86_Terzi Baba İstişare Dosyası_6

1
GÖNÜLDEN ESİNTİLER:
TERZİ BABA (6)
İSTİŞARE DOSYASI
NECDET ARDIÇ
İRFAN SOFRASI
NECDET ARDIÇ
TASAVVUF SERİSİ (86)
2
ÖN SÖZ:
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM:
Bu kitabın da oluşumu, NECDET ARDIÇ (20 şubat 2009
Cuma) günü çevremize gönderdiğimiz bir “mail” ile şöyle
başlamaktadır.
---------Selâmün aleyküm. Sevgili kardeş-ihvan ve evlâtlarımız.
(Terzi Baba 1 ) kitabını düzenleyerek yazan, (Ç.H.U) oğlumuzun sizden bir ricası var! şöyleki:
---------Muhterem, yolumuzun ehli, büyüklerim ve kardeşlerim.
Epey zamandır düzenleme ve yazılımlarına başladığım(Terzi
Baba 2) kitabımızın oluşumuyla meşgulüm. Kitabımızın
içinde muhtelif başlıklar değişik bölümler vardır, bunlardan
bir tanesinin başlığı da (dost katından inen) ismini
taşıyacaktır. Ve ya benzeri bir isim olacaktır. Bu bölümü
sizlerden gelecek gerçek bilgiler ile oluşturmak istiyorum.
Bu vesile ile, Sizlerin Efendi Baba mı tanıdıktan sonra,
(1) hayatınızdaki değişiklikleri,
(2) hayata bakışınızı,
(3) kendinizdeki idrâkî gelişimleri,
(4) zaman içinde halinizde, üzerinizde yaşadığınız varsa,
olağan üstü özel hallerinizi,
(5) son idrak yaşantılarınızı,
(6) şu anda Efendi Babamı hangi vasıfta gördüğünüzü
ve hakkında ne düşündüğünüzü, özet olarak yaklaşık 10
gün içinde yine Efendi Babamın mail adresine göndermenizi
en içten saygı hörmet ve sevgilerimle rica ediyorum. Bu
yazıların isimleri bizde mahfuz kalacaktır. Sonsuz selâmlar.
Ayrıca bende sizleri zâhiren, tanımadığım halde çok
1
3
seviyorum. Kardeşiniz Hüsamettin çelebi.
Yukarıda bahsedilen (Terzi Baba 2 ) den sonra ki
Kitaplarımız bize gelen Mektup ve zuharatların arşivimizdeki
malzemelerini de bilgisayar ortamına (az bir kısmı kaldı)
geçirmiş bulunuyoruz bunların ismi ise (Terzi Baba istişare dosyaları 3-4-5-6) gibi en son olarakta (Terzi Baba
Mektuplar ve zuhuratlar) kitabtaplarımızın yazılımları
devam ediyor. (Şu anda 70)i geçmiş vaziyette. Vaktimiz
oldukça da devam eder İnşeallah. Bizlerden de sizlere sonsuz selâmlar. Bu mail-i kardeş ve evlâtlarımıza ayrı ayrı
gönderiyorum ancak unutulan kimseler olursa kusura bakılmasın bilgisayarı olmayanlara da iletirsiniz onlar da yakın
bir arkadaşları vasıtasıyla düşündüklerini bildirebilirler.
Ancak bu istek, bir emir ve hüküm mahiyetinde değil sedece ricadır. Her kese başarılar dilerim. Terzi Babanız.
(20 şubat 2009 Cuma) günü istenen bu yazılar o günden beri gelmeye devam etmekteler bende onları dosyasında muhafaza ediyor idim onlara bakmaya ancak vakit
bulabildim ve düzenlemeye çalışıyorum. Oldukça dikkate
değer ve ilgi çekici, safiyetle yazılmış yazılar olduğundan
sizlerinde istifade etmenizi istedim. (Terzi Baba 2) ye
konanların dışında dikkate değer yazıları burada kayda alıp
belirli bir sayfa sayısına ulaşınca daha başka kitaplarda da
sıra ile toplamayı düşünüyorum. Cenâb-ı Hakk her
işlerimizde her birerlerimize kolaylıklar nasib etsin. Âmîn.
Yazı gönderen dost, kardeş ve evlâtlarımızın açık olarak
tanınmaması için sadece isimlerinin baş harfleri konacaktır.
Oldukça değerli olan bu yazı ve cevaplarda, umarım benzer
olan soru ve düşüncelerinizin cevaplarının benzerlerini
bulabileceğinizi tahmin ediyorum. Zahmet edip yazı
gönderenlere ayrıca teşekkür ediyorum sağolsunlar varolsunlar. Cenâb-ı Hakk okuyanlarıda faydalandırsın İnşeallah.
Sevgili okuyucum, bu kitabın yazılışında, düzenlenişinde, basılışında, bastırılışında, tüm oluşumunda emeği
ve hizmeti geçenleri saygı ile yadet, geçmişlerine de hayır
dua et, ALLAH (c.c.) gönlünde feyz kapıları açsın.
2
4
Yarabbi; bu kitaptan meydana gelecek manevi hasılayı,
evvelâ âcizane, efendimiz Muhammed Mustafa, (s.a.v.) in
ve Ehl-i Beyt Hazaratı’nın rûhlarına, Nusret Babamın ve
Rahmiye annemin de ruhlarına, ceddinin geçmişlerinin de
ruhlarına hediye eyledim kabul eyle, haberdar eyle, ya
Rabbi.
Muhterem okuyucularım; yine bu kitabı da okumaya
başlarken, nefs’in hevasından, zan ve hayelden, gafletten
soyunmaya çalışarak, saf bir gönül ve Besmele ile okumaya
başlamanızı tavsiye edeceğim; çünkü kafamız ve gönlümüz,
vehim ve hayalin tesiri altında iken gerçek mânâ da bu ve
benzeri kitaplardan yararlanmamız mümkün olamayacaktır.
Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır.
Terzi Baba NECDET ARDIÇ Tekirdağ: (12/11/2013)
Çarşamba.
NOT=(20 şubat 2009) daki, ve daha sonraki günlerde
yaşanarak kaydedilen, bu duygu ve tespitler, o günlere
aittir bu gün ise bu tespitler çok daha gelişmiş, sahiplerini
daha ileri derecelere götürmüştür. O günlerin feyzi ve
bereketleridir. Her an ilerlemede olan bir gönül tabiî ki daha
başka gelişmelere de sahne olacaktır. Eğer olmuyorsa
yerinde sayılıyor demektir. Devamı olacak kitaplarımızda
bunların yenilerini de göreceğiz. İnşeallah. Cenâb-ı Hakk
cümle yaranımızın akıl gönül ve idraklerini Hakikati
İlâhiyyenin hakikatinde açıp idraklerimizi genişletsin.
İnşeallah.
Bu tür çalışmalar bazı kimseler için hiçbir şey ifade
etmeyebilir, ancak kendini/nefsini ve oradan Hakk’ı tanıma
yolunda olan kimseler için, çok büyük hakikatleri ortaya
koymaktadır. Gayemiz bazı şeyleri ispatlamaya çalışmak
değil, bu yolla çevremize, ve bu sahadan faydalanmak
isteyenlere, misallerle faydalı olmaya, ve hayatın çok başka
yönlerinin de varlığını, bildirmek için, örnek çalışmalara
teşvik etmek için yapılan çalışmalardır. Cenâb-ı Hakk
cümlemizi arzu ettiği menziline ulaştırsın İnşeallah. T.B.
3
5
TERZİ BABA
(6) İSTİŞARE DOSYASI. 86
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM.
Bu kitabımız da, A….. S… isimli oğlumuzdan (07/11/
2013) tarihinde gelen bir mail ile başlamaktadır.
------------------Terzi Baba. (07/11/2013)
“Bilimdeki benlik "B" si’ni kaldırmak”
Hayırlı akşamlar, Ah…. oğlum gene güzel bir şey yakalamışsın, bu yönüyle öyle, ancak ben sana bilimin başındaki
(B) yi bir başka anlayışla, gene yerine koyacağım, ancak
bu görüntü, ehli gaflete göre gene aynı olacak, fakat ehli
irfana göre, çok başka olacak. Arapça da (B) "ile/birlikte"
olma ma'nâlarına gelmektedir, ayrıca arapça alfebe de
değişmeyen, altında noktası olan tek harftir. Bir de “ye”
harfi vardır ama o bazen değişir.
Ayrıca "B" harfinin başındaki dikey, düz çizgiyi önündeki
iki yarım yuvarlaktan biraz ayırırsak, ortaya şöyle bir sayı
çıkar ki o da (I3) on üçtür. Zâten ne olduğu malûmdur.
Şimdi bilim kelimesine tekrar bakalım. (B ile, I3 ile,
ilim) oldu işte gerçek "ilim" be'ye “I3” e dayanan İlâh-î
ilimdir, buda en başta kişinin kendisini bilmektir. Bunun
dışında oradaki “be” bu ilmin açılması için konduğu halde
aslı bilinmediğinden ilmin en büyük perdesi olmuştur.
Böylece bilimin başındaki (B) lâtifleştirilip yarine Hakk
konarak gerçek ilim haline dönüşmektedir.
Arapça alfebenin başında “elif.” daha sonra “Be” daha
sonra da “te” gelmektedir. Elif (Ahadiyyet ve UlÛhiyyeti, ve
"ene" ben-i, Be birlikteliği, te ise "ente" "sen"i ifade
etmektedir.
4
6
Eliften çıkan bu ma'nâlar zuhura geldikçe kendi
mertebelerinde görüntüye gelirler ayrı varlıklarmış gibi
zannedilir, işte ortadaki (B) ile, derki, "ene/ben" ile
"ente/sen" ayrı şeyler değilsiniz sadece bir zuhur farkı
vardır diyerek iki makamın bir olduğunu bu ilim ile
bildirmektedir.
NOT= (Be) hakkında daha geniş bilgi (on üç ve Hkikat-i
İlâhiyye) kitabımızın Muhammediyyet bölümünde vardır
oraya bakabilirsiniz, İnternette sitede vardır. İnşeallah biraz
daha açılım olmuştur, selâmlar hoşça kalın Efendi Babanız.
------------------Ah…Se… (07/11/2013)
“Bilimdeki benlik "B" si’ni kaldırmak”
Canımın nuru efendibabam yine gönül'e birşeyler düştü
kıymetli vaktinizi almaya cüret ettim.
(Bilim deki benlik "B" sini kaldırmak.)
45 yıl boyunca verilen gövdeyi asıl amaç, bahşedilen
aklı'da mükevvenat asıl olanmış, gibi bilerek kullandım. O
Zaman Yaptığım "Bilim" oldu. Yani Tıp Doktoru OlduM,
hastaları iyileştirdiM, hastalara şifa verdiM. Ne zaman ki,
Efendi Babamı tanıdıM, o zaman yaptığıM bilim deki benlik
(B) si’nin kaldırılması gerektiğini öğrendiM. Birde baktıM
ki, beniM yaptığıM meğerse İLİM imiş. Sonra yapılan
işlerden benlik bildiren ekleri kaldırdıM, gördüm ki, meğerse
"O" Tıp doktoru oldu, hastaları iyileştirdi, hastalara şifa
oldu.
Anladım ki, BEN dediğim kalıp esasen şâfî isminin zuhur
mahallerinden bir mahalmiş. Ama artık işi ona teslim ettiM
nasıl isterse öyle yapıyor ama elbise olarak beni kullanıyor.
Kavga kalmadı herşey sâkin.
Canımın nuru Babacığım ellerinizden hasretle öper,
hanım annemin de ellerinden öperim. İşlerinizde kolaylıklar
dilerim. Ed… den Ah….
5
7
------------------Terzi Baba. (09/11/2013)
Hayırlı akşamlar Nu… Ni… kızım Yazın güzel olmuş, eline
diline gönlüne sağlık, soran kişiye bu kadarı yeterli olur
daha fazlasını zâten anlayamaz, güzel toparlamışsın böyle
sorular gurubumuzdan olmadığı için, aslında bizi hiç
ilgilendirmiyor olsa bile, senin tecrübe kazanman için bunlar
faydalı olur ayrıca aynı zamanda bir hizmettir.
Zuhuratında güzel hayali değildir herkesin göreceği
cinsten de değildir, "keşfi muhayayyel"dir, oldukça açık
olduğu halde biraz yorumda yapılabilir. Şimdi vakit
bulduğunda bunun da yorumunu yap bakalım neler çıkacak.
Cenâb-ı Hakk kolaylıklar ve başarılar versin. Yazını Ta….
gönderebilirsin. Sayfaya koysun. Bakalım soran ne cevap
verecek.
Herkese Ab… kardeşimize sana evlâtlara selâmlar Nüket
anneninde selâmları vardır. Hoşça kal kızım Hayyat Ardıç
Baban.
------------------Ni…. Ma…. (08/11/2013)
Çok kıymetli Efendi babacığım ve canım Nüket annem,
ellerinizden hürmetle öpüyorum. İnşallah iyisinizdir.
Çarşamba günü görüntülü sohbetinizi dinlemek ayrı şevk
verdi. Hamdinden acizim.
Ta…. kardeş forumdan bir soru yollamış. Araştırdım
emriniz üzere. Çok faydalı oldu. Sanki eski günlere dönmüş
gibi oldum. Allah râzı olsun babacığım. Tekrar ellerinizden
hürmetle öpüyorum. Gelmenizi canı gönülden bekliyorum.
Annemin de yanaklarından öpüyorum. Ha.. Kı… Nu.. Ni...
Canım babam izniniz olursa (inşallah hayali değildir.)
zuhuratımı yazmak istiyorum.
Bugün
sabaha
karşı
gördüğüm
bir
zuhurat:
"Dergahtayım. Nusret babam iki odalı dergâhta, iç odada
6
8
kabrinde imiş. Ama kabirde değil de sedirin üzerinde
oturuyor. Canlı gibi. Beyazlar giymişti. Dışarıda ki odada
alınmayı bekliyoruz. Sırayla alındık. Tac, cübbe ve kuşak
Terzi babama sırasıyla verilmiş. Kuşağı Terzi babam
pehlivanlığı ile almış. Bizler Nusret Babamın huzurunda iken
sanki bir film şeridi gibi Terzi Babamın gençliği ve onunla
güreşen biri varmış. O önümüze getirildi. Terzi Babam
onunla güreşti (görmüyoruz ama o hissiyat verildi). Ortalık
nur gibi aydınlandı. O kişiyi yendiği an'dı. sanki "ikra"
gecesi de böyle oldu denildi. Kuşak Terzi babamın oldu.
Güreş yapılırken zaten emânetler Terzi babamda diye
içimden geçiriyordum.
Terzi Babam çok gençti. Bu defa Nusret babamı
kabrinde beyaz bir örtü altında görüyorum. Kabrin yanında
bir kuyu var. Kuyu hem geniş hem de çok derin imiş. O
kadar temiz görünüyordu ki ab-ı hayat imiş. Birine Nusret
babamla ne konuşayım? diye soruyorum. İçime, "ne
söylersen söyle" geliyor. Durmaksızın ağlıyorum. Odada
gözüme çarpan silsile albümü oldu. Albümde resimler vardı.
En son fotoğraf Nusret Babamın Terzi Babam’la çekilmiş
fotoğrafıydı. Terzi Babamın yanında Nüket Annem, İzzet ve
Cem de vardı. Zuhuratım bu kadardı. sabahın ikisiydi.
kalktım ve hemen yazdım.
------------------Terzi Baba. (10/11/2013)
Hayırlı akşamlar Mu… oğlum gönderdiğin dosyanı açtım
okudum epey bereketli olmuş eline diline sağlık.
Zuhuratında bahsettiğin hallere benzer başka zamanlarda
da veya başka zuhuratında oldumu,? oldu ise özetle
başından geçen benzeri haller varsa onları da vakit bulunca
yazıverirsin onlara da bakarız. Yu….la Ra…. senden bahsettiler ama, görüştük’mü? hatırlayamadım. İnşeallah bir mâni
olmazsa Kasımpaşa da görüşürüz.
yazdıkların oldukça güzel, bize gösterdiğin hüsnü hâle
de teşekkür ederim, bizim öyle fazla dillendirilecek, bir
7
9
halimiz yoktur, gerekeni yapmaya çalışıyorum, sıradan bir
yolcu sayılırız, bir kısım kardeşlerle de, yola devam etmeye
çalışıyoruz. Cenâb-ı Hakk hepimize kolaylıklar nasip etsin
İnşeallah. Daha evvel herhangi bir yerle ilgin oldumu, onları
da belirtirsen iyi olur. Başarılar dilerim Yu… Ra….. na ve
diğer tanıdıklara selâmlar hoşça kal Terzi Baban.
------------------Mu…. Gü….
(09/11/2013)
Sevgili TERZİ BABA'm yazılanlar biraz uzun olduğundan ancak dosya olarak gönderebiliyorum. Affınıza
sığınıyorum.
------------------Terzi Baba’m, Cum’a
(01/11/2013)
Efendim, ben İstanbul’da öğretmenlik yapıyorum. Adım
Mu… Gü….. Gıyabınızda sizinle tanışmam arkadaşlarım Ra…
Yü… ve Yu… Yü… sayesinde oldu. Kitaplarınızın bazılarını
okudum. Özellikle Necm Sûresi hakkındaki tefsiriniz beni
çok etkiledi. İnşallah en kısa zamanda Kasımpaşa
sohbetinize katılacağım. Sizinle aşağıda yazdığım bir rüyamı
ve bazı zuhuratları paylaşmak istiyorum. ALLAH’ın (c.c.)
selâmı üzerinize olsun.
RÜYA
Bir evin odasındayım. Loş bir ortam var. Odada TERZİ
BABA’m ve Nüket Anne’min (olduğuna inandığım baş örtüsü
varmış) ve sayısını (belki bir düzine kadar, aralarında
bayanlar da olabilir) bilemediğim insanlar var. Odada ben
dahil herkes ayakta ve sanki bir hazırlık var. Bu
hareketliliğin sebebini ben hariç herkes biliyormuş (daha
sonra anlıyorum).TERZİ BABA’m Arapça olarak bir şeyler
söylüyor (dua veya âyet gibi). Hemen sonrasında sanki
arkamdan yakalayıp sıkıyor/lar. Kendimi yerden biraz
yukarıda (belki yarım metre kadar) görüyorum. Ancak
sıkan/ların orada bulunan insanlar olmadığını hissediyorum.
Fakat onları göremiyorum da. Ayaklarım yerden kesilmiş
8
10
bir şekilde kollarımı ve bacaklarımı açıyorlar. Bir taraftan da
sıkıyorlar sanki. Havada biraz savrulur gibi oluyorum. Bu
beni korkutuyor.TERZİ BABA’m sanki bunun yaşanacağını
biliyormuş gibi (gayet sâkin) “Oğlum! Euzubesmele söyle.”
diyor. Söyleyip söylemediğimi bilmiyorum. Bu olaylar
olurken TERZİ BABA’m, metalden yapılmış kabın içinde
bulunan taşların üstüne su serpiyor. Serptiği anda buhar
çıkıyor. Taşların sıcak olduğunu anlıyorum. Ancak renkleri
kırmızı değil-renkleri sıcak olduklarını göstermiyor. Bunun
bir tütsü olduğunu düşünüyorum. Bir süre sonra ayaklarım
yerden kesilmiş bir vaziyette, âdeta arkamdan itilerek- bu
arada sıkmaya devam ediyorlar, hazır ol vaziyetinde
BABA’mın huzuruna getiriliyorum.
BABA’m koltuk veya çekyatta tek başına oturuyor.
Yakınında -ama hemen yanında değil, Nüket Anne’m
olduğunu görüyorum. BABA’ma sanki destek olmaya
çalışıyormuş gibi. Ancak bir konuşma yok veya ben
duymuyorum. BABA’mın durumu
dikkatimi çekiyor.
Terlemiş ve bitkin bir halde-yorgun. Üstünde krem renginde
ince bir kazak var. Kazağın boyun kısmı açık ve terden
dolayı ıslanmış. BABA’m oturur vaziyette bana tebessüm
ederek iki eliyle yanaklarımdan tutarak öpüyor. Ben de onu
öpüyorum. (Sarılıyoruz…)
Beni bu mekânda serbest
bırakmış olacaklar ki, kendimi ıssız bir yerde (meradaorman da olabilir) patika bir yolun biraz üstünde yavaşça
süzülür bir vaziyette buluyorum. Birden üzerime bir ağırlık
çöküyor (sanki karnıma balyozla vurulmuş gibi). Patika
yolun üstüne iniyorum. Bu patika yola inince içimden
diyorum ki: ”Ne güzel uçuyordum, şimdi bu yere indim, bu
kadar yolu yürüyerek mi geri gideceğim.” Aynı yoldan (her
halde) o mekâna gelmişim. Etrafta kimse yok…
Yüksek bir binanın balkonundayım. Uzakta yaşlı bir çift el
ele tutuşmuş olarak (erkek olan bastonlu) köprünün üstün
de yürüyormuş. Bir anda yaşlı adam dengesini kaybedip
köprüden aşağıya düşüyor. Korkuyorum. Çok uzakta oldukları için onlara yardım edemiyorum. Bir anda kendimi,
annemi ve büyük ablamı bir asansörde görüyorum. Annem,
9
11
”Aşağıya düşen yaşlı adamı gördün mü?” diyerek üzüntüsünü belirtiyor. Ablam ise, “Sen uçuyordun, ama ben
Cüneyt Arkın’ı (?!!!) gördüm.” diyor. Sanki bu kişi ölmüş ve
ablam ruhlar âlemi ile görüşüyormuş şeklinde düşünüyorum. Ablamın mertebesine imreniyorum. İçinde bulunduğumuz asansör önce yatay olarak hareket ediyor, daha
sonra aşağıya doğru iniyor. Birden uyanıyorum… Cenâb-I
Hakk hayırlara çıkarsın. (Âmin.)
-------------Gönlüme gelenler -101/11/2013 Cuma
saat:16:18
çağrı gelen numara:
0, 53,2 757 22 22
Nefsi sıfırlanmış olan 53. Sıradaki arif-i billâh (terzi
babam) seyr-i sülûk yoluyla talipleri sonsuzluğa (∞
=matematikteki sonsuzluk işareti) ulaştırır.
Aşağıda
telefonuma
gelen
çağrının
oluşturduğu etkinin kısaca izahı yapılmıştır.
gönlümde
Numara: (0 53 2757 2222)
(1) 0 < Nefsi Sıfırlanmış.
(2) 53 <Bilen (Ârifle olan) biliyor (ârif oluyor)!!!
5 +
3 =
8 = ∞ (SONSUZLUK) < 8 (∞ ) CENNET
5 - 3 = 2 < Zâhir-bâtın < ebced ve sıra değeri olarak 2.
harf (be)
Başlangıç <İkinci Doğum < Bab’ a (Ahad olana giden Kapı)
5 –3 =2 5+3=8
8+2=10 < 1 < Ahad < Tevhid
(3) 2757 < 2+7+5+7=21 tersi <12 (seyr-i süluk= ikililikte
birliği bulma yolculuğu) 2- 1= 1 < Ahad < Tevhid < Vâhid
İdrak:
2 + 1 = 3
<
3 (üç) rakkamını sola,
(Camilerde mübarek MUHAMMED (s.a.v) isminin ALLAH
(c.c.) isminin yanında olması) doğru, yüzüstü yatırdığımızda
(Ay’ın=ALEMLERİN SULTANI’nın yüzünün Dünya’ya
10
12
bakması=kendinden çok ümmetini düşünmesi = ağlaması,
ağlaması, ağlaması…gözyaşların Rahmet’tir Ey EFENDİM!!!…
KURB’ANIN OLAYIM= KURBİYET )
İdrak: 3 bâtında “m” (mim)’ dir. solda < 3 (Muhammed-i) sağda < 1 (zat=Ahad)
31 sayısı 13 / hakikat-i muhammedi sayısının tersidir.
ayrıca 1 kâmil sayı olup, 1 olmadan 3 olmaz. başlangıç
sağdandır. Arap harflerinin sağdan
başlaması gibi. 3
rakkamı 3 mertebeyi cem etmiştir. Ef’al, esma, sıfat. 1 ise
zat mertebesidir.(3+1=4 mertebe)
idrak: 3 mertebe aşılmadan , 1(tek) olan zat’a ulaşılmaz.
(4) 2222 < 2+2+2+2=8 < 8 (∞ ) cennet
<
İbrâhî-miyet makamı < tevhidin babası
< sonsuzluk <
zat < (53) 5 + 3 = 8 = ∞.
8 < İbrâhîmiyet makamı (kıyam)
∞ (sonsuzluk) < zat
< muhammediyet mertebesi < sükun
İdrak: 53.(5+3=8 =∞) sırada bulunan arif-i billâh’ım zât-i
veli’lerimden olup sükûn halinde’dir.
Bulduğumuz sayıları toplayalım.
1. 53 < 5+3=8. (8)
∞ (matematikteki sonsuzluk işareti)
2. 2757 < 2+7+5+7=21 < 12 <
3.
1+2=3
3
2+2+2+2=8 < (8)
İdrak: 8 + 3 + 8 = 19 insân-ı kâmil (1+9=10 < 1)
saat:
16:18- 18 bin âlem- 6-1=5 hazret, 8-1=7 nefs
7+5=12 seyr-i sülûk
18-16=2- 2 = zâhir ve bâtın ayrıca ebced ve sıra değeri
olarak “b” (bab a) harfi (“b”= bâtın)
gün: cuma
=cem eden=toplayan=birleyen=tevhidin
yolu Baba’dan geçiyor.
Tarih: (1/11/2013) 1+11=12 (seyr-i sülûk) 12+2=14 nur-u
Muhammedi 13 Hakikat-i Muhammed-i. 13-2=11 hz.
11
13
Muhammed (s.a.v)
11-1=10
<
1 Ahad
Gönlüme gelenler-2Terzi Baba’m, gıyaben sizi kitaplarınız sayesinde
tanıdığımdan beri Ra…. ve Yu… arkadaşlarımla bir mekânda
oturup kitaplarınızı okuyor ve okuduklarımız hakkında kendi
kabımız ölçüsünde tefekkür ediyoruz. Bu mekâna
gittiğimde, eğer boş ise oturduğum masa numarası 8
(∞ )’dir. Toplanıp sohbet yaptığımızda da eğer boş ise bu 8
=∞ numaralı masayı kullanıyoruz. Bir gün, aynı mekânda
fakat bu sefer tam karşıdaki son masada tek başına
oturuyorum. Yanımda, Şeyh-i Ekber hazretlerini anlatan bir
kitap var onu okuyorum. Bu kitabı ilk aldığım gün rastgele
bir sayfa açıp kenarını katlamıştım (sayfa 200 < 200
sayısından sıfırları atalım geriye kalan “2” rakkamı zâhir ve
bâtın’ı ifade eder. 2 rakkamı ayrıca ebced ve sıra değeri
‫)ب‬
olarak (
harfine karşılık gelir).
O gün, bu sayfayı okudum ancak hakikatini sonra
anladım. Kitabı okurken,
sayfa 38
(3+8=11
<Hz.
Muhammed (s.a.v.), ayrıca 8-3=5 hazret,
8 =∞
rakkamını da aynı sayıda görüyoruz, ayrıca
8-3=5
rakkamını bulduğumuzda bâtındaki bu 5 rakkamını 38
sayısının başına koyduğumuzda 538 sayısı oluşur. Bu
sayının gönlümde oluşturduğu etki şöyledir: sonsuzluğa
“8=∞”
yani zat’ ıma giden yol “53. sıradaki arif-i
billah’ımdan geçer. ) ‘deki 3 numaralı dipnot dikkatimi
çekti. Efendim!, aynen aktarıyorum.
“Bir vakıamda (Şeyh-i Ekber) Hakk’ı gördüm.Bana şiirle
ve şimdiye kadar kimseden duymadığım bir isimle “EY
ZİDYAR!” diyerek hitap etti. Bunun ma’nâsını kendisinden
sordum. Bana o “memsuku’d-dar” demektir dedi.” ElFütuhat, II/357. Bu “memsuku’d-dar” tabiri “evinden,
ocağından ayrı düşmüş, garib” ma’nâlarına da gelmektedir.”
TERZİ BABA’m, bu satırları yazarken gönlüme şunlar
geldi. Yukarıda belirttiğim bu kitabın sayfa numarası 38,
dipnot numarası 3 ‘ tür. Sayıları toplayalım 38+3=41
12
14
tersi 14 < Nur-u Muhammedi, şimdi de sayıları çıkaralım
38-3=35 tersi < 53 BİLEN (ARİFLE OLAN) BİLİYOR (ARİF
OLUYOR)!!!
Bu okuduğum satırlar sanki içinde bulunduğum vaziyeti
anlatıyordu. Kendimi evinden, ocağından ayrı düşmüş, garib
hissettim. Daha sonra aynı kitabın ilerleyen sayfalarını
okurken sayfa 76’ da (7+6=13 Hakikat-i Muhammed-i ,
ayrıca 7-6= 1 AHAD=ZAT , ayrıca oluşan sayıları
topladığımda 13+1=14 Nur-u Muhammedi) Abdullah Salâhi
(k.s.),hazretlerinin “Mevakıu’n-nücum” üzerine yazdığı
şerhin mukaddimesindeki ifadeleri dikkatimi çekti. Özetle,
Abdullah Salâhi (k.s.) hazretleri Şeyh-i Ekber’in (k.s.) bu
eserini okuyor. Fakat eser bir takım garib ibare ve
işaretlerle dolu, bir takım rumuz ve muammalar var.
Sonunda, Abdullah Salâhi (k.s.) hazretleri Şeyh-i Ekber’in
(k.s.) ma’neviyatına sığınıyor ve diyor ki “. . . sen benim
ma’nevi BABAM, ben de senin ma’nevi evlâdınım. Nasıl olur
da beni feyzinden mahrum edersin, dedim . . .”
Bu son cümle beni çok etkiledi. O an içimden sizin
ma’neviyatınıza sığındım ve haddim olmayarak kendimi
sizin ma’nevi oğlunuz olarak görüp, dedim ki: “ YA TERZİ
BABA! BENİ FEYZİNDEN MAHRUM ETME.” Bir süre daha
kitabı okudum ve kalktım. Eve giderken yolda günlümde
adeta şu nidaları hissettim:
ZAT’IMI MI İSTİYORSUN
ZAT’IMI MI İSTİYORSUN
ZAT’IMI MI İSTİYORSUN ?
?
?
EVET
EVET
EVET
YA ALLAH(C.C)
YA ALLAH(C.C)
YA ALLAH(C.C)
ZAT’IM MERTEBE-İ UMUR’DADIR
O’NA ULAŞMAK ZUHURDADIR (HUZURDADIR)
Eve gelince bu cümleleri aynı kitabın arkasına yazdım ve
T.D.K’nun sözlüğünden “umur”
kelimesinin anlamına
baktım. TERZİ BABA’m aynen aktarıyorum:
”
T.D.K. SÖZLÜĞÜ, CİLT 2, SAYFA 1514”
TERZİ BABA’m, bu satırları yazarken gönlüme şunlar
geldi.1514 sayısını inceleyelim: 1+5+1+4=11 Hz. Muham13
15
med (s.a.v), ayrıca 1514 sayısının içinde Nuru Muhammedi’yi de görüyoruz,
ayrıca 5 rakkamını bu sayıdan
ayırdığımızda
geriye 1 ve 14 sayıları kalır.14 sayısından 1
çıkardığımızda 14-1=13 Hakikat-i Muhammedi’ye ulaşırız.
Şimdi ayırdığımız 5 rakkamının yanına 13 sayısını yazalım,
oluşan sayı 513’tür. 1 ( ZAT ) rakkamını bu sayıdan
ayırdığımızda geriye 53 kalır ki bu da bellidir! Oluşan son
sayı olan 513 ‘ten hareketle;
İdrak:
“53. Sıradaki ârif-i billâh’ım ben’de ayni olmuştur. O,
ben’dedir, ben ondayım…”
İdrak: 53 sayısındaki rakkamları toplayalım 5 + 3 = 8
rakkamı çıkar ki bu batında ∞ (sonsuzluğu) ifade eder
“1” zat ezel ve ebed’tir yani sonsuzdur (∞) dolayısıyla
karşımıza iki tane ∞ çıkmaktadır. ayrıca 53 sayısının
rakkamlarını çıkaralım 5-3=2 eder ki bu zâhir ve bâtındır.
buradan hareketle diyebiliriz ki :
O (53) ben’ (1=zat) im zâhirimdir (zuhurumdur) ben
(1=zat) de o (53)’nun bâtınıyım. dolayısı ile zâhirde
(zuhurda) olan da ben (1=zat)’ im, batında olan da ben
(1=zat)’ im.
Terzi baba’m konu çok dağıldı, farkındayım. Affınıza
sığınıyorum. “umur” kelimesinin anlamı: (1) arapça. Umur;
emr’in çoğulu, (2) aldırış etme, önem verme, (3) işler, (4)
umur görmek; önemli görevlerde bulunmuş olmak,
çok tecrübesi olmak, (5) umur görmüş; önemli görevlerde
bulunmuş, görgülü, olgun kimse, tecrübesi çok olan, gibi
anlamları var.
Ertesi gün okuldaki internette “umur” kelimesinin
osmanlıca yazılışını araştırdım. İlk bulduğum kelime de
“umut” kelimesi oldu.”Umur” kelimesinin Arap harfleri ile
yazılışını bulamadım. Bazı arkadaşlara sorduysam da tam
netlik kazanmadı.”Umut” kelimesinin yazılışı üzerinden
hareketle “umur” kelimesinin yazılışını tahmin ettim. Ancak
14
16
bazı kaynaklarda “umut” kelimesini yazarken, vav harfinin
kullanılmadığını gördüm. Fonetik olarak en doğru yazılışı
bilmiyorum. TERZİ BABA’m sizden öğrendiğim ebced hesabı
ile bu kelimelerin ebced değerleri üzerinde tefekkür ettim.
‫اوموت‬
Umut <
< 400+6+40+6+1=453 sayısını
elde ederiz ki 53 sayısı bellidir. Elde ettiğimiz sayılardan 0’
ları atıp topladığımızda < 4+6+4+6+1=21 sayısının tersi
12’dir < Seyr-i Sülûk’u buluruz. 53 sayısının önündeki 4
rakkamı ise 4 mertebeyi (Ef’al, Esma, Sıfat, Zat) gösterir.
453 sayısının rakkamlarını topladığımız da
4+5+3=12
sayısını < Seyr-i Sülûk’u buluruz. Eğer 53 sayısını 4
sayısından ayırıp birbirinden çıkardığımızda
53-4=49
sayısını buluruz. Rakkamları topladığımızda 4+9=13 sayısı
<Hakikat-i Muhammedi ‘dir.
İdrak: Dört (4) mertebeyi de hakikatinde barındıran 53.
Sıradaki Arif-i Billâh’ım Seyr-i Sülûk Yolunda Taliplerin
Umudu’dur.
‫اومور‬
Umur <
< 200+6+40+6+1=253 sayısını
elde ederiz ki 53 sayısı bellidir. Elde ettiğimiz sayılardan
0’ları atıp topladığımızda 2+6+4+6+1=19 sayısı İnsân-ı
Kâmil’in sayısal değeridir. 53 sayısının önündeki 2 rakkamı
ise zâhir ve bâtın’ı gösterir. Ayrıca 2 rakkamı Arap ve Türk
alfabesinde 2. sıradaki “‫ = ب‬B” harfidir. “‫ = ب‬B” harfi
birinci batında “BAB A”, ikinci batında “Başlangıç”’tır. 253
sayısının rakkamlarını topladığımızda 2+5+3=10 kâmil sayı
‫ا‬
olup 1 = = Ahad = Zat = Emiir Mertebesi ‘e karşılık gelir.
Burada EMİİR kelimesinin neden geldiğini kendi kabım
ölçüsünde inşallah daha sonra açıklayacağım.
İdrak: zâhirdeki (zuhurda olan da ben’im) ve bâtındaki
(bâtında olan da ben’im) 53. Sıradaki İnsân-ı kâmil’im,
zât’ıma (1 = ‫ = ا‬ahad = zat = emiir mertebesi) giden
yolun kapısıdır (başlangıcıdır).
“BABA” kelimesinden BAB ses kümesi ile A harfini
15
17
‫ب ا ب‬
ayırdığımızda, BAB (
) kelimesi ortaya çıkar ki,
Arapça’da kapı demektir. Baba kelimesinin Arapça olarak
‫ ) ا ب‬şeklindedir. Eğer BABA kelimesinin Arap
harfleri ile telaffuz karşılığını yazarsak ( ‫) ب ا ب ا‬
kelimesi oluşur. Bu kapı, A yani ‫ = ا‬Ahadiyyet ile devam
yazılışı ise (
eder. Bu yönüyle BABA, bâtınıyla Ahadiyyete = Zat’a Giden
kapı demektir. Burada dikkat çekici bir diğer husus ise 53.
sıradaki Arif-i Billâh’ın “Terzi BABA” rumuzu ile anılmasıdır.
Zâhirde Baba olarak anılması, batınında Ahadiyyete = Zata
giden kapı olmasıdır.
Terzi Baba’m, daha sonraki günlerde, gönlümden geçen
bu olayı arkadaşlarım Ra…. ve Yu…. ile bir sohbet
ortamında paylaştım. Üzerinde tefekkür edince şunları
gördük. Aynı mekanda ve aynı masada ( 8 = ∞ ), kuş
bakışı olarak oturma düzenimiz aşağıdaki gibidir.
Ra…. =
Yu…. =
‫ى‬
‫ر‬
8=
Mu…=
∞= ‫ا‬
‫م‬
İsimlerin baş harflerini dikkate aldığımızda;
‫’ ر‬dir. ‫ ر‬harfi Rahmân Ve Rahîm’dir.
Yu…. ‫ ’ى‬dir. ‫ ى‬harfi YAKIYN’ dir. Harfin altındaki iki nokta
ilmel ve aynel yakîndir. ‫ ى‬harfinin kıvrımlı şekli ise hakkel
Ra….
yakıyndir.
Murad
‫م‬
’dir.
‫م‬
harfi MUHAMMEDİ’dir.
16
18
‫ا‬
8 ( ∞=
) rakkamı zâhirde İbrâhimiyyet mertebesini
ve 8 Cenneti ifade eder. Birinci bâtında yatan 8 şeklinde
olduğundan dolayı sükûn halindedir. Sükûn hali ise
muhammediyet mertebesidir. Yatay konumdaki ∞ şekli
matematikteki sonsuzluk kavramının sembolüdür. ikinci
batında ise zat=ahad‘a karşılık gelir. Bu ise Arap
alfabesinde Tek’liği gösteren
‫ا‬
ile ifade edilmiştir.
Oluşan bu harflerin Arap alfabesindeki sıra değerlerine
bakalım;
‫ا‬
= 1
,
‫م‬
= 13
‫ى‬
,
= 10
,
‫ر‬
= 20
bulduklarımızı toplayalım; 1+13+10+20=44 bulduğumuz
sayının rakkamlarını toplayalım 4+4=8 ( ∞ ) eder ki,
buradan hareketle tefekkür ettiğimizde şu ma’nevi izahları
yapabiliriz:
•
Bu mekânda oturduğumuz masanın numarasıdır (8).
•
İbrâhîmiyet mertebesi ve 8 Cennet’tir.
•
Birinci bâtında yatan 8 şeklinde olduğundan dolayı
sükûn halindedir. Sükûn hâli ise MUHAMMEDİYET
mertebesidir. Yatay konumdaki ∞ şekli matematikteki
sonsuzluk kavramının sembolüdür. İkinci bâtında ise
Zat=Ahad‘a karşılık gelir. Bu ise Arap alfabesinde
Tek’liği gösteren
1 ‘dir.
‫ا‬
ile ifade edilmiştir. Rakkamsal değeri
Ayrıca oluşan şekle dikkatle bakılırsa
‫ى‬
= 10
ile
8=
∞
‫ى‬
harfinin sıra değeri olan 10 sayısındaki 0 atıldığında
=
‫ا‬
harflerinin karşı karşıya olduğunu görürüz.
geriye 1 kalır ki Arap alfabesinde
‫ا‬
ile sembolize edilmiştir.
İdrak: Gerçek Muhammediler Ahad (Zat’a) olana ilmel,
17
19
aynel, hakkel yakîndirler.
Elde ettiğimiz bu ma’nevi idraklardan
ma’nâları şu sıralı şekilde söyleyelim:
sonra
ilgili
İdrak: rahmân ve rahîm olan Allah (c.c.),’a yakînlik
(ilmel, aynel, hakkel yakîn) hakiki muhammedi olmaktır.
Bu sıralı söyleyişe uygun olarak, ilgili harfleri birer çizgi
ile birleştirdiğimizde yukarıdaki masanın (bir yönüyle Kâ’be)
iç kısmında oluşan
“Z” şeklini görüyoruz. Daha önce
belirttiğim kitabın ilgili sayfanın dipnotunda;
“…Ey Zidyar! diyerek hitap etti. Bunun ma’nâsını
kendisinden sordum. Bana o “memsuku’d-dar” demektir
dedi.” El-Fütuhat, II/357. Bu “memsuku’d-dar” tabiri
“evinden, ocağından ayrı düşmüş, garib” ma’nâlarına da
gelmektedir.”
Bu sohbet esnasında biz de (Ra….-Yu….-Mu….) bir
yönüyle, Ey Zidyar! ismine mazhar olmuştuk. Çünkü her
birimiz, o an için bu kelimenin ifade etiği bütün ma’nâları
üzerimizde taşıyorduk.
Bu yaşanan ma’nevi oluşum hakkında zaman, zaman
tefekkür ettimsede bir şey bulamadım. Bahsi geçen kitabı
okurken 200 numaralı sayfanın bir önceki sayfası yani 198
(Sayfa numarası çok manidardır. Hakkında pek çok şey
söylenebilir. Ancak yeri olmadığı için geçiyorum.) numaralı
sayfası dikkatimi çekti. Sayfada âyetler vardı. İlgili sayfada
17. sıra ile verilen âyeti aktarıyorum;
“Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü O’dur. Beş
kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur. Ya da
bunlardan daha az veya daha fazla olsunlar ve nerede
olurlarsa olsunlar mutlaka O onlarla beraberdir.
(Mücadele, 58/7)”
İlgili âyetin numarasını tefekkür edelim; 5+8=13 <
Hakikat’ül Ahadiyetül Ahmediyye. Ayrıca 8 rakkamını yani 8
=∞=
‫ا‬
görüyoruz. 8 rakkamını ayırdığımızda geriye
18
20
5 ve 7 rakkamları kalır. Her iki rakkamı toplayalım 5+7=12
< Seyr-i Sülûk ayrıca tüm rakkamları toplarsak 5+8+7=20
sayısına ulaşırız. Sıfırı atarsak geriye 2 kalır ki bu da Zâhir
(zuhurda olan yani bizler O’nun zuhurları olarak ) ve Bâtın
(gizli olan yani biz ve burada dördüncü gizli olan) olan
O’dur. 58 sayısının rakkamlarını çıkaralım 8-5=3 rakkamını
buluruz ki, bu 3 kişinin gizli olduğu yerdir. Eğer bu 3
rakkamı ile diğer 7 rakkamını toplarsak 3+7=10
elde
ederiz. Sıfırı attığımızda geriye 1 kalır ki bu da AHAD = ZAT
=8 =∞= 1=
‫ ا‬yani Cenâb-ı Hakk’tır.
Sanki âyet hususi bizim için ( Ra….-Yu….-Mu…. < üç
kişi) yazılmış gibiydi. O an aklıma bu sohbetlerden
öğrendiğim şu ifadeler geldi:”KUR’AN, sadece geçmişte
kalmış hadiselerden bahsetmez. KUR’AN, biz anlasak da
anlamasak da her an yaşanmaktadır. Biz aslında, KUR’AN
ın’ içinde yaşıyoruz. Her birimiz birer sûre ve âyetiz.
KUR’AN, dün ve bugün olduğu gibi sonsuza ( ∞ ) kadar
yaşanacaktır.”
Aynı sayfanın devamında 18. sırada şu âyet yazılıydı;
”Muhakkak O işiten ve bilendir.(Enfal,8/61)” İlgili âyetin
numarasını tefekkür edelim; Yine bu âyette de 8 (∞ )
rakkamını görüyoruz. 61 sayısındaki 6 ve 1 rakkamlarını
çıkaralım 6-1=5 elde ederiz. Sûre sayısı olan 8 ile toplarsak
8+5=13 Hakikat’ül Ahadiyetül Ahmediyye‘yi buluruz. Şimdi
de 61’den 8’i çıkaralım. 61-8=53 ki o da bellidir.
İdrak: ”muhakak o”, burada birinci bâtında hakk
varken, ikinci bâtında ‘o’nun zuhur mahalli olan ef’âl
âlemindeki nebî’si Fahri âlem hz. Muhammed (s.a.v.)
Vardır. Üçüncü bâtında o’nun zuhur mahalli olan ef’âl
âlemindeki 53. sıradaki Ârifi belirtilmiştir dördüncü bâtında
ise “o” ifadesi ile özelde bize hitap etmektedir. ”işitendir ve
bilendir”, burada birinci bâtında hakk varken, ikinci bâtında
‘o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âleminde ki, Nebî’si Fahri
âlem hz. Muhammed (s.a.v.) vardır.
Üçüncü bâtında o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âleminde
19
21
ki, 53. sıradaki Ârifi belirtilmiştir. dördüncü batında ise “o”
ifadesi ile özelde bize hitap etmektedir. şöyle ki: o/onlar,
ben’im âyetlerimi işittiler, yani ben’im Hakk olduğumu
kalplerinin derinliklerine kadar hissetiler. Bu işitme hali öyle
bir coştu ve kalpleri okadar çok mutmain oldu ki ben’i
hakkıyla bildi/ler. Bana ârif oldular. Artık kalpleri ben’den
başkasını görmez oldu/lar Allah (c.c.), hepimize bu hali
nasib etsin. (Amin.)
Aynı mekânda aynı masa da otururken bu oturma
düzenini düşünüyordum. Devamında kalbimde bu EMİİR
(Mertebe-i Umur) kelimesi netlik kazandı. Şöyle ki;
Ra…. =
Yu…. =
‫ر‬
‫ى‬
8=
∞=
‫ا‬
Hacerülesved
Mu…..=
‫م‬
‫ا‬
Tavaf yönü
‫ى‬
Krokide de görüldüğü gibi ile
‘nin yerleri değiştirildiğinde, yani bir anlamda tavafta mihenk taşı olarak Hacerülesved başlangıç olarak alındığında, karşımıza
‫امىر‬
= EMİİR (Mertebe-i Umur) kelimesi çıkmaktadır.
Şimdi de bu EMİİR kelimesini hatırlayalım.
“UMUR” kelimesinin anlamı: (1) Arapça. umur; emr’in
çoğulu , (2) Aldırış etme, önem verme, (3) İşler, (4)
umur görmek; önemli görevlerde bulunmuş olmak,
20
22
çok tecrübesi olmak, (5) umur görmüş; önemli görevlerde
bulunmuş, görgülü, olgun kimse, tecrübesi çok olan, gibi
anlamları var.
İdrak: Cenâb-ı Hakk, kendinden kendine olan seyrin en
kemâl noktası olan insan üzerinden zuhura çıkmaktadır. Bu
öyle bir muhabbettir ki için içine sığmaz. Bâtından zuhura
çıkmak isteyen esmâ-i İlâhi, ezelde kayıtlanmış olan bu
vakayı “mertebe-i umur” ismiyle üç kişi üzerinden
(dördüncü kendisidir) zuhura çıkardı. Kendisinden istenen
zat’ı (zat cenneti) olup bu duaya icabet etti. Âyet-İ
Kerimenin o an tenezzül etmesi icab ettiğinden, ef’âl
âlemindeki bu hal, ezelde kayıtlanmış olan kur’ân Üzerinden
yaşanır hâle geldi. Hakk Teâlâ Hazretleri, bu makama giden
yolun zuhurda olduğunu bizlere bildirdi.
Not: Sevgili TERZİ BABA’m tüm bu yazılanlar bu fakirin
nezdinde sizin en büyük kerametinizdir. Yazılanlardaki
hatalar nefsimden, doğru olan hak sözler ise SİZ’dendir.
------------------Terzi Baba. (10/11/2013)
Aleyküm selâm Mu… oğlum. Zuhuratların güzel 1
incisinde mertebeleri takib ettiğin gözüküyor. İkincisi ise
sana yansıyan bir hal olmuş. Epey zamandır Nusret
babamın bana gönderdiği mektupları var idi, onları gün
yüzüne çıkarmak istiyordum. Bu vesile ile epey zamandır bu
mektupların üzerinde çalışmakta idim, nihayet bitti bu kitap
iki bölümden oluştu birinci bölüm Nusret babamın bana
gönderdiği mektuplar ve izahları. İkinci bölüm ise, Nusret
babamın, Sabri beye gönderdiği mektuplarından oluştu.
Ancak ikinci bölümde yer alan mektuplar daha evvel (İnsan
yayınları) tarafından basıldığı için onlardan (M.E.Kılıç bey
kardeşimiz vasıtası ile izin alarak oluşturduk. Ön sözde bu
husuta bilgi vardır. İşte bu kitap yeni bitmiş idiki! senin
zuhurat mail-in geldi âdeta kitabı tasdik edercesine.
Zuhuratının aralarına özet yorumlarını yazacağım, koyu yazı
ile zuhuratının bölümlerini yazacağım . Herkese selâmlar
hoşça kal Efendi Baban.
-------------------
21
23
Mu…
Pa….
(10/11/2013)
“İki zuhurat”
Efendim selâmün aleyküm,
İyi olmanızı can-ı gönülden diliyor ve sizin ve Nüket
Annemin ellerinden öpüyorum.
İki zuhuratımı aktarmak istiyorum.
7 Kasım 2013
Rü’ya-da birisi mertebelerle ilgili yanlış bir bilgi veriyor.
Ben de 6 peygamber kitabınızı düşünerek düzeltiyorum. İlk
önce Âdemiyet daha sonra Nuhiyet mertebesi geliyor
diyorum. Başka bir bilgi aktarmıyorum.
10 Kasım 2013
Rü’ya-da Nusret Baba'nın vefat yıldönümü dolayısıyla
sizinle beraber Nusret Baba'nın kabrine gidiyoruz. Ve
Nusret Baba'nın içinde bedeni de olan sandukasını
mezarından çıkararak omuzlarımıza alıyor, sokak sokak
dolaştırıp tekrar geri getiriyoruz. Sanki bir anma ve
hatırlama merasimi gibi. Hatta gezdirdiğimiz yerleri biraz
önceden süslemiş idik. Nusret Baba'nın bedeni zayıfça,
bozulmamış vaziyette ve kıyafetleri üzerinde düzgünce idi.
Suretini rüyada görmedim ama bu şekilde bir fikir kaldı
bende. Sizin gözleriniz sürekli yaşlı idi. Ağlamıyordunuz
ama gözleriniz doluydu. Omuzlarımızda iken 'Ya Hayy Ya
Kayyum' şeklinde zikir yapıyorduk. Nusret Baba'nın naaşını
gezdirdikten sonra tekrar geri getiriyoruz. Siz Nusret
Baba'nın naaşını gezdirme meselesine eskiden izin
verilmiyordu şimdi artık bunu yapmamıza izin veriyorlar
diyorsunuz. Rüyada ihvanınızdan Fa…. arkadaşımızı da
yanımızda hatırlıyorum.
Hürmetlerimle.
------------------10 Kasım 2013
Zuhuratı yorumlamak için evvelâ tarihine bakalım (10)
22
24
"kasım" (11) inci aydır. (11) in batındaki (1) ini alır (2013)
ün önündeki ikiyi onun arkasına koyar isek (12) olur ve
geriye (13) kalır o halde çıkan sayı değerleri,
(10/11/12/13) olur bunlarda.
(10) Mertebe-i "Îseviyyet /teşbih/Fenâfillâh."
(11) Mertebe-i "Muhammediyyet/tevhid/Bakâ billâh."
(12) Mertebe-i " Hakikat-i Muhammediyyet/tevhid-i
kadîm/Bakâ billâh/İnsân-ı Kâmil/Seyri anillâh/Billâh-î ve
minellah-î. Hakk olarak, halka dönüş.
(13) Mertebe-i "Hakikat-ül Ahadiyyet-ül Ahmediyye/
Ferdiyyet."
Tarihi itibarile dahi daha baştan bu mertebelerin Nusret
babamızda olduğu anlaşılıyor. Başkaları tarafından bunlar
biraz abartılı gibi gözüksede kendi bağlıları olan bizler için
böyledir.
"Rü’ya-da" Rû'ya/zuhurat'ların bilindiği gibi değişik
kaynakları vardır yeri olmadığı için onları sıralamayalım, bu
zuhurat Rahman-î "keşfi muhayyel/yorum isteyen" türden
dir. Âhirete intikal etmiş kimseler ve hatıraları ile, ancak
genelde zuhuratlarla ortaya çıkan mahal "misal" âlemidir ki
burası bu âlemin hemen üstümüzde bize en yakın olan
âlemdir. Hâdiseler burada kişilerin özel haline göre
değerlendirilip resmedilip o resimlerin hareket halinde
ma'nâ
sûretleri
olarak
ilgili
kişiye
remz
olarak
gösterilmesidir.
"Nusret Baba'nın vefat yıldönümü." Yaklaşık
bedenen aramızdan ayrılmasının üstünden (34) sene geçtiği
halde hâlen hatırlanması ma'nen ölmediğini göstermektedir.
Zâten bilindiği gibi ölüm bir yok oluş değil "tadış"tır tadış
ise hayatın ta'kendisidir, kendisi ve hayatı olmayan kimse
neyi tadacaktır. Gözden uzaklaşan zâhiren ma'nâ âleminde
yüzen nefs teknesidir. Tekne ise bir yere gidilmek için
kullanılır oraya varılınca tekne bırakılır.
Dolayısıyla sizinle beraber Nusret Baba'nın
23
25
kabrine gidiyoruz. Kabir ziyareti, orada bedenen yatan
kimsenin, bedenen ve ruhen en son görüldüğü yer olduğu,
ve bu yüzden mübarek bir yer olduğu, ve bir işaret yeri
olduğu için, ziyaret edilir. Aslında onların kabirleri değil
yaşayan
tahtları,
sevenlerinin
gönüllerindedir.
Onu
hatırlamak onu ziyaret etmek ayrıca kendinde de bulmaktır.
Ve Nusret Baba'nın içinde bedeni de olan
sandukasını mezarından çıkararak omuzlarımıza
alıyor, İşte bahsini ettiğimiz kitap ile onu kendi varlığı olan
yazıları ve yazılarının içinde bulunduğu sandukası olan "cilt
kapakları" içinden çıkarıp omuzlarımıza yani gün yüzüne
çıkarıp gönlümüzde taşımaya başlıyoruz.
sokak sokak dolaştırıp tekrar geri getiriyoruz.
Sokak, sokak dolaşması, bir bakıma o kitap, içinde kendi
ma'nâ'larının bulunduğu sandukasıdır. Sokak, sokak
dolaşması her okuyan kişinin kendi gönül sokağıdır ve
oralarda değişik gönüllerde değişik sokaklarda bu vesile ile
de, dolaşacaktır. Okunması bittiğinde tekrar gene kendi
sandukasına kitabına geri dönecektir.
Sanki bir anma ve hatırlama merasimi gibi. O kitap
ve ona ait benzerleri okunduğu zaman kendilerinin değişik
makamları ortaya çıktığından o mertebeden hatırlama ve
merasim olmaktadır.
Hatta gezdirdiğimiz yerleri biraz önceden süslemiş
idik. Gezdirilen yerler, Bâtın makamlarıdır. Gönül âleminde
ma'nevi kitaplar okunmadan evvel oralarının evvelâ nefs ve
hallerinden temizlenmesi lâzımdır. Oralarının tevhid ve
ameli sâlihler ile süslenmesi gerekmektedir ki gelen misafir
hüsnü kabul ile kabul görsün ve tekrar gelme sebebi
olsun.
Nusret Baba'nın bedeni zayıfça, bozulmamış
vaziyette ve kıyafetleri üzerinde düzgünce idi. Bedeni
zayıfça, nefisle semirmemiş, bu yüzden aslı ve hakikati
itibarile bozulmamış, kıyefetleri/makamları üzerinde sahibi
olarak düzgünce/asli sistemi üzere aynen olduğu gibi
devam etmektedir.
24
26
Suretini rüyada görmedim ama bu şekilde bir fikir
kaldı bende. Zuhuratta zâten beden gözü birşey görmez,
gören ve hisseden kâlp gözüdür. Oda ancak İrfaniyyetle
açılır.
Sizin gözleriniz sürekli yaşlı idi. Ağlamıyordunuz
ama gözleriniz doluydu. Evet onları herhangi bir vesile ile
ne zaman ansam hemen gözlerim dolar, zâten onları hiç
unutmadım ki, gün geçtikçe azalacağına muhabbetim daha
da çok artıyor. Sanki o günler hâlen daha devam ediyormuş
şu anda da hayatta imişler, sanki hemen gidip gene aynı
şekilde ziyretimi bekliyorlarmış gibi geliyor.
Omuzlarımızda iken 'Ya Hayy Ya Kayyum' seklinde
zikir yapıyorduk. Kendisi zâten "Hay" isminin zuhuru ve
tatbik mahalli idi ölü kalpleri nefesi rahmaniyyesi ile
diriltirdi. Zaman gelir dervişinin Cebrâil-i olur ma'nâ
âleminden haber getirir. Zaman gelir dervişinin, Mikâil-i
olur ilâh-î rızıklar getirir. Zaman gelir dervişinin, Azrâil-i
olur, nefsini öldürür. Zaman gelir dervişinin, isrâfil-i olur,
surunu üfler nefsi varlığını alır, yeri geldiğinde onun surunu
tekrar üfleyerek "ba'sül ba'delmevt" öldükten sonra tekrar
diriltir. "El ilmü hayyen lem yemüd ebeden" "ilim ile diri
olan ebeden ölmez" hükmünü tecelli ettirmekteydi.
“Kayyum” ismininde zikredilmesi zâti zuhur mahalli olmasın
dan, başkasına ihtiyacı olmaması kendi, kendi ile kâim
olmasıdır. Omuzlar üstünde taşınan bu özellikleridir.
Nusret Baba'nın naaşını gezdirdikten sonra tekrar
geri getiriyoruz. Bu hususiyyetleri ile tanıtıldıktan, gönül
den gönüle gezdirildikten sonra gene kendi hafi makamına
geri getirilmesidir.
Siz Nusret Baba'nın naaşını gezdirme meselesine
eskiden izin verilmiyordu, Yani belirli seneler evvel bu
husularda belirli sıkıntılar olduğundan onu hatırlatacak fazla
bir şey yapılamıyordu, Onun hatıralarını pek gün yüzüne
çıkaramıyorduk.
şimdi artık bunu yapmamıza izin veriyorlar
diyorsunuz. Eskiye göre bu hususlarda epey ilerleme
25
27
kaydedildiğinden onun hatıraları bu ve benzeri kitapları ile
birlikte her yerde gerek yazılı gerek görsel ve internet
kanallarında serbestçe ayan olduğundan bu tür çalışmalara
fazla bir engel olunmamakta bu husuta izin verilme şeklinde
ifade edilmektedir.
Rüyada ihvanınızdan Fa…. arkadaşımızı da yanımızda hatırlıyorum. Fa…-ın orada olması bu hususun ne
kadar faziletli olduğunun kanıtı olarak düşünebiliriz, Bu
günlerde Fa… oğlumuzda Nusret babamın divan/şiir,
kitabını İnternet ve bilgisayar ortamına hazırlamakta bu
yüzden yaptığı iş içinde kendiside Faziletlendirilmiş
demektir.
Mu.. Pa.. Zuhuratı gören Mu… oğlumuzun ismi ma'nâ
olarak hadiseye tam yakışmış, Demekki Nusret Babamızın
muradı bunların zuhura çıkıp hayata geçirilmesini murad
ediyordu, nihayet bu vesileler ve çalışmalar ile bunlar
ortaya çıkmakta Nusret babamında böylece muradı yerine
gelmektedir. İşte bu husularda kimlerin yardımları varsa
hepsi katkıları kadar hisselerine düşen (Pay) larını
alacaktırlar. İnşeallah. Aslında bütün bunların içinde en
büyük "pay" gönül ehli olmaktır.
Yeni bitmiş olan (mektuplarda yolculuk) kitabımızın hemen bittiği bu günlerde böyle bir zuhuratın gelmesi ile
yapılan işin bâtın âleminden tasdik gördüğü açık olarak
anlaşılmaktadır. Hizmeti geçen bütün kadeşlerimizin "Pay"
larını cenâb-ı Hakk amel defterlerine ilâve etsin İnşeallah.
T.B.
------------------Terzi Baba. (17/11/2013)
Hayırlı günler Nu… Ni… kızım yazıların gene güzel olmuş
eline diline sağlık günler çabuk geçiyor, maillere cevabım
bu yüzden biraz gecikiyor, seninkide biraz gecikti, dün
İstanbulda Kasımpaşa sohbetinde idik, akşam geldik bu
günde maillere bakmaya ancak vaktim oldu, bir taraftan
"mektuplar" kitabını bitirdim diğer taraftan gelen umre
26
28
yazılarını toplayıp o dosyayı tamamlamaya çalışıyorum,
cenâb-ı Hakk kolaylığını verecek inşeallah.
Hepimiz iyiyiz İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Hepinizin
gönlümüzde ayrı yerleriniz vardır. Sırada bekleyen çok mail
var onlarıda bitirmem lâzım, O yüzden herkese slâmlar Ab…
kardeşimize sana evlâtlara ve herkese selâmlar Nüket
Anneninde selâmları vardır, hoşça kal kızım Hayyat
Baban.
------------------Ni…. Ma….
(13/11/2013)
Çok kıymetli Efendi Babacığım ve canım Nüket
anneciğim, öncelikle ellerinizden öperim. İnşallah iyisinizdir.
Bugün yine sizi göreceğim için hamdu senalar olsun.
Annemin hayırlısıyla gününün tesbit olmasına duacıyım.
Canım babacığım gördüğüm zuhuratı C.Hakktan bana ikram
olarak telakki ediyorum. Çünkü sizin ma’nânızın açıklanması
en büyük ikramdır. Bir de siz gittiğinizden beri size yakın
olamamanın verdiği bir hüzün vardı. Ne yapsam
geçiremiyordum. Hatta perşembe gecesi boynumu büktüm
ve hiç bir niyazda bulunmadan kendimi C.Hakk’a teslim
etmiştim. Ve namazımı kılıp öylece yattım. gece yarısı
kalktığımda adeta bana çok büyük bir güç verilmişti.
Kalbim, gönlüm mutmainlikle doldu. hâlâ aynı etkileri
sürüyor. Haddim olmayarak zuhuratım hakkında gönlüme
gelenler şöyle:
"Dergâhtayım. (Gönül dergâh-ı) Nusret babam iki odalı
dergâh’ta, iç odada kabrinde imiş. ama kabirde değil de
sedirin üzerinde oturuyor. Canlı gibi. (Hür olanlar ve hay
olanlar ebediyyen ölmez. (2 oda zâhir ve bâtın) Beyazlar
giymişti. Dışarıda ki odada alınmayı bekliyoruz. Sırayla
alındık. Tac, cübbe ve kuşak Terzi babama sırasıyla
verilmiş. (Tac; aklı külün, ehadın temsili) (cübbe önce
hullet sonra hubbiyetin temsili) Kuşağı Terzi babam
pehlivanlığı ile almış. (kuşak ise beden, nefis ve ruh
kutrunu geçenlere verilen nişane) Bizler Nusret babamın
huzurunda iken sanki bir film şeridi gibi Terzi babamın
27
29
gençliği ve onunla güreşen biri varmış. o önümüze getirildi.
Terzi babam onunla güreşti (görmüyoruz ama o hissiyat
verildi).
(Canım babamın isimlerinden biri de "pehlivan"
olduğunu duymuştum. hatta Hüseyin pehlivan caddesinde
terzi dükkânı da var.) Ortalık nur gibi aydınlandı. O kişiyi
yendiği an'dı. Sanki "ikra" gecesi de böyle oldu denildi.
(Oku emri yani gönlünden okumalar ve kûl'lerin geldiği
anlar ki o da gençliğinde elde edilmiş...) Kuşak Terzi
babamın oldu. (Olması gereken oldu.)
Güreş yapılırken zâten emânetler Terzi babamda diye
içimden geçiriyordum. Terzi babam çok gençti. (Güreş
başladığında zâten mutlak hükmün kilidi açılmış ve
emânetler an'da verilmiş.) (2. si ise besmelenin anahtarıdır.
Allah, Rahmân, Rahîm. Zat, irade, kavl: Besmele olana
besmelenin şartları verilir. kendisi besmeledir ve âlemlerin
anahtarıdır..)
Bu defa Nusret babamı kabrinde beyaz bir örtü altında
görüyorum. (Nusret babamın şimdiki zahiri görüntüsü)
Kabrin yanında bir kuyu var. Kuyu hem geniş hem de çok
derin imiş. O kadar temiz görünüyordu ki ab-ı hayat imiş.
(Hayatımda bu kadar huşu veren bir kuyu görmemiştim.
Rengi hem koyu yeşil hem de güzel bir siyahtı. Terzi
babamdan
içtiğimiz
suyun
tasdiki
elhamdülillâh)
Birine, Nusret babamla ne konuşayım? diye soruyorum.
içime "ne söylersen söyle" geliyor. (zaten hep söylediğim
Allah'a kul, peygamberime ümmet, Terzi babama hayırlı bir
evlât olabilmek)
Durmaksızın ağlıyorum. Odada gözüme çarpan silsile
albümü oldu. Albümde resimler vardı. En son fotoğraf
Nusret babamın Terzi babamla çekilmiş fotoğrafıydı. Terzi
babmın yanında Nüket annem, İzzet ve Cem de vardı.
(Ehl-i beytin görüntüsü olmuş. Hamdinden acizim. Bir de
başka fotoğrafın yer almaması)
-a Gönlümde Terzi Babam dan başka kimse olmayacağıdır.)
28
30
-b Terzi babamın henüz gönlünde kesinleşmiş yoktur.)
-C Benim sınırım bu kadardır. ileriye geçemem.)
Canım Babam inşeallah haddimi aşmamışımdır. Aşure
günün(m)üz kutlu olsun. İyi ki siz varsınız. İyi ki canım
Annem var. Hayatımı ellerime veren ve kendimin farkına
vardıran Güzel babamdan razıyım. O da benden razı olur
inşeallah. Ellerinizden hürmetle öpüyorum.
not: Babacığım ilâve olacak açıklamalar vardır mutlaka.
Yapabildiğim bu kadar...
Ha….. kızınız.
------------------Terzi Baba. (18/11/2013)
Hayırlı akşamlar Ra…. oğlum. İyi niyetlerin için sağolasın
değerlendirmeler, herkese göre değişmektedir, mühim
olan bir şeyi gereği gibi değerlendirebilmektir. İnşeallah
daha da çok faydalanırsınız, Cenâb-ı Hakk hepinizin idrak
ve anlayışlarınızı arttırsın. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
------------------Ra… Yü….
(17/11/2013)
Sevgili Terzi Babam
Her sohbetinizden sonra yazmak
istediğim halde ancak bugün yazabildiğim dünkü Kasımpaşa
sohbetinizin üzerimizde bıraktığı ve uyandırdığı tesir üzerine
kısa bir şey yazmak istedim. Her sohbetiniz öyle tesirli ve
etkileyici ki, ham ekşi olmamış bir meyve, nasıl güneşin
nuruyla, tatlı ve olgun bir hale gelirse, sizin söz ve
nefesinizde, yüklü olan o nuru İlâh-i, bizde, ham olan
hikmet kırıntılarına temas ettiği zaman, o ekşi ve ham olan
bilgi, olgunlaşıp nefsin cehalet karanlığından, gölgesinden
ve esaretinden kurtulup, İlâh-i şuurun göğünde hür oluyor,
hem aslına uruc ediyor, hem de nefsimizin ekşiliğinden
kurtulup, hem söyleyenin, hem de dinleyenin tattığı bir
cennet meyvesi haline geliyor.
29
31
Bir ağacın meyve verebilmesi için uzun yılların geçmesi
gerekiyor,
ancak
sizin
sohbetinizde, bizim
beden
ağaçlarımızda ki, ham ekşi ve olmamış bilgi tomurcuklarının
olması için, uzun gayret ve çabalar gerekmesine rağmen,
sizin nefesinizdeki yoğun ve şiddetli nuru İlâhi sayesindedir
ki, on yılda olgunlaşması beklenen bilgi meyvesi, iki saatte
olgunlaşabiliyor, ve otuzyedi yaşımda girdiğim iki saatlik
sohbetten kırkyedi yaşımdaki bilgiyle çıkıyorum. Efendim
sizdeki irfanı hangi kelimelerle ifade edebilirim ki.
Heyecanımı bağışlayın, bunları sizinle paylaşmak
istedim. Sevgili Efendim Yu…. kardeşimin güzel bir cümlesi
var, son olarak onu da sizinle paylaşmak istiyorum;
“Şeyhül Ekber okulunun mensupları dünyanın her
yerinde Şeyhin kayıp tefsirini arıyorlar, onların aradıklarını,
elhamdülillâh ki, biz çoktan bulduk. Şeyhül Ekberin kayıp
tefsiri, Terzi Babamın gönlündedir, biz o tefsiri âyet, âyet
Terzi Babamızın nefesinden alıyoruz.”
Umarım değerli vaktinizi almamışımdır Sevgili Efendim.
------------------Terzi Baba. (22/11/2013)
Hayırlı akşamlar Me…. Oğlum. Hayat bu, neyin nerede
nasıl zuhur edeceği belli olmaz. Sencer kardeşle bizim
arkadaşlığımız (1958) senesinden beri devam etmekte idi,
çok sevdiğim bir kardeşimdi, oda beni severdi, Allah rahmet
eylesin. Bende bir zamanlar ney üflemeye çok meraklı idim,
zaman, zaman da çalacak duruma gelmiştim, sonra bir
tecih yapmam gerektiğini anladım, ve bu sahaya vereceğim
vakti, tasavvuf sahasına vermeyi kararlaştırdıktan sonra,
neyi hatıra olarak duvara astım, ve bıraktım. Hâlen hatıra
olarak, ve Sencer kardeşiminde, hatırası olarak yerinde asılı
durmaktadır, çünkü ayrıca onun elinden çıkmıştır. Hayırlısı
Hakk'tan selâmlar, hoşça kal Efendi Baban.
------------------Me….. Ak….
(20/11/2013) “Mektuplar.”
30
32
Efendi Babam hayırlı günler,
Ellerinizde hürmetle öperim. Dün gece mektuplar
dosyanızı aldım. Alır almaz hemen bir teşekkür mektubu
gönderecektim. Ancak, mektupları okumanın cezbesi beni
öyle bir çekti ki, teşekkür mektubumu geciktirmek zorunda
kaldım. Sonradan anladım ki, bunda da bir hikmet varmış.
Çünkü mektuplarınızı okurken, Sencer Derya hocamın
(Allah gani gani rahmet eylesin) mektubuna tesadüf ettim.
Çok duygulandım. Kedisinden ney dersi alma şansına sahip
oldum. Ne yazık ki, bu ders, çeşitli nedenlerden dolayı,
ancak bir kere gerçekleşti. Yaklaşık iki saat süren ders
boyunca, hep tasavvuftan bahsettik.
Efendi Babam, bütün bunları ilginç kılan ise, sizin Sencer
hocanın mektubuna düştüğünüz not oldu. İnsanlar genelde
tasavvufa din (şeriat) üzerinden gelirler. Benim tasavvufa
olan yolum ise sanat ile başlamıştı. Hiç neden yokken,
elime ney alıp üflemeye başlamıştım. Sonra ise, tasavvufa
duyduğum büyük aşk ortaya çıktı. Ancak bir süre sonra,
ney hem çok vaktimi almaya başladı, hem de nefsimi hırs
yönünden kışkırtmaya başladı. Ve tasavvufa yöneldikçe de,
neyi bırakmam gerektiğinin idrakıyla boğuşmaya başladım.
Büyük bir acı ile neyi bırakma kararı aldım, ondan artan
vaktimi zikir ve okumaya ayırdım. Fakire tasavvuf kapısının
aralanmasında büyük rol oynayan neye haksızlık mı yaptım
diye hep düşünür dururdum. Efendi Babam, sizinle
karşılaşana kadar neyi bırakma konusunda ki kararımdan
emin değildim. Sizinle birlikte tasavvufun bir idrak ve şuur
olayı olduğunu anlamaya başladıkça, bir de bu işler için
zamanın ne kadar mühim bir değer olduğunu kavradıkça,
ney gündemimden çıktı gitti. İşte, Sencer Derya hocamın,
neyi size gösterip, "bu bizi oyaladı" demesi, farkında
olmadan yaptığım tercihlerde, nelerin söz konusu olduğunu
gözlerimin önüne serdi.
Efendi Babam, hürmetle ellerinizde öper, Cenab-ı
Hakktan size sıhhat ve afiyet vermesini niyaz ederim.
Evlâdınız Me….
-------------------
31
33
Terzi Baba. (30/11/2013)
Hayırlı akşamlar Al….. oğlum zuhuratlarında, düşündüklerinde güzel. Bunları bir ehli zâhire söylesen kabullenmesi
mümkün olmaz. Çünkü bu hakiktleri bilmezler. Bu
düşünceler ileri derece de bir Tevhid anlayışıdır. Gönlüne
sağlık. Burada bahsettiğin (Rabb'ı) tevil yönünden terbiyeci
eğitimci olarak da düşünebiliriz. Cenâb-ı Hakk daha nice
tefekkürler nasib eder İnşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi
Baban.
------------------Al… Çe….
(28/11/2013)
Babacığım selâmlar, nasılsınız?
Sizinle bir zuhuratı paylaşmak istiyorum. Ma’nâ da sizin
yüzünüzü gördüm. Ama bedeniniz yoktu, yalnızca yüzünüz
vardı, bir aynadan yansır gibi. Baktığım aynada sizin
yüzünüzün yansıması gibiydi. Sultanahmet camiindeydim,
bir direğe yaslanmış, kıbleye doğru tesbih çekerken,
dalmıştım.
Geçen sefer ma’nâ da sizin yanınıza geldiğimde namaz
kılıyordunuz. Ben bunu sizdeki abdiyeti gördüğüm, şeklinde
yorumluyorum. Bu seferki zuhuratta ise kıble tarafına
yönelmişken sizin yüzünüzü gördüm, baktığım yerde
Hakk'ın vechini görür gibi. Bunun sizdeki uluhiyet tecellisi
olduğunu düşünüyorum. Beni bu düşünceye iten ise, Hak
esmâsında tesbihatı, yüzümü beni terbiye eden Rabbime
yani şeyhime dönmem gerektiği, bilinci ile yapıyor olmam.
İbrâhîm'in kendine alıştırdığı kuşların ona dönmesi,
ölümden sonra bizlerin dirilerek Rablerine dönmeleri gibiydi.
Ben önce bunu anlamadım, kendimi Rabbim sandım ve
kuşların bana dönmesi gerektiğini düşündüm. Oysa kuş
yani Rabbine dönecek olan benim. Bu mertebede siz de
daha önce konuştuğumuz gibi, beni terbiye eden “mürebbiye” Rabbimsiniz.
Not= Yukarıda geçen “Rabbimsiniz.” Kelimesinde ki
32
34
“Rububiyyet” mertebesi “Ulûhiyyet” mertebesi değil, sadece
terbiye Esmâ mertebesidir. Kişinin Tevhid mertebesinden
eğitildiği yerdir. Yanlış anlaşılmasın. T.B.
Attar'ın da kuşları, hedefe vardıklarında aradıklarının
kendileri olduğunu anlıyorlardı.
Yordum sizi babacığım, Hu!
Evlâdınız Al…. Çe…..
------------------Terzi Baba. (30/11/2013)
Hayırlı akşamlar Ya….. bey oğlum yazıların güzel olmuş,
benden gelen ve senin gönderdiğin, bütün yazıları bir
dosyada muhafaza et, ayrıca varsa eğer çıktılarını da al,
zaman gelir en güzel hatıraların olur. Çocuklarının ayrılığına
üzüldüm, haklarında hayırlısı olsun, bu arada oğlun bir
müddet yeni bir eş arama sevdasına düşmesin. Çünkü belki
gelin hanıma, ayrılık zor gelebilirde, geriye dönüş yapabilir.
tabî bu hal sizce nasıl karşılanır bilemem, ama oğlunun bu
hususta, bir müddet beklemesi, bence yerinde olur, diye
düşünüyorum. Cenâb-ı Hakk size sabırlar, oğlunada gayret
kuvvet, ve itidal nasib etsin. Bu durumda çocuklara kim
bakacak bu mesele halloldumu , Allah hepinize kolaylık
nasib etsin. O halde geçmiş olsun, demekten başka bir çare
kalmamış. Sağlık olsun burası dünya burada, "nimet ve
nikmet" "yani zorluk ve kolaylık" bir arada dır. Hakk'tan
hayırlısı, zâten Hakk'tan hayırdan başka bir şey gelmez,
belki evvelâ şer gibi gözükür, ama arkasından hayır çıkar,
biraz sabır gerekir. Herkese selâmlar hoşça kal Terzi Baban.
------------------Ya…. Gö…..
(29/11/2013)
“ziyaretim”
Çok kıymetli mürşidim Terzibabamı ziyaret benim için
çok önemliydi. Âlemlerin Rabbi Allah c.c. nasip etti çok
şükür.11.11.2013 günü benim için çok önemli buluşmaya
denk geldi.
33
35
Terzi Babamı umduğumdanda daha kâmil insân buldum.
Bana değer vermesi, ilgilenmesi, ayrı bir öneme haiz. Ben
sadece bir görüşmeyede râzı idim. Allah (c.c.) râzı olsun ki,
Terzi Babam, hergün bu kula vakit ayırdı. Çok teşekkür
ederim babacığım. Tabii dergâh’ta çarşamba sohbetine
katılmak ta ayrı bir zevk. O anda sohbete katılan güzel
insanları görmek, tanımakta ayrı güzellik oldu.
İstanbul daki dergâhı ziyarette ayrı bir duygu yoğunluğu
yaşattı bize. Terzi Baba nın sohbeti ayrı bir güzellik yaşattı.
Pirimiz Hasan Hüsamettin Uşşâki hazretlerinin kabrinin
olduğu bina ayrı bir duygu yaşattı. Tabii işin en güzel tarafı
Terzi Babamla birliktelikti.
Bir daha nasip olur mu bilemem. Tekirdağda olmak çok
güzeldi. İnşeallah Terzi Babama külfet vermemiş, ve bizden
bir edepsizlik olmamıştır. Sanki bir ru’ya gibi geçti günler,
bu günahkâr lâyık evlâtlık yapar inşeallah.
Bu güzel duygularla ayrıldıktan sonra, Düzce de bir
curcunanın ve sevimsiz olayın içinde bulunmak, hoş olmadı.
Tüm çabalarıma rağmen, gelin hanımın ayrılık kararını
değiştiremedik. Ve sonuçta bugün mahkeme kararıyla
ayrıldılar. Allah (c.c.) o minik yavruyu korusun, ve
muhabbetine alsın inşeallah. Dörtyol daki arkadaşlar Terzi
Babayı sordular, dilimizin döndüğü kadar anlattık. Selâm ve
saygılarımla hoşça kalın Babacığım. Ya… Gö…..
------------------Terzi Baba. (03/12/2013)
Hayırlı günler Nu…. hanım kardeşim, sağolasınız ilginize
teşekkür ederiz, uygun olduğunuz zamanlarda gene
bekleriz İnşeallah. Zuhuratınızı yorum maksatlımı, yoksa
sadece bilgi kabilinden mi? gönderdiniz bunu anlayamadım
ama, gene ben şuur altında bir beklenti olabilir anlayışı ile,
özetle zuhuratınıza kısa bir yorum yapmaya çalışayım, Tabî
ki, sadece bir yorumdur, böyle bir çok yorumlarda
yapılabilir aslını Allah-ü Teâlâ Hz. bilir. Oruçlarınızı Cenâb-ı
Hakk kabul eylesin, İnşeallah faydalı olurlar.
-------------------
34
36
Nu…. So….
(01/12/2013)
Sayın Hocam ,
Evlâtlarınızdan Fa…'ın ma’nevi ablasıyım. Fa…la beraber
Kavacık'taki bir sohbetinizde sizinle tanışma fırsatına sahip
oldum. Sizlerle beraber hayvansal gıdaların yenilmediği kırk
gün oruçlarına başladım. Bu arada gördüğüm bir rüyayı
izninizle size anlatmak istiyorum. Fa… küçük bir kürsüde
ayakta duruyor, önünde bir kur'ân-ı kerîm var. Benim için
kur'ân-ı kerîm-i açıyor ve sana aşır çıktı, diyor, ben de biran
şaşkınlık yaşıyorum, böyle bir sure adı hatırlamadığımı
düşünüyorum. İnşirah Sûresinden "o seni yetim bulup
barındırmadı m? Seni şaşırmış bulup da doğru yola
eriştirmedi mi?" diyorum.
Siz karşıdan sesleniyorsunuz . Fa…'ın açtığı sayfa için bu
dünyada, bir tek sana çıktı diyorsunuz, ve hakkımda övücü
olan sözler söylerken, ben çok sıkılıyorum. Bu söylediğiniz
sözlerin, nefsimi beslemesinden korkarak kulaklarımı kapatıyorum. Bu arada Fazılla beraber üzerinizde beyaz sarık ve
çok açık haki rengi cübbe vardı. Hocam değerli vaktinizi
aldığım için şimdiden teşekkür ederim. Ellerinizden öper,
saygılarımı sunarım.
Nu…. So….
------------------Terzi Baba. Özet yorum.
(Fa… küçük bir kürsüde ayakta duruyor,)
Burada ayakta duran zahiren "Fa…" oğlumuz olmakla
birlikte, bâtınen sizdeki "Fazıl/fazilet" özelliğinizin ayakta
durmasıdır. Yani bu hususlara dikkat ettiğinizi göstermekte
dir.
(önünde bir kur'ân-ı kerîm var.)
"Kur'ân" bilindiği gibi Zattır. Furkan ise sıfattır. Ve fa….
ilgi sahasını gösterir. Yani fazilet KUR'ân-ı Kerîm ile
olmaktır.
35
37
(Benim için kur'ân-ı kerîm-i açıyor)
Bu kısım oldukça dikkat çekicidir. Yani Fazilet sahibinin
sizin için özel olarak "Zat" makamını açmak fiilini bir bütün
olarak faaliyete geçirmeye başlamasıdır.
(ve sana aşır çıktı diyor)
Bilindiği gibi "aşır" Aşera (10) demektir, Mevlûd veya
başka bir dini merasimlerde okunan Kur'ân-ı Kerîm
bölümlerine "aşır" yani yaklaşık on âyetlik bölümlarine aşır
denmektedir. size çıkan bu olmuştur. Yani on sayısının
ifadesidir. Az sonra on sayısının neyi ifade ettiğini izah
etmeye çalışacağım.
(bende biran şaşkınlık yaşıyorum böyle bir sure
adı hatırlamadığımı düşünüyorum.)
Buna benzer "Asr" Sûresi vardır ama dediğiniz gibi bir
Sûre yoktur. Ancak aslına bakarsanız bütün Sûrelerin içinde
"aşır" vardır, gerçi aşera dan, yani on âyetten daha kısa
Sûreler vardır ama "aşır" niyeti ile okunduktan sonra sayı
kaydında olmadan okunan gene aşır hükmündedir.
Ayrıca biraz benzetmeli bir ifade ile bu kelimeyi türkçe
anlamda kullanırsak. "aşır" yani bir yerlerden bir şeyler
aşırmaktır. Bu da iki yönlüdür. Biri gerçek ma'nâ da
sahibinin haberi olmadan bir şeyler aşırmaktır ki,
şer'an yasak olan hırsızlıktır. Diğeri ise bildiğiniz gibi kişinin
veya kişilerin sevdiklerinden bir şeyler almaları veya bir
miktar bir şeyler almalarının da ifadesi sevdiğimiz bir şey
hakkında lâtifeli olarak senin şu şeyinden biraz aşırdım,
şeklinde de kullanılır bu samiyyetin ifadesidir. Ayrıca Kur'âni
hakikatlerden bir şeyler "idrak etmek/aşırmak" tır.
(İnşirah suresin den "o seni yetim bulup barındırmadı mı?)
"Biz senin göğsünü zâten açmadıkmı"?. Gönül ve
göğsümüz zâten açılmış vaziyettedir, ancak biz onun üstüne
nelerimiz var ise doldurduğumuzdan, bize/kendimize yer
bırakmamışız. O yüzden sıkıntılı oluyoruz. Yetimlik anadan
36
38
babadan yoksun olmaktır, aslında bir bakıma hepimiz
"yetimeyni" iki yönden yetimiz. Bunlar Hakk'tan uzaklaştırılmış bu âleme tardedilmiş "rububiyyet ve abdiyyet"
yetimliğidir. ki, işte bizlerde kendimizi bu iki yetimlik içinde
buluruz. İşte Rabbul Âlemîn olan Allah "o seni yetim
bulup barındırmadı m?) Evet hepimizi bu âlemde yetim
bulup barındırdı. Bazılarını sadece zâhiren barındırdı
bazılarınıda hem zâhir hem bâtın barındırdı. Ve barındırma
ya devam etmektedir.
Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi
mi?"
Bütün bu hakikatler karşısında. "Seni şaşırmış bulup da
doğru yola eriştirmedi mi?" Rabbımıza şükrederiz idrakimiz
kadar eriştirdi.
.Fazıl'ın açtığı sayfa için bu dünyada “bir tek sana
çıktı” diyorsunuz.
Evet sizin dünyanızda beden mülkünüzde, yani enfüsi
olarak, belki bu anlayışla ilk defa, bu Âyetlerin hakikati
açılıyor olabilir. Bu husus ifade edilmiştir, yoksa genel
anlamda içinde bulunduğumuz âlemde değildir, çünkü bu
husus genelede açıktır.
(ve hakkımda övücü olan sözler söylerken ben çok
sıkılıyorum.)
Bu ifadelerden içinde bulunduğunuz halin "tenzih"
ağırlıklı olduğu anlaşılıyor ki buda "tevhid-i esma" yani
museviyyet mertebesidir. Sayı değeri (9) dur "aşır/aşera"
ondur ve oraya yani iseviyyet "teşbih" mertebesine davet
vardır. Tenzihin teşbihe döndürülmesinde biraz sıkıntı vardır
çünkü oldukça büyük bir irfaniyyet anlayış değişikliğine
ihtiyaç vardır bu hususta insanı biraz yorar.
(Bu söylediğiniz sözlerin nefsimi beslemesinden
korkarak kulaklarımı kapatıyorum.)
Bu hal bir bakıma, "Nûh" (a.s.) ın kavmini daveti
sırasında elbiselerini ters çevirip kulaklarını kapatmalarına
(fî azânihim vestağ şevsiyabehüm) (71/7) haline benze37
39
mektedir. tabîki size her hangi bir davet yoktur, ancak
bulunduğunuz hal gereği, size yapılan teşbihi bir anlatım
olduğundan, ve halen tenzihi ma'nâda nefsinizle yaşadığınız
dan, ve onada güveniniz olmadığından, teşbihi hakikatlere
kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Bir kimse gerçek ma'nâ da
tenzihi ve teşbihi birleştirip tevhid ettiği zaman, kendi
hakkında yapılan, gerek yermeler, gerek yüceltme ve
övmeler, bir olmalıdır yerildiği zaman bir eksi tesir almamalı
övüldüğü zaman da kendinde her hangi bir değişiklik
olmamalıdır. Kişide her iki halde de değişiklikler oluyosa
daha o kimse henüz üstünden nefsi bağlantılarından
kurtulmamış demektir.
"nefsimi beslemesinden"
Bu ifadenizde zâten bunu teyid etmektedir. Daha henüz
o beden üzerinde bireysel nefsin faaliyette olduğunu
göstermektdir.
(Bu arada Fa…la beraber üzerinizde beyaz sarık ve
çok açık haki rengi cübbe vardı.)
Bilindiği gibi beyaz yani renksizlik Ulûhiyyeti ifade eder,
baş ise arştır. Arş ise İlâhi tecelligâhtır, yani zâti zuhur
mahallidir. Haki renk ise topraktır, ve oda hikmettir, ve
Âdemin halkedilişi toprak olan hikmettir, arşa inen lâtif
İlâh-i tecellilerin ef'âl âlemi olan, bu âlemi şehâdette
Ulûhiyyet hükümlerinin, kesif teşbihatlar görünümünde,
toprak hükmünde, hikmeler ile zuhura çıkmasıdır ki,
"feeynemâ tüvellu fesemme vechullah"tır. (2/115)
Bahsedilen beyaz sarık ve haki cübbenin belirtilen
hükümlerin o bedenlere giyinmiş halleri ile yaşandığının
ifadesidir diyebiliriz.
Zuhuratınız sizindir, sizin lisanınızdan bana bunları
okundunuz bende tercüme etmeye çalışarak yazıya döktüm
ve sadece aracı oldum, benden kendimden bir şey ilâve
etmedim.
Cenâb-ı Haktan, dünya ahret bütün işlerinizde başarılar
38
40
dilerim, ilginize teşekkür ederim sağ olasınız. Selâmlar
hoşça kalın Terzi Baba.
--------Hocam, alâkanız için teşekkür ederim. Ellerinizden
öperim.
Nu…. So….
------------------23.10.2013 Çarşamba akşamı.
İzmir.
İBRETLİK BİR ARAYIŞ HİKÂYESİ.
MUSTAFA. GUSTAVO’NUN MA’NEVÎ SEYRİ. TERZİ
BABA’YA ULAŞMASI, VE TERZİ BABA HAKKINDA Kİ,
SÖZLERİ
Soru (Ke… Abla): Mustafa. Gustavo, tasavvufu 13
yaşında bulduğunu söyledi. 13 yaş bir çocuk yaşıdır.
Çevresinde hiç müslüman kimse de yok... Onu tasavvufa
yönelten ne oldu? Nasıl Allah’ı aramaya başladı?
Mu. Gustavo: 7 yaşımdan itibaren kalbimde bir çağrı
hissetmeye başladım. Hep Allah’ı düşünüyordum. Ve
sorularım vardı… 7 yaşımda olmama rağmen güçlü, büyük
sorular vardı kafamda: “Ben kimim? Neden buradayım?
Hayatın amacı nedir? Bizler neden yaratıldık?” gibi sorular…
Sorularıma cevap bulabilmek için katolik rahipleriyle
tanıştım, kilise servislerine katıldım, ama eninde sonunda
oralarda sorularıma cevap bulamadım.
13 yaşıma geldiğimde başka bir mahalleye taşındık.
Orada yeni arkadaşlarım oldu. Birgün arkadaşlarımdan
birinin evine ziyarete gitmiştim, orada babasıyla tanıştım.
Babası benim ilk öğretmenim oldu. Benim daha önceden
karşılaşmadığım tip bir (manevî) bilgiye sahipti.
Tanıştığımız da bu kişi 71 yaşındaydı. Ve hayatında hiç
öğrencisi olmamıştı. Ben ilk öğrencisi oldum. Bana insan
39
41
vücûduyla ilgili birçok şey öğretti. Özel bir tip “hinana
yogası” öğretti… Vücûdun duruşu ile ilgili, ve nefes almakla
ilgili, birçok egzersizler gösterdi bana. Annemde, sabahları
saat 4’te kalkıp bu kişinin yanına gitmem için izin vermişti.
Saat 6’ya kadar kendisiyle beraber çalışıyorduk. 6’dan
sonra okula gidiyordum.
18 yaşıma geldiğim zaman beraber çalışabilmek için
onun evine taşındım. Çok yaşlıydı ve günün birinde vefat
etti. Vefat ettiği zaman yanındaydım. Bana çok büyük bir
sevgiyle ve gülümsemeyle baktı. Ve ona veda ederken,
hayatımdaki manevi arayışa devam etmem gerektiğini
hissettim, çok güçlü bir şekilde…
Arkasından Hrıstiyan manastırına girdim. Orada başka
bir ma’nevî çalışma tekniği öğrendim. Tamamen sessiz
kalmamız bekleniyordu. Günde birkaç saat uyumamıza izin
vardı. Çok fazla zikir ve dua yapılıyordu. Çok az yemek
vardı. O şekilde bir hayat… Ve konuşmak tamamen yasaktı.
Bunun harika birşey olduğunu düşünüyorum, ancak sahip
oldukları bilginin de çok kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Ve
birçok sorum vardı. Devamlı sorduğum en temel
sorularımdan biri şuydu: Eğer gerçekten bu doğru bir yolsa,
doğru bir öğretiyse, ben İsa’yı (a.s.) takip ettiğim ve
benden istenen bütün çalışmaları yaptıktan sonra neden
Allah’la bir bağlantı içine giremiyorum (yakınlık kuramıyorum), kendimi ondan kopuk hissediyorum? O dönemde
Allah’a çok dua ettim: “Lütfen Allah’ım! Gerçekten nefis
hakkında bilgi sahibi olan birileriyle tanışma fırsatı ver!”
diyerek.
Şimdi 13 yaşıma tekrar kısaca geri dönmek istiyorum.
Bu oldukça ilginç… 13 yaşımdayken birisi (bir arkadaşım)
bana bir kitap vermişti. Bu kitapta kısa bir paragraf
okumuştum. Bu paragrafta iki şey vardı. Bunlardan birincisi
yeterince dikkatimizi veremediğimiz konusu… İkinicisi de
Mevlevilerin yaptığı semâydı. Bu okuduklarım o dönemden
sonra hep aklımda kaldı. “Acaba, bu semâ yapan
Mevlevilerle nasıl karşılaşabilirim, nasıl tanışabilirim, nasıl
40
42
ilişki kurabilirim?” diye düşündüm.
Manastırdan ayrıldıktan sonra Allah’a dualar etmeye
devam ediyordum: “Lütfen bana nefis hakkında birşeyler
öğretebilecek birilerini gönder,” diye. Birgün sokakta biriyle
karşılaştım. Süs eşyaları satan bir tezgahtardı… Bu adamın
sattığı şeylerin içinde bir de kitap vardı. O kitabı görür
görmez özel bir kitap olduğunu anladım. Adama kitapla ilgili
sorular sordum. “Cevap veremem, çok merak ediyorsan
kitabı satın al!” dedi. Kitabı satın aldım. Kitap aslında tek bir
kitap değildi, üç parçadan (üç ciltten) oluşan bir kitaptı.
Sonraki 3 ayı bu kitabı okuyarak geçirdim. Çünkü kitabı
satan adam, “bu kitabı anlamak istiyorsan onu 3 defa
okuman gerek,” dedi. “İlk okuyuşunda hikâye ile ilgili genel
bir fikir sahibi olabilirsin. İkinci seferinde onu başkalarına
oku. Üçüncüde de bu kitabın özüne sirâyet etmeye çalış.”
Ben de aynen söylediği gibi yaptım. Bu kitap zihnimi
tasavvufa dair bir çok kavrama ve düşünceye açtı, ancak o
dönemde bu kitabı tam olarak anlayabilecek zihinsel
durumda değildim.
3 ay sonra bu kitabı satın aldığım adama gittim ve
kendisine bu kitaptaki teknikleri bilen birilerini tanıyıp
tanımadığını ve beni onlarla tanıştırıp tanıştıramayacağını
sordum. Kendisi bana yardımcı oldu. Böylece, oldukça dışa
kapalı, öğrenci almak istemeyen, çok da hakikat bilgisine
sahip olmayan hermetik bir grupla tanışmış oldum.
İlk seferinde yanlarına gittiğimde beni üç tane yaşlı
adam karşıladı. Bana birçok soru sordular. Zihinsel kapasite
mi ölçmek için bazı sorular sordular. Ayrıca, “Öğrenci misin?
Evli misin? Paran var mı? Ne iş yapıyorsun?” vb. sıradan
sorular sordular. Ve nefisle ilgili çalışma yapma teknikleri
vardı, kendilerine özel. Bu teknik, özet olarak söylemek
gerekirse, nefsi dikkatli bir şekilde izlemek ve nefsin
yaptıklarını görmek üzerine kuruluydu. Ve nefsinizi
görmek… Zihinsel (analitik) bir egzersiz yoktu. Sadece anda
bulunup nefsi görüyordunuz. Bu, sinemaya gidip, kendi
içinizde oynayan bir filmi görmek gibi. Teknikleri pratik
41
43
uygulamalara (çalışmalara) dayanıyordu. Hayalle ilgili hiçbir
şey yoktu. Her hafta bir pratik çalışma yapılıyordu. Bu
insanlarla 18 yıl beraber kaldım.
Soru (Ke…. Abla): Bu nasıl bir çalışma?
Mu. Gustavo:
Bu konuda konuşmak istemiyorum.
Ancak bir örnek verebilirim. Örneğin, kapının eşiğinden her
geçtiğinde, içinden “ben kimim?” diye soracaksın. Onlara
katıldıktan sonra yaptığım ilk çalışma buydu.
Soru (Ce….): “Gurdjieff” grubundan bahsediyorsun
değil mi?
Mu. Gustavo: Evet. 18 yıl içlerinde bulunduğum için
birçok değişik çalışma yaptım.
Ce…: Bu arada yanlış anlaşma olmasın diye araya
giriyorum. Aslında Mevlevi gibi konuşuldu ama. şu anda
“Gurdjieff” grubuyla yaptığı çalışmalardan bahsediyor. Bu
grup bir Mevlevi grubu değil. Allah inancı İslâmiyetteki gibi
olan bir grup değil. Farklı bir ma’nevi yol.
Mu. Gustavo: 23 yaşlarımdayken, bir bayanla tanıştım. Bana Mevlânâ’nın “Fi Hi Mâ Fih” kitabını verdi. Hemen
aklıma 13 yaşımda okuduğum kitap geldi. Çok mutlu
oldum. “Fi Hi Ma Fih’I” hemen okudum ama hiçbir şey
anlamadım. Bu kitaplardan anlayacak bir grup bulma
beklentisi içindeydim ama bekledim, bekledim, bekledim…
Kimse anlamıyordu bu kitaplardan.
Bütün dünyayı dolaştım, tüm dünyayı, gerçek bir mürşid
bulabilmek için. Çok insanla tanıştım. Ve izlenimim,
tanıştığım insanların ihtiyacım olan (istediğim değil, ihtiyacım olan) şeyleri bilmedikleriydi.
Bana kitabı veren bayana tekrar gittim. Dedim ki!:
“Lütfen bana mürşidini tanıma fırsatı ver!” O da bana:
“Olmaz! Tanışamazsın!” dedi.
“Sen çok kendini beğenmişsin. Böyle bir egoya sahipken
Allah’la yakınlaşabileceğini mi zannediyorsun? Eğer bu
42
44
hâlini değiştirmezsen sana yardımcı olamam.”
Üç yıl sonra kendisine tekrar sordum, yine aynı cevabı
verdi.
Bundan 10 yıl sonra… Amazon ormanlarında “Gurdijeff”
grubuyla dünyanın değişik yerlerinden gelmiş yüzlerce
insanla beraber kamp yapmaya gitmiştik. Ve orada 18 yıldır
içinde bulunduğum gruptan ayrılmam gerektiğini hissettim.
O zaman henüz varlığından habersiz olduğum şu hadis
geçiyordu içimden: “Kendini bilen, Rabbi’ni bilir.” İçimde
birşeyler koptu orada. İçimde bulunduğum grubun özel bir
ilmi vardı gerçekten, ama hakikat bilgisine sahip değillerdi.
O dönem o grubun standartları itibariyle bir şeyh sayılırdım,
Amerika Birleşik Devletleri grubunun başındaydım. Yüzlerce
öğrencim vardı. Çok sıkıntı içindeydim, çünkü yanlış yapıyor
olabileceğimi ve bu yüzlerce insana yardım etmek yerine
zarar veriyor olabileceğimi düşünmeye başladım ve
bırakmam gerektiğine karar verdim.
Amazon ormanlarından döndüğüm zaman o bayan
arkadaşımı tekrar ziyaret edip, tekrar beni mürşidiyle
tanıştırmasını rica etmeye karar verdim. Uçak bileti aldım.
Ve evime gitmek yerine başka bir ülkede yaşayan o
arkadaşımı görmeye gittim. Son görüşmemizde kalbimde
birşeyler olmuştu. Evine gittiğim zaman kapıyı açtı (güzel
bir bayandı). “Merhaba,” dedim. “Ne istiyorsun?” diye
sordu. “Yine mi sen? Ne istiyorsun?” Dedim ki:
“Allah’ın adıyla, senden tüm kalbimle rica ediyorum,
lütfen mürşidine bana yardımcı olup olamayacağını sor!”
Bana dedi ki:
“Sende hiçbir değişiklik yok, aynı kendini beğenmişin,
gösteriş meraklısının tekisin. Böyle birşey mümkün değil.”
Ama gözlerine baktığımda farklı bir ışık gördüm. Başka
hiçbir şey söylemedim ve oradan ayrıldım. Uçak bileti
aldım ve evime döndüm. Bir ay sonra postadan büyük bir
zarf geldi. Zarfın içinde bir uçak bileti vardı ve bir otel
rezervasyonu… Ve hangi gün hangi saatte nerede olmam
43
45
gerektiğini bildiren bir yazı… O gün, ömrümde ilk defa
kalbimde Allah’tan bir davet hissettim.
Soru (Ke… Abla): Zarfı gönderenler adresini nereden
biliyorlarmış?
Mu… Gustavo: Zarf ziyaret ettiğim o bayan arkadaşım
dan gelmişti. Uzun yıllara dayanan bir arkadaşlığımız vardı
onunla… 18-20 yıldır kendisini tanıyordum.
Uçağa binip söylenen tarihte söylenen yere gittim. Çok
mütevazi bir oteldi. İsmimi kaydettirdim ve bana bir oda
verdiler. Odaya girdiğimde, odadaki herşeyin beyaz ve yeni
olduğunu farkettim. Ve yatağın üstünde yüzlerce kırmızı gül
vardı, gerçekten kokan güllerdi. O gördüğüm şey o anda
içimdeki bütün egoyu, bütün kibri, herşeyi paramparça etti.
Şifonyerin üzerinde bir not yazılıydı.
“Lütfen abdest al. Akşam 7’de şu adreste bulunmanı
bekliyoruz.”
Söylenen adrese gittim. Bir grup insan vardı orada, 20
kişi kadar. İçerde bir şömine vardı. Ve mürşidi gördüm.
İsmi Nur’du. Çok ilginç, kendisi 71 yaşındaydı. İlk
öğretmenim de kendisiyle derse başladığımda 71
yaşındaydı. Bu bayanı gördüğüm anda bütün sorularım
kayboldu. Herkes sorular soruyordu ve kendisi bunlara
cevap veriyordu. Sorulara çok usturuplu cevaplar veriyordu.
3 saat kadar soru-cevap devam etti. Ardından kendisi
ayağa kalktı ve:
“Artık herkesin evlerine gitme vakti geldi, sohbeti
burada bitiriyoruz,” dedi.
Ardından herkes ayağa kalktı ve ayrılmadan önce bu
bayanın önünden dolaştı. Kendisi her gelene bir gül verdi.
Gülü elime alınca, kendisinden bana doğru bir enerji
akımı hissettim, ve kalbimde o kadar büyük bir enerji birikti
ki kalbim patlayacak gibi oldu. Gözlerimin içine bakarak
bana:
“Bu şehri biliyor musun?” diye sordu. “Evet biliyorum,”
44
46
dedim. Dedi ki: “Öyleyse şimdi dışarı çık, bütün herkesin bir
otobüse, bir taksiye bir araca bindiğinden emin ol, herkesi
yolculadıktan sonra içeri geri gel.” Bunu yapmak 2 saatimi
aldı. 2 saat sonra içeri giriğimde içerde 2 bayan vardı:
Mürşid (Nur Hanım) ve beni mürşidle tanıştıran bayan
arkadaşım. Benimle biraz oyun oynadılar. “Karnın aç mı?”
dediler. Bana yemek verdiler. Ama bu arada beni
izliyorlardı. Bir noktada Nur Hanım bana ma’nevi
çalışmalarla ilgili geçmişimi, daha önce neler yaptığımı
sordu. Arkasından,
“ben de benzer bir geçmişten geliyorum. Sana olan
şeyler bana da oldu. Ama 25 sene kadar önce oldu…” dedi.
“Ne istediğini biliyorum. Neye ihtiyacın olduğunu da
biliyorum.”
“Benim çok çok az bilgim var. Ama eğer istersen sana
yardımcı olabilirim,” dedi. Ben de, “evet, lütfen,” diye cevap
verdim. Bana bir zikir ödevi verdi: “Evine git ve 1 milyon
kere “Lâ ilâhe illâllah” de,” dedi. “Eğer bunu tamamlarsan
sana yardımcı olacağım.” Bunu yapmak için oldukça vakit
harcadım, ama bittiği zaman sanki bir saniyeymiş gibi geldi
bana. Gerçekten doğru bu. Bir dakikadan fazla değil. Çünkü
Allah’a aşığım ve bu bayanın O’na ulaşabilmek için bir kapı
olduğunu biliyordum.
Arkasından eşimle beraber Nur Hanım’ı ziyarete gittik.
Eşimle onu tanıştırmak istedim. Meksika’da yaşıyordu
kendisi. Ve o noktadan sonra bana rehberlik yapmaya
başladı. Ve Kur’an-ı Kerîm’e farklı bir açıdan bakmanın
yolunu gösterdi. Ve diğer kitaplarla, Mevlânâ’nın, İbn-i
Arabi’nin, ve Abdülkadir Geylani’nin kitaplarıyla, tanıştırdı
beni. Kendisiyle çok yakın bir ilişkimiz oldu. Çok
yaşlandığında, vefat etmeden önceki dönemde, bütün
bağlantılarını kullanarak benim Türkiye’deki Mevleviler ile
de ilişki kurmamı sağladı.
Türkiye’ye geldim. Birçok Mevlevi grubuyla tanıştım.
Birçok tarikat şeyhiyle tanıştım, görüştüm. Çok fazla
seyahat ettim. Bir konuda zihnim netleşmeye başladı:
45
47
İhtiyacım olan şeyleri henüz bulamamıştım. Yıllardır
uğraşıyordum ve ihtiyacım olan şeyleri bulamamıştım.
Kalbimde yakîn hissediyorum. İslam ve tasavvufun doğru
yol olduğunu biliyordum.
Arkasından (Terzi Baba) ile tanıştım. Ve kendisiyle
tanıştıktan sonra başka şeyhleri ve tarikatleri araştırmayı
bıraktım. Rahatlamıştım. İlk görüşmede Terzi Baba bana
kendisiyle görüşmek için mürşidimden iznim olup olmadığını
sordu. Kendisine iznim olduğunu söyledim. Bundan sonra
kendisine (Terzi Babam’a) yakın olacağımı biliyordum.
Mevlevi Tarikati’nden (Terzi Baba) ile yakın olabilmek için
izin aldım. Çelebi Efendi bana izin verdi. Kendisi de (Terzi
Baba) ile görüştü. Ve onun kusursuz bir mürşid olduğunu
söyledi ve “ona yakın ol,” dedi.
Allah’a şükürler olsun, (Terzi Baba) bana el verdi. Ve
bana çok büyük bir tutkuyla yardım etti. Benim için
kendisiyle iletişim kurabilmek, kendimi, içimden geçen
birçok şeyi ifade edebilmek çok zor. Bundan sonra içimdeki
Mekke’yi, içimdeki Kâbe’yi hissetmeye başladım. Yeniden
doğmuştum. Ve kendisiyle tanışmadan önce öğrendiğim
herşeyi unuttum. Küçük bir çocuk gibi kendimi (Terzi
Baba’)ya teslim ettim. Ve herşeyi sıfırdan kendisine
sormaya başladım. Şu anda daha ilk cümleyi öğreniyorum.
İnşeallah ilk sayfayı tamamlayabilirim.
Şimdi mutmainlik hissediyorum. Bugüne kadar dört
tane mürşidim oldu: Bay Eulohyu, Olivier, Nur Hanım, şu
anda, (Terzi Baba). Her mürşidimle çok uzun zaman
geçirdim. İlk üç öğretmenim vefat ettiler. Ve üçü de vefat
etmeden önce bana duramayacağımı, devam etmem
gerektiğini ve arayışta olmam gerektiğini söylediler. Üçü de
bana aynı şeyi değişik yollarla öğrettiler. Öyle bir şey ki, bu
süreçte sanki hem beni hem aklımı, zihnimi (Terzi
Baba)’dan alacağım eğitime hazırladılar. (Terzi Babam)’ın
bana verdiği bilgi öyle bir şey ki sanki vücudumun veya
zihnim içine giriyor ve zâten orada gerekenleri onlar
yapıyorlar. Ve içimde (Terzi Baba) ile çok fazla
46
48
konuşuyorum. Kendisine çok yakın hissettiğim için “bu
söylediğinizi anlamadım; kafam karıştı; daha net anlatabilir
misiniz? bir örnek verir misiniz?” vb. sorular soruyorum.
Az önce söylediğim şeyleri (Terzi Babam) fiziken
yanımdayken değil, o yokken yapıyorum. Aynı şekilde
kalbimde de, meselâ bir sıkıntım olduğu zaman içimde,
“Terzi Babam! Benimle beraber dua et. Benim için dua
et. Hadi beraber namaz kılalım,” vs. gibi diyaloglar oluyor.
Aslında bunu kelimelerle ifade etmesi çok zor ama
sizlerin beni anladığınızı biliyorum.
Ve 10 yıldır (Terzi Babam) ile beraberiz. Toplamına
bakarsanız sadece birkaç gün beraber vakit geçirme
şansımız oldu. Bütün hayat serüvenimizde belki hepsini
toplasanız bir ay olacak. Ve içimde (bunu söylediğim için
özür diliyorum) bir korku var: “Terzi Babam’ı alırlarsa
(kendisi vefat ederse) ben ne yapacağım?” Ve kendime
soruyorum: “Neden?” Çünkü her zaman, her dakika onu bir
kere daha görebilmek istiyorum.
Ve lütfen hepinize söylüyorum. Lütfen vaktinizi boşa
harcamayın. Bütün yapılması gereken çalışmaları (zikirler,
oruçlar, gece namazları vb.) yapın. Ve hayal âleminde
dolaşmayın. Alçakgönüllü olmaya çalışan ve bütün
çalışmaları gelmeniz gereken noktaya gelene kadar sabırla
yapmaya devam edin. Ben inanıyorum ki buradaki herkes
ben ne biliyorsam onu biliyor.
Dünyada şu anda yüzlerce, binlerce mürşid var.
Ancak bizim ihtiyacımız olan mürşidlerden bu
dünyada sadece birkaç tane var. Ve siz onlardan bir
tanesine sahipsiniz.
Ve Terzi Babam’a ve eşine çok teşekkür etmek
istiyorum, beni evlerine kabul ettikleri, misafir ettikleri
için... Bütün burada bulunan kardeşlerime de teşekkür
ediyorum. Lütfen benim ismimi hatırlayın: Mustafa! Lütfen
47
49
benim için çok dua etmenize ihtiyacım var. İnşeallah tekrar
sizleri görmek için geri geleceğim.
Rabbim’e
istiyorum.
teşekkür
etmek
için
bir
Fatiha
okumak
(Fatiha okundu. Efendi Babam dua yaptırdı. Ardından
Efendi Babam Mekke’den satın aldığı bir seccadeyi kelime-i
tevhidler eşliğinde Gustavo’ya hediye etti ve şöyle dedi:
“Hayrını gör! Oraya astığın zaman buraları hatırlarsın. Ve de
bir yere girildiğinde bir sancak verilirmiş, bu da Muhammed
sancağı… Rehberliğinin nişanesi olarak Türkiye’den bir
hediye. Dergâhına asarsın.”)
NOT= Gustavo’ya
“Mustafa” ismi
bir
zuhuratı
neticesinde (Terzi Baba)’m tarafından verilmiştir.
------------------Terzi Baba. (29/12/2013)
Hayırlı günler Ni…. kızım. Hamdolsun şimdilik iyiyiz
İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Aşağıda bahsettiğin konuları
zaman içinde daha iyi kavrayacaksınız. Gene de ben özetle
sorularını cevaplamaya çalışayım.
Kimin torunusun? Evvelâ zahiren, herkesin bildiği
dünyadaki fiziki dedemizin torunuyuz. Daha sonra daha
gerilere giderek, Âdem dedemizin torunuyuz, bu yönüyle de
ayrıca bir Peygamber torunuyuz. Ayrıca "Ebudturap/tokrak
babası" olan Hz. Âli Efendimizin torunuyuz. Ayrıca "Ebul
ervah/ruhların babası" olan Peygamber efendimizin hem
evlâtları hem torunlarıyız.
Ayrıca beden olarak dünyaya ana babamızdan geldik bu
doğumun birde, ma'nâ olarak veledi kâlp olarak, ma'nen
doğumu olacaktır, işte bu doğum olmazsa, bu hakikatleri
idrak etmek mümkün olmaz, bu doğumda sohbetlerle
olmaktadır. Aklı külden doğmak demek bu tür okuma ve
sohbetlerle kişi kendi hakikatini idrak etmeye çalışması
demektir. Nefsi külden doğmak ve o halde kalmak ise bu
dünyada nefsani ma'nâ da yaşamaktır. Kesin olarak rabb'ı
48
50
hasımız sadece şu isimdir demek doğru olmaz çünkü
insanda faaliyette olan sayısız isim vardır ancak bunlardan
bir kısmı o kişinin üstünde daha çok faliyettedir. Bunların
içinden de bir tanesini seçmek zordur ancak gelecek ileri
zamanlarda oluşacak olan kişinin kimliği ve eğilimleri daha
ziyade hangi hâl üzere ise o ismin istikametinde olduğu
kesin olmamakla birlikte, kısmen de olsa tesbit edilebilir.
Ancak bu husus ileriki zamanlarda belki tebit edilebilir.
Cenâb-ı Hakk idrak ve anlayışlarınızı arttırsın İnşeallah.
Annene de selâm ederiz sağolsun, derslerine devam
ettiğine sevindim, kuşların serbest kalmasından sonra,
kafese konması güzel, çünkü kafesin içinde olunca zarar
veremezler, kendi merhameti yönünden onları korumak
istemiş, bu güzeldir, ama zuhuratta görülen kuşlar, o kuşlar
değildir. Onlar nefsin temsilcileridir daha sonra böyle
hayvan türü ne görürse görsün, öldürmeye çalışsın, günahı
yoktur, çünkü onlar hayali kuşlardır ve nefsinin
göstergesidirler onları öldürürse, nefsinin o halinden kısmen
de olsa kurtulmuş olur, Cenâb-ı Hakk anneninde her işinde
kolaylıklar nasib etsin.
Senin zuhuratlarına gelince gerçekten ilginç zuhuratlar.
Bir bakıma hayal genişliğini gösteriyor, ancak fazla hayalde
kalmamaya bak, çünkü hayalde fazla genişlemeyi belki bu
beden kaldıramaz, daha sonra bazı sıkıntılar ortaya
çıkabilir. Benim durumumu da kendinde fazla yükseklere
çıkarma, üstümüzde beşeriyet hükümleride vardır, zaman
gelir, eksi bazı tavırlar zuhura çıkabilir. Sonra hayal
sükûtuna oğramış olursun.
Diğer zuhuratın da güzel, Cenâb-ı Hakk'ın ikramı
Celâlinden gelmektedir. O halde başımıza gelen bazı Celâli
sıkıntılar olsa da arkasından ikramının gelmesi o sıkıntıları
hafifletir. Cenâb-ı Hakk Dünya ahret bütün işlerinde
kolaylıklar nasib eylesin İnşeallah. Sa… sana çocuklara
herkese selâmlar Nüket anneninde selâmları vardır hoşça
kal Efendi Baban.
------------------49
51
Ni…. Ra……
(27/12/2013)
“Ben”
Babacığım sohbetlerle ilgili kafamı kurcalayan bir soru
var. Onu da ekliyorum üstteki maile:
Beşeriyetimizin dışındaki gerçek kimliğimizi anlattığınız
hakikatı idrak sohbetinde dinledim, deve (bedenin) künyesi
değil, asıl önemli olan hakikatteki kimliğimiz, demişsiniz ve
sonra bunu söylemişsiniz, hatta kimin torunusun demişsiniz
ilk başta, burada dedemiz önceki mürşidimiz mi, buradaki
torun Baba Anne, çocuk kelimeleri ne anlama geliyor?
Efendim sohbetinizde aklı kül, babanın çocuğumusun, nefsi
kül Ananın çocuğumusun demişsiniz, bu ne anlama geliyor,
aralarındaki fark nedir, rabbi hasımız hangi isimlerse aklı
kül Baba, ya da nefsi kül Ana oluyor. bunu ne zaman ve
nasıl bileceğiz? Teşekkür ederim babacığım. Selâmlar.
Efendi Babacığım, cumanız mübarek olsun...annem ve
sizin ellerinizden hasretle öperim. Çarşamba geceleri
sohbetleri takip edip özlem gideriyoruz.
Annem de günlük derslerine yaklaşık iki senedir devam
ediyor. gördüğü rüyaları düzenli olarak size iletemedim.
Son gördüğü rüyayı size iletmemi rica etti. Annemin
zuhuratını aşağıda onun ağzından aktarıyorum :
Annemin zuhuratı :
1 büyük kafes içinde 6 tane muhabbet kuşu var. Kuşlar
kafesten çıkmış odanın içinde uçuşuyorlar. Eşarpla kuşlara
zarar vermeden teker teker yakalayıp büyük zorlukla tekrar
kafese sokmaya çalışıyorum. Kuşları kafese yerleştirdikten
sonra pencerenin önüne koyup, odadan çıkıyorum. Tekrar
odaya döndüğümde, kafes yerde devrilmiş, kuşlar hâlâ
içinde. Kafesin başında çirkin yüzlü siyah bir kedi duruyor.
Kedinin kafasına vurarak onu kaçırıyorum, kuşlar kurtuluyor
Benim zuhuratım:
Babacığım, bir de benim görmüş olduğum oldukça
değişik bir zuhurat var. şimdi onu anlatayım.
Bağdaş kurmuş oturuyorum, ellerim dizlerimde. Tıpkı
50
52
yoga yapan uzakdoğulular gibi. Gözlerim de kapalı ama
dışarıdan bakıyorum kendime, ve bu zuhurata. Havada
oturuyorum, yer gözükmüyor, tamamen boşluktayım,
Alnımdan, bedenimden, rengârenk ışıklar çıkıyor. Ve bunlar
dönüyorlar hepsi, ayrı ayrı, ve bir bütün olarak. Bu çok hoş
bir histi. Tam karşımda aynı durumda havada siz
duyorsunuz ve aynı ışıklar sizden de çıkıyordu. Sonra
havada ben sizi tavaf ediyorum, yani o his var ben
dönerken bu dönüş sırasında ben sizin herşeyin merkezinde
olduğunuzu anlıyorum, dairenin tam ortasında sukünda
olmak gibi.
Konuşmuyorsunuz ama dilsiz olarak konuşuyorsunuz ve
ben herşeyin sizin gönlünüzde olanın zuhura gelmesi olduğu
hissine kapılıyorum, yani aslında sizin hayaliniz olduğumuz
hissi, bu çok tuhaf bir duyguydu, sanırım sizin merkez
olduğunuz bilgisini bu şekilde almış oluyorum. Bu
zuhurattan sonra size olan muhabbetimde daha bir artış
oldu. Ama çok etkileyici, zuhurattaki hisler ve algılar son
derece şiddetli ve canlıydı..
Bir de başka bir zuhuratta, benim ismimin zül celâl vel
ikram, olduğu söyleniyor. Bu daha önce de bir keresinde,
güneş tarafından, bir keresinde de nurani bir aslan,
tarafından değişik zuhuratlarda söylenmişti. Ve hep bu
isimle ilgili tecelliler yoğunlaşıyor zuhuratların arkasından...
Kı… ne….
------------------Terzi Baba. (01/03/2014)
Aleyküm selâm En… bey oğlum zuhuratın güzel yazdığın
iyi olmuş, bizim bazı yönlerimizi, demekki size açmışlar,
Zâten yolumuz hep, ve her an yeni tecelliler, ve yol
almalardır, bu yol alışta bilindiği gibi fiziken değil irfanendir,
kişinin irfaniyyeti de, alnında merkez olmaktadır. Zâten o
yüzdendirki, oraya rabıta yapılarak, orada bulunan hakikat
ilimlerinin, yansıyarak karşı tarafa akması sağlanır, böylece
sâlikte yeni açılımlar oluşmaya başlar. Rabıtanın bir başka
51
53
özelliğide kişiyi düşüncesi itibarile tek merkezde toplamaktır
“Bir” yere rabıtası olmayan kişinin "bin" yere râbıtası
olduğundan, iç bünyedeki güçleri dağınıktır, dağıldığı kadar
da kişi güçsüz kalır, işte râbıta kişide bulunan bu dağınık
güçleri, bir yere toplayıp daha büyük bir güç olmasını
sağlamaktır. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder
inşeallah. Selâmlar hoşça kalın Efendi babanız.
------------------En…. Ar….
(28/022014)
“Bir Zuhurat”
Selâmün aleyküm efendi babacığım.
İnşeallah çok daha iyi olun efendim. Elhamdülillâh bizler
de iyiyiz.
Muhterem Efendim Siz İzmir'de bulunduğunuz dönemde
bir zuhuratım olmuştu. Biliyorum çok da çalışmaktasınız o
yüzden yazamamıştım. vaktinizi almak istemedim. Ancak
daha sonraları da aynı zuhuratın devamı durumu olduğun
dan yazmadan da edemedim. Hoş görün inşallah ve izninizle yazıyorum.
Rabıta anında sizin iki kaşınız arasında Arapça olarak
“ALLAH” lâfzı Celilinin yazılı olduğunu gördüm. Bakmaya
devam ettiğim de, başınızda da, altın bir taç olduğunu
gördüm. Taç da, da “ALLAH” lâfzı ve diğer esmâlar vardı.
Tekrar iki kaşınızın arasına baktığımda ise, orada bir açılma
oldu, ve kendimi içeride buldum. Önce kısa bir tünel gibi
gidiş sonra ise, sonsuz bir açılış, her yönde sonsuz olan bir
ufuk, ve güzelliklerle dolu manzaralar.
Yukarıda, devamı dediğim bölümlerde de bir yol, ancak
o kadar güzel ve pürüzsüz bir yol, ve o yolda gidiş var. Ben
gidiyorum. Önümde olan güzel manzaraları görüyorum.
Ancak yanından geçerken o manzaralara baktığım da yok.
İnceleme ihtiyacı yok gibi. Yola devam ediyorum ve gittikçe
daha bir hızlanıyorum, daha çabuk gitmek ister gibiyim, ve
sürekli daha hızlı bir gidiş te var. Kaç ufuk ötesine gitsem
de sadece güzellikler var, ve aydınlığın artması var.
52
54
Bu kadar efendim.
ALLAH C.C ömrünüzü ve ömrümüzü hayır ve bereket
içinde eylesin. kolaylıklar versin ve yardım etsin.
Nüket anneme selâm eder, sizin ve Annemin ellerinden
öperim.
Hürmetlerimle.
Selâmün Aleyküm.
------------------Terzi Baba. (27/05/2014)
Aleyküm selâm, Yusuf oğlum senin de geçmiş Cum'an
ve kandilin mübarek olsun, Burada hep hareket halinde
olduğumuzdan maillere cevap vermem biraz gecikiyor.
Tûbâ yazın çok güzel olmuş, teşekkür ederim eline
gönlüne sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder
İnşeallah.
Bende sana küçük bir yazı göndereyim. benzer mevzular
olmuştur amma bunun başka özelliği vardır.
Çünkü bende bu gün bilgisayarı açmadan önce
unutmamak için aşağıda ki notları kâğıda almıştım. Bilgi
sayarı açınca senin notlarını âdeta tasdik edercesine bir
uyum oluşmuş oldu Rabbımıza şükrederiz.
------------------Cennet ehli aslında ebedidir, Ebedilik ise Hakk'a ait
Ulûhiyyettir.
Dünyada beşeriyyet ile yaşanır, çünkü geçicidir,
Âhirette Ulûhiyyet ile yaşanır çünkü ebedidir.
Ancak dünyada kim ki, nefsinin hakikatini idrak etti,
âhirette de gerçek hakikatini idrak ettiğinden işte o
kimseler, ancak Ulûhiyyetleri ile cennette, Zat cennetlerinde
Ulihiyyet zatları ile yaşayacaklardır. İşte (TûBâ) bir bakıma
da budur. (Lehüm) “İşte bu hakikatler, o Ârifler içindir.” Di53
55
ğerleri ise ebedi olarak, beşer nefisleriyle nimet cennetlerin
de yaşayacaklardır.
(27/05/2014/ salı)
------------------Herkese selâmlar tecellilerinin devamını hakktan niyaz
ederim Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinde kolaylıklar nasib
etsin İnşeallah. herkse selâmlar Nüket Anneninde selâmları
vardır hoşça kal oğlum Terzi baban.
------------------Yu… Yü…. (23/05/2014)
“Tûbâ lehüm”
Babacığım Selâmün Aleyküm, hayırlı cumalar. Hem Sizin
hem de Annemizin ellerinden öperim. İnşaallah iyisinizdir.
Yaşadığım bir tecelliyi sizinle paylaşmak ihtiyacı hissettim
ve aşağıda gönderiyorum. Şimdiden yaklaşmakta olan
Mi'rac gecenizi tebrik ederim. Annemize de selâm ederim.
"Arkadaşlarla sohbet ederken, sohbet esnasında bir ara
“Tûbâ ağacı” sözü geçti. O esnada hiç düşünmeden Tûbâ,
“Terzi Baba” dedim. Bu sözü söyledikten sonra da üzerinde
fazla durmadım. Aradan yaklaşık üç ay geçti, bu sefer Tûbâ
kelimesindeki u ve a harfleri hakkında şöyle bir düşünce
geldi.
“Terzi Baba” “Ulûhiyyetinden Abdiyyetine.” Ertesi gün
Cuma idi, Cuma namazından önce Tûbâ ile ilgili bir âyet
vardı ona bir bakayım dedim. Âyet Ra’d sûresi 29. âyet (13.
sûre ve 13. cüzde). Âyet’e baktığım zaman âyetteki ifadesi
“tûbâ lehüm” “ne mutlu onlara demek.” Elmalılı Hamdi
Yazır’ın tefsirini incelediğimde, “Selamün Aleyküm” yerine
kullanıldığı yazıyordu, ve bu söz üzerine daha da araştırma
ya başladım. Daha sonra hadislerde geçen ifadeler ve İslâm
Ansiklopedisindeki bilgiler de ilginçti. Özellikle cennetliklerin
elbiselerinin Tûbâ ağacının tomurcuklarından yapıldığı ve
tuba-elbise ilişkisi ve diğer bilgiler de hayli ilginçti. Bu
yüzden sizinle paylaşma ihtiyacı duydum. Çok fazla bir
yoruma tabi tutmadan gönderiyorum."
-------------------
54
56
TUB A
‫طوﺑ ﻲ‬
T: Terzi
B: Baba
U: Ulûhiyyet
A: Abdiyyet
Tûbâ kelimesi Kur’ân’da yalnız bir yerde,
“imân edip sâlih amelişleyenlere ne mutlu,
(tûbâ lehüm), varacakları yer ne güzeldir!”
meâlindeki âyette (er-Ra‘d 13/29) geçiyor. Bir önceki
âyetle ilgili olmasından dolayı 28. âyeti de buraya aldım.
Ra’d Sûresi-28. Ayet:
“Onlar, imân etmiş ve kalbleri Allah zikriyle
yatışmış olanlardır. Evet iyi bilin ki, kalbler Allah’ın
zikriyle yatışır.
Ra’d Sûresi-29.Ayet:
“Onlar ki, imân etmişler ve salih ameller işlemişler
dir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir.”
Ra’d Sûresi Kur’ân-ı Kerîm’de 13. sûre ve 13. cüz’de
yer alıyor. 28. ve 29. Âyetler elif ile başlıyor ve be harfi ile
bitiyor.
Yani
‫اب‬-EB,
Arapça’da Baba anlamına geliyor. Arapça
olarak yazıldığında“ ‫“ طوﺑ ﻲ‬sonda yer alan (‫ي‬-ye) harfi
Arap alfabesinde son sırada yer alır.
“(29). harf (ye) harfi yakîn ehli olan ve bütün bu
hakikatleri tasdik eden gerçek mânâ da ki; varisi nebi
ümmet-i Muhammed-î lerdir. (‫( )ي‬ye) harfinin (4) ebced
hesabından (3) ü (10+10+11=31) olur ki; tersi zâten (13)
tür. Yani bunlar (13) hakikatine (hâmil) müşahede ile
taşıyanlardır. (T.B: Bi İsmihi Selâm sh-17)”
Not= Ayrıca, “T” nin önündeki “Vav” velâyet-i, “B” nin
önündeki “Y” ise yukarıda da, belirtildiği üzere, bu hakikatlere “yakîn” lik hâlini ifade etmektedir. (T.B.)
55
57
“Bu âyetlerde kalpler, canlı kişiler ile açıklanmıştır. Allah’ın
zikri ile imân ve sâlih amel ile temiz olan kalpler, bütün
insân toplumlarının hatta bütün kâinatın kalbi sayılırlar,
âlemlerin kalbi durumundalar.
“Tuba, Habeş ve Hint lisanında Cennet’in adıdır.”
Tûbâ, tib kökünden masdardır ki, misk gibi tayyip
olmak, hoş olmak, göz aydınlığı demek. Âyette geçen “tûbâ lehüm” ifadesi “Selâmün Aleyküm” gibi bir
dua cümlesidir. Ve bu maksatla kullanılır. Buna göre
anlamı “hoş olasınız, hoş olunuz” demektir.(E.H.Y. Ra’d
sûresi tefsiri)”
“Resul-i Ekrem’in “ Ey Allah’ın elçisi, seni görüp te sana
imân edene ne mutlu! diyen bir kişiye “Beni görüp te imân
edene ne mutlu! fakat beni görmeden bana imân edene –
tûba- kelimesini kullanarak üç defa ne mutlu dediği, adamın
tûbâ’nın ne olduğunu sorması üzerine Rasûlüllah’ın “ O,
cennette yüzyıl boyunca (altında) yürünebilecek büyüklükte
bir
ağaçtır, cennetliklerin
elbiseleri
o
ağacın
tomurcuklarından yapılır.” (T.D.V. İslâm AnsiklopedisiTûbâ Mad.)
“Ahmed b. Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadîse göre Hz.
Peygamber’e tûbânın dünya ağaçlarından hangisine
benzediği sorulmuş, o da hiçbirine benzemediğini ifade
etmiştir.” ( Müsned, IV, 183-184 )
“Bir başka rivâyette de tûbâ’nın cennette bir ağacın adı
olduğu, cennetteki bütün evlerin onun dallarından yapıldığı,
dallarının evlerin üzerine sarktığı, cennettekilerin meyvelerini yemeyi arzuladıklarında ağacın kendilerine doğru eğildiği, onların da o ağaçtan diledikleri kadar yedikleri bildirilmiştir.” (Ebû Nuaym el-İsfahânî, III, 249).
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Maddesinde yazılanları da buraya aktarıyorum.
“Tûbâ”
“İslâm kaynaklarındaki rivâyetlerde tûbâ meyvesinden
yenilen, çiçeğinden elbise yapılan, gölgesinde istirahat
edilen, cennetliklerin pek çok ihtiyacının karşılandığı ağaç
56
58
şeklinde nitelenmektedir. Tûbânın kelime anlamından
hareketle bu ağacın cennetlikleri rahat ettiren, onları hoşnut
kılan, bünyesinde çeşitli nimetleri barındıran bir esenlik ve
mutluluk ağacı olduğu söylenebilir. Bu durumda tûbâ ağacı
cennetliklerin mutluluk ve huzur kaynağını meydana getiren
bir sembole karşılık gelmektedir.
Tûbâ müslüman milletlerin kültür, sanat ve edebiyatında
kökü Hz. Peygamber’in makamı olan “vesîle” cennetinde,
dalları en üstten alta doğru bütün cennet tabakalarına
ulaşacak şekilde tasavvur edilen ağaçtır.
Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin “Gunyetü’t-Tâlibîn"’
inde diğer tasavvufî eserlerde tekrarlanan şu ifadeler yer
almaktadır:“Resûlullah efendimiz tûbâ ağacı için şöyle
buyurmuştur: Cennette bulunan hemen herkesin bir
ağacı vardır. Bu ağacın adına tûbâ denir. Ehl-i
cennetten biri üstüne yeni bir elbise giymek istediği
zaman o ağacın yanına gider; ağacın çiçekleri açılır;
bunların içinden rengârenk elbiseler çıkar. Bu
çiçekler altı renk olup her biri ayrıca yetmiş renge
ayrılır. Bunlardan meydana gelen elbiseler ne renk ne
de şekil olarak birbirine benzer. O kimse bunlardan
hangisini isterse onu alır.”
(6 renk nefs mertebelerindeki renkler, yedincisi nefsi
safiye renksizliktir. Ayrıca her biri 70 renk olup. 6+7=13)
Tasavvuf sözlüklerinde tûbâ, Hak ile üns makamını
ifade eden bir kavram olarak tanımlanmış, bu tür
metinlerde Allah’ın huzurunda mutluluk, sükûn ve huzur
içinde bulunma halini anlatmak için de kullanılmıştır.
Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kasîde ve gazellerde
müstakil beyitler yanında mesnevilerde, cennet hakkında
bilgiler içeren Muhammediyye, Envârü’l âşıkin ve Mârifetnâ
me gibi tasavvufî ve edebî eserlerle hilyelerde, siyer, mevlid
ve mi‘râciyyelerde bu hususta zengin anlatımlara rastlanmaktadır. Bu konudaki bilgileri derleyen ve kavramı halk
kültürüne yerleştiren metinlerin en eskilerinden olan
Muhammediyye’nin “Faslün fî makamâti’l- cenneti ve
57
59
derecâtihâ” bölümünde vesîle cenneti anlatılırken, tûbânın
Resûlüllah’ın cennetteki evinden çıkan bir ağaç
olduğu, ifade edilmektedir:
“Vesîle cenneti anda olur kamudan a‘lâdır /
Habîbullaha mahsustur o adn içre bu a‘lâ dâr(ev)
Resûlün dârı içinde bir ağaç var, adı tûbâ /
Biter anun budağında ne denlü var ise esmâr
(meyveler)/
Mi‘râciyyelerde anlatıldığına göre tûbâ cennetteki
ağaçların en büyüğüdür. Kökü arştadır. Dalları cennet
halkının meyvelerini kolayca toplayabilmesi için cennetin
üstünden zemine doğru sarkmış, ters duran bir ağaçtır.
Yûnus Emre’nin şiirlerinde tûbâ ölmeden önce ölen ve
nefsini düşman bilen âşıkların makamıdır:
“Kevser havzına dalanlar, ölmezden öndin ölenler /
Nefsini düşman bilenler, konar tûbâ dallarına.”
“Tûbâ”
halk
şiirinde
ve
özellikle
edebiyatında da yer alır. Kul Himmet’in;
Alevî-Bektaşî
“Tûbâ ağacından aldı dört yaprak / Pençe-i Abâ’ya
taksim kılarak /
Bir hırka ayırdı içinde erzak / Giyindi eğnine dolandı Ali”
“kıtasında tûbâ ağacı-elbise ilişkisine atıf yapılmaktadır.”
(T.D.V. İslam Ansiklopedisi- Tûbâ Mad.)
Pençe-i Âli Âbâ: Aba ailesinin pençesi anlamına FarsçaArapça bir tamlama. Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali, Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fâtıma'nın adlarının, el pençesi
şeklinde yazılıp kazındığı levhalara denir. Ehli Beyti temsil
eder. Pençe’nin diğer adı, kökü yukarıda dalları aşağıda,
meyvesi en büyük olan ve cennette bulunan Tûbâ ağacıdır.
Bu tarife göre “Tûbâ” Ağacı insandır.
(http://www.hakkibaba.com/genel/ayin-i-cemdesemboller-Hakkı SAYGI (BABA)
58
60
“Tûbâ) kelimesinin ebcetteki sayı değerlerini incelediğimizde şunlar ortaya çıkıyor:
‫ط‬-9
‫ و‬-6
‫ب‬-2
‫ ي‬-10
9+6+2+10= 27 (27 Peygamber’in hakikatini bünyesin
de cem eden 28. Peygamber’in Hz. Muhammed (S.a.v.)’in
kademi üzere olan Vâris-i Muhammedî.)
9+6+2+1=18
En büyük Ebced;
- 535 =5+3+5=13
‫ و‬- 465 =4+6+5=15
‫ ب‬- 611 =6+1+1= 8
‫ ي‬- 575 =5+7+5=17
‫ط‬
13+15+8+17=
53
“Tûbâ” ile ilgili araştırma yaptığımızda, “tûbâ’dan
bahsedilen kaynaklar da dikkatimizi çekmektedir. Başta
Kur’an-ı Kerim daha sonra Hadîs-i Şerifler ve İslâm
Ansiklopedisi. Bu kaynaklarda gösteriyor ki Tûbâ aslında bir
sır imiş. Tûbâ sembolü altında anlatılan vâris-i Muhammedî,
18 bin âlemi cem eden, Hz. Muhammed’in şifre sayısı 13’
den kaynağını alan, 53 şifre sayısı ile zuhurda olan Hz. Pir
Terzi Baba kuddise sirruhu.
“Tûbâ lehüm” ne mutlu onlara, evet ne mutlu
bizlere ki, Tûbâ’mız var, Terzi Baba’mız var.
59
61
Not= Bu mevzu hakkında daha geniş bilgi, (Terzi Baba
2) de de vardır oradan da bakılabilir. T.B.
------------------Terzi Baba.
(09/06/2014)
Hayırlı akşamlar Nu…. kızım. Mail-ini aldım okudum
gerçekten çok manidar ve aynı zamanda irfaniyyet ve edep
yolu gösteren bir zuhurat cenâb-ı Hakk herkesin görüp
idrak edemeyeceği değişik mertebeden bir zuhurat
göstermiş, çok güzel. Allah (c.c.) hakikatini anlamaya
yardım etsin. Daha nicelerini göstersin İnşeallah. (Merkez)
dosyasının yazıları geldi sayfaları oldukça kabarık oldu
ancak onları daha henüz düzenleyemedim ilk fırsatta
düzenleyip diğerleri gibi dosya haline getireceğim İnşeallah.
Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinde kolaylıklar başarılar
nasib etsin.
Geldiğinizde Nu…. ile İnşeallah bekleriz.
Sana Nu… ya selâmlar Nüket anneninde selâmları
vardır hoşça kal Efendi Baban.
------------------Nu…. Ce….
(07/06/2014)
Hayırlı günler Efendi Baba,
Nasılsınız inşallah, siz ve Nüket Annem iyisinizdir. Uzun
zaman oldu sizinle görüşemedim, bazen biraz çekiniyorum
sizi rahatsiz etmekden, çünkü çok arıyanınız var biliyorum.
Ama her gün hayatımın içindesiniz.
Efendi Baba, bize vermiş olduğunuz Merkez Efendi ile
sorulara cevap veremedim, ama bu soruların cevabını
aklımca, kendimce cevaplamaya çalışmışdım ve bunun
üzerinde annemlede burada biraz teffekkür ettik, son
aylardaki sohbetlerinizde bu konuyu, yani Merkez Efendinin
tezi, konu olarak işlendiğini, annemden duydum, ancak
sohbetlere katılmadığımdan, eksiklerim olduğu icin, tam
emin olamadım, ve çevap vermekden çekindim, ama
60
62
inşallah yazın geldiğimde sorularım
bilgilerimi tamamlamaya çalışacağım.
olacak ve
eksik
Efendi Baba Cumayı Cumartesine bağlayan gece, bir
rüya gördüm, müsadenizle size anlatmak istiyorum.
Rüyamda insanlar var etrafımda, bir evdeyim daha
doğrusu bir daire, ve yüksek tavanları var, eski zaman tipi
evler gibi. Bu evde ev sahibimiyim, yoksa misafir mi
bilmiyorum, evin içinde çok büyuk bir zat bulunuyor, sarıklı
beyaz kıyafetli, etrafında oturanlar var koltukda oturuyorlar
ben ayakdayım, birden kapıdan odaya, başka bir misafir
giriyor, buda önemli bir insan olduğunu anlıyorum. Oturan
insanlar ayağa kalkıyor, geleni selâmlamak icin, o zat ta
ayağa kalkıyor, o an gelen şahısın oturan o büyük zâtın
elini öpmediğini göriyorum, ve benim aklım rüyamda ona
takılıyor, diyorum ki burda bulunan zat okadar büyük ki,
acaba gelen şahıs, diğerinin elini niye öpmiyor, ve şahısa
bakınca birden.
Gelen şahısın siz olduğunu ve evde bulunan büyük zâtın
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olduğunu göriyorum.
O an içimden bir ses, bana cevap veriyor, ama cevap
veren ben değilim: O niye elini öpmiyor biliyormusun?
çünkü o Peygamber Efendimizin burda zuhura gelişidir
diyor.
İçimi güzel bir his kaplıyor, en önemlisi aklım bunu
rüyamda büyük bir eminlikle idrak ediyor.
Allah nasip ederse 15. Temmuz'da Türkiyeye geleceğiz
ve 5 hafta kalıcağız. Müsadenizle ve tabiki size ve Nüket
Anneme yük olmamak şartıyla sizi bir kaç gün ziyaret
etmek istiorum. Bu dönem Ramazana giriyor.
Size ve Nüket Anneme hürmet eder, ellerinizden
öperim. Sizieri çok özledim ve hep özlüyorum.
Sevgim ve Saygılarımla
Nu…..
61
63
Not= Bu zuhurat hakkında daha geniş bilgi, (Terzi Baba
2) de de vardır oradan da bakılabilir. T.B.
------------------Terzi Baba.
(16/06/2014)
“Tûbâ”
Hayırlı günler Yu… oğlum ma'nâ âleminin bağlantılarının
nasıl bir uyum içinde olduğu ancak ince bir idrak ve
anlayışa ihtiyaç olduğu, açık olarak görülmektedir
gönderdiğin yazı iyi olmuş, onuda ilgili yere ilâve ederim.
Sağ olasın ellerine gönlüne sağlık. Selâmlar hoşça kal
Efendi baban.
------------------Yu…. Yü…...
(15/06/2014)
Babacığım Selâmün Aleyküm, hürmetle hem sizin hem
de Annemizin ellerinden öperim.
Geçen gün gönderdiğiniz, Al… 'dan bir kardeşimizin
zuhuratı vardı. O zuhuratı okuduğum zaman, bana “Tûbâ”
ile ilgili hazırladığımız o dosyada ki bir dörtlüğü hatırlattı:
Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kaside ve gazellerde
müstakil beyitler yanında mesnevilerde, cennet hakkında
bilgiler içerenMuhammediyye’nin “Faslün fî makamâti’lcenneti
ve
derecâtihâ”
bölümünde vesîle
cenneti
anlatılırken, tûbânın Resûlullah’ın cennetteki evinden
çıkan bir ağaç olduğu ifade edilmektedir:
“Vesîle cenneti anda olur kamudan a‘lâdır/
Habîbullaha mahsustur o adn içre bu a‘lâ dâr(ev)/
Resûlün dârı içinde bir ağaç var adı tûbâ /
Biter anun budağında ne denlü var ise esmâr”
(meyveler)/
Buradaki dörtlükte belirtilen hususla ilgili bir zuhurat
olduğu ve aynı zamanda “Tûbâ”daki hakikatin bir tasdiki olduğunu belirtmek isterim. Zâten zuhurat ta gerçekten çok
62
64
başka ve de apaçık bir zuhurat.
Düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Bugün Babalar
günü, bu vesileyle de Babalar Gününüz kutlu olsun Babacı
ğım.
Allah size lâyık evlât olabilmeyi bize nasip etsin.
Annemize de Selâm ederim, Allah'a emanet olun.
Not=Bahsedilen, zuhurat bir yukarıda ki, (07/06/2014)
tarihli yazılı olan zuhurattı. T.B.
------------NOT= Ayrıca, Bu mevzuların olduğu günlerin hemen
ertesi günün gecesi olan çarşamba gecesi devamlı yapılan
mesnevi sohbetlerinden olan o geceki sohbetimizde
gerçekten çok ilgi çekici idi. Sohbetimiz tabii seyrinde
devam ederken mesnevi şerifin (A. Avni konuk şerhi cild 5
sayfa 267 ) ye gelmiştik mevzu manidardı. T.B.
------------Beyt (990) Halkın kavgaları güzellik içindir, bergsizliğin
bergi (TûBâ) nişanıdır. (berg/yaprak)
------------A. Avni Konuk şerhi: (Halkın bütün kavgaları ve
mücadeleleri bu mecâzi güzelliği elde etmek içindir; ve
nerede müzeyyen ve muhteşem birini görürler ise, onun
başına üşerler. Halbuki bu zîneti zahiresizlik zâdı, ve
sermaye-i fakrı, saadet nişanıdır, ve insân-ı Kâmilin
alâmetidir. Birinci “berg” zâd ve zinet zahire ve ikinci “berg”
zâd ve zâhire ve “Tûbâ” saadet ma’nâsınadır. İnsân-ı
Kâmilden kinayedir.)
------------Beyt’in (990) olmasıda manidardır.
sayıdır izah gerektirmez. T.B.
------------------63
65
(99)
bilinen bir
Ai… Er….. (04/08/2014)
“Düşünceler”
Gönül âleminin efendisi, Necdet Ardıç Uşşaki, Babamı
kendi dilinden, hem gönlünden, akan Kevser ırmağı ile,
kabım kadar anlatabilmek adına, bir yola çıktım. Damla,
deryayı nasıl anlatır, acizim. Medet Efendi Babam.
(Gönülden Esintiler Divan 3) Kitabındaki ma’nâ’lara
dayanarak yapılan bir çalışma’dır.
Ya Rasulüllah.
Yüzüm yok iken geldim kapına,
Gönül rüzgarı savurdu katına,
Binmiş idim ben sevgi atına,
Boş çevirme ellerimi ya Rasulüllah.
Sultanımız, Babamız bu dörtlükte, kendisinin gönül
rüzgarı ile, Peygamberimizin yoluna baş koyduğunu, sevgi
denen atla, kanatlanıp uçtuğunu, ifade etmiş. Öylesine
alçak gönüllü ve yokluk makamında ki; yüzünün olmadığını
da belirtiyor. Yüz, suret insanın kimliği sayılır. Birbirimizi
yüzümüzden tanırız. Gözler; kalbimizin aynası, sesimiz
ruhumuzun derinliklerindeki biz, koku alan ve Hu nefesiyle
diriliş vasıtası burnumuz. Babam öylesine kimliksiz hâle
büründürülmüş
ki,
nefsani
kimlikten
eser
yok.
Kimliksizliğinin derinlerindeki, İlâh-î Kimliği görüp ondan
gerçek Kim-e , Ene’ye ulaştıracak olana tabii, Muhammed
makamında eriyen, Sultan Babam.
Gönül rüzgarında savrulan, danelere benzetmiş kendini.
Rüzgar, edebiyatımızda zaman kelimesiyle tevriyeli olarak
kullanılır. Esen yel ve zaman, geçip giden ömürleri ve
geçiciliği de hatırlatıyor insana. En önemlisi aşılayıcı olması.
Tohumları oradan oraya taşıyan rüzgarlar, yeni oluşumlara
imkan hazırlar. Efendi Babam da evlâtlarının içindeki
olumsuz tohumları islah edip onları, verimli hublar haline
tebdil ettirir, öğretmenliği ve zıraat ehli, yetkin bir eğitimci
olarak. Zararlı halleri, yok hükmüne dönüştürür, gerekli ilim
suyunu verir, ne, nekadar gerekiyorsa zaman içinde yapar.
Yine Kur’an’daki âyetlere göre rüzgâr aşılayıcılığı ile
64
66
Peygamberlere işaret ediyor. Gönüldeki haber getirici
melekeler, Allah’ın lütfu ve keremi, ile yol gösterir. Kalp,
gönle tebdil ettirildiyse orada Allah’tan başkası yoktur.
Ma’mur hânelerde sevgili oturur. Kendini aradan çıkaranlar
Yaradanlarına kavuşur.
Savurmak kelâmı dizede, çok özel kullanılmış, kendi
ihtiyarı olmadan, Allah’ın dilemesiyle, kaderlemesiyle
rüzgarın elinde, Muhammed dilinde, sevgiyle ilmik ilmik
örmüş kendi libasını. Terzi Baba, demiş ihvanı ona. İdris’i
olmuş, hem kendinin, hem evlâtlarının. Kimlik arayışına
düşen gönüllerin adresi, İdris (a.s.) Yıldız ilmi, harfleri,
sayıları diz çökmüş önünde, teslim olmuşlar ondaki Selâm
esmasına.
Yüzüm yok ifadesinden, sûretsizim, esmâlarımın
hükmünden Allah esmâsına ulaştım kesretten, vahdete
yürüyenim, anlamını çıkarabildiğimiz gibi, “Senin yanında
Ey Habibim, sana lâyık ümmet olamadığım özelliklerim var
hâlâ, beni kusurlarımla kabul et,” deme büyüklüğünü götseriyor. Yüz kelimesi 99 esmâyı ve karşısında Zât’ı da çağrıştırıyor.
Aşk elinde kavrulan ruhu, “Beni gören Hakk’ı gördü.”
Remzinin sâhibiyle ma’nâ da birlikte, soylu bir at gibi,
kemâlde olan nefsiyle uyum içinde, duygularının gemi elin
de, Habibullah yolunda.
Üzüldüklerinde ağlayabilen ender hayvanlardandır at.
“At sahibine göre kişner” Tasavvuf ilminde Kâmil insanları
temsil ettikleri de söylenir. Uysal hâle gelen yabani atlar
nefsimize benzetilebilir. Eğitilerek boyun eğer hâle getirilen
nefis, aklın elinde, ruha uygun davranır. Bu davranışlara
ancak sevgiyle aşkla ulaşılır. Peygamber yolunda yürümek,
onun ahlâkını uygulamakla gerçekleşir. “Allah, göklere
İsteyerek ya da istemeyerek gelin” dediğinde, onlar
“İsteyerek geldik” dediler. Semâ halkından olan Babamız da
kaderi gereği sevgi atıyla Allah sevgilisine gidenlerdendir.
Senin ismin ile çarpar kalbim,
65
67
Gözetmezsen nolur benim halim,
İsmini anmadan durursa kalbim,
Boş çevirme ellerimi ya Rasulüllah.
Kalbimiz, kas yığını bir topaç et parçası. İçinde bulunan
kanı evirir, çevirir, kirliyi temizletir. Dört odacıklı can hazinesi, çarpar durur. Dinleyen kulak halis değilse tık, tık atar,
özü Hakk’a bağlı olanlar da Al-lah Al-lah sesini duyarız
derinlerden. Aşık Necdet’in gönül olan kalbi de yalnızca
Allah, der. İçine aldığında da içindekini âlemlere yaydığı
nefesinde de yalnızca Allah kelâmı soluklanır.
Peygamberimiz Efendimiz, Hakk’ın ne aynısı, ne gayrısı
dır. Onu tanıyan gönüller Ahmed-i Mahmud-u Muhammed
dediklerinde, bu üç makamın da kime ait olduğunun
bilincindedirler. Zat, Sıfat, Esmâ makamlarındaki hazinelerin sahibi, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi ve
sevilmekliğimi diledim.” Onu en çok sevenler, hakikatine
erişenlerdir. Efendi Babam, Muhammed (s.a.v) Efendimizi
gerçekleyen, Allah erlerinden birisidir. Bizi hep “Müheymin,”
“Hâfız” adıyla koruduğuna, gözettiğine inanırız. Bu âlemde,
bedenen yok gibi, görünen Peygamberimiz, ma’nâ erleri için
hep diridir. O gitseydi bu âlemler hiç kalır mıydı.? Babam’ın
gönlünden biz evlâtlarına aktardığı ilminde, O Evveldir,
Ahirdir, Zahirdir, Batındır, Ezeli ve Ebedidir. Ölümsüzlük
suyunu içen Hızır’dır her yerde Hâzır ve Nâzırdır.
Allah aşkıyla yanan Babamız, şiirinin her dizesinde bu
özlemi, yanışı dile getirmiştir. Aradan bazı dizeleri alıp
anlamlandırmaya gayret edeceğim, inşallah .
Ben sana belki ezelden aşık,
Sensin bütün cihanda tek maşuk.
Tüm kâinat tek bir vücut gibi düşünülür tasavvuf
öğretisinde. Tüm varlıklar Ahad âleminde Allah’ın ilmi olarak
mevcuttur. Tek’in içinde, eşsiz benzersiz tekler. Hepsi
kendine özel, eski deyişle nev-i şahsına münhasır. Tek’in
seyrinden başka bir şey yoktur. Esmâlar sıfatlara, sıfatlar
Zat’a aşık; Zat hepsine aşık . Öyle bir aşk ve hubbiyet ki,
66
68
nesi varsa vermiş, kendinden olanlara, özellikle ünsiyet
kurduğu insan manasına. Adına Muhammed aynası demiş,
seyreylemiş âlemleri onda. Her seyirde aşkı artmış, aşakaya
dönmüş, etini, kanını, canını nesi varsa vermiş yoluna,
Ahmed’inin. Dürrü yetim, Tek inci. İki kabuk arası sırlanmış
cevher. Zâhir, bâtın kapları ve içi sır âlemi.
Nur-u Muhammed, Necdet’te de görülmüş; özleri aynı
Ahad’de, bu zıtlık âleminde farklı görünmüşler. Ete kemiğe
bürünüp “Kimse” diye görünmüşler.
Gafletle geçiyor Şam-u seher.
Şam, aşıklar için Bağdat kadar önemli bir şehir. Şam,
akşam demek, gönül erlerine ve dahi Babama. Akşam ,
fenâfillâh makamının zamanı. Kendinden geçişi, yok oluşun
saf ruh kalışın şehri. Belki de bu yüzden, İsâ (a.s.) tekrar
bedenlenip gelecek beklentisi hepimizde. Gaflet perdeleri
açılsın ve âlemlere rahmet saçılsın. Şam’ın hüznü dursun
artık. Selâhaddin-i Eyyubi, Şehitlik makamındaki peygamber evlâtları bu şehrin nurlu yüzleri. Ömrümüzün akşam
vaktini gafletle geçirmeyelim ey insanlar diyor adeta ma’nâ
sultanımız. Uyanık olalım ki, Beka âlemi menzilimiz olsun.
“Şam-u seher” ikilisi zıtlıkları içererek tezat sanatını
gösteriyor Babamın dilinde. Karşıt gibi görünen iki kavram;
biri akşamı, diğeri sabahı ifade ediyor. Seherde uyanış,
diriliş, oruç zamanının başlangıcı, sahur. teshir zamanı,
Karnlıklardan aydınlığa, uruç etme hali, insanın ve Ebu
Bekir’in sadıklığının zamanı, sabah. Şam, ölme, ölüp dirilme
makamı aşıklara.
Kölen olsam hep kapında kalsam,
Lütfundan ma’nâ gülleri alsam.
Köle, savaşlarda kazanılan, ve üstünde hak iddia edilen,
ya da, pazarlardan satın alınan, kimselere verilen bir isim.
Babam da nefis savaşında kendini Allah’a ve onun bu
âlemdeki gölgesi, Hazret-i Muhammed’in ma’nâsı’na köle
gibi görüyor. Peygamberimiz Kuran’ın ma’nâsı’nı anlatan
67
69
Allah elçisi, insanlar ve cinler için. İlk ve son oluş peygamberlik yolunda, gönüllü kölelik, Habeşi ve Zeyd gibi. İmân
için İkân yolunda, savaşta bilerek ve isteyerek Efendimize
kul, köle olmak, Hak yolcuları için bir şereftir.
.Aşkın pazarında Pazar eyledim,
Satarım bu canı alan bulunmaz. Yunus Emre.
Güllerin efendisi Hazret-i Muhammed, gonca da gül de
bülbül de hepsi o. Kimi tomurcuktur, birliği ifade eder,
Vahdettir tek sapta Elif gibi, kimi açılmıştır her biri ayrı bir
yapraktır, kesrettir. Vahdetin ve Kesretin temsilcisi gül.
Kokusu, yağı ve dalında şakıyan bülbülleriyle. Babam,
Muhammed’in hem on iki dilimli gülü hem her dâim şakıyan
bülbülü.
Görüp de Cemâlin veririm can,
Sana salât-u selâmlar her an.
Peygamberin Cemâlini, yüzünü görüp de canı sahibine
vermemek mümkün değildir. Ma’nâ’larımız da bile görmek,
gerçek görmekle eş bir hal. Şeytan onun mübarek sıfatına
giremediği için ma’nâ’ları bu minval üzere anlamlandırıyorlar.
CEM-ÂL Cem olanların soyu.
Cim ve Mim3-40= 43=7 El MÜMİN.
CEMÂL-3-1-40-1-30=75-12 Hâlik esmâsı-3 Rahîm
esmâsı.
Bâtında olan Cemâl Allah erlerine zâhir olur. Cemâl de
eriyenler vuslata kavuşanlar, daim Peygambere salât ve
selâmdadırlar. Necdet Babamız da öyle. Salât destek olmak
bir anlamına göre.
“Allah ve melekleri Peygambere salât eder, ey müminler
siz de salât edin” (33/56) Allah, melekleri ve tüm kudreti ile
Peygamberimizi desteklemektedir. İnananlar olarak bize
düşen de, Ona yardım etmek ve dinimizi yaymaya çalışmaktır. İlim sâhibi kişiler, taliplerine öğretmek ve onları
eğitmekle mükelleftirler.
68
70
Salât’ın bir anlamı, namaz olarak geçer Kutsal kitabımız
Kur’an’da. Allah, peygamberine neden namaz kılsın ki.
Kendi her şeyin sahibi. “Ol” dedim, “Oluverdi” Zat, sıfatlarının, esmâ ve fiillerinin aynasına namaz kılmamalı gibi
görünüyor. Oysa “Lâ İlâhe İllâ Allah” lâfzını idrak edenler her şeyin kendinden, kendine olduğunun farkındadırlar.
Kılan makam da aynı, kılınan da. Miraçta Peygamberimizin,
kendini görmesi ve “Dur, Rabb’ın namazda” hâli.
Babam evlâtlarına örnek olarak, eğiterek salâtını yerine
getirmekte ve öğrencilerini selâm ehli olarak selâmete
çıkarmaya çalışmaktadır, Selâm adının sahibi CAN Babam.
Sensin âlemde varlığa sebep,
Ey gönül darılma edeb edeb.
Peygamber Hazretleri, varlık âleminin oluş sebebi
olmasına rağmen pek çok kişi tarafından kabul edilmemek
te ve ileri geri şeyler söylenmekte. Oysa onun hakikati Hakkın nurudur. Aklı, ruhu, nefsi eşsiz ve örneksiz. Âlemlere
rahmet olarak halk edilen, varlık bizim idrakımız dışında
kalabiliyor. Gönül gözü açık olanlarsa onu anmadan,
yolunda yürümeden yapamıyorlar.
Şems Hazretlerinin
açıklamalarına göre Hazreti Muhammed’de erimedikten
sonra Onda yeniden dirilmedikten sonra imân bile tam
olmaz. Babamın dizelerine göre de edeb budur. Edeb haddi
bilmektir, yaşayış şeklidir. Ölçülü olmak ve bize biçilen
kadere râzı olarak yaşamaktır. Sevdiğinde yok olmadıkça
aşığa yeniden doğmak yoktur.
Hak aşığı Sultanımız onun aynası olan tek peygamberi
de çok sevenlerden ve yoluna baş koyanlardandır.
Babacığım Kitaplarınızı taradım, ve bazı bölümleri alıp
açmaya çalışıyorum. Bunun altına yine aynı kitaptan çok
güzel sözler ve şiirler var, İlâve ettim. Sizin sohbetleriniz
den alacağım uygun bölümlerle sizi anlatmak istiyorum,
ama edebi yanını da şiirlerde vermeme, izin var mı? Kimlik
ile ilgili bir sohbet yapmıştınız, son gün, onu bu yazının
altına ekleyebilir miyim. Ellerinizden saygıyla ve hürmetle
öperim Nur âlem nur Annemin de ellerinden öperim.
69
71
Saygılarımla kızınız Ai….
-------------Not= Aşağıdaki sözler. Babamın muhtelif yazılarından alınmıştır, zaman içinde bunların açıklamalarını da yapmaya
gayret edeceğim İnşeallah. O yüzden kısaca buraya da
aldım. (A.E.)
-------------Doğan şu ceseddir, ma’nâ bâkidir.
--------Zâhid, ufkunu geniş tutandır.
--------Allah, dediler ismime anlamadı kimse beni,
İnsan dediler cismime sallamadı kimse beni.
--------Ben zannınıza göreyim.
--------(Atayım dedim yazısından)
--------Âlemde Bâki olan Zat-ı Hak’dır.
--------(Çözdüm sırrını)
--------Ölüm, varlığı sahneden çekendir.
--------Bâki olan Hak, geçip giden halktır.
--------(Ölüm ne güzelsin)
--------Kendini görmek için yüzünü Rabb-ına döndür.
--------(Geldim)
--------Pak eyle gönlünü bir dem, olmayasın nefsine yem.
--------Zâhirle olma kayıtlı, bu günlerin hepsi sayılı.
--------70
72
Özden alınca haberi kalmaz gönlünün kederi.
--------Nefsinle cenk eyleyiver, arzularını yere ser.
--------(Meydana gel)
--------Sâlik kendini devreder.
--------(Nusret Babamın Kabri Başında)
--------Gafletle bakanlara Kâ’be, örtülü bir taş görünür.
--------Necdet gafil olanlara bigâne beşer görünür.
--------(Görünür)
--------Arası şiiri, olduğu gibi alınıp açıklanacak.
--------Yeri gelmiş, açıklanacak.
--------Nur olan insanda Hakk’ın zât-ı vardır.
--------(Kâ’be)
--------Tavaf, Zât’a gelen yoldur.
--------Nedir dediler, açıkla.
--------Beşeriyetten kurtulanlar, Hakkı varlıklarında bulanlardır.
--------(Bayram ettiler.)
--------Kemâlât-ı İnsan Âdem’le başlar.
--------Kâ’be, dünyanın göz bebeğidir.
--------(Gir içeri)
--------71
73
Kendini kendi içinde ara.
--------(Kendin)
--------Hakk’a giden yol zikrullahtan geçer.
--------(Kadrini, kıymetini bil.)
--------Dünya, bilenlere güzel mekândır.
--------(Orada da sen varsın burada da sen)
--------Hakkın kokusunu duyanın korkusu kalmaz.
--------(Duymadılar Bile)
--------Mevlânâ, Mevlâ’ya bir nişandır.
--------(Konya yolunda)
--------Aşıklık varsa gerçekten serde, onların ölmesi mümkün
değildir.
--------Aşıklarla aşkın kemâle erer.
--------Başını bugün vermedikçe aşka, bulamazsın yol yoktur
ondan başka.
--------(Âşıklar)
--------Nedir dedim açıkla.
--------Varlık, yokluktur.
--------Kulluk, Rabba yönelmekrir.
--------Basar, zâhir, basiret, bâtın görmektir.
--------72
74
Hakikat, kendini tanımaktır.
--------(Ne yazık.)
--------Cemâl, Canân ile olmaktır.
--------(Nedir bu?)
--------Seyr şiirini açıkla babamın seyri için.
--------Dünyaya geliş sebebi insan olmakmış meğer.
--------İlim öğrenmekten gaye , ulaşmak içinmiş yare.
--------Bu dünyanın gerçek tadı ölmeden önce ölmekmiş.
(Meğer)
--------Kimi ağızdan ağlar kimi gözden bakar.
--------(Kâbe’de seyr)
--------Hasan ile Hüseyin ocağı, müminlere şefkat kucağıdır.
--------(Ehl-i Beyti Sev.)
--------Şu dünyaya ölü gözünden bakma.
--------Âriflerin nefsi, hevâsı olmaz.
--------Ârifler coşmadıkça sükûtu olmaz.
--------Ârifler bahrinin sâhili olmaz.
--------Âriflerin yerde izleri olmaz.
--------Ârifler cümlede dost yüzü görürler.
--------Âriflerin dünyada atası olmaz.
73
75
--------Âriflerin gayrı ile sözü olmaz.
--------Ârifler yolunun kapısı olmaz.
--------Ârifler gömleğinin yakası olmaz.
--------Olmaz şiirinde babamı anlat.
--------Kur’ân’dan al haberi, at gönlünden kederi.
--------(Regaib Gecesi)
--------Varış kendinden kendinedir.
--------Berat gecesi, gecelerin incisidir.
--------İsâ gibi dünyayı terk et.
--------(Mi’rac gecesi.)
--------Kur’ân’sız geçen günlere yan.
--------(Kadrini kıymetini bil.)
--------Can içinde candır Allah.
--------Varlığında olanı bil.
------------------Terzi Baba. (24/09/2014)
Hayırlı günler Sâ…. kızım. Arayış ve yaşantılarını güzel
aktarmışsın, zahmetler olmuş, eline diline gönlüne sağlık,
Cenâb-ı Hakk hayatını en iyi şekilde kullananlardan eylesin,
karşına çıkabilecek her türlü zorlukları, kolaylaştırsın
İnşeallah. yazılarını dosyasına aktaracağım, bana gelen
bütün yazıların hepsi dosyalarında muhafaza edilir.
Sende, bununla beraber, ve
74
76
bundan sonra, senden ve
benden gelen bütün yazıları bir dosya içinde topla bu şekil
de zamanla, elinde bir arşiv oluşur, daha ilerki zamanlarda
bunlara baktığında, senin için değerli evraklar olurlar, ve
hayatın seyrinide ve gelişmelerinide böylece takib etmiş
olursun.
Cenâb-ı Hakk dünya ahret bütün işlerinde kolaylıklar
nasib etsin İnşeallah.
Selâmlar Nüket Annenin de selâmları vardır hoşça kal
Efendi Baban.
------------------Hi… Öz… Sâ… Öz…
(22/09/2014)
“Ulaşmak hikâyesi”
Gönlümüzün Sultanı, Efendi Babacığım,
Ekte size nasıl ulaştığıma dâir, benim için anlamı ve
değeri çok büyük olan, yaşanmışlıklarımın, gönülden kağıda
dökülmüş acizâne hikâyesi vardır.
Sizin ve Nüket annemin saygıyla ellerinden öpüyorum.
-------------Öncelikle, sizin ve Nüket Annemin mübarek ellerinden
hasretle öperim.
Ramazan Bayramı sonrasında sizlere yapmış olduğumuz
ziyaret esnasında, anlatmış bulunduğum, talebeniz olmam
yolunda başımdan geçen harikulâde olayları mail yolu ile
yazmamı istediğinizden dolayı, elimin yazdığı, dilimin
döndüğü kadarı ile aktarmaya çalışacağım.
Uzun zamanlardır, ilgi alanımda olan tasavvufa merakım
neticesinde, zaman zaman, medya tarafından tanınmış
simâların sohbetlerine iştirak ederdim. Etrafımda bulunan
yakınlarıma
yüreğimin
yettiği,
dilimin
döndüğünce
aktarımlar yapardım. Fakat bu bilgilerin, bir sistem
dahilinde yapılması gerektiğini, o sistemin ise hayatımıza
geçebilmesi için bir Mürşid'e bağlanılması gerektiğini
bilerek, bir kapıya bağlanmayı çok diledim.
75
77
Bir gün Pendik'te yine böyle bir tasavvuf sohbeti
esnasında, konuşmacı muhterem'e bir soru yöneltmiştim.
Sorum şöyle idi:
-Bir mürşide bağlanmamız gerektiğini söylüyorsunuz,
lâkin nereden bileceğiz ve nasıl tanıyacağız? İdi.
Bunun üzerine sayın konuşmacı, bana:
-Siz de haklısınız, sakalından mı tutacağız, neresinden
tanıyacağız. Diye bir cevap vererek, şunu eklemişti:
-“Allah'ın Veli sıfatı var, siz de ona dayanın İnşeallah"
dedi, ve akabinde de "Mâdem siz, bunu talep ediyorsunuz,
o halde o “Şems” sizi illâ bulur” dedi.
Aradan birkaç gün geçti. Ben gün geçtikçe daha fazla
arıyor, bir an önce bulayım istiyorum. O gün, iş yerimizin
bilgisayar danışmanı Hüseyin Bey, bir sorunumuz üzerine iş
yerimize gelmişti. Bana bir soru yöneltti, sorusu üzerine
verdiğim cevap:
-“Aklı Kül'ün işidir, cüz aklımızla karışmak, ya da yorum
yapmak bize düşmez” demiştim.
Bunun üzerine Hüseyin Bey duraksadı ve:
-“Siz Terzi Baba okuyorsunuz herhalde” dedi.
Ben de kendisine:
-“Terzi Baba kimdir”? Sorusunu yönelttim, fakat o
cevap vermemekte ısrar etti.
Aradan birkaç gün geçmişti ki, çok sevdiğim
kardeşim, adı Öz…., akşam vakti evde sohbet ederken:
bir
-“Abla, Dersaadet diye bir yer varmış, orada Necdet
Ardıç adında biri sohbet veriyormuş, sohbetleri çok
kalabalıkmış, sen bir bak anlarsın, dedi”.
O akşam hemen bilgisayar başına oturdum, ve arama
motoruna Necdet Ardıç yazdım, karşıma çıkan bu
linki http://necdetardic.info/5.html tıkladım. Aradığım kişi
sizdiniz, isminiz bir kaç gün evvel Hüseyin bey tarafından
76
78
zikredilmişti. Bu siteye bir mail attım. Mail'i cevaplayan
kişi Cüneyt Bey, bana sizin derviş kabul edemediğinizi, artık
kitap yazdığınızı, bir hayli fazla öğrenciniz olduğunu bildirdi.
Ben bunun üzerine çok üzüldüm, ağladım. O gece yattığım
da, rüyamda sizi gördüm ve bana şunları söylüyordunuz:
-Kızım ben seni dergâhıma kabul ettim.
Ben buna inanamıyorum ve şunları tekrarlıyordum:
-Siteye mail attığımda almadığınızı söylediler.
Siz tekrar bana:
-Seni kabul ettim kızım dediniz.
O gün sabah kalktığımda müthiş bir sevinç içinde, dostlarıma (Şems) yani sizin geldiğinizi, kabul ettiğinizi, bunun
gerçekleşeceğini söyledim.
-------------Daha sonra sizinde bildiğiniz gibi zâhiri müracaatımız
sonun da bizleri evlâtlığa kabul ettiniz. Böylece gayemiz
hasıl olmuştu, şimde huzurla derslerimize devam ederek,
hayat ve gönül yolumuzda seyrimize devam ediyoruz.
Hakikatini bize de açtığı için, Rabb-imize sonsuz şükrederiz.
------------------Terzi Baba.
(05/10/2014)
Hayırlı günler hayırlı bayramlar As… kızım şiirin güzel
olmuş ellerine diline sağlık. (Terzi baba 2 ) de "ardıç" diye
bir bölüm var çıkınca orasınıda okursun. Kitap bitti sayılır
kışa basılır İnşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
------------------As… Be…
(03/10/2014)
“Ardıç Ağacının Yapraklarında”
O kadar söz var ki söyleyecek,
O kadar resim var ki çizilecek,
VE o kadar müzik var ki bestelenecek,
Can Babam Efendime.
77
79
Her duyduğum söz de aklımda,
Her gördüğüm resimde gözümde,
Her duyduğum müzikde kulağımda,
Canım Babam Efendim.
Bir gülüşte, bir vurguda,
Bâzen bir çiçekde bâzen bir kuş da,
Bir gülün kırmızısında,
Bâzen ardıç ağacının yapraklarında dallarında,
Her ânım da Canım Babam Necdet Ardıç.
Kızınız As….
(03/10/2014) Arefe günü.
------------------Terzi Baba.
(08/10/2014)
Hayırlı geceler Mu… oğlum. Hamdolsun bayramı güzel
geçirdik sayılır sizlerinde ailece güzel geşmiştir İnşeallah.
Geçmiş, geçmemiş, gelecek olan bütün zâhir ve bâtın
bayramlarınız, mübarek olsun İnşeallah.
Gönderdiğin dosyanı indirdim okudum oldukça güzel
olmuş ellerine diline gönlüne sağlık, Epey bağlantılar
bulmuşsun. Uygun bir yere ilâve ederim. Cenâb-ı Hakk
daha nice açılımlar nasib eder İnşeallah.
Pazar günü bekliyoruz. Sana kızlarımıza selâmlar Nüket
Annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi Babanız.
------------------Mu… Ca….
(06/19/2014)
Nüket Anneciğim, Efendi Babacığım Bayramınız Mübarek
olsun.
Se….. ve Es…. Şu… kızlarınızda bayramınızı tebrik ediyorlar. Selâmları vardır.
78
80
Nasip olursa (12) pazar günü görüşmek üzere İnşeAllah.
Ekli dosya da bir yazı mevcut. İzmir ziyareti ve Bayram
yoğunluğunuzdan göndermeyi biraz erteledik. Yoğunluğunuz hafiflemiştir. İnşeAllah
Nüket Annemiz ve Necdet Babamızın Hürmet ve muhabbetle ellerinden öperiz.
-------------BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Mu…. Ca….
(25) KÖLE VE KARA İNCİR
Hayırlı günler Mu…. ğım.
Yeni gelen kardeşlerin listesini güzel yapmışsın ellerine
sağlık. İçlerinden (25) İl.. Ko… dersi yoksa ona birinci dersi
ver, varsa ikinci dersi de ver. Diğerlerinin hepsine, ikinci
derse başlamalarını söyle, onu da derslerine ilâve etsinler.
Böylece, onların durumları meydana çıkmış oldu, yani
devam edecekler gibi gözüküyorlar. Bahsettiğin o yeni
gelen iki kişinin, dersi yoksa onlara da birinci dersi ver.
Daha sonra bu iki kişi ve (25) numara hariç. Ancak (25)
numarada diğerleri gibi birinci dersini yapıyor ise, o da dahil
hepsine ikinci dersi ver, ve her iki ayda bir derslerini (6)
tıncı derse, gelinceye kadar ver, orada duralım ondan
sonraki seyirlerini zuhurat görmelerine bağlayalım. Başka
soracağın bir şey olursa sorarsın Dünya ahret, işlerin kolay
gelsin.
Selâmlar hoşça kal Efendi Baban.
-------------Bu yazımız, yukarda Necdet Babam’la istişare ettiğim
yol hakkında ki gelen cevap maili ile başlıyor.
Yazımız derken ma’nâ olarak içinde, “Kaderimiz,
Kazamız, A’yân-i Sâbitemiz” olduğunu fark ettim. Bu arada
Cenâb-ı Hakk’tan tasdik mahiyetinde haber geldi. İşyerimin
79
81
telefonunu, Darlık (86…) numaralı telefon arıyordu.
Televizyon da bir haber gördük. İki güvenlikçi arkadaş
vefat etti diyordu. Haberim yok dedikten sonra, bizim
güvenliği aradım. Paşaköy de iki yeni arkadaş tesis içinde
devriye gezerken, kenarda bulunan su dolu kanala uçup
hayatlarını kaybetmişler. Güvenlikten, İm… ve Şu…
müdahale etmişler kurtaramamışlar. Saat 16:00 da oradan
geçerken, Sü… man’ın da orada olduğunu görmüştüm. İşte
Kader, Kazâ ve A’yân-ı Sâbite hakikatlerinden gelen bir
haberdi.
Hâlin gereği araya giren olayı aktardıktan sonra vardır
bir Hikmeti diyerek konumuza dönelim.
Efendi Babama gönderdiğim listede, (25) numaralı
kişinin dersli olduğunu, ders verildiği tarih ve nerelerden
işaretleri olduğunu, bildirdiğim halde özellikle, bu (25)
numaraya, dikkatimi çekmesini, araştırmaya başladım.
(25) numaralı sûre Furkan idi. Bu Mürşid’ten geldiğine
göre Cem’den sonraki farka davet olabilirdi.
(25) numara Silsile sıralamasında Peygamber boş
bırakılmıştı. Bunun nedeni Hakikat-i Muhammed’inin
oluşuydu.
(25) Numaralı Esmâ Allah, Rahmân, Rahîm El Basîr (Her
şeyi hakkıyla gören)…
(25) Bir günllük 5 vakit namazın, 15 Rek’at-ı Eûzü
Besmele ile 25 Rek’at-ı namaz ise Besmele-i Şerif ile
başlamaktadır.
(25) Numaralı Terzi Baba kitabı; köle ve İncir dosyası
dır…
Bir müddet sonra, yaşadığım olaylarla ilk sırada,
yazdıklarım olmakla beraber, ağırlığın Köle ve İncir
dosyasından kaynaklandığını anladım. Ve bu dosyayı tekrar
okudum. Okumak ile de, ne kadar faydalı bir iş yaptığımı
anladım. Orada birçok kardeşimiz ve Efendi Baba’mın
yorumları var. Hepsinden Allah razı olsun. Efendi Babam
80
82
ben olsaydım, şöyle yapardım, böyle yapardım diyor. Birde
fark ettim ki, ben de şöyle olup, böyle olup, bu olayı
yaşamaktayım. Tabi daha evveliyatında bunun ilim ve
müşahade yönlerinin de olduğunu fark ettim. Hikayeyi
buraya almakta, faydalı olduğumu düşünüyorum. Aksi
takdirde ne denildiği anlaşılmayabilir, ve söylenenler hava
da kalıp, hedefini bulmaz.
-------------Necdet Ardıç: (13/09/2009) Pazar. H…. K…
Hayırlı akşamlar. Akıllı kızım, hamd olsun hepimiz iyiyiz,
ismini duymuşsundur, Abdullah bin dinar, isminde bir zat
varmış. Bir gün nefsi kendisinden (incir-yemiş'i) istemiş, bu
isteğini yedi sene ertelemiş bu süre içinde, nefsine bu
yemişten hiç vermemiş, nihayet bu süreden sonra bir gün
pazarda
dolaşır-ken
incircinin önünden geçtiğini fark
etmiş.
İşte tam o esnâda nefsi kendisine konuşmağa bağlamış!
Abdullah, bak yedi yıldır bana bir incir yedirmedin, bende
kabul ettim, bak işte senin dediğin oldu, ne olur bir tane
incir alda, artık yiyeyim demiş, bunun üzerine, başından
savmak için param yok ki; nasıl alayım, diye cevap vermiş
bunun üzerine nefsi ayakkabılarını sat, onun parası ile
alırsın demiş.
Bunun üzerine Abdullah peki deyip incir tezgâhının
başında duran satıcıya bir incir karşılığında nalınlarını
vermeyi teklif eder, bunun üzerine benimle dalga mı
geçiyorsun? diyerek nalınları uzak bir yere fırlatıp atmış.
Bunun üzerine Abdullah, yedi seneden sonra tekrar nefsinin
oyununa geldiğinden üzülerek oradan ayrılmış.
Ancak az yanda olan ve bu hadiseyi takip eden satıcının
arkadaşı hemen incir satıcısına gelip yaptığının çok yanlış
olduğunu, ve o kişinin zamanın çok değerli bir insan-ı
olduğunu, ve eğer benden bir incir isteseydi ona bütün
tezgahı verirdim der. Bunun üzerine aklı başına gelen incir
satıcısı, hemen yanındaki hizmetçisine demin gelen adamı
81
83
hemen bul şu bir sepet inciri karşılık istemeden ona ver
almasını sağla, seni kölelikten âzâd edeceğim der.
Bunun üzerine görevli, hemen
pazarda Abdullah-ı
armaya koşar nihayet bir yerde üzgün halde bulur. Ve şöyle
der; efendim, özür dileyerek, bu incirleri kabul etmenizi rica
ediyor, diyerek incir sepetini kendisine uzatır. Bunun
üzerine Abdullah o, o zamandı artık incire talebim ve
ihtiyacım yok, diyerek kabul etmez. Bunun üzerine de köle;
efendim ne olur benim hatırım için alın, çünkü bu sepeti
alırsanız ben kölelikten kurtulup hür olacağım demiş.
Yine bunun üzerine! bu sefer Abdullah! eğer alırsam o
zaman yine ben nefsimin kölesi olacağım diyerek, incirleri
kabul etmemiş.. Diye bir kitapta okumuştum, gerçekten bu
hadise olmuş mudur? yoksa kurgumudur? bilmiyorum ama
ibretlerle dolu bir hikâyedir.
Şimdi gelelim günümüze, (akıllı kızım sen olsaydın) o
kişinin azadlığı karşısında incirleri alırmıydın, yoksa sende
almaz mıydın,? ve hangi gerekçelerle. Tabii işimiz Abdullah
bin dinarı eleştirmek değil. O kendi doğrusunu yapmış,
Cenâb-ı Hakk hepsinden razı olsun.
-------------İşte bu soru sorulalı, tam 5 yıl geçmiş ve 6. Yılın içine
girilmiş. Bu konu hakkında Terzi Baba (25) numaralı Köle
ve İncir dosyasından detaylı bilgiye ulaşmak mümkündür.
Burada önemli olan nokta, ilk tefekkür konusu olması ve
naleynlerin çıkarılması, ile Mûsâ (a.s.) Mûseviyet mertebesininin (Tûvâ) vâdisine, yani temiz olan vâdiye gelinmesi
ve İncir görülmesi veya yenilmesi ile (Benzeri her taze
meyva olabilir) Mûseviyyet mertebesinden, İseviyet Fenâfillâh mertebesine geçilmesi ana noktayı oluşturmaktadır.
Tevhid-i Esmâ mertebesinin hali âyetinde bu geçişin
Celâl tecellisinden sonra ikram ile olacağı belirtilmiştir.
Kûr’ân-ı
Keriym;
Rahmân
Âyetlerinde bu hâle işaret vardır.
82
84
Sûresi;
(55/26-27)


“Küllü men aleyhe fe’nin ve yebka vechü Rabbike
zülcelâli vel ikram”
Meâlen:
“Varlık âleminde bulunan her KİM’lik
fânidir, ancak yüce ve ikram sahibi Rabb’ının VECHİ,
varlığı bakidir.”
-------------Son tefekkür konusu olan Merkez dosyasında ise
Fenâfillâh mertebesinde olan grubun Bekâbillâh mertebesine geçileceğine işaret edilmiştir. Peki tefekkür konuları
niye Fenâfillaha giriş ile başlamış ve Bekabillah’a geçiş ile
bitmiştir.
Fakir şöyle tefekkür etti bu konuyu; Nusret Babam (r.a.)
ın sûresi “Tur” sûresi, yani Tevhid-i Esmâ mertebesini
ifade etmektedir. Necdet Babama bir gün Nusret Babam
(r.a.) in “Râh-ı Aşk” kitabının sohbetini yapabilir miyiz?
diye sorduğumda. Olur tarikat mertebesindendir demişti.
Bu konu da kendisinden de bir tasdik geldiğini düşünüyorum. Necdet Babama ait Necm sûresi de Mi’rac Hakikatlerini, yani Hakikat mertebesini anlatmaktadır. Buradan
Arifibillâh, Kâmil İnsan mertebesinde olmadıkları sonucu
çıkarılmasın. Her iki mümtaz şahsiyet yetiştirdikleri talebelerinin fevkindedir. Nusret Babam (r.a.) “Tur” - Tarikat
mertebesine Hazmi Babam (r.a.) vekil olarak görev
yapmıştır. Mi’rac-Hakikat mertebesinin asâletine sâhiptir.
Necdet Babam, Necm-Mi’rac-Hakikat mertebesinin vekilidir.
Hilâfet-Vekâlet verdiği marifet mertebesininde, asâleti
vardır. Tasavvuf mesleğinin ve yolun belli bir menzile
ulaştırılması vardır. Yolda görevli her pirimiz, kendilerine
verilen görevleri en iyi şekilde yapmış ve yapacaklardır.
Cenâb-ı Hakk’ın hepsinden râzı ve hoşnut olması
83
85
niyazımızdır. İnşeAllah…
Hz. Mevlânâ “Bu dünyaya gelişimiz bir kaç mahbusu
kurtarmak içinmiş” diyor. Nusret Babam (r.a.) Efendi
Babama, “Oğlum bu dünyaya geliş gayem senin içinmiş”
derken. Fenâfillâh’tan sonra Bekâbillâh ve Seyr-i Anillâh
Hakk’tan halka’a dönüş hakikatlerini anlatmaktadır. Nusret
Babam (r.a.) ten, Necdet Babama “Ben gizli bir hazine idim
bilinmekliğimi murad ettim” hakikatleri aktarılarak Necdet
zâhir, Nusret bâtında kalarak Necattan bizlere zât-i yardım
gelmektedir. Bu genelde değil, özele olan hususi bir durumdur. Taliplilerini ilgilendirir.
Tefekkür dosyalarının sayısal değerleri de
vermektedir.
(25+27+34+62+76+67= 313)
bunu
(313) 13 bağlı olduğu gibi aynı zaman da 313 Rasûl ve
Nebidir. Ashab-ı Bedir de 313 kişiydi. Cenâb-ı Hakk
gönüllerine “sekene” hâli indirmiş ve mutmain olmuşlardı.
Ve her bir ashab bir Resül ve Nebiyi temsil ediyordu.
Sekene; “Sâkin olma” hâli Fenâfillâh mertebesinin hâlidir.
Tefekkür
dosyalarımızın
sayısal
toplamı
da
bunu
vermektedir. İş bu tefekkür dosyalarına ulaşan, ve okuma
zahmetinde bulunan, kardeşlerimiz mutmain olacak, ve
gönüllerine necâtiyyet sekinesi ineceği açıktır. Cenâb-ı Hakk
bu hakikatleri gönüllerden gönüllere aktarılmasını nasip
etmesi niyazımızdır. İnşeAllah…
(25) nolu Tefekkür dosyası 18 Eylül 2009 tarihinde
tamamlanmış. Muhtemelen de fakire ilgilendiği siteye
konması için gönderilmiştir.
(25) nolu dosyada yazılanlar, genelde, ilim yani İlm’el
Yakin mertebesindendir. Daha üst mertebede olanlar
müşahade - Ayn’el Yakin ve yaşantı - Hakk’el Yakin mertebesinden olanları aktarmadıkları anlaşılıyor.
Fakir de, o tarihlerde eski yolu, yani Tarikat mertebesini
bırakıp, Efendi Babam ile, Hakikat mertebesinden devam
etme kararı alma aşamasındaydım. Bu dosya tamamlandıktan sonra bir zuhurat görmüş ve akabinde Efendi
84
86
Babama intisap etmiştim.
Bu zuhurat şöyleydi. (13-03-2010)
Tekirdağ’a Efendi Babamı gelmişim, (İnşeallah hakikati
de nasip olur). Hanım anne (Nüket Anne) kapıyı açıp buyur
ediyor. Ferahça evin solonuymuş cadde tarafına bakıyor.
Hanım anne evin daha loş bir bölümüne geçiyor. Size
telefonla ulaşıyorum, gelmek üzereyim diyorsunuz, ve biraz
sonra içeri giriyorsunuz. Biraz sohbetten sonra, kendimi
Tekirdağ sokaklarında buluyorum. Hastane bakıyorum.
Hastaneler sigortalılara bakmıyormuş. Birinden merdivenler
den yukarı çıkarken ayağımdaki önü açık beyaz terlikler,
ayağımdan çıkıyor, giymek istediğimde giyemiyorum.
Karşıma kapalı bir kadın çıkıyor. Gece namazı kıl bak
ben kıldım, bu hâle geldim diyor. Ona yaptığım şeyler
olduğunu, ulu orta söylemenin yersiz olduğunu belirtirken,
abdestsiz gezmediğimi, söylüyorum. O gene, gece namazı
kıl diyor. Yine Tekirdağ sokaklarındayım, sulu kar yağıyor.
Tekrar fakirhanenizin solonun da kendimi buluyorum. İki
tane ihvanızdan gençten kardeş masaya geçiyoruz. Birini
Cerrâhi Emre adındaki kardeşimize benzetiyorum. Yerde iki
çocuk oynuyor. Biri acaba Emre'nin midir? diyorum (Çocuğu
yok). Siz ayağa kalkıyorsunuz saçınız sakalınınız kısalmış,
üstünüzde beyaz entari, başınızda da gökkuşağı gibi bir
takke (takke yaklaşık 8 veya 12 eşit parçaya bölünmüş, ve
ortasın da bir merkezi var) tekrar masaya geliyorsunuz. Siz
gençlerle ilgilenirken, camdan dışarıya baktığımda her taraf
bembeyaz kar olmuş. Ne oldu bir şey mi var diyorsunuz.
Eve nasıl döneceğim zincirimde yoktu derken zuhurat
sonlanıyor.
-------------Zuhuratta görülen terliklerin çıkması “Köle ve İncir”
dosyasında ki, nalınların çıkması hadisesidir. Kar yağması
Celâl tecellisi ve ondan sonra gelen vahdet (birlik) hâlidir.
Tevhid-i Esmâ mertebesinde geçen “Zül Celâli vel İkram”a
işaret vardır. Zincir ise başta ki (Ze) sayısal değeri ise 7
dir. 7 seneye işarettir. Geriye kalan ise incirdir. Görülen
85
87
zuhurat Âlem-i Misâlden ilm bir yansıma olduğudur. Yani
(25) “Köle ve İncir” dosyasının İlm’el Yakîn halidir diyebiliriz.
Efendi Babam dan başta gelen mailde (25) 3 kere tekrar
edilmiştir. (25) “Köle ve İncir” dosyasında ki İlm’el Yakîn,
Ayn’el Yakîn, Hakk’el Yakîn hâlinin ve bunları kapsayan 4.
Mertebe yani tecellisinin oluşacağına işaret edilmiştir. İlk iki
hâl daha önceden oluştuğuna göre Hakk’el yakân yani
yaşantı ve tecelli halleri olacağı aşikardır. Mail inde birde
parantez içinde (6) sayısı geçmektedir. Hepsini toplarsak;
25+25+25+6= 81 tersi 18 ile toplarsak; 81+18= 99
Esma’ül Hüsnayı vermektedir.
İşyerinde Ek…. izinden işe döndüğünde beyaz bir terlik
ile gelip gidiyordu. Zuhuratta Ayn’el yakîn mertebesinden
ayağımdan çıkan beyaz terlik, sıfat mertebesinden zâhirde
ikram olunmuştu. (Daha sonra fakir de beyaza yakın bir
ayakkabı aldı) Beyaz uluhiyet sıfat mertebesini ifade
etmektedir.
Bu maille birlikte Efendi Babam Ku… dosyası göndermiş.
Bâzı kardeşlerde, Cemâlde Celâli bularak yoldan ayrılmışlar
dı. Zül Celâli vel İkrâm’ın tersi yani Esmâ tecellisi demektir.
Efendi Babam bu kişileri bu halin ilerde olması gereken bir
durum olduğu konusunda uyarmasına rağmen tercihlerini
ayrılmak yönünde kullandılar. Canları sağ olsun, yolları açık
olsun. Rasûli Ahlâk anlaşılmış olsa bu haller kişinin başına
gelmez diye düşünüyorum. Ebu Cehil, Ebu Leheb Hakikat-i
Muhammedinin Celâli yönlerinin yansıması idi. Rasûlüllah
efendimiz ben bir aynayım, her kes halini seyreder dedi…
Benzer bir olayda fakirin başına geldi. Ab… bin Fe… olan
kardeşimiz, yaklaşık, On yıl önce babasının vefatı ile miras
sahibi olmuş ve halin gereği Ab… bin Dinar gibi hareket
ediyordu. Burada yanlış anlaşılmasın kimseyi eleştirmek
gibi bir derdimiz yok. Kendisi de yapmış olduğu fiilerin
yanlış olduğunu anlayıp, hâline değiştirme kararı aldı.
Cenab-ı Hakk yardımcısı olsun. Kendisi ile yaptığımız
konuşmada, Celâl’i bir hal aldı. Daha sonra evine sohbette
86
88
gittiğimizde ise ikram olarak ceviz ve “Kara İncir” getirdi.
Tabi o zaman hâlin gereği onunla ilgili konuyla ilgilendiğimiz
den bunları anlaşılması zamana yayıldı.
Bu hâdise de, Hakk’al Yakîn olarak Tevhid-i Esmâ
yaşantısından Tevhid-i Sıfat yaşantısına geçiş olduğu
gözükmektedir. Sohbetten sonra cemaat ile kılınan akşam
namazı İseviyet Fenâfillâh mertebesi namazıdır. Buda bir
tasdik ve müşahadedir. Olaydan sonra Efendi Babam hiçte
öyle birine benzemiyordu dedi. İncirin içinde bulunan
tanelerin bitişik olması sebebi ile bu dünyada Esmâ-i
İlâhiyyenin ve ona bağlı zuhurların ayırt edilmesindeki
zorluğu belirtiyordu.
Köle = Kul = Abd ve İncir= Tin dir.
Ayn= 70, Be=2, Dal= 4, toplamı 76 dır.
Te= 400, Ye =10, Nun= 50 toplamı 460
460+76= 533 tür.
53 ve 3 şifre sayımız olan Allah, Rahmân, Rahîm 53 tür.
İncir’in içinde “N,C” 53 olması da ilginçtir. Cenâb-ı Hakk
hakikatini anlamayı ve idrak etmeyi nasip etsin. İnşeAllah.
Bunun birde tecelli hali var demiştik. Efendi Babam 31
Ağustos 2014 te görmüş olduğum bir zuhuratımız için,
“Zâhirde olmaz. İnşeAllah demişti”.
Zuhurat şöyle idi.
31-08-2014
İşyerinde lâvabodayım. Kumanda odasında Mu…. 6
numaralı motoru çalıştırıyor. Motor çalışmıyor ve ses
geliyor. Mu… fa’ya basma diye sesleniyorum. O tekrar
tekrar çalıştırmaya çalışıyor. Yine aynı şekil seslenerek içeri
geliyorum. Güç devresi panosu patlıyor ve kapakları
açılarak güç devresi kesici disjönktörü dışarı fırlıyor.
-------------Bu zuhurattan 3 dört gün önce işyerime öğleden sonra
87
89
geldiğimde, Ek…. bir konudan ötürü, Mu… çok sinirli alttan
alsan iyi olur. Ben ona Mu… iyi niyetle bu işi yapmıştır diye
söyledim, dedi. Gerçekten de dediği gibiydi. Gece Mu…
gelince gönlünü alıp sakinleştirdim. Tabi zuhuratta
görüldüğü üzere, enfüsünde olayı farklı değerlendirdiği
anlaşılıyor.
Peki konumuz ile bağlantısı nedir. Burada bir esmâ
tecellisi olduğu anlaşılıyor. Önce Ek…. yâni İkram ve daha
sonra Mu…. kanalı ile Celâl gelmesidir. Celâlden sonra,
Efendi Babamdan bir ikram daha gelerek Hakk’el Yakîn sıfat
mertebesinden yaşantıda korunma olunmuştur.
Bu konu ile alâkalı 13-14-15 Eylül 2014 tarihlerinde
yapmış olduğumuz Bursa gezimizin konu ile alâkalı
bölümlerini aktaralım.
Bur - Sa;
Bur= Burak – Berk - Zati Tecelli – Mirac,
Sa= Sad - Sıfat mertebesi – Sıfat Tecelisi –Salât –
Namaz,
Namaz müm’inin miracıdır. (Hadis-i Şerif)
Vahdette Kesret = İncir… Esma Tecellisi
Bursa’nın plâkası 16; İlm’el Yakin, Ayn’el Yakîn, Hakk’el
Yakîn Hakikat-i Muhammedir.
Bursa merkezi ilk gün (13 Eylül) gezmek için arabayı
caddeden yukarı doğru bir yerde bırakmıştım. Arabayı
almak için farklı bir yerden ailem ile girdiğimde, Efendi
Babam dan daha önce tasdiği gelen Terzioğlu yazısını
gördüm. Baş tarafında da Rabbi Hasım olarak düşündüğüm
Kâdir ismi vardı. “KADİR TERZİOĞLU” Saç Bakım “merkezi”
diyordu. Saç; Esmâ-i İlâhiyye remzidir. Binanın yanına
dolanınca 13 numara olduğunu gördüm. Bunun Cenâb-ı
Hakk’tan bir tastik olduğu kanaatine vardım. “Merkez” ise
son tefekkür konumuz, “merkez dosyası” Fenâfillâh’tan,
Bekabillâh’a geçiş halidir.
--------------
88
90
14 Eylül günü Mudanya tarafına doğru yola çıktık. Yol
bir hayli kalabalıktı. Mudanya bölgesi “İncir” ve “Zeytin”
yetiştirilmesi ile; ünlüdür.
İncire
ve zeytine and olsun. (Tin/1) âyetini
anımsatıyordu. Mudanya da “Kara İncir” festivali olmuş ve
ziyaretimizden 13 Eylül 2014 tarihinde kapanışı olmuş. İncir
ve köle dosyasının da 13 Eylül 2009 tarihinde başlamış
olması gayet ilginç… Üzerinden tam 5 yıl geçmiş. (5) Hazret
mertebesidir.
Kara = Zulmet= Sevâd-ı A’zam = A’mâiyyet Hakikatleri
İncir= Vahdette Kesret
Fes-tiva-l =
Fes= Başa giyilen tac yukarda ilk verilen zuhuratta
Efendi Baba’mın başında renkli bir tac vardı.
Tiva=Tûvâ=
Vâdi-i
Eymen,
Nalınların
çıkarıldığı
temiz/Mukaddes vâdi ve Yemen/eymen/sağ taraf, ile Nefesi
Rahmâni…
L=Lâm= Ulûhiyyet= Efendi Babamın üzerindeki beyaz
entari, ve çıkan beyaz terlikler.
“Biz, gerçekten insanı en güzel biçimde halk ettik. Sonra
onu aşağıların aşağısına indirdik”. (Tin/4-5) âyetlerine
işaret vardır.
Oturduğumuz İncir Cafe’ydi ve altında Necati usta
börekçisi vardı.
İncir aynı zamanda Tevhid-i Esmâ dan, Tevhid-i Sıfata
geçişti. İngilizce “Cafe” okunuşta Kafe dir. Kaf- Kef ise “Ke
–Sen” ve Kün – “Ol” dur.
İncir dışında tekliği içinde
çokluğu barındırmaktaydı. “Levlake levlak lema halaktül
eflak.” Sen olmasaydın, sen olmasaydın, bu âlemleri
halketmezdim. Âlem bazında Hakikat-i Muhammedi ve
nokta zuhur mahalli olan, efendimiz Hz. Muhammed’e ve
onun şahsında, bizlere kendi birimselliğimizde, bu müjde
verilmiştir. İncir gibi bir bütünlüğün içinde, zıt olan Esmâ-i
89
91
İlâhiyyeleri vücûdumuzda barındırmaktayız.
“Vema Ersalnâke İllâ Rahmeten Lil Âlemin”
(21/107) Biz seni (Kef) göndermedik, ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik. Hakikat-i Muhammediyenin ilmi
İlâhi programda daha henüz gönderilmemiş olması ve vakti
gelince âlemlere rahmet olarak gönderilmesidir.
Altta Börekçi Necati Usta olması; Börekler yufkadan
yapılır. Efendi Babamın dervişlerine karşı yufka yürekli
olması ve onların her derdi ile dertlenmesidir. İşte Vahdette
kesret’e – Tevhid-i Esmâ dan, Tevhid-i Sıfata, Necat
(Necdet) ustanın börekleri yenmeden çıkılmaz. Yenen
börekler dervişte mirac eder ve Fenâfir Rasûl ve Fenâfillâh
mertebesi hakikatleri ortaya çıkar. Ondan sonrada derviş
börek gibi kızarır, ve taliplilerine kurtuluş böreklerinden
ikram ederler.
Ama
unutulmamalıdır
ki;
Ku…larda
bu
ilçede
oturmaktaydılar ve Cemâl de Celâli bulmuşlardı. Kimse
yufka yürekliyiz diye bizi nefsani emelleri doğrultusunda
yemeye kalkmasın. O zaman bulacakları Cemâl değil, kendi
nefislerinden çıkan Celâl olacaktır. Tabi ki bundan da
kendileri sorumlu olacakları aşikardır.
İstanbul’a döneceğimiz günün sabahı otelde şöyle bir
zuhurat vâki oldu.
Efendi Babam beyaz bir çarşafın altında uzanmış
yatıyordu. Sağ tarafında fakir ve karşısında eşim Se… ve
Kızım duruyordu. Vasiyet ederek, “Ailene iyi bak” dedi.
Yüzümü onlar tarafına çevirdim. Daha sonra Efendi
Baba’ma baktığımda yüzü de örtülmüş ve emri Hakk vaki
olduğu halde “İkram” dedi.
Efendi Babam “İkram” demişti. Bulunduğa hal ise Celâl
tecellisi idi. Zül Celâli ve’l ikram’ın. Yâni Tevhid-i Esmâ’nın
İlm’el Yakîn, Ayn’el Yak’în, Hakk,el Yakîn ve bunları
kapsayan Esmâ Tecellisi haline işaret etmiş olarak
düşünülebilir.
Vasiyet aynı zamanda mirastır. Ma’nevi bir miras, yani
90
92
“dinar”dır. Ulûhiyyet mertebesinden, Risâlet mertebesine,
Risâlet mertebesinden kulluk, mertebesine gelmiş Abdullah
bin Dinar hakikatleri ortaya çıkmış diyebiliriz.
Aile Esmâ-i İlâhiyyedir. Rabb-i Hasıma … ve Efendi
Babamın Rabbi Hası olan Eslem – Esselâm’a işaret var
denilebilir.
Aile – Eş – Nefs-i Küll’dür. Bir şeyin zatı nefsidir…
Zuhuratta görüldüğü üzere Efendi Baba’mın isteği üzerine
uluhiyet-sıfat mertebesinden zat mertebesine yönün
çevrilmesi istenmiş olarak düşünülebilir.
“İkram” kelimesini (5) Salat-Namaz kitabını gözden
geçirirken namaz ile alâkalı olduğunu da anladım. Hayatımız
iki rekatlı zâhir ve bâtın namazdan ibarettir. Önce Efendi
Babama bakmam Akl-ı küllüme olan “Selâm” yani
namazdan çıkarken sağ tarafıma verilen selâmdır. Ailem
yani Nefsi küllüme (Eslem-Selâm) bakmam ile sol tarafıma
bakmak ile verilen selâm ise, namazdan çıkış ile verilen
selâmdır. Efendi Babam’ın üzerinde gerçekleşen “Celâl”
tecellisi ve “İkram” ise namazdan çıkış duası olan,
“Allahümme en tesselamu ve min kesselam tebarekte
yazelcelali vel ikram”dır.
ALLAHÜMME EN TESSELAMU VE MİN KESSELÂM
“Allahümme en tesselâmu ve min kesselâm
tebarekte yazelcelali vel ikram” diyen müezzin veya
namaz kılan kişi,
“ey Allah’ım selâm sensin ve selâmet sendendir,
sen bereket, yücelik ve ikram sahibisin” demiş olur.
Bu ifadeleri değişik mertebelerden çok iyi değerlendirmek lazım gelir
Ehli indinde gerçekleri bilindiği üzere, Hak kendi kendini
yücelterek kulunun ağzından cevap vermektedir.
Hak’kın güzel isimlerinden “Esmâ’ül hüsna”dan biri
olan “selâm”, büyük ağırlığı olan bir isimdir ve “insan”ın
91
93
kayınaklarından biridir.
Nasıl ki
kullanılırsa,
“Sübbuh”
“Aziz” ve “cabbar”
şeytanlar için kullanılır.
ve
“kuddüs”
melekler
için
ve “mütekebbir” de cin ve
Namazın sonlarında oluşan (99) selâm ismi, başta
oluşan (99) “esmâ-i İlâhiyye”ye birer selâmet geçidi
olurlar.
Şöyleki: Mesela, “Kahhar” esmâsından başına bir
zorlonma gelecekse, namazda okuyarak oluşturduğu
selâmlardan bir tanesi onun önüne geçer, tamamen
selâmete ulaştırır veya en azından şiddetim azaltır.
Böylece her bir selâm, her bir esmânın ya karşıtı, veya
destekleyicisi olur. Yani (99) esmâ’nın biri vasıtasıyla sana
faydalı bir şey de gelecekse onu da arttırır.
“Selâm”ın bir başka ifadeside; “kendinde olmak” tır,
kendinde olan kişi de selâmette olur.
ALLAH’ın c.c. isimlerinden olan selâm, kulunda tecelli
ettiğinde o kul birimsel benliğinden uzaklaşmış, Hak varlığı
ile gerçek selâmetine ulaşmıştır. İşte o kul görünümündeki
“zuhur” her varlığa selâmet ve huzur kaynağı olmuştur.
Netice itibariyle, olgun bir namaz, kulu yüce idraklere
çıkarıp “İrfan” ehli olmasını sağlar.
İşte böylece namazların sonlarında bulunan selâmların
sırları meydana çıkmış olmaktadır.
Allah’dan c.c. her birerlerimiz için selâm ve selâmeti!
neticeler niyaz ederiz.
-------------Yazıyı biraz dikkatli okuyanlar yukarda geçen “Zü’l
Celâl-i Ve’l İkram” (55-27) âyeti ile “Yazel Celal-i Ve’l
İkram” duası arasında ki bağlantıyı fark edecekledir. Dua da
ki zâhiri ikram ile Tevhid-i Ef’âl mertebesinden Tevhid-i
92
94
Esmâ mertebesine geçilmektedir. Âyette ki bâtıni ikram ile
de Tevhid-i Esmâ dan Tevhid-i Sıfat mertebesine
geçilmektedir. Cenâb-ı Hakk taliplilerine yardım etsin.
İnşeAllah…
Öğleden sonra İstanbul’a doğru yola çıkıldı. İkindi
namazı için “İmam Aslan” mola verdik. Abdest almaya
çıktığımda bir baba ve 10 yaşında ki oğlu da oradaydı. Baba
öğle namazı için abdest alıyordu. Oğlu ile ben abdest
alıyorum, ve namaz kılacağım, en çok sevabı ben alacağım
diye şakalaşıyordu. Abdest aldıktan sonra ikindi namazında
mescide girdim. Daha önce şöyle bir hâdise oldu. Aşağıda
mescid girişinde, kasalarda bulunan incirlerden, bir tanesini
bu çocuk almış, ve yemekteydi. Yukarı da namazını da
kılmıştı. Yazmış olduğum ilk zuhurata Efendi Babam Tevhidi Ef’âl ve Tevhid-i Esmâ mertebesinden işaretler var
demişti. Bu baba ve çocuğun bünyesinde bu hâdisenin
yaşantısı ve tecellisi oluşmuştu.
Defalarca bu mescidde namaz kıldığım halde mihrabın
üstünde ki âyet ilk defa dikkatimi çekti.
Berat gecesi sonrası Rasûlüllah efendimize ve şahsında
Müslümanlara gelmiş olan kıblenin değişim âyeti yazıyordu.
Fevellü Vecheke Şetral Mescidil Haram. (2/144)
Hemen yüzünü Mescid’ül Haram tarafına çevir.
93
95
Se… öğlen kahvaltı yapmak için börek almıştı. Kutunun
üzerinde SİNİ yazıyordu. Yola çıkmadan arabanın yanında
kalan börekleri Se… ile beraber yedik. Kutuyu çöpe
götürmek için aldım. Yanıma Se… de geldi. Tam karşımda
Mescid-i de görünce sabah gördüğüm zuhuratın ne olduğu
da ortaya çıktı.
Börek yukarıda yazılmıştı. Sini; Üzerinde yemek yenen
büyük tepsi demek. Kelime itibari ile YASİN ve SİNA yı da
çağrıştırmaktadır.
Üzerinde yemek yenen tepsi, sofra “Maide” dir.
Fenâfillâh mertebesidir. Efendi Babam zuhuratta Fenâfillâh,
“sekine” hâlinde beyaz örtünün yani Ulûhiyyet örtüsünün
altında yatmaktaydı.
“Sina dağına and olsun, Bu güvenli şehre (Mekke’ye)
and olsun.” (Tin/2-3) âyetlerine de işaret vardır.
“Haram” türkçe çöp ma’nâ’sına da gelmektedir. “Mescid”
ile “Haram” arasında ben ve ailem kalmış ve yüzüm eşime
yani Harem’ime doğru döndü. Efendi Babam zuhuratta
“ailene iyi bak” diye söylemişti. Bir şeyin zâtı da nefsidir.
Eslem yani “Selâm” beyaz arabamızın yani Uluhiyyet
örtüsü altında bulunmaktaydı.
İşte Efendi Babam dan, zuhuratta yansıyan, ve onun
ikramı olan, bu hal ile namazın da sadece, şekilden ibaret
olmadığıdır. Namazın bir hayat düsturu, ve yaşam tarzı
olduğu, ve kişinin tüm halini namaza dönüştürürse, her
anının namaz olacağı, ve tıpkı bu zâhir âleminden bâtın
âlemine göçerken namazdan âhirete geçeceği, ve orada
onu karşılayanın da Rabb’ül Âleminden başkası olmayacağını ve onun da bâtın-i ikram ile beklediğini bizlere
anlatmıştır…
Efendi Baba’mın “Siyah Örtü Neyi Örter Bilir misin”?
Şiirinden ilgili bölümleri…
Hüccac döner tam bir vecd ile,
Beyazlar giymiş kefenler ile,
94
96
Bu hale hayret eder Melekler bile,
Siyah örtü neyi örter bilirmisin?
Bir zaman ezan okunur durur tavaf,
Az sonra sakinleşir etraf,
Fevelü Vecheke Şetral Mescidil Haram,
Siyah örtü neyi örter bilirmisin?
Namazda bütün Kâbeye döner hacılar,
Kalmaz hatırda akraba dost ana bacılar,
Kendi varlıklarından yeni doğanlar,
Siyah örtü neyi örter bilir misin?
Sende gir o örtünün hemen içine,
Seyret alemi koy biçimden biçime,
Mahrem ol seni nefsinden çekene,
Siyah örtü neyi örter bilir misin?
Kâbededir İnsan hakikati vahdet sırrı,
Bu öyle bir duygu ki zahirden ayrı,
Nasıl açılır sırrı bundan gayrı,
Siyah örtü neyi örter bilir misin?
-------------“Heze min fazli Rabbi”.
Kaynaklar:
(5) “SALAT” - NECDET ARDIÇ – Gönülden Esintiler
(25) “Köle ve İncir Dosyası” - NECDET ARDIÇ – Bir Çok
Hikâye Bir Çok Yorum…
Mu… Ca…..
06-10-2014
Not: 6+10+20+14 = 50 (Tarihin sayısal toplamı)
(50) 50 Vakit Namaz… “Yazel Celâli Ve’l İkram.”
-------------------
95
97
Terzi Baba. (08/10/2014)
Hayırlı geceler Mu… oğlum. Hamdolsun bayramı güzel
geçirdik sayılır sizlerinde ailece güzel geşmiştir İnşeallah.
Geçmiş, geçmemiş, gelecek olan bütün zâhir ve bâtın
bayramlarınız mübarek olsun İnşeallah.
Gönderdiğin dosyanı indirdim okudum oldukça güzel
olmuş ellerine diline gönlüne sağlık, Epey bağlantılar
bulmuşsun. Uygun bir yere ilâve ederim. Cenâb-ı Hakk
daha nice açılımlar nasib eder İnşeallah.
Pazar günü bekliyoruz. Sana kızlarımıza selâmlar Nüket
Annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi Babanız.
------------------Mu… Ca….
(06/10/2014)
Nüket Anneciğim, Efendi Babacığım Bayramınız Mübarek
olsun.
Se…. ve Es.. Şu… kızlarınız da bayramınız tebrik ediyorlar. Selâmları vardır.
Nasip olursa (12) pazar günü görüşmek üzere İnşeAllah...
Ekli dosya da bir yazı mevcut. İzmir ziyareti ve Bayram
yoğunluğunuzdan göndermeyi biraz erteledik. Yoğunluğunuz hafiflemiştir. İnşeAllah
Nüket Annemiz ve Necdet
Muhabbetle ellerinden öperiz.
Babamızın
Hürmet
ve
-------------EUZÜ BİLLÂHİMİN EŞŞEYTANİRRACÎM BİSMİLLâHİRRAHMANİRRAHîM
(ŞAH DAMAR)
“Andolsun ki, insanı biz halk ettik, nefsinin onu ne ile
vesveselendirdiğini biliriz. Biz ona habl-i veridden (şah
damarından) yakınız. (50-Kaf/16)
96
98
191. Senin yârin senin heyben ve kesendir. Eğer
sen Ramin isen Vise’den başkasını arama.
“Râmîn” ile “Vise” bir âşık ile ma’şûkun adıdır. Râmin,
âşık, Vîse onun ma’şûkudur. Ferhad ile Şîrîn ve Leylâ ile
Mecnûn hikâyesi dillerde destan olduğu gibi, bunlar da
böyle meşhûrdur. Ya’nî “Tarik-ı Hak’ta senin yârin vücûdunun heybesi ve kalbinin kesesidir. Sen Râmîn gibi bir
âşık isen Vîse gibi olan ma’şûkunun gayrini arama! Zîrâ
senin kalbin ezelde Hakk’ın ayn-ı sâbitene olan tecelliyâtının
kesesidir. Ve bu vücûd-ı izâfın ve cismânîn dahi o kesenin
heybesi’dir; ve ayn-ı sâbiten mâdemki Hakk’ın ism-i İlâhîsinin mazharıdır ve isim, müsemmâ olan Hakk’ın gayri
değildir, binâenaleyh âfâkta aradığın sendedir ve Hak senin
hüviyetindir. Eğer âşık-ı hakîkî isen gayrın muhabbetinden
yakanı kurtar ve hakîkî ma'şûku ve Vîse’yi kendinde ara!”
Nitekim Yûnus Emre hazretleri buyururlar:
-----Dervişlik baştadır tacda değildir,
Kızdırmak oddadır sacda değildir,
Ararsan Mevlâ’yı kendinde ara,
Kudüs ’te Mekke'dehac’da değildir.
-------------Mısrî-i Niyâzî hazretleri de aynı ma’nâyı şöyle ifade
ederler:
Aradığın candadır, canda ve hem tendedir,
Bilir iken bendedir, çağırırım dost dost.
-------------192. Senin Vîse'n ve ma'şukun yine senin zâtındır
ve bu hârice mensûb olanlar bütün senin âfetlerindir.
Ey sâlik senin Vîse’n ve ma’şûkun yine senin
hakikatindir, zîrâ o ma’şûk-ı hakîkî, Kur’ân-ı Kerîm’de,
97
99
(Kâf,50/16) “Ben o kuluma şah damarından daha yakınım.”
buyurur. Binâenaleyh sana vâki’ olacak tecellî yine senden
ve senin hakikatinden gelir ve bu âfâkiler ve senin vücûdun
hâricine mensûb olanlar, bütün senin âfâtındır ve senin
hakikatine hicâbdırlar.
193. Hazm odur ki seni davet ettikleri vakit,
"Benim sarhoşum ve isteyicilerimdir," demeyesin.
Hazm ve ihtiyât odur ki, o âfakî ve hâricî olanlar seni
kendi taraflarına da’vet ettikleri vakit, sen onların
da’vetlerine ve iltifâtlarına aldanmayıp, bunlar benim
muhabbetimin sarhoşudurlar ve beni sever ve isterler,
demeyesin.
(Mesnevi-i Şerif Ahmed Avni Konuk Şerhi 5. Cild sayfa 77)
-------------Efendi Babam Mesnevi Şerif sohbetlerin de 5. Cild 192.
beyiti okurken şöyle bir soru soruyor. Soru şöyledir; Beyitte
geçen (Kâf sûresi 16. âyette) “Ben O kuluma şah damarından daha yakınım.” Bu yakınlığı buldunuz mu? Bulduysanız
nasıl bir yakınlıktır. (Terzi Baba)
192. beyit ile birlikte 191 ve 193. Beyitlerde burada
konuyla bir bağlantı ve bütünlük olması bakımından
yazılmıştır.
Fakir soruyu kayıtlardan dinlediği için yaklaşık 1-2 ay
önce bu soruya rastladım. Araya başka işler girince de bu
konu hakkında yazı yazma işi ertelenmiş oldu. Hikmeti de
işin sonuna doğru görülen zuhurat ile anlaşılmış oldu diye
düşünüyorum. Bu soruyu yanıtlamak gerçekten zor
gözüküyor. Çünkü âyetin başında Cenâb-ı Rabb’ül âlemin
“Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz” diyor. Onun
için nefsimin vesvesesine düşmekten, hayal ve vehim olan
şeyler yazmaktan, yine Cenâb-ı Rabb’ül âlemine sığınır. Bu
konu hakkında irfaniyet ve idrak genişliği niyaz ederim.
“Şah Damar’ın” geçtiği âyet (50/16) dır. Sayısal değeri;
98
100
50+16= 66
6+6= 12
(12) Hakikat-i Muhammed-i – “İnsân-ı Kâmil” (Kâmil
İnsân)
(6) İmân mertebeleri,
(6) Altı yöndür.
(12) Efendi Babam son günlerde sürekli olarak ma-illere
verdiği cevapta Kurban bayramı ziyareti için ailece hep
beraber 12 Ekim gününü işaret ederek bekliyorum diye
yazmakta ve ayın (12) si diye bildirmektedir. Defalarca bu
tekrarın olmasından dolayı bu davetin ve rakkamında
burayla bağlantısı olduğu düşünülebilir.
12. dersimiz “İnsân-ı Kâmil” (Kâmil İnsân) dır. Öncelikle
İlmi olarak, yapılan eğitim ile, İnsân-ı Kâmil-i kendi
bünyesinde bulup, yani bu âlemin Hakikat-i Muhammediye
den başka bir şey olmadığını anlayıp, kendinin de onun bir
cüzü olduğunu idrak edip, İlm-i olarak Kâmil olmaktır.
Önce bu sayısal değere bakınca bunu yakîn olarak
düşünmüştüm. Âyeti inceleyince Âkreb yani kurb olduğunu
gördüm. Peki yakîn ile kurb arasında ne fark vardır? Ne
bağlantı vardır?
Yakîn hâli birlikte bulunma hâlidir. Aslında iki şey
birlikte bulunur. İki şey yok, tek olan vardır. İlmi Yakînlikte,
ilmin mürşidin ilminde fâni ve yok edilmesi gereklidir ki,
kalan sadece mürşidin ilmi olsun. Ayn’i yakînlikte, mürşidin
bünyesinde bulunan Rasûlün Rasûllüğünde fâni olunsun ki
Fenâ firrasûl hâli vuku bulsun. Hakk’el Yakîn’likte ise
Mürşidin bünyesinde bulunan Hakk’ta fâni olunsun ve Bekâ
hâlinde bekâ olunsun ki Hakk’el yakîn’lik bulunsun.
Kurb’i yakınlıkta ise yakın olunan ve yakın olan vardır.
İşte bunun ortadan kalkması için “Şah Damar” ının kesilip
Nefsi Emmâre’nin gerçek ma’nâ da Kurb’ân edilmesi gerekir. Bunu derviş yapamaz ancak mürşid kestirir.
99
101
“Şah Damar” vücûtta yüze ve beyne giden olmak
üzere iki tanedir. Yüz, vech, Cemâl dir. Aynı zamanda yüz
Fâtiha’dır. Beyn ise aklın ilmin olduğu yerdir. Bu yakınlık
Esmâ-i ve Zâti olan bir yakınlık olduğu da anlaşılıyor…
Kan nereden pompalanmaktadır?. Kalpten yani gönül ve
Kürsinin olduğu yerden pompalanmaktadır. “Şah damar”
ından gelip beyne ve yüze yani baş bölgesi olan Arşa
ulaşmaktadır. Kalpte yani gönülde vehim ve hayal olursa
hayal ve vehim ulaşmakta, Hakk ve Hakikat olursa, Hakk
ve Hakikat bilgileri ulaşmaktadır.
ُ‫أ َﻗْﺮَب‬
Elif: 1, Kaf: 100, Re: 200, Be: 2,
1+100+200+2= 303
3+3=6
(6) İmân mertebeleri…
(33) Mescid-i Nebevide ki ilk direk sayısı ve Esmâ ve
Sıfat mertebesine işarettir.
Âkreb, kurb şeklinde olan bir yakınlıktır. Kevser
sûresinde “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” âyetin de
bu yakınlığa işaret vardır.
Elif: Ahadiyet, Kaf: Kudret, Re: Rahmâniyyet–Rububiyyet, Be: Risâlet, Birliktelik,
Ahadiyyetin Kudret ile Aklı küll ve Nefsi Küll birlikteliği
ile Ef’âl âlemini meydana getirmesi olarak düşünülebilir…
İmân mertebelerini Terzi Baba’mın Vahiy ve Cebrâil
kitabından özetle, inceleyecek olursak,
İ M ÂN
İmân; dini kitaplarımızda çok geniş şekilde izah edilmiştir. İmân, özet olarak; Allah’ı ve gönderdiklerini “dil ile
IKRAR, kalb ile tasdik etmektir,” diye belirtilmiştir.
100
102
Şuhûdi İmân Mertebeleri
Biz “imân”ı dört şuhûd mertebesi içerisinde incelemeye
çalışacağız.
1 – Ef’âl = Şeriat mertebesi imânı:
Kûr’ân-ı Keriym Âl-i İmrân sûresi 3/193 âyetinde,




“Rabbenâ innenâ semignâ münâdiyen yünâdiy
lil imâni en âminu birabbiküm feâmennâ
rabbenâ fağfirlena zünubenâ ve keffir
annâ seyyiatinâ ve teveffenâ meâl ebrar”
Meâlen :
“rabbimiz bizler için günahlarımızı bağışla bizden
(çıkmış) kötülüklerimizi ört ve bizi iyilerle öldür.”
Bu anlayış saf, temiz bir muhabbetle yapılan “şeriat”
mertebesi imânıdır.
2 – Esma = Tarikat mertebesi imânı:
Kûr’ân-ı Keriym Bakara sûresi 2/3 - 4 âyetinde;


101
103


“elleziyne yu’minune bilğaybi ve yükıymunessalâte
ve mimma rezaknahüm yünfikune” (3)
“velleziyne yu’minune bima ünzile ileyke
ve ma ünzile min kablike
ve bil ahiretihüm yukinune”(4)
Meâlen :
“Onlar ki, gaybe (görünmeyene) inanırlar ve na-mazı
kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de
infak ederler.” (3)
“onlar sana indirilene de senden önceki indiril-mişlere
de inanırlar ve onlar ahireti de yakıynen tanırlar.” (4)
Bu yaşantı “ilmel yakıyn” hali ile “esmâ mertebesi”
imânıdır.
3 – Sıfat = Hakikat mertebesi imânı:
Kûr’ân-ı Keriym Meryem sûresi 19/96 âyetinde;


innelleziyne âmenu ve amilussalihati
seyec’alü lehumürrahmânü vüdden
Meâlen :
“Muhakkak ki imân edip salih amel işleyenleri rahmân
sevgili kılar.”
Bu yaşantı “aynel yakıyn” hali ile “sıfat mertebesi”
102
104
imânıdır.
4 – Zât = Marifet mertebesi imânı:
Kûr’ân-ı Keriym Bakara sûresi 2/285 âyetinde,


 
“amenerrasûlü bima ünzile ileyhi min rabbihî
vel mu’minune küllün amene
billâhi ve melâiketihî ve kütübihî verrüsülihî”
Meâlen :
“O elçi rabbinden kendisine indirilene inandı, mü’minler
de hepsi
Allah’a ve meleklerine
inandı.”
ve kitaplarına ve elçilerine
“amenerrasûlü” “Rasûl imân etti.”
Buraya ulaşmak, daha evvelce belirtilen mertebelerden
geçip yükselmekle olur. Bu yaşantı “hakk-el yakıyn” hali
ile “zât mertebesi” imânı, diğer ifadeyle “ikân yakıyn”
halidir.
Bu yazının hacmini aşmaması için kısa bilgi şeklinde
alınan imân mertebelerinin geniş açıklaması için (11)Vahiy
ve Cebrâil kitabına müracaat edilebilir.
Âkreb ile yakın halinin idrak ve fehim ile meratibleri
geçerek ulaşılacak olan zat mertebesi imânı ve bunun
sonucunda idraken likâ hali olacağı açıktır. Tamamen bir
yakîn ve likâ hali bu dünyada oluşacak bir hadise değildir.
Bu ancak ahret yaşantısında oluşur.
103
105
Şah damarı âyetinde geçen halâknâ (halkiyet) ve kurb
yani yakınlık perdesi ile bu bağlamdaki bilgileri “Vahiy ve
Cebrâil” kitabında geniş manâda değinilmiştir.
“Dur Rabbin namaz da”
Efendimizin şahsın da fiili boyutta değil, ma’nâ’sal
boyutta Allah’ın namaz kılması ve bireysel boyutta bağlı
bulunan Esmâ-i İlâhiyyenin yani kişinin Rabb-i Hasının
namaz kılması vardır. Burada vekâleten Rabbi namaz
kılmakta ve kul kılamamaktadır. Bu mutlak bir hadise değil
ve geçici bir hadisedir…
Aynı şekilde “yaratma” kelimesi Aşk kamusunda/
kitabında bulunmamakta ve yerine “zuhur ve tecelli”
bulunmaktadır. Hayali şeriat ve tarikat mertebesinde
kullanımı mazurdur. Anlaşılacağı üzerede bir hayal perdesi
dir.
İşte yukarda verilen bilgiler ışığında hayali imânın
şuhûdi imâna dönüşmesi ve kurb halinin yakîn haline
dönüşmesi ile “Şah damar”ından yakınım hadisesi
anlaşılabilir diye düşünüyorum…
Bu soruya cevap vermek yani bu yakınlığı nasıl
buldunuz bir iddia ve ben de şu hal bu hal var demek yani
benlik olacağından bu konuda susmak daha doğru
olacaktır.
Yalnız ailece son Bursa ziyaretimde bu âyet ile ilgili
zuhurat-müşahade-yaşantı ve neşeyi aktarmak doğru
olacaktır.
Bu ziyaretten önce
aktarmakta fayda vardır.
bir
zuhuratın
ilgili
bölümünü
-------------24-08-2014
Şaşkınlıkla Efendi Babamın boynuna sarılıyorum, Efendi
Babam da benim boynuma sarılıyor. “Bir tanemsin,
canımsın, canımın içisin, Sultanım” diyorum. Hiç bu
104
106
kadar mutlu olmadığımı düşünüyorum.
Zuhuratın görüldüğü tarih sayısal toplamı,
24+8+20+14= 66
Şah damar âyetide; 50/16, 50+16= 66
Bir tanemsin, Bir tenimsin Ef’âl mertesi imânına…
Canımsın, Esmâ mertebesine, Esmâ mertebesi İmânı
Ayn’el Yakîn…
Canımın içisin, Sıfat mertebesi İmânı Ayn’el Yakîn…
Sultanım, Zat mertebesi İmânı,
İkândır, diyebilirim.
Hakk’el Yakîn ve
Bursa ziyaretimizde 13-14-15 Eylül de olmuştu. Bu üç
günde Alış-Veriş için gittiğimiz Koza Hanın ile, alt geçitlerin
bulunduğu
mağazalar
arasında
otururken,
gününü
hatırlamadığım bir günde bir hanım tam yanımda elimde
beyaz kağıt bir torba ile belirdi. Bu poşetin üstünde ilginç
bir şekilde “ŞAH DAMAR” yazıyordu. Peki niye burada bu
“ŞAH DAMAR” ile alâkalı ilim torbası müşahade edilmişti.
Bu da “Koza” daki hikmetten ileri geliyor. Koza; İpek
böceğinin kelebek olmak için ördüğü kozasıdır. (Mesnevi-i
Şerifte bu konu ile alâkalı beyitlerde Kese-Heybeden
bahsedilmekteydi). İçinden çıkmadan kaynar suya atılıp
ipek elde edilmektedir.
Kaf sûresi 16. Âyetin başında “And olsun biz insanı halk
ettik. Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz.” İnsan
halk edildikten sonra İpek böceğine benzemektedir.
Şeytan’ın yani Nefsi Emmâre ve Nefsi Levvâmenin, vermiş
olduğu bu hayal ve vehim kozasını delip çıkamaz, ve
Hakikate kanat çırpamaz, ise bu perde Şah Damar’ından
yakın olan Rabbine ulaşmasın da en büyük perde olacaktır.
İşte üç gün, Koza Han’a gidilmesinin sebebinin (3) İlm’el,
Ayn’el, Hakk’el Yakîn perdelerinin ortadan kalması olarak
düşünülebilir. Bu üç gün boyunca ailece (12.) derse geçiş
ile alâkalı müşahade ve yaşantı olması da bunu
desteklemektedir. Bunun ne olduğunu yazmak uygun
105
107
olmadığı için yazamıyoruz. Bu da 139 (13 Hz. Muhammedin
Şifre Sayısı) numarada ki Hacı Şeriften gelmişti…
Kur’an- Kerime lâfzi olarak şeytandan Allah’a sığınmak
ile başlamaktayız. Yani; “Eüzubillâhiminişşeytânirracîm”
sözü ile başlanılmaktadır. Yine bitirirken yani hatim ederken
Nâs (İnsân) sûresi ile bir şeytandan sığınma vardır.
114-NAS:
1 - De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
2 - İnsanların hükümdârına,
3 - İnsanların ilâhına,
4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden.
5 - O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.
6 - Gerek cinlerden, gerek insanlardan.
Görüldüğü gibi (50/16) “Şah Damarı” âyetinin baş
tarafında bulunan “Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini
biliriz.” Nâs sûresinde, yani insanın sûretinde açığa
çıkmaktadır. İnsanın sûreti yani Ef’âl’i ve Nefsi Emmâresi,
Levvâmesi, Mülhimesi şeytandan başka bir şey değildir.
Yalnız şeytanın ağırlığı nefsi mülhimeye doğru hafiflemekte
dir. Peygamber efendimiz “Ben şeytanımı Müslüman ettim”
dediği gibi bizde onun ümmeti olarak bu hisseden pay
alabilir isek, bu kısmı geçmiş olur ve vesveseden, bize şah
damar’ından yakın olan, Rabbimize ulaşmış oluruz.
İnşeAllah…
Bursa’da gittiğimiz ilk gün şöyle bir müşahademiz
olmuştu. Ailem ile arabamız park ettiğimiz yokuşu çıkmaya
başladığımız yolun başında “KADİR TERZİOĞLU” saç
bakım merkezi ilgimi ekmişti. Terzioğlu ismi Efendi Babam
tarafından tasdik ile fakire verilmişti. Kadir ismini de
yaklaşık 2 senedir Rabbi hasım olduğu yönünde zuhurat ve
müşahadelerim olmaktaydı. Binanın yanına dönünce 13
numarayı da görünce Cenâb-ı Hakk tarafından bunun bir
tasdik olduğunu anladım. Bunu aktarmakta ki gayem Nâs
106
108
sûresi başında geçen “İnsânların Rabbi” genel ma’nâ da
Rabb’ül Âlemin olan, Allah olmakla beraber, hususi (özel)
ma’nâ da geçen, sîne ve vesvese ile bunun “Rabb-i Hass”
ile alâkalı olduğu anlaşılıyor, diye düşünüyorum. Zâten kişi
hayali Rabbi ile yaşıyor ise, bu vesveseden başka bir şey
değildir. Cem’den önce ki fark âleminde yaşıyordur.
“Cem’ül Cem’ül Cem ile Feth olundu ebbabı Hüda/hüda
kapıları” dendiği gibi, Koza-Vesvese kapısının da, bu
Cemleri birleyip Rabb-i Hass ile feth etmek yani açmak
gerekir. Esmâ-i ilâhiyyenin özellikleri farklı olduğundan bu
açılımlarda farklı olacaktır.
Koza Han’ın, Han burada alışveriş veya konaklama
olarak
kullanılmaktadır.
Han,
Şah
ma’nâsına
da
kullanılmaktadır. Yani burada Şah da vardır. Aslında biraz
yakınında olan Ulu Camiinin ma’nâsı’na bakınca bunu
görmemek mümkün değildir.
Ulu= Ulûhiyet = İlâhlık = İnsanların İlâhı Allah =
İnsanların tamamı bir insandan başka bir şey değildir, oda
Hakikat-i Muhammediyyedir.
Camii ise bu mertebenin cem olma toplanma yeridir.
Bize daha net bilgi vermesi için “Habli’l Veriyd” Şah
Damar’ın sayısal değerine bakmaya alışalım;
ِ‫ﺣَ ﺒْﻞِ اﻟْﻮَ ِرﯾﺪ‬
Ha: 8, Be: 2, Lam: 30 Elif:1, Lam: 30, Rı: 200, Ye: 10,
Dal:4
8+2+30+1+30+200+10+4= 285
8+5= 13 (Hazreti Muhammed’in Şifre Rakkamı)
2 ise Zâhir ve Bâtını İfade etmektedir.
Bulduğumuz
edersek,
toplama
âyet
sayısal
değerini
285+66 = 351 toplamı 9 ile Rububiyyet mertebesi,
107
109
ilâve
ve içinde bu sayı tersten 13 ve 53 sayılarını barındırmaktadır. Ahad olan Ahmed ve 53 Terzi Baba’ma ait yolumuz
dan verilmiş şifre sayısıdır.
13 ve 53 toplandığı zaman 13+53= 66 sayısı ile âyet
sayısal değerini vermesi de ilginçtir.
Yakınlık yani akreb’te ilâve edilirse;
351+303= 654
(6) İmân mertebeleri,
(54) Kamer
halifeliğidir..
Sûresi
ve 53
nolu
pirlik makamının
Kamer sûresinde Âyın yarılması hadisesi vardır. Bu
yarılma ile (11) Hz. Muhammed mertebesi (12) Hakikat-i
Muhammediye
mertebesine
dönüşür,
âyet
sayısal
değerimizde 12 idi.
(54) Hilâfet makamında olanların bu Şah damarından
yakınlığın (53) Piriyyet makâmında bulması, ve Yakîn
mertebelerini, bir bir geçerek, İkân ve Likâ hallerine ulaşılabileceği olarak düşünülebilir. Bu mutlak bir durum değil
hususi yolumuzu ilgilendiren bir durumdur.
Yazımızın Şah Damarı sorusunun sorulduğu beyt ile, ve
bunun ile, bağlantısının olduğunu düşündüğüm, zuhurat ile
bitirelim.
Senin Vîse'n ve ma'şukun yine senin zâtındır ve
bu hârice mensûb olanlar bütün senin âfetlerindir.
İstanbul’a döneceğimiz günün sabahı otelde şöyle bir
zuhurat vaki oldu.
Efendi Babam beyaz bir çarşafın altında uzanmış
yatıyordu. Sağ tarafında fakir ve karşısında eşim Se… ve
Kızım duruyordu. Vasiyet ederek, “Ailene iyi bak” dedi.
Yüzümü onlar tarafına çevirdim. Daha sonra Efendi
Baba’ma baktığımda yüzü de örtülmüş ve emri Hakk vaki
olduğu halde “İkram” dedi.
108
110
Bu zuhuratın farklı ma’nâları olmak ile beraber“Yakînlik”
üzerinden bakarsak.
Yukarda yazılan ilk zuhuratta Efendi Babam – Mürşidim,
bünyesinde İslâm-İmân-İhsân-İkân vardır. Bu zuhuratta
Îkân’ın Vechullaha yani Likâ’ya dönüşmesi haline işaret
vardır. Mürşidin aradan çıkması ve Nefsi Küll olan Vise’nin
Vechini işaret etmesi ve Hakikat’ın orada olduğunu
bildirmesi olarak düşünülebilir.
Başta âyet sayısal değeri verilmişti… (12) Hakikat-i
Muhammedidir. Zuhuratta Efendi Babam’ın beyaz çarşaf
altında olması Uluhiyet-Hakikat-i Muhammediye mertebesine işaret olarak düşünülebilir.
--------Gerçek kimliğin ortaya çıkınca,
Zâhir, bâtın, evvel, âhir bir olunca,
Bütün âlemde kendini bulunca,
İşte o zaman, o zaman işte,
kendine, zâtına, özüne,
Rahmân’a benzersin.
N.A.
Kaynaklar:
(1) Mesnevi-i Şerif, Ahmed Avni Konuk Şerhi.
(2) (11) Vahiy ve Cebrâil, Gönülden Esintiler,
Necdet ARDIÇ
Heze Min Fazli Rabbi…
17-10-2014
Mu... Ca....
------------------109
111
Terzi Baba. (02/11/2014)
Aleyküm selâm. Hayırlı akşamlar Er… oğlum gönderdiğin
dosyayı aldım, güzel olmuş eline diline gönlüne sağlık,
Cenâb-ı Hakk feyiz kapılarını daha çok açsın, yazını uygun
bir yerde değerlendireceğım İnşeallah. Sana Nu… kızımıza
Annene de selâmlar Nüket Annenin de selâmları vardır.
Hoşça kalın Efendi, Babanız.
------------------Er…. Ay….
(31/10/2014)
Efendi Babacığım selâmun aleyküm
Babacığım Allah'ın lutfu ve sizin himmetinizle "NECDET
Risâlesini" âcizane ekte gönderiyorum.
Ellerinizden öperim. Terzi Oğlu.
--------------
NECDET RİSÂLESİ
ِ‫اﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّٰﮫِ اﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ اﻟﺮَّﺣِﯿﻢ‬
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Bu risâle ; Canımızın canânı, gönlümüzün sultânı,
Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s)
Hazretlerine ithaf olunur. Bu risâle, Necid çöllerindeki âcizin
NECDET’te ki Necat’ıdır.
(‫) ﻧﺟدت‬
NECDET
: Kahramanlık , yiğitlik, şecaat, kuvvetli
sözlük anlamlarına gelir. Necdet Arapça Necid kelimesinden
türetilmiştir.
110
112
Necid : Arapça bir kelime olup Kahraman, bahadır,
Suudi Arabistan’ın kuzeyinde bulunan bir yerin adıdır.
-------------Yâ Rasûl...
Şu halime bak
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya NECDET imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İradem olduğu gündür senin iradene râm,
Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.
Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,
Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.
Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı Hecrine katlandım otuzaltı senedir,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya NECDET
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....
-------------Mehmet Akif Ersoy’un Necid çöllerinde isimli şiirini kendi
halimi anlatacak şekilde Efendi Babacığım için kendimce
derledim.
Necid çöllerini geçip NECDET’te Can bulanlar için Efendi
Babacığımın Necdet Divanından Can şiiri.
111
113
CAN
Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can,
Bütün âlem oldu Can, Canla kaldık Canla Can,
Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can,
Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can.
-------------Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç,
Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç,
Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç,
Sûreti İnsân da kalma sıreti İnsân'ı seç.
-------------Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda,
Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla,
Yoktur Candan gayrı âlemde dost aslâ ve aslâ,
Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha.
-------------Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla,
Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla,
Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla,
Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla.
-------------Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler,
Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler,
Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller,
Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sûreler.
--------------
(‫) ﻧﺠﺪت‬
Şimdi NECDET
ismini oluşturan Arapça
harflerin kendi başına anlamları, ve harekeleriyle, ve yan
yana geldiklerinde, nasıl bir anlam oluşturduklarını incelemeye çalışacağız inşeAllah.
112
114
Salât ve Selâm Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)’in
üzerine olsun.
Pirlerimizin Himmetiyle
Gayret bizden Tevfik Allah’tan.
NECDET NUN’U
NUN
(‫)ن‬
(‫)ن‬:
Varlık Nun’unun noktası delâlet eder.
Bir hakikat olarak mabuduna.
Onun varlığı mabudun cömertliğinden ve bereketindendir.
Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir.
Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak.
Bulunmayan yönünü öğrenirsin. (İbn Arabi)
NUN ( ‫) ن‬
maddeleri ve
yerleştirilmiştir.
konusu tümellik
; Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin
fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a
O insanın görünen tümelliğidir ve söz
bu nedenle ortaya çıkmıştır.
Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin
sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav”
“Nun” harfleri gibi.
“Kaf” harfi “Nun” harfiyle irtibatlandırılmıştır. Çünkü
“Nun” harfinin sayısal değeri ellidir ve ellinin onda biri beştir
o da “He” dir. Elli namazın derecesini koruyan beş vakit
namaz gibi. Buhari’de şöyle deniyor; “Namazlar beştir ve
elli namaz değerindedir. Benim katımda söz değiştirilmez.”
Bu açıdan beş ellinin aynısıdır.
“Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav –
Nun) (‫ )ﻧﻮن‬arasında bir perde işlevini görür. NUN ( ‫) ن‬
harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder,
tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin
görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir.
Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismanidir, diğer
113
115
yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı
her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu
gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır.
Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu
yüzden idrak edemiyoruz. Aynı şekilde tabiat âlemi ve
karanlıkları olarak zuhur eden halk edilişimizde öyle, halk
ediliş küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar âlemini idrak
etmemiz perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini
görebiliriz. Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan
“Nun” dan maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise
gaibdir ve bu zâhir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da
ruhani varlıklar ortaya çıkmışlardır. Şu halde cismani bir
anlamdan zuhur ederken, ruhani ise anlamın anlamından
zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki (‫“ )ﻧﻮن‬Vav” bağışları bir
yarısından alır, diğer cismani yarısına ilka eder. Bu
ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani “Nun” la bitişmiştir.
(‫) ﻧﻮ‬
cismâni “Nun” la değil. “Vav” harfi yazıda
kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden sonraki harfle
birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları ruhani “Nun” dan
alması birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk mahiyetinde bir
almadır. Cismâni “Nun” a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma,
duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte bu Cebrâili makamdır.
Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi.
Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem.
İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli)
Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir ; bilgi ve amel.
Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir ; amel
özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler
ondan meydana gelmiştir.
“Vav” ilka esnasında yazı aleminin kalemidir. Bu diğer
“Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler,
olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması
hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören
biri açısından icmali bir surettir, ona bakan biri ötesinde ne
114
116
olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer
bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu
tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda
mücmel olan şeyleri satır satır yazıya döker. Böylece
dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı
kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka
edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler
kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka
gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı,
tafsilâtlı olarak bilinir.
-------------NECDET’in “Nun” gemisinde kendilerini gark edenler.
Onun, cisim “Nun” unda, ruhani “Nun” unu görenler. Tabiat
ve nefsi emmâre karanlığından kurtulup “Nun” gemisinde
Zati seyre yelken açarlar. Bu seyir kişinin gerçek
hüviyetidir. Çünkü Hüviyet “He” si sayısal değeri beş, “Nun”
un ellidir. Yazının başında ifade ettiğimiz Hadis’te “Namazlar
beştir (He) ve elli (Nun) namaz değerindedir.” Yani “Nun”
(50), hüviyet “He” (5) sinide içinde barındırır.
NECDET’İN “Nun” undaki risâlet hakikatiyle ilgili;
‫اﺣد‬
ٌِ ‫إِﻟَﻬْﻛُم إِﻟَﻪٌ َو‬
ُ ‫إِﻟَﻲ أََﻧﱠﻣﺎ‬
‫ﯾُوﺣﻰ ﱠ‬
َ ‫ْﻠُﻛُم‬
ْ ‫َﺷَر ﱢﻣﺛ‬
ٌ‫إِﻧﱠﻣﺎ أَﻧَﺎ ﺑ‬
َ ‫ﻗ ُْل‬
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor
ki, sizin ilâhınız ancak bir ilâhtır. “ (Kehf 18/110)
“Nun” un bir başka yönüde “Nun” lafzının bir tek vücutta
zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü
ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret
eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın
benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sakin
dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden
ikinci “N”ye destek olur.
“Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lafzıdır.
Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf”
115
117
(‫) ق‬
harfinin delâlet
ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun”
undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan,
kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir.
‫ون‬
َ ‫طُر‬
ُ ‫ﯾَﺳ‬
ْ ‫َﻠَم َ َوﻣﺎ‬
ِ ‫ن َواﻟْﻘ‬
“Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki”
(Kalem 68/1-2)
Nun” un, Nokta’da gizlenmiş ikinci yarımı
bize
görünmeyen batınıdır. “Nun” harfinin bize görünen kısmının
sayısal değeri 50’dir. İki “Nun” yani görünen (zahir) ve
görünmeyen (Bâtın) yönlerini birleştirirsek “Nun” un dairesi
tamamlanır. “Nun” un cisim çanağının üstünde daire
görünür, “Nun” daki bâtınını işaret eden tek nokta dairenin
tamamlanmasıyla zâhir ve bâtın simgesi olarak dairenin
üzerinde yer alır. Harflerin üzerindeki noktalar bilgiyi işaret
eder. Böylece “Nun” un tamamlanmasıyla ( ‫“ ) ق‬KAF”
harfi meydana gelir. İki “Nun” un sayısal değeri 50 + 50 =
100 olur ki o da “Kaf” olur. “Kaf”, “Nun” dur. Yani “Kün”
lâfzında “Nun” varlığa yine Kendinden, kendiyle, kendi
çıkar.
NECDET NUN (‫ )ن‬unun, En-Nur olarak zuhura
çıkması; Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin
zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır,
nefislerini idrak edip rablerini bilirler.
( َ‫ ) ن‬NE
NECDET’te ki “Nun”, fetha harekesiyle, yani kendindeki
varlık nurunu açmaya başlamış ve tafsile çıkmıştır. Her
fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. Sükûn halindeki
“Nun”, “Elif” te ki Zâti özelliklerle varlığa sirayet etmiştir.
“Nun” da ki El-Aliym ismi fethayla El-Kadiyr ismiyle kudret
kazanıp kendindeki ilmi aşikâr etmiştir. El-Aliym isminden
yed (el) ile yani El-Kadiyr ismiyle kudret ve kuvvet ile EnNur ismi ilmi varlıkları zuhura çıkarmıştır. Tıpkı güneş gibi.
116
118
Güneşin ışığıyla eşyanın görülmesi mümkün olur, ama
kendisi görülemez. Güneşin nuru yeri aydınlattığı gibi
NECDET'in nuruda yani ilmide beden karanlığındaki ruhu
aydınlatır ve beden yeniden hayat bulur.
( ْ‫ ) ﻧَﺞ‬NEC
NECDET’te ki “Cim”
( ‫“ ) ﺟ ج‬Cim” ;
Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir.
İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine (İbn Arabi)
“Cim” ( ‫ ) ﺟ ج‬ferdani makamların ilkidir. Nedeni “Cim”
harfinin sayısal değeri üç’tür. Tek sayıların ilki üç’tür.
“Dereceleri yükselten” isminin zuhurunun kemali ancak
bütün dereceleri “Cami” huzurda tamamlanır. Öyle ki bu
dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekamül
içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden
“El-Cami” nin zuhurunu gerektirir.
Bu ismin mazharıda insandır. En kâmil tecelli yeri ise
Efendimiz Hz. Muhammed’dir (S.a.v). İnsan için vücudi
ferdiyet, Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v) içinde insani
ferdiyet söz konusudur. Çünkü asıl itibariyle Kâmil insan
odur. Onun dışındaki kâmiller onun mazharlarıdırlar.
Efendi babacığımız sultanımız Hacı Necdet Ardıç Uşşaki
(k.s.), isminin terkibinde yer alan (Cim) harfi nedeniyle
onlardan biridir, ferdiyet makamının El-Cami isminin ender
zuhur mahallerindendir. İnsani ferdiyetin mazharları vardır.
Bunlardan biri Allah’ın sadece Onu kendi elleriyle ve kendi
sûretinde halk etmiş olmasıdır. Yine göklerin, yerin ve
dağların yüklenmekten kaçındıkları emânetin sadece ona
yüklenmesi de insani ferdiyetin mazharlarından biridir.
Bir diğeri sadece Onun büyük hilâfete sahip kılınmasıdır.
En büyük Zat isminin (Allah) sırrına sahip kılınması da bu
mazhariyetin bir göstergesidir. Yalnız insan, hem Hakk’ın
hem halkın sûretini üzerinde taşır. Bütün isimler sadece
insana öğretilmiştir. El-Cami ismi Allah’tır. Bu yüzden yüce
Allah Âdem’in bedeninin hayatında iki elini cem etmiştir.
117
119
“İki elimle halk ettiğim…” El (yed) kuvvet anlamına gelir.
Allah; “Güçlü kuvvetli Davud…” (Sad 38/17) buyurmuştur.
Yani kuvvet sahibi. “Yed” (El) kelimesinin çoğulu “Eyd”
kuvvet anlamındadır.
Allah bu insani hayatın kemalini irade edince onun için
iki elini cem etti ve ona âlemin bütün hakikatlerini verdi.
Bütün isimler aracılığıyla ona tecelli etti. Böylece hem ilâhi
sûrete hem de kevni sûrete haiz oldu. Onu âlemin ruhu
kıldı. İnsan bu Cami isme sahip olduğundan Zâtı itibariyle
iki huzura da kabildir. Bu yüzden hilâfet ve âlemin tedbir ve
tafsili yetkisi onun için sahihtir. Biz burada İnsân-ı
Kamil’den yani “NEC” ( ْ‫ ) ﻧَﺞ‬oluşumuna haiz Efendi
babacığım NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) dan bahsediyoruz. O,
Allah’ın halk ettiği olup, halk ettikleri için Allah’ın gölgesidir.
Bu yüzden Halife’dir.
NECDET’te ki “Cim”
( ‫ ) ﺟ ج‬harfinin başka bir özelliği de;
“Cim” harfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle El-Celâl
ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan El-Cami
isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemal makamında
birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama tecelli eden
cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce Allah Yusuf’a
(a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur sayesinde
misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi. Hayal en
büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder.
“NEC” ( ْ‫ ) ﻧَﺞ‬oluşumunda “Cim” harekesiz hareketsiz
mutlak sükûnda kalmıştır. Ahmedi Ahadi kemal ve Yusufi
makamda ki güzellik kemâli, El-Cami isminin zuhur mahalli
olması dolayısıyla toplayıcılığından harekete geçmeyip
kendinde kendiyle sükûnda kalmıştır. “NEC” ( ْ‫ ) ﻧَﺞ‬makamı
Cemâlin, Celâlin,Kemâlin toplandığı (Cami) halifelik
makamıdır.
(‫) ﻧﺟد‬
NECD
118
120
“NECD” Arapçada yüksek yol, rehber, yardım etmek,
gâlip gelmek gibi anlamlara gelir.
“NEC” makamıyla sükûndaki kemâlâtında gark olmuş
halifelik makamı yani Ahmedi Ahadi kemâl, kendindeki
mevcut potansiyelin seyri için “Dal” (‫ ) د‬harfine tenezzül
etmiştir. Bu makam buraya kadar kendinde mevcut olan
mertebelerin oluşumların “Dal” aynasına yansıtılarak seyre
çıkmasıdır. (NECD)
Şimdi “Dal” harfiyle ve NECDET’te ki “NECD” makamıyla
ilgili oluşumu incelemeye çalışalım;
“Dal”
(‫) د‬
Dal oluş âlemindendir ki, oluş âlemi
Oluştan intikal etmiştir; ne hakikati ne eseri vardır
Hakikatleri her göz sahibinin göremeyeceği kadar yücedir
Beşerin ulaşmasından onu tenzih ederim
Onda devam vardır; Hakkın cömertliği ise onun menzilidir
Çiftler ondadır, âyetler ve sûreler ondadır.
(İbn Arabi)
Kabzedilen için belli bir sınır koyan El-Kabid ismidir.
Dolayısıyla El-Kabid ismi sınırları belirleyen ve mertebelerin
ayrışmasını sağlayandır. Çünkü her şeyin ve her mertebenin, onu sınırları içinde tutup belirginleşip ayrışmasını sağlayan kayıtları vardır. Yani El-Kabid ismi El-Mübin isminin
zuhurunu
gerektirir.
Birbirlerinden
ayrışan
eşyanın
hakikatleri ise El-Mübin ismiyle açıklığa kavuşur. Bu aynı
zamanda El-Metin isminin de zuhurunu gerektirir. Çünkü
açıklık
metinliğin
(sağlamlığın)
mazharlarındandır.
Sağlamlık, metanet olmadan kabzetmenin bir anlamı olmaz.
Diğer bir ifadeyle eğer kabzeden sağlam olmasa kabzedilen
şeyin kabzada baki olması söz konusu olmaz. Bu mertebe
El-Metin isminindir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur;
119
121
“ َ‫”واﻟﺳﱠ ﻣَﺎء َﺑ َﻧ ْﯾﻧَﺎھﺑَﺎ ِﺄ َ ْﯾ ٍد َوإ ِ ﻧﱠﺎ ﻟ َﻣُوﺳِ ﻌُون‬
َ
“Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette
genişleticiyiz.” (Zariyat 51/47)
Bu âyette geçen “Eyd” kelimesi kuvvet anlamındadır. Yine
“ ٌ‫اﻷ ْﯾ ِدإ ِ ﱠﻧ ُﮫأ ﱠَواب‬
َ ْ ‫”اﺻْ ﺑ ِرْ ﻋَ ﻠ َﻰ ﻣَﺎﯾَﻘ ُوﻟ ُونَ َو ْاذﻛُرْ ﻋَ ﺑْدَ ﻧَﺎ دَ اوُ ودَ ذَ ا‬
“ Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet
sahibi zatı hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi.” (Sad 38/17)
Görüldüğü
anlamındadır.
gibi
burada
da
“Eyd”
kelimesi
kuvvet
Ay ile El-Mübin ve El-Metin isimleri arasında da alâka
vardır. Çünkü Kur’ân, Ay’ı nur olarak nitelendirir. Nurun en
önemli sıfatı ise açığa çıkartma ve metanettir. Çünkü lâtif
olmasına rağmen karanlıkları ancak nur kahreder. Allah
hakkın nurunu El-Mübin ismiyle birlikte zikretmiştir.
“Onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır”
(Nur 24/25)
“Gerçekten size Allah’tan bir nur apaçık bir kitap geldi”
(Maide 5/15)
El-Metin, sûretlerinin, tecellilerinin ve eserlerinin
çeşitliliğine rağmen ayni değişmeyen sabit demektir. Bu
bakımdan Nur gibidir.
Allah ona kuvvet verdi ve onunla nitelendirdi. Yani ElMetin isminden ona kuvvet verdi. Yine ona hikmet ve güzel
konuşma niteliğini bahşetti.
Âdem (a.s.) ile Davud (a.s.) birçok yönden birbirleriyle
alâkalıdırlar. Bu alâkaların büyük çoğunluğu da El-Mübin ve
El-Metin
isimlerinden
kaynaklanmaktadır.
El-Mübin
isminden olmak üzere her ikisi de kâmil ve güzel
konuşmaya has kılınmışlardır.
Allah Âdem’le (a.s.) ilgili “Ben yeryüzünde bir halife halk
edeceğim” (Bakara 2/30)
120
122
“Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara 2/31)
Davud (a.s.) ile ilgili olarak da şöyle buyruluyor; “Ey
Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık” (Sad 38/26)
“Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve
güzel konuşma vermiştik” (Sad 38/20)
Hz.Muhammed’le (S.a.v) ile ilgili olarak;
“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat
etmektedirler” (Fetih 48/10)
“O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri
vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli
biri (Cebrâil) öğretti” (Necm 53/3-4-5)
Rasûlüllah (S.a.v) kendisiyle ilgili olarak
buyurmuştur; “Bana Cevamiul Kelim verildi”
şöyle
“NECD”, El-Cami, El-Mübin ve El-Metin isimlerinin yani
üç hilafet makamının cem edildiği mahal olmuştur.
Varlık mertebeleri insan ile kemâle erdiği gibi insan
mertebeleri de konuşma ve hilâfetle kemale ermiştir ki bu
iki mertebe kâmil anlamda NECDET’te zuhur etmiştir.
Bu mertebenin harfi “Dal” dır. Bu harf Davud isminin
başını ve sonunu Âdem isminin de ortasını (kalbini)
Muhammed ismininde sonunu oluşturur. Sebat ve şiddet
harfidir. Çünkü El-Metin isminden destek görür. Sayısal
değeri dörttür. Bütün hayatın kıyamı onunladır.(Dört unsur)
“Dal” harfi sesli, sert, açık ve yaygın harflerdendir.
Kendisinden sonraki harflerle bitişmediği içinde mukaddes
harflerdendir. Davudi makamınıda kapsadığı için riyaset ve
hilâfete uygundur. Efendimiz (S.a.v) Zebur’da geçen ismi
“İKLİL” dir. “El-İklil” taç demektir. Taç menzili bu harfindir.
“NECDET” (NECD) makamı üç hilâfeti de bünyesinde
barındırmasıyla, toplayıcılığın (CAMİ), açıklığın açıklayıcılığın
(MÜBİN), sağlamlığın (METİN) mahalli olmakla TACIN, TAÇ
menzilinin varisi olmuştur.
121
123
Şimdi ilgisi olması dolayısıyla Efendi babacığım Hacı
Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hayatından küçük bir alıntı ve bu
mertebeyle bağlantısı;
İstanbul’da bulunduğu dönemlerde evlerinde misafir
olarak kaldığı halası Rahmiye Hanımın eşi M. Nûsret Tûra
Bey, ondaki özellikleri ve muhabbeti keşfedince, onu boşta
bırakmamak ve kendisine faydalı olabilmek düşüncesiyle,
kendi mürşidi olan ve aynı zamanda Fatih dersiâmlarından
ve Süleymaniye Kütüphanesinin müdürlüğünü de yapan,
Uşşâki şeyhlerinden Hazmi Tûra Uşşâki Efendiye gönderir.
Hazmi Tûra Uşşâki Hazretlerinin huzuruna, elindeki tanıtım
kağıdıyla giden ve kabul edilen Necdet Ardıç Bey böylece
tasavvufi hayata, yani gönül yolculuğuna da başlamış
oluyordu.
Mürşidi Hazmi Tûra Uşşâki Efendiye intisabından sonra
mücadelesi, çilesi, fedâkarlığı, riyâzatı olan tasavvufi
çalışmalarına başladı. Fırsat buldukça İstanbul Fatih’te
Keçeciler Caddesindeki Bedrettin Dergâhında ikâmet eden
mürşidini ziyaret ediyor, onun sohbetlerine iştirak ediyordu.
Bu ziyaretlerinden ve çalışmalarından çok memnun kalan
mürşidi yine bir ziyaret esnasında Necdet Bey’e şu sözlerle
taltifte bulunuyor: “Oğlum, iki şeyinden memnun kaldım.
Birincisi tasavvuf çalışmalarına devam etmen, ikincisi ise,
gördüğün (taç giyme ve İhlas okuma v.b.) zuhuratlarındır.”
Âlîm ve ârif bir zât olan Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri
haftanın cumartesi günleri ikindi namazını müteakiben de
Beyazıt Câmiinde Mesnevi Şerif okutuyordu. Necdet Bey
imkân buldukça cumartesi günleri Tekirdağ’dan Beyazıt
Câmiine gidiyordu.
1958 Yılına gelindiğinde yaşı 20 olan Necdet Ardıç Bey
askerlik vazifesi için Ankara’nın yolunu tutar. Şimdiki adıyla
Cumhurbaşkanlığı Muhafiz Alayı Karargah Bölüğünde 24 ay
süren askerliğini îfâ eder.
Necdet Ardıç Bey bir gün terzihane dükkânında dikiş
makinesinin başında çalışırken bir hâl ile karşılaşıyor. Şöyle
ki; çalıştığı dikiş makinesinde yüzü duvara dönük iken
122
124
birden duvardan Hazmi Tûra Uşşâki Hazretlerinin silûeti
beliriyor.
Bunun
üzerine
hemen
dikiş
makinesini
durduruyor. Mürşidi kendisine sürekli “haydi oğlum, gayret
oğlum… lâ ilâhe illâllah… haydi gayret” şeklinde görünüp bir
mesaj veriyordu.
Bu hâl geçtikten sonra ütü masasının yanına giden
Necdet Bey ilginç bir görüntüyle karşılaşıyor. O dönemlerde
ütü için mangal kömürleri kullanılmaktaydı. Yere doğru
baktığında beyaz yer karolarının üzerinde siyah kömür
parçalarıyla çok açık bir şekilde çizilerek yazılan, (ayn veya
hemze) ve (ye) ve (dal) harflerinin olduğunu görür. O anda
bunların ne anlama geldiğini bilemez. Ancak unutmamak
için oradaki görüntüyü bir kağıda yazar.
Mürşidi Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri’nin (k.s.) ;
“Oğlum, iki şeyinden memnun kaldım. Birincisi tasavvuf
çalışmalarına devam etmen, ikincisi ise, gördüğün (TAÇ
giyme ve İhlâs okuma v.b.) zuhuratlarındır.”
Bundan da anlaşılacağı üzere “NECD” makamı “TAÇ”
mahallidir, bu da hilâfet makamıdır. Ayrıca bilindiği gibi
İhlâs suresi Zati bir suredir.
Bir diğer hususta; “Çalıştığı dikiş makinesinde yüzü
duvara dönük iken birden duvardan Hazmi Tûra Uşşâki
Hazretlerinin silûeti beliriyor. Bunun üzerine hemen dikiş
makinesini durduruyor. Mürşidi kendisine sürekli “haydi
oğlum, gayret oğlum… lâ ilâhe illâllah… haydi gayret”
şeklinde görünüp bir mesaj veriyordu.”
Gayret şeklindeki
mahalline himmetidir.
telkini
El-Metin
isminin
zuhur
Bu hâl geçtikten sonra ütü masasının yanına giden
Necdet Bey ilginç bir görüntüyle karşılaşıyor. O dönemlerde
ütü için mangal kömürleri kullanılmaktaydı. Yere doğru
baktığında beyaz yer karolarının üzerinde siyah kömür
parçalarıyla çok açık bir şekilde çizilerek yazılan, (ayn veya
hemze) ve (ye) ve (dal) harflerinin olduğunu görür. O anda
bunların ne anlama geldiğini bilemez.
123
125
Ancak unutmamak için oradaki görüntüyü bir kağıda yazar.
Bu hadiseyi (tecelliyi) sonradan Necdet Bey, Nûsret
Efendiye anlattığında, “oğlum üç harften (IYD) meydana
gelen bu kelime (bayram) demektir.” O anda onun bayramı
yani Hakk’a vuslatı imiş, diye kendisine ifade ettiğini
bildirmiştir.
Bu tecellinin Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri’ne (k.s.)
dönük yüzü “Ayn” (‫ )ﻋ‬harfiyle “AYN-YA-DAL” “İYD” Arapça
bayram demektir. O anda onun bayramı yani Hakk’a vuslatı
imiş, diye kendisine ifade ettiğini bildirmiştir.
Bu tecellinin Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki
‫ء‬
( ) harfiyle
"HEMZE-YA-DAL" yani "EYD" Arapça kuvvet demek r. Yine bu
oluşumda El-Me n isminin vurgusudur ve bu mertebedeki
hilâfe n açık göstergesidir.(Davudi Hilâfet)
Hazretlerine (k.s.) dönük yüzü “Hemze”
Ayrıca "Ya" harfini başa alıp okursak "YED" olur ki o da
Arapçada "El" anlamındadır. O da kuvvet ve kudre n
simgesidir.
(‫) ﻧﺟد‬
NECDE
NECDET’te ki “NECD” makamıyla üç hilâfet hakikatini
yani Âdemi (Esma), Davudi (Sıfat), ve Muhammedi (Zat)
mertebelerini bünyesinde toplamıştır.
“NECD” makamında toplanan bu hakikatin açılımı,
tafsilinin harekete geçmesi yine Zâti olarak “fetha/üstün”
harekesiyle çünkü her “fetha/üstün” varlığında gizli “Elif” i
barındırır kuralıyla yine Zâtından Zâtıyla bir seyre, açılıma
geçmiştir.
(‫) ﻧﺟدت‬
NECDET
“NECDE” ile harekete geçen bütün mertebeleri
bünyesinde barındıran Zâti hilâfet kendindeki hakikatleri
124
126
aşikâr
edecek
zuhur
mahalline
tenezzül
hakikatleri yansıtacak aynada “Te”
(‫)ت‬
etmiştir.
Bu
harfi olmuştur.
Çünkü “Te” (‫ )ت‬harfi yetkin kulluk mahallidir. Muhatab
alınan makamdır. “Ene – EnTe”
Şimdi “Te” (‫ )ت‬harfini ve NECDET’te ki “Te”
oluşumunu incelemeye çalışalım;
“Te”
(‫)ت‬
(‫)ت‬
Te, bazen görünür, bazen gizlenir
Kavmin varlığında payına onun çeşitlilik düşer
Mertebesi Zatı ve sıfatları kuşatır
Onun fiil mertebesinde temkini yoktur
Ortaya çıkarıp gösterir sırlardan gariplikler izhar eder
Levh mülkünü, kalemleri ve Nun’u
Leyli, şemsi, A’lâ’yı ve Târık’ı
Zâtında, Duhâ’yı İnşirâhı ve Tin’i (İbn Arabi)
“Te”
(‫)ت‬
harfinde ki üst noktalar yani bilgi noktaları
birincisi NUN (‫ )ن‬harfindeki ulûhiyyet noktası ikinci nokta
kendi varlığının hakikatinin simgesi kulluk noktasıdır.
“EnTe” (Sen) ancak ilim sûretinde tecelli eder. “Te” harfi
ise “EnTe” (sen) şeklindeki hitap harfidir. Bu ise hitap
edilenin müşahede edilmesini gerektirir. “Te” ile ilgili;
bilindiği gibi o da (En-te) nin “Te” sidir, onu diyebilmek için
orada hazır olan ancak gaybde olan bir (Ene) olması
lâzımdır ki muhatabına (En-te) diyebilsin, aslında oradaki
“Te” (ente) (ene) nin “T” deki kendini gizlemiş olan (Ene)
sidir. (Ente) nin zuhur sahası “T” kaldırılınca zaten ortada
kendisi kalmış olmaktadır. “T” ile Zâtın zuhur mahalli olan
birey böylece âlemi şehadette tasdik olunmuş olmaktadır.
Sonuç olarak
(‫) ﻧﺟدت‬
NECDET ;
“Nun” ile başlayan Ulûhiyyetindeki hakikatler En-Nur
125
127
ismiyle varlık kazanıp zuhura çıkmıştır. Zâti “Elif” in fetha
harekesinde gizlenerek açması Ulûhiyyetindeki ilimleri
“Cim” e taşıyarak orda toplamış ve El-Cami ismiyle zuhur
bulmuştur ve burada ferdiyyet makamı oluşmuştur. “Dal”
harfiyle ferdiyet makamında toplanmış üç mertebenin
hilâfeti yani “Âdemi (Esmâ), Davudi (Sıfat) ve Muhammedi
(Zat)” “Dal” harfinde toplanan hilâfet yine Zâti “Elif” in
fetha harekesinde gizlenerek harekete geçirmesiyle “Te”
harfinde ki kulluk fiil zuhuruna çıkmıştır. Ayrıca “Dal”
bunların delili de olmuştur.
İşte “NECDET” bütün bu
barındıran yüce bir mahaldir.
mertebeleri
bünyesinde
”NECDET”
Muhammedi varisliğin en kemâlli zuhur
mahallerinden biridir.
Varlık kubbesinin sütunu NECDET’tir. Kul, mukayyet
şahsiyetinin benliğinden fenâ bulmadıkça onun mertebesini
zâhiren göremez. Çünkü o bütün mutlaklık ve mukayyetlik
mazharlarını cami en kâmil berzahtır. Açan (Fâtih) ve
sonlandıran (Hatem) olan İnsân-ı Kâmil Hz. Muhammed
(S.a.v) varisleriyle beraber ol.
Çünkü en büyük mutluluk onların yanındadır. Onlardan
yüz çevirmek ise helâktir. Yani onlarla beraberlik HAKK ile
beraberliktir. Onlarla beraber olmanın yegâne maksadı
ALLAH’tır.
Kısaca NECDET, NECAT’tır.
Terzi Oğlu.
(31/10/2014)
------------------Terzi Baba.
(01/12/2014)
Aleyküm selâm Er… oğlum. Hamdolsun iyi sayılırız
İnşeallah sizlerde iyisinizdir. (Elli üç risâlesi) güzel olmuş
ellerinize dilinize gönlünüze sağlık. Cenâb-ı Hakk daha
nicelerini nasib eder İnşeallah.
İnsân-ı Kâmile gelince, ben size onun "Abdül kadir
126
128
Akçiçek) tarafından yapılmış olan, çevirisinin ve bizimde o
kaynaktan yapılmış olan, sohbetlerimizin kısmen kayda
alınmış yazılarını ve kitabın kendisini size getireceğim ayrıca
sizde onların sesli kayıtları da vardır, bunların hepsini
gözden geçirerek bilgisayar ortamına aynen aktaracaksınız,
daha sonra ben tekrar onların, cümle kuruluşlarını ve
değişecek yerlerini düzenleyip, son haline getireceğim,
bunları daha sonra değerlendireceğiz. Evvelâ sohbet
kayıtlarının kayda geçmesi gerekiyor.
Bu malzemeleri ben Kavacığa gelirken getireceğim
İnşeallah onların üzerinde çalışmalar yapılacak. Senin
bahsettiğin İnsân-ı Kâmil ile bir çalışmamız yoktur. Cenâb-ı
Hakk dünya ahret bütün işlerinizde kolaylıklar nasib etsin,
İnşeallah gelince görüşürüz. kısmet olursa yarın salı sabah
erkenden yola çıkacağız, yaklaşık saat (4-5) gibi kısmet
olursa Tekirdağına varmış oluruz.
Nu…. kızımıza sana annene selâmlar Nüket Annenizinde
selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi babanız
------------------Er…. Ay…
(30/11/2014)
Selâmün Aleyküm Efendi Babacığım
Siz ve Nüket annemiz iyisinizdir İnşeAllah
Babacığım bundan bir kaç zaman evvel Nu…'e daha
evvel Kitsan'ın yayınladığı İnsân-ı Kâmil'i okumamıza
rağmen sizin şerhiniz olduğu için yeniden okumamız
gerektiğini söylüyordum. Verdiğiniz görev bizi hem çok
mutlu etti hem de böyle ağır bir eserin lâyıkıyla
hazırlanması telaşı başladı. Babacığım Allah'ın izni sizin
himmetinizle İnşeAllah en güzel şekilde hazırlamaya
çalışacağız.
Babacığım yalnız dikkati mi çeken bir şey oldu Ayrı
zamanlarda İnsân-ı Kâmil sohbetleri yapılmış biz hangisini
metne dökeceğiz?
Babacığım Allah nasip ederse Kavacığa geleceğiz.
127
129
Efendi babacığım bir de geçen ay Kavacık sohbetinden
sonra Adapazarına otobüsle dönerken yanımda sizin 6
Peygamber serisinden Hz. Muhammed (sav) kitabı vardı.
Onu incelerken “53” ile ilgili karşıma işaretler çıktı. Benim
de gönlümden böyle bir derleme yapmak geçti. Babacığım
Allah'ın lütfuyla sizin himmetinizle Hamdolsun bitti, ekte
size gönderdim. Hata ve kusurlarımız olmuşsa affınıza
sığınıyorum. Babacığım risâlenin sonuna hayatımda ilk defa
belki de haddim olmıyarak size bir şiir yazdım.
Sizin ve Nüket annemizin ellerinden öperiz. Annemin ve
Nu….'inde selâmları vardır.
------------------(SELASE (T) VE HAMSÜN)
ELLİ ÜÇ
RİSALESİ
‫اﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّٰﮫِ اﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ اﻟﺮَّﺣِﯿﻢ‬
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM
Bu risâle ; Canımızın cananı, gönlümüzün sultanı, Efendi
Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s) Hazretlerine ithaf
olunur.
Salât ve Selâm Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)’in
üzerine olsun.
Pirlerimizin Himmetiyle
Gayret bizden Tevfik Allah’tan.
-------------Bu risâle, Zâhiri NECDET bâtını AHMED olan, Efendi
Babacığımın zuhur mahalli olduğu Elli üç sayısının hakikati
128
130
ve bağlantıları hakkındadır.
53 sayısı, Çok özel bir sayı olup, Hakikati Muhammedi
üzere Hakk’tan kendisine verilen şifre, anahtar bir sayıdır.
Tarikat-ı Âliyye-i Uşşâki yolunda Makamı Velâyet sırası da
53 tür. (Terzi Baba 2 kitabından alıntıdır.)
Şimdi NECDET (‫) ﻧﺠﺪت‬, AHMED (
‫ ) اﺣﻤﺪ‬VE ELLİ ÜÇ
(‫( )ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻤﺴﻮن‬Selâsetün ve hamsün) ismini oluşturan
Arapça harflerin kendi başına anlamları ve harekeleriyle ve
yan yana geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduklarını
incelemeye çalışacağız inşeAllah.
AHMED ( ‫) اﺣﻤﺪ‬, “ELİF,HA,MİM VE DAL” harflerinden
meydana gelir. Ebced sayı değerlerine bakarsak;
“ELİF” (
“HA”
‫)ا‬
:1
(‫ )ﺣﺢ‬: 8
“MİM” (‫)ﻣﻢ‬
“DAL” (
‫)د‬
: 40
:4
Sonuç olarak ; 1+8+40+4 = 53
AHMED (
‫) اﺣﻤﺪ‬, 53’tür.
53 (Elli üç) Efendi Babacığımın şifre sayısıdır.
AHMED ( ‫) اﺣﻤﺪ‬: Çok hamdeden, çok övülmeğe ve
medhedilmeğe lâyık, çok sevilen, beğenilmiş
sözlük
anlamlarına gelir. Ahmed Arapça HAMD kelimesinden
türetilmiştir.
Şimdi AHMED ( ‫ ) اﺣﻤﺪ‬ismini oluşturan Arapça harflerin
kendi başına anlamları, ve harekeleriyle ve yan yana
geldiklerinde, nasıl bir anlam oluşturduklarını incelemeye
çalışacağız inşeAllah.
129
131
AHMED isminin kelime kökü (
oluşumuyla inceliyelim;
(
‫اﻟْﺤَﻤْﺪ‬
) EL HAMD
‫ ) ال‬EL
“EL” Arapça harf-i tariftir yani belirlilik takısıdır. Arapçadaki
el (‫ )ال‬takısının Türkçede bir karşılığı yoktur. Bu takının
görevi önüne geldği kelimeyi belirli hale getirmektir.
“EL” takısıyla İlim “Elif” i ve irade “Lâm”ı âşikâr hale
gelir belirsizlik ortadan kalkar ma’nâ oluşur.
Zâtındaki “Elif” (İlim), sıfatına yani “Lâm” a tenezzül
etmiştir. Zatıyla, sıfatında Gizlenmiştir.
(
َ‫ ) اﻟﺢ‬EL HA
İrade “Lâm” ına aktarılan diğer bir deyişle “Lâm” da yani
Hadis’te zuhur bulan ma’nâ “Ha” ile birlikte Kelâm
makamında gizli “Elif” le, yani zâti olarak, desteklenerek
oluşturulmaya başlamıştır.”Ha” daki Kelâmi hakikat fethayla
hareketlendirilerek açılmaya başlamıştır. “Cevamiul Kelim”
meydana gelmiştir
(
ْ‫ ) اﻟْﺤَﻢ‬EL HAM
Kelâm “Ha” sı sükundaki işitme “Mim” ine bitişip oluşan
zâti kelâmı Mülk “Mim” inde işittirmiştir. “Mim” bu oluşumda
hareke almayıp sükunda kalmıştır. Kelâmın kabulü için bu
şarttır. “Ha” arş, “Mim” de arş’ın ihtiva ettiği şeyler
olmuştur. “Ha” yücedir. Yüceliği içinde bulundurduğu “Elif”
tir. “Ha” nın açığa çıkıştaki lâfız harfleri “Ha-Elif ve
Hemze”dir. “Mim” kendi içinde “Elif”i dolaylı bulundurur.
“Mim” in lâfız harfleri “Mim-ya-mim”, “Ya” (Ya-Elif-Hemze)
dir. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi
görür. Dolayısıyla “Mim” in yüceliği alçaklığındadır. Böylece
Ulûhiyette başlayan Zâti Kelâm (Ha) bütün mertebelerden
geçip, aşağıların aşağısı olan mülk’te (Mim) işittirilmiştir.
“Cevamiul Kelim” Kelâmın ma’nâ’sı “Mim” in sükunda
kalmasıyla “Mim” e aktarılmıştır. Bu külli oluşum HA-MİM
130
132
(
‫ ) ﺣَﻢ‬olmuştur. Diğer bir deyişle Hakikat-i Muhammedi.
(
‫ ) اﻟْﺤَﻤْﺪ‬EL HAMD
HA-MİM ( ‫ ) ﺣَﻢ‬de oluşan kelâmi ma’nâ, “Ha” ile
başlayan “Mim”e kadar ki bütün mertebelerde fiile
çıkabilmek için, bu oluşumu taşıyacak bir mahalle ihtiyaç
duymuştur.
“HAM” : Olgunlaşmamış anlamındadır.
Ham halindeki oluşum kemâlatını tamamlamak için cismin
simgesi olan
“Dal” (‫ )د‬ile birleşmiştir. Bu oluşan
mertebenin adı HAMD ( ‫ ) ﺤَﻤْﺪ‬olmuştur. Zâti Kelâmın
(Ha), Mülk âleminde (Mim), cisimde (Dal) birleşmesiyle,
Mülk âlemindeki her varlığın bu mertebedeki ismi HAMD
( ‫ ) ﺤَﻤْﺪ‬olur. Her zuhur mahalli “HA-MİM” in tecellisinden
başka bir şey değildir. HAMD, ALLAH içindir. Her zuhur
mahalli Allah’ın bir kelimesidir. Her zuhur mahallinden açığa
çıkan ma’nâ, Cevamiul kelim olan Allah içindir.
Aynı zamanda HAMD ; Sıfatların ve birliğin bölünmesi
mahallidir.
Bu sırra erişenler, hadislik yönlerini yani “Lâm” oluşlarını
(ُ‫)اﻟْﺤَﻤْﺪ‬,sona taşırlarsa mertebenin adı ( ‫ ) ﺣﻤﺪل‬HAMDELE
olur. “Hamdele” : Sözlük anlamı Elhamdülillâh demenin
kısaca ismidir.
Sonuç olarak;
“Lâm” : Sonradan halk edilmiş (Hadis) yani HAMD olan
zuhur mahalli kendindeki velâyeti bilirse varis olur. Bu da
ondaki hadisliği ortadan kaldırır. Hadis, Kadim’e bitişince
ondan geriye iz kalmaz. “Lâm” ı çıkmasıyla (ُ‫)اﻟْﺤَﻤْﺪ‬,
oluşumun yeni ismi AHMED (
olan velâyetin taşıyıcısıdır.
‫ ) اﺣﻤﺪ‬olur. AHMED (‫)اﺣﻤﺪ‬
131
133
“Bugün AHMED benim, ama dünkü AHMED değil”
(Hz.Mevlânâ)
Bugün AHMED (‫)اﺣﻤﺪ‬, Efendi Babacığım Hacı
NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretleridir. “Ama dünkü
AHMED (s.a.v.) değil”
HAMD olan ALLAH içindir.
AHMED : Zâtının Sıfatındaki zuhur mahallidir.
AHAD ve AHMED’E yapış ki, beden ebu cehilinden
kurtulasın. (Hz. Mevlânâ Mesnevi)
Şimdi Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
hazretleri ve kendisine tahsis edilen ELLİ ÜÇ (
‫)وﺧﻣﺳون‬
‫ﺛﻼﺛﺔ‬
sayısının yazılımını oluşturan, Arapça harflerin
kendi başına anlamları, ve harekeleriyle ve yan yana
geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduklarını ve Efendi
Babacığım ile ilgili bağıntısını incelemeye çalışacağız
inşeAllah.
(‫ﺧَﻤْﺴُﻮن‬
‫( ) ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ َو‬SELÂSE VE HAMSUN)
(‫ ) ث‬SE
SE’nin zâti özellikleri yücedir
Nitelikte ve fiilde, kalemler onları yazar
Tek başına zât sırrıyla tecelli ederse
Birinci günde, halk ona ibadet eder
Nitelik sırrıyla sabit olarak tecelli ederse
İkinci gün, niteliği kendisini över
Fiil sırrıyla tecelli ederse
Üçüncü gününde, âlem onu mutlu eder
(İbn Arabi)
132
134
(‫ ) ث‬SE : Arap alfabesinde dördüncü harftir. Ebced sayı
değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça 500 rakkam olarak şöyle
yazılır ; “. . 0“
“SE” harfinin lâfız harfleri “SE – ELİF (Hemze)” dir. (‫) ث‬
SE harfinin alt çanağı “ELİF” in aynasıdır. Üst noktalar bilgi
noktasıdır. (‫ ) ث‬SE harfinin üstündeki üç nokta Zâtını
yansıtan; Sıfat, isim ve fiil noktalarıdır. A’yân-ı sâbite
mahallidir.
İlgisi olması bakımından Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni
KONUK Tercüme ve Şerhi’nden;
İLK TAAYYUN MERTEBESİ, VAHDET MERTEBESİ
Bu mertebe salt zâtın cemâlindeki gark olunmuşluğun
dan haberli olma mertebesine tenezzülünden ibarettir. Bu
tenezzül vücûdun zâti gereğidir. Onun bu haberli oluş
mertebesine “Ulûhiyyet mertebesi” denir. Vücûd bu
mertebede kendisindeki sıfatları ve isimleri kapsam oluşu
yoluyla öz olarak bilir. Ve sıfatlar bu mertebede kendisinin
aynı olduğundan bu biliş, kendi zatına olan bilişten ibarettir.
Bundan dolayı vücûd bu mertebede bütün isimler ve sıfatlar
ile isimlenmiş ve sıfatlanmış ve vasıflar ile vasıflanmış
olduğundan “ALLAH” cami’ isminin mertebesidir ve bu isim
ile isimlenmiştir. Bu mertebe, taayyün etmemiş zâtın,
taayyün sûretiyle açığa çıktığı ilk tenezzül mertebesidir.
Buna “ilk taayyün” ve “mutlak ilim” de derler. Çünkü bu
mertebede zâtın şuuru ve vicdanı bilinen ve gayriyyet kaydı
olmaksızın mutlaktır. Buna “hakiki vahdet” mertebesi de
derler. Çünkü bu “ilk taayyün” nefsinin ismidir ki, “vahidden
ancak vahid cıkar” demektir. Bu mertebede sayma ve
adetler ve çokluk ve fertler yoktur. Olmak ve olmamak
arasında iki tarafta eşittir.
Bu mertebe (‫ ) ث‬SE harfinin mahallini oluşturan “ELİF”
mertebesidir.
İkinci taayyun mertebesi, Vahidiyyet mertebesi.
133
135
Vücûd, ilk taayyün mertebesinde isimlerini ve sıfatlarını
öz olarak bilmekle beraber, bu isimler ve sıfatlarının icab
ettirdiği bütünsel ve parçasal ma’nâların hepsinin sûretleri,
bu ikinci taayyün mertebesinde ayrılırlar. Mevcut eşya
hakikatlerinden ibaret olan bu sûretlerden her birinin gerek
kendi zatına ve gerek kendi zatının benzerine asla şuuru
yoktur. Çünkü onların vücûdları ve farklı oluşları
ilmidir. Vücûd bu ilmi sûretler sebebiyle çeşitlenir ve
çokluk halinde olur.
Bu mertebede açığa çıkan her bir ilmi sûret, harici
eşyadan her birinin hakikati ve onu terbiye eden Rabb-ı
hassıdır. Sufi deyiminde her bir ilmi sûrete “ayn-ı sâbite” ve
bütün olarak “a’yân-ı sâbite” derler. İlmi sûretlerden ibaret
olan “a’yân-ı sâbite” kendi asli yoklukları üzerindedir. Onlar
harici vücûd kokusunu koklamamışlardır. Şehadet âleminde
açığa çıkan sûretler ancak onların yansımaları ve
gölgeleridir. “A’yânı sâbite vücûd kokusu almamıştır”
dedikleri budur.
Bu
mertebe
(‫)ث‬
SE
harfinin
üzerindeki
bilgi
noktalarıdır. Bir bütün olarak (‫ )ث‬SE harfi Zâtı, sıfatı, ismi
ve fiili bünyesinde barındıran A’yân-ı sâbite mahallidir ve
mutlak ferdiyet makamıdır. Çünkü A’yân-ı sâbite vücûd
kokusu almamıştır.
(
َ‫ ) ث‬SE
“S” harfindeki sükûn mahall (A’yân-ı sâbite) fetha
harekesiyle, hareketlendirilip varlık zuhuruna çıkmaya
başlamışlardır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır.
“Elif” a’yân-ı sâbite mahallinin Nefes-i Rahmanıdır. Nefes-i
Rahmâninin nefeslendirmesiyle a’yân-ı sâbitedeki ilmi
sûretler “KÜN” (Ol) sözüyle zuhura çıkmışlardır. Fertlerin
ilki üçtür. Halk etme zuhura çıkarma bir’den değil, Fert’ten
zuhur bulmuştur.
Üç sayısı sayı mertebelerinin ilk ferdidir. Çünkü onun altı
“iki” ile bir”dir. “İki” çift sayıdır. Ve “bir” ise sayılardan
134
136
sayılmayıp, bütün sayıların kaynağıdır. Ya'ni bütün sayı
mertebeleri “bir”den oluşur. Çünkü sayı mertebeleri “bir”in
tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Mesela 1 + 1 = 2
olur. Ve “iki” mertebesinde “bir” bulunmakla beraber âşikâr
ve zâhir değildir, onda gizlidir. Ve aynı şekilde 1 + 1 + 1 =
3 olur. Ve “üç” tek olan sayı mertebelerinin birincisidir.
Şimdi “üç” zâhir olunca “bir” gizlenir. (Tedbirat-ı İlâhiyye)
ُ‫إ ِﻧ ﱠﻤَ ﺎﻗ َﻮْ ﻟ ُ ﻨ َﺎ ﻟ ِﺸَﻲْ ءٍ إ ِذَاأ َرَ ْدﻧ َﺎه ُأ َنﻧ ﱠﻘ ُﻮلَ ﻟ َﮫُ ﻛُﻦ ﻓ َﯿ َﻜُﻮن‬
Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona
(söyleyecek) sözümüz sadece Ol (kün) dememizdir. Hemen
oluverir. (Nahl 16/40)
Oluşum üçlemeyle Kün (Ol) ’den meydana gelmiştir.
Hattâ Kün’de kendi içinde üçlüdür. (Kaf-Vav-Nun) Kün
varlığa ait bir emir lâfzıdır, ondan ancak varlık çıkar. Bu
kelime, birdir ve şahıslarıyla çoğalır. Bütün varlıklar Allah’ın
tükenmeyen kelimeleridir. Çünkü hepsi “Kün” den meydana
gelmişlerdir. “Kün” ise Allah’ın kelimesidir.
Teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyetten yani
teklikten ibaret olan İlâhi hazretten âlem mevcud oldu.
Bundan dolayı, bir şeyin zuhuru için "zat', "irade" ve "söz"
olmalıdır.
Sonuç olarak ; “(‫ )ث‬S” mahallinde yani A’yân-ı sâbite’
de bütün halde sükûn halde bulanan ilmi sûretler ( َ‫ ) ث‬SE
fethayla yani gizli “Elif” ile harekete geçirilmesi
nefeslendirilmesiyle “KÜN” (ol). (Kaf-Vav-Nun)
sözüyle
üçleme, yine üçlemeyle zuhura çıkmaya başlamıştır.
Ferdiyet makamı yine kendi ferdiyetiyle Hayat bulmuştur.
(‫ﻞ‬
َ‫ ) ث‬SEL
َ‫“ ) ث‬SE” mertebesinde zuhura çıkmaya başlayan ilmi
suretler (‫“) ل‬Lâm” harfinde varlık sahasına çıkmıştır.
(
(‫“) ل‬LÂM”
135
137
Lâm yüce mukaddes ezele aittir,
Makamı yüce, heybetli ve nefistir,
Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder,
Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder,
Sana ruh olarak üç hakikati verir,
İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar,
(İbn Arabi)
(‫“) ل‬LÂM” harfi ebced sayı değeri otuzdur. “Lâm”
harfinin lâfız harfleri “Lâm, Elif ve mim” dir. Lâm harfinin iki
yönü vardır. Bir yönü Melekût âlemine dönük, bir yönüde
mülk âlemine dönüktür. Dolayısıyla Lâm’ın Elife dönük yüzü
melekût âlemini, mim’e dönük yüzüde mülk âlemine bakar.
İkisi arasında orta âlem oluşur. Bu da nefsin makamıdır.
Gizli “Elif” ile yani fethayla nefes kazandırılan mahall
“Lâm” aynasına tenezzül etmiştir.
Lâm harfinin hattı, insanın ayn-ı sâbitesinin Allah’ın ezelî
bilgisinde var olduğu öğretisini sembolize etmektedir. Hak
için elif, ze ve lâm harfleri belirlenmekte, bu harflerin bu
sıraya göre yan yana getirilmesi ile Allah’ın ezelilîği fikri
ortaya çıkmaktadır. Nûn, sâd ve dâd harfleri insan için
belirlenmekte ve bu harflerden biri olan nûn’da gizli olarak
bulunan elif yatay pozisyondan dik duruma geldiğinde lâm
harfi; nûn’dan olma lâm’ın yarısı göz önüne alınmakla da ze
ortaya çıkmaktadır. Böylece insanı sembolize eden nûn
harfinden, Allah’ın zât ve sıfatını ve bu ikisini birleştiren
râbıtayı temsil eden elif, ze ve lâm çıkmaktadır.(İbn Arabi
Fütuhattı Mekkiyye)
Yani (‫“) ل‬LÂM” varlığında Kadim’i sembolize eden “Elif”
in boyu, Hadis’i sembolize eden “Nun” harfinin alt çanağının
birleşimden meydana gelmiştir. “Lâm” bu yönüyle
berzahtır. Allah’ın ezeliliği “Lâm” harfinin zuhuruyla aşikar
136
138
olmuş, aynı zamanda hadis için zaman kavramı ortaya
çıkmıştır.
Kadîm için ezel neyse, halk edilmiş için de zaman odur.
Ezel aynı zamanda yüce Allah’ın niteliklerinden biridir,
dolayısıyla
O’nun
sûretindedir.
Allah'ın
ezeli’olarak
nitelenmesi, bizimle ilgili zaman kavramıyla irtibatlıdır.
Bizim “Allah vardı, beraberinde bir şey yoktu” ifadesi
bağlamında bir zamansal uzanış tasavvur etmemizden
kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak (‫“ ) ثَ ﻞ‬SEL” mertebesi; A’yân-ı
sâbite’deki
sükûndaki
ilmi
sûretler,
Allah’ın
Zâti
muhabbetiyle, Nefes-i Rahman (Fetha) (gizli Elif) ile
hareketlendirilip zuhura çıkarma mahalli olmuştur. “Elif”
teklikle ilgilidir. Nuru da “Lâm” ın kıyamında parlamaktadır.
Bu mertebeyi anlatması dolayısıyla; İsti’dad iki ceşittir:
Birincisi yapılmamış isti’dad ki, bu isti’dad her bir
ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün (Ol)!”
emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler.
“Ve ma emruna illâ vahidetun ke lemhın bil basar”
ya’ni “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir”
(Kamer, 54/50)
Âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir.
Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehadet
mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve gorunme
yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin
değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Cunku tabiatta
vücûda gelmiş olan her bir sûret kemâl bulma kaidesine
tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni
Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur.
(Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve
Şerhi’nden)
-------------(‫ ) ﺛﻼ‬SELÂ
137
139
”‫“ ” ﻻ‬LâmElif” (Lâ)
(
‫ا‬
) ELİF : İlâhi birliğin sûreti
Elif, münezzeh zattır, acaba,
Varlıklar içinde senin aynın mahallin var mı?
Dedi ki: Yok iltifatımdan gayri, ben ise,
Ebed harfiyim, ezeli içeririm,
İşte ben seçilmiş zayıf kulum,
Ve ben sultanım, aziz ve yüce olan.
(İbn Arabi)
(‫“) ل‬LÂM”
Lâm yüce mukaddes ezele aittir,
Makamı yüce, heybetli ve nefistir,
Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder,
Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder,
Sana ruh olarak üç hakikati verir,
İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar.
(İbn Arabi)
”‫“ ” ﻻ‬LâmElif” (Lâ)
Her şeyi bilen Elif ve Lâm kucaklaştı,
İki sevgili gibi; avam ise uyumakta,
Yüce olan ayaklar birbirine dolandı,
Bana bileşen o iki harften bir bildirim geldi,
Kuşkusuz kalbi ma’nâsı kucakladığında,
Onda var etme ve yok etme ortaya çıkar. (İbn Arabi)
138
140
( ‫ ) ا‬ELİF ve (‫ ) ل‬LâM bir araya gelince, her birisine bir
meyil eşlik etmiştir. O meyil, arzu ve hevadır. Meyil, ancak
arzu kaynaklı bir hareketten olabilir. Lâm’ın hareketi, zâti
bir hareket, Elif’in hareketi ise yatay bir harekettir.
Böylelikle Elif’in otoritesi kendisinde hareket meydana
getirmek üzere Lâm’da zuhur etmiş, Lâm bu meyanda
Elif’ten daha güçlü olmuştur. Çünkü o daha açıktır.
Dolayısıyla onun himmeti, varlık itibarıyla daha yetkin ve
daha etkindir.
Elif ve Lâm’ın birleştiği ilk mertebe, var etme
mertebesidir. Bu mertebe “Lâ ilâhe illâllah’tır.” Bu Hakk ve
Halk mertebesidir. Mutlak varlık, o Elif’tir, bu mertebede
halk etmeye, sınırlı varlık ise o Lâm’dır, halk olmaya
yönelir. Elif Kadim, Lâm ise hadis’tir. İki Elif yani 1 ve 1’i
çarptığında tek Elif / 1 meydana gelir. Hadis (sonradan
olan) ile Kadimi çarptığımızda, dışta meydana gelen hadis
olacaktır. Kadim, hadisin görünmesiyle gizlenir.
“Elif” zat, “Lâm” ise sıfat içindir. Ya da “Elif” Hakk’a,
“Lâm” da mahlûka işaret eder. Ayrıca nefyi ve ispatı
(olumsuzluk ve olumluluk) da cem ediyor.
“ ‫“ ﻻ‬
“LâmElif” (Lâ) harfindeki olumsuzluk tenzih açısından
marifetullaha işaret eder. “Benzeri gibi bir şey yoktur” Hakk
Teâlâ eksiklerin, kayıtların ve kulluk acziyetinin mukabili
olan ulûhiyet kemâlâtıyla nitelendirilir. “ ‫“ ” ﻻ‬LâmElif
(hemze ile)” (Lâ) harfindeki olumluluk ise teşbihe işaret
eder. “O gören ve işitendir” Bir de şu hadise işaret
etmektedir. “Allah, Âdem’i kendi sûreti üzere halk etti.”
Marifetullahın kemâl derecesi bu iki şıkkın cem edilmesiyle
gerçekleşir. Dolayısıyla . ”‫“ ” ﻻ‬LâmElif” (Lâ) İnsan-ı Kâmili
sembolize eder. Zâti isimlerin en özeli ve en başta geleni
“El-Vahidü’l Ahad” (Bir Tek) dir.
Vahid ve Ahad isimleri “Lâ” harfindeki “Elif” ve “Lâm”
harfleri gibi birbirlerinden ayrılmazlar. Dolayısıyla “Elif” zati
tekliği, “Lâm” da birliği ifade eder. Buna göre Rahman’ın
sûreti üzere halk edilmiş İnsân-ı Kâmil’in Hakk’ın huzuruna
139
141
olan nispeti, “Elif” in tekliği karşısında “Lam” ın birliğine
benzer.
Birbirine bağlanmış Elif ve Lâm bitişikliği gerçekleştirip
ayrıklığı silmeyi ifade eder. Lâm’dan sonra gelen Elif
başkanın izlerini siler. Kul, Lâmelif ”‫ ” ﻻ‬in bilgisi vasıtasıyla
He “‫ه‬
‫ ”ﮫ‬ye eşlik etmiştir.
ELİF
LAM
‫ﻻ‬
HE
Elif ile Lâm bitişmesi Hüviyet He’sini açığa çıkarmıştır.
Hüviyet He’sini üste taşırsak halk âleminin ilk mertebesi arş
ortaya çıkar ve sonra da Kürsi gelir.
HE
ELİF
(
LAM
‫ ) اﻟﮫ‬ELH
Elh : Sözlük anlamı ibadettir.
Lâm ile Elif’in birleşmesi bir oluşumu daha zuhura
çıkarmıştır.”İbâdet”
İbâdet ne demek ; Varlık hakikatinin iki yönü vardır,
Hak ve halktır. İbâdet varlık hakikatinin iki yönü arasında
karşılıklı bir eylemdir. Halkın ibâdeti, özünden kaynaklanan
140
142
bir şeydir. Çünkü bu ibâdet, mümkünlerin muhtaç
oluşlarından ibarettir; başka bir ifadeyle mümkünlerin sübut
hallerinde yokluklarına karşı var olmalarını tercih edene
muhtaçlıklarıdır. Lâm’ın Elif’e muhtaçlığı, Elif’in Lâm’a
ülfetiyle varlık hüviyet kazanır. Şu halde halk edilmiş, daimi
ve ezeli bir muhtaçlıktadır.
Hakk’ın ve halkın ibâdeti özünde ve ayrıntılarında
farklıdır. Lâm’ın yani halk edilmişin varlık sahasına çıkması
için Elif’e muhtaçtır ama Elif’te sûret perdesine bürünüp
zuhura çıkması için Lâm’a muhtaçtır. Kendini yansıtacak
ayna için Lâm’a muhtaçtır. İki mertebenin birleşimi ayna
olan hüviyet He’sidir. Elif yani (Hakk) muhtaçlığı zatından
değil kendindeki sıfat ve isimlerin, halk edilmiş (Lâm)
mertebesinde zuhur bulmaları içindir. Bâtın zahire ibâdet
eder; bu ibâdet, bâtının zâhire dönüşmesi ve onu ortaya
çıkartması yönündendir. Dolayısıyla Hadislik yönlerini
(Lâm), Kadim’e (Elif) e bitiştirenler yeni bir Hüviyet (He)
Kazanır. Gerçek ma’nâda ibâdet burada başlar. Yani bir
Mürşid-i Kâmil de fenâ olup bekâ bulanlarda ibâdet başlar.
Buraya kadar anlatmak istediğimiz Efendi Babacığım
NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen 53
(Elli üç) sayısının hakikati ve 53’te ki Hakikatin Efendi
Babacığımdaki tecellisidir.
(‫ﺧَﻤْﺴُﻮن‬
‫( ) ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ َو‬Selâse ve hamsun)
53 (Elli üç) sayısındaki
içerisinde özet olarak;
buraya
kadar
anlatılanlar
(‫ ) ث‬SE : Ferdaniyet makamıdır. Halk edilişin
mahallidir. Üç’lü hakikate dayanır. Oluşum bir’den değil tek
sayıların ilki üç’tendir. “Kün” (Ol) emrinin mahallidir.
” ‫“ ” ﻻ‬LâmElif” (Lâ) : Bununla ilgili yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi, bu makam “El-Vahidül Ahad” olan İnsân-ı
Kâmil makamıdır.
(‫ ) ﺛﻼ‬SELÂ;
141
143
Burası NECDET (‫ ) ﻧﺟدت‬te ki
ْ‫ ) ﻧَﺞ‬NEC makamına
tekabül eder. Çünkü NECDET’te ki NUN (‫)ن‬, “KÜN” (Ol)
(
dür.
Çünkü “Nun” un, Nokta’da gizlenmiş ikinci yarımı bize
görünmeyen bâtınıdır. “Nun” harfinin bize görünen kısmının
sayısal değeri 50’dir. İki “Nun” yani görünen (zâhir) ve
görünmeyen (Bâtın) yönlerini birleştirirsek “Nun” un dairesi
tamamlanır. “Nun” un cisim çanağının üstünde daire
görünür, “Nun” daki bâtınını işaret eden tek nokta dairenin
tamamlanmasıyla zâhir ve bâtın simgesi olarak dairenin
üzerinde yer alır. Harflerin üzerindeki noktalar bilgiyi işaret
eder. Böylece “Nun” un tamamlanmasıyla ( ‫“ ) ق‬KAF”
harfi meydana gelir. İki “Nun” un sayısal değeri 50 + 50 =
100 olur ki o da “Kaf” olur. “Kaf”, “Nun” dur. Yani “Kün”
lafzında “Nun” varlığa yine Kendinden, kendiyle, kendi
çıkar.”
NECDET’te ki “Cim” ( ‫) ﺟ ج‬, ”‫“ ” ﻻ‬LâmElif” (Lâ)
dır. Çünkü “Cim” harfinin sayısal değeri üç’tür. Tek
sayıların ilki üç’tür.
“Dereceleri yükselten” isminin zuhurunun kemali ancak
bütün dereceleri “Cami” huzurda tamamlanır. Öyle ki bu
dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül
içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden
“El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Yalnız insân, hem
Hakk’ın (Elif) hem halkın (Lâm) sûretini üzerinde taşır.
Bütün isimler sadece insana öğretilmiştir. El-Cami ismi
Allah’tır. Cemâlin, Celâlin, Kemâlin toplandığı (Cami)
halifelik makamıdır.
Kısaca (‫ ) ﺛﻼ‬SELÂ; “Kün” emrinin mazharı, Allah isminin
zuhura çıktığı İnsân-ı Kâmil makamıdır.
(
‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂS
142
144
( ‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂS; Yani Allah isminin aynası olarak zuhura
çıkan İnsân-ı Kâmil makamında ki hakikatleri diğer
mertebelerde yansıtacak ayna olmuştur.
( ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” VE (‫“ ) ﺛﻼ‬SEL” makamlarının ebced sayı
değerlerine bakacak olursak;
NUN (‫)ن‬
CİM (
‫)ﺟج‬
: 50
:
3
ْ َ‫“ ) ﻧ‬NEC” toplarsak = 53 olur.
‫ﺞ‬
(‫ ) ث‬SE
: 500
(
” ‫“ ” ﻻ‬LâmElif”
: 31
(‫“ ) ﺛﻼ‬SEL” = 531 olur. O da 53 + 1 den meydana
gelir.
( ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” makamı 53’ün mutlak tekliği, (‫“ ) ﺛﻼ‬SEL”
53’ te ki mutlak tekliğin, 1 (birliğiyle) zuhura çıkma
makamıdır.
Yani “ELİF” te ki mutlak tekliğe (AHAD) mukabil “LÂM”
da ki zuhura çıkış birliği (VAHİD) gibi.
“Yani "Halk etme" işi, zâtında teklik üzerine bina
olunmuştur ve teklik ise sayının iki eşit kısma
bölünememesi halidir. Ve teklik sayılarda "üç" ten itibaren
başlayıp üç, beş, yedi, dokuz, on bir gibi yukarıya doğru
gider. "Üç" ten önce "bir" ile "iki" vardır ve "bir" ise sayı
değildir. Çünkü bütün sayıların kaynağıdır; ve bütün sayılar,
birin çoğalmasından ortaya çıkar. Örneğin bir tane bir, bir
tane bir daha "iki'' ve bir tane bir daha ilâve olunca "üç"
olur.
Bundan dolayı "üç" ten önceki sayı "iki" olup, bu da
çifttir. Bu şekilde "üç" sayısı tek sayıların birincisidir. Ve
143
145
teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyyetten yani
teklikten ibaret olan ilâhi hazretten âlem mevcud oldu.
Çünkü "Halk etme", ulûhiyyet mertebesinde olur. Çünkü o
mertebede ilâhi zat sıfatları ve isimleriyle taayyün edici
olur. Ve ahadiyyet mertebesinde asla isim ve nitelik yoktur.
Ve ilâhi zat kendinin sıfatları olan "irâde" ve "kelâm yani
söz" ile taayyün edici olmadıkça "Halk etme" mümkün
olmaz. İşte buna işaret olarak Hak Teâlâ: "Bizim bir şeye
sözümüz, onu irade ettiğimiz vakitte, ona "Ol!" demekliğimizdir" (Nahl, 16/40) buyurur.
Bundan dolayı, bir şeyin icadı için "zat', "irâde" ve "söz"
olmalıdır. Böyle olunca ferdiyyet yani teklik hazretinde
taayyün etmiş olan ilâhi zat, icad edici zat "irâde" ve "söz"
sahibidir. Ve eğer bu "icad edici zat" ve herhangi bir işin var
oluşunun tahsisine yönelişinin bağıntısından ibaret olan
onun "irade"si olmasaydı ve daha sonra O'nun yönelişinde o
şey'e "Kün yani Ol!" sözü olmasaydı, bir şey mevcud
olmazdı. Çünkü bir, bir olarak durdukça, ondan hiçbir sayı
çıkmayacağı gibi, bir olan zat dahi bir olan zat olarak
kaldıkça bir şey açığa çıkmaz. Fakat birin zatında mevcut
olan bağıntılar açığa çıkınca, örneğin 1/2, 1/3, 1/4, 1/5,
gibi birin yarısı, üçte biri, çeyreği, ve beşte biri zuhur
edince, sayılar peyda olur. İşte bunun gibi "irâde" ve "söz"
ulûhiyyet zâtının sıfatları ve bağıntılarıdır. İcad onların açığa
çıkmasına bağlı olan bir esastır. Şu halde “zat” ve "irade"
ve "söz" üç şeydir; bunların bir arada oluşundan "ferdiyyet
yani teklik" hasıl olmuştur.
Yani ferdiyyet hazretinde taayyün etmiş olan ilâhi
hazret, yani icad Edici hazret için üçlü ferdiyyet sabit
olduktan sonra, buna karşılık olarak vücûdu kabul eden
"şey"de de, aynı şekilde üçlü ferdiyyet zâhir oldu ve o üçlü
ferdiyyet sebebiyle o şey tarafından onun var edilişi ve
vücûd ile vasıflanması geçerli oldu. "Tekvin yani var ediş"
bir şeyi var edilmiş kılmaktır. Ma’nâsı budur ki, Hak Teâlâ
bir şeye "Kün yani Ol!" sözüyle emrettiğinde, o şey kendi
nefsini mevcud kılar
Şimdi, bir "şey"in kendi nefsini mevcud kılması onun
144
146
nefsi tarafından olan üçlü ferdiyyet iledir. Eğer icad edici
zâtın üçlü ferdiyyetine karşılık, onun da üçlü ferdiyyeti
olmasaydı, ilâhi ferdiyetin te'siri olmazdı. Çünkü "te’sir
edenin" karşısında bir "te’sir edilen" olmayınca hiçbir eser
ortaya çıkmaz. Bundan dolayı te’sir edicideki te'sirin
sabitliği, te’sir edilenin vücûdu ile olur. İşte bunun gibi
Hakk'ın ferdiyyetinin sabitliğide "şey"in ferdiyyetine
bağlıdır. Ve "şey"in ferdiyyeti de, ilk olarak onun ilâhi ilimde
sabit olan "şey'iyyet"idir. İkinci olarak “Kün yani Ol!'' ilâhi
sözünü "işitme"sidir. Üçüncü olarak kendi vücûdunu
icadında Mükevvin'i yani Var Edici’si tarafından olan "emre
uymasıdır". Şu halde, bir şeyin icadını gerektiren şey, gerek
kendinin ve gerek Mucid'in ferdiyyetidir.” (Fusûsu’l-Hikem
Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
-------------Şimdi zuhura getirilecek oluşum teklikten, birliğiyle ve
üçlemeyle zâhir olur. Şimdi yukarıda ifade ettiğimiz (‫) ﺛﻼ‬
“SEL” makamında ki (‫“ ) ث‬SE” harfindeki üçlemeye
mukabil bunu kabul edecek mahall (
‫ﺗَﻠﺎَث‬
‫ﺗَﻠﺎَث‬
) “SELÂS”
makamındaki ikinci (‫“ ) ث‬SE” dir. (
) “SELÂS”
makamındaki ikinci “SE” yazıda da görüldüğü gibi “SEL” ya
bitişmemiştir. Dolayısıyla ikinci “SE” zuhurun “SEL” (53 –
1 ) makamının ferdiyetteki yani üç’teki görüntüsü olmuştur.
( ‫“ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin
mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı
olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in
ferdiyyetine bağlıdır.
Sonuç olarak ; (
ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” Zâtın mutlak tekliği (53),
(‫“ ) ﺛﻼ‬SEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), (
‫ﺗَﻠﺎَث‬
) “SELÂS” Bir’in Üç’te yani ferdiyyetindeki aynası
(NEFSİ) olmuştur.
145
147
(‫ ) ث‬SE : Ebced sayı değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça
500 rakam olarak şöyle yazılır ; “..0“ yazılış şeklini
inceliyecek olursak;
‫ ه‬Bu da Arapça’da “HE” harfinin şeklidir. “HE” nin sayı
ELİF
LAM
‫ﻻ‬
HE
değeride 5 (beş) tir. Görüldüğü gibi
”‫” ﻻ‬
“LâmElif” (Lâ) İNSÂN-I KÂMİL makamında Yani “Lâm” ile
“Elif” in birleşmesiyle açığa çıkan İNSÂN-I KÂMİL
Hüviyetidir. Hüviyet “HE” si daire şeklinde olup bütün
mertebeleri kendinde cem etmiştir.
Şimdi konumuza dönüp “SE” harfinin sayı değeri olan 500
(beşyüz) ün şekline bakacak olursak;
(..0) ”SE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan İnsân-ı
Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati meydana
gelmiştir.
(
َ‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂSE
( ‫“ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin
mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı
olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in
ferdiyyetine bağlıdır. Bu mertebede oluşan İnsân-ı Kâmil
Hüviyeti, kendinde ki ilmi hakikatleri sükûn halinden fethay
la hareketlendirilip zuhura çıkarılmıştır. Feth açmadır. Her
fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. İnsân-ı Kâmil’in
kendindeki cem’iyeti fetha yani gizli “Elif” ile Zâtından
desteklenerek âlem aynasına yansıtılmıştır.
(‫ ) ﻧﺟد‬NECD; El-Cami, El-Mübin ve El-Metin isimlerinin
yani üç hilâfet makamının cem edildiği mahal olmuştur.
146
148
Aynı zamanda NECD” makamıyla üç hilâfet hakikatini
yani, Âdemi (Esma), Davudi (Sıfat), ve Muhammedi (Zat)
mertebelerini bünyesinde toplamıştır.
( َ‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELâSE de ki ikinci (‫ ) ث‬SE Hakk’ın yani
Kadim’in Halk’a yani Hadis’e dönük yüzü olmuştur. “SE”
üzerindeki üç nokta varlıkta, âlemi şehadette zuhura
çıkacak Velâyet, Risâlet ve Abd (Kulluk) simgeleridir.
Sonuç olarak ; (
ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” Zâtın mutlak tekliği (53),
(‫ ) ﻧﺠﺪ‬NECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür.
Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4) 4
(dört), dört ilâh-i erkân’a işâret eder: Allah, Rahman, Rab
ve Melik. Ayrıca dört zât-i ihata erkânı’na da işâret eder:
Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın. (‫“ ) ﺛﻼ‬SEL” Mutlak Tek’in
Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( َ‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂSE (“53 + 1” +
5) Bir’in 5 tenezzül zuhurudur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün
Vahdet, 2.-İkinci Taayyün Vahidiyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5.
Şehâdet Mertebeleridir.
“NECD” makamında üç hilâfetin cem edildiği mahal. Sırrı
53 (Elli Üç) teki “SELÂSE” de Velâyet, Risâlet ve Abd
(Kulluk) noktalarının zuhur mahalli olmuştur.
‫ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELASE (T)
(‫ )ﺔ ت‬TE
(
Te, bazen görünür, bazen gizlenir,
Kavmin varlığında payına onun çeşitlilik düşer,
Mertebesi Zâtı ve sıfatları kuşatır,
Onun fiil mertebesinde temkini yoktur,
Ortaya çıkarıp gösterir sırlardan gariplikler izhar eder,
147
149
Levh mülkünü, kalemleri ve Nun’u,
Leyli, şemsi, A’lâ’yı ve Târık’ı,
Zâtında, Duha’yı İnşirahı ve Tin’i,
(İbn Arabi)
“Arapça, kelimelerin eril (müzekker) ve dişil (müennes)
olabildiği dillerden biridir. Arapçada 3 adet müenneslik
(dişillik) işâreti vardır ve bunlardan biri de “tai merbuta”dır.
Tai merbuta, (bitişik ta) demektir. Bir diğer ismi de “tai
te'nis”tir yani (dişillik ta'sı). Bu işâret, kelimelerin sonuna
birleşen ve kapalı yazılan te harfidir. Bir başka ifadeyle,
Arapçanın 3. harfi olan te harfinin iki yazılış şeklinden (açık
ve kapalı) biridir. Açık yazılan te harfi de, tıpkı kapalı
yazılan tai merbuta işareti gibi, dişillik alâmeti olarak görev
alabilmektedir”
Açık olarak yazılan “TE” (‫)ت‬, Kapalı olarak yazılan
“TE” (‫)ﺔ‬
Sonuç olarak, isminden de anlaşılabileceği gibi tai
merbuta işâreti, te harfinin bir yazım formudur ve açık
yazılan te harfi gibi iki nokta ile noktalanmıştır. Kelimelerin
sonlarında yer alır ve genellikle dişillik bildirir; ancak
kendisinden sonra bir harf gelecek olursa, artık kapalı
yazılamaz ve açık te şeklinde yazılır.
Arapça Üç okunuşu “SELÂSE” ama yazılışda ( ‫) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬
“SELÂSE” nin sonunda “TE” harfi vardır. Bu aradaki
yukarıda bilgisini verdiğimiz Tai merbutadır yani kelimenin
müennes (dişilik) olduğunu gösterir. Sondaki kapalı “TE”
(‫ )ﺔ‬ise kendisinden sonra bir harfin gelmeyeceğini gösterir.
“EnTe” (Sen) ancak ilim sûretinde tecelli eder. “Te” harfi
ise “EnTe” (sen) şeklindeki hitap harfidir. Bu ise hitap
edilenin müşahede edilmesini gerektirir. “Te” ile ilgili;
bilindiği gibi o da (En-te) nin “Te” sidir, onu diyebilmek için
orada hâzır olan ancak gaybde olan bir (Ene) olması
148
150
lâzımdır ki muhatabına (En-te) diyebilsin, aslında oradaki
“Te” (ente) (ene) nin “T” deki kendini gizlemiş olan (Ene)
sidir. (Ente) nin zuhur sahası “T” kaldırılınca zâten ortada
kendisi kalmış olmaktadır. “T” ile Zâtın zuhur mahalli olan
birey böylece âlemi şehâdet’te tasdik olunmuş olmaktadır.
(
َ‫ﺗَﻠﺎَث‬
) SELâSE de ki
hakikatleri zuhura çıkaracak
aynada “TE” (‫ )ﺔ‬harfi olmuştur. Çünkü “TE” (‫ )ﺔ‬harfi
yetkin kulluk mahallidir. Muhatab alınan makamdır. “Ene –
EnTe”. Aynı zamanda kelimenin sonunda yer alan “TE”
kelimeye müenneslik (dişilik) verir. Bu da mahallin
edilgenliğinin kabul ediciliğini gösterir ki Bu da buraya
kadar ki hakikatlerin evvelâ kabulü sonra açığa çıkarılması
için önemlidir. Aslında herşey de hem edilgen (dişi) hem de
etken (eril) dir. Bir şeyin zuhur bulması için evvelâ yukarıda
da “KÜN” (Ol) sözünü incelerken değinmiştik. Hakk’ın
etkenliğine mukabil bunu kabul edecek edilgen bir mahalle
ihtiyaç vardır ki tecelli zuhur edebilsin.
Kapalı “TE” harfine
değindiğimiz;
bakacak
olursak
yukarıda
(‫” ) ث‬SE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan
İnsân-ı Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati
meydana gelmiştir.
Görüldüğü gibi “TE”
harfinde alt yuvarlığı İnsân-ı
Kâmil’in toplayıcılığını, üstündeki iki nokta daha önce ifade
ettiğimiz gibi üst noktalar bilgi noktasıdır, “TE” nin
üzerindeki bir nokta Ulûhiyetini, diğer noktada beşeriyetini
gösterir. Dolayısıyla bu yönüyle “TE” ALLAH isminin mazharı
İNSÂN-I KÂMİL makamı olmuştur.
ٌ‫اﺣد‬
ِ ‫إِﻟَﻬْﻛُم إِﻟَﻪٌ َو‬
ُ ‫إِﻟَﻲ أََﻧﱠﻣﺎ‬
‫ﯾُوﺣﻰ ﱠ‬
َ ‫ْﻠُﻛُم‬
ْ ‫إِﻧﱠﻣﺎ أَﻧَﺎ َﺑ ٌﺷَر ﱢﻣﺛ‬
َ ‫ﻗ ُْل‬
149
151
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana
vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilahtır. “ (Kehf
18/110)
Sonuç olarak ( ‫“ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELâSE” deki “SE” ile başlayan
Ulûhiyyet hakikatleri, “TE” harfindeki İNSÂN-I KÂMİL
kemâlâtıyla zuhur bulmuştur.
“İnsânda âlemdeki bütün varlıkların gücü bulunur. O
bütün mertebeleri birleştirir. Bu nedenle ilâhi sûrete sadece
o tahsis edilmiş, ilâhi hakikatleri (onlar isimlerdir) ve âlemin
hakikatlerini kendinde toplamış, böylece varlıkların en
yetkini olmuştur. İnsânın dışındaki her şey halk, o ise hem
halk ve hem de Hakk’tır. Şu halde İnsân-ı kâmil gerçekte
el-Hak el-mahlûk bihi (halk etmede vasıta olan Hak), başka
bir ifadeyle sayesinde âlemin halk edildiği kimsedir.
Allah’a halifelik insân-ı kâmil için geçerli olabilir. Bu
nedenle Allah onun görünür sûretini âlemin hakikat ve
sûretlerinden; görünmeyen sûretini ise kendi sûretine göre
halk etmiştir. İnsân-ı kâmil âlemin ruhudur. Âlem ise
ulvisiyle süflisiyle ona amade kılınmıştır. Hayvan insan ise
İnsân-ı Kâmile amade kılınmış âlemin bir parçasıdır. İnsân-ı
Kâmil birleştirici hakikattir. Allah ona öyle bir kuvvet
vermiştir ki, onunla tek bakışla iki mertebeye birden bakar.
Böylece Hakk’tan alır ve halka verir.“ (İbn Arabi Fütuhat-ı
Mekkiyye)
Sonuç olarak ; (
ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” Zâtın mutlak tekliği (53),
(‫ ) ﻧﺠﺪ‬NECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür.
Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4= 57)
olur.
‫ ) ﻋﺮش‬ARŞ ebced sayı değerine bakacak olursak ( ‫ﻋ‬
“AYN” 70, ‫“ ﺮ‬RA” 200, ‫“ ش‬ŞIN” 300, toplam 570 eder.
(
O da 57 – 0 = 57 dir.)
150
152
Dolayısıyla (‫ ) ﻧﺠﺪ‬NECD makamı (
(
‫ ) ﻋﺮش‬ARŞ’tır.
‫ ) ﻋﺮش‬ARŞ hakkında kısaca bilgi verelim;
Arş; sözlükte taht, köşk, gölgelik, çardak, tavan, çatı
gibi ma’nâlara gelir. Arapça’da arş mülk anlamında da
kullanılır. İfade ettiği kelimelerden anlaşıldığı gibi ulviyet,
yükseklik ma’nâsını da içerir.
Arş mülkten ibaret olduğu için, onu taşıyanlar onu
ayakta tutanlardır
Allah bütün varlıkları ihata eden kevn (oluş) dairesini
halk etmiştir. Bu daire, en yüce serir (taht) olan ARŞ diye
ifade edilmiştir.
Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur. "Hamele-i Arş
şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle
daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur"
Aynı zamanda ARŞ sıfatın mahallidir.
Tekrar konumuza dönersek ;
( ْ‫“ ) ﻧَﺞ‬NEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (‫ ) ﻧﺠﺪ‬NECD
ebced sayı değeri 57 yani “NECD” “ARŞ” tır. Yani “NECD”,
“NEC” Zâtı Mutlağın (53) , sıfat mahallidir.
(‫ ) ﻧﺠﺪت‬NECDET ; ebced sayı değerine bakarsak
“NECD” 57 olduğuna göre ‫“ ت‬TE” ebced sayı değeri 4’tür.
(‫ ) ﻧﺠﺪت‬NECDET (57 – 4 ); yani Zâtın mutlak
tekliğinin (ْ‫“ )ﻧَﺞ‬NEC” (53), (‫ ) ﻧﺠﺪ‬NECD (57) yani arşında
(sıfat mahallinde), Şeriat-Tarikat-Hakikat ve Marifet metrebelerinden görüntüsü olmuştur.
(‫“ ) ﺛﻼ‬SEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 +
1), ( َ‫ ) ﺗَﻠﺎَث‬SELÂSE (“53 + 1” + 5) Bir’in 5 tenezzül
zuhurudur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün Vahdet, 2.-İkinci
151
153
Taayyün Vahidiyyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5. Şehâdet
Mertebeleridir.
( ‫ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELÂSE (T) (“53 + 1” + 5 + 4) Yani “Bir’in
5 Hazretten tenezzül edip Dört mertebede (Şeriat-TarikatHakikat ve Marifet) Üçlemeyle yani ferdiyyetiyle zuhuru
olmuştur.
( ‫ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELÂSE (T) den sonra şimdi de (‫ ) و‬VE’yi
incelemeye çalışalım inşeAllah
(‫ ) و‬VAV.
(‫ ) و‬VAV.
İyyake’nin Vav’ı daha mukaddestir,
Benim varlığımdan ve daha nefistir,
O mükemmel bir ruhtur,
O altılı bir sırdır,
Nerede hakikati parıldarsa,
Denilir ki: Mukaddes arz,
Onun evi yüce sidre:
Bizde tesis edilmiş olan sidre,
(İbn Arabi)
( ‫ ) و‬VAV : Vav sıfat’tır. O’nunla isimler zuhura çıkar. O
Fiilin illetidir. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek
dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleridir. (Elif (Hemze) – He )
Sonuncusu da dudak harfidir. Göğüsten çıkan harf sadece
kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin
sonuncusu olan “Vav” harfinde ise bütün harflerin özellikleri
ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin
mahreçlerini aşmadıkça “Vav” harfini ortaya çıkarmaz.
Böylece “Vav” harfinde bütün harflerin kuvveti meydana
gelir. (Her şeyde her şey olan yön) “Vav” sayısal değeri
152
154
altıdır. Bu da altı yöne işaret eder. Vav harfi kendi içerisinde
de yani telâffuza çıkışta Vav – Elif – Vav ‘dır. (‫ ) واو‬Yani
son ve başı aynıdır. İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve
bu tekliği Elif temsil etmektedir.
Telâffuzda ilk Vav hüviyet Vav’ıdır ve hüviyet He’si onun
içine dercedilmiştir. He’nin sayısal değeri beştir. Beşin
altının içinde olması gibi altı zuhur ettiği için beşin
telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır.
Böylece Vav hem var edicide hem varlıkta zuhur etmiştir.
Elif Hakk’a aittir, Vav ise ma’nâ yönümüze aittir. Elçi
meleğe (Cibril) vahiy emanet edildiğinde, onunla vahyi
aktaran (Hakk) arasında bir bağıntı bulunmasaydı, hiçbir
şeyi kabul edemezdi. Vahiy gerçekleştiğinde ki onun
makamı Vav’dır. Çünkü Vav yücedir. Ulvi ve süfli âlem
arasındaki bağıntı Vav’la sağlanmıştır.
Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili
olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi,
kâmil insan Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve
Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Bu, Risaletin
bâtını olan velâyet makamıdır.
Sonuç olarak; “Vav” harfinin ebced değeri 6’dır. Yani iki
tane üçün (3+3=6) toplamına eşittir.
İcadın (var etmenin) aslının üç mertebesi vardır: İlâhi
Zat, “Kün” sözüyle ayni vücûdunu izhar ettiği sabit malûm.
Bu üç mertebe zuhura çıkıştaki “Vav” (3+3) çarpılırsa,
Selâse (3): 3 x 3 (birinci Vav) = 9 sıfat mertebesinde Zâtın
hakikatleri zuhur eder. Sıfatların fiil huzurunda zuhur
etmesiyle de, yani Sıfat 9 x 3 (İkinci Vav) = 27 sayısı elde
edilir. Bu ise en yüce kalemden başlayarak insana kadar
varlık mertebelerinin sayısıdır. Böylece ilâhi huzur üç
hakikatiyle zuhur etmiş olur: Zat-sıfat-fiil (3x3x3). Bu
mertebelerin zuhuru ise Rahmân’ın nefesinin varlık
mertebeleri aracılığıyla cem edici ve tafsilâtını tayin edici
hatem (son) olan gayesine kadar görünmesiyle gerçekleşir
ki bu 28. mertebedir.
153
155
İnsanın nefesi ile Rahmân’ın nefesinin uyumundan 28
harf ortaya çıkmıştır. Bunlar ise üç mertebeye ayrılırlar:
Zâti birler mertebesi, sonra sifati onlar mertebesi ve fiili
yüzler mertebesi… ki çokluk sayısı 1000 sayısında son
bulsun gayeyi ifade eden “gayn” harfinin sayısal değeri
1000’dir.
Sahih cüzlerinin toplamına eşit ilk tam sayı 6 (altı) dır:
1+2+3=6 bu sayının harfi de lâfzi harflerin sonuncusu olan
“Vav” dır. Bu ise insan nefesinin son aşamasıdır. Tıpkı
İnsân-ı Kâmil’in, şekil verilmesi tamamlanan kevni varlığa
üfürülen ruhtan ibaret Rahmân’ın nefesinin son aşaması
olması gibi.
“NECDET” (‫ ) ﻧﺟدت‬VE “SELÂSE (T)” (
‫ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬
) de ki
(‫“ )ﺔ ت‬TA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın
“TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının
toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine
1+2+3…..26+27+28= 406 dır.
Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder
ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
(
َ‫و‬
) VE
VAV (‫) و‬: İllet (neden) harfidir. Sıfat mahallidir.
Harekeli ve harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi
gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her “Vav” bir
delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise halkedeni
varedeni çağrıştırır. Vareden ise ne yazıya ne telâffuza
sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir.
Arapça’da, Ve: Andolsun ki, halbuki, iken, ve, ile,
birlikte ma’nâlarına bağlama edatıdır.
“Vav” Fethasıyla gizli “Elif” i taşır. “Elif” nitelenendir.
Nitelenen, nitelikler zorunlu olarak kendisine delâlet ettiği
için yazıda düşmüştür. Bu zorunluluk sıfatın bir nitelenenle
var olmasının zorunluluğudur. Böylelikle sıfatlar âleme
tecelli etmiştir. Âlemde, Zat hakkında sıfatlardan başkasını
154
156
bilmemiştir. “Elif” ten önce gelen herşeyin fethalı olması
gerekir. Fetha, böyle bir mahalde “Elif” e delâlet eder ve o
tecellinin mahalli için açma, yayma makamının sâhibi olan
Zât’ın varlık mahallidir. Zat Elif’i, sıfatın varlığının sıfat
“Vav” ı ise fiilin varlığının illetidir.
Sıfat nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder; bu
durumda ise nitelenenin mahiyetini vermez ve sıfattan
mahiyete ulaşmak
mümkün
değildir.
Çünkü
sıfat
nitelenenin mahiyetini bildirmez. Meselâ "Kalem” onunla
ilgili kullanılan yazı yazılır nitelemesi kalemin bir yönü veya
işlevidir. Dolayısıyla Zat olan Kalem hakkında bilinen
yalnızca
onun
yazma
sıfatı
olmuştur.
Zat
asla
bilinememiştir. “VE” ( ‫ ) َو‬oluşumuyla Zat Olan Elif, sıfat
perdesine bürünmüştür. Harekeler niteliklerin, harfler
nitelenenin, mahreçler makam ve basamakların benzeridir.
Elif, fethayla gizlenerek “Vav” ın sıfatı olmuştur. “VE”
mertebesiyle Varlık simgesi olan (Vav) ın nitelikleri aşikar
edilmiştir.
Sıfat “Vav” ı üzerindeki fetha (Gizli Elif); fetha açmaktır.
Üstte oluşan İnsân-ı Kâmil mertebesine ( ‫ ) َو‬VE olarak
bağlanmıştır. Âlemin yansıtıcısı İnsân-ı Kâmil mertebesinin
aynası olmuştur.
(
‫ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬
) SELÂSE (T) (‫ ) و‬VE den sonra şimdi de
(‫ )ﺧَﻤْﺴُﻮن‬HAMSUN’u incelemeye çalışalım inşeAllah
(‫ ) ﺧَﻤْﺴُﻮن‬HAMSUN kelime anlamı Elli’dir.
(‫ )ﺧﺦ‬HI
“HI” harfi ne zaman ki yönelir veya geri döner,
Sana sırlarından verir veya erteler,
Onun yüksekliği varlıkları ister; aşağısı ise,
Halk edeni izhar edilmiş bir hikmet gereği ister,
155
157
Kendi hakikatini izhar eder, zatının çizicisi olarak,
(İbn Arabi)
( ‫“ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELÂSE (T)” te zuhur bulan İnsân-ı Kâmil
(NECDET) ‘in ferdiyyet makamıdır. Yani 53 (Elli üç) ün 3
(üç) teki ferdiyetteki zuhurudur. Şimdi 53 (Elli üç) te ki 3
(üç) ün 50 (Elli) deki zuhurunu incelemeye çalışalım
İnşeAllah.
El-Muhit isminin her şeyi ihata eden olabilmesi için
bütün şekillerle şekillenmesi, bütün sûretlerle zuhur etmesi,
bütün kayıtlarla kayıtlanması, bununla beraber bütün
bunlardan münezzeh olması gerekir. O halde El-Muhit ismi
El-Hakim isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü her şeyi lâyık
olduğu kayıt içinde yapan, her sûreti münasip şeklinin
içinde terkip eden El-Hakim’dir. Dolayısıyla El-Hakim ismi,
külli şeklin icadına yönelik olarak “HI” harfinin menzilinde
zuhur etmiştir. Alemde olmayan bir şey Allah’ta da olmaz.
Âlemin sûreti kâmil olduğu için onla sınırlıdır. Çünkü
mucidinin sûreti üzere mevcuttur. O halde âlemin cevheri
mucidinin zâtına, âlemin arazları sıfatlarına, zamanı da
ezeline aittir. Burası yukarıda bahsedilen “SELASE(T)” teki
İnsân-ı Kâmil ferdiyetinin âlem aynasında ki görüntüsü ElHakim isminin icadıyla “HI” harfindeki görüntüsüdür.
Mekânı istivası, kemiyeti isimleri, keyfiyeti rızası ve gazabı,
vaziyeti kelâmı, izafesi rububiyeti içindir. Âlem, mucidinin
kendisini icat etmesiyle amel eder, kendisinden isteyene
icabet etmek üzere tesir kabul eder. Şu halde âlem Allah’ın
kayıt ve şakilesi üzere amel eder.
El-Hakim’in hikmet şekilleriyle şekillenmesi zuhurdur.
Dolayısıyla zuhur etmek belli bir hikmete dayalı olarak özel
bir heyetle şekillenmekten başka bir şey değildir. Bu
nedenle el-Hakim ismi ez-Zâhir isminin zuhurunu gerektirir.
Bu yüzden ez-Zâhir ismi, cismin icadına yönelik “HI”
mertebesinde zuhur etmiştir. Çünkü zuhurun amacı cisimde
tamamlanır. Zâtın vasıflandığı her şey cisimde zuhur eder.
Dolayısıyla âlem “HI” menzilinde Hakk’ın sûreti üzere
156
158
zuhur etmesidir.
Sonuç olarak (‫ )ﺧﺦ‬HI;
(‫)ﺣﻖ‬
HAK’ın
âlemdeki
zuhuru
(
‫ﺧﻠﻖ‬
)
HALK
olmuştur.
( ‫“ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬SELÂSE (T)” te ki üçlemeyle zuhur
bulan hakikatin Zat, irade ve söz yani kelâm ile varlık
kazandırılan oluşumun ismi “Halk” olmuştur.
(‫ )ﺣﻖ‬HAK’ta ki (‫“ )ﺣﺢ‬HA” söz yani kelâm’dır. Nefes,
söz’dür. Nefesle zuhur bulan mahal (
‫ﺧﻠﻖ‬
) HALK’ta ki
(‫“ )ﺧﺦ‬HI” olmuştur. “HA” ve “HI” sûret olarak (‫)ﺣﺢ‬
olmakla birlikte üzerindeki varlık noktasıyla “HAK” tan
ayrılmıştır. Nokta, halk edilmişin cisim zuhuru olmuştur.
Halk etme, yokluktan değildir. Halk etme, ilmi varlıktan
yani Allah’tan dış varlığa doğrudur. Allah halk edendir
demek, Allah’ın a’yân-ı sâbiteyi dış duyulur varlığa çıkarttığı
veya izhar ettiği anlamına gelir. Bunu sadece Allah
yapabilir, hiçbir halk edilmişin iradesi ayn-ı sâbiteyi izhar
edemez. Halk, Hakk’ın âlemin sûretlerinde tecellisidir. Halk
fiil, tesir, mutlak müstağnilik (HAK) gibi özelliklerin
mukabilinde, edilgenlik, muhtaçlık gibi bütün nitelikleri
temsil eder. Varlıktaki her şey Hak’tır. Görülen her şey
halktır.
“Halk Hak vasıtasıyla müşahede edilmeseydi o olmazdı
Hak halk vasıtasıyla müşahede edilmeseydi, sen olmazdın
Kün (Ol) diyen kimse müşahede ettiğindir
Ortada sadece Kün (Ol) sözü ile olan vardır.” (İbn Arabi
Fütuhat-ı Mekkiyye)
“HI”, Hakk’ın Kün (Ol) sözünün nokta zuhur mahalli
olmuştur.
“HI” harfinin küçük asıl ebced değeri 600 (altı yüz ) dür.
Yani “HI” varlığın (VAV) zuhura çıkıştaki 6 (altı) yönün
157
159
(vech) 600 altı yüzdeki vechdeki görüntüsü olmuştur. Yani
“HI”, “ Varlığın (Vav) 6 yönünün 100 (yüz) aynasındaki
görüntüsüdür.
Aynı zamanda “HI” harfinin en büyük ebced değeri 512
(beş yüz on iki) dir. O da 51 + 2 = 53 (Elli üç) tür.
NUN (‫)ن‬
CİM (
(
ْ‫ﻧَﺞ‬
‫ﺟج‬
: 50
)
:3
) “NEC” toplarsak = 53 olur.
Dolayısıyla “HI” (53) mertebesi, (
53’ün mutlak tekliğinin zuhurudur.
(
َ‫خ‬
ْ‫ﻧَﺞ‬
) “NEC” makamı
) HA
“HI” mertebesindeki Hakk’ın halkıyet zuhuru fethayla
desteklenmiştir. Fetha mahalli açar. Fetha bünyesinde gizli
“Elif” i barındırır. Dolayısıyla Hakk’ın halk zuhuru yine kendi
zatıyla gerçekleşmiştir.
(
‫ﺧَﻢ‬
) HAM
(‫ )م‬MİM
“Mim” “Nun” gibidir, sırlarını incelersen,
Oluşun gayesinde, hakikat olarak ve başlangıçlarda,
O halde “Nun” Hak için, kerim “Mim” ise benim içindir,
Başlangıç için başlangıç, gayeler için gayeler,
Şu halde “Nun” un berzahı bilgilerindeki ruhtur,
“Mim” in berzahı ise halkedilmişlerde Rab’tir,
(İbn Arabi)
(
‫م‬
) MİM : İzafi yokluk harfler âleminden varlığın
158
160
simgesi olan “Mim” harfi sayesinde mülke girdi. Başı gök,
aşağısı yeryüzünü simgeler. Mim mülk âlemidir ve bu âlem
kulluk diyarıdır.
“Ha” harfinin “He” şeklindeki telâffuzu, Süryanice’de
ihata ve şümul anlamına gelir. “Mim” harfinin “Mi”
şeklindeki telaffuzu ise zâhiren aynde ve bâtınen kalpte
olduğu gibi zâtın nuruna işaret eder. “M” şeklindeki
harekesiz telâffuzu ise bütün oluşların cemine (vahidiyet)
ve onlarla tahakkuk etmeye işaret eder. (El-Meşahid- İbn
Arabi “Abdülbaki Miftah” )
Sonuç olarak; “Mim” harfi lâfıza çıkışta “Mim-Ya-Mim”
şeklinde üçlemeyle çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu
oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in
yüceliği alçaklığındadır. “Mim” harfinin biri Melekûta diğeri
mülke bakan iki yüzü vardır. Aradaki “Ya” yazılışta ( ‫) ﻣﯿﻢ‬
iki “Mim” e bitişmiştir. Buradaki “Ya” Risâlettir. “Lekad
câekum resûlun min enfusikum…” “Andolsun ki; size, sizin
içinizden bir resûl geldi…” (Tevbe 9/128)
“Mim” harfinin en küçük ebced değeri 4’tür. Yukarıda da
ifade edildiği gibi; “NECDET” (‫ ) ﻧﺟدت‬VE “SELÂSE (T)”
( ‫ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ‬de ki
(‫“ )ﺔ ت‬TA” , bu hayatın tamamlığının
değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400
(dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav”
400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır.
Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder
ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
Yani (‫“ )ةو‬TAV” 406; Âlemin hayatının kemâline ve
tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir.
( ‫“ ) ﺧَﻢ‬HAM” ebced değeri “HI” 600, “MİM” 4
toplarsak 604 olur. Yani “HAM” mertebesi, “TAV” 406
makamının aynadaki görüntüsü olmuştur.
159
161
“HAM” sözlük anlamı olgunlaşmamış demektir. Buradaki
“Mim” mekândır. Hakk’ın halk zuhuruyla mekân aynasındaki
görüntüsü oluşmuştur. Aynı zamanda “Mim” harfinin küçük
asıl ebced değeri 40’tır. “Dereceleri Yükselten” isminin
zuhurunun kemâli ancak bütün dereceleri cami huzurda
tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup
uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise
ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Sayısal
değeri 40 olan cem harfi “Mim” onundur. 40 hayatın
tamlığının rakamıdır.
“Mim” Mülk (mekan) bütün hakikatleri bünyesinde cem
etmiştir. Buna göre tafsilden önceki her icmal cem’dir.
“Mim” de de yani Mülk âleminde de bütün hakikatler cem
edilmiş icmal durumdadırlar.
(ْ‫“ )ﺧَﻢ‬HAM” mertebesinde “MİM” harfi oluşumun
kendinde icmali olarak cem edilmesi için hareke almayıp
sükûnda kalmıştır.
(‫ )ﺧَﻤْﺲ‬HAMS
(‫ )س‬SİN
Sin’de varlığın dört sırrı bulunur,
Tahakkuk ve en yüce makam ona aittir,
Kendisiyle ortaya çıkar, gayb âleminden,
Güneşlerini örten oluşun eserleri,
(İbn Arabi)
(‫ )س‬SİN: Sonradan halk edilmişin izafi yoklukta iken
var olma zuhur bulma vaktidir. “SİN” harfinin lâfza çıkış
harfleri “Sin-Ya-Nun” dur. Ebced sayı değeri 60’dır. “Sin” de
“Mim” harfi gibi üçlemeyle açığa çıkar. “Ya” içerisinde
bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla
“Sin” in yüceliği alçaklığındadır.
“Kalbin üç külli mertebesi vardır ki “YaSin” in “Ya” sında
160
162
zuhur etmektedirler. Çünkü “YaSin”in “Ya”sı kalbe, “Sin”i de
kalbin kalbine veya kalbin sırrına işaret eder. Bu nedenle
sûre “Ya” harfiyle, sûrenin kalbini oluşturan “Selâmun
kavlen min rabbin rahîm” (Rahiym Rab’den SELâM
sözü vardır.) (Yasin 36/58) âyeti de “SİN” harfiyle
başlıyor.” (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” )
“Rahman’ın nefesinden önceki ilk sûret bulut sûretidir ki
içinde rahmet bulunan rahmâni bir dumandan ibarettir. Bu
yüzden kalp âyeti “Rahiym Rab” ifadesiyle son bulur. Ondan
önce Hakkın vücûdu vardır. Hakk onun için insânın kalbi
mesabesindedir. Nitekim Hakk teâlâ ârif insanın kalbi
açısından, insân kalbi konumundadır. Dolayısıyla kalbin
kalbidir. Mülkün meliki olduğu gibi ama ondan başkası onu
ihtiva edemez. O halde kalbin en yüce mertebesi, bir ve tek
olan Allah’a daimi sûrette yönelmektir.
Bu “YaSin” kelimesindeki teklik elifiyle bitişik ilk “Ya” nın
mertebesidir. Kalbin orta mertebesi ulvi ruhlara ve sırlarına
yönelip onlardan istimdat etmesidir. Bu da “Sin” in
uzatılması ile onunla “Nun” arasında yer alan med harfi
ikinci “Ya”nın mertebesidir. Kalbin en alt mertebesi kevnden
hasıl olan süfli daireye yönelmesidir, ortadaki “Ya”nın
“Nun”la bitişmesi gibi. O halde ilk “Ya” rabbani kalp,
ortadaki “Ya” kevni kalp içindir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı
Mekkiyye)
“Mim” mülke “Sin” zamana işaret eder. Bu
edilmişin zuhura, mülkte zuhura çıkma vaktidir.
Halk
İsti’dad iki ceşittir:
Birincisi yapılmamış isti’dad ki, daha önce izah
edildiği üzere, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti
gereğinden
ibaret
olup
“Kün(Ol)!”
emriyle,
ilim
mertebesinde vücûda gelirler.
“Ve mâ emrunâ illâ vahidetun ke lemhın bil basar”
ya’ni “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir”
(Kamer, 54/50) âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir.
Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehâdet
161
163
mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve görünme
yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin
değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Çünkü tabiatta
vücûda gelmiş olan her bir sûret kemal bulma kaidesine
tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni
Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur.
Örnek: İnsanda konuşma isti’dad ve kābiliyyeti onun
zâti gereği olduğundan yapılmamıştır. Fakat doğar doğmaz
hemen konuşamaz; çünkü bünyesi müsait değildir.
Zamanın geçmesiyle, bünyesine isti’dad ve kābiliyyet
geldikten sonra konuşabilir. Bu isti’dad ve kābiliyyet ise
zaman içinde gerçekleşen kemal bulma neticesinde oluşur;
bu da yapılmıştır.
Bundan anlaşılıyor ki, (yapılmamış isti’dadın açığa
çıkması, yapılmış isti’dadın aşikar olmasına bağlıdır). Diğer
bir ifade ile denilebilir ki, ruhun kemâllerinin açığa çıkması
cismin kemâline bağlıdır. Aksi halde ruhun kemâlleri
bâtında kalır. Şimdi zâhire ait sebepler zâta ait
isti’dadlardan olan işlerdir. Bundan dolayı sebepleri doğuran
zâta ait isti’dadlar ve kābiliyyetlerdir. Mumun yanma sebebi
onun kābiliyyet ve isti’dadıdır. Taş olsa yanmazdı; çünkü
taşta bu isti’dad ve kābiliyyet yoktur.” (Fusûsu’l-Hikem
Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden)
(‫ )ﺧَﻤْﺴُﻮ‬HAMSU
VAV (‫) و‬: Mülk, şahâdet ve kahır âlemindendir.
Sayısal değeri altıdır. Ona ait harf Elif’tir. Çıkış yeri
(mahreci) iki dudak arasıdır. Nefes göğüsten ağıza doğru
bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleri dir.
(He, Hemze) Sonuncusu da dudak harfleridir. Göğüsten
çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur.
Dudak harflerinin sonuncusu olan Vav harfinde ise bütün
harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün
harflerin mahreçlerini aşmadıkça Vav harfini ortaya
çıkarmaz. Böylece Vav harfinde bütün harflerin kuvveti
meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) Vav çok
162
164
şerefli bir harftir. Bir çok yönü ve gayet üstün kaynakları
vardır. Özellikle kendi hususiyetini korur. Bu yüzden
Hüviyet’te
(O’lukta)
bulunur.
Hüviyet
ise
gaybın
korunmasıdır ve ebediyen ortaya çıkmaz. Bu nedenle Vav
harfi bütün harflerden daha güçlüdür. He
harfi hariç.
Çünkü HE harfi hem kendini hem başkasını korur. Vav ise
sadece kendisini korur. He ve Vav harfleri Hüve (O)’nin
aynısıdır ve buna Hüviyet denir. Vav harfi He harfi ile
gerçekleştiği için He ‘nin şekillerinden bir türünün sûretinde
( ‫ )ھ‬vücût bulur. He
fark etmez.
harfine bitişmesi veya bitişmemesi
Bu durum, ruhani mertebenin yukarı tarafa olan
münasebetinin gücünün kanıtıdır ve Vav bunun delilidir.
Ayrıca bizim için, içimizdeki sûretin de delilidir. ”Allah
Adem’i kendi sûreti üzere halketti” İkisinin arasında teklik
hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir. Böylece
kevnin (oluşun) aynı, mükevvinin
(olduran) sûretinde
zuhur etti. Olan ile olduran arasındaki perde de erişilmez
izzet ve büyük ahadiyettir. Böylece zatlar birbirinden
ayrışmıştır. (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
Vav illet (neden) harfidir ve uzatma yapar. Sıfat
mahallidir. Harekeli veya harekesiz olsun sonradan
meydana gelmişi gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz
edilmiş her Vav bir delildir. Sonradan meydana gelen her
delil ise var edeni çağırıştırır. Var eden ise ne yazıya ne
telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir.
Vav’ın açılımı
Vav-Elif-Vav
şeklindedir.
Telâffuzdaki ilk Vav Hüviyet (O’luk) Vav’ıdır ve He onun
içine yerleştirilmiştir. Beşin, altının içinde olması gibi. Altı
zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer
Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide
(Hüviyet Vav’ı) hem varlıkta zuhur etmiştir. Şeyh-ül Ekber
bu nedenle “Elif , Hakk’a ait, Vav ise senin ma’nâ yönün.
Varlıkta ALLAH’tan ve senden başkası yok. Sen halifesin. Bu
nedenle Elif genel, Vav ise karışıktır.” demiştir.
163
165
Allah, harekeleri, harfleri ve mahreçleri; zatların nitelik
ve makamlar sayesinde ayrıştığına kendisinden bir uyarı
olsun diye oldurdu. Böylelikle harekeleri niteliklerin
(sıfatlar), harfleri nitelenenin, mahreçleri ise makam ve
basamakların benzeri yaptı.
Vav harfi ruhsal yücedir. Ötre de yüksekliği verir ve o,
illet Vav ’ının kapısıdır. Elif Zat’a, İllet Vav’ı sıfatlara, İllet
Ya’sı ise fiillere aittir. Şöyle de diyebiliriz; Elif ruha aittir.
Onun niteliği akıldır ve o fethadır. Vav nefse aittir ve onun
niteliği kabzdır (kavramak, almak, teslim almak, mülk), o
ise zammedir (ötre). Ya harfi ise cisimdir, fiilin varlığı onun
niteliğidir ve kesredir.
İlâhi sıfatların sayısı altıdır; ilim, irâde, kudret, işitme,
görme, kelâm ve bu niteliklerin hepsinde bulunması
gereken şart ise hayattır. Böylelikle Zat’a ait yedi nitelik
ortaya çıkmaktadır. Nitelikler, nitelenenin mahiyetini
bildirmez. Her biri nitelenende bulunan bir anlama delâlet
eder. Böylece İllet Vav’ıyla sıfatları zuhura çıkmıştır.
Sonuç olarak; “Kâinatın mertebelerinin Esmâ-i Hüsnanın
tecellisiyle zuhur edişi ancak “Zâhir” ismiyle gerçekleşir.
Zuhur ancak farklılaşma ve çeşitlenme ile olur ve bazısının
bazısından üstünlüğünü gerektirir. Üstün, en üstün, alçak,
en alçak şeklinde belirginleşmeler gerçekleşir. Bu yüzden
“Zâhir” isminden kaynaklanan en son derece, yani
“dereceleri yükselten arşın sahibi” ismine uygundur. Bu isim
mertebeleri belirginleştirmeye yöneliktir, onları var etmeye
değil. Çünkü bunlar varlıkla vasfedilmeyen nispetlerdir,
çünkü aynleri yoktur. Harflerden “Vav” harfi, menzillerden
de ip kudreti menzili bunlara aittir.
İp de fer içindir. Vav harfinin buna ait olmasının
sebebine gelince, çünkü vav harfinin sayı mertebeleri
bakımından 6 değerine sahiptir. 6 ise tam sayıların ilkidir.
Âlemdeki kemâl ise ancak mertebe ile mümkün olur, biz de
buna vav harfini verdik. Rişa menzilinden gelen iple de
bağlanma ve sarılma gerçekleşir, nitekim yüce Allah’a
bağlanma da onun aracılığıyladır. İp menzilini indirmiştir.
164
166
Eğer ip mertebesi olmasaydı
İfadesi sabit olmazdı. Bil ki, bütün
ilâhidirler. Hükümleri varlıkta
mertebelerin en yücesi ise İnsân-ı
(İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye)
“Allah’ın ipine sarılın.”
mertebeler asıl itibariyle
zuhur etmiştir. İlâhi
Kâmilde zuhur etmiştir.”
Sarılın Allah’ın NECDET’teki ELLİÜÇ (‫)ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻣﺳون‬
İpine. “Odur sizi üstlerinizden ve ayaklarınızın altlarından
yediren”
Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili
olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi,
kâmil insân Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve
Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Şeyh-ül Ekber
“Bu, peygamberliğin bâtını olan velâyet makamıdır. O,
içimizde peygamberden bulunan nişandır ve peygambere
vârislik bu konudadır.”demiştir.
(‫ )ﺧَﻤْﺴُﻮن‬HAMSUN
NUN (
‫)ن‬:
Varlık Nun’unun noktası delâlet eder,
Bir hakikat olarak ma’buduna,
Onun varlığı ma’budun cömertliğinden ve bereketindendir,
Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir,
Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak,
Bulunmayan yönünü öğrenirsin,
(İbn Arabi)
NUN ( ‫ ;)ن‬Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin
maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a
yerleştirilmiştir. O insânın görünen tümelliğidir ve söz
konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır.
Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin
sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav”
“Nun” harfleri gibi.
165
167
“Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav –
Nun) (‫ )ﻧﻮن‬arasında bir perde işlevini görür. NUN ( ‫) ن‬
harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder,
tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin
görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir.
Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismânidir, diğer
yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı
her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu
gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır.
Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu
yüzden idrak edemiyoruz.
Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları olarak zuhur
eden halk edilişimizde öyle, halk ediliş küresinin diğer
yarısını
oluşturan
ruhlar
âlemini
idrak
etmemiz
perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz.
Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan “Nun” dan
maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise gaibdir ve bu
zahir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da ruhani
varlıklar ortaya çıkmışlardır.
Şu halde cismâni bir anlamdan zuhur ederken, ruhani
ise anlamın, anlamından zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki
(‫“ )ﻧﻮن‬Vav” bağışları bir yarısından alır, diğer cismâni
yarısına ilka eder. Bu ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani
“Nun” la bitişmiştir. (‫ ) ﻧﻮ‬cismani “Nun” la değil. “Vav” harfi
yazıda kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden
sonraki harfle birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları
ruhani “Nun” dan alması, birleşme ve sarmaş dolaş olma,
aşk mahiyetinde bir almadır. Cismani “Nun” a ilka etmesi
ise tebliğ, ulaştırma, duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte
bu Cebrâili makamdır.
Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi.
Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem.
İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli)
Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir; bilgi ve amel.
166
168
Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir; amel
özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler
ondan meydana gelmiştir.
“Vav” ilkâ esnasında yazı âleminin kalemidir. Bu diğer
“Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler,
olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması
hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören
biri açısından icmali bir sûrettir, ona bakan biri ötesinde ne
olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer
bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu
tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda
mücmel olan şeyleri satır, satır yazıya döker. Böylece
dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı
kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka
edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler
kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka
gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı,
tafsilatlı olarak bilinir.
“Nun” un bir başka yönüde “Nun” lâfzının bir tek vücûtta
zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü
ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret
eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın
benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sâkin
dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden
ikinci “N”ye destek olur.
“Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lâfzıdır.
Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf” (‫ ) ق‬harfinin delâlet
ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun”
undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan,
kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir.
‫ون‬
َ ‫طُر‬
ُ ‫ﯾَﺳ‬
ْ ‫َﻠَم َ َوﻣﺎ‬
ِ ‫ن َواﻟْﻘ‬
“Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki”
(Kalem 68/1-2)
167
169
Sonuç olarak NUN (‫;)ن‬
“En-Nur olarak zuhura
çıkmıştır. Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin
zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır,
nefislerini idrak edip rablerini bilirler. Buraya kadarki (
‫ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ‬
‫( ) وَ ﺧَﻤْﺴُﻮ‬SELASE VE HAMSU) da toplanan hakikatler,
NUN (‫ )ن‬harfinin zuhuruyla kemâlâta ulaşmıştır. Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi NUN ( ‫ ; ) ن‬Halk ediliş mahalli,
ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün
bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insanın görünen
tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya
çıkmıştır.
“Nun” harfinin büyük ebced sayı değeri 106’dır. “Nun”
harfinin şeklinden de anlaşılacağı gibi (‫ )ن‬alt çanağı
görünen zâhiri, üst noktası gaybını simgeleyen bâtınıdır.
Dolayısıyla “Nun” 106 zâhir ve bâtını ayırırsak yani 106 / 2
= 53 eder. O da “CİM” ( ‫ ) ج‬harfinin büyük ebced sayı
değeridir.
“CİM”
harfini
doksan
derece
yatırırsak
yani “NUN” daki bâtın olan birinci “NUN” olur.
“Cim” ( ‫ ) ج‬harfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle ElCelâl ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan ElCami isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemâl
makamında birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama
tecelli eden cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce
Allah Yusuf’a (a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur
sayesinde misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi.
Hayal en büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder.
“Cim” ;
Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir.
İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine, (İbn Arabi)
168
170
“Tek ve bir olan Allah’tan başka bir şey yoktur. Bu
yüzden Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde
Allah…Allah… diyen kimseler oldukça kıyamet kopmaz.” Bu
yüce Allah’ın “Allah’ın zikri en büyüktür” dediği en büyük
zikirdir. İşte bu isim bu imamın zikridir ki onun ruhu en son
kabzedilir. Böylece kıyamet kopar ve gök yarılır. Dolayısıyla
bu ve benzerleri sütündurlar…
Yüce Allah dosdoğru bir hareketle bu insâni sûreti ikame
etmiştir. Çadırın orta direği sûretini. Onu bu göklerin
kubbesini ayakta tutan sütûn kılmıştır. Onun sayesinde
göğün yerin üzerine çökmesini engellemiştir. Biz de bunu
sütûn olarak ifade ettik. Bu sûret yok olduğunda ve
yeryüzünde nefes alıp veren bu kabil insanlar tükendiğinde
gök paramparça olur, o gün çöküverir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı
Mekkiyye)
Sütûn, Arapça Amed demektir. “Amed” kelimesinin
ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin
sayı değerine eşittir. Ferdiliğin ilki basamağı üçtür. Sütûn
(Amed) kelimesi de üç hakikati gerektirir: Gök, yer ve
ikisini birbirine bağlayan sütûn. Bu kâmil insândır. Yahut
hak, halk ve ikisinin arasındaki vasıta, yani MUHAMMEDİ
hakikat. Biz burada Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç
Uşşaki (k.s.) dan söz ediyoruz. Kendisine tahsis edilen 53
sütûnundan.
(‫وﺧﻣﺳون‬
‫ )ﺛﻼﺛﺔ‬53 (ELLİÜÇ) ;
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “Cim” harfinin küçük
ebced değeri 3’tür. “Nun” harfinin ebced değeri de 50’dir.
Yani toplarsak 3+50 = 53 olur. Harfleri yan yana getirirsek
(‫“ )ﺟﻦ‬CAN” olur.
NECDET
(‫;)ﻧﺟدت‬
Gök
kubbeyi
ayakta
tutan
sütûndur. Yani (‫“ )ﻋﻤﺪ‬AMED” dir. “Amed” kelimesinin
ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin
sayı değerine eşittir. El-Cami ismi Allah’tır.
169
171
Efendi babacığıma Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
hazretlerine tahsis edilen (‫ )ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻣﺳون‬53 (ELLİÜÇ)
beden mülkünü ayakta tutan “CAN” dır.
Âlem “NECDET” le ayakta, beden 53 (Elli üç) ile
Can bulmakta…
Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
hazretlerinin bu sırra işaret eden bir şiirini sunmak
istiyorum;
CAN
Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can,
Bütün alem oldu Can, Canla kaldık Canla Can,
Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can,
Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can.
Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç,
Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç,
Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç,
Sureti İnsanda kalma sıreti İnsan'ı seç.
Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda,
Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla,
Yoktur Candan gayrı alemde dost asla ve asla,
Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha.
Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla,
Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla,
Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla,
Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla.
Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler,
Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler,
Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller,
Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sureler.
Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.)
Son olarak Efendi Babacığım için yazdığım kısa bir şiiri
170
172
arz etmek istiyorum; Şiirin ismi “SELÂSE(T) VE HAMSUN”
yani 53’ten alıntı şöyleki “SELÂSE(T)” in “S” si ve bitiş
“HAMSUN” un “N” si ve ortada bütün bunları ayakta tutan
“E” yani “ELİF” (
‫“ ) ث ا ن‬SEN”
--------------
SENMİŞSİN
Ezilirken beşeriyetimizde,
Allah acıdı halimize,
Gönlümüzü açtı muhabbetine,
Kaynağı muhabbet, Eşref-i mahlûkat,
Resûl-u Kibriya, Hatemül enbiya,
Ahmed-i Muhammed Mustafa, (s.a.v.)
Aşkıyla doldu gönlümüz,
Dedi; İşte Hatemül evliya,
Ma’nâ’yı Muhammed (s.a.v.)
Kibrit-i ahmer, Şeyhül ekber,
İşte dedik Din-i Mübin,
Ma’nâ’mızmış Muhyiddin,
Dedi; Ekber olmak için aşk gerek,
İşte dedi Uşşaki Ekberî Ahmedî NECDET,
“Lâm” olup huzuruna geldik,
“Elif” gibi kucakladın bizi,
“Lâm”ın “Elif”e olan aşkı gibi,
Yaktı benliğimizi “Elif” in aşkı,
“Lâ” etti varlığı benliğimizi,
171
173
Varlık sebebimiz SENMİŞSİN,
Nefes-i Rahmanımız SENMİŞSİN,
Canımızın canânı SENMİŞSİN,
NECAT’ımız SENMİŞSİN,
Tevhidimiz SENMİŞSİN meğer!
------------------Bu değerlendirme yazısı ile bu kitabımızı da bitirmiş
olalım Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah.
Görüldüğü gibi yukarıda bahsedilen bazı vasıflar, bizim
belirttiğimiz vasıflarımız değil, bahsedenlerin muhabbetleri
ile, kendi zuhur ve indî düşenceleridir, dışa dönük olarak
bunlar hiçbir şekilde bir iddia değildir. Dileyen kabul eder
dileyen etmez. Bunlar hakkında bizim de bir iddiamız
yoktur. Tecellilerini gönderen her kese teşekkür ederiz. T.B.
------------------NOT= Bu kitabımızda böylece, nihayete ermiş
olmaktadır. Ancak okuyacak olan bazı kimseler bu kitaptaki
yazıların yukarıda kısaltılmış ismi geçen kimselere ait
olduğunu ve kitabın içinde yazısı olan kimseler tarafından
yazıldığını düşünebilirler. Zâhiri olan bu anlayışların da, da
doğrudurlar.
Ancak bu kimselerin bir çoklarının daha evvel internet
nedir, yazmak nedir, tefekkür nedir, cümle kurup yazı
yazmak nedir, diye bir bilgileri olmadığı gibi kendilerinin, hiç
ilgilerinin dahi olmadığı, ve zor bir sahada, yazı yazabiliyor
olmaları da çok dikkat çekicidir.
Yazıları olan bu arkadaş, dost, ve evlâtlarımız, kendilerine verilmeye başlanan, gerçek tasavvuf eğitimi ile, ilgilenmeye başladıktan sonra, kısa sürede kendilerini tanıyıp
gerçek bir kimlik sahibi olup, bu yoldan öz güvenlerini
172
174
bulup aldıkları bilgilerini de birleştirerek, böyle güzel
hallere, mânevi kültür ve lütuflara ermiş olmaktadırlar.
Dolayısı ile bunları kendileri yazmış olmayıp, tarafımızdan
verilen eğitim ve ufuk genişliği neticesinde yazmış-yazdırılmış olmaktadırlar.
İşte, aslında zor olan, kişinin kendinin yazı yazması
değil, kendi vasıtasıyla karşı tarafa yazı yazdırabilinmesidir,
bu ise gerçekten oldukça zor bir iştir, çok zaman ve sabır
gerektirmektedir. İşte bizde bu yazılan ve yazdırılanları,
gördükçe çevremizle iftihar ediyor, emeklerimizin boşa
çıkmadığını görüyor, Rabb’ ımıza şükrediyoruz. Cenâb-ı
Hakk arzulu olanlara daha nice yazılar yazmayı, ve
yazdırılmayı nasib etsin İnşeallah.
Okuma zahmetinde bulunacaklara da akıl ve gönül
genişliği nesip etsin İnşeallah.
(Heze min fazlı rabb’î) (12/14/2014/Pazar gecesi)
Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tan’dır.
( Tekirdağlı, Terzi Baba, Necdet Ardıç.)
173
175
Terzi Baba.
Baskısı olan kitaplar.
1.
2.
3.
4.
5.
Necdet Divanı:
Hacc Divanı:
İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:
Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):
Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı
hakikatler:
“İngilizce, İspanyolca”
6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve
Hakikatleri: (Fransızca)
7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):
9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:
10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:
11. Vâhy ve Cebrâil:
12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:
13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:
14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve
şerhi
15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
16. Divân (3)
19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)
22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
35. Fâtiha Sûresi:
41. İnci tezgâhı:
49. 36-Yâ’sîn, Sûresi:
51. 81-Tekvir, Sûresi:
52. 89-Fecr, Sûresi:
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
67. 067-Mülk Sûresi:
91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
------------------174
176
Terzi Baba kitapları sıra listesi
KAYNAKÇA
1. KÛR’ÂN VE HADîS :
2. VEHB
: Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim.
3. KESB
: Çalışılarak kazanılan ilim.
4. NAKİL
: Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif,
İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve
sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.
“DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ”
(Gönülden Esintiler)
1.
2.
3.
4.
5.
Necdet Divanı:
Hacc Divanı:
İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri:
Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri):
Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı
hakikatler:
“İngilizce, İspanyolca”
6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve
Hakikatleri: (Fransızca)
7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i):
8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri):
9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet:
10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle:
11. Vâhy ve Cebrâil:
12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:
13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye:
14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve
şerhi
175
177
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
Divân (3)
Kevkeb. Kayan yıldızlar.
Peygamberimizi rû’ya-da görmek.
Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i.
Terzi Baba Umre (2009)
6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.)
Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:
Değmez dosyası:
6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
-1-Köle ve incir dosyası:
Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri:
-2-Genç ve elmas dosyası:
Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr:
Karınca, Neml Sûresi:
Meryem Sûresi:
Kehf Sûresi:
3-Terzi Baba İstişare dosyası:
Terzi Baba Umre dosyası: (2010)
-3-Bakara dosyası:
Fâtiha Sûresi:
Bakara Sûresi:
Necm Sûresi:
İsrâ Sûresi:
Terzi Baba: (2)
Âl-i İmrân Sûresi:
İnci tezgâhı:
4-Nisâ Sûresi:
5-Mâide Sûresi:
7-A’raf Sûresi:
14-İbrâhîm Sûresi:
İngilizce, Salât-Namaz:
İspanyolca, Salât-Namaz:
Fransızca İrfan mektebi:
36-Yâ’sîn, Sûresi:
76-İnsân, Sûresi:
81-Tekvir, Sûresi:
89-Fecr, Sûresi:
176
178
53. Hazmi Tura:
54. 95-Beled-Tîn, Sûresi:
55. 28- Kasas, Sûresi:
56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba:
57. 20-TÂ HÂ Sûresi:
58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi:
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
(s.a.v.)
62. -4-Bir ressam hikâyesi:
63. İnci mercan tezgâhı
64. Ölüm hakkında:
65. Reşehatt’an bölümler:
66. Risâle-i Gavsiyye:
67. 067-Mülk Sûresi:
68. 1-Namaz Sûrereleri:
69. 2-Namaz Sûrereleri:
70. Yahova Şahitleri:
71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits:
72. Îman bahsi:
73. Celâl ve İkram:
74. 2012 Umre dosyası:
75. Gülşen-i Râz şerhi:
76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi:
77. Aşk ve muhabbet yolu:
78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader:
79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.
80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.
81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları:
82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura.
83- 2013 Umre dosyası.
84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri.
85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül.
86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.
87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.
88- Nusret Tura-Divanı.
89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi.
90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi.
177
179
91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi.
93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril
Hadîs’i):
94- Kubbet-ul Kara.
-------------------------
Altı peygamber serisi:
15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah
(a.s.)
21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah:
(a.s.)
24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.)
59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah:
(a.s.)
60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah:
(a.s.)
61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed:
(s.a.v.)
-------------------------
Terzi Baba kitapları serisi:
1- 12- Terzi Baba-(1)
2- 39- Terzi Baba-(2)
3- 32- Terzi Baba-(3) İstişare dosyası.
4- 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası.
5- 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası.
6- 86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası.
7- 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)
-------------------------
Bir hikâye birçok yorum serisi.
25. -1-Köle ve incir dosyası:
27. -2-Genç ve elmas dosyası:
34. -3-Bakara dosyası:
61. -4-Bir ressam hikâyesi:
76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi:
89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi.
-------------------------
Dîvanlar serisi:
1. Necdet Divanı:
2. Hacc Divanı:
178
180
16. Divân (3)
87- Terzi Baba-İlâhiler derleme.
88- Nusret Tura-Divanı.
-------------------------
Mektuplar ve zuhuratlar serisi:
Terzi Baba İnternet dosyaları:
----------------------------1-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
2-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
3-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
4-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
5-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
6-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
7-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
8-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
9-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
10-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
11-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
12-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
13-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
14-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
15-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar
16-Terzi-Baba-Mek-ve-zu-Ke-Kara-bi-dosyası.
17-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
18-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar .
19-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar .
20-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar .
21-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
22-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
23-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
24-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
25-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
26-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
27-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
28-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.
179
181
29-Terzi-Baba-Mektuplar
30-Terzi-Baba-Mektuplar
31-Terzi-Baba-Mektuplar
32-Terzi-Baba-Mektuplar
33-Terzi-Baba-Mektuplar
34-Terzi-Baba-Mektuplar
35-Terzi-Baba-Mektuplar
36-Terzi-Baba-Mektuplar
37-Terzi-Baba-Mektuplar
38-Terzi-Baba-Mektuplar
39-Terzi-Baba-Mektuplar
40-Terzi-Baba-Mektuplar
41-Terzi-Baba-Mektuplar
42-Terzi-Baba-Mektuplar
43-Terzi-Baba-Mektuplar
44-Terzi-Baba-Mektuplar
45-Terzi-Baba-Mektuplar
46-Terzi-Baba-Mektuplar
47-Terzi-Baba-Mektuplar
48-Terzi-Baba-Mektuplar
49-Terzi-Baba-Mektuplar
50-Terzi-Baba-Mektuplar
51-Terzi-Baba-Mektuplar
52-Terzi-Baba-Mektuplar
53-Terzi-Baba-Mektuplar
54-Terzi-Baba-Mektuplar
55-Terzi-Baba-Mektuplar
56-Terzi-Baba-Mektuplar
57-Terzi-Baba-Mektuplar
58-Terzi-Baba-Mektuplar
59-Terzi-Baba-Mektuplar
60-Terzi-Baba-Mektuplar
61-Terzi-Baba-Mektuplar
62-Terzi-Baba-Mektuplar
63-Terzi-Baba-Mektuplar
64-Terzi-Baba-Mektuplar
65-Terzi-Baba-Mektuplar
66-Terzi-Baba-Mektuplar
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
ve
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
180
182
67-Terzi-Baba-Mektuplar
68-Terzi-Baba-Mektuplar
69-Terzi-Baba-Mektuplar
70-Terzi-Baba-Mektuplar
ve
ve
ve
ve
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
zuhuratlar.
Kitaplar devam ediyor şu an Yekün=
(94/70=164)
NECDET ARDIÇ
Büro : Ertuğrul mah.
Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4
Servet Apt.
59 100 Tekirdağ.
Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad.
Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13.
59 100 Tekirdağ
Tel (ev)
: (0282) 261 43 18
Cep
: (0533) 774 39 37
Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/
Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info>
Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com>
Radyo adresi (form): <terzibaba13.com>
İnternet, MSN Adresi:
Necdet Ardıç <[email protected]
------------------------
181
183
ARKA KAPAK
Neml Sûresi. 27/40. Âyet. (2+7+4)=13

Bu Rabbimin fazlındandır.
(27+40+)=67
(6+7)=13
(40+13)=53
Çıkan sayı değerleri dikkat çekicidir.
67 Allah isminin sayı değeridir.
13 Hakikat-i Muhammediyyenin toplu halde sayı değeridir.
53 İse Terzi Babamın sayı değeridir.
184