Güncel Dosya: Depreme Ne Kadar Hazırız? Dosyayı hazırlayan: Aysun Koca, Şehir Plancısı “İstanbul’da deprem sonrası toplanma alanları şu an ne durumda?” diyerek başladığımız dosya hazırlığımız sırasında, İstanbul’un depreme ne kadar hazır olduğu konusu ile ilgili olarak karşımıza iç ferahlatıcı bilgiler çıkmadı. 17 Ağustos depreminin üzerinden geçen 15 yıldan sonra, İstanbul’da olası bir depremde toplanma ve çadır kurulacak alan olarak belirlenen 470 noktanın büyük çoğunluğuna alışveriş merkezi, gökdelen ve lüks konutların inşa edildiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Depremde kullanılacak acil ulaşım yolları da otopark olarak İspark’a kiraya veriliyor.( http://t24.com.tr/haber/ispark-acil-deprem-yollarina-dakurulmus,259566) Deprem sonrasında toplanılacak ve güvenlik sağlanacak olan bu noktalar 2001 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Afete Yönelik Acil Eylem Planı ile belirlenmişti. Afete Yönelik Acil Eylem Planı, olası bir İstanbul depreminde halkın toplanacağı çadırkentleri, gereksinim duyulan helikopter pistlerini, itfaiye ve sağlık tesislerini park etme yasağı getirilen yollar ile toplayıcı yolları işaret eden, afet durumunda nereye-nasıl hareket edileceğini gösteren bir plandı. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin web sayfasında yayımlanan Acil Eylem Planı’na, şu an web üzerinden ulaşılamıyor. Toplum İçin Şehircilik ekibinin 2011 yılında hazırladığı kitapçıkta, Afete Yönelik Acil Eylem Planı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin web sitesinde yayımlandığı haliyle dahi pek çok soruyu yanıtsız bıraktığı bilgisi yer alıyor. Özellikle çadırkent alanlarının kapasiteleri ve nerelerde kurulacağına ilişkin bilgiler içermeyen bir plan olduğu ifade ediliyor. Bu planın verilerinin, ne 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planlarında ne de 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planlarında kullanılmadığı belirtiliyor. Toplum İçin Şehircilik ekibinin 2011 yılında hazırladığı kitapçığa dayanarak hazırladığımız harita üzerinde işlediğimiz toplanma alanlarının bugün üzerinde neler olduğunu da fotoğraflarıyla gösterdik. Son olarak, Bakırköy bölgesindeki en büyük yeşil alan olan Ataköy 7-8. kısımdaki Orman Yolu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2013 yılında 1/5000 Nazım İmar Planı’nda yaptığı plan tadilatı ile imara açıldığı ve alanda cami ve Kur’an kursundan oluşan bir külliye yapılacağı haberleri ile birlikte deprem sonrası toplanma alanlarının akıbeti yeniden tartışılır oldu. Örneğin, geçen süre içinde yayımlanan haberleri incelediğimizde İstanbul’un en fazla nüfus yoğunluğuna sahip ilçelerinden birisi olan Şişli’nin toplanma alanları ve deprem sonrası acil gereksinimler için kullanılacak alanlarına Trump Tower, Torun Center ve Anthill adlarıyla gökdelenlerin yapıldığını öğreniyoruz. Oysaki bu alanlar Şişli için deprem sonrasında çadırkent ve afet anında kullanılmak üzere helikopter pisti olarak seçilmiş yerlerdi. İstanbul’da bu hızla devam eden inşaatlar arasında örneklemeler bitmez. Kaynaklar http://www.toplumicinsehircilik.org/documant/istanbulun_acil_eylem_plani.pdf http://www.radikal.com.tr/cevre/deprem_olsa_kacacak_yer_yok-1193704 http://www.radikal.com.tr/turkiye/atakoyun_deprem_toplanma_alani_kulliye_oluyor-1197606 http://www.evrensel.net/haber/80296/siginacak-yerimiz-kalmadi.html#.U7e8i7FN3ix http://devrimcikaradeniz.com/2014/05/24/istanbulun-afet-plani-rant-planlarina-yenik-dustu/ http://www.aydinlikgazete.com/toplum/41738-avm-rezidans-derken-siginacak-yer-kalmadi.html • • • • • • Bu sayıda, depreme ne kadar hazırız sorusunu konunun uzmanı, ilgilisi kişi ve kurumlara sorduk ve verdikleri bilgilerle görüşleri derledik: AFAD-Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan sorumluluk alanları ile ilgili bilgileri aldık, güncel olarak afet risklerini azaltmaya yönelik aldıkları önlemleri derledik. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Aydın Üniversitesi FBE Md. Yrd. ve Mimarlık Böl. Öğr. Üy. Süleyman Balyemez’den depreme karşı alınacak önlemler ve planlama ilişkisini, 6306 sayılı yasayı ve İstanbul Deprem Master Planı’nı dinledik. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden bu yana, Açık Radyo’da yayımlanan Altın Saatler programının sunucularından Argun Yum ve Gürhan Ertür’den depreme hazırlık ve “Altın Saatler”in önemi hakkında bilgiler aldık. Dosyamızı YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Betül Şengezer’in İDMP öngörüleri ile son 10 yılda karşı karşıya olunan uygulamalar arasındaki önemli çelişkileri vurgulamayı ve sorgulamayı amaçladığı yazısı ile kapatıyoruz. 50 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 2001 yılında hazırlanan Afete Yönelik Acil Eylem Planı’na göre toplanma alanı olan fakat artık üzerine alışveriş merkezi, gökdelen ve lüks konutlar inşa edilmiş noktalar. Hayatta Kalmak için Altın Saatler “İstatistikî bilgiler afette uğranması muhtemel kayıpların, afet ile karşılaşmadan önce yapılması mümkün ve gerekli olan koruyucu, önleyici hazırlıklardan en az 20 kat daha yüksek maliyetli olduğunu gösteriyor.” Argun Yum, Y. Müh.-Mimar Gürhan Ertür, Yazar Depreme hazırlık deyince ne anlamak gerekir? Önce deprem konusunda bilgilenmek gerekiyor elbette: Deprem nedir ve nasıl meydana gelir? Bu soruların yanıtları büyük ölçüde biliniyor. Depremlerde en büyük risk kaynağının yapılaşma olduğu da biliniyor. Riskli yapılaşma ise tek bir yapı olarak bakılınca konunun teknik zorunluluklarını dikkate almayan, kısaca “çürük” diye adlandırılan kalitesiz inşaat akla geliyor. Daha geniş bir çerçeveden bakılınca ise kullanıcılarının katkısıyla hazırlanması gereken bir planlaması olmayan, yapım ve inşaat faaliyetleri gereğince denetlenmeyen bütün insan yerleşimleri diyebiliriz. Kısacası bilgisizliğin geleceği ateşe atması... Deprem konusunda bilgilenilince sıra teknik, hukuki ve idari hazırlıklara, planlamaya, uygulama ve denetleme aşamalarına geliyor. Kimse bizim 1999 depremlerinden sonra bilgi eksiğimiz olduğunu düşünemez. İlk adımda Türkiye’nin zemin ve fay durumu hakkında pek çok bilgi toplandı; güncel bir fay haritası da yayınlandı. Şimdi yapılması gereken nedir? İnsan yaşamının en önemli değer olduğunu esas almamız ve teknik ayrıntıların atılması gereken adımları geciktiren tartışmalarını geride bırakıp, en kötü olasılıklara göre insan yaşamını ve yaratılan değerleri koruyacak programı ve planları ortaya koymalıyız. 1999 depremlerinin ardından 2001 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi uzman üniversitelerin desteği ile geniş kapsamlı ve bilimsel bir İstanbul Deprem Master Planı hazırlattı. Ancak uygulamalar kaplumbağa hızıyla ve çok yetersiz ölçülerde ilerledi ve ülke çapında bir “Kentsel Dönüşüm” yasası, depremden 13 yıl sonra, 2012 yılında hazırlanabildi. Ancak böylesine YAPI 393 AĞUSTOS 2014 51 yaşamsal bir konuda konunun bütün ilgililerin katılımıyla olgunlaştırılması fırsatı kaçırıldı. “Ben yaptım oldu” kolaycılığının tercih edilmesi, 2 yıldır yoğunlaşarak devam eden sorunlara ve tartışmalara yol açtı. Depreme hazırlık konusunda ilerlemenin basit bir süreç olmadığı ve çok yönlü olduğu çok açık. Bir dönem en popüler konu olan fay hatlarının yerleri ve özelliklerinin tartışılması çok kıymetli yılların kaybedilmesine, yapılması gerekenlerin ertelenmesine yol açtı. Var olan yapı stokumuzun iç karartan yetersizliği, afetten sonra yıkıntılar altından canlı insan kurtarma çabalarının ne kadar yetersiz kalacağını gözler önüne seriyor. İstatistikî bilgiler afette uğranması muhtemel kayıpların, afet ile karşılaşmadan önce yapılması mümkün ve gerekli olan koruyucu, önleyici hazırlıklardan en az 20 kat daha yüksek maliyetli olduğunu gösteriyor. Üstelik bu tip bir hesapta yaşamını kaybeden en yakınımızdaki bir kişinin bizler için ve toplum için nasıl bir değer ifade ettiği de tümüyle belirsiz, ya da varsayımsal! Depreme hazırlık konusunun özü, en önemli ve en acil yanı yapı stokumuzdaki yetersizlik. Bütün dikkatin ve olanakların yoğunlaşması gereken alan apaçık önümüzde duruyor; yapılarımızın büyük kısmı depremde ciddi hasar görme, can kaybına, yaralanmalara, madi kayıplara yol açma riski taşıyor. Bu yetersizliğin nedenlerinin en başında tasarım sorunları geliyor. Zira çoğu binamız 1998’de yayınlanan ve 2007 yılında revize edilen “Deprem Şartnamesi”nden daha önce tasarlanmıştır. Yapı üretimindeki sorunlar ise daha az ürkütücü değil. Yapılarımızın büyük çoğunluğu taşıyıcı sistemleri uygun olmayan ya da yetersiz bilgi ve malzeme ile üretildi. Yaygın olarak uygulanan betonarmede taşıyıcılarda hazır beton kullanımı, ürünlerin kalite kontrolü ve testleri gibi özellikler şunun şurasında son 15-20 yılın uygulamaları; üstelik bunların yeterli denetime tabi tutuldukları da tartışmalı. 1970’den sonra yapılan birçok yapıda çatlamalar, korozyon, deniz kabukları, betonun taşıyıcı özelliklerinin yetersizliği, inşaat demirinde kalite ve detay sorunları gibi temel meseleler neredeyse çıplak gözle bile görülebilecek durumda. Devlet kurumlarının yaptırdığı binaların 52 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 çoğunlukla yaşam güvenliği açısından vahim durumları, Mayıs ayında derin acılarla gündemimize giren Soma kömür madeni güvenlik koşullarına benzetilebilir. Eksiklikler hâlâ biliniyor ancak giderilmiş değil! Hâlâ uygulanmakta olan 2007 tarihli deprem yönetmeliği en önemli ilerleme. Ancak dikkat edilmesi gereken bir önemli konu İstanbul’da düzinelerle yüksek yapı yapıldığı ve birçoğunun inşaatı devam ettiği halde, resmen onaylı bir “Yüksek Yapı Deprem Yönetmeliği”nin mevcut olmaması! Depreme hazırlığın bir seferberlik yaklaşımıyla ele alınması gerektiği yakın tarihli Gölcük ve Van depremleriyle toplumun zihnine kazınmış oldu. Yıkımın acımasızlığını yaşayanlar ön koşulsuz, ortak ve fedakâr bir davranış bütünlüğünde birleşiyorlar. Yakın tarihli büyük depremler insanların genlerinde var olan deprem korkusunu bilinçlerine yerleştirdi kuşkusuz; ama acaba bu korku yeterli bir önlem alma programına dönüştü mü, “ne yapmalı ve nasıl yapmalı” soruları toplumda yeterince tartışıldı ve ortak bir anlayışta buluşuldu mu? 2012 Mayıs tarihli “Kentsel Dönüşüm” yasası, kentlerimizin ve dayanıksız yapı stokumuzun yenilenmesi süreçlerini hemen hemen tümüyle piyasa koşullarına bağlıyor. Geçen 2 yıllık süreçte uygulamanın bilançosu şöyle özetlenebilir: Evinizin, dairenizin bulunduğu arsa ciddi ölçüde bir artı getiri potansiyeli taşıyorsa, muhtemelen tartışmalı bir çözüm önerisini önünüzde bulabilirsiniz. Binayı yenilemesi beklenen piyasa müteahhidini motive edecek tek geçerli ölçü, ticari riskleri karşılayacak bir kazanç beklentisidir. Peki bu durum yenileneceği söylenen 6 milyon konutun ne kadarı için geçerli olacak? Onyıllardır yaşadıkları şehir parçalarından uzaklaşmak durumunda kalan uygulamaları insanlar nasıl kabul edecekler? İnsan olmadan şehir nedir ki? Depreme hazırlığın önemli bir alanı olan eğitimde çocuklarımıza şehrin ana arterlerindeki “Afet için 1nci derece ulaşım yolu, park yapılmaz” tabelalarını dikkate almayan araç sahiplerini, bu tabelanın gereğini uygulamayan yönetimleri nasıl anlatmalı? Eğitilecek yeni kuşakların girilmesi güç dar sokaklara yardım ulaştırmanın olanaksızlığını sorgulamaları, kentsel altyapının (doğalgaz, elektrik, su, köprüler) depreme dayanıklılığını denetlemeleri beklenir. Benzer şekilde okulların ve hastanelerin depreme dayanıklı kılınmasını, afet sonrası toplanma alanlarının başka kullanımlarla işgal edilmemesini, yapılacak tatbikatlarda alınması gereken önlemleri denetlemeleri beklenir. İnsanlık deprem afeti konusunda yeterli bilgi ve beceri sahibidir. Tokyo’da 7’den büyük depremlerde büyük hasar ve kayıp oluşmuyor. Şili’de yakın zamanda meydana gelen 8’den büyük depremde büyük bir yıkımla karşılaşılmadı. Demek ki biz de başarabiliriz. Açık Radyo’daki programınızın açılışını “Hayatta kalmak için altın saatler” şeklinde yapıyorsunuz. Biraz bundan söz eder misiniz? Programımızın adı da “Altın Saatler”. Bu ifade uluslararası arama-kurtarma literatüründe afet sonrası ilk 72 saate verilen ad. İlk 72 saatin insan yaşamı açısından son derece önemli olduğunu vurguluyor. Afete uğramış ve kendini kurtarma olanağı olmayan, yiyeceği ve içeceği bulunmayan bir insanın sağlıklı bir biçimde yaşamda kalma süresinin 72 saatle sınırlı olabileceği varsayımından hareketle belirlenen bir tanım. Bu süre içinde afetzedeye ulaşılmalı ki, onu en azından kalıcı hasara uğramadan kurtarmak mümkün olabilsin. Dünya afet tarihinde çok daha uzun süre sonunda kurtarılan insan ve canlı örnekleri var. Yakın örneklerden biri, Ocak 2001’de Hindistan’da meydana gelen 7,9 büyüklüğündeki depremden 120 saat sonra, 55 yaşındaki bir kadının enkaz altından çıkarılabilmesidir. Programımızın adı bir yönüyle de iyimserliğimizi yansıtıyor. Programa 10 Ekim 1999’da başladık ve o zamanlar ülkemizdeki afet risklerinin hızla azaltılacağını düşünüyorduk. Böylelikle program görevini tamamlayarak yayının sürdürülmesine gerek kalmayacaktı. Ancak Altın Saatler’in 750. programını gerçekleştireceğiz. 15. yıldayız, hâlâ döne döne afet risklerinin azaltılmasından söz ediyoruz. Depreme Hazır Mıyız, Afad Neler Yapıyor? “Depremlerin ölçülmesi ve deprem olgusunun bilimsel olarak daha iyi anlaşılabilmesi için AFAD, birçok bilim kurumu ve üniversite ile işbirliği yapıyor”. Murat Nurlu, Dr. (AFAD Deprem Dairesi Başkanı) AFAD olarak yaptığınız çalışmaları aktarır mısınız, sorumluluk alanlarınızdan söz eder misiniz? Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), ülkemizde ve dünyanın en uzak noktalarında meydana gelen insani krizlerde, doğal ve teknolojik temelli afetlerde ülkemizin kaynaklarını koordine ederek hızlı ve etkin bir afet yönetimi sistemi uygulamaktadır. AFAD’ın uygulamaya koyduğu “Modern Afet Yönetimi” kapsamında, ülke kaynaklarının, afetlerin henüz gerçekleşmeden önlenmesine yönelik olarak kullanılmasını belirten “risk yönetimi”, afetlere hazırlık amacıyla, halkın bilinçlendirilmesi; eğitimler ile birey, kurum, kent ve toplumun afetlere hazır ve dirençli hale getirilmesidir. Ülkemizde en çok can ve mal kaybına sebebiyet veren doğal afetlerin başında gelen depremin gözlenmesi ve araştırılması faaliyetlerini AFAD bünyesindeki Deprem Dairesi Başkanlığı yürütüyor. 1969’da Deprem Araştırma Enstitüsü adıyla kurulan Deprem Dairesi, 715 deprem gözlem istasyonu ile bütün Türkiye’nin sismik hareketliliğini yıllardır anlık olarak izliyor ve vatandaşları bilgilendiriyor. AFAD Deprem Dairesi’nde 35 kişilik jeofizik, jeoloji, inşaat mühendisi ve yüksek mühendisinden oluşan uzman ekip 7 gün 24 saat gözlem yapıyor. Ülkemizdeki her 4 deprem gözlem istasyonundan 3’ünü kurup işleten AFAD, Türkiye’deki en geniş deprem gözlem istasyon ağına sahip. Depremlerin ölçülmesi ve deprem olgusunun bilimsel olarak daha iyi anlaşılabilmesi için AFAD, birçok bilim kurumu ve üniversite ile işbirliği yapıyor. Son olarak AFAD, 2013 Aralık ayında bilim dünyası ile gerçekleştirdiği işbirlikleri kapsamında TÜBİTAK, ULAKBİM ve 7 üniversite ile birlikte “Türkiye Deprem Veri Merkezi” projesini hayata geçirdi. Bu sayede 54 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 ülkemizde deprem verileri araştırmacılar, akademisyenler ve kamuoyu ile tek bir veri merkezi üzerinden paylaşılabilir hale geldi. TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün onayının ardından Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni düzenleme ile birlikte deprem bilgilerini açıklama konusunda tek yetkili kurum AFAD oldu. Depreme hazırlık ile ilgili olarak ortak çalıştığınız kurumlar var mı? Deprem konusunda ülkemizin bütün kurumları ile koordinasyon halinde çalışmaktayız. Özellikle deprem biliminin ülkemizde gelişmesine yönelik olarak Türkiye Ulusal Sismoloji ve Arz içi Fiziği komisyonunun başkanlığımızda yürütüldüğü, ayrıca Deprem Danışma Kurulu ve Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı Koordinasyon Kurulu çalışmaları bu birlikteliklerin önemli bölümünü temsil etmektedir. Yine AFAD Başkanlığı bünyesinde oluşturulan deprem yönetmeliği güncelleme çalışmaları yaklaşık 100 kişilik konusunda uzman bilim adamları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün bir araya geldiği önemli çalışmalardandır. AFAD Başkanlığı deprem konusunda ayrıca yurtdışında işbirlikleri ile veri paylaşımı konusunda, ortak projelerde yer almaktadır. Deprem sonrası için ne türden önlemler alıyorsunuz? Afet yönetimi ve koordinasyonu ne demektir? Afet öncesi hazırlık, planlama ve risk azaltma çalışmaları, eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri, erken uyarı ve kesintisiz haberleşme projeleri ile afetlerin yaratacağı muhtemel can ve mal kayıplarının önlenmesi mümkündür. AFAD’ın öncülüğünde, 2013 yılının başında, afetlere daha dirençli bir toplum oluşturulması amacıyla Türkiye çapında bir eğitim kampanyası başlatılmıştır. “Afete Hazır Türkiye” adıyla başlatılan projede; toplum tabanlı afet yönetiminin temelinin atılacağı “Afete Hazır Aile”, öğrencilerimizin afet bilinci ve becerisiyle yetiştirileceği “Afete Hazır Okul”, afetlerin ekonomik zararlarını azaltacak “Afete Hazır İşyeri” ve gençlerin afet yönetiminde aktif sorumluluk alacağı “Afete Hazır Gençler” kampanyalarından oluşmaktadır. Afete Hazır Gençler kampanyası kapsamında Kısa Film Destek Programı (KFDP) adıyla bu yıl pilot bir uygulama başlatılmıştır. KFDP, üniversite gençlerine yönelik, toplumun afet bilincini tabandan kendi olanakları ile üretmesini destekleyen, paylaşılabilir ürünler üretmelerini sağlayan bir kısa film hibe programıdır. Ülkemizin afetlerin sıfırıncı dakikasına hazır olması için bütün Bakanlıklarımızın katılım ve destekleri ile Türkiye Afet Müdahale Planı hazırlandı. Planla, ulusal ve yerel düzeyde, olay türü ve ölçeğine göre esnek yapıda müdahale organizasyon sistemi oluşturuldu. Afet ve acil durumlara ilişkin müdahale çalışmalarında görev alacak hizmet grupları ve koordinasyon birimlerine ait rol ve sorumlulukları belirlendi. AFAD Başkanlığı olarak deprem konusundaki ülke geneline yayılmış temel projelerimiz aşağıdaki şekildedir: 1.Ulusal Sismolojik Gözlem Ağlarında Kapasitenin Artırılması: AFAD Deprem Dairesi ülkemizde Ulusal Sismolojik Gözlem Ağını kuran ve geliştiren kurum olup sahip olduğu bilgi ve deneyim ile ülkemizdeki en büyük ve gelişmiş ağı 7/24 kesintisiz olarak çalıştırmaktadır. AFAD- Deprem Dairesi Başkanlığı olarak 2013 yılında, Ulusal Sismik Ağın Geliştirilmesi (USAG) projesi kapsamında Ulusal Sismolojik Gözlem Ağında Zayıf ve Kuvvetli Yer Hareketi İstasyonlarının toplamında 683 istasyona ulaşılmıştır. Bunlardan 482 tanesi kuvvetli yer hareketi ölçümü yapan istasyonlardır. 2.Derin Kuyu Sismometre Ağı Projesi: Ulusal sismik ağların geliştirilmesi kapsamında Almanya’nın GFZ Enstitüsü ile Doğu Marmara’da denizin çevresinde deprem aktivitesinin izlenmesine toplamda 8 adet Derin Kuyu Sismometre Ağı kurulması amacıyla uluslararası proje başlatılmıştır. 2012 yılı Türkiye’nin ilk Derin Kuyu Sismik İstasyonu, Tuzlada 320 metre derine deprem cihazı yerleştirilmiştir. Bu kuyuda her 75 metrede bir ölçüm cihazları bulunmaktadır. 2013 yılında aynı şekilde 2 istasyon Yalova ilinde kurulmuştur. 2014 yılı içinde toplam 4 istasyonun kurulmasına başlanılmıştır. 3.Deprem Zararlarının Azaltılmasında Ulusal Yol Haritası (Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı): Bilindiği gibi deprem riskini azaltmada ve depremle baş edebilmede hazırlıklı ve dirençli bir toplum oluşturulması, bu amaca yönelik kurumsal alt yapının sağlanması ve konuyla ilgili Ar-Ge faaliyetlerinin önceliklerinin belirlenmesi amacıyla ülkemizde ilk kez ulusal ölçekte bir Deprem Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmıştır. UDSEP-2023 kapsamında şu ana kadar yasal düzenlemeler bağlamında Kentsel Dönüşüm Yasası ve Doğal Afet Sigortaları Yasası hazırlanarak yürürlüğe girmiş, Ulusal Deprem Araştırma Programı başlatılmış, Deprem Kestirimi Konusunda Etik Kurallar hazırlanmış, Türkiye Diri Fay Haritası tamamlanmış, Afete Hazır Türkiye projesi ile eğitim ve farkındalık çalışmalarına başlanılmış, İl Sağlık ve Hastane Sağlık planları hazırlanmış, Deprem Haritası ve Deprem Bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmelik çalışmalarına başlanılmıştır. 4.Deprem Araştırmalarına Destek (Ulusal Deprem Araştırmaları Programı): UDSEP-2023’de yer alan eylemlerin gerçekleştirilmesi ve deprem çalışmaları yapan araştırıcıların ve kurumların desteklenmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan program ile üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın ve kamunun bu konulardaki projeleri desteklenmektedir. Programın başladığı 2012 yılından itibaren biri Ekim 2013’te tamamlanan toplam 14 araştırma projesine 2.500.000 TL destek sağlanmıştır. 2014 yılı içerisinde de devam eden ve yeni başlayacak projelere 2.000.000 TL’lik bir desteğin sağlanması düşünülmektedir. 5.AFAD-Türkiye Deprem Veri Merkezi: AFAD olarak verilerin daha sağlıklı, standart ve hızlı bir şekilde kullanıcıya sunulması için Türkiye Deprem Veri Merkezi kurulmuş olup, merkez 2013 yılı Aralık ayında devreye girmiştir. Şu anda AFAD-TDVM’ne 7 üniversitemiz, 2 kamu kurumumuz, 2 belediyemiz ve 1 sivil toplum kuruluşumuz verileri ile destek sağlamaktadır. AFAD-TDVM bünyesinde katkı sağlayan bu 13 kuruluşun toplam 722 adet deprem gözlem istasyonu bulunmakta olup, depremle ilgili başka gözlemlerin de (GPS ölçümleri, jeofizik ölçümler, jeomanyetik ölçümler vb.) sisteme katılması planlanmıştır. 6.Deprem Erken Uyarı ve Ön Hasar Tahmin Çalışmaları: Bu proje kapsamında ilk pilot çalışma olarak ülkemizin büyük deprem üretme potansiyeli taşıyan Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde yer alan Hatay-Kahramanmaraş Pilot bölgesinde, depremin hemen sonrasında hızlı ön hasar tahminine yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Bu kapsamda veri toplama ve yazılım çalışmalarının büyük bir kısmı tamamlanmış, Kahramanmaraş merkezine, Hatay merkezine ve İskenderun ilçe merkezine 10 adet ivme ölçer istasyonu kurulmuştur. 7.AFAD-Deprem Mobil Uygulaması: Büyük bir depremin hemen ardından bölgeden elde edilebilecek bütün verilerin çok önemli olduğu düşüncesinden yola çıkılarak hazırlanan ve geliştirilmeye devam edilen “AFAD-Deprem Mobil Uygulaması” vatandaşların birebir deprem sonrasında etkin rol oynaması açısından önem kazanmış ve ülkemiz için bir ilk olmuştur. Yayına girdiği tarih olan Nisan 2013’ten günümüze kısa sürede yaklaşık 35.000 kullanıcısı olan bu uygulamanın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması çalışmaları 2014 yılında da devam edecektir. 8.Deprem Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik Çalışmaları: Ülkemizde depremlerin neden olduğu zararlar incelendiğinde yapı hasarları can ve mal kayıpları arasında büyük bir oran oluşturuyor. Gelişen teknoloji ve bilgi düzeyi ile birlikte bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu değişim ve gelişim muhakkak ki sürekli olacaktır. Toplamda 100 kişi olan güncelleme ekibi gerek oluşturduğumuz sanal ortamda, gerekse özveriyle İstanbul ya da Ankara’da bir araya gelerek çalışmalarını sürdürmektedir. 9.Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü: Çoğu zaman afeti yönetenler ya da konusunda uzman akademisyenler kendi aralarında afet konusunda bir terim karmaşasına girebiliyorlar. Bu soruna bir çözüm getirebilmek amacıyla 2013 yılında Afet Terimleri Sözlüğü hazırlanması çalışmalarına başlanmıştır. Aralarında akademisyenler, kamu kurum ve kuruluş temsilcileri ve Türk Dil Kurumu uzmanlarının da olduğu bir komisyon ile devam eden çalışmaları 2014 yıl ikinci yarısında tamamlayarak ülkemizde bu konudaki önemli bir eksikliği de gidermek planlanmıştır. 10.AFAD-RED Uygulaması: Özellikle kriz yönetiminde gerekli olan; deprem meydana geldikten hemen sonra afet bölgesinin genel durumunu yansıtan tahmini hasar ve kayıp bilgileri için oluşturulan AFAD-RED (AFADRapid Earthquake Damage) programı tamamlanmış olup kalibrasyon çalışmaları sürdürülmektedir. Deprem bölgesine ait otomatik ve manuel hesaplama yapabilen tahmini şiddet, hız ve ivme dağılım haritalarının yanısıra farklı derecelerdeki yaralanmalar, can kaybı ve yapıların hasar durumları hakkında bilgi verecek sistem tamamlandığında illerde il AFAD müdürlüklerinin personelinin eğitimiyle ile ait detay verilerin toplanması ile senaryo tabanlı da kullanılabilecektir. 11.Depar Projesi: Depremin hemen sonrasında depremin meydana geldiği bölgeden doğru ve güvenilir bilgilerin gönderilmesini sağlayacak, artçı depremlerin izlenmesini ve deprem aktivitesinin yerinde gözlenmesini hedefleyen projede AFAD’ın koordinasyonunda ülkemizin farklı üniversitelerinden bilim adamları çalışacaklardır. 12.Hızlı Değerlendirme Yöntemiyle Binaların Deprem Dayanımlarının Tespiti: Ülkemizin yapı stoğu ve deprem karşısında nasıl davranacağı ile ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır. Bu çalışmayla AFAD Başkanlığı’nca çıkartılmış ve kentsel dönüşüm kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca da benzer kuralları ortaya konan hızlı değerlendirme formları kullanılacaktır. Bu formlarla elde edilen veriler eşliğinde bir yapının deprem karşısında tahmini davranışı ortaya konacaktır. YAPI 393 AĞUSTOS 2014 55 Birikimden Gereğince Yararlanılmıyor “Afet öncesi yapılan çalışmalara harcanacak maddi kaynakların, afet sonrası çalışmalardan daha fazla olmadığını, afetin zincirleme etkileri nedeniyle çok uzun döneme yayılan ekonomik ve toplumsal kayıpların önüne geçildiğini, en önemlisi ise insan yaşamının maddiyatla ölçülemeyeceğini çok iyi biliyoruz.” Süleyman Balyemez, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Aydın Üniv. FBE Md. Yrd. ve Mimarlık Böl. Öğr. Üy. Depreme hazırlık deyince ne anlamamız gerekir? Deprem her şeyden önce bir doğa olayı; tıpkı yağmur gibi. Bir doğa olayını afete dönüştürense toplumun can ve mal varlığına zarar verir hale gelmesi. Doğa olaylarının insan yaşamını olumsuz yönde etkilemesini önlemek ya da bu etkileri en aza indirgemek sistematik bir yaklaşım içinde ele alınır. Karar verici ve uygulayıcı idari mercilerin de çok iyi bildiği (bilmesi gerektiği) fakat nedense uygulamada imtina ettiği bu yaklaşım Afet Yönetimi olarak adlandırılır. Gerek deprem gerekse öteki doğal, teknolojik ve beşeri afetlerden sakınmada en temel enstrüman olan Afet Yönetim Sistemi, birbirini izleyen adımlardan oluşan döngüsel bir süreçtir ve iki evreden oluşur. Afet öncesi yapılması gerekenler yani “risk/zarar azaltma (mitigation)” ve “hazırlık (preparation)” adımları Risk Yönetimini oluşturur. Afet sonrasına yönelik çalışmalar olan “müdahale (response)” ile “iyileştirme ve yeniden yapılanma (recovery)” ise Kriz Yönetimi ya da Acil Durum Yönetimi olarak adlandırılan evredir. Riskleri, dolayısıyla kayıpları indirgemek için Risk Yönetimi’nin etkin ve doğru biçimde yaşama geçirilmesi olmazsa olmazdır. Risk Yönetimi ne denli etkin ve başarılı olursa, yani ne kadar az insan yaşamı afetten olumsuz etkilenirse, Afet Sonrası Kriz Yönetimine o denli az gerek duyulur; daha az can kaybı, daha az yaralı, daha az yapı hasarı, daha az işgücü ve ekonomik kayıp, daha az kurtarma ekibi, daha az geçici barınak, daha az kalıcı konut, daha az ceset torbası, daha az toplu mezar alanı, daha az psikolojik ve toplumsal travma, kısacası daha az yara sarma ve daha çabuk normal yaşantıya dönüş demektir. 56 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 Afet öncesi yapılan çalışmalara harcanacak maddi kaynakların, afet sonrası çalışmalardan daha fazla olmadığını, afetin zincirleme etkileri nedeniyle çok uzun döneme yayılan ekonomik ve toplumsal kayıpların önüne geçildiğini, en önemlisi ise insan yaşamının maddiyatla ölçülemeyeceğini çok iyi biliyoruz. Depreme hazırlık konusunda planlama-deprem ilişkisi nasıl olmalı? Deprem zararlarını azaltmada mimarinin ve planlamanın rolü nedir? Şehir Planlamanın Afet Yönetimi’nin her iki evresinde de çok önemli rolleri var. Ancak Risk Yönetimi’ndeki rolü, az önce değindiğim nedenlerle Kriz Yönetimindeki rolüne oranla çok daha yaşamsal önemde. Uluslararası literatürde “Mitigation Planning” olarak adlandırılan, Türkçe’de ise “Risk Azaltma Planlaması”, “Zarar Azaltma Planlaması” ya da “Sakınım Planlaması” olarak kullanım bulan plan türü, odaklandığı afet ya da afetlerin insan ve kent yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemek amacını güden, çok bileşenli, çok katmanlı ve çok aktörlü, risk türlerini analiz eden ve bertaraf etme yöntemleri geliştiren, fiziksel planlama metodolojisi ile sınırlandırılamayacak, kent sınırlarını aşarak bölge ve ülke düzeyinde politika üretme yetisine sahip, merkezi hükümet, yerel yönetim ve sivil topluma görev ve sorumluluklar veren, bu bağlamda üst düzey bir organizasyon sağlayan bir yaklaşımdır. Planlama mesleği, doğası gereği çok disiplinli bir içeriğe sahiptir. Planlamanın icrası da bir ekip işidir. Risk Azaltma Planlamasını öteki plan türlerinden ayrı değerlendirmekle birlikte, plan öznesinin kent olması, veri toplanan alanın Şehir Planlama mesleğinin uzmanlık, yetki ve sorumluluk sahasında bulunması, plan kararlarının mekânda fiziksel dönüşümleri gerektirecek imar planları ile yaşama geçirilecek olması gibi çok temel unsurlar, Risk Azaltma Planlama Sürecinde Şehir Planlama disiplinini tartışmasız biçimde etkin ve organize edici konuma taşımaktadır. Konuya bütüncül yaklaşılması gereğinin altını çizdikten sonra, münferit uygulamaların deprem risklerinin azaltılmasına önemli bir katkısının olmayacağını, hattâ kimi durumlarda afet boyutlarının büyümesine yol açabileceğini yine de hatırlatmakta yarar var. Riskli alanı tanımlarken yalnızca risk taşıyan yapıların toplamını anlamak büyük bir hata. Yapıların büyük bölümü riskli olmasa bile, sözgelimi altyapı gibi ya da yöredeki işlev alanlarının niteliği gibi başka unsurlar neticesinde her hangi bir alan önemli derecede riskli olabilir. Bu nedenle riskli alan tespitinde mikrobölgeleme haritalarından yararlanılmalı. Mikrobölgeleme haritaları, salt yerbilimsel verilere değil, kenti oluşturan bütün sosyal ve fiziksel çevre bileşenlerinden elde edilen verilere dayalı olarak üretilmeli, şehir plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri gibi uygulamacılar ile karar verme erkine sahip siyasi otoritenin yerel ve merkezi idarecilerine de yol gösterici olmalıdır. Bu konuda ne yazık ki istenen düzeye gelmiş değiliz. Yararlı çalışmalar olmakla birlikte, bugün elimize aldığımız mikrobölgeleme haritaları olması gereken düzeye ulaşmış değil. Oysa bu konuda uluslararası düzeyde bilgi ve deneyime sahip bilim insanlarımız ve saygın üniversitelerimizde kurulu enstitülerimiz bulunuyor; bu birikimden gereğince yararlanılmıyor. Planlama ve deprem ilişkisini düşünürken, depremden korunma yöntemleri yalnızca bina bazında ve onu iyileştirme olarak ele alınıyor. Kentsel etkinlik alanlarıyla birlikte düşünülmesi gerekmez mi? Zayıf bir binayı yıkıp depreme dayanıklı olarak yeniden inşa ettiğinizde sorun çözülmüyor. Öncelikle işin ekonomik yönü var; finansman nerden sağlanacak? Kısa yoldan çözüm, yeni yapının kendisini finanse etmesi. Bu durumda da yapı yoğunluğunun artması yönünde baskılar gelmeye başlıyor inşaat sektöründen. Kullanıcılar ise çoğu durumda, ceplerinden para çıkıp çıkmayacağı ile ilgileniyor yalnızca. Gerek doğrudan emsal artışı sağlayarak, gerekse imar yönetmeliklerinde yapılan değişikliklerle emsalleri görünmeden yükselterek piyasanın önü açılıyor. Bu en yaşamsal konu, piyasanın insafına terkedilmiş oluyor. Yazıktır ki bunun adına da “afet risklerinin azaltılması” ya da planlama kavramları arasında yeri olmamasına karşın yanlış bir kullanımla dillere yerleştirilen ve aslında planlamanın tasfiyesi anlamına gelen “kentsel dönüşüm” adı veriliyor. Bütün bunların 6306 sayılı yasa ile yasal zemine oturtulması, konunun uzmanı olmayan geniş halk kitlelerinin “bir şeyler yapılıyor” algısıyla kandırılması anlamına da geliyor. Risk yönetimi açısından baktığımızda, “dönüşüm”e yani Kentsel Yenilemeye uğrayan alanda mevcut durum yalnızca binaların risk düzeyleri açısından değerlendirildiğinden, öteki risk etkenleri hakkında bilgi sahibi olmadan uygulamaya geçildiğini görüyoruz. Nüfus yoğunluğu başlı başına bir risk faktörü, altyapı yetersizliği keza öyle. Teknik Altyapı kapasitesi, Sosyal Altyapı olanakları artan nüfus yoğunluğuna koşut mu? Yol genişlikleri ve öteki ulaşım olanakları aynı oranda artırılıyor mu? Bu sorulara verilecek yanıtlar, tekil bina yenilemelerinin ya da münferit bölgesel uygulamaların depreme bağlı risklerin görünümünü değiştirmekten öteye geçmediğini, buna ek olarak sel gibi başka doğal afetler ile teknolojik ve beşeri afet risklerini büyüttüğünü gösterecektir. İkincil ve zincirleme riskler artacaktır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’u düşündüğümüzde riskli alan-riskli bina kavramlarını literatürümüze soktuğunu görüyoruz. Sizce yasa bu haliyle depreme karşı güvenli kentlerbinalar ve yaşam çevreleri oluşturmak anlamında önlemler alınmasının önünü açabildi mi? 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun bu çerçevede irdelendiğinde, tekil bina yenilemeye yönelik göreli avantajlar sağladığı izlenimi uyandırıyor. Riskli alan ilan edilen sahalarda alanın tamamının yenilenmesi kentsel açıdan daha sağlıklı olmasına karşın, yasa, barınma hakkı ve hak arama gaspı başta olmak üzere halkı mağdur edecek bir yöntem benimsiyor. Halkın yerinden edilmesine yasal dayanak teşkil ediyor. Halkı büyük inşaat firmalarıyla karşı karşıya ve savunmasız bırakıyor. Bu haliyle, uygulamalardan gördüğümüz üzere, tez elden parsel ölçeğinde yenilemeyi teşvik ederek, az önce değindiğimiz gibi, kentsel afet risklerini azaltmak yerine risklerin tezahürünü değiştiriyor. İstanbul Deprem Master Planı çalışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1/100.000 Çevre Düzeni Planı çalışmalarında bu plan ne kadar kullanıldı? İstanbul Deprem Master Planı (İDMP), dünyada bu kapsamda örneği olmayan çok değerli bir çalışma. Uluslararası otoriteler tarafından referans gösterilen bu rapor, alışageldiğimiz anlamda bir plan değil. Esasında deprem öncelikli Risk Azaltma Planlaması için bir rehber niteliğinde. Bildiğiniz gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin talebiyle, ülkemizin en saygın üniversitelerinden dördünün geniş akademik kadroları tarafından titizlikle hazırlandı. İstanbul’un deprem sakınımı için yapılması gerekenler sektörler bazında irdelendi, paydaşlar ve sorumlulukları tanımlandı, risk azaltma planlamasının her bileşeni üzerinde çok sayıda alternatif geliştirilerek risklerin belirlenmesinden bertaraf edilmesine kadar metodolojiler oluşturuldu, finansman modelleri geliştirildi. İBB’ye kalan, bu rehberi özümseyerek İstanbul’un Risk Azaltma Planını yapmak ve uygulamaktı. Gerçekten de eşzamanlı olarak Zeytinburnu’nda pilot uygulama başlatıldı. Kent genelinde deprem sonrası toplanma alanları ve acil ulaşım yolları belirlendi. Fakat aradan geçen süre içerisinde çeşitli sebeplerle bu heyecan dindi, Zeytinburnu örneğinde ve sonrasında İDMP’nda öngörülen anlamda somut ve başarılı bir uygulama hayata geçirilemedi, toplanma alanlarının yaklaşık yarısı ticaret ve konut işleviyle yapılaştırıldı, acil ulaşım yolları Belediye eliyle otopark olarak kullanıldı. İstanbul Çevre Düzeni Planı çalışmalarında, İDMP’nı referans alarak oldukça kapsamlı analizler gerçekleştirildi. Ancak bir bütün olarak bakıldığında, 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın, İstanbul Deprem Master Planı’na uygun olduğunu söylemek doğru olmaz. Bunun için öncelikle Risk Azaltma (Sakınım) Planı’nın hazırlanmış olması gerekirdi. Elde böyle bir plan olmadan gerçekleştirilen bir Çevre Düzeni Planı’nın, Deprem Master Planı’na uygun olup olmadığını değerlendirmek bile mümkün olamaz aslında. 1999 depreminin ardından İDMP’nın yanında atılan başka olumlu adımlar oldu mu? 1999 depremlerini takip eden dönemde kamu idaresi çok sayıda girişimde bulundu. İDMP bunlardan yalnızca biri. Deprem Şurası, Ulusal Deprem Konseyi (UDK) ve daha birçok oluşum hayata geçirildi. Ne var ki, kaderleri İDMP’ndan farklı olmadı. Deprem Şurası raporları raflardaki yerini alırken, UDK da gerekçesiz olarak lağvedildi. Aslında lağvedilen ya da tasfiye edilen bu oluşumlar değil, kentin ve ülkenin kaderini olumlu anlamda tersine çevirecek olan bilgi, bilim ve bilimsel bilgi üretim süreci oldu. YAPI 393 AĞUSTOS 2014 57 büyük bir deprem beklentisi, deprem duyarlılığını bir kez daha artırmıştır. Depremden yaklaşık dört yıl sonra 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, dört üniversitenin uzmanlarından oluşan Betül Şengezer, Prof. Dr. bir ekibe İstanbul Deprem Master YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Planı’nı (İDMP) hazırlattırmıştır. Afet Yaşadığımız depremler ve ortaya çıkan öncesi hazırlıktan afet sonrasına kadar can ve mal kayıpları, toplumsal belleğimizde afet yönetiminin her aşamasına ilişkin bir deprem korkusu yaratmıştır. Buna karşın değerlendirme ve önerileri içeren İDMP’ının afetlerle mücadelenin temel ilkesinin doğa ana konularını İstanbul’un göreceli ile uyumlu yaşam ilkelerinden geçtiği tekrar risk haritasının hazırlanması, yapıların tekrar deneyimlenmesine karşın, toplumsal, deprem dayanımlarının incelenmesi ve ekonomik, siyasal dinamikler ve kültürel güçlendirilmesi, planlama ve yapılaşma kodlar ülkemizde afetle birlikte yaşamayı alanındaki sorunlar ve bu bağlamda imar öğrenmeyi güçleştirmektedir. mevzuat ve kurumsal yapılanma önerileri, Ülkemizde kentsel düzeyde kaynak yönetimi, metropolün sorun deprem afetinin deneyimlenmesi, ve potansiyelleri ve afete dayanımlı bir 1967 Adapazarı depremi ile başlamış, metropol için stratejiler oluşturmuştur. Ne kentsel yapı stoklarının, özellikle de var ki, İstanbul Deprem Master Planından 1950 sonrası gündemimize giren sağlam uygulamaya yansıyan, bir sihirli terim olarak yapı kategorisindeki betonarme yapı son beş yılımıza damgasını vuran “Kentsel başarısızlıkları ilk sinyallerini vermiş, bu Dönüşüm” ile sınırlı kalmıştır. İDMP’nda olgu 1992 Erzincan depremi ile iyice su belirtilen bütüncül ve sistemsel yaklaşımlar, yüzüne çıkmıştır. Her deprem sonrası ilkeler uygulamaya yansıtılmadığı gibi, bu başarısızlıkların nedenleri, bir şablon planlama ve yapılaşma alanında yapılan gibi yinelenmektedir. Zayıf zeminlerde yeni düzenlemelerin yarattığı kaos ortamı yapılaşma, kat adedi arttıkça hasarın afetlere dayanımlı yerleşmelerin oluşumunu artması, yumuşak kat, kısa kolon, yatayda da olanaksız hale getirmiştir. Bu yazı ile ve düşeyde yapısal düzensizlik, inşaat İDMP öngörüleri ile son on yılda karşı malzeme nitelik ve noksanlıkları ve karşıya olunan uygulamalar arasındaki benzeri teknik nedenler ile yönetmeliklerin önemli çelişkileri vurgulamak ve sorgulamak uygulanmaması, denetimsizlik gibi kurumsal amaçlanmaktadır. Bu çelişkiler, Kentsel yetersizlikler hasarın nedenleri olarak Dönüşüm yasa ve uygulamaları üzerinden sıralanmaktadır (Şengezer, B.; Ansal, A. ortaya konulmaya çalışılacaktır. (2006); Şengezer, B.; vd 2008). Yine, kamu yapılarının, özel yapılardan daha fazla hasar Plansızlık Politikası görmesi sanki değişmez bir kuraldır. Yerleşim İDMP’da planlama sistemi, iyi işleyen bir düzeyinde de afet sonrası ortaya çıkan sistem için gerekli olan 5P’ye (Politika, Plan, sorunlar hep benzerdir: yeşil alanlar yok Program, Proje, Para) dayandırılmaktadır. olduğu için yeterli toplanma alanları sorunu Birbiri ile uyumlu kentleşme, yerleşme, vardır; çadır kuracak yer yoktur; yollar göç, sanayileşme, kalkınma, kamu yararı, yetersiz ve otoparklarla dolu olduğu için afet, koruma ve başka alanlardaki pek çok ambulans, itfaiye geçememektedir. ulusal politika sağlıklı ve güvenli kentlerin Her deprem sonrasında yönetmeliklerin oluşumunda temeldir. Çeşitli kademedeki değiştiği görülmektedir: 1967 Adapazarı plan kararlarının üretilmesinden depremi, 1968 yönetmeliği; 1972 Gediz uygulamasına kadar bu politikalar depremi, 1975 yönetmeliği; 1992 Erzincan geleceğimizi şekillendirmektedir. depremi, 1998 yönetmeliği. Ancak bu •Deprem afetinin etkisini azaltmakta yönetmelik değişiklikleriyle hasarların izlenen temel strateji “yumurtaların azalmadığı, hattâ giderek arttığı, adeta aynı sepete konmamasıdır”. Sağlıklı ve yönetmelik değişimi ile hasarlar arasında güvenli bir İstanbul gelişimi için bölgesel ters bir ilişki olduğu gözlemlenmektedir dengesizliklerin giderilmesi genel bir (Şengezer, B.; Koç, E.; 2005). kabuldür. Oysaki geçmişten günümüze 1999 Gölcük depreminin ülkenin İstanbul’un çarpık gelişmesindeki en temel kalbini vurması nedeniyle yaşanan can ve sorun nüfusun hızla artması olmuştur. mal kayıplarının büyüklüğü, İstanbul’da Buna karşın 2000 sonrasında İstanbul Algı Yönetimi: Deprem, Afet, Risk Yanılsaması 58 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 küresel kent, yarışan kent, finans kenti etiketleriyle yatırımcıların ilgi odağı olarak pazarlanmakta, bu bağlamda nüfus ve yapı stoku giderek artmaktadır. Bunlar olurken donatı alanları yetersiz, konut işyeri ilişkisi giderek bozulan, erişilmesi zor kent, zapt edilemez ve kontrol edilemez bir biçimde büyümektedir. Ekonomik büyümeyi inşaat sektörüne oturtan politikalar, aldığı iç göç artışının yavaşlatılması beklenen İstanbul’da arz fazlasını eritmek üzere yabancılara mülk satışına yönelmiştir. Böylece, kapasitesini aşmış metropolün çarpıklığını katmerleştiren bir süreç başlatılmıştır. Öte yandan hazine ve muhtelif kamu arazilerinin finansal kaynağa dönüştürülmesi politikası ise bu alanların toplumsal gereksinimler için kullanım olanağını ortadan kaldırmış, kentlerde risklerin artışını tetikleyen bir politika olmuştur. •Sağlıklı ve güvenli kentlerin oluşumunda iyi işleyen bir planlama sistemi esastır. Planlama ve yapılaşma sistemindeki aksaklıklar İDMP’da masaya yatırılmış, bu çerçevede imar mevzuatı önerileri geliştirilmiş, planlama politikasının esasları ortaya konmuştur. Planlama bütüncül, kamu yararını esas alan, katılımcı, saydam, denetimli, sorumlulukların paylaşılabildiği, kademeler arasında yatay ve düşey ilişkilerin kurulabildiği bir platformdur. Oysaki İDMP’nı izleyen dönemde bütüncüllüğü değil parçacıllığı öne çıkaran, yereli değil merkezi esas alan, merkezin yerel üzerinde vesayet yetkisini arttıran birçok yasa yürürlüğe girmiştir. (TOKİ, Özelleştirme İdaresi, Kentsel Dönüşüm Yasası, Hazine Arazilerinin Satışı vb). •İDMP sonrası dönemde, pek çok üst ölçekli bölge ve çevre düzeni planlarının (ÇDP) hazırlanması olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Ancak bunların, bir kez daha, DMP’da tanımlanan planlama sistem, ilke ve yaklaşımlarını yok sayarak hazırlanması, merkezi yönetimce belirlenen politikaların uygulama aracı olarak değerlendirilmesi, planlamanın kamu yararı ilkesini altüst etmiş, bu bağlamda risklerin ortadan kaldırılması ya da azaltılması amaçlarının da gerçekleştirilmesini güçleştirmiştir. Öte yandan plan onaylarını takiben, plan kararlarının hilafına merkezi yönetimce üretilen proje bombardımanı, planların bütün denge ve ilkelerini bozmuş, adeta plansızlıkla eşdeğer konuma gelinmiştir. İstanbul Çevre Düzeni Planı yaklaşımlarının tümünü kapsyabilmektedir. kaymasına neden olabilmektedir. Yürürlüğe bu uygulamaların en çarpıcı örneğidir: Bu yol ile planlama şemsiyesi altında giren projeler ile riskin azaltılması bütün üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, çılgın kentsel çöküntü alanlarında yoğunlaşan toplumu kapsayan bir yaklaşım olmak proje, lastikli tüp geçiş, çeşitli tünel ve sorunları, eşgüdümlü bir biçimde yerine bazı kesimlerin riskten korunmasını yol projeleri ile İstanbul ÇDP kararları çözümleme olanağı yakalanabilmektedir. sağlarken bazı kesimlerin de risklerinin altüst olmuş, plan geçersiz kılınmıştır. Yitirilen bir ekonomik aktivitenin yeniden artmasına neden olan bir mekanizmaya İÇDP’da 2023 için 17 milyonluk nüfus geliştirilmesi ya da canlandırılması, dönüşmektedir. öngörülürken, yukarıda anılan projelerle işlemeyen bir toplumsal fonksiyonun işler •5998 sayılı yasa ile kamunun mülkiyetinde kentte 30 milyonlara erişebilecek bir hale getirilmesi; “toplumsal dışlanma” olan ya da kullanımında olan yerlerde kentsel konut kapasitesi yaratılmış, kentin alanlarda, “toplumsal bütünleşmenin” dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan sürdürülebilirliğini sağlayacak olan su sağlanması; çevresel kalitenin ya da edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi kaynakları, orman alanları tehdit altına ekolojik dengenin kaybolduğu alanlarda, Bakanlar Kurulu kararına bağlanmıştır. girmiştir. Küresel iklim değişikliğinin bu dengenin yeniden sağlanması, afete Kamunun mülkiyetindeki alanlar, 1) yarattığı seller, kuraklıklar, ısı adaları karşı dayanımlı kentlerin oluşturulması bir yollar, yeşil alanlar, otopark, vb. alanlar; gibi başka doğal afetlere kapı açılmıştır. potada eritilebilmektedir. Çoklu amaçları 2) Kamu kurumlarına ait alanlar; 3) Mera, Günümüzde yaklaşık 15 milyonluk sağlamak, bir amacın başka amaçları etkisiz orman, milli park kullanımındaki alanlar; metropolde ulaşım, yeşil alan, eğitim, sağlık hale getirmesini engellemek ya da sinerji 4) Bataklık, dik yamaçlar, kullanıma uygun hizmetlerine erişimde yaşanılan sıkıntılar, ile birden fazla amacı gerçekleştirebilmek olmayan vadiler gibi tescil dışı hazineye bu politikalar ile sağlıklı ve güvenli bir kentsel dönüşüm-bütüncül bir planlama ait alanlar, olmak üzere dört farklı grupta kentin olanaksızlığının göstergeleridir. birlikteliğini zorunlu kılmaktadır. Oysaki, toplanabilir. Her bir kategorinin KD Gündelik yaşamını sağlıklı yaşayamayan kısaca Kentsel Dönüşüm (KD) yasası kapsamında finans kaynağına transfer yerleşmelerin afete dayanıklı bir kent olarak anılan “Afet Riski Altındaki edilmesi, sağlıklı ve güvenli kentlerin olamayacağı da deneyimlerle sabittir. Alanların Dönüştürülmesi Hakkında dayanağı olan kamusal alanların giderek •İDMP’ında kentin sorunlarının kent Kanun”, planlamadan bağımsız, plan azaldığı bir süreç yaratmaktadır. Kamunun potansiyelleri ile çözümlenebileceği, bunun kararlarının önüne geçebilen, kararları mülkiyetinde olup, zayıf ve tehlikeli için yaratılacak kaynakların İstanbul etkisiz hale getiren bir yapıda uygulamaya zemin niteliğindeki yerlerin dahi KD alan Deprem Fonunda toplanarak sorunlar için sokulmuştur. kapsamına girebildiği yaşanan olgulardır. kullanılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. •Avrupa Kentsel Şartı’nda yaşam Bu süreç kamu yararına aykırı farklı Buna karşın potansiyeller, sağlıklı kent kalitesinin yükseltilmesi amaçlanmıştır. sorunlara yol açarak kentlerin afete ilkeleri ile bağdaşmayan abartılı ve Yerleşmelerde fiziki kentsel çevrenin ve yatkınlığını arttırmaktadır. aşırı parcacıl projeler ile heba edilerek var olan konut stokunun iyileştirilmesi, •Kentsel dönüşüm, değişen ekonomik, kentin yoğunluk/donatı dengeleri iyice sosyal ve kültürel olanakların yaratılması, sosyal, çevresel ve politik koşullara göre, bozulmuştur. Kamuya aktarılamayarak toplumsal kalkınma ve halk katılımının kurumsal yapılanmada değişiklikler özel sektöre transfer edilmesi nedeniyle, özendirilmesi gibi hedefler ile kentsel gerektirmektedir. Proje süreçlerinin nasıl kamunun elinde deprem sorununu çözecek gelişmenin nicelikselden çok niteliksel işleyeceği, vatandaşın hakkının nasıl bir kaynak da bırakılmamıştır. yönüne vurgu yapılmaktadır. Yaşam korunacağı, projelerin nasıl oluşturulacağı, kalitesi yaşanabilirlik, rekabet gücü, iyi nasıl kabul edileceği gibi konuların Kentsel Dönüşüm Planlamayı İkame yönetim, işletme ve finansman bileşenleri yasal düzlemde kuralları belirlenirken, Etmiştir ile ölçülmektedir. Yoksulluğun azaltıldığı, merkezi ve yerel yönetimin, STK’ların Planlama ile yönlendirilmesi gereken, eşitsizliğin minimize edildiği, sağlıklı süreçteki rolleri, gerekirse yeni kurumların kentsel dönüşümün, planlamanın yerine bir kentsel çevrenin yaratıldığı (nüfusoluşturulması, kurumsal değişikliklerin ikame edilmesi, sağlıklı ve güvenli kent teknik ve sosyal teknik altyapı ilişkisinin kapsamını oluşturmaktadır. IDMP’ında bu yaratmayı engellemiş, olanaksız kılmıştır. kurulduğu), bireysel güvenliğin sağlandığı süreçler tanımlanmış iken, uygulamada •Kentsel dönüşüm, fiziksel, sosyal, (*suç oranının düşürülmesi, *şiddet anti demokratik uygulamalar ile ekonomik yönlerden çöküntü ve bozulma olaylarının azaltılması, *trafik kazalarının mağduriyetlere yol açıldığı, kentsel alanlar sürecine girmiş kentsel alanları içinde azaltılması, *doğal ve teknolojik afetlerin üzerinden sermaye transferleri yapıldığı yaşayanlar için yaşam kalitesi daha etkilerinin azaltılması) yerleşmeler gözlenen olgulardır. Adalet, hakkaniyet yüksek, yaşanabilir yerler haline getirmeyi yaşanabilir kent olarak tanımlanmaktadır. ilkelerinden uzak uygulamalar, deprem ve kente kazandırmayı hedefleyen bir Oysaki afet risklerini azaltma adına yapılan afeti kâbusunu toplumsal afet kâbusuna plan stratejisidir. Bu planlama yaklaşımı, kentsel dönüşüm (KD) projeleri nüfus dönüştürmektedir. mekânsal düzenlemelerin ötesinde ile teknik ve sosyal altyapı dengelerini •Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı tasarlanmış politika ve eylemlerin insafsızca bozmakta, soylulaştırmayla kent olarak ilan edilecek alan tanımında aracıdır. Bir anlamda kentsel dönüşüm, yoksulluğu körüklenmektedir. Risk azaltma “üzerinde yapı olan ya da olmayan yenileme, sağlıklaştırma, koruma, adına yapılan projeler, proje alanında imarlı ya daa imarsız alanlar” şeklindeki yeniden canlandırma, yeniden geliştirme, yaşayanlar için bulundukları yerde riskin ibare, KD alanlarını mevcut sorunlu alan kentsel bezeme, kentsel sağlamlaştırma, azaltılması anlamını taşımadığı gibi, bu kategorisinden çıkarmakta, henüz boş afet risklerini azaltma gibi planlama toplulukların yeni riskli alanlara doğru yapılaşmamış her tür alanda bu kapsamda YAPI 393 AĞUSTOS 2014 59 planlama, uygulama yapma yetkisini düşüncesi ile IDMP’nda yasa taslak yerine ekonomik dinamiklere öncelik doğurmaktadır. Böylece KD alanlarında önerileriyle hukuki altyapı hazırlanmıştır. verilmesi ya da keyfi alan seçimleriyle yoğunluklar, standartlar Belediye Ancak ne yazık ki kapsamlı bir hukuki riskler azaltılamamaktadır. Meclisi tarafından ya da planı hazırlayan altyapıyı yürürlüğe sokma yönünde •IDMP’nın ikinci bölümünde risklerin kurumlarca belirlenebilmekte; 500 hektara yönetimlerce irade gösterilememiş ve afet nasıl saptanacağına, kararların nasıl kadar (200 ki/ha yoğunluklu yaklaşık riskinin azaltılması KD’e indirgenmiştir. geliştirileceğine ilişkin kademeli risk 20 mahalle) büyüklükte bir kent parçası İlgili yasa ve yönetmeliğin öngörülen yöntemleri sunulmuş olmasına karşın Afet KD alanı olarak planlanıp, uygulamaya yapısı ile yaşanabilirliği tehdit eden, yeni Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi sokulabilmektedir!!! Uygulama bu yönüyle, risk alanları yaratan, yaşam kalitesini ve Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği İmar Affı Kanunu’nda yer alan üst ölçekli toplumsal huzuru bozan bir uygulama (15.12.2012), “2008 deprem yönetmeliğine planlara uyma zorunluluğu olmayan, ortaya çıkmıştır. uygun olmayan yapıların riskli olduğu” imar yönetmeliği donatı standartlarının gibi kestirme bir yaklaşım benimsemiştir. aranmadığı ıslah imar planlarıyla da Riskler Devam Etmektedir Bu yaklaşımla ülke kaynaklarının benzeşmektedir. Getirilen esneklikler, •İDMP’ında BÜ-ARC çalışmasında hücre heba edilmesine, bireysel hakların muafiyetler planlama sistemi yerine bazında gösterilen spektral deplasman zedelenmesi ve yok sayılmasına yol KD’yi tercih edilir kılmaktadır. Çeşitli bazlı hasar görebilirlik ilişkileri kullanılarak açılırken, devlet ve mühendislerin yapmış çalışmalarda ıslah imar planlı bölgelerin, elde edilen ağır hasarlı binaların sayısal ve oldukları idari kusurlar da silinmiştir. kentlerin sağlıksız ve güvensiz olması oransal dağılımlarını veren risk haritaları Geçmiş depremlerde karşılaşılmış olan açısından en yüksek riskli alanlar olduğu can ve mal kayıplarının yüksek olacağı hasarlar nedeni ile az da olsa sorumlular görülmüştür. Şimdi, çok benzer bir yöntem riskli bölgeleri işaret etmektedir. Ancak cezalandırılırken, birden bire bütün eski KD alanlarında deprem riskini çözmek, ne BKK ile ilan edilen KD proje alanların, yönetmeliklere göre yapılmış yapıların sağlıklı kentler yaratmak adına kullanıma ne de müteahhitler kanalı ile parsel bazlı yıkılacağı savının benimsenmesini sokulmaktadır. dönüşümlerin yaşandığı alanların bu anlamak güçtür. Ülkemizde deprem •Evrensel düzlemde planlama süreci, geçmiş haritalardaki risk bölgeleriyle örtüşmediği, sonrası yapılan araştırmalara göre ağır tecrübelerden elde edilen kazanımlarla, kentsel dönüşümü risk dışında farklı amaç ve ötesi hasarlar ortalama %5-30 risk birey, kurum ve kuruluşlar arasında ve dinamiklerin ateşlediği görülmektedir düzeyindedir. Bir başka deyişle ayakta koordinasyonu sağlamak üzere kademeli, (Ökten, A.; Şengezer, B.; (2013). kalabilen binalar yıkılanlardan daha çelişkileri çözümlemek ve sinerji yaratmak •İDMP’nda, mevcut yapıların yüksek oranda olabilmektedir. Tersten bir adına bütüncül, bilgilenme, bilgilendirme güçlendirilmesi ya da yenilenmesi yanı bakış ile bu gözlemler, 2008 öncesi deprem ve sorumluluk paylaşımını sağlamak sıra yeni yapıların ve kentsel büyümenin yönetmeliklerine göre inşa edilmiş binaların adına katılımcı, hesap verebilirliği ve ikna afete dayanımlı biçimde geliştirilmesi ayakta kalabileceğinin göstergesi değil süreçlerini sağlamak üzere şeffaf olma temel kabuldür. Bu sürecin hangi ölçüt, midir? Öte yandan risk olasılık belirten bir ilkeleri ile yeni deneyimlere açık bir yapıda yol ve yöntemlerle geliştirileceğine kavram ise, “2008 öncesi yapılar risklidir ve öne çıkmakta ve önem kazanmaktadır. IDMP’ının ikinci bölümünde kapsamlı yıkılmalıdır” kabulü kavramın özüne aykırı Plan yapmanın mantığında ise, ekonomik, şekilde yer verilmiştir. KD alanlarının değil midir? Afete dayanımlı kent demek, sosyal ve mekânsal veriler arasındaki somut göstergelere (toplumsal, ekonomik, teknik personelden kurumsal birimlere, ilişkilerin kurulması ve sürdürülebilirlik fiziki çöküntü ve bozulma alanları, yapılarda yaşayanlardan alıcı ve satıcılara çerçevesinde bütün bu bileşenler yoksulluk bölgeleri, risk bölgeleri) dayalı kadar bütün kesimlerin sorumluluklarını arasındaki dengenin kurulması esası olarak saptanması, kendi özellikleri ve üstlenmeleri demektir. İdarenin ve meslek yatmaktadır. Mekân, sosyal ve ekonomik plan bütünündeki temel ilke ve kararlar insanlarının sorumluluk üstlenmediği eylemlerin yansıması sonucunda oluşur. bağlamında çözüme kavuşturulması bir sistem ve sorumlulukların sıfırlandığı Dolayısıyla planın hem sosyal ve ekonomik öngörülmüştür. Buna karşın, KD yasasının kültürel kodlarla afetsiz bir gelecek olayları yönlendirme, destekleme ve planlama sistemi dışında tutulması, kurgulamak mümkün olamayacaktır. geliştirme işlevi vardır, hem de çevrenin IDMP’ında öngörülen deprem odaklı KD •İlk deprem yönetmeliğinin yürürlüğe korunması ve geliştirilmesi ilkesinden alan sınır belirleme ölçütlerinin dahi yasa/ girdiği 1968’den 2008’e dek geçen 40 hareketle sınırlama işlevi bulunmaktadır. yönetmelik maddelerine yansıtılmaması yıllık süre içerisinde meydana gelen Kısaca, planlamanın hem doğal kaynakları nedeniyle risk azaltma adı altında keyfi depremlerde bu yönetmeliklere uygun koruma, hem de sosyal ve ekonomik olarak belirlenen hukuk ve bilim dışı inşa edilmiş yapıların çoğunluğu ayakta gelişmeyi, toplum kalkınmasını sağlama uygulamalar, riskin azaltılmasını engellediği kalmıştır. Bu olgu, yapıların güvensizliğinin işlevlerini yerine getirebilmesi, olayların ve gibi toplumsal adalet, güven duygularını temel nedeninin eski yönetmelikler eylemlerin çok boyutlu değerlendirilmesini da zedelemektedir. BKK’na göre ilan edilen değil inşaatta yönetmeliklere aykırı zorunlu kılmaktadır. Bütün bu ilkeleri afet riskli alan örnekleri irdelendiğinde davranılması ve denetimlerin yetersizliği gerçekleştirebilecek bir hukuki altyapının seçimin riskin yüksek olduğu bölgelerde olduğunu düşündürmektedir. Yapıların oluşturulması hukuk devleti olmanın bir değil, kamu alanlarının bol, yoğunluğun yönetmeliğe uygun inşa edilmelerinin gereğidir. Afetlerle mücadelenin bir sistem düşük olduğu bölgeleri kapsadığı dikkat sağlanması kamusal bir görev iken, bu ile gerçekleşebileceği ve planlamanın çekmektedir. Can ve mal kaybı riskinin görevin sağlıklı yürütülebileceği hukuki bu sistem içinde önemli bir rolü olduğu yoğunlaştığı bölgelere öncelik vermek bir altyapının olmadığı bilinen ve sık sık 60 YAPI 393 AĞUSTOS 2014 dile getirilen bir gerçektir. Bu çerçevede, güvenli binalar için günümüz uygulama gözlemleri çerçevesinde aşağıdaki konular sorgulanmalıdır. •Depreme dayanıklı yapı üretimi tasarım aşamasında başlayan bir süreçtir. Tasarımının temel ilkeleri yatayda ve düşeyde düzensizlik olmaması; en, boy ve yükseklikler arasındaki oran ilkelerinin sağlanmasıdır. Buna karşın son dönemde inşa edilen bazı devasa yapıların bu ilkelere uygun olmadığı gözlenen bir gerçektir. Cam kaplama binalar, deprem esnasında dağılma tehlikesi gösterdiğinden deprem bölgelerinde sakıncalı addedilmektedir, ancak son dönemde inşa edilen yapıların büyük çoğunluğu cam kaplamadır. Binanın dört bir tarafını dönen ağır çıkmalar ya da dengesiz çıkmalar, zemin katların boş bırakıldığı yumuşak katlı bina tipleri deprem tasarım ilkeleri açısından sorunlu olarak tanımlanmaktadır. Ancak hâlâ yönetmeliklerimiz bu binaların yapılmasını zorunlu kılan hukuki düzenlemeleri, planlarımız ise bu sorunlara yol açan plan notlarını içermektedir. •Standartları ve yöntemleri tartışmalı da olsa mikro bölgeleme (zemin) haritaları yapılabilmektedir. Ancak zemin koşullarını dikkate alan plan kararlarının -yapılaşma yoğunluklarının- alınması güçtür. •Parsel bazında zemin etütleri yapılmaktadır; ancak zemin zayıf da olsa yoğun yapılaşmalara sınır getirici kararlar almak güçtür. Çünkü teorik olarak, mühendislik tekniği açısından, maliyeti karşılandığı sürece her zemine her tür yapı yapılabilir. Ne var ki, müteahhitler adına medyada konuşanlar belirli kar marjının altında satılan dairelerde yapı güvenliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını belirtmektedir. Öte yandan İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası’nın Yapı Denetim Kuruluşlarından onaylı gelen 2285 adet projeyi incelediği araştırmaya göre küçümsenemeyecek oranda tasarım ve hesap hatalarının olabildiği görülmekte, yeni yapılan yapıların tamamının güvenli olmadığı yönünde kuşkuları doğurmaktadır. Bu ifade ve saptamalar gittikçe artan yapı yoğunluğu, bina boyutlarıyla birlikte afet riskinin de arttığı endişesini doğurmaktadır. Maliyetlerin karşılanıp karşılanmadığı ya da gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı bir sonraki depremde deneyimlenecek olgular olarak karşımızdadır. Sonuç: Temel İlkeler Zedelenmiştir IDMP’nda temel ilkeler aşağıdaki şekilde tanımlanmış olmakla birlikte, yasada bu ilkelere yer verilmediği, uygulamanın da bu ilkelerin hilafında gerçekleştiği gözlenmektedir. İDMP’daki temel ilkeler: •Süreç, şeffaf ve katılımlı bir biçimde işletilmelidir. •Adalet ve eşitlik sağlanmalıdır. •Minimum maliyetle mevcut kaynakların rasyonel kullanımı sağlanmalıdır. •Sosyal sorunların en az olduğu bir toplumsal düzen içerisinde bireysel haklar zedelenmemelidir. •Yerel halk yerinden edilmemeli, seçenekler sunulabilmelidir. Mevcut mülkiyet biçimlerine göre stratejiler geliştirilmeli, kiracılar için elde edilebilir konut sunulmalıdır. •Risk grupları için yaşam çevresi, sosyal ve kültürel değerler dikkate alınarak yeniden inşa edilmeli ya da sıhhileştirilmelidir. •Fiziksel stokun kalitesini artıracak kamu hizmet ve kullanımlarından taviz verilmemeli; nüfus yoğunluğu, teknik ve sosyal donatı standartlarını sağlayacak limitler aşılmamalıdır. •Yüksek kalitede bir “kentsel tasarım” esas alınmalıdır. •Halk sağlığı için kent iklimi, enerji tasarrufu konuları yalrızca bina düzeyinde değil, yoğunluklar, kentsel doku (bina formlarında ve yüksekliklerinde farklılıklar) ve makroform (kent havalandırma kanalları) bazında değerlendirmelere katılmalıdır. •Yerleşim alanlarının sürdürülebilirliği ve yönetişimi güçlendirmek için mahalle yenileme birimi, mahalle afet yönetimi (MAY) vb. kurumsal yapılanmalara gidilmelidir. Dönüşüm süreçlerinin toplumun bütün kesimleri tarafından benimsenmesi sağlanmalıdır. •Merkezi ve yerel yönetimler arasında yatay ve dikey koordinasyon sağlanmalı; kısa vadeli miyop bakışlar yerine, uzun vadeli perspektifler benimsenmeli; kamu, özel ve sivil toplum ortaklıkları dönüşüm alanındaki değerlere, olasılıklara, itici güçlere ve kısıtlamalara göre değişik biçimler alabilmeli, esnek kurumsal yapılar geliştirilmelidir. •Toplumsal bozulmanın nedenleri araştırılmalı ve kentsel çöküntü problemine çözüm bulmak amaçlanmalıdır. •Yeterli fon kaynakları yaratılmalı. Sağlıklı kentsel oluşumları zorlamadan yaratılan rantın kamu yararı amacıyla kullanımına olanak verecek düzenlemeler oluşturulmalı. •Kaynaklardan eşitlik ilklerine uygun yararlanma imkanları sağlanmalıdır. •Bir alanın dönüşümü sağlanırken, alana özel yaklaşımlarla kent bütününe yönelik stratejiler arasında ilişki ve denge sağlanmalıdır. •İstanbul’un özgün kimliğinin korunmasına özen gösterilmelidir. •Tarihi ve kültürel değerler korunmalı ve risk azaltacak düzenlemeler yapılmalıdır. Deprem doğa olayının afete dönüşmemesi bu doğa olayıyla birlikte yaşamayı öğrenmekten geçmektedir. Depremle birlikte yaşamak ise yaşanan olaylardan ders çıkarmaktan, çıkarılan derslere göre yenilenebilen sistemden, sorumlulukların farkındalığından, dengeli yerleşim sisteminden, dengeli gelir dağılımından, hakça paylaşımdan, mesleki etikten ve kamu yararının üstünlüğünü kabul etmekten geçmektedir. Kamusal alanların buharlaştığı, yoğunlukların aşırı noktalara taşındığı bir ortamda afet riskini azaltmanın temeli olan sağlıklı mekân-çevre hayal olmakta, İstanbul’un afet riskinin azaltıldığı söylemi gerçekliğini yitirmektedir. Bu söylem ile bilerek ya da bilmeyerek tek afetten çoklu afete -deprem, sel, kentsel ısınma, hava kirliliği, toplumsal huzursuzluk, erişemezlikgeçilmektedir (Kuşcu, vd 2013). Kaynaklar •Anon; İstanbul Deprem Master Planı, İBB, 2003. •İMO İstanbul Şubesi Mesleki Denetim Birimi, İnşaat Mühendisleri Odası Açısından Statik Projelerde Görülen Eksiklikler ve Proje Denetiminde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar, 2. Yapı Denetimi Sempozyumu, 17-18 Kasım, 2011, İstanbul. •Kuşcu, Ç.; Kozaman, S.; Şengezer, B.; İnsan Doğa İlişkisinde Egemenlik mi/ Bütünleşeme mi? İstanbul’daki Kentsel Gelişme/Yeşil Alan Çelişkisi, İstanbul’un Kuzey Ormanları Sempozyumu, Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi, Barış Manço Kültür Merkezi (BMKM), Kadıköy, İstanbul, 2013. •Ökten, A.; Şengezer, B.; Istanbul’s Resilience in Question, Planning For Resilient cities and Regions, 27 AESOP Congress in 2013 in DUBLIN - AESOP, 2013. •Şengezer, B.; Koç, E.; “A critical examination of earthquakes and urban planning in Turkey”, Disasters Vol. 29, Issue 2, 2005. •Şengezer, B.; Ansal, A.; (2006); “Probabilistic Evaluation Of Observed Damage Data In Turkey”, Natural Hazards, Vol 40, Num. 2, February 2007. •Şengezer, B.; Ansal, A.; Bilen, O.; “Evaluation of parameters affecting earthquake damage by decision tree techniques”, Natural Hazards, Volume 47, Number 3, 0921-030X (Print) 1573-0840 (Online), p.547-568, December, 2008. YAPI 393 AĞUSTOS 2014 61
© Copyright 2024 Paperzz