1 GÖNÜLDEN ESİNTİLER: TERZİ BABA (6) İSTİŞARE DOSYASI NECDET ARDIÇ İRFAN SOFRASI NECDET ARDIÇ TASAVVUF SERİSİ (86) 2 ÖN SÖZ: BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM: Bu kitabın da oluşumu, NECDET ARDIÇ (20 şubat 2009 Cuma) günü çevremize gönderdiğimiz bir “mail” ile şöyle başlamaktadır. ---------Selâmün aleyküm. Sevgili kardeş-ihvan ve evlâtlarımız. (Terzi Baba 1 ) kitabını düzenleyerek yazan, (Ç.H.U) oğlumuzun sizden bir ricası var! şöyleki: ---------Muhterem, yolumuzun ehli, büyüklerim ve kardeşlerim. Epey zamandır düzenleme ve yazılımlarına başladığım(Terzi Baba 2) kitabımızın oluşumuyla meşgulüm. Kitabımızın içinde muhtelif başlıklar değişik bölümler vardır, bunlardan bir tanesinin başlığı da (dost katından inen) ismini taşıyacaktır. Ve ya benzeri bir isim olacaktır. Bu bölümü sizlerden gelecek gerçek bilgiler ile oluşturmak istiyorum. Bu vesile ile, Sizlerin Efendi Baba mı tanıdıktan sonra, (1) hayatınızdaki değişiklikleri, (2) hayata bakışınızı, (3) kendinizdeki idrâkî gelişimleri, (4) zaman içinde halinizde, üzerinizde yaşadığınız varsa, olağan üstü özel hallerinizi, (5) son idrak yaşantılarınızı, (6) şu anda Efendi Babamı hangi vasıfta gördüğünüzü ve hakkında ne düşündüğünüzü, özet olarak yaklaşık 10 gün içinde yine Efendi Babamın mail adresine göndermenizi en içten saygı hörmet ve sevgilerimle rica ediyorum. Bu yazıların isimleri bizde mahfuz kalacaktır. Sonsuz selâmlar. Ayrıca bende sizleri zâhiren, tanımadığım halde çok 1 3 seviyorum. Kardeşiniz Hüsamettin çelebi. Yukarıda bahsedilen (Terzi Baba 2 ) den sonra ki Kitaplarımız bize gelen Mektup ve zuharatların arşivimizdeki malzemelerini de bilgisayar ortamına (az bir kısmı kaldı) geçirmiş bulunuyoruz bunların ismi ise (Terzi Baba istişare dosyaları 3-4-5-6) gibi en son olarakta (Terzi Baba Mektuplar ve zuhuratlar) kitabtaplarımızın yazılımları devam ediyor. (Şu anda 70)i geçmiş vaziyette. Vaktimiz oldukça da devam eder İnşeallah. Bizlerden de sizlere sonsuz selâmlar. Bu mail-i kardeş ve evlâtlarımıza ayrı ayrı gönderiyorum ancak unutulan kimseler olursa kusura bakılmasın bilgisayarı olmayanlara da iletirsiniz onlar da yakın bir arkadaşları vasıtasıyla düşündüklerini bildirebilirler. Ancak bu istek, bir emir ve hüküm mahiyetinde değil sedece ricadır. Her kese başarılar dilerim. Terzi Babanız. (20 şubat 2009 Cuma) günü istenen bu yazılar o günden beri gelmeye devam etmekteler bende onları dosyasında muhafaza ediyor idim onlara bakmaya ancak vakit bulabildim ve düzenlemeye çalışıyorum. Oldukça dikkate değer ve ilgi çekici, safiyetle yazılmış yazılar olduğundan sizlerinde istifade etmenizi istedim. (Terzi Baba 2) ye konanların dışında dikkate değer yazıları burada kayda alıp belirli bir sayfa sayısına ulaşınca daha başka kitaplarda da sıra ile toplamayı düşünüyorum. Cenâb-ı Hakk her işlerimizde her birerlerimize kolaylıklar nasib etsin. Âmîn. Yazı gönderen dost, kardeş ve evlâtlarımızın açık olarak tanınmaması için sadece isimlerinin baş harfleri konacaktır. Oldukça değerli olan bu yazı ve cevaplarda, umarım benzer olan soru ve düşüncelerinizin cevaplarının benzerlerini bulabileceğinizi tahmin ediyorum. Zahmet edip yazı gönderenlere ayrıca teşekkür ediyorum sağolsunlar varolsunlar. Cenâb-ı Hakk okuyanlarıda faydalandırsın İnşeallah. Sevgili okuyucum, bu kitabın yazılışında, düzenlenişinde, basılışında, bastırılışında, tüm oluşumunda emeği ve hizmeti geçenleri saygı ile yadet, geçmişlerine de hayır dua et, ALLAH (c.c.) gönlünde feyz kapıları açsın. 2 4 Yarabbi; bu kitaptan meydana gelecek manevi hasılayı, evvelâ âcizane, efendimiz Muhammed Mustafa, (s.a.v.) in ve Ehl-i Beyt Hazaratı’nın rûhlarına, Nusret Babamın ve Rahmiye annemin de ruhlarına, ceddinin geçmişlerinin de ruhlarına hediye eyledim kabul eyle, haberdar eyle, ya Rabbi. Muhterem okuyucularım; yine bu kitabı da okumaya başlarken, nefs’in hevasından, zan ve hayelden, gafletten soyunmaya çalışarak, saf bir gönül ve Besmele ile okumaya başlamanızı tavsiye edeceğim; çünkü kafamız ve gönlümüz, vehim ve hayalin tesiri altında iken gerçek mânâ da bu ve benzeri kitaplardan yararlanmamız mümkün olamayacaktır. Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır. Terzi Baba NECDET ARDIÇ Tekirdağ: (12/11/2013) Çarşamba. NOT=(20 şubat 2009) daki, ve daha sonraki günlerde yaşanarak kaydedilen, bu duygu ve tespitler, o günlere aittir bu gün ise bu tespitler çok daha gelişmiş, sahiplerini daha ileri derecelere götürmüştür. O günlerin feyzi ve bereketleridir. Her an ilerlemede olan bir gönül tabiî ki daha başka gelişmelere de sahne olacaktır. Eğer olmuyorsa yerinde sayılıyor demektir. Devamı olacak kitaplarımızda bunların yenilerini de göreceğiz. İnşeallah. Cenâb-ı Hakk cümle yaranımızın akıl gönül ve idraklerini Hakikati İlâhiyyenin hakikatinde açıp idraklerimizi genişletsin. İnşeallah. Bu tür çalışmalar bazı kimseler için hiçbir şey ifade etmeyebilir, ancak kendini/nefsini ve oradan Hakk’ı tanıma yolunda olan kimseler için, çok büyük hakikatleri ortaya koymaktadır. Gayemiz bazı şeyleri ispatlamaya çalışmak değil, bu yolla çevremize, ve bu sahadan faydalanmak isteyenlere, misallerle faydalı olmaya, ve hayatın çok başka yönlerinin de varlığını, bildirmek için, örnek çalışmalara teşvik etmek için yapılan çalışmalardır. Cenâb-ı Hakk cümlemizi arzu ettiği menziline ulaştırsın İnşeallah. T.B. 3 5 TERZİ BABA (6) İSTİŞARE DOSYASI. 86 BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM. Bu kitabımız da, A….. S… isimli oğlumuzdan (07/11/ 2013) tarihinde gelen bir mail ile başlamaktadır. ------------------Terzi Baba. (07/11/2013) “Bilimdeki benlik "B" si’ni kaldırmak” Hayırlı akşamlar, Ah…. oğlum gene güzel bir şey yakalamışsın, bu yönüyle öyle, ancak ben sana bilimin başındaki (B) yi bir başka anlayışla, gene yerine koyacağım, ancak bu görüntü, ehli gaflete göre gene aynı olacak, fakat ehli irfana göre, çok başka olacak. Arapça da (B) "ile/birlikte" olma ma'nâlarına gelmektedir, ayrıca arapça alfebe de değişmeyen, altında noktası olan tek harftir. Bir de “ye” harfi vardır ama o bazen değişir. Ayrıca "B" harfinin başındaki dikey, düz çizgiyi önündeki iki yarım yuvarlaktan biraz ayırırsak, ortaya şöyle bir sayı çıkar ki o da (I3) on üçtür. Zâten ne olduğu malûmdur. Şimdi bilim kelimesine tekrar bakalım. (B ile, I3 ile, ilim) oldu işte gerçek "ilim" be'ye “I3” e dayanan İlâh-î ilimdir, buda en başta kişinin kendisini bilmektir. Bunun dışında oradaki “be” bu ilmin açılması için konduğu halde aslı bilinmediğinden ilmin en büyük perdesi olmuştur. Böylece bilimin başındaki (B) lâtifleştirilip yarine Hakk konarak gerçek ilim haline dönüşmektedir. Arapça alfebenin başında “elif.” daha sonra “Be” daha sonra da “te” gelmektedir. Elif (Ahadiyyet ve UlÛhiyyeti, ve "ene" ben-i, Be birlikteliği, te ise "ente" "sen"i ifade etmektedir. 4 6 Eliften çıkan bu ma'nâlar zuhura geldikçe kendi mertebelerinde görüntüye gelirler ayrı varlıklarmış gibi zannedilir, işte ortadaki (B) ile, derki, "ene/ben" ile "ente/sen" ayrı şeyler değilsiniz sadece bir zuhur farkı vardır diyerek iki makamın bir olduğunu bu ilim ile bildirmektedir. NOT= (Be) hakkında daha geniş bilgi (on üç ve Hkikat-i İlâhiyye) kitabımızın Muhammediyyet bölümünde vardır oraya bakabilirsiniz, İnternette sitede vardır. İnşeallah biraz daha açılım olmuştur, selâmlar hoşça kalın Efendi Babanız. ------------------Ah…Se… (07/11/2013) “Bilimdeki benlik "B" si’ni kaldırmak” Canımın nuru efendibabam yine gönül'e birşeyler düştü kıymetli vaktinizi almaya cüret ettim. (Bilim deki benlik "B" sini kaldırmak.) 45 yıl boyunca verilen gövdeyi asıl amaç, bahşedilen aklı'da mükevvenat asıl olanmış, gibi bilerek kullandım. O Zaman Yaptığım "Bilim" oldu. Yani Tıp Doktoru OlduM, hastaları iyileştirdiM, hastalara şifa verdiM. Ne zaman ki, Efendi Babamı tanıdıM, o zaman yaptığıM bilim deki benlik (B) si’nin kaldırılması gerektiğini öğrendiM. Birde baktıM ki, beniM yaptığıM meğerse İLİM imiş. Sonra yapılan işlerden benlik bildiren ekleri kaldırdıM, gördüm ki, meğerse "O" Tıp doktoru oldu, hastaları iyileştirdi, hastalara şifa oldu. Anladım ki, BEN dediğim kalıp esasen şâfî isminin zuhur mahallerinden bir mahalmiş. Ama artık işi ona teslim ettiM nasıl isterse öyle yapıyor ama elbise olarak beni kullanıyor. Kavga kalmadı herşey sâkin. Canımın nuru Babacığım ellerinizden hasretle öper, hanım annemin de ellerinden öperim. İşlerinizde kolaylıklar dilerim. Ed… den Ah…. 5 7 ------------------Terzi Baba. (09/11/2013) Hayırlı akşamlar Nu… Ni… kızım Yazın güzel olmuş, eline diline gönlüne sağlık, soran kişiye bu kadarı yeterli olur daha fazlasını zâten anlayamaz, güzel toparlamışsın böyle sorular gurubumuzdan olmadığı için, aslında bizi hiç ilgilendirmiyor olsa bile, senin tecrübe kazanman için bunlar faydalı olur ayrıca aynı zamanda bir hizmettir. Zuhuratında güzel hayali değildir herkesin göreceği cinsten de değildir, "keşfi muhayayyel"dir, oldukça açık olduğu halde biraz yorumda yapılabilir. Şimdi vakit bulduğunda bunun da yorumunu yap bakalım neler çıkacak. Cenâb-ı Hakk kolaylıklar ve başarılar versin. Yazını Ta…. gönderebilirsin. Sayfaya koysun. Bakalım soran ne cevap verecek. Herkese Ab… kardeşimize sana evlâtlara selâmlar Nüket anneninde selâmları vardır. Hoşça kal kızım Hayyat Ardıç Baban. ------------------Ni…. Ma…. (08/11/2013) Çok kıymetli Efendi babacığım ve canım Nüket annem, ellerinizden hürmetle öpüyorum. İnşallah iyisinizdir. Çarşamba günü görüntülü sohbetinizi dinlemek ayrı şevk verdi. Hamdinden acizim. Ta…. kardeş forumdan bir soru yollamış. Araştırdım emriniz üzere. Çok faydalı oldu. Sanki eski günlere dönmüş gibi oldum. Allah râzı olsun babacığım. Tekrar ellerinizden hürmetle öpüyorum. Gelmenizi canı gönülden bekliyorum. Annemin de yanaklarından öpüyorum. Ha.. Kı… Nu.. Ni... Canım babam izniniz olursa (inşallah hayali değildir.) zuhuratımı yazmak istiyorum. Bugün sabaha karşı gördüğüm bir zuhurat: "Dergahtayım. Nusret babam iki odalı dergâhta, iç odada 6 8 kabrinde imiş. Ama kabirde değil de sedirin üzerinde oturuyor. Canlı gibi. Beyazlar giymişti. Dışarıda ki odada alınmayı bekliyoruz. Sırayla alındık. Tac, cübbe ve kuşak Terzi babama sırasıyla verilmiş. Kuşağı Terzi babam pehlivanlığı ile almış. Bizler Nusret Babamın huzurunda iken sanki bir film şeridi gibi Terzi Babamın gençliği ve onunla güreşen biri varmış. O önümüze getirildi. Terzi Babam onunla güreşti (görmüyoruz ama o hissiyat verildi). Ortalık nur gibi aydınlandı. O kişiyi yendiği an'dı. sanki "ikra" gecesi de böyle oldu denildi. Kuşak Terzi babamın oldu. Güreş yapılırken zaten emânetler Terzi babamda diye içimden geçiriyordum. Terzi Babam çok gençti. Bu defa Nusret babamı kabrinde beyaz bir örtü altında görüyorum. Kabrin yanında bir kuyu var. Kuyu hem geniş hem de çok derin imiş. O kadar temiz görünüyordu ki ab-ı hayat imiş. Birine Nusret babamla ne konuşayım? diye soruyorum. İçime, "ne söylersen söyle" geliyor. Durmaksızın ağlıyorum. Odada gözüme çarpan silsile albümü oldu. Albümde resimler vardı. En son fotoğraf Nusret Babamın Terzi Babam’la çekilmiş fotoğrafıydı. Terzi Babamın yanında Nüket Annem, İzzet ve Cem de vardı. Zuhuratım bu kadardı. sabahın ikisiydi. kalktım ve hemen yazdım. ------------------Terzi Baba. (10/11/2013) Hayırlı akşamlar Mu… oğlum gönderdiğin dosyanı açtım okudum epey bereketli olmuş eline diline sağlık. Zuhuratında bahsettiğin hallere benzer başka zamanlarda da veya başka zuhuratında oldumu,? oldu ise özetle başından geçen benzeri haller varsa onları da vakit bulunca yazıverirsin onlara da bakarız. Yu….la Ra…. senden bahsettiler ama, görüştük’mü? hatırlayamadım. İnşeallah bir mâni olmazsa Kasımpaşa da görüşürüz. yazdıkların oldukça güzel, bize gösterdiğin hüsnü hâle de teşekkür ederim, bizim öyle fazla dillendirilecek, bir 7 9 halimiz yoktur, gerekeni yapmaya çalışıyorum, sıradan bir yolcu sayılırız, bir kısım kardeşlerle de, yola devam etmeye çalışıyoruz. Cenâb-ı Hakk hepimize kolaylıklar nasip etsin İnşeallah. Daha evvel herhangi bir yerle ilgin oldumu, onları da belirtirsen iyi olur. Başarılar dilerim Yu… Ra….. na ve diğer tanıdıklara selâmlar hoşça kal Terzi Baban. ------------------Mu…. Gü…. (09/11/2013) Sevgili TERZİ BABA'm yazılanlar biraz uzun olduğundan ancak dosya olarak gönderebiliyorum. Affınıza sığınıyorum. ------------------Terzi Baba’m, Cum’a (01/11/2013) Efendim, ben İstanbul’da öğretmenlik yapıyorum. Adım Mu… Gü….. Gıyabınızda sizinle tanışmam arkadaşlarım Ra… Yü… ve Yu… Yü… sayesinde oldu. Kitaplarınızın bazılarını okudum. Özellikle Necm Sûresi hakkındaki tefsiriniz beni çok etkiledi. İnşallah en kısa zamanda Kasımpaşa sohbetinize katılacağım. Sizinle aşağıda yazdığım bir rüyamı ve bazı zuhuratları paylaşmak istiyorum. ALLAH’ın (c.c.) selâmı üzerinize olsun. RÜYA Bir evin odasındayım. Loş bir ortam var. Odada TERZİ BABA’m ve Nüket Anne’min (olduğuna inandığım baş örtüsü varmış) ve sayısını (belki bir düzine kadar, aralarında bayanlar da olabilir) bilemediğim insanlar var. Odada ben dahil herkes ayakta ve sanki bir hazırlık var. Bu hareketliliğin sebebini ben hariç herkes biliyormuş (daha sonra anlıyorum).TERZİ BABA’m Arapça olarak bir şeyler söylüyor (dua veya âyet gibi). Hemen sonrasında sanki arkamdan yakalayıp sıkıyor/lar. Kendimi yerden biraz yukarıda (belki yarım metre kadar) görüyorum. Ancak sıkan/ların orada bulunan insanlar olmadığını hissediyorum. Fakat onları göremiyorum da. Ayaklarım yerden kesilmiş 8 10 bir şekilde kollarımı ve bacaklarımı açıyorlar. Bir taraftan da sıkıyorlar sanki. Havada biraz savrulur gibi oluyorum. Bu beni korkutuyor.TERZİ BABA’m sanki bunun yaşanacağını biliyormuş gibi (gayet sâkin) “Oğlum! Euzubesmele söyle.” diyor. Söyleyip söylemediğimi bilmiyorum. Bu olaylar olurken TERZİ BABA’m, metalden yapılmış kabın içinde bulunan taşların üstüne su serpiyor. Serptiği anda buhar çıkıyor. Taşların sıcak olduğunu anlıyorum. Ancak renkleri kırmızı değil-renkleri sıcak olduklarını göstermiyor. Bunun bir tütsü olduğunu düşünüyorum. Bir süre sonra ayaklarım yerden kesilmiş bir vaziyette, âdeta arkamdan itilerek- bu arada sıkmaya devam ediyorlar, hazır ol vaziyetinde BABA’mın huzuruna getiriliyorum. BABA’m koltuk veya çekyatta tek başına oturuyor. Yakınında -ama hemen yanında değil, Nüket Anne’m olduğunu görüyorum. BABA’ma sanki destek olmaya çalışıyormuş gibi. Ancak bir konuşma yok veya ben duymuyorum. BABA’mın durumu dikkatimi çekiyor. Terlemiş ve bitkin bir halde-yorgun. Üstünde krem renginde ince bir kazak var. Kazağın boyun kısmı açık ve terden dolayı ıslanmış. BABA’m oturur vaziyette bana tebessüm ederek iki eliyle yanaklarımdan tutarak öpüyor. Ben de onu öpüyorum. (Sarılıyoruz…) Beni bu mekânda serbest bırakmış olacaklar ki, kendimi ıssız bir yerde (meradaorman da olabilir) patika bir yolun biraz üstünde yavaşça süzülür bir vaziyette buluyorum. Birden üzerime bir ağırlık çöküyor (sanki karnıma balyozla vurulmuş gibi). Patika yolun üstüne iniyorum. Bu patika yola inince içimden diyorum ki: ”Ne güzel uçuyordum, şimdi bu yere indim, bu kadar yolu yürüyerek mi geri gideceğim.” Aynı yoldan (her halde) o mekâna gelmişim. Etrafta kimse yok… Yüksek bir binanın balkonundayım. Uzakta yaşlı bir çift el ele tutuşmuş olarak (erkek olan bastonlu) köprünün üstün de yürüyormuş. Bir anda yaşlı adam dengesini kaybedip köprüden aşağıya düşüyor. Korkuyorum. Çok uzakta oldukları için onlara yardım edemiyorum. Bir anda kendimi, annemi ve büyük ablamı bir asansörde görüyorum. Annem, 9 11 ”Aşağıya düşen yaşlı adamı gördün mü?” diyerek üzüntüsünü belirtiyor. Ablam ise, “Sen uçuyordun, ama ben Cüneyt Arkın’ı (?!!!) gördüm.” diyor. Sanki bu kişi ölmüş ve ablam ruhlar âlemi ile görüşüyormuş şeklinde düşünüyorum. Ablamın mertebesine imreniyorum. İçinde bulunduğumuz asansör önce yatay olarak hareket ediyor, daha sonra aşağıya doğru iniyor. Birden uyanıyorum… Cenâb-I Hakk hayırlara çıkarsın. (Âmin.) -------------Gönlüme gelenler -101/11/2013 Cuma saat:16:18 çağrı gelen numara: 0, 53,2 757 22 22 Nefsi sıfırlanmış olan 53. Sıradaki arif-i billâh (terzi babam) seyr-i sülûk yoluyla talipleri sonsuzluğa (∞ =matematikteki sonsuzluk işareti) ulaştırır. Aşağıda telefonuma gelen çağrının oluşturduğu etkinin kısaca izahı yapılmıştır. gönlümde Numara: (0 53 2757 2222) (1) 0 < Nefsi Sıfırlanmış. (2) 53 <Bilen (Ârifle olan) biliyor (ârif oluyor)!!! 5 + 3 = 8 = ∞ (SONSUZLUK) < 8 (∞ ) CENNET 5 - 3 = 2 < Zâhir-bâtın < ebced ve sıra değeri olarak 2. harf (be) Başlangıç <İkinci Doğum < Bab’ a (Ahad olana giden Kapı) 5 –3 =2 5+3=8 8+2=10 < 1 < Ahad < Tevhid (3) 2757 < 2+7+5+7=21 tersi <12 (seyr-i süluk= ikililikte birliği bulma yolculuğu) 2- 1= 1 < Ahad < Tevhid < Vâhid İdrak: 2 + 1 = 3 < 3 (üç) rakkamını sola, (Camilerde mübarek MUHAMMED (s.a.v) isminin ALLAH (c.c.) isminin yanında olması) doğru, yüzüstü yatırdığımızda (Ay’ın=ALEMLERİN SULTANI’nın yüzünün Dünya’ya 10 12 bakması=kendinden çok ümmetini düşünmesi = ağlaması, ağlaması, ağlaması…gözyaşların Rahmet’tir Ey EFENDİM!!!… KURB’ANIN OLAYIM= KURBİYET ) İdrak: 3 bâtında “m” (mim)’ dir. solda < 3 (Muhammed-i) sağda < 1 (zat=Ahad) 31 sayısı 13 / hakikat-i muhammedi sayısının tersidir. ayrıca 1 kâmil sayı olup, 1 olmadan 3 olmaz. başlangıç sağdandır. Arap harflerinin sağdan başlaması gibi. 3 rakkamı 3 mertebeyi cem etmiştir. Ef’al, esma, sıfat. 1 ise zat mertebesidir.(3+1=4 mertebe) idrak: 3 mertebe aşılmadan , 1(tek) olan zat’a ulaşılmaz. (4) 2222 < 2+2+2+2=8 < 8 (∞ ) cennet < İbrâhî-miyet makamı < tevhidin babası < sonsuzluk < zat < (53) 5 + 3 = 8 = ∞. 8 < İbrâhîmiyet makamı (kıyam) ∞ (sonsuzluk) < zat < muhammediyet mertebesi < sükun İdrak: 53.(5+3=8 =∞) sırada bulunan arif-i billâh’ım zât-i veli’lerimden olup sükûn halinde’dir. Bulduğumuz sayıları toplayalım. 1. 53 < 5+3=8. (8) ∞ (matematikteki sonsuzluk işareti) 2. 2757 < 2+7+5+7=21 < 12 < 3. 1+2=3 3 2+2+2+2=8 < (8) İdrak: 8 + 3 + 8 = 19 insân-ı kâmil (1+9=10 < 1) saat: 16:18- 18 bin âlem- 6-1=5 hazret, 8-1=7 nefs 7+5=12 seyr-i sülûk 18-16=2- 2 = zâhir ve bâtın ayrıca ebced ve sıra değeri olarak “b” (bab a) harfi (“b”= bâtın) gün: cuma =cem eden=toplayan=birleyen=tevhidin yolu Baba’dan geçiyor. Tarih: (1/11/2013) 1+11=12 (seyr-i sülûk) 12+2=14 nur-u Muhammedi 13 Hakikat-i Muhammed-i. 13-2=11 hz. 11 13 Muhammed (s.a.v) 11-1=10 < 1 Ahad Gönlüme gelenler-2Terzi Baba’m, gıyaben sizi kitaplarınız sayesinde tanıdığımdan beri Ra…. ve Yu… arkadaşlarımla bir mekânda oturup kitaplarınızı okuyor ve okuduklarımız hakkında kendi kabımız ölçüsünde tefekkür ediyoruz. Bu mekâna gittiğimde, eğer boş ise oturduğum masa numarası 8 (∞ )’dir. Toplanıp sohbet yaptığımızda da eğer boş ise bu 8 =∞ numaralı masayı kullanıyoruz. Bir gün, aynı mekânda fakat bu sefer tam karşıdaki son masada tek başına oturuyorum. Yanımda, Şeyh-i Ekber hazretlerini anlatan bir kitap var onu okuyorum. Bu kitabı ilk aldığım gün rastgele bir sayfa açıp kenarını katlamıştım (sayfa 200 < 200 sayısından sıfırları atalım geriye kalan “2” rakkamı zâhir ve bâtın’ı ifade eder. 2 rakkamı ayrıca ebced ve sıra değeri )ب olarak ( harfine karşılık gelir). O gün, bu sayfayı okudum ancak hakikatini sonra anladım. Kitabı okurken, sayfa 38 (3+8=11 <Hz. Muhammed (s.a.v.), ayrıca 8-3=5 hazret, 8 =∞ rakkamını da aynı sayıda görüyoruz, ayrıca 8-3=5 rakkamını bulduğumuzda bâtındaki bu 5 rakkamını 38 sayısının başına koyduğumuzda 538 sayısı oluşur. Bu sayının gönlümde oluşturduğu etki şöyledir: sonsuzluğa “8=∞” yani zat’ ıma giden yol “53. sıradaki arif-i billah’ımdan geçer. ) ‘deki 3 numaralı dipnot dikkatimi çekti. Efendim!, aynen aktarıyorum. “Bir vakıamda (Şeyh-i Ekber) Hakk’ı gördüm.Bana şiirle ve şimdiye kadar kimseden duymadığım bir isimle “EY ZİDYAR!” diyerek hitap etti. Bunun ma’nâsını kendisinden sordum. Bana o “memsuku’d-dar” demektir dedi.” ElFütuhat, II/357. Bu “memsuku’d-dar” tabiri “evinden, ocağından ayrı düşmüş, garib” ma’nâlarına da gelmektedir.” TERZİ BABA’m, bu satırları yazarken gönlüme şunlar geldi. Yukarıda belirttiğim bu kitabın sayfa numarası 38, dipnot numarası 3 ‘ tür. Sayıları toplayalım 38+3=41 12 14 tersi 14 < Nur-u Muhammedi, şimdi de sayıları çıkaralım 38-3=35 tersi < 53 BİLEN (ARİFLE OLAN) BİLİYOR (ARİF OLUYOR)!!! Bu okuduğum satırlar sanki içinde bulunduğum vaziyeti anlatıyordu. Kendimi evinden, ocağından ayrı düşmüş, garib hissettim. Daha sonra aynı kitabın ilerleyen sayfalarını okurken sayfa 76’ da (7+6=13 Hakikat-i Muhammed-i , ayrıca 7-6= 1 AHAD=ZAT , ayrıca oluşan sayıları topladığımda 13+1=14 Nur-u Muhammedi) Abdullah Salâhi (k.s.),hazretlerinin “Mevakıu’n-nücum” üzerine yazdığı şerhin mukaddimesindeki ifadeleri dikkatimi çekti. Özetle, Abdullah Salâhi (k.s.) hazretleri Şeyh-i Ekber’in (k.s.) bu eserini okuyor. Fakat eser bir takım garib ibare ve işaretlerle dolu, bir takım rumuz ve muammalar var. Sonunda, Abdullah Salâhi (k.s.) hazretleri Şeyh-i Ekber’in (k.s.) ma’neviyatına sığınıyor ve diyor ki “. . . sen benim ma’nevi BABAM, ben de senin ma’nevi evlâdınım. Nasıl olur da beni feyzinden mahrum edersin, dedim . . .” Bu son cümle beni çok etkiledi. O an içimden sizin ma’neviyatınıza sığındım ve haddim olmayarak kendimi sizin ma’nevi oğlunuz olarak görüp, dedim ki: “ YA TERZİ BABA! BENİ FEYZİNDEN MAHRUM ETME.” Bir süre daha kitabı okudum ve kalktım. Eve giderken yolda günlümde adeta şu nidaları hissettim: ZAT’IMI MI İSTİYORSUN ZAT’IMI MI İSTİYORSUN ZAT’IMI MI İSTİYORSUN ? ? ? EVET EVET EVET YA ALLAH(C.C) YA ALLAH(C.C) YA ALLAH(C.C) ZAT’IM MERTEBE-İ UMUR’DADIR O’NA ULAŞMAK ZUHURDADIR (HUZURDADIR) Eve gelince bu cümleleri aynı kitabın arkasına yazdım ve T.D.K’nun sözlüğünden “umur” kelimesinin anlamına baktım. TERZİ BABA’m aynen aktarıyorum: ” T.D.K. SÖZLÜĞÜ, CİLT 2, SAYFA 1514” TERZİ BABA’m, bu satırları yazarken gönlüme şunlar geldi.1514 sayısını inceleyelim: 1+5+1+4=11 Hz. Muham13 15 med (s.a.v), ayrıca 1514 sayısının içinde Nuru Muhammedi’yi de görüyoruz, ayrıca 5 rakkamını bu sayıdan ayırdığımızda geriye 1 ve 14 sayıları kalır.14 sayısından 1 çıkardığımızda 14-1=13 Hakikat-i Muhammedi’ye ulaşırız. Şimdi ayırdığımız 5 rakkamının yanına 13 sayısını yazalım, oluşan sayı 513’tür. 1 ( ZAT ) rakkamını bu sayıdan ayırdığımızda geriye 53 kalır ki bu da bellidir! Oluşan son sayı olan 513 ‘ten hareketle; İdrak: “53. Sıradaki ârif-i billâh’ım ben’de ayni olmuştur. O, ben’dedir, ben ondayım…” İdrak: 53 sayısındaki rakkamları toplayalım 5 + 3 = 8 rakkamı çıkar ki bu batında ∞ (sonsuzluğu) ifade eder “1” zat ezel ve ebed’tir yani sonsuzdur (∞) dolayısıyla karşımıza iki tane ∞ çıkmaktadır. ayrıca 53 sayısının rakkamlarını çıkaralım 5-3=2 eder ki bu zâhir ve bâtındır. buradan hareketle diyebiliriz ki : O (53) ben’ (1=zat) im zâhirimdir (zuhurumdur) ben (1=zat) de o (53)’nun bâtınıyım. dolayısı ile zâhirde (zuhurda) olan da ben (1=zat)’ im, batında olan da ben (1=zat)’ im. Terzi baba’m konu çok dağıldı, farkındayım. Affınıza sığınıyorum. “umur” kelimesinin anlamı: (1) arapça. Umur; emr’in çoğulu, (2) aldırış etme, önem verme, (3) işler, (4) umur görmek; önemli görevlerde bulunmuş olmak, çok tecrübesi olmak, (5) umur görmüş; önemli görevlerde bulunmuş, görgülü, olgun kimse, tecrübesi çok olan, gibi anlamları var. Ertesi gün okuldaki internette “umur” kelimesinin osmanlıca yazılışını araştırdım. İlk bulduğum kelime de “umut” kelimesi oldu.”Umur” kelimesinin Arap harfleri ile yazılışını bulamadım. Bazı arkadaşlara sorduysam da tam netlik kazanmadı.”Umut” kelimesinin yazılışı üzerinden hareketle “umur” kelimesinin yazılışını tahmin ettim. Ancak 14 16 bazı kaynaklarda “umut” kelimesini yazarken, vav harfinin kullanılmadığını gördüm. Fonetik olarak en doğru yazılışı bilmiyorum. TERZİ BABA’m sizden öğrendiğim ebced hesabı ile bu kelimelerin ebced değerleri üzerinde tefekkür ettim. اوموت Umut < < 400+6+40+6+1=453 sayısını elde ederiz ki 53 sayısı bellidir. Elde ettiğimiz sayılardan 0’ ları atıp topladığımızda < 4+6+4+6+1=21 sayısının tersi 12’dir < Seyr-i Sülûk’u buluruz. 53 sayısının önündeki 4 rakkamı ise 4 mertebeyi (Ef’al, Esma, Sıfat, Zat) gösterir. 453 sayısının rakkamlarını topladığımız da 4+5+3=12 sayısını < Seyr-i Sülûk’u buluruz. Eğer 53 sayısını 4 sayısından ayırıp birbirinden çıkardığımızda 53-4=49 sayısını buluruz. Rakkamları topladığımızda 4+9=13 sayısı <Hakikat-i Muhammedi ‘dir. İdrak: Dört (4) mertebeyi de hakikatinde barındıran 53. Sıradaki Arif-i Billâh’ım Seyr-i Sülûk Yolunda Taliplerin Umudu’dur. اومور Umur < < 200+6+40+6+1=253 sayısını elde ederiz ki 53 sayısı bellidir. Elde ettiğimiz sayılardan 0’ları atıp topladığımızda 2+6+4+6+1=19 sayısı İnsân-ı Kâmil’in sayısal değeridir. 53 sayısının önündeki 2 rakkamı ise zâhir ve bâtın’ı gösterir. Ayrıca 2 rakkamı Arap ve Türk alfabesinde 2. sıradaki “ = بB” harfidir. “ = بB” harfi birinci batında “BAB A”, ikinci batında “Başlangıç”’tır. 253 sayısının rakkamlarını topladığımızda 2+5+3=10 kâmil sayı ا olup 1 = = Ahad = Zat = Emiir Mertebesi ‘e karşılık gelir. Burada EMİİR kelimesinin neden geldiğini kendi kabım ölçüsünde inşallah daha sonra açıklayacağım. İdrak: zâhirdeki (zuhurda olan da ben’im) ve bâtındaki (bâtında olan da ben’im) 53. Sıradaki İnsân-ı kâmil’im, zât’ıma (1 = = اahad = zat = emiir mertebesi) giden yolun kapısıdır (başlangıcıdır). “BABA” kelimesinden BAB ses kümesi ile A harfini 15 17 ب ا ب ayırdığımızda, BAB ( ) kelimesi ortaya çıkar ki, Arapça’da kapı demektir. Baba kelimesinin Arapça olarak ) ا بşeklindedir. Eğer BABA kelimesinin Arap harfleri ile telaffuz karşılığını yazarsak ( ) ب ا ب ا kelimesi oluşur. Bu kapı, A yani = اAhadiyyet ile devam yazılışı ise ( eder. Bu yönüyle BABA, bâtınıyla Ahadiyyete = Zat’a Giden kapı demektir. Burada dikkat çekici bir diğer husus ise 53. sıradaki Arif-i Billâh’ın “Terzi BABA” rumuzu ile anılmasıdır. Zâhirde Baba olarak anılması, batınında Ahadiyyete = Zata giden kapı olmasıdır. Terzi Baba’m, daha sonraki günlerde, gönlümden geçen bu olayı arkadaşlarım Ra…. ve Yu…. ile bir sohbet ortamında paylaştım. Üzerinde tefekkür edince şunları gördük. Aynı mekanda ve aynı masada ( 8 = ∞ ), kuş bakışı olarak oturma düzenimiz aşağıdaki gibidir. Ra…. = Yu…. = ى ر 8= Mu…= ∞= ا م İsimlerin baş harflerini dikkate aldığımızda; ’ رdir. رharfi Rahmân Ve Rahîm’dir. Yu…. ’ىdir. ىharfi YAKIYN’ dir. Harfin altındaki iki nokta ilmel ve aynel yakîndir. ىharfinin kıvrımlı şekli ise hakkel Ra…. yakıyndir. Murad م ’dir. م harfi MUHAMMEDİ’dir. 16 18 ا 8 ( ∞= ) rakkamı zâhirde İbrâhimiyyet mertebesini ve 8 Cenneti ifade eder. Birinci bâtında yatan 8 şeklinde olduğundan dolayı sükûn halindedir. Sükûn hali ise muhammediyet mertebesidir. Yatay konumdaki ∞ şekli matematikteki sonsuzluk kavramının sembolüdür. ikinci batında ise zat=ahad‘a karşılık gelir. Bu ise Arap alfabesinde Tek’liği gösteren ا ile ifade edilmiştir. Oluşan bu harflerin Arap alfabesindeki sıra değerlerine bakalım; ا = 1 , م = 13 ى , = 10 , ر = 20 bulduklarımızı toplayalım; 1+13+10+20=44 bulduğumuz sayının rakkamlarını toplayalım 4+4=8 ( ∞ ) eder ki, buradan hareketle tefekkür ettiğimizde şu ma’nevi izahları yapabiliriz: • Bu mekânda oturduğumuz masanın numarasıdır (8). • İbrâhîmiyet mertebesi ve 8 Cennet’tir. • Birinci bâtında yatan 8 şeklinde olduğundan dolayı sükûn halindedir. Sükûn hâli ise MUHAMMEDİYET mertebesidir. Yatay konumdaki ∞ şekli matematikteki sonsuzluk kavramının sembolüdür. İkinci bâtında ise Zat=Ahad‘a karşılık gelir. Bu ise Arap alfabesinde Tek’liği gösteren 1 ‘dir. ا ile ifade edilmiştir. Rakkamsal değeri Ayrıca oluşan şekle dikkatle bakılırsa ى = 10 ile 8= ∞ ى harfinin sıra değeri olan 10 sayısındaki 0 atıldığında = ا harflerinin karşı karşıya olduğunu görürüz. geriye 1 kalır ki Arap alfabesinde ا ile sembolize edilmiştir. İdrak: Gerçek Muhammediler Ahad (Zat’a) olana ilmel, 17 19 aynel, hakkel yakîndirler. Elde ettiğimiz bu ma’nevi idraklardan ma’nâları şu sıralı şekilde söyleyelim: sonra ilgili İdrak: rahmân ve rahîm olan Allah (c.c.),’a yakînlik (ilmel, aynel, hakkel yakîn) hakiki muhammedi olmaktır. Bu sıralı söyleyişe uygun olarak, ilgili harfleri birer çizgi ile birleştirdiğimizde yukarıdaki masanın (bir yönüyle Kâ’be) iç kısmında oluşan “Z” şeklini görüyoruz. Daha önce belirttiğim kitabın ilgili sayfanın dipnotunda; “…Ey Zidyar! diyerek hitap etti. Bunun ma’nâsını kendisinden sordum. Bana o “memsuku’d-dar” demektir dedi.” El-Fütuhat, II/357. Bu “memsuku’d-dar” tabiri “evinden, ocağından ayrı düşmüş, garib” ma’nâlarına da gelmektedir.” Bu sohbet esnasında biz de (Ra….-Yu….-Mu….) bir yönüyle, Ey Zidyar! ismine mazhar olmuştuk. Çünkü her birimiz, o an için bu kelimenin ifade etiği bütün ma’nâları üzerimizde taşıyorduk. Bu yaşanan ma’nevi oluşum hakkında zaman, zaman tefekkür ettimsede bir şey bulamadım. Bahsi geçen kitabı okurken 200 numaralı sayfanın bir önceki sayfası yani 198 (Sayfa numarası çok manidardır. Hakkında pek çok şey söylenebilir. Ancak yeri olmadığı için geçiyorum.) numaralı sayfası dikkatimi çekti. Sayfada âyetler vardı. İlgili sayfada 17. sıra ile verilen âyeti aktarıyorum; “Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü O’dur. Beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur. Ya da bunlardan daha az veya daha fazla olsunlar ve nerede olurlarsa olsunlar mutlaka O onlarla beraberdir. (Mücadele, 58/7)” İlgili âyetin numarasını tefekkür edelim; 5+8=13 < Hakikat’ül Ahadiyetül Ahmediyye. Ayrıca 8 rakkamını yani 8 =∞= ا görüyoruz. 8 rakkamını ayırdığımızda geriye 18 20 5 ve 7 rakkamları kalır. Her iki rakkamı toplayalım 5+7=12 < Seyr-i Sülûk ayrıca tüm rakkamları toplarsak 5+8+7=20 sayısına ulaşırız. Sıfırı atarsak geriye 2 kalır ki bu da Zâhir (zuhurda olan yani bizler O’nun zuhurları olarak ) ve Bâtın (gizli olan yani biz ve burada dördüncü gizli olan) olan O’dur. 58 sayısının rakkamlarını çıkaralım 8-5=3 rakkamını buluruz ki, bu 3 kişinin gizli olduğu yerdir. Eğer bu 3 rakkamı ile diğer 7 rakkamını toplarsak 3+7=10 elde ederiz. Sıfırı attığımızda geriye 1 kalır ki bu da AHAD = ZAT =8 =∞= 1= اyani Cenâb-ı Hakk’tır. Sanki âyet hususi bizim için ( Ra….-Yu….-Mu…. < üç kişi) yazılmış gibiydi. O an aklıma bu sohbetlerden öğrendiğim şu ifadeler geldi:”KUR’AN, sadece geçmişte kalmış hadiselerden bahsetmez. KUR’AN, biz anlasak da anlamasak da her an yaşanmaktadır. Biz aslında, KUR’AN ın’ içinde yaşıyoruz. Her birimiz birer sûre ve âyetiz. KUR’AN, dün ve bugün olduğu gibi sonsuza ( ∞ ) kadar yaşanacaktır.” Aynı sayfanın devamında 18. sırada şu âyet yazılıydı; ”Muhakkak O işiten ve bilendir.(Enfal,8/61)” İlgili âyetin numarasını tefekkür edelim; Yine bu âyette de 8 (∞ ) rakkamını görüyoruz. 61 sayısındaki 6 ve 1 rakkamlarını çıkaralım 6-1=5 elde ederiz. Sûre sayısı olan 8 ile toplarsak 8+5=13 Hakikat’ül Ahadiyetül Ahmediyye‘yi buluruz. Şimdi de 61’den 8’i çıkaralım. 61-8=53 ki o da bellidir. İdrak: ”muhakak o”, burada birinci bâtında hakk varken, ikinci bâtında ‘o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âlemindeki nebî’si Fahri âlem hz. Muhammed (s.a.v.) Vardır. Üçüncü bâtında o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âlemindeki 53. sıradaki Ârifi belirtilmiştir dördüncü bâtında ise “o” ifadesi ile özelde bize hitap etmektedir. ”işitendir ve bilendir”, burada birinci bâtında hakk varken, ikinci bâtında ‘o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âleminde ki, Nebî’si Fahri âlem hz. Muhammed (s.a.v.) vardır. Üçüncü bâtında o’nun zuhur mahalli olan ef’âl âleminde 19 21 ki, 53. sıradaki Ârifi belirtilmiştir. dördüncü batında ise “o” ifadesi ile özelde bize hitap etmektedir. şöyle ki: o/onlar, ben’im âyetlerimi işittiler, yani ben’im Hakk olduğumu kalplerinin derinliklerine kadar hissetiler. Bu işitme hali öyle bir coştu ve kalpleri okadar çok mutmain oldu ki ben’i hakkıyla bildi/ler. Bana ârif oldular. Artık kalpleri ben’den başkasını görmez oldu/lar Allah (c.c.), hepimize bu hali nasib etsin. (Amin.) Aynı mekânda aynı masa da otururken bu oturma düzenini düşünüyordum. Devamında kalbimde bu EMİİR (Mertebe-i Umur) kelimesi netlik kazandı. Şöyle ki; Ra…. = Yu…. = ر ى 8= ∞= ا Hacerülesved Mu…..= م ا Tavaf yönü ى Krokide de görüldüğü gibi ile ‘nin yerleri değiştirildiğinde, yani bir anlamda tavafta mihenk taşı olarak Hacerülesved başlangıç olarak alındığında, karşımıza امىر = EMİİR (Mertebe-i Umur) kelimesi çıkmaktadır. Şimdi de bu EMİİR kelimesini hatırlayalım. “UMUR” kelimesinin anlamı: (1) Arapça. umur; emr’in çoğulu , (2) Aldırış etme, önem verme, (3) İşler, (4) umur görmek; önemli görevlerde bulunmuş olmak, 20 22 çok tecrübesi olmak, (5) umur görmüş; önemli görevlerde bulunmuş, görgülü, olgun kimse, tecrübesi çok olan, gibi anlamları var. İdrak: Cenâb-ı Hakk, kendinden kendine olan seyrin en kemâl noktası olan insan üzerinden zuhura çıkmaktadır. Bu öyle bir muhabbettir ki için içine sığmaz. Bâtından zuhura çıkmak isteyen esmâ-i İlâhi, ezelde kayıtlanmış olan bu vakayı “mertebe-i umur” ismiyle üç kişi üzerinden (dördüncü kendisidir) zuhura çıkardı. Kendisinden istenen zat’ı (zat cenneti) olup bu duaya icabet etti. Âyet-İ Kerimenin o an tenezzül etmesi icab ettiğinden, ef’âl âlemindeki bu hal, ezelde kayıtlanmış olan kur’ân Üzerinden yaşanır hâle geldi. Hakk Teâlâ Hazretleri, bu makama giden yolun zuhurda olduğunu bizlere bildirdi. Not: Sevgili TERZİ BABA’m tüm bu yazılanlar bu fakirin nezdinde sizin en büyük kerametinizdir. Yazılanlardaki hatalar nefsimden, doğru olan hak sözler ise SİZ’dendir. ------------------Terzi Baba. (10/11/2013) Aleyküm selâm Mu… oğlum. Zuhuratların güzel 1 incisinde mertebeleri takib ettiğin gözüküyor. İkincisi ise sana yansıyan bir hal olmuş. Epey zamandır Nusret babamın bana gönderdiği mektupları var idi, onları gün yüzüne çıkarmak istiyordum. Bu vesile ile epey zamandır bu mektupların üzerinde çalışmakta idim, nihayet bitti bu kitap iki bölümden oluştu birinci bölüm Nusret babamın bana gönderdiği mektuplar ve izahları. İkinci bölüm ise, Nusret babamın, Sabri beye gönderdiği mektuplarından oluştu. Ancak ikinci bölümde yer alan mektuplar daha evvel (İnsan yayınları) tarafından basıldığı için onlardan (M.E.Kılıç bey kardeşimiz vasıtası ile izin alarak oluşturduk. Ön sözde bu husuta bilgi vardır. İşte bu kitap yeni bitmiş idiki! senin zuhurat mail-in geldi âdeta kitabı tasdik edercesine. Zuhuratının aralarına özet yorumlarını yazacağım, koyu yazı ile zuhuratının bölümlerini yazacağım . Herkese selâmlar hoşça kal Efendi Baban. ------------------- 21 23 Mu… Pa…. (10/11/2013) “İki zuhurat” Efendim selâmün aleyküm, İyi olmanızı can-ı gönülden diliyor ve sizin ve Nüket Annemin ellerinden öpüyorum. İki zuhuratımı aktarmak istiyorum. 7 Kasım 2013 Rü’ya-da birisi mertebelerle ilgili yanlış bir bilgi veriyor. Ben de 6 peygamber kitabınızı düşünerek düzeltiyorum. İlk önce Âdemiyet daha sonra Nuhiyet mertebesi geliyor diyorum. Başka bir bilgi aktarmıyorum. 10 Kasım 2013 Rü’ya-da Nusret Baba'nın vefat yıldönümü dolayısıyla sizinle beraber Nusret Baba'nın kabrine gidiyoruz. Ve Nusret Baba'nın içinde bedeni de olan sandukasını mezarından çıkararak omuzlarımıza alıyor, sokak sokak dolaştırıp tekrar geri getiriyoruz. Sanki bir anma ve hatırlama merasimi gibi. Hatta gezdirdiğimiz yerleri biraz önceden süslemiş idik. Nusret Baba'nın bedeni zayıfça, bozulmamış vaziyette ve kıyafetleri üzerinde düzgünce idi. Suretini rüyada görmedim ama bu şekilde bir fikir kaldı bende. Sizin gözleriniz sürekli yaşlı idi. Ağlamıyordunuz ama gözleriniz doluydu. Omuzlarımızda iken 'Ya Hayy Ya Kayyum' şeklinde zikir yapıyorduk. Nusret Baba'nın naaşını gezdirdikten sonra tekrar geri getiriyoruz. Siz Nusret Baba'nın naaşını gezdirme meselesine eskiden izin verilmiyordu şimdi artık bunu yapmamıza izin veriyorlar diyorsunuz. Rüyada ihvanınızdan Fa…. arkadaşımızı da yanımızda hatırlıyorum. Hürmetlerimle. ------------------10 Kasım 2013 Zuhuratı yorumlamak için evvelâ tarihine bakalım (10) 22 24 "kasım" (11) inci aydır. (11) in batındaki (1) ini alır (2013) ün önündeki ikiyi onun arkasına koyar isek (12) olur ve geriye (13) kalır o halde çıkan sayı değerleri, (10/11/12/13) olur bunlarda. (10) Mertebe-i "Îseviyyet /teşbih/Fenâfillâh." (11) Mertebe-i "Muhammediyyet/tevhid/Bakâ billâh." (12) Mertebe-i " Hakikat-i Muhammediyyet/tevhid-i kadîm/Bakâ billâh/İnsân-ı Kâmil/Seyri anillâh/Billâh-î ve minellah-î. Hakk olarak, halka dönüş. (13) Mertebe-i "Hakikat-ül Ahadiyyet-ül Ahmediyye/ Ferdiyyet." Tarihi itibarile dahi daha baştan bu mertebelerin Nusret babamızda olduğu anlaşılıyor. Başkaları tarafından bunlar biraz abartılı gibi gözüksede kendi bağlıları olan bizler için böyledir. "Rü’ya-da" Rû'ya/zuhurat'ların bilindiği gibi değişik kaynakları vardır yeri olmadığı için onları sıralamayalım, bu zuhurat Rahman-î "keşfi muhayyel/yorum isteyen" türden dir. Âhirete intikal etmiş kimseler ve hatıraları ile, ancak genelde zuhuratlarla ortaya çıkan mahal "misal" âlemidir ki burası bu âlemin hemen üstümüzde bize en yakın olan âlemdir. Hâdiseler burada kişilerin özel haline göre değerlendirilip resmedilip o resimlerin hareket halinde ma'nâ sûretleri olarak ilgili kişiye remz olarak gösterilmesidir. "Nusret Baba'nın vefat yıldönümü." Yaklaşık bedenen aramızdan ayrılmasının üstünden (34) sene geçtiği halde hâlen hatırlanması ma'nen ölmediğini göstermektedir. Zâten bilindiği gibi ölüm bir yok oluş değil "tadış"tır tadış ise hayatın ta'kendisidir, kendisi ve hayatı olmayan kimse neyi tadacaktır. Gözden uzaklaşan zâhiren ma'nâ âleminde yüzen nefs teknesidir. Tekne ise bir yere gidilmek için kullanılır oraya varılınca tekne bırakılır. Dolayısıyla sizinle beraber Nusret Baba'nın 23 25 kabrine gidiyoruz. Kabir ziyareti, orada bedenen yatan kimsenin, bedenen ve ruhen en son görüldüğü yer olduğu, ve bu yüzden mübarek bir yer olduğu, ve bir işaret yeri olduğu için, ziyaret edilir. Aslında onların kabirleri değil yaşayan tahtları, sevenlerinin gönüllerindedir. Onu hatırlamak onu ziyaret etmek ayrıca kendinde de bulmaktır. Ve Nusret Baba'nın içinde bedeni de olan sandukasını mezarından çıkararak omuzlarımıza alıyor, İşte bahsini ettiğimiz kitap ile onu kendi varlığı olan yazıları ve yazılarının içinde bulunduğu sandukası olan "cilt kapakları" içinden çıkarıp omuzlarımıza yani gün yüzüne çıkarıp gönlümüzde taşımaya başlıyoruz. sokak sokak dolaştırıp tekrar geri getiriyoruz. Sokak, sokak dolaşması, bir bakıma o kitap, içinde kendi ma'nâ'larının bulunduğu sandukasıdır. Sokak, sokak dolaşması her okuyan kişinin kendi gönül sokağıdır ve oralarda değişik gönüllerde değişik sokaklarda bu vesile ile de, dolaşacaktır. Okunması bittiğinde tekrar gene kendi sandukasına kitabına geri dönecektir. Sanki bir anma ve hatırlama merasimi gibi. O kitap ve ona ait benzerleri okunduğu zaman kendilerinin değişik makamları ortaya çıktığından o mertebeden hatırlama ve merasim olmaktadır. Hatta gezdirdiğimiz yerleri biraz önceden süslemiş idik. Gezdirilen yerler, Bâtın makamlarıdır. Gönül âleminde ma'nevi kitaplar okunmadan evvel oralarının evvelâ nefs ve hallerinden temizlenmesi lâzımdır. Oralarının tevhid ve ameli sâlihler ile süslenmesi gerekmektedir ki gelen misafir hüsnü kabul ile kabul görsün ve tekrar gelme sebebi olsun. Nusret Baba'nın bedeni zayıfça, bozulmamış vaziyette ve kıyafetleri üzerinde düzgünce idi. Bedeni zayıfça, nefisle semirmemiş, bu yüzden aslı ve hakikati itibarile bozulmamış, kıyefetleri/makamları üzerinde sahibi olarak düzgünce/asli sistemi üzere aynen olduğu gibi devam etmektedir. 24 26 Suretini rüyada görmedim ama bu şekilde bir fikir kaldı bende. Zuhuratta zâten beden gözü birşey görmez, gören ve hisseden kâlp gözüdür. Oda ancak İrfaniyyetle açılır. Sizin gözleriniz sürekli yaşlı idi. Ağlamıyordunuz ama gözleriniz doluydu. Evet onları herhangi bir vesile ile ne zaman ansam hemen gözlerim dolar, zâten onları hiç unutmadım ki, gün geçtikçe azalacağına muhabbetim daha da çok artıyor. Sanki o günler hâlen daha devam ediyormuş şu anda da hayatta imişler, sanki hemen gidip gene aynı şekilde ziyretimi bekliyorlarmış gibi geliyor. Omuzlarımızda iken 'Ya Hayy Ya Kayyum' seklinde zikir yapıyorduk. Kendisi zâten "Hay" isminin zuhuru ve tatbik mahalli idi ölü kalpleri nefesi rahmaniyyesi ile diriltirdi. Zaman gelir dervişinin Cebrâil-i olur ma'nâ âleminden haber getirir. Zaman gelir dervişinin, Mikâil-i olur ilâh-î rızıklar getirir. Zaman gelir dervişinin, Azrâil-i olur, nefsini öldürür. Zaman gelir dervişinin, isrâfil-i olur, surunu üfler nefsi varlığını alır, yeri geldiğinde onun surunu tekrar üfleyerek "ba'sül ba'delmevt" öldükten sonra tekrar diriltir. "El ilmü hayyen lem yemüd ebeden" "ilim ile diri olan ebeden ölmez" hükmünü tecelli ettirmekteydi. “Kayyum” ismininde zikredilmesi zâti zuhur mahalli olmasın dan, başkasına ihtiyacı olmaması kendi, kendi ile kâim olmasıdır. Omuzlar üstünde taşınan bu özellikleridir. Nusret Baba'nın naaşını gezdirdikten sonra tekrar geri getiriyoruz. Bu hususiyyetleri ile tanıtıldıktan, gönül den gönüle gezdirildikten sonra gene kendi hafi makamına geri getirilmesidir. Siz Nusret Baba'nın naaşını gezdirme meselesine eskiden izin verilmiyordu, Yani belirli seneler evvel bu husularda belirli sıkıntılar olduğundan onu hatırlatacak fazla bir şey yapılamıyordu, Onun hatıralarını pek gün yüzüne çıkaramıyorduk. şimdi artık bunu yapmamıza izin veriyorlar diyorsunuz. Eskiye göre bu hususlarda epey ilerleme 25 27 kaydedildiğinden onun hatıraları bu ve benzeri kitapları ile birlikte her yerde gerek yazılı gerek görsel ve internet kanallarında serbestçe ayan olduğundan bu tür çalışmalara fazla bir engel olunmamakta bu husuta izin verilme şeklinde ifade edilmektedir. Rüyada ihvanınızdan Fa…. arkadaşımızı da yanımızda hatırlıyorum. Fa…-ın orada olması bu hususun ne kadar faziletli olduğunun kanıtı olarak düşünebiliriz, Bu günlerde Fa… oğlumuzda Nusret babamın divan/şiir, kitabını İnternet ve bilgisayar ortamına hazırlamakta bu yüzden yaptığı iş içinde kendiside Faziletlendirilmiş demektir. Mu.. Pa.. Zuhuratı gören Mu… oğlumuzun ismi ma'nâ olarak hadiseye tam yakışmış, Demekki Nusret Babamızın muradı bunların zuhura çıkıp hayata geçirilmesini murad ediyordu, nihayet bu vesileler ve çalışmalar ile bunlar ortaya çıkmakta Nusret babamında böylece muradı yerine gelmektedir. İşte bu husularda kimlerin yardımları varsa hepsi katkıları kadar hisselerine düşen (Pay) larını alacaktırlar. İnşeallah. Aslında bütün bunların içinde en büyük "pay" gönül ehli olmaktır. Yeni bitmiş olan (mektuplarda yolculuk) kitabımızın hemen bittiği bu günlerde böyle bir zuhuratın gelmesi ile yapılan işin bâtın âleminden tasdik gördüğü açık olarak anlaşılmaktadır. Hizmeti geçen bütün kadeşlerimizin "Pay" larını cenâb-ı Hakk amel defterlerine ilâve etsin İnşeallah. T.B. ------------------Terzi Baba. (17/11/2013) Hayırlı günler Nu… Ni… kızım yazıların gene güzel olmuş eline diline sağlık günler çabuk geçiyor, maillere cevabım bu yüzden biraz gecikiyor, seninkide biraz gecikti, dün İstanbulda Kasımpaşa sohbetinde idik, akşam geldik bu günde maillere bakmaya ancak vaktim oldu, bir taraftan "mektuplar" kitabını bitirdim diğer taraftan gelen umre 26 28 yazılarını toplayıp o dosyayı tamamlamaya çalışıyorum, cenâb-ı Hakk kolaylığını verecek inşeallah. Hepimiz iyiyiz İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Hepinizin gönlümüzde ayrı yerleriniz vardır. Sırada bekleyen çok mail var onlarıda bitirmem lâzım, O yüzden herkese slâmlar Ab… kardeşimize sana evlâtlara ve herkese selâmlar Nüket Anneninde selâmları vardır, hoşça kal kızım Hayyat Baban. ------------------Ni…. Ma…. (13/11/2013) Çok kıymetli Efendi Babacığım ve canım Nüket anneciğim, öncelikle ellerinizden öperim. İnşallah iyisinizdir. Bugün yine sizi göreceğim için hamdu senalar olsun. Annemin hayırlısıyla gününün tesbit olmasına duacıyım. Canım babacığım gördüğüm zuhuratı C.Hakktan bana ikram olarak telakki ediyorum. Çünkü sizin ma’nânızın açıklanması en büyük ikramdır. Bir de siz gittiğinizden beri size yakın olamamanın verdiği bir hüzün vardı. Ne yapsam geçiremiyordum. Hatta perşembe gecesi boynumu büktüm ve hiç bir niyazda bulunmadan kendimi C.Hakk’a teslim etmiştim. Ve namazımı kılıp öylece yattım. gece yarısı kalktığımda adeta bana çok büyük bir güç verilmişti. Kalbim, gönlüm mutmainlikle doldu. hâlâ aynı etkileri sürüyor. Haddim olmayarak zuhuratım hakkında gönlüme gelenler şöyle: "Dergâhtayım. (Gönül dergâh-ı) Nusret babam iki odalı dergâh’ta, iç odada kabrinde imiş. ama kabirde değil de sedirin üzerinde oturuyor. Canlı gibi. (Hür olanlar ve hay olanlar ebediyyen ölmez. (2 oda zâhir ve bâtın) Beyazlar giymişti. Dışarıda ki odada alınmayı bekliyoruz. Sırayla alındık. Tac, cübbe ve kuşak Terzi babama sırasıyla verilmiş. (Tac; aklı külün, ehadın temsili) (cübbe önce hullet sonra hubbiyetin temsili) Kuşağı Terzi babam pehlivanlığı ile almış. (kuşak ise beden, nefis ve ruh kutrunu geçenlere verilen nişane) Bizler Nusret babamın huzurunda iken sanki bir film şeridi gibi Terzi babamın 27 29 gençliği ve onunla güreşen biri varmış. o önümüze getirildi. Terzi babam onunla güreşti (görmüyoruz ama o hissiyat verildi). (Canım babamın isimlerinden biri de "pehlivan" olduğunu duymuştum. hatta Hüseyin pehlivan caddesinde terzi dükkânı da var.) Ortalık nur gibi aydınlandı. O kişiyi yendiği an'dı. Sanki "ikra" gecesi de böyle oldu denildi. (Oku emri yani gönlünden okumalar ve kûl'lerin geldiği anlar ki o da gençliğinde elde edilmiş...) Kuşak Terzi babamın oldu. (Olması gereken oldu.) Güreş yapılırken zâten emânetler Terzi babamda diye içimden geçiriyordum. Terzi babam çok gençti. (Güreş başladığında zâten mutlak hükmün kilidi açılmış ve emânetler an'da verilmiş.) (2. si ise besmelenin anahtarıdır. Allah, Rahmân, Rahîm. Zat, irade, kavl: Besmele olana besmelenin şartları verilir. kendisi besmeledir ve âlemlerin anahtarıdır..) Bu defa Nusret babamı kabrinde beyaz bir örtü altında görüyorum. (Nusret babamın şimdiki zahiri görüntüsü) Kabrin yanında bir kuyu var. Kuyu hem geniş hem de çok derin imiş. O kadar temiz görünüyordu ki ab-ı hayat imiş. (Hayatımda bu kadar huşu veren bir kuyu görmemiştim. Rengi hem koyu yeşil hem de güzel bir siyahtı. Terzi babamdan içtiğimiz suyun tasdiki elhamdülillâh) Birine, Nusret babamla ne konuşayım? diye soruyorum. içime "ne söylersen söyle" geliyor. (zaten hep söylediğim Allah'a kul, peygamberime ümmet, Terzi babama hayırlı bir evlât olabilmek) Durmaksızın ağlıyorum. Odada gözüme çarpan silsile albümü oldu. Albümde resimler vardı. En son fotoğraf Nusret babamın Terzi babamla çekilmiş fotoğrafıydı. Terzi babmın yanında Nüket annem, İzzet ve Cem de vardı. (Ehl-i beytin görüntüsü olmuş. Hamdinden acizim. Bir de başka fotoğrafın yer almaması) -a Gönlümde Terzi Babam dan başka kimse olmayacağıdır.) 28 30 -b Terzi babamın henüz gönlünde kesinleşmiş yoktur.) -C Benim sınırım bu kadardır. ileriye geçemem.) Canım Babam inşeallah haddimi aşmamışımdır. Aşure günün(m)üz kutlu olsun. İyi ki siz varsınız. İyi ki canım Annem var. Hayatımı ellerime veren ve kendimin farkına vardıran Güzel babamdan razıyım. O da benden razı olur inşeallah. Ellerinizden hürmetle öpüyorum. not: Babacığım ilâve olacak açıklamalar vardır mutlaka. Yapabildiğim bu kadar... Ha….. kızınız. ------------------Terzi Baba. (18/11/2013) Hayırlı akşamlar Ra…. oğlum. İyi niyetlerin için sağolasın değerlendirmeler, herkese göre değişmektedir, mühim olan bir şeyi gereği gibi değerlendirebilmektir. İnşeallah daha da çok faydalanırsınız, Cenâb-ı Hakk hepinizin idrak ve anlayışlarınızı arttırsın. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban. ------------------Ra… Yü…. (17/11/2013) Sevgili Terzi Babam Her sohbetinizden sonra yazmak istediğim halde ancak bugün yazabildiğim dünkü Kasımpaşa sohbetinizin üzerimizde bıraktığı ve uyandırdığı tesir üzerine kısa bir şey yazmak istedim. Her sohbetiniz öyle tesirli ve etkileyici ki, ham ekşi olmamış bir meyve, nasıl güneşin nuruyla, tatlı ve olgun bir hale gelirse, sizin söz ve nefesinizde, yüklü olan o nuru İlâh-i, bizde, ham olan hikmet kırıntılarına temas ettiği zaman, o ekşi ve ham olan bilgi, olgunlaşıp nefsin cehalet karanlığından, gölgesinden ve esaretinden kurtulup, İlâh-i şuurun göğünde hür oluyor, hem aslına uruc ediyor, hem de nefsimizin ekşiliğinden kurtulup, hem söyleyenin, hem de dinleyenin tattığı bir cennet meyvesi haline geliyor. 29 31 Bir ağacın meyve verebilmesi için uzun yılların geçmesi gerekiyor, ancak sizin sohbetinizde, bizim beden ağaçlarımızda ki, ham ekşi ve olmamış bilgi tomurcuklarının olması için, uzun gayret ve çabalar gerekmesine rağmen, sizin nefesinizdeki yoğun ve şiddetli nuru İlâhi sayesindedir ki, on yılda olgunlaşması beklenen bilgi meyvesi, iki saatte olgunlaşabiliyor, ve otuzyedi yaşımda girdiğim iki saatlik sohbetten kırkyedi yaşımdaki bilgiyle çıkıyorum. Efendim sizdeki irfanı hangi kelimelerle ifade edebilirim ki. Heyecanımı bağışlayın, bunları sizinle paylaşmak istedim. Sevgili Efendim Yu…. kardeşimin güzel bir cümlesi var, son olarak onu da sizinle paylaşmak istiyorum; “Şeyhül Ekber okulunun mensupları dünyanın her yerinde Şeyhin kayıp tefsirini arıyorlar, onların aradıklarını, elhamdülillâh ki, biz çoktan bulduk. Şeyhül Ekberin kayıp tefsiri, Terzi Babamın gönlündedir, biz o tefsiri âyet, âyet Terzi Babamızın nefesinden alıyoruz.” Umarım değerli vaktinizi almamışımdır Sevgili Efendim. ------------------Terzi Baba. (22/11/2013) Hayırlı akşamlar Me…. Oğlum. Hayat bu, neyin nerede nasıl zuhur edeceği belli olmaz. Sencer kardeşle bizim arkadaşlığımız (1958) senesinden beri devam etmekte idi, çok sevdiğim bir kardeşimdi, oda beni severdi, Allah rahmet eylesin. Bende bir zamanlar ney üflemeye çok meraklı idim, zaman, zaman da çalacak duruma gelmiştim, sonra bir tecih yapmam gerektiğini anladım, ve bu sahaya vereceğim vakti, tasavvuf sahasına vermeyi kararlaştırdıktan sonra, neyi hatıra olarak duvara astım, ve bıraktım. Hâlen hatıra olarak, ve Sencer kardeşiminde, hatırası olarak yerinde asılı durmaktadır, çünkü ayrıca onun elinden çıkmıştır. Hayırlısı Hakk'tan selâmlar, hoşça kal Efendi Baban. ------------------Me….. Ak…. (20/11/2013) “Mektuplar.” 30 32 Efendi Babam hayırlı günler, Ellerinizde hürmetle öperim. Dün gece mektuplar dosyanızı aldım. Alır almaz hemen bir teşekkür mektubu gönderecektim. Ancak, mektupları okumanın cezbesi beni öyle bir çekti ki, teşekkür mektubumu geciktirmek zorunda kaldım. Sonradan anladım ki, bunda da bir hikmet varmış. Çünkü mektuplarınızı okurken, Sencer Derya hocamın (Allah gani gani rahmet eylesin) mektubuna tesadüf ettim. Çok duygulandım. Kedisinden ney dersi alma şansına sahip oldum. Ne yazık ki, bu ders, çeşitli nedenlerden dolayı, ancak bir kere gerçekleşti. Yaklaşık iki saat süren ders boyunca, hep tasavvuftan bahsettik. Efendi Babam, bütün bunları ilginç kılan ise, sizin Sencer hocanın mektubuna düştüğünüz not oldu. İnsanlar genelde tasavvufa din (şeriat) üzerinden gelirler. Benim tasavvufa olan yolum ise sanat ile başlamıştı. Hiç neden yokken, elime ney alıp üflemeye başlamıştım. Sonra ise, tasavvufa duyduğum büyük aşk ortaya çıktı. Ancak bir süre sonra, ney hem çok vaktimi almaya başladı, hem de nefsimi hırs yönünden kışkırtmaya başladı. Ve tasavvufa yöneldikçe de, neyi bırakmam gerektiğinin idrakıyla boğuşmaya başladım. Büyük bir acı ile neyi bırakma kararı aldım, ondan artan vaktimi zikir ve okumaya ayırdım. Fakire tasavvuf kapısının aralanmasında büyük rol oynayan neye haksızlık mı yaptım diye hep düşünür dururdum. Efendi Babam, sizinle karşılaşana kadar neyi bırakma konusunda ki kararımdan emin değildim. Sizinle birlikte tasavvufun bir idrak ve şuur olayı olduğunu anlamaya başladıkça, bir de bu işler için zamanın ne kadar mühim bir değer olduğunu kavradıkça, ney gündemimden çıktı gitti. İşte, Sencer Derya hocamın, neyi size gösterip, "bu bizi oyaladı" demesi, farkında olmadan yaptığım tercihlerde, nelerin söz konusu olduğunu gözlerimin önüne serdi. Efendi Babam, hürmetle ellerinizde öper, Cenab-ı Hakktan size sıhhat ve afiyet vermesini niyaz ederim. Evlâdınız Me…. ------------------- 31 33 Terzi Baba. (30/11/2013) Hayırlı akşamlar Al….. oğlum zuhuratlarında, düşündüklerinde güzel. Bunları bir ehli zâhire söylesen kabullenmesi mümkün olmaz. Çünkü bu hakiktleri bilmezler. Bu düşünceler ileri derece de bir Tevhid anlayışıdır. Gönlüne sağlık. Burada bahsettiğin (Rabb'ı) tevil yönünden terbiyeci eğitimci olarak da düşünebiliriz. Cenâb-ı Hakk daha nice tefekkürler nasib eder İnşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban. ------------------Al… Çe…. (28/11/2013) Babacığım selâmlar, nasılsınız? Sizinle bir zuhuratı paylaşmak istiyorum. Ma’nâ da sizin yüzünüzü gördüm. Ama bedeniniz yoktu, yalnızca yüzünüz vardı, bir aynadan yansır gibi. Baktığım aynada sizin yüzünüzün yansıması gibiydi. Sultanahmet camiindeydim, bir direğe yaslanmış, kıbleye doğru tesbih çekerken, dalmıştım. Geçen sefer ma’nâ da sizin yanınıza geldiğimde namaz kılıyordunuz. Ben bunu sizdeki abdiyeti gördüğüm, şeklinde yorumluyorum. Bu seferki zuhuratta ise kıble tarafına yönelmişken sizin yüzünüzü gördüm, baktığım yerde Hakk'ın vechini görür gibi. Bunun sizdeki uluhiyet tecellisi olduğunu düşünüyorum. Beni bu düşünceye iten ise, Hak esmâsında tesbihatı, yüzümü beni terbiye eden Rabbime yani şeyhime dönmem gerektiği, bilinci ile yapıyor olmam. İbrâhîm'in kendine alıştırdığı kuşların ona dönmesi, ölümden sonra bizlerin dirilerek Rablerine dönmeleri gibiydi. Ben önce bunu anlamadım, kendimi Rabbim sandım ve kuşların bana dönmesi gerektiğini düşündüm. Oysa kuş yani Rabbine dönecek olan benim. Bu mertebede siz de daha önce konuştuğumuz gibi, beni terbiye eden “mürebbiye” Rabbimsiniz. Not= Yukarıda geçen “Rabbimsiniz.” Kelimesinde ki 32 34 “Rububiyyet” mertebesi “Ulûhiyyet” mertebesi değil, sadece terbiye Esmâ mertebesidir. Kişinin Tevhid mertebesinden eğitildiği yerdir. Yanlış anlaşılmasın. T.B. Attar'ın da kuşları, hedefe vardıklarında aradıklarının kendileri olduğunu anlıyorlardı. Yordum sizi babacığım, Hu! Evlâdınız Al…. Çe….. ------------------Terzi Baba. (30/11/2013) Hayırlı akşamlar Ya….. bey oğlum yazıların güzel olmuş, benden gelen ve senin gönderdiğin, bütün yazıları bir dosyada muhafaza et, ayrıca varsa eğer çıktılarını da al, zaman gelir en güzel hatıraların olur. Çocuklarının ayrılığına üzüldüm, haklarında hayırlısı olsun, bu arada oğlun bir müddet yeni bir eş arama sevdasına düşmesin. Çünkü belki gelin hanıma, ayrılık zor gelebilirde, geriye dönüş yapabilir. tabî bu hal sizce nasıl karşılanır bilemem, ama oğlunun bu hususta, bir müddet beklemesi, bence yerinde olur, diye düşünüyorum. Cenâb-ı Hakk size sabırlar, oğlunada gayret kuvvet, ve itidal nasib etsin. Bu durumda çocuklara kim bakacak bu mesele halloldumu , Allah hepinize kolaylık nasib etsin. O halde geçmiş olsun, demekten başka bir çare kalmamış. Sağlık olsun burası dünya burada, "nimet ve nikmet" "yani zorluk ve kolaylık" bir arada dır. Hakk'tan hayırlısı, zâten Hakk'tan hayırdan başka bir şey gelmez, belki evvelâ şer gibi gözükür, ama arkasından hayır çıkar, biraz sabır gerekir. Herkese selâmlar hoşça kal Terzi Baban. ------------------Ya…. Gö….. (29/11/2013) “ziyaretim” Çok kıymetli mürşidim Terzibabamı ziyaret benim için çok önemliydi. Âlemlerin Rabbi Allah c.c. nasip etti çok şükür.11.11.2013 günü benim için çok önemli buluşmaya denk geldi. 33 35 Terzi Babamı umduğumdanda daha kâmil insân buldum. Bana değer vermesi, ilgilenmesi, ayrı bir öneme haiz. Ben sadece bir görüşmeyede râzı idim. Allah (c.c.) râzı olsun ki, Terzi Babam, hergün bu kula vakit ayırdı. Çok teşekkür ederim babacığım. Tabii dergâh’ta çarşamba sohbetine katılmak ta ayrı bir zevk. O anda sohbete katılan güzel insanları görmek, tanımakta ayrı güzellik oldu. İstanbul daki dergâhı ziyarette ayrı bir duygu yoğunluğu yaşattı bize. Terzi Baba nın sohbeti ayrı bir güzellik yaşattı. Pirimiz Hasan Hüsamettin Uşşâki hazretlerinin kabrinin olduğu bina ayrı bir duygu yaşattı. Tabii işin en güzel tarafı Terzi Babamla birliktelikti. Bir daha nasip olur mu bilemem. Tekirdağda olmak çok güzeldi. İnşeallah Terzi Babama külfet vermemiş, ve bizden bir edepsizlik olmamıştır. Sanki bir ru’ya gibi geçti günler, bu günahkâr lâyık evlâtlık yapar inşeallah. Bu güzel duygularla ayrıldıktan sonra, Düzce de bir curcunanın ve sevimsiz olayın içinde bulunmak, hoş olmadı. Tüm çabalarıma rağmen, gelin hanımın ayrılık kararını değiştiremedik. Ve sonuçta bugün mahkeme kararıyla ayrıldılar. Allah (c.c.) o minik yavruyu korusun, ve muhabbetine alsın inşeallah. Dörtyol daki arkadaşlar Terzi Babayı sordular, dilimizin döndüğü kadar anlattık. Selâm ve saygılarımla hoşça kalın Babacığım. Ya… Gö….. ------------------Terzi Baba. (03/12/2013) Hayırlı günler Nu…. hanım kardeşim, sağolasınız ilginize teşekkür ederiz, uygun olduğunuz zamanlarda gene bekleriz İnşeallah. Zuhuratınızı yorum maksatlımı, yoksa sadece bilgi kabilinden mi? gönderdiniz bunu anlayamadım ama, gene ben şuur altında bir beklenti olabilir anlayışı ile, özetle zuhuratınıza kısa bir yorum yapmaya çalışayım, Tabî ki, sadece bir yorumdur, böyle bir çok yorumlarda yapılabilir aslını Allah-ü Teâlâ Hz. bilir. Oruçlarınızı Cenâb-ı Hakk kabul eylesin, İnşeallah faydalı olurlar. ------------------- 34 36 Nu…. So…. (01/12/2013) Sayın Hocam , Evlâtlarınızdan Fa…'ın ma’nevi ablasıyım. Fa…la beraber Kavacık'taki bir sohbetinizde sizinle tanışma fırsatına sahip oldum. Sizlerle beraber hayvansal gıdaların yenilmediği kırk gün oruçlarına başladım. Bu arada gördüğüm bir rüyayı izninizle size anlatmak istiyorum. Fa… küçük bir kürsüde ayakta duruyor, önünde bir kur'ân-ı kerîm var. Benim için kur'ân-ı kerîm-i açıyor ve sana aşır çıktı, diyor, ben de biran şaşkınlık yaşıyorum, böyle bir sure adı hatırlamadığımı düşünüyorum. İnşirah Sûresinden "o seni yetim bulup barındırmadı m? Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?" diyorum. Siz karşıdan sesleniyorsunuz . Fa…'ın açtığı sayfa için bu dünyada, bir tek sana çıktı diyorsunuz, ve hakkımda övücü olan sözler söylerken, ben çok sıkılıyorum. Bu söylediğiniz sözlerin, nefsimi beslemesinden korkarak kulaklarımı kapatıyorum. Bu arada Fazılla beraber üzerinizde beyaz sarık ve çok açık haki rengi cübbe vardı. Hocam değerli vaktinizi aldığım için şimdiden teşekkür ederim. Ellerinizden öper, saygılarımı sunarım. Nu…. So…. ------------------Terzi Baba. Özet yorum. (Fa… küçük bir kürsüde ayakta duruyor,) Burada ayakta duran zahiren "Fa…" oğlumuz olmakla birlikte, bâtınen sizdeki "Fazıl/fazilet" özelliğinizin ayakta durmasıdır. Yani bu hususlara dikkat ettiğinizi göstermekte dir. (önünde bir kur'ân-ı kerîm var.) "Kur'ân" bilindiği gibi Zattır. Furkan ise sıfattır. Ve fa…. ilgi sahasını gösterir. Yani fazilet KUR'ân-ı Kerîm ile olmaktır. 35 37 (Benim için kur'ân-ı kerîm-i açıyor) Bu kısım oldukça dikkat çekicidir. Yani Fazilet sahibinin sizin için özel olarak "Zat" makamını açmak fiilini bir bütün olarak faaliyete geçirmeye başlamasıdır. (ve sana aşır çıktı diyor) Bilindiği gibi "aşır" Aşera (10) demektir, Mevlûd veya başka bir dini merasimlerde okunan Kur'ân-ı Kerîm bölümlerine "aşır" yani yaklaşık on âyetlik bölümlarine aşır denmektedir. size çıkan bu olmuştur. Yani on sayısının ifadesidir. Az sonra on sayısının neyi ifade ettiğini izah etmeye çalışacağım. (bende biran şaşkınlık yaşıyorum böyle bir sure adı hatırlamadığımı düşünüyorum.) Buna benzer "Asr" Sûresi vardır ama dediğiniz gibi bir Sûre yoktur. Ancak aslına bakarsanız bütün Sûrelerin içinde "aşır" vardır, gerçi aşera dan, yani on âyetten daha kısa Sûreler vardır ama "aşır" niyeti ile okunduktan sonra sayı kaydında olmadan okunan gene aşır hükmündedir. Ayrıca biraz benzetmeli bir ifade ile bu kelimeyi türkçe anlamda kullanırsak. "aşır" yani bir yerlerden bir şeyler aşırmaktır. Bu da iki yönlüdür. Biri gerçek ma'nâ da sahibinin haberi olmadan bir şeyler aşırmaktır ki, şer'an yasak olan hırsızlıktır. Diğeri ise bildiğiniz gibi kişinin veya kişilerin sevdiklerinden bir şeyler almaları veya bir miktar bir şeyler almalarının da ifadesi sevdiğimiz bir şey hakkında lâtifeli olarak senin şu şeyinden biraz aşırdım, şeklinde de kullanılır bu samiyyetin ifadesidir. Ayrıca Kur'âni hakikatlerden bir şeyler "idrak etmek/aşırmak" tır. (İnşirah suresin den "o seni yetim bulup barındırmadı mı?) "Biz senin göğsünü zâten açmadıkmı"?. Gönül ve göğsümüz zâten açılmış vaziyettedir, ancak biz onun üstüne nelerimiz var ise doldurduğumuzdan, bize/kendimize yer bırakmamışız. O yüzden sıkıntılı oluyoruz. Yetimlik anadan 36 38 babadan yoksun olmaktır, aslında bir bakıma hepimiz "yetimeyni" iki yönden yetimiz. Bunlar Hakk'tan uzaklaştırılmış bu âleme tardedilmiş "rububiyyet ve abdiyyet" yetimliğidir. ki, işte bizlerde kendimizi bu iki yetimlik içinde buluruz. İşte Rabbul Âlemîn olan Allah "o seni yetim bulup barındırmadı m?) Evet hepimizi bu âlemde yetim bulup barındırdı. Bazılarını sadece zâhiren barındırdı bazılarınıda hem zâhir hem bâtın barındırdı. Ve barındırma ya devam etmektedir. Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?" Bütün bu hakikatler karşısında. "Seni şaşırmış bulup da doğru yola eriştirmedi mi?" Rabbımıza şükrederiz idrakimiz kadar eriştirdi. .Fazıl'ın açtığı sayfa için bu dünyada “bir tek sana çıktı” diyorsunuz. Evet sizin dünyanızda beden mülkünüzde, yani enfüsi olarak, belki bu anlayışla ilk defa, bu Âyetlerin hakikati açılıyor olabilir. Bu husus ifade edilmiştir, yoksa genel anlamda içinde bulunduğumuz âlemde değildir, çünkü bu husus genelede açıktır. (ve hakkımda övücü olan sözler söylerken ben çok sıkılıyorum.) Bu ifadelerden içinde bulunduğunuz halin "tenzih" ağırlıklı olduğu anlaşılıyor ki buda "tevhid-i esma" yani museviyyet mertebesidir. Sayı değeri (9) dur "aşır/aşera" ondur ve oraya yani iseviyyet "teşbih" mertebesine davet vardır. Tenzihin teşbihe döndürülmesinde biraz sıkıntı vardır çünkü oldukça büyük bir irfaniyyet anlayış değişikliğine ihtiyaç vardır bu hususta insanı biraz yorar. (Bu söylediğiniz sözlerin nefsimi beslemesinden korkarak kulaklarımı kapatıyorum.) Bu hal bir bakıma, "Nûh" (a.s.) ın kavmini daveti sırasında elbiselerini ters çevirip kulaklarını kapatmalarına (fî azânihim vestağ şevsiyabehüm) (71/7) haline benze37 39 mektedir. tabîki size her hangi bir davet yoktur, ancak bulunduğunuz hal gereği, size yapılan teşbihi bir anlatım olduğundan, ve halen tenzihi ma'nâda nefsinizle yaşadığınız dan, ve onada güveniniz olmadığından, teşbihi hakikatlere kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Bir kimse gerçek ma'nâ da tenzihi ve teşbihi birleştirip tevhid ettiği zaman, kendi hakkında yapılan, gerek yermeler, gerek yüceltme ve övmeler, bir olmalıdır yerildiği zaman bir eksi tesir almamalı övüldüğü zaman da kendinde her hangi bir değişiklik olmamalıdır. Kişide her iki halde de değişiklikler oluyosa daha o kimse henüz üstünden nefsi bağlantılarından kurtulmamış demektir. "nefsimi beslemesinden" Bu ifadenizde zâten bunu teyid etmektedir. Daha henüz o beden üzerinde bireysel nefsin faaliyette olduğunu göstermektdir. (Bu arada Fa…la beraber üzerinizde beyaz sarık ve çok açık haki rengi cübbe vardı.) Bilindiği gibi beyaz yani renksizlik Ulûhiyyeti ifade eder, baş ise arştır. Arş ise İlâhi tecelligâhtır, yani zâti zuhur mahallidir. Haki renk ise topraktır, ve oda hikmettir, ve Âdemin halkedilişi toprak olan hikmettir, arşa inen lâtif İlâh-i tecellilerin ef'âl âlemi olan, bu âlemi şehâdette Ulûhiyyet hükümlerinin, kesif teşbihatlar görünümünde, toprak hükmünde, hikmeler ile zuhura çıkmasıdır ki, "feeynemâ tüvellu fesemme vechullah"tır. (2/115) Bahsedilen beyaz sarık ve haki cübbenin belirtilen hükümlerin o bedenlere giyinmiş halleri ile yaşandığının ifadesidir diyebiliriz. Zuhuratınız sizindir, sizin lisanınızdan bana bunları okundunuz bende tercüme etmeye çalışarak yazıya döktüm ve sadece aracı oldum, benden kendimden bir şey ilâve etmedim. Cenâb-ı Haktan, dünya ahret bütün işlerinizde başarılar 38 40 dilerim, ilginize teşekkür ederim sağ olasınız. Selâmlar hoşça kalın Terzi Baba. --------Hocam, alâkanız için teşekkür ederim. Ellerinizden öperim. Nu…. So…. ------------------23.10.2013 Çarşamba akşamı. İzmir. İBRETLİK BİR ARAYIŞ HİKÂYESİ. MUSTAFA. GUSTAVO’NUN MA’NEVÎ SEYRİ. TERZİ BABA’YA ULAŞMASI, VE TERZİ BABA HAKKINDA Kİ, SÖZLERİ Soru (Ke… Abla): Mustafa. Gustavo, tasavvufu 13 yaşında bulduğunu söyledi. 13 yaş bir çocuk yaşıdır. Çevresinde hiç müslüman kimse de yok... Onu tasavvufa yönelten ne oldu? Nasıl Allah’ı aramaya başladı? Mu. Gustavo: 7 yaşımdan itibaren kalbimde bir çağrı hissetmeye başladım. Hep Allah’ı düşünüyordum. Ve sorularım vardı… 7 yaşımda olmama rağmen güçlü, büyük sorular vardı kafamda: “Ben kimim? Neden buradayım? Hayatın amacı nedir? Bizler neden yaratıldık?” gibi sorular… Sorularıma cevap bulabilmek için katolik rahipleriyle tanıştım, kilise servislerine katıldım, ama eninde sonunda oralarda sorularıma cevap bulamadım. 13 yaşıma geldiğimde başka bir mahalleye taşındık. Orada yeni arkadaşlarım oldu. Birgün arkadaşlarımdan birinin evine ziyarete gitmiştim, orada babasıyla tanıştım. Babası benim ilk öğretmenim oldu. Benim daha önceden karşılaşmadığım tip bir (manevî) bilgiye sahipti. Tanıştığımız da bu kişi 71 yaşındaydı. Ve hayatında hiç öğrencisi olmamıştı. Ben ilk öğrencisi oldum. Bana insan 39 41 vücûduyla ilgili birçok şey öğretti. Özel bir tip “hinana yogası” öğretti… Vücûdun duruşu ile ilgili, ve nefes almakla ilgili, birçok egzersizler gösterdi bana. Annemde, sabahları saat 4’te kalkıp bu kişinin yanına gitmem için izin vermişti. Saat 6’ya kadar kendisiyle beraber çalışıyorduk. 6’dan sonra okula gidiyordum. 18 yaşıma geldiğim zaman beraber çalışabilmek için onun evine taşındım. Çok yaşlıydı ve günün birinde vefat etti. Vefat ettiği zaman yanındaydım. Bana çok büyük bir sevgiyle ve gülümsemeyle baktı. Ve ona veda ederken, hayatımdaki manevi arayışa devam etmem gerektiğini hissettim, çok güçlü bir şekilde… Arkasından Hrıstiyan manastırına girdim. Orada başka bir ma’nevî çalışma tekniği öğrendim. Tamamen sessiz kalmamız bekleniyordu. Günde birkaç saat uyumamıza izin vardı. Çok fazla zikir ve dua yapılıyordu. Çok az yemek vardı. O şekilde bir hayat… Ve konuşmak tamamen yasaktı. Bunun harika birşey olduğunu düşünüyorum, ancak sahip oldukları bilginin de çok kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Ve birçok sorum vardı. Devamlı sorduğum en temel sorularımdan biri şuydu: Eğer gerçekten bu doğru bir yolsa, doğru bir öğretiyse, ben İsa’yı (a.s.) takip ettiğim ve benden istenen bütün çalışmaları yaptıktan sonra neden Allah’la bir bağlantı içine giremiyorum (yakınlık kuramıyorum), kendimi ondan kopuk hissediyorum? O dönemde Allah’a çok dua ettim: “Lütfen Allah’ım! Gerçekten nefis hakkında bilgi sahibi olan birileriyle tanışma fırsatı ver!” diyerek. Şimdi 13 yaşıma tekrar kısaca geri dönmek istiyorum. Bu oldukça ilginç… 13 yaşımdayken birisi (bir arkadaşım) bana bir kitap vermişti. Bu kitapta kısa bir paragraf okumuştum. Bu paragrafta iki şey vardı. Bunlardan birincisi yeterince dikkatimizi veremediğimiz konusu… İkinicisi de Mevlevilerin yaptığı semâydı. Bu okuduklarım o dönemden sonra hep aklımda kaldı. “Acaba, bu semâ yapan Mevlevilerle nasıl karşılaşabilirim, nasıl tanışabilirim, nasıl 40 42 ilişki kurabilirim?” diye düşündüm. Manastırdan ayrıldıktan sonra Allah’a dualar etmeye devam ediyordum: “Lütfen bana nefis hakkında birşeyler öğretebilecek birilerini gönder,” diye. Birgün sokakta biriyle karşılaştım. Süs eşyaları satan bir tezgahtardı… Bu adamın sattığı şeylerin içinde bir de kitap vardı. O kitabı görür görmez özel bir kitap olduğunu anladım. Adama kitapla ilgili sorular sordum. “Cevap veremem, çok merak ediyorsan kitabı satın al!” dedi. Kitabı satın aldım. Kitap aslında tek bir kitap değildi, üç parçadan (üç ciltten) oluşan bir kitaptı. Sonraki 3 ayı bu kitabı okuyarak geçirdim. Çünkü kitabı satan adam, “bu kitabı anlamak istiyorsan onu 3 defa okuman gerek,” dedi. “İlk okuyuşunda hikâye ile ilgili genel bir fikir sahibi olabilirsin. İkinci seferinde onu başkalarına oku. Üçüncüde de bu kitabın özüne sirâyet etmeye çalış.” Ben de aynen söylediği gibi yaptım. Bu kitap zihnimi tasavvufa dair bir çok kavrama ve düşünceye açtı, ancak o dönemde bu kitabı tam olarak anlayabilecek zihinsel durumda değildim. 3 ay sonra bu kitabı satın aldığım adama gittim ve kendisine bu kitaptaki teknikleri bilen birilerini tanıyıp tanımadığını ve beni onlarla tanıştırıp tanıştıramayacağını sordum. Kendisi bana yardımcı oldu. Böylece, oldukça dışa kapalı, öğrenci almak istemeyen, çok da hakikat bilgisine sahip olmayan hermetik bir grupla tanışmış oldum. İlk seferinde yanlarına gittiğimde beni üç tane yaşlı adam karşıladı. Bana birçok soru sordular. Zihinsel kapasite mi ölçmek için bazı sorular sordular. Ayrıca, “Öğrenci misin? Evli misin? Paran var mı? Ne iş yapıyorsun?” vb. sıradan sorular sordular. Ve nefisle ilgili çalışma yapma teknikleri vardı, kendilerine özel. Bu teknik, özet olarak söylemek gerekirse, nefsi dikkatli bir şekilde izlemek ve nefsin yaptıklarını görmek üzerine kuruluydu. Ve nefsinizi görmek… Zihinsel (analitik) bir egzersiz yoktu. Sadece anda bulunup nefsi görüyordunuz. Bu, sinemaya gidip, kendi içinizde oynayan bir filmi görmek gibi. Teknikleri pratik 41 43 uygulamalara (çalışmalara) dayanıyordu. Hayalle ilgili hiçbir şey yoktu. Her hafta bir pratik çalışma yapılıyordu. Bu insanlarla 18 yıl beraber kaldım. Soru (Ke…. Abla): Bu nasıl bir çalışma? Mu. Gustavo: Bu konuda konuşmak istemiyorum. Ancak bir örnek verebilirim. Örneğin, kapının eşiğinden her geçtiğinde, içinden “ben kimim?” diye soracaksın. Onlara katıldıktan sonra yaptığım ilk çalışma buydu. Soru (Ce….): “Gurdjieff” grubundan bahsediyorsun değil mi? Mu. Gustavo: Evet. 18 yıl içlerinde bulunduğum için birçok değişik çalışma yaptım. Ce…: Bu arada yanlış anlaşma olmasın diye araya giriyorum. Aslında Mevlevi gibi konuşuldu ama. şu anda “Gurdjieff” grubuyla yaptığı çalışmalardan bahsediyor. Bu grup bir Mevlevi grubu değil. Allah inancı İslâmiyetteki gibi olan bir grup değil. Farklı bir ma’nevi yol. Mu. Gustavo: 23 yaşlarımdayken, bir bayanla tanıştım. Bana Mevlânâ’nın “Fi Hi Mâ Fih” kitabını verdi. Hemen aklıma 13 yaşımda okuduğum kitap geldi. Çok mutlu oldum. “Fi Hi Ma Fih’I” hemen okudum ama hiçbir şey anlamadım. Bu kitaplardan anlayacak bir grup bulma beklentisi içindeydim ama bekledim, bekledim, bekledim… Kimse anlamıyordu bu kitaplardan. Bütün dünyayı dolaştım, tüm dünyayı, gerçek bir mürşid bulabilmek için. Çok insanla tanıştım. Ve izlenimim, tanıştığım insanların ihtiyacım olan (istediğim değil, ihtiyacım olan) şeyleri bilmedikleriydi. Bana kitabı veren bayana tekrar gittim. Dedim ki!: “Lütfen bana mürşidini tanıma fırsatı ver!” O da bana: “Olmaz! Tanışamazsın!” dedi. “Sen çok kendini beğenmişsin. Böyle bir egoya sahipken Allah’la yakınlaşabileceğini mi zannediyorsun? Eğer bu 42 44 hâlini değiştirmezsen sana yardımcı olamam.” Üç yıl sonra kendisine tekrar sordum, yine aynı cevabı verdi. Bundan 10 yıl sonra… Amazon ormanlarında “Gurdijeff” grubuyla dünyanın değişik yerlerinden gelmiş yüzlerce insanla beraber kamp yapmaya gitmiştik. Ve orada 18 yıldır içinde bulunduğum gruptan ayrılmam gerektiğini hissettim. O zaman henüz varlığından habersiz olduğum şu hadis geçiyordu içimden: “Kendini bilen, Rabbi’ni bilir.” İçimde birşeyler koptu orada. İçimde bulunduğum grubun özel bir ilmi vardı gerçekten, ama hakikat bilgisine sahip değillerdi. O dönem o grubun standartları itibariyle bir şeyh sayılırdım, Amerika Birleşik Devletleri grubunun başındaydım. Yüzlerce öğrencim vardı. Çok sıkıntı içindeydim, çünkü yanlış yapıyor olabileceğimi ve bu yüzlerce insana yardım etmek yerine zarar veriyor olabileceğimi düşünmeye başladım ve bırakmam gerektiğine karar verdim. Amazon ormanlarından döndüğüm zaman o bayan arkadaşımı tekrar ziyaret edip, tekrar beni mürşidiyle tanıştırmasını rica etmeye karar verdim. Uçak bileti aldım. Ve evime gitmek yerine başka bir ülkede yaşayan o arkadaşımı görmeye gittim. Son görüşmemizde kalbimde birşeyler olmuştu. Evine gittiğim zaman kapıyı açtı (güzel bir bayandı). “Merhaba,” dedim. “Ne istiyorsun?” diye sordu. “Yine mi sen? Ne istiyorsun?” Dedim ki: “Allah’ın adıyla, senden tüm kalbimle rica ediyorum, lütfen mürşidine bana yardımcı olup olamayacağını sor!” Bana dedi ki: “Sende hiçbir değişiklik yok, aynı kendini beğenmişin, gösteriş meraklısının tekisin. Böyle birşey mümkün değil.” Ama gözlerine baktığımda farklı bir ışık gördüm. Başka hiçbir şey söylemedim ve oradan ayrıldım. Uçak bileti aldım ve evime döndüm. Bir ay sonra postadan büyük bir zarf geldi. Zarfın içinde bir uçak bileti vardı ve bir otel rezervasyonu… Ve hangi gün hangi saatte nerede olmam 43 45 gerektiğini bildiren bir yazı… O gün, ömrümde ilk defa kalbimde Allah’tan bir davet hissettim. Soru (Ke… Abla): Zarfı gönderenler adresini nereden biliyorlarmış? Mu… Gustavo: Zarf ziyaret ettiğim o bayan arkadaşım dan gelmişti. Uzun yıllara dayanan bir arkadaşlığımız vardı onunla… 18-20 yıldır kendisini tanıyordum. Uçağa binip söylenen tarihte söylenen yere gittim. Çok mütevazi bir oteldi. İsmimi kaydettirdim ve bana bir oda verdiler. Odaya girdiğimde, odadaki herşeyin beyaz ve yeni olduğunu farkettim. Ve yatağın üstünde yüzlerce kırmızı gül vardı, gerçekten kokan güllerdi. O gördüğüm şey o anda içimdeki bütün egoyu, bütün kibri, herşeyi paramparça etti. Şifonyerin üzerinde bir not yazılıydı. “Lütfen abdest al. Akşam 7’de şu adreste bulunmanı bekliyoruz.” Söylenen adrese gittim. Bir grup insan vardı orada, 20 kişi kadar. İçerde bir şömine vardı. Ve mürşidi gördüm. İsmi Nur’du. Çok ilginç, kendisi 71 yaşındaydı. İlk öğretmenim de kendisiyle derse başladığımda 71 yaşındaydı. Bu bayanı gördüğüm anda bütün sorularım kayboldu. Herkes sorular soruyordu ve kendisi bunlara cevap veriyordu. Sorulara çok usturuplu cevaplar veriyordu. 3 saat kadar soru-cevap devam etti. Ardından kendisi ayağa kalktı ve: “Artık herkesin evlerine gitme vakti geldi, sohbeti burada bitiriyoruz,” dedi. Ardından herkes ayağa kalktı ve ayrılmadan önce bu bayanın önünden dolaştı. Kendisi her gelene bir gül verdi. Gülü elime alınca, kendisinden bana doğru bir enerji akımı hissettim, ve kalbimde o kadar büyük bir enerji birikti ki kalbim patlayacak gibi oldu. Gözlerimin içine bakarak bana: “Bu şehri biliyor musun?” diye sordu. “Evet biliyorum,” 44 46 dedim. Dedi ki: “Öyleyse şimdi dışarı çık, bütün herkesin bir otobüse, bir taksiye bir araca bindiğinden emin ol, herkesi yolculadıktan sonra içeri geri gel.” Bunu yapmak 2 saatimi aldı. 2 saat sonra içeri giriğimde içerde 2 bayan vardı: Mürşid (Nur Hanım) ve beni mürşidle tanıştıran bayan arkadaşım. Benimle biraz oyun oynadılar. “Karnın aç mı?” dediler. Bana yemek verdiler. Ama bu arada beni izliyorlardı. Bir noktada Nur Hanım bana ma’nevi çalışmalarla ilgili geçmişimi, daha önce neler yaptığımı sordu. Arkasından, “ben de benzer bir geçmişten geliyorum. Sana olan şeyler bana da oldu. Ama 25 sene kadar önce oldu…” dedi. “Ne istediğini biliyorum. Neye ihtiyacın olduğunu da biliyorum.” “Benim çok çok az bilgim var. Ama eğer istersen sana yardımcı olabilirim,” dedi. Ben de, “evet, lütfen,” diye cevap verdim. Bana bir zikir ödevi verdi: “Evine git ve 1 milyon kere “Lâ ilâhe illâllah” de,” dedi. “Eğer bunu tamamlarsan sana yardımcı olacağım.” Bunu yapmak için oldukça vakit harcadım, ama bittiği zaman sanki bir saniyeymiş gibi geldi bana. Gerçekten doğru bu. Bir dakikadan fazla değil. Çünkü Allah’a aşığım ve bu bayanın O’na ulaşabilmek için bir kapı olduğunu biliyordum. Arkasından eşimle beraber Nur Hanım’ı ziyarete gittik. Eşimle onu tanıştırmak istedim. Meksika’da yaşıyordu kendisi. Ve o noktadan sonra bana rehberlik yapmaya başladı. Ve Kur’an-ı Kerîm’e farklı bir açıdan bakmanın yolunu gösterdi. Ve diğer kitaplarla, Mevlânâ’nın, İbn-i Arabi’nin, ve Abdülkadir Geylani’nin kitaplarıyla, tanıştırdı beni. Kendisiyle çok yakın bir ilişkimiz oldu. Çok yaşlandığında, vefat etmeden önceki dönemde, bütün bağlantılarını kullanarak benim Türkiye’deki Mevleviler ile de ilişki kurmamı sağladı. Türkiye’ye geldim. Birçok Mevlevi grubuyla tanıştım. Birçok tarikat şeyhiyle tanıştım, görüştüm. Çok fazla seyahat ettim. Bir konuda zihnim netleşmeye başladı: 45 47 İhtiyacım olan şeyleri henüz bulamamıştım. Yıllardır uğraşıyordum ve ihtiyacım olan şeyleri bulamamıştım. Kalbimde yakîn hissediyorum. İslam ve tasavvufun doğru yol olduğunu biliyordum. Arkasından (Terzi Baba) ile tanıştım. Ve kendisiyle tanıştıktan sonra başka şeyhleri ve tarikatleri araştırmayı bıraktım. Rahatlamıştım. İlk görüşmede Terzi Baba bana kendisiyle görüşmek için mürşidimden iznim olup olmadığını sordu. Kendisine iznim olduğunu söyledim. Bundan sonra kendisine (Terzi Babam’a) yakın olacağımı biliyordum. Mevlevi Tarikati’nden (Terzi Baba) ile yakın olabilmek için izin aldım. Çelebi Efendi bana izin verdi. Kendisi de (Terzi Baba) ile görüştü. Ve onun kusursuz bir mürşid olduğunu söyledi ve “ona yakın ol,” dedi. Allah’a şükürler olsun, (Terzi Baba) bana el verdi. Ve bana çok büyük bir tutkuyla yardım etti. Benim için kendisiyle iletişim kurabilmek, kendimi, içimden geçen birçok şeyi ifade edebilmek çok zor. Bundan sonra içimdeki Mekke’yi, içimdeki Kâbe’yi hissetmeye başladım. Yeniden doğmuştum. Ve kendisiyle tanışmadan önce öğrendiğim herşeyi unuttum. Küçük bir çocuk gibi kendimi (Terzi Baba’)ya teslim ettim. Ve herşeyi sıfırdan kendisine sormaya başladım. Şu anda daha ilk cümleyi öğreniyorum. İnşeallah ilk sayfayı tamamlayabilirim. Şimdi mutmainlik hissediyorum. Bugüne kadar dört tane mürşidim oldu: Bay Eulohyu, Olivier, Nur Hanım, şu anda, (Terzi Baba). Her mürşidimle çok uzun zaman geçirdim. İlk üç öğretmenim vefat ettiler. Ve üçü de vefat etmeden önce bana duramayacağımı, devam etmem gerektiğini ve arayışta olmam gerektiğini söylediler. Üçü de bana aynı şeyi değişik yollarla öğrettiler. Öyle bir şey ki, bu süreçte sanki hem beni hem aklımı, zihnimi (Terzi Baba)’dan alacağım eğitime hazırladılar. (Terzi Babam)’ın bana verdiği bilgi öyle bir şey ki sanki vücudumun veya zihnim içine giriyor ve zâten orada gerekenleri onlar yapıyorlar. Ve içimde (Terzi Baba) ile çok fazla 46 48 konuşuyorum. Kendisine çok yakın hissettiğim için “bu söylediğinizi anlamadım; kafam karıştı; daha net anlatabilir misiniz? bir örnek verir misiniz?” vb. sorular soruyorum. Az önce söylediğim şeyleri (Terzi Babam) fiziken yanımdayken değil, o yokken yapıyorum. Aynı şekilde kalbimde de, meselâ bir sıkıntım olduğu zaman içimde, “Terzi Babam! Benimle beraber dua et. Benim için dua et. Hadi beraber namaz kılalım,” vs. gibi diyaloglar oluyor. Aslında bunu kelimelerle ifade etmesi çok zor ama sizlerin beni anladığınızı biliyorum. Ve 10 yıldır (Terzi Babam) ile beraberiz. Toplamına bakarsanız sadece birkaç gün beraber vakit geçirme şansımız oldu. Bütün hayat serüvenimizde belki hepsini toplasanız bir ay olacak. Ve içimde (bunu söylediğim için özür diliyorum) bir korku var: “Terzi Babam’ı alırlarsa (kendisi vefat ederse) ben ne yapacağım?” Ve kendime soruyorum: “Neden?” Çünkü her zaman, her dakika onu bir kere daha görebilmek istiyorum. Ve lütfen hepinize söylüyorum. Lütfen vaktinizi boşa harcamayın. Bütün yapılması gereken çalışmaları (zikirler, oruçlar, gece namazları vb.) yapın. Ve hayal âleminde dolaşmayın. Alçakgönüllü olmaya çalışan ve bütün çalışmaları gelmeniz gereken noktaya gelene kadar sabırla yapmaya devam edin. Ben inanıyorum ki buradaki herkes ben ne biliyorsam onu biliyor. Dünyada şu anda yüzlerce, binlerce mürşid var. Ancak bizim ihtiyacımız olan mürşidlerden bu dünyada sadece birkaç tane var. Ve siz onlardan bir tanesine sahipsiniz. Ve Terzi Babam’a ve eşine çok teşekkür etmek istiyorum, beni evlerine kabul ettikleri, misafir ettikleri için... Bütün burada bulunan kardeşlerime de teşekkür ediyorum. Lütfen benim ismimi hatırlayın: Mustafa! Lütfen 47 49 benim için çok dua etmenize ihtiyacım var. İnşeallah tekrar sizleri görmek için geri geleceğim. Rabbim’e istiyorum. teşekkür etmek için bir Fatiha okumak (Fatiha okundu. Efendi Babam dua yaptırdı. Ardından Efendi Babam Mekke’den satın aldığı bir seccadeyi kelime-i tevhidler eşliğinde Gustavo’ya hediye etti ve şöyle dedi: “Hayrını gör! Oraya astığın zaman buraları hatırlarsın. Ve de bir yere girildiğinde bir sancak verilirmiş, bu da Muhammed sancağı… Rehberliğinin nişanesi olarak Türkiye’den bir hediye. Dergâhına asarsın.”) NOT= Gustavo’ya “Mustafa” ismi bir zuhuratı neticesinde (Terzi Baba)’m tarafından verilmiştir. ------------------Terzi Baba. (29/12/2013) Hayırlı günler Ni…. kızım. Hamdolsun şimdilik iyiyiz İnşeallah sizlerde iyisinizdir. Aşağıda bahsettiğin konuları zaman içinde daha iyi kavrayacaksınız. Gene de ben özetle sorularını cevaplamaya çalışayım. Kimin torunusun? Evvelâ zahiren, herkesin bildiği dünyadaki fiziki dedemizin torunuyuz. Daha sonra daha gerilere giderek, Âdem dedemizin torunuyuz, bu yönüyle de ayrıca bir Peygamber torunuyuz. Ayrıca "Ebudturap/tokrak babası" olan Hz. Âli Efendimizin torunuyuz. Ayrıca "Ebul ervah/ruhların babası" olan Peygamber efendimizin hem evlâtları hem torunlarıyız. Ayrıca beden olarak dünyaya ana babamızdan geldik bu doğumun birde, ma'nâ olarak veledi kâlp olarak, ma'nen doğumu olacaktır, işte bu doğum olmazsa, bu hakikatleri idrak etmek mümkün olmaz, bu doğumda sohbetlerle olmaktadır. Aklı külden doğmak demek bu tür okuma ve sohbetlerle kişi kendi hakikatini idrak etmeye çalışması demektir. Nefsi külden doğmak ve o halde kalmak ise bu dünyada nefsani ma'nâ da yaşamaktır. Kesin olarak rabb'ı 48 50 hasımız sadece şu isimdir demek doğru olmaz çünkü insanda faaliyette olan sayısız isim vardır ancak bunlardan bir kısmı o kişinin üstünde daha çok faliyettedir. Bunların içinden de bir tanesini seçmek zordur ancak gelecek ileri zamanlarda oluşacak olan kişinin kimliği ve eğilimleri daha ziyade hangi hâl üzere ise o ismin istikametinde olduğu kesin olmamakla birlikte, kısmen de olsa tesbit edilebilir. Ancak bu husus ileriki zamanlarda belki tebit edilebilir. Cenâb-ı Hakk idrak ve anlayışlarınızı arttırsın İnşeallah. Annene de selâm ederiz sağolsun, derslerine devam ettiğine sevindim, kuşların serbest kalmasından sonra, kafese konması güzel, çünkü kafesin içinde olunca zarar veremezler, kendi merhameti yönünden onları korumak istemiş, bu güzeldir, ama zuhuratta görülen kuşlar, o kuşlar değildir. Onlar nefsin temsilcileridir daha sonra böyle hayvan türü ne görürse görsün, öldürmeye çalışsın, günahı yoktur, çünkü onlar hayali kuşlardır ve nefsinin göstergesidirler onları öldürürse, nefsinin o halinden kısmen de olsa kurtulmuş olur, Cenâb-ı Hakk anneninde her işinde kolaylıklar nasib etsin. Senin zuhuratlarına gelince gerçekten ilginç zuhuratlar. Bir bakıma hayal genişliğini gösteriyor, ancak fazla hayalde kalmamaya bak, çünkü hayalde fazla genişlemeyi belki bu beden kaldıramaz, daha sonra bazı sıkıntılar ortaya çıkabilir. Benim durumumu da kendinde fazla yükseklere çıkarma, üstümüzde beşeriyet hükümleride vardır, zaman gelir, eksi bazı tavırlar zuhura çıkabilir. Sonra hayal sükûtuna oğramış olursun. Diğer zuhuratın da güzel, Cenâb-ı Hakk'ın ikramı Celâlinden gelmektedir. O halde başımıza gelen bazı Celâli sıkıntılar olsa da arkasından ikramının gelmesi o sıkıntıları hafifletir. Cenâb-ı Hakk Dünya ahret bütün işlerinde kolaylıklar nasib eylesin İnşeallah. Sa… sana çocuklara herkese selâmlar Nüket anneninde selâmları vardır hoşça kal Efendi Baban. ------------------49 51 Ni…. Ra…… (27/12/2013) “Ben” Babacığım sohbetlerle ilgili kafamı kurcalayan bir soru var. Onu da ekliyorum üstteki maile: Beşeriyetimizin dışındaki gerçek kimliğimizi anlattığınız hakikatı idrak sohbetinde dinledim, deve (bedenin) künyesi değil, asıl önemli olan hakikatteki kimliğimiz, demişsiniz ve sonra bunu söylemişsiniz, hatta kimin torunusun demişsiniz ilk başta, burada dedemiz önceki mürşidimiz mi, buradaki torun Baba Anne, çocuk kelimeleri ne anlama geliyor? Efendim sohbetinizde aklı kül, babanın çocuğumusun, nefsi kül Ananın çocuğumusun demişsiniz, bu ne anlama geliyor, aralarındaki fark nedir, rabbi hasımız hangi isimlerse aklı kül Baba, ya da nefsi kül Ana oluyor. bunu ne zaman ve nasıl bileceğiz? Teşekkür ederim babacığım. Selâmlar. Efendi Babacığım, cumanız mübarek olsun...annem ve sizin ellerinizden hasretle öperim. Çarşamba geceleri sohbetleri takip edip özlem gideriyoruz. Annem de günlük derslerine yaklaşık iki senedir devam ediyor. gördüğü rüyaları düzenli olarak size iletemedim. Son gördüğü rüyayı size iletmemi rica etti. Annemin zuhuratını aşağıda onun ağzından aktarıyorum : Annemin zuhuratı : 1 büyük kafes içinde 6 tane muhabbet kuşu var. Kuşlar kafesten çıkmış odanın içinde uçuşuyorlar. Eşarpla kuşlara zarar vermeden teker teker yakalayıp büyük zorlukla tekrar kafese sokmaya çalışıyorum. Kuşları kafese yerleştirdikten sonra pencerenin önüne koyup, odadan çıkıyorum. Tekrar odaya döndüğümde, kafes yerde devrilmiş, kuşlar hâlâ içinde. Kafesin başında çirkin yüzlü siyah bir kedi duruyor. Kedinin kafasına vurarak onu kaçırıyorum, kuşlar kurtuluyor Benim zuhuratım: Babacığım, bir de benim görmüş olduğum oldukça değişik bir zuhurat var. şimdi onu anlatayım. Bağdaş kurmuş oturuyorum, ellerim dizlerimde. Tıpkı 50 52 yoga yapan uzakdoğulular gibi. Gözlerim de kapalı ama dışarıdan bakıyorum kendime, ve bu zuhurata. Havada oturuyorum, yer gözükmüyor, tamamen boşluktayım, Alnımdan, bedenimden, rengârenk ışıklar çıkıyor. Ve bunlar dönüyorlar hepsi, ayrı ayrı, ve bir bütün olarak. Bu çok hoş bir histi. Tam karşımda aynı durumda havada siz duyorsunuz ve aynı ışıklar sizden de çıkıyordu. Sonra havada ben sizi tavaf ediyorum, yani o his var ben dönerken bu dönüş sırasında ben sizin herşeyin merkezinde olduğunuzu anlıyorum, dairenin tam ortasında sukünda olmak gibi. Konuşmuyorsunuz ama dilsiz olarak konuşuyorsunuz ve ben herşeyin sizin gönlünüzde olanın zuhura gelmesi olduğu hissine kapılıyorum, yani aslında sizin hayaliniz olduğumuz hissi, bu çok tuhaf bir duyguydu, sanırım sizin merkez olduğunuz bilgisini bu şekilde almış oluyorum. Bu zuhurattan sonra size olan muhabbetimde daha bir artış oldu. Ama çok etkileyici, zuhurattaki hisler ve algılar son derece şiddetli ve canlıydı.. Bir de başka bir zuhuratta, benim ismimin zül celâl vel ikram, olduğu söyleniyor. Bu daha önce de bir keresinde, güneş tarafından, bir keresinde de nurani bir aslan, tarafından değişik zuhuratlarda söylenmişti. Ve hep bu isimle ilgili tecelliler yoğunlaşıyor zuhuratların arkasından... Kı… ne…. ------------------Terzi Baba. (01/03/2014) Aleyküm selâm En… bey oğlum zuhuratın güzel yazdığın iyi olmuş, bizim bazı yönlerimizi, demekki size açmışlar, Zâten yolumuz hep, ve her an yeni tecelliler, ve yol almalardır, bu yol alışta bilindiği gibi fiziken değil irfanendir, kişinin irfaniyyeti de, alnında merkez olmaktadır. Zâten o yüzdendirki, oraya rabıta yapılarak, orada bulunan hakikat ilimlerinin, yansıyarak karşı tarafa akması sağlanır, böylece sâlikte yeni açılımlar oluşmaya başlar. Rabıtanın bir başka 51 53 özelliğide kişiyi düşüncesi itibarile tek merkezde toplamaktır “Bir” yere rabıtası olmayan kişinin "bin" yere râbıtası olduğundan, iç bünyedeki güçleri dağınıktır, dağıldığı kadar da kişi güçsüz kalır, işte râbıta kişide bulunan bu dağınık güçleri, bir yere toplayıp daha büyük bir güç olmasını sağlamaktır. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder inşeallah. Selâmlar hoşça kalın Efendi babanız. ------------------En…. Ar…. (28/022014) “Bir Zuhurat” Selâmün aleyküm efendi babacığım. İnşeallah çok daha iyi olun efendim. Elhamdülillâh bizler de iyiyiz. Muhterem Efendim Siz İzmir'de bulunduğunuz dönemde bir zuhuratım olmuştu. Biliyorum çok da çalışmaktasınız o yüzden yazamamıştım. vaktinizi almak istemedim. Ancak daha sonraları da aynı zuhuratın devamı durumu olduğun dan yazmadan da edemedim. Hoş görün inşallah ve izninizle yazıyorum. Rabıta anında sizin iki kaşınız arasında Arapça olarak “ALLAH” lâfzı Celilinin yazılı olduğunu gördüm. Bakmaya devam ettiğim de, başınızda da, altın bir taç olduğunu gördüm. Taç da, da “ALLAH” lâfzı ve diğer esmâlar vardı. Tekrar iki kaşınızın arasına baktığımda ise, orada bir açılma oldu, ve kendimi içeride buldum. Önce kısa bir tünel gibi gidiş sonra ise, sonsuz bir açılış, her yönde sonsuz olan bir ufuk, ve güzelliklerle dolu manzaralar. Yukarıda, devamı dediğim bölümlerde de bir yol, ancak o kadar güzel ve pürüzsüz bir yol, ve o yolda gidiş var. Ben gidiyorum. Önümde olan güzel manzaraları görüyorum. Ancak yanından geçerken o manzaralara baktığım da yok. İnceleme ihtiyacı yok gibi. Yola devam ediyorum ve gittikçe daha bir hızlanıyorum, daha çabuk gitmek ister gibiyim, ve sürekli daha hızlı bir gidiş te var. Kaç ufuk ötesine gitsem de sadece güzellikler var, ve aydınlığın artması var. 52 54 Bu kadar efendim. ALLAH C.C ömrünüzü ve ömrümüzü hayır ve bereket içinde eylesin. kolaylıklar versin ve yardım etsin. Nüket anneme selâm eder, sizin ve Annemin ellerinden öperim. Hürmetlerimle. Selâmün Aleyküm. ------------------Terzi Baba. (27/05/2014) Aleyküm selâm, Yusuf oğlum senin de geçmiş Cum'an ve kandilin mübarek olsun, Burada hep hareket halinde olduğumuzdan maillere cevap vermem biraz gecikiyor. Tûbâ yazın çok güzel olmuş, teşekkür ederim eline gönlüne sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. Bende sana küçük bir yazı göndereyim. benzer mevzular olmuştur amma bunun başka özelliği vardır. Çünkü bende bu gün bilgisayarı açmadan önce unutmamak için aşağıda ki notları kâğıda almıştım. Bilgi sayarı açınca senin notlarını âdeta tasdik edercesine bir uyum oluşmuş oldu Rabbımıza şükrederiz. ------------------Cennet ehli aslında ebedidir, Ebedilik ise Hakk'a ait Ulûhiyyettir. Dünyada beşeriyyet ile yaşanır, çünkü geçicidir, Âhirette Ulûhiyyet ile yaşanır çünkü ebedidir. Ancak dünyada kim ki, nefsinin hakikatini idrak etti, âhirette de gerçek hakikatini idrak ettiğinden işte o kimseler, ancak Ulûhiyyetleri ile cennette, Zat cennetlerinde Ulihiyyet zatları ile yaşayacaklardır. İşte (TûBâ) bir bakıma da budur. (Lehüm) “İşte bu hakikatler, o Ârifler içindir.” Di53 55 ğerleri ise ebedi olarak, beşer nefisleriyle nimet cennetlerin de yaşayacaklardır. (27/05/2014/ salı) ------------------Herkese selâmlar tecellilerinin devamını hakktan niyaz ederim Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinde kolaylıklar nasib etsin İnşeallah. herkse selâmlar Nüket Anneninde selâmları vardır hoşça kal oğlum Terzi baban. ------------------Yu… Yü…. (23/05/2014) “Tûbâ lehüm” Babacığım Selâmün Aleyküm, hayırlı cumalar. Hem Sizin hem de Annemizin ellerinden öperim. İnşaallah iyisinizdir. Yaşadığım bir tecelliyi sizinle paylaşmak ihtiyacı hissettim ve aşağıda gönderiyorum. Şimdiden yaklaşmakta olan Mi'rac gecenizi tebrik ederim. Annemize de selâm ederim. "Arkadaşlarla sohbet ederken, sohbet esnasında bir ara “Tûbâ ağacı” sözü geçti. O esnada hiç düşünmeden Tûbâ, “Terzi Baba” dedim. Bu sözü söyledikten sonra da üzerinde fazla durmadım. Aradan yaklaşık üç ay geçti, bu sefer Tûbâ kelimesindeki u ve a harfleri hakkında şöyle bir düşünce geldi. “Terzi Baba” “Ulûhiyyetinden Abdiyyetine.” Ertesi gün Cuma idi, Cuma namazından önce Tûbâ ile ilgili bir âyet vardı ona bir bakayım dedim. Âyet Ra’d sûresi 29. âyet (13. sûre ve 13. cüzde). Âyet’e baktığım zaman âyetteki ifadesi “tûbâ lehüm” “ne mutlu onlara demek.” Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirini incelediğimde, “Selamün Aleyküm” yerine kullanıldığı yazıyordu, ve bu söz üzerine daha da araştırma ya başladım. Daha sonra hadislerde geçen ifadeler ve İslâm Ansiklopedisindeki bilgiler de ilginçti. Özellikle cennetliklerin elbiselerinin Tûbâ ağacının tomurcuklarından yapıldığı ve tuba-elbise ilişkisi ve diğer bilgiler de hayli ilginçti. Bu yüzden sizinle paylaşma ihtiyacı duydum. Çok fazla bir yoruma tabi tutmadan gönderiyorum." ------------------- 54 56 TUB A طوﺑ ﻲ T: Terzi B: Baba U: Ulûhiyyet A: Abdiyyet Tûbâ kelimesi Kur’ân’da yalnız bir yerde, “imân edip sâlih amelişleyenlere ne mutlu, (tûbâ lehüm), varacakları yer ne güzeldir!” meâlindeki âyette (er-Ra‘d 13/29) geçiyor. Bir önceki âyetle ilgili olmasından dolayı 28. âyeti de buraya aldım. Ra’d Sûresi-28. Ayet: “Onlar, imân etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet iyi bilin ki, kalbler Allah’ın zikriyle yatışır. Ra’d Sûresi-29.Ayet: “Onlar ki, imân etmişler ve salih ameller işlemişler dir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir.” Ra’d Sûresi Kur’ân-ı Kerîm’de 13. sûre ve 13. cüz’de yer alıyor. 28. ve 29. Âyetler elif ile başlıyor ve be harfi ile bitiyor. Yani اب-EB, Arapça’da Baba anlamına geliyor. Arapça olarak yazıldığında“ “ طوﺑ ﻲsonda yer alan (ي-ye) harfi Arap alfabesinde son sırada yer alır. “(29). harf (ye) harfi yakîn ehli olan ve bütün bu hakikatleri tasdik eden gerçek mânâ da ki; varisi nebi ümmet-i Muhammed-î lerdir. (( )يye) harfinin (4) ebced hesabından (3) ü (10+10+11=31) olur ki; tersi zâten (13) tür. Yani bunlar (13) hakikatine (hâmil) müşahede ile taşıyanlardır. (T.B: Bi İsmihi Selâm sh-17)” Not= Ayrıca, “T” nin önündeki “Vav” velâyet-i, “B” nin önündeki “Y” ise yukarıda da, belirtildiği üzere, bu hakikatlere “yakîn” lik hâlini ifade etmektedir. (T.B.) 55 57 “Bu âyetlerde kalpler, canlı kişiler ile açıklanmıştır. Allah’ın zikri ile imân ve sâlih amel ile temiz olan kalpler, bütün insân toplumlarının hatta bütün kâinatın kalbi sayılırlar, âlemlerin kalbi durumundalar. “Tuba, Habeş ve Hint lisanında Cennet’in adıdır.” Tûbâ, tib kökünden masdardır ki, misk gibi tayyip olmak, hoş olmak, göz aydınlığı demek. Âyette geçen “tûbâ lehüm” ifadesi “Selâmün Aleyküm” gibi bir dua cümlesidir. Ve bu maksatla kullanılır. Buna göre anlamı “hoş olasınız, hoş olunuz” demektir.(E.H.Y. Ra’d sûresi tefsiri)” “Resul-i Ekrem’in “ Ey Allah’ın elçisi, seni görüp te sana imân edene ne mutlu! diyen bir kişiye “Beni görüp te imân edene ne mutlu! fakat beni görmeden bana imân edene – tûba- kelimesini kullanarak üç defa ne mutlu dediği, adamın tûbâ’nın ne olduğunu sorması üzerine Rasûlüllah’ın “ O, cennette yüzyıl boyunca (altında) yürünebilecek büyüklükte bir ağaçtır, cennetliklerin elbiseleri o ağacın tomurcuklarından yapılır.” (T.D.V. İslâm AnsiklopedisiTûbâ Mad.) “Ahmed b. Hanbel’in rivâyet ettiği bir hadîse göre Hz. Peygamber’e tûbânın dünya ağaçlarından hangisine benzediği sorulmuş, o da hiçbirine benzemediğini ifade etmiştir.” ( Müsned, IV, 183-184 ) “Bir başka rivâyette de tûbâ’nın cennette bir ağacın adı olduğu, cennetteki bütün evlerin onun dallarından yapıldığı, dallarının evlerin üzerine sarktığı, cennettekilerin meyvelerini yemeyi arzuladıklarında ağacın kendilerine doğru eğildiği, onların da o ağaçtan diledikleri kadar yedikleri bildirilmiştir.” (Ebû Nuaym el-İsfahânî, III, 249). Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Maddesinde yazılanları da buraya aktarıyorum. “Tûbâ” “İslâm kaynaklarındaki rivâyetlerde tûbâ meyvesinden yenilen, çiçeğinden elbise yapılan, gölgesinde istirahat edilen, cennetliklerin pek çok ihtiyacının karşılandığı ağaç 56 58 şeklinde nitelenmektedir. Tûbânın kelime anlamından hareketle bu ağacın cennetlikleri rahat ettiren, onları hoşnut kılan, bünyesinde çeşitli nimetleri barındıran bir esenlik ve mutluluk ağacı olduğu söylenebilir. Bu durumda tûbâ ağacı cennetliklerin mutluluk ve huzur kaynağını meydana getiren bir sembole karşılık gelmektedir. Tûbâ müslüman milletlerin kültür, sanat ve edebiyatında kökü Hz. Peygamber’in makamı olan “vesîle” cennetinde, dalları en üstten alta doğru bütün cennet tabakalarına ulaşacak şekilde tasavvur edilen ağaçtır. Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin “Gunyetü’t-Tâlibîn"’ inde diğer tasavvufî eserlerde tekrarlanan şu ifadeler yer almaktadır:“Resûlullah efendimiz tûbâ ağacı için şöyle buyurmuştur: Cennette bulunan hemen herkesin bir ağacı vardır. Bu ağacın adına tûbâ denir. Ehl-i cennetten biri üstüne yeni bir elbise giymek istediği zaman o ağacın yanına gider; ağacın çiçekleri açılır; bunların içinden rengârenk elbiseler çıkar. Bu çiçekler altı renk olup her biri ayrıca yetmiş renge ayrılır. Bunlardan meydana gelen elbiseler ne renk ne de şekil olarak birbirine benzer. O kimse bunlardan hangisini isterse onu alır.” (6 renk nefs mertebelerindeki renkler, yedincisi nefsi safiye renksizliktir. Ayrıca her biri 70 renk olup. 6+7=13) Tasavvuf sözlüklerinde tûbâ, Hak ile üns makamını ifade eden bir kavram olarak tanımlanmış, bu tür metinlerde Allah’ın huzurunda mutluluk, sükûn ve huzur içinde bulunma halini anlatmak için de kullanılmıştır. Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kasîde ve gazellerde müstakil beyitler yanında mesnevilerde, cennet hakkında bilgiler içeren Muhammediyye, Envârü’l âşıkin ve Mârifetnâ me gibi tasavvufî ve edebî eserlerle hilyelerde, siyer, mevlid ve mi‘râciyyelerde bu hususta zengin anlatımlara rastlanmaktadır. Bu konudaki bilgileri derleyen ve kavramı halk kültürüne yerleştiren metinlerin en eskilerinden olan Muhammediyye’nin “Faslün fî makamâti’l- cenneti ve 57 59 derecâtihâ” bölümünde vesîle cenneti anlatılırken, tûbânın Resûlüllah’ın cennetteki evinden çıkan bir ağaç olduğu, ifade edilmektedir: “Vesîle cenneti anda olur kamudan a‘lâdır / Habîbullaha mahsustur o adn içre bu a‘lâ dâr(ev) Resûlün dârı içinde bir ağaç var, adı tûbâ / Biter anun budağında ne denlü var ise esmâr (meyveler)/ Mi‘râciyyelerde anlatıldığına göre tûbâ cennetteki ağaçların en büyüğüdür. Kökü arştadır. Dalları cennet halkının meyvelerini kolayca toplayabilmesi için cennetin üstünden zemine doğru sarkmış, ters duran bir ağaçtır. Yûnus Emre’nin şiirlerinde tûbâ ölmeden önce ölen ve nefsini düşman bilen âşıkların makamıdır: “Kevser havzına dalanlar, ölmezden öndin ölenler / Nefsini düşman bilenler, konar tûbâ dallarına.” “Tûbâ” halk şiirinde ve özellikle edebiyatında da yer alır. Kul Himmet’in; Alevî-Bektaşî “Tûbâ ağacından aldı dört yaprak / Pençe-i Abâ’ya taksim kılarak / Bir hırka ayırdı içinde erzak / Giyindi eğnine dolandı Ali” “kıtasında tûbâ ağacı-elbise ilişkisine atıf yapılmaktadır.” (T.D.V. İslam Ansiklopedisi- Tûbâ Mad.) Pençe-i Âli Âbâ: Aba ailesinin pençesi anlamına FarsçaArapça bir tamlama. Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Fâtıma'nın adlarının, el pençesi şeklinde yazılıp kazındığı levhalara denir. Ehli Beyti temsil eder. Pençe’nin diğer adı, kökü yukarıda dalları aşağıda, meyvesi en büyük olan ve cennette bulunan Tûbâ ağacıdır. Bu tarife göre “Tûbâ” Ağacı insandır. (http://www.hakkibaba.com/genel/ayin-i-cemdesemboller-Hakkı SAYGI (BABA) 58 60 “Tûbâ) kelimesinin ebcetteki sayı değerlerini incelediğimizde şunlar ortaya çıkıyor: ط-9 و-6 ب-2 ي-10 9+6+2+10= 27 (27 Peygamber’in hakikatini bünyesin de cem eden 28. Peygamber’in Hz. Muhammed (S.a.v.)’in kademi üzere olan Vâris-i Muhammedî.) 9+6+2+1=18 En büyük Ebced; - 535 =5+3+5=13 و- 465 =4+6+5=15 ب- 611 =6+1+1= 8 ي- 575 =5+7+5=17 ط 13+15+8+17= 53 “Tûbâ” ile ilgili araştırma yaptığımızda, “tûbâ’dan bahsedilen kaynaklar da dikkatimizi çekmektedir. Başta Kur’an-ı Kerim daha sonra Hadîs-i Şerifler ve İslâm Ansiklopedisi. Bu kaynaklarda gösteriyor ki Tûbâ aslında bir sır imiş. Tûbâ sembolü altında anlatılan vâris-i Muhammedî, 18 bin âlemi cem eden, Hz. Muhammed’in şifre sayısı 13’ den kaynağını alan, 53 şifre sayısı ile zuhurda olan Hz. Pir Terzi Baba kuddise sirruhu. “Tûbâ lehüm” ne mutlu onlara, evet ne mutlu bizlere ki, Tûbâ’mız var, Terzi Baba’mız var. 59 61 Not= Bu mevzu hakkında daha geniş bilgi, (Terzi Baba 2) de de vardır oradan da bakılabilir. T.B. ------------------Terzi Baba. (09/06/2014) Hayırlı akşamlar Nu…. kızım. Mail-ini aldım okudum gerçekten çok manidar ve aynı zamanda irfaniyyet ve edep yolu gösteren bir zuhurat cenâb-ı Hakk herkesin görüp idrak edemeyeceği değişik mertebeden bir zuhurat göstermiş, çok güzel. Allah (c.c.) hakikatini anlamaya yardım etsin. Daha nicelerini göstersin İnşeallah. (Merkez) dosyasının yazıları geldi sayfaları oldukça kabarık oldu ancak onları daha henüz düzenleyemedim ilk fırsatta düzenleyip diğerleri gibi dosya haline getireceğim İnşeallah. Cenâb-ı Hakk dünya ahret işlerinde kolaylıklar başarılar nasib etsin. Geldiğinizde Nu…. ile İnşeallah bekleriz. Sana Nu… ya selâmlar Nüket anneninde selâmları vardır hoşça kal Efendi Baban. ------------------Nu…. Ce…. (07/06/2014) Hayırlı günler Efendi Baba, Nasılsınız inşallah, siz ve Nüket Annem iyisinizdir. Uzun zaman oldu sizinle görüşemedim, bazen biraz çekiniyorum sizi rahatsiz etmekden, çünkü çok arıyanınız var biliyorum. Ama her gün hayatımın içindesiniz. Efendi Baba, bize vermiş olduğunuz Merkez Efendi ile sorulara cevap veremedim, ama bu soruların cevabını aklımca, kendimce cevaplamaya çalışmışdım ve bunun üzerinde annemlede burada biraz teffekkür ettik, son aylardaki sohbetlerinizde bu konuyu, yani Merkez Efendinin tezi, konu olarak işlendiğini, annemden duydum, ancak sohbetlere katılmadığımdan, eksiklerim olduğu icin, tam emin olamadım, ve çevap vermekden çekindim, ama 60 62 inşallah yazın geldiğimde sorularım bilgilerimi tamamlamaya çalışacağım. olacak ve eksik Efendi Baba Cumayı Cumartesine bağlayan gece, bir rüya gördüm, müsadenizle size anlatmak istiyorum. Rüyamda insanlar var etrafımda, bir evdeyim daha doğrusu bir daire, ve yüksek tavanları var, eski zaman tipi evler gibi. Bu evde ev sahibimiyim, yoksa misafir mi bilmiyorum, evin içinde çok büyuk bir zat bulunuyor, sarıklı beyaz kıyafetli, etrafında oturanlar var koltukda oturuyorlar ben ayakdayım, birden kapıdan odaya, başka bir misafir giriyor, buda önemli bir insan olduğunu anlıyorum. Oturan insanlar ayağa kalkıyor, geleni selâmlamak icin, o zat ta ayağa kalkıyor, o an gelen şahısın oturan o büyük zâtın elini öpmediğini göriyorum, ve benim aklım rüyamda ona takılıyor, diyorum ki burda bulunan zat okadar büyük ki, acaba gelen şahıs, diğerinin elini niye öpmiyor, ve şahısa bakınca birden. Gelen şahısın siz olduğunu ve evde bulunan büyük zâtın Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olduğunu göriyorum. O an içimden bir ses, bana cevap veriyor, ama cevap veren ben değilim: O niye elini öpmiyor biliyormusun? çünkü o Peygamber Efendimizin burda zuhura gelişidir diyor. İçimi güzel bir his kaplıyor, en önemlisi aklım bunu rüyamda büyük bir eminlikle idrak ediyor. Allah nasip ederse 15. Temmuz'da Türkiyeye geleceğiz ve 5 hafta kalıcağız. Müsadenizle ve tabiki size ve Nüket Anneme yük olmamak şartıyla sizi bir kaç gün ziyaret etmek istiorum. Bu dönem Ramazana giriyor. Size ve Nüket Anneme hürmet eder, ellerinizden öperim. Sizieri çok özledim ve hep özlüyorum. Sevgim ve Saygılarımla Nu….. 61 63 Not= Bu zuhurat hakkında daha geniş bilgi, (Terzi Baba 2) de de vardır oradan da bakılabilir. T.B. ------------------Terzi Baba. (16/06/2014) “Tûbâ” Hayırlı günler Yu… oğlum ma'nâ âleminin bağlantılarının nasıl bir uyum içinde olduğu ancak ince bir idrak ve anlayışa ihtiyaç olduğu, açık olarak görülmektedir gönderdiğin yazı iyi olmuş, onuda ilgili yere ilâve ederim. Sağ olasın ellerine gönlüne sağlık. Selâmlar hoşça kal Efendi baban. ------------------Yu…. Yü…... (15/06/2014) Babacığım Selâmün Aleyküm, hürmetle hem sizin hem de Annemizin ellerinden öperim. Geçen gün gönderdiğiniz, Al… 'dan bir kardeşimizin zuhuratı vardı. O zuhuratı okuduğum zaman, bana “Tûbâ” ile ilgili hazırladığımız o dosyada ki bir dörtlüğü hatırlattı: Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında kaside ve gazellerde müstakil beyitler yanında mesnevilerde, cennet hakkında bilgiler içerenMuhammediyye’nin “Faslün fî makamâti’lcenneti ve derecâtihâ” bölümünde vesîle cenneti anlatılırken, tûbânın Resûlullah’ın cennetteki evinden çıkan bir ağaç olduğu ifade edilmektedir: “Vesîle cenneti anda olur kamudan a‘lâdır/ Habîbullaha mahsustur o adn içre bu a‘lâ dâr(ev)/ Resûlün dârı içinde bir ağaç var adı tûbâ / Biter anun budağında ne denlü var ise esmâr” (meyveler)/ Buradaki dörtlükte belirtilen hususla ilgili bir zuhurat olduğu ve aynı zamanda “Tûbâ”daki hakikatin bir tasdiki olduğunu belirtmek isterim. Zâten zuhurat ta gerçekten çok 62 64 başka ve de apaçık bir zuhurat. Düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Bugün Babalar günü, bu vesileyle de Babalar Gününüz kutlu olsun Babacı ğım. Allah size lâyık evlât olabilmeyi bize nasip etsin. Annemize de Selâm ederim, Allah'a emanet olun. Not=Bahsedilen, zuhurat bir yukarıda ki, (07/06/2014) tarihli yazılı olan zuhurattı. T.B. ------------NOT= Ayrıca, Bu mevzuların olduğu günlerin hemen ertesi günün gecesi olan çarşamba gecesi devamlı yapılan mesnevi sohbetlerinden olan o geceki sohbetimizde gerçekten çok ilgi çekici idi. Sohbetimiz tabii seyrinde devam ederken mesnevi şerifin (A. Avni konuk şerhi cild 5 sayfa 267 ) ye gelmiştik mevzu manidardı. T.B. ------------Beyt (990) Halkın kavgaları güzellik içindir, bergsizliğin bergi (TûBâ) nişanıdır. (berg/yaprak) ------------A. Avni Konuk şerhi: (Halkın bütün kavgaları ve mücadeleleri bu mecâzi güzelliği elde etmek içindir; ve nerede müzeyyen ve muhteşem birini görürler ise, onun başına üşerler. Halbuki bu zîneti zahiresizlik zâdı, ve sermaye-i fakrı, saadet nişanıdır, ve insân-ı Kâmilin alâmetidir. Birinci “berg” zâd ve zinet zahire ve ikinci “berg” zâd ve zâhire ve “Tûbâ” saadet ma’nâsınadır. İnsân-ı Kâmilden kinayedir.) ------------Beyt’in (990) olmasıda manidardır. sayıdır izah gerektirmez. T.B. ------------------63 65 (99) bilinen bir Ai… Er….. (04/08/2014) “Düşünceler” Gönül âleminin efendisi, Necdet Ardıç Uşşaki, Babamı kendi dilinden, hem gönlünden, akan Kevser ırmağı ile, kabım kadar anlatabilmek adına, bir yola çıktım. Damla, deryayı nasıl anlatır, acizim. Medet Efendi Babam. (Gönülden Esintiler Divan 3) Kitabındaki ma’nâ’lara dayanarak yapılan bir çalışma’dır. Ya Rasulüllah. Yüzüm yok iken geldim kapına, Gönül rüzgarı savurdu katına, Binmiş idim ben sevgi atına, Boş çevirme ellerimi ya Rasulüllah. Sultanımız, Babamız bu dörtlükte, kendisinin gönül rüzgarı ile, Peygamberimizin yoluna baş koyduğunu, sevgi denen atla, kanatlanıp uçtuğunu, ifade etmiş. Öylesine alçak gönüllü ve yokluk makamında ki; yüzünün olmadığını da belirtiyor. Yüz, suret insanın kimliği sayılır. Birbirimizi yüzümüzden tanırız. Gözler; kalbimizin aynası, sesimiz ruhumuzun derinliklerindeki biz, koku alan ve Hu nefesiyle diriliş vasıtası burnumuz. Babam öylesine kimliksiz hâle büründürülmüş ki, nefsani kimlikten eser yok. Kimliksizliğinin derinlerindeki, İlâh-î Kimliği görüp ondan gerçek Kim-e , Ene’ye ulaştıracak olana tabii, Muhammed makamında eriyen, Sultan Babam. Gönül rüzgarında savrulan, danelere benzetmiş kendini. Rüzgar, edebiyatımızda zaman kelimesiyle tevriyeli olarak kullanılır. Esen yel ve zaman, geçip giden ömürleri ve geçiciliği de hatırlatıyor insana. En önemlisi aşılayıcı olması. Tohumları oradan oraya taşıyan rüzgarlar, yeni oluşumlara imkan hazırlar. Efendi Babam da evlâtlarının içindeki olumsuz tohumları islah edip onları, verimli hublar haline tebdil ettirir, öğretmenliği ve zıraat ehli, yetkin bir eğitimci olarak. Zararlı halleri, yok hükmüne dönüştürür, gerekli ilim suyunu verir, ne, nekadar gerekiyorsa zaman içinde yapar. Yine Kur’an’daki âyetlere göre rüzgâr aşılayıcılığı ile 64 66 Peygamberlere işaret ediyor. Gönüldeki haber getirici melekeler, Allah’ın lütfu ve keremi, ile yol gösterir. Kalp, gönle tebdil ettirildiyse orada Allah’tan başkası yoktur. Ma’mur hânelerde sevgili oturur. Kendini aradan çıkaranlar Yaradanlarına kavuşur. Savurmak kelâmı dizede, çok özel kullanılmış, kendi ihtiyarı olmadan, Allah’ın dilemesiyle, kaderlemesiyle rüzgarın elinde, Muhammed dilinde, sevgiyle ilmik ilmik örmüş kendi libasını. Terzi Baba, demiş ihvanı ona. İdris’i olmuş, hem kendinin, hem evlâtlarının. Kimlik arayışına düşen gönüllerin adresi, İdris (a.s.) Yıldız ilmi, harfleri, sayıları diz çökmüş önünde, teslim olmuşlar ondaki Selâm esmasına. Yüzüm yok ifadesinden, sûretsizim, esmâlarımın hükmünden Allah esmâsına ulaştım kesretten, vahdete yürüyenim, anlamını çıkarabildiğimiz gibi, “Senin yanında Ey Habibim, sana lâyık ümmet olamadığım özelliklerim var hâlâ, beni kusurlarımla kabul et,” deme büyüklüğünü götseriyor. Yüz kelimesi 99 esmâyı ve karşısında Zât’ı da çağrıştırıyor. Aşk elinde kavrulan ruhu, “Beni gören Hakk’ı gördü.” Remzinin sâhibiyle ma’nâ da birlikte, soylu bir at gibi, kemâlde olan nefsiyle uyum içinde, duygularının gemi elin de, Habibullah yolunda. Üzüldüklerinde ağlayabilen ender hayvanlardandır at. “At sahibine göre kişner” Tasavvuf ilminde Kâmil insanları temsil ettikleri de söylenir. Uysal hâle gelen yabani atlar nefsimize benzetilebilir. Eğitilerek boyun eğer hâle getirilen nefis, aklın elinde, ruha uygun davranır. Bu davranışlara ancak sevgiyle aşkla ulaşılır. Peygamber yolunda yürümek, onun ahlâkını uygulamakla gerçekleşir. “Allah, göklere İsteyerek ya da istemeyerek gelin” dediğinde, onlar “İsteyerek geldik” dediler. Semâ halkından olan Babamız da kaderi gereği sevgi atıyla Allah sevgilisine gidenlerdendir. Senin ismin ile çarpar kalbim, 65 67 Gözetmezsen nolur benim halim, İsmini anmadan durursa kalbim, Boş çevirme ellerimi ya Rasulüllah. Kalbimiz, kas yığını bir topaç et parçası. İçinde bulunan kanı evirir, çevirir, kirliyi temizletir. Dört odacıklı can hazinesi, çarpar durur. Dinleyen kulak halis değilse tık, tık atar, özü Hakk’a bağlı olanlar da Al-lah Al-lah sesini duyarız derinlerden. Aşık Necdet’in gönül olan kalbi de yalnızca Allah, der. İçine aldığında da içindekini âlemlere yaydığı nefesinde de yalnızca Allah kelâmı soluklanır. Peygamberimiz Efendimiz, Hakk’ın ne aynısı, ne gayrısı dır. Onu tanıyan gönüller Ahmed-i Mahmud-u Muhammed dediklerinde, bu üç makamın da kime ait olduğunun bilincindedirler. Zat, Sıfat, Esmâ makamlarındaki hazinelerin sahibi, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi ve sevilmekliğimi diledim.” Onu en çok sevenler, hakikatine erişenlerdir. Efendi Babam, Muhammed (s.a.v) Efendimizi gerçekleyen, Allah erlerinden birisidir. Bizi hep “Müheymin,” “Hâfız” adıyla koruduğuna, gözettiğine inanırız. Bu âlemde, bedenen yok gibi, görünen Peygamberimiz, ma’nâ erleri için hep diridir. O gitseydi bu âlemler hiç kalır mıydı.? Babam’ın gönlünden biz evlâtlarına aktardığı ilminde, O Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır, Ezeli ve Ebedidir. Ölümsüzlük suyunu içen Hızır’dır her yerde Hâzır ve Nâzırdır. Allah aşkıyla yanan Babamız, şiirinin her dizesinde bu özlemi, yanışı dile getirmiştir. Aradan bazı dizeleri alıp anlamlandırmaya gayret edeceğim, inşallah . Ben sana belki ezelden aşık, Sensin bütün cihanda tek maşuk. Tüm kâinat tek bir vücut gibi düşünülür tasavvuf öğretisinde. Tüm varlıklar Ahad âleminde Allah’ın ilmi olarak mevcuttur. Tek’in içinde, eşsiz benzersiz tekler. Hepsi kendine özel, eski deyişle nev-i şahsına münhasır. Tek’in seyrinden başka bir şey yoktur. Esmâlar sıfatlara, sıfatlar Zat’a aşık; Zat hepsine aşık . Öyle bir aşk ve hubbiyet ki, 66 68 nesi varsa vermiş, kendinden olanlara, özellikle ünsiyet kurduğu insan manasına. Adına Muhammed aynası demiş, seyreylemiş âlemleri onda. Her seyirde aşkı artmış, aşakaya dönmüş, etini, kanını, canını nesi varsa vermiş yoluna, Ahmed’inin. Dürrü yetim, Tek inci. İki kabuk arası sırlanmış cevher. Zâhir, bâtın kapları ve içi sır âlemi. Nur-u Muhammed, Necdet’te de görülmüş; özleri aynı Ahad’de, bu zıtlık âleminde farklı görünmüşler. Ete kemiğe bürünüp “Kimse” diye görünmüşler. Gafletle geçiyor Şam-u seher. Şam, aşıklar için Bağdat kadar önemli bir şehir. Şam, akşam demek, gönül erlerine ve dahi Babama. Akşam , fenâfillâh makamının zamanı. Kendinden geçişi, yok oluşun saf ruh kalışın şehri. Belki de bu yüzden, İsâ (a.s.) tekrar bedenlenip gelecek beklentisi hepimizde. Gaflet perdeleri açılsın ve âlemlere rahmet saçılsın. Şam’ın hüznü dursun artık. Selâhaddin-i Eyyubi, Şehitlik makamındaki peygamber evlâtları bu şehrin nurlu yüzleri. Ömrümüzün akşam vaktini gafletle geçirmeyelim ey insanlar diyor adeta ma’nâ sultanımız. Uyanık olalım ki, Beka âlemi menzilimiz olsun. “Şam-u seher” ikilisi zıtlıkları içererek tezat sanatını gösteriyor Babamın dilinde. Karşıt gibi görünen iki kavram; biri akşamı, diğeri sabahı ifade ediyor. Seherde uyanış, diriliş, oruç zamanının başlangıcı, sahur. teshir zamanı, Karnlıklardan aydınlığa, uruç etme hali, insanın ve Ebu Bekir’in sadıklığının zamanı, sabah. Şam, ölme, ölüp dirilme makamı aşıklara. Kölen olsam hep kapında kalsam, Lütfundan ma’nâ gülleri alsam. Köle, savaşlarda kazanılan, ve üstünde hak iddia edilen, ya da, pazarlardan satın alınan, kimselere verilen bir isim. Babam da nefis savaşında kendini Allah’a ve onun bu âlemdeki gölgesi, Hazret-i Muhammed’in ma’nâsı’na köle gibi görüyor. Peygamberimiz Kuran’ın ma’nâsı’nı anlatan 67 69 Allah elçisi, insanlar ve cinler için. İlk ve son oluş peygamberlik yolunda, gönüllü kölelik, Habeşi ve Zeyd gibi. İmân için İkân yolunda, savaşta bilerek ve isteyerek Efendimize kul, köle olmak, Hak yolcuları için bir şereftir. .Aşkın pazarında Pazar eyledim, Satarım bu canı alan bulunmaz. Yunus Emre. Güllerin efendisi Hazret-i Muhammed, gonca da gül de bülbül de hepsi o. Kimi tomurcuktur, birliği ifade eder, Vahdettir tek sapta Elif gibi, kimi açılmıştır her biri ayrı bir yapraktır, kesrettir. Vahdetin ve Kesretin temsilcisi gül. Kokusu, yağı ve dalında şakıyan bülbülleriyle. Babam, Muhammed’in hem on iki dilimli gülü hem her dâim şakıyan bülbülü. Görüp de Cemâlin veririm can, Sana salât-u selâmlar her an. Peygamberin Cemâlini, yüzünü görüp de canı sahibine vermemek mümkün değildir. Ma’nâ’larımız da bile görmek, gerçek görmekle eş bir hal. Şeytan onun mübarek sıfatına giremediği için ma’nâ’ları bu minval üzere anlamlandırıyorlar. CEM-ÂL Cem olanların soyu. Cim ve Mim3-40= 43=7 El MÜMİN. CEMÂL-3-1-40-1-30=75-12 Hâlik esmâsı-3 Rahîm esmâsı. Bâtında olan Cemâl Allah erlerine zâhir olur. Cemâl de eriyenler vuslata kavuşanlar, daim Peygambere salât ve selâmdadırlar. Necdet Babamız da öyle. Salât destek olmak bir anlamına göre. “Allah ve melekleri Peygambere salât eder, ey müminler siz de salât edin” (33/56) Allah, melekleri ve tüm kudreti ile Peygamberimizi desteklemektedir. İnananlar olarak bize düşen de, Ona yardım etmek ve dinimizi yaymaya çalışmaktır. İlim sâhibi kişiler, taliplerine öğretmek ve onları eğitmekle mükelleftirler. 68 70 Salât’ın bir anlamı, namaz olarak geçer Kutsal kitabımız Kur’an’da. Allah, peygamberine neden namaz kılsın ki. Kendi her şeyin sahibi. “Ol” dedim, “Oluverdi” Zat, sıfatlarının, esmâ ve fiillerinin aynasına namaz kılmamalı gibi görünüyor. Oysa “Lâ İlâhe İllâ Allah” lâfzını idrak edenler her şeyin kendinden, kendine olduğunun farkındadırlar. Kılan makam da aynı, kılınan da. Miraçta Peygamberimizin, kendini görmesi ve “Dur, Rabb’ın namazda” hâli. Babam evlâtlarına örnek olarak, eğiterek salâtını yerine getirmekte ve öğrencilerini selâm ehli olarak selâmete çıkarmaya çalışmaktadır, Selâm adının sahibi CAN Babam. Sensin âlemde varlığa sebep, Ey gönül darılma edeb edeb. Peygamber Hazretleri, varlık âleminin oluş sebebi olmasına rağmen pek çok kişi tarafından kabul edilmemek te ve ileri geri şeyler söylenmekte. Oysa onun hakikati Hakkın nurudur. Aklı, ruhu, nefsi eşsiz ve örneksiz. Âlemlere rahmet olarak halk edilen, varlık bizim idrakımız dışında kalabiliyor. Gönül gözü açık olanlarsa onu anmadan, yolunda yürümeden yapamıyorlar. Şems Hazretlerinin açıklamalarına göre Hazreti Muhammed’de erimedikten sonra Onda yeniden dirilmedikten sonra imân bile tam olmaz. Babamın dizelerine göre de edeb budur. Edeb haddi bilmektir, yaşayış şeklidir. Ölçülü olmak ve bize biçilen kadere râzı olarak yaşamaktır. Sevdiğinde yok olmadıkça aşığa yeniden doğmak yoktur. Hak aşığı Sultanımız onun aynası olan tek peygamberi de çok sevenlerden ve yoluna baş koyanlardandır. Babacığım Kitaplarınızı taradım, ve bazı bölümleri alıp açmaya çalışıyorum. Bunun altına yine aynı kitaptan çok güzel sözler ve şiirler var, İlâve ettim. Sizin sohbetleriniz den alacağım uygun bölümlerle sizi anlatmak istiyorum, ama edebi yanını da şiirlerde vermeme, izin var mı? Kimlik ile ilgili bir sohbet yapmıştınız, son gün, onu bu yazının altına ekleyebilir miyim. Ellerinizden saygıyla ve hürmetle öperim Nur âlem nur Annemin de ellerinden öperim. 69 71 Saygılarımla kızınız Ai…. -------------Not= Aşağıdaki sözler. Babamın muhtelif yazılarından alınmıştır, zaman içinde bunların açıklamalarını da yapmaya gayret edeceğim İnşeallah. O yüzden kısaca buraya da aldım. (A.E.) -------------Doğan şu ceseddir, ma’nâ bâkidir. --------Zâhid, ufkunu geniş tutandır. --------Allah, dediler ismime anlamadı kimse beni, İnsan dediler cismime sallamadı kimse beni. --------Ben zannınıza göreyim. --------(Atayım dedim yazısından) --------Âlemde Bâki olan Zat-ı Hak’dır. --------(Çözdüm sırrını) --------Ölüm, varlığı sahneden çekendir. --------Bâki olan Hak, geçip giden halktır. --------(Ölüm ne güzelsin) --------Kendini görmek için yüzünü Rabb-ına döndür. --------(Geldim) --------Pak eyle gönlünü bir dem, olmayasın nefsine yem. --------Zâhirle olma kayıtlı, bu günlerin hepsi sayılı. --------70 72 Özden alınca haberi kalmaz gönlünün kederi. --------Nefsinle cenk eyleyiver, arzularını yere ser. --------(Meydana gel) --------Sâlik kendini devreder. --------(Nusret Babamın Kabri Başında) --------Gafletle bakanlara Kâ’be, örtülü bir taş görünür. --------Necdet gafil olanlara bigâne beşer görünür. --------(Görünür) --------Arası şiiri, olduğu gibi alınıp açıklanacak. --------Yeri gelmiş, açıklanacak. --------Nur olan insanda Hakk’ın zât-ı vardır. --------(Kâ’be) --------Tavaf, Zât’a gelen yoldur. --------Nedir dediler, açıkla. --------Beşeriyetten kurtulanlar, Hakkı varlıklarında bulanlardır. --------(Bayram ettiler.) --------Kemâlât-ı İnsan Âdem’le başlar. --------Kâ’be, dünyanın göz bebeğidir. --------(Gir içeri) --------71 73 Kendini kendi içinde ara. --------(Kendin) --------Hakk’a giden yol zikrullahtan geçer. --------(Kadrini, kıymetini bil.) --------Dünya, bilenlere güzel mekândır. --------(Orada da sen varsın burada da sen) --------Hakkın kokusunu duyanın korkusu kalmaz. --------(Duymadılar Bile) --------Mevlânâ, Mevlâ’ya bir nişandır. --------(Konya yolunda) --------Aşıklık varsa gerçekten serde, onların ölmesi mümkün değildir. --------Aşıklarla aşkın kemâle erer. --------Başını bugün vermedikçe aşka, bulamazsın yol yoktur ondan başka. --------(Âşıklar) --------Nedir dedim açıkla. --------Varlık, yokluktur. --------Kulluk, Rabba yönelmekrir. --------Basar, zâhir, basiret, bâtın görmektir. --------72 74 Hakikat, kendini tanımaktır. --------(Ne yazık.) --------Cemâl, Canân ile olmaktır. --------(Nedir bu?) --------Seyr şiirini açıkla babamın seyri için. --------Dünyaya geliş sebebi insan olmakmış meğer. --------İlim öğrenmekten gaye , ulaşmak içinmiş yare. --------Bu dünyanın gerçek tadı ölmeden önce ölmekmiş. (Meğer) --------Kimi ağızdan ağlar kimi gözden bakar. --------(Kâbe’de seyr) --------Hasan ile Hüseyin ocağı, müminlere şefkat kucağıdır. --------(Ehl-i Beyti Sev.) --------Şu dünyaya ölü gözünden bakma. --------Âriflerin nefsi, hevâsı olmaz. --------Ârifler coşmadıkça sükûtu olmaz. --------Ârifler bahrinin sâhili olmaz. --------Âriflerin yerde izleri olmaz. --------Ârifler cümlede dost yüzü görürler. --------Âriflerin dünyada atası olmaz. 73 75 --------Âriflerin gayrı ile sözü olmaz. --------Ârifler yolunun kapısı olmaz. --------Ârifler gömleğinin yakası olmaz. --------Olmaz şiirinde babamı anlat. --------Kur’ân’dan al haberi, at gönlünden kederi. --------(Regaib Gecesi) --------Varış kendinden kendinedir. --------Berat gecesi, gecelerin incisidir. --------İsâ gibi dünyayı terk et. --------(Mi’rac gecesi.) --------Kur’ân’sız geçen günlere yan. --------(Kadrini kıymetini bil.) --------Can içinde candır Allah. --------Varlığında olanı bil. ------------------Terzi Baba. (24/09/2014) Hayırlı günler Sâ…. kızım. Arayış ve yaşantılarını güzel aktarmışsın, zahmetler olmuş, eline diline gönlüne sağlık, Cenâb-ı Hakk hayatını en iyi şekilde kullananlardan eylesin, karşına çıkabilecek her türlü zorlukları, kolaylaştırsın İnşeallah. yazılarını dosyasına aktaracağım, bana gelen bütün yazıların hepsi dosyalarında muhafaza edilir. Sende, bununla beraber, ve 74 76 bundan sonra, senden ve benden gelen bütün yazıları bir dosya içinde topla bu şekil de zamanla, elinde bir arşiv oluşur, daha ilerki zamanlarda bunlara baktığında, senin için değerli evraklar olurlar, ve hayatın seyrinide ve gelişmelerinide böylece takib etmiş olursun. Cenâb-ı Hakk dünya ahret bütün işlerinde kolaylıklar nasib etsin İnşeallah. Selâmlar Nüket Annenin de selâmları vardır hoşça kal Efendi Baban. ------------------Hi… Öz… Sâ… Öz… (22/09/2014) “Ulaşmak hikâyesi” Gönlümüzün Sultanı, Efendi Babacığım, Ekte size nasıl ulaştığıma dâir, benim için anlamı ve değeri çok büyük olan, yaşanmışlıklarımın, gönülden kağıda dökülmüş acizâne hikâyesi vardır. Sizin ve Nüket annemin saygıyla ellerinden öpüyorum. -------------Öncelikle, sizin ve Nüket Annemin mübarek ellerinden hasretle öperim. Ramazan Bayramı sonrasında sizlere yapmış olduğumuz ziyaret esnasında, anlatmış bulunduğum, talebeniz olmam yolunda başımdan geçen harikulâde olayları mail yolu ile yazmamı istediğinizden dolayı, elimin yazdığı, dilimin döndüğü kadarı ile aktarmaya çalışacağım. Uzun zamanlardır, ilgi alanımda olan tasavvufa merakım neticesinde, zaman zaman, medya tarafından tanınmış simâların sohbetlerine iştirak ederdim. Etrafımda bulunan yakınlarıma yüreğimin yettiği, dilimin döndüğünce aktarımlar yapardım. Fakat bu bilgilerin, bir sistem dahilinde yapılması gerektiğini, o sistemin ise hayatımıza geçebilmesi için bir Mürşid'e bağlanılması gerektiğini bilerek, bir kapıya bağlanmayı çok diledim. 75 77 Bir gün Pendik'te yine böyle bir tasavvuf sohbeti esnasında, konuşmacı muhterem'e bir soru yöneltmiştim. Sorum şöyle idi: -Bir mürşide bağlanmamız gerektiğini söylüyorsunuz, lâkin nereden bileceğiz ve nasıl tanıyacağız? İdi. Bunun üzerine sayın konuşmacı, bana: -Siz de haklısınız, sakalından mı tutacağız, neresinden tanıyacağız. Diye bir cevap vererek, şunu eklemişti: -“Allah'ın Veli sıfatı var, siz de ona dayanın İnşeallah" dedi, ve akabinde de "Mâdem siz, bunu talep ediyorsunuz, o halde o “Şems” sizi illâ bulur” dedi. Aradan birkaç gün geçti. Ben gün geçtikçe daha fazla arıyor, bir an önce bulayım istiyorum. O gün, iş yerimizin bilgisayar danışmanı Hüseyin Bey, bir sorunumuz üzerine iş yerimize gelmişti. Bana bir soru yöneltti, sorusu üzerine verdiğim cevap: -“Aklı Kül'ün işidir, cüz aklımızla karışmak, ya da yorum yapmak bize düşmez” demiştim. Bunun üzerine Hüseyin Bey duraksadı ve: -“Siz Terzi Baba okuyorsunuz herhalde” dedi. Ben de kendisine: -“Terzi Baba kimdir”? Sorusunu yönelttim, fakat o cevap vermemekte ısrar etti. Aradan birkaç gün geçmişti ki, çok sevdiğim kardeşim, adı Öz…., akşam vakti evde sohbet ederken: bir -“Abla, Dersaadet diye bir yer varmış, orada Necdet Ardıç adında biri sohbet veriyormuş, sohbetleri çok kalabalıkmış, sen bir bak anlarsın, dedi”. O akşam hemen bilgisayar başına oturdum, ve arama motoruna Necdet Ardıç yazdım, karşıma çıkan bu linki http://necdetardic.info/5.html tıkladım. Aradığım kişi sizdiniz, isminiz bir kaç gün evvel Hüseyin bey tarafından 76 78 zikredilmişti. Bu siteye bir mail attım. Mail'i cevaplayan kişi Cüneyt Bey, bana sizin derviş kabul edemediğinizi, artık kitap yazdığınızı, bir hayli fazla öğrenciniz olduğunu bildirdi. Ben bunun üzerine çok üzüldüm, ağladım. O gece yattığım da, rüyamda sizi gördüm ve bana şunları söylüyordunuz: -Kızım ben seni dergâhıma kabul ettim. Ben buna inanamıyorum ve şunları tekrarlıyordum: -Siteye mail attığımda almadığınızı söylediler. Siz tekrar bana: -Seni kabul ettim kızım dediniz. O gün sabah kalktığımda müthiş bir sevinç içinde, dostlarıma (Şems) yani sizin geldiğinizi, kabul ettiğinizi, bunun gerçekleşeceğini söyledim. -------------Daha sonra sizinde bildiğiniz gibi zâhiri müracaatımız sonun da bizleri evlâtlığa kabul ettiniz. Böylece gayemiz hasıl olmuştu, şimde huzurla derslerimize devam ederek, hayat ve gönül yolumuzda seyrimize devam ediyoruz. Hakikatini bize de açtığı için, Rabb-imize sonsuz şükrederiz. ------------------Terzi Baba. (05/10/2014) Hayırlı günler hayırlı bayramlar As… kızım şiirin güzel olmuş ellerine diline sağlık. (Terzi baba 2 ) de "ardıç" diye bir bölüm var çıkınca orasınıda okursun. Kitap bitti sayılır kışa basılır İnşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban. ------------------As… Be… (03/10/2014) “Ardıç Ağacının Yapraklarında” O kadar söz var ki söyleyecek, O kadar resim var ki çizilecek, VE o kadar müzik var ki bestelenecek, Can Babam Efendime. 77 79 Her duyduğum söz de aklımda, Her gördüğüm resimde gözümde, Her duyduğum müzikde kulağımda, Canım Babam Efendim. Bir gülüşte, bir vurguda, Bâzen bir çiçekde bâzen bir kuş da, Bir gülün kırmızısında, Bâzen ardıç ağacının yapraklarında dallarında, Her ânım da Canım Babam Necdet Ardıç. Kızınız As…. (03/10/2014) Arefe günü. ------------------Terzi Baba. (08/10/2014) Hayırlı geceler Mu… oğlum. Hamdolsun bayramı güzel geçirdik sayılır sizlerinde ailece güzel geşmiştir İnşeallah. Geçmiş, geçmemiş, gelecek olan bütün zâhir ve bâtın bayramlarınız, mübarek olsun İnşeallah. Gönderdiğin dosyanı indirdim okudum oldukça güzel olmuş ellerine diline gönlüne sağlık, Epey bağlantılar bulmuşsun. Uygun bir yere ilâve ederim. Cenâb-ı Hakk daha nice açılımlar nasib eder İnşeallah. Pazar günü bekliyoruz. Sana kızlarımıza selâmlar Nüket Annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi Babanız. ------------------Mu… Ca…. (06/19/2014) Nüket Anneciğim, Efendi Babacığım Bayramınız Mübarek olsun. Se….. ve Es…. Şu… kızlarınızda bayramınızı tebrik ediyorlar. Selâmları vardır. 78 80 Nasip olursa (12) pazar günü görüşmek üzere İnşeAllah. Ekli dosya da bir yazı mevcut. İzmir ziyareti ve Bayram yoğunluğunuzdan göndermeyi biraz erteledik. Yoğunluğunuz hafiflemiştir. İnşeAllah Nüket Annemiz ve Necdet Babamızın Hürmet ve muhabbetle ellerinden öperiz. -------------BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM Mu…. Ca…. (25) KÖLE VE KARA İNCİR Hayırlı günler Mu…. ğım. Yeni gelen kardeşlerin listesini güzel yapmışsın ellerine sağlık. İçlerinden (25) İl.. Ko… dersi yoksa ona birinci dersi ver, varsa ikinci dersi de ver. Diğerlerinin hepsine, ikinci derse başlamalarını söyle, onu da derslerine ilâve etsinler. Böylece, onların durumları meydana çıkmış oldu, yani devam edecekler gibi gözüküyorlar. Bahsettiğin o yeni gelen iki kişinin, dersi yoksa onlara da birinci dersi ver. Daha sonra bu iki kişi ve (25) numara hariç. Ancak (25) numarada diğerleri gibi birinci dersini yapıyor ise, o da dahil hepsine ikinci dersi ver, ve her iki ayda bir derslerini (6) tıncı derse, gelinceye kadar ver, orada duralım ondan sonraki seyirlerini zuhurat görmelerine bağlayalım. Başka soracağın bir şey olursa sorarsın Dünya ahret, işlerin kolay gelsin. Selâmlar hoşça kal Efendi Baban. -------------Bu yazımız, yukarda Necdet Babam’la istişare ettiğim yol hakkında ki gelen cevap maili ile başlıyor. Yazımız derken ma’nâ olarak içinde, “Kaderimiz, Kazamız, A’yân-i Sâbitemiz” olduğunu fark ettim. Bu arada Cenâb-ı Hakk’tan tasdik mahiyetinde haber geldi. İşyerimin 79 81 telefonunu, Darlık (86…) numaralı telefon arıyordu. Televizyon da bir haber gördük. İki güvenlikçi arkadaş vefat etti diyordu. Haberim yok dedikten sonra, bizim güvenliği aradım. Paşaköy de iki yeni arkadaş tesis içinde devriye gezerken, kenarda bulunan su dolu kanala uçup hayatlarını kaybetmişler. Güvenlikten, İm… ve Şu… müdahale etmişler kurtaramamışlar. Saat 16:00 da oradan geçerken, Sü… man’ın da orada olduğunu görmüştüm. İşte Kader, Kazâ ve A’yân-ı Sâbite hakikatlerinden gelen bir haberdi. Hâlin gereği araya giren olayı aktardıktan sonra vardır bir Hikmeti diyerek konumuza dönelim. Efendi Babama gönderdiğim listede, (25) numaralı kişinin dersli olduğunu, ders verildiği tarih ve nerelerden işaretleri olduğunu, bildirdiğim halde özellikle, bu (25) numaraya, dikkatimi çekmesini, araştırmaya başladım. (25) numaralı sûre Furkan idi. Bu Mürşid’ten geldiğine göre Cem’den sonraki farka davet olabilirdi. (25) numara Silsile sıralamasında Peygamber boş bırakılmıştı. Bunun nedeni Hakikat-i Muhammed’inin oluşuydu. (25) Numaralı Esmâ Allah, Rahmân, Rahîm El Basîr (Her şeyi hakkıyla gören)… (25) Bir günllük 5 vakit namazın, 15 Rek’at-ı Eûzü Besmele ile 25 Rek’at-ı namaz ise Besmele-i Şerif ile başlamaktadır. (25) Numaralı Terzi Baba kitabı; köle ve İncir dosyası dır… Bir müddet sonra, yaşadığım olaylarla ilk sırada, yazdıklarım olmakla beraber, ağırlığın Köle ve İncir dosyasından kaynaklandığını anladım. Ve bu dosyayı tekrar okudum. Okumak ile de, ne kadar faydalı bir iş yaptığımı anladım. Orada birçok kardeşimiz ve Efendi Baba’mın yorumları var. Hepsinden Allah razı olsun. Efendi Babam 80 82 ben olsaydım, şöyle yapardım, böyle yapardım diyor. Birde fark ettim ki, ben de şöyle olup, böyle olup, bu olayı yaşamaktayım. Tabi daha evveliyatında bunun ilim ve müşahade yönlerinin de olduğunu fark ettim. Hikayeyi buraya almakta, faydalı olduğumu düşünüyorum. Aksi takdirde ne denildiği anlaşılmayabilir, ve söylenenler hava da kalıp, hedefini bulmaz. -------------Necdet Ardıç: (13/09/2009) Pazar. H…. K… Hayırlı akşamlar. Akıllı kızım, hamd olsun hepimiz iyiyiz, ismini duymuşsundur, Abdullah bin dinar, isminde bir zat varmış. Bir gün nefsi kendisinden (incir-yemiş'i) istemiş, bu isteğini yedi sene ertelemiş bu süre içinde, nefsine bu yemişten hiç vermemiş, nihayet bu süreden sonra bir gün pazarda dolaşır-ken incircinin önünden geçtiğini fark etmiş. İşte tam o esnâda nefsi kendisine konuşmağa bağlamış! Abdullah, bak yedi yıldır bana bir incir yedirmedin, bende kabul ettim, bak işte senin dediğin oldu, ne olur bir tane incir alda, artık yiyeyim demiş, bunun üzerine, başından savmak için param yok ki; nasıl alayım, diye cevap vermiş bunun üzerine nefsi ayakkabılarını sat, onun parası ile alırsın demiş. Bunun üzerine Abdullah peki deyip incir tezgâhının başında duran satıcıya bir incir karşılığında nalınlarını vermeyi teklif eder, bunun üzerine benimle dalga mı geçiyorsun? diyerek nalınları uzak bir yere fırlatıp atmış. Bunun üzerine Abdullah, yedi seneden sonra tekrar nefsinin oyununa geldiğinden üzülerek oradan ayrılmış. Ancak az yanda olan ve bu hadiseyi takip eden satıcının arkadaşı hemen incir satıcısına gelip yaptığının çok yanlış olduğunu, ve o kişinin zamanın çok değerli bir insan-ı olduğunu, ve eğer benden bir incir isteseydi ona bütün tezgahı verirdim der. Bunun üzerine aklı başına gelen incir satıcısı, hemen yanındaki hizmetçisine demin gelen adamı 81 83 hemen bul şu bir sepet inciri karşılık istemeden ona ver almasını sağla, seni kölelikten âzâd edeceğim der. Bunun üzerine görevli, hemen pazarda Abdullah-ı armaya koşar nihayet bir yerde üzgün halde bulur. Ve şöyle der; efendim, özür dileyerek, bu incirleri kabul etmenizi rica ediyor, diyerek incir sepetini kendisine uzatır. Bunun üzerine Abdullah o, o zamandı artık incire talebim ve ihtiyacım yok, diyerek kabul etmez. Bunun üzerine de köle; efendim ne olur benim hatırım için alın, çünkü bu sepeti alırsanız ben kölelikten kurtulup hür olacağım demiş. Yine bunun üzerine! bu sefer Abdullah! eğer alırsam o zaman yine ben nefsimin kölesi olacağım diyerek, incirleri kabul etmemiş.. Diye bir kitapta okumuştum, gerçekten bu hadise olmuş mudur? yoksa kurgumudur? bilmiyorum ama ibretlerle dolu bir hikâyedir. Şimdi gelelim günümüze, (akıllı kızım sen olsaydın) o kişinin azadlığı karşısında incirleri alırmıydın, yoksa sende almaz mıydın,? ve hangi gerekçelerle. Tabii işimiz Abdullah bin dinarı eleştirmek değil. O kendi doğrusunu yapmış, Cenâb-ı Hakk hepsinden razı olsun. -------------İşte bu soru sorulalı, tam 5 yıl geçmiş ve 6. Yılın içine girilmiş. Bu konu hakkında Terzi Baba (25) numaralı Köle ve İncir dosyasından detaylı bilgiye ulaşmak mümkündür. Burada önemli olan nokta, ilk tefekkür konusu olması ve naleynlerin çıkarılması, ile Mûsâ (a.s.) Mûseviyet mertebesininin (Tûvâ) vâdisine, yani temiz olan vâdiye gelinmesi ve İncir görülmesi veya yenilmesi ile (Benzeri her taze meyva olabilir) Mûseviyyet mertebesinden, İseviyet Fenâfillâh mertebesine geçilmesi ana noktayı oluşturmaktadır. Tevhid-i Esmâ mertebesinin hali âyetinde bu geçişin Celâl tecellisinden sonra ikram ile olacağı belirtilmiştir. Kûr’ân-ı Keriym; Rahmân Âyetlerinde bu hâle işaret vardır. 82 84 Sûresi; (55/26-27) “Küllü men aleyhe fe’nin ve yebka vechü Rabbike zülcelâli vel ikram” Meâlen: “Varlık âleminde bulunan her KİM’lik fânidir, ancak yüce ve ikram sahibi Rabb’ının VECHİ, varlığı bakidir.” -------------Son tefekkür konusu olan Merkez dosyasında ise Fenâfillâh mertebesinde olan grubun Bekâbillâh mertebesine geçileceğine işaret edilmiştir. Peki tefekkür konuları niye Fenâfillaha giriş ile başlamış ve Bekabillah’a geçiş ile bitmiştir. Fakir şöyle tefekkür etti bu konuyu; Nusret Babam (r.a.) ın sûresi “Tur” sûresi, yani Tevhid-i Esmâ mertebesini ifade etmektedir. Necdet Babama bir gün Nusret Babam (r.a.) in “Râh-ı Aşk” kitabının sohbetini yapabilir miyiz? diye sorduğumda. Olur tarikat mertebesindendir demişti. Bu konu da kendisinden de bir tasdik geldiğini düşünüyorum. Necdet Babama ait Necm sûresi de Mi’rac Hakikatlerini, yani Hakikat mertebesini anlatmaktadır. Buradan Arifibillâh, Kâmil İnsan mertebesinde olmadıkları sonucu çıkarılmasın. Her iki mümtaz şahsiyet yetiştirdikleri talebelerinin fevkindedir. Nusret Babam (r.a.) “Tur” - Tarikat mertebesine Hazmi Babam (r.a.) vekil olarak görev yapmıştır. Mi’rac-Hakikat mertebesinin asâletine sâhiptir. Necdet Babam, Necm-Mi’rac-Hakikat mertebesinin vekilidir. Hilâfet-Vekâlet verdiği marifet mertebesininde, asâleti vardır. Tasavvuf mesleğinin ve yolun belli bir menzile ulaştırılması vardır. Yolda görevli her pirimiz, kendilerine verilen görevleri en iyi şekilde yapmış ve yapacaklardır. Cenâb-ı Hakk’ın hepsinden râzı ve hoşnut olması 83 85 niyazımızdır. İnşeAllah… Hz. Mevlânâ “Bu dünyaya gelişimiz bir kaç mahbusu kurtarmak içinmiş” diyor. Nusret Babam (r.a.) Efendi Babama, “Oğlum bu dünyaya geliş gayem senin içinmiş” derken. Fenâfillâh’tan sonra Bekâbillâh ve Seyr-i Anillâh Hakk’tan halka’a dönüş hakikatlerini anlatmaktadır. Nusret Babam (r.a.) ten, Necdet Babama “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim” hakikatleri aktarılarak Necdet zâhir, Nusret bâtında kalarak Necattan bizlere zât-i yardım gelmektedir. Bu genelde değil, özele olan hususi bir durumdur. Taliplilerini ilgilendirir. Tefekkür dosyalarının sayısal değerleri de vermektedir. (25+27+34+62+76+67= 313) bunu (313) 13 bağlı olduğu gibi aynı zaman da 313 Rasûl ve Nebidir. Ashab-ı Bedir de 313 kişiydi. Cenâb-ı Hakk gönüllerine “sekene” hâli indirmiş ve mutmain olmuşlardı. Ve her bir ashab bir Resül ve Nebiyi temsil ediyordu. Sekene; “Sâkin olma” hâli Fenâfillâh mertebesinin hâlidir. Tefekkür dosyalarımızın sayısal toplamı da bunu vermektedir. İş bu tefekkür dosyalarına ulaşan, ve okuma zahmetinde bulunan, kardeşlerimiz mutmain olacak, ve gönüllerine necâtiyyet sekinesi ineceği açıktır. Cenâb-ı Hakk bu hakikatleri gönüllerden gönüllere aktarılmasını nasip etmesi niyazımızdır. İnşeAllah… (25) nolu Tefekkür dosyası 18 Eylül 2009 tarihinde tamamlanmış. Muhtemelen de fakire ilgilendiği siteye konması için gönderilmiştir. (25) nolu dosyada yazılanlar, genelde, ilim yani İlm’el Yakin mertebesindendir. Daha üst mertebede olanlar müşahade - Ayn’el Yakin ve yaşantı - Hakk’el Yakin mertebesinden olanları aktarmadıkları anlaşılıyor. Fakir de, o tarihlerde eski yolu, yani Tarikat mertebesini bırakıp, Efendi Babam ile, Hakikat mertebesinden devam etme kararı alma aşamasındaydım. Bu dosya tamamlandıktan sonra bir zuhurat görmüş ve akabinde Efendi 84 86 Babama intisap etmiştim. Bu zuhurat şöyleydi. (13-03-2010) Tekirdağ’a Efendi Babamı gelmişim, (İnşeallah hakikati de nasip olur). Hanım anne (Nüket Anne) kapıyı açıp buyur ediyor. Ferahça evin solonuymuş cadde tarafına bakıyor. Hanım anne evin daha loş bir bölümüne geçiyor. Size telefonla ulaşıyorum, gelmek üzereyim diyorsunuz, ve biraz sonra içeri giriyorsunuz. Biraz sohbetten sonra, kendimi Tekirdağ sokaklarında buluyorum. Hastane bakıyorum. Hastaneler sigortalılara bakmıyormuş. Birinden merdivenler den yukarı çıkarken ayağımdaki önü açık beyaz terlikler, ayağımdan çıkıyor, giymek istediğimde giyemiyorum. Karşıma kapalı bir kadın çıkıyor. Gece namazı kıl bak ben kıldım, bu hâle geldim diyor. Ona yaptığım şeyler olduğunu, ulu orta söylemenin yersiz olduğunu belirtirken, abdestsiz gezmediğimi, söylüyorum. O gene, gece namazı kıl diyor. Yine Tekirdağ sokaklarındayım, sulu kar yağıyor. Tekrar fakirhanenizin solonun da kendimi buluyorum. İki tane ihvanızdan gençten kardeş masaya geçiyoruz. Birini Cerrâhi Emre adındaki kardeşimize benzetiyorum. Yerde iki çocuk oynuyor. Biri acaba Emre'nin midir? diyorum (Çocuğu yok). Siz ayağa kalkıyorsunuz saçınız sakalınınız kısalmış, üstünüzde beyaz entari, başınızda da gökkuşağı gibi bir takke (takke yaklaşık 8 veya 12 eşit parçaya bölünmüş, ve ortasın da bir merkezi var) tekrar masaya geliyorsunuz. Siz gençlerle ilgilenirken, camdan dışarıya baktığımda her taraf bembeyaz kar olmuş. Ne oldu bir şey mi var diyorsunuz. Eve nasıl döneceğim zincirimde yoktu derken zuhurat sonlanıyor. -------------Zuhuratta görülen terliklerin çıkması “Köle ve İncir” dosyasında ki, nalınların çıkması hadisesidir. Kar yağması Celâl tecellisi ve ondan sonra gelen vahdet (birlik) hâlidir. Tevhid-i Esmâ mertebesinde geçen “Zül Celâli vel İkram”a işaret vardır. Zincir ise başta ki (Ze) sayısal değeri ise 7 dir. 7 seneye işarettir. Geriye kalan ise incirdir. Görülen 85 87 zuhurat Âlem-i Misâlden ilm bir yansıma olduğudur. Yani (25) “Köle ve İncir” dosyasının İlm’el Yakîn halidir diyebiliriz. Efendi Babam dan başta gelen mailde (25) 3 kere tekrar edilmiştir. (25) “Köle ve İncir” dosyasında ki İlm’el Yakîn, Ayn’el Yakîn, Hakk’el Yakîn hâlinin ve bunları kapsayan 4. Mertebe yani tecellisinin oluşacağına işaret edilmiştir. İlk iki hâl daha önceden oluştuğuna göre Hakk’el yakân yani yaşantı ve tecelli halleri olacağı aşikardır. Mail inde birde parantez içinde (6) sayısı geçmektedir. Hepsini toplarsak; 25+25+25+6= 81 tersi 18 ile toplarsak; 81+18= 99 Esma’ül Hüsnayı vermektedir. İşyerinde Ek…. izinden işe döndüğünde beyaz bir terlik ile gelip gidiyordu. Zuhuratta Ayn’el yakîn mertebesinden ayağımdan çıkan beyaz terlik, sıfat mertebesinden zâhirde ikram olunmuştu. (Daha sonra fakir de beyaza yakın bir ayakkabı aldı) Beyaz uluhiyet sıfat mertebesini ifade etmektedir. Bu maille birlikte Efendi Babam Ku… dosyası göndermiş. Bâzı kardeşlerde, Cemâlde Celâli bularak yoldan ayrılmışlar dı. Zül Celâli vel İkrâm’ın tersi yani Esmâ tecellisi demektir. Efendi Babam bu kişileri bu halin ilerde olması gereken bir durum olduğu konusunda uyarmasına rağmen tercihlerini ayrılmak yönünde kullandılar. Canları sağ olsun, yolları açık olsun. Rasûli Ahlâk anlaşılmış olsa bu haller kişinin başına gelmez diye düşünüyorum. Ebu Cehil, Ebu Leheb Hakikat-i Muhammedinin Celâli yönlerinin yansıması idi. Rasûlüllah efendimiz ben bir aynayım, her kes halini seyreder dedi… Benzer bir olayda fakirin başına geldi. Ab… bin Fe… olan kardeşimiz, yaklaşık, On yıl önce babasının vefatı ile miras sahibi olmuş ve halin gereği Ab… bin Dinar gibi hareket ediyordu. Burada yanlış anlaşılmasın kimseyi eleştirmek gibi bir derdimiz yok. Kendisi de yapmış olduğu fiilerin yanlış olduğunu anlayıp, hâline değiştirme kararı aldı. Cenab-ı Hakk yardımcısı olsun. Kendisi ile yaptığımız konuşmada, Celâl’i bir hal aldı. Daha sonra evine sohbette 86 88 gittiğimizde ise ikram olarak ceviz ve “Kara İncir” getirdi. Tabi o zaman hâlin gereği onunla ilgili konuyla ilgilendiğimiz den bunları anlaşılması zamana yayıldı. Bu hâdise de, Hakk’al Yakîn olarak Tevhid-i Esmâ yaşantısından Tevhid-i Sıfat yaşantısına geçiş olduğu gözükmektedir. Sohbetten sonra cemaat ile kılınan akşam namazı İseviyet Fenâfillâh mertebesi namazıdır. Buda bir tasdik ve müşahadedir. Olaydan sonra Efendi Babam hiçte öyle birine benzemiyordu dedi. İncirin içinde bulunan tanelerin bitişik olması sebebi ile bu dünyada Esmâ-i İlâhiyyenin ve ona bağlı zuhurların ayırt edilmesindeki zorluğu belirtiyordu. Köle = Kul = Abd ve İncir= Tin dir. Ayn= 70, Be=2, Dal= 4, toplamı 76 dır. Te= 400, Ye =10, Nun= 50 toplamı 460 460+76= 533 tür. 53 ve 3 şifre sayımız olan Allah, Rahmân, Rahîm 53 tür. İncir’in içinde “N,C” 53 olması da ilginçtir. Cenâb-ı Hakk hakikatini anlamayı ve idrak etmeyi nasip etsin. İnşeAllah. Bunun birde tecelli hali var demiştik. Efendi Babam 31 Ağustos 2014 te görmüş olduğum bir zuhuratımız için, “Zâhirde olmaz. İnşeAllah demişti”. Zuhurat şöyle idi. 31-08-2014 İşyerinde lâvabodayım. Kumanda odasında Mu…. 6 numaralı motoru çalıştırıyor. Motor çalışmıyor ve ses geliyor. Mu… fa’ya basma diye sesleniyorum. O tekrar tekrar çalıştırmaya çalışıyor. Yine aynı şekil seslenerek içeri geliyorum. Güç devresi panosu patlıyor ve kapakları açılarak güç devresi kesici disjönktörü dışarı fırlıyor. -------------Bu zuhurattan 3 dört gün önce işyerime öğleden sonra 87 89 geldiğimde, Ek…. bir konudan ötürü, Mu… çok sinirli alttan alsan iyi olur. Ben ona Mu… iyi niyetle bu işi yapmıştır diye söyledim, dedi. Gerçekten de dediği gibiydi. Gece Mu… gelince gönlünü alıp sakinleştirdim. Tabi zuhuratta görüldüğü üzere, enfüsünde olayı farklı değerlendirdiği anlaşılıyor. Peki konumuz ile bağlantısı nedir. Burada bir esmâ tecellisi olduğu anlaşılıyor. Önce Ek…. yâni İkram ve daha sonra Mu…. kanalı ile Celâl gelmesidir. Celâlden sonra, Efendi Babamdan bir ikram daha gelerek Hakk’el Yakîn sıfat mertebesinden yaşantıda korunma olunmuştur. Bu konu ile alâkalı 13-14-15 Eylül 2014 tarihlerinde yapmış olduğumuz Bursa gezimizin konu ile alâkalı bölümlerini aktaralım. Bur - Sa; Bur= Burak – Berk - Zati Tecelli – Mirac, Sa= Sad - Sıfat mertebesi – Sıfat Tecelisi –Salât – Namaz, Namaz müm’inin miracıdır. (Hadis-i Şerif) Vahdette Kesret = İncir… Esma Tecellisi Bursa’nın plâkası 16; İlm’el Yakin, Ayn’el Yakîn, Hakk’el Yakîn Hakikat-i Muhammedir. Bursa merkezi ilk gün (13 Eylül) gezmek için arabayı caddeden yukarı doğru bir yerde bırakmıştım. Arabayı almak için farklı bir yerden ailem ile girdiğimde, Efendi Babam dan daha önce tasdiği gelen Terzioğlu yazısını gördüm. Baş tarafında da Rabbi Hasım olarak düşündüğüm Kâdir ismi vardı. “KADİR TERZİOĞLU” Saç Bakım “merkezi” diyordu. Saç; Esmâ-i İlâhiyye remzidir. Binanın yanına dolanınca 13 numara olduğunu gördüm. Bunun Cenâb-ı Hakk’tan bir tastik olduğu kanaatine vardım. “Merkez” ise son tefekkür konumuz, “merkez dosyası” Fenâfillâh’tan, Bekabillâh’a geçiş halidir. -------------- 88 90 14 Eylül günü Mudanya tarafına doğru yola çıktık. Yol bir hayli kalabalıktı. Mudanya bölgesi “İncir” ve “Zeytin” yetiştirilmesi ile; ünlüdür. İncire ve zeytine and olsun. (Tin/1) âyetini anımsatıyordu. Mudanya da “Kara İncir” festivali olmuş ve ziyaretimizden 13 Eylül 2014 tarihinde kapanışı olmuş. İncir ve köle dosyasının da 13 Eylül 2009 tarihinde başlamış olması gayet ilginç… Üzerinden tam 5 yıl geçmiş. (5) Hazret mertebesidir. Kara = Zulmet= Sevâd-ı A’zam = A’mâiyyet Hakikatleri İncir= Vahdette Kesret Fes-tiva-l = Fes= Başa giyilen tac yukarda ilk verilen zuhuratta Efendi Baba’mın başında renkli bir tac vardı. Tiva=Tûvâ= Vâdi-i Eymen, Nalınların çıkarıldığı temiz/Mukaddes vâdi ve Yemen/eymen/sağ taraf, ile Nefesi Rahmâni… L=Lâm= Ulûhiyyet= Efendi Babamın üzerindeki beyaz entari, ve çıkan beyaz terlikler. “Biz, gerçekten insanı en güzel biçimde halk ettik. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik”. (Tin/4-5) âyetlerine işaret vardır. Oturduğumuz İncir Cafe’ydi ve altında Necati usta börekçisi vardı. İncir aynı zamanda Tevhid-i Esmâ dan, Tevhid-i Sıfata geçişti. İngilizce “Cafe” okunuşta Kafe dir. Kaf- Kef ise “Ke –Sen” ve Kün – “Ol” dur. İncir dışında tekliği içinde çokluğu barındırmaktaydı. “Levlake levlak lema halaktül eflak.” Sen olmasaydın, sen olmasaydın, bu âlemleri halketmezdim. Âlem bazında Hakikat-i Muhammedi ve nokta zuhur mahalli olan, efendimiz Hz. Muhammed’e ve onun şahsında, bizlere kendi birimselliğimizde, bu müjde verilmiştir. İncir gibi bir bütünlüğün içinde, zıt olan Esmâ-i 89 91 İlâhiyyeleri vücûdumuzda barındırmaktayız. “Vema Ersalnâke İllâ Rahmeten Lil Âlemin” (21/107) Biz seni (Kef) göndermedik, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Hakikat-i Muhammediyenin ilmi İlâhi programda daha henüz gönderilmemiş olması ve vakti gelince âlemlere rahmet olarak gönderilmesidir. Altta Börekçi Necati Usta olması; Börekler yufkadan yapılır. Efendi Babamın dervişlerine karşı yufka yürekli olması ve onların her derdi ile dertlenmesidir. İşte Vahdette kesret’e – Tevhid-i Esmâ dan, Tevhid-i Sıfata, Necat (Necdet) ustanın börekleri yenmeden çıkılmaz. Yenen börekler dervişte mirac eder ve Fenâfir Rasûl ve Fenâfillâh mertebesi hakikatleri ortaya çıkar. Ondan sonrada derviş börek gibi kızarır, ve taliplilerine kurtuluş böreklerinden ikram ederler. Ama unutulmamalıdır ki; Ku…larda bu ilçede oturmaktaydılar ve Cemâl de Celâli bulmuşlardı. Kimse yufka yürekliyiz diye bizi nefsani emelleri doğrultusunda yemeye kalkmasın. O zaman bulacakları Cemâl değil, kendi nefislerinden çıkan Celâl olacaktır. Tabi ki bundan da kendileri sorumlu olacakları aşikardır. İstanbul’a döneceğimiz günün sabahı otelde şöyle bir zuhurat vâki oldu. Efendi Babam beyaz bir çarşafın altında uzanmış yatıyordu. Sağ tarafında fakir ve karşısında eşim Se… ve Kızım duruyordu. Vasiyet ederek, “Ailene iyi bak” dedi. Yüzümü onlar tarafına çevirdim. Daha sonra Efendi Baba’ma baktığımda yüzü de örtülmüş ve emri Hakk vaki olduğu halde “İkram” dedi. Efendi Babam “İkram” demişti. Bulunduğa hal ise Celâl tecellisi idi. Zül Celâli ve’l ikram’ın. Yâni Tevhid-i Esmâ’nın İlm’el Yakîn, Ayn’el Yak’în, Hakk,el Yakîn ve bunları kapsayan Esmâ Tecellisi haline işaret etmiş olarak düşünülebilir. Vasiyet aynı zamanda mirastır. Ma’nevi bir miras, yani 90 92 “dinar”dır. Ulûhiyyet mertebesinden, Risâlet mertebesine, Risâlet mertebesinden kulluk, mertebesine gelmiş Abdullah bin Dinar hakikatleri ortaya çıkmış diyebiliriz. Aile Esmâ-i İlâhiyyedir. Rabb-i Hasıma … ve Efendi Babamın Rabbi Hası olan Eslem – Esselâm’a işaret var denilebilir. Aile – Eş – Nefs-i Küll’dür. Bir şeyin zatı nefsidir… Zuhuratta görüldüğü üzere Efendi Baba’mın isteği üzerine uluhiyet-sıfat mertebesinden zat mertebesine yönün çevrilmesi istenmiş olarak düşünülebilir. “İkram” kelimesini (5) Salat-Namaz kitabını gözden geçirirken namaz ile alâkalı olduğunu da anladım. Hayatımız iki rekatlı zâhir ve bâtın namazdan ibarettir. Önce Efendi Babama bakmam Akl-ı küllüme olan “Selâm” yani namazdan çıkarken sağ tarafıma verilen selâmdır. Ailem yani Nefsi küllüme (Eslem-Selâm) bakmam ile sol tarafıma bakmak ile verilen selâm ise, namazdan çıkış ile verilen selâmdır. Efendi Babam’ın üzerinde gerçekleşen “Celâl” tecellisi ve “İkram” ise namazdan çıkış duası olan, “Allahümme en tesselamu ve min kesselam tebarekte yazelcelali vel ikram”dır. ALLAHÜMME EN TESSELAMU VE MİN KESSELÂM “Allahümme en tesselâmu ve min kesselâm tebarekte yazelcelali vel ikram” diyen müezzin veya namaz kılan kişi, “ey Allah’ım selâm sensin ve selâmet sendendir, sen bereket, yücelik ve ikram sahibisin” demiş olur. Bu ifadeleri değişik mertebelerden çok iyi değerlendirmek lazım gelir Ehli indinde gerçekleri bilindiği üzere, Hak kendi kendini yücelterek kulunun ağzından cevap vermektedir. Hak’kın güzel isimlerinden “Esmâ’ül hüsna”dan biri olan “selâm”, büyük ağırlığı olan bir isimdir ve “insan”ın 91 93 kayınaklarından biridir. Nasıl ki kullanılırsa, “Sübbuh” “Aziz” ve “cabbar” şeytanlar için kullanılır. ve “kuddüs” melekler için ve “mütekebbir” de cin ve Namazın sonlarında oluşan (99) selâm ismi, başta oluşan (99) “esmâ-i İlâhiyye”ye birer selâmet geçidi olurlar. Şöyleki: Mesela, “Kahhar” esmâsından başına bir zorlonma gelecekse, namazda okuyarak oluşturduğu selâmlardan bir tanesi onun önüne geçer, tamamen selâmete ulaştırır veya en azından şiddetim azaltır. Böylece her bir selâm, her bir esmânın ya karşıtı, veya destekleyicisi olur. Yani (99) esmâ’nın biri vasıtasıyla sana faydalı bir şey de gelecekse onu da arttırır. “Selâm”ın bir başka ifadeside; “kendinde olmak” tır, kendinde olan kişi de selâmette olur. ALLAH’ın c.c. isimlerinden olan selâm, kulunda tecelli ettiğinde o kul birimsel benliğinden uzaklaşmış, Hak varlığı ile gerçek selâmetine ulaşmıştır. İşte o kul görünümündeki “zuhur” her varlığa selâmet ve huzur kaynağı olmuştur. Netice itibariyle, olgun bir namaz, kulu yüce idraklere çıkarıp “İrfan” ehli olmasını sağlar. İşte böylece namazların sonlarında bulunan selâmların sırları meydana çıkmış olmaktadır. Allah’dan c.c. her birerlerimiz için selâm ve selâmeti! neticeler niyaz ederiz. -------------Yazıyı biraz dikkatli okuyanlar yukarda geçen “Zü’l Celâl-i Ve’l İkram” (55-27) âyeti ile “Yazel Celal-i Ve’l İkram” duası arasında ki bağlantıyı fark edecekledir. Dua da ki zâhiri ikram ile Tevhid-i Ef’âl mertebesinden Tevhid-i 92 94 Esmâ mertebesine geçilmektedir. Âyette ki bâtıni ikram ile de Tevhid-i Esmâ dan Tevhid-i Sıfat mertebesine geçilmektedir. Cenâb-ı Hakk taliplilerine yardım etsin. İnşeAllah… Öğleden sonra İstanbul’a doğru yola çıkıldı. İkindi namazı için “İmam Aslan” mola verdik. Abdest almaya çıktığımda bir baba ve 10 yaşında ki oğlu da oradaydı. Baba öğle namazı için abdest alıyordu. Oğlu ile ben abdest alıyorum, ve namaz kılacağım, en çok sevabı ben alacağım diye şakalaşıyordu. Abdest aldıktan sonra ikindi namazında mescide girdim. Daha önce şöyle bir hâdise oldu. Aşağıda mescid girişinde, kasalarda bulunan incirlerden, bir tanesini bu çocuk almış, ve yemekteydi. Yukarı da namazını da kılmıştı. Yazmış olduğum ilk zuhurata Efendi Babam Tevhidi Ef’âl ve Tevhid-i Esmâ mertebesinden işaretler var demişti. Bu baba ve çocuğun bünyesinde bu hâdisenin yaşantısı ve tecellisi oluşmuştu. Defalarca bu mescidde namaz kıldığım halde mihrabın üstünde ki âyet ilk defa dikkatimi çekti. Berat gecesi sonrası Rasûlüllah efendimize ve şahsında Müslümanlara gelmiş olan kıblenin değişim âyeti yazıyordu. Fevellü Vecheke Şetral Mescidil Haram. (2/144) Hemen yüzünü Mescid’ül Haram tarafına çevir. 93 95 Se… öğlen kahvaltı yapmak için börek almıştı. Kutunun üzerinde SİNİ yazıyordu. Yola çıkmadan arabanın yanında kalan börekleri Se… ile beraber yedik. Kutuyu çöpe götürmek için aldım. Yanıma Se… de geldi. Tam karşımda Mescid-i de görünce sabah gördüğüm zuhuratın ne olduğu da ortaya çıktı. Börek yukarıda yazılmıştı. Sini; Üzerinde yemek yenen büyük tepsi demek. Kelime itibari ile YASİN ve SİNA yı da çağrıştırmaktadır. Üzerinde yemek yenen tepsi, sofra “Maide” dir. Fenâfillâh mertebesidir. Efendi Babam zuhuratta Fenâfillâh, “sekine” hâlinde beyaz örtünün yani Ulûhiyyet örtüsünün altında yatmaktaydı. “Sina dağına and olsun, Bu güvenli şehre (Mekke’ye) and olsun.” (Tin/2-3) âyetlerine de işaret vardır. “Haram” türkçe çöp ma’nâ’sına da gelmektedir. “Mescid” ile “Haram” arasında ben ve ailem kalmış ve yüzüm eşime yani Harem’ime doğru döndü. Efendi Babam zuhuratta “ailene iyi bak” diye söylemişti. Bir şeyin zâtı da nefsidir. Eslem yani “Selâm” beyaz arabamızın yani Uluhiyyet örtüsü altında bulunmaktaydı. İşte Efendi Babam dan, zuhuratta yansıyan, ve onun ikramı olan, bu hal ile namazın da sadece, şekilden ibaret olmadığıdır. Namazın bir hayat düsturu, ve yaşam tarzı olduğu, ve kişinin tüm halini namaza dönüştürürse, her anının namaz olacağı, ve tıpkı bu zâhir âleminden bâtın âlemine göçerken namazdan âhirete geçeceği, ve orada onu karşılayanın da Rabb’ül Âleminden başkası olmayacağını ve onun da bâtın-i ikram ile beklediğini bizlere anlatmıştır… Efendi Baba’mın “Siyah Örtü Neyi Örter Bilir misin”? Şiirinden ilgili bölümleri… Hüccac döner tam bir vecd ile, Beyazlar giymiş kefenler ile, 94 96 Bu hale hayret eder Melekler bile, Siyah örtü neyi örter bilirmisin? Bir zaman ezan okunur durur tavaf, Az sonra sakinleşir etraf, Fevelü Vecheke Şetral Mescidil Haram, Siyah örtü neyi örter bilirmisin? Namazda bütün Kâbeye döner hacılar, Kalmaz hatırda akraba dost ana bacılar, Kendi varlıklarından yeni doğanlar, Siyah örtü neyi örter bilir misin? Sende gir o örtünün hemen içine, Seyret alemi koy biçimden biçime, Mahrem ol seni nefsinden çekene, Siyah örtü neyi örter bilir misin? Kâbededir İnsan hakikati vahdet sırrı, Bu öyle bir duygu ki zahirden ayrı, Nasıl açılır sırrı bundan gayrı, Siyah örtü neyi örter bilir misin? -------------“Heze min fazli Rabbi”. Kaynaklar: (5) “SALAT” - NECDET ARDIÇ – Gönülden Esintiler (25) “Köle ve İncir Dosyası” - NECDET ARDIÇ – Bir Çok Hikâye Bir Çok Yorum… Mu… Ca….. 06-10-2014 Not: 6+10+20+14 = 50 (Tarihin sayısal toplamı) (50) 50 Vakit Namaz… “Yazel Celâli Ve’l İkram.” ------------------- 95 97 Terzi Baba. (08/10/2014) Hayırlı geceler Mu… oğlum. Hamdolsun bayramı güzel geçirdik sayılır sizlerinde ailece güzel geşmiştir İnşeallah. Geçmiş, geçmemiş, gelecek olan bütün zâhir ve bâtın bayramlarınız mübarek olsun İnşeallah. Gönderdiğin dosyanı indirdim okudum oldukça güzel olmuş ellerine diline gönlüne sağlık, Epey bağlantılar bulmuşsun. Uygun bir yere ilâve ederim. Cenâb-ı Hakk daha nice açılımlar nasib eder İnşeallah. Pazar günü bekliyoruz. Sana kızlarımıza selâmlar Nüket Annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi Babanız. ------------------Mu… Ca…. (06/10/2014) Nüket Anneciğim, Efendi Babacığım Bayramınız Mübarek olsun. Se…. ve Es.. Şu… kızlarınız da bayramınız tebrik ediyorlar. Selâmları vardır. Nasip olursa (12) pazar günü görüşmek üzere İnşeAllah... Ekli dosya da bir yazı mevcut. İzmir ziyareti ve Bayram yoğunluğunuzdan göndermeyi biraz erteledik. Yoğunluğunuz hafiflemiştir. İnşeAllah Nüket Annemiz ve Necdet Muhabbetle ellerinden öperiz. Babamızın Hürmet ve -------------EUZÜ BİLLÂHİMİN EŞŞEYTANİRRACÎM BİSMİLLâHİRRAHMANİRRAHîM (ŞAH DAMAR) “Andolsun ki, insanı biz halk ettik, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz. Biz ona habl-i veridden (şah damarından) yakınız. (50-Kaf/16) 96 98 191. Senin yârin senin heyben ve kesendir. Eğer sen Ramin isen Vise’den başkasını arama. “Râmîn” ile “Vise” bir âşık ile ma’şûkun adıdır. Râmin, âşık, Vîse onun ma’şûkudur. Ferhad ile Şîrîn ve Leylâ ile Mecnûn hikâyesi dillerde destan olduğu gibi, bunlar da böyle meşhûrdur. Ya’nî “Tarik-ı Hak’ta senin yârin vücûdunun heybesi ve kalbinin kesesidir. Sen Râmîn gibi bir âşık isen Vîse gibi olan ma’şûkunun gayrini arama! Zîrâ senin kalbin ezelde Hakk’ın ayn-ı sâbitene olan tecelliyâtının kesesidir. Ve bu vücûd-ı izâfın ve cismânîn dahi o kesenin heybesi’dir; ve ayn-ı sâbiten mâdemki Hakk’ın ism-i İlâhîsinin mazharıdır ve isim, müsemmâ olan Hakk’ın gayri değildir, binâenaleyh âfâkta aradığın sendedir ve Hak senin hüviyetindir. Eğer âşık-ı hakîkî isen gayrın muhabbetinden yakanı kurtar ve hakîkî ma'şûku ve Vîse’yi kendinde ara!” Nitekim Yûnus Emre hazretleri buyururlar: -----Dervişlik baştadır tacda değildir, Kızdırmak oddadır sacda değildir, Ararsan Mevlâ’yı kendinde ara, Kudüs ’te Mekke'dehac’da değildir. -------------Mısrî-i Niyâzî hazretleri de aynı ma’nâyı şöyle ifade ederler: Aradığın candadır, canda ve hem tendedir, Bilir iken bendedir, çağırırım dost dost. -------------192. Senin Vîse'n ve ma'şukun yine senin zâtındır ve bu hârice mensûb olanlar bütün senin âfetlerindir. Ey sâlik senin Vîse’n ve ma’şûkun yine senin hakikatindir, zîrâ o ma’şûk-ı hakîkî, Kur’ân-ı Kerîm’de, 97 99 (Kâf,50/16) “Ben o kuluma şah damarından daha yakınım.” buyurur. Binâenaleyh sana vâki’ olacak tecellî yine senden ve senin hakikatinden gelir ve bu âfâkiler ve senin vücûdun hâricine mensûb olanlar, bütün senin âfâtındır ve senin hakikatine hicâbdırlar. 193. Hazm odur ki seni davet ettikleri vakit, "Benim sarhoşum ve isteyicilerimdir," demeyesin. Hazm ve ihtiyât odur ki, o âfakî ve hâricî olanlar seni kendi taraflarına da’vet ettikleri vakit, sen onların da’vetlerine ve iltifâtlarına aldanmayıp, bunlar benim muhabbetimin sarhoşudurlar ve beni sever ve isterler, demeyesin. (Mesnevi-i Şerif Ahmed Avni Konuk Şerhi 5. Cild sayfa 77) -------------Efendi Babam Mesnevi Şerif sohbetlerin de 5. Cild 192. beyiti okurken şöyle bir soru soruyor. Soru şöyledir; Beyitte geçen (Kâf sûresi 16. âyette) “Ben O kuluma şah damarından daha yakınım.” Bu yakınlığı buldunuz mu? Bulduysanız nasıl bir yakınlıktır. (Terzi Baba) 192. beyit ile birlikte 191 ve 193. Beyitlerde burada konuyla bir bağlantı ve bütünlük olması bakımından yazılmıştır. Fakir soruyu kayıtlardan dinlediği için yaklaşık 1-2 ay önce bu soruya rastladım. Araya başka işler girince de bu konu hakkında yazı yazma işi ertelenmiş oldu. Hikmeti de işin sonuna doğru görülen zuhurat ile anlaşılmış oldu diye düşünüyorum. Bu soruyu yanıtlamak gerçekten zor gözüküyor. Çünkü âyetin başında Cenâb-ı Rabb’ül âlemin “Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz” diyor. Onun için nefsimin vesvesesine düşmekten, hayal ve vehim olan şeyler yazmaktan, yine Cenâb-ı Rabb’ül âlemine sığınır. Bu konu hakkında irfaniyet ve idrak genişliği niyaz ederim. “Şah Damar’ın” geçtiği âyet (50/16) dır. Sayısal değeri; 98 100 50+16= 66 6+6= 12 (12) Hakikat-i Muhammed-i – “İnsân-ı Kâmil” (Kâmil İnsân) (6) İmân mertebeleri, (6) Altı yöndür. (12) Efendi Babam son günlerde sürekli olarak ma-illere verdiği cevapta Kurban bayramı ziyareti için ailece hep beraber 12 Ekim gününü işaret ederek bekliyorum diye yazmakta ve ayın (12) si diye bildirmektedir. Defalarca bu tekrarın olmasından dolayı bu davetin ve rakkamında burayla bağlantısı olduğu düşünülebilir. 12. dersimiz “İnsân-ı Kâmil” (Kâmil İnsân) dır. Öncelikle İlmi olarak, yapılan eğitim ile, İnsân-ı Kâmil-i kendi bünyesinde bulup, yani bu âlemin Hakikat-i Muhammediye den başka bir şey olmadığını anlayıp, kendinin de onun bir cüzü olduğunu idrak edip, İlm-i olarak Kâmil olmaktır. Önce bu sayısal değere bakınca bunu yakîn olarak düşünmüştüm. Âyeti inceleyince Âkreb yani kurb olduğunu gördüm. Peki yakîn ile kurb arasında ne fark vardır? Ne bağlantı vardır? Yakîn hâli birlikte bulunma hâlidir. Aslında iki şey birlikte bulunur. İki şey yok, tek olan vardır. İlmi Yakînlikte, ilmin mürşidin ilminde fâni ve yok edilmesi gereklidir ki, kalan sadece mürşidin ilmi olsun. Ayn’i yakînlikte, mürşidin bünyesinde bulunan Rasûlün Rasûllüğünde fâni olunsun ki Fenâ firrasûl hâli vuku bulsun. Hakk’el Yakîn’likte ise Mürşidin bünyesinde bulunan Hakk’ta fâni olunsun ve Bekâ hâlinde bekâ olunsun ki Hakk’el yakîn’lik bulunsun. Kurb’i yakınlıkta ise yakın olunan ve yakın olan vardır. İşte bunun ortadan kalkması için “Şah Damar” ının kesilip Nefsi Emmâre’nin gerçek ma’nâ da Kurb’ân edilmesi gerekir. Bunu derviş yapamaz ancak mürşid kestirir. 99 101 “Şah Damar” vücûtta yüze ve beyne giden olmak üzere iki tanedir. Yüz, vech, Cemâl dir. Aynı zamanda yüz Fâtiha’dır. Beyn ise aklın ilmin olduğu yerdir. Bu yakınlık Esmâ-i ve Zâti olan bir yakınlık olduğu da anlaşılıyor… Kan nereden pompalanmaktadır?. Kalpten yani gönül ve Kürsinin olduğu yerden pompalanmaktadır. “Şah damar” ından gelip beyne ve yüze yani baş bölgesi olan Arşa ulaşmaktadır. Kalpte yani gönülde vehim ve hayal olursa hayal ve vehim ulaşmakta, Hakk ve Hakikat olursa, Hakk ve Hakikat bilgileri ulaşmaktadır. ُأ َﻗْﺮَب Elif: 1, Kaf: 100, Re: 200, Be: 2, 1+100+200+2= 303 3+3=6 (6) İmân mertebeleri… (33) Mescid-i Nebevide ki ilk direk sayısı ve Esmâ ve Sıfat mertebesine işarettir. Âkreb, kurb şeklinde olan bir yakınlıktır. Kevser sûresinde “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” âyetin de bu yakınlığa işaret vardır. Elif: Ahadiyet, Kaf: Kudret, Re: Rahmâniyyet–Rububiyyet, Be: Risâlet, Birliktelik, Ahadiyyetin Kudret ile Aklı küll ve Nefsi Küll birlikteliği ile Ef’âl âlemini meydana getirmesi olarak düşünülebilir… İmân mertebelerini Terzi Baba’mın Vahiy ve Cebrâil kitabından özetle, inceleyecek olursak, İ M ÂN İmân; dini kitaplarımızda çok geniş şekilde izah edilmiştir. İmân, özet olarak; Allah’ı ve gönderdiklerini “dil ile IKRAR, kalb ile tasdik etmektir,” diye belirtilmiştir. 100 102 Şuhûdi İmân Mertebeleri Biz “imân”ı dört şuhûd mertebesi içerisinde incelemeye çalışacağız. 1 – Ef’âl = Şeriat mertebesi imânı: Kûr’ân-ı Keriym Âl-i İmrân sûresi 3/193 âyetinde, “Rabbenâ innenâ semignâ münâdiyen yünâdiy lil imâni en âminu birabbiküm feâmennâ rabbenâ fağfirlena zünubenâ ve keffir annâ seyyiatinâ ve teveffenâ meâl ebrar” Meâlen : “rabbimiz bizler için günahlarımızı bağışla bizden (çıkmış) kötülüklerimizi ört ve bizi iyilerle öldür.” Bu anlayış saf, temiz bir muhabbetle yapılan “şeriat” mertebesi imânıdır. 2 – Esma = Tarikat mertebesi imânı: Kûr’ân-ı Keriym Bakara sûresi 2/3 - 4 âyetinde; 101 103 “elleziyne yu’minune bilğaybi ve yükıymunessalâte ve mimma rezaknahüm yünfikune” (3) “velleziyne yu’minune bima ünzile ileyke ve ma ünzile min kablike ve bil ahiretihüm yukinune”(4) Meâlen : “Onlar ki, gaybe (görünmeyene) inanırlar ve na-mazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler.” (3) “onlar sana indirilene de senden önceki indiril-mişlere de inanırlar ve onlar ahireti de yakıynen tanırlar.” (4) Bu yaşantı “ilmel yakıyn” hali ile “esmâ mertebesi” imânıdır. 3 – Sıfat = Hakikat mertebesi imânı: Kûr’ân-ı Keriym Meryem sûresi 19/96 âyetinde; innelleziyne âmenu ve amilussalihati seyec’alü lehumürrahmânü vüdden Meâlen : “Muhakkak ki imân edip salih amel işleyenleri rahmân sevgili kılar.” Bu yaşantı “aynel yakıyn” hali ile “sıfat mertebesi” 102 104 imânıdır. 4 – Zât = Marifet mertebesi imânı: Kûr’ân-ı Keriym Bakara sûresi 2/285 âyetinde, “amenerrasûlü bima ünzile ileyhi min rabbihî vel mu’minune küllün amene billâhi ve melâiketihî ve kütübihî verrüsülihî” Meâlen : “O elçi rabbinden kendisine indirilene inandı, mü’minler de hepsi Allah’a ve meleklerine inandı.” ve kitaplarına ve elçilerine “amenerrasûlü” “Rasûl imân etti.” Buraya ulaşmak, daha evvelce belirtilen mertebelerden geçip yükselmekle olur. Bu yaşantı “hakk-el yakıyn” hali ile “zât mertebesi” imânı, diğer ifadeyle “ikân yakıyn” halidir. Bu yazının hacmini aşmaması için kısa bilgi şeklinde alınan imân mertebelerinin geniş açıklaması için (11)Vahiy ve Cebrâil kitabına müracaat edilebilir. Âkreb ile yakın halinin idrak ve fehim ile meratibleri geçerek ulaşılacak olan zat mertebesi imânı ve bunun sonucunda idraken likâ hali olacağı açıktır. Tamamen bir yakîn ve likâ hali bu dünyada oluşacak bir hadise değildir. Bu ancak ahret yaşantısında oluşur. 103 105 Şah damarı âyetinde geçen halâknâ (halkiyet) ve kurb yani yakınlık perdesi ile bu bağlamdaki bilgileri “Vahiy ve Cebrâil” kitabında geniş manâda değinilmiştir. “Dur Rabbin namaz da” Efendimizin şahsın da fiili boyutta değil, ma’nâ’sal boyutta Allah’ın namaz kılması ve bireysel boyutta bağlı bulunan Esmâ-i İlâhiyyenin yani kişinin Rabb-i Hasının namaz kılması vardır. Burada vekâleten Rabbi namaz kılmakta ve kul kılamamaktadır. Bu mutlak bir hadise değil ve geçici bir hadisedir… Aynı şekilde “yaratma” kelimesi Aşk kamusunda/ kitabında bulunmamakta ve yerine “zuhur ve tecelli” bulunmaktadır. Hayali şeriat ve tarikat mertebesinde kullanımı mazurdur. Anlaşılacağı üzerede bir hayal perdesi dir. İşte yukarda verilen bilgiler ışığında hayali imânın şuhûdi imâna dönüşmesi ve kurb halinin yakîn haline dönüşmesi ile “Şah damar”ından yakınım hadisesi anlaşılabilir diye düşünüyorum… Bu soruya cevap vermek yani bu yakınlığı nasıl buldunuz bir iddia ve ben de şu hal bu hal var demek yani benlik olacağından bu konuda susmak daha doğru olacaktır. Yalnız ailece son Bursa ziyaretimde bu âyet ile ilgili zuhurat-müşahade-yaşantı ve neşeyi aktarmak doğru olacaktır. Bu ziyaretten önce aktarmakta fayda vardır. bir zuhuratın ilgili bölümünü -------------24-08-2014 Şaşkınlıkla Efendi Babamın boynuna sarılıyorum, Efendi Babam da benim boynuma sarılıyor. “Bir tanemsin, canımsın, canımın içisin, Sultanım” diyorum. Hiç bu 104 106 kadar mutlu olmadığımı düşünüyorum. Zuhuratın görüldüğü tarih sayısal toplamı, 24+8+20+14= 66 Şah damar âyetide; 50/16, 50+16= 66 Bir tanemsin, Bir tenimsin Ef’âl mertesi imânına… Canımsın, Esmâ mertebesine, Esmâ mertebesi İmânı Ayn’el Yakîn… Canımın içisin, Sıfat mertebesi İmânı Ayn’el Yakîn… Sultanım, Zat mertebesi İmânı, İkândır, diyebilirim. Hakk’el Yakîn ve Bursa ziyaretimizde 13-14-15 Eylül de olmuştu. Bu üç günde Alış-Veriş için gittiğimiz Koza Hanın ile, alt geçitlerin bulunduğu mağazalar arasında otururken, gününü hatırlamadığım bir günde bir hanım tam yanımda elimde beyaz kağıt bir torba ile belirdi. Bu poşetin üstünde ilginç bir şekilde “ŞAH DAMAR” yazıyordu. Peki niye burada bu “ŞAH DAMAR” ile alâkalı ilim torbası müşahade edilmişti. Bu da “Koza” daki hikmetten ileri geliyor. Koza; İpek böceğinin kelebek olmak için ördüğü kozasıdır. (Mesnevi-i Şerifte bu konu ile alâkalı beyitlerde Kese-Heybeden bahsedilmekteydi). İçinden çıkmadan kaynar suya atılıp ipek elde edilmektedir. Kaf sûresi 16. Âyetin başında “And olsun biz insanı halk ettik. Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz.” İnsan halk edildikten sonra İpek böceğine benzemektedir. Şeytan’ın yani Nefsi Emmâre ve Nefsi Levvâmenin, vermiş olduğu bu hayal ve vehim kozasını delip çıkamaz, ve Hakikate kanat çırpamaz, ise bu perde Şah Damar’ından yakın olan Rabbine ulaşmasın da en büyük perde olacaktır. İşte üç gün, Koza Han’a gidilmesinin sebebinin (3) İlm’el, Ayn’el, Hakk’el Yakîn perdelerinin ortadan kalması olarak düşünülebilir. Bu üç gün boyunca ailece (12.) derse geçiş ile alâkalı müşahade ve yaşantı olması da bunu desteklemektedir. Bunun ne olduğunu yazmak uygun 105 107 olmadığı için yazamıyoruz. Bu da 139 (13 Hz. Muhammedin Şifre Sayısı) numarada ki Hacı Şeriften gelmişti… Kur’an- Kerime lâfzi olarak şeytandan Allah’a sığınmak ile başlamaktayız. Yani; “Eüzubillâhiminişşeytânirracîm” sözü ile başlanılmaktadır. Yine bitirirken yani hatim ederken Nâs (İnsân) sûresi ile bir şeytandan sığınma vardır. 114-NAS: 1 - De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, 2 - İnsanların hükümdârına, 3 - İnsanların ilâhına, 4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden. 5 - O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar. 6 - Gerek cinlerden, gerek insanlardan. Görüldüğü gibi (50/16) “Şah Damarı” âyetinin baş tarafında bulunan “Nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz.” Nâs sûresinde, yani insanın sûretinde açığa çıkmaktadır. İnsanın sûreti yani Ef’âl’i ve Nefsi Emmâresi, Levvâmesi, Mülhimesi şeytandan başka bir şey değildir. Yalnız şeytanın ağırlığı nefsi mülhimeye doğru hafiflemekte dir. Peygamber efendimiz “Ben şeytanımı Müslüman ettim” dediği gibi bizde onun ümmeti olarak bu hisseden pay alabilir isek, bu kısmı geçmiş olur ve vesveseden, bize şah damar’ından yakın olan, Rabbimize ulaşmış oluruz. İnşeAllah… Bursa’da gittiğimiz ilk gün şöyle bir müşahademiz olmuştu. Ailem ile arabamız park ettiğimiz yokuşu çıkmaya başladığımız yolun başında “KADİR TERZİOĞLU” saç bakım merkezi ilgimi ekmişti. Terzioğlu ismi Efendi Babam tarafından tasdik ile fakire verilmişti. Kadir ismini de yaklaşık 2 senedir Rabbi hasım olduğu yönünde zuhurat ve müşahadelerim olmaktaydı. Binanın yanına dönünce 13 numarayı da görünce Cenâb-ı Hakk tarafından bunun bir tasdik olduğunu anladım. Bunu aktarmakta ki gayem Nâs 106 108 sûresi başında geçen “İnsânların Rabbi” genel ma’nâ da Rabb’ül Âlemin olan, Allah olmakla beraber, hususi (özel) ma’nâ da geçen, sîne ve vesvese ile bunun “Rabb-i Hass” ile alâkalı olduğu anlaşılıyor, diye düşünüyorum. Zâten kişi hayali Rabbi ile yaşıyor ise, bu vesveseden başka bir şey değildir. Cem’den önce ki fark âleminde yaşıyordur. “Cem’ül Cem’ül Cem ile Feth olundu ebbabı Hüda/hüda kapıları” dendiği gibi, Koza-Vesvese kapısının da, bu Cemleri birleyip Rabb-i Hass ile feth etmek yani açmak gerekir. Esmâ-i ilâhiyyenin özellikleri farklı olduğundan bu açılımlarda farklı olacaktır. Koza Han’ın, Han burada alışveriş veya konaklama olarak kullanılmaktadır. Han, Şah ma’nâsına da kullanılmaktadır. Yani burada Şah da vardır. Aslında biraz yakınında olan Ulu Camiinin ma’nâsı’na bakınca bunu görmemek mümkün değildir. Ulu= Ulûhiyet = İlâhlık = İnsanların İlâhı Allah = İnsanların tamamı bir insandan başka bir şey değildir, oda Hakikat-i Muhammediyyedir. Camii ise bu mertebenin cem olma toplanma yeridir. Bize daha net bilgi vermesi için “Habli’l Veriyd” Şah Damar’ın sayısal değerine bakmaya alışalım; ِﺣَ ﺒْﻞِ اﻟْﻮَ ِرﯾﺪ Ha: 8, Be: 2, Lam: 30 Elif:1, Lam: 30, Rı: 200, Ye: 10, Dal:4 8+2+30+1+30+200+10+4= 285 8+5= 13 (Hazreti Muhammed’in Şifre Rakkamı) 2 ise Zâhir ve Bâtını İfade etmektedir. Bulduğumuz edersek, toplama âyet sayısal değerini 285+66 = 351 toplamı 9 ile Rububiyyet mertebesi, 107 109 ilâve ve içinde bu sayı tersten 13 ve 53 sayılarını barındırmaktadır. Ahad olan Ahmed ve 53 Terzi Baba’ma ait yolumuz dan verilmiş şifre sayısıdır. 13 ve 53 toplandığı zaman 13+53= 66 sayısı ile âyet sayısal değerini vermesi de ilginçtir. Yakınlık yani akreb’te ilâve edilirse; 351+303= 654 (6) İmân mertebeleri, (54) Kamer halifeliğidir.. Sûresi ve 53 nolu pirlik makamının Kamer sûresinde Âyın yarılması hadisesi vardır. Bu yarılma ile (11) Hz. Muhammed mertebesi (12) Hakikat-i Muhammediye mertebesine dönüşür, âyet sayısal değerimizde 12 idi. (54) Hilâfet makamında olanların bu Şah damarından yakınlığın (53) Piriyyet makâmında bulması, ve Yakîn mertebelerini, bir bir geçerek, İkân ve Likâ hallerine ulaşılabileceği olarak düşünülebilir. Bu mutlak bir durum değil hususi yolumuzu ilgilendiren bir durumdur. Yazımızın Şah Damarı sorusunun sorulduğu beyt ile, ve bunun ile, bağlantısının olduğunu düşündüğüm, zuhurat ile bitirelim. Senin Vîse'n ve ma'şukun yine senin zâtındır ve bu hârice mensûb olanlar bütün senin âfetlerindir. İstanbul’a döneceğimiz günün sabahı otelde şöyle bir zuhurat vaki oldu. Efendi Babam beyaz bir çarşafın altında uzanmış yatıyordu. Sağ tarafında fakir ve karşısında eşim Se… ve Kızım duruyordu. Vasiyet ederek, “Ailene iyi bak” dedi. Yüzümü onlar tarafına çevirdim. Daha sonra Efendi Baba’ma baktığımda yüzü de örtülmüş ve emri Hakk vaki olduğu halde “İkram” dedi. 108 110 Bu zuhuratın farklı ma’nâları olmak ile beraber“Yakînlik” üzerinden bakarsak. Yukarda yazılan ilk zuhuratta Efendi Babam – Mürşidim, bünyesinde İslâm-İmân-İhsân-İkân vardır. Bu zuhuratta Îkân’ın Vechullaha yani Likâ’ya dönüşmesi haline işaret vardır. Mürşidin aradan çıkması ve Nefsi Küll olan Vise’nin Vechini işaret etmesi ve Hakikat’ın orada olduğunu bildirmesi olarak düşünülebilir. Başta âyet sayısal değeri verilmişti… (12) Hakikat-i Muhammedidir. Zuhuratta Efendi Babam’ın beyaz çarşaf altında olması Uluhiyet-Hakikat-i Muhammediye mertebesine işaret olarak düşünülebilir. --------Gerçek kimliğin ortaya çıkınca, Zâhir, bâtın, evvel, âhir bir olunca, Bütün âlemde kendini bulunca, İşte o zaman, o zaman işte, kendine, zâtına, özüne, Rahmân’a benzersin. N.A. Kaynaklar: (1) Mesnevi-i Şerif, Ahmed Avni Konuk Şerhi. (2) (11) Vahiy ve Cebrâil, Gönülden Esintiler, Necdet ARDIÇ Heze Min Fazli Rabbi… 17-10-2014 Mu... Ca.... ------------------109 111 Terzi Baba. (02/11/2014) Aleyküm selâm. Hayırlı akşamlar Er… oğlum gönderdiğin dosyayı aldım, güzel olmuş eline diline gönlüne sağlık, Cenâb-ı Hakk feyiz kapılarını daha çok açsın, yazını uygun bir yerde değerlendireceğım İnşeallah. Sana Nu… kızımıza Annene de selâmlar Nüket Annenin de selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi, Babanız. ------------------Er…. Ay…. (31/10/2014) Efendi Babacığım selâmun aleyküm Babacığım Allah'ın lutfu ve sizin himmetinizle "NECDET Risâlesini" âcizane ekte gönderiyorum. Ellerinizden öperim. Terzi Oğlu. -------------- NECDET RİSÂLESİ ِاﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّٰﮫِ اﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ اﻟﺮَّﺣِﯿﻢ BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM Bu risâle ; Canımızın canânı, gönlümüzün sultânı, Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s) Hazretlerine ithaf olunur. Bu risâle, Necid çöllerindeki âcizin NECDET’te ki Necat’ıdır. () ﻧﺟدت NECDET : Kahramanlık , yiğitlik, şecaat, kuvvetli sözlük anlamlarına gelir. Necdet Arapça Necid kelimesinden türetilmiştir. 110 112 Necid : Arapça bir kelime olup Kahraman, bahadır, Suudi Arabistan’ın kuzeyinde bulunan bir yerin adıdır. -------------Yâ Rasûl... Şu halime bak Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın, Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın. Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum, Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum. Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar, Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var. Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak, Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak. Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı, Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı. Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada, Yetişmeseydin eğer Ya NECDET imdada. Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin, Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin. İradem olduğu gündür senin iradene râm, Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram. Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim, Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim. Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü, Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? Azab-ı Hecrine katlandım otuzaltı senedir, Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden. nedir o meşale, nurun mu ya NECDET Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh.... -------------Mehmet Akif Ersoy’un Necid çöllerinde isimli şiirini kendi halimi anlatacak şekilde Efendi Babacığım için kendimce derledim. Necid çöllerini geçip NECDET’te Can bulanlar için Efendi Babacığımın Necdet Divanından Can şiiri. 111 113 CAN Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can, Bütün âlem oldu Can, Canla kaldık Canla Can, Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can, Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can. -------------Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç, Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç, Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç, Sûreti İnsân da kalma sıreti İnsân'ı seç. -------------Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda, Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla, Yoktur Candan gayrı âlemde dost aslâ ve aslâ, Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha. -------------Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla, Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla, Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla, Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla. -------------Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler, Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler, Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller, Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sûreler. -------------- () ﻧﺠﺪت Şimdi NECDET ismini oluşturan Arapça harflerin kendi başına anlamları, ve harekeleriyle, ve yan yana geldiklerinde, nasıl bir anlam oluşturduklarını incelemeye çalışacağız inşeAllah. 112 114 Salât ve Selâm Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)’in üzerine olsun. Pirlerimizin Himmetiyle Gayret bizden Tevfik Allah’tan. NECDET NUN’U NUN ()ن ()ن: Varlık Nun’unun noktası delâlet eder. Bir hakikat olarak mabuduna. Onun varlığı mabudun cömertliğinden ve bereketindendir. Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir. Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak. Bulunmayan yönünü öğrenirsin. (İbn Arabi) NUN ( ) ن maddeleri ve yerleştirilmiştir. konusu tümellik ; Halk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a O insanın görünen tümelliğidir ve söz bu nedenle ortaya çıkmıştır. Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav” “Nun” harfleri gibi. “Kaf” harfi “Nun” harfiyle irtibatlandırılmıştır. Çünkü “Nun” harfinin sayısal değeri ellidir ve ellinin onda biri beştir o da “He” dir. Elli namazın derecesini koruyan beş vakit namaz gibi. Buhari’de şöyle deniyor; “Namazlar beştir ve elli namaz değerindedir. Benim katımda söz değiştirilmez.” Bu açıdan beş ellinin aynısıdır. “Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav – Nun) ( )ﻧﻮنarasında bir perde işlevini görür. NUN ( ) ن harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder, tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir. Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismanidir, diğer 113 115 yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır. Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu yüzden idrak edemiyoruz. Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları olarak zuhur eden halk edilişimizde öyle, halk ediliş küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar âlemini idrak etmemiz perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz. Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan “Nun” dan maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise gaibdir ve bu zâhir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da ruhani varlıklar ortaya çıkmışlardır. Şu halde cismani bir anlamdan zuhur ederken, ruhani ise anlamın anlamından zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki (“ )ﻧﻮنVav” bağışları bir yarısından alır, diğer cismani yarısına ilka eder. Bu ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani “Nun” la bitişmiştir. () ﻧﻮ cismâni “Nun” la değil. “Vav” harfi yazıda kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden sonraki harfle birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları ruhani “Nun” dan alması birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk mahiyetinde bir almadır. Cismâni “Nun” a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma, duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte bu Cebrâili makamdır. Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi. Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem. İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli) Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir ; bilgi ve amel. Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir ; amel özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler ondan meydana gelmiştir. “Vav” ilka esnasında yazı aleminin kalemidir. Bu diğer “Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler, olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören biri açısından icmali bir surettir, ona bakan biri ötesinde ne 114 116 olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda mücmel olan şeyleri satır satır yazıya döker. Böylece dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı, tafsilâtlı olarak bilinir. -------------NECDET’in “Nun” gemisinde kendilerini gark edenler. Onun, cisim “Nun” unda, ruhani “Nun” unu görenler. Tabiat ve nefsi emmâre karanlığından kurtulup “Nun” gemisinde Zati seyre yelken açarlar. Bu seyir kişinin gerçek hüviyetidir. Çünkü Hüviyet “He” si sayısal değeri beş, “Nun” un ellidir. Yazının başında ifade ettiğimiz Hadis’te “Namazlar beştir (He) ve elli (Nun) namaz değerindedir.” Yani “Nun” (50), hüviyet “He” (5) sinide içinde barındırır. NECDET’İN “Nun” undaki risâlet hakikatiyle ilgili; اﺣد ٌِ إِﻟَﻬْﻛُم إِﻟَﻪٌ َو ُ إِﻟَﻲ أََﻧﱠﻣﺎ ﯾُوﺣﻰ ﱠ َ ْﻠُﻛُم ْ َﺷَر ﱢﻣﺛ ٌإِﻧﱠﻣﺎ أَﻧَﺎ ﺑ َ ﻗ ُْل “De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilâhtır. “ (Kehf 18/110) “Nun” un bir başka yönüde “Nun” lafzının bir tek vücutta zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sakin dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden ikinci “N”ye destek olur. “Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lafzıdır. Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf” 115 117 () ق harfinin delâlet ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun” undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan, kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir. ون َ طُر ُ ﯾَﺳ ْ َﻠَم َ َوﻣﺎ ِ ن َواﻟْﻘ “Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki” (Kalem 68/1-2) Nun” un, Nokta’da gizlenmiş ikinci yarımı bize görünmeyen batınıdır. “Nun” harfinin bize görünen kısmının sayısal değeri 50’dir. İki “Nun” yani görünen (zahir) ve görünmeyen (Bâtın) yönlerini birleştirirsek “Nun” un dairesi tamamlanır. “Nun” un cisim çanağının üstünde daire görünür, “Nun” daki bâtınını işaret eden tek nokta dairenin tamamlanmasıyla zâhir ve bâtın simgesi olarak dairenin üzerinde yer alır. Harflerin üzerindeki noktalar bilgiyi işaret eder. Böylece “Nun” un tamamlanmasıyla ( “ ) قKAF” harfi meydana gelir. İki “Nun” un sayısal değeri 50 + 50 = 100 olur ki o da “Kaf” olur. “Kaf”, “Nun” dur. Yani “Kün” lâfzında “Nun” varlığa yine Kendinden, kendiyle, kendi çıkar. NECDET NUN ( )نunun, En-Nur olarak zuhura çıkması; Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır, nefislerini idrak edip rablerini bilirler. ( َ ) نNE NECDET’te ki “Nun”, fetha harekesiyle, yani kendindeki varlık nurunu açmaya başlamış ve tafsile çıkmıştır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. Sükûn halindeki “Nun”, “Elif” te ki Zâti özelliklerle varlığa sirayet etmiştir. “Nun” da ki El-Aliym ismi fethayla El-Kadiyr ismiyle kudret kazanıp kendindeki ilmi aşikâr etmiştir. El-Aliym isminden yed (el) ile yani El-Kadiyr ismiyle kudret ve kuvvet ile EnNur ismi ilmi varlıkları zuhura çıkarmıştır. Tıpkı güneş gibi. 116 118 Güneşin ışığıyla eşyanın görülmesi mümkün olur, ama kendisi görülemez. Güneşin nuru yeri aydınlattığı gibi NECDET'in nuruda yani ilmide beden karanlığındaki ruhu aydınlatır ve beden yeniden hayat bulur. ( ْ ) ﻧَﺞNEC NECDET’te ki “Cim” ( “ ) ﺟ جCim” ; Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir. İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine (İbn Arabi) “Cim” ( ) ﺟ جferdani makamların ilkidir. Nedeni “Cim” harfinin sayısal değeri üç’tür. Tek sayıların ilki üç’tür. “Dereceleri yükselten” isminin zuhurunun kemali ancak bütün dereceleri “Cami” huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekamül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Bu ismin mazharıda insandır. En kâmil tecelli yeri ise Efendimiz Hz. Muhammed’dir (S.a.v). İnsan için vücudi ferdiyet, Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v) içinde insani ferdiyet söz konusudur. Çünkü asıl itibariyle Kâmil insan odur. Onun dışındaki kâmiller onun mazharlarıdırlar. Efendi babacığımız sultanımız Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.), isminin terkibinde yer alan (Cim) harfi nedeniyle onlardan biridir, ferdiyet makamının El-Cami isminin ender zuhur mahallerindendir. İnsani ferdiyetin mazharları vardır. Bunlardan biri Allah’ın sadece Onu kendi elleriyle ve kendi sûretinde halk etmiş olmasıdır. Yine göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındıkları emânetin sadece ona yüklenmesi de insani ferdiyetin mazharlarından biridir. Bir diğeri sadece Onun büyük hilâfete sahip kılınmasıdır. En büyük Zat isminin (Allah) sırrına sahip kılınması da bu mazhariyetin bir göstergesidir. Yalnız insan, hem Hakk’ın hem halkın sûretini üzerinde taşır. Bütün isimler sadece insana öğretilmiştir. El-Cami ismi Allah’tır. Bu yüzden yüce Allah Âdem’in bedeninin hayatında iki elini cem etmiştir. 117 119 “İki elimle halk ettiğim…” El (yed) kuvvet anlamına gelir. Allah; “Güçlü kuvvetli Davud…” (Sad 38/17) buyurmuştur. Yani kuvvet sahibi. “Yed” (El) kelimesinin çoğulu “Eyd” kuvvet anlamındadır. Allah bu insani hayatın kemalini irade edince onun için iki elini cem etti ve ona âlemin bütün hakikatlerini verdi. Bütün isimler aracılığıyla ona tecelli etti. Böylece hem ilâhi sûrete hem de kevni sûrete haiz oldu. Onu âlemin ruhu kıldı. İnsan bu Cami isme sahip olduğundan Zâtı itibariyle iki huzura da kabildir. Bu yüzden hilâfet ve âlemin tedbir ve tafsili yetkisi onun için sahihtir. Biz burada İnsân-ı Kamil’den yani “NEC” ( ْ ) ﻧَﺞoluşumuna haiz Efendi babacığım NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) dan bahsediyoruz. O, Allah’ın halk ettiği olup, halk ettikleri için Allah’ın gölgesidir. Bu yüzden Halife’dir. NECDET’te ki “Cim” ( ) ﺟ جharfinin başka bir özelliği de; “Cim” harfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle El-Celâl ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan El-Cami isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemal makamında birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama tecelli eden cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce Allah Yusuf’a (a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur sayesinde misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi. Hayal en büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder. “NEC” ( ْ ) ﻧَﺞoluşumunda “Cim” harekesiz hareketsiz mutlak sükûnda kalmıştır. Ahmedi Ahadi kemal ve Yusufi makamda ki güzellik kemâli, El-Cami isminin zuhur mahalli olması dolayısıyla toplayıcılığından harekete geçmeyip kendinde kendiyle sükûnda kalmıştır. “NEC” ( ْ ) ﻧَﺞmakamı Cemâlin, Celâlin,Kemâlin toplandığı (Cami) halifelik makamıdır. () ﻧﺟد NECD 118 120 “NECD” Arapçada yüksek yol, rehber, yardım etmek, gâlip gelmek gibi anlamlara gelir. “NEC” makamıyla sükûndaki kemâlâtında gark olmuş halifelik makamı yani Ahmedi Ahadi kemâl, kendindeki mevcut potansiyelin seyri için “Dal” ( ) دharfine tenezzül etmiştir. Bu makam buraya kadar kendinde mevcut olan mertebelerin oluşumların “Dal” aynasına yansıtılarak seyre çıkmasıdır. (NECD) Şimdi “Dal” harfiyle ve NECDET’te ki “NECD” makamıyla ilgili oluşumu incelemeye çalışalım; “Dal” () د Dal oluş âlemindendir ki, oluş âlemi Oluştan intikal etmiştir; ne hakikati ne eseri vardır Hakikatleri her göz sahibinin göremeyeceği kadar yücedir Beşerin ulaşmasından onu tenzih ederim Onda devam vardır; Hakkın cömertliği ise onun menzilidir Çiftler ondadır, âyetler ve sûreler ondadır. (İbn Arabi) Kabzedilen için belli bir sınır koyan El-Kabid ismidir. Dolayısıyla El-Kabid ismi sınırları belirleyen ve mertebelerin ayrışmasını sağlayandır. Çünkü her şeyin ve her mertebenin, onu sınırları içinde tutup belirginleşip ayrışmasını sağlayan kayıtları vardır. Yani El-Kabid ismi El-Mübin isminin zuhurunu gerektirir. Birbirlerinden ayrışan eşyanın hakikatleri ise El-Mübin ismiyle açıklığa kavuşur. Bu aynı zamanda El-Metin isminin de zuhurunu gerektirir. Çünkü açıklık metinliğin (sağlamlığın) mazharlarındandır. Sağlamlık, metanet olmadan kabzetmenin bir anlamı olmaz. Diğer bir ifadeyle eğer kabzeden sağlam olmasa kabzedilen şeyin kabzada baki olması söz konusu olmaz. Bu mertebe El-Metin isminindir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur; 119 121 “ َ”واﻟﺳﱠ ﻣَﺎء َﺑ َﻧ ْﯾﻧَﺎھﺑَﺎ ِﺄ َ ْﯾ ٍد َوإ ِ ﻧﱠﺎ ﻟ َﻣُوﺳِ ﻌُون َ “Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.” (Zariyat 51/47) Bu âyette geçen “Eyd” kelimesi kuvvet anlamındadır. Yine “ ٌاﻷ ْﯾ ِدإ ِ ﱠﻧ ُﮫأ ﱠَواب َ ْ ”اﺻْ ﺑ ِرْ ﻋَ ﻠ َﻰ ﻣَﺎﯾَﻘ ُوﻟ ُونَ َو ْاذﻛُرْ ﻋَ ﺑْدَ ﻧَﺎ دَ اوُ ودَ ذَ ا “ Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah'a yönelirdi.” (Sad 38/17) Görüldüğü anlamındadır. gibi burada da “Eyd” kelimesi kuvvet Ay ile El-Mübin ve El-Metin isimleri arasında da alâka vardır. Çünkü Kur’ân, Ay’ı nur olarak nitelendirir. Nurun en önemli sıfatı ise açığa çıkartma ve metanettir. Çünkü lâtif olmasına rağmen karanlıkları ancak nur kahreder. Allah hakkın nurunu El-Mübin ismiyle birlikte zikretmiştir. “Onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır” (Nur 24/25) “Gerçekten size Allah’tan bir nur apaçık bir kitap geldi” (Maide 5/15) El-Metin, sûretlerinin, tecellilerinin ve eserlerinin çeşitliliğine rağmen ayni değişmeyen sabit demektir. Bu bakımdan Nur gibidir. Allah ona kuvvet verdi ve onunla nitelendirdi. Yani ElMetin isminden ona kuvvet verdi. Yine ona hikmet ve güzel konuşma niteliğini bahşetti. Âdem (a.s.) ile Davud (a.s.) birçok yönden birbirleriyle alâkalıdırlar. Bu alâkaların büyük çoğunluğu da El-Mübin ve El-Metin isimlerinden kaynaklanmaktadır. El-Mübin isminden olmak üzere her ikisi de kâmil ve güzel konuşmaya has kılınmışlardır. Allah Âdem’le (a.s.) ilgili “Ben yeryüzünde bir halife halk edeceğim” (Bakara 2/30) 120 122 “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara 2/31) Davud (a.s.) ile ilgili olarak da şöyle buyruluyor; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık” (Sad 38/26) “Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik” (Sad 38/20) Hz.Muhammed’le (S.a.v) ile ilgili olarak; “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler” (Fetih 48/10) “O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrâil) öğretti” (Necm 53/3-4-5) Rasûlüllah (S.a.v) kendisiyle ilgili olarak buyurmuştur; “Bana Cevamiul Kelim verildi” şöyle “NECD”, El-Cami, El-Mübin ve El-Metin isimlerinin yani üç hilafet makamının cem edildiği mahal olmuştur. Varlık mertebeleri insan ile kemâle erdiği gibi insan mertebeleri de konuşma ve hilâfetle kemale ermiştir ki bu iki mertebe kâmil anlamda NECDET’te zuhur etmiştir. Bu mertebenin harfi “Dal” dır. Bu harf Davud isminin başını ve sonunu Âdem isminin de ortasını (kalbini) Muhammed ismininde sonunu oluşturur. Sebat ve şiddet harfidir. Çünkü El-Metin isminden destek görür. Sayısal değeri dörttür. Bütün hayatın kıyamı onunladır.(Dört unsur) “Dal” harfi sesli, sert, açık ve yaygın harflerdendir. Kendisinden sonraki harflerle bitişmediği içinde mukaddes harflerdendir. Davudi makamınıda kapsadığı için riyaset ve hilâfete uygundur. Efendimiz (S.a.v) Zebur’da geçen ismi “İKLİL” dir. “El-İklil” taç demektir. Taç menzili bu harfindir. “NECDET” (NECD) makamı üç hilâfeti de bünyesinde barındırmasıyla, toplayıcılığın (CAMİ), açıklığın açıklayıcılığın (MÜBİN), sağlamlığın (METİN) mahalli olmakla TACIN, TAÇ menzilinin varisi olmuştur. 121 123 Şimdi ilgisi olması dolayısıyla Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hayatından küçük bir alıntı ve bu mertebeyle bağlantısı; İstanbul’da bulunduğu dönemlerde evlerinde misafir olarak kaldığı halası Rahmiye Hanımın eşi M. Nûsret Tûra Bey, ondaki özellikleri ve muhabbeti keşfedince, onu boşta bırakmamak ve kendisine faydalı olabilmek düşüncesiyle, kendi mürşidi olan ve aynı zamanda Fatih dersiâmlarından ve Süleymaniye Kütüphanesinin müdürlüğünü de yapan, Uşşâki şeyhlerinden Hazmi Tûra Uşşâki Efendiye gönderir. Hazmi Tûra Uşşâki Hazretlerinin huzuruna, elindeki tanıtım kağıdıyla giden ve kabul edilen Necdet Ardıç Bey böylece tasavvufi hayata, yani gönül yolculuğuna da başlamış oluyordu. Mürşidi Hazmi Tûra Uşşâki Efendiye intisabından sonra mücadelesi, çilesi, fedâkarlığı, riyâzatı olan tasavvufi çalışmalarına başladı. Fırsat buldukça İstanbul Fatih’te Keçeciler Caddesindeki Bedrettin Dergâhında ikâmet eden mürşidini ziyaret ediyor, onun sohbetlerine iştirak ediyordu. Bu ziyaretlerinden ve çalışmalarından çok memnun kalan mürşidi yine bir ziyaret esnasında Necdet Bey’e şu sözlerle taltifte bulunuyor: “Oğlum, iki şeyinden memnun kaldım. Birincisi tasavvuf çalışmalarına devam etmen, ikincisi ise, gördüğün (taç giyme ve İhlas okuma v.b.) zuhuratlarındır.” Âlîm ve ârif bir zât olan Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri haftanın cumartesi günleri ikindi namazını müteakiben de Beyazıt Câmiinde Mesnevi Şerif okutuyordu. Necdet Bey imkân buldukça cumartesi günleri Tekirdağ’dan Beyazıt Câmiine gidiyordu. 1958 Yılına gelindiğinde yaşı 20 olan Necdet Ardıç Bey askerlik vazifesi için Ankara’nın yolunu tutar. Şimdiki adıyla Cumhurbaşkanlığı Muhafiz Alayı Karargah Bölüğünde 24 ay süren askerliğini îfâ eder. Necdet Ardıç Bey bir gün terzihane dükkânında dikiş makinesinin başında çalışırken bir hâl ile karşılaşıyor. Şöyle ki; çalıştığı dikiş makinesinde yüzü duvara dönük iken 122 124 birden duvardan Hazmi Tûra Uşşâki Hazretlerinin silûeti beliriyor. Bunun üzerine hemen dikiş makinesini durduruyor. Mürşidi kendisine sürekli “haydi oğlum, gayret oğlum… lâ ilâhe illâllah… haydi gayret” şeklinde görünüp bir mesaj veriyordu. Bu hâl geçtikten sonra ütü masasının yanına giden Necdet Bey ilginç bir görüntüyle karşılaşıyor. O dönemlerde ütü için mangal kömürleri kullanılmaktaydı. Yere doğru baktığında beyaz yer karolarının üzerinde siyah kömür parçalarıyla çok açık bir şekilde çizilerek yazılan, (ayn veya hemze) ve (ye) ve (dal) harflerinin olduğunu görür. O anda bunların ne anlama geldiğini bilemez. Ancak unutmamak için oradaki görüntüyü bir kağıda yazar. Mürşidi Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri’nin (k.s.) ; “Oğlum, iki şeyinden memnun kaldım. Birincisi tasavvuf çalışmalarına devam etmen, ikincisi ise, gördüğün (TAÇ giyme ve İhlâs okuma v.b.) zuhuratlarındır.” Bundan da anlaşılacağı üzere “NECD” makamı “TAÇ” mahallidir, bu da hilâfet makamıdır. Ayrıca bilindiği gibi İhlâs suresi Zati bir suredir. Bir diğer hususta; “Çalıştığı dikiş makinesinde yüzü duvara dönük iken birden duvardan Hazmi Tûra Uşşâki Hazretlerinin silûeti beliriyor. Bunun üzerine hemen dikiş makinesini durduruyor. Mürşidi kendisine sürekli “haydi oğlum, gayret oğlum… lâ ilâhe illâllah… haydi gayret” şeklinde görünüp bir mesaj veriyordu.” Gayret şeklindeki mahalline himmetidir. telkini El-Metin isminin zuhur Bu hâl geçtikten sonra ütü masasının yanına giden Necdet Bey ilginç bir görüntüyle karşılaşıyor. O dönemlerde ütü için mangal kömürleri kullanılmaktaydı. Yere doğru baktığında beyaz yer karolarının üzerinde siyah kömür parçalarıyla çok açık bir şekilde çizilerek yazılan, (ayn veya hemze) ve (ye) ve (dal) harflerinin olduğunu görür. O anda bunların ne anlama geldiğini bilemez. 123 125 Ancak unutmamak için oradaki görüntüyü bir kağıda yazar. Bu hadiseyi (tecelliyi) sonradan Necdet Bey, Nûsret Efendiye anlattığında, “oğlum üç harften (IYD) meydana gelen bu kelime (bayram) demektir.” O anda onun bayramı yani Hakk’a vuslatı imiş, diye kendisine ifade ettiğini bildirmiştir. Bu tecellinin Hazmi Tûra Uşşâki Hazretleri’ne (k.s.) dönük yüzü “Ayn” ( )ﻋharfiyle “AYN-YA-DAL” “İYD” Arapça bayram demektir. O anda onun bayramı yani Hakk’a vuslatı imiş, diye kendisine ifade ettiğini bildirmiştir. Bu tecellinin Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki ء ( ) harfiyle "HEMZE-YA-DAL" yani "EYD" Arapça kuvvet demek r. Yine bu oluşumda El-Me n isminin vurgusudur ve bu mertebedeki hilâfe n açık göstergesidir.(Davudi Hilâfet) Hazretlerine (k.s.) dönük yüzü “Hemze” Ayrıca "Ya" harfini başa alıp okursak "YED" olur ki o da Arapçada "El" anlamındadır. O da kuvvet ve kudre n simgesidir. () ﻧﺟد NECDE NECDET’te ki “NECD” makamıyla üç hilâfet hakikatini yani Âdemi (Esma), Davudi (Sıfat), ve Muhammedi (Zat) mertebelerini bünyesinde toplamıştır. “NECD” makamında toplanan bu hakikatin açılımı, tafsilinin harekete geçmesi yine Zâti olarak “fetha/üstün” harekesiyle çünkü her “fetha/üstün” varlığında gizli “Elif” i barındırır kuralıyla yine Zâtından Zâtıyla bir seyre, açılıma geçmiştir. () ﻧﺟدت NECDET “NECDE” ile harekete geçen bütün mertebeleri bünyesinde barındıran Zâti hilâfet kendindeki hakikatleri 124 126 aşikâr edecek zuhur mahalline tenezzül hakikatleri yansıtacak aynada “Te” ()ت etmiştir. Bu harfi olmuştur. Çünkü “Te” ( )تharfi yetkin kulluk mahallidir. Muhatab alınan makamdır. “Ene – EnTe” Şimdi “Te” ( )تharfini ve NECDET’te ki “Te” oluşumunu incelemeye çalışalım; “Te” ()ت ()ت Te, bazen görünür, bazen gizlenir Kavmin varlığında payına onun çeşitlilik düşer Mertebesi Zatı ve sıfatları kuşatır Onun fiil mertebesinde temkini yoktur Ortaya çıkarıp gösterir sırlardan gariplikler izhar eder Levh mülkünü, kalemleri ve Nun’u Leyli, şemsi, A’lâ’yı ve Târık’ı Zâtında, Duhâ’yı İnşirâhı ve Tin’i (İbn Arabi) “Te” ()ت harfinde ki üst noktalar yani bilgi noktaları birincisi NUN ( )نharfindeki ulûhiyyet noktası ikinci nokta kendi varlığının hakikatinin simgesi kulluk noktasıdır. “EnTe” (Sen) ancak ilim sûretinde tecelli eder. “Te” harfi ise “EnTe” (sen) şeklindeki hitap harfidir. Bu ise hitap edilenin müşahede edilmesini gerektirir. “Te” ile ilgili; bilindiği gibi o da (En-te) nin “Te” sidir, onu diyebilmek için orada hazır olan ancak gaybde olan bir (Ene) olması lâzımdır ki muhatabına (En-te) diyebilsin, aslında oradaki “Te” (ente) (ene) nin “T” deki kendini gizlemiş olan (Ene) sidir. (Ente) nin zuhur sahası “T” kaldırılınca zaten ortada kendisi kalmış olmaktadır. “T” ile Zâtın zuhur mahalli olan birey böylece âlemi şehadette tasdik olunmuş olmaktadır. Sonuç olarak () ﻧﺟدت NECDET ; “Nun” ile başlayan Ulûhiyyetindeki hakikatler En-Nur 125 127 ismiyle varlık kazanıp zuhura çıkmıştır. Zâti “Elif” in fetha harekesinde gizlenerek açması Ulûhiyyetindeki ilimleri “Cim” e taşıyarak orda toplamış ve El-Cami ismiyle zuhur bulmuştur ve burada ferdiyyet makamı oluşmuştur. “Dal” harfiyle ferdiyet makamında toplanmış üç mertebenin hilâfeti yani “Âdemi (Esmâ), Davudi (Sıfat) ve Muhammedi (Zat)” “Dal” harfinde toplanan hilâfet yine Zâti “Elif” in fetha harekesinde gizlenerek harekete geçirmesiyle “Te” harfinde ki kulluk fiil zuhuruna çıkmıştır. Ayrıca “Dal” bunların delili de olmuştur. İşte “NECDET” bütün bu barındıran yüce bir mahaldir. mertebeleri bünyesinde ”NECDET” Muhammedi varisliğin en kemâlli zuhur mahallerinden biridir. Varlık kubbesinin sütunu NECDET’tir. Kul, mukayyet şahsiyetinin benliğinden fenâ bulmadıkça onun mertebesini zâhiren göremez. Çünkü o bütün mutlaklık ve mukayyetlik mazharlarını cami en kâmil berzahtır. Açan (Fâtih) ve sonlandıran (Hatem) olan İnsân-ı Kâmil Hz. Muhammed (S.a.v) varisleriyle beraber ol. Çünkü en büyük mutluluk onların yanındadır. Onlardan yüz çevirmek ise helâktir. Yani onlarla beraberlik HAKK ile beraberliktir. Onlarla beraber olmanın yegâne maksadı ALLAH’tır. Kısaca NECDET, NECAT’tır. Terzi Oğlu. (31/10/2014) ------------------Terzi Baba. (01/12/2014) Aleyküm selâm Er… oğlum. Hamdolsun iyi sayılırız İnşeallah sizlerde iyisinizdir. (Elli üç risâlesi) güzel olmuş ellerinize dilinize gönlünüze sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. İnsân-ı Kâmile gelince, ben size onun "Abdül kadir 126 128 Akçiçek) tarafından yapılmış olan, çevirisinin ve bizimde o kaynaktan yapılmış olan, sohbetlerimizin kısmen kayda alınmış yazılarını ve kitabın kendisini size getireceğim ayrıca sizde onların sesli kayıtları da vardır, bunların hepsini gözden geçirerek bilgisayar ortamına aynen aktaracaksınız, daha sonra ben tekrar onların, cümle kuruluşlarını ve değişecek yerlerini düzenleyip, son haline getireceğim, bunları daha sonra değerlendireceğiz. Evvelâ sohbet kayıtlarının kayda geçmesi gerekiyor. Bu malzemeleri ben Kavacığa gelirken getireceğim İnşeallah onların üzerinde çalışmalar yapılacak. Senin bahsettiğin İnsân-ı Kâmil ile bir çalışmamız yoktur. Cenâb-ı Hakk dünya ahret bütün işlerinizde kolaylıklar nasib etsin, İnşeallah gelince görüşürüz. kısmet olursa yarın salı sabah erkenden yola çıkacağız, yaklaşık saat (4-5) gibi kısmet olursa Tekirdağına varmış oluruz. Nu…. kızımıza sana annene selâmlar Nüket Annenizinde selâmları vardır. Hoşça kalın Efendi babanız ------------------Er…. Ay… (30/11/2014) Selâmün Aleyküm Efendi Babacığım Siz ve Nüket annemiz iyisinizdir İnşeAllah Babacığım bundan bir kaç zaman evvel Nu…'e daha evvel Kitsan'ın yayınladığı İnsân-ı Kâmil'i okumamıza rağmen sizin şerhiniz olduğu için yeniden okumamız gerektiğini söylüyordum. Verdiğiniz görev bizi hem çok mutlu etti hem de böyle ağır bir eserin lâyıkıyla hazırlanması telaşı başladı. Babacığım Allah'ın izni sizin himmetinizle İnşeAllah en güzel şekilde hazırlamaya çalışacağız. Babacığım yalnız dikkati mi çeken bir şey oldu Ayrı zamanlarda İnsân-ı Kâmil sohbetleri yapılmış biz hangisini metne dökeceğiz? Babacığım Allah nasip ederse Kavacığa geleceğiz. 127 129 Efendi babacığım bir de geçen ay Kavacık sohbetinden sonra Adapazarına otobüsle dönerken yanımda sizin 6 Peygamber serisinden Hz. Muhammed (sav) kitabı vardı. Onu incelerken “53” ile ilgili karşıma işaretler çıktı. Benim de gönlümden böyle bir derleme yapmak geçti. Babacığım Allah'ın lütfuyla sizin himmetinizle Hamdolsun bitti, ekte size gönderdim. Hata ve kusurlarımız olmuşsa affınıza sığınıyorum. Babacığım risâlenin sonuna hayatımda ilk defa belki de haddim olmıyarak size bir şiir yazdım. Sizin ve Nüket annemizin ellerinden öperiz. Annemin ve Nu….'inde selâmları vardır. ------------------(SELASE (T) VE HAMSÜN) ELLİ ÜÇ RİSALESİ اﺑِﺴْﻢِ اﻟﻠّٰﮫِ اﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ اﻟﺮَّﺣِﯿﻢ BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM Bu risâle ; Canımızın cananı, gönlümüzün sultanı, Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s) Hazretlerine ithaf olunur. Salât ve Selâm Efendimiz Hz.Muhammed (S.a.v.)’in üzerine olsun. Pirlerimizin Himmetiyle Gayret bizden Tevfik Allah’tan. -------------Bu risâle, Zâhiri NECDET bâtını AHMED olan, Efendi Babacığımın zuhur mahalli olduğu Elli üç sayısının hakikati 128 130 ve bağlantıları hakkındadır. 53 sayısı, Çok özel bir sayı olup, Hakikati Muhammedi üzere Hakk’tan kendisine verilen şifre, anahtar bir sayıdır. Tarikat-ı Âliyye-i Uşşâki yolunda Makamı Velâyet sırası da 53 tür. (Terzi Baba 2 kitabından alıntıdır.) Şimdi NECDET () ﻧﺠﺪت, AHMED ( ) اﺣﻤﺪVE ELLİ ÜÇ (( )ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻤﺴﻮنSelâsetün ve hamsün) ismini oluşturan Arapça harflerin kendi başına anlamları ve harekeleriyle ve yan yana geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduklarını incelemeye çalışacağız inşeAllah. AHMED ( ) اﺣﻤﺪ, “ELİF,HA,MİM VE DAL” harflerinden meydana gelir. Ebced sayı değerlerine bakarsak; “ELİF” ( “HA” )ا :1 ( )ﺣﺢ: 8 “MİM” ()ﻣﻢ “DAL” ( )د : 40 :4 Sonuç olarak ; 1+8+40+4 = 53 AHMED ( ) اﺣﻤﺪ, 53’tür. 53 (Elli üç) Efendi Babacığımın şifre sayısıdır. AHMED ( ) اﺣﻤﺪ: Çok hamdeden, çok övülmeğe ve medhedilmeğe lâyık, çok sevilen, beğenilmiş sözlük anlamlarına gelir. Ahmed Arapça HAMD kelimesinden türetilmiştir. Şimdi AHMED ( ) اﺣﻤﺪismini oluşturan Arapça harflerin kendi başına anlamları, ve harekeleriyle ve yan yana geldiklerinde, nasıl bir anlam oluşturduklarını incelemeye çalışacağız inşeAllah. 129 131 AHMED isminin kelime kökü ( oluşumuyla inceliyelim; ( اﻟْﺤَﻤْﺪ ) EL HAMD ) الEL “EL” Arapça harf-i tariftir yani belirlilik takısıdır. Arapçadaki el ( )الtakısının Türkçede bir karşılığı yoktur. Bu takının görevi önüne geldği kelimeyi belirli hale getirmektir. “EL” takısıyla İlim “Elif” i ve irade “Lâm”ı âşikâr hale gelir belirsizlik ortadan kalkar ma’nâ oluşur. Zâtındaki “Elif” (İlim), sıfatına yani “Lâm” a tenezzül etmiştir. Zatıyla, sıfatında Gizlenmiştir. ( َ ) اﻟﺢEL HA İrade “Lâm” ına aktarılan diğer bir deyişle “Lâm” da yani Hadis’te zuhur bulan ma’nâ “Ha” ile birlikte Kelâm makamında gizli “Elif” le, yani zâti olarak, desteklenerek oluşturulmaya başlamıştır.”Ha” daki Kelâmi hakikat fethayla hareketlendirilerek açılmaya başlamıştır. “Cevamiul Kelim” meydana gelmiştir ( ْ ) اﻟْﺤَﻢEL HAM Kelâm “Ha” sı sükundaki işitme “Mim” ine bitişip oluşan zâti kelâmı Mülk “Mim” inde işittirmiştir. “Mim” bu oluşumda hareke almayıp sükunda kalmıştır. Kelâmın kabulü için bu şarttır. “Ha” arş, “Mim” de arş’ın ihtiva ettiği şeyler olmuştur. “Ha” yücedir. Yüceliği içinde bulundurduğu “Elif” tir. “Ha” nın açığa çıkıştaki lâfız harfleri “Ha-Elif ve Hemze”dir. “Mim” kendi içinde “Elif”i dolaylı bulundurur. “Mim” in lâfız harfleri “Mim-ya-mim”, “Ya” (Ya-Elif-Hemze) dir. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in yüceliği alçaklığındadır. Böylece Ulûhiyette başlayan Zâti Kelâm (Ha) bütün mertebelerden geçip, aşağıların aşağısı olan mülk’te (Mim) işittirilmiştir. “Cevamiul Kelim” Kelâmın ma’nâ’sı “Mim” in sükunda kalmasıyla “Mim” e aktarılmıştır. Bu külli oluşum HA-MİM 130 132 ( ) ﺣَﻢolmuştur. Diğer bir deyişle Hakikat-i Muhammedi. ( ) اﻟْﺤَﻤْﺪEL HAMD HA-MİM ( ) ﺣَﻢde oluşan kelâmi ma’nâ, “Ha” ile başlayan “Mim”e kadar ki bütün mertebelerde fiile çıkabilmek için, bu oluşumu taşıyacak bir mahalle ihtiyaç duymuştur. “HAM” : Olgunlaşmamış anlamındadır. Ham halindeki oluşum kemâlatını tamamlamak için cismin simgesi olan “Dal” ( )دile birleşmiştir. Bu oluşan mertebenin adı HAMD ( ) ﺤَﻤْﺪolmuştur. Zâti Kelâmın (Ha), Mülk âleminde (Mim), cisimde (Dal) birleşmesiyle, Mülk âlemindeki her varlığın bu mertebedeki ismi HAMD ( ) ﺤَﻤْﺪolur. Her zuhur mahalli “HA-MİM” in tecellisinden başka bir şey değildir. HAMD, ALLAH içindir. Her zuhur mahalli Allah’ın bir kelimesidir. Her zuhur mahallinden açığa çıkan ma’nâ, Cevamiul kelim olan Allah içindir. Aynı zamanda HAMD ; Sıfatların ve birliğin bölünmesi mahallidir. Bu sırra erişenler, hadislik yönlerini yani “Lâm” oluşlarını (ُ)اﻟْﺤَﻤْﺪ,sona taşırlarsa mertebenin adı ( ) ﺣﻤﺪلHAMDELE olur. “Hamdele” : Sözlük anlamı Elhamdülillâh demenin kısaca ismidir. Sonuç olarak; “Lâm” : Sonradan halk edilmiş (Hadis) yani HAMD olan zuhur mahalli kendindeki velâyeti bilirse varis olur. Bu da ondaki hadisliği ortadan kaldırır. Hadis, Kadim’e bitişince ondan geriye iz kalmaz. “Lâm” ı çıkmasıyla (ُ)اﻟْﺤَﻤْﺪ, oluşumun yeni ismi AHMED ( olan velâyetin taşıyıcısıdır. ) اﺣﻤﺪolur. AHMED ()اﺣﻤﺪ 131 133 “Bugün AHMED benim, ama dünkü AHMED değil” (Hz.Mevlânâ) Bugün AHMED ()اﺣﻤﺪ, Efendi Babacığım Hacı NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretleridir. “Ama dünkü AHMED (s.a.v.) değil” HAMD olan ALLAH içindir. AHMED : Zâtının Sıfatındaki zuhur mahallidir. AHAD ve AHMED’E yapış ki, beden ebu cehilinden kurtulasın. (Hz. Mevlânâ Mesnevi) Şimdi Efendi Babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretleri ve kendisine tahsis edilen ELLİ ÜÇ ( )وﺧﻣﺳون ﺛﻼﺛﺔ sayısının yazılımını oluşturan, Arapça harflerin kendi başına anlamları, ve harekeleriyle ve yan yana geldiklerinde nasıl bir anlam oluşturduklarını ve Efendi Babacığım ile ilgili bağıntısını incelemeye çalışacağız inşeAllah. (ﺧَﻤْﺴُﻮن ( ) ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ َوSELÂSE VE HAMSUN) ( ) ثSE SE’nin zâti özellikleri yücedir Nitelikte ve fiilde, kalemler onları yazar Tek başına zât sırrıyla tecelli ederse Birinci günde, halk ona ibadet eder Nitelik sırrıyla sabit olarak tecelli ederse İkinci gün, niteliği kendisini över Fiil sırrıyla tecelli ederse Üçüncü gününde, âlem onu mutlu eder (İbn Arabi) 132 134 ( ) ثSE : Arap alfabesinde dördüncü harftir. Ebced sayı değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça 500 rakkam olarak şöyle yazılır ; “. . 0“ “SE” harfinin lâfız harfleri “SE – ELİF (Hemze)” dir. () ث SE harfinin alt çanağı “ELİF” in aynasıdır. Üst noktalar bilgi noktasıdır. ( ) ثSE harfinin üstündeki üç nokta Zâtını yansıtan; Sıfat, isim ve fiil noktalarıdır. A’yân-ı sâbite mahallidir. İlgisi olması bakımından Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden; İLK TAAYYUN MERTEBESİ, VAHDET MERTEBESİ Bu mertebe salt zâtın cemâlindeki gark olunmuşluğun dan haberli olma mertebesine tenezzülünden ibarettir. Bu tenezzül vücûdun zâti gereğidir. Onun bu haberli oluş mertebesine “Ulûhiyyet mertebesi” denir. Vücûd bu mertebede kendisindeki sıfatları ve isimleri kapsam oluşu yoluyla öz olarak bilir. Ve sıfatlar bu mertebede kendisinin aynı olduğundan bu biliş, kendi zatına olan bilişten ibarettir. Bundan dolayı vücûd bu mertebede bütün isimler ve sıfatlar ile isimlenmiş ve sıfatlanmış ve vasıflar ile vasıflanmış olduğundan “ALLAH” cami’ isminin mertebesidir ve bu isim ile isimlenmiştir. Bu mertebe, taayyün etmemiş zâtın, taayyün sûretiyle açığa çıktığı ilk tenezzül mertebesidir. Buna “ilk taayyün” ve “mutlak ilim” de derler. Çünkü bu mertebede zâtın şuuru ve vicdanı bilinen ve gayriyyet kaydı olmaksızın mutlaktır. Buna “hakiki vahdet” mertebesi de derler. Çünkü bu “ilk taayyün” nefsinin ismidir ki, “vahidden ancak vahid cıkar” demektir. Bu mertebede sayma ve adetler ve çokluk ve fertler yoktur. Olmak ve olmamak arasında iki tarafta eşittir. Bu mertebe ( ) ثSE harfinin mahallini oluşturan “ELİF” mertebesidir. İkinci taayyun mertebesi, Vahidiyyet mertebesi. 133 135 Vücûd, ilk taayyün mertebesinde isimlerini ve sıfatlarını öz olarak bilmekle beraber, bu isimler ve sıfatlarının icab ettirdiği bütünsel ve parçasal ma’nâların hepsinin sûretleri, bu ikinci taayyün mertebesinde ayrılırlar. Mevcut eşya hakikatlerinden ibaret olan bu sûretlerden her birinin gerek kendi zatına ve gerek kendi zatının benzerine asla şuuru yoktur. Çünkü onların vücûdları ve farklı oluşları ilmidir. Vücûd bu ilmi sûretler sebebiyle çeşitlenir ve çokluk halinde olur. Bu mertebede açığa çıkan her bir ilmi sûret, harici eşyadan her birinin hakikati ve onu terbiye eden Rabb-ı hassıdır. Sufi deyiminde her bir ilmi sûrete “ayn-ı sâbite” ve bütün olarak “a’yân-ı sâbite” derler. İlmi sûretlerden ibaret olan “a’yân-ı sâbite” kendi asli yoklukları üzerindedir. Onlar harici vücûd kokusunu koklamamışlardır. Şehadet âleminde açığa çıkan sûretler ancak onların yansımaları ve gölgeleridir. “A’yânı sâbite vücûd kokusu almamıştır” dedikleri budur. Bu mertebe ()ث SE harfinin üzerindeki bilgi noktalarıdır. Bir bütün olarak ( )ثSE harfi Zâtı, sıfatı, ismi ve fiili bünyesinde barındıran A’yân-ı sâbite mahallidir ve mutlak ferdiyet makamıdır. Çünkü A’yân-ı sâbite vücûd kokusu almamıştır. ( َ ) ثSE “S” harfindeki sükûn mahall (A’yân-ı sâbite) fetha harekesiyle, hareketlendirilip varlık zuhuruna çıkmaya başlamışlardır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. “Elif” a’yân-ı sâbite mahallinin Nefes-i Rahmanıdır. Nefes-i Rahmâninin nefeslendirmesiyle a’yân-ı sâbitedeki ilmi sûretler “KÜN” (Ol) sözüyle zuhura çıkmışlardır. Fertlerin ilki üçtür. Halk etme zuhura çıkarma bir’den değil, Fert’ten zuhur bulmuştur. Üç sayısı sayı mertebelerinin ilk ferdidir. Çünkü onun altı “iki” ile bir”dir. “İki” çift sayıdır. Ve “bir” ise sayılardan 134 136 sayılmayıp, bütün sayıların kaynağıdır. Ya'ni bütün sayı mertebeleri “bir”den oluşur. Çünkü sayı mertebeleri “bir”in tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Mesela 1 + 1 = 2 olur. Ve “iki” mertebesinde “bir” bulunmakla beraber âşikâr ve zâhir değildir, onda gizlidir. Ve aynı şekilde 1 + 1 + 1 = 3 olur. Ve “üç” tek olan sayı mertebelerinin birincisidir. Şimdi “üç” zâhir olunca “bir” gizlenir. (Tedbirat-ı İlâhiyye) ُإ ِﻧ ﱠﻤَ ﺎﻗ َﻮْ ﻟ ُ ﻨ َﺎ ﻟ ِﺸَﻲْ ءٍ إ ِذَاأ َرَ ْدﻧ َﺎه ُأ َنﻧ ﱠﻘ ُﻮلَ ﻟ َﮫُ ﻛُﻦ ﻓ َﯿ َﻜُﻮن Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece Ol (kün) dememizdir. Hemen oluverir. (Nahl 16/40) Oluşum üçlemeyle Kün (Ol) ’den meydana gelmiştir. Hattâ Kün’de kendi içinde üçlüdür. (Kaf-Vav-Nun) Kün varlığa ait bir emir lâfzıdır, ondan ancak varlık çıkar. Bu kelime, birdir ve şahıslarıyla çoğalır. Bütün varlıklar Allah’ın tükenmeyen kelimeleridir. Çünkü hepsi “Kün” den meydana gelmişlerdir. “Kün” ise Allah’ın kelimesidir. Teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyetten yani teklikten ibaret olan İlâhi hazretten âlem mevcud oldu. Bundan dolayı, bir şeyin zuhuru için "zat', "irade" ve "söz" olmalıdır. Sonuç olarak ; “( )ثS” mahallinde yani A’yân-ı sâbite’ de bütün halde sükûn halde bulanan ilmi sûretler ( َ ) ثSE fethayla yani gizli “Elif” ile harekete geçirilmesi nefeslendirilmesiyle “KÜN” (ol). (Kaf-Vav-Nun) sözüyle üçleme, yine üçlemeyle zuhura çıkmaya başlamıştır. Ferdiyet makamı yine kendi ferdiyetiyle Hayat bulmuştur. (ﻞ َ ) ثSEL َ“ ) ثSE” mertebesinde zuhura çıkmaya başlayan ilmi suretler (“) لLâm” harfinde varlık sahasına çıkmıştır. ( (“) لLÂM” 135 137 Lâm yüce mukaddes ezele aittir, Makamı yüce, heybetli ve nefistir, Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder, Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder, Sana ruh olarak üç hakikati verir, İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar, (İbn Arabi) (“) لLÂM” harfi ebced sayı değeri otuzdur. “Lâm” harfinin lâfız harfleri “Lâm, Elif ve mim” dir. Lâm harfinin iki yönü vardır. Bir yönü Melekût âlemine dönük, bir yönüde mülk âlemine dönüktür. Dolayısıyla Lâm’ın Elife dönük yüzü melekût âlemini, mim’e dönük yüzüde mülk âlemine bakar. İkisi arasında orta âlem oluşur. Bu da nefsin makamıdır. Gizli “Elif” ile yani fethayla nefes kazandırılan mahall “Lâm” aynasına tenezzül etmiştir. Lâm harfinin hattı, insanın ayn-ı sâbitesinin Allah’ın ezelî bilgisinde var olduğu öğretisini sembolize etmektedir. Hak için elif, ze ve lâm harfleri belirlenmekte, bu harflerin bu sıraya göre yan yana getirilmesi ile Allah’ın ezelilîği fikri ortaya çıkmaktadır. Nûn, sâd ve dâd harfleri insan için belirlenmekte ve bu harflerden biri olan nûn’da gizli olarak bulunan elif yatay pozisyondan dik duruma geldiğinde lâm harfi; nûn’dan olma lâm’ın yarısı göz önüne alınmakla da ze ortaya çıkmaktadır. Böylece insanı sembolize eden nûn harfinden, Allah’ın zât ve sıfatını ve bu ikisini birleştiren râbıtayı temsil eden elif, ze ve lâm çıkmaktadır.(İbn Arabi Fütuhattı Mekkiyye) Yani (“) لLÂM” varlığında Kadim’i sembolize eden “Elif” in boyu, Hadis’i sembolize eden “Nun” harfinin alt çanağının birleşimden meydana gelmiştir. “Lâm” bu yönüyle berzahtır. Allah’ın ezeliliği “Lâm” harfinin zuhuruyla aşikar 136 138 olmuş, aynı zamanda hadis için zaman kavramı ortaya çıkmıştır. Kadîm için ezel neyse, halk edilmiş için de zaman odur. Ezel aynı zamanda yüce Allah’ın niteliklerinden biridir, dolayısıyla O’nun sûretindedir. Allah'ın ezeli’olarak nitelenmesi, bizimle ilgili zaman kavramıyla irtibatlıdır. Bizim “Allah vardı, beraberinde bir şey yoktu” ifadesi bağlamında bir zamansal uzanış tasavvur etmemizden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak (“ ) ثَ ﻞSEL” mertebesi; A’yân-ı sâbite’deki sükûndaki ilmi sûretler, Allah’ın Zâti muhabbetiyle, Nefes-i Rahman (Fetha) (gizli Elif) ile hareketlendirilip zuhura çıkarma mahalli olmuştur. “Elif” teklikle ilgilidir. Nuru da “Lâm” ın kıyamında parlamaktadır. Bu mertebeyi anlatması dolayısıyla; İsti’dad iki ceşittir: Birincisi yapılmamış isti’dad ki, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün (Ol)!” emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler. “Ve ma emruna illâ vahidetun ke lemhın bil basar” ya’ni “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir” (Kamer, 54/50) Âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir. Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehadet mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve gorunme yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Cunku tabiatta vücûda gelmiş olan her bir sûret kemâl bulma kaidesine tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur. (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden) -------------( ) ﺛﻼSEL 137 139 ”“ ” ﻻLâmElif” (Lâ) ( ا ) ELİF : İlâhi birliğin sûreti Elif, münezzeh zattır, acaba, Varlıklar içinde senin aynın mahallin var mı? Dedi ki: Yok iltifatımdan gayri, ben ise, Ebed harfiyim, ezeli içeririm, İşte ben seçilmiş zayıf kulum, Ve ben sultanım, aziz ve yüce olan. (İbn Arabi) (“) لLÂM” Lâm yüce mukaddes ezele aittir, Makamı yüce, heybetli ve nefistir, Ne zaman kalksa zâtı var edeni izhar eder, Ne zaman otursa oluş âlemini izhar eder, Sana ruh olarak üç hakikati verir, İpek elbiseler içinde yürür ve caka satar. (İbn Arabi) ”“ ” ﻻLâmElif” (Lâ) Her şeyi bilen Elif ve Lâm kucaklaştı, İki sevgili gibi; avam ise uyumakta, Yüce olan ayaklar birbirine dolandı, Bana bileşen o iki harften bir bildirim geldi, Kuşkusuz kalbi ma’nâsı kucakladığında, Onda var etme ve yok etme ortaya çıkar. (İbn Arabi) 138 140 ( ) اELİF ve ( ) لLâM bir araya gelince, her birisine bir meyil eşlik etmiştir. O meyil, arzu ve hevadır. Meyil, ancak arzu kaynaklı bir hareketten olabilir. Lâm’ın hareketi, zâti bir hareket, Elif’in hareketi ise yatay bir harekettir. Böylelikle Elif’in otoritesi kendisinde hareket meydana getirmek üzere Lâm’da zuhur etmiş, Lâm bu meyanda Elif’ten daha güçlü olmuştur. Çünkü o daha açıktır. Dolayısıyla onun himmeti, varlık itibarıyla daha yetkin ve daha etkindir. Elif ve Lâm’ın birleştiği ilk mertebe, var etme mertebesidir. Bu mertebe “Lâ ilâhe illâllah’tır.” Bu Hakk ve Halk mertebesidir. Mutlak varlık, o Elif’tir, bu mertebede halk etmeye, sınırlı varlık ise o Lâm’dır, halk olmaya yönelir. Elif Kadim, Lâm ise hadis’tir. İki Elif yani 1 ve 1’i çarptığında tek Elif / 1 meydana gelir. Hadis (sonradan olan) ile Kadimi çarptığımızda, dışta meydana gelen hadis olacaktır. Kadim, hadisin görünmesiyle gizlenir. “Elif” zat, “Lâm” ise sıfat içindir. Ya da “Elif” Hakk’a, “Lâm” da mahlûka işaret eder. Ayrıca nefyi ve ispatı (olumsuzluk ve olumluluk) da cem ediyor. “ “ ﻻ “LâmElif” (Lâ) harfindeki olumsuzluk tenzih açısından marifetullaha işaret eder. “Benzeri gibi bir şey yoktur” Hakk Teâlâ eksiklerin, kayıtların ve kulluk acziyetinin mukabili olan ulûhiyet kemâlâtıyla nitelendirilir. “ “ ” ﻻLâmElif (hemze ile)” (Lâ) harfindeki olumluluk ise teşbihe işaret eder. “O gören ve işitendir” Bir de şu hadise işaret etmektedir. “Allah, Âdem’i kendi sûreti üzere halk etti.” Marifetullahın kemâl derecesi bu iki şıkkın cem edilmesiyle gerçekleşir. Dolayısıyla . ”“ ” ﻻLâmElif” (Lâ) İnsan-ı Kâmili sembolize eder. Zâti isimlerin en özeli ve en başta geleni “El-Vahidü’l Ahad” (Bir Tek) dir. Vahid ve Ahad isimleri “Lâ” harfindeki “Elif” ve “Lâm” harfleri gibi birbirlerinden ayrılmazlar. Dolayısıyla “Elif” zati tekliği, “Lâm” da birliği ifade eder. Buna göre Rahman’ın sûreti üzere halk edilmiş İnsân-ı Kâmil’in Hakk’ın huzuruna 139 141 olan nispeti, “Elif” in tekliği karşısında “Lam” ın birliğine benzer. Birbirine bağlanmış Elif ve Lâm bitişikliği gerçekleştirip ayrıklığı silmeyi ifade eder. Lâm’dan sonra gelen Elif başkanın izlerini siler. Kul, Lâmelif ” ” ﻻin bilgisi vasıtasıyla He “ه ”ﮫye eşlik etmiştir. ELİF LAM ﻻ HE Elif ile Lâm bitişmesi Hüviyet He’sini açığa çıkarmıştır. Hüviyet He’sini üste taşırsak halk âleminin ilk mertebesi arş ortaya çıkar ve sonra da Kürsi gelir. HE ELİF ( LAM ) اﻟﮫELH Elh : Sözlük anlamı ibadettir. Lâm ile Elif’in birleşmesi bir oluşumu daha zuhura çıkarmıştır.”İbâdet” İbâdet ne demek ; Varlık hakikatinin iki yönü vardır, Hak ve halktır. İbâdet varlık hakikatinin iki yönü arasında karşılıklı bir eylemdir. Halkın ibâdeti, özünden kaynaklanan 140 142 bir şeydir. Çünkü bu ibâdet, mümkünlerin muhtaç oluşlarından ibarettir; başka bir ifadeyle mümkünlerin sübut hallerinde yokluklarına karşı var olmalarını tercih edene muhtaçlıklarıdır. Lâm’ın Elif’e muhtaçlığı, Elif’in Lâm’a ülfetiyle varlık hüviyet kazanır. Şu halde halk edilmiş, daimi ve ezeli bir muhtaçlıktadır. Hakk’ın ve halkın ibâdeti özünde ve ayrıntılarında farklıdır. Lâm’ın yani halk edilmişin varlık sahasına çıkması için Elif’e muhtaçtır ama Elif’te sûret perdesine bürünüp zuhura çıkması için Lâm’a muhtaçtır. Kendini yansıtacak ayna için Lâm’a muhtaçtır. İki mertebenin birleşimi ayna olan hüviyet He’sidir. Elif yani (Hakk) muhtaçlığı zatından değil kendindeki sıfat ve isimlerin, halk edilmiş (Lâm) mertebesinde zuhur bulmaları içindir. Bâtın zahire ibâdet eder; bu ibâdet, bâtının zâhire dönüşmesi ve onu ortaya çıkartması yönündendir. Dolayısıyla Hadislik yönlerini (Lâm), Kadim’e (Elif) e bitiştirenler yeni bir Hüviyet (He) Kazanır. Gerçek ma’nâda ibâdet burada başlar. Yani bir Mürşid-i Kâmil de fenâ olup bekâ bulanlarda ibâdet başlar. Buraya kadar anlatmak istediğimiz Efendi Babacığım NECDET Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen 53 (Elli üç) sayısının hakikati ve 53’te ki Hakikatin Efendi Babacığımdaki tecellisidir. (ﺧَﻤْﺴُﻮن ( ) ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ َوSelâse ve hamsun) 53 (Elli üç) sayısındaki içerisinde özet olarak; buraya kadar anlatılanlar ( ) ثSE : Ferdaniyet makamıdır. Halk edilişin mahallidir. Üç’lü hakikate dayanır. Oluşum bir’den değil tek sayıların ilki üç’tendir. “Kün” (Ol) emrinin mahallidir. ” “ ” ﻻLâmElif” (Lâ) : Bununla ilgili yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu makam “El-Vahidül Ahad” olan İnsân-ı Kâmil makamıdır. ( ) ﺛﻼSELÂ; 141 143 Burası NECDET ( ) ﻧﺟدتte ki ْ ) ﻧَﺞNEC makamına tekabül eder. Çünkü NECDET’te ki NUN ()ن, “KÜN” (Ol) ( dür. Çünkü “Nun” un, Nokta’da gizlenmiş ikinci yarımı bize görünmeyen bâtınıdır. “Nun” harfinin bize görünen kısmının sayısal değeri 50’dir. İki “Nun” yani görünen (zâhir) ve görünmeyen (Bâtın) yönlerini birleştirirsek “Nun” un dairesi tamamlanır. “Nun” un cisim çanağının üstünde daire görünür, “Nun” daki bâtınını işaret eden tek nokta dairenin tamamlanmasıyla zâhir ve bâtın simgesi olarak dairenin üzerinde yer alır. Harflerin üzerindeki noktalar bilgiyi işaret eder. Böylece “Nun” un tamamlanmasıyla ( “ ) قKAF” harfi meydana gelir. İki “Nun” un sayısal değeri 50 + 50 = 100 olur ki o da “Kaf” olur. “Kaf”, “Nun” dur. Yani “Kün” lafzında “Nun” varlığa yine Kendinden, kendiyle, kendi çıkar.” NECDET’te ki “Cim” ( ) ﺟ ج, ”“ ” ﻻLâmElif” (Lâ) dır. Çünkü “Cim” harfinin sayısal değeri üç’tür. Tek sayıların ilki üç’tür. “Dereceleri yükselten” isminin zuhurunun kemali ancak bütün dereceleri “Cami” huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Yalnız insân, hem Hakk’ın (Elif) hem halkın (Lâm) sûretini üzerinde taşır. Bütün isimler sadece insana öğretilmiştir. El-Cami ismi Allah’tır. Cemâlin, Celâlin, Kemâlin toplandığı (Cami) halifelik makamıdır. Kısaca ( ) ﺛﻼSELÂ; “Kün” emrinin mazharı, Allah isminin zuhura çıktığı İnsân-ı Kâmil makamıdır. ( ) ﺗَﻠﺎَثSELÂS 142 144 ( ) ﺗَﻠﺎَثSELÂS; Yani Allah isminin aynası olarak zuhura çıkan İnsân-ı Kâmil makamında ki hakikatleri diğer mertebelerde yansıtacak ayna olmuştur. ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” VE (“ ) ﺛﻼSEL” makamlarının ebced sayı değerlerine bakacak olursak; NUN ()ن CİM ( )ﺟج : 50 : 3 ْ َ“ ) ﻧNEC” toplarsak = 53 olur. ﺞ ( ) ثSE : 500 ( ” “ ” ﻻLâmElif” : 31 (“ ) ﺛﻼSEL” = 531 olur. O da 53 + 1 den meydana gelir. ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” makamı 53’ün mutlak tekliği, (“ ) ﺛﻼSEL” 53’ te ki mutlak tekliğin, 1 (birliğiyle) zuhura çıkma makamıdır. Yani “ELİF” te ki mutlak tekliğe (AHAD) mukabil “LÂM” da ki zuhura çıkış birliği (VAHİD) gibi. “Yani "Halk etme" işi, zâtında teklik üzerine bina olunmuştur ve teklik ise sayının iki eşit kısma bölünememesi halidir. Ve teklik sayılarda "üç" ten itibaren başlayıp üç, beş, yedi, dokuz, on bir gibi yukarıya doğru gider. "Üç" ten önce "bir" ile "iki" vardır ve "bir" ise sayı değildir. Çünkü bütün sayıların kaynağıdır; ve bütün sayılar, birin çoğalmasından ortaya çıkar. Örneğin bir tane bir, bir tane bir daha "iki'' ve bir tane bir daha ilâve olunca "üç" olur. Bundan dolayı "üç" ten önceki sayı "iki" olup, bu da çifttir. Bu şekilde "üç" sayısı tek sayıların birincisidir. Ve 143 145 teslisi yani üçlemeyi içinde barındıran ferdiyyetten yani teklikten ibaret olan ilâhi hazretten âlem mevcud oldu. Çünkü "Halk etme", ulûhiyyet mertebesinde olur. Çünkü o mertebede ilâhi zat sıfatları ve isimleriyle taayyün edici olur. Ve ahadiyyet mertebesinde asla isim ve nitelik yoktur. Ve ilâhi zat kendinin sıfatları olan "irâde" ve "kelâm yani söz" ile taayyün edici olmadıkça "Halk etme" mümkün olmaz. İşte buna işaret olarak Hak Teâlâ: "Bizim bir şeye sözümüz, onu irade ettiğimiz vakitte, ona "Ol!" demekliğimizdir" (Nahl, 16/40) buyurur. Bundan dolayı, bir şeyin icadı için "zat', "irâde" ve "söz" olmalıdır. Böyle olunca ferdiyyet yani teklik hazretinde taayyün etmiş olan ilâhi zat, icad edici zat "irâde" ve "söz" sahibidir. Ve eğer bu "icad edici zat" ve herhangi bir işin var oluşunun tahsisine yönelişinin bağıntısından ibaret olan onun "irade"si olmasaydı ve daha sonra O'nun yönelişinde o şey'e "Kün yani Ol!" sözü olmasaydı, bir şey mevcud olmazdı. Çünkü bir, bir olarak durdukça, ondan hiçbir sayı çıkmayacağı gibi, bir olan zat dahi bir olan zat olarak kaldıkça bir şey açığa çıkmaz. Fakat birin zatında mevcut olan bağıntılar açığa çıkınca, örneğin 1/2, 1/3, 1/4, 1/5, gibi birin yarısı, üçte biri, çeyreği, ve beşte biri zuhur edince, sayılar peyda olur. İşte bunun gibi "irâde" ve "söz" ulûhiyyet zâtının sıfatları ve bağıntılarıdır. İcad onların açığa çıkmasına bağlı olan bir esastır. Şu halde “zat” ve "irade" ve "söz" üç şeydir; bunların bir arada oluşundan "ferdiyyet yani teklik" hasıl olmuştur. Yani ferdiyyet hazretinde taayyün etmiş olan ilâhi hazret, yani icad Edici hazret için üçlü ferdiyyet sabit olduktan sonra, buna karşılık olarak vücûdu kabul eden "şey"de de, aynı şekilde üçlü ferdiyyet zâhir oldu ve o üçlü ferdiyyet sebebiyle o şey tarafından onun var edilişi ve vücûd ile vasıflanması geçerli oldu. "Tekvin yani var ediş" bir şeyi var edilmiş kılmaktır. Ma’nâsı budur ki, Hak Teâlâ bir şeye "Kün yani Ol!" sözüyle emrettiğinde, o şey kendi nefsini mevcud kılar Şimdi, bir "şey"in kendi nefsini mevcud kılması onun 144 146 nefsi tarafından olan üçlü ferdiyyet iledir. Eğer icad edici zâtın üçlü ferdiyyetine karşılık, onun da üçlü ferdiyyeti olmasaydı, ilâhi ferdiyetin te'siri olmazdı. Çünkü "te’sir edenin" karşısında bir "te’sir edilen" olmayınca hiçbir eser ortaya çıkmaz. Bundan dolayı te’sir edicideki te'sirin sabitliği, te’sir edilenin vücûdu ile olur. İşte bunun gibi Hakk'ın ferdiyyetinin sabitliğide "şey"in ferdiyyetine bağlıdır. Ve "şey"in ferdiyyeti de, ilk olarak onun ilâhi ilimde sabit olan "şey'iyyet"idir. İkinci olarak “Kün yani Ol!'' ilâhi sözünü "işitme"sidir. Üçüncü olarak kendi vücûdunu icadında Mükevvin'i yani Var Edici’si tarafından olan "emre uymasıdır". Şu halde, bir şeyin icadını gerektiren şey, gerek kendinin ve gerek Mucid'in ferdiyyetidir.” (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden) -------------Şimdi zuhura getirilecek oluşum teklikten, birliğiyle ve üçlemeyle zâhir olur. Şimdi yukarıda ifade ettiğimiz () ﺛﻼ “SEL” makamında ki (“ ) ثSE” harfindeki üçlemeye mukabil bunu kabul edecek mahall ( ﺗَﻠﺎَث ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” makamındaki ikinci (“ ) ثSE” dir. ( ) “SELÂS” makamındaki ikinci “SE” yazıda da görüldüğü gibi “SEL” ya bitişmemiştir. Dolayısıyla ikinci “SE” zuhurun “SEL” (53 – 1 ) makamının ferdiyetteki yani üç’teki görüntüsü olmuştur. ( “ ) ﺗَﻠﺎَثSELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in ferdiyyetine bağlıdır. Sonuç olarak ; ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” Zâtın mutlak tekliği (53), (“ ) ﺛﻼSEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( ﺗَﻠﺎَث ) “SELÂS” Bir’in Üç’te yani ferdiyyetindeki aynası (NEFSİ) olmuştur. 145 147 ( ) ثSE : Ebced sayı değeri 500 (beşyüz) dür. Arapça 500 rakam olarak şöyle yazılır ; “..0“ yazılış şeklini inceliyecek olursak; هBu da Arapça’da “HE” harfinin şeklidir. “HE” nin sayı ELİF LAM ﻻ HE değeride 5 (beş) tir. Görüldüğü gibi ”” ﻻ “LâmElif” (Lâ) İNSÂN-I KÂMİL makamında Yani “Lâm” ile “Elif” in birleşmesiyle açığa çıkan İNSÂN-I KÂMİL Hüviyetidir. Hüviyet “HE” si daire şeklinde olup bütün mertebeleri kendinde cem etmiştir. Şimdi konumuza dönüp “SE” harfinin sayı değeri olan 500 (beşyüz) ün şekline bakacak olursak; (..0) ”SE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan İnsân-ı Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati meydana gelmiştir. ( َ ) ﺗَﻠﺎَثSELÂSE ( “ ) ﺗَﻠﺎَثSELÂS” Hakk’ın ferdiyyetinin etkenliğinin mukabilinde “Şey’in” Nefsindeki edilgen ferdiyyet makamı olmuştur. Çünkü Hakk’ın ferdiyyetinin sabitliği Şey’in ferdiyyetine bağlıdır. Bu mertebede oluşan İnsân-ı Kâmil Hüviyeti, kendinde ki ilmi hakikatleri sükûn halinden fethay la hareketlendirilip zuhura çıkarılmıştır. Feth açmadır. Her fetha varlığında gizli “Elif” i barındırır. İnsân-ı Kâmil’in kendindeki cem’iyeti fetha yani gizli “Elif” ile Zâtından desteklenerek âlem aynasına yansıtılmıştır. ( ) ﻧﺟدNECD; El-Cami, El-Mübin ve El-Metin isimlerinin yani üç hilâfet makamının cem edildiği mahal olmuştur. 146 148 Aynı zamanda NECD” makamıyla üç hilâfet hakikatini yani, Âdemi (Esma), Davudi (Sıfat), ve Muhammedi (Zat) mertebelerini bünyesinde toplamıştır. ( َ ) ﺗَﻠﺎَثSELâSE de ki ikinci ( ) ثSE Hakk’ın yani Kadim’in Halk’a yani Hadis’e dönük yüzü olmuştur. “SE” üzerindeki üç nokta varlıkta, âlemi şehadette zuhura çıkacak Velâyet, Risâlet ve Abd (Kulluk) simgeleridir. Sonuç olarak ; ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” Zâtın mutlak tekliği (53), ( ) ﻧﺠﺪNECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür. Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4) 4 (dört), dört ilâh-i erkân’a işâret eder: Allah, Rahman, Rab ve Melik. Ayrıca dört zât-i ihata erkânı’na da işâret eder: Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın. (“ ) ﺛﻼSEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( َ ) ﺗَﻠﺎَثSELÂSE (“53 + 1” + 5) Bir’in 5 tenezzül zuhurudur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün Vahdet, 2.-İkinci Taayyün Vahidiyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5. Şehâdet Mertebeleridir. “NECD” makamında üç hilâfetin cem edildiği mahal. Sırrı 53 (Elli Üç) teki “SELÂSE” de Velâyet, Risâlet ve Abd (Kulluk) noktalarının zuhur mahalli olmuştur. ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELASE (T) ( )ﺔ تTE ( Te, bazen görünür, bazen gizlenir, Kavmin varlığında payına onun çeşitlilik düşer, Mertebesi Zâtı ve sıfatları kuşatır, Onun fiil mertebesinde temkini yoktur, Ortaya çıkarıp gösterir sırlardan gariplikler izhar eder, 147 149 Levh mülkünü, kalemleri ve Nun’u, Leyli, şemsi, A’lâ’yı ve Târık’ı, Zâtında, Duha’yı İnşirahı ve Tin’i, (İbn Arabi) “Arapça, kelimelerin eril (müzekker) ve dişil (müennes) olabildiği dillerden biridir. Arapçada 3 adet müenneslik (dişillik) işâreti vardır ve bunlardan biri de “tai merbuta”dır. Tai merbuta, (bitişik ta) demektir. Bir diğer ismi de “tai te'nis”tir yani (dişillik ta'sı). Bu işâret, kelimelerin sonuna birleşen ve kapalı yazılan te harfidir. Bir başka ifadeyle, Arapçanın 3. harfi olan te harfinin iki yazılış şeklinden (açık ve kapalı) biridir. Açık yazılan te harfi de, tıpkı kapalı yazılan tai merbuta işareti gibi, dişillik alâmeti olarak görev alabilmektedir” Açık olarak yazılan “TE” ()ت, Kapalı olarak yazılan “TE” ()ﺔ Sonuç olarak, isminden de anlaşılabileceği gibi tai merbuta işâreti, te harfinin bir yazım formudur ve açık yazılan te harfi gibi iki nokta ile noktalanmıştır. Kelimelerin sonlarında yer alır ve genellikle dişillik bildirir; ancak kendisinden sonra bir harf gelecek olursa, artık kapalı yazılamaz ve açık te şeklinde yazılır. Arapça Üç okunuşu “SELÂSE” ama yazılışda ( ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ “SELÂSE” nin sonunda “TE” harfi vardır. Bu aradaki yukarıda bilgisini verdiğimiz Tai merbutadır yani kelimenin müennes (dişilik) olduğunu gösterir. Sondaki kapalı “TE” ( )ﺔise kendisinden sonra bir harfin gelmeyeceğini gösterir. “EnTe” (Sen) ancak ilim sûretinde tecelli eder. “Te” harfi ise “EnTe” (sen) şeklindeki hitap harfidir. Bu ise hitap edilenin müşahede edilmesini gerektirir. “Te” ile ilgili; bilindiği gibi o da (En-te) nin “Te” sidir, onu diyebilmek için orada hâzır olan ancak gaybde olan bir (Ene) olması 148 150 lâzımdır ki muhatabına (En-te) diyebilsin, aslında oradaki “Te” (ente) (ene) nin “T” deki kendini gizlemiş olan (Ene) sidir. (Ente) nin zuhur sahası “T” kaldırılınca zâten ortada kendisi kalmış olmaktadır. “T” ile Zâtın zuhur mahalli olan birey böylece âlemi şehâdet’te tasdik olunmuş olmaktadır. ( َﺗَﻠﺎَث ) SELâSE de ki hakikatleri zuhura çıkaracak aynada “TE” ( )ﺔharfi olmuştur. Çünkü “TE” ( )ﺔharfi yetkin kulluk mahallidir. Muhatab alınan makamdır. “Ene – EnTe”. Aynı zamanda kelimenin sonunda yer alan “TE” kelimeye müenneslik (dişilik) verir. Bu da mahallin edilgenliğinin kabul ediciliğini gösterir ki Bu da buraya kadar ki hakikatlerin evvelâ kabulü sonra açığa çıkarılması için önemlidir. Aslında herşey de hem edilgen (dişi) hem de etken (eril) dir. Bir şeyin zuhur bulması için evvelâ yukarıda da “KÜN” (Ol) sözünü incelerken değinmiştik. Hakk’ın etkenliğine mukabil bunu kabul edecek edilgen bir mahalle ihtiyaç vardır ki tecelli zuhur edebilsin. Kapalı “TE” harfine değindiğimiz; bakacak olursak yukarıda (” ) ثSE” harfinde; Hüviyet “HE” sinde zuhur bulan İnsân-ı Kâmil makamının nokta zuhur varislerinin hakikati meydana gelmiştir. Görüldüğü gibi “TE” harfinde alt yuvarlığı İnsân-ı Kâmil’in toplayıcılığını, üstündeki iki nokta daha önce ifade ettiğimiz gibi üst noktalar bilgi noktasıdır, “TE” nin üzerindeki bir nokta Ulûhiyetini, diğer noktada beşeriyetini gösterir. Dolayısıyla bu yönüyle “TE” ALLAH isminin mazharı İNSÂN-I KÂMİL makamı olmuştur. ٌاﺣد ِ إِﻟَﻬْﻛُم إِﻟَﻪٌ َو ُ إِﻟَﻲ أََﻧﱠﻣﺎ ﯾُوﺣﻰ ﱠ َ ْﻠُﻛُم ْ إِﻧﱠﻣﺎ أَﻧَﺎ َﺑ ٌﺷَر ﱢﻣﺛ َ ﻗ ُْل 149 151 “De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, bana vahyolunuyor ki, sizin ilâhınız ancak bir ilahtır. “ (Kehf 18/110) Sonuç olarak ( “ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELâSE” deki “SE” ile başlayan Ulûhiyyet hakikatleri, “TE” harfindeki İNSÂN-I KÂMİL kemâlâtıyla zuhur bulmuştur. “İnsânda âlemdeki bütün varlıkların gücü bulunur. O bütün mertebeleri birleştirir. Bu nedenle ilâhi sûrete sadece o tahsis edilmiş, ilâhi hakikatleri (onlar isimlerdir) ve âlemin hakikatlerini kendinde toplamış, böylece varlıkların en yetkini olmuştur. İnsânın dışındaki her şey halk, o ise hem halk ve hem de Hakk’tır. Şu halde İnsân-ı kâmil gerçekte el-Hak el-mahlûk bihi (halk etmede vasıta olan Hak), başka bir ifadeyle sayesinde âlemin halk edildiği kimsedir. Allah’a halifelik insân-ı kâmil için geçerli olabilir. Bu nedenle Allah onun görünür sûretini âlemin hakikat ve sûretlerinden; görünmeyen sûretini ise kendi sûretine göre halk etmiştir. İnsân-ı kâmil âlemin ruhudur. Âlem ise ulvisiyle süflisiyle ona amade kılınmıştır. Hayvan insan ise İnsân-ı Kâmile amade kılınmış âlemin bir parçasıdır. İnsân-ı Kâmil birleştirici hakikattir. Allah ona öyle bir kuvvet vermiştir ki, onunla tek bakışla iki mertebeye birden bakar. Böylece Hakk’tan alır ve halka verir.“ (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) Sonuç olarak ; ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” Zâtın mutlak tekliği (53), ( ) ﻧﺠﺪNECD “D” “Dal” harfinin ebced sayı değeri 4’tür. Dolayısıyla “NECD” ebced değerine bakarsak (53 + 4= 57) olur. ) ﻋﺮشARŞ ebced sayı değerine bakacak olursak ( ﻋ “AYN” 70, “ ﺮRA” 200, “ شŞIN” 300, toplam 570 eder. ( O da 57 – 0 = 57 dir.) 150 152 Dolayısıyla ( ) ﻧﺠﺪNECD makamı ( ( ) ﻋﺮشARŞ’tır. ) ﻋﺮشARŞ hakkında kısaca bilgi verelim; Arş; sözlükte taht, köşk, gölgelik, çardak, tavan, çatı gibi ma’nâlara gelir. Arapça’da arş mülk anlamında da kullanılır. İfade ettiği kelimelerden anlaşıldığı gibi ulviyet, yükseklik ma’nâsını da içerir. Arş mülkten ibaret olduğu için, onu taşıyanlar onu ayakta tutanlardır Allah bütün varlıkları ihata eden kevn (oluş) dairesini halk etmiştir. Bu daire, en yüce serir (taht) olan ARŞ diye ifade edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur. "Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha kuvvetlendirir, böylece sekiz olur" Aynı zamanda ARŞ sıfatın mahallidir. Tekrar konumuza dönersek ; ( ْ“ ) ﻧَﺞNEC” Zâtın mutlak tekliği (53), ( ) ﻧﺠﺪNECD ebced sayı değeri 57 yani “NECD” “ARŞ” tır. Yani “NECD”, “NEC” Zâtı Mutlağın (53) , sıfat mahallidir. ( ) ﻧﺠﺪتNECDET ; ebced sayı değerine bakarsak “NECD” 57 olduğuna göre “ تTE” ebced sayı değeri 4’tür. ( ) ﻧﺠﺪتNECDET (57 – 4 ); yani Zâtın mutlak tekliğinin (ْ“ )ﻧَﺞNEC” (53), ( ) ﻧﺠﺪNECD (57) yani arşında (sıfat mahallinde), Şeriat-Tarikat-Hakikat ve Marifet metrebelerinden görüntüsü olmuştur. (“ ) ﺛﻼSEL” Mutlak Tek’in Bir ile zuhura çıkışı (53 + 1), ( َ ) ﺗَﻠﺎَثSELÂSE (“53 + 1” + 5) Bir’in 5 tenezzül zuhurudur. Bunlar; 1.-İlk Taayyün Vahdet, 2.-İkinci 151 153 Taayyün Vahidiyyet 3.- Ruhlar 4.- Misal 5. Şehâdet Mertebeleridir. ( ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELÂSE (T) (“53 + 1” + 5 + 4) Yani “Bir’in 5 Hazretten tenezzül edip Dört mertebede (Şeriat-TarikatHakikat ve Marifet) Üçlemeyle yani ferdiyyetiyle zuhuru olmuştur. ( ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELÂSE (T) den sonra şimdi de ( ) وVE’yi incelemeye çalışalım inşeAllah ( ) وVAV. ( ) وVAV. İyyake’nin Vav’ı daha mukaddestir, Benim varlığımdan ve daha nefistir, O mükemmel bir ruhtur, O altılı bir sırdır, Nerede hakikati parıldarsa, Denilir ki: Mukaddes arz, Onun evi yüce sidre: Bizde tesis edilmiş olan sidre, (İbn Arabi) ( ) وVAV : Vav sıfat’tır. O’nunla isimler zuhura çıkar. O Fiilin illetidir. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleridir. (Elif (Hemze) – He ) Sonuncusu da dudak harfidir. Göğüsten çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin sonuncusu olan “Vav” harfinde ise bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin mahreçlerini aşmadıkça “Vav” harfini ortaya çıkarmaz. Böylece “Vav” harfinde bütün harflerin kuvveti meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) “Vav” sayısal değeri 152 154 altıdır. Bu da altı yöne işaret eder. Vav harfi kendi içerisinde de yani telâffuza çıkışta Vav – Elif – Vav ‘dır. ( ) واوYani son ve başı aynıdır. İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir. Telâffuzda ilk Vav hüviyet Vav’ıdır ve hüviyet He’si onun içine dercedilmiştir. He’nin sayısal değeri beştir. Beşin altının içinde olması gibi altı zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide hem varlıkta zuhur etmiştir. Elif Hakk’a aittir, Vav ise ma’nâ yönümüze aittir. Elçi meleğe (Cibril) vahiy emanet edildiğinde, onunla vahyi aktaran (Hakk) arasında bir bağıntı bulunmasaydı, hiçbir şeyi kabul edemezdi. Vahiy gerçekleştiğinde ki onun makamı Vav’dır. Çünkü Vav yücedir. Ulvi ve süfli âlem arasındaki bağıntı Vav’la sağlanmıştır. Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi, kâmil insan Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Bu, Risaletin bâtını olan velâyet makamıdır. Sonuç olarak; “Vav” harfinin ebced değeri 6’dır. Yani iki tane üçün (3+3=6) toplamına eşittir. İcadın (var etmenin) aslının üç mertebesi vardır: İlâhi Zat, “Kün” sözüyle ayni vücûdunu izhar ettiği sabit malûm. Bu üç mertebe zuhura çıkıştaki “Vav” (3+3) çarpılırsa, Selâse (3): 3 x 3 (birinci Vav) = 9 sıfat mertebesinde Zâtın hakikatleri zuhur eder. Sıfatların fiil huzurunda zuhur etmesiyle de, yani Sıfat 9 x 3 (İkinci Vav) = 27 sayısı elde edilir. Bu ise en yüce kalemden başlayarak insana kadar varlık mertebelerinin sayısıdır. Böylece ilâhi huzur üç hakikatiyle zuhur etmiş olur: Zat-sıfat-fiil (3x3x3). Bu mertebelerin zuhuru ise Rahmân’ın nefesinin varlık mertebeleri aracılığıyla cem edici ve tafsilâtını tayin edici hatem (son) olan gayesine kadar görünmesiyle gerçekleşir ki bu 28. mertebedir. 153 155 İnsanın nefesi ile Rahmân’ın nefesinin uyumundan 28 harf ortaya çıkmıştır. Bunlar ise üç mertebeye ayrılırlar: Zâti birler mertebesi, sonra sifati onlar mertebesi ve fiili yüzler mertebesi… ki çokluk sayısı 1000 sayısında son bulsun gayeyi ifade eden “gayn” harfinin sayısal değeri 1000’dir. Sahih cüzlerinin toplamına eşit ilk tam sayı 6 (altı) dır: 1+2+3=6 bu sayının harfi de lâfzi harflerin sonuncusu olan “Vav” dır. Bu ise insan nefesinin son aşamasıdır. Tıpkı İnsân-ı Kâmil’in, şekil verilmesi tamamlanan kevni varlığa üfürülen ruhtan ibaret Rahmân’ın nefesinin son aşaması olması gibi. “NECDET” ( ) ﻧﺟدتVE “SELÂSE (T)” ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) de ki (“ )ﺔ تTA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır. Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir. ( َو ) VE VAV () و: İllet (neden) harfidir. Sıfat mahallidir. Harekeli ve harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her “Vav” bir delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise halkedeni varedeni çağrıştırır. Vareden ise ne yazıya ne telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir. Arapça’da, Ve: Andolsun ki, halbuki, iken, ve, ile, birlikte ma’nâlarına bağlama edatıdır. “Vav” Fethasıyla gizli “Elif” i taşır. “Elif” nitelenendir. Nitelenen, nitelikler zorunlu olarak kendisine delâlet ettiği için yazıda düşmüştür. Bu zorunluluk sıfatın bir nitelenenle var olmasının zorunluluğudur. Böylelikle sıfatlar âleme tecelli etmiştir. Âlemde, Zat hakkında sıfatlardan başkasını 154 156 bilmemiştir. “Elif” ten önce gelen herşeyin fethalı olması gerekir. Fetha, böyle bir mahalde “Elif” e delâlet eder ve o tecellinin mahalli için açma, yayma makamının sâhibi olan Zât’ın varlık mahallidir. Zat Elif’i, sıfatın varlığının sıfat “Vav” ı ise fiilin varlığının illetidir. Sıfat nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder; bu durumda ise nitelenenin mahiyetini vermez ve sıfattan mahiyete ulaşmak mümkün değildir. Çünkü sıfat nitelenenin mahiyetini bildirmez. Meselâ "Kalem” onunla ilgili kullanılan yazı yazılır nitelemesi kalemin bir yönü veya işlevidir. Dolayısıyla Zat olan Kalem hakkında bilinen yalnızca onun yazma sıfatı olmuştur. Zat asla bilinememiştir. “VE” ( ) َوoluşumuyla Zat Olan Elif, sıfat perdesine bürünmüştür. Harekeler niteliklerin, harfler nitelenenin, mahreçler makam ve basamakların benzeridir. Elif, fethayla gizlenerek “Vav” ın sıfatı olmuştur. “VE” mertebesiyle Varlık simgesi olan (Vav) ın nitelikleri aşikar edilmiştir. Sıfat “Vav” ı üzerindeki fetha (Gizli Elif); fetha açmaktır. Üstte oluşan İnsân-ı Kâmil mertebesine ( ) َوVE olarak bağlanmıştır. Âlemin yansıtıcısı İnsân-ı Kâmil mertebesinin aynası olmuştur. ( ﺗَﻠﺎَﺛَﺔ ) SELÂSE (T) ( ) وVE den sonra şimdi de ( )ﺧَﻤْﺴُﻮنHAMSUN’u incelemeye çalışalım inşeAllah ( ) ﺧَﻤْﺴُﻮنHAMSUN kelime anlamı Elli’dir. ( )ﺧﺦHI “HI” harfi ne zaman ki yönelir veya geri döner, Sana sırlarından verir veya erteler, Onun yüksekliği varlıkları ister; aşağısı ise, Halk edeni izhar edilmiş bir hikmet gereği ister, 155 157 Kendi hakikatini izhar eder, zatının çizicisi olarak, (İbn Arabi) ( “ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELÂSE (T)” te zuhur bulan İnsân-ı Kâmil (NECDET) ‘in ferdiyyet makamıdır. Yani 53 (Elli üç) ün 3 (üç) teki ferdiyetteki zuhurudur. Şimdi 53 (Elli üç) te ki 3 (üç) ün 50 (Elli) deki zuhurunu incelemeye çalışalım İnşeAllah. El-Muhit isminin her şeyi ihata eden olabilmesi için bütün şekillerle şekillenmesi, bütün sûretlerle zuhur etmesi, bütün kayıtlarla kayıtlanması, bununla beraber bütün bunlardan münezzeh olması gerekir. O halde El-Muhit ismi El-Hakim isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü her şeyi lâyık olduğu kayıt içinde yapan, her sûreti münasip şeklinin içinde terkip eden El-Hakim’dir. Dolayısıyla El-Hakim ismi, külli şeklin icadına yönelik olarak “HI” harfinin menzilinde zuhur etmiştir. Alemde olmayan bir şey Allah’ta da olmaz. Âlemin sûreti kâmil olduğu için onla sınırlıdır. Çünkü mucidinin sûreti üzere mevcuttur. O halde âlemin cevheri mucidinin zâtına, âlemin arazları sıfatlarına, zamanı da ezeline aittir. Burası yukarıda bahsedilen “SELASE(T)” teki İnsân-ı Kâmil ferdiyetinin âlem aynasında ki görüntüsü ElHakim isminin icadıyla “HI” harfindeki görüntüsüdür. Mekânı istivası, kemiyeti isimleri, keyfiyeti rızası ve gazabı, vaziyeti kelâmı, izafesi rububiyeti içindir. Âlem, mucidinin kendisini icat etmesiyle amel eder, kendisinden isteyene icabet etmek üzere tesir kabul eder. Şu halde âlem Allah’ın kayıt ve şakilesi üzere amel eder. El-Hakim’in hikmet şekilleriyle şekillenmesi zuhurdur. Dolayısıyla zuhur etmek belli bir hikmete dayalı olarak özel bir heyetle şekillenmekten başka bir şey değildir. Bu nedenle el-Hakim ismi ez-Zâhir isminin zuhurunu gerektirir. Bu yüzden ez-Zâhir ismi, cismin icadına yönelik “HI” mertebesinde zuhur etmiştir. Çünkü zuhurun amacı cisimde tamamlanır. Zâtın vasıflandığı her şey cisimde zuhur eder. Dolayısıyla âlem “HI” menzilinde Hakk’ın sûreti üzere 156 158 zuhur etmesidir. Sonuç olarak ( )ﺧﺦHI; ()ﺣﻖ HAK’ın âlemdeki zuhuru ( ﺧﻠﻖ ) HALK olmuştur. ( “ ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔSELÂSE (T)” te ki üçlemeyle zuhur bulan hakikatin Zat, irade ve söz yani kelâm ile varlık kazandırılan oluşumun ismi “Halk” olmuştur. ( )ﺣﻖHAK’ta ki (“ )ﺣﺢHA” söz yani kelâm’dır. Nefes, söz’dür. Nefesle zuhur bulan mahal ( ﺧﻠﻖ ) HALK’ta ki (“ )ﺧﺦHI” olmuştur. “HA” ve “HI” sûret olarak ()ﺣﺢ olmakla birlikte üzerindeki varlık noktasıyla “HAK” tan ayrılmıştır. Nokta, halk edilmişin cisim zuhuru olmuştur. Halk etme, yokluktan değildir. Halk etme, ilmi varlıktan yani Allah’tan dış varlığa doğrudur. Allah halk edendir demek, Allah’ın a’yân-ı sâbiteyi dış duyulur varlığa çıkarttığı veya izhar ettiği anlamına gelir. Bunu sadece Allah yapabilir, hiçbir halk edilmişin iradesi ayn-ı sâbiteyi izhar edemez. Halk, Hakk’ın âlemin sûretlerinde tecellisidir. Halk fiil, tesir, mutlak müstağnilik (HAK) gibi özelliklerin mukabilinde, edilgenlik, muhtaçlık gibi bütün nitelikleri temsil eder. Varlıktaki her şey Hak’tır. Görülen her şey halktır. “Halk Hak vasıtasıyla müşahede edilmeseydi o olmazdı Hak halk vasıtasıyla müşahede edilmeseydi, sen olmazdın Kün (Ol) diyen kimse müşahede ettiğindir Ortada sadece Kün (Ol) sözü ile olan vardır.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) “HI”, Hakk’ın Kün (Ol) sözünün nokta zuhur mahalli olmuştur. “HI” harfinin küçük asıl ebced değeri 600 (altı yüz ) dür. Yani “HI” varlığın (VAV) zuhura çıkıştaki 6 (altı) yönün 157 159 (vech) 600 altı yüzdeki vechdeki görüntüsü olmuştur. Yani “HI”, “ Varlığın (Vav) 6 yönünün 100 (yüz) aynasındaki görüntüsüdür. Aynı zamanda “HI” harfinin en büyük ebced değeri 512 (beş yüz on iki) dir. O da 51 + 2 = 53 (Elli üç) tür. NUN ()ن CİM ( ( ْﻧَﺞ ﺟج : 50 ) :3 ) “NEC” toplarsak = 53 olur. Dolayısıyla “HI” (53) mertebesi, ( 53’ün mutlak tekliğinin zuhurudur. ( َخ ْﻧَﺞ ) “NEC” makamı ) HA “HI” mertebesindeki Hakk’ın halkıyet zuhuru fethayla desteklenmiştir. Fetha mahalli açar. Fetha bünyesinde gizli “Elif” i barındırır. Dolayısıyla Hakk’ın halk zuhuru yine kendi zatıyla gerçekleşmiştir. ( ﺧَﻢ ) HAM ( )مMİM “Mim” “Nun” gibidir, sırlarını incelersen, Oluşun gayesinde, hakikat olarak ve başlangıçlarda, O halde “Nun” Hak için, kerim “Mim” ise benim içindir, Başlangıç için başlangıç, gayeler için gayeler, Şu halde “Nun” un berzahı bilgilerindeki ruhtur, “Mim” in berzahı ise halkedilmişlerde Rab’tir, (İbn Arabi) ( م ) MİM : İzafi yokluk harfler âleminden varlığın 158 160 simgesi olan “Mim” harfi sayesinde mülke girdi. Başı gök, aşağısı yeryüzünü simgeler. Mim mülk âlemidir ve bu âlem kulluk diyarıdır. “Ha” harfinin “He” şeklindeki telâffuzu, Süryanice’de ihata ve şümul anlamına gelir. “Mim” harfinin “Mi” şeklindeki telaffuzu ise zâhiren aynde ve bâtınen kalpte olduğu gibi zâtın nuruna işaret eder. “M” şeklindeki harekesiz telâffuzu ise bütün oluşların cemine (vahidiyet) ve onlarla tahakkuk etmeye işaret eder. (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” ) Sonuç olarak; “Mim” harfi lâfıza çıkışta “Mim-Ya-Mim” şeklinde üçlemeyle çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Mim” in yüceliği alçaklığındadır. “Mim” harfinin biri Melekûta diğeri mülke bakan iki yüzü vardır. Aradaki “Ya” yazılışta ( ) ﻣﯿﻢ iki “Mim” e bitişmiştir. Buradaki “Ya” Risâlettir. “Lekad câekum resûlun min enfusikum…” “Andolsun ki; size, sizin içinizden bir resûl geldi…” (Tevbe 9/128) “Mim” harfinin en küçük ebced değeri 4’tür. Yukarıda da ifade edildiği gibi; “NECDET” ( ) ﻧﺟدتVE “SELÂSE (T)” ( ) ﺗَﻠﺎَﺛَﺔde ki (“ )ﺔ تTA” , bu hayatın tamamlığının değeri, tamamlığın “TA” sının sayısal değeridir: 400 (dörtyüz). İki sayının toplamı yani “TE” ve “Vav” 400+6=406 dır. Yine 1+2+3…..26+27+28= 406 dır. Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir. Yani (“ )ةوTAV” 406; Âlemin hayatının kemâline ve tamamlığına delâlet eder ki ruhu da İnsân-ı kâmil’dir. ( “ ) ﺧَﻢHAM” ebced değeri “HI” 600, “MİM” 4 toplarsak 604 olur. Yani “HAM” mertebesi, “TAV” 406 makamının aynadaki görüntüsü olmuştur. 159 161 “HAM” sözlük anlamı olgunlaşmamış demektir. Buradaki “Mim” mekândır. Hakk’ın halk zuhuruyla mekân aynasındaki görüntüsü oluşmuştur. Aynı zamanda “Mim” harfinin küçük asıl ebced değeri 40’tır. “Dereceleri Yükselten” isminin zuhurunun kemâli ancak bütün dereceleri cami huzurda tamamlanır. Öyle ki bu dereceler birbirleriyle bağlantılı olup uyum ve tekâmül içindeki bir mertebeyi oluştururlar. Bu ise ilâhi isimlerden “El-Cami” nin zuhurunu gerektirir. Sayısal değeri 40 olan cem harfi “Mim” onundur. 40 hayatın tamlığının rakamıdır. “Mim” Mülk (mekan) bütün hakikatleri bünyesinde cem etmiştir. Buna göre tafsilden önceki her icmal cem’dir. “Mim” de de yani Mülk âleminde de bütün hakikatler cem edilmiş icmal durumdadırlar. (ْ“ )ﺧَﻢHAM” mertebesinde “MİM” harfi oluşumun kendinde icmali olarak cem edilmesi için hareke almayıp sükûnda kalmıştır. ( )ﺧَﻤْﺲHAMS ( )سSİN Sin’de varlığın dört sırrı bulunur, Tahakkuk ve en yüce makam ona aittir, Kendisiyle ortaya çıkar, gayb âleminden, Güneşlerini örten oluşun eserleri, (İbn Arabi) ( )سSİN: Sonradan halk edilmişin izafi yoklukta iken var olma zuhur bulma vaktidir. “SİN” harfinin lâfza çıkış harfleri “Sin-Ya-Nun” dur. Ebced sayı değeri 60’dır. “Sin” de “Mim” harfi gibi üçlemeyle açığa çıkar. “Ya” içerisinde bulunduğu oluşumu alçaltır. Esre görevi görür. Dolayısıyla “Sin” in yüceliği alçaklığındadır. “Kalbin üç külli mertebesi vardır ki “YaSin” in “Ya” sında 160 162 zuhur etmektedirler. Çünkü “YaSin”in “Ya”sı kalbe, “Sin”i de kalbin kalbine veya kalbin sırrına işaret eder. Bu nedenle sûre “Ya” harfiyle, sûrenin kalbini oluşturan “Selâmun kavlen min rabbin rahîm” (Rahiym Rab’den SELâM sözü vardır.) (Yasin 36/58) âyeti de “SİN” harfiyle başlıyor.” (El-Meşahid- İbn Arabi “Abdülbaki Miftah” ) “Rahman’ın nefesinden önceki ilk sûret bulut sûretidir ki içinde rahmet bulunan rahmâni bir dumandan ibarettir. Bu yüzden kalp âyeti “Rahiym Rab” ifadesiyle son bulur. Ondan önce Hakkın vücûdu vardır. Hakk onun için insânın kalbi mesabesindedir. Nitekim Hakk teâlâ ârif insanın kalbi açısından, insân kalbi konumundadır. Dolayısıyla kalbin kalbidir. Mülkün meliki olduğu gibi ama ondan başkası onu ihtiva edemez. O halde kalbin en yüce mertebesi, bir ve tek olan Allah’a daimi sûrette yönelmektir. Bu “YaSin” kelimesindeki teklik elifiyle bitişik ilk “Ya” nın mertebesidir. Kalbin orta mertebesi ulvi ruhlara ve sırlarına yönelip onlardan istimdat etmesidir. Bu da “Sin” in uzatılması ile onunla “Nun” arasında yer alan med harfi ikinci “Ya”nın mertebesidir. Kalbin en alt mertebesi kevnden hasıl olan süfli daireye yönelmesidir, ortadaki “Ya”nın “Nun”la bitişmesi gibi. O halde ilk “Ya” rabbani kalp, ortadaki “Ya” kevni kalp içindir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) “Mim” mülke “Sin” zamana işaret eder. Bu edilmişin zuhura, mülkte zuhura çıkma vaktidir. Halk İsti’dad iki ceşittir: Birincisi yapılmamış isti’dad ki, daha önce izah edildiği üzere, bu isti’dad her bir ayn-ı sâbitenin zâti gereğinden ibaret olup “Kün(Ol)!” emriyle, ilim mertebesinde vücûda gelirler. “Ve mâ emrunâ illâ vahidetun ke lemhın bil basar” ya’ni “Emrimiz tek bir emirdir, göz kırpması gibidir” (Kamer, 54/50) âyet-i kerimesi bu mertebeye işarettir. Diğeri yapılmış isti’daddır. Bu isti’dad da şehâdet 161 163 mertebesinde her bir ayn-ı sâbitenin aynası ve görünme yeri olmak üzere vücûda gelen her bir kesif sûretin değişimlerden sonra kemâle ulaşmasıdır. Çünkü tabiatta vücûda gelmiş olan her bir sûret kemal bulma kaidesine tabi’dir. “et teenni miner Rahman” ya’ni “teenni Rahman’dandır” ile bu hakikate işaret olunmuştur. Örnek: İnsanda konuşma isti’dad ve kābiliyyeti onun zâti gereği olduğundan yapılmamıştır. Fakat doğar doğmaz hemen konuşamaz; çünkü bünyesi müsait değildir. Zamanın geçmesiyle, bünyesine isti’dad ve kābiliyyet geldikten sonra konuşabilir. Bu isti’dad ve kābiliyyet ise zaman içinde gerçekleşen kemal bulma neticesinde oluşur; bu da yapılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, (yapılmamış isti’dadın açığa çıkması, yapılmış isti’dadın aşikar olmasına bağlıdır). Diğer bir ifade ile denilebilir ki, ruhun kemâllerinin açığa çıkması cismin kemâline bağlıdır. Aksi halde ruhun kemâlleri bâtında kalır. Şimdi zâhire ait sebepler zâta ait isti’dadlardan olan işlerdir. Bundan dolayı sebepleri doğuran zâta ait isti’dadlar ve kābiliyyetlerdir. Mumun yanma sebebi onun kābiliyyet ve isti’dadıdır. Taş olsa yanmazdı; çünkü taşta bu isti’dad ve kābiliyyet yoktur.” (Fusûsu’l-Hikem Ahmed Avni KONUK Tercüme ve Şerhi’nden) ( )ﺧَﻤْﺴُﻮHAMSU VAV () و: Mülk, şahâdet ve kahır âlemindendir. Sayısal değeri altıdır. Ona ait harf Elif’tir. Çıkış yeri (mahreci) iki dudak arasıdır. Nefes göğüsten ağıza doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar. İlk olan göğüs harfleri dir. (He, Hemze) Sonuncusu da dudak harfleridir. Göğüsten çıkan harf sadece kendisine özellik verir ve asıl olan odur. Dudak harflerinin sonuncusu olan Vav harfinde ise bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün harflerin mahreçlerini aşmadıkça Vav harfini ortaya çıkarmaz. Böylece Vav harfinde bütün harflerin kuvveti meydana gelir. (Her şeyde her şey olan yön) Vav çok 162 164 şerefli bir harftir. Bir çok yönü ve gayet üstün kaynakları vardır. Özellikle kendi hususiyetini korur. Bu yüzden Hüviyet’te (O’lukta) bulunur. Hüviyet ise gaybın korunmasıdır ve ebediyen ortaya çıkmaz. Bu nedenle Vav harfi bütün harflerden daha güçlüdür. He harfi hariç. Çünkü HE harfi hem kendini hem başkasını korur. Vav ise sadece kendisini korur. He ve Vav harfleri Hüve (O)’nin aynısıdır ve buna Hüviyet denir. Vav harfi He harfi ile gerçekleştiği için He ‘nin şekillerinden bir türünün sûretinde ( )ھvücût bulur. He fark etmez. harfine bitişmesi veya bitişmemesi Bu durum, ruhani mertebenin yukarı tarafa olan münasebetinin gücünün kanıtıdır ve Vav bunun delilidir. Ayrıca bizim için, içimizdeki sûretin de delilidir. ”Allah Adem’i kendi sûreti üzere halketti” İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği Elif temsil etmektedir. Böylece kevnin (oluşun) aynı, mükevvinin (olduran) sûretinde zuhur etti. Olan ile olduran arasındaki perde de erişilmez izzet ve büyük ahadiyettir. Böylece zatlar birbirinden ayrışmıştır. (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) Vav illet (neden) harfidir ve uzatma yapar. Sıfat mahallidir. Harekeli veya harekesiz olsun sonradan meydana gelmişi gösterir. İşaretlenmiş veya telâffuz edilmiş her Vav bir delildir. Sonradan meydana gelen her delil ise var edeni çağırıştırır. Var eden ise ne yazıya ne telâffuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir. Vav’ın açılımı Vav-Elif-Vav şeklindedir. Telâffuzdaki ilk Vav Hüviyet (O’luk) Vav’ıdır ve He onun içine yerleştirilmiştir. Beşin, altının içinde olması gibi. Altı zuhur ettiği için beşin telaffuzuna gerek kalmamıştır. Diğer Vav ise varlık Vav’ıdır. Böylece Vav hem var edicide (Hüviyet Vav’ı) hem varlıkta zuhur etmiştir. Şeyh-ül Ekber bu nedenle “Elif , Hakk’a ait, Vav ise senin ma’nâ yönün. Varlıkta ALLAH’tan ve senden başkası yok. Sen halifesin. Bu nedenle Elif genel, Vav ise karışıktır.” demiştir. 163 165 Allah, harekeleri, harfleri ve mahreçleri; zatların nitelik ve makamlar sayesinde ayrıştığına kendisinden bir uyarı olsun diye oldurdu. Böylelikle harekeleri niteliklerin (sıfatlar), harfleri nitelenenin, mahreçleri ise makam ve basamakların benzeri yaptı. Vav harfi ruhsal yücedir. Ötre de yüksekliği verir ve o, illet Vav ’ının kapısıdır. Elif Zat’a, İllet Vav’ı sıfatlara, İllet Ya’sı ise fiillere aittir. Şöyle de diyebiliriz; Elif ruha aittir. Onun niteliği akıldır ve o fethadır. Vav nefse aittir ve onun niteliği kabzdır (kavramak, almak, teslim almak, mülk), o ise zammedir (ötre). Ya harfi ise cisimdir, fiilin varlığı onun niteliğidir ve kesredir. İlâhi sıfatların sayısı altıdır; ilim, irâde, kudret, işitme, görme, kelâm ve bu niteliklerin hepsinde bulunması gereken şart ise hayattır. Böylelikle Zat’a ait yedi nitelik ortaya çıkmaktadır. Nitelikler, nitelenenin mahiyetini bildirmez. Her biri nitelenende bulunan bir anlama delâlet eder. Böylece İllet Vav’ıyla sıfatları zuhura çıkmıştır. Sonuç olarak; “Kâinatın mertebelerinin Esmâ-i Hüsnanın tecellisiyle zuhur edişi ancak “Zâhir” ismiyle gerçekleşir. Zuhur ancak farklılaşma ve çeşitlenme ile olur ve bazısının bazısından üstünlüğünü gerektirir. Üstün, en üstün, alçak, en alçak şeklinde belirginleşmeler gerçekleşir. Bu yüzden “Zâhir” isminden kaynaklanan en son derece, yani “dereceleri yükselten arşın sahibi” ismine uygundur. Bu isim mertebeleri belirginleştirmeye yöneliktir, onları var etmeye değil. Çünkü bunlar varlıkla vasfedilmeyen nispetlerdir, çünkü aynleri yoktur. Harflerden “Vav” harfi, menzillerden de ip kudreti menzili bunlara aittir. İp de fer içindir. Vav harfinin buna ait olmasının sebebine gelince, çünkü vav harfinin sayı mertebeleri bakımından 6 değerine sahiptir. 6 ise tam sayıların ilkidir. Âlemdeki kemâl ise ancak mertebe ile mümkün olur, biz de buna vav harfini verdik. Rişa menzilinden gelen iple de bağlanma ve sarılma gerçekleşir, nitekim yüce Allah’a bağlanma da onun aracılığıyladır. İp menzilini indirmiştir. 164 166 Eğer ip mertebesi olmasaydı İfadesi sabit olmazdı. Bil ki, bütün ilâhidirler. Hükümleri varlıkta mertebelerin en yücesi ise İnsân-ı (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) “Allah’ın ipine sarılın.” mertebeler asıl itibariyle zuhur etmiştir. İlâhi Kâmilde zuhur etmiştir.” Sarılın Allah’ın NECDET’teki ELLİÜÇ ()ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻣﺳون İpine. “Odur sizi üstlerinizden ve ayaklarınızın altlarından yediren” Vav harfi harflerin hatemi (sonu)dur. Kâmil insanla ilgili olan Vav harfi, insâni nefesin son mertebesi olduğu gibi, kâmil insân Hatem de Rahmâni nefesin son mertebesidir ve Rahmâni nefesin bütün kuvvetlerine sahiptir. Şeyh-ül Ekber “Bu, peygamberliğin bâtını olan velâyet makamıdır. O, içimizde peygamberden bulunan nişandır ve peygambere vârislik bu konudadır.”demiştir. ( )ﺧَﻤْﺴُﻮنHAMSUN NUN ( )ن: Varlık Nun’unun noktası delâlet eder, Bir hakikat olarak ma’buduna, Onun varlığı ma’budun cömertliğinden ve bereketindendir, Bütün yüceler o noktanın cömertliğindendir, Gözünle onun varlık hakikatinin yarısına bak, Bulunmayan yönünü öğrenirsin, (İbn Arabi) NUN ( ;)نHalk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insânın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır. Harflerin mertebelerinden biri de, bazı dillerde harflerin sonlarının başları gibi olmasıdır. Arapça’da “Mim” “Vav” “Nun” harfleri gibi. 165 167 “Nun” harfinde, “Vav” harfi iki “Nun” un (Nun – Vav – Nun) ( )ﻧﻮنarasında bir perde işlevini görür. NUN ( ) ن harfi yazıldığı zaman sadece yarım daire gibi zuhur eder, tıpkı geminin görünen kısmı gibi. Ya da halk edilişin görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin halk edilişi küreseldir. Kürenin yarısı maddidir, görünürdür yani cismânidir, diğer yarısı ise gaibdir. Yine gemininde küresel biçiminin yarısı her zaman açıktır, diğer yarısı daima hislerden gaibdir. Bu gaib yarıyı idrak etmeyişimizin illeti, arz da olmamızdır. Çünkü yer, bu gaib kısım üzerine serilmiş bir perdedir, bu yüzden idrak edemiyoruz. Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları olarak zuhur eden halk edilişimizde öyle, halk ediliş küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar âlemini idrak etmemiz perdelenmiştir. Bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz. Dolayısıyla “Kün” (Ol) kelimesinden zâhir olan “Nun” dan maddi varlıklar zuhur etmiştir, diğer yarısı ise gaibdir ve bu zahir yarıya göre takdir edilmiştir. Bundan da ruhani varlıklar ortaya çıkmışlardır. Şu halde cismâni bir anlamdan zuhur ederken, ruhani ise anlamın, anlamından zuhur etmiştir. “Nun” arasındaki (“ )ﻧﻮنVav” bağışları bir yarısından alır, diğer cismâni yarısına ilka eder. Bu ruhaniyetinden dolayı “Vav” ruhani “Nun” la bitişmiştir. ( ) ﻧﻮcismani “Nun” la değil. “Vav” harfi yazıda kendisinden önceki harfle birleşir kendisinden sonraki harfle birleşmez. Dolayısıyla “Vav” ın bağışları ruhani “Nun” dan alması, birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk mahiyetinde bir almadır. Cismani “Nun” a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma, duyurma mahiyetinde bir ilkadır. İşte bu Cebrâili makamdır. Birinci “Nun” : Ulûhiyyet, Hakikat-i Muhammedi. Aradaki “Vav” : Cebrâil Vahiy, Akıl, Kalem. İkinci “Nun” Levh (Nokta zuhur Mahalli) Allah, Levha’da iki özellik halk etmiştir; bilgi ve amel. 166 168 Buna göre bilici özellik, babadır; çünkü o etkindir; amel özelliği ise anadır, çünkü o etkiye konu olandır ve sûretler ondan meydana gelmiştir. “Vav” ilkâ esnasında yazı âleminin kalemidir. Bu diğer “Nun” onun için bir tür Levh işlevini görür. Çünkü işler, olgular bunun yanında bil kuva, ilim ve “Nun” olması hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan levh, kendisini gören biri açısından icmali bir sûrettir, ona bakan biri ötesinde ne olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta ki tercüman, yani diğer bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu tercüman, muhatabın işitme levhine kendi “Nun” unda mücmel olan şeyleri satır, satır yazıya döker. Böylece dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı kadarıyla öğrenir. Eğer dinleyenler himmetlerin ilka edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler kalemler olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka gerçekleşir. O zaman bütün mücmel bilgiler ayrıntılı, tafsilatlı olarak bilinir. “Nun” un bir başka yönüde “Nun” lâfzının bir tek vücûtta zuhur eden iki hüküm, yani Hakk’ın asli mutlaklığı hükmü ile mahlûkun hudüs kaydı hükmü arasındaki ilişkiye işaret eder. Dolayısıyla “Nun” lâfzının birinci “N” si Hakk Teâlânın benliğine işaret eder ki bu “N” yüceliğe sahip olarak, sâkin dairesinde mahsur olan mahlûkun benliğine işaret eden ikinci “N”ye destek olur. “Kün” (Ol) (Kaf-Vav-Nun) varlığa ait bir emir lâfzıdır. Ondan ancak varlık çıkar. “Kaf” ( ) قharfinin delâlet ettiklerinden biri “Kalem” dir. Yani Kalem icmal “Nun” undan destek görerek levhi mahfuzdaki tafsilatını, onu alan, kabzeden ilâhi elin (yed) etkisiyle gerçekleştirir. ون َ طُر ُ ﯾَﺳ ْ َﻠَم َ َوﻣﺎ ِ ن َواﻟْﻘ “Nûn ve Kalem'e ve yazdıkları şeylere and olsun ki” (Kalem 68/1-2) 167 169 Sonuç olarak NUN (;)ن “En-Nur olarak zuhura çıkmıştır. Yüce Allah’ın El-Musavvir ismi, En-Nur isminin zuhurunu gerektirir. Çünkü sûretler En-Nur ismiyle canlanır, nefislerini idrak edip rablerini bilirler. Buraya kadarki ( ﺛَﻠﺎَﺛَﺔ ( ) وَ ﺧَﻤْﺴُﻮSELASE VE HAMSU) da toplanan hakikatler, NUN ( )نharfinin zuhuruyla kemâlâta ulaşmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi NUN ( ; ) نHalk ediliş mahalli, ruhun, aklın, nefsin maddeleri ve fiilin varlığıdır. Bütün bunlar “Nun” a yerleştirilmiştir. O insanın görünen tümelliğidir ve söz konusu tümellik bu nedenle ortaya çıkmıştır. “Nun” harfinin büyük ebced sayı değeri 106’dır. “Nun” harfinin şeklinden de anlaşılacağı gibi ( )نalt çanağı görünen zâhiri, üst noktası gaybını simgeleyen bâtınıdır. Dolayısıyla “Nun” 106 zâhir ve bâtını ayırırsak yani 106 / 2 = 53 eder. O da “CİM” ( ) جharfinin büyük ebced sayı değeridir. “CİM” harfini doksan derece yatırırsak yani “NUN” daki bâtın olan birinci “NUN” olur. “Cim” ( ) جharfi yüce Allah’ın cem ediciliği nedeniyle ElCelâl ve El-Cemâl isimlerinin kabzalarının dışında olan ElCami isminin ilk harfidir. Çünkü Ahmedi Ahadi kemâl makamında birlikte vardırlar. Aynı şekilde Yusufi makama tecelli eden cömert El-Cemil isminin de ilk harfidir. Yüce Allah Yusuf’a (a.s.) tabir ilminin nurunu vermiştir. O bu nur sayesinde misal ve hayal âleminin hakikatlerini keşfederdi. Hayal en büyük nurdur ki insan onunla eşyayı idrak eder. “Cim” ; Cim ona kavuşmak isteyeni yükseltir. İyilerin ve hayırlıların müşahede mertebelerine, (İbn Arabi) 168 170 “Tek ve bir olan Allah’tan başka bir şey yoktur. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde Allah…Allah… diyen kimseler oldukça kıyamet kopmaz.” Bu yüce Allah’ın “Allah’ın zikri en büyüktür” dediği en büyük zikirdir. İşte bu isim bu imamın zikridir ki onun ruhu en son kabzedilir. Böylece kıyamet kopar ve gök yarılır. Dolayısıyla bu ve benzerleri sütündurlar… Yüce Allah dosdoğru bir hareketle bu insâni sûreti ikame etmiştir. Çadırın orta direği sûretini. Onu bu göklerin kubbesini ayakta tutan sütûn kılmıştır. Onun sayesinde göğün yerin üzerine çökmesini engellemiştir. Biz de bunu sütûn olarak ifade ettik. Bu sûret yok olduğunda ve yeryüzünde nefes alıp veren bu kabil insanlar tükendiğinde gök paramparça olur, o gün çöküverir.” (İbn Arabi Fütuhat-ı Mekkiyye) Sütûn, Arapça Amed demektir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. Ferdiliğin ilki basamağı üçtür. Sütûn (Amed) kelimesi de üç hakikati gerektirir: Gök, yer ve ikisini birbirine bağlayan sütûn. Bu kâmil insândır. Yahut hak, halk ve ikisinin arasındaki vasıta, yani MUHAMMEDİ hakikat. Biz burada Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) dan söz ediyoruz. Kendisine tahsis edilen 53 sütûnundan. (وﺧﻣﺳون )ﺛﻼﺛﺔ53 (ELLİÜÇ) ; Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi “Cim” harfinin küçük ebced değeri 3’tür. “Nun” harfinin ebced değeri de 50’dir. Yani toplarsak 3+50 = 53 olur. Harfleri yan yana getirirsek (“ )ﺟﻦCAN” olur. NECDET (;)ﻧﺟدت Gök kubbeyi ayakta tutan sütûndur. Yani (“ )ﻋﻤﺪAMED” dir. “Amed” kelimesinin ebced sayı değeri 114’tür. Bu “Cami” (cemeden) isminin sayı değerine eşittir. El-Cami ismi Allah’tır. 169 171 Efendi babacığıma Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerine tahsis edilen ( )ﺛﻼﺛﺔ وﺧﻣﺳون53 (ELLİÜÇ) beden mülkünü ayakta tutan “CAN” dır. Âlem “NECDET” le ayakta, beden 53 (Elli üç) ile Can bulmakta… Efendi babacığım Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) hazretlerinin bu sırra işaret eden bir şiirini sunmak istiyorum; CAN Cananımdan Can istedim lütfedildi bize Can, Bütün alem oldu Can, Canla kaldık Canla Can, Eğer her kim ister ise hemen gelsin bizde Can, Evvel duyduk sonra uyduk cümle olduk, Canla Can. Sende Can olmak ister isen, eğreti Candan geç, Canlar içinde dönüp duran kimyayı Can'ı seç, Bu pazarda Can alıp satılır sakın kalma geç, Sureti İnsanda kalma sıreti İnsan'ı seç. Bir Can verdikte evvelâ, bin Can aldık sonunda, Ancak ulaşır Can'a Can, sabur ve Salâtla, Yoktur Candan gayrı alemde dost asla ve asla, Can içre gir Canları gör boyan Sıbgatullaha. Sende o Candan ayrı değilsin iyice anla, Bir an geçirme vaktini sakın, tembelle hamla, Kalsada yüzünde gözünde bir iki damla, Akıt onuda gönlüne kalasın sende Canla. Necdet bu sözü söyler ona söyledi büyükler, Çünkü bu söz ile yanmaktadır Canlar yürekler, Her kim bu söze uyar hemen açılır menziller, Can katar Canına (İZA CAE) ve diğer Sureler. Hacı Necdet Ardıç Uşşaki (k.s.) Son olarak Efendi Babacığım için yazdığım kısa bir şiiri 170 172 arz etmek istiyorum; Şiirin ismi “SELÂSE(T) VE HAMSUN” yani 53’ten alıntı şöyleki “SELÂSE(T)” in “S” si ve bitiş “HAMSUN” un “N” si ve ortada bütün bunları ayakta tutan “E” yani “ELİF” ( “ ) ث ا نSEN” -------------- SENMİŞSİN Ezilirken beşeriyetimizde, Allah acıdı halimize, Gönlümüzü açtı muhabbetine, Kaynağı muhabbet, Eşref-i mahlûkat, Resûl-u Kibriya, Hatemül enbiya, Ahmed-i Muhammed Mustafa, (s.a.v.) Aşkıyla doldu gönlümüz, Dedi; İşte Hatemül evliya, Ma’nâ’yı Muhammed (s.a.v.) Kibrit-i ahmer, Şeyhül ekber, İşte dedik Din-i Mübin, Ma’nâ’mızmış Muhyiddin, Dedi; Ekber olmak için aşk gerek, İşte dedi Uşşaki Ekberî Ahmedî NECDET, “Lâm” olup huzuruna geldik, “Elif” gibi kucakladın bizi, “Lâm”ın “Elif”e olan aşkı gibi, Yaktı benliğimizi “Elif” in aşkı, “Lâ” etti varlığı benliğimizi, 171 173 Varlık sebebimiz SENMİŞSİN, Nefes-i Rahmanımız SENMİŞSİN, Canımızın canânı SENMİŞSİN, NECAT’ımız SENMİŞSİN, Tevhidimiz SENMİŞSİN meğer! ------------------Bu değerlendirme yazısı ile bu kitabımızı da bitirmiş olalım Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasib eder İnşeallah. Görüldüğü gibi yukarıda bahsedilen bazı vasıflar, bizim belirttiğimiz vasıflarımız değil, bahsedenlerin muhabbetleri ile, kendi zuhur ve indî düşenceleridir, dışa dönük olarak bunlar hiçbir şekilde bir iddia değildir. Dileyen kabul eder dileyen etmez. Bunlar hakkında bizim de bir iddiamız yoktur. Tecellilerini gönderen her kese teşekkür ederiz. T.B. ------------------NOT= Bu kitabımızda böylece, nihayete ermiş olmaktadır. Ancak okuyacak olan bazı kimseler bu kitaptaki yazıların yukarıda kısaltılmış ismi geçen kimselere ait olduğunu ve kitabın içinde yazısı olan kimseler tarafından yazıldığını düşünebilirler. Zâhiri olan bu anlayışların da, da doğrudurlar. Ancak bu kimselerin bir çoklarının daha evvel internet nedir, yazmak nedir, tefekkür nedir, cümle kurup yazı yazmak nedir, diye bir bilgileri olmadığı gibi kendilerinin, hiç ilgilerinin dahi olmadığı, ve zor bir sahada, yazı yazabiliyor olmaları da çok dikkat çekicidir. Yazıları olan bu arkadaş, dost, ve evlâtlarımız, kendilerine verilmeye başlanan, gerçek tasavvuf eğitimi ile, ilgilenmeye başladıktan sonra, kısa sürede kendilerini tanıyıp gerçek bir kimlik sahibi olup, bu yoldan öz güvenlerini 172 174 bulup aldıkları bilgilerini de birleştirerek, böyle güzel hallere, mânevi kültür ve lütuflara ermiş olmaktadırlar. Dolayısı ile bunları kendileri yazmış olmayıp, tarafımızdan verilen eğitim ve ufuk genişliği neticesinde yazmış-yazdırılmış olmaktadırlar. İşte, aslında zor olan, kişinin kendinin yazı yazması değil, kendi vasıtasıyla karşı tarafa yazı yazdırabilinmesidir, bu ise gerçekten oldukça zor bir iştir, çok zaman ve sabır gerektirmektedir. İşte bizde bu yazılan ve yazdırılanları, gördükçe çevremizle iftihar ediyor, emeklerimizin boşa çıkmadığını görüyor, Rabb’ ımıza şükrediyoruz. Cenâb-ı Hakk arzulu olanlara daha nice yazılar yazmayı, ve yazdırılmayı nasib etsin İnşeallah. Okuma zahmetinde bulunacaklara da akıl ve gönül genişliği nesip etsin İnşeallah. (Heze min fazlı rabb’î) (12/14/2014/Pazar gecesi) Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tan’dır. ( Tekirdağlı, Terzi Baba, Necdet Ardıç.) 173 175 Terzi Baba. Baskısı olan kitaplar. 1. 2. 3. 4. 5. Necdet Divanı: Hacc Divanı: İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi: 13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 35. Fâtiha Sûresi: 41. İnci tezgâhı: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: 67. 067-Mülk Sûresi: 91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) ------------------174 176 Terzi Baba kitapları sıra listesi KAYNAKÇA 1. KÛR’ÂN VE HADîS : 2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim. 3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim. 4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif, İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim. “DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ” (Gönülden Esintiler) 1. 2. 3. 4. 5. Necdet Divanı: Hacc Divanı: İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi: 13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 175 177 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) Divân (3) Kevkeb. Kayan yıldızlar. Peygamberimizi rû’ya-da görmek. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. Terzi Baba Umre (2009) 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: Değmez dosyası: 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) -1-Köle ve incir dosyası: Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri: -2-Genç ve elmas dosyası: Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr: Karınca, Neml Sûresi: Meryem Sûresi: Kehf Sûresi: 3-Terzi Baba İstişare dosyası: Terzi Baba Umre dosyası: (2010) -3-Bakara dosyası: Fâtiha Sûresi: Bakara Sûresi: Necm Sûresi: İsrâ Sûresi: Terzi Baba: (2) Âl-i İmrân Sûresi: İnci tezgâhı: 4-Nisâ Sûresi: 5-Mâide Sûresi: 7-A’raf Sûresi: 14-İbrâhîm Sûresi: İngilizce, Salât-Namaz: İspanyolca, Salât-Namaz: Fransızca İrfan mektebi: 36-Yâ’sîn, Sûresi: 76-İnsân, Sûresi: 81-Tekvir, Sûresi: 89-Fecr, Sûresi: 176 178 53. Hazmi Tura: 54. 95-Beled-Tîn, Sûresi: 55. 28- Kasas, Sûresi: 56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba: 57. 20-T H Sûresi: 58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 62. -4-Bir ressam hikâyesi: 63. İnci mercan tezgâhı 64. Ölüm hakkında: 65. Reşehatt’an bölümler: 66. Risâle-i Gavsiyye: 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-Namaz Sûrereleri: 69. 2-Namaz Sûrereleri: 70. Yahova Şahitleri: 71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 72. Îman bahsi: 73. Celâl ve İkram: 74. 2012 Umre dosyası: 75. Gülşen-i Râz şerhi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 77. Aşk ve muhabbet yolu: 78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader: 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura. 83- 2013 Umre dosyası. 84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri. 85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül. 86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. 89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi. 90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi. 177 179 91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi. 93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 94- Kubbet-ul Kara. ------------------------- Altı peygamber serisi: 15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) ------------------------- Terzi Baba kitapları serisi: 1- 12- Terzi Baba-(1) 2- 39- Terzi Baba-(2) 3- 32- Terzi Baba-(3) İstişare dosyası. 4- 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 5- 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 6- 86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 7- 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) ------------------------- Bir hikâye birçok yorum serisi. 25. -1-Köle ve incir dosyası: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 34. -3-Bakara dosyası: 61. -4-Bir ressam hikâyesi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi. ------------------------- Dîvanlar serisi: 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 178 180 16. Divân (3) 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. ------------------------- Mektuplar ve zuhuratlar serisi: Terzi Baba İnternet dosyaları: ----------------------------1-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 2-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 3-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 4-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 5-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 6-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 7-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 8-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 9-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 10-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 11-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 12-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 13-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 14-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 15-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar 16-Terzi-Baba-Mek-ve-zu-Ke-Kara-bi-dosyası. 17-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 18-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar . 19-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar . 20-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar . 21-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 22-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 23-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 24-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 25-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 26-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 27-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 28-Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 179 181 29-Terzi-Baba-Mektuplar 30-Terzi-Baba-Mektuplar 31-Terzi-Baba-Mektuplar 32-Terzi-Baba-Mektuplar 33-Terzi-Baba-Mektuplar 34-Terzi-Baba-Mektuplar 35-Terzi-Baba-Mektuplar 36-Terzi-Baba-Mektuplar 37-Terzi-Baba-Mektuplar 38-Terzi-Baba-Mektuplar 39-Terzi-Baba-Mektuplar 40-Terzi-Baba-Mektuplar 41-Terzi-Baba-Mektuplar 42-Terzi-Baba-Mektuplar 43-Terzi-Baba-Mektuplar 44-Terzi-Baba-Mektuplar 45-Terzi-Baba-Mektuplar 46-Terzi-Baba-Mektuplar 47-Terzi-Baba-Mektuplar 48-Terzi-Baba-Mektuplar 49-Terzi-Baba-Mektuplar 50-Terzi-Baba-Mektuplar 51-Terzi-Baba-Mektuplar 52-Terzi-Baba-Mektuplar 53-Terzi-Baba-Mektuplar 54-Terzi-Baba-Mektuplar 55-Terzi-Baba-Mektuplar 56-Terzi-Baba-Mektuplar 57-Terzi-Baba-Mektuplar 58-Terzi-Baba-Mektuplar 59-Terzi-Baba-Mektuplar 60-Terzi-Baba-Mektuplar 61-Terzi-Baba-Mektuplar 62-Terzi-Baba-Mektuplar 63-Terzi-Baba-Mektuplar 64-Terzi-Baba-Mektuplar 65-Terzi-Baba-Mektuplar 66-Terzi-Baba-Mektuplar ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. 180 182 67-Terzi-Baba-Mektuplar 68-Terzi-Baba-Mektuplar 69-Terzi-Baba-Mektuplar 70-Terzi-Baba-Mektuplar ve ve ve ve zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. zuhuratlar. Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (94/70=164) NECDET ARDIÇ Büro : Ertuğrul mah. Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4 Servet Apt. 59 100 Tekirdağ. Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad. Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13. 59 100 Tekirdağ Tel (ev) : (0282) 261 43 18 Cep : (0533) 774 39 37 Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/ Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info> Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com> Radyo adresi (form): <terzibaba13.com> İnternet, MSN Adresi: Necdet Ardıç <[email protected] ------------------------ 181 183 ARKA KAPAK Neml Sûresi. 27/40. Âyet. (2+7+4)=13 Bu Rabbimin fazlındandır. (27+40+)=67 (6+7)=13 (40+13)=53 Çıkan sayı değerleri dikkat çekicidir. 67 Allah isminin sayı değeridir. 13 Hakikat-i Muhammediyyenin toplu halde sayı değeridir. 53 İse Terzi Babamın sayı değeridir. 184
© Copyright 2024 Paperzz