingiliz ve Amerikalı misyonerlerin çalışmaları ve ingiliz
Hükümetinin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi ortaya çıkmıştır, Türkiye'de
Ermeni meselesi üzerine yazılmış kaynak ve ayrıcalık niteliğindeki kitaplar
incelendiğinde hemen hepsi soru-•efaha kavuş nün ortaya çıkışındaki baş aktörü
Rusya olarak gösterir. lAncak Rusya, Ermeni ayaklanmalarındaki etkilerden sadece
biridir. Rusya'nın yanı sıra Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapan
Fransa'nın; Ermeniler üzerinde Protestanlığı çıkarları için yerleştirmeye
çalışan ingiltere'nin; ABD ve Almanya gibi devletlerin doğrudan veya dolaylı
olarak mesele üzerinde göz ardı edilmeyecek kadar önemli etkileri olmuştur. Bu
devletler 1840 tarihinden sonra çıkan olaylardan faydalanarak mezheplerinden
Sayfa 12
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
olanları himaye etmek amacıyla Osmanlı İmparatorluğundaki nüfuzlarını
kuvvetlendirmeye başlamışlardır.
SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Rusya ve ABD'ye karşılık Avrupalıların Ermenilerle ilgilenmeleri genelden özele
doğru bir seyir gösterir. Buna bağlı olarak gelişen Ermeni meselesi de bu
toplumun değil, Osmanlı topraklarında menfaatleri çatışan iki büyük devletin,
ingiltere ve Rusya'nın davası olarak politik bir hüviyetle ortaya çıkarılmıştır.
Ayastefanos Antlaşması ile Kafkasya'ya hâkim olan Rusya, Doğu Anadolu ve
Balkanlarda da etkili olmuştur. Bu durum geleneksel ingiliz politikasına ters
düşmüştür. Çünkü Rus nüfuzunun bu şekilde yayılması sadece ingiltere'nin
Hindistan'la olan bağlantısını tehditle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'daki
gücünü de zayıflatabilecekti. Bu bakımdan ingiltere, hemen konuyla ilgilenmeye
başlamıştır.
ingiltere, Rusya'nın sıcak denizlere inmesine engel olmak için uzun süreden beri
bu devlete karşı Osmanlı Devleti'ni desteklemiştir, ingiltere, bu desteğini
sürdürürken de Osmanlı memleketlerinde Protestan misyonerlerin faaliyetlerini
yönlendirmiştir. Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında bu faaliyetlerin rolü
büyük olmuştur. Rusya'nın, Doğu Anadolu'da Kars, Ardahan gibi çok önemli
stratejik noktaları ele geçirmesi, ingiltere'nin doğu ticareti bakımından hayati
önem taşıyan yolların güvenliğini tehlikeye düşürmekteydi. Dahası, ingiltere,
Rusya'nın Balkanlarda gerçekleştirdiği bölünmeyi, 16. madde ile Anadolu'da
yapmasından da çekinmekteydi. Ermeniler aslında 16. maddeyle önemli bir yol kat
etmişlerdi. Bu maddeyle "Ermenistan" denilen bir memleketin varlığı ve
idaresinin ıslahata muhtaç olduğu, Ermeni Milleti'nin Kürtler ve Çerkezler
tarafından tehdit edildiği gibi hususlar, Babıâli'ye resmen kabul ettirilmiş
oluyordu. Rusya'ya karşı buralarda yapılması taahhüt edilen ıslahatlara hemen
başlanacak ve bu ıslahatlar tamamlanıncaya kadar Rus işgali devam edecekti.
Diğer bir ifadeyle Rusların Doğu Anadolu'yu boşaltmaları ıslahatların
uygulanışına bağlı kalıyordu. Elbette ki, Ruslar bu işgali sürdürebilmek için,
ıslahatların tamamlanmadığını ileri süreceklerdi. Zaten 16.
maddeyi takip eden maddeler, Rusların amacını ortaya koyuyordu. Antlaşma'nın 19maddesine göre Ruslar, savaş tazminatının bir kısmına karşılık olmak üzere,
Kars, Ardahan, Batum şehirleriyle Bayezid ve Eleşkirt vadisine yerleşecekti.
Böylece, bir taraftan bütün Ortadoğu'ya hâkim, önemli bir köprü başını ele
geçirirken diğer yandan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş oluyordu.
Ancak, ingiltere'nin bunu kabullenmesi imkansızdı. Nitekim Ayastefanos
Antlaşması şartlarını üç gün sonra öğrenebilen İngiliz Elçisi La-yard, ortaya
çıkan bu durumu hükümetine bildirirken, Rusların Doğu Anadolu'da önemli
stratejik noktaları ele geçirdiklerini, İngiliz ticareti için hayati önemde olan
bu ticaret yollarının, Dicle ve Fırat vadisine inmeye çalışan Rusya gibi rakip
bir devletin kontrolü ve dolayısıyla tehdidi altına girmiş olduğunu, Ermenilerle
ilgili 16. maddenin Balkanlardaki bölünmeyi Anadolu'da da gerçekleştirmek için
atılmış ilk adım saymak gerektiğini yazıyordu. Ayastefanos Antlaşmasındaki
Ermenilerle ilgili maddeler İngiliz kamu oyunda tepkilere yol açmış ve millî
hislerini tahrik etmiştir. Savaş esnasında Osmanlı İmparatorluğu'nu Rusya
karşısında kaderiyle baş başa bırakan İngiliz Hükümeti, kendi menfaati söz
konusu olunca derhal harekete geçmiştir. Daha Ayastefanos görüşmeleri sırasında
donanmasını İstanbul önlerine kadar getirmiş olan İngiltere, yapılan son
antlaşmanın 1856 Paris muahedesi hükümlerini ihlâl anlamı taşıdığım ileri
sürerek, acilen yeni bir konferansın toplanması gerektiğini ve antlaşma
şartlarının burada yeniden gözden geçirilmesinin zorunlu olduğunu teklif
etmiştir.
Durum böyle olunca İngiltere, Balkanlarda ve Akdeniz'deki dengenin bozulduğunu
ileri sürerek Ayastefanos Antlaşması yerine öteki Avrupa devletlerinin de
katılmasıyla yeni bir antlaşma yapması isteğini Rusya'ya kabul ettirmiştir.
Böylece yeni antlaşmanın Berlin'de yapılması kararlaştırılmıştır.
Osmanlı Devleti, Berlin'de İngiltere'nin kendisine destekte ve yardımda
bulunacağını umuyordu. İngiltere Babıâli'nin içinde bulunduğu kötü şartlan çok
iyi değerlendirmişti. Bunun için Berlin'deki konferansta tehdit yoluna
başvurarak, Babıâli'den Kıbrıs'ı geçici de olsa almayı başarmıştır. Nitekim 4
Haziran 1878'de imzalanan ve 15 Temmuz 1878'de de II. Abdülhamit tarafından
tasdik edilen antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu'daki Ermeniler için
İngiltere ile birlikte kararlaştıracağı bir ıslahat yapacaktı. İngiltere'de Doğu
Anadolu'da bulunan Rus tehdidini önlemek için bu tehlike kalkıncaya kadar Kıbrıs
adasına yerleşecekti. Böylece İngiltere, Hindistan'a en kısa yolun güvenliğini
sağlamış olmaktaydı.
Görüldüğü gibi Ermeni ıslahatı konusunda İngiltere, Ermenileri değil kendi
menfaatlerini korumak için harekete geçmiş ve Kıbrıs Antlaşması'nı imzalayarak
Kıbrıs'a yerleşmiştir. Gerçekten de Doğu Anadolu Bölgesi ve Trabzon Erzurum
Sayfa 13
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Doğu Bayezid güzergahı -Karadeniz'i İran'a ulaştıran ticaret yolu- İngiltere
için büyük ehemmiyet taşımaktaydı. 1840'lardan itibaren Manches-ter'e yerleşmiş
olan Ermeni tüccarlar, Britanya adalarında imâl edilen pamuklu kumaşları
yukarıda belirtilen yol üzerinden İran ve Türkistan'a pazarlıyorlardı. 1870'li
yıllardan itibaren İngiltere'de artmaya başlayan pamuklu mamul stokları
İngiltere için büyük bir iktisadi kriz yaratma eğilimi göstermekteydi. Bu
stoklar erimez ve yeni imalât için de pazar bulunmazsa birçok fabrikanın
kapanması, iflasların birbirini takip etmesi ve İngiltere'de büyük bir işsiz
kitlenin ortaya çıkarak devletin başına bela olması kaçınılmazdı. Karadeniz, İran güzergahı stokların nakliyesi için- tek yoldu. İngilizler, sevkıyatı
hızlandırmak gayesi ile Doğu Anadolu'da Er-| meni tüccarlarına sermaye ve kredi
yardımında bulun muşlar, bunun çok faydasını görmüşlerdi. İşte bu yüz den
İngiltere Ayastefanos Antlaşması'mn, söz konusı yolu Rusların kontrolüne sokan
19. ve 20. maddelerim itiraz etmiş ve Berlin Konferansı'ndaki 61. maddeyle bı
yerlerin tekrar Osmanlı Devleti'ne geçmesini sağlamıştır.
Ayrıca yine Ayastefanos Antlaşması'mn Ermenileri i gilendiren 16. maddesi az da
olsa değiştirilerek Berli: Konferansı'nda 6l. madde olarak yer almıştır,
Değiştirilen bu maddeyle Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu'da ı; lahat yapacak,
asayişi sağlayacak ve bu konularda aldı ğı tedbirlerin icrasına ara sıra ilgili
devletler de neza edecekti.
Ermeniler, Berlin Konferansı ile siyasî açıdan büyü] yararlar elde etmiş ve
ileride belirleyecekleri stratejil rinde dikkate alacakları bazı dersler
almışlardır. B şeyden önce, 6l. madde ile "Ermeni Meselesi" milletli rarası
siyasî sistemin gündemine giriyordu. İkim önemli nokta ise bu dönemde Ermeniler
emellerine İ: giltere'nin desteği olmaksızın ulaşamayacaklarını ani; mış
oldular.
Aslında, İngiltere'nin Ermeni Meselesi'ni benim meşinde önemli maddî çıkarları
bulunuyordu. Bura İngiltere inisiyatifi eline alarak, Doğu Anadolu'nun R ya
tarafından "Balkanlaştırılmasına" ve bu anatominij Ortadoğu'daki nüfusuna sekte
vurmasına engel ola lirdi. Başka bir deyişle Londra, Babıâli'nin tek başına Rus
tasavvurlarına karşı duramayacağını, fakat kendi himayesindeki bir Ermeni
devletçiğinin, Petersburg'un saldırganlığına karşı daha sağlam bir set
oluşturabileceğini düşünmeye başlamıştı. Ancak, Londra'ya göre, Rusya'nın Ermeni
Meselesi'nden tamamıyla soyutlanması da doğru değildi. Yakın Doğu'da kayaya
çarptığını fark eden Rus sömürgeciliği, gözlerini Uzak Doğu'da yayılma imkanları
aramaya çevirirse, o zaman İngiltere'nin Çin üzerindeki nüfuz tekeli tehlikeye
düşebilirdi. tşte bu yüzden Ermeni ıslahatı bahanesiyle Rusya'yı Osmanlı
ülkesiyle meşgul etmek ve dikkatini Doğu Anadolu'da tutmak, İngiltere'nin söz
konusu dönemdeki (1890'lı yıllar) siyaseti olmuştu. Nasıl olsa ıslahat konusunun
tartışılacağı uluslar arası platformlarda diplomasi uzmanı bir İngiltere için
Rusya'yı dizginlemek çok zor olmayacaktı. Yeter ki, Bâbıâlî yalnız başına Rusya
ile karşı karşıya bırakılmasın.
Ancak, Rusya, İngiltere'nin bu tuzağını fark etmekte gecikmedi. Petersburg'un
amacı başarılı bir savaşın meyvelerini toplayarak, Doğu Anadolu'nun ilhakını bir
oldu bitliye getirmekti. Yetkili bir ağızdan Rusya, "Er-menisiz bir Ermenistan"
istiyordu. Fakat, Berlin bunun gerçekleşemeyeceğini de hatırlatmıştı. Aynı
zamanda "Ermeni Islahatı" Rusya için tehlikeli gelişmeleri de beraberinde
getirebilirdi. Şöyle ki, Ermenilere verilecek bir muhtariyet, Rusya'nın kendi
uyruğundaki Ermenilere de benzeri emeller beslemeleri için ilham verebilirdi.
Hatta Kafkas Ermenileri Anadolu Ermenileriyle işbirliği imkanı arayabilirlerdi.
Ayrıca Rusya, Balkanlarda büyük ümitlerle yarattığı Bulgaristan meydana çıkınca,
İngiliz oyunuyla, nasıl ilk kez kendisine cephe aldığını ve kendisinin
yayılmasını frenleyecek bir tampon oluşturduğunu biliyordu. Rusya geri adım
attığında "Ermeni Meselesi" İngiltere'nin kucağına düşecekti.
Dönemin Padişahı II. Abdülhamit, ıslahat konusunda söz vermiş, ancak bu
tasarıları uygulamakta direnmişti. Ne var ki, 1894 yılında İngiltere'nin Van
Konsolosunun yerinde incelemeler yapmak maksadıyla, Ermenilerin yoğun olarak
bulunduğu yörelerde yaptığı geziyi fırsat bilen Ermeni komitecilerinin Bitlis'te
çıkardıkları ayaklanmayla, ıslahat görüşmeleri, Londra'nın teşebbüsüyle, yine
uluslar arası siyasî platformlara girmiştir. Bu sıralarda Avrupa'nın muhtelif
şehirlerinde Ermeniler lehine gösteriler yapılmıştır. Bu dönemde, Ermenilerin
yabancı ülkelerdeki yayın gücü, hiçbir azınlık grubunun sahip olamadığı bir
düzeydeydi. İngiliz gazeteleri-in Türkiye muhabirleri, gazetelerine asılsız
Ermeni da-'asını öven yazılarını göndermek için hiçbir fırsatı ka-mnıyorlar;
yazılarında, meydana gelmiş küçük bir olayı kasten büyütüyorlardı. Çok geçmeden İngiltere, Babıâli'yi Berlin
Antlaşması'mn yükümlülüklerini yerine getirmeye davet etmiştir. Bununla da
yetinmeyerek, hazırlamış oldukları ıslahat tekliflerini önce Avrupa ahen-gine
Sayfa 14
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
tasvip, daha sonra da Babıâli'ye dikte ettirmeye çalışmışlardır. Padişah,
ıslahatları uygulama hususunda ayak diretince, İngiltere, Osmanlıya müeyyide
uygulanacağı yolunda tehditlere başlamıştır. İngiltere'nin buradaki niyeti, Doğu
Anadolu'da şeklen bir Avrupa ahengi oluşturmak gibi görünse de, gerçekte fiilen
kendi himayesinde bir Ermeni topluluğu ortaya çıkarmaktı. Ancak İngiltere'nin bu
isteği büyük güçlerce destek görmedi. Yalnız başına kalan İngiltere, son çare
olarak donanmasını Çanakkale Boğazı'na kadar getirdiği hâal-de gerek Büyük
Güçler arasındaki görüş ayrılığı gerekse II. Abdülhamit'in kararlı tutumu
karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı (1895).
1895 yılında ilk raundu kaybeden İngiltere, bundan sonraki politikalarında daha
temkinli hareket edecektir. 1895 sonrasında giderek güçlenen Almanya korkusu
Rusya ile İngiltere'yi birbirlerine yaklaştıran en önemli etken olmuştur. Zaten
uzun süredir İngiltere, Osmanlı împaratorluğu'nun taksimine hazırdı. Hatta bu
düşüncesini birçok defa çeşitli vesilelerle Rusya'ya iletmişti. Uzakdoğu'daki
ihtilaflarını ise uzlaşmacı yollardan çözümlemeyi tercih eden bu iki devlet, söz
konusu yakınlaşmalarını 1907'de bir antlaşma ile noktalamıştır. Artık bundan
böyle Ermeni ıslahatları konusunda Osmanlı Devleti'ne yapılan müdahalelerde iki
devlet birlikte hareket etmiştir.
Rusya ile ingiltere arasındaki bu rekabet, Ermeni konusunu devletler arası bir
hüviyete sokmuştur. İşte bu durumdan cesaret alan Ermeniler de harekete geçerek
yurt içinde ve dışında ihtilâlci Ermeni partileri ve dernekleri kurmaya
başlamışlardır.
1915 ÖNCESİ ERMENİ İSYANLARI
Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermenistan Devleti kurmak amacıyla
oluşturdukları terör örgütleri vasıtasıyla birçok isyan çıkartmışlardır. Bu
isyanlar ve terör olaylarının önemli olanları şunlardır:
Anavatan Müdafileri Olayı (8 Aralık 1882), Armena-kan Çeteleriyle Çatışma (Mayıs
1889), Musa Bey Olayı (Ağustos 1889), Erzurum İsyanı (20 Haziran 1890), Kumkapı
Nümayişi (15 Temmuz 1890), Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları (1892 - 1893),
Birinci Sasun İsyanı (Ağustos 1894), Zeytun (Süleymanlı) İsyanı (l - 6 Eylül
1895), Divriği (Sivas) İsyanı (29 Eylül 1895), Babıâli Olayı (30 Eylül 1895),
Trabzon İsyanı (2 Ekim 1895),
Eğin (Mamuratü'l - Aziz) İsyanı (6 Ekim 1895), Develi (Kayseri) isyanı (7 Ekim
1895), Akhisar (izmit) isyanı (9 Ekim 1895), Erzincan (Erzurum) İsyanı~(21 Ekim
1895), Gümüşhane (Trabzon) isyanı (25 Ekim 1895), Bitlis isyanı (25 Ekim 1895),
Bayburt (Erzurum) isyanı (26 Ekim 1895), Maraş (Halep) isyanı (27 Ekim 1895),
Urfa (Halep) isyanı (29 Ekim 1895), Erzurum isyanı (30 Ekim 1895), Diyarbakır
isyanı ( 2 Kasım 1895), Siverek (Diyarbakır) isyanı (2 Kasım 1895), Malatya
(Mamuratü'l-Aziz) isyanı (4 Kasım 1895), Harput (Mamuratü'l- Aziz) isyanı (7
Kasım 1895), Arapkir (Mamuratü'l- Aziz) isyanı (9 Kasım 1895), Sivas isyanı (15
Kasım 1895), Merzifon (Sivas) isyanı (15 Kasım 1895), Ayıntab (Halep) isyanı (16
Kasım 1895), Maraş (Halep) isyanı (18 Kasım 1895), Muş (Bitlis) isyanı (22 Kasım
1895), Kayseri (Ankara) isyanı (3 Aralık 1895), Yozgat (Ankara) isyanı (3 Aralık
1895), Zeytun isyanı (1895 - 1896), Birinci Van isyanı (2 Haziran 1896), Osmanlı
Bankası Baskını (14 Temmuz 1896), ikinci Sasun isyanı (Temmuz 1897), Sultan
Abdülhamid'e Suikast (Yıldız Suikastı) (21 Temmuz 1905), Adana isyanı (14 Nisan
1909).
Görüldüğü gibi sadece 1897 yılına kadar birçok Ermeni isyan ve tedhiş olayı
tespit edilmiştir. Tarihlerinden de anlaşıldığı üzere bütün isyanlar, Ermeni
komitelerinin faaliyete geçmesinden sonra süraüe artmıştır. Daha sonra kurulacak
olan Ermenistan Cumhuriyeti Başbakanı Hovahannes Katchaznuni'nin de
"...komiteler, çetelerin teşekkülünü sağlamıştır ve Türkiye'ye karşı
giriştikleri harekâta aktif bir şekilde katılmışlardır... Gerçeği muhakeme
gücünü yitirmiş ve hayallerimize kendimizi kaptırmıştık..." şeklinde itiraf
ettiği gibi, bu komiteler, iyilikle veya zor kullanarak Ermenileri isyana
sürüklemiştir.
Yukarıda verilen Ermeni isyan ve tedhiş hareketleri Ermeni komitelerince
"Ermenilerin Türklerce katledilmesi" olarak tanıtılmış ve batı ülkelerine,
Hristiyan kamuoyuna bu şekilde yansıtılarak büyük gürültü kopartıl-mıştır. Bu
amaçla hemen hiçbir yanlış bilgilendirmeden kaçınılmadan, olaylar tahrif
edilerek, dünya kamuoyuna sunulmuştur. Anadolu'nun birçok yerinde çalışmalar
yapan Hristiyan misyonerler, istanbul'daki büyükelçilikler ve Anadolu'daki
konsolosluklar bu propagandanın batı kamuoyuna iletilmesinde ve
benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır. Bütün bunlara batı basınının aynı
paraleldeki yayınları da eklenince, Hristiyan kamuoyu, Ermenilerin gerçeklerle
ilgisi olmayan mesajlarını benimsemeye başlamıştır. Aslında, kendi devletlerinin
politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi. Üstelik batıya
göre bu olay "Hristiyanlarla Müslümanlar
arasında cereyan eden bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar, masum Hristiyanları
Sayfa 15
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
katletmekteydi". O hâlde yapılacak tek bir iş vardı, o da Müslümanlara karşı
Hristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti. Bu dönemde gerçekten de
böyle yapılmıştır.
Ancak, meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu
propagandasının altında, büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye
zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir.
Ermeni isyanlarının nedeni ne sefalet ne ıslahat ne de baskıya tâbi tutuldukları
iddiasıdır. İsyanların nedeni, batılılar ile Rusya'nın, Ermeni komiteleri ve
kilisesi ile işbirliği hâlinde Osmanlı Imparatorluğu'nu parçala^ mak
istemeleridir. Osmanlı Devleti ise bu isyanlar kar-( şısında, her devletin
yapacağını yapmış ve isyan eden asilerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak,
yukarıd da izah edildiği gibi, her isyanın bastırılması yeni bi "katliam" olarak
sunulmuştur.
Ermenilerin gerçekleştirdiği tedhiş hareketleri ned niyle yakalanan komiteciler,
yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmıştır. Zeytun isyanının, Osman
Bankası işgalinin Padişah II. Abdülhamit'e yapılan sı ikast girişiminin
elebaşları dönemin büyük devletlerini: müdahaleleri sonucunda Osmanlı toprakları
dışına çık; mışlar / çıkartılmışlardır. Bu komiteciler daha sonra yi ni
cinayetler işlemek üzere Osmanlı topraklarına ge dönmüşlerdir.
BÜYÜK SAVAŞ SIRASINDA ERMENİLER
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı De leti'nin Kasım 1914'te itilaf
Devletlerine karşı Alma ya'nın yanında savaşa girmesi Ermeniler tarafından b yük
bir fırsat olarak görülmüştür. Louse Nalbandian belirttiği gibi, "Ermeni
komiteleri için ileri hedefle gerçekleştirecek top yekûn ayaklanmayı başlatma en
uygun zamanı Osmanlıların savaş hâlinde oldu\ zamandık Komitelerin Birinci Dünya
Savaşı'nda faal:, yete geçmesinden kuşkulanan Osmanlı Hükümeti, s«. vaş
öncesinde, 1914 Ağustos'unda Erzurum'da yöneticileriyle bir toplantı yapmış ve
bu toplantıda T naklar, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi hâlinde s;aja dik
vatandaşlar olarak Osmanlı orduları safında görewjj. lerini yerine getirecekleri
vaadinde bulunmuşlardır. Bnjj vaatlerini yerine getirmemişlerdir; çünkü bu topla
dan önce haziran ayı içerisinde yine Erzurum'da düz lenen Taşnak Kongresinde
Osmanlı Devleti'ne ka mücadelenin sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. rın
Rusya Ermenileri de Rus ordusuyla birlikte Osma: Devleti'ne saldırma
hazırlıklarına başlamışlar, Eçmiazin katogikosu ile Kafkas Genel Valisi Vranzof
- Daşkof nda "Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne Ermeniler için lacak ıslâhatı
uygulattırması karşılığında, Rusya emlerinin kayıtsız şartsız Rusya 'yi
desteklemeleri' nda anlaşmaya varılmış; Katogikos, daha sonra Tif-Çar tarafından
kabul edilmiş ve Çar'a "Anado-i Ermenilerin kurtuluşunun ancak Türk ege-ynden
ayrılarak özerk bir Ermenistan teşkil et-ve bu Ermenistan'ın Rusya'nın
himayesiyle ün olabileceğini' bildirmiştir. Rusya'nın niyeti, dleri kullanarak
Doğu Anadolu'yu ilhak etmektir. .'nm Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etmesi
üzerine ık Komitesi, yayın organı Horizon şu bildiriyi ya-ııştır:
\Ermeniler, en küçük bir tereddüt göstermeden îti-'letleri'nin yanında yer
almışlar, bütün güçleri-'nın emrine vermişler, ayrıca gönüllü alayla-;kil
etmişlerdir." 'aşnak Komitesi örgütüne de şu talimatı vermiştir:
4ar, sının geçtiklerinde ve Osmanlı orduları ge-ilmeye başladıklarında her yerde
isyanlar çıkarıl-\, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alın-'.ır.
Osmanlı ordularının ilerlemesi hâlinde ise Er-\i askerler silâhlarıyla birlikte
kıtalarını terk edecek leler teşkil edip Ruslarla birleşeceklerdir." lınçak
Komitesi de örgütüne gönderdiği talimatta, bitenin bütün gücüyle mücadeleye
katılarak itilaf letleri'nin ve özettikle Rusya'nın müttefiki sıfatıyla mistan,
Kilikya, Kafkasya ve Azerbaycan 'da zafe->min için her türlü vasıta ile itilaf
Devletleri'neyar-edeceğini" bildirmiştir.
imanlı Meclisinde Van mebusluğu yapan Papaz-bir bildiri yayınlayarak,
"Kafkasya'da gönüllü 'i alaylarının hazır bulundurulmasını, bunla-\us
Ordularının öncüleri olarak Ermenilerin yaşa-bölgelerdeki kilit noktalan ele
geçirmelerini ve 'u topraklarında ilerleyecek Ermeni alayları ile birleşmesini"
istemiştir. iütün emirler yerine getirilmiş, Rus kuvvetlerinin, ianlı ve Rus
Ermenilerinden kurulmuş olan gönüllü 'lan öncülüğünde, doğudan Osmanlı
topraklarına isiyle birlikte Osmanlı ordusunda bulunan Erme-:, silâhlarıyla
birlikte firar ederek Rus kuvvetlerine ıslardır. Rus ordusuna henüz ulaşamayan
bir kı-Ermeniler ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Yıl-ı, gerek Ermeni
gerekse misyoner okul ve kilisele-saklanan silâhlar ortaya çıkarılmış, askerlik
şube-ısılarak yeni silâhlar sağlanmıştır. Silâhlanan Er-i çeteleri, komitelerin
"kurtulmak istiyorsan, önce
komşunu öldür" talimatı üzerine, erkekler cephelerde olduğu için savunmasız
kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir.
Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler; Osmanlı birliklerinin harekatını
engellemiş, ikmal yollarını kesmiş, yaralı taşıyan konvoyları pusuya düşürmüş,
Sayfa 16
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
köprü ve yolları imha etmiş, bulundukları şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini
kolaylaştırmışlardır. Rus kuvvetleri saflarında bulunan Ermeni gönüllü
alaylarının yaptığı zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni
birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğu
hissetmiştir. O dönemde Rus ordusunda görev yapan bazı subayların yazmış olduğu
hatıratlar, bu zulme bütün açıklığıyla tanıklık etmektedir.
Seferberliğin ilanıyla beraber gerek Osmanlı toprakları içerisinde gerekse
dışarıda bulunan Ermeniler, hemen harekete geçmiş ve çeteler hâlinde
Kafkaslar'da ve Anadolu'nun birçok yerinde yüz binlerce Müslümanı —yaşlıları,
çocukları, kadınları, cepheden dönen yaralıları- sistemli bir şekilde katletmeye
başlamışlardır. Bu faaliyetlere katılmayan Ermenileri ve Türk olmayan diğer
unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun (Süleymanlı —
Maraş)'da, Bitlis'te, Kayseri'de, Trabzon'da, Ankara'da, Sivas'ta, Adana'da,
Urfa'da, izmit - Adapazarı'nda, Hüdavendigar (Bursa)'da, Musa Dağı'nda ve daha
birçok yerde büyük katliam hareketlerine girişmişlerdir.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'nın müttefiki olarak girmiş ve 3
Ağustos 1914'te seferberlik ilân etmesi öncesi / sırası / sonrasında Anadolu'nun
hemen bütün bölgelerinde Ermeni komiteleri tarafından organize edilen isyan ve
tedhiş faaliyetleri gerçekleşmiştir. Bu dönemde (1914-1915) Ermeniler tarafından
gerçekleştirilen isyan ve tedhiş hareketleri şunlardır:
-1914 yılı Ocak ayında Hınçak ve Taşnak örgütlerince Kayseri Ermeni isyanları
organize edilmiştir, isyanlar sırasında çeşitli şekillerde, halka ve askerlere
yönelik Ermeniler tarafından terör faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu olaylar
sırasında bomba imalat haneleri tespit edilmiştir. Hükümet tarafından yapılan
aramalarda, Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde,
okullarında birçok silâh, cephane, dinamit, talimat, beyanname ele geçirilmiş ve
birçok Ermeni suçüstü yakalanmıştır.
- Hemen her kritik dönemde isyanların görüldüğü Zeytun'un Ermeni ahalisi,
seferberlik ilân edilir edilmez ayaklanmıştır. Rusya ve Fransa tarafından her
defasında desteklenen ve III. Napolyon tarafından
"Republique de Zeitoun" (Zeytun Cumhuriyeti) olarak ilân edilen bölgenin
Ermenileri ve komiteler daha önceden bütün hazırlıklarını tamamlamış
olduklarından, 3 Ağustos 1914'te seferberliğin ilanıyla, subay ve erlerini
Zeytunlu Ermenilerin teşkil edeceği bir "Ermeni Alayı" kurmak üzere yetkililere
müracaat etmişler ve bu istekleri reddedilince, isyan ederek çevrede katliam
yapmaya başlamışlardır.
- 1914 yılı başlarından itibaren Ermenilerin organize bir şekilde isyan
hazırlıklarına giriştikleri yerlerden biri de Van vilâyetidir. Van vilâyeti
Ermenilerin Anadolu'daki faaliyetlerinin en açık şekilde görüldüğü yerdir.
Buradaki komitelerin çalışmaları Türkiye'ye yönelik Ermeni faaliyetlerini bütün
çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Zira, diğer vilâyetlerde gizli kalan Ermeni
tertipleri, burada aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır. Özellikle son otuz
beş-kırk yıldır sık aralıklarla Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna taşınan
iddiaları, Van'da gerçekleşen Ermeni olayları çürütür niteliktedir. Van isyanı,
(15 Nisan 1915) niteliği itibariyle Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915
tarihli "Sevk ve iskan" kararının en önemli sebeplerinden birisini teşkil
etmiştir. İsyan, "Sevk ve iskan" kararından yaklaşık bir buçuk ay kadar önce 15
Nisan 1915 tarihinde çıkmış, büyümüş, hatta Türkler zor durumda kalmıştır. Van
Valisi Cevdet Bey, Rusların Başkale istikâmetinde Van'a doğru ilerlediğini ve
takriben 15 Mayıs'ta Van'a gireceklerini tahmin ederek 14 Mayıs'tan itibaren
Van'dan Bitlis istikâmetine doğru geri çekilme emrini vermiştir. 15 Mayıs'ta Rus
ordusu içerisindeki Ermeniler ve Van vilâyetindeki yaklaşık 35-40 bin
civarındaki Ermeni buluşmuş, şehirde kalan 20 binin üzerinde Türk katledilmiş ve
yeni Van valiliğine Aram Manukyan seçilerek kasabalara yeni Ermeni kaymakamlar
dahi gönderilmeye başlanmıştır. Oysa "Sevk ve İskân Karan" bu tarihten sonra 27
Mayıs 1915 tarihinde savaş içerisinde olan Osmanlı Devleti tarafından bu ve
bunun gibi faktörlerin doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
- Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Elazığ'daki Ermeni İsyan ve terör faaliyetleri 27
Mayıs 1915 Sevk ve îs-kân kararının çıkmasına sebep olan olaylardandır.
Bitlis'te Rusların doğudan Türk topraklarına doğru ilerlemesine paralel olarak
1915 Ocak ayından itibaren yöre halkına yönelik katliam hareketlerine
girişmişlerdir. 27 Mayıs 1915 öncesi sadece Muş ve çevresinde başlangıçta 7 bin
Ermeni silâhlandırılmış ve bunlar gruplar hâlinde köylere dağıtılmıştır. Bunlara
asker kaçağı Ermeniler de dahil olmuş, özellikle Sasun'da askerlik çağındaki gençler doğrudan
bu çete grupları içerisine girmişlerdir. Bölgeye Osmanlı ordusu için asker
almaya giden Osmanlı memurları öldürülmüştür. Aynı şekilde, Diyarbakır'da "Dam
Taburu" adıyla 500 Ermeni silâhlarıyla birlikte ele geçirilmiştir. Yine
Diyarbakır'da 12 -14 Nisan tarihinde yapılan aramalarda vilâyet merkezinde 60'ın
Sayfa 17
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
üzerinde bomba, kutular içerisinde bir çok dinamit kapsülü, bol miktarda dinamit
fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher ve şinayder ele geçirilmiştir.
Elazığ'da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri geleni Hükümet
yetkililerine "Ermenileriri| üzerinde ve evlerinde hiçbir silâh
bulundurmadıklarına" dair kesin talimat vermişlerse de yapılan aramalar-j da
sadece vilâyet merkezinde 5 binden fazla silâh, 300 civarında bomba, 40 kg bomba
fitili, 200 paket dinamitj ve 5 bin adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu silâh v
patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek mik tardadır. Rusların sınırı
geçip ilerlemeye başlamasıyl; birlikte Elazığ Ermenileri vilâyet, kasaba ve
köylerd Türk halkına yönelik toplu katliam hareketlerine giri: mislerdir.
-27 Mayıs 1915 öncesi Erzurum'da, Sivas'ta, Tr; zon'da, Ankara'da, Adana'da,
Urfa'da, İzmit Adapazarı'nda, Hüdavendigar (Bursa)'da, M Dağı'nda, İzmir,
İstanbul, Maraş, Antep, Halep daha birçok yerde Ermeni İsyan ve terör olay]
gerçekleştirilmiştir.
Bütün bu gelişmelerden sonra zaten savaş gil olağanüstü bir durumun içerisinde
olan ve a anda birkaç cephede birden mücadele veren manii Devleti kendi
topraklarının içerisinde k< dişini güvence altına almak için zorunlu o devlete
ihanet edenlere yönelik olarak sevk ve kân kararını çıkartmıştır.
27 MAYIS 1915 SEVK VE İSKAN KARARININ ÇIKARTILMASI VE UYGULANMASI
Ermenilerin binlerce Türk'ün canına mal olan isy; ve katliamları karşısında
dahi, Osmanlı Hükümeti ortaya koyduğu sakin ve sağduyulu tavır, belgeleriy
sabittir. Ancak, terör hareketleri bir türlü durmak bi meyince hükümet, ülkenin
çeşitli bölgelerinde yaşay; Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşil
merkezlerine götürmek zorunda kalmıştır. Kafkas, İ ve Sina cephelerinin güvenlik
hattını oluşturan bölgt lerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları i
ha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları ki rumak amacını gütmüştür
ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır. Yer değiştirme kararı
bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye
sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı
konsolosluklarda çalışan Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi
tutulmamışlardır. Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim
çocuklar ve dul kadınlar da şevke tâbi tutulmamış, köylerde koruma altına
alınarak ihtiyaçları devletçe, Göçmen Ödeneği'nden karşılanmıştır. Bu tablo,
Osmanlı Devleti'nin yer değiştirme konusundaki iyi niyetini göstermesi açısından
oldukça önemlidir.
27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılan
emirler çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan
Ermeniler, Musul'un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş
civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve
güneydoğusuna nakledilmişlerdir. Bu arada, Ermenilerin sıkça dile getirdiği gibi
yer değiştirme sırasında 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı
istatistiklerinde, Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan
Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Ne
kadar Ermeninin yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden
çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da
belgeleriyle ortadadır. Osmanlı Devleti'nin son nüfus istatistiği 1914 yılında
yapılmıştır. Buna göre Ermeni nüfusu I.l6l.6l9'dur. Yer değiştirmeye tabi
tutulmayan nüfus; 82.880'i İstanbul, 60.119'u Bursa'da, 4.548'i Kütahya Sancağı
ve 20.237'si Aydın vilâyetinde olmak üzere toplam 167.778'dir. Ermenilerin yer
değiştirme uygulaması büyük bir disiplin içinde yapılmıştır. 9 Haziran 1915'ten
8 Şubat 1916 tarihleri arasında Adana, Ankara, Dörtyol, Eskişehir, Halep, izmit,
Karahisarı sahib, Kayseri, Mamuretülaziz, Sivas, Trabzon, Yozgat, Kütahya ve
Birecik'ten toplam 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş,
bunlardan 356.084'ü yerleşim bölgelerine ulaşmıştır. Geriye kalan 35.000
civarındaki rakama Halep'teki Ermeni nüfus dahil edilmemiştir. Yer değiştirme
uygulamasına tabi tutulan nüfus içerisinde yer alan Halep'teki 26.064 Ermeni
nüfusu, 35.000'den çıkarıldığında geriye 9-10 bin kişi kalmaktadır. Bunlar da,
Türkler tarafından öldürülmemiş, 500'ü Erzurum-Erzincan arasında eşkıya grupları
tarafından; 2000 civarında kişi, Ur-fa'dan Halep'e giden yol üzerinde Meskene'de
Urban ışkıyaları tarafından; 2000 kişi Mardin'de eşkıya tarardan öldürülmüştür.
Dersim bölgesinden geçen kafilelere bölge halkının saldırıları sonucunda
yaklaşık 5-6 bin kişi öldürülmüştür. Ancak bunun kesin rakamları Osmanlı
arşivlerinde yer almamaktadır. Geriye kalan 3 bin civarındaki Ermeni ise
sevkıyat sırasında Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağılarak yerleşmişlerdir.
Böylece, yer değiştirme sırasında sözde soykırım maksadıyla Osmanlı ordusu
tarafından öldürülen bir tek Ermeni yoktur. Ayrıca, Anadolu ve Rumeli'nin
çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile,
yeni yerleşim merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tutması, yer
değiştirme sırasında herhangi bir katliâm olayının olmadığını da ispat
Sayfa 18
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
etmektedir. Öte yandan, Osmanlı Devleti yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu
Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret
göstermiş, bu gayret yabancı diplomatlarca da tespit edilmiştir. Burada dikkat
edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de, tabi ki bu sevk edilen
Ermenilerin güvenliği hususudur.
Sevk sırasında alınan tedbirler özetlenecek olursa, yolculuk sırasında
Ermenilerin rahat ettirilmeleri ve emniyetleri sağlanmıştır. Yerleşebilmeleri
için kredi tahsis edilmiştir. Gebe kadınlar, hastalar, sakatlar ve onlara
bakacaklar sevk dışı bırakılmıştır. Yollarda yardım maksadıyla iaşe merkezleri
açılmıştır. Taşınır - taşınmaz mallan için yönetmelik ilân edilip güvence altına
alınmıştır. Mahalli yöneticiler her türlü durumdan sorumlu tutulmuş, ihmali
görülenler cezalandırılmıştır. Sevk mıntıkalarına devamlı müfettişler
gönderilmiştir.
Hükümet, göçmenlerin iaşesi ve korunmasına yönelik büyük harcamalar yapmıştır.
Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni
çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı
bilgiler verilmektedir. Şayet, Osmanlı Devleti Ermeni tebaasından kurtulmak
isteseydi, bunu savaş koşulları altında rahatlıkla yapabilirdi. Ancak böyle
olmamış, yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ salim hayatlarını
sürdürürken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı çarpışan Ermeniler, savaş
şartları gereği ölmüşlerdir. Görüldüğü gibi, yer değiştirme uygulaması genelde
başarılı bir sevk ve iskan hareketi olarak gerçekleşmiştir.
RUS İHTİLÂLİ SONRASI
Rusya'da 1917 ihtilâlinin patlak vermesi Rus ordularında çözülme meydana
getirmiş, (Doğu Anadolu'da) cephede etkinlik Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Bu
dönemde Anadolu'nun birçok yerinde Ermenilerin Türk halkına yönelik katliam
hareketleri başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar'da Türklere karşı katliâm
düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş
katliâmını gerçekleştiren Arsak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde
Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars gibi birçok yerde katliam hareketlerine
girişmişlerdir. Bölgede bulunan Müslüman ahali, Rus subaylarının artık
etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
kalmışlardır. "Osmanlı Kafkas Orduları Kumandanı, Rus Komutanına müracaatla,
işgal altındaki Osmanlı halkının can, mal ve ırzları tecavüze maruzdur. Bunun
önlenmesi için tedbir alınmasını" 24 Aralık 1917 tarih ve 7312 numaralı
telgrafla istemiş cevap alamayınca bu defa Kafkas-Rus Orduları Komutanına
müracaat etmiştir. Ancak yazışmalar devam ederken çeteci Antranik Rus Generali
üniforması ile Erzurum Merkez Komutanlığına atanmıştır. Rus işgali altındaki
bölgede faaliyete geçen Ermeni çeteleri Türk halkına akla gelmedik işkenceler
yapmışlardır. Sadece, Erzincan'da 800'den fazla ceset bulunmuş birçok köyün
halkını topluca katletmişlerdir. Bayburt, Mamahatun (Tercan) Erzurum ve çevre
köylerdeki savunmasız sivil halk korkunç bir şekilde katliama uğramıştır.
Ermenilerin Türk halkına yönelik katliamları esnasında sadece Erzurum'da
öldürülen 2127 erkek, Kars Kapı'da öldürülen 250 kişi ile toplam 8000'in
üzerinde ceset tespit edilmiştir. Erzurum'da Pazar yeri tamamen yakılmış,
savunmasız insanlar binalara doldurulmuş ve binalar Ermeniler tarafından ateşe
verilmiştir. Hasanka-le tamamen yakılmıştır. Hasankale'de Ermeniler 3000'in
üzerinde Hasankaleliyi katletmiştir.
1919 yılında Anadolu'ya gelen Harbord yapmış olduğu gözlem ve incelemelerle
durumun hiç de Ermenilerin anlattığı gibi olmadığını tespit etmiştir. Harbord,
özellikle Erzurum'da yaşayan Ermenilerle görüşmüş, kendilerine yönelik herhangi
bir katliam olayının olup olmadığını sormuş, ancak Ermeniler, böyle bir
hadisenin olmadığını Harbord'a, kafilesindeki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla
anlatmışlardır. Harbord, Erzurum ve çevresinde Ermenilerin yaptığı katliâmın
kalıntılarını kendi gözleri ile görmüş ve sadece Hasankale'de 43 köyün Ermeniler
tarafından yerle bir edildiğini tespit etmiştir.
Doğuda Erzincan, Bayburt, Trabzon, Erzurum, Kars, Van gibi yerlerin kasaba ve
köyleri dahil olmak üzere hemen hepsi Ermeni katliamına maruz kalmıştır.
Ermenilerin Türklere yönelik kaüiamları Güneydoğu Anadolu bölgesinde Fransızlar
ve ingilizlerin himaye ve destekleri altında Adana, Urfa, Antep, Maraş, Bitlis
ve daha birçok il ve kasabalarında vuku bulmuştur. Sadece, Adana, Sis ve
Osmaniye'de 50'nin üzerinde köy, Ermeniler tarafından yok edilmiştir.
3- Ordu Kumandanı Vehip Paşa Komutasındaki Türk ordusu, 13 Şubat'ta Erzincan'ı,
24 Şubat'ta Trabzon'u, 12 Mart'ta Erzurum'u, 13 Mart'ta Hasankale'yi, 5 Nisan'da
Sarıkamış'ı, 2 Nisan'da Van'ı, 14 Nisan'da Batum'u ve 25 Nisan'da Kars'ı
kurtarmıştır. Türk ordusunun ileri harekatı neticesinde bölge insanlarının
tamamının Ermeniler tarafından yok edilmesi bir dereceye kadar engellenmiştir.
Brest - Litovsk Antlaşması ile 3 Doğu ili Osmanlı Devleti'ne iade edilmiş, bunu
Sayfa 19
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
takiben 28 Mayıs 1918'de Kafkasya bölgesinde bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti
ilân edilmiştir.
Osmanlı împaratorluğu'nun tasfiyesi için hazırlanmış olan ve 1920 yılında
imzalanan Sevr Antlaşması, Doğu Anadolu'nun büyük bir kısmını Ermenistan
Cum-huriyeti'ne vermiştir. Ancak artık Anadolu'ya hâkim ol-j maya başlamış
bulunan Ankara Hükümeti bunu kabul; etmemiştir. Büyük devletler de, Sevr'in
mimarı olmakla! beraber, uygulanmasında fiili rol almak ve özellikle as-j kerî
harekata girişmek istemiyorlardı. Bu durumda Se hülyasını gerçekleştirmek için
iş, Ermenistan Cumhuriyetine düşmüştür. Ermeni kuvvetlerinin taarruzu Kâzıı
Karabekir Komutasındaki Türk ordusunca durdurulmuştur. Türk kuvvetleri 29 Eylül
1920'de Sarıkamış, Ekim'de Kars'ı kurtarmışlardır. 7 Kasım'da Gümrü alıı mış,
Erivan'ın düşmesi söz konusu olmuştur. Ancak meniler, bütün Türk taleplerini
kabul ederek 3 Aral 1920'de Gümrü Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu antl ma
günümüz Türkiye- Ermenistan sınırlarını çizmi Böylece, Ermeniler Sevr'i geçersiz
kabul etmişlerdir. Er; menistan kısa süre sonra Sovyetler Birliği'ne dahil edil
mis ve Türkiye, Sovyetlerle 16 Mart 1921'de yapıl olan Moskova ve Kafkas
Devletleriyle 13 Ekim 1921 lında yapılan Kars Antlaşması ile sınır sorunlarını
keşi çözüme bağlamıştır.
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER BOYUTUYLA
ERMENİ SORUNU
I. GİRİŞ
1878 Berlin Anlaşması ile uluslar arası alana taşınan Ermeni sorunu her dönemde
büyük güçlerin uluslar arası politikada ilgilendikleri bir konu oldu. Osmanlı
döneminde imparatorluğun dağılma süreciyle birlikte, imparatorluk topraklarında
söz sahibi olmak isteyen ve/veya imparatorluğun çöküşünü hızlandırmak isteyen
devletlerin Ermenilere yönelik politikalar oluşturduklarını görüyoruz. Osmanlı
imparatorluğu'nün dağılmasından sonra ise Kafkasya politikası ve dünyanın çeşidi
ülkelerinde yaşayan Ermeniler bağlamında Ermeni sorununun uluslar arası
ilişkilerde yer aldığı söylenebilir.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Ermenilerin kurdukları organizasyonlar
vasıtasıyla bulundukları ülkelerin dış politikasına etki etme çabaları ve
özellikle sadece Ermeni toplumuna özgü olan ve kendilerini parti olarak
nitelendiren organizasyonların uluslar arası alandaki rolleri de Ermeni sorunu
bağlamında ele alınması gerekli konulardır.
1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Ermeni sorununun
Ermenistan boyutu da gündeme geldi. Ermenistan'ın bağımsızlığı iki noktada önem
taşımaktaydı. Birincisi, bu ülkenin Türkiye ile olan ilişkileri ve bu ilişkilere
Ermeni sorununun etkisi, ikinci önemli nokta ise Ermenistan'ın diğer ülkelerde
yaşayan Ermeniler ile olan bağı ya da onların Ermenistan dış politikasına yön
verme çabalarıdır.
Bu makalede yukarıda belirtilen konular ana hatlarıyla ele alınacak ve Ermeni
sorununun uluslar arası ilişkiler boyutu analiz edilecektir.
II. ERMENİSTAN DIŞINDAKİ ERMENİ TOPLUMU KURULUŞLARI VE FAALİYETLERİ
Ermenilerin belirli bir yoğunlukta yaşadığı başta ABD olmak üzere Fransa,
Kanada, Lübnan, Rusya, Avustralya, Iran ve ingiltere gibi ülkelerde
örgütlendikleri görülüyor. Sözkonusu Ermeni örgütler çok çeşitli alanlarda
faaliyet göstermektedir. Eğitim, sağlık, din hizmetleri ve politika bunlardan
bazılarıdır. Mevcut örgütler arasında Ermeni Devrimci Federasyonu veya bilinen
adıyla Taşnaklar, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ramgavar olarak bilinen
Ermeni Liberal Demokrat organizasyonları kendilerini politik parti olarak
tanımlamaktadırlar.
Ermenilerin ABD'deki nüfusu 750.000 kadardır. Ka-nada'da 50.000 kadar Ermeni
yaşamaktadır. Avrupa'da ise Fransa 300.000 kişi ile en fazla Ermeni'nin yaşadığı
ülkedir. Ortadoğu'da 200.000'er kişi ile Ermeni toplumu Iran ve Lübnan'da
yoğunlaşmaktadır. Avustralya'da da Ermeni nüfusu 30.000 kadardır. Ermenistan
dışındaki Ermeni toplumunun toplam sayısı 4-5 milyon civarındadır.1 ABD, Fransa
ve Ortadoğu'da Ermeni toplumunun varlığı oldukça eski tarihlere kadar uzanmasına
rağmen, Avustralya ve Kanada'da Ermeni yerleşimi daha yenidir. Özellikle
Avustralya'ya Ermeni toplumunun yaygın olarak göçü 19öO'lı yıllarda başlamıştır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun kurduğu organizasyonlar genel olarak
araştırma kuruluşları, yardım kuruluşları, kültürel ve sportif amaçlı kuruluşlar
olarak sınıflandırılabilir. Bunların yanında hemen her ülkede yukarıda değinilen
kendini politik parti olarak adlandıran Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütleri
bulunmaktadır. Yine pek çok ülkede Ermeni Ulusal Komitesi adlı organizasyon
vardır. Bu her ülkede o ülkenin adıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Amerika
Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of Americd) ve Avustralya
Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committee of Australia) gibi. Bunun
yanında Ermeni Genel Hayır Birliği {Armenian General Benevolent Union-AGBU-ymn
pek çok ülkede şubeleri bulunmaktadır.
Sayfa 20
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun organizasyonları faaliyetlerinde soy
kırım iddialarını ön plâna çıkaran ve bulundukları ülkelerin yönetimlerini bu
noktada yönlendirmeyi amaçlayan bir çizgiyi takip etmektedirler. Araştırma
merkezleri gerek hükümetler dışı organizasyon (NGO) gerekse üniversiteler
bünyesinde faaliyet gösterenler, soy kırım iddialarını içeren sempozyum, panel
ve konferanslar düzenlemektedirler. Ermeni Ulusal Komiteleri Ermenilerin
bulundukları ülkelerin politik yaşamına katılmaları ve Ermeni toplumunun
görüşlerinin medyada yer alması için gerekli çalışmaları yapmaktadırlar. AGBU
gibi yardım kuruluşları ve bazı kültürel amaçlı kuruluşlar dünyanın çeşitli
ülkelerindeki Ermenilerin ekonomik ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı
faaliyetleri içerisindedirler. Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaklar),
Hınçaklar ve Ramgavarlar ile Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of
America-AAA) ve Ermeni Ulusal Komiteleri tamamen politik alanda
yoğunlaşmışlardır. Amerika Ermeni Asamblesi ve Amerika Ermeni Ulusal Komitesi
soy kırım iddialarının ABD Kongresine taşınmasında itici güç durumundadırlar.
Bunlar ayrıca ABD'deki Ermeni lobisinin de ana unsurlarıdır. Türkiye'ye yönelik
ABD yardımlarının engellenmesi, Türkiye'ye ABD'nin silâh satışının önlenmesi,
Azerbaycan'a ABD yardımının yapılmasının önlenmesi ve Ermenistan'ın her alanda
ABD tarafından desteklenmesi ABD'deki Ermeni lobisinin ana amaçlarındandır.
Avrupa ülkelerindeki Ermeni organizasyonları da benzer faaliyetlerde
bulunmaktadırlar. Bu ülkelerdeki Ermeni toplumunun organizasyonları için soy
kırım iddiaları ve Ermeni toplumunun bu iddialar çevresinde toplanması
kendilerinin varlık nedenini oluşturmaktadır. Bu durum bir "soy kırım"
endüstrisinin oluşmasına neden olmuştur. Ermeni toplumunun belirli bir konu
etrafında birleşip lobi oluşturması ise bulundukları ülkedeki Ermeni toplumuna
politik alanda bir avantaj sağlamaktadır. Bu özellikle ABD'de görülmektedir.
III. ERMENİSTAN'IN BAĞIMSIZLIĞI VE TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİ
1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığıyla birlikte Ermeni sorununda Ermenistan
olgusu devreye girdi. Ermenistan ile yukarıda belirtilen dışarıda yaşayan Ermeni
toplumu arasındaki bağ ve Türkiye ile ErmenistaJ ilişkilerinin izlediği seyir
Ermeni sorununun uluslar araj sı ilişkiler boyutunu ön plâna çıkardı.
Ermenistan'ın bağımsızlığı Türkiye tarafından tamı di. Ancak iki ülke arasında
diplomatik ilişkiler kurula! madı. Diplomatik ilişkilerin kurulamamasının
önündek] engeller ise Ermenistan'ın soy kırım iddialarını ulusla arası alanda
gündeme getirmesi ve Karabağ sorunudu| soy kırım iddiaları Ermenistan'ın
Bağımsızlık Bildirg sinde yer almaktadır ve Ermenistan anayasası da Bağın sizlik
Bildirgesine atıfta bulunmaktadır. Ermenistan \ tikasına Ermenistan dışındaki
Ermeni toplumunun eti si, özellikle soy kırım iddiaları ve Türkiye ile Ermenista
ilişkileri konusunda ortaya çıkmaktadır. Ermenistan'ı l ğımsızlığa taşıyan
süreçte önemli rol oynayan Erme Ulusal Hareketi ve Ermenistan'ın ilk Devlet
Başkanı l von Ter-Petrosyan, soy kırım iddialarının Ermenistan t rafından
gündeme getirilmesine karşıydı. Ermenista Bağımsızlık Bildirgesinde de konunun
yansıtılmasııj Ter-Petrosyan karşı çıkmıştı. Ancak Ermenistan dışındı ki Ermeni
toplumu ve bunların partileri olarak adlan! rılan partiler özellikle de Ermeni
Devrimci FederasyoıJ ve Ermeni Liberal Demokrat Parti Ter-Petrosyan'a ve l meni
Ulusal Hareketine yönelik çok sert eleştirilerde l lundular. Bu partilerin
Türkiye toprakları üzerinde de | diaları vardır. Örneğin, Ermeni Liberal
Demokrat ti'den bir lider, Ermenistan Cumhuriyetini gelecekte büyük
Ermenistan'ın bir çekirdeği olarak değerlendi! ken Ermenistan hükümetinin bunun
gerçekleşmesi| kendisini adaması gerektiğini ifade etmiş ve Ermeni;
Cumhuriyeti'nin hem asılsız Ermeni "soy kırımının" l de Ermenistan'ın toprak
iddialarının uluslar arası tophj tarafından tanınması için çaba sarf etmesi
gerektiğini l lirtmiştir.2 Yine Ermeni Devrimci Federasyonundan i milletvekili,
Kars Antlaşmasının Ermenistan tarafınca tanınmamasını isteyen bir konuşma
yapmıştır. Ter-P rosyan, Türkiye ile ilişkiler konusunda çok daha radi| bir
tutum içerisinde olan Ermenistan dışındaki Ern toplumu ve bunların partileriyle
mücadele etmek zon da kaldı. Nitekim Ter-Petrosyan ile Ermeni Devrimci \
derasyonu arasındaki mücadele 1994 yılında Er Devrimci Federasyonu'nun
Ermenistan'daki faaliyeti nin durdurulmasıyla sonuçlandı. Görüldüğü üzere l
menistan dışındaki Ermeni toplumu gerek soy kırım iddiaları gerekse
Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusunda hesaba katılması gereken temel
unsurlardan birisidir.
Ermeni Devrimci Federasyonu'nun faaliyetlerinin Ermenistan'da durdurulmasından
sonra Ter-Petrosyan aleyhine yoğun bir kampanya başlatan bazı Ermeni toplumu
kuruluşları, Ermenistan'ın dış temsilcilikleri önünde Ter-| Petrosyan aleyhine
gösteriler düzenlemiştir. Sonuçta Ter-' Petrosyan, istifa etmek zorunda kalmış
ve sonrasında yapılan seçimlerde ise Taşnakların desteğine sahip ve radikal
politik görüşleriyle bilinen Robert Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanı
olmuştur. Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan soy kırım iddialarını gündeme
Sayfa 21
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
getirmekten kaçınırken Koçaryan ile birlikte Ermenistan yönetimi, iddiaları
yemden gündeme taşımıştır. Türkiye'nin Ermenistan ile normal diplomatik
ilişkileri kurmak için ileri sür-Şdüğü şartlardan biri Ermenistan'ın soy kırım
iddialarını uluslar arası alanda gündemden çıkarmasıdır. Ermenistan ayrıca
gerekli yasal düzenlemeleri de yapmalıdır. Yukarıda belirtildiği gibi Ermenistan
anayasasından Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesine yapılan atıf çıkartılmalıdır.
Türkiye'nin Ermenistan ile normal diplomatik ilişkileri kurmak için ileri
sürdüğü bir diğer şart ise Karabağ sorununun çözülmesidir.
Karabağ Problemi
Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan sınırları içerisinde yer alan ve
nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ'da ilk çatışmalar
1988 yılında Ermenilerin Azerbaycan yönetiminden çıkma talepleriyle birlikte
başladı. 1991 yılında Azerbaycan ve Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından
sonra ülkeler arası bir sorun hâline gelen Karabağ çatışmasında 1994 yılında
ateşkes antlaşması imzalandı. Bu aşamadan sonra soruna çözüm bulunması için
görüşmeler yoğunlaştırıldı.
Soğuk Savaş dönemi sonrası en yıkıcı bölgesel savaşlardan biri olan Karabağ
çatışmasında l milyon Azerbaycan vatandaşı mülteci durumuna düşmüş ve Azerbaycan
topraklarının % 20'si Ermeni işgaline uğramıştır.3 Karabağ çatışması hem
Türkiye-Ermenistan ilişkilerim etkilemiş hem de Ermenistan dışındaki Ermeni
toplumunun Türkiye ve Azerbaycan aleyhine faaliyetlerinin yoğunlaşmasına neden
olmuştur. Her ne kadar Ermenistan özellikle Hocalı'da yapılan katliâmdan sonra
Dağlık Karabağ yönetimiyle bir bağı olmadığını ve çatışmanın Azerbaycan'ın bir
iç sorunu olduğunu açıklasa da uluslar arası gözlemciler tarafından da
Ermenistan'ın Dağlık Karabağ Ermenilerine yardım yaptığı teyit edilmiştir. 4
Nitekim bağımsız Ermenistan'ın ilk Cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan'dan sonra sözde
Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, Ermenistan
Cumhurbaşkanı olmuştur. Ter-Petrosyan döneminde Ermenistan'ın Türkiye ile
ilişkileri geliştirme politikasının önündeki en büyük engel Karabağ savaşı
olmuştur. Çelişkili bir şekilde Ter-Petrosyan'ın Karabağ politikası Türkiye ile
ilişkilerde normalleşmeyi engellerken, Ermenistan'ın Türkiye'ye karşı radikal
politikalar izlemesini savunan Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu tarafından da
eleştirilmiştir.
1994 yılında ateşkes antlaşmasının imzalanmasından sonra barış sürecine Avrupa
Güvenlik ve işbirliği Teşkilâtı (AGİT) bünyesinde hız verildi. AGÎT çerçevesinde
yürütülen görüşmelerde önemli bir dönüm noktası 1996 yılındaki AGlT Lizbon
Zirvesi olmuştur. Bu zirvede Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü esas alan karar
tasarısı Ermenistan dışındaki ülkelerin desteğini almıştır. 1997 yılında da AGİT
adım adım çözüm önerisinde bulunmuştur. Bu öneri Ermeni kuvvetlerin öncelikle
Dağlık Karabağ dışında kalan işgal ettikleri topraklardan çekilmesini ve
Karabağ'ın statüsü konusunun daha sonra ele alınmasını önermekteydi. Ermenistan
Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan da bu öneriye sıcak baktığı açıklamasında
bulunmuştur. Ancak muhalefetin sert eleştirileri sonucu Ter-Petrosyan'ın
istifası ve uzlaşmaya yanaşmayan Koçaryan'ın Devlet Başkanı seçilmesiyle barış
sürecinde bir tıkanma yaşanmıştır. Koçaryan iktidarının ilk yılında Karabağ
sorununun çözümü için Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev ile görüşmekten
kaçınmasına ve Aliyev'in muhatabının Karabağ yönetimi olduğunu söylemesine
rağmen daha sonra sorunun çözümü için Aliyev ile bir araya gelmiş ve barış
süreci devam etmiştir.
Türkiye, Karabağ sorununa uluslar arası örgütler ve özellikle de AGÎT
çerçevesinde bir çözüm bulunmasını istemiştir. 1992 yılında da Türkiye ve ABD
destekli koridor önerisi ortaya konmuştur. Bu öneri Azerbaycan ile Nahçivan
arasındaki bölgenin bir kısmının Azerbaycan'a verilmesi (Mehri Koridoru) ve
Ermenistan ile de Dağlık Karabağ arasında bağ kurulmasını içermekteydi. Ancak bu
her iki tarafça reddedilmiştir. Son dönemde barış görüşmelerinde koridor konusu
yeniden tartışılmaktadır.
IV. ERMENi SORUNUNDA DiYALOG ÇABALARI
Türk ve Ermeni tarafları arasında sivil diplomasi örneği olarak
adlandırılabilecek olan ve tarafların görüşlerini karşılıklı olarak
tartışmalarına imkân tanımak amacıyla bazı girişimler olmaktadır, iki taraftan
gazeteciler belirli aralıklarla bir araya gelmekte ve sorunlar masaya
yatırılmaktadır. Bunun yanında diyalog açısından en ciddî girişim Türk-Ermeni
Barışma Komisyo-nu'nun kurulmasıdır.
Türk-Ermeni Barışma Komisyonu (TEBK) 9 Temmuz 2001 tarihinde altı Türk ve dört
Ermeni temsilcinin katılımıyla kurulmuştur. TEBK'nın amaçları Terms of Reference
adlı belge ile şu şekilde açıklandı: Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı
anlayış ve iyi niyeti geliştirmek, Ermenistan ve Türkiye ilişkilerinin
iyileştirilmesini teşvik etmek; Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri ve Ermenistan
dışındaki Ermeni toplumunda mevcut barışma arzusundan yararlanmak ve söz konusu
Sayfa 22
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
örgütler arasında temas, diyalog ve işbirliğini desteklemek; doğrudan bazı
faaliyetlere girişmek ve diğer kuruluşların projelerinin gerçekleşmesine
yardımcı olmak; hükümetlere sunulmak üzere bazı tavsiyeler geliştirmek; iş
dünyası, turizm, kültür, eğitim, araştırma, çevre, medya ve güven artırıcı
önlemler alanında resmî olmayan işbirliğini desteklemek, talep üzerine, tarihî,
psikolojik, hukukî ve diğer alanlardaki bazı projeler için uzman incelemesi
sağlamak.6
. Türk-Ermeni Barışma Komisyonu'nun Ermeni tarafında özellikle de Ermenistan
dışındaki Ermeni toplumunda
değerlendiriliş biçimine baktığımızda bu toplumun biri kesimin diyaloga hiç
hazır olmadığı ve ileri sürdükleri id-1 diaların araştırılmasını bile
istemedikleri görülür.
TEBK, üyelerinin resmî görev ve sıfat taşımadığı biri sivil diplomasi
örneğiydi.7 Komisyon Ermenistan dışm-| daki Ermeni toplumunda ve Ermenistan'da
geniş biri platformda tartışılmış ve değerlendirmeler yapılmıştır.! Bazı
istisnalar dışında Ermenilerin TEBK'ya bakışlarının! olumsuz olduğu
söylenebilir. Komisyona yönelik en serti eleştiriler Taşnaklann ABD'deki
örgütlerinden ErmeniJ Ulusal Komitesi (.Armenian National Committee America
—ANCA-) ve yine bir Taşnak örgütü olan Ermeni Devrimci Federasyonu'ndan geldi.
Taşnaklar TEBK'yl yabancı güçler tarafından emredilen, yetkisiz kişileriı
katıldığı ve Ermeni millî çıkarlarını gözetmeyen bir giri sim olarak
değerlendirdiler. Taşnaklar için asılsız soy kırımın Türkiye tarafından
tanınması her türlü görüşmenin ön şartıydı.8 Taşnaklann temel kaygısı Barışma
Korniş yonu'nun faaliyetlerinin asılsız soy kırımın uluslar araş düzeyde
tanınması çabalarının önünde engel oluşturma sı ve Ermeniler arasında bölünmeye
neden olmasıydı TEBK'nın kurulmasından sonra Ermeniler arasındaki taı tışmalar
incelendiğinde bölünme konusunda Taşnakla rın endişelerinin yersiz olmadığını
söyleyebiliriz.
i
Ermenistan'da Ter-Petrosyan döneminde iktidardı olan Ermeni Ulusal Hareketi'ne
ve Amerika Ermen Asamblesi'ne (Armenian Assembly of America-AM karşı olan
çevreler, Komisyona yönelik sert eleştirile yaptılar. Bunun nedeni TEBK'nın
Ermeni üyelerini Ter-Petrosyan döneminde önemli görevlerde bulunmıı olmalarıdır.
Örneğin Komisyon'un üyelerinden Arzıi manyan, Ter-Petrosyan dönemi Dışişleri
Bakanlanri dandı ve Hovhanisyan aynı dönemde Ermenistan'ın Sıj riye
Büyükelçisiydi. j
ANCA ve Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunu örgütleri ABD Dışişleri
Bakanlığını da TEBK'nın kun masını teşvik ettiği gerekçesiyle eleştirdiler. 9
ABD Dişi leri Bakanlığı Barışma Komisyonu'na yönelik desteği| ifade etmişti.
Hatta medyada ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Komisyona maddi destek sağladığı
haberleri çıkmıştı.10 TEBK'nın Ermeni üyeleri ise ABD hükümetinin maddî desteği
hakkında bir bilgileri olmadığını belirttiler.11
ANCA'nın tersine AAA, Komisyona açık destek verdi. Barışma Komisyonu'nun
kurulması ABD'deki iki büyük Ermeni örgütü olan ANCA ve AAA arasındaki rekabeti
daha da arttırdı. Barışma Komisyonu ABD'deki iki büyük Ermeni örgütünün ortak
lobi faaliyetlerini etkiledi. Barışma Komisyonu'nun kurulmasının Ermenilerin
asılsız soy kırım iddialarını taşıdıkları ülkeler üzerinde de etkisi oldu.
Avrupa Parlamentosu TEBK'nın oluşturduğu diyalog ortamının önemine işaret ederek
Türkiye ile ilgili kararda Ermenilerin asılsız soy kırım iddialarına yer
vermedi.12 Alman Parlamentosu da Ermeni asılsız soy kırım iddiaları ile ilgili
bir dilekçeyi görüşmeyi, Türk-Ermeni sivil toplum örgütleri arasında temasların
başlamış olduğuna dikkat çekerek reddetti.13
TEBK 11 Aralık 2001'de Ermeni temsilcilerin ortak bir beyanat yayınlayarak
komisyondan ayrılmalarıyla dağılmıştır. TEBK, iki toplum arasında diyalog ortamı
oluşturmaya yönelik bir girişimdi. Ancak Ermeni tarafının böyle bir diyaloga hiç
hazır olmadığı görüldü. Burada temel sorun Ermenilerin asılsız soy kırım
iddiaları ve Ermenistan dışındaki Ermeni örgütlerinin asılsız soy kırımın
uluslar arası düzeyde tanınmasını temel faaliyet alanı olarak ele almalarıdır.
Komisyon'a karşı Ermenistan dışındaki Ermeni örgütlerinin faaliyetleri de bu
toplumun iyi örgütlendiğini ve sivil toplum örgütlerinin bir baskı aracı olarak
kullanılabileceğini göstermektedir. Türkiye'de de Ermeni iddialarına ve bu
iddialar doğrultusunda Ermenilerin yaptıkları faaliyetlere sivil toplum
örgütleri cevap verebilir. Bunun için öncelikle konu ile ilgili bilgilenmeleri
ya da bilgilendirilmelerin yapılması ve bunları harekete geçirecek
mekanizmaların kurulması gerekir. Türkiye'de TEBK gibi bir oluşum ve
faaliyetleri hakkında kamuoyu ve sivil toplum örgütlerinin ilgisizliği dikkat
çekicidir. Taraflar arasında yeniden Barışma Komisyonu'nu canlandırma
doğrultusunda görüşmeler sürdürülmektedir. Daha önceki tecrübeden yola çıkan
taraflar görüşmeleri gizli yürütme eğilimdedirler. Konuşulanların hemen
kamuoyuna yansıtılması bazı çevrelerin Komisyonu hedef almasına neden olmuş ve
Sayfa 23
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
bu durum Komisyonu olumsuz etkilemiştir.
V. SONUÇ
Ermeni iddialarının Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu tarafından çeşitli
ülkelerde gündeme getirilmesi, 1991 yılında Ermenistan'ın bağımsızlığı ile
birlikte Ermenistan'ın da hem Türkiye ile ilişkiler bağlamında hem de
Ermenistan'ın dışardaki yurttaşlarıyla bağlantısı ile Ermeni sorununa bir aktör
olarak girmesi sorunun uluslar arası ilişkiler boyutunu ön plâna çıkardı.
Türkiye ile Ermenistan arasında Ermenistan yönetiminin asılsız soy kırım
iddialarını uluslar arası alanda gündeme getirme çabalarından ve Karabağ
sorunundan kaynaklanan gerginlik Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun da
devreye girmesiyle diğer ülkeler ile Türkiye ve Ermenistan'ın ilişkilerini
etkileyen bir noktaya geldi. Ermenistan yönetimi üzerinde özellikle dışardaki
Ermeni partileri vasıtasıyla söz sahibi olan Ermeni toplumu Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinde olumsuz bir faktördür. Ermenistan çok taraflı bir politika ile
bölgede Rusya'ya olan bağımlılığını azaltabilir. Denize çıkışı olmayan
Ermenistan'ın ekonomik ve politik istikran için Türkiye ile normal diplomatik
ilişkileri geliştirmesi gerekir. Ancak Ermenistan'ın mevcut politikası Türkiye
ile normal diplomatik ilişkiler kurmasına engeldir.
HUKUKÎ VE SİYASI BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU:
"ERMENİLER SOY KIRIMINA UĞRATILDI MI?"
KONUNUN HUKUKÎ YANLARI
Soy kırımı suçu, sınırları soy kırımı sözleşmesi tarafından belirlenmiş hukukî
bir kavramdır.
"Soy kırımı suçu" kavramı 9.12.1948 tarihli Soy kırımı Suçunu Önleme ve
Cezalandırma Sözleşmesi ile tanımlandı; daha önce böyle bir suç tanımlaması
yoktu. Soy kırımı eylemi, Soy kırımı Sözleşmesini onaylayan tüm ülkelerde
suçtur. Türkiye bu Sözleşmeyi onaylamıştır. Bu nedenle her şeyden önce soy
kırımı suçunun tanımı, unsurları, nasıl oluştuğu ve bu suçun işlenip işlenmediği
ile ilgili kararın hangi mahkeme tarafından verilebileceği hususlarını ele
almamız gerekir.
Soy kırımı Sözleşmesinin "Giriş" bölümünde bu suçun savaş veya barış
dönemlerinde işlenebileceği kayıtlıdır. Başka bir deyişle, suçun savaş
koşullarında işlenmiş bulunması, o suçun soy kırımı çerçevesine girmesini
engellemez.
Sözleşmenin 2. maddesi hangi eylemlerin, hangi koşullarda soy kırımı
sayılacağını belirtmektedir. Buna göre, soy kırımı bir ulusal, etnik, ırksal
veya dinî gruba mensup insanları, tamamen veya kısmen, o gruba mensup oldukları
için ortadan kaldırmak - halk deyimi ile kökünü kazımak - amacıyla işlenmiş
aşağıdaki eylemlerden biridir:
A) Bir grubun üyelerini öldürmek;
B) Bir grubun üyelerine cismanî veya aklî zarar vermek;
C) Bir grubun üyelerini fizikî olarak tamamen veya kısmen yok etme sonucunu
vereceği önceden bilinen yaşam koşulları altına sokmak;
D) Grup içindeki doğumları bilinçli olarak önlemeğe yönelik önlemler dayatmak;
E) Bir grubun çocuklarını başka gruplar içine zorla götürmek.
İnsanları, belirli bir gruba mensup bulundukları gerekçesiyle ortadan kaldırma
eylemine bir örnek vermek gerekirse, ikinci Dünya Savaşı sırasında almanya'daki
Yahudilerin sırf Yahudi oldukları için toplu olarak katledilmelerini
gösterebiliriz. İnsanları bir ırka ya da dinî gruba mensup oldukları
gerekçesiyle toptan ya da kısmen yok etme niyeti bulunmadığı takdirde, o eyleme
soy kırımı denilemez; olsa olsa -kendileri de suç olan- cinayet veya toplu
öldürme terimleri kullanılabilir.
Sözleşmenin 3. maddesine göre sadece soy kıjumhu rımı suçunu işleyenler değil,
buna katkıda bulunanfenca, lar, doğrudan veya açık biçimde teşvik edenler,
sopdiği kırımı girişiminde bulunanlar veya suç ortaklığı yajava aç panlar da soy
kırımı suçu ile cezalandırılacaklardır.
Sözleşmenin 4. maddesine göre soy kırımı il|enm f cezalandırabilecek olanlar
hakikî şahıslardır. Bunlar kamu görevlileri, özel şahıslar ya da anayasaları:
gereğince sorumlu olan yöneticiler olabilir. Yani kırımı suçunu, hükmi şahıslar
değil -örneğin devle ler veya yerel yönetimler değil-, gerçek şahıslar işit
yebilmekte, bu kişiler yargılanabilinmekte, suçlu lunurlarsa
cezalandırılmaktadır.
Sözleşmenin 6. maddesine göre suçun işlenmediğine karar verecek olan yetkili
mahkeme soy kırımı suçunun işlendiği ülkenin mahkemesidir; ayrıca taraflar yargı
yetkisini kabul ettikleri takdirde, bir uluslar arası ceza mahkemesi de
görevlendirilebilir. Bunun anlamı, yerel ya da ulusal parlementoların, sivil
toplum örgütlerinin ve yetkisiz malvmın j. kemelerin herhangi bir eylemi soy
kırımı olarak nitelendirmeye hakları bulunmadığıdır. Başka bir deyişle Fransa
Parlamentosunun ya da ABD'de bir Eyalet Meclisinin veya örneğin Fransa'da Paris
Sayfa 24
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Asliye Mahkemesinin bir başka ülkede soy kırımı suçu işlendiği konusunda karar
verme yetkisi yoktur. Böyle bir ila gidilmesi, Soy kırımı Sözleşmesinin ihlâli
anlamına gelir.
Devletin soy kırınımdaki sorumluluğu konusu da idahil olmak üzere Sözleşmenin
yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda Akit Taraflar arağında
uzlaşmazlık olursa, yani Sözleşme ihlâl edilir-Soy kırımı Sözleşmesinin 9-ncu
maddesine göre, ihtilafın taraflarından biri, konuyu Uluslar arası let Divanına
götürebilir. Bir örnek vermek gere-:, yetkili yargı organı tarafından varlığı
karara ınmamış bir soy kırımı suçu olmadan, Fransa'nın [ardığı tek maddelik
"Fransa 1915 yılında Ermeni-:r'e yapılan soy kırımını tanır" şeklindeki yasa,
Soy u Sözleşmesine aykırıdır. Zira, bir yargı organı lyan, Soy kırımı
Sözleşmesine göre yetkisi bulun-ıvan Fransa Parlamentosu, soy kırımı yapıldığı
yolda bir karar alarak anılan Sözleşmeye aykırı ha-:ket etmiş, Fransa'nın
yürütme organının başındaki ımhurbaşkam da yasayı onaylayarak yayımlamıştır.
Lyrıca, soy kırımı suçu gerçek kişi tarafından işlenebildiği hâlde, bu konuda
herhangi bir kişi hakkında ıva açılmamış, kişinin savunması alınarak usulüne
?gun biçimde yargılanmamıştır. Bu nedenle, Sözleş-;nin Fransa tarafından ihlâl
edildiğinin saptanma-için Uluslar arası Lahey Adalet Divanına başvurma çeneğinin
ciddî bir biçimde ele alınması gerektiğini iünüyorum.
KONUNUN SİYASÎ YANLARI
SİYASÎ ANLAMDA SOY KIRIMI KAVRAMI
Kimi ülke parlamento veya Eyalet Meclislerinin Avrupa Parlamentosunun
yargı
organı olnıa-ve hiçbir yetkileri de bulunmadığı hâlOsmanlı Devleti topraklarında yaşayan Osmanlı ıtandaşı Ermenilere karşı 1915
yılında soy kırımı su-işlendiği yönünde aldıkları kararlar hukukî değil, fasal
niteliklidir. Böylece ortaya "siyasî anlamda soy kırımı" kavramı çıkarılmıştır.
Ermeni soy kırımı savının siyasî nitelikli yorumunun ardında, o ülke va-ıdaşı
olan Ermenilere hoş görünmek, onlara hak acılarını bir ölçüde dindirmek,
Türkiye'ye ski yapmak, ülkemizi Avrupa Birliğine tam üyelikten uzaklaştırmak
dahil, çok farklı amaçlar vardır. Ayrıca, bu yönde düşünenlerin büyük bir bölümü
de söylediklerine gerçekten inanmaktadırlar.
Son zamanlarda, soy kırımı savlarının hukuka uygun olmadığını kavramış bulunan
çok sayıda Ermeni militan, soy kırımı terimini hukukî değil, siyasî anlamda
kullandıklarını ve siyasî tanıma istediklerini belirtmeye başlamışlardır. Doğal
olarak, böyle bir siyasî tanımanın hukukî sonuçlarından ziyade, manevî ve siyasî
sonuçları öne çıkmaktadır.
TÜRK GÖRÜŞÜ
Türk Hükümetleri ile Türk ulusunun ittifaka yakın çoğunluğu, Birinci Dünya
Savaşı döneminde Osmanlı Devleti'nin Ermeni vatandaşlarına soy kırımı
uygulandığı savını kabul etmemektedir. Belge ve verilere de dayanan görüşümüze
göre, 1915 başlarında Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmak için başlatılan
silâhlı ayaklanma ve savaş nedeniyle karşılıklı öldürmeler olmuş (Osmanlı
dilinde buna mukatele -karşılıklı çok sayıda öldürme de- deniliyor), Osmanlı
Devleti'nin bazı bölgelerinde oturan Ermeniler, ülkenin başka kesimlerine zorla
göç ettirilmiş, bu göç sırasında hastalık, açlık ve haydutların saldırıları
nedeniyle Müslüman veya Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları arasında çok sayıda
ölüm vuku bulmuştur. Bunun dışında aynı yerleşim biriminde oturan Osmanlı
yurttaşı Türkler ve Ermeniler, öç alma gibi duygularla birbirlerini
öldürmüşlerdir. Bunun aksi de olmuş, komşular birbirlerini korumuşlardır. Ancak,
bizim değerlendirmemize göre, Osmanlı Ermenilerini, Ermeni oldukları
gerekçesiyle tamamen veya kısmen yok etme niteliği taşıyan - yani 1948 Soy
kırımı Sözleşmesinin hukukî çerçevesine giren- bir eylem yapılmamıştır. Ayrıca,
hukuk açısından 1948 yılında oluşmuş bir suç kavramının, geriye doğru
işletilmesi mümkün değildir. Nihayet, Ermeniler, Sevr Anlaşması görüşmelerine
katılırken "savaşan taraf olduklarını resmen ileri sürmüşlerdir. Savaşan taraf,
savaşta kaybettiği askerlerinin soy kırımına uğradığını ileri süremez.
Gene de o dönemde yaşanan trajedide, Gayrimüslim ve Müslüman pek çok Osmanlı
yurttaşının - maalesef - hayatını kaybettiği, yaralandığı, malından, yerinden
yurdundan olduğu bir gerçektir. Ancak bu acıların sadece Osmanlı vatandaşı
Ermeniler tarafından çekildiğini ileri sürmek büyük haksızlıktır, Haçlı
zihniyetinin sonucu olan dinî bağnazlıktır; kabul edilmesi beklenmemelidir.
ERMENİLER SORUNA NASIL BAKIYOR?
Ermenilerin soruna bakış açısını inceleyecek olursak, atalarının soy kırımına
uğradığı ve yaklaşık bin yıldır oturdukları topraklarından sökülüp atıldıkları
savının, günümüzde Türkiye dışındaki Ermeni toplumunun kimliğinin çimentosunu
oluşturduğunu görürüz. Ermenistan Cumhuriyeti'nde yaşayanlar da dahil olmak
üzere dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Ermeniler, sistemli biçimde
beyinlerini yıkayan —terör örgütleri de dahil olmak üzere- bazı derneklerin ve
Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesinin gayretleri ile Anadolu'nun doğusunu da
Sayfa 25
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
içine alan Büyük Ermenistan hayalini beyinlerinden çıkaramamakta, bu hayali
canlı tutmak için atalarının çektiği acıları belleklerinde tazeleyerek
yaşatmaktadırlar.Bugün Ermenistan Cumhuriyeti'ne gidenler, sokak, meydan, otel
adlarından başlayarak,içki adlarına kadar uzanan yer ve malların isim veya
simgelerinin Doğu Anadolu'daki bölge, dağ ve kentleri canlandırdığını
göreceklerdir.
Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Ermenilerinin bir bölümü,
başlarında Osmanlı Meclisindeki temsilcileri olduğu hâlde Doğu Anadolu'da
ayaklanmışlardır.
Van isyanı buna bir örnek teşkil etmektedir. Bu macera sonucunda uğradıkları
büyük kayıplar, ayaklanmalarının ve giriştikleri savaşın sonucudur. Bu
ayaklanmadan sonra, Osmanlı Hükümetinin aldığı zorunlu yer değiştirme sırasında
hastalık, yorgunluk, açlık ve dağlardan inen çetelerin saldırıları sonunda
ölenlerin sözde soy kırımına uğratıldıkları ileri sürülmektedir. Militan
Ermenilerin iddiasına göre, az sayıda Ermeni çetecisinin ayaklanması bahane
edilerek ülkedeki tüm Ermeniler ittihat ve Terakki Hükümeti tarafından plânlı ve
bilinçli olarak kırıma uğratılmıştır.
Gerçekte ise Osmanlı Ermenileri, Osmanlı Devletinden koparak ve
bağımsızlıklarını kazanan Yunanlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Romenler
gibi bağımsızlıklarını kazanmak için silâha sarılmış ve Osmanlı Devleti ile
savaşmışlardır. Diğerlerinden farkları Ermenilerin Osmanlı Devleti'nin hiçbir
bölgesinde çoğunlukta bulunmamalarıdır. Bu durumda, Ermeni çeteciler
ayaklandıkları yerlerde, Rus ordusunun da yardımıyla katliâma ve etnik temizliğe
başvurmuşlardır. Öte yandan, Türkiye'nin güneyini işgal eden Fransızlar, bir
bölümü Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler'den Fransız Lejyonları kurmuşlar,
bunları Fransız askeri üniforması giydirerek silâhlandırmış ve sa-| vaşa sokmuşlardır.
Ermenistan'da yaşayan Ermenilerin ve diğer ülke lerdeki yurttaşlarının bir
bölümünün şimdiki beklen tisi, bugünkü Ermenistan Cumhuriyetinin -Batı ErmeJ
nistan diye adlandırdığı- Türk topraklarına doğru nişlemesi ve asılsız soy
kırımına uğrayanların bir ! lümü için tazminat sağlanmasıdır. Bunun mümkü
olamayacağını bilen gerçekçi bazı Ermeniler ise tojl rak ve tazminat taleplerini
ileride onaya atılabilecej bir pazarlık unsuru olarak kenara bırakmakta ve
aşamada, Osmanlı Devleti'nin Ermenilere soy kırııj uygulandığının Türkiye
Cumhurtiyeti tarafından, şekilde tanınmasını istemektedirler.Bunlar, Avrupj
Birliğinin Türkiye'nin tam üyelik talebini görüşecej son karar aşamasında,
asılsız Ermeni soy kırımının tanınmasını olmazsa olmaz koşul olarak ileri sürmei
ni hayal ediyorlar ve Avrupa Parlamentosunun Ermeni soy kırımını tanıyan kararı
nedeniyle bu j teklerinin gerçekleşeceğine inanıyorlar.
Ermeniler'in -kimliklerinin ayrılmaz bir parça oluşturan- atalarının soy
kırımına uğradığı savındj vazgeçeceklerini sanmıyorum; böyle bir vazgeç
kimliklerinin önemli ölçüde yaralanması, âdeta olması anlamına gelecektir. Öte
yandan, soy kır savları Ermeniler dışında da destek bulmaktadır, l çok ülkede
oluşan inanç, Birinci Dünya Savaşın Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan
Ermenil| büyük bir kırım uygulandığı yolundadır. Haçlı döı minden başlayarak
yüzyıllar boyu Türkler ile; mış olan batılı ülkeler ve kötü Türk imajı ile besi
mis olan Avrupa kamuoyu, Birinci Dünya Savaşııj yapılan Türk karşıtı
propagandadan da etkilena perçinlenen kanaatini bu konuyu fazla incelen
ayrıntılarını araştırmaya gerek görmeden sürdür tedir. Sosyal psikoloji ile
uğraşanlar, kanaat değil sürecinin ne kadar zor ve engebeli olduğunu bilirler.
BU KOŞULLAR ALTINDA NE YAPILABİLİR?
Türkiye'de üst düzey bazı yöneticiler, kimi < nürler ve parlâmento üyelerinin
bir bölümü sorunun tarihe ya da tarihçilere havalesini önerij lar. "Tarihe
havale etmek" terimi kanımca çok soyuttur; tarih yazımının ise sübjektif olduğu
kanısında! Hele tarihteki olayları, nedenleri ile birlikte ele| incelediğimizde,
varacağımız sonuçlar bakış ve incelemenin yapıldığı zamana ve o dönemde geçerli
olan hukuk veya etik normlarına göre farklı olacaktır.
Her iki tarafın tarihçileri ile tarafsız denebilecek , bilim adamları, bu yolda
yıllardır Ermeni olayları ko-l nüsünü inceliyorlar; söylenebilecek olan hemen
her hey söylenmiş, yazılmıştır; bunlar arasında büyük f fark ve çelişkiler
vardır. Taraflar kendi gerekçe ve belilerini öne çıkarmakta, diğerlerinin
belgelerinin ı sahte, tanıklarının ise yalancı olduğunu söylemekte-î dir. Kimi
tarihçiler, tarihin bazı sayfalarını okumamak-j ta, yok saymaktadır. Taraflar
kendi tezlerini destekle-I yen bilgi ve belgelere inanmaya , bunları öne
çıkar-[maya devam edeceklerdir. Objektif denebilecek ta-[ rihçilerin
ulaşacakları sonuçların ise asılsız soy kırımı-I m kendi kimliklerinin ayrılmaz
bir parçası hâline ge-I tiren dogma sahiplerini ikna etmesi beklenmemeli-Idir.
Unutmayalım ki dogma sahipleri "kendi gerçek-lleri" sorgulama sonucunu
verebilecek olan araştırma Iveya inceleme yapılmasını bile istemezler.
Sayfa 26
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Başkalaşımdan tek bekledikleri kendilerinin bir dinî inanış gibi algıladıkları
"nihaî ve mutlak gerçeğinin" kabul dilmesidir. Bütün bu nedenlerle, bugün
Ermenis-an'da ya da diğer ülkelerde yaşayan Ermenilerin, atalarına soy kırımı
uygulanmadığı hususunda ikna edilebileceklerine inanmıyorum.
Bunun yanında, birlikte veya yanyana yaşamanın koşullarını da yaratmak
gereklidir. Bence bunu sağla-anın yolu 1915 olaylarında yaşanan trajik olayların
lasını, eylemlerden zarar görenlerden sadece bir bölümünün çektiği düşüncesinin
ve kabul edilemeyeceğinin, soy kırımının esas itibariyle hukukî bir terim
|)lduğunun, bu konuda karar vermeye yetkili yargı ganinin 1948 Soy kırımı
Sözleşmesinde belirlenmiş fculunduğunun , siyasî veya entelektüel çevrelerin
pendilerini yetkili yargıç sayarak, yargısız infaz yap-alarınm kabul
edilemeyeceğinin, her fırsattan ya-hrlamlarak belirtilmesi ve tek taraflı
suçlamalar ile arış içinde yaşama koşullarının sağlanamayacağının gulanmasından
geçer.
Bu konudaki görüşlerimiz, yurt dışında ve Türkiye'de yabancıların katılımı ile
yapılacak çalışma, panel veya sempozyumlarda Ermenilere ve onları destekleyen
çevrelere anlatılmalıdır.Düzenleyeceğimiz toplantılara sadece Türk görüşlerini
destekleyen ya-ancılar değil, tarafsız olanlar ve hatta değerlendirmelerimizi
paylaşmayanlar da davet edilmelidir. Bu anlatım ve görüş değiş tokuşu,
duygusallıktan uzak bir biçimde, soğukkanlılıkla yapılmalıdır. Bu çerçevede
Ermeni tarihçilerinin ve onları destekleyenlerin savları tek tek incelenmeli,
gerçeğe uygun olmayan hususlar ortaya çıkarılmalı, kabul eylemediğimiz savları
ileri sürenlere, gerekçeli karşı görüşlerimiz iletilmelidir. En önemlisi
diyalogun başlatılması ve sürdürülmesi, farklı görüş ve yorum bulunduğunun
belirlenmesidir. Gerek tarihte olan olaylar konusunda, gerek diğer güncel
konularda sürdürülecek diyalog, sonuçta ve uzun vadede birlikte yaşamanın
koşullarını yaratacaktır.
Tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde yaşanan trajik olaylar geniş toplum
kesimlerini etkilemiştir. Bu olaylarda zarar görenlerin, hayatlarını
kaybedenlerin soylarının belleklerinin silinmesi, belleklere yerleşmiş
verilerin, sevinç ve üzüntülerin yok sayılması beklenemez. Bu duyguların da
anlayışla karşılanması, yaraların deşilmesi yerine, sarılması için gereken
psikolojik adımlar atılmalıdır. Öte yandan, belleğe saygı duyulması bağlamında,
sadece şevke bağlı trajik olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin çocuk veya
torunlarının değil, İğdır'da, Ma-raş'ta, Van'da ve ülkenin başka yerlerinde
öldürülen Müslüman Osmanlı vatandaşlarının kaderlerinin de bunların soylarının
belleğine kayıtlı bulunduğu gerçeği unutulmamalı ve anımsamayanlara gerektiğinde
hatırlatılmalıdır.
Bu konuda dikkate alınması gereken bir diğer husus, soy kırımı iddiaları
karşısında son derecede ağırbaşlı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin onurunu ve çıkarını
ön plâna çıkarıcı bir tutum sergileyen Ermeni yurttaşlarımızın, kimi gelişmeler
vesilesiyle rahatsız edilmemeleri ve incitilmemeleridir. Türk vatandaşı
Ermenilerin, ülkemizde tüm vatandaşların yararlandığı saygınlığa ve onura sahip
bulundukları hatırdan çıkarılmamalıdır. Ermeni yurttaşlarımızın ülkemizde
yararlandıkları hak ve özgürlükler, soy kırımı savlarını geçersiz kılan deliller
olmalıdır.
GÜNCEL BOYUTUYLA ERMENİ SORUNU
Ermeni sorununun güncel boyutlarını açıklayabilmek üzere Lozan Antlaşmasından
sonraki gelişmeleri kısaca anımsamakta yarar bulunmaktadır.
Sevr Antlaşması'nın öngördüğü ve günümüz Ermenistan'ından başka Doğu Anadolu
topraklarının büyük bir kısmını da içermesi plânlanan büyük Ermenistan
kurulamamıştır. Bunun başlıca nedeni Türk Milli Mücadelesinin Sevr'i uygulanamaz
hale getirmesidir. Diğer yandan Ermeniler giriştikleri savaşta Kazım Karabekir
komutasındaki Türk güçlerine yenilerek 1920 yılı sonunda Gümrü Antlaşma-sı'nı
imzalamışlar ve Sevr'i geçersiz saymış ve iki ülke arasındaki yaklaşık bugünkü
sınırları kabul etmişlerdir. Ermenistan kısa süre sonra Sovyetler Birliği
tarafından ilhak edilmiş ve bağımsız bir devlet olarak ortadan kalkmıştır. Yeni
Türk Devleti'nin uluslar arası yükümlülüklerini saptayan Lozan'da Ermenistan ve
Ermenilere dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durum Ermeni sorununu hukuken
ortadan kaldırmıştır.
Lozan Antlaşması'nı izleyen yaklaşık 20 yıl, Ermenilerden ve Ermenistan'dan pek
söz edilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmanın yarattığı hırsla Rus
İmparatorluğu sınırlarını yeniden elde etmeyi amaçlayan Sovyetler Birliği, bir
yandan Doğu Avrupa'da uydu komünist rejimler kurmayı sürdürürken diğer yandan
Türkiye'den Boğazlarının kontrolünü ve Doğu Anadolu'da da Kars ve Ardahan'ın
kendisine bağlanmasını istemiş1 ve bu talebi Ermenistan ve Gürcistan adına
yapmıştır. Aynı zamanda çeşitli ülkelerde bulanan Ermenilerin Sovyet
Ermenistan'ına gelip yerleşmesi için de bir kampanya açılmıştır. Bu kampanyayla,
Ermenistan nüfusunun yetersizliği dikkate alınarak, Türkiye'den Kars ve Ardahan
Sayfa 27
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
alındığı taktirde, buraya yerleştirilecek Ermenilerin bulunması öngörülmüştür.
Sovyet talepleri, o zamana kadar bir tür tarafsızlık politikası izlemiş bulunan
Türkiye'yi Bati Bloku ile işbirliğine götürmüş ve Kore Savaşına katı Türkiye
1952 yılı Şubat ayında NATO'ya girmi Hatalarının farkına varan Sovyetler,
Stalin'in l Martında ölümünün ardından Türkiye'ye bir n vererek Boğazlar
üzerindeki iddialarından ve menistan ve Gürcistan adına ileri sürdüğü top
taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmişler2 an Türkiye'nin batının yanında yer
almış olmasını ğiştirememişlerdir.
Böylece Sovyetlerin, Türkiye üzerinde baskı k mak amacıyla Ermeni sorununu
yeniden günde getirme gayretleri bir sonuç vermemiş ancak En nistan'da,
Sovyetlerin izin verdiği ölçüde, milliy çilik akımlarının zaman içinde yeniden
güçlenme ne neden olmuştur. Bu akımlar sayesinde Erivan' bir Ermeni soy kırımı
anıtı inşa edilmiş ve anıt l! yılında büyük bir törenle açılmıştır. Ermeni şoı
nizminin hâlâ mevcut olduğunu gösteren bu Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda
o za: na kadar pek görülmeyen Türkiye ve Türkler k ti duyguların güçlenmesine
yol açmıştır. Yahı Holokostu'ndan esinlenerek ve Federal Alra. ya'nın bu olayda
zarar görenlere büyük taz ödediği de dikkate alınarak 1915 sevk ve is bir soy
kırım olduğu ileri sürülmeye ve Türkiyf bu hayali olayın faili olarak suçlanmaya
başlanıl tır. Bu yolda hayli yoğun propaganda yapılmışsa o yıllarda bunların
kamuoyunda kayda değer biı kişi görülmemiştir.
1973 yılında Los Angeles'te yaşlı ve yarı meç bir Ermeni, Türk Başkonsolosu
Mehmet Bayda Yardımcısı Bahadır Demir'i katletmiştir. Kat kurbanları ile hiçbir
sorunu olmaması ve onları dece asılsız Ermeni soy kırımından "sorumlu" devletin
temsilcileri olduğu için katletmesi uyandırmış ve basın, olayın evveliyatı
hakkında gi vermek için, soy kırımı iddialarından uzun u bahsetmiştir. O zamana
kadar "davalarını" duı mak hususunda pek başarılı olamayan Ermeni
sssmilliyetçileri, bu olayın öğretisinden yararlanarak Türk diplomatlarını
katletmek üzere aşırı sol eğilimli olduğu belirtilen, ASALA adında bir terör
örgütü kurulmuş, Taşnaklar da buna paralel olarak Adalet Komandoları adı altında
bir başka örgüt oluşturmuşlardır. ASALA ağırlıklı olmak üzere, bu iki örgüt 1975
ilâ 1985 yılları arasında, genellikle Ermenilerin çok olduğu ülkelerde görev
yapan, 4'ü büyükelçi 34 Türk diplomatını katletmiştir. Her olay, bu cinayetin
neden işlenmiş olduğunun açıklanması bahanesiyle soy kırım iddialarının gündeme
gelmesine vesile olmuş ve yayınlanmaya başlayan asılsız soy kırım konusunda çok
sayıda kitap, makale, belgesel film, sergi gibi faaliyetlerin de katkısıyla,
batı ülkeleri kamuoyunda Ermenilerin Türkler tarafından soy kırımına uğratılmış
olduğu hakkında bir kanı yerleşmiştir. Bu kanı, Ermeni te-röri/mini izleyen
yıllarda bazı ülke parlâmentolarında asılsız Ermeni soy kırımını tanıyan
kararlar3 alınmasının başlıca nedenini oluşturmuştur.
Türk diplomatlarını katleden Ermenilerin hemen hepsi çok genç insanlardı ve 1915
sevk ve iskânından sonra yabancı ülkelere gidip yerleşen Ermenilerin
torunlarıydı. Hemen hepsi yaşamlarında bir Türk ile karşılaşmamıştı. Büyük
çoğunluğunun sabıkası yoktu. Bu durumda olan kişilerin cinayet gibi son derecede
ağır bir suçu işlemeleri ilk bakışta makul görülmüyordu. Normal koşullarda 1915
sevk ve iskânına tâbi olan birinci kuşağın Türklere karşı duygular beslemesi
beklenirdi. Onların çocuklarının oluşturduğu ikinci kuşağın ise anne ve
babalarının aksine, bulundukları ülkeye uyum sağlamaları nedeniyle, soy kırım
söylentilerine daha az önem vermesi gerekirdi. Torunları oluşturan üçüncü kuşak
için ise bu söylentilerin fazla bir değeri olmaması normaldi. Ancak bu konuda
gerçeğin farklı olduğu ve sözkonusu üç kuşak arasında Türkiye ve Türklere en az
kin besleyenlerin birinci kuşak olduğu görülmüştür. Bu olgu, aynı zamanda 1915
sevk ve iskânı sırasında soy kırım olarak tanımlanacak olayların vuku bulmamış
olduğunun diğer bir kanıtı oluşturmaktadır.
Türk diplomatlarına karşı işlenen cinayetlerin faillerinin 1915 olaylarından hiç
etkilenmeyen üçüncü kuşağa mensup kişiler olması, diğer bir deyimle, Ermeni
kuşakları arasında Türklere karşı farklı davranışların mevcut bulunması Ermeni
kiliselerinin, siyasî partilerinin ve derneklerinin etnik karakteri ile
açıklanabilir. Yabancı ülkelerdeki Ermeni kiliselerinin var olabilmesi Ermeni
cemaat olmasına, siyasî partilerinin ve çeşitli derneklerinin faaliyetlerini
sürdürebilmeleri de Ermeni üyeleri olmasına bağlıdır. Oysa Ermeniler, göç eden
her halk için olduğu gibi, ikinci kuşaktan itibaren göç ettikleri ülkenin halkı
arasında erimeye başlamışlardır. Bu, Ermeni kiliseleri için cemaat ve parti ve
dernekler için de üye sayısının azalmasına neden olmuş, sözkonusu örgütlerde
kendi gelecekleri için endişeler yaratmıştır. Ermenileri bir arada tutabilmek ve
onlarda Ermeni bilincini yaşatabilmek için bulunan çare de, 1915 sevk ve
iskânının Yahudi Ho-lokostu ile aynı nitelikleri taşıdığını ileri sürüp bir
"Ermeni soy kırımı" yaratmaya çalışmak olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra,
tedricen, Ermeni kiliselerinde, okullarında, siyasî partilerinde ve
derneklerinde Türklerin Ermenileri soy kırımına uğrattıkları teması sürekli
Sayfa 28
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
işlenmeye başlamıştır. Kişilerin baba veya dedelerinin soy kırımına uğradığına
inanmaları ise Ermeni milliyetçiliğinin daha da canlanması sonucunu vermiştir.
Bu milliyetçiliğin başlıca amacı dedelerinin intikamını Türklerden almak ve
"Büyük Ermenistan"in kurulmasına çalışmaktır. Bu "beyin yıkama" en fazla üçüncü
kuşak Ermeni-lerini etkilediği için Türk diplomatları katilleri de bu kuşak
arasından çıkmıştır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun terörizm dışında Türkiye'ye karşı
yürüttüğü faaliyetleri iki kategoride toplamak mümkündür: Kamuoyunu etkilemeye
yönelik faaliyetler ve siyasi faaliyetler.
Ermenilerin soy kırımına uğramış olduğunu kanıtlamak için, özellikle son 25
yılda, birçok kitap yazılmış bulunmaktadır. Bunlar genelde bilimsel
görünüştedir. Vaktiyle bu konuda, bir iki istisna dışında, genellikle Ermeniler
eser verirken son yıllarda Ermeni kökenli olmayanların da yazmaya başladıkları
ve bunlar arasında, çok az sayıda da olsa, bazı Türk yazarların da bulunduğu
görülmektedir.
Ermeni ve yabancı yazarlar kitaplardan başka, bilimsel dergilerde olduğu gibi
günlük gazetelerde, Ermeni iddialarına yer veren çok sayıda makale
yayınlamışlardır.
Ayrıca, özellikle Ermenilerin çok olduğu ülkeler ile hedef olarak seçilen bazı
ülkelerde asılsız soy kırımı hakkında birçok konferans, panel vb
düzenlenmektedir.
Soy kırım konusu edebiyat alanında romanlarda, şiir kitaplarında ve piyeslerde
işlenmektedir.
Filmlere gelince çok sayıda "belgesel" film mevcut olup bunlar, genellikle Nisan
ayında, başta ABD, Fransa ve Lübnan olmak üzere birçok ülke televizyonunda
gösterilmektedir. 1915 yılına dair görsel malzeme çok az olduğundan bu filmlerde
kullanılanların bir kısmının uydurma olduğu bir kısmının ise gerçekliği
tartışmalıdır. Bu husus, yine her yıl genellikle Nisan ayında açılan sergiler
için de geçerlidir.
Konulu filmlerden ikisi özellikle dikkat çekmektedir. Bunlar Ermeni asıllı
Fransız Yönetmen Henri Verneuil (Aşot Malakyan) tarafından 1991 yılında çevrilen
Mayrig (Anne) filmi ile Ermeni asıllı Kanadalı Yönetmen Atom Egoyan'ın 2002 'de
gösterime giren Ararat (Ağrı Dağı) filmidir. Mayrig, asılsız soy kırıma temas
etmekle birlikte, esas konusu 1915 sevk ve iskânı sonrasında Fransa'ya göçmüş
bir ailenin yaşam mücadelesidir. Ararat ise karma karışık bir senaryo içinde,
Türklere atfedilen bir takım vahşet sahneleriyle, sadece asılsız soy kırımı ele
almaktadır.
Yukarıda değindiğimiz bilimsel nitelikli olmayan kitaplar, makaleler, romanlar,
şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar son yıllarda çok
yoğunlaşmıştır. Bunlar için Ermeni çevrelerinden büyük bir talep olması ve bu
talebi karşılamak üzere bu faaliyetlerin üretilmesinin gerekmesi, bu üretimi
mümkün kılacak malî fonların mevcut olması, bu üretimden gelir sağlayan çok
sayıda kişi bulunması bir bütün olarak dikkate alındığında ortada bir "Ermeni
Soy kırım Endüstrisi" bulunduğunu ifade etmek abartma olmayacaktır.
Ermenilerin bu faaliyetler için yaptıkları harcamaların kaynağı bağışlardır. Soy
kırım iddialarının güçlendirdiği milliyetçilik, Ermeniler arasında esasen yaygın
olan bağış geleneğini daha da arttırmıştır. Günümüzde varlıklı Ermeniler için
bağışta bulunmak bir millî görev olarak addedilmektedir.
Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ile aşağıda açıklayacağımız siyasî
faaliyetler için ne kadar harcama yapılmaktadır? Ermeni kaynakları bu konuda
bilgi vermemektedir. Ancak kesin sonuçlara varılamasa da bir tahmin yapmak
mümkündür. Bir yazar5 Ermenilerin ABD Kongresi üyelerini etkileyebilmek için
yılda 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmaktadır. Bir diğer kaynak, Ararat
filminin maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmektedir6. Bunlara
yukarıda değindiğimiz kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler,
sergiler ve çeşitli toplantılar da eklenirse ve bu tür faaliyetlerin sadece
ABD'de değil Fransa, Kanada, Avustralya ve Lübnan başta olmak üzere diğer bazı
ülkelerde de yapıldığı düşünülürse, bulunacak rakamın yılda yüz milyon dolardan
daha az olamayacağı sonucuna varılmaktadır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun siyasi faaliyetlerine gelince, propaganda
faaliyetlerinin asılsız Ermeni soy kırımını kamuoyuna duyurmayı amaçlamasına
karşın siyasî faaliyetlerin birinci amacı bu iddiayı bazı ülkelerin yerel veya
millî meclislerine kabul ettirmektir. Ermeniler kayda değer bir azınlık
oluşturdukları ülkelerde oylarını bölmeyerek azımsanmayacak bir siyasî nüfuz
sahibi olmuşlar ve bunu soy kırım iddialarını o ülkelere kabul ettirmek için
kullanmışlardır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun soy kırım kadar önem
verdiği bir diğer konu, bulundukları ülkenin Ermenistan'a yardım yapmasıdır. Bu
husus özellikle ABD için önemlidir
Ermenistan, Rusya ile gayet yakın ilişkiler yürütmesine ve Güney Kafkaslarda Rus
Sayfa 29
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
çıkarlarının korunmasına hizmet etmesine rağmen ABD'den, sanki bu ülkenin yakın
bir müttefikiymiş gibi, büyük yardım sağlamış bulunmaktadır. ABD'nin 2001 yılına
kadar Ermenistan'a doğrudan yaptığı yardımların toplamı 1,4 milyar dolara
varmaktadır ki bu Ermenistan'ın yılda 2 milyar civarında olan millî gelirinin
%7'sine tekabül etmektedir. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu kuruluşlarının
Ermenistan'a yaptığı yardımlar bunun dışındadır.
Bu durum özellikle ABD'de görülmektedir. Ör-[neğin, Ermeni saldırıları sonucunda
Azerbaycan [topraklarının % 20'sini kaybetmiş ve bir milyon ka-|dar Azeri de
kaçkın (mülteci) durumuna düşmüş en ABD'nin Azerbaycan'a yapacağı yardımlar
Er-li lobisi tarafından 1993 yılında yardım mevzu-ı getirilen bir değişiklikle
önlenmiş8, Amerikan hükümetinin ısrarlı girişimleri sonucunda bu hükmün
uygulaması, 2002'den itibaren birer yıllık sü-Irelere bağlı olmak kaydıyla,
durdurulabilmiştir. ı Türkiye'ye gelince, Türkiye ve Türkleri soy kırımla
suçlamak amacıyla Kongre'den bir karar çıkartmak ı için harcanan büyük çabaların
dışında, Bakû-Cey-[han petrol boru hattının inşa edilmesini engelle-j nineye
çalışılması9 ve ABD tarafından Türkiye'ye {tanınmak istenen bazı ticaret
kolaylıklarına karşı çı-I kılması örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye aleyhindeki bu faaliyet ve girişimleri sa-Jdece düşmanlık ve intikam
duygularıyla açıklamak kordur. Bu duyguların etkisi olmakla beraber
Er-jmenilerin bu faaliyetlerden bazı beklentileri oldu-Iğu ve bunların birbirini
izleyecek dört aşamada gerçekleşmesini ümit ettikleri anlaşılmaktadır. Bu
aşa-jmalar şu şekilde özetlenebilir.
Birinci aşama, asılsız soy kırımının, başta büyük liilkeler olmak üzere, mümkün
olduğu kadar çok sa-ülke ile ayrıca belli başlı uluslar arası kuruluş-:
tarafından tanınmasıdır.
İkinci aşama, Türkiye'nin yabancı ülkelerin asıl-ı soy kırımını tanımasından
etkilenmesi ve bu ülkelerin baskısı ile asılsız soy kırımını tanımak
mecburiyetinde kalmasıdır.
:ü aşama, Türkiye'nin asılsız soy kırıma aruz kalan kişilere veya onların
mirasçılarına tazimat ödemesidir. Burada dikkat edilecek husus oy kırımı
tanımanın vaktiyle bazı kişilere zarar ve-ilmiş olduğunun da kabulü anlamına
geleceği ve nel hukuk ilkesi gereğince bu zararın tazmin edil-iıesi
gerekeceğidir. Diğer bir deyişle üçüncü aşama nci aşamanın doğal bir sonucudur.
Dördüncü ve son aşama ise Sevr Antlaşması ihya edilerek Doğu Anadolu'dan
Ermenistan'a toprak ilmesidir.
Bu talepler ayrıca açıklamaya gerek olmayacak adar gerçek dışıdır. Ancak,
gerçekçi olmasa da,militan Ermenilerin inanç ve beklentileri bunlardır.
Özellikle Taşnak Partisi üyelerinin, Türkiye'den toprak talepleri olduğunu
açıkça belirten beyanları vardır. Örnek olarak, Taşnak Partisi Yönetim Kurulu
üyesi ve Basın Bürosu Şefi Gegham Manukian'ın bir Türk gazetesine verdiği
mülakatı gösterebiliriz.10 Manukian, "Ermenistan'ı Sevr'e göre mi
tanımlıyorsunuz?" sorusuna "Evet. Sevr sözleşmesini temel alıyoruz. Dolayısıyla
"Batı Ermenistan" (Doğu Anadolu) bu sınırlar içerisinde" diye cevap vermiştir.
Taşnak yetkilisi "Peki Sevr'in gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? Türkiye'nin
size toprak bırakacağına gerçekten inanıyor musunuz?" sorusunu da "Ben öyle
düşünüyorum ki bu gerçekten mümkün." sözleriyle cevaplamıştır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun gelecekte Türkiye'ye karşı neler
yapabileceklerine gelince esas itibariyle şimdiki faaliyet ve girişimlerini
sürdüreceklerini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Soy kırım iddiaları Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda Ermeni bilincini
yaşatabilmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Bu toplumdaki Ermeni
kiliseleri cemaatlerinde, siyasi partileri ve dernekleri ise üyelerinde bir
Ermeni bilinci var olduğu taktirde kendi varlıklarını sürdürebileceklerinden bu
kuruluşların soy kırım iddiasından vazgeçmeleri, kendi çıkarları bakımından,
mümkün görülmemektedir. Diğer yandan, yukarıda değindiğimiz gibi, "Ermeni Soy
Kırımı Endüstrisi" için çalışan Ermeni ve Ermeni olmayan çok sayıdaki kişi de
soy kırım iddialarından kazanç sağlamaktadır. Son olarak Ermeniler Türkiye
aleyhinde bazı sonuçlar doğurabileceği ümidiyle de soy kırım iddialarına önem
vermektedirler. Amerika'da Ermeni Milli Komitesi Başkanı Ken Hachikian bu hususu
şöyle açıklamaktadır: "Türkiye'nin soy kırımını tanıması bu ülkeyi Ermenilere
karşı soy kırımını yapan ve bunu uzun zamandan beri inkar eden bir ülke olarak
tanımlayacak, Türkiye'nin Ermenistan'a karşı hareket alanını sınırlayacak... ve
tazminat ödenmesine ve diğer uygun cezalara kapıyı açacaktır."
Yukarıda saydığımız nedenlerle Ermeniler gelecekte de asılsız soy kırımının bazı
ülkeler ve başlıca uluslar arası kuruluşlar tarafından tanınması faaliyetlerim
sürdürecekler ve yine aynı amaçla propaganda faaliyetlerine (kitaplar,
makaleler, konferanslar, romanlar, şiirler, piyesler, edeceklerdir.
filmler vb) devam
ABD Kongresinin asılsız soy kırımını tanıyan bir karar alması Ermenilerin en
Sayfa 30
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
büyük düşüdür. Böyle bir kararın Türkiye'yi soy kırımını tanımaya zorlayacağı
düşüncesi Ermenilerde hâkimdir. 2000 yılı son baharında Temsilciler Meclisinin
bu yönde bir kararı kabul etmesi ancak Başkan Clinton'un şahsi müdahalesiyle
önlenebilmiştir. 11 Eylül olayından sonra Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki
stratejik öneminin çok artmış olması Amerikan kongresinden bu tür bir karar
geçmesini çok güçleştirmiş buna karşın Türkiye'nin Irak savaşı karşısındaki
tutumunun bazı ABD çevrelerince eleştirilmesi Ermenilerde yeni ümitler
yaratmıştır.
Amerikan eyaletleri asılsız soy kırımını tanımaları çabalarına da devam
edecektir. Ermeniler özellikle 1980'li yıllardan itibaren Amerikan eyaletlerinin
çeşitli makamlarından asılsız soy kırımını tanıyan kararlar almasına
çalışmışlardır. Hâlen 50 eyaletten 28'i bu yolda karar almıştır.
Amerikalı Ermenilerin diğer bir uğraşısı Ermeni soy kırımını okul müfredatlarına
almış bulunan eyaletlerin sayısının arttırılması yönünde olacaktır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu özellikle ABD'de Türkiye ve Azerbaycan'ın
her türlü çıkarını önlemek, buna karşın Ermenistan'a maddi yardım sağlamak
yolundaki gayretlerini sürdüreceklerdir.
Avrupa'da Ermenilerin en fazla nüfuz sahibi oldukları ülke Fransa'dır. Asılsız
Ermeni soy kırımını tanımak için kanun çıkarmış olan tek ülke de Fransa'dır. Bu
kanun, soy kırım iddialarını reddedenlere karşı bir müeyyide içermediğinden
Fransa'daki Ermenilerin gayreti, Yahudi soy kırımını reddedenlere karşı
müeyyideler öngören kanunun (Gayssot kanunu) Ermenilere de teşmil edilmesidir.
Asılsız soy kırını hakkındaki kanun nedeniyle Türkiye ile ilişkilerinde ciddî
bir sarsıntı yaşayan Fransızların, bu kere Ermeni iddialarını kabul etmeyenleri
cezalandırmak suretiyle Türkiye ile tekrar bir bunalım yaşamak isteyecekleri
zannedilmemekte-dir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine aday olması Ermenilere bu üyeliği
Türkiye'nin asılsız soy kırı- j minin tanınması koşuluna bağlama fikrini
vermiştir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden Fransa, İtalya, Yunanistan ve Belçika
bu asılsız soy kırımını tanımıştır. Halen Ermenilerin Almanya, İngiltere,
Hollanda ve İsveç'e öncelik verdikleri ancak henüz başarılı olamadıkları
görülmektedir. Türkiye'nin! adaylığı olumlu sonuçlanmadığı sürece Ermenile-j rin
bu ülkeler ve asılsız soy kırımını tanımamış di-j ger Avrupa Birliği üyesi
ülkeler nezdinde girişimle-1 rini sürdürmeleri beklenmelidir. Ancak Türkiye'ninl
Fransa'ya gösterdiği tepkiler, Fransa'yı takip etme-J si muhtemel bazı ülkeleri
uyarmıştır. Buna mukabili Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmak için son del
rece istekli davranması bazı ülkelerde Türkiye'niıl bu üyelik uğruna Ermeni
sorununda taviz verebileceği gibi düşüncelere yol açmış olması olasılığ vardır.
Ermenileri bu konuda cesaretlendiren Avrup Parlamentosunun 1987 yılında aldığı
bir karardııl Bu kararda Avrupa Parlamentosu 1915 olaylar soy kırım olarak kabul
etmekte ve Türkiye soy. mini tanımadığı taktirde Avrupa Birliği üyeliğin
alınmayacağı belirtilmektedir13. Bu karar 1987 ' lında Türkiye'nin tam üyelik
için başvurması üze ne alınmış, üyelik başvurusu bir sonuca bağlanma! yınca da
gündemden düşmüştü. Türkiye'nin 15 yılında adaylığının kabul edilmesinden sonra
ası sız Ermeni soy kırımının tanınması konusu tek gündeme gelmiş ve Avrupa
Parlamentosu 2000' Kasım ayında Türkiye'nin adaylığı ile ilgili ilerle raporu
hakkındaki kararında asılsız soy kırımını t, nıması için Türk Hükümetine ve
Türkiye Buy Millet Meclisine çağrıda bulunmuştur. 2001 yılı ile) leme raporunda
bu konu yok iken 2002 yılı Şuh ayı sonunda kabul edilen Güney Kafkasya Rap ile
ilgili Karar, 1987 yılı kararına atıfta bulunma Türkiye'nin adaylığı ile asılsız
soy kırım arasıı tekrar bağ kurulmuştur14. Ermenilerin Avrupa Pil lamentosundan
her fırsatta bu konuda bir karar f kartmaya veya eski kararları teyit ettirmeye
çalı| cakları ve Türkiye'nin adaylık statüsü devam ett sürece bu yoldaki
faaliyetlerinin devam edeceği görülmektedir.
Bu konuda bilinmesinde yarar olan başka bir husus da Avrupa Parlamentosunun bu
tür kararlarının tavsiye mahiyetinde olduğu ve o nedenle de ne Avrupa Birliği
üyesi ülkeler hükümetlerini ne de Türkiye'yi bağladığı, buna karşın Türkiye
aleyhine kamuoyu oluşturulmasına yardım ettiğidir. Ancak, Türkiye Avrupa
Birliğine üye olursa bu konudaki antlaşma tasdik için Avrupa Parlamentosuna
gelecektir. Parlamento önceki kararlarını dikkate alarak tasdikten önce
Türkiye'nin asılsız Ermeni soy kırımım tanımasını istemesi olasılığı vardır. O
sırada herhangi bir nedenle Türkiye'nin üyeliğine ihtiyaç duyuluyorsa
Parlamentonun bu konuya hiç değinmeden tasdik işlemini yapması da mümkündür.
Türkiye'nin tam üyeliğinin kısa vadede gerçekleşmesine pek olanak
görülmediğinden yukarıda değindiğimiz durum güncel değildir. Ancak Ermeni
sorununun Avrupa Parlamento bağlantısı hatırda tutulmalıdır.
Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurulmasıyla hukuken ve fiilen ortadan kalkmış olan Ermeni sorununun, bundan
yaklaşık 30 yıl önce tekrar canlandığı ve zaman zaman Türkiye için bir endişe
Sayfa 31
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
kaynağı olabilecek boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Ermeni sorununun kaynağında 1915 sevk ve iskânının aslında bir soy kırım iddiası
olduğu yatmaktadır. Türkiye ve Türklerin insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç
olan soy kırım ile itham edilmesi ciddî bir imaj bozulmasına yol açmaktadır.
Oysa, teknik ilerlemeler sonucunda çok küçülmüş olan dünyada sahip olunan imaj,
ticaretten turizme kadar geniş bir alanda etkisini hissettirmekte ve bu nedenle
de ciddî bir önem taşımaktadır.
Siyasî alanda ise Ermeni sorunu Türkiye'nin bazı ülkelerle olan ilişkilerine
olumsuz etki yapmaktadır. Bunların başında Ermenistan gelmektedir. Asılsız soy
kırım iddiaları, başta Karabağ olmak üzere mevcut birçok sorun nedeniyle barış
ve istikrara kavuşamayan Güney Kafkasya için, ek bir yük oluşturmaktadır. Ayrıca
Türkiye'nin asılsız soy kırımını kabul etmiş ülkelerle ilişkilerinde de, bir
süre için olsun, ciddî gerilemelere neden olmaktadır. Nihayet Ermenilerin soy
kırım iddialarını kabul etmediği taktirde, Avrupa Birliğine üye olmaması yolunda
Avrupa Parlamentosunda mevcut eğilimin de ileride Türkiye için olumsuz sonuçlar
doğurması olasılığı mevcuttur.
1915 sevk ve iskânın bir soy kırım olmadığı hakkında ülkemizde bazı değerli
çalışmaların varlığı-I na rağmen bunların yurt dışında tanıtılması yeterince
sağlanamamış ve yabancı ülkelerde gitgide yerleşmekte olan Ermenilerin soy
kırımına uğradığı kanısı değiştirilememiştir. Bu durumun başlıca nedeni
Türkiye'de Ermeni sorununun yaratabileceği tehlikeler hakkındaki
bilinçsizliktir. Bu tehlikenin devamlı olmasına karşın, genellikle ülkemizde
siyasî makamların bu sorunla ilgileri güncelliği ile orantılı olmuştur. Diğer
bir deyişle ancak kriz olduğu taktirde bu sorunla yakından ilgilenilmiş, geçici
olarak gündemden düştüğü zamanlarda ise önemini kaybetmemiş olmasına
bakılmaksızın, bu ilgi azalmıştır. Medyanın Ermeni sorununa yaklaşımı aynen bu
şekildedir. Başta üniversiteler olmak üzere bilimsel çevrelerin de Ermeni
sorununa ilgisi sınırlı olmuş ve bu konu az sayıda bilim adamın uhdesinde
kalmıştır.
Bu olumsuz tablonun son zamanlarda değişmeye başladığı memnuniyetle
görülmektedir. 2001 yılı sonunda, Ermeni sorunu konusunda devlet daireleri
çalışmalarının bir uyum içinde yürütülebilmesini sağlamak üzere bir "Asılsız Soy
Kırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu" kurulmuştur. Diğer yandan
Ermeni sorununun okulların müfredat programına alınması gençlerin bu konuda
bilinçli bir şekilde yetişmeleri sürecini başlatmakla önemli bir eksikliği
gidermiştir. Ermeni sorunu hakkında, üniversitelerde bilimsel çalışmaları
özendirmek ve koordine etmek için de Yüksek Öğretim Kurulu tarafından bir
"Türk-Ermeni İlişkileri Milli Komitesi" oluşturulmuştur. Üniversite dışında ise
özel bir kuruluş olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi 2001 yılı
başlarında bir Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurmuştur. Bu Enstitü "Ermeni
Araştırmaları" başlığı altında Türkçe ve "Review of Armenian Studies" başlığıyla
İngilizce olmak üzere iki dergi çıkarmış ve Türkiye'de Ermeni sorunu konusunda
çalışmalar yapan bilim adamlarının katıldığı bir "Ermeni Araştırmaları Kongresi"
düzenlemiştir.
Ermeni sorununa yaklaşımlarda ciddî bir değişikliğe işaret eden ve bu konunun
derinliğine bilimsel araştırılmasını ve öğretilmesini öngören bu gelişmeler
sorunun kalıcı bir çözümüne katkı yapabilecek niteliktedir, bu nedenle de
gelecek için ümit vericidir.
ULUSLAŞMA SÜREÇLERİ AÇISINDAN ERMENİ SORUNU
Sanayi Devrimi, bilindik toplumsal yapıları sökerken, ürettiği koşulların
gereksinimleri, yeni bir toplumsal örgütlenme ve yönetim düzenlemesine yol açtı.
Yaşama alanındaki türdeşliğe dayanan "ulus" kurgusu1, endüstri ilişkilerinin
yaşandığı her iklimde boy göstermeye, ardından da "ulus-devletler" örgütlenmeye
başlandı. Endüstri ilişkilerinin yeşermediği coğrafyalar, bu alt üst oluştan bir
başka şekilde etkilendi; tarihsel akışın doğal seyriyle değil de, sömürgecilerin
hızlandırıcı etkisiyle...
Sömürgeciler, endüstrilerinin ürettiği artı ürün için gerekli olan pazar ve ham
madde gereksinimlerine göre dünyayı paylaşma ve yemden yapılandırmaya yönelik
politikalar üretmeye başladıklarında; aynı zamanda, geleneksel ya da dinî
bağlarla birbirine bağlı tarım toplumlarına etki etmeye başladılar. Yerleşik ve
geleneksel otoritelerin olmadığı yerde güçleriyle, diğer sömürgecilerin ya da
otoritelerin direndiği yerde ise diplomasinin becerisiyle, olmazsa teknoloji,
bilgi ve değer aktarımıyla, hatta borçlandırarak yeryüzünün önemli noktalarını
etkilemeye başladılar.
Bu etkileme süreci, endüstri ilişkilerinin girmemesine karşın, bu ilişkilerin
sonucu değerlerin ve gereksinimlerin hissedilmesine, arzulanmasına yönelikti.
Böylece, endüstri dışı ekonomiler, bu ekonomiler üzerine şekillenen toplumsal
yapı ve yönetsel düzenlemeler, olgunlaşma sürecini yaşamadan, baskıyla, çeşitli
hızlandırıcı mekanizmalarla çökmeye başladı. Fakat, topluluklar henüz "ulusal
Sayfa 32
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
egemenliğe" veya "ulus" örgütlenmesine hazır bulunmuyorlardı. Bu nedenle
ulusçuluk, dengesiz eylemler üretmeye başladı; ya sömürgecilerin işbirliği olan
bir kültürü güçlendirdi ya da şiddete yönelik bir
yüz takındı. Ulusçuluğun eylemleri, bu eylemleri kabul-j lenmeye hazır olmayan
monarşilerde büyük gürültüleri koparttı. Bağımsızlık mücadeleleri ya da "ulusal
ege-j menlik" arzuları toplumsal cinnetlere, katliamlara dö-l nüştü. Oysa
ulusçuluk ve ulus(al)-devlet kurguları, dol ğal yollardan olgunlaştığı yerlerde,
toplumsal çatışmayı! değil barışı, sömürgeciliğin işbirliğini değil
bağımsızlığı] getiriyordu.
Ulus duygusu, dördü içsel, biri dışsal beş öğenin doğal tarihsel süreç içinde
birleşiminden doğar;2 toplun da, geleneksel pratiklerin birikimi kültürel veya
dinî bağlarla birbirine bağlanmanın dışında, ortak ulus duygusu etrafından
şekillenir, içsel öğelerin başında sınırları beli bir yaşama alanı, yani "yurt"
gelir. Bu yurt içinde bulu nan toplum, sınırlar içinde oluşan üretim-tüketim
zinciri nin bir parçası olmakla, ülkedeki herkesle ortak çıkar sa hibi olur ve
kendini bu ortak çıkarın ortaklarından biı olarak görür. Böylece diğerlerine
bağlanır. Bu bağın güç lenmesi için türdeşliği sağlayacak ortak (resmi) bir d
gerekir. Bu dil, ortak kültürü ve değerleri barındırır vı gelecek kuşaklara
aktarır. Ancak, değerlerin ve kültüriiı birikmişliğe gereksinimi vardır ve
toplumun ortak bir linçaltına sahip olmasına katkı sağlayacak şekilde yeni] den
hatırlatma ve unutmalarla biçimlenen "tarih" orta ğı gerekir. Bu ortak
bilinçaltı, gelecekte yazgı birliği ya; maya zemin hazırlayacak bir toplumsal
bilinç durum oluşturur. Böylece türdeşlik hisseden topluluk, gelece te birlikte
yaşama arzusu duyar. Fakat bunların dışını ulus hamuruna bir de dışsal etken
karışmalıdır. O da"öteki"dir. Düşmandır. Tehdittir. Doğal ya da türetilin olsun
mutlaka "öteki" gereklidir. Düşman imgesi, ulusl; rın varoluşuna önemli katkı
sağlar. Katkı sağlar çünkü
yaşama alanındaki türün bugün ve gelecekte varlığının tehlikeye düşüyor olması,
o yaşama alanındaki herkesin içgüdüsel bir yok olma paniği yaşamasına, yani bir
çeşit toplumsal paniğe yol açar. Bu ortak korku, toplumu hem otorite etrafında
merkezileştirir hem de toplumsal örgüyü pekiştirir.
Ermeniler, endüstri ilişkilerinin tarihî koşulları değiş-tirmesiyle doğal bir
ulusçuluk sürecine, giderek de bağımsızlık talebine sahip olmadılar. Bir doğu
toplumu olmakla, Osmanlı ülkesindeki herhangi bir toplum gibi, endüstri
ilişkilerini yaşamak için gerekli olan dönüşümü gerçekleştiremediler. Fakat,
sömürgecilerin Ortadoğu'yu şekillendirme ya da paylaşma tasarılarının bir
parçası ş olarak Ermenilerin bir kısmında ulusçuluk önemli bir yaşamsal siyasaya
dönüştü.
Ermeniler, yönetsel geleneklerden uzak kültürü ile kilise etrafında
birliklerini sağlayan, ticaret ve bürokrasi kültürüne sahip bir topluluktu.
Kentlerde yaşayan Ermenilerden esnaf ve ticaretle uğraşanların ellerinde,
Osmanlıların Müslüman halklarında olmayacak kadar sermaye birikimi vardı.Fakat
köylü Ermeniler, nere-ı deyse Müslüman Ermeniler gibi kapalı köy ekonomisinin
kısır döngüsünde yaşıyorlardır. Osmanlı bürokrasisi içinde yer eden Ermeniler,
siyasî güce yakınlığın getirdiği saygınlığın yanı sıra, ekonomik açıdan da
birikimliydi.
Endüstri ilişkilerinin ortaya çıkardığı artı ürünün pazar gereksinimini Osmanlı
ülkesinden karşılamak isteyen sömürgeciler, kıyılarda deniz ticareti kültürüne
sahip Rum tacirlerle işbirliği yaptı. Fakat Küçükasya'nın içlerindeki kara
ticareti Ermenilerin elindeydi ve önemli ticarî ğları bulunan Ermeni
tacirleriyle işbirliği yapmak oldukça verimli bir tercihti. Üstelik, Ermenilerin
Osmanlının dininden olmamaları, bu ilişkiyi bir ittifaka dönüştür-; meye
başladı. Sömürgeciler Osmanlı ülkesindeki çıkarlarını korumanın, buradaki
işbirlikçilerini korumakla eş ı anlamlı olduğunun farkına kolaylıkla vardılar.
Varma-: yanları da Ermeniler uyardı. Sömürgecilerle kurulan bu ; ilk ilişki,
giderek Ermeni sermaye sınıfını ulusçuluğa itti. Ulusal egemenlik arzuları
Ermeni tacirlerinin kulağına hoş gelmeye başladı.
Bu ekonomik ilişkilerden kazançlarını yükselten Er-F meni tacirlerin çocukları,
Avrupa'da ve özellikle ulusçuluğun bir heyecan olduğu ülkelerde okumaya gitti.
Döndüklerinde sadece eşyalarını değil, öğrendikleri, kişiliklerini etkileyen
ulusçuluk fikri ve kavramlarını da getirdiler. Bu fikirler mayalanırken,
Amerikalı misyonerlerin aslında dinî olan politikalarıyla, Ermeni ulusçuluğunun
gelişmesinden beklentileri örtüşünce, açtıkları ve sayılan oldukça kabarık olan
okullar, birer Ermeni ulusçuluk merkezlerine dönüştü. Rusya'nın Osmanlı karşıtı
politikaları da Ermenilerin ulus bilincine katkı sağlamaktaydı.
Ermeni ulusçuluğu güçlü donanımına karşın, önemli bir engelle karşılaştı. Yaşama
alanı diye ilân edebileceği geleneksel yerleşim yerlerinde, yaşantıları gereği
çoğunluğu oluşturacak bir nüfusa sahip değillerdi. Oysa o çağda dünya kamuoyu,
bağımsızlık için öncelikli olarak "yurt" ve bu "yurt"ta çoğunluğu istiyordu.
Sayfa 33
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Sömürgecilerin yardımı olmadan bağımsızlığın olamayacağını bilen Ermeni
ulusçuları, bu sorunu çözmenin yollarını aradı. Rus topraklarında kurulması
nedeniyle, bu ülkedeki sosyalist fikirlerden, özellikle de ihtilalci
örgütlenmelerden ve belki de Rusya'nın Osmanlı karşıtı siyasetinden etkilenen
Hınçak komitesi, bağımsızlık için şiddeti ilke edinmişti. Osmanlı Devleti'ne
yönelik ayaklanmalar ile bağımsızlığın sağlanamayacağı da ortadaydı. Çünkü
Osmanlı karşısında Ermeni örgütlerinin askeri gücü çok zayıftı ve sömürgeciler
bu konuda kamuoyu baskısından korktukları için çekingen davranmaktaydı. Ermeni
ulusçuları da bir başka seçenek üzerine yoğunlaştı.
Ermeni ulusçularının benimsediği bu seçenek, biraz da Bulgar ayaklanmasından
etkilenmişti. Bulgarlar da "yurt" olarak ilân ettikleri topraklarda çoğunluk
değildi. Bulgarlar çözümü, bölgedeki Müslüman halkı terör ve şiddetle göç etmeye
zorlamakta bulmuş, zaman zaman da oldukça başarılı olmuştu. {Müslümanlar
arasında "etnik" kimlik belirginleşmediği için ayrıntı vermek zor) Ermeni
ulusçuları da benzer bir yol denediler. Buna göre; doğal ulusçu bağımsızlık
mücadelelerinde, bağlı olan devlete, devletin askerî ve simgelerine yönelik
mücadele yerine, "yurt" ilân ettikleri bölgedeki Müslümanlara yönelik şiddet
uygulamayı yeğlediler. Beklentileri; bu eylemlerinin sonucunda ya Müslümanlar
bölgeyi terk edecek; böylece Ermeniler çoğunluğa geçip ulus olma hakkını elde
edecek ya da Müslümanlar karşı şiddet uygulayacaklar, böylece uluslar arası kamu
oyunun ilgisini çekecek ve sömürgecilerden koruma isteyecekler.
Sömürgeciler "yurt" ilân ettikleri bu bölgede, Ermenileri korumaya alacak ve bu
sınırlar giderek bağımsız ulus-devletleri için yurt olacaktır. Yurt olduktan
sonra, ortak dil, ortak bilinçaltı ve ortak yazgı sorunu çözülecek,ulu-sal
egemenlik gerçekleşecektir.
Ermeni ulusçuları, özellikle Berlin Antlaşması'ndan sonra (1878), kurguladıkları
ayaklanmaları gerçekleştirdiler. Bölgedeki halka yönelik terör ve şiddet
eylemlerini artırdılar. Müslüman halk, bölgeyi terk etmek yerine karşı şiddette
bulundu. Tam bir toplumsal cinnet yaşanmaya başlandı. Bunu bekleyen Ermeni
ulusçuları dünya kamuoyundan yardım talep etti. Sömürgeciler, Osmanlılara baskı
yapmaya başladı.
I.Dünya Savaşı, Ermeni ulusçuların tasarladıkları bağımsız Ermeni devleti için
koşulları olgunlaştırdı. Osmanlılar Almanların yanında savaşa girmeye
hazırlanıyor, Rus Çarlığı ise Ermenilere, bu savaşta Osmanlının dağılacağı ve
kendilerine yardım etmeleri karşısında, bağımsız Ermeni Devleti'nin kurulmasını
sağlayacağını teklif ediyordu. Ermeni ulusçuları teklifi kabul ettiler. Teklifin
gerektirdiği örgütlenmeleri yapıp birçok yerde, örneğin Kafkas Cephesinin
arkasında ve özellikle Van'da Çarlık ordusunun yengisini sağlamak için Osmanlıya
karşı mücadeleye giriştiler. Ermeni ulusçularının bu tutumu karşısında Osmanlı
Devleti, meşru savunma hakkını kullanarak, Ermeni örgüt liderlerini tutukladı ve
kendine karşı mücadele eden bazı Ermenileri, yine kendi toprağı olan güvenli
bölgelere zorunlu göçe tâbi tuttu.
I.Dünya Savaşı'ndan Osmanlıların yenik ayrılması Ermeni ulusçuları için yeni bir
olanak yarattı. Sevr Antlaşması ile şekillenen bu olanak da Lozan Antlaşması ile
geçersiz oldu. Böylece Ermeni ulusçuları, ingiltere'nin, Sovyetlerin petrol
bölgelerine inmesini engellemek için kurdurttuğu Kafkas Ermenistan'ı ile
yetinmek zorunda kaldı.
Ulus olmanın öncelikli koşulu olan "yurt" gereksiniminin karşılanamaması, Ermeni
toplumunda "ulus" bilinci için bir başka dinamiğin öne çıkmasına neden oldu:
ortak düşman! Dışsal bir etken olan "öteki" tarihî süreç içinde şekillenmiş ve
"Ermeni" kimliğini tehdit ettiği varsayılan "zorunlu göç" bu gereksinim için
yüceltilmiştir. Ulus bilinci için aranılan temel dinamik böylece ortak çıkardan
ortak düşmana dönüşmüştür. Zorunlu Göç, Ermeni ulusçuları tarafından, Ermeni
toplumunun yok olmasına yönelik bir eylem olarak ilân edilmiş ve Ermeni
kimliğine sahip, fakat yeryüzünün çeşitli yerlerinde dağınık biçimde yaşayan
Ermenilerin türdeşliğinin birleşme merkezi hâline getirilmiştir. Böylece Ermeni
ulusçuları, yeryüzünün neresinde olunursa olunsun, Ermeni kimliğinin yaşamasını
da sağlamış oldular. Bugünkü uluslar arası gücün altında da "zorunlu göçün" bir
tabuya dönüştürülmesi ve Ermeni toplumunun kolektif bilinçaltında sürekliliğini
sağlayacak şekilde kullanılması vardır.
Ermeni sorunu diye bilinen sorun, özünde bir uluslaşma sorunudur; fakat doğal
süreçlerle şekillenmemiş
Ermeni ulusçuluğu (olgunlaşmamış bir meyvenin dalından düşmesindeki zorluk gibi)
ulus olmanın gerektiği koşulları bulamaması nedeniyle, başlattığı bağımsızlık
mücadelesi, daha çok sömürgecilerin siyasalarının bir parçası olmuştur. Ermeni
ulusçu hareketi, daha çok, sö
mürgecilerin işine yaramıştır. Acısı ise Ermeni ve Müslüman halkın üzerine
kalmıştır.
Türk atasözünde olduğu gibi; "Yiyen içen kurtulmuş, kap yıkayan tutulmuştur." ve
Sayfa 34
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
şimdi olanların sorumluluğu, Türk ulusunun üzerine yüklenmek istenmektedir.;
Oysa Türk ulusu, yaşanan toplumsal cinnetin sorumlusu olacak bir rol
üstlenmemiştir. Ne var ki toplumsal bilinci-; miz, Ermeni meselesi konusunda
aydın ve duru değildi Eğitimde, bilimsel verilerle toplumumuzu aydınlatmamı
gerekir. Belki de öncelikle, bugünkü Ermeni ulusçular na, ve elbet dünya
kamuoyuna, tarihi tahrif etmenin ya rar getirmeyeceğini sakin bir şekilde
anlatmanın yolum bulmamız gereklidir.
KURTULUŞ SAVAŞIMIZ VE FRANSA'DA ERMENi PROPAGANDASI
Türk Millî Mücadelesi karşısında Ermenilerin takındığı tutum ve davranışlar
araştırılmaya değerdir. Biz bu yazımızda, Kurtuluş Savaşımızla ilgili olarak
Ermenilerin Fransa'daki faaliyetleri üzerinde durmakla yetineceğiz.
Kurtuluş Savaşımız sırasında Ermenilerin Fransa'da | şiddetli bir Türkiye
aleyhtarı propagandaya giriştiklerini rüyoruz. Bu propaganda başlıca dört önemli
olay etraflında geliştirilmeye çalışılmıştır. Ermeniler önce Türk Millî
Hareketinin doğuşunu Fransız kamuoyuna maksat-lı bir şekilde aktarmışlardır.
Sonra, Türklere kabul ettiri-llecek barış antlaşmasında kendilerine önemli bir
pay koparmaya çalışmışlardır. Üçüncü olarak Türk-Ermeni sa-|vaşı sırasındaki
Ermeni propagandası ele alınabilir. Niha-;t, Türk-Fransız savaşı sırasında
Ermenilerin Fransız ka-Jiuoyunu tekrar etkilemeye çalıştıkları görülmektedir.
|Şimdi, bu dört olayla ilgili olarak Ermenilerin Fransa'da işliği propagandayı
-ana çizgileriyle-inceleyelim:
l- TÜRK MİLLÎ HAREKETiNiN DOĞUŞU VE ERMENİ PROPAGANDASI
Fransız kamuoyu Mustafa Kemal'in adını ilk kez 1919 pfemmuzunun başlarında
Ermeni kaynaklı haberlerden uydu. Türkiye'deki Ermeni patriği ve din adamlarının
Fransız basınına gönderdikleri iki telgraftan birini yarı ismî ve etkisi büyük
Le Temps gazetesi, diğerini de büyük gazetelerden Le Figaro yayınladı. Bu
telgraflar ka-puoyunu endişeye sevkedecek nitelikteydi:
Birinci Telgraf:
"Elde ettiğimiz kesin bilgilere göre, Doğu Ordusunun i genel müfettişi, hâlen
âsi bulunan ve Doğu Anado-|'da duruma hâkim olan Mustafa Kemal ile yine
âsilerden bık Bahriye Nazırı Rauf un teşkil ettikleri alaylarla milis kuvvetleri
Ermeni Cumhuriyetine saldırmak için Erzurum'da toplanıyorlar. Silâhları tamamen
alınmayan Türk ordusunun elinde her türlü imkân var. Ermeni Devletinin
kurulmasını engellemek için Kafkas Ermenilerini katletmeyi tasarlıyorlar.
Tehlike ciddîdir. Müdahale ediniz."
İkinci Telgraf:
"Hristiyanlar yeni bir katliâm karşısındadır. Urmiye kadın ve çocuklarından sağ
kalanlar da tehlikededir. Nesturî ve Ermeni halkları derhal yardım istiyorlar.
Gecikme kötü olacak"
1919 yılının sonuna kadar Fransız basınında Millî Mücadelenin doğuşu ve
gelişmesi konusunda Ermeni kaynaklı daha bir çok telgraf ve haberin çıktığını
görüyoruz. Bu haberleri şöylece özetleyebiliriz: Barış Konferansının Türk
meselesini halletmekte gösterdiği yavaşlık ve galip Devletlerin arasındaki
uyuşmazlıklar, çekişmeler nedeniyle Türkler cüretlerini arttırıp "şimdiye kadar
kılıçtan kurtulabilen beş on bin Ermeniyi de öldürmek istiyorlar". 1918'in
galipleri, gecikme yüzünden, Doğu meselesini kendi çıkarlarına ve "esaretten
kurtarılan" diğer halkların menfaatine uygun şekilde çözememe tehlikesi ile
karşı karşıyadırlar. Zaferin meyveleri toplanamayacaktır. Eli çabuk tutmalı,
kıpırdamaya başlayan Türkiye'ye derhal müdahale etmelidir.
işte, Ermeni propagandası, Millî Mücadelemizin doğuşunu Fransız kamuoyuna bu
şekilde tanıtmış ve 1919 yılı boyunca kamuoyunu etkilemeyi başarmıştır.
2- PARİS BARIŞ KONFERANSI VE ERMENİ PROPAGANDASI
Müttefik Devletler "Ermeni hakları"ndan ve bir Ermeni Devleti kurulması
gereğinden ilk kez 1917 Rus ihtilâlinden sonra söz etmeye başlamışlardır. Bu
konuda Wilson, Lloyd George ve Clemenceau'nun bazı demeçleri zikredilebilir.
Ancak, bu vaat ve demeçlerin samimilikten yoksun olduğu açıktır, zira daha
19l6'da ingiltere, Fransa ve Rusya, gizli anlaşmalarla Türkiye'yi "Ermeni
haklan" gibi bir kavramı akıllarının ucuna getirmeden aralarında paylaşmışlar,
Doğu Anadolu'yu Rusya'ya bağışlamışlardı...
Şu var ki Ermeniler, Rusya'da ihtilâl çıkmasından yararlanarak 1918 başlarında
Erivan'da bir "Ermeni Cumhuriyeti" kurmayı başardılar ve Aharonian'ı
Cumhurbaşkanı seçtiler. Müttefiklerin bu Devleti hemen değil de 1920 başında
"fiilen" tanımış olmaları onların samimiyetsizliğini gösteren başka bir
örnektir. Her ne ise Ermeniler, Devletlerinin sınırlarını genişletmek için
Müttefiklerin 1918'deki vaatlerine bel bağladılar. Aslında, onların ordularında
gönüllü olarak çarpıştıkları için Birinci Dünya savaşının galipleri arasında yer
alınca Osmanlı pastasından önemli bir pay alabilecekleri umutları kuvvetlendi.
Bu amaçla, Mütarekeden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve propagandaya
girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet gönderdiler: Boghos Nubar Paşanın
Sayfa 35
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", Aharoni-an'm başkanlığındaki
"Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu" ve Ermeni Patriği Monsenyör Terzian'ın
bakanlığında din'adamları delegasyonu.
Ancak, bu heyetlerden hiç birinin Paris Barış konferansında sürekli temsilciliği
kabul edilmedi!.. Aharonian, 1919 Şubatında Le Temps'a verdiği demeçte, "Barış
konferansının dışında bırakılmak Ermeni ulusu için çok acı bir hayal kırıklığı
olmuştur" der.2 Ermeni tarihçisi Pastır-macıyan da, "Panama ve Liberya gibi güya
savaşa katılmış Devletler bile konferansta daimî temsilci bulundururken,
Müttefikler için dereler gibi kan akıtan Ermenistan'ın temsil edilmemesinden"
yakınır. 3
Fakat konferans, isteklerini açıklamaları için Ermeni delegelerini ilk kez 26
Şubat 1919'da kabul etmiştir. 28 Şubat tarihli Le Temps gazetesi başmakalesinde
der ki:
"Ermeni ırkı, ıztıraplarımn kendisine hakettirdiği rövanşı nihayet alıyor, iki
Ermeni delegesi, Boghos Nubar Paşa ve Mösyö Aharonian büyük Devletler konseyi
önünde isteklerini açıkladılar. Onların hak iddialarım imtiyazlı bir karşılama
bekliyordu. Mazlum bir halkın temsilcileri zaten herkesin sempatisini peşinen
kazanmıştı."
Bu nâzik ve duygusal ifadelerden sonra Le Temps, delegelerin ileri sürdükleri
istekleri ele alıyor ve onların haklı olup olmadığını tartışıyordu:
"Ermenilerin istekleri Van, Bitlis, Diyarbakır, Har] Sivas, Erzurum ve Trabzon
vilâyetlerini içine alıyor yalnızca Dicle'nin güneyindeki Kürt bölgeleriyle On
Sivas çizgisinin batısındaki Türk bölgelerini dışarda bı kıyor. Öte yandan
Ermeniler Kilikya (Çukurova) yi yani Akdeniz'e kadar uzanacak, özellikle Mersin
ve kenderun limanlarını kapsayacak bölgeyi de istiyork Böylece Ermeni Devleti,
Toroslar'dan ve Sivas yaylasıt dan itibaren Küçük Asya'nın (Anadolu'nun) bütün
dof. kısmını işgal etmiş olacak, Karadeniz ve Akdeniz'de kıyı sı bulunacak.
"Ermeni delegeleri, Karadeniz konusunda Yunan M kûmeti ile anlaştıklarını,
böylece Yunanistan'ın Trat zon'u istemeyeceğini ilâve etmektedirler. Buna karşi
Fransa'nın tarihî bir rol oynayacağı ve bazı haklar ortaıj atacağı Kilikya ve
iskenderun'a ilişkin Ermeni iddialîf ise Fransa hükümeti ile anlaşılmadan ileri
sürülüyor."
Le Temps, Ermeni delegelerinin isteklerinin abartılı olduğunu, Van hariç
Anadolu'da hiç bir y Ermenilerin çoğunluk teşkil etmediklerini, Van vi tindeki
Ermeni çoğunluğunun da pek zayıf kak söyledikten ve bu konuda Ermeni
kaynaklarını zı tikten sonra delegelere şu tavsiyede bulunur:
"Ermeni nüfusunu, yoğun bir kitle teşkil edeceğ çük bir vatanda mı toplamaya
çalışmalı, yoksa her ta azınlıkta bulunacağı bir imparatorluk kesip biçere
nüfusun dağılışını kesin hâle mi sokmalı? Küçük bı tan ile geniş bir
imparatorluk fikri arasında Ermeni geleri dün imparatorluk lehinde konuştular.
Kene tandaşlarımn menfaati yönünden başka bir yol seç düşünülebilir".
Diğer Fransız gazetelerinde çıkan yazı ve yoru da Ermeni delegelerinin
isteklerini haklı bulmaz, ki, Kurtuluş Savaşı boyunca tamamen Türk düşmar nı ve
Ermeni-Yunan dostluğunu meslek edinen Au te Gauvain bile başyazarlığını yaptığı
Journal deş bats gazetesinde Ermeni isteklerinin ortaya konç şekliyle "kabul
edilemiyeceğini" yazmıştır.
Aynı 1919 yılı Şubatında Fransız kamuoyunun nanlıların Anadolu ve Trakya
konusundaki isteklerin ten alkışladıkları bir gerçektir. Oysa, yukarıda kısaca
rüldüğü gibi, kamuoyu Ermeniler için duyduğu sem ye rağmen onların hak
iddialarını desteklemiyo Fransız gazeteleri, Yunanlıların Batı Anadolu ve
Trakya'da Rum nüfusuna ilişkin istatistiklerini hiç tartışmadan yayınlarken
Ermeni delegelerinin iddialarını istatistiklerle çürütmek için özel bir çaba
gösteriyorlardı. Yunanlıların rakamları sanki daha mı geçerli, istekleri
Ermenilerin-kinden daha mı gerçekçi idi ?
Fransız kamuoyunun Ermeni isteklerine karşı çıkmasının başlıca üç nedeni vardır:
Önce Ermenilerin Yunan Başbakanı Venizelos gibi Fransa'da çok sevilen, kurnaz,
işbilir bir diplomatları yoktu, bilâkis, Ermeni diplomatları ve propagandacıları
Türk antlaşması ile ilgili isteklerinde çok beceriksiz davranıyorlar, gaf üstüne
gaf yapıyorlardı. ikinci olarak Ermeniler Kilikya'yı da istiyorlardı. Oysa 1919
boyunca, özellikle bu yılın ilk aylarında Fransız kamuoyu Le Tempom da
belirttiği gibi, Fransa'nın Kilikya'da oynayacak "tarihî bir rolü" bulunduğunu
düşünüyor ve bu bölgenin Fransa'ya verilmesini istiyordu. Nihayet Ermeni
istekleri kamuoyuna "aşırı", dolayısıyla samimiyetten yoksun ve gerçekleşmesi
olanaksız görünmüştü.
3- TÜRK-ERMENİ SAVAŞI VE ERMENİ PROPAGANDASI
10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevres Antlaşmasına göre Türkiye, Erivan'da kurulan
Ermenistan Cumhuriyetini "hür ve bağımsız bir Devlet" olarak tanıyordu. Bu
devletin sınırlarının belirlenmesi A.B.D. Başkanı Wil-son'un hakemliğine
bırakılmıştı.
Sayfa 36
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Fransız kamuoyu, Ermeniler için içgüdüsel denebile-î çek sıcak bir sempati
duymakla beraber, genç Ermeni Devletinin çok güç durumda bulunduğunu görüyordu.
Le Journal gazetesinin deyimiyle, Ermenistan'a verilmesi düşünülen bölgeler Türk
milliyetçilerinin "genel karargahı" değil miydi?
Bu nedenle, 1920 Ekiminde gazeteler Türk-Ermeni savaşına ait ilk haberleri
vermeye başlayınca kamuoyu t buna şaşmadı. Zira, 1920 yılı başından beri
kamuoyun-/ da Türkler lehinde bir tutum ve kanaat değişmesi mey-• dana
gelmekteydi; öyle ki, Sevres Antlaşmasını kamu-[ oyunun büyük kısmı
onaylamamıştı. Kamuoyunun bu antlaşmaya yönelttiği eleştirilerden biri onun
barış değil j "savaş" antlaşması olması idi. Le Tempom dediği gibi, "devir artık
Nuh'un gemisinin Ağrı dağına yanaştığı devir olmadığı ve bütün Doğu Anadolu
Müttefiklerin etki i alanı dışında kaldığı için" Ermenilere herhangi bir
yar-ıdımda da bulunulamazdı.
Türk-Ermeni savaşının neden çıktığı ve nasıl geliştiği konusunda Fransız
kamuoyunda pek fazla bilgi yer almamıştır. Ermeni propagandası da kamuoyunu
etkilemede, aydınlatmada fazla gayret gösterememiş veya başarılı olamamıştır.
Çünkü bu savaş, Yunanistan'da kral değişmesi ile ilgili olaylarla aynı zamana
rastladı: 1920 yılının bütün sonbaharı boyunca herkesin kafasını hemen tamamen
Yunanistan olayları işgal ettiği için Ermenistan savaşı Fransız basınında
herhangi basit bir zabıta olayından fazla yer tutmadı. Öte yandan, Yunanistan
olayları sonunda Fransız kamuoyu Türkiye lehine kesin bir dönüş yaptığı için
ister istemez Ermenilere olan sempatisinde de azalma görüldü.
4- TÜRK-FRANSIZ SAVAŞI VE ERMENİ PROPAGANDASI
Kurtuluş Savaşımız sırasında Kilikya ve Suriye'deki Fransız kuvvetlerinin
başkomutanı bulunan General Go-uraud'nun Aralık 1920'de dediği gibi, Fransa,
1919'da Kilikya'da bir "Ermeni politikası" izlemiştir.8 Fransa'nın bir süre
böyle bir politika izlemesi Ermeni propagandasının etkisiyledir.
Fransa'nın, Ermeni propagandasına âlet olan Kilikya politikası başlıca iki
doğrultuda kendini gösterir:
a) Ermenilere askerî harekâtta yer verilmesi.
Yine General Gouraud, emrindeki altı taburdan üçünün Ermeni taburu olduğunu
söyler. Ermeni kuvvetleri dünyanın dört bucağından koşup gelen binlerce Ermeni
gönüllüsünden oluşmuştu. Bu kuvvetler tabiatiyle Fransız üniformaları giyiyor,
Fransız bayrağı altında çarpışıyorlardı. Fakat özel bir sancakları da vardı.
b) Kilikya 'nın idarî yönden "Ermenilestirilm.es?
1918'de ve 1919'un son günlerine kadar Fransa hükümeti Kilikya'ya "Ermenistan"
demekteydi. Başbakan Clemenceau, Suriye ve Kilikya için "Suriye ve Ermenistan
Yüksek Komiseri" unvanıyla Georges Picot'yu idareci tayin etmişti. Ali Fuat
Cebesoy, hatıralarında Picot'-nun 1919 sonlarında Sivas'a geldiğini, Mustafa
Kemal'in kendisini taşıdığını ileri sürdüğü "Ermenistan... Komiseri" unvanını
reddetmeye razı olması üzerine kabul ettiğini yazar. 9 öte yandan, Kilikya'daki
Fransız idare makamları "Ermenistan Fransız idarecileri" adını taşıyordu.
Fransa hükümeti, Kilikya'nın idarî işleri için geniş ölçüde Ermeni memur
kullanıyordu: Polis, demiryolları, posta vs. gibi önemli hizmetlere Ermeniler
atanmıştı.
Olayların gelişmesi sonucu Mart 1921'den itibaren Türk-Fransız yakınlaşması
görülünce Ermeni propagandası bu kez, "Ermenilerin çoğunluk teşkil ettiği
Kilikya'nın Türklere geri verilmemesi" için çaba harcamaya başladı, bir takım
kitap ve broşürler yayınladı, bunlardan E. Altiar'ın "Kilikya Sorunu ve
Fransa'nın Yakın Doğu'daki Geleceği başlıklı kitabını zikredelim. n Ancak,
Ermeni propagandasının basında artık bir tek yazısı bile çıkmıyordu, çünkü
Fransız kamuoyu 1921 yılında hemen hemen tümü itibariyle, hükümetin Türklerle
anlaşıp Kilikya'yı boşaltmasını istiyor, Kilikya savaşlarında Ermeni
tahriklerinin ve propagandasının payı olduğunu anlamış bulunuyordu.
20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Anlaşması ile Fransızlar Kilikya'yı boşaltmaya
başlayınca Le Temps, Beyrut'taki bir okuyucusunun aşağıdaki mektubunu yayınladı.
Bu mektupta, Türk-Fransız savaşının sona ermesini bile Ermeni propagandasının
kendi çıkarları için nasıl kullanmaya çalıştığı görülmektedir:
"Kilikya'nın boşaltılacağı (Fransa'nın Ankara Anlaşması gereğince Kilikya'yı
Ankara hükümetine geri vereceği) haberi duyulur duyulmaz, bölgede, Ermeniler
arasında sinsi bir propagandanın işlediği seziliyordu; bu propagandanın amacı
onların endişelerini artırmak, onları akılsızca bazı hareketlerde bulunmaya
itmek ve böylece, Ankara Anlaşmasının Ermenilere ve hıristiyan-lara sağladığı
can güvenliği vs. gibi güvencelerin güya yetersizliğini ortaya koymaktı.
"Bu şekilde bir propaganda yapıldığı izlenimi, çok sayıda Suriye'ye gelen
Ermeniler arasında açılan ciddî bir anketin sonuçlarıyla da kuvvet kazanıyor.
Daha şimdiden anketten kesinlikle anlaşılıyor ki, Kilikya'nın boşaltılması
onlara, öteden beri, dışardan, örneği görülmemiş bir katliâm ve çapulculuğun
işareti şeklinde anlatılmış.
Sayfa 37
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
"Oysa, Türklerin, ilân ettikleri sükûnet isteklerine tamamen uygun ve dürüst
hareketleri, dünya kamuoyunu tahrik ederek Kilikya'yı boşaltma işini ve Ankara
Anlaşmasının uygulanmasını önlemek için şiddet hareketlerinden medet uman aşırı
eğilimli politik komiteleri hüsrana uğrattı.
"Ancak, bu propaganda kampanyasının daha şimdiden bazı kötü sonuçlar verdiği,
canlarını tehlikede sanan bir çok zavallı insanın ev-barklarını, bırakarak
yollara düştüğü ve Suriye'ye ciddî güçlükler çıkardığı da gerçektir..."
Le Temps, Kilikya'nın boşaltılması bitince, bir başmakalesinde, bölgedeki
hıristiyanların sayısı hakkında bilgi verdi: "Kilikya'nın tamamen
hıristiyanların oturduğu bir ülke olduğu, Fransa'nın bu yeri Müslüman bir
devlete geri vermekle kötü bir harekette bulunduğu söyleniyordu. Oysa, son iki
aydaki devir teslim işleri hı-ristiyanları tam olarak saymaya imkân verdi.
Bunlardan 49.884'ü, bazı kötü propagandacılar tarafından kandırılarak veya
tehdit edilerek kesin veya geçici şekilde göç ettiler. 3.828'i ise yerlerinde
kaldı. Genellikle 300. kişinin oturduğu tahmin edilen bir ülkede topu topu
53.712 hıristiyan varmış"
SONUÇ
Kurtuluş Savaşımız sırasında Ermenilerin Fransa' giriştikleri Türkiye'ye karşı
propaganda başlıca döı olayla ilgili olarak geliştirilmiştir. Bunlardan Paris
Baı Konferansı ile Türk-Ermeni savaşı konularındaki propaganda çeşitli
nedenlerle etkilerini pek gösterememişti Fakat Millî Hareketin doğuşu ile
Türk-Fransız savaşı: ilişkin propaganda amacına ulaşmıştır. Öyle ki, Türk lî
Hareketinin Fransız kamuoyuna "Ermeni katliâmıı yeniden başlangıç" şeklinde
tanıtılması, Türkiye içi Fransa'da olumsuz etkilerini uzun süre az çok duyu:
büyük bir şanssızlık olmuştur.
Kuşkusuz, Ermeni propagandasının Fransız kamı oyunu etkisi altına almasında
Türklerin kendi görüşL ni ve haklı davalarını bu kamuoyuna iyi tanıtamamal; da
önemli bir etkendir.
TÜRK-ERMENİ KÜLTÜR İLİŞKİLERİ ÜZERİNE
Türk-Ermeni ilişkilerinin kültürel bağlamda incelenmesi iki toplum arasında
sosyal, ekonomik bağların varlığını ortaya koyacaktır. Çünkü tarih; insanlar,
ülkeler arasında ayırıcı değil aynı zamanda bağlayıcı ve birleştirici bir rol
oynamaktadır. Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler XI. yüzyılda
yoğunlaşmaktadır. Daha önceleri de Abbasi ordularında hizmet eden Türk
komutanlarla Doğu Anadolu'da oturan Ermeni valileriyle ilişkiler kurulmuştur.
Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümü DCyüzyılda tamamen Müslümanların eline geçti.
1021'de Van (Vaspurakan) l Ermeni Kralı, Türk akınlarından korkarak ülkesini
Bizans'a devretti. Kral Senekerim ve yanındaki bir çok Ermeni Sivas ve çevresine
yerleştiler. XI. yüzyıl-j da İç Anadolu'ya yönelik ikinci bir Ermeni göçü de ı
yılında Bizans'ın Ani kentini ele geçirmesiyle Jbaşladı. Ermeni Kralı II. Gagik,
Kayseri'ye gönderil-I â Böylece Ermenilerin Doğu ve İç Anadolu'ya doğ-|ru
yayılıp yerleşmesi süreci başlamış oldu. Çukurova İErmeni Krallığının kurulması
da böyle bir göçün so-Inucudur.
Türkler, Malazgirt zaferinden sonra Anadolu'da lyayılmaya başladı. Bu yayılma
süreciyle birlikte ı Türk-Ermeni ilişkileri yeni bir aşamaya ulaştı. Orta
lAsya'dan gelen bu savaşçı topluluk üzerine en derli l toplu bilgiler, dönemin
Ermeni kaynaklarında bulun-I maktadır. Bu nedenle Ermeni tarih y azarlan,
Türkle-Irin Anadolu'ya gelmesi, burada yayılması hatta nere-I den geldikleri
konusunda derli toplu bilgi vermişleridir. Nitekim XV-XVI.yüzyılda Avrupa'da
Türklerin [tarihine ilgi duyan hümanistler, temel bilgileri Erme-Ini
kaynaklarından almışlar ya da bunları aktarmakla lyetinmişlerdir.
Doğu Anadolu'nun, Çaldıran zaferinden sonra Ismanlı yönetimi altına girmesi,
bölgede güvenli-\ yeniden kurulmasında önemli bir etken olmuş-ır. Müslüman ve
Müslüman olmayan halk, "feodal" ısurların baskısıyla şuraya buraya dağılmıştı.
Anıt Osmanlı yönetimiyle birlikte yemden geriye dö-üş başlamış, köy ve
kasabaların nüfuslarında göz-e görülür bir artış olmuştur. Sözgelimi Çemişgezek
livası kanunnamesinde şu anlatım dikkati çekmektedir:
"Ve vilayet-i mezburda sabıkda Ekrad zulmünden nice reaya perakende olup hariç
vilâyete gidüp halıya Osman kanunu olduğun istima eyledüklerinde girü yerlerine
ge-lüp..."
Bunu, Doğu Anadolu'nun Osmanlı yönetimine girmesinden hemen sonra yapılan
sayımlarla, daha sonraki sayımlar arasında görülen artış açıkça ortaya
koymaktadır. Yine Doğu Anadolu'nun çeşitli kent ve kasabalarıyla ilgili
kanunnamelerdeki maddeler, konunun açıklığa kavuşmasına önemli ölçüde yardımcı
olmaktadır1. Burada Türk-Ermeni ilişkileri üzerine derli toplu bir eser yazan
Prof. Nejat Göyünç'ün bir tespitim belirtmeyi gerekli görüyoruz2, o da şudur:
Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu'ya hâkim olmasından kısa bir süre sonra,
kasabalardaki Ermeni nüfusun büyük bir artış göstermesi göze batmaktadır. Bunun
nedenini köylerdeki bir kısım Ermeni halkın ticaret ve sanat olanakları daha bol
Sayfa 38
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
kasabalara kaymasında aramak gerekir. Prof. Göyünç'ün 1518 ve 1523 sayımlarına
dayanarak yaptığı hesaplara göre Arapkir, Çermik, Ergani, Harput vb.
kasabalardaki Ermeni nüfusunda önemli bir artış dikkati çekmektedir. Bu artış,
sözgelimi Arapkir'de %81.2'ye, Ergani'de %242.6'ya kadar çıkmaktadır. Bu
artışın, beş yıllık bir süre için doğal sayılmayacağı açıktır. Bu bakımdan bu
artışın bir göçe bağlı olduğuna şüphe yoktur. Yine bu iç göç hareketlerine bağlı
olarak Eğin'in de önemli bir ekonomik ve ticari bir merkez hâline geldiğini de
belirtmek gerekir.
Ermeni nüfusuna Doğu Anadolu'da yalnız kent ve kasabalarda değil, köylerde de
rastlanmaktadır. Ancak yer adlarından yola çıkılarak yapılacak değerlendirmeler
yanıltıcı sonuçlar verebilir. Çünkü Doğu Anadolu'da Ermenice adlar taşıyan pek
çok köyde XVI.yüzyılda tek bir Ermeni nüfusa rastlanmamaktadır. Bunu
XVI.yüzyılda yapılmış sayımların sonuçlarım kapsayan defterler açıkça ortaya
koymaktadır. Yine bu defterlerin ortaya koyduğuna göre kent ve kasabalarda
Müslüman nüfusla gayrimüslim nüfus arasında bir denge sağlanmış bulunuyordu.
Kaldı ki iki topluluk arasında yüzyıllarca önemli bir çatışma olmamış, birçok
yerde Ermeniler, belirli hizmetler karşılığında birtakım vergilerden bağışık
tutulmuşlardır. Ancak ne var ki yerleşik-göçebe çelişkisi, memur ve
mültezimlerin yaptıkları yolsuzluklar, aşiretlerin köy ve kasabalara yaptıkları
baskınlar yalnız Ermeniler için değil, bütün bir bölge halkı için zararlı
sonuçlar doğurmuştur.
Türklerle Ermeniler, benzer sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşamışlar ve
bunun doğal bir sonucu olarak ortak bir kültürün temsilcileri konumuna
gelmişlerdir. İki toplumun birbirini seven gençleri arasında din, birleşmeye
engel bir etken gibi görünmektedir. Seven delikanlı, Ermeni kızı Ahçik'le
evlenebilmek için onu kendi dinine yani Müslümanlığa dönmeye çağırmaktadır.
Belki kendisi de bu aşk için dinini değiştirmeye razı olabilecektir. Ama kamunun
baskısından, kınanmaktan çekinmektedir:
Gel kız Müslüman ol alayım seni Ben dinimden dönsem el kınar beni
Bu ve buna benzer türküler, iki toplum arasındaki ilişkiler ağının önemli
ipuçlarını vermektedir. Bugün radyo ve televizyonlarda zevkle dinlediğimiz bir
türküde Ahçik, İslam eline çağrılmaktadır:
Ahçik'i yolladım Urum eline Eser bad-saba zülfün teline Gel seni götürem İslam
eline Serimi sevdaya salan o Ahçik.
Vardım kiliseye baktım haçına Mail oldum ardındaki saçına.
Burada Ahçik, yine İslam eline çağrılmakta yani Müslümanlığı kabul etmesi
istenmektedir. Ama bu her zaman böyle değildir. Nitekim bir başka türküde
delikanlı Ermeni olmayı, yani Ahçik'e kavuşmak için onun dinine girmeyi dahi
kabul eder görünmektedir:
Bahçelerde mor meni Verem ettin sen beni Ya sen İslam ol Ahçik "Ya ben olam
Ermeni
Masallarımızda keşiş motifi taşıyan öğeler önemli: bir yer tutmaktadır. Yer
adlarımızın efsanelerinde di benzer öğeler ağır basmaktadır. Türkçe-Ermeni
arasında pek çok ödünçlemenin bulunduğu su götü mez bir gerçektir. Armıdanlı
yazar Hagop Mintz ri'nin öykü ve anılarında bunlardan yığınla örnek b
ummaktadır3. Erzincan yöresi ağızlarında yapıla derlemelerin de bu konuda önemli
bir kaynak olu; turduğunu vurgulamak gerekir4. Ödünçlemeleıi günlük ekonomik;
sosyal ve kültürel yaşamın h alanını kapsayan bir genişlikte olduğunu görüyoru
Sözgelimi ev yapım tekniğinde kullanılan birçok sâ cük ortaktır: hatıl, mertek,
örtme, loğ, hapenk, hakâ cağ vb.
Tarım ve tarım tekniğiyle ilgili birçok kavra ortak sözcüklerle anlatıldığını
belirtmek gerekir, i rülerek nadasa bırakılan tarla herg edilmiştir, yeni
biçilmiş tarla hozan'dır. Davarların kapatıldı ağıl, kom'duı. Bu benzerliklerin,
bu ortaklıklarını mek yapım tekniğine, yemeklere, kap ve kaçak da yansıdığı
anlaşılmaktadır. Burada, sözcükle deyimlerin, kavramların kökeninin Türkçe ya
dal menice olması pek o kadar önemli değildir. Öneı olan sosyal ve ekonomik
yaşamın çeşitli etkinlik nin ortak bir "dil" ile açıklanmasıdır5. Nitekim oaj
tütmesi, bir evin içindeki insanlarla birlikte sür ğini vurgulayan ortak bir
deyimdir. Her iki toplııl da da loğusa kadınlara albastığına inanılır. Ermeni!
Türk kadınlarının, kızlarının başlarına örttükleri j şörtüsünün adı lacag,.
leçek, neçek idi. Ayakkabı isej nellikle kalik olarak adlandırılmaktadır.
Eğin'de yi lan üstleri süslü, daha çok genç kız ve kadınların J dikleri
ayakkabılara pullu kalik denirdi. Bunlar ı bugün üretilmemektedir.
Toplumsal ve ekonomik dayanışmanın da ı taktır. Bu konuda iki örnek vermek
istiyoruz. Bu dan birincisi bacılık, ikincisi hab sözcükleriyle an maktadır.
Bacılık Derleme Sözlüğü'nde şöyle lanmaktadır: Kardeş yerine tutulan yakın ark
kardeşlik (kızlar ve kadınlar arasında). Mintz yalnız annesinin hacılığından söz
eder. Ancak bf nımlar ve anlatımlar bacılığı tam olarak anlatma! uzaktır. Çünkü
bacılık, kadınlar arasında, kardeş rine tutulmanın ötesinde sözün tam anlamıyl|
Sayfa 39
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
toplumsal ve ekonomik dayanışmayı, yardımla anlatmaktadır. Bacılığın köy
dışında, bir başka köyden tutulması hâlinde, bu dayanışma ve yardımlaşma daha
geniş boyutlara ulaşır. Farklı köylerdeki ba-cılıklar rahatlıkla, teklifsiz ve
habersiz birbirlerinin evlerine konarlar. Satılacak daha doğrusu değiş-to-kuş
edilecek ürünlerim bu evlere getirirler. Bacılığın sona ermesi söz konusu
değildir. Yaşam boyu devam der ve hacılıklar birbirlerini aile bireyleri gibi
algılarlar. Şimdi böyle bir dayanışmanın, böyle bir kurumun Ermeniler içinde var
olmasının ve aynı sözcükle dile getirilmesinin ne kadar büyük bir anlam taşı-î
dığını herhalde belirtmeye bile gerek yoktur.
Hab'a gelince: Hab, ekonomik bir dayanışmadır.
operatifçiliğin basit ve ilkel biçimi olarak görül-^ktedir. Hab, özellikle sütün
ortaklaşa kullanımında kendini göstermektedir. Sütün, bir obada, bir
yde sırayla ve karşılıklı ödünç alınıp verilmesi işitenidir6. Süt böylece
belirli bir süre için bir elde top-Ilanır, yağ ve peynir üretimine dönüşmesi
sağlanır. İrlab'm yalnız Anadolu'da değil, ekonomik yapısı l hayvancılığa dayalı
Türk topluluklarında geniş bir l uygulama alanı bulduğuna şüphe yoktur. İşte bu
süt [ortaklığının Eğin çevresindeki Ermeni köylerinde de f yaygın olduğun
Mintauri'nin verdiği bilgilerden an-flıyoruz.
Türklerle Ermeniler arasında ortak bir toplumsal | davranış da gelinlik
etmektir. Bu, yeni gelinin belirli [bir süre kayınbabası, kaynanası ve evin
diğer erkek [bireyleriyle konuşmaması anlamına gelir. Türklerde [yaygın olan bu
alışkanlığın Ermeniler arasında da geçerli olması, ortak alışkanlıkların bir
başka yönüdür.
Bütün bunların ötesinde şiir ve müzikte de karşılıklı etkileşimin söz konusu
olduğunu unutmamak gerekir. Ermeniler arasında Türk halk hikâyeleri oldukça
yaygındı. Ermeniler, yoğun bir biçimde Türk kültürünün ve dilinin etkisi altında
kaldıklarından Ermeni-Türk Edebiyatı (La litterature armeno-turque) adı verilen
Ermeni harfleriyle yazılmış, metni Türkçe bir edebiyat türü gelişmiştir.
Tahminen 400 yıl süren lâşık edebiyatı, gerek Türklerde gerekse Ermenilerde,
ngin bir kol yaratmıştır. XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar geçen
dönemde Ermeni asıllı Türkçe söyleyen âşıkların sayısı 400'ü aşkındır. Ermeni
âşıkları (aşug) Türkçe söylemekle kalmamışlar, söyledikleri şiirlerin şekillerim
de, koşma, bayatı vb. Türklerden almışlardır. Âşık Miskin Burcu'nun aşağıdaki
dörtlüğü M sesi ile bağlıdır. Yani dizeler, (M) ile başlamakta ve aynı harfle
bitmektedir:
Men aşıg meni gördüm Men üste meni gördüm Men dedim seni görem Men döndüm meni
gördüm
Ermenilerin yetiştirdiği en büyük şairlerden biri olan Sayat-Nova (1712-1795)'mn
aşağıdaki dörtlüğü, onun Türkçe şiir söylemede ne kadar başarılı olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu dörtlük aynı zamanda şairin üzerinde Türk âşıklarının etkisini
açıkça ortaya koymaktadır:
Gavvas olup deryalara dalmışam Ferhat gibi aşk gayası delmişem Macnun kimi Leylî
deyip dalmışam Gözüm galmış nazlı yârın yolunda
1882 tarihinde ölen Ermeni Âşık Emir'in söylediği Ermenice bir dörtlüğün Türkçe
çevirisi iki toplum arasındaki birlikteliğin ne kadar derin olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır:
Din ayrı, muhkem gardaşıg
Senin bahtına benzerik
Gol bir, el bir eliyek, birlikte dağık (dağız)
Aynlıgda, nazik bir gölük (kuluz).
Ermenilerin Türk müziği, Türk tiyatrosu, Türk mimarîsi ve matbaacılığı üzerinde
oynadıkları olumlu rolü özellikle vurgulamak gerekir. Ancak bu noktada şunu da
belirtmek istiyoruz: "Gayrimüslimler bunları yaptı, Türkler memuriyet ve
askerlikten başka bir şey yapmadılar" gibi söylemlerin, iddiaların hiçbir anlamı
yoktur. Bir ülkenin kalkınmasında, ilerlemesinde ve gelişmesinde elbette o
ülkede yaşayan bütün uyrukların payı ve sorumluluğu vardır. Konuyu bir bütün
hâlinde değerlendirmek gerekir.
II. Meşrutiyet'in ilânından sonra, Tanin gazetesinin Anadolu'ya gönderdiği Ahmet
Şerifin gözlemleri son derece önemlidir. Ahmet Şerif, Anadolu'da Müslüman ve
Müslüman olmayan toplulukların sosyal durumlarını incelemiş, aralarındaki
ekonomik ve kültürel dengesizlikleri belirtmiş, dışarıdan herhangi bir kanca
takılmadıkça ilişkilerin sağlıklı bir biçimde yürüdüğünü vurgulamıştır.
Sözgelimi Gümüşhane ile ilgili gözlemlerini bu bağlamda Ahmet Şerif şöyle dile
getiriyor:
"Gümüşhane halkı, İslam, Ermeni ve Rum'dur. Hemen, genellikle konuşulan dil,
Türkçedir...
Ermenilerin durumu İslamlardan daha iyi gibi görünüyor. Onlar, fikren de
İslamlardan ileridirler. Teşekküre ve memnuniyete değer olan taraf, iki unsurun,
birbirleriyle, iyi ve kardaşça geçinmekte olmasıdır.
Sayfa 40
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Ermeniler de ziraat ve ufak tefek ticaretle uğraşıyorlar. Rumların durumu daha
iyi görünüyor. Bununla beraber, Rum vatandaşlarımızın, burada da, fikri
yetenekleri arttıkça, duygu ve emellerinin de aşırılıklara ve yanılmalara
kaçtığı görülüyor. Gümüşhane halkı pek iyi geçinmektedir."
Ahmet Şerif, Gümüşhane'den Varzahan köyüne doğru yola çıkmıştır. Ahmet Şerif ve
yanındakiler bu Ermeni köyünde alıkonulmuşlardır. Daha önce, Ada-na'yı gezdiği
zaman Ermeni köylerinden söz eden yazar, buradaki Ermenilerle ilgili
izlenimlerini de şöyle aktarmaktadır:
"Ben Ermeni köylerini, bütün anlamıyla Osmanlı buldum. Kendilerinde, gerçek ve
samimi, vatandaş ruh ve duygusunu gördüm. "Yalnız İslam köylüler gibi, onların
da pek çok ezilmiş bulundukları, hayatlarını o kadar kolaylıkla kazanmamakta
olduklarını, özetle, pek rahat yaşamadıkları, her şeylerinden fark ediliyor ve
seçiliyordu..."
Ahmet Şerif, Ermeni köylülerin İslamlar gibi giydiklerini belirtmekte, "hayat
şartları geçim biçimi, usul ve âdetçe Ermenilerle İslamlar arasında hiçbir fark
olmadığını" da dile getirmektedir.
Ahmet Şerif, Bayburt'u gezdikten sonra, Ermenilerle Türkler arasındaki
benzerlikleri de şöyle açıklamaktadır:
"Erkekler hemen hemen, aynı kıyafette idi. Kadınlar ise, hiç ayırdedilecek gibi
değildi. Çünkü Ermeni kadınları, İslamlardan daha fazla mutaassıp ve örtülü idi.
Özetle, ha
yatta bütün ayrıntılar, bütün toplumsal şartlar, bu iki unsuru birleştirmiş,
uyuşturmuş, birbirine kaynaştırmış! idi..."
Ahmet Şerif kimi konularda bu iki unsur arasında anlaşmazlıklar bulunduğu,
iddialarını da şöyle yanıtı lamaktadır:
"Hayatın, toplumsal ve ruhsal şartların, bu kadar tel leştirdiği insanların,
esas noktalarında anlaşmazlığı mm kün değildir. Bu, yanlış tefsirlere,
abartmalara uğruy Tarafsız incelenirse, onlar arasında anlaşmazlık şeklin
gösterilen durumun, kendilerinde ihtiyaç duyulan bir nitelik olduğu, şikâyet
ettikleri sebepler ve durumlar^ her iki taraf da, aynı zor ve kuvvete
yöneldikleri pek iyin laşılır."
Sonuç
Özetlemek gerekirse denebilir ki: Osmanlı İm ratorluğu'nda hatta daha geriye
gidersek Selçuklu Beylikler döneminde Anadolu'da Türklerle Hri yanlar ortak bir
yaşam sürdürmüşlerdir. Kimi kü olaylar dışında Türklerle Ermeniler arasında om
bir çatışma olmamış ve sorun yaşanmamıştır. Çal malar, Ermeni sorununun ortaya
çıkması ve siy laşmaya başlamasıyla birlikte gündeme gelmiştir. zı Ermenilerin,
emperyalist devletlerin kışkırtın bağımsızlıklarını elde etme çabaları sonuç
vermı ve iki taraf için de üzücü olaylara yol açmaktan ka bir işe yaramamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda yüzyıllarca ki rini koruyan Ermeniler, bugün batı
dünyası içindi kimliklerim yitirme aşamasına gelmişlerdi. Yeni şaklar ana
dillerini bilmemektedir. Türkiye'ye yi lik tepkilerin altında öyle sanıyoruz ki
bu kimlik nalımı da önemli bir rol oynamaktadır. İşte Tür Ermenilerin
yüzyıllarca bir arada yaşadıklarını, yabildiklerini bu yeni kuşak Ermenilere
anla pek kolay değildir. Ama yine de bu doğrultuda turnaların sürdürülmesinde
yarar görüyoruz.
OSMANLI DEVLETİNDE ERMENİ NÜFUSU
Milliyetçiliğin ortaya çıkışından itibaren, nüfus yoğunluğu özellikle stratejik
ve siyasi kavramlarda önem kazanmıştır. Bu öneme paralel olarak nüfus sayımları
ve istatistiklerinin siyasi, ekonomik ve sosyal ihtiyaç ve iddiaları destekleme,
üstünlük, ayrıcalık, bağımsızlık elde etmenin bir yolu olarak kullanıldığı
söylenebilir. Aslında nüfus yoğunluğunun çağlar boyunca önemli bir güç olduğu
bilinmekteydi. İlk çağlarda kalabalık ailelerin diğer küçük aileleri içine
alması ve bunun sonucunda büyük kabilelerin küçük kabileleri kapsaması devlet
olgusunun ortaya çıkmasında nüfusun ne kadar etkili olduğunun göstergesiydi.
Yine bu dönemlerde ve arkasından gelecek olan Orta Çağ, Yeni Çağ ve Yakın Çağ
boyunca nüfus, devletlerin si-yasîve askerî gücünde etkin bir faktördü. Diğer
taraftan ekonomik olarak da nüfus, belirlenmesi gereken bir nedendir. Özellikle
Orta Çağ ve Yeni Çağ'da devletin ekonomisini, toprakların büyüklüğü ve bu
arazilerin işlenebilmesi için iş gücü - tabii ki bu da nüfus demektir oluşturmaktaydı. Zaten bir devletin ekonomisinin büyüklüğü topraklarının
genişli-ğiyle doğru orantılıdır. Ne kadar toprağı varsa, devlet o kadar
zengindir. Bu durumda büyüklüğü kadar halktan vergi toplaması anlamına gelir. Bu
çağlardaki devletlerin ekonomisi vergiye dayanmaktadır. Bu devirdeki devletlerin
topraklarının, günümüzdeki devletlere göre, büyük olmasının nedeninde bu temel
etken yatmaktadır. Bu çağlarda devletler arasında amansız mücadelelerin ve
savaşların yoğun olmasının nedeni, bu zenginliği yakalama arzusundan
kaynaklanmaktadır. Fransız ihtilali sonrasında, imparatorluklar içerisinde
yaşayan ı farklı etnik öğelere dayanan toplumların ulus ola-irak ortaya
Sayfa 41
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
çıkmasında nüfus yoğunluğu şüphesiz [ gerekli bir öğedir. Öyle ki bu
toplumlarda, çoğunluk l ve azınlık tanımı yapılmasını büyük ölçüde nüfus
belirlemektedir. Ayrıca yukarıda da yinelediğimiz gibi nüfus yoğunluğunun, bir
toplum için önemli l işlevleri vardır. Nüfus istatistikleri bazı devletlerin
siyasî emellerini gerçekleştirme ve bir coğrafyaya egemen olma aracı olarak da
XVIII. yy/dan itibaren sıkça gündeme gelmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde, "etnik" bakımdan, sayıları yirmi
ikiyi bulan gayrimüslim unsur bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti, fethettiği
yerlerde asayişi sağladıktan sonra en başta bölgenin nüfus ve arazi incelemesini
yapardı.Osmanlı Devleti, Müslümanların nüfusunu askerlik bakımından; Hristiyan
tebaanın da vergi (cizye) durumundan dolayı öğrenmek istemiştir. Müslüman
nüfusunu fazla göstermek, kendi kendini aldatmak; Hristiyan nüfusunu az
göstermek ise almak istediği verginin bir kısmından vazgeçmek anlamına
gelmektedir ki, her iki durumda devlet açısından uygun değildir1. Bu
değerlendirmeler nihayetinde Osmanlı Devletinin, nüfusuna ilişkin tutmuş olduğu
istatistiklerde güvenilir ve tarafsızlık içerisinde bulunduğu söylenebilir. Bu
incelemeler Klâsik Dönemde tapu-tahrir defterleri, daha sonraki yüzyıllarda
temettüat adıyla anılırdı. Zaman zaman mahallî olarak yapılmış olan sayımlann
yanısıra Osmanlı Devleti'nde ilk genel nüfus sayımı ve arazi incelemesi II.
Mahmut zamanında 1830'da yapılmıştır. Müslüman ve Hristiyan nüfus olarak yapılan
bu sayım, Osmanlı Devleti'nin ilk genel sayımı olduğu için önemlidir. Bu sayımda
Hristiyan nüfus cemaatlere ayrılmadan verilmişti. 1830 sayımına göre Osmanlı
Anadolu ve Rumeli'sinde 4.000.000 civarında erkek nüfus mevcuttu. Bu 4.000.000
erkek nüfusun 2.100.000'u Müslüman, 400.000'i Hristiyan olmak üzere 2.500.000'u
Anadolu da; 800.000'i Hristiyan, 500.000'i Müslüman bir kısmı da Yahudi ve Kıpti
olmak üzere 1.500.000'ini Rumeli'de yer almıştır.
Ermenilerin yaşadığı bölgeler, XIV. ve XV. yüzyıllarda Osmanlı yönetimine
girmişti. Osmanlı yönetimi, Bursa'nın başkent olmasından sonra (1326)
Ermenilerin ayrı bir cemaat şeklinde teşkilatlanmalarına izin vermiş, önceleri
Kütahya'da bulunan Ruhani merkezlerini Bursa'ya naklettirmiştir. İstanbul'un
fethinden sonra ise 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet Han, Ermenilerin Bursa'daki
merkezlerini istanbul'a taşımalarına izin verdi, istanbul'daki ruhanî merkezleri
ise Samatya'daki Sulumanastır kilisesi olarak belirlendi. Ruhanî merkezlerinin
İstanbul'a taşınmasıyla birlikte Anadolu'nun birçok şehrinde bulunan Ermeniler
istanbul'a göç etmeye başlamışlardır. Anadolu şehirlerinde kalanlar ise kale
bekçiliği gibi görevlere getirildiler2. Farklı kültürel toplulukların bulunduğu
Osmanlı imparatorluğu sınırları içerisinde Ermenilerin devlet idaresinde önemli
bir ayrıcalığı vardı. Kısacası Osmanlılar, Ermenileri diğer Hristiyan tebaadan
ayrı bir konumda tutmuştur. Tanzimat'ın ilânından sonra Ermenilerin üst düzey
devlet görevlerine de getirildikleri görülmüştür. Mesela, Balkan Savaşları
sırasında Gab-riel Norodankyan Efendi Osmanlı Dışişleri bakanıydı. Bunun yanında
XIX. yüzyılda birçok Ermeni devlet görevinde bulunmaktaydı. Osmanlı, bu
hizmetlerinden dolayı Ermenilere, Millet-i Sadıka tabirini kullanmıştır. Büyük
kısmı Gregoryen olan Ermenilerin bir kısmı da Katolik ve Protestan mezheplerine
bağlıydılar. Birçoğu şehir merkezlerinde yaşıyor ve ticaret, kuyumculuk ve
mimarlıkla uğraşıyorlardı.
XIX. yüzyılın ortalarına doğru Rusya, Amerika ve Avrupalı Devletler Ermenilerle
ilgilenmeye başladılar. Bu ilgilenmenin ana nedenini ise daha önce de
açıkladığımız gibi hammadde ve pazar isteğinin dışa vurumu olan emperyalist
emeller oluşturmaktadır. İlk önce onları kendi mezheplerine çekmeye
çalışmışlardır. Bunun için Anadolu'nun çeşitli yerlerinde çeşitli okullar açarak
faaliyete başlayıp Ermenileri Türkler aleyhine kışkırttılar. Avrupalılara göre
Osmanlı tebaası olup Hristiyan olan bütün toplumlar kendi devletlerini
kurmuşlar, sadece Ermeniler kalmıştı. Ermeniler 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında
Rus saflarında Türklere karşı savaştılar. Ayastefanos Antlaşması sırasında
İstanbul'daki Ermeni patriği Ruslara başvurarak antlaşmaya kendileri lehinde
maddeler konulmasını istedi. Ayrıca, Berlin Antlaşmasında Ermeniler lehinde
ıslahat yapılması konusunda bir madde konuldu. Bundan sonra Osmanlı sınırları
içerisinde Ermeni olaylarının arttığı gözlenmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında
Amerika başkanı VVilson'un kendi adıyla ilân ettiği VVilson Prensiplerindeki 12.
maddede; "Osmanlı Devleti'nin Türk halkının çoğunlukta olduğu yerlerde Türklerin
kesin hâkimiyetlerinin tanınması" öngörülüyor, diğer taraftan imparatorluk
içerisindeki diğer etnik öğelere de kendi devletlerini kurabilmeleri için olanak
sağlanıyordu. Bunun sonucunda Doğu Anadolu' da Ermenilerle meskûn olan altı
vilâyette (Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Diyarbekir, Ma'mûratük-ziz/Harput5 )
hassas bir durum oluştu. Ermeniler bahsettiğimiz vilâyetlerde nüfus üstünlüğünü
elde etmek amacıyla Müslümanları katletmeye başladı lar. Bunun üzerine Osmanlı
Hükümeti, 1915 yılında, ordunun ve bölge halkının güvenliği için Ermenileri
ülkenin güvenli bölgelerine sevk el Göç sırasında bazı Ermeniler salgın
Sayfa 42
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
hastalıklardan,! göç kervanına yapılan hırsızlık saldırıları neticesinde
ölmüşlerdir. Bu durum ise Avrupa devletlerinde, Amerika'da ve Ermeni
toplulukları tarafından soy kırım yapılıyor şeklinde propagandaya dönüşm tür.
VVilson Prensiplerinde olduğu gibi savaş son sında da demografik yapı sürekli
incelenmiş Avrupa ve Amerika'dan bu durumu tahkik etmek ama cıyla çeşitli
heyetler gelmiştir. Nitekim bu inceleme lerde Türklerin Ermenileri soy kırıma
tâbi tuttukla rina dair hiçbir ipucuna rastlanılmadı. Ancak bat destekli Ermeni
propagandası asılsız olmasına rajj-men bütün dünyayı Türklerin milyonlarca Erme
niyi katlettiğine inandırdı. Bunun sonucunda ist, günümüzde de Osmanlı
Devleti'ndeki Ermeni ni füsunun tekrar incelenmesi gereksinimi doğmuş Hiçbir
gerçekle bağdaşmayan Ermeni soy kır: iddia eden tezler genelde demografik
yapının si rilmesinden ibaret olup hiçbir arşivsel belgeye di yanmayan uydurma
sayılardan oluşmuştur. Bun için demografik yapının iyi belirlenmesinin om daha
da artmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz Osmanlı'nın II. Mahmut zamanından önceki
nü suyla ilişkin bilgiler tapu tahrir defterlerinden retti. Daha önce de
belirttiğimiz gibi bu defteri özellikleri vergi ödeyecek ve muaf olan bireyi
sayılarının yazıldığı bir çeşit tutanaktır. Bundan la çıkarak herhangi bir
yüzyılda istediğimiz bir ti luluğun nüfusunu, tam net olmamakla birlikte çeğe
yakın bir tahminle saptamak mümkündı Aşağıda XVI. yüzyılda özellikle çeşitli
Anadolu şehir ve kasabalarında köyleriyle birlikte Müslüra ve gayrimüslim,
Ermenilerin nüfusu gösterilmişti
Yukarıdaki tabloda kaydedilen Müslüman, Hristiyan Ermeni nüfus içerisinde
Müslüman-Türk nüfus %81.10, Hristiyan nüfus % 12.45, Ermeni nüfus %6.23'tür30.
Görüldüğü gibi XVI. yüzyılda Ermem nüfusu Osmanlı demografik yapısında küçük bir
alanı oluşturmaktadır.
1896-1897 yıllarına ait olduğu tahmin edilen Başbakanlık Arşivi'nde bulunan bir
belgede Anadolu ve Rumeli'deki Ermeni nüfusları ile ilgili olarak tutulmuş
kayıtlar vardır. Bu belgeye göre Ermeni topluluğunu 530.132 erkek, 450.404 kadın
nüfusu olmak üzere toplam 970.536 kişi oluşturmaktadır. Yine aynı belgede birkaç
vilâyet için henüz tahririnin yapılmadığının kaydı da bildirilmiştir. Buna göre
verilen nüfus miktarının biraz artacağı doğaldır. Vital Cuinet'nin aynı
tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır:
Müslümanlar
Ermeniler
Toplam Nüfus
Ermenilerin yoğun bulunduğu vilâyetlerde
3.635.086
810.285
4.445.371
İstanbul ve diğer vilâyetlerde
4.426.525
283.064
4.709.589
Suriye Filistin ve Adalarda
4.068.646
59.018
4.127.664
12.130.257
1.152.367
13.282.624
Diğer tarafta Stanford J. Shaw ise 1890 yılında Osmanlı Devleti'nde 12.585.950
Müslümana karşılık 1.139.053 Ermeni; 1897'de 14.111.945 Müslüman'a karşılık
1.162.853 Ermeni; 1906'da 15.518.478 Müslümana karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914
yılında da 15.044.846 Müslümana karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu
belirtmektedir.
Ermeni nüfusuna ilişkin diğer kayıtlan da patrikhane istatistiklerinden
öğrenmekteyiz. İddia edildiğine göre Ermeni patrikhanesinin sağladığı
istatistikler, kilise görevlilerinin tuttuğu vaftiz ve ölüm kayıtlarına
dayanmaktaymış. Kayıtların doğruluk payı olarak da Ermenilerin kendi dinsel
inançları gereğince vaftiz etmeye getirilmelerinin gerektiği, kilisede
evlendikleri ve dinsel bir cenaze töreni ile gömüldükleri gösteriliyordu. Ayrıca
Pat-rikhane'nin, dinsel bağımlılığa dayanan bir verginin yükümlülerini
belirlemek için kullanılan kayıtlar tutmakta bulunduğu da ifade ediliyordu.
Ancak patrikhane istatistiklerinde verilen rakamlar bu dönemle ilgili diğer
belgelerle uyuşmamaktadır. Bunun sonucunda doğal olarak acaba bunlar nasıl
hazırlandı sorularının akla gelmesine yol açmaktadır. Alışılagelmiş biçimde,
gerçekten yapılmış bir nüfus sayımının ya da sayı çıkarımının sonucunu gösteren
istatistikler, en yakın 100.000'e yuvarlanmaksı-zın tam sayı verir. Patrikhane
istatistikleri ise (sap lan yuvarlak biçimde verdiği için), kaç vaftiz yapıi-l
dığını vaftiz kayıtlarına bakarak çıkarılmış istal tikler biçiminde değil de,
sanki "Doğu illerinde acaj ba yaklaşık olarak kaç Ermeni var dersiniz?" so! suna
verilen bir yanıt biçimindedir. Bu durum i kaydın art niyetli olarak yapıldığını
göstermektediıj Ayrıca verilen istatistikler, belge yayınlarının biı parçası
biçiminde değil, yalnızca Ermeni bağımsızlığını desteklemek amacıyla
kullanılmıştır32. Bu iı celemelere dayanarak Ermeni kayıtlarının gen
yansıtmadığı şüphesizdir.
Diğer taraftan unutulmaması gereken bir di daha vardır ki bu da Ermeni nüfusunun
eğer as dıysa neden azaldı sorusuna verilecek yanıtı orta' çıkarmaktadır.
Ermenilerin nüfusları, 1827-1828
Sayfa 43
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlan sırasında Rus liklerine ve I. Dünya Savaşı'nda da
yine başta Rı ya olmak üzere Fransız ve İngiliz birliklerine kal ması sebebiyle
nüfuslarında önemli azalmalar muştur. Bu durum batili araştırmacılar tarafım da
teyit edilmiştir. 1829'da Rus ordusu Er; rum'dan çekilirken 40.000 civarındaki
Ermeni'] de onlarla birlikte Güney Kafkasya'ya, aynı sekili
1878-1890 arasında 120.000 civarındaki Ermeni'ı de Güney Kafkasya'ya göç ettiği
belirtilmiştir. A; ca yabancı tüccarlara daha çok imtiyaz tanıyan lı ticaret
anlaşmasıyla da birçok Ermeninin; Rus, giliz ve Fransız vatandaşlığına geçtiği
ve birçoj nün da bu ülkelere yerleşmek maksadıyla Os: topraklarını terk ettiği
bilinmektedir. Ne var ki tün bu nüfus azalmaları bile Ermeniler tarafım katliam
olarak açıklanmıştır33.
I. Dünya Savaşı öncesindeki Ermeni nüfus miktarı konusunda, yine devletin
kendisinin ya; ğı güvenilir ve tarafsız bir usulle hazırladığı belj ler
bulunmaktadır. Bu devir Osmanlı nüfusu h kında en sahih bilgileri, dahiliye
nezaretine bağlı S cil-i Nüfus-u İdare-i Umumiyesi Müdüriyeti taı fından 1318 ve
1320 tarihli nüfus nizamnamesi ges ği her vilâyet, kaza ve köyde,
gayrimüslimlerin ı yer aldığı komisyonlar tarafından yapılmış 1905'te başlayıp
1914'te tamamlanmış olan nüfus istatistiğini vermektedir. Bu istatistik Milli
Kongre34 tarafından 1919 yılında bütün dünyaya duyurabilmek amacıyla Fransızca
olarak yayınlanmıştır.
Birçok batılı araştırmacı yukarıda belirttiğimiz Ermeni nüfusuna yakın rakamlar
vermektedirler. Stanford J. Shaw Ermeni nüfusunu 1.229.007 olarak verirken, H.
Lynch 1.324.246, L. De Constenson 1.400.000 ve H. Paster Madijian 1.700.000
olarak vermektedir.
Bu istatistikler göz önünde bulundurulduğunda I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı
Devleti'ndeki Ermem nüfusunun en çok 1.300.000 olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca
yukarıda da bahsettiğimiz gibi hiçbir bilimsel mantık bulunmayan Ermeni
Patrikhanesinin verdiği istatistikleri abartı ve propaganda mahiyetinde olduğunu
belgeler niteliktedir. Ermeni yazarlar ve patrikhane kayıtları Ermenilerin
nüfusunu 5 milyona kadar çıkarmışlardır. Bunun yanında Justin McCarthy,
Patrikhanenin doğruluğuna ilişkin karışıklık olduğunu bilâkis belirtmiştir.
L Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nihayetinde, önceleri 1.234.671 olan Ermeni
nüfusundan sadece 70.000 kadarı Türkiye Cumhuriyeti'nde kalmış bulunuyordu. Bu
rakamdan birçoğu sığınmacı olarak Kafkasya'ya, Amerika'ya ve Avrupa'ya
girmişlerdir^:
Ermeni nüfusunun dış dünyaya tamamen açılımı sonrasında ise konu yeni bir boyuta
taşınmıştır. Ermeniler, yerleştikleri ülkelerin parlamentosunu etki altına
alarak -ve bunda Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun çalışmaları yoğundurkararlar verilmesini sağlamaktadırlar.
Bütün bu demografik istatistikleri değerlendirdiğimizde bazı iddialarda yer
aldığı gibi Doğu Anadolu için Bati Ermenistan teriminin kullanılmasının gerçekle
örtüşmediği görülmektedir. Ermeniler, Osmanlı vilâyetlerinin her yerinde
bulunmalarına rağmen hiçbir yerde çoğunlukta olmamıştır. Dolayısıyla Ermeni
metropolü olabilecek bir Ermeni şehri hiçbir zaman olmamıştır. Konunun siyasî
emeller konjonktüründe geliştirildiği ve amacın Doğu Anadolu illerimizi de içine
alacak büyük bir Ermeni devletinin kurulmak istenmesi olduğu unutulmamalıdır.
OSMANLI DEVLETTNDE ERMENİLER
Nedir, ne anlama gelmektedir 24 Nisan, Birinci Dünya Harbi içerisinde 24/25
Nisan 1915 gecesi İstanbul'da 2345 Ermeni tutuklanır, aralarında doktor, avukat,
gazeteci, din adamları da vardır. Bunlar Ermeni ihtilâl Örgütü üyesi
olduklarından Anadolu'ya sevk olunurlar. Anadolu'nun özellikle Doğu ve
Güney-Doğu kesimlerinde oturan Ermeniler de aynı muameleye tâbi tutulurlar.
Türk meslekdaşların Osmanlı-Ermeni ilişkilerinde üzerinde durdukları başlıca iki
konu vardır: 1. Fatih Sultan Mehmet istanbul'u aldıktan bir süre sonra Bursa'dan
bir Ermeni din adamını getirterek Ermeni Patriki tayin etmiş, bütün Ermenilerin
işlerini ona devretmiştir, tıpkı Rum ve Yahudi cemaatleri için de yaptığı gibi.
2. Ermeni sorunu 1878 Berlin Antlaşmasından sonra ortaya çıkmıştır. Şimdi bunlar
üzerinde biraz duralım:
Ermeni Patrikliği Meselesi
Fatih Sultan Mehmet istanbul'u aldıktan sonra, bu şehirdeki Ermeni cemaatini
I46l'de Bursa'dan bir kısım Ermeni aileleri ile birlikte getirttiği Piskopos
Ovakim (Ermenice Yovakim)'in emrine vermiş, onların nizamını kendisinden
istemiştir. Bu maksatla da Samatya'daki Sulu Manastır Kilisesi'ni Ermenilere
tahsis etmiştir, denilir. Bu bilginin kaynağı 1786'da Venedik'te basılan
Çamiçyan'ın Ermeni Tarihi adlı eseridir, istanbul Üniversitesi'nde Edebiyat
Fakültesinde rektörlük yapan, çok kıymetli bir araştırıcı ve öğretici olan Hrand
D. Andreasyan vasıtası ile Türk okuyuculara da intikal etmiştir.Bu satırların
yazarı da vaktiyle bu malumatı kullanmıştır.Lâkin 1982'de Prince-ton
Üniversitesindeki bir toplantının bildirileri yayınlanınca, bu bilginin pek de
Sayfa 44
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
doğru olmadığı anlaşılıyor. Kevork B. Bardakjian "The Rise of the Arnıenian
Patriarchate of Constantinople" başlıklı makalesinde Çamiçyan'm yazdıklarını
irdeliyor. Hayk Berberian'ın bu konuda çalışmalarından bahsederek, istanbul'daki
Ermeni ruhanî liderinin ancak Kanuni Süleyman zamanında Marhasa Grigor
(1526-1537) ve onun halefi Astuacatur (1538-1543) devrinde güçlendiğini ve
1543'ten sonra da bu ikinciye istanbul Patrik'i denildiğini, Berberian'dan
naklen kaydediyor.Stanford J. Shaw da Fatih devrinde Roma ile birleşme
düşüncesine karşı olan Gennadios Skolarios'un bütün Ortodoksların dinî reisi
tayin edildiğim, Ermenilere millet statüsü verilmesinin ise Memlûk Sultanlığı'na
karşı Osmanlıları desteklemek şartı ile, Yavuz Sultan Selim zamanında olduğu
kanaatini belirtiyor.
Bardakjian yüzyılımızın başlarında İstanbul'da yaşayan Arsak Alpoyaçean'm
görüşlerine de makalesinde yer veriyor. Ermenilerin İstanbul'un fethinden önce
de bu şehrin dini denetiminde olduğu, Osmanlı idaresinde ise İstanbul Ermeni
ruhanî liderliğinin alanının genişlediğini kaydediyor.
Bununla beraber Bardakjian, 1462-1487 tarihleri arasında Ankara, Amasya, Sivas,
Trabzon ve Kefe'de yazılan Ermeni kolofonlanna dayanarak İstanbul Ermeni
Patrikli-ği'nin o tarihlerde hiçbir yerde en yüksek Ermeni ruhanî makamı olarak
tanınmadığına işaret eder. Kolofon, Ermeni papazlarının tuttukları günlüklerdir.
Bunlar, dönemin olaylarını kısa kısa aktarır.
Çamiçyan'ın kaydettiği ve Hrand D. Andreasyan'ın da Eremya Çelebi Kömürçüyan'ın
İstanbul Tarihi'ne yazdığı geniş notlarda naklettiği "altı cemaat" deyiminin de
ancak 1764'te Ermeni Patrikhanesi'ne verilen beratta zikr edildiğini ilâve
ediyor. Netice olarak da eğer Fatih Sultan Me met, Yovakim'i Bursa ve Ankara'dan
getirdiği Ermenilerej Patrik tayin etmişse, bu ancak İstanbul ve Galata'da,
belkij de Üsküdar'da tanınmıştı, hükmüne varıyor.
Ermeni Sorununun Siyaset Sahnesine Çıkması
Bunun 1878'den sonra olduğu doğrudur. Bununla raber, bazı Ermeniler çok daha
önceleri Osmanlı idaresi den kurtulmanın yollarını aramışlar, kendilerine desti
bulmak için çabalamışlardır. Meselâ 1562'de aslen Toi olan Abgar adlı bir
Ermeni, aralarında oğlunun da bulu düğü üç kişilik bir heyet hâlinde Roma'ya
Papa'yı ziya gider. Roma'nın teklifi, dönüşünde Abgar'ın Ermeni ilân edilmesi,
fakat Ermeni Kilisesi'nin Roma'nın hâkimiyetini tanıması karşılığı kendisine
yardım edilebileceğidir. Bu girişim sonuçsuz kalır.
1566'da Van'da bin kadar Hristiyan toplanır, üç gün bir arada kalır, fesat
çıkartırlar. Olay Van Beylerbeyi tarafından Divan-ı Humayun'a bildirilir.7
Bunlar da Ermenilerdir.
Zeytun isyanları 1780'de başlar, uzun süre, aralıklı ola-i rak devam eder.8
Böylece, bir ülke bütünlüğünü bozmaya çalışanların memleket içinde birilerini
bulacaklarım, her zaman kendilerine yandaş temin edeceklerini unutmamak
lazımdır. Fırsatı düştüğünde de siyasî mahiyet alır.
l
Ermeni şevkini diline dolayanlar, 1828-1829 Osmanlı j Rus Harbi'nde Doğu
Anadolu'dan ve iran'dan da 1828'de Rusya'ya türlü vaadlerle göçürülen, sonra da
orada perişan edilen Ermenilerden neden bahsetmezler? Bunların sayısı tahmini
yüzbini bulmaktadır. 9
17 Mayıs 1915'te de Ruslar Van'ı işgal ederler, şehirde-i ki Ermeniler onların
tarafına geçmişlerdir. Müslümanları | katletmeye başlarlar. 80.000 Müslüman
Bitlis istikametine kaçmaya başlar, işgalden önce de Van Ermenilerinin
ayaklandıkları, kaledeki zayıf Türk garnizonuna ağır kayıplar verdirdikleri,
şehrin de asilerin eline geçtiği Alman Dışişleri Arşivleri'ndeki belgelerle
sabittir. Belgeler de istanbul'daki Alman Büyükelçisi Wangenheim'in raporlarıdır
ve yayınlanmışlardır.10
Bu tür belgeler, yayınlar nedense gözardı edilmektedir.
Ermeniler Osmanlı idaresinde geniş imkanlara sahip olmuşlardır. XVI. yüzyılda
Vezir Mehmet Paşa11 XVII. yüzyılda Kaptan-ı derya ve Sadrazam olan Halil Paşa12
Ermeni asıllı olup, Müslüman olmuşlardır. 1523'te Toroslarda Gülek kalesinde
oturan 165 hane, 50 bekâr yaklaşık 875 kişi Ermenidir, kale hizmetlerinde
çalıştıklarından olağanüstü vergilerden (avarız) muaftırlar. J3 Karaisalı'da
En-Nahşa kalesinde oturan Ermeniler de öşür, cizye ve bad-i hava gibi vergileri
vermemektedirler, muaf tutulmuşlardır. Belli ki bazı hizmetleri karşılığında bu
bağışıklığı kazanmışlardır.1^ XVIII. yüzyılda Divrikli Düzyan ailesinden saray
kuyumcuları, Darphane nazırları, Şaşyan ailesinden saray hekimleri, XIX.
yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane müdürleri, Dadyan ailesinden Baruthane
nazırları,15 Balyan ailesinden mimarbaşılar, II. Abdülhamid devrinde Ermeni
hariciyeciler, Balkan harbi sırasında Hariciye Nazırı (Gabriel Noradonghian
Efendi) vardır. Midhat Paşanın kahyası, yani en önemli yardımcısı Kirkor Odyan
Efendidir. Kasım 1879'da Osmanlı Dahiliye Nezareti Genel Sekreteri Artin Dadyan
Efendidir.
Doğu Anadolu'da oturan Ermeni nüfusun Osmanlı yönetimi buralarda güçlenince
Sayfa 45
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
kırsal alanlardan büyük ticari şehirlere göçtükleri belgelerle sabittir.16
Osmanlı Tahrir defterleri verilerine göre, şehirlerde toplandıklarından kaza
ölçeğinde Hristiyan nüfus % 5 ile 20 arasında değişmektedir. Bunlann da ne
kadarı Ermenidir belli değildir, çünkü aralarında Süryaniler de vardır.
XIX. yüzyılda Rusların ve Anadolu'daki misyoner okulları mensuplarının tahriki
ile bir kısım Ermeniler ülkelerini terk ederek başka yerlere giderler.18
Rusya'ya göçü-rülenler dışında, Amerika'ya da 1890-1900 arasında 12.000
Ermeninin göç ettiği, XX. yüzyılın başlangıcında göçün daha da hızlandığı
anlaşılmaktadır.
1885'ten sonra üç Ermeni ihtilal Örgütü kurulur. Bunlardan birisi Armenakan
Partisi'dir. Kurucularından elebaşı Mıgırdıç Portakalyan'ın babası Mikael
Portakalyan, gençliğinde Paris'e tahsile gönderilmiş, dönüşte 1858'de Bâb-Âlî
Tercüme Odasında çalışmış, 1886'da Maliye Nezareti danışmanı, sonra da Ziraat
Bankası müdürü olmuştur.20 Mıgırdıç, istanbul'da Ermeni okullarından birinde
öğrenim görmüş, genç yaşta siyasi faaliyetlere girişmiş, zaman zaman yurt
içinde, bazen de yurt dışında
Ermeni ayrılıkçı çabalarına katılmıştır. 1885'te Marsilya'da Armenia gazetesini
çıkartmış, öğrencilerinden dokuzu da Armenakan Partisi'ni kurmuşlardır. Mıgırdıç
Portakalyan'ın yayınlandığı Armenia gazetesi ve kendi matbaasında bastırdığı
beyannameler Maraş'a gönderilerek dağıtılır. Çukurova'dan ve başka yerlerden
Ermeni delikanlılarından layık olanlarının seçilerek Avrupa'ya gönderilmeleri,
orada eğitildikten sonra tekrar memleketlerine yollanmaları istenmektedir. Gaye
Ermenilerin kendilerini idare etmeleri, diğer bir deyişle bir Ermeni Devleti
kurulmasıdır.
ikinci bir örgüt de Hınçak (Çan) Partisi'dir. Bunlar, 1887'de Cenevre'de
Rusya'dan Avrupa üniversitelerine giderek tahsillerine başlayan iyi aile çocuğu
yedi genç Ermenidir. Hepsi Marksisttir. Mıgırdıç Portakalyan ile ya-kın
ilişkileri vardır. Anadolu'da Bafra, Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Eğin
(Kemaliye), Arapkir ve Trabzon'da örgütlenirler, istanbul'da da teşkilâtları
vardır. 15 Temmuz 1890'da Kumkapı nümayişini, Ağustos 1894'te Sasun isyanını, 30
Eylül 1895'te Bâb-ı Âlî yürüyüşünü, 24 Ekim 1895 Zeytun isyanını bunlar
başlatır, yönetirler.
Bahis konusu olayların mahiyeti nedir, bunlara da değinmek gerekir.
Kumkapı Olayı
Hınçak Cemiyeti üyelerinden bir grup 15 Temmuz 1890 Pazar günü Kumkapı Ermeni
Kilisesi'ne giderek ayine müdahele ederler, içlerinden biri Ermeni ıslahatı
hakkında bir beyanname okur. Bu olay tarihe Kumkapı Nümayişi olarak geçer.
Birkaç gün sonra da olayın elebaşısı Ermeni Patrikhanesi'ne giderek oradaki Türk
armasını parçalar, Patrik'i zorla yanlarına alarak Yıldız Sarayı'na yürüyüşe
geçerler. Askerler önlerini keser, çatışmada iki taraftan ölenler olur.
Sasun isyanı
Ağustos 1894'te Diyarbakır Vilâyetinin Sasun kazasında Hınçak Cemiyeti
üyelerinden ve kumkapı olayının faillerinden Haçin (Saimbeyli)li Hamparsum
Boyacıyan'ın tahrikleri sonucu Ermeniler ile Müslüman halk arasında çatışmalar
çıkar. Boyacıyan önce Atina'ya kaçıp sonradan tekrar Türkiye'ye gelmiş, birçok
şehirde halkı tahrikte bulunmuştur. Onun yaptıklarının çoğu zamanının Ermeni
gazetelerinden tercüme edilerek Osmanlı istihbaratına intikal etmiştir. 23
Ağustos 1894'te Osmanlı kuvvetleri olayı bastırır. Bu olaya I. Sasun isyanı
denilir.
Babıâli Yürüyüşü
30 Eylül 1895'te Hınçak grubuna mensup kalabalık bir Ermeni topluluğu
Kumkapı'daki Ermeni Kilisesi'nde toplanarak Babıâli'ye yürüyüşe geçerler,
kendilerine sadrazama isteklerini yazılı olarak vermeleri haberi gönderilir,
yürüyüşten vazgeçmeleri de emrolunur. Lakin yürüyüşçüler kendilerine hükümet
emrini getiren subayı şehit ederler. Büyük devletlerin müdahalesi ile II.
Ab-dülhamit olayı yatıştırmak için askerî birlik kullanmaktan vazgeçer, bunun
üzerine halk galeyana gelir, istanbul'da birkaç gün Müslümanlar ile Ermeniler
arasında kanlı olaylar cereyan eder.
Zeytun isyanı
10 Ekim 1895'te Zeytun'un Alabaş köyüne bir tahkikat için giden iki jandarma
Ermeniler tarafından öldürülür. 24 Ekim'de bir grup Ermeni Zeytun'a gelir, plân
yaparlar Türkleri esir alarak öldürürler. Bu olaya Ermeni kadınlar bile katılır.
Olayın günlüğünü tutan Aghasi adlı Ermen 20.000 Türk öldürdüklerini, bunlann
13.000'inin asker olduğunu kaydetmiştir. isyanı çıkartanlardan elebaşlan
yakalanır, lâkin yabancı devletlerin (Rus, italyan, Fransız ve ingiliz)
konsoloslarının (Halep'teki) girişimi ile serbest bırakılır ve Marsilya'ya
giderler.
Üçüncü örgüt Daşnaksutyun (Federasyon demek) 1890'da Tiflis'te bazı Ermeni
milliyetçiler, Çarlık rejimini devirmeye niyetli sosyalisüer, Rus ve Gürcü
Sayfa 46
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
ihtilalcilerin işbirliği ile kurulmuştur. Yayın organları Droşak (Bay-rak)'tır.
Bununla beraber, bu teşekkül istanbul'da ve Doğu Anadolu'da bazı kesimlerde
yayılır, yani niyet ile başka başkadır. 26 Ağustos 1896'da istanbul'da Osmanlı
Bankası'nı işgal ederler. Bomba kullanılır, memurlardaııj ölenler, yararlananlar
olur. Baskını yapanlardan üçü ola; sırasında ölmüş, altısı yaralanmıştır. Geriye
kalanlar manii Bankası Müdürünün ve Rus Sefaretinin aracılığı bir Fransız gemisi
ile Marsilya'ya giderler. Fakat halk gali yana gelir, istanbul'da Ermeniler ve
Müslüman halk a sında kanlı olaylar olur.
1904'te Sasun'da ikinci bir isyan gerçekleşir. Düzenleyenler yine daşnaksutyun
mensuplarıdır. Bastırılır, fakat nisan ve temmuz arasındaki çatışmalarda bin
civarında Türk, 19 Ermeni ölmüştür.
21 Temmuz 1905 Cuma günü Yıldız Sarayı önünde II. Abdülhamit'e yapılan suikast,
hükümdarın gelişinden önce patladığından sonuçsuz kalır. Bu olayı da aynı tedhiş
örgütü yapmıştır.
Ermeni ihtilal örgütleri mensuplarının istanbul'da ve Anadolu'nun bazı
şehirlerindeki faaliyetleri hakkında Avusturya arşivlerinde istanbul'daki
temsilcilerinin yolladıkları belgelere rastlanır. Meselâ 19 Eylül 1896'da
Üsküdar'da bir evde bir Ermeni bomba imalâthanesi bulunur.30 24 Eylül 1896'da da
Galata Ermeni Kilisesi'nde, Beyoğlu'nadki bir evde bombalar ve bunların yapımına
yarayacak malzeme bulunur.31 l Eylül 1905'te Manisa'da bir evde 34 kilo dinamit
bulunur.
II. Meşrutiyet'in ilânından sonra, Nisan 1909'daki Adana ve çevresindeki olaylar
da bunların eseridir. Anayasaya göre, herkesin silâh taşıyabileceğinin kabulü,
Ermenilerin örgüt mensuplarının teşvik ve çeşitli hile ve yalanları ile
silâhlanmalarına yol açmış, ardından da Ermeni murahhası Muşeg'in tahrikleri ile
Müslüman ve Ermeni halk arasında üç gün süren kanlı olaylar cereyan etmiştir
(Nisan 1909). Muşeg, olaylar sırasında Mısır'da î bulunmaktadır.
Ermeni ihtilal örgütlerinin aralarındaki yazışmaların s Türkçe çevirileri
(asılları Ermenice), bu örgütlerin giriş-[ tikleri kanlı olaylar Hüseyin Nazım
Paşanın derlediği Os-[••nanlı istihbarat raporlarından okunabilir.
Yukarıda kısaca özetlenen olaylar ister istemez günü-tfflüzde Türkiye'de bazı
benzeri durumları hatırlatıyor. Ih-ptflalci örgüt mensuplarının liderleri ve
elebaşıları batı devletleri tarafından korunmakta, silahlandırılmakta, asıl
elebaşları ortada görünmemekte, Adana'da olduğu gibi, olaylar sırasında
uzaklarda bulunmaktadırlar. Hepsi Anadolu kökenlidirler, fakat batı şehirlerinde
eğitim görmüşlerdir.
Ermeni ihtilal Örgütlerinin en ziyade faaliyet gösterdiği yıllarda Ermeni nüfus
da hep azınlıktadır. Bunlara da birkaç örnek verelim:
Ermeniler ile Türkler arasındaki kültür ilişkileri çok derindir. Sanat, basın,
ticaret alanlarında iki millet içiçedir. Ermeniler Türk âdeüerinin o kadar
tesirinde kalmışlardır ki, 1835'te Osmanlı Devleti'ne gelen ve istanbul'da,
Anadolu'da pek çok incelemelerde de bulunmak fırsatını yakalayan Moltke "Bu
Ermeniler hakikatte Hristiyan Türklerdir denilebilir." kanısına varmıştır.36
Yakın tarihi bilmek, bir kısım olayların sebeplerini ve sonuçlannı iyi öğrenmek
Türk eğitim sisteminin temel taşı olmalıdır. Yalnız iyi ekonomi bilen, her şeye
ekonomi açısından bakan bazı devlet adamları, Amerika'da da öyledir diye, silâh
edinilmesini serbest bırakmış, bu da yakın zamanların en kanlı olaylarının en
önde gelen etkeni olmuştur.
Geçmişte çatışan milletler, çeşitli tahriklerin kurbanı olmuşlardır. Onları bu
olaylara itenler de zevk ü safa içerisinde keyif çatmışlardır. Bunun adı
milliyetçilik, halka hizmet olarak tanıtılmaya çalışılsa da, hiçbir zaman bu
sıfatlara lâyık değil, tam aksine memleketine ve halkına ihanettir.
Milletler arasındaki bu tür olayları zaman zaman deşmenin faydası emperyalist
güçlerin ekmeğine tereyağı sürer. Milletleri kaynaştırmanın yolu aralarındaki
kültür ilişkilerini geliştirmek, bunların ön plâna çıkmasına hizmet etmektir.
LOZAN'DAN GÜNÜMÜZE ERMENİ SORUNU
LOZAN KONFERANSI BAŞLARINDA ERMENİ İSTEKLERİ
Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Doğu Harekâtı' mn başarıya ulaşması üzerine
1920 yılı sonlarında Ermenilerle onları destekleyen İtilâf Devletleri'nin
hesapları bozulmuş ve "Ermeni Meselesi" Milletler Cemiyeti'ne getirilmiştir.
İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, Ermenilerin durumunu iyileştirmek,
Türkiye'de kalanlar için birtakım imtiyazlar koparabilmek maksadıyla genel
kurulun toplanmasını istemiştir. Yapılan toplantıda, "Ermeni Meselesi"ni çözüme
kavuşturmak üzere bir devletin görevlendirilmesi ve bir rapor hazırlanması
kararlaştırılmıştır.
21 Şubat-22 Mart 1921 tarihlerinde yapılan bu İkinci Londra Konferansı'na Bogos
Nubar Paşa ve Aha-ronyan katılmış, bunların teklifi 26 Şubat'ta dile
getirilmiştir. Buna göre, Ermenistan'ın birleşmiş ve müstakil bir devlet olduğu,
Türklerin Ermenistan'a saldırısının Sevr'i yıkmayı amaçladığı ileri sürülerek,
Sayfa 47
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Sevr'in geçerli olması istenmiş ve Çukurova (Kilikya) konusunun bu antlaşmada
yer almadığından bahisle, Çukurova'ya da muhtariyet verilmesinde ısrar
edilmiştir.
Fransız temsilcisi ise "iddia edildiği gibi Ermenilerin Çukurova'da çoğunlukta
olmadıklarını ve statükonun bu durumda değiştirilmesinin mümkün olmadığını,
ancak oradaki azınlıklara Fransız Hükûmeti'nin önem vereceğini" belirtmiştir.
Bunun üzerine Konferans'ta Ermenilerle ilgili olarak kabul edilen 9. maddede
"Ermenistan'la ilgili taahhütlerin, Türkiye Ermenilerinin Asya Türkiye'sinin
doğu hudutlarında bir milli "ocak" (yurt) için hakları tanınmak ve Milletler
Cemiyeti'nin Ermenistan'ın nakli uygun ve haklı olacak bir yer hakkında
verilecek kararına uyması suretiyle telif olunabileceği" ifade edilmiştir.
Böylece, Sevr Antlaşması'nın 88. maddesindeki "hür ve müstakil devlet" yerine,
özellikle Amerikalıların teşvikiyle, Londra Konferansı'nda, diplomatik dille,
müphem bir "ocak" veya "yurt" kavramı ortaya atılmıştır.
Bununla birlikte Milletler Cemiyeti, Londra Konferansı'ndaki bu kararı, oy
birliğiyle aldığı bir kararla ve l kurulacak olan "Ermeni ocağı"'mn Türkiye'den
ayrı ve müstakil olması şeklinde benimsemiştir.
Bu arada, Türk Hükûmeti'nin yurt içi ve yurt dışındaki durumunu güçlendiren;
Rusya'yla yapılan 16 Mart 1921 Moskova, Kafkas Cumhuriyetleriyle yapılan 13 Ekim
1921 Kars ve Fransızlarla yapılan 20 Ekimi 1921 Ankara İtilâf namesi gibi
andlaşmalar, Ermeni heyetlerini de ümitsizliğe sevketmiştir
22-26 Mart 1922'de Paris Konferansı'nda hazırlanan "barış projesi"nde "Ermeni
ocağı"nda görüşülmüş, Milletler Cemiyeti'nin kararına uyulacağı kabul edilmiş ve
bir anlamda Lozan'a giden yolda Ermenile-| re bir açık kapı bırakılmıştır.
Bu kararda, Lord Curzon'un 1921 Nisanında Lort lar Kamarası'nda "Çukurova
(Kilikya)'da çoğunluk T"/i| lerde bulunduğundan buranın Türklere terk edileceğin
söylemesi ve imzalanan Ankara Itilâfnâmesi'yle Fraı sızların bölgedeki etkisinin
kalmayacağının ortayı çıkması üzerine, Türkiye'deki Ermeni Patriği Zaveı| Efendi
başta olmak üzere, ruhani görevlerini bir t fa bırakıp siyasetle uğraşan hattâ
terör hareketlerini bile katılan diğer din adamlarının ve Ermeni çevreh nin
Paris Konferansı'na çektikleri telgrafların ve göl derdikleri mektupların da
tesiri olmuştur.
Türk Ordusunun 30 Ağustos 1922'de Başkomufe lık Meydan Muharebesinden sonra
İtilaf Devleti 28 Ekim 1922'de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti t silcilerini
İsviçre'nin Lausanne şehrinde yapılacak l rış konferansına davet etmişlerdir.
Konferansta lıklarla, dolayısıyla Ermenilerle ilgili konuların da g
rüşüleceğinin ortaya çıkması üzerine, Ermeni çev" ri hem konferansa davet
edilmek, hem de istekle kabul ettirmek için yoğun bir faaliyet içine
girmişlerdir.
Ermeni Birleşik Heyeti teşebbüslerinde üç ma güdüyordu:
l- Birleşik ve müstakil bir Ermenistan'ın tahakkuk 2- Muvakkat bir çare olarak
milli ocağın kurulması,
3- Lozan Konferansı'na kabullen.
Heyet Lozan'a girmeden evvel Ermeni meselesi anda dikkatlerim çekmek için ayrıca
Poincare'ye, illetler Cemiyeti Genel Sekreterine ve Venizelos'a üracaatlarda
bulunmuştur.
LOZAN KONFERANSI ESAS GÖRÜŞMELERİNE ALINMAK İSTENEN "ERMENİLİK" KONUSU
Bu müracaatlarda da görüldüğü üzere bazı Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin ve
Türkiye Cumhuriye-ti'nin düşmanlarıyla birlikte hareket etmişler ve Türkiye
Cumhuriyeti'nden toprak talebinde bulunma cesaretini göstermişlerdir. Kendilerim
savaşta kullanan İtilâf Devletleri'nden bu defa barışta yardımlarını istemişler
ve her yolu deneyerek onların desteğini ararken, bir milyondan fazla sivil
halkını katlettikleri Anadolu Türkü'nün Lozan'a giden temsilcilerinden bile,
aracılar koymak suretiyle, medet ummuşlardır.
Elbette bu kadar sivil insanını soy kırıma uğratan, i düşmanla iş birliği yapıp
ihanet eden ve yine onlarla ülkeyi terkedip giden ve yüzyıllarca üzerinde
yaşadıkları ülkeyi bölmek, parçalamak için fırsat kollayan ı Ermenilerin bu
isteklerim ne Türk halkı ne de onun temsilcileri kabul edemezdi. Ancak, cepheden
sonraki j bu diplomatik sınır savaşında Türk temsilcileri tara-f fından kabul
bile edilmeyen Ermeni heyetinden Hali disyan, Aharonyan, Paşaliyan ve eski
Osmanlı Nâfıa, ıBahriye ve Hâriciye Nâzın (Bakanı) olan Gabriel No-Iradungiyan
Efendi, kısa bir süre sonra kendilerini yü-Izüstü bırakacak olan yeni efendileri
İngiltere, Fransa, ya, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri'nden irklere baskı
yapmasını istediler. Hiç olmazsa "Bü-î Ermenistan"m birer parçası olarak hayal
ettikleri ı ve Güney-Doğu Anadolu'yla, denize çıkışı sağ-lacak olan Çukurova
(Kilikya)'nın kendilerine verilisi için ellerinden gelen her şeyi denediler.
Ermenilerin bu müracaatı da sonuç vermemiş ve ;an görüşmelerine
alınmamışlardır. Ancak Türk jetinin itirazlarına rağmen 12 Aralık 1922'deki
anlıklar Alt Komitesi'nde dinlenmeleri İtilâf Devlet-|ki delegeleri tarafından
Sayfa 48
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
kabul edilmiştir.
LOZAN KONFERANSI AZINLIKLAR ALT KO-SİNDE GÖRÜŞÜLEN "ERMENİLİK" KONUSU
Konferansın Azınlıklar Alt Komitesi'nin 15-30 Aralık 2 ve 6 Ocak 1923
tarihlerindeki toplantılarında, Türk ı itirazlarına rağmen, Ermenilerin durumu
da ate alınmıştır. Başkanlığım İtalyan temsilcisi Mon-la'nın yaptığı
toplantılarda, Türk delegesi Dr. Rıza ; "Ermeni ocağı" konusunun görüşülmesine
ve Er-d delegelerine söz verilmesine itiraz etmiş ve Erme-rin konuşturalduğu
toplantıya katılmamıştır.
30 Aralık tarihli toplantıda Amerika Birleşik Devlet ivletleri Temsilcisi,
Ermeni yurdunun kurulmasını isteyen bir bildiri sunmuştur: Amerikan bildirisinin
okunmasından sonra Komisyon Başkanı M. Montagna ve Sir Horace Rumbold söz almış
ve Ermeni yurdu konusunu savunmuşlardır.
Fransız temsilcisinden önce, araya girerek, Türk temsilcisi Dr. Rıza Nur söz
almış ve kesin bir dille "Ermeni yurdu konusunu Türkiye'nin reddettiğini ve
şayet İtilaf Devletleri savaştaki küçük müttefikleri Ermenilere bir yurt vermek
istiyorlarsa, bu yurdun Türkiye sınırları dışında aranmasının doğru olacağını"
ifade etmiştir.
Daha sonra da Fransız temsilcisi M. De Lacroix aynı iddiaları tekrar etmiştir:
"ERMENİ YURDU" KONUSUNUN LOZAN KONFERANSI'NDAN ÇIKARILMASI
Türk heyetinin bütün itirazlarına rağmen Azınlıklar Komitesi'nde görüşülen
konular ve Ermeni yurdu meselesi bir raporla Konferans'in 9 Ocak 1923 tarihli
toplantısına getirilmiştir. Ancak, Türk heyetinin kararlı tutumuna rağmen, bir
ara Ermeni yurdu konusu Lord Curzon tarafından dile getirilmişse de, İsmet
Pa-şa'nın buna ilave edeceği bir şey olmadığını belirtmesi üzerine bu konu bir
daha Lozan Konferansı'nda görüşülmemiş ve antlaşma metninde yer almamıştır.
Böylece batılı devletler tarafından savaş sırasında teorik olarak ve fiilen
gündeme getirilen suni "Ermeni meselesi", tehcir olayı ve Türk zaferleriyle
askeri olarak ve Lozan'daki son durumda da hukukî ve siyasî olarak sona
ermiştir. Bölgede batılılar tarafından desteklenen Ermeniler, Lozan'da da
desteklenmek istenmesine rağmen, Türklerin yoğun çabaları, batılı devletlerin
yeni bir savaşı göze alamamaları, Ermenilerin asılsız ithamlarının ortaya
çıkması üzerine konu bir kere daha tekrar rafa kaldırılmıştır.
Bununla birlikte Lozan Konferansı'nın devam ettiği aylarda Ermenistan'daki ve
batıdaki Ermeni kuruluşları, başta Taşnaksutyun, Birleşik Ermeni Heyeti, Ermeni
Dostları Birliği vb., diplomatik temaslarına devam etmişlerdir. Bu amaçla yemden
devletlere mektuplar yazmışlar, raporlar göndermişler ve bu defa hukukî, siyasî
çözümlerden çok sosyal, kültürel çareler üzerinde durmuşlar ve yeni bir
"merhamet dileme" yolunu tutmuşlardır. Bu müracaatların çoğu cevapsız kalmış ve
nadiren aldıkları cevaplardan ise kendilerini desteklemiş, kışkırtmış, cephelere
sürmüş olan devlet yetkilileri "günah çıkartmışlar" yapacak bir şeyleri
olmadığını ileri sürmüşler ve bu eski "küçük müttefiklerini" teselli etmekle
yetinmişlerdir.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ERMENİLERİN FAALİYETLERİ
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabuklarına çekilen Ermeniler, yeni bir dünya
savaşı başlarken yine birtakım beklentiler içine girmişlerdir. Lozan Konferansı
sırasındaki gibi, eski destekçilerine mektuplar,telgraflar göndermişler,
doğabilecek fırsatlardan yararlanmaya kalkışmışlardır.
Bu amaçla, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Traman'a 23 Eylül 1944'te,
İngiltere Dışişleri Bakanı Mr.Bevin'e 25 Şubat 1946'da Daşnakçılar birer telgraf
göndermişler; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere Dişişle-ri Bakanlıkları'na 29 Mart 1946'da birer muhtıra
vermişler; Stalin'e 24 Nisan 1945'te bir telgraf göndermişler ve biri 7 Mayıs,
diğeri 13 Haziran 1945'te olmak üzere San Fransisco'daki konferansa iki muhtıra
sunmuşlardır. 29 Mayıs 1945'te de Ermeni Göçmenleri Merkez Komitesiyle, Ermeni
Göçmenleri Meclisi Paris'te başkanları A. Çorbaciyan ve H. Samuel imzalarıyla
dört büyüklere birer muhtıra vermişlerdir. 28 Mayıs 1945'te de Mısır'daki Ermeni
Cumhuriyeti eski Başbakanı, Churchill, Stalin ve Truman'a birer telgraf
göndermiştir. 6 Eylül 1945'te ise Daşnak lideri J. Mis-sokian Londra'daki Beşler
Konferansı'na bir muhtıra vermiştir.
Ermenilerin bulundukları bütün ülkelerde yürütülen bu faaliyetler ve uluslar
arası kuruluşlara yapılan yeni müracaatlar, Sovyet basın-yayın kuruluşlarınca da
desteklenmiş ve Rusya'nın 20 yıllığına imzaladığı 17 Aralık 1925 tarihli
Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı'nın süresinin sona ermesi üzerine
Rusya'nın Boğazlar ve Doğu Anadolu'dan imtiyazlar ve toprak talebiyle birlikte
mütalaa edilmiştir.
Bu ve müteakip müracaatlarda da Ermeniler yine Birinci Dünya Savaşı sonrasında
olduğu gibi rüzgâr ekip fırtına biçmişlerse de, "Ermeni Meselesi"ni yine dünya
kamuoyunun önüne getirmişler ve Ermenistan'daki ve diğer ülkelerdeki
yurttaşlarıyla arasında en azından kültürel açıdan köprüler kurabilmişlerdir.
Sayfa 49
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
ERMENİ MESELESİNİ DÜNYA KAMUOYUNA MAL ETME ÇABALARI:
24 NİSANLAR, SÖZDE KATLİÂM ANITLARI
İkinci Dünya Savaşı dönemindeki asılsız Ermeni iddiaları, yirmi yıl sonra
1965'lerde bu defa dini-siya-sî-kültürel bir havaya bürünerek tekrar gündeme
getirilmiştir. Dünyanın her tarafındaki Ermeni patrikhane ve kiliseleri,
eğitim-öğretim kurumları, siyasî kuruluşlar harekete geçmiş ve asılsız Ermeni
katliâmının 50. Yıldönümünü anmak amacıyla "24 Nisan 1915" sözde "Ermeni soy
kırım Günü" olarak ilân edilmiştir. 1965'ten itibaren de dünyanın her
tarafındaki Ermeniler tarafından anılmaya, klasik iddialar tekrarlanmaya ve
tabiî her Ermeni toplantısında olduğu gibi Türkler karalanmaya devam edilmiştir.
Bu girişim, Beyrut'taki Antilyas Kilisesi'nde mukim "Çukurova (Kilikya)
Katagikosu"(1) Patrik I. Ho-ren'le, onun Kıbrıs Kilisesi'nden arkadaşı
Başpiskopos Afakaryos tarafından başlatılmıştır. 24 Aralık 1964'te Kıbrıs
Dışişleri Bakam Kıpriyanu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Kıbrıs
konusunda Türkiye'yi ve Ada Türklerini suçlarken, Ermenilerle yapılan i birliği
sonucu, asılsız Ermeni katliâmının 50. Yıldönü münün de anılacağım açıklamıştır.
Bu, Birinci Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında Batı Anadolu< Kıbrıs'taki
Rum-Ermeni işbirliğinin yeniden ve bu c fa dini-siyasî olarak uygulamaya
konulduğunu gösj termektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, Ermeni s rununun bu boyut ile ortaya
çıkarıldığı tarihin, Türk ye-Yunanistan arasındaki Kıbrıs konusundaki melerin
tarihi ile denk düşmesidir. Ermeni sorun bundan sonra, Türkiye'nin Kıbrıs başta
olmak üz bütün milli meselelerinde adeta "sıkıştırılmaya" çalış dığı dönemlerde,
başka sorunlarla birlikte veya tek b sına karşısına çıkarılacaktır. Bu mesele
kullanılaral Türkiye milli meselelerinden taviz vermeye zorlan çaktır.
Bu iş birliği, Habeşistan'ın başşehri Adisababa'd 17-25 Ocak 1965 tarihinde
İmparator Haile Selase'ni koruyucu başkanlığında Patrik I. Horen, Başpiskopı
Makaryos ve diğer ruhani ve siyasî liderlerin katıl mıyla yapılan toplantıda
resmen ve fiilen ilân edilı 24 Nisanların bundan böyle anılması ve kararı ak
mistir. Böylece 24 Nisanlar, 1965'ten bu yana, yaklaı kırk yıldır anılmaktadır.
1965 yılındaki bu faaliyetler, hem dünyanın her il rafındaki Ermenileri
bilinçlendirmeye, hem de dün; kamuoyunu etkilemeye yönelik olmuştur. Ermenisl
dışındaki Ermeni toplumunun özellikle bu mesele] dört elle sarılmasının en
önemli nedeni, yaşadı] Amerika, Kanada ve Avrupa Birliğine üye ülkeleri üçüncü
nesil Ermeni gençlerinin artık bu toplun içinde kültürel bakımdan asimile olmaya
başlamal^ yani milli kimliklerini kaybetmeye başlamalarıdır.] menistan dışındaki
Ermeni toplumu, bu anma ; rini ve soy kırım yasa tasarılarını, milli
kimliklerini!] rumak ve canlı tutmak için bir faaliyet alanı ola kullanmaktadır.
Bu çerçevede bu toplumun kullandığı önemli l konu da; bulundukları ülkelerde
"Ermeni soy Anıtları"mn dikilmesi faaliyetidir. Bu amaçla nan'ın Beyrut şehrinin
Antilyas yöresinin Bikfayal nastırı'nın yanına 24 Nisan 1968 tarihinde büyükl
törenle Ermeni Katliâm Anıtı dikilmiş, bunu diğ takip etmiştir.
ERMENİ TERÖRÜNDE YENİ AŞAMA: ASA VE DİĞERLERİ
Türk-Ermeni münasebetlerinin kanlı olaylara nüştüğü 1878 Berlin Antlaşması'ndan
günümüze dar, yaklaşık 120 yıllık dönemde dört büyük E terörüne şahit
olmaktayız.
Bunlardan birincisi, hem Ermeniler hem de deş çileri batılı devletler tarafından
gündeme getirilen sun'i "Ermeni meselesi" adı altında Türklere yapılan Ermeni
katliâmları, suikastleri, kundaklamaları, isyan hareketleridir.
İkincisi, yine Ermeniler ve destekçilerince Birinci Dünya Savaşı ve Milli
Mücadele yıllarında yeni hazırlanan "Ermeni katliâmı" efsanesiyle cephelerde
düşmanla savaşan Türk milletine Ermeni çetelerince yapılan katliâmdır ki, Lozan
Konferansı'nda İsmet Pa-şa'nın ifadesiyle bir milyondan fazla sivil Türk
halkının hayatına mal olmuştur.
Üçüncüsü ise Lozan Konferansı'nda da umduklarını bulamayan Ermeni
teröristlerinin eski Osmanlı bakan ve idarecilerine karşı gerçekleştirdikleri
cinayetlerdir ki, Talat, Cemal, Sait Paşalarla, Bahattin Şakir, Cemal Azmi
Beyler'in şahadetleriyle sonuçlanmıştır.
Dördüncü Ermeni terör ve cinayet serisi ise 1973'ten günümüze kadar Türkiye'deki
ve genellikle de yurtdışındaki Türk temsilcilerine, diplomatlarına karşı
sürdürülmüştür. Öncekiler, bazı istisnalar dışında, Ermenistan dışındaki
Ermeniler ve profesyonel terör teşkilatları (komiteler, gönüllü alayları,
gazeteler) tarafından yapılırken, üçüncü terör hareketleri, profesyonel
örgütlerle birlikte hareket eden teröristler (Tehlirian vb.) tarafından,
sonuncusu ise Türk düşmanı uluslar arası terör teşkilatlarıyla iş birliği
içindeki profesyonel Ermeni terör teşkilatları tarafından yapılmıştır.
Bugün dünyada Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölmeye,
parçalamaya, yok etmeye yönelik yaklaşık 700 terör teşkilatı mevcuttur.
Bunlardan 587'si yurt dışında, 103'ü ise Türkiye'de faaliyet göstermektedir. Bu
Sayfa 50
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
terör grupları içinde Ermeni asıllı olanlar önemli bir yer tutmaktadır.
Uluslar arası terör teşkilatlarıyla iş birliği içindeki Ermeni terör
teşkilatları, aynı zamanda Türkiye'yi bölmek, parçalamak için Doğu Anadolu'da ve
yurt dışında faaliyet gösteren PKK Yunanistan ve Güney Kıbrıs'la çok yakın
faaliyet içindedir. Bunlar, Türkiye'ye ve Türk insanına yönelik her türlü
cinayeti geçekleşti-rirken, aynı zamanda uyuşturucu madde ve silâh kaçakçılığı,
kadın ticareti, kara para aklama, adam kaçırma eylemleri, Türk insanını karalama
ve menfaatlerini engelleme faaliyetleri ve döviz operasyonlarını yapmaktadırlar.
Bu iş birliğiyle ilgili olarak burada zikretmeye yerayıramayacağımız kadar çok
binlerce belge, bulgu mevcuttur. Şu kadarını söyleyelim ki, dün Hoy-bun
Independance (Kürt-Ermeni Terör Teşkilatı) olarak faaliyetleri bilinen bu iş
birliği, 6 Nisan 1980'de, 1965'te-ki 24 Nisanları katliâm günü olarak anma
kararında olduğu gibi, yine Lübnan'ın Sedan şehrinde ASALA l ile PKK arasında
imzalanan bir anlaşma ile ASALA r Türkiye'deki terör hareketini Karabağ'a
kaydırmış ve yerini PKK terör teşkilatına bırakmıştır. İşte PKK'nın ilk terörist
eylemleri de 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli'de başlamış ve günümüze kadar
devam etmiştir.
Ermenilerin de başta olmak üzere terör teşkilatları tarafından Türk milletine,
Türk Devlet adamları ve diplomatlarına yönelik saldırılar, dünyanın hiçbir
ülkesinde bu kadar çok ve tahripkâr olmamıştır.
Gürgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'te ABD'nin Santa
Barbara kentinde, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet BAYDAR ile Konsolos Bahadır
DEMİR'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü"mi 1975'ten itibaren
"Örgütlü Ermeni Terörü" izlemiş ve yurt dışındaki görevlilerimiz, elçiliklerimiz
ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma
göstererek yoğunluk kazanmıştır.
21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı olmuştur. 110 saldırıdan
39'u silâhlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmuştur. Bu saldırılarda 42
diplomat Türk vatandaşı ile 4 yabancı hayatım kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı
uyruklu şahıs yaralanmıştır.
Burada kısaca bu terörü yönlendiren ASALA Terör örgütünden bahsetmek yararlı
olacaktır.
Örgütün Merkezi, Beyrut/Lübnan olup, Kuruluş Tarihi, 20 Ocak 1975'tir. Siyasî
Görüşü, Hınçak Partisi yanlısı "Marksist-Leninist" doğrultuda idi. Örgütün
Lideri, "Mihran MİHRANİAN, Agop HAGOPİAN" gibi takma isimler de kullanmış olan
Bedros HOVA-NASSIAN'dır.
20 Ocak 1975 tarihinde Beyrut'taki Dünya Kiliseler Birliği Bürosu'na yaptığı
bombalı saldırı ile adını duyuran ASALA, kendisini uluslar arası devrim
hareketinin bir parçası olarak kabul etmekte, Türkiye ile müttefiklerini can
düşmanı saymakta ve Ermeni davasının ancak, silâhlı mücadeleyle
çözümlenebileceği görüşünü savunmaktadır.
ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk temsilciliklerine yönelik silâhlı
eylemlerini en çok Fransa'da gerçekleştirmiştir. Lübnan'dan sonra en büyük
hareket üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket
serbestliği bulunan Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni
kuruluşlarından almış oldukları büyük destekle rahatlıkla eylem
yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, İran ve
Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Yunan gizli servislerinin organize ve teşviki
ile kurulduğu tahmin edilen ve kuruluş aşamasında S.S.C.B tarafından
yönlendirilen ASALA, 20 Ocak 1975 tarihinde Beyrut'ta Dünya Kiliseler Konseyi
Bürosuna yapılan bombalı saldırı eylemi ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur.
ASALA bu eylemlerle yetinmeyerek gerek dünya devletlerinde, gerekse ülkemizde
birçok olaylara neden olmuştur. ASALA'nın kurucusu olan Agop Agop-yan, örgüt
içerisinde çıkan nifaktan dolayı istenmeyen adam olarak ilan edilmiştir.
Neticesinde 28 Nisan 1988 günü Atina'nın banliyölerinden Faliron semtinde
maskeli iki şahıs tarafından silâhla vurularak öldürülmuştur ve bu da bir iç
hesaplaşma olarak nitelendirilmiştir.
ERMENİSTAN CUMHURİYETİ VE TERÖR
Yaklaşık 9 asır boyunca Türklerle birlikte rahat ve sükun içinde yaşayan ve
Osmanlı Devleti'nde oldukça zengin bir tabakayı meydana getiren bazı Ermenilerin
tutumları; 1877-1878 Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart
1878 tarihinde Ayaste-fanos Antlaşması ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin
Antlaşması imzalanınca değişmiştir. Bu anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı
Avrupa Devletleri'nin kışkırtmasıyla Ermeniler süratle örgütlenerek, bağımsız
bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir.
Rusya, Kafkasya'da çağlardan beri devam eden milli politikası gereği, Türkiye
ile Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına uydu görevini yürütecek bir Ermeni
Devleti yerleştirerek, irtibatlarım koparmak istemiştir. Bu amaçla, Rusya'nın
Sayfa 51
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Bolşevik Lideri Lenin, 18 Aralık 1917'de tayin ettiği Kafkasya Komiseri Ermeni
asıllı Stepan Şalımyan'a 30 Aralık 1917 tarihli Kararname ile, o sırada Rus
işgali altında bulunan Doğu ve Güney Kafkasya'da Sovyetler Birliği'ne bağlı bir
Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermiştir. 27 Nisan 1920'de Bolşevik
hâkimiyetinin tesirinden sonra Güney Kafkasya ve Azerbaycan'da; Gürcistan,
Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Nahcivan Özerk
Eyaleti ve Karabağ Özerk Bölgesi kurulmuştur. Ermenistan, kağıt üzerinde
sınırları çizilen bir devlete böylece sahip olmuştur. Milliyetçilik ve
yayılmacılık duyguları iyice kabartılan ve kışkırtılan Ermeniler, Sovyetler
Birliği'nin dağılmaya başlamasından sonra 23 Ağustos 1990 tarihinde
bağımsızlıklarım ilan ederek Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle komşularına
saldırmaya başlamışlardır.
Son yıllarda terör faaliyetleriyle isteklerini gerçekleştiremeyeceklerini
anlayan bazı Ermeniler, 1986'dan sonra siyasî platformda Türkiye'ye baskı
uygulamayı ve "Bağımsız ve Birleşik Sosyalist Kürdistan" hayaliyle ülkemizi
bölmeyi amaç edinen PKK terör örgütüne her türlü desteği vererek, ülkemizin
parçalanmasına yardımcı olup bu yolla toprak talebim gerçekleştirmeyi
hedeflemiştir. .
SORUNUN SİYASALLAŞTIRILMASI
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun, Lozan Antlaşmasından sonra özellikle
ABD, Fransa, Lübnan ve bazı Güney Amerika ülkelerinde görülen örgütlenme, sessiz
çalışma ve fırsat kullanma süreci belirli aşamalardan geçerek önemli bir güce
sahip olmuş ve 1964 yılından itibaren uluslar arası eylemlere dönüşmüştür.
Bu güne kadar gelen Ermeni hareketleri hemen hemen hiç değişmeyen enstrümanları
kullanmıştır. Bunlar;
- Türk ve Türkiye düşmanlığını yaymak.
- Orta Doğu ve Anadolu'da çıkarları bulunan devletlerin desteğini sağlamak.
- Türkiye ile ilgili en küçük anlaşmazlığı olan devletlerle ortak hareket içine
girmek.
- Sorunu ulusal parlamentolar ile uluslar arası platformlarda gündeme
getirmektir.
Bu yöntemleri kullanan Ermeni iddialarının hedefleri aşamalı olarak;
- Ermeni milliyetçiliğim ayakta tutmak.
- Dünya siyasî sisteminde söz sahibi ülkenin parlamentolarını kullanarak "Soy
kınmı"m tescil ettirecek kararlar çıkarttırmak
- Bu kararlara dayanarak Osmanlı'nın devamı olarak gösterilen Türkiye
Cumhuriyeti'nden "tazminat" talebinde bulunmak ve bununla ilgili uluslar arası
kamuoyu oluşturmak.
- Uygun bir fırsat bekleyerek "toprak" talebinde bulunmaktır.
Türkiye'yi bölmeye parçalamaya muvaffak olamayan Ermeni terör hareketleri,
özellikle yurt dışındaki Türk diplomatlarıyla birlikte o ülke insanlarından da
kurbanlar vermeye ve Türkiye'deki Ermenilerin nefret ve tepkilerini toplamaya
başlayınca yeni bir yola yo- ] nelmiştir. Nasıl Ermeniler Birinci Dünya Savaşı
ve Milli Mücadele yıllarında terörle bir yere varmayınca, Lozan Konferansı
sırası ve sonrasında diplomatik faaliyetlere yönelmişlerse, bu defa da yeni
cinayetlerinden sonuç alamayınca, yine bazı diplomatik manevralara
girişmişlerdir. Birleşmiş Milletlerden, Avrupa Bir-liği'nden, bulundukları
ülkelerin parlamentolarından "24 Nisan"ı katliâm günü ilân etmişler, Türkleri
kına-j yan karar tasarıları çıkarmaya çalışmışlar ve uluslar j arası kuruluşlar
ve terör teşkilatlarıyla iş birliği yapa-j rak Türkiye'yi NATO'dan çıkarmayı da
denemişlerdir,
Ermenilerin bu meseleyi siyasallaştırma çabalan! sonucu, Ermeni iddialarına
uygun karar alan ülkeler! şunlardır: Fransa, Arjantin, Uruguay, Rusya, Kanada,!
Yunanistan, Lübnan, Belçika, İtalya, Kıbrıs Rum Yöne-1 timi, Vatikan ve Avrupa
Konseyi Parlamenterleri Asamblesi ve karar tasarısı parlamentolarının günde-l
mine getirilen ülkeler ABD ve İsviçre'dir.
Bütün bu siyasal kararların ve çabaların arkasında} çok farklı amaçlar bulunduğu
kuşkusuzdur. Hukukî bakımdan bağlayıcılığı olmayan bu kararların, ulusla arası
camiada etkili olduğu görülmektedir. Zama bu tasarılarla gündeme getirilen
taleplerin, Türk ye'nin mesela Avrupa Birliği ile ilişkilerinde bir "i yatma"
unsuru olarak kullanılması söz konusu olabile çektir.
İçinde bulunulan sürecin hukukî bir süreç olmak} tan çok, siyasî bir süreç ve
Türkiye'ye karşı oynan bir oyun olarak değerlendirilmesinde yarar varı
Gerçekten, Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti De leti, batı tarafından politik
baskı altına alınarak etkilenmek, denetlenmek, sınanmak, kuşatılmak ve
sınırlanmak istenmektedir. Oynanan, "kirli" bir dış politika oyunudur.
Parlamentolar eliyle tarih yazılması, yanlış bir yol ve yöntemdir. Asıl amaç,
Türkiye'nin soy kırımı iddiasını kabul etmesini, buna bağlı olarak da tazminat
ödemesini ve hattâ toprak talebinde bulunulmasını sağlamaktır. Bu nedenle, böyle
Sayfa 52
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
tasarılara karşı, Türkiye'nin daha etkin bir mücadele sürecine girmesi
gerekmektedir.
SORUNU ULUSLAR ARASI HUKUKÎ BİR MESELE HALİNE GETİRME ÇABALARI
Ermeni propagandasının son yıllarda üzerinde yoğunlaştığı alan, yakın geçmişte
siyasallaştırılan "Ermeni Soy kırımı" konusunun hukukileştirilmesi çabasıdır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu baş-, ta olmak üzere Ermeni propaganda
merkezleri, son j günlerde konuyu "devletler hukuku suçlan" çerçeve-\ sinde ele
alarak ve birtakım uluslar arası hukuk me-i tinlerim ön plana çıkartarak
Türkiye'yi bu bakımdan \ mahkum ettirmeye çabalamaktadırlar. Hattâ, mesele
Yahudilere yönelik Nazi katliamları ile aynı kefeye konulmaktadır. 1948 tarihli
"Soy Kırımı (Genocide) Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi" hiç görülmedik
biçimde 1915 yılına, yani geriye işletilmeye çalışılmaktadır.
Halbuki; Türkler ve Ermeniler dünyanın hiçbir ye-[ rinde ve hiçbir toplumda
görülmeyecek ölçüde iç içe | yaşamışlardır. 800 yıllık bu zaman diliminde din,
dil ve kültür farklılıklarına rağmen "barış içinde ve birlikte" l (Coexistence)
yaşamayı başardılar. Fransız ihtilalin-I den sonra, patlayan ulusal akımlar
XIX'ncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu dahilinde bulunan çeşitli l ulusların
bağımsızlığı ile sonuçlandı. Ermeniler özel l durumları nedeniyle
bağımsızlıklarını gerçekleştire-fmediler. Anadolu'nun her tarafından Türklerle
iç içe yaşayabilir oluşları, herhangi bir bölgede çoğunluk sağlayamamalarma
neden oldu. Belirli yerlerde tedhiş eylemlerini giriştiler ancak, "Ermeni yurdu"
denilebilecek bir bölgenin olmayışı bu bölgesel isyanları genel bir bağımsızlık
mücadelesine dönüştüremedi.
Doğu Anadolu'da yaşayan Ermenilerin bir kısmı-: tun dış kışkırtma sonucu
ayaklanarak Osmanlı Ordu-I suna zarar vermesi, Ruslarla işbirliğine giderek
Osmanlı Ordusunun harekâtını sekteye uğratması sonucu alman kararlarla 1915
yılında Ermeni terör örgütlerinin liderleri ve kışkırtıcılarının yakalanması,
ayrıca harekât bölgesindeki (Doğu ve Güney Anadolu) Ermeni nüfusun, yine
imparatorluk sınırları içindeki güvenli başka bölgelere geçici olarak nakli
öngörülmüştür.
Sevk ve iskân esnasında eşkıya saldırıları, orduyu da etkileyen salgın
hastalıklar ve intikal yolundaki zorluklar nedeniyle 56.000 civarında Ermeni
ölmüş ya da eşkıya tarafından öldürülmüştür. Ancak bunun yanında intikale
nezaret eden birçok güvenlik görevlisi de hayatını kaybetmiştir.
Bu öldürme eylemlerinin ve ölümlerin "soy kırımı" olarak nitelenmesi mümkün
değildir. Çünkü soy kırımı kastı bulunmamaktadır. Ölümler bir devlet politikası
olarak değil, bireysel ve kontrol edilmeyen kişilerce gerçekleştirilmiştir ve bu
kişiler daha sonra yargılanmış ve cezalandırılmıştır.
1915 kararları, soy kırımı kastı ile alınmamıştır. Sevk ve iskan işi Ermenilerin
yaşadıkları bütün vilâyetlere uygulanmamış, İstanbul, İzmir, Bursa gibi bazı
vilâyetlerde yaşayan Ermeniler, hastalar, âmâlar, Osmanlı Ordusunda görevli
Ermenilerin aileleri, Reji İdaresi ve Osmanlı Bankasında çalışan Ermeniler ve
aileleri sevk ve iskâna tâbi olmamışlardır. Ayrıca Katolik ve Protestan
Ermeniler de sevk edilmemişlerdir. Şevkin uygulandığı yerler ve genel olarak
sevk edilenlerle ilgili durum şudur: Savaş içerisinde Ruslar ile işbirliği
yapılan vilâyetler ve Ermeni terör eylemlerinin yoğunlaştığı illerin Ermeni
halkı sevk edilmiştir. Bu uygulama tamamen güvenlik kaygısı ile hareket eden
devletin hukukî bir tasarrufu olarak değerlendirilmelidir.
Birinci Dünya Savaşı'nda Ermeni ayaklanmaları ve Osmanlı yönetiminin aldığı
karşı tedbirler incelenirken, Osmanlı Devleti'nin bir dünya savaşının içinde
olduğu, seferberlik ilan edildiği; Ermeni unsurların, casusluk, silâhlı
ayaklanma, Türk-Müslüman halkı kıtal, işgal ordularıyla işbirliği suretiyle
milli müdafaaya hıyanet fiillerini işlediği; Osmanlı Devleti'nin, başta devletin
bekası olmak üzere, devletler hukukuna ve hayati ulusal güvenlik ihtiyaçlarına
uygun, gerekli ve ölçülü tedbirleri aldığı ve uygulamaya çalıştığı
unutulmamalıdır.
Osmanlı Devleti'nin yaptığı işlem, hukukî bakımdan sınır dışı etme
(deportatiton-expulsion) mahiyetinde değildir. Ülke içi nakildir
(displacement-relocati-on). Devletin bekası ve ülke bütünlüğü gibi hayati
önemdeki ulusal güvenlik ihtiyaçları bu önlemleri zorunlu kılmıştır.
Olayların yaşandığı sırada, birçok Ermeni'nin Osmanlı Devleti'nin çeşitli
organlarında memur veya milletvekili olarak bulunduğu ve Cumhuriyet döneminde
Türklerle Ermeniler arasındaki toplumsal yaşantı paylaşımı ve uyumlu ilişkiler
de soy kırımı olmadığının bir başka kanıtıdır. 1970'li yıllarda Türkiye
ideolojik ve bölücü terör eylemleri ile karşı karşıya kalırken; ve ASALA
tarafından Türkiye'ye yönelik ciddi bir terör hareketi yürütülürken,
Türkiye'deki Gayrimüslim azınlıklardan biri olan Ermeni toplumu, bunlara
karışmadığı gibi, bu olayları şiddetle eleştirmiştir.
Bu çerçevede yine, Ermenilerin bugünkü bütün çalışmalarına esas olarak aldıkları
Sayfa 53
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
1915 Ermeni sevk ve iskânı ve sonrasında gelişen olayların bütün çıplaklığı ile
aydınlatılması gerekmektedir. Özellikle Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun "Ermeni
Tehciri ve Gerçekler" adlı eserinde kullandığı, yeni bulunan arşiv belgeleri
sevk ile ilgili bütün sorulara cevap bulmamızı sağlamıştır. Şimdiye kadar
bilinmeyen, sevk sırasında hangi vilâyetten, ne kadar Ermeni'nin nerelere sevk
ve iskan edildiği; bunlardan kaçının yerlerine ulaşamadığı, ulaşamayanların
niçin ulaşamadıkları, yani kayıp nüfusun ne kadar olduğu ve nasıl kayıp olduğu
gibi meselenin kritik boyutları artık aydınlatılmış bulunmaktadır. Ayrıca, sevk
işleminin hangi güzergahlar kullanılarak yapıldığı, hangi araçlarla nakillerin
gerçekleştirildiği konuları da artık net bir şekilde bilinmektedir.
Prof. Dr. Sayın Yusuf Halaçoğlu'nun ortaya koyduğu gibi; sevk edilen insan
sayısı toplam 438.758'dir. Bunlardan 382.184'ü yerlerine ulaşarak iskan
edilmişlerdir. Aradaki 56.610 kişilik farkın, 6.610'u yola çıkan fakat tehcirin
durdurulması sebebiyle bulundukları vilâyetlerde alıkonulanlardır. Kayıp nüfus
toplamı ise sadece 50.000'dir. Bunların 25-30.000'i hastalıktan, 10.000
civarında olanı ise eşkıya saldırılarından, diğerleri de uygun olmayan yol
şartlarından (soğuk, açlık vs.) ölmüşlerdir. Bu rakamlar, Osmanlı Devleti'nin
1914'te yaptığı nüfus sayımmdaki rakamlar ve Bogos Nubar ile G. Norodunkian'ın
Lozan'da verdikleri rakamlarla da örtüşmektedir.
Gerçek bu şekilde olduğu halde, Ermeni propagandası, rakamları adeta enflasyona
tâbi tutarak, 1.500.000-4.000.000 Ermerü'nin yok olduğu iddiasını gündemde
tutmaya çalışmaktadır. Bu propaganda ve faaliyetlerle, önce Türkiye'nin, asılsız
soy kırımı iddiasını kabul etmeye, arkasından tazminat ödemeye ve hattâ
Ermenilere toprak vermeye zorlanması amaçlanmaktadır. Bazı devletler de kendi
milli menfaatleri doğrultusunda bu oyunun geri plandaki aktörleri olarak
durmaktadırlar. Ermeni sorununun devamlı olarak gündemde tutulmasını;
Türkiye'nin üniter bütünlüğü, laik yapısı, Kıbrıs meselesi, Ege meselesi, Kuzey
İrak'ta yaratılan fiili durum, Hazar Petrolleri, Türkmen ve İran Doğal Gazı
Projeleri ve nihayet Azerbay-can-Ermenistan-Türkiye ilişkileri çerçevesinde
düşünmek durumundayız.
SONUÇ
Türkiye'nin özellikle 1973'ten sonra dünya kamuoyuna mal edilen terörist
eylemlerle hız kazanan, 1980'lerden sonra siyasallaşma yolunda hızla ilerleyen
nihayet 1990'lardan sonra da siyasallaşma çabalarına eklenen uluslar arası
hukukun bir konusu yapılmaya çalışılan Ermeni Sorunu da işte, derinlikleri tarih
içinde bulunan bir temel sorundur.
Ermeni propagandasının bugün, birer argüman olarak kullandığı bazı konuları
aydınlatabilmek için; Osmanlı Devleti içindeki 22 Gayrimüslim unsurdan biri
olarak yaşayan Ermenilerin, idarî-hukukî statülerinin ne olduğu, ekonomik ve
demografik durumlarının nasıl olduğu gibi konuların sağlıklı bir şekilde ortaya
konulması gerekmektedir.
Türkiye bu meselenin çözümünde çok dikkatli hareket etmelidir. Dünyanın çeşitli
ülke parlamentolarında gündeme getirilen ve bazılarında kabul edilen "soy kırımı
tasarüarı"nı, o ülkelerdeki iç siyasetle ilişki-lendirmek son derece yanlıştır.
Bu, Türkiye'nin uzun soluklu bir strateji belirleyip uygulamasını engellemekte
ve devletin bürokrasisini adeta "atalete" itmektedir. Tasarılar gündemden
düşünce mesele sanki rafa kaldırılmaktadır. Bu son derece yanlıştır.
Yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:
1. Öncelikle, devletin ilgili kurumları içinde kalıcı, daimi bir merkez
oluşturulmalıdır.
2. Konu ile ilgili çalışan, birikimi olan bilim adamları, politikacılar,
bürokratlar (sivil-asker) bu merkezi sürekli bilgilendirecek şekilde çalışmalara
katılmalıdırlar.
3. Bu merkez önce bir strateji belirlemelidir.
4. Strateji iki ana noktada odaklanmalıdır. Bu noktaların biri, Ermeni
iddialarının yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna anlatmak
şeklinde olmalı; ikincisi ise Türk milletinin gerçek mağdur olduğunun belgelerle
dünyaya anlatılması ve bu konuda siyaset kurumunun adeta "davacı" olmasının
sağlanmasıdır.
5. Başta üniversiteler olmak üzere çok çeşitli ve birbirinden kopuk bir şekilde
yürütülen çalışmaların, bu merkez tarafından koordine edilmesi sağlanmalıdır.
Mevcut çabalar, hem güç kaybına hem de maddi kayıplara yol açmakta ve dahası
herhangi bir sonuç vermemektedir.
6. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun çalı ma yöntemleri dikkate alınarak,
dünyanın her yerin dağılmış olan Türkler, organize edilmeli; Ermeni Meselesi
başta olmak üzere, Türkiye aleyhtarı bütün fa aliyetler ile mücadele, başta
Dışişleri Bakanlığı olma üzere, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Milli Ej tim
Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ile bazı kam kurum ve kuruluşlarının yurt
dışındaki temsilcilerinin asli görevleri olmalıdır.
Sayfa 54
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
7. Bütün bu faaliyetler yürütülürken, hedef kitle iyi belirlenmeli; Ermenistan,
Ermenistan dışındaki Erme ni toplumu, destek veren ülkelerin hükümetleri ve ni
hayet iç ve dış kamuoyu ayrı ayrı muhatap kabul edil meli, bunların her birisine
karşı bazen ortak, bazen da farklı politikalar üretilmelidir.
Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU ile Söyleşi
ERMENİ İDDİALARI: TARİH Mİ, ŞARTLANMIŞLIK MI?
Soru- Ermeni Sorunu nasıl ortaya çıkmıştır?
Halaçoğlu- Tarih insanların hayal ettikleri midir? Yoksa, farklı pencerelerden,
yani sağlam kaynaklardan elde edilen bilgilerle varılan sonuç mu?
Ermeni soy kırım iddiaları, ciddî anlamda bütün Türkleri rahatsız etmektedir.
Ancak bu konuda iddialarda bulunanlar, Ermenilerin toplu bir katliama tâbi
tutulduğunu açıkça belirten bir kaynağa dayanmadıkları gibi, özellikle o
dönemdeki hükümetin böyle bir emir verdiğine, hatta imada bulunduğuna dair de
somut bir belge ortaya koyamamaktadırlar, soy kırım iddiasında bulunanların, o
dönemde Fransa, ingiltere ve Rusya'nın tehcirle (mecburî iskân) Osmanlı
Devleti'ni paylaşma politikalarının önüne set çekilmiş olduğunu ve bu nedenle
böyle bir suçlama içine girerek, bunu bir baskı unsuru olarak ele aldıklarını
göz ardı ediyorlar. Bunu adı geçen ülkelerin, Osmanlı Devleti ile ilgili
politika raporlarında görmek mümkündür. Nitekim Rusların Osmanlı nezdindeki
büyükelçisi Zinovyev, 26 Kasım 1912'de Rusya'ya gönderdiği raporunda {Rusya Dil
Politika Arşivi, Siyasî Kısım nr. 117/293), Rusya'nın politikasını açıkça ortaya
koymaktadır. Zinovyev bu raporunda şunları söylemektedir: "Bu anlatılanlar
Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu
isteğin gerçekten de içten ve samimî olduğu ortadadır. Rusya'ya olan sempati
Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır, ihtilalci partiler artık
gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif (muhafazakâr, tutucu)
programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon
konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâ-yetlerdeki Ermenilerin hepsi
Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar veya Rusya'nın kontrolü
altında reformlar yapılmasını istiyorlar. 21 Kasımda Bâyezid konsolosunun
bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye'ye karşı düşmanca tavırda
bulunuyorlar ve Rusya'nın protektörlüğünü (hamiliğini, korumacılığını) Ermeni
topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya'ya Türkiye'deki
Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır.
Bana göre, biz bu koruyucu tavrımızı devam ettirmeliyiz. Şunu da unutmayalım ki,
Türkiye'nin Ermeni vilâyetlerinde durum çok istikrarsızdır. Her an ayaklanmalar
ve düzensizlik ortaya çıkabilir. Eğer bir katliam meydana gelirse, bu halkın
militanları bizden destek alabileceklerine güvenmezlerse "Üç Devlete"
başvuracaklardır. Bu durumda biz şansımızı kaybederiz; fırsat Avrupa
devletlerine geçecektir".
Buna karşılık yine aynı büyükelçi 6 Mart 1909'da "Osmanlı Imparatorluğu'nda
Durum" adı altında geçtiği gizli raporda {Rusya Dış Politika Arşivi, Siyasî
Kısım, nr. 37, s. 252) şunları yazmıştı: "Bitlis'teki Ermenilerin ne Türklerden,
ne de Kürtlerden şikâyetleri varken, Ermeni komitacı dernekleri kurulmakta ve
dernekler geniş faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Dernek üyeleri her pazar günü
Bitlis kilisesinde toplantılar ve konuşmalar yapmaktalar, ihtilal fikrinde olan
Ermenileri bir araya getirerek yönetime karşı mücadele için kışkırtmakta-lar.
Toplantılar yasaklanınca Ermeniler, bu defa aynı anlamdaki bildirileri her
tarafa yapıştırmışlar. Şu sırada Ermeniler arasında ihtilalin ihtiyacı için
vergi toplanmaktadır. Çoğu Ermeninin, bu tür eylemlerin Ermenilere zarardan
başka bir şey getirmeyeceğini ve silâh için para vermeyeceklerini söyledikleri,
bunun üzerine Ermeni ihtilal komitelerinin şiddet kullanma ve karşı çıkanları
kılıçtan geçirme tehdidiyle bu tür grupları sindirdikleri öğrenilmiştir".
Esasen, Ermeni konusunda araştırma yapanlar, Fransa, ingiltere ve Rusya'nın ne
zamandan beri Osmanlı Ermenileriyle ilgilenmeye başladıklarını ve hangi gayeleri
olduğunu göz önüne alacak olurlarsa, Ermenilerin asıl kimler tarafından
kullanıldıklarını ve gerek çetelerle Osmanlı güvenlik güçleri arasında çıkan
çatışmalarda ve gerekse iki halk arasında çıkan mücadelelerde her iki taraftan
ölenlerin, asıl katillerinin kimler olduğunu anlamaları mümkün olacaktır.
Soru- Ermeni sorununa yaklaşımlar hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Halaçoğlu- Yüzlerce yıl Türklerle ve Osmanlı ülkesinde huzur içinde yaşayan ve
hatta Müslüman unsurla bütünleşen Ermeniler, 800 yıl sonra neden ve nasıl oldu
da düşman addedilmek durumunda kaldı? Objektif bir tarih araştırıcısı, eğer
gerçekleri arıyorsa, bu bakış açısını göz ardı etmeyerek bir değerlendirme
yapmak durumundadır. Birtakım hayalî savlarla ve duygusal değerlendirmelerle,
olduğundan başka bir tarih yazan ve tarihi çarpıtan kişinin, sadece belli
çevreler adına hareket ettiği sonucu ortaya çıkar. Bu kimselerin kime veya neye
hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa gerektir. Fransa parlâmentosunun aldığı
kararı (18 Ocak 2001) aslında Fransa'nın yeni bir politikası gibi algılamak
Sayfa 55
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
safdillik olur. Zira Fransa'nın Ermenilerle daha 1850'lerde ilgilendikleri bütün
kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlıların Ruslarla yaptıkları Ayastefanos
Anlaşması (1878) sonrasında ise Rusların Osmanlı j ülkelerine tümüyle sahip
olacakları korkusu, Fransa ve ingiltere'yi harekete geçirmiştir. Bu tarihlerden
sonra,! Ruslar tarafından daha önce kurdurulan Taşnaksutyunl ve Hınçak gibi
komitelerin, yaptıkları insanlık dışı fa- j aliyetlere rağmen desteklenmesi de
bundandır. Keza j Osmanlı şehirlerinde Ermenilerin yoğun olarak yaşa-J dıkları
Doğu Anadolu'daki 6 vilâyette ıslahat yapılma-j sı ve burada Fransa, ingiltere
ve Rusya'nın (19l4'te bul ittifaka Almanya da dahil olmuştur.) önerdiği üç gayrı
müslim adaydan birinin Osmanlı hükümetince vali tayini isteği, yine Anadolu'nun
paylaşılması plânının bir parçasıdır. Böyle bir politikanın takip edildiği,
Sevr'le kanıtlanmış ve neticede Osmanlı toprakları paylaşılmıştır. Bu dönemde
Fransa'nın işgal ettiği Adana, Ma-raş ve Antep'teki askerî varlığının yarısının
Ermeni lej-yonerlerinden oluşması da, Ermenilerin hangi gaye ile
desteklendiklerini ortaya koymaktadır (Halil Aytekin. Kıbrıs'ta Monarga
(Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kam-\ pı, TTK yayınları, Ankara 2000). Yine aynı
şekilde Rus ordusu içinde de çok sayıda Ermeni yer alması, bunun diğer bir
kanıtıdır. Nitekim sınırdaki Osmanlı seyyar j Jandarma komutanlığının raporunda
Rusların sınıra' yakın Türk köylerini aradıkları, buldukları silâhlan E menilere
dağıttıkları, Ermenilerden asker topladıkla ve Kars bölgesindeki düşman
askerinin çoğunun E menilerden oluştuğu rapor edilmiştir (Başbakanlık O manii
Arşivi, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, Dos) 2F/9).
Soru- Soy kırım iddialarıyla ilgili neler söyk yebilirsiniz?
Halaçoğlu- Aslında tarafsız olarak düşünüldüğünde, bir soy kırımın yaşanıp
yaşanmadığı kolaylıkla anlaşılabilir. Bunun için 1915'ten sonra, başta Fransa,
Amerika, Rusya, ingiltere, İran, Suriye vb. ülkelere ne kadar Ermeninin
gittiğinin nüfus kayıtlarından öğrenilmesi ve hâlen bu ülkelerde yaşayan
Ermenilerin miktarlarının tespiti, Ermenilerin iddia edildiği gibi öldürülüp
öldürülmediklerini ortaya koyacaktır. Zaten öldürüldüğü iddia edilen Ermenilerle
ilgili verilen rakamların da tutarsızlığı bunu ispat için kâfidir. Son
zamanlarda, öldürülenlerle ilgili verilen rakamın 1,5 milyonun üzerinde ifade
edilmesi, işin nasıl çığırından çıktığının i göstergesidir. Kaldı ki öldürüldüğü
iddia edilenler ne-I reye gömülmüştür? Toplu mezarlar nerededir? iddiada j
bulunanlar, bunları açıklamak, Türklerin bu türden katliamları yaptıklarını
kabul ettirmek için bu toplu mezar-I lan göstermek mecburiyetindedirler. Bunun
cevabının l nasıl verildiğini görür gibiyim.
Ermeni delegasyonu başkanı Boghos Nubar Paşa, [Fransa Dışişleri Bakanlığına
gönderdiği raporda (Arc-Ihives deş Affaires Etrangeres de France, Serie Levant,
11918-1928, Sous serie Armenie, Vol. 2, folio 47), Os-imanlı topraklarındaki
Ermenilerin ne miktarda hangi
•ülkelere sürüldüklerini bildirerek, tehcirin bir soy kı-ırım olmadığını bir
yerde ispat etmiştir. Öte yandan
•Amerika Büyükelçisi Hanry Morgenthau'ın hatıraların-|da (Ambassador
Morgenthau's Story, New York 1918) er alan Ermeni protestanlarının vekili Zenop
Bezci-"yan'm ifadeleri de Boghos Nubar'ı teyit etmektedir. Ama asıl şaşırtıcı
olanı, bu zatların ifade ettikleri rakamların Osmanlı Arşivindeki tehcir
edilenlerle ilgili şehir şehir verilen rakamlarla uyuşmasıdır (Bkz. Yusuf
Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, 1914-1918, TTK Yayını, Ankara 2001, s.
73-80). Öyleyse Ermenilerin öldürüldükleri iddialarını ileriye sürenler neden
böyle bir yola başvurdular? Bunu da Prof.Dr.Heath W. Lowry'nin Büyükelçi
Morgbenthau'un Öyküsünün Perde Arkası, istanbul 1991 adlı eserinden
öğrenebiliriz. Burada temel hedefin, "Amerikan halkını, savaşın zaferle
sonuçlanması gereğine inandırmak" olduğu açıkça belirtilmektedir.
Peki hiç Ermeni ölmemiş midir? Şurası tarihî bir gerçektir ki Ermenilerin
Osmanlı Devleti'ne karşı dış güçlerin desteğiyle giriştikleri ayaklanma, her
devletin tabiî olarak kendisini savunması olarak değerlendirebileceğimiz bir
nitelikte birtakım tedbirlerin alınmasına yol açmıştır. Bu tedbirlerin başında
Ermenilerin bulundukları yerlerden, yine Osmanlı topraklarında, zararlarını
ortadan kaldıracak bir coğrafyaya nakledilmeleri gelmektedir. Ancak tehcir
dediğimiz bu mecburî iskân, doğal olarak meşakkatli geçmiş, pek çok masum sivil
Ermeninin mağduriyetine sebep olmuş ve yaklaşık 9-10 bin Ermeni eşkıya saldırı;
30 bine yakın kişi de hastalıktan ölmüştür. Buna rağmen bu büyük yer değiştirme
olayının canlı şahitleri, naklin büyük bir düzen içinde gerçekleştirildiğini
yazmışlardır. Bunların başında Amerika'nın Mersin konsolosu gelmektedir. Ed-ward
Natan, 30 Ağustos 1915'te büyükelçi Morgent-hau'a gönderdiği raporunda şunları
söylüyor: "Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhı Ermenilerle doludur.
Adana'dan itibaren bilet alarak trenle seyahat etmektedirler. Kalabalık yüzünden
sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümet bu işi son derece intizamlı bir
şekilde idare etmekte, şiddete ve intizamsızlığa yer vermemekte, göçmenlere
Sayfa 56
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
yeteri kadar bilet sağlanmakta ve muhtaç olanlara yardımda bulunmaktadır"
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dahiliye, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, nr. 2D/13).
Soru- Ermenilerin tehcirinde başka hangi sebepler yatmaktadır? Ermenilerle
ilgili olarak tarih kitaplarımızda yeterli bilgiye neden yer verilmemiştir?
Halaçoğlu- Ermenilerin tehcir edilmelerinde şurası da gözden uzak
tutulmamalıdır. I. Dünya Savaşı'mn devam ettiği ve müttefik donanmalarının
Çanakkale'ye saldırdıkları ve dolayısıyla Türklerin ölüm kalım mücadelesi
verdikleri bir sırada, yani Mart 1915'te Ermeniler Van'da Ruslara yardım için
büyük hazırlıklara girişmişler, 15 Nisan'da Van vilâyetinde, 17 Nisan'da
Çatak'ta, ertesi gün Bitlis'te ve nihayet 20 Nisan'da Van'ın merkezinde
ayaklanmışlardır. Bu durumda bir devlet ne yapabilirdi? Çanakkale savaşlarının
cereyan ettiği bir sırada Ermenilerin başlattıkları ayaklanma bir tesadüf müydü?
Van'a giren Rusların en önünde Ermenilerin bulunması yine olağan bir durum
muydu? Yoksa, Sevr sonunda binlerce kilometre öteden gelip Anadolu'yu
parselleyenler Ermenileri mi kurtarmak düşüncesin-deydiler? Evet, bunların
Türkiye'de "resmî okullarda" düşmanlıkların sürmemesi düşüncesiyle okutulmama-sı
ve öğretilmemesi bir ideoloji miydi? Eğer birileri bir şekilde terör
hareketlerine girişerek, yabancı kuvvetlere destek vererek, içinde yaşadıkları
ülkeye karşı savaşarak ihanet etmişlerse, herhalde o ülkenin ihanet edenlere
karşı hem hukukî hem de güvenliği sağlamak düşüncesiyle harekete geçmesi meşru
değil mi? Buna rağmen Cumhuriyet dönemi, Türk gençliğine tarihî düşmanlık yerine
barışı hâkim kılmak felsefesi üzerine inşa etmiştir. Yoksa geçmişle olan bağın
kopması hiçbir zaman düşünülmemiştir. Zaman zaman bazı kimseler tarafından
"reddi miras" söz konusu edilerek Osmanlı gerçeği bir tarafa itilmişse de,
tarihle hiçbir şekilde bağlar koparılmaya çalışılmamıştır. Nitekim bunun en
somut örneği, Atatürk tarafından 1931 yılında Türk Tarih Kurumunun kurulması ve
fakültelerde Osmanlıca öğretiminin gerçekleştirilmesidir. Bugün buna bağlı
olarak, yüzlerce-binlerce kişi Osmanlıca dediğimiz yazıyı okuyabilmekte ve
Osmanlı belgeleri üzerinde araştırma yapabilmektedirler.
Soru- Ermeni soy kırım iddasında bulunanlar, bu iddialarını neden
belgelememektedirler?
Halacoğlu- Osmanlı Arşivinde Ermeni konusunu araştıran yerli ve yabancı bilim
adamları, Ermenilerin şu veya bu ad altında sistemli bir öldürme hareketine
maruz kaldıklarını söyleyememektedirler. Zira bugüne kadar böyle bir belge
tespit etmiş değiller. Bundan sonra da bulmaları mümkün değildir. Zira soy kırım
olarak adlandırılacak böyle bir hadise olmamıştır. Buna bağlı olarak Türklerin,
gerçek olmayan bir iddiayı kabul etmeleri ise hangi ad altında olursa olsun,
beklenmemelidir. Bazı kimselerin arzusunun yerine gelmesi için Ermenilerin soy
kırıma uğradıklarını kabul etmek lüksünü göstermemiz de mümkün değildir. Çok
suçlanan ittihat ve Terakki yöneticileri ise Malta'da ingilizlerce tutsak
edilip, her türlü imkân ellerindeyken (Osmanlı arşivleri dahil), muhakeme
edilmek için, suçlanacak delillerin bulunmaması sebebiyle serbest kalmışlardır
(Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985). Buna rağmen, ne yazıktır ki,
ittihat ve Terakki'nin ileri gelenleri, Anadolu'daki alışkanlıklarını devam
ettiren bir kısım Ermeni militanı tarafından öldürülmüştür.
Türk istiklâl Savaşı'nda işgal kuvvetleriyle Osmanlı topraklarına geri dönen
Ermeniler -işgal kuvvetlerinin Ermeni haklarını ve mallarını korumak düşüncesi
bulunmamakla beraber- ne gariptir ki, mallarını fazlasıyla elde etmelerine
rağmen, çocuk-kadın ihtiyar demeksizin binlerce Müslümanı katletmişlerdir. Ne
garip tecelli! Bu hareket onlara 31 Aralık 1918 tarihinde çıka rılan geri dönüş
kararnamesiyle sahip oldukları top raklarını ve mülklerini kaybettirmiş, yardım
ettikleri iş gal kuvvetleriyle birlikte terk-i vatan etmelerine sebe olmuştur.
Soru- Sonuç olarak neler söylemek istersiniz
Halacoğlu- Eğer tarihî olayları önyargıya kapılma dan, kendi beyninin beyi
olarak zaman, mekân ve s yasî yönleriyle değerlendirdiğiniz takdirde, haksız suç
lamalardan ve haksız suçlamaların doğurduğu küçü mekten kurtulmayı
sağlayabilirsiniz. Tarih acımasızdır Tarihi yanlış yorumlayanlar ve
yargılayanlar, bir gün kendilerinin de aynı şekilde yargılanacaklarından v hatta
mahkûm edileceklerinden kuşku duymamalıdır lar. Haçlı seferlerinin neden
yapıldığını bilenler, ma sum Ermenilerin kimler tarafından neye alet edildikle
rini ve ne için kandırıldıklarını da bileceklerdir. Dün yayı geçmişte sömüren,
sömürgeler kuran ve halen sö mürenler, sömürgelerinde yüz binlerce, milyonlara
insanı katledenler, "siyah abanoz ticareti" yapanlar hayrettir ki bugün sözde
Ermenileri koruyanlardır, garip?! Ne kadar inandırıcı!? Ne kadar insanî!... Buna
inanılmasını isteyenler ise ne kadar akıllı!...
ERMENİ KİLİSESİ VE TERÖR
GİRİŞ
Türkiye toprakları üzerinde, Ermenilere siyasî i bağımsızlık temini için eskiden
beri birçok teşeb-| büslerde bulunulmuş, fakat bu teşebbüsler her defasında
Sayfa 57
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
başarısızlık ve hüsranla neticelenmiştir. Bu yolda faaliyet gösterenler,
kandırılmış vaadlere kapılarak Ermenileri arkalarından sürükleyenler, daima
yabancı güçlerin menfaatlarım temin için çalıştırılan şuursuz birer alet
olmuşlardır. Türkiye'yi hedef tutan ve karanlık güçlerin tahrikleri ile yapılan
bu hareketlerin başında Ermeni toplumu üzerinde dinî nüfuz sahibi olan bazı
katogigosları, patrikleri ve papazları görüyoruz. Bilerek veya bilmeyerek,
muhafaza ve himayeye memur oldukları toplumlarını boş bir hayal peşinde koşturan
bu şahısların, bu yolda oynadıkları rol çok büyük ve çok ağırdır.
Ermeni Gregoryen (Apostolik) Kilisesi, dinî görevleri yanında, kendisini millî
bir otorite ile de mücehhez kılmıştır (teçhiz etmiştir-donatmıştır). Bu sebeple,
tarihî süreci içinde Ermeni toplumunun hayatında pay sahibi olduğunu ileri
sürerek, aktif bir rol oynamışlardır.
Mezhep ayrılıkları sebebi ile zulmü, dindaşları olan Ortodokslardan gören,
Selçuklu İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde müreffeh bir
hayata kavuşan Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarında kiliselerinin riyasetinde
teröre başladılar ve kanlı eylemler gerçekleştirdiler. İkibuçuk milyon Müslüman
Türk ve Kürt, Ermeni ruhanîlerinin yönettiği terör örgütleri tarafından vahşice
katledildi.
Katolik ve Protestan Ermenilere de cephe almış î olan Gregoryen Kilisesi
ruhanîleri, kendi ırkdaşla-[ rina karşı da zaman zaman acımasızca
davranmış-|lar, kendi toplumlarını sömürmekten de geri kal-İ mayarak kiliseye ve
cemaatlarına yardım için top-I lanan paraları zimmetlerine geçirebilmişlerdir.
Ermeni ruhanîleri, tutuklanan veya ölen insanlık düşmanı teröristler için
törenler düzenleyip, kiliselerini bu işe tahsis etmişler, Ermeni teröristlerin
eylemlerini de bilfiil tanımış ve onaylamışlardır.
Ermenilerin, aynı ırktan, aynı dinden ve aynı dili konuşan, belirli bir süre
belirli bir bölgede topluca yaşamış, o bölgede cereyan eden olaylara karışmış
veya olayları yaratmış bir topluluk oldukları kabul edilmekte ve bu sebeple bir
tarihlerinin olduğu ifade edilmektedir. Ancak Ermenilerin tarihinden bahseden ve
hemen hepsi ruhban sınıfına mensup olan ilk tarihçilerin birçoğu, Ermeni
değildir. Bunlar, tarihlerini kendi dillerinde ya Yunanca veya Süryani dili ve
yazısı ile yazmışlardır. Menşe itibari ile Ermeni tarihçileri olarak takdim
edilenler ise tamamen kilise mensubu olup, eserlerinde Yunan ve Süryani
tarihçilerini takip etmişler, hatta onların eserlerini Ermeniliğe mal
etmişlerdir.
Sonradan yazılan Ermeni tarihlerine kaynak teşkil eden en önemli ve eski tarihî
metin, Ermeni geleneğine göre, V. yüzyılda yaşadığı iddia edilen ve bir Ermeni
rahibi olan Horen'li Movses (Mov-sesHorenatsi)'in eseridir. Fakat bugün,
Horen'li Movses'in V. yüzyılda değil, VIII. yüzyılda yaşamış bir tarihçi olduğu
ve tarihini de Kitâb-ı Mukaddes hikâyelerine göre tertip ettiği ortaya
çıkarılmıştır. Yani,VIII. yüzyıldan önce yazılmış Ermenice bir eserin, hatta
kısa bir kayıdın varlığını göstermek mümkün değildir. Öyle ise Ermenilerin
kendilerine bir tarih yaratma çalışmalarının, VIII. yüzyıldan itibaren kilise
mensupları, rahipler tarafından başlatıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Ermeni kilisesi, tarihi boyunca, mevcudiyetini koruyabilmek için bir kuvvete,
bir devlete ihtiyaç duymuştur. Başka bir ifade ile Ermeni devleti fikrini
doğuranlar, Ermeni toplumu değil, Ermeni kilisesi ve ruhban sınıfı olmuştur. Van
ve Bitlis'te Rus Başkonsolosluğu yapmış olan General Ma-yewski de, bu gerçeği
şöyle ifade etmektedir:"Er-meni ruhanî reislerinin din hususunda çalışmaları
hemen hemen yok gibidir. Fakat buna mukabil, millî fikirlerin yayılması
hususunda pek çok hizmetleri geçmekte idi."
Ermenilerde bir kilise kültürünün meydana gelmesi, Ermeni yazısının icadı ve
İncil'in Ermeniceye tercümesi ile başlamıştır. Tarihçiler, Ermeni kilisesinin
Ermeni milletini yarattığında ve onun, Ermeni milletinin ruhu olduğunda
müttefiktirler. Ermeni tarihçisi H.Pasdırmacıyan, kilise için "Ermeni Kilisesi,
Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun, yeniden dünyaya gelmek
için, yaşadığı vücuttur." demektedir. Ermeni Patriği M.Orman-yan'a göre de
Ermeni Kilisesi, "Kayıp ülkenin görünen ruhu" idi.
Daha sonraki çağlarda ise Ermeni tarihi, hemen tamamen Ermeniler tarafından
incelenip yazılmaya başlanmıştır. Bu nedenle de, Ermeniler modern tarih
anlayışını kendi mazileri ile karıştırmışlar ve onu bir mitoloji hâline
çevirerek, yarattıkları Ermeni Panteonu'na sayısız kahramanlar(i)
yerleştirmişlerdir. Bu panteon, her neden işe tamamen Türklere katliam uygulayan
şahısların adları ile doldurulmuştur.
Ermeni literatüründe Ermenilerin ilk Hristiyan devlet olarak gösterilmesi,
abartılı bir durumdur. Tarihî kayıtlara göre, ilk Hristiyan devlet, Urfa
(Edessa=Ruha)'da kurulmuş olan bölgesel hükümdarlıktır. Kral Abgar (179-214)'ın
hükümdarlığı döneminde, Hristiyanlık devlet dini olarak kabul edilmiştir. O
hâlde, Ermenileri ilk Hristiyan cemaat olarak gösterme eğiliminden amaç ne
Sayfa 58
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
olabilir? Şüphesiz bu eğilimin altında, Avrupa'nın Hristiyanlık taassubu ve
tarihleri boyunca göçmen olarak yaşayan Ermenilere bir vatan yaratma anlayışı
bulunmaktadır. Nitekim, Sevr Antlaşması (1920)'nda ve Lozan Barış Görüşmeleri
(1922-1923)'nde bu husus gündeme getirilecektir.
Ermenilere Hristiyanlık, IV. yüzyıl başında bir-Part'lı (İran'lı) olan Gregor
(Kirkor) Lusavoriç (302-325) tarafından getirilmiştir. Lusavoriç, nurlandı-ran,
aydınlatıcı anlamlarına gelmektedir. Gregor Lusavoriç, bu nedenle Ermenilerin
ilk ruhanî reisi kabul edilmiştir. Gregor, eski mabetleri yıktırarak yerlerine
kiliseler kurdurmuş ve Muş'taki Ardaşad şatosunu kendisine ilk dinî merkez
yapmıştır. Bu ruhanî makam, 439 yılına kadar Gregor'un oğullarında kalmış, bu
ailenin son lideri I.Sahak (387-439)'ın çocuğu olmadığından, bu tarihten sonra
dinî liderler, Doğu Kilisesi usulüne uyularak, rahipler arasından seçimle tayin
edilmeye başlanmıştır.
Ermeni dinî liderleri kendilerine, Ermenice "Milletin Temsilcisi" demek olan
Katogigos (Ba-tı'da Katolikos) unvanını verdiler. Bunlar, dinî liderler olmakla
beraber, siyasî işlerde de büyük roller oynamışlardır. Aziz Kirkor (Gregor)'un
dinî merkez ittihaz ettiği Ardaşad, siyasî nedenlerden dolayı önce Eçmiyazin'e,
V. yüzyılda Dvin'e, 901 yılında Ani'ye, 1147 yılında Rumkale'ye nakledilmiştir.
Bir ara, Van Gölü'ndeki Akdamar adasına nakledilen Katogigosluk, buradan Ani
yakınlarındaki Argina'ya götürülünce, Akdamar Patriği kendisini Katogigos ilân
etmiştir. Ermeni Kilisesi Si-nod'u bu durumu onaylamasa da Akdamar
Kato-gigosluğu 1895 yılına kadar devam etmiş, son Katogigos Haçatur Çiroyan
(1864-1895), 1895'te ölünce yerine kimse seçilmemiş ve Katogigosluk Birind Dünya
Savaşı (1914-1918) sırasında Osmanlı Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Rumkale'deki Katogigosluk ise 1292 yılına kadar burada kalmış, kalenin
Memlûklar'ın eline geçmesi ile 1292'de Sis'e nakledilmiştir. Kilikya Erme-1 ni
Baronluğu, 1375 yılında ortadan kalktıktan sonra da Katogigosluk Sis(Kozan)'de
bir süre daha kal- j mış, sonra Roma Katolik Kilisesi'nin nüfuzuna girdiklerini
gören Sinod, Eçmiyazin'e geri gitmek ka- j rarı almış, 1441'de bu karar tatbik
edilmiş, fakat bu [ defa Sis'deki Katogigosluk da devam etmiştir. Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra Katogigosluk, j Sis'den Beyrut yakınlarındaki Antilyas'a
nakledil-j mistir.
Böylece 1895 yılına kadar, Eçmiyazin, Akdamaıl ve Sis Katogigoslukları olmak
üzere üç büyük kili-J se doğmuş, bunların dışında biri İstanbul'da, diğ ri
Kudüs'te olmak üzere iki de Patriklik ortaya çık-j mistir.
İstanbul Patrikliği, Osmanlı İmparatorluğu dö-l neminde, Ermenilerin başı
durumunda olduğun! dan, Akdamar ve Sis Katogigoslukları dinî bakım-| dan
kendisinden üstün olmasına rağmen, impa torluk içinde en kuvvetli dinî lider
mevkiinde l lunuyordu. İstanbul Ermeni Patrikliği, bağımsız oll makla beraber,
zaman zaman Eçmiyazin Katogij gosluğu'nun kontrolü altına girmiştir. Bugün, Eçl
miyazin'in dinî nüfuz sahası içinde yer almaktadııi
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Erivan b gesi Ermenileri Eçmiyazin'i, Doğu
Anadolu E nileri Akdamar'ı, Sis(Kozan), Adana, Maraş, tûn(Süleymanlı), Firnûs,
Gürün, Darende, Divri Malatya, Behisni (Besni), Yozgat, Urfa, Rumkal Birecik,
Nizib, Ayıntab(Gaziantep), Halep, Antalj ya, Lazkiye, Suriye ve Kıbrıs
Ermenileri de Si kendilerine dinî merci tanımışlardı. Eçmiyazin ki sesinin
eskiliği ve Katogigosların seçim yolu ile ge meleri, Ermeniler'in çoğunun o
tarafta bulunma sebebi ile bu Katogigosluk diğerlerinden daha çok şöhret bulmuş
ve istanbul Ermenileri de burasını kendilerine merkez tanımışlardı. Eçmiyazin
Kilisesi, Ermeniler'in eski dinî merkezi olması sebebi ile, Sis Katogigosu da
Ermeni mezhebince kutsal sayılan emanetleri yanında bulundurması ve eski
Kato-gigoslar'ın neslinden gelmesi sebebi ile, birbirlerine karşı üstünlük
iddiasında bulunuyorlardı. Kato-gigoslar'ın, kendi bölgelerinde diğer alt
derecedeki ruhanileri seçmek yetkileri bulunmaktadır. Patrik-ler'in ise böyle
bir selâhiyetleri yoktur.
Bugünkü kilise teşkilâtına göre iki Katogigosluk bulunmaktadır: Ermenistan'da
Eçmiyazin Gregor-yen Katogigosluğu, Lübnan'da Antilyas Gregoryen Katogigosluğu
(Kilikya veya Sis Katogigosluğu). Hiyerarşik olarak Eçmiyazin Katogigosu bütün
Ermeniler'in dinî lideri olup, nazarî olarak Antilyas Katogigosu'nun üstü
sayılmaktadır. Ancak, Antilyas Katogigosu tamamen müstakildir. Bunların yanında
iki de Patrikhane mevcuttur. Bunlardan biri, İstanbul Kumkapı Gregoryen Ermeni
Patrikhanesi, diğeri Kudüs Gregoryen Ermeni Patrikhanesi'dir. istanbul'daki
patrikhane, Fatih Sultan Mehmed'in emri ve izni ile kurulmuş, Kudüs'deki
patrikhane ise Osmanlı yönetimini Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferi sırasında
tanımış ve onun izni ile varlığını sürdürebilmiştir.
Ermenilerin büyük kısmının mensup olduğu j mezhebe, Ermeni kilisesinin
esaslarını kuran Gre-gor'un adına izafeten Gregoryen denilmiştir. Hris-itiyan
dünyasında Ermeniler'in millî kiliselerine, I Ermeni Apostolik (Gregoryen)
Kilisesi denilmektedir. Ermeni Kilisesi'ne "millî" sıfatı ise Osmanlı yö-|netimi
Sayfa 59
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
tarafından verilmiştir.
Ermeni Gregoryen Kilisesi, Doğu Kilisesi (Orto-I doks) içinde yer almaktadır.
Bugün, dünyanın bir-I çok ülkesinde Ermeni kiliseleri de bulunmaktadır. [
Gregoryenler, Ortodoks mezhebi akidelerinden ge-[ nelde ayrıldıkları için
Ermeniler, Gregoryen Kilise-I si'nin bulunmadığı yerlerde dinî vecibelerini,
Orto-İ doks Kilisesi'ne giderek yerine getirmektedirler. Bu sebeple, birçok
eserde, Ermeni Gregoryan Kilise-f si'nin adı Ermeni Ortodoks Kilisesi adı ile de
anıl-\ maktadır. Ermeni Ortodoks tabirinden, Ermeni i Gregoryen anlaşılmalıdır.
Netice olarak denilebilir ki, Hristiyan Dünya-| sı'nda siyasî platformda ön
saflara geçmek isteyen i Ermeni Kilisesi, bütün tarihi boyunca terör atmosferini
yaratmış ve büyük Ermenistan'ı yaratabilmek için terörist faaliyetlere karşı
sessiz kalarak, Ermeni teröristlerin eylemlerim zımnen desteklemisti.
Ermenilerin imparatorluk içindeki Statüleri ve Dinî Gruplar
Türkler ile Ermeniler arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi vardır. III. ve
IV. yüzyıllarda Hunlar ve bazı küçük Türk boylarının Ermeniler ile ilişki
içerisinde bulundukları ve bu ilişkilerin Selçuklular döneminde yoğunlaşarak
kökleştiği bilinmektedir.
Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde ve burada yurt edinme faaliyetine
başladıkları dönemlerde, Doğu Anadolu'da herhangi bir Ermeni siyasî teşekkülü
bulunmamakta idi. Selçuklular tarihinin hiçbir döneminde Ermeniler, Bizans'ın
yaptığı gibi tehcire tâbi tutulmamışlar, özellikle dinî inanç ve faaliyetlerine
hiçbir şekilde müdahalede bulunulmamıştır. Bu sebeple Ermeniler, Türkler'i
Bizans'a karşı bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.
Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin ise Orhan Bey (1326-1362) zamanında başladığını
söylemek mümkündür. 1326 yılında Bursa'yı alarak başkent yapan Orhan Bey,
Ermenilerin, Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir cemaat
olarak örgütlenmelerine müsaade etmiş ve Kütah-ya'daki Ermeni ruhanî merkezini
de Bursa'ya nak-lettirmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethinden sonra
Bursa'daki dinî lider Başpiskopos Hovagim, 1461 yılında yeni başkent İstanbul'a
getirilmiş ve bir ferman ile Samatya'daki Sulu Manastır'da Ermeni Patrikhanesi
kurulmuş, böylece Ermenilere hürriyet sağlayan idarî ve dinî imtiyazlar
verilmiştir. Anılan tarihten sonra Ermeniler, "Millet Sistemi" içerisinde,
"Gregoryen Milleti" olarak örgütlenmişlerdi. Mezhep yönünden birlik
göstere-memeleri sebebi ile, millî harslarını koruyamamış, Türkleşmiş hatta dil
olarak bile Türkçeyi benimsemiş bir topluluk olan Ermeniler, XIX. yüzyıl
başlarında "Millet-i Sâdıka" adı ile adlandırılıyorlardı. 1839 yılında Tanzimat
Fermânı'mn yayınlanması ile diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de Türkler ile
aynı haklara ve hatta fazlasına sahip oldukları görülmektedir.
Ermeniler dinî sahada en iyi zamanlarını, 1461-1630 yılları arasında
geçirmişlerdir. 1630'dan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne paralel
olarak, Ermeniler arasında mezhep kavgaları başlamıştır. Bir kısım Ermeniler,
Roma Katolik Kilisesi'ne temayül ederek, 1701-1702 tarihlerinde Katolikliği
kabul ettiler. Nihayet 1831'de Fransa elçisinin tavassutu ile, II.Mahmud, Ermeni
Katolikleri'ni bir cemaat olarak kabul etti. Böylece bir kısım Ermeni, Osmanlı
İmparatorluğu'nda Eçmiyazin ve Sis (Kozan) Katogigoslukları yanında, Roma ve
Fransa'nın politik koruyuculuğu altına düşmüşlerdi. XVIII. yüzyıl, Ermenilik
ruhunun manastırlarda yeniden doğuşu dönemi olarak bilinmektedir. Bu dönemde,
entelektüel din adamları yetiştirmek için okullar açıldı. Mihitarist Mikâel
Çamçiyan'ın, Venedik'te 1784-1786 tarihleri arasında üç cilt olarak Ermenice
basılan, "Ermeni Tarihi", Ermenilerde millî bilinçlenme ruhunu ve hareketini
kamçıladı, genel olarak tarih alanında ilgi uyandırdı.
İngiltere de Ermeni cemaatı üzerindeki çalışmalara katılmış, 1840 yılında
Kudüs'te bir Protestan Kilisesi inşaası için izin aldıktan sonra, bu kilisenin
1845 yılında hizmete girmesini sağlamıştı. Böylece İngilizler de Ermenilere dinî
kanallardan ulaşmayı deniyorlardı. 1846 yılında İngiliz elçisinin muavenet ve
himayesi ile İstanbul'da bir "Protestan Cemaatı İdare Hey'eti" teşekkül etmiş ve
1850 yılında da bir ferman ile bunlar "Ermeni Protestan Milleti" olarak
tanınmışlardı. Bir müddet sonra, İngiltere'nin ardından, Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) ve Almanya da devreye girmiş, gönderdikleri Protestan
misyonerleri ile, İngiliz Elçiliği'nin de yardımları sayesinde, Protestan
mezhebini birlikte yayma çabasına girişmişlerdi.
Böylece, Gregoryen, Protestan ve Katolik Ermeniler, dil ve tarih çalışmalarını
başlatarak Osmanlı İmparatorluğu'nun XIX. yüzyılın ikinci yarısında çok huzursuz
kılacak olan Ermeni milliyetçiliği duygusuna katkıda bulunacaklardı. 1856
Islahat Fermâm'ndan sonra Ermeniler, valilik, genel müfettişlik, elçilik, hatta
bakanlık mevkilerine bile getirilmeye başlanmışlardı. 1856 Islahat Fermam'nın
getirdiği vicdan özgürlüğü ilkesi, din ve mezhep propagandası çalışmalarını
sürdüren dış güçlerin, Protestan ve Katolik misyonerler aracılığı ile mezhep
değiştirmeyi sağlamaya yönelik faaliyetlere hız vermelerine sebep olmuştur.
Sayfa 60
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Misyoner okullarında Ermenilere Ermenice öğretiliyor, tarih ve kültürleri
hakkında dersler veriliyordu. Ayrıca, pek çok zengin Ermeni aileleri çocuklarını
Fransa'ya ve başka Avrupa ülkelerine gönderiyorlardı. Bu gençler orada
milliyetçilik fikirleri ile donamyor ve dönüşlerinde radikal reform taraftarı
oluyorlardı. Böylece, misyonerler sayesinde, Ermeniler arasında millî kültürleri
ile ilgili bir uyanma göze çarpmakta idi.
Osmanlı İmparatorluğu, emperyalist devletlerin nazarında yıkılacak bir devlet
idi. Bu büyük imparatorluğun mirasından her devlet kendisine daha fazla pay
alabilmek için akla hayale gelmeyen politik oyunlar icat ediyordu. Bu sebeple,
Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında kiliseye en büyük yardımı sağlayacaklardır.
İmparatorluğun dağılmasında çıkarları olsun veya olmasın hepsi de din teması
üzerinde durmuşlar, bazıları sırf siyasî amaçlar ile, bazıları da Hristiyan
olduklarından sevaba girmek düşüncesi ile Ermenileri desteklemişlerdir.
İngiltere, Protestan faaliyetlerini yönlendirmekle hem Çarlık Rusya ve
Fransa'nın imparatorluk içerisindeki çalışmalarını dengelemiş, hem de herhangi
bir milletlerarası paylaşma durumunda aslan payını alabilmek için aracı bir
zümre (Ermeniler) meydana getirme imkânına kavuşmuş idi. İngiltere, güdümlü
bağımsız bir Ermeni Devleti'nin Doğu Anadolu'da, Rusya'ya karşı, Osmanlı
Devle-ti'nden daha sağlam bir set çekeceğini sanarak Ermeniliği bir silâh olarak
kullanmaya başlayacaktı. Ancak, Rusya'nın da Ermeni unsuruna, ekonomik <
nüfuzunu yaymak için ihtiyacı vardı.
Netice olarak, İngiltere ile Rusya'nın siyasî ve j ekonomik nüfuz sahalarını
genişletme amaçlan, başka bir ifade ile, İngiliz-Rus rekabeti, mevcut olmayan
bir"Ermeni Meselesi" doğuracaktır. Bu arada, Ermeni Patrikhanesi de, Avrupa
devletlerinin ilgisini Ermeniler üzerine çekme faaliyetine başla- j yacaktır.
İmparatorluk'taki Ermenilere Türklerin Hoş-j görüsü
Doğu Anadolu'da kasabalarda sanat ve ticaret,! köylerde de çiftçilik ile uğraşan
Ermeniler, diğeri gayrimüslim unsurlar gibi askerlik mükellefiyetin-! den
serbest bulundukları için servetlerini ve nüfus! larını devamlı olarak artırarak
Osmanlı toplunu! içinde müreffeh bir tabaka teşkil etmişlerdir. Ermel nilerin
servet sahibi olarak müreffeh bir cemaat hâj line gelmelerine şüphesiz,
tâbiiyetinde olduklarn adaletine sığındıkları Osmanlılar'm sebep oldugı tarihî
bir vakıadır. Osmanlı Devleti'nin topraklaı üzerindeki gayrimüslimlere karşı
adaletli bir ye tim tarzı uyguladıklarında tarihçiler müttefiktirle
Edmond About, "Türkler, dinî hususta dünya] nın en müsaadekâr kavimlerinden
biridir." diyt yazmaktadır.
Tanınmış Alman Türkoloğu F.Giese de, 1914 j hnda "Die Velt Deş islam" dergisine
(BandlI/] Heft 23-24) yazdığı "Türkiye'deki Dinî Müsan ha" hakkındaki
makalesinde özet olarak şunla) yazmaktadır:
"Tolerans mefhumu, Hristiyan memleketlerindi XVI. yüzyıldaki reformlardan sonra
ortaya çıkl son iki asırda hayli yerleşerek, bilhassa 1848'd sonra herkesçe
kabul edildi... Batıda durum böyle iken, Müslümanların Hristiyanlara ve
Yahudilere karşı nasıl muamele edeceği, Kur'an'da tespit edilmiştir... Gerçek
şudur ki, batıda kilise başka inanç-takilere karşı oldukça katı ve müsamahasız
davranırken, Müslümanlar kendi ülkelerindeki gayrimüslimlere tam bir tolerans
gösteriyorlardı. Bu bir gerçektir ve bu yönden İslâmiyet ne kadar övülse
azdır... İslâm hukukunun gayrimüslimlere karşı bu müsamahalı tutumu Türkler
tarafından da tarih boyunca uygulanmıştır. Hatta, Osmanlı İmparator-luğu'nda
zaman zaman Gayrimüslimler için şartlar, Müslümanlarmkinden bile daha iyi
olmuştur.
Bugün, Osmanlı Devleti'ndeki Hristiyanlar, Avrupa'dakiler kadar huzur içinde
yaşamaktadır. 1897 ve 1907 yıllarında Ermenilere yapılan hareketler bir
müsamahasızlığın neticesi olmayıp, büyük devletlerin maşası olarak Osmanlı
idaresine karşı ayaklanması ile ortaya çıkmıştır."
Milletlerarası Hukuk Profesörü M.Philip Mars-hall Brown, 1914 yılında yayınlanan
"Foreigners in Turkey-their juridical Status" adlı kitabında şöyle demektedir:
"En kaçınılmaz gerçek, çok büyük zaferler kazanmış olan Türkler'in,
kendiliklerinden ve cömertçe -fethettikleri yerlerdeki unsurlara-devlet için
hayatî olmayan ve Müslümanlar tarafından kutsal olduğu kabul edilen konularda,
kendi yasa ve âdetlerine bağlı kalmalarına izin vermiş olmalarıdır."
l
Fransız diplomat ve tarihçisi M.Engelhardt da/Turkey and the Tanzimat" adlı
eserinde, Türkiye'deki Gayrimüslimler'in kendi dinî liderlerinin baskısından
rahatsız olduklarını ifade etmekte ve "İllerdeki yönetimin de İstanbul
Patriği'ne bağlandığı devirden itibaren (XVIII. yüzyıl), ilişkileri daha sık
olan paşaların tutumlarından çok, kendi kiliselerinin, kendi liderlerinin
giderek artan zulmüne katlanmak zorunda kalmışlardır." demektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kendi dillerini unutan ve Türkçe konuşan Ermenilerin,
Avrupa kamuoyunda, Hristiyan Türklerden başka bir şey olmadıkları kanaati bile
yer etmiş idi. 1835-1839 yılları arasında Türkiye'de bulunan Helmuth von Moltke
Sayfa 61
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
İstanbul'da, Osmanlı Başkumandanı (Se-raskeri)'nın Ermeni tercümanı ve
ailesinden bahsederken, Ermeniler hakkında şunları yazıyor: "Bu Ermenilere
aslında Hristiyan Türkler demek mümkün, bu hâkim milletin (Türkler'in)
âdetlerinden, hattâ lisânından o kadar çok şey almışlar."
XVIII. yüzyıl sonlarına doğru Polonyalı seyyah Mikoşa, Osmanlı İmparatorluğu'nda
yaşayan Ermenilerin durumlarını şöyle tasvir ediyordu:"Ermeniler'e, Türkler
tarafından, herhangi bir milletten daha çok saygı gösterilmektedir. Onlar,
Rumlardan daha geniş bir din hürriyetine mâliktirler." Mikoşa, Ermenilerin/'eski
âdetlerini" tamamen unutmuş olduklarını izah ettikten sonra devam ediyor:
"Geçmişte kendilerinin ne oldukları üzerinde kat'iyyen düşünmüyorlar...Fikir
bakımından bir ihtilâl plânını kavrayabilecek kaabiliyette değildirler... Hatta,
Osmanlı Devleti'nin çökeceği günün yaklaşmakta olduğu kendilerine söylendiği
zaman, bundan memnun olmadıkları bile görünmektedir."
Mikoşa'nın bu kanaatim paylaşan bir Ermeni ileri geleni olan Mıgırdiç Dadyan da,
1867 yılında kaleme aldığı bir inceleme yazısında Osmanlı rejimine teşekkür
etmekte idi. XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Ermeni toplumunu anlatan bu
yazısında Mıgırdiç Dadyan, Osmanlı Ermenileri'nin tam bir hürriyet içinde,
sosyal kalkınmalarım nasıl geliştirdiklerini şüpheye yer bırakmayan bir şekilde
göstermektedir.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Ermeniler, Osmanlı Devleti'nde,
bu devleti yaratan Türklerden bile daha fazla haklara sahiptiler.
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin İlânı (1863) ve Sonuçlan
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu
daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlar tanıyan ve kendilerini
yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı
ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Ermeniler için
daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu
nizâmnâme, Islahat Fermanı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en
sadık tebaası olarak kabul edilen Ermeniler'e karşı gösterilen bir cemile
(iyilik, güzellik) durumundadır. Osmanlı Hükûmeti'nin muvafakati alınarak
doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu
nizâmnâmede, Ermenilere "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim"
denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu "Millet
Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak
istemişlerdi. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin
idaresinde 26 Episkopos-luk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan
Katolik Ermeniler ise bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil
ediyorlardı. Kagik Ozanyan adlı Ermeni yazan, bu nizâmnâmenin, Ermenilerde
ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu
ifade etmiştir.
Babıâli'nin küçük bazı düzenlemeler ile ilân ettiği 99 maddelik "Ermeni Milleti
Nizâmnâmesi", Ermeni Patrikhanesi'ne Ermeni cemaatını yönetmede geniş yetkiler
tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaata, 140
üyeden müteşekkil bir Genel Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kurma imkânı da
vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından,
40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden
seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında ihdas edilmiş bulunan 14
üyeli Dinî Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasî Meclis (Meclis-i
Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Millî Meclis tarafından
yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisince yapılması
kaydediliyordu. Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile
değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın
mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaatı ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve
Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin
alabileceğim ortaya koymuştur.
Ermenilere, buna benzer bir örgütlenme imkânı da, Çarlık Rusya'da 11 Mart 1836
tarihinde çıkarılan "Pologenia Kanunu" ile tanınmıştır. Ancak, buradaki Ermeni
teşkilâtlanması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki teşkilâta nazaran, daha ziyade
Çar'ın bir kuklası durumuna sokulmuştu.
Böylece, Tanzimat ve Islahat reformları ile bütün gayrimüslim tebaaya tanınan
hak ve imtiyazlardan yararlanan Ermeniler, bu nizâmnâme ile bir çeşit anayasa
haklarına sahip olmuş, bağımsız bir cemaat muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu
geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler, teşkilâtlandılar, okullar açtılar,
gazete ve dergi çıkardılar. Ermenilerin siyasî ve içtimaî varlıkları üzerinde
yeni bir devir açan "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" nden yararlanan Patrikhane, adı
geçen Nizâmnâmenin verdiği serbestlik ile muhtariyet için uğraşmaya hız
vermişti.
Özet olarak, XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin bir "Ermeni
Meselesi" olmadığı gibi, Ermeni tebaasının da Türk yöneticileri ile
Sayfa 62
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
halledemedikleri bir mesele mevcut değildi.
Ermeni Kilisesi ve Ruhanîleri'nin Bağımsızlık Yolundaki Çalışmaları
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"nin 1863 yılında ilânından sonra Patrikler, daha çok
millî ve siyasî cephelerde çalışmaya başlamışlardı. Başka bir ifade ile,
"Diplomat Katogigos" ve "Diplomat Patrik" dönemi başlıyordu. Ermeniler, devlet
tarafından kendilerine verilen haklara dayanarak, imparatorluk içinde bir
"Ruhanî Liderler Ağı" kurma faaliyetine girişeceklerdir. Bu nizâmnâme,
Ermenilerce muhtariyet için bir adım telâkki olunmuş, Lübnan olayları dolayısı
ile vuku bulan Avrupa müdahalesi genişler ise bu müdahalenin kendileri için de
faydalı olacağı ümitleri uyanmış idi. Osmanlı İmparatorluğu'nda bağımsız
Ermenistan için başlatılan isyanlar (1780-1862 yılları arasında) netice
vermemişti. Öyle ise sözde Ermenistan için gayret gerekiyordu.
Üçlü Çete:Mıgırdiç Hırimyan, Nerses Varja-bedyan ve Mateos İzmirliyan
Osmanlı İmparatorluğu içinde muhtar bir Ermenistan kurulması düşüncesinin
şampiyonu Patrik Mıgırdiç Hırimyan (1869-1873)'dır. 1820'de Van'da doğan
Mıgırdiç Hırimyan, 1854 yılında 34 yaşında iken, Akdamar Kilisesi'ne Vartabed
olmuş, böylece kiliseye intisab etmiştir. 1858'de Van'da Varak Manastırı'nda
kurduğu matbaada Ermeni bağımsızlığım güden "Van Kartalı", 1863'te Muş'ta
St.Garabed Manastırı'nda da "Muş Kartalı" adlı gazeteleri neşretmeye
başlamıştır. Vaizleri ile dikkati çekmiş olan Hırimyan, 1869 yılında İstanbul'da
Ermeni Patriği seçilmiştir. Onun Patrik seçilmesi, uyanmakta olan Ermeni millî
menfaatlarının zirveye tırmanması sonucunu doğuracaktır.
Patrik Hırimyan, göreve başlar başlamaz iki esas üzerine çalışmaya başlamıştı:
a. "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"ni tekrar tetkik ve vilâyetlerin arzusuna ve
ihtiyaçlarına göre tâdil ettirmek,
b. İstanbul Ermeniliğinin, meclisin ve hükümetin gözlerini Ermenistan'a
çevirmek.
Hırimyan, Ermeni Millî Meclisinde yaptığı bir konuşmasında, "Ben Ermenistan'ın
acı çeken bir temsilcisiyim. Benden öncekilerin derman aramak için hükümete ne
şekilde başvurduklarını biliyorum. Fakat ben daha etkili, acı bir müdahalede
bulunacağım." demişti.
Hırimyan'm, Ermenileri macera peşinde sürüklemek yolundaki politikasını
beğenmeyen ve geleceklerini Türkiye'ye bağlı kalmakta gören banker, sarraf ve
hükümet memurları ona cephe almışlardı. Nihayet Patrik olarak takip ettiği amacı
elde edemeyen Hırimyan, 1873 Ağustos'unda istifa etti.
Yerine geçen Patrik Nerses Varjabedyan (1874-1884)'m da Hırimyan'ın izinden
yürüdüğü görülmektedir. 1876'da II.Abdülhamid tahta geçmiş ve LMeşrûtiyet ilân
edilmişti. Nerses Varjabedyan, Bulgar Meselesi'ni halletmek için toplanan
İstanbul Konferansı (12 Aralık 1876-20 Ocak 1877) sırasında İngiliz Büyükelçisi
Henry Elliot'a, eski Patrik Hı-rimyan tarafından tertip edilmiş olan Osmanlı
Ermenileri hakkında yapılan sözde baskıları gösteren bir rapor vermiş, fakat
konferansın konusu sebebi ile bu teşebbüsten bir netice alınamamış idi.
Hırimyan zamanında başlayan Patrikhane'nin şikâyet raporları ve müracaatları,
Rumeli Hristi-yanları meselesinden sonra en şiddetli bir safhaya girecektir.
Patrikhane'nin Babıâli'ye ve Avrupa ;. devletlerine verdiği mezâlim raporları,
şikâyetnameler tetkik olunduğunda, bunların çoğunun vilâyetlerde meydana gelen
basit zabıta olaylarından başka birşey olmadıkları görülür. Patrikhane, bir
taraftan sistemli olarak en basit olayı, abartarak hükümete duyururken, diğer
taraftan da bunları, siyasî önemli olaylar şekline sokarak Avrupa devletleri
temsilcilerine vermekte idi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan önce Ermeniler için iki yol görünüyordu:
a. Osmanlı Devleti'ne ve Türklere sadık kalmak,
b. İmparatorluk içindeki diğer Hristiyan toplumların hareketlerim takip ederek
çalışmak ve Av-[rupa devletlerinin müdahalesini sağlamak.
Rusya'nın Balkanlar'da "Pan-Slavizm"i sağla-Jmak amacı ve Osmanlı Devleti'nde
Hristiyanlara zulüm yapılıyor bahanesi ile 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlılar
aleyhine Balkanlar ve Kafkaslar'da başlatmış olduğu savaş, hızla gelişerek
Çarlık ordularının Ayastefanos (Yeşilköy) önlerine gelmeleri ile son bulmuştur.
I. Meşrutiyet Meclisinde,Rusya'mn savaş açtığına dair tebliğ 25 Nisan 1877
tarihinde okunduğu zaman, mecliste büyük bir heyecan meydana gelmiş, Halep'ten
Ermeni milletvekili Manon Efendi, "Biz Ermeni ve Hristiyan olduğumuz münasebeti
ile ilân ederim ki, Rusya'nın himayesine muhtaç değiliz. Rusya'nın öne sürdüğü
himayeyi kat'iyyen kabul etmeyiz ve ona muhtaç da değiliz. Biz hiçbir zaman
Müslüman arkadaşlarımızdan ayrılmadık ; ayrılmayacağız." diyordu.
Patrik Nerses ise İngiltere Dışişleri Bakanı Lord lisbury'e yolladığı 13 Nisan
1878 tarihli bir mek-ubunda: "Ermeniler ile Türklerin bir arada yaşa-arı artık
imkânsızdır. Eşitliği, adaleti ve vicdan özgürlüğünü ancak bir Hristiyan
yönetimi sağlayabilir. Müslüman yönetiminin yerini Hristiyan yönetim almalıdır.
Ermenistan (Doğu Anadolu) ve Ki-likya, Hristiyan yönetimin kurulması gereken
Sayfa 63
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
yerler arasındadır... Türkiye Ermenileri işte bunu istiyorlar... Yani, Türkiye
Ermenistam'nda, Lübnan'da olduğu gibi, güvence altına alınmış bir Hristiyan
yönetim istiyorlar." diyordu.
Patrik Nerses, 17 Mart 1878 günü de, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Layard'ı
ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus
zaferi şimdi durumu değiştirdi, doğuda bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer
siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz."
demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kasdettiğini sorunca, "Van, Sivas, Diyarbakır
ve Kilikya" diye cevap vermişti. Elçinin, "Evet ama bu yerlerin hiçbirinde
çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de, "Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya,
Doğu'da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç
dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz." diye Ermenilerin amacını
açıklamış idi.
Hâlbuki savaşın ilk günlerinde, Patrik Nerses, Padişah'a bağlı bir Osmanlı
yurtseveri olduğunu açıklamıştı. Savaşın son günlerinde, Varjabed-yan'ın
başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus Çarı'na başvurmayı kararlaştırdı.
Çar'a gönderdikleri bir muhtırada, Doğu Anadolu'da Fırat nehrine kadar olan
bölgelerin Türkler'e geri verilmeyip, Rusya'ya ilhak edilmesini, bu olmadığı
takdirde, Bulgaristan'a ve "Bulgar milleti"ne verilecek imtiyazların, "Ermeni
milleti"ne de verilmesini, işgal edilen toprakların boşaltılması hâlinde ise
maddî bir teminât alınmasını ve ıslâhatın tatbik ve tamamlanmasına kadar Rus
işgalinin devam etmesini istiyorlardı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Plevne'nin düşmesinden ve Ruslara İstanbul yolunun
açılmasından sonra Osmanlıların barış istemeleri üzerine 31 Ocak 1878 tarihinde
Edirne'de yapılan mütareke ile sona ermiş, barış şartları ise Ayastefanos
(Yeşilköy )'ta tespit edilmiştir. Mütâreke görüşmelerinin Edirne'de başlaması
üzerine buraya da bir heyet gönderen Nerses Varjabedyan, bu iş için Edirne
Başpiskoposu Kevork Vartabed Rusçukliyan ile Türk murahhas heyetinde görevli
Stefan Aslanyan Paşa ve Hovannes Nuryan Efendiyi görevlendirmişti. Rus murahhas
heyetinde bulunan eski İstanbul elçisi İgnatiyef, Ermeni heyetine, Bulgarlara
verilen hakların kendilerine verilemeyeceğim, fakat gelecekte Ermenilere
bağımsızlık verileceği gün için hazır bulunmalarını bildirdi. Ermeni heyeti,
bütün gayretlerine rağmen Edirne Mütârekesi'nde bir netice alamamış, Ermeniler
ile ilgili bir hüküm elde edememişti.
Nihayet, Ayastefanos'da devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Nerses
Varjabedyan ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas heyeti başkanı, Çar'ın
kardeşi Grandük Nikola ile görüşerek, antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde
koydurmaya muvaffak oldular. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile Rusya
arasında imzalanan ve gayet ağır hükümler taşıyan Ayastefanos Antlaş-ması'nın
16. Madde'sinde geçen "Ermenistan" tâbiri ile böyle bir memleketin varlığı da
Osmanlı Devleti'ne kabul ettirilmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe
girmeyecekti. Çünkü Rusya, Orta Doğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş, bu
durum da Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruma politikasını takip
eden İngiltere'nin hoşuna gitmemiş idi.
Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin'de tâdil edileceği haberim alan Patrik
Varjabedyan, harekete geçerek, toplanacak olan kongreye katılacak bütün
devletler nezdinde yoğun bir faaliyette bulunmaya başlamıştı. Bu amaç
doğrultusunda Beşiktaş Başpiskoposu Horen Nar Bey, Rusya (St.Peters-burg)'ya
giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Horen Nar Bey, Çar'dan,
Osmanlı Erme-nilerini himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde
davalarım savunmasını rica etmişti. Eski Patrik Hırimyan'ın başkanlığında bir
heyet de Avrupa başkentlerini (Roma, Viyana, Paris, Londra) dolaşarak siyaset
adamlarını Ermeni Davası (Hai Tahd)'na kazanmak için propagandaya çıkmıştı. Bu
heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması
için hazırlanan 7 maddeden müteşekkil bir proje bulunuyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan da, bir taraftan Man-çester Ermeni Komitesi Başkanı
Karekin Papaz-yan'a gönderdiği bir mektupta, siyasetlerinin Rusya'ya minnettar
kalarak, .ingiltere'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî
refaha ulaşmak olduğunu belirtiyor, diğer taraftan 30 Haziran'da İstanbul'da
İngiliz Büyükelçisi La-yard'ı tekrar ziyaret ederek projelerini Kongre'ye vermiş
olduklarını ifade ederek, İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu..
Patrik Nerses ayrıca, Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda yaşayan Ermeniler'in nüfusları
hakkında da büyük devletlere, tahrif edilmiş rakamlara ulaşan kilise
istatistikleri göndermiş idi.
Neticede sun'î Mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Madde'si fazla değişikliğe
uğramadan 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahe-desi'nin 61. Madde'si
olarak kabul edildi. Böylece, "Ermeni Meselesi", büyük devletlerin nezaretinde
olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islahat Meselesi" hâlinde tespit
edilmiş olunuyordu. 61. Madde, Ermenilere umdukları bağımsızlık veya Lübnan
Sayfa 64
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
benzeri muhtariyeti sağlamamış, ıslahat (reform) vaadinden başka bir şey
getirmemiş idi. Ermeniler bu durumdan memnun kalmamışlardı. Bu sebeple az sonra,
Ermeniler amaçlarına ulaşmak için Kilise'nin riyasetinde isyan çıkarmak ve kan
dökmek sureti ile Avrupa ve Rusya'nın müdahalesini isteyeceklerdir.
Berlin Kongresi'ne eski Patrik Hırimyan ile birlikte çevirmen-sekreter olarak
katılmış olan Nur-yaz Çer az, 1879 yılında yayınladığı bir broşürde, Berlin
Kongresi'nden elde edilenler ile Ermeni- [ ler'in umutsuzluğa düşmelerine gerek
olmadığını j vurguluyor ve onlara şöyle hitap ediyordu: "Berlin Kongresi ...
ilerde kuracağımız millî binanın (Ermeni Devleti'nin) temellerini de attı...
Avrupa elimize silâhları verdi; paslanmadan önce bu silâhları kullanmalıyız...
Berlin Kongresi ile bir altın madeni elde ettik, bu maden ocağını çalıştırmak ve
altını çıkarmak bize düşer." Görüldüğü gibi broşürde, Ermeniler'e silâhlı eylem
tavsiye edilerek, arkalarında Avrupa devletlerinin bulunduğu belirti' liyordu.
Patrik Nerses Varjabedyan, meselenin ihtilâl ve isyan ile halledilmesi
gerektiğine inanmış ve bunu j hazırlamak için de Patrikhane'de "Islahat Korniş-j
yönü" adı ile bir komisyon kurmuş idi. Bu korniş-1 yon tarafından, İ879 yılı
ortalarında Piskoposlukla-j r a gönderilen genelge, bir cümle ile Ermenileri
is-J yana davet ediyordu. Bu genelgede, vilâyetlerdekil Ermeni din adamlarına
aşağıdaki hususlara riayet| etmeleri isteniyordu.
1. Ermenistan Meselesi'nin yaşatılabilmesi için,! Gregoryen, Protestan, Katolik
ve diğer mezhepleri den olan Ermeniler, bu konuda birlik hâlinde tutul-|
malıdır.
2. Okullardaki çocukların fikirleri Ermenist; Meselesi ile doldurulmalıdır.
Okulu olmayan öğretmen tutmaya gücü yetmeyen köylerde hiç değilse papazlar,
erkek ve kız çocuklarına imza atmasını öğretmelidirler. Ayrıca, şehirlerde ve
köyleri okuma-yazma bilmeyen büyüklere de yazı yazmayi öğretsinler. Hiç olmazsa
imzalarını atabilsinler. [ Zira bu, ileride lâzım olacaktır,
3. Vilâyetlerdeki Ermeni meclisleri ve başkanları, yabancı konsoloslar ile sık
sık görüşüp buluşma-jlıdırlar. Ermenilerin dertleri konsoloslara açıkça
bildirilmeli ve konsoloslar ile tam ve yakın bir ilişki kurulmalıdır,
4. Avrupa, bütün Ermenilerin haklarını gözetir ve arka olur. Avrupa'nın medenî
devletleri buna hazırdır. Hristiyan Ermeniler'in dertlerini duymak ve onlara
derman bulmak, Berlin Kongresi'nin 61. Madde'si gereğidir. Şimdiden biz bu
durumu konsoloslara ispat etmeye çalışarak, Ermenilerin becerikli, namuslu,
bilgiye susamışlığım göstererek, ıslahat ve emniyeti arzuladığımızı kabul
ettirmeliyiz,
5. Her nerede olursa olsun, karşınıza çıkan Avrupalı yolcular, güler yüzle
karşılanıp ağırlanmak, Ermenilerin misafirperverliği gösterilmelidir. Onlara
eski Ermenilik hikâyeleri anlatılarak, Ermeni Davası (Hai Tahd)'na yardımcı
olmaları sağlanmalıdır.
6. Bu hususlar, kilise cemiyetlerine, papazlara ve kilise cemaatına duyurulmak
ve telkin edilmelidir,
7. Osmanlı Devleti, sizin Avrupalı yolcular ile kuracağınız samimî ilişkilere
engel olamayacaktır. Eğer bunun için zulüm ve işkenceye uğranılırsa, mahallî
hükümete ve en yakın konsolosa durum bildirilmeli, Patrikhane'ye de olup
bitenler bütün ayrıntıları ile yazılmalıdır.
Bu sıralarda, İstanbul'da Ermeni Patrik vekili olan Başpiskopos Mateos
İzmirliyan da boş durmuyor, piskoposluklara mektuplar yağdırıyordu. Bu mektuplar
tetkik edildiğinde, Patrikhane'nin ihanet içinde bulunduğu, takip edilen hareket
tarzının, hükümeti çıkmak, yabancı müdahalesini sağlamak ve neticede muhtariyet
elde etmek olduğu görülmektedir.
Sivas vilâyeti, Ermeniler'in üzerinde hak iddia ettikleri "Altı
Vilâyet"(Vilâyât-ı Sitte)'den birisi idi. Başka bir ifade ile kurulması
tasarlanan "Ermenis-tan"m en batıdaki toprakları demekti. Bu sebeple, Ermeni
iddiaları bakımından ayrı bir önem taşımakta idi. Patrikhane'nin devlet
aleyhindeki çalışmalarının Dahiliye Nazırkğı'na rapor edildiği 1881 ve 1882
yıllarına ait şifreli yazılarında, Sivas valisi Hakkı Paşa aşağıdaki hususlara
dikkati çekmektedir:
1. Patrikhane piskoposlara, ihtilâl ve isyan hazırlıklarım gösteren genelgeler
göndermeye başlamıştır,
2. Patrikhane, aklı başında, yaşlı, ihtilâl ve isyanın Ermeniler için çıkar yol
olmadığını, Ermeni milletinin bundan zarar göreceğim kavrayan ve Patrikhanenin
emirlerine uymayan piskoposlar ile papazları işlerinden atarak (bunların
bazılarını öldürtmüştür.), yerlerine genç ve ihtilâlci piskopos ve papazları
tayin etmiştir,
3. Patrikhane, gönderdiği gizli genelgeler ile devletin işi olan nüfus sayımına
girişerek, Avrupa devletlerine "Altı Vilâyet"te çoğunlukta olduklarını gösterme
yolunda çalışmalara başlamıştır,
4. Patrikhane, çeşitli adlar altında (Kıtlıktaki Ermenilere Yardım, Kudüs-ü
Sayfa 65
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Şerif Borçlarının Ödenmesi, vb.), Ermenilerden vergiler alarak, Avrupa basınında
Ermeniler lehine ve Türkler aleyhine geniş ölçüde propagandaya girişmiştir.
Bunun için âdi cinayet olaylarını Ermenilerin katli gibi göstermeye
çalışmaktadır. Gerçekle ilgisi olmayan cinayet haberleri çıkarıyor. Kısaca,
olayları tersyüz ederek yalan ve iftiraya dayalı bir kampanya başlatmıştır,
5. Patrikhane'nin Ermenilerden "yardım" adı altında topladığı yüzbinlerce lirası
(altını) bulunuyordu. Bu paranın bir bölümü ile Rusya'dan Doğu Anadolu'nun her
tarafına sızdırılan silâhlı çeteler, yerli fedailer ile birlikte terör
hareketlerini başlattılar,
6. Papazlar, iki üç yıldan beri, Ermeni okullarındaki küçük çocuklara varıncaya
kadar, bütün Ermenilerin zihinlerini zehirleyerek, hükümet emirlerine saygıyı ve
itaati kökünden yıkmışlardır,
7. Patrikhane, komitelerin kurulmasına öncülük ettiği gibi paraca da büyük
yardımlar yapmaktadır. Komitelerin, Patrikhane'nin idaresinde ve yönetiminde
olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Nerses Varjabedyan'ın 1884'te ölümünden sonra 1885'te, yerine Erzurum Piskoposu
Harutyun Vehabedyan (1885-1888) Patrik seçildi. Vehabed-yan, Mıgırdiç Hırimyan
ve Nerses Varjabedyan'ın takip ettikleri politikayı tasvip etmemiş ve Türkiye
Ermenilerinin durumunun ıslâhı için Avrupa'dan umut ve medet beklemenin
faydasızlığına inanmış idi. Bu sırada, eski Patrik Hırimyan ve arkadaşları
programlarına ve bozgunculuklarına devam ediyorlardı. Diğer taraftan, Ermeni
piskoposları da kendilerine verilen programa (talimata) uygun olarak Doğu
Anadolu vilâyetlerinde faaliyette bulunuyorlar ve Avrupa'nın müdahalesini
sağlamak için, ne yapmak mümkün ise hepsine başvurmaktan çekinmiyorlardı.
Harutyun Vehabedyan, yurt dışında olduğu kadar vilâyetlerde de yavaş yavaş ve
gizli olarak yapılan hazırlıklardan haberdar idi. Bu arada, Kudüs Ermeni
Patriklik Makamı, Patrik Yesayi Karabedyan (1864-1885)'m ölümü ile boşalmıştı.
Bu hadise ve ileride meydana gelebilecek bazı sıkıntıları ve güçlükleri sezen
Harutyun Vehabedyan, Kudüs Patriği olmak için İstanbul Patrikli-ği'ni terk
etmeye karar verdi. Nihayet, kendisi, Bâb-ı Âlf nin istemeyerek onayı ile Kudüs
Patriklik Makamı'na getirildi.
Üç yıl patriklikte kalan Harutyun Vehabed-yan'ın döneminde, Ermeni isyan
komiteleri teşkilâtlarını genişletmişler, Avrupa ve Amerika'da şubeler
açmışlardı. Artık Ermeni milliyetçiliği, başka bir ifade ile muhtariyet isteyen
ihtilâlci hareket, kilisenin yanında, Ermeni İhtilâlci Partileri'ne geçiyordu.
Belli bir etkinlik kazanmış, Avrupa'daki öncülerin modeline göre örgütlenmiş,
kendi yayın organına sahip ilk Ermeni siyasî partisi "Armena-gan", 1895 yılında
Van'da kuruldu. 1887'de ise Ermeniler, Cenevre'de ilk Marksist partilerini
kurdular. Bunlar, daha sonra 1890'da "Hınçak İhtilâlci Partisi" adını
alacaklardır.
Harutyun Vehabedyan'dan sonra yerine, tarafsız bir papaz olarak bilinen İzmit
Manastırı Başra-hibi Horen Aşıkyan (1888-1894) geçti. Bunun zamanında da,
vilâyetlerde çıkan âdi olaylar, oradaki piskoposlar tarafından büyütülüyor,
bunlara istenilen şekil verilerek Avrupa'ya "Türk zulüm ve işkencesi" (!)
şeklinde aksettirilerek, müdahale edilmesi isteniyordu. Diğer taraftan, Rusya'da
Çar'ın, ülkesindeki radikalizmi yok etmek için uyguladığı baskılar sonucu
dağılan Ermenileri birleştirmek amacı ile 1890 yılında Tiflis'te "Ermeni
İhtilâlci Federasyonu" (Taşnak) kuruldu. Artık isyanlar, hiç de rastlantısal
olmayan bir kronoloji ile birbirini izleyecek idi. 28 Haziran 1890 tarihinde,
Erzurum'da kanlı bir isyan çıkartıldı. Bu isyanda binlerce Müslüman kanı
akıtıldı. Bunu, 15 Temmuz 1890 tarihinde Kumkapı Nümayişi, Merzifon, Kayseri ve
Yozgat isyanları takip etti. Komiteciler, istedikleri faaliyeti göstermiyor
kanaati ile Patrik Horen Aşıkyan'a suikast tertip ettiler. Patrik sadece
yaralandı ve bu hadise üzerine istifa etti.
Horen Aşıkyan'ın yerine, Mısır'in eski Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan
(1894-1896), İstanbul Ermeni Patrikliği'ne seçildi. İzmirliyan'ın Patrik
seçilmesi, Hınçaklar'ı sevindirmişti.O, komitelere bağlı ve üye olan memurları
da hizmetine aldı. Kendisi, sadece ihtilâl ve isyan fikrini yaymakla kalmıyor,
hükümetin yaptığı bütün işleri en ağır bir dille eleştiriyor, İngiliz
Büyükelçiliği'ne ve Londra gazetelerine raporlar gönderiyordu.
Mateos İzmirliyan'ın döneminde Ermeni bağımsızlığı için yapılan isyanlar, hemen
her vilâyette süratle yayıldı. Bu isyanlar, II. Abdülhamid'in dirayeti sayesinde
kısa zamanda bastırılmıştı. İngiliz politikasının ilham ettiği ümitlerin boşa
çıktığını gören ve acı bir şekilde hayal kırıklığına uğrayan Ermeniler, artık
Mateos İzmirliyan'dan bıkmışlardı. Ayrıca, daha Patrik seçildiği günden itibaren
onun uzlaşmaz tavrını tasvip etmeyen Ermeni aristokratları ve Bâb-ı Âlî
hizmetindeki yüksek seviyeli memurlar ona istifa etmesini tavsiye ediyorlardı.
İngiltere Büyükelçisi Philip Currie de ondan desteğini çekmiş idi. Hatta, Ayan
Meclisi üyesi Ermeni Abraham Kara Kehya Paşa da, ona, kendisinin artık kendi
Sayfa 66
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
halkına faydalı olamayacağını ve bu sebeple Patriklik Makamı'nda oturmaya devam
edemeyeceğini söylemişti. Bütün bu olumsuzluklar Mateos İzmirliyan'ın istifasına
sebep oldu. İstifa eden İzmirliyan, 1896 Eylül'ünde Kudüs'e gitti. Ancak, II.
Meşrûtiyet'in ilânından sonra İstanbul'a dönebilen İzmirliyan, ikinci defa
olarak Patrik (1908-1909) ilân edilecektir.
Patrik Mateos İzmirliyan'ın istifasından sonra Bursa Piskoposu Mgr.Bartolomeos,
Patrik vekili olarak tayin edildi. Bâb-ı Âlî, İzmirliyan'ın Patrikli- j ği
zamanında mevcut bulunan sivil ve dinî meclis- j lerin yerine, din adamlarından
ve 8 lâik üyeden J müteşekkil bir Karma Meclis'i geçici olarak görevlendirdi. Az
sonra, 26 Ağustos 1896 tarihinde İstan- j bul'da Taşnak Partisi'nin düzenlediği
"Osmanlı j Bankası Baskını" vuku buldu. Artin Dadyan Fa-şa'nın başkanlığında
toplanan Karma Meclis ise bu J sırada, Malakya Ormanyan'ı İstanbul Ermeni
Patri-J ği (1896-1908) olarak seçti. Patrik Ormanyan, II.Ab-j dülhamid'in tahta
çıkışının 25. yıldönümü müna-j sebeti ile, Kumkapı Kilisesi'nde "Allah'a Şükür j
Ayini" yaptı, ayrıca, Ermeniler'in Osmanlı İmpara-j torluğu'na bağlılık
sebeplerini açıklayan konuşma-j sının ardından, Padişah'in iyiliği için dualar
oku-[ du. Osmanlı Hükümeti de Ermenilere daha fazla l güven vermeye ve onların
sadakatini yeniden ka-[ zanmaya koyuldu. Padişahın çıkardığı bir af sol nunda
da, sürgün edilmiş veya hapsedilmiş bütünj Ermeniler serbest bırakıldı.
Ermeni din adamları ise bu dönemde de yıkıaj faaliyetlerini sürdürüyorlardı.
Uğranılan hayal l rıklığı ve ümitsizlik Ermenileri yeni maceralara iti çek ve
yeni hayaller peşine düşürecektir. Nitekim,Adana bölgesi Piskoposu Paul
Terziyan, Ma-raş ve Adana bölgelerini içine alan küçük hayalî bir Ermenistan
Devleti'nin kurulması çalışmalarım başlatacaktır. O, Fransız Hariciye Nazırına
yazdığı 6 Temmuz 1898 tarihli gizli mektubunda, Osmanlı Hükûmeti'ni şikâyet
ederek Fransa'nın himayesinde küçük bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını
öngörüyordu. Ancak, bu teklif II. Abdülhamid tarafından öğrenilmiş ve kesinlikle
reddedilmiştir.
1899 yılında ise Minaz Çer az ile çeşitli yerlerden seçilmiş olan heyetler,
Lahey Barış Konferansı'na müracaat ederek Ermenistan'ın bağımsızlığı yolunda bir
muhtıra vermişlerdi.
Patrikhane tarafından yönlendirilen Ermeni komiteleri de, 1905 yılında Paris'te
yaptıkları bir kongrede, Kilikya (Adana, Maraş ve havalisi)'da bir Ermeni
Devleti kurulmasına karar vermişlerdi. Aslında bu karar yine, haç ve kılıcın
ittifakı idi.
Meşrûtiyet'in İlânı, Kilise-Taşnak-Hmçak İşbirliği, Piskopos Muşeg
23/24 Temmuz 1908 tarihinde II.Meşrûtiyet'in ilânından sonra, ihtilâlci ve
politik mahiyete sahip olan Ermeni komiteleri, Meşrûtiyet'e bağlılıklarını ve
onun korunmasına çalışacaklarını ilân etmişlerdi. Komiteler, yayınladıkları
programlarında da, ihtilâlci görünümlerinden uzaklaştıklarını özellikle beyan
ediyorlar ve Osmanlı Devleti'nin yükselmesi için çalışacaklarını
vurguluyorlardı. Ancak, komiteler az sonra yavaş yavaş eski faaliyetlerine
geçeceklerdi. Komitelerin muhtelif gazetelerinde Meşrûtiyet'in ilk günlerinde
Berlin Antlaşması'nın 61. Madde'sinden vazgeçildiği ilân edilmişken, yine eski
iddialar üzerine yazılar çıkarmaya başlamıştı. Eski hatıraların ihya edildiği,
Ermeni bayraklarının, Ermeni ihtilâl ve isyan telkin eden eserlerin, marşların,
millî şiirlerin, millî piyeslerin ortaya çıktığı görülüyordu. Silâh ithalâtına
büyük önem veren komiteler, en ufak köylere kadar şubelerini genişletip
üyelerinin silâhlanmasına büyük gayretleri ile çalışıyorlardı.
Patrikhane ise bütün varlığı ile tam bir komiteci yatağı olmuştu. Öğretmenler ve
vilâyetlerdeki piskoposlar, uzun bir tetkikten sonra, genç ve müfrit papazlardan
seçiliyor ve bunlar komiteler hesabına çalışıyorlardı. Komiteciler, Ermenilerin
bulunduğu yerlerde hakimiyet ve üstünlük sağlamak için piskoposlukları elde
etmeye gayret sarfediyorlardı. Başka bir ifade ile Ermeni Kilisesi, Meşrûtiyet
sonrasında da terörün içindeki yerini alıyordu.
Bitlis Rus Konsolosu tarafından istanbul'daki Rus Büyükelçisi'ne gönderilen 3
Aralık 1910 tarihli ve 602 numaralı rapor, kilise ile Taşnak mensupları
arasındaki ilişkiyi bütün açıklığı ile gösterir mahi-yettedir.Taşnak
Komitesi'nin Bitlis ve Muş'daki faaliyetlerinden bahsedilmekte olan Rapor'da:
"Muş'un köylerinde, sözde okullar için para toplayan Ermeni İhtilâlcisi Karnik,
Taşnak Komite-si'ne girmeden önce bir papaz idi. Asıl adı, Dacad Vartabed'dir.
Sonra ruhanî kisveyi bırakarak Taşnak Komitesi'ne girmiştir. Bundan sonra, diğer
Ermeni ihtilâlcileri gibi, o da bir takma ad bulmuştur... Şimdi, Karmen adı ile
tanınmaktadır.
Ermeni cemaati ve ruhanî idareleri tarafından temin edilen okullara Taşnak
mensupları, müfettiş sıfatı ile gitmektedirler. Taşnak Komitesi üyelerinin,
Ermenilerin ruhanî işlerine, geçen yıl içerisinde ve bu yılın başlarında
katılmaları önemli bir dereceye çıkmıştır.
Taşnaklar'ın Muş'taki ruhanî işlere müdahaleleri daha fazla hissedilmekte ve
Sayfa 67
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
buradaki ruhanî memurları kendi arzularına göre zorlamaktadırlar.
Taşnaklar'ın, Muş'un dinî işlerine müdahaleleri, Ermeni din adamlarının
vilâyetin diğer bölgelerine gitmeleri hâlinde de kendini göstermektedir. Bir
müddet önce, Muş piskoposu Nerses Karahanyan Bitlis'e geldiği zaman, Karmen
ondan ayrılmaya-rak ona refakat etmiştir. Piskopos nereye giderse, Karmen de
mutlaka onunla beraber bulunmuştur.
Ermeni ruhanîleri ile Taşnak üyelerinin münasebetleri, siyasî ve diğer konularda
tamamen uygunluk arz etmektedir."
Nitekim, 1909 yılında İstanbul'daki "31 Mart Olayı"nın akabinde, devletin geçici
olarak hükümetsiz kalması Ermenilere aradıkları fırsatı vermişti. İşte Adana'da
Ermeni Piskoposu Muşeg'in teşvikleri ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen
Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekerek müdahalelerini sağlamak
ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun'da Hınçaklar'ın da yardımları ile bir
Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılıyordu. 13 gün süren Adana olaylarında
20.000'e yakın Türk ve Ermeni ölmüş, Piskopos Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci
günü İskenderiye'ye kaçmış idi.
Aynı tarihlerde, 29 Mayıs 1909'da, İstanbul Ermeni Patriği Mateos İzmirliyan,
1907 Ekim ayında ölen Eçmiyazin Katogigosu Mıgırdiç Hırimyan'ın yerine
Katogigosluk Makamı'na geçmek için İstanbul'dan hareket ediyordu. Yerine Patrik
olarak Ye-gişe Turyan (1909-1911) getirildi. Az sonra da, Patriklik Makamı'na
Hovannes Arşaruni (1912-1913) seçilecektir.
Piskopos Muşeg'in 1909'da hazırladığı Adana İsyam'ndan 1913 yılına kadar geçen
dört yıllık devre, başta Ermeni kilisesi olmak üzere, komitecilerin, siyasî
görüşmeler, meclislere seçilmeler, yabancı elçiler ve hükümet ileri gelenleri
ile yaptıkları temaslar ve komite toplantıları; isyan bayrağı altına daha çok
komiteci toplamak, zaman kazanmak ve yıpranmış Ermeni ihtilâlciliğini bütün ruhu
ile yeniden canlandırmak amacını taşıyordu.
Osmanlı Devleti'nin seferberlik ilân ettiği günlerde (21 Temmuz 1914), Eçmiyazin
Katogigosu V. Kevork (1912-1930), Rusya'nın Kafkasya Umumî Valisi
Voronçov-Daşkov'a yaptığı riyakârlık ve dalkavuklukla dolu yazılı müracaatında,
Ermenilerin himayesini istiyor, buna karşılık Ruslar ile birlikte Osmanlı
Devleti'ne karşı savaşacaklarını taahhüd ediyordu. Yine aynı gün,
Voronçov-Daşkov, Tiflis'deki Ermeni Millî Konseyi üyeleri, bu arada şehrin
Belediye Başkanı Hadisyan ile görüşüyor ve ona, eğer Türkler'in altı doğu
vilâyeti Ermenilerin yardımı ile ele geçirilirse, burada Ermeni muhtariyetinin
tanınacağını ilân ediyordu. V.Kevork, ayrıca, Katogigosluğun resmî gazetesi olan
"Araraf'ta, bütün Ermenilere hitaben bir beyânname yayınlayarak (Ağustos 1914),
isyan çığırtkanlığı yapıyordu.
1915 yılı ilkbaharının başlarında, yani Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya
Savaşı'na girmesinden altı ay sonra, kilise güdümlü Ermeni çetelerinin Rusya'nın
desteğindeki faaliyetleri şöyle özetlenebilir:
1. Ermeni komiteleri, savaş başlar başlamaz Rus ordusuna katılmayı, onu
desteklemeyi, düşman sınırı geçince onlarla birlikte çarpışmayı planlamışlardı,
2. Seferberlik ilânı üzerine askere gitmeyi reddetmişler, silâhlarını alıp
dağlara çıkmışlardı,
3. Askere gidenler, silâh ve cephaneleri de çalarak kaçmşlar, komitecilerin
emrindeki çetelere katılmışlardı,
4. Doğu Anadolu'nun birçok yerinde gizli komiteler faaliyetlerini arttırmışlar,
bomba imalâthaneleri kurmuşlar, silâh depoları teşkil etmişlerdi,
5. Silâhsız ve müdafaasız îslâm ahali üzerine baskınlar yapılmış, günahsız pek
çok masum vahşice katledilmişti,
6. Resmî binalara, askerlere, jandarmalara tecavüz ve saldırılar gittikçe
şiddetlenmiş, şehit düşen askerlerin sayısı binlerin üzerine çıkmıştı,
7. Çeşitli yerlerde isyanlar başlamış, bilhassa doğuya yaklaştıkça isyan
bölgeleri daha sıklaşır olmuştu,
8. Van'da büyük bir isyan başlatılmış, Rus ordusu ve Ermeniler şehri işgal
etmeden önce ve ettikten sonra katliam yapılmış, Van ahalisinin büyük bir kısmı
öldürülmüştür,
9. Bütün bu hareketlerin başında, Osmanlı Meclisi'ne dahi girmiş bulunan Ermeni
milletvekillerinin, tanınmış komitecilerin, papazların, doktor ve avukatların
bulunduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, Kafkasya ve Doğu Anadolu'da devlete karşı savaşacak"Ermeni
Gönüllü Birlikleri" teşkil edilmişti. Bu amaç için Amerika
BirleşikDev-letleri'nde kurulan "Millî Müdafaa Komisyo-nu"nun üyeleri arasında,
Adana eski Piskoposu Muşeg, Ankara eski Piskoposu Papgen, Kütahya Piskoposu
Papgen Köleseryan, Feriköy ve Üsküdar eski vaizi rahip Dirayr da bulunuyordu.
Komisyonu teşkil eden üyeler, Türkiye'de yıllarca piskoposluk yapmış olan ruhanî
liderlerdi.
"Ermeni Katogigosluk ve Patrikliği Nizâmnâ-mesi"(1916) ile 1918 Nizâmnâmesi'nin
Sayfa 68
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
İlânı
Ermeni Patrikhanesi'nin ülkeyi parçalama yolundaki faaliyetleri, Patrikhane'ye
1863 yılında ; devletçe, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi" ile verilen hakların tadil
edilmesini gerektirmiştir. 10 Ağustos -1916 tarihinde yürürlüğe giren yeni
"Ermeni Kato- , gigosluk ve Patrikliği Nizâmnâmesi" ile biri sırf ruhanî ve
üstün durumda Katogigosluk, diğeri yarı ruhanî, yarı siyasî ve idarî Patriklik
gibi iki makam yerine, bu ikisinin de yetkilerini toplayan tek bir makam,
Katogigosluk-Patriklik Makamı ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinde bulunan iki
Katogigosluk (Sis ve Akdamar) ve iki Patriklik (İstanbul ve Kudüs) kalkmış,
yerlerine tek makam olan Katogigosluk-Patriklik Makamı geçmiş ve onun yeri de
devletin siyasî merkezi İstanbul değil, Hristi-yanlığın dinî merkezi Kudüs
olmuştur. Patrikhane meclislerinde de değişiklik yapılmış, 140 kişilik Genel
Meclis (Millî Meclis-i Umumî) kaldırılmış, yerine 12 kişilik Dinî Meclis
(Meclis-i Ruhanî) ile Karma Meclis kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bu yeni
nizâmnâme ile Eçmiyazin Katogigosluğu'nun ve Rusya'nın Osmanlı Ermenileri ile
ilişkilerini kesmeyi amaçlamıştır. Böylece,Osmanlı Ermenileri Rusya'nın manevî
koruyuculuğundan kurtuluyorlardı. Kudüs Katogigosluğu'nun görev sahası ise bütün
Osmanlı İmparatorluğu'nu kapsıyordu, Böylece, yeni nizâmnâme Ermenilere bir ümit
olarak gösteriliyor, "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az." diye
ders verilmek isteniyordu. Yusuf Hikmet Bayur, Ermeni cemaatının 1863 yılından
beri, bu yeni nizâmnâme gibi bir nizâmnâme ile yönetilmiş olsa idi, dışarıdan
gelen kışkırtmaların daha az tesirli olacağını ve 1915 olaylarının çıkmayacağını
ileri sürmektedir.
Tanin Gazetesi ise 11 Ağustos 1916 tarihli nüshasında, hükümetin Patrikhane ile
ilgili o sıradaki görüşünü belirterek, âdeta devlet içinde devlet sayılan "Millî
Meclis-i Umumî" ile Patrikleri ve rahipleri Ermeni Komiteleri'ne yardımcı
olmakla suçlamaktadır. Anılan nüshada özetle şöyle denilmektedir:
"Patrikhane'ye, bu meclisi kurma hakkı verildiği günden itibaren (1863), Ermeni
meclisi siyasî bir kuruluş hâlini almış, Ermeni partileri kurulmaya başlamış,
propagandalar yapılmış, sokaklarda dövüşler, mecliste gürültüler olmuş, dinî
işler bir tarafa bırakılarak, siyasî programlar ile uğraşılmaya başlanılmıştır.
Bu Ermeni partileri mükemmel ihtilâl programları yapmışlar, kimi İngilizlere
kimi Ruslar'a taraftar olmuş, kimi başlı başına bağımsızlık hülyalarına
kapılmışlardır. Patrikler, makamlarında durabilmek için bu partiler ile
uzlaşmaya mecbur olmuşlar, patrikhane meclisleri de dinî görevlerini bırakıp
siyaset ile uğraşmak zorunda kalmışlardır... Dünyanın hiçbir tarafında böyle bir
meclis bulunamaz... Patrikhane, patriklerin değil, dışarda her türlü yıkıcılığı
yapabilen politikacıların eline düşmüş bulunuyordu. Bu suretle, birtakım
yıkıcılar, bir yandan rahipleri yıkıcılık yapacak adamlardan seçtirmişler, diğer
taraftan da bu rahipler vasıtası ile yıkıcılığa ve örgütlenmeye devam
etmişlerdir."
Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Sava-şı'ndan yenik çıkacak ve İtilâf
Devletleri ile 30 Ekim 1918 tarihinde yaptığı Mondros Mütârekesi hükümlerine
göre toprakları işgal edilecekti. Artık vatanın kurtuluşu ve yeni bir devletin,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması safhası başlayacaktı.
Ermenilerin hukukî durumları hakkında üçüncü bir düzenleme ise Mondros
Mütârekesinden sonra, 11 Kasım 1918 tarihinde kurulan Tevfik Paşa Hükümeti
tarafından yapılmıştır. İttihat ve Terakki Hükûmeti'nin gerçekleştirdiği 1916
yılındaki düzenlemeye tepki olarak, altı madde hâlinde 18 Kasım 1918 tarihinde
yayınlanan ve "27 Ramazan (1) 279/18 Mart 1863 Tarihli Ermeni Katogigos ve
Patrikliği Nizâmnâmesi'nin İlgası Hakkında Nizâmnâme (Lâyiha)" adını taşıyan yen
nizâmnâme ile 1916 Nizâmnâmesi yürürlükten kaldırılmış, böylece Ermeniler tekrar
1863 Nizâmnâmesi'nin hükümlerine tâbi olmuşlardır. Böylece, 1916 Nizâmnâmesi ile
zararlı çalışmaları zapt ü rapt altına alınmış olan Patrikhane, 1863
Nizâmnâmesi'nin tekrardan yürürlüğe konması ile eski faaliyetlerine
başlayacaktır.
Patrik Zaven Efendinin Çalışmaları
Mondros Mütarekesi, Ermenistan kurulması ortamı için önemli bir adım idi. 1918
Nizâmnâmesi hükümlerine uygun olarak 6 Aralık 1918 tarihinde İstanbul'a gelen
Ermeni Patriği Zaven Efendi, bağımsız bir Ermenistan kurulması için bir teşkilât
kurmuş, silâh, mermi ve para yardımlarını toplayarak maddî yönden noksanlarını
tamamlamaya çalışıyor, Rum Patrikhanesi'nden de geniş ölçüde destek alıyordu.
Yoğun bir propaganda ve siyasî faaliyet içinde bulunan Ermeniler, bir Ermenistan
kurulması yolundaki isteklerinin müttefiklerince (İngiltere-Fransa) kabul
göreceğini düşünüyorlardı. Bu sebeple, Türkiye Ermenilerinin temsilcisi olduğu
sıfatı ile Bogos Nubar Paşa, 30 Kasım 1918 tarihinde İtilâf Devletleri'ne
başvurarak, bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasını ve bu bağımsızlığın İtilâf
Devletleri ile Cemiyet-i Akvam'ın himayesi altına konulmasını istemişti. Diğer
taraftan, aynı meselenin gerçekleşmesi hususunda çalışmalarda bulunmak üzere
Sayfa 69
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Patrik Zaven Efendi de, 12 Şubat 1919 tarihinde İstanbul'dan Paris'e ve oradan
da Londra'ya hareket etti. Bogos Nubar Paşa ile de görüşerek onu bazı hususlarda
aydınlatan Zaven Efendi, bir taraftan da Lord Cecil, Lord Curzon ve yardımcısı
Lord Harding ile görüştü, Fransız Chambon ve Yunan Başbakanı Venizelos ile
müzakerelerde bulundu. Ermeniler'in minnettarlığını arzetmek üzere İngiltere
Kralı V. George'u da ziyaret etti. Londra'dan Paris'e dönüşünde ise Fransa
Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşen Zaven Efendi, sonuçtan çok emin
görünüyordu. Ancak Ermeniler isteklerinde, demokgrafik, etnik, politik, ekonomik
ve diğer bakımlardan haklı olup olmadıklarını düşünmüyorlardı.
Ermeniler, Mondros Mütarekesi'nden sonra diplomatik faaliyetlerde bulunmak ve
propagandaya girişmek üzere Paris'e üç ayrı heyet göndermişlerdi. Bunlar, Bogos
Nubar Paşa'nın başkanlığındaki "Avrupa Millî Ermeni Delegasyonu", "Ermenistan
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Avedis Aharonyan'm başkanlığındaki "Ermeni Cumhuriyeti
Delegasyonu" ve Kilikya (Sis) Ermeni Katogi-gosu Paul Terziyan'ın başkanlığında
kurulmuş bir din adamları (ruhanî) Delegasyonu idi. Bogos Nu-bar Paşa ve Avedis
Aharonyan, 26 Şubat 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı'mn "Onlar Şûrası"na
verdikleri muhtıra ile Kafkasya'dan Akdeniz'e ve Karadeniz'den Suriye Çölü'ne
kadar uzanan bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını teklif etmişlerdi. Ancak
özellikle, İngiltere ve Fransa arasındaki bölgeye hakimiyet mücadelesi, konunun
bir müddet daha sürümcemede kalmasına sebep olacaktır.
Ermeni Kilisesi Hakkındaki Yorumlar ve Düşünceler
Gevond Turyan'ın Düşünceleri
Ermeni Kilisesi'nin, Ermenilerin ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile
daha önce belirtmiştik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan'ın haftalık bir Ermeni
dergisi olan Dadjar'da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış
ve 1917 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni
Kilisesi'nin bir itirafnâmesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri'nin,
Patrikha-ne'nin ve Ermeni Cemiyetleri'nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır.
Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı Devleti'nin
yıkılma-sındaki rollerini şöyle açıklamaktadır:
"Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri'nin inkılâp
ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî
merkezler, silâh depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve
yazı ile, kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artık
vaazlarda yüce sözler ve İncil'in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk
yerine isyan; insanlık yerine kin ve intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik
vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler tarafından organize edilmiş
bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı."
"Ne Ermeniler'in en yüksek dinî lideri Eçmiya-zin Katogigosu, ne Ermenilerin
kaderim omuzladı-ğını iddia eden en yüksek Kilise yetkilileri, ne bu ihtilâl
partilerinin yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer
hiçbir otoritenin hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımız
ne açıklayabildiler, ne de kavrayabildiler."
"Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne
tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî hürriyetten istifade ederek Türkiye'nin
toprağında Türkler ile yanyana yaşadılar... Komiteler, gerçekleri inkâr etmişler
ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke
üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmişlerdir."
Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan'ın bu kitabını kasıtlı olarak
kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş
sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yalında
Amerika'ya göç etmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar
eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York'daki Ermeni
Kilisesi'ne bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri
tarafından asılsız davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak
öldürülmüştür.
XX. Yüzyıl Sonlarında Anti-Türk Propagandası ve Kilisenin Teröre Desteği
1919-1921 yıllarında Fransız ve İngiliz kuvvetleri ile birlikte Maraş, Urfa ve
Antep'te Müslüman ahaliye, akla ve hayale gelmeyen baskı ve zulüm uygulayan
Ermenilerin büyük bir bölümü, Ankara Antlaşması'nı müteakip, Fransızlar
tarafından Lübnan'a taşınmışlardı. Böylece Lübnan, Orta-Do-ğu'da geniş bir
Ermeni nüfusuna vatan olmuştu. 1970-1985 yılları arasında, Lübnan'da Türkiye'ye
karşı Ermeni terör örgütlerinin yeniden kurulduğu görülmektedir. Bu örgütler
arasında,ASALA (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu), ASALA-RM
(ASALA-İhtilâlci Hareketi), JCAG (Ermeni soy kırımı Adalet Komandoları) ve ARA
(Ermeni İhtilâlci Ordusu)'yı sayabiliriz.Bu yıllar arasında, Türk ve yabancı
kişi ve kuruluşlarına yöneltilen çok sayıda eylem, anılan terör örgütlerince
üstlenildi. Ayrıca, Eçmiyazin (Ermenistan) ve An-tilyas (Lübnan) Katogigosları
da sözde davalarına destek sağlamak için büyük devletler ile temaslarda
Sayfa 70
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
bulunmuşlardır.
Bazı Ermenilerin, Türkiye aleyhtarı çalışmalarını 1985 yılından sonra terör
ortamından, yoğun bir propaganda ortamına kaydırdıkları görülmektedir. Onlar, bu
propagandalarında, Osmanlı Devleti'nin son yüzyılından miras kalan dinî ve etnik
problemleri, kasıtlı bir şekilde günümüz Türkiye'sinin politikalarına sokmak
gayreti içinde bulunmaktadırlar.
1987 yılında ABD'ye giden Eçmiyazin Katogigosu I. Vasgen, çeşitli eyaletlerde
düzenlenen ayinler ve toplantılar sırasında hitap ettiği Ermeni asıllı
Amerikalılara, "vatana dönüş" temasını işlemiştir. New York, San Francisco ve
Los Angeles'e uğradıktan sonra Kanada'ya geçen I. Vasgen, yaptığı
konuşmalarında, Avrupa Parlamentosu'nun (asılsız) soy kırımı kabul etmesinden
sonra, ikinci aşamada Birleşmiş Milletler'in de aynı konuda karar alması
gerektiğini, soy kırımın tanınmasının, Hristiyan bilincinin ve Hristiyan
adaletinin temel bir konusu olduğunu, bir gün Ağrı Dağı'nın etrafında yeniden
bir araya gelineceği temalarını da işleyerek, Ermeni propagandasmdaki dinî
motife ağırlık vermiştir. I. Vasgen, dinî otoritesini, Sovyetler Birliği'nin
Ermenilik siyasetine uygun olarak ustalıkla kullanan bir Ermeni Katogigosu
olarak temayüz etmiştir.
XX. yüzyılın propaganda tarihi yazıldığında, herhalde en etkili kampanya olarak,
Ermenilerin Türklere karşı açtıkları propaganda savaşı gösterilecektir.
Teröristlerin arkasında, çeşitli Ermeni kuruluşları ile bazı Ermeni
kiliselerinin bulunduğu artık bilinmektedir. Asılsız Ermeni Meselesi, Türkiye'yi
tedirgin etmek yanında, dünyadaki Ermeni millî bilincim ve kileseye bağlılığı
dinç tutmak için devamlı gündeme getirilmektedir. Nitekim, Kuzey Amerika'daki ve
Batı Avrupa'daki Ermeni kiliseleri, 20 yıl önce tenhalaşmış ve yoksullaşmış
oldukları hâlde, şimdi tıklım tıklımdır. İnanılmayacak kadar etkindir. Muazzam
fonlara kavuşmuşlardır. Bu sebepledir ki, Türkiye dışındaki Ermeni kiliseleri,
dine, ahlâka ve insanlığa aykırı olarak, hiçbir zaman Ermeni terörizmini tel'in
etmemişlerdir.
Meselâ, ABD'de Boston yakınlarındaki VVater-town'da yaşayan Ermeni papazı Vartan
Hartun-yan, Ermeni terörü diye bir şeyin varlığını kabul etmemektedir. Bu papaz
için var olan tek şey, yalnızca Ermenilere yöneltilen sözde terördür.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan'ı şehit
eden ve yargılanarak mahkûm olan Lübnan asıllı Hampig Sasun-yan için 21 Kasım
1983 tarihinde California Monte-bello'daki "Kutsal Haç Ermeni Resul Kilisesi"nde
bir "Hampig Gecesi" düzenlendi ve günün anlamını belirtmek için yapılan dinî
töreni "Batı Ermeni Resul Kilisesi" Başpiskoposu Yeprem Tabakyan yönetti.
Terörist katil Hampig Sasunyan'a verilen bu manevî destek, Ermeni kilisesinden
kaynaklanıyordu! Ve işin en ilginç ve kaygı verici tarafı da toplan-tanm dinî
bir kuruluşta düzenlenmesi ve ABD'nin ileri gelen bir dinî lideri tarafından
yönetilmesi idi.
"Ermeni Kutsal Haçı'mn Marifetleri" bununla kalmayacaktı. Nitekim, Lizbon'daki
Türk Büyükelçiliğini 27 Temmuz 1983 tarihinde basan ve baskın sırasında ölen beş
Ermeni teröristi için de, 12 Ocak 1984 tarihinde, Washington D.C.'nin mahallesi
olan Chevy Chase'deki Surp Haç Kilisesi'nde; 21 Ocak 1984 tarihinde Illionis,
Glenview Ermeni Azizler Resul Kilisesi'nde; 22 Ocak 1984 tarihinde Rhode
Island'daki St. Vartanantz Kilisesi'nde ve 29 Ocak , 1984 tarihinde New Jersey
Ridgefield'deki St.Varta-ınantz Kilisesi'nde "Lizbon Beşlisi" için ayinler
düzenlendi. Bu ayinler, Taşnak Partisi tarafından himaye edilmiştir.
Yakın tarihte, 26 Aralık 1994 tarihinde de, Dağlık Karabağ'da Azeri Türklerine
karşı çarpışırken ölen Ermeni kuvvetleri komutanı, ASALA-RM (ASALA-îhtilâlci
Hareketi)'nin lideri terörist Monte Melkonyan'ın ölümünün birinci yıldönümünde,
California, Pasadena'daki St. Gregory Ermeni Kilisesi'nde bir anma töreni
düzenlendi. Törene başkanlık eden Başpiskopos Vahe Hovsepyan, Mal-konyan'ın
sözde kahramanlığından övgü ile bahsetti. Törene, başta Ermeni kilisesi, Ermeni
partileri temsilcileri, Ermeni akademisyenler ve Ermeni basını katılmıştı.
Şaşırtıcı bir durum. Katil bir terörist, kilisenin riyasetinde bir Ermeni
kahramanı hâline getirilmişti!
Ermeni siyasî isteklerinin temelinde yatan sözde "Ermeni Anavatam"m kurtarmak
amacı ile, Türkiye dışındaki Ermeni Kilisesi ve onun desteğindeki Ermeni
partileri, aşağıdaki doğrultuda bir anti-Türk politika sürdürmektedirler.
1. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, yaptıkları Türk ve Kürt katliamına ait
tarihî gerçekleri inkâr etmektedirler.
2. Ermeni Kilisesi ve siyasî partileri, Türklerin Ermenilere soy kırım
yaptıkları iddiasını kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.
3. Ermeni kilisesinin desteğinde terör örgütleri kuran Ermeni siyasî partileri,
Birinci Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi yıkıcı faaliyetlerini
sürdürmektedirler.
4. Bu konuda, kilise kaynaklarını seferber eden Ermeni partileri, terörizm,
Sayfa 71
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
rüşvet ve diğer yıkıcı metodları ile sözde "Ermeni Davası" (Hai Tahd)'na destek
vermeyen diğer milletlere mensup siyaset adamlarını, hükümet yetkililerini,
insan hakları uzmanlarını ve tarihçileri susturmaya gayret etmektedirler.
5. Ermeni kilisesi ve siyasî partileri, bugün Türkiye'de kendi davalarına hizmet
edecek misyon kurmak için çaba sarfetmektedirler.
Türkiye dışındaki Ermeni ruhanîleri ve parti liderleri, yukarıda belirtilen
yollardan istifade ile, milletlerarası diplomatik camianın, asılsız "Ermeni
Meselesi"ni gündemde tutmak için çalışmaktadırlar.
MÜTAREKE VE MÎLLÎ MÜCADELE DONEMİ (1919-1922)'NDE MERSİN VE TARSUS'TA ERMENİ
MEZALİMİ
1. Mütareke Döneminde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi
İşgaller ve Ermeni Lejyonu
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918
tarihinde Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kalmıştı. Aga-memnon
zırhlısında yapılan görüşmelere İngiltere ve müttefikleri adına Amiral Arthur
Calthrope, Osmanlı Hükümeti adına da Bahriye Nazırı Rauf (Orbay) Bey, Hariciye
Müsteşarı Reşat Hikmet Bey ve Genelkurmay subaylarından Sadullah Bey
katılmışlardı. Dört gün süren (27-30 Ekim 1918) ve beş oturumda tespit edilen
mütarekenin en önemli maddeleri 7. ve 24. maddelerdi1. Bu maddelerde,
"Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkması hâlinde
herhangi mühim strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır (7. Madde);
Vilâyât-ı Sitte2'de karışıklık çıkması hâlinde bu vilâyetlerin herhangi bir
kısmım işgal hakkını İtilâf Devletleri muhafaza ederler (24. Madde)" ifadelerine
yer verilmekte idi.
İtilâf Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında aralarında yaptıkları gizli
antlaşmalarla, Osmanlı İm-paratorluğu'nun topraklarını paylaşmışlardı.
Mütareke'den sonra, mütarekenin ilgili maddelerini bahane ederek, Çukurova'nın
boşaltılmasını istediler. Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Cevat Paşa tarafından
İkinci Ordu Kumandanı Nihad Paşa^'ya çekilen telgraftaki işgal haberi
Çukurova'da bomba tesiri yarattı. Buna azınlıklar sevinirlerken, Türkler telâş
ve heyecan içindeydiler. Bu arada Nihat Paşa, Adana'dan ayrılarak Konya'ya
gitmiş, Onikinci Kolordu Kumandam Albay Fahrettin (Altay) Bey de 15 Aralık 1918
tarihinde karargâhı ile birlikte Adana'dan ayrılmıştı.
En son birliklerin Adana'dan çekilmesiyle, gelecek karanlık günlerin dehşeti
bütün ağırlığı ile halkın üzerine çökmüştü. Türklerin ilk devresi, Çukurova'nın
Türklere ait olduğunu ispata çalışmak oldu. Adanalı aydınlar bölgenin nüfus
çoğunluğu ve tarih bakımından Türklüğünü belirten bildiriler yayınlıyorlardı4.
16/17 Aralık 1918 gecesi düşman çıkartma gemilerinin Mersin iskelesine yanaşmaya
başladıkları öğrenildi. İşgal hazırlıklarına başlanmıştı. Nihayet sabah saat
O9'da, bir İngiliz subayının getirdiği yönetime hitaben yazılan mektupta5,
"Mütareke'nin 7.maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre, asayişi sağlamak amacı
ile Kilikya'nın işgaline Mersin'den başlanacağı, çıkarmanın istasyon yakınındaki
iskeleden yapılacağı, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayaca-ğı, işgalin
geçici olduğu, halkın heyecana kapılmama-sı, herhangi bir karşı koyma
sorumluluğunun idare amirliğine ait olacağı" bildiriliyor ve "iskele civan
meydanlığı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve i Amerikan Koleji'nin işgal
edileceği ve gerekli tedbirlerin alınması" isteniyordu.
17 Aralık'ta Albay Romieu'nün komutasında bulunan Fransız birliği Mersin'de
karaya çıktı6. 1500 kişilik birlikte, yalnız 150 Fransız askeri vardı. Geri
kalanlar, Fransızlar tarafından oluşturulan Doğu Lejyonu (Legion d'orient)'na
bağlı Ermeni gönüllüler (Kama-vorlar) idi7. Bunlar iskeleye çıkar çıkmaz,
küfürler savurarak Gümrük Meydanı'na geldiler ve eski Gümrük Binası'mn kapı ve
pencerelerindeki ayyıldızları parçaladılar8.
Tarsus ta, 19 Aralık 1918 tarihinde işgalden kurtulamadı9. 20 Aralık'ta,
Fransa'nın Suriye işgal ordusu komutanı General Hamlin Adana'ya girdi.
Silâhlandırılmış Ermeni fedaileri (Kamavorlar) ise Adana bölgesine
toplanmışlardı. Çukurova'ya akın eden sivil Ermeniler de kasaba ve bucaklara
yayıldılar.
Birleşik Ermeni Cemiyeti ve "Tece Faciası"
Mersin'e Fransız kuvvetleriyle gelen Ermeniler bölgede oturan Ermeni azınlıkla
işbirliğine girişerek teşkilâtlanmışlardı. Bunlar, Fransızların istekleri
üzerine "Ermeni Cemiyeti Müttehidesi" (Birleşik Ermeni Cemiyeti)'ni kurdular. Bu
cemiyetin yöneticileri şunlardı10:
Başkan: Manolyan.
Başkan Yardımcısı: Mıgırdiç Zelveyan.
Guvernörlük11 Mümessili: Kirkor Zelveyan.
Üyeleri: Mardiros Dellelyan, Hagop Şekerciyan, Muhtar Saatçi Artin.
Bunlar toplantılarını Ermeni kilisesinde yapıyorlardı. Merkezi Kırobası
(Mağara)'nda olmak üzere Silifke ve ilçelerinde de şubeler açmışlardı. O
Sayfa 72
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
zamanlar, Silifke, Kırobası ve Mut havalisinde Orta Çağlardan kalma Ermeniler ve
Rumlar vardı1^. Bunlar çoğunluk teşkil etmiyorlar, genellikle el sanatlarıyla
uğraşıyorlardı. Amaçları, Merkezi Haçin (Saimbeyli)13 olarak tasavvur edilen
Ermeni Devleti'nin kurulmasına yardım etmekti14.
Birleşik Ermeni Cemiyeti, Türk köylerine saldırmak için Mersin'de bulunan
Ermenilerden Zeytunlu Arsak Çavuş idaresinde 30 kişilik bir Ermeni eşkıya çetesi
oluşturarak, bunlara Fransız asker elbiselerini giydirip, silâh ve bombalarla
donatıp harekete geçirdi. 18/19 Şubat 1919 gecesi Silifke istikametinde yola
çıkan Ermeni eşkıyası 20 Şubat'ta Tece'ye geldi. Te-ce'yi saran ve halkını köy
meydanında yakılan ateşin etrafında toplayan Ermeni eşkıyası, evlere de girerek
buldukları değerli eşyaları yağmaladılar. Bununla da yetinmeyen Ermeni
eşkıyaları geri çekilirlerken evleri ateşe verdiler ve tepelere çekilerek
Tece'yi kurşun yağmuruna tuttular. "Tece Faciası" adı verilen bu baskın sonunda
birçok masum insan öldürülmüş, yüzden fazla hayvan telef olmuştu. Eşkıyanın
takibine çı-kıldıysa da, takip müfrezesinde bulunan Ermeni ve Hristiyanlar'ın
işi gevşetmeleri ve kasıtlı hareketleri sonunda başarı sağlanamadı.
Bu Ermeni eşkıyası, 23 Şubat 1919 gecesi, Bahçe Mahallesi Yeniköy mevkiinden
Mersin'e girerken yine vahşice katliamlarına devam ettiler.
Fransız birlikleri, deniz kıyısındaki "Taşhan" demlen iki katlı binada
konaklamışlardı.
' Doğu Lejyonu (Legion d'Orient) hakkında geniş bilgi için bkz., Erdal İlter,
"Millî Mücadele' de Doğu Lejyonu (Legion d'Orient)'nun Fransız İşgal
Bölgesindeki Fonksiyonu/' TİTED, Sayı: 3 (Mayıs 1989), s. 419-436; Halil
Aytekin, Kıbrıs'ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Ankara 2000.
Mersin' de alıkonan Ermeni gönüllüleri (Kamavorlar), Taşhan, Araplar köyü ve
Hristiyan Köyü (Osmaniye Mahallesi)'ne yerleştirilmişlerdi.
^ Tarsus'a gönderilen Ermeni birliği, Fransız Cizvit Kız Okuluna
yerleştirilmişti. O günlerde Türk mahallesinde olan bu binanın önünden
geçebilmek, ırz ve namuslarına küfredildiği ve hakaretler yağdırıldığı için
Türkler için bir mesele olmuştu.
Tarsus Olayları
Ermeniler, Fransızlar'ın himayesinden destek alarak Tarsus'da da Türkler
aleyhine çeşitli olaylar çıkarıyorlardı. İşgalden 15 gün kadar sonra Hancı Abdo
(Benli), Fransız Cizvit Kız Okulu'nün önünden geçerken Ermeni askerleri ile
komitacılarının hücumuna uğradı. Süngü ile göğsünden yaralanan Abdo, Fransızlar
tarafından kurtarılarak tedavi altına alındı. Olay şehre yayılınca gençler
silâha sarıldılar ve hükümet konağı önünde toplanarak Ermeniler'in bu
hareketlerini protesto ettiler. Durumun kötüye gittiğini gören Fransızlar,
Türkler tarafından ileri sürülen ve Tarsus Müftüsü Hilmi ile Şuberizâde Hafız
Efendi tarafından kaleme alınan istekleri kabul etmek zorunda kaldılar.
Türklerin bu istekleri şunlardı:
1. Abdo Efendiyi öldürmek kasdıyla yaralayan Ermeni askerinin ve arkadaşlarının
cezalandırılması,
2. Tarsus'taki Ermeni askerlerinin çekilerek yerine, Fransız ve Müslüman sömürge
askerlerinin getirilmesi,
3. Ermenileri himaye eden ve onları kışkırtan Gu-vernör'ün değiştirilmesi.
Bu istekler, Adana'dan gelen Baş Administrateur (Genel Vali) Albay Bremond
tarafından kabul edildi. Guvernör değiştirildi ve yerine Binbaşı Coustillere
getirildi. Ermeni askerlerinin yerini Cezayir ve Tu-nus'lu Müslüman askerler
aldı. Abdo Efendiyi yaralayan Ermeni ve komitacı arkadaşları da cezalandırılmak
üzere mahkemeye verildi. Kasım ayı sonunda başlamış olan Ermeni intikam
hareketleri, Şubat 1919'da o derece korkunç bir ölçüde çoğalmıştı ki, Fransız
askerî komutası Ermeni gönüllülere karşı müdahaleye kendini mecbur görmüştü.
Tarsus Amerikan Koleji müdürü, bütün olaylarda ilk hareketin Ermenilerden
geldiğini ifade etmiştir.
2. Millî Mücadele Dönemi'nde Mersin ve Tarsus'ta Ermeni Mezalimi
Temmuz 1919' daki Clemenceau ve Lloyd George arasındaki Antlaşması'dan sonra,
Suriye ve Kilikya Olağanüstü Komiserliği ve Doğu Orduları Başku-mandanlığı'na
General Gouraud tayin edildi. Mersin İşgal Kuvvetleri Kumandanı ve Guvernörü
Binbaşı Anfre tarafından General Gouraud için bir karşılama ve ağırlama programı
yapıldı. 10 Aralık 1919 tarihinde, General Gouraud ve maiyeti Mersin Gümrük
Merkez İskelesi'nde karşılandılar. Burada Türkler tarafından soğuk karşılanan
Gouraud, Baş Administra-tör Bremond'a hislerini şöyle açıklamıştır: "Türkler ile
iyi münasebet kurunuz, onlara karşı şiddet hareketleri yapmaktan sakınınız.".
Ertesi günü Mersin'den ayrılan General Gouraud'nün Tarsus ve Adana'da da aynı
şekilde Türkler tarafından soğuk bir şekilde karşılandığı, hatta halkın
pencerelerini bile kapadığı görülmüştü. General Gouraud, Çukurova gezisini
tamamladıktan sonra Mersin'den deniz yolu ile ayrıldı. O, Ermenilerin,
Sayfa 73
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Çukurova'da bir Ermeni Devleti kurulması isteklerine sıcak bakmadı. Ermenilerin
bütün sahte gösterilerine rağmen Gouraud, Türklerin durumunu yakından görüp
öğrendiği için bir daha Çukurova bölgesine gelmek lüzumunu duymadı.
Fransızlar'ın baskıları ise gün geçtikçe artıyordu. Can ve mal güvenliği
kalmamıştı. Bölge halkı büyük bir ıstırap içinde kıvranırken Anadolu'dan
yıldırım hızıyla bir ses yükseldi. Mustafa Kemal Paşanın mert ve kahramanca
haykırışı, umutsuzluk içinde bulunan Türkler'in iman ve azmini kuvvetlendirmeye
kâfi gelmişti. Mut, Silifke, Anamur, Gülnar, Ermenek, Mersin ve Tarsus'da
Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları kuruldu.
Sivas Kongresi (4-12 Eylül 1919) tarafından seçilen Heyet-i Temsiliye millî
kuvvetlerin ne suretle kurulacağına dair gizli bir talimat hazırlamış, bunları
ilgili makamlara ve Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtları'na göndermişti. Bu talimat
henüz elde edilmemiş olmasına rağmen Mersin cephesinde, Fransızlar tarafından
silâh aranması bahanesiyle yapılan baskınlar ve Ermeni eşkıya çetelerinin
küstahça hareketleri halkı uyarmıştı. Türklerin bölgedeki hareketleri ağırlık
kazandığı zaman Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol, Mart 1920'de Dışişleri
Bakanlığına çektiği bir telgrafta, Türkiye'de durumun son derece ağır olduğunu
be- j lirttikten sonra, bunun nedenini Fransızların Çukurova'da yüz kızartıcı
davranışlarına bağlamakta, Yunan ve Ermeni propagandasıyla dürüst ve doğru bir
millet olan Türklerin insanlık niteliklerinin karanlıklara j boğulduğunu ifade
etmekte idi15.
Türk kuvvetlerinin baskısı karşısında Fransızlar,! Mayıs 1920 başlarında Ankara
hükümeti ile temas ku-j rarak mütareke yollarını aradılar. Önceleri görüşme-ı
lerden bir sonuç alınamadıysa da Mayıs sonunda, Ge-1 neral Gouraud adına hareket
eden M. Robert de Çakı başkanlığındaki Fransız heyeti Ankara'ya geldi ve 23ı
Mayıs 1920 tarihinde 20 günlük bir ateşkes anlaşmasıl (mütareke) yapıldı16.
Mütareke gereğince, FransızT lar'in Mersin-Adana demiryolu hattının kuzeyinde
bulunan bütün birliklerini bu hattın güneyine çekmesi gerekiyordu. Ancak
Fransızlar, Tarsus'un iki kilometre kuzeybatısındaki "Bağlar" adı verilen
tepelerde mevcut silâhlarla donatılmış 400 kişilik birliğini hattın gerisine
çekmediği gibi, burasını Kuvay-ı Milli-ye'nin kuzeyden Tarsus'a yapacağı
hareketleri de engellemek için tahkim etmişti. Millî Kuvvetler'in Tarsus
bağlarına yaptıkları askerî hareketin başarıyla sonuçlanması ve düşmanın çok
güvendiği ve makinalı tüfeklerle tahkim ettikleri Hacı Talip Çiftliği
(Karako-lu)'nin ele geçirilmesi, Mersin ve Tarsus'taki Fransızların durumunu çok
kötüleştirmişti. Fransızlar burayı kurtarmak ve Adana-Mersin arasındaki
demiryolu ile şose ulaşımını sağlamak üzere büyük bir kuvvetle 27 Temmuz 1920
sabahı Adana'dan Tarsus istikametinde yola çıktılar. Fransızların Adana'dan
Mersin'e gidiş ve dönüşlerinde bir hayli kayıp verdikleri anlaşılmaktadır.
Onların, Mersin'de yedi gün kalmaları ve diğer taraftan, Türklerin de
Fransızların Çukurova'dan gidecekleri propagandasını yapmaları bölge
Ermenile-rini telâşlandırmıştı. Bölgede bulunup, sonradan kitap yazan Faul du
Veou, "La Passion de la Cilicie" (Kilikya Faciası) adlı eserinde Ermenilerin
telâşını şöyle nakletmektedir17:
"Mersin'e girdiğimizi telsizle haber alan General Dufieux, Albay Grasi'yi tebrik
etmek için uçakla oraya geldi. Bununla beraber, şehirler kuşatma altında
kalmakta devanı etti. Zırhlı trenlerin işlemesine demiryollarındaki kesiklikler
engel oldu. Bu nedenle General Dufieux, Karataş'da bir deniz üssü kurdu.
Laure'nin taburu buradan karaya çıkmıştı. Bu çıkıştan sonra çeteler Seyhan ve
Ceyhan nehirleri arasındaki Yüreğir Ovası'ndaki köyleri terkettiler. Fakat Albay
Grasi'nin Mersin'de bir hafta kalmasından Kemalistler faydalandılar.
Çukurova'dan gideceğimiz propagandasını yaptılar. Bunun üzerine Ermeniler'in
lideri Dr. Mihran Damadyan, Beyrut'taki Ermeni Komitesi aşdelegesi Dr.
Malezyan'dan durumu bir mektupla sordu. Aldığı cevap tatmin edici değildi. Bunu
öğrenen Kilikya adındaki Ermeni gazetesinin başyazarı Verazdin, birkaç partizanı
ile Aptioğlu köyünde yerle-; şerek, Fransız mandası altında, kuzey sınırı
demiryo-I lu, doğu ve batısı Ceyhan ile Seyhan nehri olmak üzere
"Kilikya-Mezopotamya Cumhuriyeti"ni ilân etti. Verazdin, aldığımız tedbirlerle
kovuldu. Ancak bundan sonra da ikinci bir Cumhuriyet doğdu. Bütün
Hristiyanlar'ın temsilcileri bir deklarasyon yayınlaya-j rak "Kilikya
Cumhuriyeti"ni kurduklarını bildirdiler. f Dr. Mihran Damadyan, 5 Ağustos 1920
sabahı saat j 10.00'da Ermeni siyasî şefleri ile vilâyete geldi. Cum-huriyet'in
geçici hükümet başkanı olduğunu söyleyerek kabinesi ile Hükümet Konağı'na
yerleşti. Ermeniler, Damadyan'in bu hareketleri alkışladılar. Bremond ise,
Damadyan'ın telefonunu kestirdi ve özel sekreteri Teğmen de Perrien'i göndererek
vilâyetten ayrılmasını istedi. Damadyan ise Ermenilere danışmadan Hükümet
Konağı'nı terk etmeyeceği cevabını verdi. Bunun üzerine Fransız Avcı Bölüğü'nden
erler yollanarak, Bakanları ile birlikte Damadyan oradan atıldı. Bu
uzaklaştırmadan sonra Ermeniler gösteriler yaptılar. Fakat kuvvetlerimiz
Sayfa 74
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
sükûneti sağladılar. Mersin'den çıkış hareketinde 11 ölü ve 5 subay yaralı
vermiştik. 200 asker de Mersin hastahanesine yatırıldı. Dönüşte, bir subayımızı
da Hacı Talip'te kaybettik. Türkler makineli tüfeklerle bize tepelerden kayıplar
verdirmeye çalıştıklarından Albay Grasi'nin kolu sey-rekleşmişti. Böylece
Tarsus'a girdik.".
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Fran-sızlar'ın, şımarttıkları ve
korudukları Ermeni Komite-cileri'nin üzerindeki otoriteleri çok sarsılmıştı.
Fransızlar ile işbirliği yapan Ermeni Komitecileri, savaş ve başka yollarla
Mersin ve Tarsus köylerinde katliam ve tahribat yapmışlardı. Mersin'in
Arpaçsa-karlar köyünden 7 ev tamamen, 4 ev kısmen, Mezitli köyü ise hemen
tamamen yakılmıştır. Yakaköy, Teke, Tece ve Bekirde köyleri kısmen yakılmak
suretiyle tahrip edilmiştir. Tarsus'un Sarı îbrahimli köyünde 60, Evci köyünde
80 ev; Homurlu köyünde 3, Hacı Ta-lip'de 2, Cincioğlu köyünde 6, Sapandere'de 2
çiftlik; Ali Fakılı köyünde 170, Kara Fakılı'da 70, Kulak'ta 30, Naçarh'da 30,
Sayköy'de 30, Kadirlik'te 45, Ulaş'ta 150, Sıraköy'de 15, Çeşmekaşı'nda 5 ev
yakılmış; Ka-yadibi, Çamtepe, Dadalı, Bayramlı, Karayayla köyleri tamamen
yakılmıştır. Ayrıca yine Tarsus'ta Hakkı Bey çiftliği, Ziya Bey çiftliği, Bobuş
Ağalar'm çiftliği, Adil Bey çiftliği, Kargılı'da Duran Efendi çiftliği, Halıdağı
çiftliği tamamen tahrip edilmişti. Kamberhöyüğü köyünden 100, Yenice köyünden
350, Nemiroğlu'ndan 30, Avadan'dan 90, Arıklı'dan 60 ev kısmen tahrip edilmişti.
3. Ankara Antlaşması, Ermenilerin Bölgeden Kaçmaları ve Lozan
Türkler'in yenilmez azmi karşısında başarılı olamayacaklarını anlayan
Fransızlar, anlaşmayı tercih ettiler. 20 Ekim 1921 tarihini taşıyan Ankara
Antlaşması ile batılı devletlerden biri, Fransa, Türkiye Büyük Millet Meclisini
tanımış oluyordu. Fransızlar bu antlaşma ile Çukurova'yı tahliye edeceklerdi.
Daha 3 Ağustos 1920 tarihinde Pierre Loti, "Kuvvetlerimizin Şark'ta Çöküşü"
başlıklı yazısında19, "Bu çöküş, ırkımızın tarihinde siyasetimizin ilk lekesi
olacaktır. Fakat Fransız vicdanı sonunda zaafını anlayacak ve bu yoldan
dönecektir. Çukurova, hakikî Türk namuskârlığımn ko-parılmaz bir parçasıdır."
Türk dostu Pierre Loti'nin ifade ettiği gibi, Fransızlar hatalarını gec.de olsa
anlamışlardı.
Ermeni sempatizanı Arnold J. Toynbee de, Güney Cephesi'ndeki Ermeni olayları ile
ilgili şu dikkat çekici değerlendirmeyi yapmaktadır20: "Fransızlar ordunun
yükünü azaltmak için Kilikya'da kurdukları Doğu Lejyonu'na Ermeni gönüllüleri
katmakla sorumsuz bir politika izlemişlerdir. Fransızlar, Ermenilerin başı bozuk
çeteler kurup, silâhlanmalarına imkân sağladılar...Sonra da acı olaylara seyirci
kalan Fransa, Ermenilerden çok daha fazla suçludur."
Kuvay-ı Milliye'ye taraftar olmayanlar Fransız kıtaları çekilmeden önce,
bölgeden kaçmak için adeta yarış ediyorlardı. Mersin'de 10.000 göçmenin
toplandığı tespit edilmişti. Binlerce Ermeninin Mersin çevresine göç etmesiyle
bulaşıcı hastalıktan korkulmakta idi. Bunun için gerekli tedbirlere önem
verilmişti. Bölgenin Fransızlar tarafından boşaltılması sırasında 120.000'den
fazla Ermeni, Mersin'den deniz ve kara yolu ile Suriye'ye kaçmış, 30.000 kadarı
Kıbrıs'a, Mı-sır'a ve İstanbul'a gitmişti21. Onlar Fransızlar ile birlikte
geldikleri gibi gitmişler, Türklerden kazandıkları ile refah içinde yaşarlarken,
emperyalizmin ve komitecilerin aleti ve kurbanı olmuşlardı.
Artık İtilâf Devletleri, sözde "Büyük Ermenistan" davasından ümitlerini
kesmişler, fakat eski müttefikleri Ermeniler'i Çukurova'da kurulacak ve 500-600
bin Ermeni yerleştirilecek olan "Ocak" veya "Ermeni Yurdu" gibi boş sözler ile
avutmak ve Ermeni hâmiliğinden sıyrılmanın çarelerini aramak istemişlerdi.
Lozan'da da bu yolda gayret göstermişler, ancak netice alamamışlardır22.
Böylece, Millî Mücadele'de dökülen kan ve ter ile, sözde "Ermeni Meselesi",
Lozan Antlaşması ile kesin şekilde kapanmıştır.
Çukurovalıların cesaretleri, kahramanlıkları ile bir destan yarattıkları Millî
Mücadele'yi, yine bir Çuku-rovalı şair Lütfi Oğuzcan, "Kurtuluş Destanı"nda
şöyle dile getiriyordu:
"Mersin, Tarsus, Bahçe, Ceyhan, Osmaniye, Adana,
Saimbeyli şehit ili armağandır vatana,
Mut'la Gülnar, Güzel Oluk, Silifke'yle Mağara, Göz açtırmaz İçelliler hiçbir
vakit düşmana, Çarpışırlar, şehit olur, gömülürler yan yana..."
SONUÇ
Fransızların, Ermenilerin sırtından gerçekleştirmeye çalıştıkları sömürgeci
çabaları, Türkiye Cumhuri-yeti'nin kuruluşu ile suya düşmüştü. Ama onlar
Er-meniler'in yakasını bırakmadılar. Onları önce Hatay'a, Hatay anavatana
kavuşunca da Haleb'e ve Lübnan'a taşıdılar. Ama bugüne kadar hiçbir Ermeni'nin
aklına, Fransa'nın yakasına yapışmak gelmedi.
Aslında, Fransız generalleri ve subaylarının büyük çoğunluğu Ermeni Lejyonu'ndan
bezmişlerdi. Fransa'ya çektikleri mesajlarda, bu lejyona mensup Ermenilerin
sadece intikam hisleri ile davrandıklarını, Türk köylerini yakıp yıktıklarını,
Sayfa 75
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
böylece Fransız aleyhtarlığının süratle yayıldığını bildirmişlerdir. 1920 Ocak
ayının ilk günlerinde Fransız komutanı General Gouraud, Paris'e çektiği
telgraflarda, Ermeni Lejyonu'nun dağıtılmasını, bu lejyona sarfedilen paralara
ve emeklere yazık olduğunu bildirmiş, ancak 17 Ocak 1920 tarihinde seçimi
kaybederek ertesi günü Başbakanlıktan istifa eden Clemanceau'yu ikna edememişti.
Fransızlar, üç yıl aralıksız, "Sizlere bu bereketli topraklarda yeni bir vatan
kuracağız." diye, dünyanın dört bir yanından koparıp getirdikleri Ermenilere, bu
defa, Millî Mücadele sonunda, "Türkler geliyor, katliama girişecekler." sözleri
ile onları peşlerine takarak j sürüklemişlerdir. İşte Suriye ve Lübnan'a
yerleşen Ermeniler, iki-üç kuşak sonra, 1973 yılında, yine bir hayal uğruna,
milletlerarası terörizmin bir temsilcisi ola- j rak yeniden gündeme
geliyorlardı.
TURK-ERMENI KÜLTÜR İLİŞKİLERİNDE MİTOLOJİK BOYUT
Türk - Ermeni Kültür ilişkileri farklı dönem başlıkları altında ele alınırken
şüphesiz normlar da değişecektir. XIX ve XX yy. lar esas alındığında Ermenilerde
cemaat olma dönemi büyük ölçüde geride kalmış, Gregoryen ağırlıklı kilise
kültürü Hayk kavmi ile özdeşleşmiş Ermeni kültürel kimliği olarak mesafe almaya
başlamıştır. Bu dönemin Osmanlı Türk Kültürü ile Ermeni Kültür etkileşiminin
resim, tiyatro, muziki, mimari ve benzeri alanlardaki seyri rahmetli hocamız
Prof. Dr. Nejat Göyünç tarafından ele alınmıştır.1 Halk kültür etkileşimi ise
masal, destan gibi alanlarda incelenmiştir. Bu sahada yapılmış çalışmalardan biz
Prof.Dr. Fikret Türkmen'i anmakla yetinelim.2
Biz bu yazımızda etno-sosyal kültürel etkileşimi mitolojik dönem zemininde ele
almaya çalışacağız. Türklerin islam, Hayk kavminin Gregoryen olmadan evvelki
dönemleri üzerinden günümüze gelebilen halk kültürünün halk inançları boyutu
üzerinde durmaya çalışacağız. Hristiyanlığı, bölgede ilkin Kıpçak Türkleri
benimseyip bölgedeki Türk soylu olmayan halklar Hristiyanlığı bu yolla mı
edindiler? Murat Adji bu kanaattedir.
Bu görüşümü açıklarken M. Adji, "Ermeniler hacın kurtarıcı gücüne inanıyorlardı.
Halbuki onlar o zaman henüz putperest idi. Ama Kıpçakların işaretleri bulunan
bayrakları altında savaştıkları için haçı çok iyi ve yakından
biliyorlardı...Piskopos Grigoris Kıpçaklardan askeri yardım istemeye gelmemişti.
Tanrı inancını öğrenmeye Avrupalılardan ilk olarak Hristiyan Piskoposu Girgoris
gelmiş ve sonra halkını da aydınlatmak istemişti. Aslında Grigoris, Geser'in ve
Erke Han'm yaptıkları faaliyetlere aynen devam etmek istiyordu, ama bu sefer
Avrupa'da", türünden açıklamalar da bulunmaktadır.
Her iki ırkın Türkler ve Ermenilerin (Bu ifade ile Gregoryen inancını benimseyen
ve giderek Ermeni adını olan High toplumunu kastediyoruz.) Hristiyanlı-ğa girme
itibariyle etkileşimde Peter B. Golden'in görüşüne göre Göktengri inançlı Hun
Türkleri Hristiyanlığı Ermenilerden öğrenmişlerdir. Bu konudaki görüşlerini
açıklarken P.B. Golden 535 -537 yıllarında Kuzey Kafkasya'da bir kısım Hun'un
Papaz Kordost önderliğinde Ermeni misyonerlerce vaftiz edildiğini bu arada Hunca
için bir yazı sistemi geliştirdiklerini belirtmektedir4 P.B.Golden'in bu konulu
tespitlerini inanç içerikli boyutu ile yazımızın ileri bölümünde ayrıca ele
alacağız. Biz yazımızda daha ziyade hocamız Prof.Dr. Mehlika Aktok Kaşgarlı'nın
tespitlerini esas alacağız ve halk inançlarından yola çıkarak bir rota
izleyeceğiz. M.A. Kaşgarlı "Anadolu Ermeni Destanlan-Efsaneleri ve Masalları
Kritiği" isimli konumuz itibariyle fevkalade önemli yazısında, bizim için
ulaşılması çok zor olan Avedis Ahoranion'un 1901 yılında Lozan Üniversitesi'nden
yaptığı "Ermeni Gelenek ve inançları (Leş Anciennes Traditions Et Croyances
Armenien-nes) isimli doktora tezini irdelemiştir. Dönemin uzmanı olan kültür
tarihçisi M.A. Kaşgarlı modern batı dillerinin yanısıra Krafar ve Çağdaş
Ermenice'yi de bilmektedir.
Konuyu ortaçağ dönemi ve evveli itibariyle ele alan Aziz Gregorin kimliğinin
Türk olabileceğini de irdeleyen ilk bilim adamı hocamız Prof. Dr. M.Fahrettin
Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu Gregoryen Kültürünün o dönemi üzerinde dururken
dil, abece ve bu arada halk inançları üzerinde de durmuştur.6 Gregoryen ve
müslüman Türklerin halk inançları ağırlıklı olmak üzere genel dini hayatlarının
karşılaştırmasını ayrıntılı olarak yapan bilim adamı ise Hocam Prof. Dr.
Abdu-rahman Küçük olmuştur.7
Halk inançları ile tarih çalışmalarının Ermenilik-Türklük,
Gregoryenlık-îslamiyet, Göktengri inancı-Poganizm itibariyle kavşak noktasında
şu söylenebilir. Günümüz Ermeniler ve Türklerinin bir kısmı bugünkü ulus
kimliklerini edinmeden farklı dönemlerde ara kimliklerle geçiş yaptılar. KıpçakHun döneminden de evvel başlayan bölge Türklüğünü uzun sürecinde High kavmi ve
Ermeniler bu ismi almadan evvel ve sonra eski Türk dininden etkilendiler, bazen
Hristi-yanlığı Türklerden alıp bazen de Ona Hristiyanlığı en-jekte ettiler. XIX
ve XX yy.a gelinirken Gregoryen Cemaat içerisinde Türklerin kaderi Ermeni
Kimliği içerisinde erimek şeklinde tecelli etti. Zira kurumlaşan Ermeniler,
Sayfa 76
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Gregoryenlik adına, siyasî, kültürel, dinî ve eğitsel faaliyetlerde inisiyatifi
ellerinde tutuyorlardı. Bu döneme müteakip isyan eden, iskan edilen ve
Gregoryenlikle özleşen Ermeni kimliği içerisinde Gregoryen Türkün yazgısı
Ermenilerin kaderini paylaşmak oldu. Anadolu'da kalan ve istanbul gibi büyük
merkezlerde toplu yaşama imkanı bulamayan Anadolu'nun Ermeni veya Türk
Gregoryenlerinin kaderi ne oldu. isyan ve Iskan artığı bu insanlar bölgelerinde
gizli Ermeni toplumları teşkil ettiler. Muhtemelen bunlardan bir kısmı
islamlaştılar.
Avedis Ahoranion'a göre, Primitif Arkaik Ermeniler ateşe tapıyorlardı, "ateş,
iyilik ve kötülük prensibine dayanan bir din, antik Iran Zerdüştlük dininin bir
koludur. Dualizme /ikicilik ilkesine göre kurulmuş olan doktrini Avesto'da
toplamış olan Zerdüştlük, Avedis Aharonıan'a göre Ermenilere iran'dan geçmiş
değildir. Hint-Avrupa toplumu olmaları dolayısıyla Ermenilerin etnik
niteliklerinde mevcuttur" Ermenilerin Hint-Avrupa menşeyli bir toplum
olmadıklarım bizzat Ermeni tarihçileri bilhassa sanat tarihçileri izah
etmişlerdir.8
Iran Zerdüşizm'inden ateş ile ilgili inançlar konusunda etkilenmeyen ve Hint
-Avrupa toplumu da olmayan Ermenilerdeki ateş muhtevalı inancın kaynakları
arasında Türk inanç sistemi aranılmaz mı? Bu sistemde od/ateş bir külttür.9
Ateşdeki bu kuvvelerin aklayıcı paklayıcı olduğuna da inanılır. Ateşde ak ve
kara iyeler vardır. Ateş Tanrı değildir, ancak O'na saygılı davranı-lır. Su
dökülerek söndürülmesi gerekse mutlaka besmele ile dökülür. Ateşe tükürülmez,
gece dışarıya ateş verilmez, oda, ateşe, ocağa sacı yapılır. Ak ve Kara iyelerin
dualizm ile iltisakı nedir? Sağlıklı açıklama yapmak kolay değildir. Ancak
birlikte yaşayan iki halktan Türkler Ermeniler'i sadece Türk-Islam inançları ile
etkilemediler. Halk inançları itibariyle de doğal olarak çoğunlukla olan
etkiledi. Bununla beraber biz etkileme üzerinde durmuyoruz. Bize göre zamanla
Ermeni genel adı altında toplanan kesimin bir bölümü Hristiyan olmadan evvel
Türklerle aynı inanç sistemi içerisinde idiler. Benzerliklerin kaynağı bu
olabilir.
M.A. Kaşgarlı Ermeni halk kültürü konusunda; "Ermeni folkloru, Ermenistan tarihi
gibi, Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin milli tarihi ve milli
folklorunun Provincial (Taşra) niteliğinde bir kopyasıdır. Ermeni Folkloru
Kafkasya'da Doğu Türkleri, Gürcü ve Rus, Ortadoğu'da ise Batı Türklerinin
etkisinde ve izindedir demektedir.
A.Ahoranion "Hristiyanlık öncesi Arkaik Ermeni-lerde Kötülük ilâhı şeytan, dev
veya ejder adını ta-şır"diyor. Kaşgarlı ateş kelimesinde olduğu gibi dev
kelimesinin de Ermeniceden yola çıkarak etimolojik tahlilini yapıp Ahoranion'un
yanıldığını izah etmektedir. Dev, Div Türk halk inançlarındaki kara iyelerden
olup, tezahür şekillerine ve fonksiyonlarına göre farklı isimlerle tanınırlar.11
Ahoranıon metnindeki ateş- ışık ilişkisine dair görüşlerini açıklarken, onun
Ermenilerdeki ateş kültünün Hristiyanlığa girildikten sonra Hz. Isa ile ışık
inancıyla birleşmiş olduğu fikrine katılmaktadır.12 Esasen Türk inançlarındaki
Ocak Kültü ayrıca kutsal mekan, kutsal kişinin bulunduğu mekan, suyu veya
toprağı kutsal olan mekan, anlamındadır. Bu şekilde "Ocak" olarak bilinen
ağaçlar vardır. Ayrıca belirli ocakların şifa oldukları belirli hastalıklar
vardır. Hak aşıkları kutlu kişilerdir. Bunlar çok kere ışık olarak bilinirler.
Ulu kişilerin mezarlarına muayyen zamanlarda ışık- nur indiğine inanılır. 13
Gregoryen inançlı Hıgh kavmi kiliselerinin önünde, mezar taşı olarak boynu haçlı
koç - koyun at heykellerinin bulunması, aynı heykellerin doğu Anadolu Türk
mezarlarında tamamen aynı fakat bu defa haç yerine Arap harfleri ile rahmet
içeren ifadelerin bulunması bu iki kültürün geçmişte aynı topluma ait olması
bizi düşündürmüştür. Nitekim bu tespitimizi bizimle paylaşan onlarca literatüre
de rastladık. Aynı taşlan Ortodoks Gürcü coğrafyasında da görüyorduk. Bunlar
taşların üzerindeki tığ, iğne, tarak, teşik gibi kadına işaret eden ve kama,
kılıç, ok, mızrak gibi erkeğe işaret eden kabartmalar içeriyorlardı. Müteakip
ziyaretlerimizde bu taş heykelli mezar taşlarını Karakalpakistan, Kazakistan,
Türkistan gibi Asya Türk bölgesinin müzelerinde de görmeye başladık ve bunları
resimleyip yazılarımızda bunlara yer verdik. Azerbaycan'ın muhtelif kesimlerinde
bunlardan müzelere mebzul miktarda taşınmıştı. Bütün bunlar bize Ulug
Türkistan'dan Kafkasya'ya ve Ön Asya'ya
taşınmış bir halkın maddi kültür unsurları olduklarını gösteriyordu. Bu taş
mezar heykellerini iran'ın Tebris müzesinde ve İrak'ın Erbil bölgesinde
mezarlıklarda da resim çekerek dokümante etmiştik. Esasen Prof. A. Çay bu mezar
taşlarının coğrafyasını tespit edip kitaba dönüştürmüştür.14 Bizim üzerinde
durduğumuz husus, bu mezar taşlarının islamiyet ve Hristiyanlıktan önce Uluğ
Türkistan'da mevcut oldukları bunların ilk yurtlarından Kafkasya ve ön As-yaya
taşınan halklar tarafından yeni bölgelere taşındıkları ve bu halkların
girdikleri yeni dinlerde de varlıklarını sürdükleridir. Bu bilinen hususa anılan
Sayfa 77
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
mezar taşlarının diğer Hristiyan bölgelerinde görülmediklerini de eklemeliyim.
Kafkasya Türklükle, içice geçmiş zaman dilimlerinde Kıpçaklar, Hunlar ve
Hazarlar dönemlerinde tanış olmuştur. Bu mezar taşı mimarisinin hangi Türk boyu
ve boyları tarafından bölgeye taşındığını kesinlikle söylemek zordur. Doğu
Anadolu'yu da kapsadığından daha ziyade hatıra Hazarlar ve Kıpçaklar
gelmektedir. Bununla beraber Hunlar dahil her üç Türk ulusu da bu mimariyi
taşımış olabilir.
Kafkasya'daki bu denli yoğun Türk varlığı Oğuz Türkleri bölgeye gelmeden evvel
ne olmuş olabilirler. Oğuzlar bölgeye ya Müslüman Türkler olarak geldiler ya da
bölgeye Islamiyetin girdiği yıllarda geldiler. Bunların uzantılarını Selçuklular
Beylikler, Iran Anadolu ve Kafkasya Türk devletleri içinde aramak doğaldır.
Semavi dinlerden evvel gelen veya semavi dinlerin zuhur döneminde gelen Hazarlar
gibi olanlar isevi, Musevi ve Muhammedi oldular. Peçenekler ve Hunlar gibi
Semavi dinleri bölgede tanıyan Türk toplumları hangi dini kimliğe girdiler?
Bölgede bu toplumların birlikte getirdikleri Tengricilik inancının derin izleri
var iken, tamamen Tengricilik inancı mensubu olan bir toplum yoktur. Bu Türk
kesimleri doğaldır ki Hristiyan oldular. Bölgenin Ortodoks cemaatını
oluşturdular. Bir kısmı zamanla Gregoryen oldular. Bölgede hâlen Ortodoks Türk
toplumu veya Gregoryen Türk toplumundan bahsedemediğimize göre, Musevi olanlar
bir yana Hristiyanlığı seçenler Gürcüler ve Ermeniler arasında eridiler. Bu iki
toplumun dini kültürünü irdeleyerek bu iddiamızı izleyebiliyoruz.
Peter B.Golben muhtelif kaynaklardan yaptığı tespitlerini açıklarken; "535 veya
537'de, Papaz Kar-dost'un başını çektiği bir Ermeni misyoner takımı Kuzey
Kafkasya Humarının bir kısmını vaftiz etti. Bu olayı nakleden, Süryani kaynağı,
Hunca için bir yazı sisteminin geliştirildiğini de gösterir. 681'de Meç Ku-enak
piskoposu Israyel, Kafkas Albanyası hükümdarı Varaz-Trdat tarafından Kuzey
Kafkasya Hunlarıyla görüşmek üzere gönderildi. O'nun, (şeytanın saptırdığı,
ağaca ibadet hatası ile delirmiş bu kabile) içindeki Hristiyanlaştırma
başarısının hikayesi, Dosxura-ne'i korumuştur. Bu kaynağa göre, onlar yıldırım
veya ateşin yaktığı nesneleri tanrı Kuar'a kurban olarak görüyorlardı. (T'angri
han olarak çağırdıkları dev vahşi bir canavar" at kurban ediyorlardı. Aynı
zamanda ateşi, suyu(belli yol tanrılarını) ayı ve (onların gözünde bir derece
ehemmiyeti olan bütün mahrukatı) sayıyorlardı. Bu haberde (üzüm putlar ve
sunaklarda-ki kirli derili ç'op'ay) hakkında bahisler de bulunur. Bu unsurların
hepsi Türk halklarının uygulamalarına denk gelir. Tangri Xan tabii ki, Altay
halklarının yüce gök ilâhı olan Tengri Han'dır. Büyük ölçüde Hazar döneminden
kalma ve dolayısıyla aidiyeti belirsiz (Hazar veya Hun) olan, başta unvanlar
olarak dil verileri, Kuzey Kafkasya Hunlarının etnik -dilsel aidi-yetleriyle
ilgili bir hüküm vermemize imkan sağlamak için yetersizdir. Bunlar Hazar
devletinin önemli bir parçası olmuşlardır ve 7.yy. sonlarında bile ayrı bir
unsur idiler. Bundan sonra kaynakların görüş alanından çıkarlar.
Kuzey Kafkasya Ermenilerinin bir kısmının da olsa Ermeni misyonerlerce vaftiz
edilmiş olmaları, Gregoryen cemaat içinde yer alıp zamanla Ermeni toplumunun
oluşmasına Hunlar gibi Türk toplumlarının vücut vermiş oldukları hususu bizim
tezimizi doğruluyor.
Ermeni abecesinde Türk ses ve harflerinin yer almış olduğunu Prof. Kırzıoğlu'nun
çalışmalarından biliyoruz. Kastedilen dönem ve faaliyet farklı olsa da bu konuda
Kırzıoğlu ayrıntılı bilgi vermektedir.
A.Küçük, IV.yy.'da henüz Ermeni Alfabesi'nin olmadığını kaynakların ifadelerini
karşılaştırarak izah etmektedir. Bu yüzyılda alfabe ve uygun bir literatürü
olmadığı için Ermeni liturjisi henüz teşekkül etmemiştir.17 Ermeni Alfabesindeki
"B", "E", "î", "DZ", "K", "N", "Ç", "R", "V", "NG" gibi harflerin Türk oyma
yazısından alındığını F.Kırzıoğlu yukarıda ismi geçen eserlerinde
açıklamaktadır.18 Rahmetli hocamız Prof. Dr. î. Kafesoğlu, Ermeni Alfabesinin
Türk yazısı yoluyla meydana gelmiş olabileceği üzerinde durmaktadır.
Kuzey Kafkasya'da Alban - Ermeni ilişkisi ve etkileşimleri üzerinde durulan Türk
- Ermeni Kültür münasebetleri itibariyle ayrı bir önem arzetmektedir. Bu konuda
paylaşılan ortak kanaat; " Tarihi, kültürel, to-ponomik, onamastik ve arkeolojik
bulgular, milattan önceki dönemlerden itibaren Kafkasya'da yaşamakta olan,
Kafkasya'nın otoktan halkı olan ve M.Ö.I. yüzyıldan itibaren Alban adıyla bir
siyasal birlik oluşturan etnik toplulukların Kafkasya'nın otoktan Türk halkı
olabileceği tezini kuvvetlendirmektedir. Albanlar, Güney Kafkasya'nın önemli bir
bölümünü 1000 yıl kadar i hakimiyetlerinde bulundurmuş ve VIII. Yüzyıla kadar
bağımsız yaşamıştır. Bundan sonra ise yukarıda ifade edilen tarihi süreç içinde
önce siyasi bağımsızlıklarını kaybetmiş, müteakiben de mensubu oldukları Gre-j
goryen Kilisesi vasıtasıyla dil ve kültür olarak Ermeni-leştirilmişlerdir.
Gregoryen cemaat kültüründeki Türk j kültür öğelerinin tetkik edilmesi, tarihin
belli bir döneminde Türkler ve Ermeniler tarafından ortaklaşa yaratılan birtakım
kültür değerlerini ve Ermenilerin bu değerleri nasıl Türkler'i yok sayarak,
Sayfa 78
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gerektiğinde sınırdışı ederek, gerektiğinde Albanlar örneğinde olduğu gibi zorla
asimile ederek tek başlarına sahiplendiklerini ortaya çıkartacaktır.
Ağaç ve Orman Türk -inanç sisteminde bir kült oluşturmuştur. Ağaçlardan kayın ve
çam gibi olanlar Türk destan hayatında mitolojik değere sahiptirler. Bazı
ağaçlara kutsiyet atfedilir. Karayların Paltatiymez kutsal ormanlarından "Eben
Ağacı" na dokunulmaz. Hayat Ağacı motifinin derinliklerinde inanç vardır. Birçok
ağacın efsanesi vardır. Muncuk atma Nev-ruz'da gül ağacının altında olur. Özel
haller için ziyaretlerdeki ağacın kavuğundan geçilirken, ulu zatların türbe
ağaçlarına adak bezi asılır. Kutsal Ötügen'de ağaçlar da kutsaldı. Anadolu'da
türbelere ait koruların sahipli olduğuna inanılır. Yapraklarına dahi dokunulmaz.
Yıldırım etrafında da Anadolu'da bir inanç halesi yaşatılmaktadır. Yıldırım
çakınca belirli dualar okunur. Gökten geldiğine inanılır. Tunceli çevresinde
Yıldırım çarpması sonucu hayatını kayıp eden kimsenin mezarı kutsal sayılır,
ziyaret muamelesi görür. Tunceli çevresindeki yıldırım çarpması sonucu yanmış
kurumuş ağaç ziyaret işlemi görür, O'na kimse dokunmaz. Bazı hallerde yıldırım
çarpması sonucu yanan ağaçların kütükleri özel hanelerde kutsal mekan olarak
ziyarete açılırlar. Halk bu türden yerleri muhtelif hacetleri için ziyaret eder.
Ocağa gelince yukarıda belirtildiği gibi o da keza od/ateş iyesi ile ilgili
kabul edilir ve bir kült oluşturulmuştur. Gece ocakta ateş verilmez. Ocag su
dökülerek söndürülmez. Ocağa tükürülmez. Ocağın ateşi kömürü ve külü ile ilgili
inançlar vardır. Ateşe çeşitli saçılar yapılır. Ateşe bakılarak geleceği
okuyanlar vardır. Ateşin yanış şeklini anlamlandıranlar olur. Kaşka-ilerde
damadın otağına ateş baba evinden söndürülmeden götürülür.
At'ın da Türk inanç sisteminde özel konumu vardır. Hamile hanımın doğumu kolay
olsun diye eşiğin önünde Aygır kişnetilir. Gelinin atına çok erkek çocuk
doğurması için erkek çocuk bindirilir. Gelin attan inerken silâh atılır.
Makedonya Türkmenlerinde gelinin eli bereketli olması için ocağı at gemi takılı
halde götürülür. Al karısı hamile kadını basmasın diye yastığının altına at gemi
veya üzengisi konur. Atın yelesi, kuyruk kılı üzengisi, nalı ile ilgili inançlar
vardır. Komutan savaşa giderken atının kuyruğu örülür. Sahibi ölen atın eğeri
ters bağlanılarak mezara indirilir, istanbul'da hasta atların götürüldükleri at
mezarlıkları vardır. Kırgızistan'da Yük beyi olan atlar kutsal sayılır ve onlara
binilmez ve onlara yük taşıtılmaz. Göktürk ve Hunlar kutsal mağaralar ve ulu
tepelerde Atalar ruhu için at kurban ediyorlardı.Ay Göktengri inanç sisteminde
bir kült oluşturmuştu. Günümüzde ne kadarı Budizmden geldiği bilinmemekle
beraber halk arasında yaşayan ayla ilgili inançlar vardır. Cılız çocuklar için
Aylık kesilir. Ay ilk doğunca muayyen dualar okunur. Aya saygısızlık yapılmaz.
Ay tutulunca yapılan özel dua ve uygulamalar vardır.
Biz, evvelce yaptığımız bir çalışmada Hazar Türklerinin ve Gregoryenlerin halk
inançlarını genel Türk halk inançları ile karşılaştırmış bazı müşterekler
bulmuştuk.
M.A. Kaşgarlı bildirisinde, Beatrice Kasbarian'ın XIX. Yüzyılda Ermeni Toplumu
(La Societe Armenien-ne au XIX) isimli eserine de yer vermektedir. Beatrice
kitabında: "Ermeni ailesi, ataerkildir. Aile en büyük erkeğinin yönetimindedir.
Aileye baba bakar, ihtiyaçlarını baba karşılar, kadının çocuğu olmazsa, kısırsa
ailesine geri gönderilir. En büyük beddua "ocağın sönsün" terimidir. Kızlardan
ziyade erkek çocukları makbuldür.
M.K. Kaşgarlı Türk islam aile hayatında görülen bu uygulama ve prensiplerin yüz
yıllarca beraber yaşayan bu iki toplumda çoğunluk azınlığı temelinden
etkileyişinden kaynaklandığını belirtmektedir. Biz de M.K. Kaşgarlı'ya
katılmaktayız. Türk aile tipi de ataerkildir. Ailede otorite babadadır. Baba
yoksa yaş sırasına göre erkek evlatlar yetkili ve sorumludurlar. Büyük kardeş
baba adına söz sahibidir. Erkek evladı olmayan babasız ailelerde, amca aileye
nezaret eder. Aileden gelin götürülürken erkek kardeşin, kız kardeşinin kuşağını
bağlamak gibi görevleri vardır. Erkek kardeşi olmayan gelinin kuşağını amcasının
oğlu bağlar. Evlilikte çocuk önemlidir. Erkek çocuk annesi olmayan, bilhassa hiç
çocuğu olmayan kadınların kocalarının ikinci evlilik yapmaları doğal karşılanır.
Boşama pek olmaz ancak kuma getirilir.28
Türk halk inançlarında Ocak, içerisinde yaşanılan hane, yuva demektedir, "ocağın
şen olsun" "Ocağın yıkılsın" "ocağı sönük" "Ocağın direği" "Kor Ocak" "Ocağına
incir dikmek" ve benzerleri hep bu inancı ve zihniyetin ürünüdür. Rüyasında
ocağının yıkıldığını gören kadının eşinin öleceğine inanılır. "Kor Ocak" veya
"Ocağı bağlı" erkek evladı olmayan hane demektir. Zira Ocak, erkek zürriyet ile
sürer. Ocağına incir dikilen şahsın ailesi dağıtılmış olur. erkek evlat, ocağın
direği olarak tanımlanır. Anadolu ve Türk dünyasının sair kesimlerinde
çocuklarının sayısı sorulan kimse daha ziyade erkek evlatlarının sayısını
söyler.
Irz ile ilgili olaylar en büyük namus davalarıdır. Kan davasının başlıca
sebepleri arasında rıza gösterilmeden kaçırılmak suretiyle evlenilmek
Sayfa 79
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
istenilmesi gelir. Ana ve arvat üzerine yapılan yeminler en büyük yeminler
arasındadır. Gelinler yeni evlerinde "Gelinlik" yaparlar. Gelinlik bazan bir
ömür sürer. Gelinler sabahleyin en erken kalkar ve akşamları en geç yatarlar.
Gelinler "ses saklama" veya "ses sakınma" uygulaması yaparlar. Bu uygulamada
gelin büyüklerin ve kayınlarının yanında konuşmaz. Bu uygulamanın sona ermesi
için "dil açma" merasimi yapılarak geline hediye alınmak suretiyle konuşmasına
izin verilir. Ses saklamanın derinliklerindeki gerçek sesin duyulması suretiyle
kara iyelerin muhtemel zararından korunmaktadır. Halk sufizminde en iyi dilekte
bulunma şekli sessiz dilektir. Kişi gönlü ile konuşabilir. Kalbi dilekler lafzı
dileklerden, dualardan daha makbul sayılır.
Türk halk inançlarında "Baba" bir külttür. Tanrı tarafından kutsanılmıştır.
Hakan, Han, bey ve aile reisi bulundukları toplumun semavi boyutu da bulunan
öğeleridir. Kız babasından istenir. Evlenecek kız için ailede son sözü baba
söyler. Babadan izin alınır. Babaya sorulur. O ocağın reisidir. Saygın hanımlık
kocaya itaatle başlar. Kayın valide ve kayın peder, valide ve peder muamelesi
görürken kayın birader, birader konumundadır.
Bütün bu tespitlerden sonra denebilir ki, Türk ve Ermeni toplumunun halk
kültürleri ve destan hayatları göstermektedir ki, bu iki toplum sadece birlikte
yaşamış olmanın doğal etkileşimi itibariyle bazı halk kültürü değerlerini
paylaşmış olmakla beraber veya biri diğerlerinin dinini seçmek suretiyle onun
kültür dairesine girmekle kalmamış, bazı Ermeniler günümüz Türklüğünün yapı
taşlarından iken bir kısım Ermeniler de Türk soyludurlar.
ATATÜRK'E ATFEDİLEN ERMENİ İDDİALARI
"Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade
dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele,
Kars
Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki
çalışkan halkın dostluk bağlan memnuniyetle tekrar kuruldu."
Mustafa Kemal Atatürk l Mart 1922-TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması
GiRiŞ
Yazar çalışmasında, Ermeniler ve Ermeni yanlısı bir çok kalemin Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e yönelik olarak ortaya
attıkları birtakım iddiaların doğruluğu-yanlışlığı ve bilimsel olup olmadıkları
üzerine bir araştırmayı amaçlamıştır.
Araştırma yöntemi olarak öncelikle Atatürk'e yönelik iddialar tespit edilmiştir.
Bu aşamadan sonra tespit edilen iddialara karşı tez olabilecek veya bahsi geçen
iddiaları destekleyecek materyallerin araştırma safhasına geçilmiştir.
Yapılan kaynak taramasından sonra konu ile ilgili olabilecek ana materyallerin
araştırmasına geçilmiş bunun için arşiv ve kütüphanelerde çalışmalar
yapılmıştır. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde konuyla doğrudan ilgili orijinal
belgelere ulaşılmıştır. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri
ortaya atılan bir takım iddiaların doğru olup olmadıklarını öğrenmek için
incelenmiş ve sonuçları bu çalışmada sunulmuştur.
Araştırmada ortaya çıkan ana bulgularda, Atatürk'e yönelik bir çok iddia
olmasına rağmen bu iddiaların tutarsız olduğudur.
ATATÜRK'E ATFEDİLEN ERMENİ İDDİALARI Atatürk'e Yönelik Birinci İddia
Atatürk'e yönelik iddialar, Ermeniler tarafından değişik platformlarda sık sık
dile getirilmiş ve bunlar propaganda amacıyla ortaya atılmıştır.C-maktadır.)
Konu hakkındaki ilk hata veya kasıt, Paul du Veou adlı Fransız yazarın 1938
yılında Paris'te yayınladığı "Le Desastre d' Alexandrette, 1934-1938" adlı
kitabının 121.ve 122. sayfasının dipnotuna koyduğu ifadeden kaynaklanmıştır.1
Paul du Veou'ya göre Mustafa Kemal 27 Ocak 1920 tarihinde istanbul'da Divan-ı
Harb-i Örfi de şahitlik yapmış ve bu şahitliğinde Türklerin Ermenileri
katlettiğini söylemiştir.
Fransız yazar Paul du Veou, bahsi geçen alıntıyı muhtemelen istanbul'un işgalde
bulunduğu yıl olan 1919-1920'de itilaf devletlerinin denetiminde Ermenilerce
Fransızca olarak çıkartılan Le Bosphore ve La Re-naissance gazetelerinde
"Declaration de Mustafa Kemal" ismiyle yayınlanmış olan gerçek dışı haberden
etkilenerek ve doğru olup olmadığını tahkik etmeden alarak kitabının dipnotuna
koymuştur.
Paul du Veou'nun kullandığı dipnotu daha sonra Ermeni papazı Jean Naslian da
kullanmıştır.
'"Hiçbir zaman ellerini kana bulamamakla iftihar eden Mustafa Kemâl, suçu birkaç
kişiye yükleyerek 28 Ocak'ta divan-ı harb'de aşağıdaki itirafta bulunmuştur'
diyen Naslian, Mustafa Kemal'i daha sonra kurulacak mahkeme üyesi olan ve
gaddarlığından dolayı 'Nemrud Mustafa' 5 ismiyle veya 'Nemrud Mustafa Paşa
Divan-ı Harbi' adıyla anılan 'Süleymaniyeli Mustafa Paşa'yla da karıştırmıştır.
Adı geçen Papaz'ın kitabı basılmadan önce durumu öğrenip söz konusu ifadenin bir
hata olduğu kendisine yine bir Ermeni yazarı, Guerguerian, tarafından ihtar
Sayfa 80
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
edilmiş ve kitaptan çıkarılması gerektiği bildirilmişse de, bu yapılmamıştır.
"Benzer hatalar, bir yıl farkla yani 27 Şubat 1919 veya 28 Ocak 1920 tarihli
olarak daha bir çok Ermeni yazar tarafından tekrarlanmıştır.
"...Yukarıda zikrettiğimiz Guergian'dan sonra yine bir Ermeni yazar, James
Tashjian da, yazdığı makalesinde 'Nemrud Mustafa' ile Mustafa Kemal Atatürk'ün
Ermeni yazarlarınca karıştırıldığını ve bu hata üzerinde ısrar edildiğini
belirtmiştir. Yine New York'ta oturan bir Amerikalı Papaz'da 1967'de Beyrut'ta
yayınlanmış olan Massis haftalığında bu yanlışlığı düzeltici bir makale
yayınlamıştır."
îddia edilen istanbul'daki bu mahkeme şahitliğini çürüten en önemli bir diğer
nokta ise, Mustafa Kemal Atatürk'ün, 27 Ocak 1920'de Ankara'da olmasıdır. Yani
teknik açıdan dahi Mustafa Kemal'in istanbul'da bu mahkemede ifade vermesi
imkânsızdır.6 Mustafa Ke-mal'e atfedilen bu iddiayı çürüten bir diğer husus ise
Mustafa Kemal'in şahitlik yaptığı iddia edilen 27 Ocak 1920'de adı geçen Divan-ı
Harb'in kurulmamış olmasıdır. Mustafa Kemal 27 Ocak 1920'de yukarıda da ifade
edildiği üzere bir çok kişi ile birlikte Ankara'dadır.
Atatürk'e Yönelik İkinci İddia
Mustafa Kemal'e atfedilen diğer bir husus ise güya 1926 yılında Los Angeles
Examiner gazetesine verdiği demeçtir. Bu konu Ermeniler tarafından değişik
yerlerde, yayınlarında tekrarlanmış hatta Ermeni lobisi tarafından ABD
Kongresine taşınmış ve bir propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Örneğin 1985
yılında ABD Temsilciler Mec-lisi'ndeki konuşmasında T. M. Ü. Lehman, Atatürk'ün
soy kırımın meydana geldiğini kabul ettiğini hatta diğer Türklerce de kabul
edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir.8 Benzer bir diğer konuşma ise ABD
Senatosunda Senatör Levin tarafından 1994 yılında yapılmıştır.9 Oysa adı geçen
röportajın tamamıyla düzmece olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkkaya Ataöv tarafından hiçbir kuşkuya yer
vermeyecek şekilde Another Falsification "Statement" (1926) Wrongly Atributed to
M. Kemal Atatürk (Ankara: Sistem Ofset, 1988) adlı eserde kanıtlanmıştır.
Prof. Dr. Ataöv'ün eserinde belirttiği gibi, Atatürk böyle bir beyanatı
vermemiştir. Zira:
1. Atatürk'ün tüm söylev ve demeçleri birden fazla sayıdaki resmi ve yarı-resmi
statüdeki yayınlarca kayıt edilmiştir. Bunlar arasında adı geçen gazetedeki
demeç bulunmamaktadır.
2. Atatürk'ün demeç verdiği öne sürülen Hilderband adlı isviçreli gazetecinin
Türkiye'ye geldiğine dair bir kayıt olmadığı gibi, isviçre resmi makamlarınca
verilen belgelerde bu isimde birinin var olduğuna ilişkin herhangi bir ize
rastlanmamıştır .
3. Atatürk'ün başka yabancı basın kuruluşlarına verdiği demeçler yukarıda anılan
gazetenin iddia ettikleri- j nin tam tersine bilgiler içermektedir.
4. Adı geçen yayın bahse konu olan olayla ilgili ola-' rak birçok kişi ve yer
isimleriyle tarih hataları içermektedir.
Atatürk'e Yönelik Üçüncü İddia
8 Ekim 2000 tarihli Yeni Bin yıl gazetesinde ortaya atılan bir diğer Ermeni
iddiasında ise Mustafa Kemal Atatürk'ün 24 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet
Mec-lisi'nde yaptığı konuşmada, Jön Türk liderlerinin soy kırım politikalarını
kınadığı 11 belirtilmiştir. TBMM'nin açılışının ertesi yani 24 Nisan 1924
Cumartesi günü Mecliste beş (5) celseli bir oturum yapılmış ve bu oturumda
Mustafa Kemal Paşa sadece beşinci celsede konuşma yapmamış, diğer ilk dört
celsede kürsüye çıkarak uzun konuşmalar yapmıştır. Mustafa Kemal Pa-şa'nın
konuşma yaptığı ilk üç celse açık görüşmeler şeklinde olmuş, dördüncü celse ise
gizli olarak yapılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa yaptığı oldukça uzun konuşmalarında Mondros'tan 1920 yılı
Nisan ayına kadar gelişen olayların (siyasi, askeri) genel bir değerlendirmesini
yapmıştır.
Bu oturumda yapılan açık ve gizli celselerde, Mustafa Kemal Paşa'nın bütün
konuşmaları çok dikkatli bir şekilde tetkik edilmiş ancak, 8 Ekim 2000 tarihli
Yeni Bin Yıl gazetesinde bahsedilen şekliyle hiçbir cümleye rastlanmamış, hatta
tam aksine Mustafa Kemal Paşa'nın ittihat ve Terakki düşmanlığı yapılmasını
doğru görmediğine dair sözler sarfettiği, Ermeniler ve Ermeni sorunu ile ilgili
olarak da aşağıda verilen beyanatları açıkladığı görülmüştür.
Cemal Paşa tarafından kendisine çekilen telgrafı okuduktan sonra bu telgrafa
yazdığı cevabı Meclis kürsüsünden okuyan Mustafa Kemal Paşa, ittihatçılık ve
ittihatçılar hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:
"Biz anasırı Gayrimüslime ile itilaf Hükümetinin ma-kasıdı siyasiye tahtında
gördükleri alelitlak ittihatçılık düşmanlığını esas itibariyle doğru görmüyoruz.
Sadece devleti memleketi harabeye çeviren suistimal sahiplerine karşıyız."
Zaten 24 Nisan 1920 tarihli Mustafa Kemal Paşa'nın konuşmaları çok sıkı bir
şekilde tetkik edildiğinde de iddia edilen konuşmayı yapmadığı, aksine konuyla
Sayfa 81
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
ilgili dikkat çekici açıklamalar yaptığı tespit edilmiştir.
Atatürk'e Atfedilen Yeni Bir İddia
Avrupa Parlamentosu'nun Dış ilişkiler Komitesi'nin 22 Kasım 2001 tarihinde
açıklamış olduğu tasarısında 13 Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği adaylığı ile
ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır:
"Türkiye'nin AB üyeliği adaylığı, birliğe bölgede çatışmalar konusunda
Türkiye'nin esnekliğini artırmasını garanti eden özellikle Ermenistan açısından
özel fırsatlar ve nedenler sunmaktadır. Bu hem sınırın kapanması hem de 1915 soy
kırımına bakışı açısından böyledir. Ermeni soy kırımının Avrupa Parlamentosu ve
bazı üye ülkeler tarafından tanınması ve Türkiye'deki rejimin Birinci Dünya
Savaşı'ndan sonra soy kırımdan sorumlu olanlardan bazılarını ağır bir şekilde
cezalandırması Avrupa Birliği'ne sorunun ele alınması için 1915 Ermeni soy
kırımı ile ilgili uluslar arası çok taraflı tarihçilerin bir araya geleceği bir
oluşumun kurulması gibi yapıcı önlemler sunmasına imkân tanımaktadır.
Avrupa Parlamentosu'nun bahsi geçen "Draft" taslağında yukarıda verilen
paragrafına ise şöyle bir dipnot düşülmüştür:
"Soy kırımın tanınması talebi, çoğunlukla Ermeni politikacılar tarafından
yapılmaktadır. Bildirildiği üzere
Kemal Atatürk 10 Nisan 1921'de TBMM'de yaptığı konuşmada Jön Türkler rejiminin
Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenilere karşı soy kırım yaptığını söylemiş
tir..."
Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde böyle bir konuşma yapması
imkânsızdır.
2. IV. 1337 (2 Nisan 1921) ile 30. IV. 1337 (30 Nisan 1921) tarihleri arasında
TBMM'nde on üç (13) oturum yapılmıştır. 1921 yılı Nisan ayı içerisinde TBMM'de
yapılan bütün oturumlar TBMM Zabıt Ceridelerinden okunmuş ve bu oturumların hiç
birisinde-gizli oturumlar da dahil olmak üzere- TBMM Başkanı Mustafa Kemal
Paşa'nın bulunmadığı tespit edilmiş, dolayısıyla da konuşma yapmadığı
görülmüştür. 1(>
Yapılan inceleme sonucunda sadece 21. IV. 1337 tarihli 23. Içtima'm (oturum) 4.
Celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 5/2685 numaralı 3. XI. 1336 tarihli "Vilâyatı
müstahlasa ahalisine verilmiş olan tohumluk zehairin affı" hakkında kanun
lâhiyası gıyabında okunmuş 17 ve yine 28. 4. 1337 tarihli 26. Içtima'm 2.
celsesinde Mustafa Kemal Paşa'nın 27. IV. 1337 tarihli "Âzayi Kiramdan
bâzılarına mezuniyet itasına dair Divanı Riyaset Karari'mn okunduğu 18 tespit
edilmiş, Ermeni-Ermenistan konularında herhangi bir beyanatın olmadığı
görülmüştür.
Avrupa Parlamentosunun böyle bir yanlış beyanı araştırıp incelemeden her ne
kadar taslak rapor dahi olsa resmi kayıtlarına geçirmesi bir bakıma yadırganacak
bir hadise de değildir. Aynı durum ABD Parlamentosunda da sık aralıklarla
kasıtlı olarak Ermeni Lobisi tarafından yapılmaktadır. Örneğin, gazete de çıkmış
bir haber, doğruluğu araştırılmadan Kongreye sunulmakta ve ısrarla kayıtlara
geçirilmesi istenmektedir. 19 Sonra ki yıllarda ise kayıtlara geçirilen bu
haberler, resmî kongre belgesi olarak Ermeni propagandacıları tarafından "kaynak
'Kongre Zabıtlarıdır!'" diyerek kullanılmıştır (-maktadır).
Konuya, Ermeniler tarafından itham altında tutulan Mustafa Kemal Atatürk, kendi
imzasıyla yayınladığı Büyük Nutku'nda şöyle cevap vermiştir.
"Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir
verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe
edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliâmı konusundaki sözler, gerçeğe uygun
değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından
silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları
yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta
insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş'taki
feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve
makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi.
Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte
bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız
namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı.
Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan
Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri
telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamaya-cak bir şekilde ortaya koymakta
idi.
Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan
Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile
karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından
başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek
politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek
nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme
Sayfa 82
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?
Atatürk, olayı sadece sözde bırakmamış Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de
fiiliyatıyla söylemlerini pekiştirici faaliyetler yapmıştır. Şöyle ki, işgal
döneminde ingilizlerin baskısıyla Osmanlı Hükümeti tarafından kurulan Divan-ı
Harbi Örfi'lerde masum oldukları halde idam edilmiş olanların ve Ermeni
teröristlerce şehit edilenlerin geride kalan aile fertlerine Atatürk,
Cumhurbaşkanlığı sırasında sahip çıkmış, onlara ev vermiş ve maaş bağlatmıştır.
1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve
Müfettişlikler
Günümüzde Türk-Ermeni ilişkileri söz konusu edildiğinde sergilenen genel
yaklaşım, 1915 zorunlu iskânını/tehciri sorgulamak şeklindedir. Günümüzde ileri
sürülen tez ve antitezler, genellikle bu tehcir esnasında yaşanılanlara
dayandırılmakta, bu ise tehcirin arka plânının gözden kaçmasına sebep
olmaktadır. Bu tür yaklaşımların ana nedeni Ermeni -Türk ilişkilerinin tarihî
süreçten kopuk olarak ele alınmasıdır. Hâlbuki söz konusu ilişkiler için,
projektörleri tarihin derinliklerine yöneltmek, konuya yaklaşım metodu açısından
oldukça önemlidir.
Osmanlı Devleti'nin, Ermeniler de dahil yönetimi altında bulunan
gayrimüslimlerle olan ilişkilerinin hukukî zeminini Zımmî statüsü
oluşturmaktaydı1. 1821 Mora Rum isyanı, devletin Ermeniler için yeni bir
yaklaşıma zemin hazırlarken, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni oluşumların
tohumu atılmıştı. Esasında Hristiyan unsurlar için idarî-yapısal temel
düzenlemeler Tanzimat (1839)2, Islahat (1856) ve Kanunıesâ-si/Anayasa (1876)
dönemlerinde yapılarak, Ermenileri de kapsayan kanun ve tüzükler yürürlüğe
sokulmuştu3. Bu arada devlet, Sırbistan ve Cebeli Lübnan olayları sonrası, yerel
taleplere bir çözüm olarak yaptığı yeni bir temel düzenlemeyle yerel meclislerin
oluşumuna izin vermişti. Bu yaklaşım çerçevesinde, Mil-let-i Ermeniyân
Nizamnâmesi'ni de yürürlüğe koymuştu (1862). Daha sonra uygulama alanı bulmuş
olan Anadolu Reform programı da (1895) bu kabildendir4. Zira Hükümetin
ilgililere verdiği direktiflerde, çalışmalar esnasında Tanzimat, Islahat ve
Kanuni-esasî hükümlerinin dikkate alınmasına özellikle vurgu yapması, bahsi
geçen düzenlemelerin Ermeni unsurla ilgisini açıkça göstermektedir.
1877 - 1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrası gelişmeler ve öne çıkan iki öğe
Kaynaklara bakıldığında, 1878 sonrası gelişen olaylar bütünü içerisinde
Türk-Ermeni-Avrupalı devletler ilişkisinin farklı ve yeni bir safhaya girdiği
görülmektedir. 1915 zorunlu iskânına kadar devam eden bu süreçte, ortaya çıkan
bazı öğeler, tehcirin esas zeminini oluşturacaktır. Doğu Sorunu'na Ermeni
Meselesi rengini veren 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması (16. madde)
ile bu sorunu uluslar arası arenaya taşıyan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin
Antlaşması (61.madde) problemin çözüm şeklini de belirtmekteydi5, ilgili
maddede: " Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların
gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere
karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen
düzenlemeleri devletlere (ingiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve
italya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin(reförm)
yerine getirilmesini / yürütülmesini gözetleyeceklerdir." denilmekteydi. Bu
antlaşmalar sonrası süreçte, Avrupalı devletlerce ilgili maddelerden kaynaklanan
iki ana öğenin daima ön plâna çıkarıldığı görülecektir.
Avrupa patentli reform projeleri
Bir tür reform programı olan Islahat Fermanı'na esas oluşturan hususların
hazırlanmasında, Avrupalı devletlerin sergilediği metodik tavır, 1878 sonrası
programları için de geçerliliğini koruyacaktı. Buna göre reform programları,
taraftar devletlerce hazırlanmakta ancak, uygulayacak olan devletin de (Osmanlı)
onayı ve yönetim esasları dikkate alındığı izlenimi verilmekteydi.
1878 sonrası projelerinin özelliği, tarif edilmiş belli bölge ( Vilâyât-ı Sitte
) ve belli unsur (Ermeni) için programlanmış oluşu, uygulama şeklinin ise
doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılma-sıydi: Mesela
Salisbury'nin direktifleri doğrultusunda Layard'ın açıkladığı reform programı ve
üç maddelik nota (8 Ağustos 1878)6 ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24
Kasım 1879 7 12 T. Sani 1295)7, yine ingiltere, Fransa ve Rusya'nın müşterek
hazırladıkları kırk maddelik reform programı8 ve on dört maddelik muhtıra (11
Mayıs 1895)9, ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi10 ile 23
Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı11 bu çerçevede
değerlendirilebilir.
Avrupa kaynaklı bu reform projelerinin ana eksenini, uygulanması safhasında
Avrupalı uzmanların istihdamı, denetimin başında ise yine bir Avrupalı Genel
Müfettiş/Komiser'in bulunması şartı oluşturmaktaydı. Bilhassa 1895 tarihli
projenin hazırlanışı ile getirilen öneriler, uygulama için yapılan düzenleme,
yine 1914 tarihli projenin hazırlanışındaki ön gelişmeler doğrultusunda
Sayfa 83
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
yönelilen hedef, söz konusu uzmanlar ve müfettiş konusunun, Avrupalı devletlerce
ne kadar önemsendiğinin göstergesiydi. Çünkü bir iyileştirmenin çok ötesine
geçen amaçlarının gerçekleşmesi buna bağlı bulunmaktaydı.
Söz konusu projeler süreli incelendiğinde, reform konusunun Avrupalı devletlerin
inisiyatifinde ve onların çıkarlarına göre şekillendirildiği görülmektedir. Bu
meyanda, Ermeni Sorunu'na siyasî bir biçim verilirken de, zamanı gelip şartlar
oluştuğunda, siyasî reformlar sayesinde, sınırları çizilmiş coğrafî bölgede
güdümlü muhtar veya bağımsız bir oluşumun şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor.
1912 yılına gelindiğinde ortaya çıkan siyasî gelişmeler, Rusya'nın yine bu
maksatla, doğu vilâyetleri için yeni bir ıslahat/reform programı isteğiyle
harekete geçeceğini gösteriyordu, ittihat ve Terakki Hükümeti bu durumu
kavrayıp, daha önce davranarak bir reform projesi hazırlayıp, reform işini
ingiltere'ye havale etmek üzere harekete geçti12. Hükümetin teklifini önce
olumlu karşılayan ingiliz Hükümeti, daha sonra bu yaklaşımından caydıktan başka,
reform projesinin hazırlanması işini de Rusya'ya bıraktı (12 Kasım 1912)13. Bu,
I. Dünya Savaşı'nın arefesinde In-giliz-Rus ittifakının da önemli bir göstergesi
oluyordu.
Önceki projelerde olduğu gibi bu son projede de yine ön plâna çıkan diğer önemli
bir unsursa, Reform Müfettişlerinin durumlarıdır.
Avrupalı Reform Müfettişi dayatması
Müfettişlik konusu irdelendiğinde, Avrupalı devletlerin Türk Devleti'nin
inisiyatifini elinden almak ve reformların kendi istekleri doğrultusunda
yürütülmesi için, bu hususa büyük önem verdikleri görülür. Diğer
taraftan ise kendi çıkarlarını koruduğunun ve reformu kontrol ettiğinin esaslı
bir göstergesi olacağından, söz konusu müfettişlerin seçim ve tayin şekilleri
Osmanlı Devleti için de hayatî bir konuydu.
Bu konuda Osmanlı Devleti'nin 1856 Paris Antlaş-ması'ndan sonra siyasî baskılara
açık hâle geldiği anlaşılmaktadır. Zira daha o tarihte Rusya, Paris Antlaşması
ve Islahat Fermanı gereği söz konusu olan reformun, yanlızca Türk Devleti'nin
inisiyatifine bırakılamayacağı itirazında bulunmaktaydı. Yine Rusya'nın,
antlaşma ve Islahat Fermanı'nın, Hristiyan halklar lehinde karara bağlanan
şartlarının, Osmanlı Devle-ti'nce uygulanmadığı yönündeki şikâyeti üzerine,
Avrupalı devletler nezdinde durumun kontrolü gündeme gelmiş ve bu hususu
incelemek için Veziriazam Kıbrıslı Mehmet Paşa görevlendirilmişti. Paşanın,
imparatorluğun belli başlı vilâyetlerindeki teftişi üç ay sürmüş ve kendisi
yapılan reformlar hakkında raporlar hazırlamıştı15.
10 Mayıs 1878 senesine gelindiğinde Erzurum, Van, Diyarbekir vilayetleriyle
Mamüretülaziz (Elâzığ) mutasarrıflığının teftişi göreviyle Şûra-yı Devlet Üyesi
Ali Şefik Beyin atanması ise Ayastefanos Antlaşma-sı'nın on altıncı maddesine
bağlı görünmektedir. Mü-fettiş'in başlıca görevi, Ermenilere tecavüz ettikleri
iddia olunan Kürtlerin, varsa tespiti ve etkili bir biçimde cezalandırılmalarına
yöneliktir1^. Berlin Antlaşma-sı'ndan sonra ise ingiltere Hükümetinin,
Anadolu'da uygulanması maksadıyla hazırladığı dokuz maddelik reform projesini
(24 Kasım 1879) denetlemek için, bir Avrupalı müfettişin atanması talebi
üzerine, ingiliz uyruklu General Baker Paşa bu göreve atanmıştı (1880)
1895'te bu defa ortak bir girişimle ingiltere, Fransa ve Rusya'nın, 1878
antlaşmasının altmış birinci maddesine atfen hazırladıkları, kırk maddelik
reform projesinin uygulanması için, yine Avrupalı bir Genel Müfettişin
atanmasını şiddetle istedikleri görülüyor. Fakat II. Abdülhamit'in diplomatik
tavrı karşısında bilhassa, ısrarcı olan ingiliz Hükümeti, tutumunu değiştirerek
Raif, Hasan Fehmi ya da Ahmet Muhtar Paşalardan birinin atanmasına olumlu
bakacağını bildirmekteydi. II. Abdülhamit ise bu teklifi dikkate almayarak,
Yaver-i Ekrem Mareşal Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşayı müfettişlik görevine
getirmiştir (27 Haziran 1895)18. Bu tayin özellikle ingiliz Hükümet Başkanı
Salisbury'nin büyük tepkisine yol açarsa da sonradan durumu kabullenmek zorunda
kalır. Oldukça geniş yetkilerle donatılmış olan Şakir Paşa ve başkanı olduğu
heyet, aynı zamanda Ermenilerle ilgili reform programını yürütmede, beş yıl gibi
uzun bir süre görev yapan müfettişlik heyeti olacaktı (24 Ağustos 1895-18 Nisan
1900)
Bu tarihten sonra 1909 yılına kadar Avrupa kaynaklı bir reform ve ona uygun
Avrupalı müfettiş atanması yönünde herhangi bir teklife şimdilik rastlanamadı.
Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Memduh Paşanın başkanlığını yaptığı ve Anadolu
Reformu esnasında ona bağlı olarak istanbul'da görev yapan Tesrii Muamelât
Komisyonu'nun, 2 Ağustos 1900 tarihine gelindiğinde hâlâ çalışmalarını yürütüyor
olması ise genelleştirilmiş bir reform programıyla ilgisi bulunmasın-dandı (26
Ekim 1896-?)20.
II. Abdülhamit'in idareden uzaklaştırılmasından hemen sonra Avrupalı devletlerin
Vilayât-ı Sitte için yeni bir reformu gündeme getirdikleri anlaşılıyor. Bu defa
da hükümet, Trabzon, Erzurum, Van, Sivas, Diyarbekir, Mamuratülaziz ve Bitlis
Sayfa 84
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
vilayetlerine bir reform heyeti gönderecekti. Bu Özel Reform Heyeti'ni (Heyet-i
Mahsûs-ı islahiye) Galip, Mustafa Zihni Beylerle, Meclis-i Mebusan Üyesi Ermeni
Babekyân Efendi ve Erkânıharp Cemâl ile Binbaşı Zeki Beyler oluşturmaktaydı.
Bununla birlikte hükümetçe, Avrupalı müfettişlerin görevlendirilmesi fikrinin de
benimsendiği anlaşılıyor21.
1912 yılına girilirken yukarıda da değinildiği üzere yönetimdeki ittihat ve
Terakki hükümeti, bazı gelişmeler dolayısıyla, bu defa yeni bir reform projesi
hazırlama, ve uygulama işinin bir Avrupalı müfettişe havale olabileceği yönünde
ingiliz hükümetine müracaat eder. Bu teklif üzerine ingiliz hükümeti,
müfettişlik için Lord Milner'i seçmişse de sonradan bu kararından
vazgeçecektir22. Aslında 1909 sonrasında reform konusunun Avrupalı devletler,
özelikle de ingiltere'nin inisiyatifine bırakılması eğiliminin ağırlık kazandığı
gözlenmekteydi. Zaten 1913 yılına gelindiğinde yine bu çerçevede, Reform Genel
Müfettişliğinden başka, birçok Avrupalı müfettiş bazı önemli bürokratik
görevlere atanmıştı. Bunlardan bazıları; Mülkiye Müfettişi ingiliz Yüzbaşı
Daves23, Mülkiye Teftiş Müdürü Gravil24, Adliye Bakanlığı Teftiş Heyeti Başkanı
ingiliz Hukukçu Clarc25 ve Maliye Bakanlığı Genel Müdürü Henry Beylerdi.
Reform işinin Avrupalı müfettişlere teslimi
Bu sıralarda Reformun yeniden gündeme gelmesiyle hareketlenen Rusya, ingiltere
ve Fransa ile Almanya hükümetlerine başvurarak, Vilayât-ı Sitte'de Ermeniler
için kararlaştırılan reform işine Avrupalı bir genel vali atanmasını teklif
etti. Reform kararları şekillendiğinde ise tayinleri artık zorunlu hâle gelen
iki Avrupalı Reform Genel Müfettişi bu memuriyete getirildi (2 Temmuz 1914)26.
Bu müfettişler Norveçli Hoff ve Hollandalı Westenen'di. Adı geçen iki müfettiş
Osmanlı Hükümeti memuru gibi addedilse de gerçekte reform işi ve Ermeni sorunu
tamamen Avrupa'nın kontrolüne girmişti.
Bazı Ermenilerin sadakattan teröre kayışı
işleyen bu süreç zarfında Türk ve Ermenilerin tavrına bakıldığında bazı
değişimler göze çarpar. 1829'den sonra, bir kırılma noktası oluşturan 1877-78
Osmanlı-Rus Savaşına kadar devletin, Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de
yansıdığı gibi " sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk " anlayışı üzerine
temel-lendiriliyordu. Bu yaklaşım aynı zamanda devletin, Ermeni politikasının
güven, takdir ve koruyup-kolla-ma esasına dayandığının bir ifadesiydi. Türk
Devle-ti'nin asırlarca süren politikalarının bir sonucu olarak dinî-ırkî, sosyal
ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştirme imkânı bulan Ermeniler, devlet
bürokrasisinde bakanlık dahil27 birçok önemli memuriyetlerde bulunurken28,
özellikle ticarî hayatın en aktif ve çok kazanan kesimi durumuna da
yükseldiler29.
Türk Devleti'nin bu yaklaşımı ve sahip oldukları statüye rağmen 1870'li
yıllardan itibaren, sadık Ermenileri devlete karşı kışkırtan bazı Ermeni komite
ve derneklerinin ortaya çıktığı gözlenmekteydi (Ittihat-ı Halâs
Cemiyeti/Kurtuluş Dernekleri Birliği gibi)30. Farklı isimler taşıyan bu güdümlü
oluşumlar, 1890'da kuruluşlarını tamamlamış ve belirledikleri hedefe ulaşmak
için silâhlı eylemler dahil harekete geçmişlerdi. Amaçlan; her imkânı
değerlendirerek sınırlan tarif edilmiş bir bölgeyi birlikte yaşadıktan
unsurlardan temizleyip, burayı devletten koparmaktı. Kullandıkları metot ise
ihtilalci silâhlı terörizmdi?*1 (Kendilerine propogant ve terrör adı veren
üyelere sahip, Marksist doktrini benimseyen Devrimci Hınçak Partisi ve Ermeni
ihtilal Komiteleri Birliği gibi)32.
Bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini
ise başta Rusya olmak üzere ingiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı
devletler üstlenmişti. Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu
iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı
sürekli silâh h terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi.
İçişleri Bakanı Talat Paşanın değerlendirmesi ve son tahlilde tehcirin esas
gerekçesi
Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye
Nazırı Talat Paşa, Mec-lis-i Vükela'ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil
ediyordu (30 Mayıs 1915)33:
a- "Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle
de silâhlı isyanla/terörbö-lücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini
engellemişlerdir.
b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (Türk,Kürt,Çer-kez...) varlığını korumaya
zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler.
c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fe-dakarânece sürdürdüğü uygulama
ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi. Buna rağmen Ermeniler
uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler.
d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele
şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı.
Sayfa 85
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve
kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler.
f- Türk Devleti'nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı
devletlerin etki ve baskısıyla,
Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü
gelişmelerle ortaya çıkmıştı.
g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla
yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma
ve korunmayı zorunlu kılmaktadır.
h- Osmanlı Devleti'nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu
baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme
kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler
plânlanarak yürürlüğe konulmuştur.
i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915'te
Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa
girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak,
silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri
birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda
katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir."
Bu tahlilin ışığında altı dikkatle çizilmesi gereken bir husus da, Ermenilerin
silâhlı isyan tarihi (15 Nisan 1915) ile soy kırım olarak dünyaya tescil
ettirmek için ön plâna çıkarttıkları tarihin (24 Nisan 1915 ) çelişkisi-dir. Bu
çelişkiye esas zorunlu göçürme / tehcir kararının, 27 Mayıs 1915 tarihli olduğu
gerçeğini de eklemek gerekir. Ermenilerin iddalarını ortaya koyuş biçimi
tehcirin, Ermenilerin hiçbir eylem ve devlet aleyhinde hiçbir tavırlarının
olmadığı hâlde ve zamanda tamamen keyfi, onları yok etmeye yönelik olarak
uygulanmaya konulduğu tezini işlemektedir. Halbuki 30 yıldan fazla sürdürdükleri
plânlı silâhlı terör dışında, 15 Nisan tarihindeki tavırları bile bu tezlerini
çürütmektedir. Bu durumda; Ermenilerin silâhlı isyan ve düşmanla işbirlikleri
olan 15 Nisan, sonraki gelişmeleri ateşleyen fitil olmalıdır.
1915'TE SEVK ve İSKAN EDİLMEYEN ERMENİLER
Osmanlı Devleti topyekün bir savaşa hazırlanırken Rus Çarının desteğiyle hareket
eden Komitacı Ermeniler Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle, bütün güçlerini
Rusya'nın emrine vermişlerdi. Bunların bir kısmı Rus ordularının önünde, bir
kısmı da cephe gerisinde sivil, asker demeden Doğu Anadolu'da herkese
saldırıyordu. Osmanlı Hükümeti, Komitacı Ermenilerin saldırılarına karşı
yaklaşık dokuz ay boyunca, bir takım tedbirler alarak olayların önüne geçmeyi
denedi. Sonuç alamayınca Ermeni toplumunu Patrik nezdinde uyardı. Ancak, bundan
da bir sonuç çıkmayınca özel tedbirler almak zorunda kaldı.
Sevk kararının ilk işareti sayılan 2 Mayıs 1915 tarihli Başkumandan Vekili Enver
Paşadan, Dahiliye Nazırı Talat Paşaya yazılan yazıda, özetle Enver Paşa;
Ermenilerin isyan çıkarmayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini, isyancı
Ermenilerin, küçük guruplar halinde çeşitli yerleşim yerlerine dağıtılacak
olursa, isyan etme imkanlarının kalmayacağını belirtmektedir1. Nitekim uygulama
da bu yönde olmuştur.
29 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Bursa, Ankara, Konya, izmit,
Adana, Maraş, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Elazığ, Diyarbakır,
Balıkesir, Erzurum ve Kayseri'ye gönderilen telgrafta, Ermenilerin bulundukları
yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere yerleştirilmelerinin sebebini şöyle
açıklamaktadır: bu unsurun (Ermeni Komitecilerin) hükümet aleyhine teşebbüs ve
faaliyette bulunmamaları ve bir Ermenistan hükümeti kurmaları yönündeki
faaliyetlerini önlemek olduğu, bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi
sevkiyat esnasında kafilelere, taarruz ve gasp edenlerin bunlara ön ayak
olanların görevlerinden el çektirerek divan-ı harbe teslimi ve isimlerinin
Dahiliye Nezaretine bildirilmesi ve bu olayların tekrarında vilayet veya
liva'nın mesul tutulacağı açık bir şekilde beyan olunmuştur.
Aynı belgede Osmanlı hükümeti, anarşi ve teröre karışmamış şevke tâbi olmayan
Ermenilerin yerlerinden çıkarılmamaları, asker aileleriyle birlikte sanatkar,
Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk olunmaması gerektiğini de vurgulamıştır.
Bunları altı başlık altında toplamak mümkündür.
l- Çeşitli Vilâyetlerde Tehcire Tâbi Tutulmayan Ermeniler
Bugün Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün
Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Halbuki
tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış,
belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur. Başka bir ifadeyle sırf
Ermeni olduğu için insanların sevk edildiği düşüncesi yanlıştır.
Nitekim 17 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Antalya Mutasarrıflığına
çekilen telgrafta, nüfuslarının azlığı sebebiyle Antalya'daki Ermenilerin
şimdilik ihracına lüzum görülmediği ifade edilmektedir. Yine, Urfa'dan dışarı
Sayfa 86
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Ermeni sevki-yatımn yapılmadığı, yalnız merkeze bağlı yerlerden birkaç hanenin
sevk edildiğine dair, bilgiler mevcuttur4. Ayrıca 23 Ekim 1915 tarihli Dahiliye
Nezaretinden Kastamonu vilayetine yazılan telgrafta, Kastamonu vilayetindeki
Ermenilerin ihracına lüzum olmadığı belirtilmiştir.
13 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karesi Mutasarrıflığına gönderilen
yazıda, Karesi'den sevk edilen yirmi yedi Ermeni ailenin sevk edilme sebebinin
bildirilmesine ve bunların derhal yerlerine iade edilmesine, ancak komitelerle
münasebet ve alakası olan ihanetleri belli Ermenilerin sevk edilmelerinin
gerektiği bildirilmiştir6. Ayrıca 30 Nisan 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden
Karahisar-ı Sa-hib (Balıkesir) mutasarrıflığına gönderilen telgrafta, Balıkesir
Ermenilerinin liva dahilinde münasip köylere dağıtılmaları istenmiştir. Bu
dönemde Doğu Anadolu bölgesinin dışında kalan şehirlerdeki teröre bulaşmamış
Ermenilerin bir tehlike, olarak görülmediği belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın hatıralarında, tehcir
zamanında sevk yeri olarak Kütahya'ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali
Bey'in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir
huzur içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder8. Ayrıca bu dönemde
İstanbul Ermenileri9 ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de
göç ettirilmediği bilinmektedir.
2- Katolik ve Protestan Ermeniler
17 Haziran 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Erzurum Vilayetine gönderilen
telgrafta, Ermeni Katolik misyonerlerle sörlerin şimdilik sevk edilmemeleri
istenmektedir11. Bundan 48 gün sonra 4 Ağustos 1915 tarihli Dahiliye
Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Diyarbakır, Sivas, Trabzon,
Elazığ, Van vilayetleriyle Urfa, Canik, Maraş mutasarrıflıklarına gönderilen
yazıda da, adı geçen 13 Vilayet ve Mutasarrıflıkta kalan Katolik Ermenilerin
sevk edilmeyerek nüfuslarının bildirilmesi istenmiştir.
Katolik Ermenilerin şevkinin durdurulmasından 11 gün sonra, Protestan
Ermenilerin de sevk edilmemeleri yönünde bir hüküm çıkarılmıştır. 15 Ağustos
1915 tarihli bu hükümde, Dahiliye Nezaretinden Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis,
Halep, Hüdaven-digar, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Konya, Elazığ ve Van
vilayetleriyle Urfa, îzmit, Canik, Karesi, Karahisar-ı Sahib livaları, Maraş,
Niğde, Eskişehir, mutasarrıflıklarım kapsayan yazıda, Protestan mezhebinde
bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların şevkinden sarf-ı nazar olunması ve
vilayet dahilindeki nüfusları, ile bu nüfustan kalan ve sevk olunanların
miktarının bildirilmesi istenmiştir. Buna cevap olarak Kayseri'den 18 Eylül 1915
tarihli Dahiliye Nezaretine gönderilen yazıda, şevke tâbi tutulan Ermenilerin
dışında 4.911 asker ailesi ve Protestan ile Katoliklerden oluşan bir gurubun
kaldığı belirtilmektedir14. Yine Niğde vilayetinden Dahiliye Nezaretine
gönderilen 18 Eylül 1915 tarihli belgede de, liva dahilinde Katolik ve Protestan
Ermenilerden 221 nüfus kaldığı bildirilmektedir.
Dahiliye Nezaretinden Konya vilayetine gönderilen 4 Kasım 1915 tarihli
telgrafta, Konya'da bulunan 2.000 Ermeni'nin şimdilik sevk olunmayarak
muhafazada bulundurulması, asker aileleriyle Katolik ve Protestan olanların da
vilayet dahilinde uygun mevkilerde iskan edilmeleri istenmektedir16. Yine aynı
vilayete gönderilen 10 Temmuz 1916 tarihli yazıda zararlı ve çeteci Ermenilerin
Zor'a sevk edilmeleri istenirken, Protestan ve Katoliklerin bundan istisna
tutulması istenmiştir17.
Bu arada, Dördüncü Ordu Kumandam Cemal Paşaya gönderilen 26 Nisan 1916 tarihli
belgenin içeriğinde ise Maraş'da sevk olunmamış 3.845 erkek 5.000 küsur kız ve
kadın bulunduğu, bunların 3.500 kadarının Gregoryen, diğerlerinin Katolik ve
Protestan olduğu bildirilmektedir18. Buna göre Maraş'da Gregoryen Ermenilerin
dışında yaklaşık 5.345 Katolik ve Protestan Ermeni'nin yerinde kaldığı
anlaşılmaktadır.
3- Devlet Kademelerinde Görev Yapan Ermeniler
Osmanlı Devletinin çeşitli kademelerinde görevli komitacılarla iş birliği
yapmayan, devletine bağlı memurlar da tehcirden istisna edilmişlerdir. Dahiliye
Nezaretinden 12 Vilayet, 9 Mutasarrıflığa gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli
yazıda, Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç edilmemeleri istenmiştir19. Yine aynı
tarihli başka bir belgede ise asker, zabit ve sıhhiye zabitlerinin ailesinden
olan Ermenilerin sevk edilmeyerek yerlerinde bırakılması belirtilmiştir.
Dahiliye Nezaretinden çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilen 17 Ağustos
1915 tarihli yazıda, Ellerinde belgeleri bulunan şimendifer memurları,ameleler
ve müstahdemlerin aileleriyle birlikte şimdilik şevklerinden vazgeçilmesi ve
bunların miktarının bildirilmesi istenmiştir. Bu arada 28 Haziran 1915 tarihli
Dahiliye Nezaretinden Trabzon Vilayetine gönderilen yazıda ise Düyun-ı
Umumiyedeki Ermeni memurların yerlerinde kalmaları emredil-mektedir22. Çeşitli
Valilik ve Mutasarrıflıklara gönderilen başka bir belgede de, tahliye edilen
yerlerdeki Düyun-ı Umumiye ve Reji idaresinde şevkten istisna edilen Ermeni
Sayfa 87
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
memurlarla yeniden tayin edilen Ermenilerin isimlerinin, tayin tarihlerinin ve
nereli olduklarının bildirilmesi istenmiştir.
4- Ticaret ve Benzeri İşlerle Uğraşan Ermeniler
Ticaretle uğraşan Ermenilerin arasında da Osmanlı hükümeti aynı hassasiyeti
göstererek komitacılarla ilgisi olmayan tüccarları şevke dahil etmemiştir.
Dahiliye Nezaretinden Maraş Mutasarrıflığına gönderilen 8 Haziran 1915 tarihli
telgrafta, göç ettirilen yerlerde, ticaret ve sair suretle ikamet eden
Ermenilerin yerlerinde bırakılmaları istenmektedir24. Dahiliye Nezaretinden
Trabzon, Sivas, Diyarbakır, Elazığ valiliklerine ve Canik mutasarrıflığına
gönderilen 4 Temmuz 1915 tarihli başka bir belgede ise Hükümetçe muzır tanınmış
Ermenilerin, aileleriyle birlikte uzaklaştırılması ve kendi işleriyle meşgul
tüccar ve esnafın yerlerinin değiştirilerek alıkonulması belirtilmiştir.
5- Bazı Özel Şahısların Sevk Edilmemelerine Dair Yollanan Emirler
Dahiliye Nezaretinden, Bursa vilayetine gönderilen 15 Ağustos 1915 tarihli
telgrafta, İstanbul Bulgar Hastanesi doktorlarından Nikolo'nun kayınpederi
Ermeni milletinden fotoğrafçı Papazyanın ikinci bir emre kadar şevkinin
ertelenmesi belirtilmektedir26. Yine 27 Ekim 1915 tarihli bir yazıda,
Tekfurdağlı sabık mebus Agop Boyacıyan Efendinin yeğeni Tekfurdağlı Bogos'un
Konya'da kalması istenmektedir. Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine
gönderilen 23 Ekim 1915 tarihli belgede de, Adana Osmanlı Bankası memurlarından
Halep'te bulunan Edvar Simki-yan, Manok Sarrafyan ve Agop Gagayan ile Tarsus
şubesi memurlarından Serkis Kişiyan'ın Halep şubesinde çalışabilecekleri
bildirilmiştir28. Ayrıca 15 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden bazı vilayet
ve mutasarrıflıklara gönderilen telgrafta, bundan böyle idari ve askeri maslahat
gereği ne sebeple olursa olsun hiçbir Ermeni'nin sevk edilmemesi istenerek sevk
ve iskânın durdurulduğu belirtilmiştir.
9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde
yerlerinde bırakılan Ermenilerle ilgili olarak Osmanlı Arşivi tasnif-lerindeki
belgelerden Yusuf Halaçoğlu'nun derlediği bilgilere göre; Adana: 16.000 civarı,
Ankara: 733, Karahisarı Sahip: 2.222, Kayseri: 4.911, Elazığ: 4.000, Maraş:
8.845, Sivas: 6.055 olmak üzere toplam 42.766 Ermeni yerlerinde kalmıştır30.
Bunların dışında yukarıda ifade ettiğimiz belgelerden anlaşılacağı üzere; Karesi
Mutasarrıflığı, Kastamonu, Balıkesir, Antalya, İstanbul, Urfa, Kütahya, Aydın
vila-yetlerindeki Ermeniler de sevk edilmemiştir.
Katolik ve Protestan Ermenilerin ilk anda tehcire tâbi oldukları31, Alman ve
Amerikan büyükelçiliklerinin baskılar neticesinde Katolik ve Protestan
Ermenilerin şevkinin durdurulduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun haricinde
Gregoryen Ermenilerin tamamı da sürülmemiştir.32 Meclis-i Vükela'nın çıkarmış
olduğu sevk ve iskân kararına bakıldığında sevk ve iskân edilecek Ermeniler
"düşmanla işbirliği yapan, masum halkı katleden ve isyan çıkaran Ermeniler
şeklinde tarif edilmektedir." Başka bir belgede ise Ermenilerin hükümet
aleyhinde çalışmalarına engel olunmak için sevk edildikleri, bir Ermenistan
hükümeti kurmaları yönündeki faaliyetlerini önlemek olduğu, belirlenenler
dışındakilerinin sevk edilmemeleri, istenmektedir. Yine bir belgede, Hükümet
Ermenilerin bulundukları yerden alınarak fesat çıkarmasına imkan bulamayacakları
yerlere yerleştirilmelerini ve sevk işleminin sadece bozguncu ve isyancı
Ermenilere uygulanmasını istemektedir. Osmanlı Devletinden Valiliklere ve
Mutasarrıflıklara gönderilen telgrafların genelinde bu ifadeler özellikle
vurgulanmıştır. Bu da Gregoryen Ermeniler içerisinde de masum olanların
kaldığını göstermektedir. Yukarıda incelenen belgelerden ve verilen rakamlardan
da bu sonuç çıkmaktadır.
2 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Halep vilayetine gönderilen şifre
telgrafta, Halep'te bulunan Maraş Katoliklerinin sevk olunmamaları
kararlaştırılmıştı. Bunların şevklerine başlandığı haber veriliyor. Niçin sevk
edildiklerinin bildirilmesiyle beraber sevk olunanların da geriye getirilmeleri
istenmiştir36. Bundan 11 gün sonra 13 Mayıs 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden
Halep vilayetine ve Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşaya gönderilen telgrafta,
Halep'teki Katolik ve Protestanların dışındaki yabancı Ermenilerin başka yerlere
şevklerine ve çete teşkilatıyla ilgisi olanların bilgisine müracaat etmek için
tevkifine dair telgraf37, bu olayların hiçte böyle gelişmediğini göstermektedir.
Ayrıca Osmanlı Hükümeti, Halep sevkiyatı sırasında devlet hizmetinde bulunan ve
devlete karşı kötü niyet beslemeyenlerin daha iyi şartlara sahip olmaları
maksadıyla başka yerlere iskan edilmelerini istemiştir38. Osmanlı sınırları
içerisinde yukarıda saydığımız özelliklere haiz olan Ermenilerin, çoğunlukla
bulunduğu bölgelerde kalmaları sağlanmış veya belirli bölgelere toplanarak
güvenlikleri temin edildikten sonra hayatlarım sürdürmüşlerdir.
Yanlışlıkla şevke tâbi tutulan Katolik ve Protestan Ermeniler ise araştırılarak
o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir. Ancak konunun başından bu
yana ifade ettiğimiz gibi zararlı faaliyetlere karışan Katolik ve Protestan
Sayfa 88
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Ermeniler yeni iskan sahalarına sevk edilmişlerdir.
J. McCarthy'nin yaptığı hesaplamalara göre; 1922 yılında savaşın sona ermesinin
hemen ardından Türkiye Cumhuriyetinde yaklaşık 140.000 Ermeni kalmış
bulunuyordu. 1927 Türkiye nüfus sayımı yazımlarına göre 77.433 Gregoryen, 6.658
Protestan, 34.000 Katolik'tir. Yine McCarthy'nin ifadesine göre, bu nüfus sayımı
Ermeni Protestan Kilisesinin yaptığı hesaplamalara da uygundur.
Sonuç olarak, Ermeni asıllı Türk vatandaşı Da-bağyan'ın ifadesiyle; "Bu karmaşık
mücadeleden Ermeniler pek zararlı çıkmışlar ise hesabını kaderlerini teslim
etmiş oldukları Hınçak ve Taşnak gibi maceracı Komitelerden ve tam bir
basiretsizlik içinde, gözü kapalı bağlandıkları o Hristiyan devletlerinden
sormalıdır. Ne var ki, öyle yapmamış tam aksi, uşaklıklarını devam ettirmiş ve
de ettirmektedirler. ...Sevk hareketi Kafkas Ermenilerinden kurulu çetelerin
Anadolu'da icra ettikleri dehşet verici katliamların tezahüründen kaynaklanmış
pek uğursuz bir vakadır."
ERMENİ SORUNU VE TÜRK ARŞİVLERİ
Bazı ülkelerde tarihçilere bırakılması gereken geçmiş olaylar siyasî alana
taşınmakta ve maalesef bilimin objektif sınırları içinde değerlendirilmesi
gereken tarihî olaylar, siyasî çıkarların ve ideolojik tutumların katı
önyargılarına kurban edilmektedir. Örneğin bazı ülkelerde böyle bir yaklaşımla
ele alınan Ermeni sorununun, tarihin asıl kaynaklarına inilerek
değerlendirilmesi gerekir. Bu konuda karar vermeden önce başta Türk arşivleri
olmak üzere diğer ülke arşivlerinde mutlaka araştırma yapılarak objektif bir
yaklaşım sergilenmelidir. Aksi hâlde objektif kaynaklara dayanmayan kanaatler
ile sübjektif yaklaşımlar uluslar arasında küllenmiş düşmanlıkları yeniden
canlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Tarihin yanlış yorumlanmasına ve
siyasal amaçla kullanılmasına karşı objektif belgeleri sunmak biz arşivcilerin
en önemli görevleri olmalıdır.
Halbuki Ermeni soy kırım iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan
hatırat türü sübjektif bazı yayınlara dayanmaktadır.
Bunların başında, Aram Andonian isimli bir Ermeni tarafından 1920 yılında
yazılan "Naim Bey'in Anıları; Ermeni Tehcir ve Katliamına ilişkin Resmî Türk
Belgeleri" adlı kitap gelmektedir. Bu kitapta yer alan ve Talat Paşaya atfedilen
telgrafların, bir soy kırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgeler
olduğu, Osmanlı Arşivi'nde yapılan incelemeler sonucu ispatlanmıştır.1 Bir başka
kitap Amerikan Büyükelçisi olarak 1913-1916 yılları arasında 26 ay istanbul'da
görev yapmış olan Henry Morgenthau'nun Hatıratı'dır. He-ath W. Lowry, H.
Morgenthau'nun bu kitabı yazma amacının savaş karşıtı Amerikan kamuoyunu
etkilemeye yönelik olduğunu belirtmekte ve bu kitapta yer alan Ermeni soy kırım
iddiasını bilimsel metotlarla çürütmektedir.2 Kitabın hazırlanmasında önemli rol
oynayan Morgenthau'nun tercümanı Schmavonian ve katibi Agop S. Andonian'ın
Avrupa'da bulunan Ermeni örgütleri ile iş birliği içinde Osmanlı Devleti
aleyhine casusluk yapan kişiler olduklarına dair Osmanlı Arşivlerinde önemli
belgeler bulunmaktadır.3 Diğer bir kitap ise Arnold Toynbee tarafından yazılan
"1915-1916 Osmanlı imparatorluğu'nda Ermenilere Yapılan Muamele" olarak bilinen
ve 1916 yılında yayınlanan "Mavi Kitap"tır. ingiliz Hükümeti tarafından
hazırlattırılan bu kitap savaş propagandası amacıyla kaleme alınmıştır.
Ermeni iddialarına dayanak olan ve sık sık dile getirilen diğer bir kaynak ise,
I. Dünya Savaşı sonrası kurulan Osmanlı Divan-ı Harb Mahkemeleri'dir. Bu
mahkemeler istanbul'u ve Osmanlı topraklarını işgal etmiş olan itilaf
devletlerinin ortak düşmanı olan ittihat ve Terakki mensuplarını mahkum etme
çabası sonucunda kurulmuşlardır. Bu mahkemelerde ispatlanmamış tek taraflı
suçlamalar yer almaktadır.
Yukarıda bahsedilen sübjektif eserlerin dışında, Ermenilerin asılsız soy kırım
iddialarını delillendirebile-cekleri kayda değer bir belge bulunmamaktadır.
Nitekim işgal döneminde ingilizler istanbul'da ve Malta'da tutuklu bulunan
kişiler hakkında suç kanıtlarının bulunabilmesi için Osmanlı arşivlerinde konu
ile ilgili araştırma yapmışlardır. Araştırma sonucunda tutuklular hakkındaki
suçlamaları ispat edebilecek nitelikte hiçbir delili mahkemeye sunanıamışlardır.
ingiliz hükümeti kendi arşivlerinde ve ABD'nin (Washingtondaki) arşivlerindeki
raporlar üzerinde de araştırmalar yapmış, ancak yine hiçbir sonuca
ulaşamamıştır.
Bu nedenle arşivlere inilme zorunluluğu vardır ve arşivlere dayalı bilimsel
çalışmalar önyargı ve yanlı bilgilendirilmeden kaynaklanan taraflı siyasî
yaklaşımları ortadan kaldıracaktır.
Başta Ermeni sorunu olmak üzere Türk arşivlerinde araştırma yapmadan yazılacak
bir bölge ve dünya tarihinin eksik kalacağının bilinciyle, modern arşivciliğin
ana ilkesi olan "açıklık prensibf'ni temel dayanak kabul eden Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü, araştırmacılara sunulan hizmetlerde çağın gereklerine
uygun yeni düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede;
Sayfa 89
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü başta Ermeni sorunu olmak üzere
birçok konuda tasnif çalışmalarım hızlandırarak, tamamlamış ve araştırma
hizmetine sunmuştur.
Türkiye'ye yasal yollardan girmiş yabancılar ve bunların vekilleri araştırma
yapacakları arşivlere veya arşivlerin bağlı bulunduğu idareye bizzat veya posta
ile müracaat edebileceklerdir. Müracaat eden kişilere aynı gün araştırma izni
verilmektedir. Müracaatlar, yurt dışından T.C. büyükelçilik've
başkonsoloslukları aracılığıyla da yapılabilecektir.
Tasnif edilmiş ve son işlem tarihi üzerinden otuz (30) yıl geçmiş arşiv
malzemesi hiçbir kısıtlama olmadan araştırma ve incelemeye açılmaktadır.
Araştırmacılara bir iş günü içerisinde verilen belge, defter veya dosya sayısı
artırılmıştır.
Araştırmacılar, araştırma ve incelemeleri esnasında arşiv yönetiminin uygun
göreceği mahallerde portatif yazı makinesi veya bilgisayar kullanabilecektir.
Yine dünya bilim çevrelerine ve bilim adamlarına kolaylık sağlamak, bilginin
paylaşılmasını ve öğrenmenin önündeki engelleri azaltmak maksadıyla inter-nette
bir web sayfası açılmış ve bilgisayar ortamında belge kataloglarımız
yayınlanmıştır. Bu konudaki talep, istek vb.
"http://www.devletarsivleri.gov.tr."adresinden temin edilebilir.
Osmanlı dönemi arşiv belgelerinin mikrofilme alınması ve elektronik ortama
aktarılması çalışmaları 2001 yılında başlatılmış olup, araştırma hizmetlerinin
elektronik ortamda verilmesi hedeflenmiştir.
Bu düzenlemelerle, Türk arşivlerini çağın gereklerine uymasını sağlayarak kolay
ulaşılabilir bir arşiv haline getirmek amaçlanmıştır.
Türk arşivlerinin temel ilke olarak kabul ettiği "açıklık prensibi"
doğrultusunda Ermenistan, Rusya ve Ermeni Patrikhanesi ve bağlı kiliselerdeki
arşivlerinde bulunan konuyla ilgili belgelerin de açılması ve meydana gelen
olayların tarihçiler tarafından objektif bir şekilde değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Osmanlı Arşivlerinde genel olarak Ermeni sorunu ve tehcir uygulaması ile ilgili
Sadaret Evrakı, Zaptiye Nezareti, Yıldız Sarayı Evrakı, Meclis-i Vükela
Mazbataları, Şurayı Devlet, Dahiliye Nezareti ve bağlı kuruluşları (Emniyet-i
Umumiye ve Şifre Kalemi vb.) ile Hariciye Nezareti'ne ait fonlarda yüzbinlerce
belge bulunmaktadır.
Nitekim Osmanlı arşiv belgeleri objektif bir şekilde değerlendirildiğinde,
Osmanlı Devleti'nin son elli yılına damgasını vuran Ermeni sorununda dönemin
büyük devletlerin desteği ile Ermeni Komitacılarının 1890'lı yıllarda
başlattıkları terör olaylarının Birinci Dünya Savaşı içinde silâhlı isyana kadar
vardığı görülecektir.
Osmanlı hükümeti sevk ve iskân uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna
dayandırmış, keyfi bir uygulamaya gitmemiştir. Öncelikle İçişleri Bakanlığı 24
Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komite merkezlerini kapatarak, komite ele başlarının
tutuklanması için emir vermiş, istanbul'da 2345 Ermeni komitacı tutuklanmıştır.
Ancak olayların giderek tırmanması ve Van olayları üzerine, 27 Mayıs 1915
tarihinde, "Vakt-i Seferde İcraat-ı hükümete karşı gelenler için cihet-i
as-keriyyece ittihaz olunacak tedbir hakkında kanun" kabul edilerek yürürlüğe
konulmuştur.Osmanlı hükümeti bu yasayı çıkararak halkın güvenliği ve cephe
gerisinin emniyeti bakımından gerekli görülen yerlerdeki halkı, savaş alanından
uzaklaştırma ve güvenlikli bölgelere sevk etme kararı almıştır.
Bu kanunla askerî yetkililere; asayişi bozan silâhlı saldırgan ve direnişçileri,
casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu hâlde
başka yerlere sevk ve iskân etme yetkisi veriliyordu. Dört maddelik olan bu
kanun tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı yetki
kanunudur. En önemli özelliği ise, kanun metninde herhangi bir etnik veya dinî
grubun belirtilmemiş olmasıdır. Ayrıca kanunda tehcir kelimesi geçmemekte sadece
"diğer mahallere sevk ve iskân" ibaresi kullanılmaktadır.
Diğer taraftan çıkarılan sevk ve iskân kanununun uygulanması, idarecilerin yorum
ve kabiliyetlerine bırakılmamış, uygulamada idarecilerin neyi nasıl
yapacaklarına dair kararlar alınmıştır.Bu amaçla çıkarılan kanun ve
talimatnamelerle sevk ve iskânın nasıl yapılacağı ayrıntılarıyla hükme
bağlanmıştır. Buna göre; göçe tâbi tutulan ahali, kendilerine tahsis edilen
bölgelere rahat bir şekilde, can ve mal emniyetleri sağlanarak nakledilecektir.
Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri göçmenler ödeneğinden karşılanacaktır.
Eski malî ve iktisadî durumları göz önünde tutularak kendilerine emlâk ve arazi
verilecek, muhtaç olanlara hükümetçe mesken inşa edilecek, çiftçi ve zenaat
erbabına tohumluk ve alet temin edilecektir. Geride bıraktıkları taşınabilir mal
ve kıymetler kendilerine uygun şekilde ulaştırılacaktır. Ermenilerin
boşalttıkları şehir ve köylerdeki gayrimenkulleri tespit ve kıymetleri takdir
edildikten sonra bu köylere yerleştirilecek muhacirlere tevzi edilecektir.
Sayfa 90
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Muhacirlerin zeytinlik, dutluk, bağ, dükkân, fabrika, depo gibi gelir getiren
yerleri müzayede ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine
ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
Ayrıca Osmanlı hükümeti göçün düzenli ve güvenli bir şekilde uygulanması ve sevk
edilen Ermenilerin can ve mallarının korunması amacıyla mümkün olan önlemleri
almak için büyük çaba harcamıştır. Ermenilerin şevki esnasında meydana gelen
suistimalleri incelemek üzere, Temyiz Mahkemesi ile Şuray-ı Devlet üyelerinden
ve ceza mahkemeleri başkanlarından 15 Eylül 1915 tarihinde soruşturma
komisyonları oluşturup Anadolu'ya gönderilmiştir.6 Hükümet özellikle can ve mal
emniyetinin üzerinde önemle durmuş ve gerekli tedbirlerin alınması için devamlı
talimatlar vermiştir.Bu konularda suç işleyenler veya ihmali görülenler
sıkıyönetim mahkemelerine sevk edilmişlerdir. Suçlu bulunarak mahkemeye verilen
1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmıştır.
Tehcir sırasında istanbul'dan Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından taşra
yöneticilerine gönderilen talimatlar ve hükümet tarafından alınan kararlar
oldukça dikkat çekicidir. Bu talimatlarda,
1- Sevk edilen Ermenilerin canlarının korunması ve iaşelerinin sağlanması,
suistimali görülen görevlilerin görevlerinden alınmaları ve Divanı Harbe teslim
edilmeleri,
2- Katolik, Protestan ve hasta Ermenilerin sevk edilmemesi,
3- Devlete ihanet etmeyen ve Komitelerle ilişkisi olmayan Ermenilerin sevk
edilmemesi,
4- Kimsesiz ve muhtaç Ermenilerin iaşesinin temin edilmesi,
5- Sevk edilen Ermenilerin mallarının muhafaza edilmesi ve geri dönüşlerinde
mallarının kendilerine nasıl iade edileceğine dair nizamname (1915).
6- Ermenilerin şevkleri sırasında iaşelerinin temini ve güvenlikleri için
muhacirin tahsisatından para tahsisi yapılması,
7- Kullanılmakta olan emlâkin Ermeniler geldikçe boşaltılarak sahiplerine
iadesi,
8- Ermenilerin geri dönüşlerinde kolaylık gösterilmesi ve ihtiyaçlarının
sağlanması,
9- Gayrimüslim çocukların akrabalarına veya cemaatlerine teslim edilmesi,
10- Ermenilerin geri dönüşlerinde uygulanacak esaslarla ilgili nizamname ve
talimatlar konularında binlerce belge bulunmaktadır.
Belgelerden de anlaşılacağı gibi yapılan sevk ve iskân plânlı ve siyasî amaçlı
değil, askerî ve güvenlik nedeniyledir. Zaten Mayıs 1915 yılında başlatılan
tehcir, 25 Kasım 1915 tarihinde geçici olarak, 24 Ekim 1916 tarihinde de tamamen
durdurulmuştur. Osmanlı Devleti'nin aldığı kararlara baktığımızda bu tedbiri
geçici olarak aldığını görmekteyiz. Katliam yapmak amacında olan bir yönetimin
iaşe, can güvenliği, malların muhafazası ve iadesi, ihmali görülen ve suç
işleyen görevlilerin görevlerinden alınmaları, cezalandırılmaları vb. konularda
bu kadar hassas davranması mümkün müdür?
Ayrıca, Ermeni olaylarının arttığı ve tehcirin yapıldığı dönemlerde dahi
Ermenilerden Osmanlı merkezi yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan pek çok
kişi bulunmaktadır.
Katliâm uygulama niyeti ve kararlılığında olan bir devletin merkez yönetiminde
bu kadar görevliyi çalıştırması mümkün müdür?
Böyle bir anlayış ve hareket tarzı içinde bulunan bir devletin 1.500.000
Ermeniyi soy kırıma tâbi tuttuğu gibi bir iddia, bilimsel dayanaktan ve tarihî
gerçeklerden uzaktır. Zira Osmanlı Devleti'nin resmî nüfus sayımlarında
1.500.000 Ermeninin yaşamadığı bilinmektedir. Nitekim 1893 yılında yapılan nüfus
sayımında Osmanlı devletinde 1.001.4139, 1914 nüfus istatistiklerinde ise
1.161.169 Ermeni yaşamaktadır.10 1897 yılında Fransız hükümeti tarafından
yayınlanan sarı kitapta Osmanlı devletinde yaşayan Ermenilerin miktarı 1.475.000
olarak gösterilmektedir.
Ayrıca Osmanlı Hükümeti Ermeni iddialarının araştırılması için Birinci Dünya
Savaşı'nda taraf olmayan ispanya, Hollanda, Danimarka ve isveç'e gönderdiği
notalarla bu ülkelerden ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir. Bu notalarda
tarafsız hukukçuların oluşturacağı komisyonun Ermeni iddialarını tahkik etmesi
istenmiştir.
Sadrazam Salih Paşa da 17 Mart 1920 tarihinde Fransa, italya ve ingiltere Yüksek
Komiserliklerine verdiği notada, bu olaylar hakkında karma bir komisyon
oluşturularak, soruşturma açılması teklifini tekrarlamıştır.
Ne yazık ki bu girişimler ingilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmış,
ilgili ülkeler temsilci göndermeyi reddetmiş, dolayısıyla konunun soruşturulması
engellenmiştir.14 Osmanlı devletinin bu girişimi, gerçekleştirmiş olduğu sevk ve
iskan işlemlerinde, uluslar arası hukuk çerçevesinde yanlış bir şeyin
bulunmadığını ortaya koyan, kendisine olan özgüvenin önemli bir göstergesidir.
Eğer bu komisyon kurulsa idi, günümüzde Türk ulusuna yönetilen asılsız ithamlar
Sayfa 91
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gerçek muhatabını bulacak, ayrıca Türkiye Cum-huriyeti'ne yönelik bu gerçek dışı
iddialar da o zaman tarihin derinliklerine gömülebilecekti.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan "Ermeniler
Tarafından Yapılan Katliâm Belgeleri (1914-1921) adlı iki ciltlik kitap Ermeni
komitelerinin 518.105 Türk'ü öldürdüklerini belgelerle ortaya koymaktadır.15
(.Bakınız Ekler bölümüne)
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün öz-deyişiyle "Tarih yazmak, tarih
yapmak kadar mühimdir. Tarih yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat,
maalesef, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet almaktadır."
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE ERMENİ FAALİYETLERİ
ABD'ye Ermeni Göçleri
Böyle bir konuda akla gelen ilk soru Ermenilerin ABD'ne ne zaman ve niçin göç
ettikleri sorusudur. Bu sorunun cevabı aynı zamanda bize bu konunun temeline
inme olanağı sağlayacaktır. Bugün Ermeni yazarlarının çoğu göç hadisesinin
Osmanlı Devleti'nin kendilerine karşı uygulamış olduğu baskılardan
kaynaklandığını iddia etmekte ve Türk düşmanlığını bu suretle ayakta
tutabilmektedirler. Elimizdeki bilgiler ışığında göç olgusunun sebeplerini
inceleyerek bugüne kadar Ermenilerin faaliyetlerini açıklamaya çalışacağız.
Osmanlı Devleti'nden ABD'ye Ermeni göçlerini ilk organize eden Protestan
misyonerler oldu. 1800'lerin başında Amerika'daki Protestan kiliseleri, diğer
din mensupları arasında çalışmaya karar verdiler. Kilise bu çalışmaları organize
etmek için 1812'de yabancı misyonlar için Amerikan Masası'nı kurdu. Bu masa
kendisine çalışma alanlarından biri olarak Osmanlı Devleti'nin Müslümanlarını
seçti. Bu Amerika misyonerlerinden ilki 1820'de Anadolu'ya geldi. Osmanlı
Devleti kanunlarına göre Müslümanların dinini değiştirmek için faaliyetler
yasaklandığından misyonerler yerli Hristiyanları seçtiler. Misyonerler öncelikle
eski Apostolik Kilisesi'ni yanlarına çekmek için reform yapmayı, bu mümkün
olmadığı takdirde bu yerli Hristiyanlar arasında bir Protestan toplumu
oluşturmayı istediler. Rum Ortodoks toplumu Amerika Protestanlarına pek ilgi
göstermediler, fakat Ermeniler bu konuda çok istekli idiler. Bu sebeple
Protestan okulları, tıbbî klinikleri ve kiliseleri Ermenilerle dolmaya başladı. Ermeniler arasında talebin olması Amerikan Masası'nı genişletti ve programı
dünyanın diğer bölge-lerindekinden daha geniş oldu1.
Anadolu'daki Amerikan misyonerler 1891'e kadar 9 kolej kurdular. Bunlar
İstanbul'da Robert Koleji (1862), Beyrut'ta Beyrut Üniversitesi (1864),
İstanbul'da Amerikan Kız Koleji (1873), Antep'te Merkezi Türkiye Koleji (1876),
Harput'ta Fırat Koleji (1878), Maraş'ta Merkezi Türkiye Kız Koleji (1882),
Merzifon'da Anadolu Koleji (1886), Tarsus'ta St. Paul Enstitüsü (1888) ve
İzmir'de Uluslar Arası Kolej (1891) 2.
Misyoner Okullarında eğitim gören genç öğrenciler, eğitimlerini tamamlamak için
Amerika'ya gitmeyi düşünmeye başladılar. Bunlar arasından seçilen gençler
misyonerler tarafından Amerika'ya gönderildi. Misyonerler bunların geri dönerek
misyoner okullarında öğretmenlik, papazlık veya kliniklerde yardımcılık
yapmalarını umuyorlardı. Fakat bu öğrencilerin çoğu geri dönmediler, Amerika'da
kalanlar kendilerine yeni bir yol çizdiler3.
Bu ilk giden öğrencilerden sonra tüccarlar Amerika'ya gitmeye başladı. Bu
öğrenciler ve tüccarlar hızla Amerika'ya adapte oldular ve göçmenlerin
liderliğini yaptılar. 1880'lerde bunlara yeni bir grup Ermeni daha katılmaya
başladı. Bu yeni gelenler daha fakir olan Anadolu köylüsü idi. 1870'lerin
sonundan itibaren gelen bu göçmenler özellikle Har-put bölgesindendi. ABD'ye
gelen Ermenilerin %40'ı Harput bölgesindendi ve % 90'ı bekârdı. 1885'te New
York'da ilk okulları olan Ermeni-Amerikan
Vadookian Okulunu kurdular. İlk gazeteleri "Are-gak" (Güneş) 1888'de Jersey
City'de yayınlanmaya başladı. Böylece Amerika' daki Ermeniler organize
oluyorlardı4. Amerika'ya ilk büyük Ermeni yerleşimi 1883'te California'nın
Fresno şehrine oldu. Eğitim amaçlı göçenler daha çok New York'ta, ekonomik
amaçlı göçenler Worcester şehrinde yerleşiyor1880'lerin sonunda Amerika'ya siyasî göçmen Ermeniler de gelmeye başladı. Bunlar
Osmanlı Dev-leti'nden kaçan ihtilalcilerdi. Bu ihtilalciler 1887-1890 arasında
Amerika'da hücreler kurmaya başladılar. Bunlardan en önemlisi Ermeni
Milliyetçisi Sympad Kaprielian idi. Kaprielian 1 886' da Osmanlı Devleti
tarafından yakalanarak sürgün edildi ve New York şehrine yerleşerek Amerika'
daki ilk Ermeni İhtilâl Gazetesi Haik'i çıkarmaya başladı6.
Washington Elçisi Mavroyani Bey 29 Mart 1892 tarihinde Hariciye Nezareti'ne
gönderdiği yazısında Amerika'daki göçmenlerin durumunu ve sayılarını şu şekilde
veriyordu:
"1890 senesi zarfında Amerika'ya hicret eden ahali 455.302 nüfus iken Haziran'
da son bulan 1891 senesi zarfında 560.319 kişi hicret eylemiştir. 1890 senesinde
Muhacirin-i Osmaniye 2.167 idi. Tebaamızdan Amerika'ya en fazla hicret edenler
Sayfa 92
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Surya-nidir. Bunlar kendi işleriyle iştigal etmekte olup hiçbir siyasi
maksatları yoktur. Bunlardan sonra Ermeniler gelir. Ermeniler hoşnutsuzluk izhar
etmekte olup Osmanlı Devleti'ni aşağılamaya çalışmakta iseler de efkar-ı
umumiyeye karşı çalışmaları neticesiz kalıyor... Amerika'da mukavelenameleri
kararlaştıran Heyet-i Ayan (senato)dır. Velhasıl Ermeniler bunları kendi efkar
ve maksatlarını kabul ile Hükûmet-i Seniyyenin efkar ve tasavvuratı aleyhinde
bulunmaya sevk ve imaleye çalışıyorlar. Heyet-i Ayan azası (senatörler) ise her
ne kadar kendi memleketlerinin işlerine vakıf ve bilgileri var ise de içlerinden
ekserisi Devlet-i Aliyenin ahval-i hakikiyesi-ne vakıf olmadığı cihetle hem
Devlet-i Aliyeyi hem de Kanun-ı Esasileri gereğince kendi rey ve kararlarıyla
hareket ederek Amerika Hükümetini müşkül duruma düşürüyorlar". Ermeniler daha
ilk göçlerden itibaren Amerika Senatosu üzerinde etkin olmak için çalışmaya
başlamışlardı.
Amerikan kayıtlarına göre, 1854'te Amerika'da 20 Ermeni bulunuyordu, bu sayı
1870'e kadar 70 civarına ulaştı. Şüphesiz bu kayıtların dışında gelen Ermeni
göçmenler de vardı. Bu gelenlerin tamamı Amerikan misyoner okullarında eğitilmiş
gençler değildi, bazıları Yeni Dünya'ya büyük fedakârlıklarla talihlerini
aramaya gelmişlerdi. Bunlar Mas-sachusetts, New York, New Jersey ve
Pennsylva-nia'mn fabrikalarında iş buldular. Göçmen Ermeniler aynı fabrikalarda
çalışmaya, aynı yerde yaşamaya önem verdiler ve karşılıklı yardımı öne
çıkardılar. Bu kapalı çevrede birkaç küçük Ermeni işyeri, kahvehaneler,
manavlar, ayakkabı tamircileri ve sosyal hizmetleri görecek diğer küçük yerler
açıldı. 1890'a kadar Amerika'da Ermenilerin sayısı 2000'e, 1900'de 15-20 bine
ulaştı. 1904 yılından itibaren ekonomik ve siyasî sebeplerden dolayı Rusya'dan
da ABD'ye göçler başladı. 1899-1924 yılları arasında Rusya'dan 3.500 Ermeni
Amerika'ya göç etmişti. Aynı tarihler arasında Osmanlı Devleti'nden göçen Ermeni
sayısı 51.950 idi. Bunların hemen hemen hepsi genç ve bekâr insanlardı ve
aralarında Ermeni yetimleri de vardı8. Çoğu ilk günlerde Amerika'da geçici süre
kalacaklarına inanıyorlardı, amaçları ailelerine para göndermek ve dönüş için
yeterli parayı biriktirmekti9. Bugün Ermeni araştırmacılarının tamamı 1890-1923
yılları arasındaki göçleri Anadolu'da meydana gelen olaylara ve Türklerin bu
Ermenilere kötü muamele ettiğine bağlamaktadırlar10. Oysa özellikle 1890-1896
arası göçün temel sebebi tamamen maddî sebeplerden kaynaklanıyordu. Suriye'de
hiçbir karışıklık olmamasına rağmen en çok göç buradan oluyordu.
Amerika'ya göçen Ermeniler manevî ihtiyaçlarını gidermek için de bir araya
gelmişlerdi. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda merkezî bir politik oluşumun
eksikliği, kiliseyi toplanma merkezi ve toplum hayatinin odak noktası yapmıştır.
Göçmenler kiliseyi ruhsal yuvaları olarak görmüşlerdir
ve onu koruyucu ve lider olarak seçmişlerdir. Bu Ermeniler için Ermeni Kilisesi
milliyetçiliğin başlıca kalesidir. Göçmenler için kilise, milletin manevî,
kültürel değer ve başarılarının esası, ideallerinin ve hedeflerinin bir
göstergesi, millî hayatın etrafında dönmekte olduğu bir cazibe merkezidir11.
1880'lerin sonunda yaklaşık 1000 Ermeninin yaşadığı VVorcester şehri Ermenilerin
Amerika'daki ilk kiliseyi kurdukları yerdi. 1888'de VVbrcester'a gelen ve
Osmanlı Devleti tarafından aranmakta olan Mı-gırdıç Portakalyan Ermenileri bir
kilise kurmaya sevk etti. Burada ilk olarak bir Ermeni kulübü kuruldu. Kulübe
250 kişi katıldı ve kiliseyi kuran da bu kulüp oldu. Muş'ta eğitim görmüş olan
Joseph Sarajian da 1889'un ortalarında Amerika'ya gelmiş ve kilise kurma
faaliyetlerine başlamıştı. 18 Ocak 1891'de binlerce Ermeninin katılımıyla Holly
Savi-our Kilisesi açıldı. Worcester'deki bu açılışı diğer bölgelerdeki kilise
açılışları takip etti12. Bu kiliseleri Ermeni Protestanlar kendi papazlarıyla
şekillendirmeyi başardılar, İstanbul Ermeni Patrikliği Amerika için ilk
papazları gönderdi13. Bu papazların Amerika'ya gönderilmesinde eski Ermeni
Patriği Mıgırdıç Kırımyan'ın önemli rolü oldu. Kırımyan, Osmanlı Devleti'nin
Ermenilere yaptığı sözde zulmü dile getirmek için 1878 Berlin Kongresi'ne
katılmış fakat bir şey elde edemeden geri dönmüştü. Dönüşünde Ermenilere hitaben
verdiği vaazında, "Ermeni halkı, elbette kılıcın neler yapabilmiş olduğunu ve
neler yapabileceğini çok iyi biliyorsunuz ve böylece baba toprağına, akraba ve
dostlarınıza döndüğünüzde silâhlanın ve yine silâhlanın. Her şeyden önce
özgürlük umutlarınızı kendinize bağlayın, kendi yumruğunuzu kullanın, insan
kendi kurtuluşu için kendisi çalışmalıdır" diyordu14. Kırımyan'ın bu
tavsiyelerine şüphesiz ki ilk uyacak olanlar onun atadığı papazlar olacaktır.
Nitekim Amerika'ya gönderilen papazların faaliyetleri de bunu göstereceklerdir.
Amerika'daki Ermeni cemaati çalışmalarında kiliselerden sonra siyasî partiler de
önemli bir rol oynadı. VVorcester Ermeni Kulübü 1890'ların başında Hınçakların
yazdıkları ile tanışmaya başladı.
Hınçaklar kısa sürede New York, VVorcester, Boston ve Lawrence'e yayıldılar.
Amerika'da Hınçakların ilk idarecisi, Cenova'da partinin kurucularından olan
Nişan Garabedian'dı. Osmanlı Devleti tarafından sınır dışı edilmiş olan
Sayfa 93
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Protestan Karekin Chiti-cian da Amerika'daki Hınçak liderlerindendi, fakat
Ermeniler tarafından pek sevilmiyordu. Garabedi-an, Anadolu'yu dolaşmış, Patrik
Kırımyan ile görüşmüştü, parti kurucusu Nazarbeg tarafından Amerika'ya
gönderilmişti15.
Hınçakların Amerika'da ilk çalışmaları halk toplantıları idi. VVorcester'da
600-700 göçmenin katıldığı millî şarkıların söylendiği toplantılar yapılırdı. Bu
toplantılarda Garabedian ve yardımcısı Bedros Keljik Türkiye'deki zulümden
bahsederek silâhsız bağımsızlık olamayacağını söylüyorlardı. Ayrıca ihtilal için
savaşın çok masraflı olduğunu söyleyerek para topluyorlardı. 1894'e kadar
Garabedian Amerika'da 10.000 dolar toplanmıştı16.
Bu Ermenilerin hemen hemen tamamı İngilizce bilmedikleri için, gece kurslarında
İngilizce öğrenmeye başladılar. Bazı Ermeni araştırmacılar böylece Ermenilerin
asimile olmaya başladıklarını yazarlar. Onlara göre, Ermenice onları anavatana
ve birbirlerine bağlayan tek bağdı, böylece Ermeniler ruhlarını kaybettiler17.
1970'lere gelindiğinde ABD'ndeki Ermenilerin sayısı 350.00-400.000'e ulaşmıştı.
Bugün ABD'nde 800.000 civarında Ermeni vardır ve sadece Boston'da 50.000 Ermeni
yaşamaktadır.
ABD'ndeki Ermenilerin Propaganda Faaliyetleri
Propagandaya büyük önem veren Ermeni komiteleri, gazete, dergi, beyanname ve
duvar afişleriyle Amerikalıların Türkler hakkındaki düşüncelerini kendi
lehlerinde oluşturmaya gayret ediyorlardı. Bu yazılar Avrupa, Merzifon ve
Sivas'ta basılıyor gönderildikleri yerlerde gerekirse teksir edilip
dağıtılıyordu. Basın yoluyla dünya kamuoyunu etkilemeye çalışan komitelerin
kurduğu sistem şöyle işliyordu: Evvela Anadolu'da zoraki bir olay çıkartılıyor,
bunu yerel makamların Ermenileri tutuklaması takip ediyor, orada bulunan din
görevlisi olayı patrikliğe, konsolos bağlı olduğu sefire ve bakanlığa, misyoner
de bağlı bulunduğu teşkilâta arzu ettiği gazete ve sefaretlere, onlardan da
dünya basınına intikal ediyordu. Ve haber döngü bir çığ gibi büyü-yordu. Bu
aslında Hınçak nizamnamesinin bir gereği idi19.
Amerika'daki Ermeniler de ihtilâl fikirlerini Amerika halkına ve idarecilerine
kabul ettirmek, Osmanlı Devleti'nin zalim bir devlet olduğunu ispatlamak için
yoğun bir propaganda faaliyeti gösterdiler. Bunun için iki yol seçtiler;
bunlardan birincisi, gazetelerde yazılar yayınlamak, ikincisi de sık sık
mitingler tertiplemekti.
Ermenilerin Amerika'da çıkardıkları ilk gazete Kaprilian'ın Haik Gazetesi'dir.
Bu gazete Ermenileri kurtarmak için silâh ve savaşın gerekli olduğunu yazarak
Ermenileri tahrik ediyordu20. Haik Gazetesi, Anadolu'nun bazı vilâyetlerinde
devrimci ilânlar sergileyen afişler asıldığını Amerikalı Ermenilere duyurarak
Anadolu'yu karışık bir hâlde gösteriyor, yabancı basın yoluyla da Ermeni
davasına yardımcı olacak fikirleri dünya kamuoyuna aksettirmeye çalışıyordu.
Ayrıca Osmanlı Devleti'nin dışta itibarını sarsmak için Ermenilere yapılan
şiddet, işlenen suç ve kötülüklerin yayınlanmasını istiyordu21.
New York şehrinde çıkan Haik Gazetesi 15 Ekim 1892 tarihli nüshasında,
Ermenilerin bulunduğu her yerde komite kurulmasını ve bunların üstünde Avrupa'da
bir merkezî komitenin bulunmasını istiyordu22. Bu fikrini kuvvetlendirmek için
de ingiliz Başbakanı Gladstone'un fikirlerini ve onun Ermenilerin bulundukları
yerlerde komite kurmalarını ve bir araya gelmelerini tavsiye ettiğini
yazıyordu23. Ayrıca gazete bu birliğin Osmanlı Devleti'ne tazyik edebilmek için
tek yol olduğunu vurguluyordu.
Gazete l Ekim 1892 tarihli nüshasında, Anadolu'da Arapkir taraflarında meydana
gelen olaylardan bahsederek Müslümanların Hristiyan Ermenilere zulmettiğinden
bahsetmiş ve "Bütün bunlara rağmen Ermeniler mallarını dahi satıp
silahlanmaktadırlar ve bu konuda büyük maharet göstermektedirler" diye yazıyı
bitirmiştir25.
Amerika'daki Ermeniler, Amerika gazetelerini de kendi lehlerinde yazılar
yazmaları konusunda ikna etmek için ellerinden geleni yaptılar. New York
Ermenilerinden bir kısmı New York'ta 10.000 Erme-ninin oturduğunu, hangi
gazetede davalarına yer verilirse ona abone olacaklarını basına
bildirmişlerdi26. Bu teşebbüslerin etkisi de oldu. 21 Mart 1894 tarihli
VVorcester Daily Spy Gazetesi "Acı Çeken Ermenistan" başlıklı yazısında Hınçak
lideri Nisen Garabetyan ile bir röportajını yayınlıyor ve Ermenilerin eğitimli,
ilerleme isteği olan, medeni insanlar olduğunu Türklerin şu anda Anadolu'da bu
Ermenilere zulüm yaptığını yazıyordu27.
1894 Ağustos'unda meydana gelen Sasun ayaklanması ve bunun sonunda meydana gelen
olaylardan sonra Amerika'da Türkiye aleyhine büyük bir propaganda patlaması
oldu. Ermenilerin ayaklanma çıkardıkları göz ardı edilerek sırf Hristiyan
oldukları için kılıçtan geçirildikleri ileri sürüldü. Kiliselerde Türkleri
lanetleme duaları, meydanlarda protesto mitingleri yapıldı. Gazetelerde ve
dergilerde koyu düşmanlık yazıları yazıldı, bir çok kitap ve broşür
Sayfa 94
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
yayınlandı28.
Sasun olaylarında yaklaşık 900 Ermeninin ölmesini Hayk gazetesi "...10.000
Ermeni katledildi" diye yazmıştır. Ayrıca bütün Amerikalıları ve Avrupalıları bu
olaya müdahale etmeye çağırdı.
Gazetelerden başka Ermenilerle ilgili kitaplar da propaganda vasıtası olarak
kullanıldı. On yıldan beri Amerika'da bulunan teoloji ve tıp yapmış olan ve
Amerika misyonerleri tarafından desteklenen ve himaye edilen Rahip Gabrielian
tarafından 1893 yılında Philedelphia'da "Ermeniler ve Ararat Halkı" adında bir
kitap yayınlandı. Kitapta Ermeni edebiyatı ve tarihi ile tamamen Osmanlı ve
Müslümanlık aleyhinde bilgiler bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti kitabın ülkeye
sokulmaması için gerekli tedbirleri aldı30.
1895 yılında diğer bir kitap Frederick Davis Gre-nee adlı Amerika Misyoneri
tarafından yazıldı. Gre-nee dört yıl Anadolu'da görev yapmıştı ve kitabının adı
"Osmanlı Devleti'nde Ermeni Buhranı ve 1894 Katliamı" adını taşımaktaydı. Bu
kitapta da Anadolu'dan gelen imzasız mektuplar yayınlanarak Müs-lümanların
Ermenileri katlettiğinden bahsediliyorAmerika'da 1896 yılında üç kitap daha basıldı. Amerikalı misyonerlerin
yayınladığı bu üç kitapta da Türk düşmanlığı vardı ve daha sonraki araştırıcılar
tarafından kullanılacak temel eserlerden oldular. Bu üç çalışma şunlardı: Rahip
Edwin M. Blisa, "The Armenian Attrocities", A.W. Williams/ "Ble-eding Armenia",
Frederic Davis Greene, "Armenian Massacres ör The Sword of Muhammed"32.
Ermeniler bu kitaplar dışında, 1893 yılında, "Ermenilere Askerî Talim Dersleri"
adlı bir kitap bastırarak dağıtımını yaptılar33. Yine aynı yılın Kasım ayında
Hınçak Partisi VVbrcester Şubesi'nin çıkardığı broşürde Ermenilerin Anadolu'da
katliama maruz kaldıklarını ileri sürdüler34.
Ermeniler için en önemli konu Osmanlı Devletinde yürütecekleri ihtilal hareketi
için para ve silâh tedariki idi. Bağış Ermeni ihtilâl Komitelerinin başlıca
finans kaynaklarından biri idi. Silâh tedariki, komitelerin sıcak savaşı için
kesin bir ihtiyaçtı. Bir yandan nizamnameleri gereğince her Ermeninin kendi
silâhını temin etmesi istenirken bir yandan da bu silâhların komiteye giriş ve
aidat paralarıyla yabancı memleketlerden dolaylı bir şekilde satın alınıp
Osmanlı ülkesine gizlice sokulmasına ve yurt içinde depolanmasına
çalışılıyordu35. Yardım ve bağışın merkezi, kiliseler ve halk toplantılarıydı.
Ermeni papazları gönüllü olarak veya cebren komitenin emrine girmişler hatta
liderlik etmişlerdir. Wor-cester'daki Rahip Saraciyan burada Pazar ayinlerinde
konuşmalar yaparak komitelere yardım edilmesini istemiştir36. Bu tür
faaliyetlerden sonra 1894 Nisan ayına kadar Amerika'daki Ermeniler 50.000
martini, 75.000 tabanca, 2 milyon tüfek ve tabanca mermisi ve muhtelif
miktarlarda dinamit satın almışlardır ve Anadolu'ya göndermişlerdir37. Bu
çalışmalarına Amerikalıları da katmak isteyen Ermeniler l Mayıs 1894'te "Ermeni
Dostları Birliği Der-neği"ni kurmuşlardır.
Amerika'daki Ermenilerin en önemli faaliyetlerinden biri de Osmanlı Devleti
içerisinde meydana gelen olaylardan sonra ve bu olayların yıl dönümlerinde
mitingler tertip etmeleridir. Amerika'daki mitingleri, sayıları yirmiyi bulan
ihtilâl cemiyetlerinin Chicago, Philedelphia ve Boston başta olmak üzere çeşitli
şehirlerindeki şubeleri düzenliyordu. Bu cemiyetlerin ortak amacı, bütün
Ermenileri Osmanlı Devleti idaresinden kurtararak bağımsız Ermenistan'ı
kurmaktı. Bu cemiyetler, 1893 Şubat ayında Kayseri ve Merzifon çevresinde
meydana gelen olaylarda dolayı New York'ta 200 kadar Ermeni'yi toplayarak
protesto etmişlerdi39. Yine ihtilâl cemiyetlerinden birisi olan "Büyük
Ermenistan Vatansever Cemiyeti" de 25 Temmuz 1894'te 200 kişi ile New York
sokaklarında dolaşarak "Türkiye Batsın, Yaşasın Ermeni İhtilâli" diye
bağırmışlardı.
Amerika Ermenileri bu çalışmaları ile Avrupa Ermenilerini fersah fersah geride
bırakmışlardı. Bunun en önemli delili New York Ermenilerinin Kumkapı
Hadisesi'nin (15 Temmuz 1890) dördüncü yıldönümünde Nişan Karabetyan tarafından
Boston Şehri'nde düzenlenen bir mitingde yapılan konuşmadır. Karabetyan bu
konuşmasında,.. Osmanlı Devleti'nin insanlık için bir ağırlık olduğundan ve
ortadan kaldırılması gerektiğinden bahsetmişti. Bu konuşmanın metni Londra'da
neşrolunan "Arme-nia" Gazetesi'nde de yayınlanmıştı41.
Osmanlı Devleti içerisinde meydana gelen olayları fırsat bilen Hınçaklar
kiliselerinde papazları kullanarak epey para topladılar. New York'ta tayin
olunan beş kişi bir hafta zarfında sekiz yüz dolar topladılar. Paraların çoğu
bunların cebinde kalıyordu. Hınçakların Amerika'da şehir şehir dolaşan adamları
vardı.
Ermenilerin bu yalan propagandalarına inanan Amerikalılar da Osmanlı Devleti
aleyhine mitingler düzenlediler. Amerikalılar tarafından Boston'da, 15 Kasım
1894'te, Boston Valisi'nin de katıldığı bir miting tertip edilerek Osmanlı
Devleti aleyhine kararlar alınmış ve bu kararlar diğer hükümetlere de tebliğ
Sayfa 95
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
edilmiştir.
Amerika'daki ihtilâl cemiyetlerinin bütün amaçları Hınçak Cemiyet Merkezi'nin
çizdiği doğrultuda idi. Ermenilerin bütün gayretleri Anadolu'da karışıklık
çıkarmak, bunun için maddî desteği sağlamak ve Amerikalıların ve Amerika
Senatosu'nun bu konuda alacağı kararda etkili olmaktı. Çizilen bu hedefin ilk
aşaması, 1892-1895 yılları arasında Anadolu'da çıkarılan karışıklıklarla
sağlanmıştı. Hareketin ikinci aşaması, bu konunun Amerika kamuoyunda işlenerek
senatonun dikkatinin çekilmesi idi ki Ermeniler bu konuda daha önceden çalışmaya
başlamışlardı. 20 Aralık 1893'te Amerika Başkanı Clevland'a gönderilen Ermeni
Artin imzalı yazıda çok önemli noktalara dikkat çekilmeye çalışılıyordu.
Amerika'daki Ermeni propagandasının mahiyetini gösteren bu yazıyı burada aynen
vermeyi uygun buluyoruz:
"Kongredeki nutk-ı ahirinizde Ermeni Mesele-si'nden dahi bahsettiğinizden dolayı
beyan-ı teşekkür ederiz. Bu mesele hâkim tarikiyle halledilemez. Ermenilerin en
büyük talihsizlikleri şudur ki ne halde bulundukları alem-i medeniyetçe
meçhuldür. Ermeniler bir hükûmet-i İslâmiyenin idaresi altında yaşayan bir
Hristiyan kavmidir, islamların ne kadar mutaassıp oldukları malumdur. Dört yüz
milyon nüfusu aşan ve gayet büyük bir kuvvete malik olan Hristiyanların din-i
isevinin en büyük düşmanı olan bir millet tarafından düçar-ı mezalim olmalarına
gözlerini kapamaları gerçekten gariptir. Ermeniler zeki, ilim sahibi, sanatkâr,
asayişi seven ve kanaatkar insanlardır. Bunca mezalime rağmen dinlerini koruyan
Ermenilere Amerikalılar kayıtsız kalamazlar.... Amerikalıların Ermenilerin
bulunduğu Osmanlı topraklarında hususî menfaatleri vardır. Zira oradaki mektep,
kilise ve hastaneler için yıllık iki yüz elli bin dolar sarf etmektedir. Osmanlı
Devleti'ndeki Ermenilerin şikayetlerinin nazar-ı itibara alınması için Padişah
nezdinde tavassut etmenizi insaniyet namına rica eyleriz."
İlk defa, 3 Aralık 1894'te Louisiana Senatörü Newton Blanchard Ermeni Meselesini
Amerikan Senatosu'na getirdi. Blanchard, Senato'ya sunduğu karar tasarısında,
Türkiye'de kadın, erkek, çocuk demeden yapılan katliamların insanlık için bir
yüz karası olduğunu ve tüm insanlıkça en sert biçimde kınanması gerektiğini
belirtiyordu. Aynı Senato Başkan Clevland'dan bilgi istiyordu. Clevland için her
şeyden önce Türkiye'deki Amerikalıların hayatını korumak önemliydi ve bu
olaylarda Amerikalılara hiçbir şey olmamıştı. İstanbul'daki Amerika Elçisi
Terrel de Türkiye'deki Amerikalıların rahat içerisinde olduklarından
bahsediyordu. Ayrıca Clevland, Amerika'da propaganda yapan Ermenilere fazla
güvenilmemesi gerektiğini açıklamış, onun bu açıklaması Ermenileri çok
kızdırmıştı.
Ermenilerin senatörler üzerindeki çalışmaları 1896 yılı boyunca da devam etti.
Bu propagandalar sonucu Amerika'daki Ermeniler Osmanlı Devle-ti'ne karşı o kadar
kinle dolmuşlardı ki burada yaşayan Müslümanlara saldırmaya başlamışlardı.
Özellikle Worcester'da yaşayan Müslümanlar sık sık Ermeniler tarafından tehdit
ediliyordu.
Türkiye'deki farklı din ve mezheplere mensup kimselere yapılan muamele ile
Amerika'daki emsallerini karşılaştıran bir Amerikalının "Tarafsız" imzasıyla
Chicago Herald Gazetesi'nin 16 Haziran 1894'te çıkan mektubun özeti şöyledir:
"Amerika'da bir avuç Ermeni vardır. Bunlar bizim kanunlarımızın himayesi
altındadırlar. Ama bunlar kendilerini üstün ırktan sanırlar ve ihtilâlci Hmçak
Parti-si'nin, Türk Hükümeti ve memurlarından gördükleri tazyike karşı Türkiye'de
isyan çıkaracaklarını yazarlar. Buna zeki ve gerçekten dost Amerikalılar derhal
inanırlar. Eğer bu kişiler kâfi süre Türkiye'de yaşasalar, Ermeni
anarşistlerinin gerçek gayretlerini göreceklerdir. Bunlar üstün ırktır. Türkler
değildir. Önemli olan Amerikalıların inandırılması ve Ermenilerin
cesaretlendirilmeleridir. Ermeni konusuyla ilgilenen kişiler şu iki noktayı
unutmamalıdırlar:
1. Türkiye'de suç işleyenler, Amerika'dakinden daha
azdır.
2. Türk hükümeti suçluyu daima cezalandırır. Geçek şudur ki Türkiye'de suç
işleyenler herhangi bir medeni memleketinkinden daha azdır.
Türkiye'de Ermeniler çok yüksek mevkidedirler. Mahkemelerde başkanlık mevkiinde
olan çok Ermeni olduğu gibi devletin bütün dairelerinde görev yapanlar vardır.
Bu Türkiye'deki adaleti ve toleransı gösterir. Ermeniler tarafından bunun
aksinin iddiası iftiradır. Bu sebeple ABD'ne politik çağrıda bulunmaya haklan
yoktur. ABD herhangi bir sebeple Türkiye'nin iç işlerine müdahale edemez"(r).
Bunlara karşı Osmanlı Devleti de şüphesiz ki çeşitli tedbirler aldı. Özellikle
Washington Sefiri Mav-royani Bey bu konuda çok yoğun bir şekilde çalıştı. Fakat
Avrupalı Devletlerde olduğu gibi Amerika'da da siyaset ve iç politikalar
Ermeniler lehine çalıştı. Onlar bu meseleyi Osmanlı Devleti'ne karşı bir baskı
aracı olarak kullanmak niyetinde idiler.
Birinci Dünya Savaşı'mn başlaması ve Osmanlı Devleti'nin savaşa Almanya safında
Sayfa 96
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
girmesi Ermenilere kendi gelecekleri konusunda yeni umutlar vermişti. Ermeniler
Rusya ve İngiltere yanında yer alarak savaş sonunda bağımsız devletlerini
kurabileceklerini umdular. Bu düşüncelerle Osmanlı Devletine karşı harekete
geçtiler. Osmanlı Devleti kendi güvenliği için bu çeteleri sürgün edince
İngiltere ve Fransa kendi kamu oylarını etkilemek için bunu savaş propagandası
olarak kullanmaya başladı. Bu propagandaya ABD'nin İstanbul elçisi Henry
Mor-genthau da katıldı. Amerikalılara göre Ermenilerin tehcir edilmesi 1880
tarihinden beri yürütülen faaliyetlerin boşa çıkması ve yapılan milyonlarca
dolarlık masrafın heba olması demekti. American Com-mittee For Armenian and
Syrian Relief isimli yardım teşkilâtı çalışanlarından gelen kişisel telgrafları
1918 yılında New York'ta "Ambassador Morgent-hau's Story" ismiyle yayınlayarak
Amerika ve Avrupa kamuoyunu etkilemeyi düşündü. Bu kitap bugün de Ermeni ve
Avrupalı yazarların önemli başvuru eseridir. Bu tür telgraflar savaş süresince
Amerikan gazetelerinde yayınlandı. Savaş boyunca Amerika'daki Ermeniler, bu
yazıların etkisiyle, Doğu Anadolu ve Güney Anadolu'daki Ermenileri para ve silâh
yönünden desteklediler.
ABD, Almanya'ya karşı 2 Nisan 1917'de harbe girince Osmanlı Devleti de bu
devletle münasebetlerim kesti. Buna rağmen Amerika Osmanlı Devleti'ne karşı harp
ilân etmedi. Çünkü Osmanlı Devleti sınırları içerisinde pek çok Amerikan
misyoner okul ve hayır müessesesi vardı. 1919 yılında Amerika'da "American
Committee f ör Independence of Armenia" isimli bir teşkilât kuruldu. Bu teşkilât
Türkler aleyhine ülke çapında faaliyet gösterdi. Amerika Başkanı VVilson'a göre
savaş sonunda Doğu Anadolu'da Büyük Ermenistan Devleti kurulmalı idi. VVilson bu
görüşe, Amerika'daki Ermeniler ve onlara destek olan misyonerlerin sürdürdükleri
propagandalar sonucu sahip olmuştu. Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul'a
Yüksek Komiser olarak atanan Amiral Bristol ise başkandan farklı düşünüyor,
Türkiye'nin bir bütün hâlinde kalmasının gerekli olduğunu savunuyordu50. Birinci
Dünya Savaşı sonunda yeni sınırların belirleneceği Paris Barış Konferansında,
İngilizlerin isteği doğrultusunda, Amerika Kongresi'nin tasvibi şartıyla,
Ermenistan'da Amerika Mandası kabul edilmişti. Başkan Wilson Anadolu'daki durumu
incelemek üzere
1919 Haziraru'nda Anadolu'ya King-Crane Heyetini göndermiş, Ağustosta da
Ermenistan Mandası'nın Amerikan hazinesine getireceği mali külfeti tespit için
Harbord Heyetini Doğu Anadolu'ya göndermişti. Harbord Heyeti yaptığı inceleme
sonunda Anadolu'nun hiçbir yerinde Ermenilerin çoğunlukta bulunmadığını görmüş
ve Doğu Anadolu'da kurulacak olan bir Ermenistan için Amerika mandasının
kabulünü ABD'ne ilk beş yılda 750 milyon dolara mal olacağını hesaplamıştı. Bu
rapor üzerine Amerika Senatosu l Haziran 1920'de Ermenistan Mandasını
reddetmişti. VVilson'dan sonra Başkan olan Harding Ermenistan konusunu bir
tarafa bırakarak Bristol'ün tezini kabul etti. Böylece Ermenilerin savaş sonrası
hayalleri Amerika açısından yıkılmış oldu.
Amiral Bristol 23 Aralık 1920'de harp günlüğüne şunları yazacaktı:
"... Çok yazıktır ki, Birleşik devletlerde halkımızın Ermeni halkının karakteri
ve Ermeni memleketi diye bir şeyin bulunmadığına dair gerçek ve doğru bir fikri
yoktur"^.
1923 yılında Lozan Antlaşması imzalanınca, ABD'ndeki Ermeniler de diğer
ülkelerdeki Ermeniler gibi bu antlaşmayı tanımadılar ve ABD'ni Ermenileri
yüzüstü bırakmakla suçladılar. 1919 yılında, kurulduğundan bahsettiğimiz
"American Commit-tee for Independence of Armenia" isimli teşkilât adını
"American Committee Opposed to the La-usanne Treaty" (Lozan Antlaşmasına Muhalif
Amerikan Komitesi) olarak değiştirdi ve bu yönde faaliyette bulundu. Yayın
faaliyetleri artırıldı, tanınmış siyaset ve din adamlarının barış aleyhine
görüşlerinin yer aldığı broşürler dağıtıldı, senatoya protesto telgrafları
gönderildi. Fakat bu faaliyetler Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasında normal
ilişkilerin kurulmasını engelleyemedi.
ABD Ermenileri 1960 Kıbrıs Buhram'na kadar uluslar arası alanda sessiz kaldılar.
Fakat bu dönemde Türk Düşmanlığını Amerikan halkına telkin etmeye devam ettiler.
1984 yılına kadar uluslar arası alanda Türk diplomatlarına karşı çeşitli
suikastlar düzenleyerek dünya kamuoyunun dikkatlerini Ermeni Sorunu üzerine
çekmeye çalıştılar. Türk vatandaşlarına yönelik Ermeni saldırıları, 1973 yılında
başladı. Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet BAYDAR ve Konsolos Bahadır
DEMİR, 27 Ocak 1973'te yaşlı bir Amerikan uyruklu Ermeni Gürgen (Karakin)
Yanikiyan tarafından şehit edildi. 28 Ocak 1982'de Türkiye'nin Los Angeles
Başkonsolosu Kemal ARIKAN öldürüldü. Arıkan'ın katili Taşnak militanı Hampig
Sasunyan, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 5 Mayıs 1982'de Türkiye'nin Boston
Fahri Başkonsolosu Orhan GÜNDÜZ, uğradığı silâhlı saldırıda öldü. Suikastçıların
çoğu Amerika'da bulunan okul görünümlü kamplarda yetiştirilmişti.
Doksan yıla yakındır Amerika'da "soy kırıma" uğradık diye propaganda yapan
Ermeniler, halkın şuuruna büyük bir nakış işlemiştir. 1984 yılından Amerika'daki
Sayfa 97
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
bütün Ermeni örgütleri "Amerika Ermeni Asamblesi" adı altında birleşerek bu
propagandaya devam kararı vermişlerdir. Yaklaşık 1228 Ermeni lobi kuruluşu bugün
ABD'nde faaliyet göstermektedir.
MÜMTAZ SOYSALIN ORLY SALDIRISI DAVASI İLE İLGİLİ UZMAN TANIK BEYANI*
15 Temmuz 1983 günü Paris yakınlarında Orly Havaalanında THY bürosu önünde
patlayan bir bomba dördü Fransız, ikisi Türk, biri Amerikan ve biri isveçli
olmak üzere sekiz kişinin ölümüne ve altmış dolayında kişinin de yaralanmasına
yol açtı.
Sanık olarak tutuklanan ASALA örgütü mensupları 19 Şubat-2 Mart 1985 tarihleri
arasında yargılanmaların sonunda sanıklardan biri ömür boyu olmak üzere ağır
hapis cezasına çarptırıldılar.
Mahkemede sanıkları özellikle Avukat Verges, Avukat Bourguet ile Avukat Zavarian
savunmuştur. Bu davada Türk mağdurları temsilen müdahil taraf uzman tanık olarak
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Dr. Mümtaz
Soysal, Dr. Türkkaya Ataöv ile aynı Fakülte doçenti Dr. Sina Akşin'in ve Gazi
Üniversitesi doçentlerinden Dr. Hasan Köni'ntn dinlenmesini istemiştir. Bu uzman
tanıkların yanında, Boğaziçi Üniversitesi doçentlerinden Dr. Avedis Simon
Hacınlıyan da müdahil tarafın moral tanığı olarak mahkemece dinlenmiştir.
Aşağıdaki yazı, Prof. Dr. Mümtaz Soysal'ın uzman tanık olarak mahkemede verdiği
beyanıdır.
Sayın Başkan,
Sanıklardan hiçbirini taramıyorum ve saldırının yapıldığı gün Orly'de değildim.
Müdahil avukatlarının istemi üzerine burada bulunuyorum. Neden? Aslında bu
mahkeme önünde duygulara dayalı bir tanıklık yapabilirim; zira 31'i diplomat ve
memur olmak üzere Ermeni terörüne kurban giden 2 Türk'ten 12 tanesi benim eski
öğrencim ya da meslektaşımdı ve Orly saldırısının mağdurları arasında da
çoğunluğu kendi yurttaşlarım oluşturuyor.
Fakat buraya size başka şeyi izah etmeye geldim. Tanık oluşumdan ötürü bu
davanın oturumlarında bulunamadım ve mahkemenin seyrini fazlaca Fransız
basınından izleyebildim. Gazetelerde okuduklarım böyle bir izahın gerçekten
gerekli olduğunu gösterdi. Savunma avukatları, siyaset adamlarının tanıklığına
başvurarak arada onları Ermeni "Soy kırımı" üzerine konuşturmayı ve böylece bu
davaya siyasal bir nitelik vermeyi arzu ediyorlardı. Bu konudaki çabaları
şimdilik boşa çıkmış olabilir, ama sonunda gene bunu başarmayı
denemeyeceklerinden fazla emin değilim.
Bu benim için bir önsezi değil, kesin bir kanı; zira, bu tür davalarda hep böyle
olur. Nitekim psikolog-bi-lirkişi, huzurunuzda sanıkları söz konusu suça iten
belli bir "tutkulu idealizm" den söz etti ve onları da aynı "soy kırımı"ran
sorunlularına karşı intikam hırsıyla dolu olan çocukluklarını anlattılar. İşte
size bu konudan, "soy kırımı" konusundan söz etmek için geldim.
Ben, ne tarihçiyim, ne de etnolog. Hukukçuyum . İnanıyorum ki, öncesi ve sonrası
ile birlikte 1915 olaylarının hukukî yönü, bu olaylara ilişkin olarak toplu bir
intikam duygusundan kaynaklandığı iddia edilen her suçun tahlili bakımından
önemlidir. Cezasız kalmış bir haksızlık üzerine dünyanın dikkatini çekme
gerekçesi söz konusu olduğu zaman da bu tahlil gereklidir.
Bir hukukçu olarak, özellikle bu ülkede devlet adamlarından Ermeni davasına
taraftar olan en sade kişilere kadar "soy kırım" teriminin bu kadar kolayca
kullanılır olması ve hatta hafife alınması karşısında şaşırdım. Oysa bu terim
belli tanımı olan bir suça ilişkindir ve o tanım İkinci Dünya Savaşından sonra
hazırlanarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nün 9 Aralık 1948 günlü kararıyla
onaylayıp 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soy Kırımının Önlenmesine ve
Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme " adlı uluslar arası bir sözleşmeyle
yapılmıştır. Türkiye bu sözleşmeyi imzalayıp onaylamıştır.
Aralan sözleşmede soy kırımı suçunun tanımlanması üç unsur içermektedir. Her
şeyden önce ulusal, etnik, ırkî ve dinî bir grup bulunmalıdır. Sonra bu grup,
sözleşmede sayılan "grup mensuplarının öldürülmesi" eyleminden "bir grubun
çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi " ne kadar uzanan ve "grubun
fizik varlığım sona erdirecek yaşama koşullarına tâbi tutulması" eylemini de
içeren bazı muamelelere tâbi tutulmalıdır. Fakat bu suçun üçüncü unsuru daha
önemlidir. Söz konusu grubu "kısmen veya tamamen yok etme kastı"mn mevcut olması
gerekir.
Bu kilit ibare savaşlara, isyanlara vs. ilişkin başka amaçların" sonuçları olan
diğer "adam öldürme"ler-den, soy kırımını ayırt eder. Adam öldürme fiili ulusal,
etnik, ırkî veya dinî bir grubun üyelerini sırf bu grubun üyeleri oldukları için
açık veya örtülü bir şekilde yok etmeyi hedef aldığı zaman soy kırımına
dönüşüyor. Sayılarının büyüklüğü ancak gruba yönelik böyle bir kastın belirtisi
olarak ele alınabilirse anlam kazanır. Bu nedenledir ki, Vietnam savaşına
ilişkin Russel mahkemesi vesilesi ile soy kırımından söz eden Sart-re'ın dediği
gibi, böyle bir kastın örtülü bile olsa varlığını kanıtlamak için objektif
Sayfa 98
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
olayları incelemek gerekir.
Ermeni Sorunu ile ilgili olarak bu konuda bir sonuca varmak için üç grup olguyu
saptamak yeterlidir.
Birinci olgu grubu, on birinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına
kadar, ulusların tarihinde bir başka benzeri görülmeyen, Anadolu Türk ve Ermeni
halklarının barış içinde birlikte yaşadıkları sekiz yüzyıllık döneme ilişkindir.
Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden milliyetçilik çağına kadar kayda değer
hiçbir uyuşmazlık, hiçbir silâhlı çatışma bu iki topluluğu karşı karşıya
getirmedi. Bütün dünya tarihinde birbirinden bu kadar farklı diller konuşan ve
birbirine bu denli zıt dinsel inançlara sahip olup da bu kadar uzun süre
böylesine barış içinde yaşayan iki başka halk gösterilmez. Biz böyle istisnai
bir birlikte yaşamayı mümkün kılan Türk halkının bu hoşgörüsünden gurur duyarız.
Bu durum, her iki halkın günlük yaşamından sonuçları bugün de süren derin bir
kültür alışverişi sağladığı için daha da dikkat çekicidir. Örneğin Ermeni
soyadlarının çoğu Ermenice ek alan Türkçe sözcüklerden ( çoğu kez meslek
adlarından) yapılmıştır. Buna karşılık, bugünkü Türk sanatındaki ve müziğindeki
sanatçılar ve besteciler arasında Ermeni asıllı birçok kişi vardır.
İkinci olgu grubu, özellikle 1915 olayları ile onlardan hemen önceye veya
sonraya ait olanlarla ilgilidir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı
Devleti'ni oluşturan çeşitli etnik gruplar için milliyetçilik dönemidir. Bu
düşünce akımı, her milleti İmparatorluk topraklarının bir kısmı üzerinde kendi
devletini kurmak amacıyla silâhlı mücadeleye iter. Birçoğu, ner-deyse hepsi,
bunu başarır.
Ermeniler hariç onların mücadelesi, bir temel konuda öbür milliyetçiliklerden
farklıdır. Sanatkâr ve zanaatkar, sultanın saltanatına sadık ve çalışkan bir
halk olan Ermeniler Anadolu'ya ve hatta İmparatorluğun Avrupa'daki topraklarına
yayılmışlardır. Böylece, Türklerin Anadolu'ya girmesinden önce oturdukları
topraklardaki çoğunluğu kaybetmişlerdi. Sonuç olarak, on dokuzuncu yüzyıl
sonları ile yirminci yüzyıl başında hiçbir Doğu Anadolu ilinde artık Ermeni
çoğunluğu yoktu. Bugünkü modaya uygun bir terim kullanmak gerekirse, Ermenilerin
Ermenistan adı verilebilecek belli bir toprak üzerinde bir millî bağımsızlık
hareketi olmadı ve ancak ülkenin çeşitli köşelerinde Ermeni gruplarının
isyanları ve tedhiş eylemleri meydana geldi. Kendine saygısı olan her devlet
gibi Osmanlı Devleti de bu faaliyetlere karşı kendisini savunmak amacıyla bazen
oldukça ağır önlem almak zorunda kaldı ve bu önlemler zaman zaman hayli sert
oldu.
Sonra, Birinci Dünya Savaşı başladı. 1915'de Osmanlı Devleti birçok cephede
birden savaşıyordu. Bati'da Çanakkale'de İtilaf Devletleri'nin saldırısına karşı
savaşılırken ülkenin doğusu Çarlık Rusyası ordularının işgal tehdidiyle karşı
karşıya kalmıştı. Rusya'nın Osmanlı Devletindeki dağılmayı hızlandırmak ve
bundan kendi yararına çıkar sağlamak amacıyla on dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısı boyunca Ermeni sorunuyla ilgilenen büyük devletlerden biri olduğunu
unutmamak gerekir. Savaş sırasında Rus yöneticiler Osmanlı Cephe gerisindeki
bölgeyi sarmak için Ermeni sorununa o zamana kadar gösterdikleri ilgiden
yararlandılar. Böylece isyancılarla Rus Ordusu arasında bir iş birliği doğdu. Bu
Ermeni ayaklanışını yönetenlerin gözünde belki de ulusal bağımsızlık yolunda
gerekli bir iş birliğiydi; Fakat Osmanlılar için, böyle bir davranış vatana
ihanetti. İşte bu savaş koşulları altında, başkaldırmalar, isyanlar, karşılık
vermeler ve karşılıklı öldürmeler oldu. İşte o zaman hükümet şu kararı almak
zorunda kaldı. \. Muharip birliklerdeki Ermeni askerleri geri hizmet
birliklerine aktarmak; 2. Savaş bölgesindeki Ermeni halkı Güney Doğu Anadolu'ya
ve o dönemde İmparatorluğun bir parçasını oluşturan bugünkü Suriye'nin kuzeyine
doğru kaydırmak. Bu önlemler birliklerin güvenliğini sağlamak ve ordunun ikmal
yollarını güvenlik altına almak için zorunlu idi.
Zor bir kaydırma oldu bu. Bütün Ermeni nüfusu çok dağlık ve çorak bir bölgenin
bir ucundan öbürüne nakletmek çok güç koşullar altında gerçekleşti. Taşıma
araçları bulunmadığı için, çoğu zaman yerleri değiştirilenler uzun mesafelere
yaya gitmek zorunda kalıyorlar, devlet otoritesine boyun eğmeyen aşiretlerin
saldırılarına ve hırpalamalarına maruz kalıyorlardı. Ayrıca askerlerle birlikte
bütün sivil halkı kıran kıtlıkların ve salgınların yaşandığı bir dönemdi.
Koşulların zorluğu yanında hükümet emirlerini yerine getirmede gayretkeşlik eden
bazı yöneticilerin de bazen yer değiştirenlerin korunması için gerekli önlemleri
alma zahmetine katlanmadıkları oluyordu. Kısacası, Anadolu'nun bu bölgesinde o
tarihte bir insanlık trajedisi yaşandı, fakat her iki taraftan yüz binlerce
kurban veren ve karşılıklı acı çekilen ortak bir trajedi söz konusuydu.
Fakat bu dram soy kırımı adını alabilecek bir dram değildir. Zira soy kırımın
asıl unsuru, yani sırf Ermeni olduğu için Ermeni etnik grubunu yok etme kasti
eksiktir. Söz konusu olan düzensizliğin ve karışıklığın hüküm sürdüğü, can
çekişen bir imparatorluk bünyesinde, silâhlı çatışma koşullarında
Sayfa 99
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
kararlaştırılmış bir savaş eylemidir. Ermeni unsurunun başka bölgelere naklinin
sonuçları, ilk bakışta, 1948 Antlaşmasının aradığı koşullara uyar gibidir. Grup
üyeleri öldürülmüştür ama daha çok yerel aşiretlerin sorumsuz kişileri
tarafından. Evet maddî ızdıraplar yaşanmıştır, ama bu özellikle savaşın yakıp
yıktığı bir ülkenin coğrafî ve iklim koşullarından kaynaklanmıştır. Yetim kalan
Ermeni çocukların Müslüman ailelerce evlât edinildiği de doğrudur. Fakat bu
asla, sözleşmenin deyimiyle ' bir grubun çocuklarının diğer bir gruba zorla
nakledilmesi' amacıyla yapılmamış, aksine yüzyıllar boyunca Anadolu ailelerini
birbirine bağlamış barışçı bir birliktelikten esinlenen yardım ve dayanışma
anlayışıyla olmuştur. Bütün bu olaylar dizisinde bir kavmi kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmak kastı yoktur. Çünkü Ermeni kaynaklar, ülkenin cepheden uzak
bölgelerindeki Ermenilerle İstanbul ve İzmir gibi büyük merkezlerinde
oturanların aynı önlemlere tabi tutulmadıklarını kabul ediyorlar. Öte yandan,
birçok Ermeni asıllı memur ve hatta kaymakam, ülkenin doğusunda meydana gelen
olaylara rağmen görevlerinin başında kalmışlar ve böylece, Osmanlı devletinin
Gayrimüslimlere devlet kapılarını açma geleneği eskisi gibi devam etmiştir.
Gerçekten Osmanlı bürokrasisinde bir çok bakan, büyükelçi (hatta Berlin, Viyana
vs. gibi önemli başkentlerde) ve yüksek memur olarak görev alan bir çok Ermeni
olmuştur.
Doğu Anadolu'ya gelince, elimizde, başka bölgelere nakledilenlerin güvenliğini
ve korunmasını sağlamak için, çetin bir savaşın korkunç koşullarına rağmen idare
makamlarınca çaba gösterildiğini belgeleyen, Osmanlı arşivlerinde mevcut olup
bir kısmı yeni yayınlanmış olan sayısız belge, mektup, telgraf, genelge vs. var.
Yöneticiler bazı durumlarda başarısız kalmış olabilirler. Fakat bu başarısızlar,
bütün devlet mekanizmasının Yahudi ırkının topyekün imhasına yöneltildiği
Hitler'in soy kırımıyla karşılaştırılabilecek bir soy kırımı kastının varlığına
delil olarak değerlendirilemez.
"Türkler tarafından gerçekleştirilen Ermeni soy kırımı" suçlamasını çürütmeye
yarayan olgulardan üçüncü grubu bugünkü Türkiye'de Türk halkı ile Ermeni azınlık
arasındaki uyumlu ilişkiler oluşturuyor.
Bu ilişkilerin niteliğim anlamak için dışarıda yaşayan son üç kuşak Ermenilerin
özelliklerini hatırlamak ve onların yazgılarını Türkiye Ermenilerinin
yazgısıy-la karşılaştırmak gerekir.
İlk kuşak, yakınları Birinci Dünya Savaşı olaylarında mağdur olup acı çeken ve
Osmanlı Devletinin çöküşünden önce veya çöküşü sırasında ülkeyi terk etmek
zorunda kalanlardan oluşan göçmenlerdir. Bu Ermenilerden bazıları öç alma
düşüncesiyle ve çekilen acıların karşılıklı olduğunu unutarak, eski Osmanlı
yöneticilerine karşı saldırılarla bireysel tedhiş eylemlerine giriştiler.
Yurt dışındaki ikinci kuşak Ermeniler, kendilerini kabul eden yeni toplumlarla
bütünleşen, sanatkâr ve çalışkan bir millet olarak olağanüstü yetenekleri
sayesinde yeni ortamda kendilerine yer yapan, orada huzur ve hoşgörü bulan, uyum
sağlayanlardan oluşuyor. Üçüncü kuşağın, yani bugün .dışarıda yaşayan Ermeni
gençlerinin bir kısmını yeniden şiddet eylemleri yoluyla ulusal bir kimlik
kazanma peşinde koşmaya iten asıl neden bu ikinci kuşağın durumudur. Üçüncü
kuşağın tedhişindeki amaç, geçmişin unutulmasını, artan bütünleşmeyi ve Ermeni
kültürünün kaybolmasını önlemektir. Ne yazık ki, bu gençler kişiliklerini
ispatlamak için şiddet yolunu, yani en kolay yolu seçtiler. Başvurdukları tedhiş
eylemleri onlar bakımından kuşkusuz birçok tehlikeyi de içeriyor. Fakat Ermeni
kimliğini sürdürmek için harcanması gereken gerçek kültürel ve düşünsel
çabalarla karşılaştırıldıklarında, bu eylemler aslında çok kolaya ve kısır bir
seçeneği temsil eder.
Buna karşılık, Türkiye'de yaşayan üçüncü kuşak Ermeniler böyle bir kimlik
bunalımı geçirmiyor. Zira hepsi şimdi de Osmanlı Devleti bünyesinde birlikte
barış içinde yaşadıkları dönemdeki gibi Ermeni kavminin özelliklerini sürdürmek
için gerekli bütün olanaklara sahip bulunuyorlar. Ayrıca, sahip oldukları dinsel
azınlık hakları, 1923'de imzalanan ve aslı Fransa nezdinde muhafaza edilen
uluslar arası bir antlaşmayla, yani Lozan Antlaşmasıyla güvence altına
alınmıştır. Türk halkı ile Ermeni azınlığı arasında kültürel alışveriş bugün de
sürmekte ve her iki topluluk kinsiz bir barış ortamında aynı yaşam tarzını
paylaşmaktadır. 1980'den önce Türkiye'yi önüne katıp sürükleyen terör akımı
sırasında bile Türkiye Ermenilerinin asla şiddet eylemlerine girişmemesi dikkate
değer bir durumdur. Meydana gelen bazı bireysel olaylar ise yurt dışında
eğitilip yetiştirilmiş Ermenilerin eseridir. Ku-düs'deki meşhur "papaz okulu"
olayı bu genel çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Fransız basınına göre,
sanıklardan biri Türkiye'de Ermeni okulunun bulunmamasından "Kudüs'te eğitim
yapmak zorunda kaldığını" söylemiş. Sayın Başkan, öğrenimin Ermenice yapıldığı
ve taşıdıkları Ermenice isimlerden kimlikleri kolayca ayırdedilebilir 19
Anaokulu, 20 İlkokul, 9 Ortaokul ve 5 liseden bazılarım size örnek olarak
zikretmeme izin veriniz. Bezezyan Anaokulu ve İlkokulu, Vartuhyan İlkokulu,
Sayfa 100
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Semerciyan Cemeran Anaokulu ve İlkokulu, Karagözyan İlkokulu, Aramyan Uncuyan
Ortaokulu, Bezciyan Ortaokulu, Sahakyan Nunyan Lisesi, Eseyan Lisesi, Gebrenagan
Lisesi vs.
Yurtdışında bulunan genç Ermeni teröristlerin başlıca hedefi Türk halkı ile
Ermeni cemaati arasındaki karşılıklı hoşgörüyü ve birlikte barış içinde yaşamayı
sona erdirebilmek olmuştur. Fakat şu ana kadarki bütün çabalar başarısızlıkla
sonuçlanmış ve ne Türk halki, ne de Türk Hükümeti, Türkiye Ermeni Cemaatine
karşı şiddet eylemlerine başvurmuştur.
Buna rağmen Ermeni terörü sürüp gidiyor ve yetmiş yıl önceki "soy kırım" m dan
söz edilmeye devam ediliyor. Neden? Çünkü soy kırımı insanlığa karşı bir suçtur
ve yukarıda değindiğim antlaşmada "bir Devletler Hukuku suçu" olarak
tanımlanmaktadır. Soy kırımından söz ederek dünya kamuoyunu etkilemek ve bir
devlete, bir millete, bir halka karşı harekete geçirmek kolaylıkla mümkündür.
Ayrıca bu, zaman aşımına uğramayan bir suçtur; yani, ne zaman işlenirse işlensin
cezalandırılması gerekir. Demek ki bu suçun sanıkları nerede ve ne zaman olursa
olsun cezalandırılmalıdır ve Ermeni teröristlerin gözünde bu suç bütün Türk
milletine yüklendiğinden, Türk Devletinin temsilcileri ve hatta bütün Türk
vatandaşları cezalandırılmalıdır. Bu yüzden olayların meydana geldiği tarihte
ana ve babaları bile dünyaya gelmemiş genç diplomatlar veya ülkelerine dönmek
için kendi ulusal hava yollarının uçağına binen sıradan işçiler hedef
seçilmiştir.
İşte bundan dolayıdır ki, Ermeni teröristler tarihi saptırmayı ve savaş
koşulları içinde birlikte yaşanan bir faciayı soy kırımı olarak nitelendirmeyi
tercih ediyorlar. Bu da kendilerine tedhiş suçları işlemek için bir bahane
sağlamış oluyor. Fakat Birleşmiş Milletlerce yapılan sözleşmedeki tanımlama
ulusal, etnik, ırkî veya dinî bir grubun üyelerine, sadece bu grup üyesi
oldukları için kısmen veya tamamen yok etme, amacından söz ettiğine göre bu
tedhiş eylemlerinin kendileri "soy kırımsal" bir nitelik kazanıyorlar, Türkleri
Türk oldukları için öldürmek ve Türkleri taşıyan Türk Hava Yollarının bir uçağı
olduğu için bir uçağa bomba yerleştirmeye çalışmak, işte "soy kırımsal" bir
eylem sayılması gereken hatta soy kırımın ta kendisi olan budur.
Teşekkür ederim Sayın Başkan. SORULAR VE YANITLAR
AV. VERGES: Profesör Mümtaz Soysal'ı, Doğu Anadolu'da bir buçuk milyondan fazla
Ermeni'nin hayatına mal olan "soy kırımı"nın "en sinik" yorumunu vermekle
suçluyor. Sonra, Belçikalı Bakan Baron de Brouckere'in bir kitabından pasajlar
okuyarak anılan olaylara ilişkin feci tasvirler konusunda Profesörün ne
düşündüğünü soruyor.
PROF. MÜMTAZ SOYSAL: Ermeni davasını savunan yazarların kitaplarından böyle
parçalar seçmek çok kolay. Ben de aynı şeyi yapabilir ve huzurunuzda ülkenin
aynı bölgesinde Ermenilerce toplu olarak öldürülmüş Türkleri anlatan kitaplardan
sayfalarca okuyabilirdim. Biz de size rakamları konuşturabiliriz. Osmanlı nüfus
sayımlarından çıkan ve büyük Avrupa Devletlerinin konsolosluk raporlarıyla da
doğrulanan rakamlara göre İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan Ermenilerin
toplam sayısı 1.300.000 i geçmiyordu. Demek ki devletin dört bir yanında yaşayan
Ermeni cemaatindeki herkesin topluca öldürülmesi anlamına gelecek iç karartıcı
bir varsayımdan hareket etsek bile "bir buçuk milyon ölü" den söz etmek
anlamsızdır. Ayrıca, ben de, size, Osmanlı yöneticilerine o kadar haksızlık
etmeyen, olayları bir başka biçimde ele alan yabancı yazarlardan alıntılar
yapabilirim. Size Türk halkının ve askerî makamlarının "dürüst davramşı"ndan söz
eden ve ön sözünü Müttefik İşgal Kuvvetleri Komutanı Mareşal Franchet
d'Esperey'nin yazdığı Fransız binbaşısı Larcher'nin "Dünya Savaşında Türk
Savaşı" isimli kitabını zikredebilirim. Bütün bu olayların büyük bir
imparatorluk çökerken, böyle bir çöküşün tüm kargaşasıyla birlikte meydana
geldiğini unutmamak gerekir. Şüphesiz, gayretkeşlikle yetkilerini aşan
yöneticiler de olmuştur. Ama onlar, savaştan sonra Osmanlı mahkemelerince soy
kırımını amaçlayan bir hükümet siyasetinin uygulayıcıları olarak değil, fakat
aşırılıklarının sorumluları olarak cezalandırıldılar.
AV. VERGES: Lord Bryce'ın kitabından Türklerin zalimliğine ilişkin bir pasaj
zikrettikten ve 1915 olayları sırasında İstanbul'daki Amerika Birleşik
Devletleri Büyükelçisi Mr. Morgenthau'nun eserinden bir parça okuduktan sonra,
bu metinler hakkında Profesör Soy-sal'ın görüşünü soruyor.
PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, demin belirttiğim gibi, huzurunuza bir yığın kitapla
gelmemize izin verilseydi, az önce okunanın tam aksini anlatan alıntılar
yapabilirdik. Fakat Türkler aleyhine ve Ermeniler lehine eser sayısının çok
olduğu da doğrudur. Bir soy kırımı kanıtlamak için her şey yapıldı; sahte
iddialara, sahte ve tahrif edilmiş belgelere dayanıldı, Morgent-hau'ya gelince
kendisinin ve kendisinden sonra müttefik işgali sırasında İstanbul'da bulunan
haleflerinin anılan "soy kırımı" konusunda Osmanlı yöneticilerini sorumlu
gösterecek kesin delilleri elde etme olanağına sahip bulunduklarını hatırlatmak
Sayfa 101
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
gerekir. Unutmayalım ki arşivler işgal kuvvetlerinin denetimi altına geçtiği
zaman bile hiçbir şey kamtlanamamıştır.
AV. VERGES: Mr. Morgenthau'nun savaş sonrasında İstanbul'da bulunmadığını
belirterek bu kere Alman misyoneri Doktor Lepsius'u zikredip Profesör Soysal'ın
bu konuda ne düşündüğünü soruyor.
PROF. SOYSAL: Savaş hâlinde olan bir ülkede Büyükelçi olan Mr. Morgenthau
İstanbul dışına adımını bile atmamıştır ve raporları çoğu Ermeni asıllı
tercümanları ile misyonerlerin verdiği bilgileri yansıtır. Doktor Lepsius da bir
misyonerdi. Az önce okunan pasajda Osmanlı İmparatorluğundaki Musevîlerden söz
ettiğini fark ettim. Bu konuda, Sayın Başkan, bir şey söylememe izin veriniz:
Yakında birkaç yıl içinde, İspanya'dan kaçan Yahudilerin Türkiye'ye
sığınışlarının beş yüzüncü yıldönümünü kutlayacağız. Engizisyondan ve dinî
cezalandırmalardan kaçan bu insanlar Gayrimüslim toplulukların kendilerim
yönetmelerine dayalı bir yönetim sistemi içinde huzur ve güven sunan Osmanlı
Devletinin topraklarına sığındılar. Biz imparatorluğun Musevî ve Hristiyan
halklara karşı hoşgörüyle dolu geçmişinden ve sisteminden ancak gurur duyarız.
AV. BOURGUET: Profesör Soysal'ın hukukî bir açıklamada bulunma yerine siyasî bir
konuşma yaptığını iddia ederek, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yürürlüğe girmiş
bir uluslar arası sözleşmeden söz etmenin ceza hukukundaki geri yürümezlik
ilkesinin gerisine sığınmak olduğunu ileri süren bir suçlamada bulunur. Ayrıca
Soysal'dan konuşmasında Ermeni "hal-kı"nı belirtmek için neden "Ermeni unsur"
terimini kullandığını sorar.
PROF. SOYSAL: Soy Kırımın Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'nin
1948 tarihli olması tartışmamızla hiç ilgili değil. Benim bu sözleşmede verilen
tanımlamadan yararlanarak açıklamaya çalıştığım şey, on dokuzuncu yüzyılın
sonundan Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanan bir tarih kesiti içindeki
olayların gerçek niteliğidir.
Bu sözleşmenin tanımlamasını temel ölçüt olarak alıyor ve Doğu Anadolu'daki Türk
ve Ermeni halklarının ortaklaşa yaşadıkları beşerî facianın varlığını da kabul
ederek söz konusu olaylarda Osmanlı yöneticilerine yüklenebilir bir soy kırımı
suçunun bulunmadığını söylüyorum.
Biz kendi tarihimizle hesaplaşmaya ve hatta daha sonra "suç" olarak tanımlanan
bir durum varsa onun bile sorumluluğunu üstlenmeye hazırız. Bu sözleşmenin
geriye yürümezliği ya da yürürlüğü hakkında hukukçular arasında bir tartışma
olduğunu iyi biliyorum. Hatta, soy kırımı terimi İkinci Dünya Savaşından sonra
"üretilmiş" bir terim olmasına rağmen, gerçekte sözleşmenin insanlık tarafından
daha önce mahkûm edilen bir suçun varlığını doğruladığı ölçüde zaten var olan
hukuku "açıklayıcı" nitelikte olduğu savunulabilir. Geçmişe yürüyüp yürümemesi
buradaki tartışmamızın esasını değiştirmez; çünkü tarihî olaylar böyle bir suçun
varlığım kanıtlar nitelikte değildir.
"Ermeni unsuru" terimine gelince, Sayın Başkan, size bunun kullandığım tek terim
olmadığını hatırlatmak isterim. Ermenilerden söz ederken kavim, halk, azınlık
vs. gibi başka terimler de kullandım. Kullanılan terim hukukî tartışmanın
esasını hiç değiştirmez. Sözleşme, bir kavim, bir halk, bir azınlık veya
dilerseniz bir millet anlamına gelebilen bir "grup" tan söz etmektedir. Osmanlı
İmparatorluğu Ermenileri şüphesiz sözleşmenin anladığı anlamda bir grup
oluşturuyordu. Fakat anlatmaya çalıştığım konuyla, yani özellikle bu gruba karşı
işlenmiş bir soy kırımı suçunun mevcut olmayışıyla bu hususun herhangi bir
ilişkisi yoktur.
AV. BOURGUET: Anadolu'da yaşayan "Kürtlerin" sayısını soruyor.
PROF. SOYSAL: Bu soru ile tartışmamız arasında bir ilişki görmüyorum, fakat ima
edilmek isteneni gayet iyi anlıyorum. Türkiye ırk, din veya dil ayrımı
yapmaksızın yasa önünde yurttaşların eşitliği üzerine kurulmuş, bütünlük
ilkesine dayalı bir Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyetinde anadili Türkçe olmayan
yurttaşlar vardır. Fakat yurttaşları arasında konuştukları dile göre ayrım
yapmayan bir devlette bu noktanın hukukî bir sonucu yoktur ve özellikle bu
ilkeyi güçlendirmek için son nüfus sayımları sırasında anadile ilişkin soru
bile, sorulmamıştır. Bu yüzden bir rakam vermek imkânsız. Bu size Fransa'daki
Breton sayısının sorulmasına benzer. Siz ne rakam verirdiniz? Bretanya
bölgesinin tam nüfus sayısını mı? Fakat bu nüfusun hepsi Breton değildir. Yoksa
Fransa'nın dört bir yanında yaşayan Breton asıllı insanların sayısını mı? Fakat
bu konuda da bir rakam vermek, çeşitli akrabalık dereceleri ve köken
kavramındaki farklı yaklaşımlar nedeniyle imkânsızdır.
Hukukî açıdan konuşursak, bugünkü Türkiye Cumhuriyetinde, azınlık terimi, sadece
Lozan Antlaşmasıyla azınlık olarak kabul edilen gayrimüslim üç cemaati kapsar.
Bunlar Rum Ortodoks, Ermeni ve Musevî cemaatleridir. Böylece, ülkenin anayasal
düzeni ile bütün yurttaşlara sağlanan güvenceler yanında azınlıkların hakları
uluslar arası bir antlaşma ile ayrıca güvence altına alınmıştır.
AV. BOURGUET: "Dağ Türkleri" deyiminin anlamını soruyor.
Sayfa 102
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
PROF. SOYSAL: Çeşitli ırklara mensup yurttaşlar yönünden Türkiye Cumhuriyetinin
tutumunu küçük düşürmek için bu deyimin yurt dışında dilden dile dolaştığını
biliyorum. Fransa'da olduğu gibi Türkiye'de de Türk yurttaşlığı, kavmî veya
ırkhi değil, hukukî bir kategoridir. Etnik köken ile hiçbir ilgisi yoktur ve
etnik köken hiçbir hukukî sonuç doğurmaz. Avukat Bour-guet'nin değindiği deyim,
Türkiye'de kullanılmamakta fakat alay edercesine bazen yabancı eserlerde
zikredilmektedir. Belki de Cumhuriyetin ilk yıllarında etnik düşmanlıkların
izlerini ortadan kaldırmak için de kullanılmıştır. Şayet böyle ise, bu ancak
övgüye değer bir davranış olabilir. Fakat o deyim bugünün Türkiye-sinde geçerli
olan bir deyim değildir.
AV. BOURGUET: 1915 mağdurlarının sayısına ilişkin tartışmaya değinerek, bu
sayının küçültülmesiyle suçun işlenmemiş sayılması yolunda bir gerekçe
oluşmadığını ve bazı insanların ölümden kurtulmuş olmasıyla soy kırımı veya soy
kırımına teşebbüs suçunun yokluğuna hükmedilemeyeceğini söylüyor. PROF. SOYSAL: Eğer suç mevcut ise, mağdur sayısının az veya çok olması suçun
niteliğim elbet değiştirmez. Zaten bu nedenledir ki, bütün konuşmam boyunca sayı
sözü etmekten kaçındım. Kanıtlamaya çalıştığım husus Osmanlı Devleti'nin
sorumlularında Ermeni kavmini hedef alan ve bir kavmin insanlarını kısmen veya
tamamen ortadan kaldırmaya yönelen bir kastın bulunmayışıdır. Sorunun özünü bu
oluşturuyor. Böyle bir kast bulunmaksızın karşılıklı olarak yaşanmış bir
insanlık faciasının varlığım kabul etmek soy kırımım kabul etmek anlamına
gelmez.
AV. BOURGUET: Türkiye'nin "soy kırımı"m kabul etmemeyi sürdürüş nedenini soruyor
ve özellikle hukukî sonuçları bakımından Türkler için soy kırımı ile katliam
kavramları arasındaki fark konusunda bilgi edinmek istiyor.
PROF. SOYSAL: Önce konuya bir açıklık getirmek gerek, zira hukuk her şeyden önce
kavramların belirgin olmasını ister. "Türklerin Ermeni Soy kırımı" kavramı
yerine "Türklerin Ermeni Katliamı" kavramını kullanmış değilim. Hayır, birbiri
karşısında konması gereken iki kavram, bir yanda "Türklerin Ermeni Soy kırımı"
kavramı ile öte yanda "başkaldırma, isyan, karşılıklı öç alma ve öldürme gibi
eylemleri içeren ve tarihin belli bir döneminde iki topluluk arasında birlikte
yaşanmış olan facia" kavramıdır.
Eğer sayılardan konuşmak gerekseydi, ben de on dokuzuncu yüzyıl sonundan Birinci
Dünya Savaşı'nın ertesine kadar olan aynı dönemde büyük çoğunluğu Doğu Anadolu
olaylarında olmak üzere hayatlarını yitiren iki buçuk milyon Türk'ten söz
edebilirdim. Hiçbir şeyi inkâr etmiyorum. Tarihî olayları gözlemliyor ve belli
bir etnik grubu sırf o etnik grup olduğu için yok etmek kastının bulunmadığım
belirtiyorum. Bu koşullarda bir soy kırımın varlığını kabul etmek gerçeğin
aksini kabul etmektir. Ayrıca, bu geçmişi başka dinî topluluklara karşı hoşgörü
ve iyi niyet örnekleriyle dolu Türk halkı için bir aşağılamayı bir hakareti
kabul etmek anlamına gelir. Bu aynı zamanda, bütünlük ilkesine dayalı bir
Cumhuriyet çerçevesinde bugün de ülkesi üzerindeki Ermeni topluluğu ile barış
içinde birlikte yaşamayı sürdürmek isteyen bir millete hakarettir. Öte yandan
bunu kabul etmek tek yanlı bir propagandanın sonuçlarını ve iki halk arasındaki
düşmanlığın sürekliliğini kabul etmek anlamına gelir. Biz Ermenilere karşı
toplumca hiçbir kin beslemiyoruz. Bir soy kırımını kabul etmek, dünyanın din
kavgalarıyla parçalandığı bir dönemde bile bu bakımdan leke-sizliğini koruyan
Türk halkının toplu olarak tarih önünde özür dilemesinin gerekliliğini kabul
etmek olur. Aynı şekilde, bu şimdiki Türkiye Cumhuriyeti-'nin ülkesi üzerindeki
toprak iddialarını da kabul etmek anlamına gelir. Anadolu geçmişte birçok ulusun
ve birçok uygarlığın beşiği olmuştur. Bugün ise Türklere ve Türkiye
Cumhuriyeti'ne aittir. Soy kırımı zaman aşımına uğramayan bir suç olduğundan
bugünün Ermeni gençleri bu Cumhuriyeti ve onun vatandaşlarım cezalandırma
hakkını kendilerinde görüyorlar. İnsanlık böyle bir öç alma ve cezalandırma
anlayışını kabul edemez. Söz konusu olaylar yetmiş yıl önce meydana geldi.
Karşılıklı düşmanlıkları yeniden canlandırmak maksadıyla tarihin bu sayfalarını
karıştırmak boşunadır. Bu sayfaların varlığını kabul etmek, her tarihçinin,
hatta her dürüst insanın ahlâkî görevidir. Fakat, bunları tek taraflı
yorumlayarak söz konusu halklardan yalnızca birini suçlamak, bütün insanlığın
ortak vicdanınca kabul edilemeyecek bir tutumdur.
AV. BOURGUET: Osmanlı Hükümetinin Dahiliye Nazırı Talat Paşa'ya atfedilen 1915
tarihli bir telgraf okuyarak kendisine göre soy kırımının varlığını kanıtlayan
bu belgenin gerçek olup olmadığını soruyor ve bu konuda bilgi istiyor.
PROF. SOYSAL: Bu telgraf sahtedir. Bugün birçok propaganda kitabına basılan bir
fotoğrafın fotoğrafıdır ve aslı mevcut değildir. Çünkü aslı, 1921'de, Berlin'de
Talat Paşa'nın öldürülmesine ilişkin Tehlirian davası sırasında bir kitap
yayınlayan Andonian isimli biri tarafından sahte olarak imal edilmiştir. Berlin
mahkemesi bu kitapta yayınlanan metnin ve öbür belgelerden hiçbirinin
gerçekliğini asla kabul etmedi. Fakat bu yayın kamuoyunu etkiledi ve katil
Sayfa 103
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
beraat etti. Osmanlı İdaresinde küçük bir memur tarafından Andonian'a satılmış
olduğu iddia edilen bu belgeler Halep Valisin-ce "imzalanmış" notları
içermektedir. Fakat Valinin imzası Osmanlı arşivlerine göre gerçekte oradaki
imzadan tamamen farklıdır. Ayrıca sahte belge düzenleyicisinin Milâdî takvimle
Rumî takvimi birbirine çevirmekte tam usta olmayışından kaynaklanan tarih
hataları da mevcuttur. Tekrar ediyorum ben tarihçi değilim; fakat telgraflarda
kullanılan şifre sistemine, Osmanlı belgelerinin başlığına ve küçük ayrıntılara
ilişkin başka hatalar Türk tarihçileri tarafından özenle kanıtlanmış ve
yayınlanmıştır. Belgeler böylece, kendilerine mal edilen bütün değeri yitirmiş
ve hatta siyasal davalar için tarihi saptırma amacıyla sürdürülen sahtecilik
çabalarının birer örneği olmak durumuna düşmüşlerdir.
AV. BOURGUET: Türk tarafının özellikle bu tür çabaları başarısız kılmak için
Osmanlı arşivlerini niçin yabancıların yararlanmasına açmadığını soruyor ve Türk
makamlarının Ermeni sorunu konusunda hüküm vermek üzere Ekim 1984'de Paris'te
toplanan Halklar Daimi Mahkemesine belge sunmayı reddetmiş olmalarım vurguluyor.
PROF. SOYSAL: Osmanlı Arşivleri sınıflandırma ve koruma gereklerinin izin
verdiği ölçüde her milletten iyi niyetli bilginlerin yararlanmasına açıktır.
Şüphesiz özellikle böylesine tartışmalı bir sorun söz konusu olunca, geçmişin
mirasını korumak için bazı önlemlerin alınması da zorunludur. Osmanlı
Arşivlerinin incelenmesi arşivlerin dili ve okunması zor milyonlarca belge
içermesi nedeniyle olağanüstü bir uzmanlık ister. Ermeni sorununa ilişkin olarak
bir avuç Türk uz-manınca yayınlanmış olanlar bile, uzun süredir yayılıp
söylenenin tam aksini kanıtlamaya yeterli olmuştur. Demek ki, düşünülenin aksine
Osmanlı arşivlerini bilim çevrelerinin incelemesine açmakta Türkiye'nin büyük
çıkarı vardır.
Halklar Daimi Mahkemesine gelince, Türk makamlarının yasalara uygun biçimde
kurulmuş mahkemelerce resmî yoldan istenilen belgeleri göndermeye hazır olduğunu
sanıyorum. Örneğin Ağır Ceza Mah-kemenizce resmî bir belge veya görüş istendiği
takdirde, bu istem mutlaka süratle yerine getirilir. Fakat, Halklar Daimi
Mahkemesi, düşünsel yetenekleri ne olursa olsun özel sıfatlarıyla hüküm veren
bireylerden oluşan bir kanaat mahkemesi olduğu için Türk makamlarının Ermeni
davası için propaganda aracı durumuna gelme tehlikesi taşıyan böyle bir kurumla
ilişkiye girmekten sakınmış olabileceklerini zannediyorum.
AV. ZAVARİAN: Türk ve Ermeni Halklarının barış içinde sekiz yüzyıl süreyle
birlikte yaşamalarına ve Ermeni topluluğunun özelliklerine ilişkin olarak
Profesör Soysal'ca söylenenlere değinerek, Türk tarafının "köylü" yönünün
Ermenilerin "sanatkâr" tarafıyla zıtlık oluşturduğunu göstermeye ve sorunun
tahlili için bundan bazı sonuçlar çıkarmaya çalışıyor.
PROF. SOYSAL: Ermeni halkının yeteneklerini överken herhangi bir karşılaştırma
yapmadım. Eğer bu tahlil denemesiyle Türklerin Ermeni komşularına göre daha az
ince ve dolayısıyla şiddet eylemlerine daha yatkın oldukları söylenmek
isteniyorsa, böylesine onur kırıcı bir imajı kesinlikle reddederim. Halkıma
hakaret edilmesine izin veremem.
AV. ZAVARİAN: Bu kez 24 Nisan 1915 tarihinin Türkler için ne anlama geldiğini
soruyor.
PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, her şeyden önce, bu tarihin Ermeni davasının
savunucuları için ne anlama geldiğini açıklamama izin veriniz. Onlar için, bu
"soy kırımı"nın başlangıç tarihidir. Demek ki her yıl anılması gereken bir
tarih. İnsanlığa karşı işlenmiş bir dizi suçun başlangıcını oluşturduğundan bu
tarihin bütün halklarca hatırlanmasını istiyorlar.
Aslında, bu tarihte tam olarak ne oldu? Bu tarih, Osmanlı Hükümetinin Ermeni
Devrim Komiteleri yöneticilerinin yakalanması ve vatana ihanet sucundan askerî
mahkemeler önüne çıkarılması emrini verdiği gündür.
AV. ZAVARİAN: O tarihte, 650 Ermeni aydın, yazar, şair, doktor, avukat, bilgin,
din adamı ve siyaset adamının "Constantinople" de tutuklandığını, sonra sürgüne
gönderilip öldürüldüğünü belirterek bütün bunların bir soy kırımının delili
oluşturup oluşturmadığım soruyor.
PROF. SOYSAL: Her şeyden önce kentin adı "Constantinople" değil, Türkler için
her zaman olduğu gibi İstanbul'dur. Öte yandan Ermeni aydınlar, Ermeni ya da
aydın oldukları için tutuklanmadılar; tutuklanmalarının nedeni Doğu illerinde
düşmanla iş birliği ve başkaldırma emrini vermiş olan komitelerin yöneticileri
olmalarıydı. İşgal tehdidine karşı koyan savaş hâlindeki bir ülke hükümetinin
başka türlü davranabileceği düşünülemez. Bu yöneticiler öldürülmedi, fakat
sadece ülkenin iç kısımlarına, Orta Anadolu illerine nakledildi. Aralarında
bazılarının savaş zamanında kabul edilemeyecek bir ihanetten yargılanıp bunu
hayatlarıyla ödemeleri de hiç şüphesiz, bir soy kırıma delil sayılamaz.
AV. ZAVARİAN: Doğu vilâyetlerindeki Ermenilerin nakledildikleri yerleri soruyor.
PROF. SOYSAL: "Halklar Daimi Mahkemesi" ne sunulmuş bütün raporları içiren ve
sık sık atıfta bulunduğunuz "Suskunluk Suçu" adlı o sarı kitabı ben de
Sayfa 104
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
biliyorum. Bir nüshası da şimdi cebimde. Bu kitabın 6 ya da 8 inci sayfasında
nakledilen Ermeni kafilelerinin izledikleri yollar oklarla gösterilmiştir. Bu
intikalin ülke sınırları içerisinde, aynı ülkenin güneydoğusuna doğru
yapıldığına dikkat etmek gerekir. Demek ki, kelimenin İkinci Dünya Savaşı'nda
kazandığı anlamda bir tehcir söz konusu değildir.
AV. ZAVARİAN: Almanların da iki milyon Yahudi'yi yok etmek üzere tehcir
ettikleri hâlde "tehcir" kelimesini asla kullanmadıklarına dikkat çekiyor.,
PROF. SOYSAL: Avukatın bu sözüyle neyin amaçlandığını gayet iyi anlıyorum.
Önceki davaların senaryosu burada da tekrarlanıyor. Bundan sonraki adım, hiç
kuşkusuz, İkinci Dünya Savaşı başında Hitler'e atfedilen "Her şey bir yana,
bugün Ermenilerin yok edilişini kim anımsıyor" şeklindeki meşhur cümlenin
zikredilmesi olacak. Oysa bir İngiliz gazetecisi tarafından Hitler'e mal edilen
bu cümlenin Hitler tarafından asla söylenmemiş olduğu, sonraları özellikle
Amerikalı araştırmacı Heath Lowry tarafından kesinlikle kanıtlanmıştır. Nürnberg
Mahkemesince kabul edilen belgeler de böyle bir cümle içermiyor. Bu konuya
değinen tek belge ise o uluslar arası mahkemece inandırıcı delil olarak kabul
edilmedi. Dünyadaki Musevî kamuoyunu Türkiye'ye karşı seferber etmek ve
Türklerle Hitler'i aynı kefeye koyarak onları dünyanın gözünde mahkûm etmek
amacıyla bu yönde sürekli bir Ermeni propaganda çabasının bulunması dikkat
çekicidir.
AV. ZAVARİAN: Federal Alman Devleti'nin Alman halkı adına resmen özür dileyişine
ve bu davranışın Almanya ile İsrail arasındaki ilişkilere yaptığı olumlu etkiye
değiniyor.
PROF. SOYSAL: İşte Ermeni davasında Ermeni teröristlerinin güttükleri nihaî
amacı iyi gösteren bir örnek daha. Türk hükümetlerini sözde "soy kırımı"nın
varlığını kabule zorlamak ve buradan hareketle, Almanya ile İsrail Devleti
arasındaki olayda olduğu gibi hayalî bir Ermeni varlığına tazminat ödemeye
zorunlu kılmak isteniliyor.
Bu tam bir hayaldir. İşlenmemiş bir suç için dünyada hiçbir şiddet, hiçbir terör
bize özür diletemez. Bu konuda İsrail iyi bir örnek oluşturamaz ve arada
kurulmak istenen paralellik kabul edilemez. Ne var ki, bu konudan ciddiyetle söz
etmek ve dünyanın çeşitli Ermeni topluluklarını gerçekleştirilemeyecek bir
rüyaya itmek, Ermeni halkına karşı dürüst bir davranış da değildir.
AV. ZAVARİAN: Le Monde gazetesinden Ermeni davasında yeni bir tutumun
gerekliliği konusunda Başbakan Turgut Özal'ın bir cümlesine değinen Ankara
çıkışlı bir haber okuduktan sonra, "soy kırımı"mn sorumluluğuna ilişkin olarak
resmi Türk tutumunda bir değişiklikten söz etmenin mümkün olup olmadığını
soruyor. Ona göre, Profesör Soysal bu konularda uzman hukukçu sıfatıyla ve bu
tür mahkemeler önünde şüphesiz bir çok defa Türk Hükümetini savunmuş bir kişi
olarak böyle bir soruya cevap verecek durumda olmalıdır.
PROF. SOYSAL: Bu açıklama bana La Fontaine'in ünlü "Karga ile Tilki" masalını
anımsatıyor. Kurnazca ifadelerle, ağzımdan resmî bir görev itirafı taşıyan ve
beni Hükümet sözcüsü gibi gösterebilecek olan lâflar düşsün isteniyor. Ben hiç
kimsenin sözcüsü değilim. Burada üniversite mensubu ve gazeteci olarak
konuşuyorum ve bir Ermeni terörizmi davasında ilk kez tanıklık ediyorum. Konu
hakkında Başbakanın söylemiş olabilecekleri beni hiç ilgilendirmez. Zaten
kendisi daha sonra başka açıklamalarda da bulundu.
Bu mahkeme önünde uzman tanık sıfatıyla kendi adıma söylediklerim çok açıktır.
Tarihi olduğu gibi kabul etmek, olayları her iki halkça karşılıklı olarak
yaşandığı biçimde yerli yerine oturtmak gerektiğini ve bizim Türkler olarak
tarihi böylesine göğüslemekten korkmamız için hiçbir neden bulunmadığım, zira
Ermeni ırkını yok etmek amacıyla taammüden ve örgütlenmiş bir "soy kırımı"
suçlamasının tarihî olgular karşısında ayakta kalamayacağını söylüyorum. Türkiye
Cumhuriyeti şimdiye kadar Anadolu topraklarında ve komşularıyla ilişkilerinde
geçmişi unutup barışı ve uyumu yeniden sağlamak umuduyla bu olaylardan söz
etmemeyi yeğledi. Bundan dolayıdır ki, okullarımızda Ermenilerin veya Rumların
Türk halkına verdikleri acılar ve bütün bu halkların birlikte yaşadıkları
insanlık faciaları konusunda unutma ve susma yolunu seçtik. Bu Türk suskunluğu
yetmiş yıl sürdü. Fakat başkaları tarihi saptırarak bizi suçlu gösteren değişik
bir tarih görüntüsü yarattılar. Taraflardan sadece birinin anlattıklarına ve
Türklere düşman çevrelerin yorumlarına dayalı olan bu görüntü hayli yol aldı ve
bütün topallığına rağmen gerçeğin ters yüz edilmesine kadar yürüdü gitti. Şimdi
gerçeğe yemden dönmek gerekiyor. Mademki konuşmaya zorlandık konuşacağız.
AV. ZAVARİAN: Kıbrıs davasıyla ilgili olarak Rumlara karşı gösteriler sonunda
İstanbullu Hristiyan azınlıkların birtakım maddî zararlara uğramasına yol açan 6
ve 7 Eylül 1955 olaylarının nedenleri konusunda bilgi almak istiyor.
PROF. SOYSAL: Sayın Başkan, bu sorunun arkasına gizlenen art niyeti
sezebildiğimi sanıyorum. Savunma avukatı Türkün barbar ve cellât olduğunu, yakıp
yıktığını ve öldürdüğünü söylemek ister gibi. Bu imalı ve küçültücü tanımlama
Sayfa 105
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
tarihin en hoşgörülü uygarlıklarından birine sahip olmaktan gurur duyması
gereken bir halkın gerçek niteliklerine hiç uymuyor. Uluslar arası
uyuşmazlıklarla ve bunların ulusal düzeydeki yankılarıyla bölünmüş olan günümüz
dünyasında 1955 Eylül'ündeki İstanbul olayları gibi olaylara sık rastlanır.
Fakat olaylar içinden tek bir olayı seçmek ve bundan tek bir halkı suçlayacak
sonuçlar çıkarmak, tarihi düşmanlıklarla beslenen bir kötü niyetin belirtisidir.
Halklar arasında böyle düşmanlık tohumlan ekilmeye devam edildikçe evrensel
kardeşlik asla gerçekleşemez.
Sayın Başkan, bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Pek sık
görülen bir şey değil bu.
ORLY DAVASI HAKKINDAKİ HABER VE YORUMLAR -DIŞ BASIN-YAYIN ORGANLARINDAPOUHOOOI PAS?
(22.7.1983)
"Hiçbir terör hareketi hoşgörülmez. Ermeni aşın militanlanmn yaptıkları gibi
sistemli bir biçimde Türk diplomatlarının hedef alınması, ne denli korkunç
olsalar bile, herhangi bir geçmiş adına kabul edilemezler."
(25.7.1983)
Tarih ve mizaçları göstermektedir ki Türkler, katillerin belini kırmak için,
korkup geri <hm"*"M ""'"'* tam aksine düşmanın üzerine gideceklerdir. Ve bundan
dolayı hangimle Türkleri suçlayabilir ki?"
LOKCEA EAOTOSÜ
(26.2.1985 )
"Orly davasının yedinci günü sabah oturumunda, iddia tirdiği tanıkların
dinlenmesi sona erdi. Dün geoe tanıklık yapan suikast cinayet masası şefi
Jajkuea Oenthial'in ifadesi ve avukatların
kendisine yönelttiği sorulara verdiği cevaplar oturumun gece saat 23.00'e kadar
uzamasına yolaçmıştı.. Bu tanık ve bu sabah dinlenen yardımcısı Komiser Pierro
Valero, sanıkları suçlar mahiyette konuşmalar yaptılar. Bugünkü <frmıgnwi"
şüphesiz en önemli olayı, başta Prof. Httotaz Soysal olmak üzere, mağdur olarak
duruşmaya katılan yirmi Türk'ün avukatlarının manevi tanık olarak getirdiği Türk
öğretim üyelerinin dinlenmesi oldu.
Prof. Soysal, soykırım suçunun 1948 BM Genel Kurulunda kabul edilen bir
konvansiyona göre tanımını yaptı ve 1915'te meydana gelen olaylarda, bir ulusal,
dinsel veya etnik grubun iradi olarak yokedilmesi unsurunun bulunmadığını, İM
taraflı kıyımlar olduğunu ileri sürdü. Savunma avukatlarının sorulan üzerine ise
Prof. Soysal, soykırımla katliamın farklı kavramlar olduğunda ısrar ederek, 'bu
olaylar bir insanlık trajedisidir, biz tarihi belgeleri isteyecek olursa, Türk
hükümeti inalları kendisine vermeyi kabul edecektir1 dedi.
Soysal'in konuşması büyü!: bir ilgayla izlendi. Fransız basın mensupları, Türk
yanlısı tezlerin ilk kez bu kadar tutarlı biçimde savunulduğunda hemfikir
"T^'^lTiT'i bildirdiler*
Gerek Soysal, gerekse kendisinden sonra konuşan Doç. Sina Aksin ve ^naayı Koni,
TUrk HOcümeti <^4HTft değil, v"pdi "AI"nn.ua. vr>myt^V"i"T'"i mahkemede Önemle
belirttiler..
SESİ EAUÎOSU
(27.2.1985)
"Crateil Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden Orly davasının dünkü celsesinde,
müdahil tftTtfuiı üç "p^"" 1wTJ|i'tır*t'* dinlemesinden sonra" bu da Boneni
asıllı Türk vatandaşı Doç. Dr. Avadis Simon Haujinliyan, heyeti önünde
Türkiye'deki Ermenilerin durunu ile ilgili açıklamalarda bulundu. Haoinliyan,
öğretimini Amerika Birleşik Devletlerinde yaptığını, bu ülkede kalıp yaşanası
mümkün olduğu halde, Türkiye'ye dönmeyi tezoih ettiğini v" bugün huzurlu bir
yaşam sürdürdüğünü söyleyerek başladığı konuşmasında, 'BT"'IHW*- tedhiş
.örgütlerinin eal^ ı T1 "* T*?*"- karşı duyduğu üzüntüyü dile getirdi -ve
eylemleri kınadı . Baoinliyan, daha sonra Türkiye •deki ütmeni toplumunun
yaşayışı ÜBerinde bilgiler verdi. Dil, din, eğitin ve kültür Özgürlüklerine
sahip olduklarına dikkat çeken Baoinliyan, 'lün"*"*^ asıllı bir Türk
vatandaşının Türkiye'de öğretim görevlisi olarak çalışabilmesi, ayna
yapılmadığına en güael bir özoektir1 dedi.
Fransa'da yaşayan Ermeni cemaati, bu defa geri planda kaldı. Sözcüleri kanlı
cinayeti kumada aceleci davrandılar. Bu arada, Orly avukatlarından birinin
başkanlığını yaptığı "Fransa 'dak± Etmeni Siyasi Tutuklularını Destek İçin
Merkez Komitesi', sempati toplamak konusunda ender rastlanan bir şeyi denedi t
Mı geçen komite, davanın başlamasından önceki haftalar içinde bir film gösterdi.
Filmde, Agop Agopyan'ın kendisi hakkında tereddüde düşen müritlerinden adı
Garlen Ananiyen olanını, elindeki makineli tabanca ile, yavaş yavaş nasıl
öldürdüğü tüm teferruatıyla gösteriliyordu."
AIMABTA'NIH SESİ RADYOSU
(6.3.1985)
"1981 yılında Marsilya'da Kilimoiyan adlı bir teröristin yargılaması sırasında
Türk tarafının müdahil avukatlığını yapan ve Ankara'da uzun a-raştızmalar sonu
Etmeni sorununu en iyi bilen avukatlardan biri diye nitelendirilen Videl Hake,
Orly davasının bundan öncekilere oranla çok farklı olduğunu belirtti. 'Fransa
Sayfa 106
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
bu dava ile Türk aleyhtarı ve Etmeni taraflısı tutumundan ilk defa ayrılmaya
başladı ve terörist örgütlere hareket yeteneği tanındıkça Fransa'nın bundan
zarar gördüğünü nihayet anladı' diyen Tidel Hake, verilen cezaların ağır
olmadığını da sözlerine ekledikten sonra, 'jürinin birden bira, terörist bir
hareket cezalandırılmadığı taktirde Fransız vatandaşlarının hayatlarını da
tehlikeye soktuğunun farkına vardı ve böy-leoe tutumunu sertleştirdi' şeklinde
konuştu.
ABD KOTCBE TUTMAĞI
( 6.3.1985 )
Maryland Milletvekili Bayan Merjorie Bslt'un 25 Şubat 1985 tarihinde ABD
Temsilciler Hadisinde yapmış olduğu sözde Boneni soykırımı hakkındaki karar
taşanlarını eleştiren beyanatının çevrisi söyledin
"Sayın Başkan, bazı grupların tarih içinde meydana gelmiş feoi olayları yeniden
öne sürüp, üzerinden yıllar geçmiş ve soğumaya terk edilmesi gerekirken etnik
huşunetlerin bir anlamda devam etmesine neden olur şeklinde Kongre 'de kullanma
kararında olmaları beni rahatsı" etmektedir.
Kongre *ya sunulan bir önergede, 70 yıl önce ölmekte olan Osmanlı İmparatorluğu
'nün Ermenilere karşı giriştiği korkunç olayların açılması istenmişti.
Tarih, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu 'na karşı bir Ermeni
ayaklanması olduğunu ve Osmanlı Devletinin de buna çok sert bir şekilde tepki
gösterdiğini kaydeder. Bu olaylar sırasında her iki tarafta da çok kan kaybı
olmuştur.
Şimdi bizden, Osmanlı Türkiye'sinde, Türklerin Enaenilere karşı yaptığı
soykırımı anmamız istenmektedir ve ben bunun hangi amaoa hizmet edeceğini
anlayamıyorum.
Hazır bu konuya değinmişken, Oliver Acrcnnrell'in İrlandalılara karşı giriştiği
soykırım faaliyetlerini anmak için bir önergeyi de geçirebiliriz. Ta da Fransa
'daki St. Bartholomew Katliam Gününü resmen kınayabiliriz. Ya da kendi
hükümetimizin Amerikan Kizılderililerine karşı yaptığı hareketlerin üzerinde de
durabiliriz. Hatta daha da gerilere gidip, Cengiz Ban "in Altınordusunun
barbarca hareketlerini de anabiliriz.
Ancak, Ermenilerle Türkler arasındaki düşmanlığın tarih sayfalarındaki kanlı bir
bölümünü resmen azmamız konusunda çağrıda bulunulması için herhangi bir neden
görmüyorum.
Modern Türkiye, Osmanlı Türkiyesi değildir ve yıllarca önce meydana gelen
olaylardan sorumlu tutulamaz. Modern Türkiye, HATO ittifakının değerli bir
üyesidir ve Avrupa'nın güney v"ry"*'ıırln önemli bir müttefiktir.
Bir Soneni terör örgütü, yıllardır dünyanın çeşitli ülkelerinde Türk
diplomatlarını öldürüyor. rtmaplftriTiın, Türkiye'nin bir bölümünü Sovyetler
Birliği 'nin Boneni kısmına (Ermenistan'a) katmak olduğunu açıkça ilan
ediyorlar. Ermenistan'ın Sovyet yönetiminden kurtulmasını talep eden bir önerge
için herhangi bir çağrıda bulunul mamanı gariptir.
Hepimizin olduğu gibi, tüm Amerikalı Ermenilerin de terörizme karşı
olduklarından "^•iy-iff'r Türk diplomatı an na karşı yapılan terörist
saldırıları kınayacak bir önergeyi destekleyeceklerini umuyorum.
70 yıl önce meydana gelen korkunç olayları ancak bir önergenin kabul
edilmesiyle, eski bir etnik düşmanlığı körüklemiş olmaz mıyız? Türk diplomatlara
ve diğer masum kurbanlara karşı girişilen terörist saldırılan haklı çıkarmış
olmaz mıyız? Bu sorunun beni çok ciddi bir şekilde endişelendirdiğini
söylemeliyim.
Tarihi bir trajedinin anılarım canlandıracak, iyi ve güvenilir müttefikimiz ile
ilişki lerimizi bozaoak bir önergeyi geçirmeli miyiz? Bunun çok ciddi bir hata
nJ "V 1 *"**& -1 ""•"" ***&* m Eski yaralan deşmektense, onları iyileştirme yoluna gitmeliyiz."
KRONOLOJİ*
1022
Ermeni topraklarının imparator II. Basileios tarafından Bizans
topraklarına katılması üzerine 40 bin Ermeni Anadolu'ya sürgün edildi.
1046
Ermeni hanedanları Bizans imparatoru IX. Konstantin tarafından
katledilerek yok edildi.
1054
Sultan Tuğrul Bey döneminde Selçuklulara bağlanan Ermenilere
özerklik verildi.
1098
Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar.
1461
Fatih Sultan Mehmed, Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i (Ovakim)
istanbul'a getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok
haklar tamdı.
1567
Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te
matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Ap-kar adındaki bir papaza istanbul'da
bir Ermeni matbaası açması için izin verildi.
Sayfa 107
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
1790
ilk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç
tarafından Kumkapı Fıçıcı Sokak'ta kuruldu.
1823
Artin Bezciyan adlı Ermeni, Kumkapı'da Bezciyan Okulu'nu kurdu.
1824
Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan Kumkapı Okulu'nu
Patrikhane'nin himayesine aldı. 1853
(22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu
kuruldu.
1876
Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı.
1877
(7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak
savaşa katılma kararını aldı.
1878
(13 Nisan) istanbul Ermeni Patriği Nerses, ingiltere Dışişleri
Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada,
Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi.
(13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriyle
ilgili 6l. madde eklendi.
(3 Ağustos) ingiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, istanbul Büyükelçisi
Layard'a gönderdiği talimatta,
Osmanlı Hükümeti'nin Doğu'da reformlara başlaması gerektiğini bildirdi. 1890
(20 Haziran) Erzurum isyanı
(Temmuz) Kumkapı Nümayişi
Birinci Sason isyanı 1892 - 1893 Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanları
1895
(30 Eylül) Babıâli olayı
Kasım ayında, Ermenilerin Maraş'ta isyan teşebbüsü
1896
30 Ekim istanbul'da Ermeni eylemi
(l Haziran) I. Van isyanı
(26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı 1902
Ermeni dilcilerden H. Acaryan,
"Ermeni Dili'ne Türk Dili'nin Tesiri ve Ermenilerin Türkçe'den Aldıkları
Sözler" adında bir eser yazdı.
1904
ikinci Sason isyanı
1905
(21 Temmuz) Yıldız Camii'nde, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e
suikast teşebbüsü.
1908
Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı.
ikinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi'ne girdi.
1909
(14 Nisan) Adana'da Ermeni isyanı
1915
(15 Nisan) II. Van isyanı
(24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni komiteleri
kapatıldı. Bu komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı.
(3 Mayıs) Ermeniler Van'da büyük bir katliama giriştiler. (27 Mayıs) Yer
Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı.
1918
(l Şubat) Ermeni komitacı Arsak, Bayburt'ta katliam yaptı.
(25 Nisan) Ermeni komitacılar, Kars'ın doğusundaki Subatan köyünde 750
Müslüman'ı katletti. (l Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars'ta; aralarında
çocukların da bulunduğu 60 Müslüman'ı katletti.
1919
(20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos
Nubar Paşa ve Şerif Paşa, Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar.
1920
(12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, Antep'in Arapdar
köyünde Müslümanlar'a işkence yaptı. (3 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı.
1921
(15 Mart) Talat Paşa, Berlin'de Ermeniler tarafından katledildi.
(6 Aralık) Sait Halim Paşa'yı Ermeniler Roma'da katletti
(16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı.
(18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, Azerbaycan içişleri Bakanı Cevanşir Han'ı,
Tepebaşı'ndaki Pera Palas
Oteli önünde öldürdü.
(13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı.
1922
(22 Temmuz) Cemal Paşa, Tiflis'te Ermeniler tarafından katledildi.
1923
Ermeni asıllı Münib Boya, Van milletvekili olarak meclise girdi. (24
Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı.
1934
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de
ingilizce yayımlandı.
1935
(15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kilisesi'nde toplanan bir grup Ermeni,
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserini "Türk milleti hakkında
iftiralarla dolu olduğu" gerekçesiyle yaktı.
1936
Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin Fransa'da
yayımlanması, Türk basınının tepkisini çekti.
1937
Cevat Rıfat Atilhan, "Musa Dağı" adında kitap yazarak, Franz
Werfel'in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi. Werfel'in, "Musa Dağ'da
Kırk Gün" adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı
nezdinde gündeme geldi.
1943
Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, Afyonkarahisar milletvekili
oldu.
Sayfa 108
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
1957
Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, Demokrat Parti listesinden
istanbul milletvekili seçildi.
1964
(24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi'nde "Ermeni Meselesini" ortaya atarak Türkiye aleyhine karar
çıkarmaya çalıştı.
1965
(24 Nisan) Brezilya'nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından
Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi. 1969
(24 Nisan) Londra'da, Türk
Elçiliği önünde Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi. 1973
(27 Ocak) Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı
Bahadır Demir, Mığırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından katledildi.
1975
(20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu. (22
Ekim) Viyana'da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi. (24 Ekim) Paris'te,
Büyükelçi ismail Erez ile polis Talip Yener kaüedildi.
1976
(16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği Birinci Kâtibi Oktay Cerit
katledildi. (28 Mayıs) Zürih Çalışma Ataşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının
faili olduğu anlaşılan Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve
suçu sabit görülerek 15 ay hapis cezasına çarptırıldı.
1977
(29 Mayıs) istanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına
patlayıcı madde atıldı, saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları
"Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü" üstlendi. (9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi
Ta-ha Carım katledildi.
1978
(3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği'ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı
"Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi. (3 Ocak) Londra'daki Türk bankasına
patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi.
(2 Haziran) Madrit'te, Büyükelçi Zeki Kunaralp'ın eşi Necla Kunaralp ve emekli
Büyükelçi Beşir Balcıoğlu katledildi.
(8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği ve Türkiye Turizm Bürosuna
patlayıcı maddeler atıldı. Saldırıyı "Ermeni Soykırım Adalet Komandoları"
üstlendi.
(6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğu'na patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni
Yeni Direniş Örgütü" üstlendi.
(17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Gizli
Kurtuluş Örgütü (ASALA)" üstlendi.
1979
(15 Nisan) Yunan Hükümeti, Atina'nın Nea Simirna meydanında '"Ermeni
intikam Amtı"mn dikilmesine izin verdi.
(22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğumda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalı'ya
karşı suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA
üstlendi. (4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA
üstlendi. (12 Ekim) Lahey'de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler'in oğlu Ahmet
Benler katledildi.
(22 Aralık) Paris'te Turizm Müşaviri Yılmaz Çopan katledildi.
,
1980
(10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna bombalı saldırıda bulundu. (6
Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, Bern'de saldırı sonucu yaralandı.
(10 Mart) Ermeni teröristler THY'nfn Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2
italyan hayatını kaybetti, 14 italyan da yaralandı.
(8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik
olduğunu iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilân etti.
(17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel silahlı saldırıya uğradı. Koruma
görevlisi Tahsin Güvenç yaralandı.
(19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarlı saldırı düzenledi.
(31 Temmuz) Atina idari Ataşemiz Galip Özmen ve kızı Neslihan Özmen acımasızca
katledildi. (5 Ağustos) Lyon'da, Ermeniler tarafından konsolosluğun basılması
sonucu Kadir Atılgan, Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak adlı
vatandaşlar yaralandı.
(26 Eylül) Paris'te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı
ve ağır yaralandı. (10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu'na bir
saldırı düzenledi. (17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile koruma
polisi Engin Sever katledildi.
1981
(13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri Ahmet Erbeyli'nin
arabasına bomba konuldu; Erbeyli ölümden döndü.
;
(4 Mart) Paris'te Çalışma Müşaviri Reşat Morali ile din görevlisi
Tecelli Arı şehit edildi.
(3 Nisan) Kopenhag'da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni
teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı.
(9 Haziran) Cenevre'de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz
katledildi. Olayı ASALA üstlendi.
(24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu'nu basan Ermeniler, güvenlik görevlisi Cemal
Özen'i acımasızca katlettiler.
Sayfa 109
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
(3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin
silahlı saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu.
(27 Kasım) Avrupa'da bulunan "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile '"Kürt Öğrenci
Derneği", Londra'da ortak bildiri yayınladılar.
1982
(28 Ocak) Los Angeles'da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan
ve Kirkor Saliba tarafından katledildi.
(8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri Kemalettin Kani Güngör silahlı
saldın sonucu yaralandı. (5 Mayıs) ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu Okan
Gündüz katledildi.
(7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği idari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada,
Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz
Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği
Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu'nun eşi Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya
uğradılar. Türkiye'nin Kanada Büyükelçiliği görevinde bulunan Coşkun Kırca da,
silahlı saldırıya uğradı. (7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa
Havalanma silahlı, bombalı saldırı düzenlediler ve katliam yaptılar. Otomatik
silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3'ü emniyet
görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi yaraladılar. Levon
Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı (10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni,
Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle
Ermeni terörünü lanetledi.
1983
(29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle
Ankara'da idam edildi.
Harut Levonyan ve Rafi Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin
Yugoslavya Büyükelçisi'ne
düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgrad'lı öldü.
(15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna
bombalı saldırı düzenledi.
Olayda, 4'ü Fransız, 2'si Türk, 1'i ABD'li ve 1'i isveçli olmak üzere toplam 8
kişi hayatını kaybetti. 60 kişi
de yaralandı.
(27 Temmuz) Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ni basan 5 Ermeni ölü olarak ele
geçirildi. 1985
(12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombalı 3 Ermeni
terörist tarafından basıldı. Kanadalı koruma görevülerinden biri vurulup
öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu. (21 Ocak) Ermeniler,
Hacılar kentine bombalı saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri
öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin Askerova'yı
katletti.
(13 Nisan) Karabağ'da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri
köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu.
(23 Nisan) Susa kasabasına bağlı Azeri köyleri, Ermeni köylerinden açılan top ve
makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de
oturulamaz hale geldi.
(26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı
"Karabağ Savaşçıları" adlı Ermeni örgütü üstlendi.
(23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti. (26 Aralık) Sovyetler Birliği
dağıldı. 23 Eylül'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken
bağımsız oldu. Levon Ter-Petrosyan, ikinci defa Ermenistan Devlet Başkanı
seçildi.
(20 Mart) Taşnaksutyun örgütü liderlerinden Robert Koçaryan, Ermenistan Devlet
Başkanı oldu. (20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi'nin 160. yıldönümünü
yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat
Simavi Ödülü'nü gazetecilik dalında Garbis Özatay'a verdi. Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü vesilesiyle,
gazetenin editörü Ara Koçunyan'ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti.
(Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan istifa etti. Böylece
Robert Koçaryan'a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ'da barış istediği
için aşırı milliyetçilerin tepkisini çekmişti. (Şubat) Petrosyan'ın istifasını
değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan'ın geçmişte
Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını bildirdi.
(22 Nisan) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı Arjantin Senatosunda kabul edildi.
(29 Mayıs) Fransa Parlamentosu, asılsız Ermeni Soy kırımı yasa tasarısını
tanıdı.
(3 Haziran) Tebriz'de Azeriler, Fransız parlamentosu tarafından kabul edilen
asılsız Ermeni soy kırımı yasa tasarısını protesto ettiler.
(Temmuz) Bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden,
örgüte özel köy tahsis edilmesini istedi.
(Temmuz) Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, ingiltere'yi ziyaret ederek Başbakan
Tony Blair ile görüştü. (4 Temmuz) Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev, Ermenistan
Sayfa 110
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Ermeni Meselesi
Devlet Başkanı Koçaryan'ı, Eylül'de Bakü'de yapılacak bölge liderleri
toplantısına davet etti.
(3 Ağustos) Patrik Kazancıyan'ın ölümünden sonra kendini Patrik Vekili ilân eden
Mesrob Mutafyan, gelen tepkiler üzerine istifa etti. Mutafyan'ın yerine Sahan
Sıvacıyan geçti.
(14 Ekim) Mesrob Mutafyan, Türkiye Ermenileri 84. Patriği seçildi. Kumkapı
Meryem Ana Kilisesi'nde yapılan seçimlerde, Sıvacıyan ilk turda 15 oy alınca
adaylıktan çekildi, ikinci turda 74 oy alan Mutafyan, yaptığı teşekkür
konuşmasında, patrik seçilmesiyle yeni bir dönemin başladığım belirtti.
(11 Mayıs) Lübnan Parlamentosunda "Ermeni Soy Kırımı" tanınmasını talep eden
karar. (8 Kasım) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı Fransa Senatosunda kabul
edildi. (15 Kasım) Avrupa Parlamentosunda kabul edilen "Ermeni Soy Kırımı" yasa
tasarısı. (17 Kasım) "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı italya Parlamentosunda
kabul edildi.
(6 Ocak) Fransa Parlamentosunda "Ermeni Soy Kırımı" yasa tasarısı kabul edildi.
Aksini savunmanın siyasî bir suç olduğu hakkında kanun çıkarıldı.
(24 Nisan) ABD-Ohio eyaletinde "24 Nisan Ermeni Soy Kırımı" yasa taslağı kabul
edildi.
Sayfa 111