Güncel Dosya: Depreme Ne K adar Hazırız?

Güncel Dosya:
Depreme Ne Kadar
Hazırız?
Dosyayı hazırlayan: Aysun Koca,
Şehir Plancısı
“İstanbul’da deprem sonrası toplanma alanları şu an ne durumda?” diyerek
başladığımız dosya hazırlığımız sırasında, İstanbul’un depreme ne kadar hazır olduğu
konusu ile ilgili olarak karşımıza iç ferahlatıcı bilgiler çıkmadı.
17 Ağustos depreminin üzerinden geçen 15 yıldan sonra, İstanbul’da olası
bir depremde toplanma ve çadır kurulacak alan olarak belirlenen 470 noktanın
büyük çoğunluğuna alışveriş merkezi, gökdelen ve lüks konutların inşa edildiğini
kaynaklardan öğreniyoruz. Depremde kullanılacak acil ulaşım yolları da otopark olarak
İspark’a kiraya veriliyor.( http://t24.com.tr/haber/ispark-acil-deprem-yollarina-dakurulmus,259566)
Deprem sonrasında toplanılacak ve güvenlik sağlanacak olan bu noktalar 2001
yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Afete Yönelik Acil Eylem
Planı ile belirlenmişti. Afete Yönelik Acil Eylem Planı, olası bir İstanbul depreminde
halkın toplanacağı çadırkentleri, gereksinim duyulan helikopter pistlerini, itfaiye ve
sağlık tesislerini park etme yasağı getirilen yollar ile toplayıcı yolları işaret eden, afet
durumunda nereye-nasıl hareket edileceğini gösteren bir plandı. Daha önce İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin web sayfasında yayımlanan Acil Eylem Planı’na, şu an web
üzerinden ulaşılamıyor.
Toplum İçin Şehircilik ekibinin 2011 yılında hazırladığı kitapçıkta, Afete Yönelik Acil
Eylem Planı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin web sitesinde yayımlandığı haliyle
dahi pek çok soruyu yanıtsız bıraktığı bilgisi yer alıyor. Özellikle çadırkent alanlarının
kapasiteleri ve nerelerde kurulacağına ilişkin bilgiler içermeyen bir plan olduğu ifade
ediliyor. Bu planın verilerinin, ne 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planlarında ne de 1/1000
ölçekli Uygulama İmar Planlarında kullanılmadığı belirtiliyor.
Toplum İçin Şehircilik ekibinin 2011 yılında hazırladığı kitapçığa dayanarak
hazırladığımız harita üzerinde işlediğimiz toplanma alanlarının bugün üzerinde
neler olduğunu da fotoğraflarıyla gösterdik. Son olarak, Bakırköy bölgesindeki en
büyük yeşil alan olan Ataköy 7-8. kısımdaki Orman Yolu’nun, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin 2013 yılında 1/5000 Nazım İmar Planı’nda yaptığı plan tadilatı ile imara
açıldığı ve alanda cami ve Kur’an kursundan oluşan bir külliye yapılacağı haberleri ile
birlikte deprem sonrası toplanma alanlarının akıbeti yeniden tartışılır oldu.
Örneğin, geçen süre içinde yayımlanan haberleri incelediğimizde İstanbul’un en
fazla nüfus yoğunluğuna sahip ilçelerinden birisi olan Şişli’nin toplanma alanları ve
deprem sonrası acil gereksinimler için kullanılacak alanlarına Trump Tower, Torun Center
ve Anthill adlarıyla gökdelenlerin yapıldığını öğreniyoruz. Oysaki bu alanlar Şişli için
deprem sonrasında çadırkent ve afet anında kullanılmak üzere helikopter pisti olarak
seçilmiş yerlerdi. İstanbul’da bu hızla devam eden inşaatlar arasında örneklemeler
bitmez.
Kaynaklar
http://www.toplumicinsehircilik.org/documant/istanbulun_acil_eylem_plani.pdf
http://www.radikal.com.tr/cevre/deprem_olsa_kacacak_yer_yok-1193704
http://www.radikal.com.tr/turkiye/atakoyun_deprem_toplanma_alani_kulliye_oluyor-1197606
http://www.evrensel.net/haber/80296/siginacak-yerimiz-kalmadi.html#.U7e8i7FN3ix
http://devrimcikaradeniz.com/2014/05/24/istanbulun-afet-plani-rant-planlarina-yenik-dustu/
http://www.aydinlikgazete.com/toplum/41738-avm-rezidans-derken-siginacak-yer-kalmadi.html
•
•
•
•
•
•
Bu sayıda, depreme ne kadar hazırız sorusunu konunun uzmanı, ilgilisi kişi ve
kurumlara sorduk ve verdikleri bilgilerle görüşleri derledik: AFAD-Başbakanlık Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’ndan sorumluluk alanları ile ilgili bilgileri aldık, güncel
olarak afet risklerini azaltmaya yönelik aldıkları önlemleri derledik.
Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Aydın
Üniversitesi FBE Md. Yrd. ve Mimarlık Böl. Öğr. Üy. Süleyman Balyemez’den depreme
karşı alınacak önlemler ve planlama ilişkisini, 6306 sayılı yasayı ve İstanbul Deprem
Master Planı’nı dinledik. 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nden bu yana, Açık
Radyo’da yayımlanan Altın Saatler programının sunucularından Argun Yum ve Gürhan
Ertür’den depreme hazırlık ve “Altın Saatler”in önemi hakkında bilgiler aldık.
Dosyamızı YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Prof. Dr. Betül Şengezer’in
İDMP öngörüleri ile son 10 yılda karşı karşıya olunan uygulamalar arasındaki önemli
çelişkileri vurgulamayı ve sorgulamayı amaçladığı yazısı ile kapatıyoruz.
50
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
2001 yılında hazırlanan Afete Yönelik Acil Eylem Planı’na göre toplanma alanı olan fakat artık üzerine alışveriş merkezi, gökdelen ve lüks konutlar inşa edilmiş noktalar.
Hayatta Kalmak için Altın Saatler
“İstatistikî bilgiler afette uğranması muhtemel kayıpların, afet ile karşılaşmadan önce
yapılması mümkün ve gerekli olan koruyucu, önleyici hazırlıklardan en az 20 kat daha
yüksek maliyetli olduğunu gösteriyor.”
Argun Yum, Y. Müh.-Mimar
Gürhan Ertür, Yazar
Depreme hazırlık deyince ne anlamak
gerekir?
Önce deprem konusunda bilgilenmek
gerekiyor elbette: Deprem nedir ve nasıl
meydana gelir? Bu soruların yanıtları
büyük ölçüde biliniyor. Depremlerde en
büyük risk kaynağının yapılaşma olduğu
da biliniyor. Riskli yapılaşma ise tek bir
yapı olarak bakılınca konunun teknik
zorunluluklarını dikkate almayan, kısaca
“çürük” diye adlandırılan kalitesiz inşaat
akla geliyor. Daha geniş bir çerçeveden
bakılınca ise kullanıcılarının katkısıyla
hazırlanması gereken bir planlaması
olmayan, yapım ve inşaat faaliyetleri
gereğince denetlenmeyen bütün
insan yerleşimleri diyebiliriz. Kısacası
bilgisizliğin geleceği ateşe atması...
Deprem konusunda bilgilenilince
sıra teknik, hukuki ve idari hazırlıklara,
planlamaya, uygulama ve denetleme
aşamalarına geliyor.
Kimse bizim 1999 depremlerinden
sonra bilgi eksiğimiz olduğunu
düşünemez. İlk adımda Türkiye’nin
zemin ve fay durumu hakkında pek çok
bilgi toplandı; güncel bir fay haritası
da yayınlandı. Şimdi yapılması gereken
nedir? İnsan yaşamının en önemli
değer olduğunu esas almamız ve teknik
ayrıntıların atılması gereken adımları
geciktiren tartışmalarını geride bırakıp,
en kötü olasılıklara göre insan yaşamını
ve yaratılan değerleri koruyacak
programı ve planları ortaya koymalıyız.
1999 depremlerinin ardından 2001
yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi
uzman üniversitelerin desteği ile
geniş kapsamlı ve bilimsel bir İstanbul
Deprem Master Planı hazırlattı. Ancak
uygulamalar kaplumbağa hızıyla
ve çok yetersiz ölçülerde ilerledi ve
ülke çapında bir “Kentsel Dönüşüm”
yasası, depremden 13 yıl sonra, 2012
yılında hazırlanabildi. Ancak böylesine
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
51
yaşamsal bir konuda konunun bütün
ilgililerin katılımıyla olgunlaştırılması
fırsatı kaçırıldı. “Ben yaptım oldu”
kolaycılığının tercih edilmesi, 2 yıldır
yoğunlaşarak devam eden sorunlara ve
tartışmalara yol açtı.
Depreme hazırlık konusunda
ilerlemenin basit bir süreç olmadığı ve
çok yönlü olduğu çok açık. Bir dönem en
popüler konu olan fay hatlarının yerleri
ve özelliklerinin tartışılması çok kıymetli
yılların kaybedilmesine, yapılması
gerekenlerin ertelenmesine yol açtı.
Var olan yapı stokumuzun iç karartan
yetersizliği, afetten sonra yıkıntılar
altından canlı insan kurtarma çabalarının
ne kadar yetersiz kalacağını gözler
önüne seriyor. İstatistikî bilgiler afette
uğranması muhtemel kayıpların, afet ile
karşılaşmadan önce yapılması mümkün
ve gerekli olan koruyucu, önleyici
hazırlıklardan en az 20 kat daha yüksek
maliyetli olduğunu gösteriyor. Üstelik
bu tip bir hesapta yaşamını kaybeden en
yakınımızdaki bir kişinin bizler için ve
toplum için nasıl bir değer ifade ettiği de
tümüyle belirsiz, ya da varsayımsal!
Depreme hazırlık konusunun özü, en
önemli ve en acil yanı yapı stokumuzdaki
yetersizlik. Bütün dikkatin ve olanakların
yoğunlaşması gereken alan apaçık
önümüzde duruyor; yapılarımızın büyük
kısmı depremde ciddi hasar görme, can
kaybına, yaralanmalara, madi kayıplara
yol açma riski taşıyor. Bu yetersizliğin
nedenlerinin en başında tasarım sorunları
geliyor. Zira çoğu binamız 1998’de
yayınlanan ve 2007 yılında revize edilen
“Deprem Şartnamesi”nden daha önce
tasarlanmıştır. Yapı üretimindeki sorunlar
ise daha az ürkütücü değil. Yapılarımızın
büyük çoğunluğu taşıyıcı sistemleri
uygun olmayan ya da yetersiz bilgi
ve malzeme ile üretildi. Yaygın olarak
uygulanan betonarmede taşıyıcılarda
hazır beton kullanımı, ürünlerin kalite
kontrolü ve testleri gibi özellikler şunun
şurasında son 15-20 yılın uygulamaları;
üstelik bunların yeterli denetime tabi
tutuldukları da tartışmalı. 1970’den
sonra yapılan birçok yapıda çatlamalar,
korozyon, deniz kabukları, betonun
taşıyıcı özelliklerinin yetersizliği, inşaat
demirinde kalite ve detay sorunları
gibi temel meseleler neredeyse çıplak
gözle bile görülebilecek durumda.
Devlet kurumlarının yaptırdığı binaların
52
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
çoğunlukla yaşam güvenliği açısından
vahim durumları, Mayıs ayında derin
acılarla gündemimize giren Soma
kömür madeni güvenlik koşullarına
benzetilebilir. Eksiklikler hâlâ biliniyor
ancak giderilmiş değil!
Hâlâ uygulanmakta olan 2007
tarihli deprem yönetmeliği en önemli
ilerleme. Ancak dikkat edilmesi
gereken bir önemli konu İstanbul’da
düzinelerle yüksek yapı yapıldığı ve
birçoğunun inşaatı devam ettiği halde,
resmen onaylı bir “Yüksek Yapı Deprem
Yönetmeliği”nin mevcut olmaması!
Depreme hazırlığın bir seferberlik
yaklaşımıyla ele alınması gerektiği yakın
tarihli Gölcük ve Van depremleriyle
toplumun zihnine kazınmış oldu.
Yıkımın acımasızlığını yaşayanlar ön
koşulsuz, ortak ve fedakâr bir davranış
bütünlüğünde birleşiyorlar. Yakın
tarihli büyük depremler insanların
genlerinde var olan deprem korkusunu
bilinçlerine yerleştirdi kuşkusuz; ama
acaba bu korku yeterli bir önlem
alma programına dönüştü mü, “ne
yapmalı ve nasıl yapmalı” soruları
toplumda yeterince tartışıldı ve ortak
bir anlayışta buluşuldu mu? 2012
Mayıs tarihli “Kentsel Dönüşüm”
yasası, kentlerimizin ve dayanıksız
yapı stokumuzun yenilenmesi
süreçlerini hemen hemen tümüyle
piyasa koşullarına bağlıyor. Geçen 2
yıllık süreçte uygulamanın bilançosu
şöyle özetlenebilir: Evinizin, dairenizin
bulunduğu arsa ciddi ölçüde bir artı
getiri potansiyeli taşıyorsa, muhtemelen
tartışmalı bir çözüm önerisini önünüzde
bulabilirsiniz. Binayı yenilemesi
beklenen piyasa müteahhidini motive
edecek tek geçerli ölçü, ticari riskleri
karşılayacak bir kazanç beklentisidir.
Peki bu durum yenileneceği söylenen
6 milyon konutun ne kadarı için geçerli
olacak? Onyıllardır yaşadıkları şehir
parçalarından uzaklaşmak durumunda
kalan uygulamaları insanlar nasıl kabul
edecekler? İnsan olmadan şehir nedir
ki?
Depreme hazırlığın önemli bir alanı
olan eğitimde çocuklarımıza şehrin ana
arterlerindeki “Afet için 1nci derece
ulaşım yolu, park yapılmaz” tabelalarını
dikkate almayan araç sahiplerini,
bu tabelanın gereğini uygulamayan
yönetimleri nasıl anlatmalı? Eğitilecek
yeni kuşakların girilmesi güç dar
sokaklara yardım ulaştırmanın
olanaksızlığını sorgulamaları, kentsel
altyapının (doğalgaz, elektrik, su,
köprüler) depreme dayanıklılığını
denetlemeleri beklenir. Benzer şekilde
okulların ve hastanelerin depreme
dayanıklı kılınmasını, afet sonrası
toplanma alanlarının başka kullanımlarla
işgal edilmemesini, yapılacak
tatbikatlarda alınması gereken önlemleri
denetlemeleri beklenir.
İnsanlık deprem afeti konusunda
yeterli bilgi ve beceri sahibidir.
Tokyo’da 7’den büyük depremlerde
büyük hasar ve kayıp oluşmuyor.
Şili’de yakın zamanda meydana gelen
8’den büyük depremde büyük bir
yıkımla karşılaşılmadı. Demek ki biz de
başarabiliriz.
Açık Radyo’daki programınızın
açılışını “Hayatta kalmak için altın
saatler” şeklinde yapıyorsunuz. Biraz
bundan söz eder misiniz?
Programımızın adı da “Altın Saatler”.
Bu ifade uluslararası arama-kurtarma
literatüründe afet sonrası ilk 72 saate
verilen ad. İlk 72 saatin insan yaşamı
açısından son derece önemli olduğunu
vurguluyor. Afete uğramış ve kendini
kurtarma olanağı olmayan, yiyeceği ve
içeceği bulunmayan bir insanın sağlıklı
bir biçimde yaşamda kalma süresinin 72
saatle sınırlı olabileceği varsayımından
hareketle belirlenen bir tanım. Bu süre
içinde afetzedeye ulaşılmalı ki, onu
en azından kalıcı hasara uğramadan
kurtarmak mümkün olabilsin. Dünya
afet tarihinde çok daha uzun süre
sonunda kurtarılan insan ve canlı
örnekleri var. Yakın örneklerden biri,
Ocak 2001’de Hindistan’da meydana
gelen 7,9 büyüklüğündeki depremden
120 saat sonra, 55 yaşındaki bir kadının
enkaz altından çıkarılabilmesidir.
Programımızın adı bir yönüyle de
iyimserliğimizi yansıtıyor. Programa
10 Ekim 1999’da başladık ve o zamanlar
ülkemizdeki afet risklerinin hızla
azaltılacağını düşünüyorduk. Böylelikle
program görevini tamamlayarak yayının
sürdürülmesine gerek kalmayacaktı.
Ancak Altın Saatler’in 750. programını
gerçekleştireceğiz. 15. yıldayız,
hâlâ döne döne afet risklerinin
azaltılmasından söz ediyoruz.
Depreme Hazır Mıyız, Afad Neler Yapıyor?
“Depremlerin ölçülmesi ve deprem olgusunun bilimsel olarak daha iyi anlaşılabilmesi için
AFAD, birçok bilim kurumu ve üniversite ile işbirliği yapıyor”.
Murat Nurlu, Dr. (AFAD Deprem Dairesi Başkanı)
AFAD olarak yaptığınız çalışmaları
aktarır mısınız, sorumluluk
alanlarınızdan söz eder misiniz?
Başbakanlık Afet ve Acil Durum
Yönetimi Başkanlığı (AFAD), ülkemizde
ve dünyanın en uzak noktalarında
meydana gelen insani krizlerde, doğal
ve teknolojik temelli afetlerde ülkemizin
kaynaklarını koordine ederek hızlı
ve etkin bir afet yönetimi sistemi
uygulamaktadır.
AFAD’ın uygulamaya koyduğu
“Modern Afet Yönetimi” kapsamında,
ülke kaynaklarının, afetlerin henüz
gerçekleşmeden önlenmesine yönelik
olarak kullanılmasını belirten “risk
yönetimi”, afetlere hazırlık amacıyla,
halkın bilinçlendirilmesi; eğitimler ile
birey, kurum, kent ve toplumun afetlere
hazır ve dirençli hale getirilmesidir.
Ülkemizde en çok can ve mal
kaybına sebebiyet veren doğal afetlerin
başında gelen depremin gözlenmesi
ve araştırılması faaliyetlerini AFAD
bünyesindeki Deprem Dairesi Başkanlığı
yürütüyor. 1969’da Deprem Araştırma
Enstitüsü adıyla kurulan Deprem Dairesi,
715 deprem gözlem istasyonu ile bütün
Türkiye’nin sismik hareketliliğini yıllardır
anlık olarak izliyor ve vatandaşları
bilgilendiriyor.
AFAD Deprem Dairesi’nde 35 kişilik
jeofizik, jeoloji, inşaat mühendisi ve
yüksek mühendisinden oluşan uzman
ekip 7 gün 24 saat gözlem yapıyor.
Ülkemizdeki her 4 deprem gözlem
istasyonundan 3’ünü kurup işleten
AFAD, Türkiye’deki en geniş deprem
gözlem istasyon ağına sahip.
Depremlerin ölçülmesi ve deprem
olgusunun bilimsel olarak daha iyi
anlaşılabilmesi için AFAD, birçok
bilim kurumu ve üniversite ile işbirliği
yapıyor. Son olarak AFAD, 2013 Aralık
ayında bilim dünyası ile gerçekleştirdiği
işbirlikleri kapsamında TÜBİTAK,
ULAKBİM ve 7 üniversite ile birlikte
“Türkiye Deprem Veri Merkezi”
projesini hayata geçirdi. Bu sayede
54
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
ülkemizde deprem verileri araştırmacılar,
akademisyenler ve kamuoyu ile tek bir
veri merkezi üzerinden paylaşılabilir hale
geldi.
TBMM Genel Kurulu’nda kabul
edilen ve Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah
Gül’ün onayının ardından Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren
yeni düzenleme ile birlikte deprem
bilgilerini açıklama konusunda tek yetkili
kurum AFAD oldu.
Depreme hazırlık ile ilgili olarak ortak
çalıştığınız kurumlar var mı?
Deprem konusunda ülkemizin bütün
kurumları ile koordinasyon halinde
çalışmaktayız. Özellikle deprem biliminin
ülkemizde gelişmesine yönelik olarak
Türkiye Ulusal Sismoloji ve Arz içi
Fiziği komisyonunun başkanlığımızda
yürütüldüğü, ayrıca Deprem Danışma
Kurulu ve Ulusal Deprem Stratejisi
ve Eylem Planı Koordinasyon Kurulu
çalışmaları bu birlikteliklerin önemli
bölümünü temsil etmektedir. Yine AFAD
Başkanlığı bünyesinde oluşturulan
deprem yönetmeliği güncelleme
çalışmaları yaklaşık 100 kişilik
konusunda uzman bilim adamları, sivil
toplum kuruluşları ve özel sektörün bir
araya geldiği önemli çalışmalardandır.
AFAD Başkanlığı deprem konusunda
ayrıca yurtdışında işbirlikleri ile veri
paylaşımı konusunda, ortak projelerde
yer almaktadır.
Deprem sonrası için ne türden
önlemler alıyorsunuz? Afet yönetimi
ve koordinasyonu ne demektir?
Afet öncesi hazırlık, planlama ve
risk azaltma çalışmaları, eğitim ve
bilinçlendirme faaliyetleri, erken uyarı
ve kesintisiz haberleşme projeleri ile
afetlerin yaratacağı muhtemel can ve mal
kayıplarının önlenmesi mümkündür.
AFAD’ın öncülüğünde, 2013 yılının
başında, afetlere daha dirençli bir toplum
oluşturulması amacıyla Türkiye çapında
bir eğitim kampanyası başlatılmıştır.
“Afete Hazır Türkiye” adıyla başlatılan
projede; toplum tabanlı afet yönetiminin
temelinin atılacağı “Afete Hazır Aile”,
öğrencilerimizin afet bilinci ve becerisiyle
yetiştirileceği “Afete Hazır Okul”,
afetlerin ekonomik zararlarını azaltacak
“Afete Hazır İşyeri” ve gençlerin afet
yönetiminde aktif sorumluluk alacağı
“Afete Hazır Gençler” kampanyalarından
oluşmaktadır.
Afete Hazır Gençler kampanyası
kapsamında Kısa Film Destek Programı
(KFDP) adıyla bu yıl pilot bir uygulama
başlatılmıştır. KFDP, üniversite gençlerine
yönelik, toplumun afet bilincini
tabandan kendi olanakları ile üretmesini
destekleyen, paylaşılabilir ürünler
üretmelerini sağlayan bir kısa film hibe
programıdır.
Ülkemizin afetlerin sıfırıncı dakikasına
hazır olması için bütün Bakanlıklarımızın
katılım ve destekleri ile Türkiye Afet
Müdahale Planı hazırlandı. Planla,
ulusal ve yerel düzeyde, olay türü ve
ölçeğine göre esnek yapıda müdahale
organizasyon sistemi oluşturuldu. Afet
ve acil durumlara ilişkin müdahale
çalışmalarında görev alacak hizmet
grupları ve koordinasyon birimlerine ait
rol ve sorumlulukları belirlendi.
AFAD Başkanlığı olarak deprem
konusundaki ülke geneline yayılmış temel
projelerimiz aşağıdaki şekildedir:
1.Ulusal Sismolojik Gözlem Ağlarında
Kapasitenin Artırılması: AFAD Deprem
Dairesi ülkemizde Ulusal Sismolojik
Gözlem Ağını kuran ve geliştiren kurum
olup sahip olduğu bilgi ve deneyim ile
ülkemizdeki en büyük ve gelişmiş ağı
7/24 kesintisiz olarak çalıştırmaktadır.
AFAD- Deprem Dairesi Başkanlığı
olarak 2013 yılında, Ulusal Sismik Ağın
Geliştirilmesi (USAG) projesi kapsamında
Ulusal Sismolojik Gözlem Ağında Zayıf
ve Kuvvetli Yer Hareketi İstasyonlarının
toplamında 683 istasyona ulaşılmıştır.
Bunlardan 482 tanesi kuvvetli yer
hareketi ölçümü yapan istasyonlardır.
2.Derin Kuyu Sismometre Ağı Projesi:
Ulusal sismik ağların geliştirilmesi
kapsamında Almanya’nın GFZ Enstitüsü
ile Doğu Marmara’da denizin çevresinde
deprem aktivitesinin izlenmesine toplamda
8 adet Derin Kuyu Sismometre Ağı
kurulması amacıyla uluslararası proje
başlatılmıştır. 2012 yılı Türkiye’nin ilk
Derin Kuyu Sismik İstasyonu, Tuzlada 320
metre derine deprem cihazı yerleştirilmiştir.
Bu kuyuda her 75 metrede bir ölçüm
cihazları bulunmaktadır. 2013 yılında
aynı şekilde 2 istasyon Yalova ilinde
kurulmuştur. 2014 yılı içinde toplam 4
istasyonun kurulmasına başlanılmıştır.
3.Deprem Zararlarının Azaltılmasında
Ulusal Yol Haritası (Ulusal Deprem
Stratejisi ve Eylem Planı): Bilindiği gibi
deprem riskini azaltmada ve depremle
baş edebilmede hazırlıklı ve dirençli
bir toplum oluşturulması, bu amaca
yönelik kurumsal alt yapının sağlanması
ve konuyla ilgili Ar-Ge faaliyetlerinin
önceliklerinin belirlenmesi amacıyla
ülkemizde ilk kez ulusal ölçekte bir Deprem
Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmıştır.
UDSEP-2023 kapsamında şu ana kadar
yasal düzenlemeler bağlamında Kentsel
Dönüşüm Yasası ve Doğal Afet Sigortaları
Yasası hazırlanarak yürürlüğe girmiş,
Ulusal Deprem Araştırma Programı
başlatılmış, Deprem Kestirimi Konusunda
Etik Kurallar hazırlanmış, Türkiye Diri
Fay Haritası tamamlanmış, Afete Hazır
Türkiye projesi ile eğitim ve farkındalık
çalışmalarına başlanılmış, İl Sağlık ve
Hastane Sağlık planları hazırlanmış,
Deprem Haritası ve Deprem Bölgelerinde
yapılacak yapılar hakkındaki yönetmelik
çalışmalarına başlanılmıştır.
4.Deprem Araştırmalarına Destek
(Ulusal Deprem Araştırmaları Programı):
UDSEP-2023’de yer alan eylemlerin
gerçekleştirilmesi ve deprem çalışmaları
yapan araştırıcıların ve kurumların
desteklenmesi amacıyla 2012 yılında
başlatılan program ile üniversitelerimizin,
sivil toplum kuruluşlarımızın ve
kamunun bu konulardaki projeleri
desteklenmektedir. Programın başladığı
2012 yılından itibaren biri Ekim 2013’te
tamamlanan toplam 14 araştırma projesine
2.500.000 TL destek sağlanmıştır. 2014
yılı içerisinde de devam eden ve yeni
başlayacak projelere 2.000.000 TL’lik bir
desteğin sağlanması düşünülmektedir.
5.AFAD-Türkiye Deprem Veri Merkezi:
AFAD olarak verilerin daha sağlıklı,
standart ve hızlı bir şekilde kullanıcıya
sunulması için Türkiye Deprem Veri
Merkezi kurulmuş olup, merkez 2013 yılı
Aralık ayında devreye girmiştir. Şu anda
AFAD-TDVM’ne 7 üniversitemiz, 2 kamu
kurumumuz, 2 belediyemiz ve 1 sivil
toplum kuruluşumuz verileri ile destek
sağlamaktadır. AFAD-TDVM bünyesinde
katkı sağlayan bu 13 kuruluşun toplam 722
adet deprem gözlem istasyonu bulunmakta
olup, depremle ilgili başka gözlemlerin
de (GPS ölçümleri, jeofizik ölçümler,
jeomanyetik ölçümler vb.) sisteme katılması
planlanmıştır.
6.Deprem Erken Uyarı ve Ön Hasar
Tahmin Çalışmaları: Bu proje kapsamında
ilk pilot çalışma olarak ülkemizin büyük
deprem üretme potansiyeli taşıyan Doğu
Anadolu Fay Hattı üzerinde yer alan
Hatay-Kahramanmaraş Pilot bölgesinde,
depremin hemen sonrasında hızlı ön hasar
tahminine yönelik çalışmalar başlatılmıştır.
Bu kapsamda veri toplama ve yazılım
çalışmalarının büyük bir kısmı tamamlanmış,
Kahramanmaraş merkezine, Hatay
merkezine ve İskenderun ilçe merkezine 10
adet ivme ölçer istasyonu kurulmuştur.
7.AFAD-Deprem Mobil Uygulaması:
Büyük bir depremin hemen ardından
bölgeden elde edilebilecek bütün verilerin
çok önemli olduğu düşüncesinden yola
çıkılarak hazırlanan ve geliştirilmeye
devam edilen “AFAD-Deprem Mobil
Uygulaması” vatandaşların birebir deprem
sonrasında etkin rol oynaması açısından
önem kazanmış ve ülkemiz için bir ilk
olmuştur. Yayına girdiği tarih olan Nisan
2013’ten günümüze kısa sürede yaklaşık
35.000 kullanıcısı olan bu uygulamanın
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması
çalışmaları 2014 yılında da devam edecektir.
8.Deprem Bölgelerinde Yapılacak Yapılar
Hakkında Yönetmelik Çalışmaları:
Ülkemizde depremlerin neden olduğu
zararlar incelendiğinde yapı hasarları can
ve mal kayıpları arasında büyük bir oran
oluşturuyor. Gelişen teknoloji ve bilgi
düzeyi ile birlikte bütün dünyada olduğu
gibi ülkemizde de bu değişim ve gelişim
muhakkak ki sürekli olacaktır. Toplamda
100 kişi olan güncelleme ekibi gerek
oluşturduğumuz sanal ortamda, gerekse
özveriyle İstanbul ya da Ankara’da bir araya
gelerek çalışmalarını sürdürmektedir.
9.Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü:
Çoğu zaman afeti yönetenler ya da
konusunda uzman akademisyenler
kendi aralarında afet konusunda bir
terim karmaşasına girebiliyorlar. Bu
soruna bir çözüm getirebilmek amacıyla
2013 yılında Afet Terimleri Sözlüğü
hazırlanması çalışmalarına başlanmıştır.
Aralarında akademisyenler, kamu kurum
ve kuruluş temsilcileri ve Türk Dil Kurumu
uzmanlarının da olduğu bir komisyon ile
devam eden çalışmaları 2014 yıl ikinci
yarısında tamamlayarak ülkemizde bu
konudaki önemli bir eksikliği de gidermek
planlanmıştır.
10.AFAD-RED Uygulaması: Özellikle
kriz yönetiminde gerekli olan; deprem
meydana geldikten hemen sonra afet
bölgesinin genel durumunu yansıtan
tahmini hasar ve kayıp bilgileri için
oluşturulan AFAD-RED (AFADRapid Earthquake Damage) programı
tamamlanmış olup kalibrasyon çalışmaları
sürdürülmektedir. Deprem bölgesine ait
otomatik ve manuel hesaplama yapabilen
tahmini şiddet, hız ve ivme dağılım
haritalarının yanısıra farklı derecelerdeki
yaralanmalar, can kaybı ve yapıların
hasar durumları hakkında bilgi verecek
sistem tamamlandığında illerde il AFAD
müdürlüklerinin personelinin eğitimiyle ile
ait detay verilerin toplanması ile senaryo
tabanlı da kullanılabilecektir.
11.Depar Projesi: Depremin hemen
sonrasında depremin meydana geldiği
bölgeden doğru ve güvenilir bilgilerin
gönderilmesini sağlayacak, artçı
depremlerin izlenmesini ve deprem
aktivitesinin yerinde gözlenmesini
hedefleyen projede AFAD’ın
koordinasyonunda ülkemizin farklı
üniversitelerinden bilim adamları
çalışacaklardır.
12.Hızlı Değerlendirme Yöntemiyle
Binaların Deprem Dayanımlarının
Tespiti: Ülkemizin yapı stoğu ve deprem
karşısında nasıl davranacağı ile ilgili
bilgiler yok denecek kadar azdır. Bu
çalışmayla AFAD Başkanlığı’nca çıkartılmış
ve kentsel dönüşüm kapsamında Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı’nca da benzer
kuralları ortaya konan hızlı değerlendirme
formları kullanılacaktır. Bu formlarla elde
edilen veriler eşliğinde bir yapının deprem
karşısında tahmini davranışı ortaya
konacaktır.
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
55
Birikimden Gereğince Yararlanılmıyor
“Afet öncesi yapılan çalışmalara harcanacak maddi kaynakların, afet sonrası
çalışmalardan daha fazla olmadığını, afetin zincirleme etkileri nedeniyle çok uzun
döneme yayılan ekonomik ve toplumsal kayıpların önüne geçildiğini, en önemlisi ise
insan yaşamının maddiyatla ölçülemeyeceğini çok iyi biliyoruz.”
Süleyman Balyemez, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Aydın Üniv. FBE Md. Yrd. ve Mimarlık Böl. Öğr. Üy.
Depreme hazırlık deyince ne
anlamamız gerekir?
Deprem her şeyden önce bir doğa
olayı; tıpkı yağmur gibi. Bir doğa olayını
afete dönüştürense toplumun can ve
mal varlığına zarar verir hale gelmesi.
Doğa olaylarının insan yaşamını
olumsuz yönde etkilemesini önlemek
ya da bu etkileri en aza indirgemek
sistematik bir yaklaşım içinde ele
alınır. Karar verici ve uygulayıcı idari
mercilerin de çok iyi bildiği (bilmesi
gerektiği) fakat nedense uygulamada
imtina ettiği bu yaklaşım Afet Yönetimi
olarak adlandırılır.
Gerek deprem gerekse öteki
doğal, teknolojik ve beşeri afetlerden
sakınmada en temel enstrüman olan
Afet Yönetim Sistemi, birbirini izleyen
adımlardan oluşan döngüsel bir süreçtir
ve iki evreden oluşur. Afet öncesi
yapılması gerekenler yani “risk/zarar
azaltma (mitigation)” ve “hazırlık
(preparation)” adımları Risk Yönetimini
oluşturur. Afet sonrasına yönelik
çalışmalar olan “müdahale (response)”
ile “iyileştirme ve yeniden yapılanma
(recovery)” ise Kriz Yönetimi ya da Acil
Durum Yönetimi olarak adlandırılan
evredir. Riskleri, dolayısıyla kayıpları
indirgemek için Risk Yönetimi’nin etkin
ve doğru biçimde yaşama geçirilmesi
olmazsa olmazdır. Risk Yönetimi ne
denli etkin ve başarılı olursa, yani
ne kadar az insan yaşamı afetten
olumsuz etkilenirse, Afet Sonrası Kriz
Yönetimine o denli az gerek duyulur;
daha az can kaybı, daha az yaralı,
daha az yapı hasarı, daha az işgücü
ve ekonomik kayıp, daha az kurtarma
ekibi, daha az geçici barınak, daha az
kalıcı konut, daha az ceset torbası, daha
az toplu mezar alanı, daha az psikolojik
ve toplumsal travma, kısacası daha
az yara sarma ve daha çabuk normal
yaşantıya dönüş demektir.
56
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
Afet öncesi yapılan çalışmalara
harcanacak maddi kaynakların, afet
sonrası çalışmalardan daha fazla
olmadığını, afetin zincirleme etkileri
nedeniyle çok uzun döneme yayılan
ekonomik ve toplumsal kayıpların
önüne geçildiğini, en önemlisi ise insan
yaşamının maddiyatla ölçülemeyeceğini
çok iyi biliyoruz.
Depreme hazırlık konusunda
planlama-deprem ilişkisi nasıl
olmalı? Deprem zararlarını azaltmada
mimarinin ve planlamanın rolü
nedir?
Şehir Planlamanın Afet Yönetimi’nin
her iki evresinde de çok önemli rolleri
var. Ancak Risk Yönetimi’ndeki rolü,
az önce değindiğim nedenlerle Kriz
Yönetimindeki rolüne oranla çok
daha yaşamsal önemde. Uluslararası
literatürde “Mitigation Planning”
olarak adlandırılan, Türkçe’de ise “Risk
Azaltma Planlaması”, “Zarar Azaltma
Planlaması” ya da “Sakınım Planlaması”
olarak kullanım bulan plan türü,
odaklandığı afet ya da afetlerin insan
ve kent yaşamı üzerindeki olumsuz
etkilerini en aza indirgemek amacını
güden, çok bileşenli, çok katmanlı ve
çok aktörlü, risk türlerini analiz eden
ve bertaraf etme yöntemleri geliştiren,
fiziksel planlama metodolojisi ile
sınırlandırılamayacak, kent sınırlarını
aşarak bölge ve ülke düzeyinde
politika üretme yetisine sahip, merkezi
hükümet, yerel yönetim ve sivil
topluma görev ve sorumluluklar veren,
bu bağlamda üst düzey bir organizasyon
sağlayan bir yaklaşımdır.
Planlama mesleği, doğası gereği
çok disiplinli bir içeriğe sahiptir.
Planlamanın icrası da bir ekip işidir.
Risk Azaltma Planlamasını öteki plan
türlerinden ayrı değerlendirmekle
birlikte, plan öznesinin kent olması,
veri toplanan alanın Şehir Planlama
mesleğinin uzmanlık, yetki ve
sorumluluk sahasında bulunması,
plan kararlarının mekânda fiziksel
dönüşümleri gerektirecek imar planları
ile yaşama geçirilecek olması gibi çok
temel unsurlar, Risk Azaltma Planlama
Sürecinde Şehir Planlama disiplinini
tartışmasız biçimde etkin ve organize
edici konuma taşımaktadır.
Konuya bütüncül yaklaşılması
gereğinin altını çizdikten sonra,
münferit uygulamaların deprem
risklerinin azaltılmasına önemli
bir katkısının olmayacağını, hattâ
kimi durumlarda afet boyutlarının
büyümesine yol açabileceğini yine de
hatırlatmakta yarar var. Riskli alanı
tanımlarken yalnızca risk taşıyan
yapıların toplamını anlamak büyük bir
hata. Yapıların büyük bölümü riskli
olmasa bile, sözgelimi altyapı gibi ya
da yöredeki işlev alanlarının niteliği
gibi başka unsurlar neticesinde her
hangi bir alan önemli derecede riskli
olabilir. Bu nedenle riskli alan tespitinde
mikrobölgeleme haritalarından
yararlanılmalı. Mikrobölgeleme
haritaları, salt yerbilimsel verilere değil,
kenti oluşturan bütün sosyal ve fiziksel
çevre bileşenlerinden elde edilen
verilere dayalı olarak üretilmeli, şehir
plancıları, mimarlar, inşaat mühendisleri
gibi uygulamacılar ile karar verme
erkine sahip siyasi otoritenin yerel ve
merkezi idarecilerine de yol gösterici
olmalıdır. Bu konuda ne yazık ki istenen
düzeye gelmiş değiliz. Yararlı çalışmalar
olmakla birlikte, bugün elimize aldığımız
mikrobölgeleme haritaları olması
gereken düzeye ulaşmış değil. Oysa
bu konuda uluslararası düzeyde bilgi
ve deneyime sahip bilim insanlarımız
ve saygın üniversitelerimizde kurulu
enstitülerimiz bulunuyor; bu birikimden
gereğince yararlanılmıyor.
Planlama ve deprem ilişkisini
düşünürken, depremden korunma
yöntemleri yalnızca bina bazında ve
onu iyileştirme olarak ele alınıyor.
Kentsel etkinlik alanlarıyla birlikte
düşünülmesi gerekmez mi?
Zayıf bir binayı yıkıp depreme
dayanıklı olarak yeniden inşa
ettiğinizde sorun çözülmüyor.
Öncelikle işin ekonomik yönü var;
finansman nerden sağlanacak?
Kısa yoldan çözüm, yeni yapının
kendisini finanse etmesi. Bu
durumda da yapı yoğunluğunun
artması yönünde baskılar gelmeye
başlıyor inşaat sektöründen.
Kullanıcılar ise çoğu durumda,
ceplerinden para çıkıp çıkmayacağı ile
ilgileniyor yalnızca. Gerek doğrudan
emsal artışı sağlayarak, gerekse
imar yönetmeliklerinde yapılan
değişikliklerle emsalleri görünmeden
yükselterek piyasanın önü açılıyor. Bu
en yaşamsal konu, piyasanın insafına
terkedilmiş oluyor. Yazıktır ki bunun
adına da “afet risklerinin azaltılması”
ya da planlama kavramları arasında
yeri olmamasına karşın yanlış bir
kullanımla dillere yerleştirilen ve
aslında planlamanın tasfiyesi anlamına
gelen “kentsel dönüşüm” adı veriliyor.
Bütün bunların 6306 sayılı yasa ile
yasal zemine oturtulması, konunun
uzmanı olmayan geniş halk kitlelerinin
“bir şeyler yapılıyor” algısıyla
kandırılması anlamına da geliyor.
Risk yönetimi açısından
baktığımızda, “dönüşüm”e yani
Kentsel Yenilemeye uğrayan
alanda mevcut durum yalnızca
binaların risk düzeyleri açısından
değerlendirildiğinden, öteki risk
etkenleri hakkında bilgi sahibi
olmadan uygulamaya geçildiğini
görüyoruz. Nüfus yoğunluğu başlı
başına bir risk faktörü, altyapı
yetersizliği keza öyle. Teknik Altyapı
kapasitesi, Sosyal Altyapı olanakları
artan nüfus yoğunluğuna koşut
mu? Yol genişlikleri ve öteki ulaşım
olanakları aynı oranda artırılıyor mu?
Bu sorulara verilecek yanıtlar, tekil
bina yenilemelerinin ya da münferit
bölgesel uygulamaların depreme bağlı
risklerin görünümünü değiştirmekten
öteye geçmediğini, buna ek olarak sel
gibi başka doğal afetler ile teknolojik
ve beşeri afet risklerini büyüttüğünü
gösterecektir. İkincil ve zincirleme
riskler artacaktır.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun’u düşündüğümüzde riskli
alan-riskli bina kavramlarını
literatürümüze soktuğunu
görüyoruz. Sizce yasa bu haliyle
depreme karşı güvenli kentlerbinalar ve yaşam çevreleri
oluşturmak anlamında önlemler
alınmasının önünü açabildi mi?
6306 sayılı Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun bu çerçevede irdelendiğinde,
tekil bina yenilemeye yönelik
göreli avantajlar sağladığı izlenimi
uyandırıyor. Riskli alan ilan
edilen sahalarda alanın tamamının
yenilenmesi kentsel açıdan daha
sağlıklı olmasına karşın, yasa, barınma
hakkı ve hak arama gaspı başta
olmak üzere halkı mağdur edecek bir
yöntem benimsiyor. Halkın yerinden
edilmesine yasal dayanak teşkil ediyor.
Halkı büyük inşaat firmalarıyla karşı
karşıya ve savunmasız bırakıyor. Bu
haliyle, uygulamalardan gördüğümüz
üzere, tez elden parsel ölçeğinde
yenilemeyi teşvik ederek, az önce
değindiğimiz gibi, kentsel afet
risklerini azaltmak yerine risklerin
tezahürünü değiştiriyor.
İstanbul Deprem Master
Planı çalışmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz? 1/100.000
Çevre Düzeni Planı çalışmalarında
bu plan ne kadar kullanıldı?
İstanbul Deprem Master Planı
(İDMP), dünyada bu kapsamda
örneği olmayan çok değerli bir
çalışma. Uluslararası otoriteler
tarafından referans gösterilen bu
rapor, alışageldiğimiz anlamda bir plan
değil. Esasında deprem öncelikli Risk
Azaltma Planlaması için bir rehber
niteliğinde. Bildiğiniz gibi İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin talebiyle,
ülkemizin en saygın üniversitelerinden
dördünün geniş akademik kadroları
tarafından titizlikle hazırlandı.
İstanbul’un deprem sakınımı için
yapılması gerekenler sektörler bazında
irdelendi, paydaşlar ve sorumlulukları
tanımlandı, risk azaltma planlamasının
her bileşeni üzerinde çok sayıda
alternatif geliştirilerek risklerin
belirlenmesinden bertaraf edilmesine
kadar metodolojiler oluşturuldu,
finansman modelleri geliştirildi.
İBB’ye kalan, bu rehberi özümseyerek
İstanbul’un Risk Azaltma Planını
yapmak ve uygulamaktı. Gerçekten
de eşzamanlı olarak Zeytinburnu’nda
pilot uygulama başlatıldı. Kent
genelinde deprem sonrası toplanma
alanları ve acil ulaşım yolları belirlendi.
Fakat aradan geçen süre içerisinde
çeşitli sebeplerle bu heyecan dindi,
Zeytinburnu örneğinde ve sonrasında
İDMP’nda öngörülen anlamda somut
ve başarılı bir uygulama hayata
geçirilemedi, toplanma alanlarının
yaklaşık yarısı ticaret ve konut
işleviyle yapılaştırıldı, acil ulaşım
yolları Belediye eliyle otopark olarak
kullanıldı.
İstanbul Çevre Düzeni Planı
çalışmalarında, İDMP’nı referans
alarak oldukça kapsamlı analizler
gerçekleştirildi. Ancak bir bütün
olarak bakıldığında, 1/100.000 ölçekli
İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın,
İstanbul Deprem Master Planı’na uygun
olduğunu söylemek doğru olmaz.
Bunun için öncelikle Risk Azaltma
(Sakınım) Planı’nın hazırlanmış olması
gerekirdi. Elde böyle bir plan olmadan
gerçekleştirilen bir Çevre Düzeni
Planı’nın, Deprem Master Planı’na
uygun olup olmadığını değerlendirmek
bile mümkün olamaz aslında.
1999 depreminin ardından İDMP’nın
yanında atılan başka olumlu adımlar
oldu mu?
1999 depremlerini takip eden
dönemde kamu idaresi çok sayıda
girişimde bulundu. İDMP bunlardan
yalnızca biri. Deprem Şurası, Ulusal
Deprem Konseyi (UDK) ve daha birçok
oluşum hayata geçirildi. Ne var ki,
kaderleri İDMP’ndan farklı olmadı.
Deprem Şurası raporları raflardaki
yerini alırken, UDK da gerekçesiz
olarak lağvedildi. Aslında lağvedilen ya
da tasfiye edilen bu oluşumlar değil,
kentin ve ülkenin kaderini olumlu
anlamda tersine çevirecek olan bilgi,
bilim ve bilimsel bilgi üretim süreci
oldu.
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
57
büyük bir deprem beklentisi, deprem
duyarlılığını bir kez daha artırmıştır.
Depremden yaklaşık dört yıl sonra 2003
yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi,
dört üniversitenin uzmanlarından oluşan
Betül Şengezer, Prof. Dr.
bir ekibe İstanbul Deprem Master
YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Planı’nı (İDMP) hazırlattırmıştır. Afet
Yaşadığımız depremler ve ortaya çıkan
öncesi hazırlıktan afet sonrasına kadar
can ve mal kayıpları, toplumsal belleğimizde afet yönetiminin her aşamasına ilişkin
bir deprem korkusu yaratmıştır. Buna karşın değerlendirme ve önerileri içeren İDMP’ının
afetlerle mücadelenin temel ilkesinin doğa
ana konularını İstanbul’un göreceli
ile uyumlu yaşam ilkelerinden geçtiği tekrar risk haritasının hazırlanması, yapıların
tekrar deneyimlenmesine karşın, toplumsal, deprem dayanımlarının incelenmesi ve
ekonomik, siyasal dinamikler ve kültürel
güçlendirilmesi, planlama ve yapılaşma
kodlar ülkemizde afetle birlikte yaşamayı
alanındaki sorunlar ve bu bağlamda imar
öğrenmeyi güçleştirmektedir.
mevzuat ve kurumsal yapılanma önerileri,
Ülkemizde kentsel düzeyde
kaynak yönetimi, metropolün sorun
deprem afetinin deneyimlenmesi,
ve potansiyelleri ve afete dayanımlı bir
1967 Adapazarı depremi ile başlamış,
metropol için stratejiler oluşturmuştur. Ne
kentsel yapı stoklarının, özellikle de
var ki, İstanbul Deprem Master Planından
1950 sonrası gündemimize giren sağlam
uygulamaya yansıyan, bir sihirli terim olarak
yapı kategorisindeki betonarme yapı
son beş yılımıza damgasını vuran “Kentsel
başarısızlıkları ilk sinyallerini vermiş, bu
Dönüşüm” ile sınırlı kalmıştır. İDMP’nda
olgu 1992 Erzincan depremi ile iyice su
belirtilen bütüncül ve sistemsel yaklaşımlar,
yüzüne çıkmıştır. Her deprem sonrası
ilkeler uygulamaya yansıtılmadığı gibi,
bu başarısızlıkların nedenleri, bir şablon
planlama ve yapılaşma alanında yapılan
gibi yinelenmektedir. Zayıf zeminlerde
yeni düzenlemelerin yarattığı kaos ortamı
yapılaşma, kat adedi arttıkça hasarın
afetlere dayanımlı yerleşmelerin oluşumunu
artması, yumuşak kat, kısa kolon, yatayda
da olanaksız hale getirmiştir. Bu yazı ile
ve düşeyde yapısal düzensizlik, inşaat
İDMP öngörüleri ile son on yılda karşı
malzeme nitelik ve noksanlıkları ve
karşıya olunan uygulamalar arasındaki
benzeri teknik nedenler ile yönetmeliklerin önemli çelişkileri vurgulamak ve sorgulamak
uygulanmaması, denetimsizlik gibi kurumsal amaçlanmaktadır. Bu çelişkiler, Kentsel
yetersizlikler hasarın nedenleri olarak
Dönüşüm yasa ve uygulamaları üzerinden
sıralanmaktadır (Şengezer, B.; Ansal, A.
ortaya konulmaya çalışılacaktır.
(2006); Şengezer, B.; vd 2008). Yine, kamu
yapılarının, özel yapılardan daha fazla hasar Plansızlık Politikası
görmesi sanki değişmez bir kuraldır. Yerleşim
İDMP’da planlama sistemi, iyi işleyen bir
düzeyinde de afet sonrası ortaya çıkan
sistem için gerekli olan 5P’ye (Politika, Plan,
sorunlar hep benzerdir: yeşil alanlar yok
Program, Proje, Para) dayandırılmaktadır.
olduğu için yeterli toplanma alanları sorunu Birbiri ile uyumlu kentleşme, yerleşme,
vardır; çadır kuracak yer yoktur; yollar
göç, sanayileşme, kalkınma, kamu yararı,
yetersiz ve otoparklarla dolu olduğu için
afet, koruma ve başka alanlardaki pek çok
ambulans, itfaiye geçememektedir.
ulusal politika sağlıklı ve güvenli kentlerin
Her deprem sonrasında yönetmeliklerin oluşumunda temeldir. Çeşitli kademedeki
değiştiği görülmektedir: 1967 Adapazarı
plan kararlarının üretilmesinden
depremi, 1968 yönetmeliği; 1972 Gediz
uygulamasına kadar bu politikalar
depremi, 1975 yönetmeliği; 1992 Erzincan
geleceğimizi şekillendirmektedir.
depremi, 1998 yönetmeliği. Ancak bu
•Deprem afetinin etkisini azaltmakta
yönetmelik değişiklikleriyle hasarların
izlenen temel strateji “yumurtaların
azalmadığı, hattâ giderek arttığı, adeta
aynı sepete konmamasıdır”. Sağlıklı ve
yönetmelik değişimi ile hasarlar arasında
güvenli bir İstanbul gelişimi için bölgesel
ters bir ilişki olduğu gözlemlenmektedir
dengesizliklerin giderilmesi genel bir
(Şengezer, B.; Koç, E.; 2005).
kabuldür. Oysaki geçmişten günümüze
1999 Gölcük depreminin ülkenin
İstanbul’un çarpık gelişmesindeki en temel
kalbini vurması nedeniyle yaşanan can ve
sorun nüfusun hızla artması olmuştur.
mal kayıplarının büyüklüğü, İstanbul’da
Buna karşın 2000 sonrasında İstanbul
Algı Yönetimi: Deprem,
Afet, Risk Yanılsaması
58
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
küresel kent, yarışan kent, finans kenti
etiketleriyle yatırımcıların ilgi odağı olarak
pazarlanmakta, bu bağlamda nüfus ve yapı
stoku giderek artmaktadır. Bunlar olurken
donatı alanları yetersiz, konut işyeri ilişkisi
giderek bozulan, erişilmesi zor kent, zapt
edilemez ve kontrol edilemez bir biçimde
büyümektedir. Ekonomik büyümeyi
inşaat sektörüne oturtan politikalar, aldığı
iç göç artışının yavaşlatılması beklenen
İstanbul’da arz fazlasını eritmek üzere
yabancılara mülk satışına yönelmiştir.
Böylece, kapasitesini aşmış metropolün
çarpıklığını katmerleştiren bir süreç
başlatılmıştır. Öte yandan hazine ve
muhtelif kamu arazilerinin finansal kaynağa
dönüştürülmesi politikası ise bu alanların
toplumsal gereksinimler için kullanım
olanağını ortadan kaldırmış, kentlerde
risklerin artışını tetikleyen bir politika
olmuştur.
•Sağlıklı ve güvenli kentlerin oluşumunda
iyi işleyen bir planlama sistemi esastır.
Planlama ve yapılaşma sistemindeki
aksaklıklar İDMP’da masaya yatırılmış,
bu çerçevede imar mevzuatı önerileri
geliştirilmiş, planlama politikasının esasları
ortaya konmuştur. Planlama bütüncül,
kamu yararını esas alan, katılımcı, saydam,
denetimli, sorumlulukların paylaşılabildiği,
kademeler arasında yatay ve düşey
ilişkilerin kurulabildiği bir platformdur.
Oysaki İDMP’nı izleyen dönemde
bütüncüllüğü değil parçacıllığı öne çıkaran,
yereli değil merkezi esas alan, merkezin
yerel üzerinde vesayet yetkisini arttıran
birçok yasa yürürlüğe girmiştir. (TOKİ,
Özelleştirme İdaresi, Kentsel Dönüşüm
Yasası, Hazine Arazilerinin Satışı vb).
•İDMP sonrası dönemde, pek çok üst
ölçekli bölge ve çevre düzeni planlarının
(ÇDP) hazırlanması olumlu bir yaklaşım
olarak değerlendirilebilir. Ancak bunların,
bir kez daha, DMP’da tanımlanan
planlama sistem, ilke ve yaklaşımlarını
yok sayarak hazırlanması, merkezi
yönetimce belirlenen politikaların
uygulama aracı olarak değerlendirilmesi,
planlamanın kamu yararı ilkesini altüst
etmiş, bu bağlamda risklerin ortadan
kaldırılması ya da azaltılması amaçlarının
da gerçekleştirilmesini güçleştirmiştir.
Öte yandan plan onaylarını takiben, plan
kararlarının hilafına merkezi yönetimce
üretilen proje bombardımanı, planların
bütün denge ve ilkelerini bozmuş,
adeta plansızlıkla eşdeğer konuma
gelinmiştir. İstanbul Çevre Düzeni Planı
yaklaşımlarının tümünü kapsyabilmektedir. kaymasına neden olabilmektedir. Yürürlüğe
bu uygulamaların en çarpıcı örneğidir:
Bu yol ile planlama şemsiyesi altında
giren projeler ile riskin azaltılması bütün
üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, çılgın
kentsel çöküntü alanlarında yoğunlaşan
toplumu kapsayan bir yaklaşım olmak
proje, lastikli tüp geçiş, çeşitli tünel ve
sorunları, eşgüdümlü bir biçimde
yerine bazı kesimlerin riskten korunmasını
yol projeleri ile İstanbul ÇDP kararları
çözümleme olanağı yakalanabilmektedir.
sağlarken bazı kesimlerin de risklerinin
altüst olmuş, plan geçersiz kılınmıştır.
Yitirilen bir ekonomik aktivitenin yeniden
artmasına neden olan bir mekanizmaya
İÇDP’da 2023 için 17 milyonluk nüfus
geliştirilmesi ya da canlandırılması,
dönüşmektedir.
öngörülürken, yukarıda anılan projelerle
işlemeyen bir toplumsal fonksiyonun işler •5998 sayılı yasa ile kamunun mülkiyetinde
kentte 30 milyonlara erişebilecek bir
hale getirilmesi; “toplumsal dışlanma” olan
ya da kullanımında olan yerlerde kentsel
konut kapasitesi yaratılmış, kentin
alanlarda, “toplumsal bütünleşmenin”
dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan
sürdürülebilirliğini sağlayacak olan su
sağlanması; çevresel kalitenin ya da
edilebilmesi ve uygulama yapılabilmesi
kaynakları, orman alanları tehdit altına
ekolojik dengenin kaybolduğu alanlarda,
Bakanlar Kurulu kararına bağlanmıştır.
girmiştir. Küresel iklim değişikliğinin
bu dengenin yeniden sağlanması, afete
Kamunun mülkiyetindeki alanlar, 1)
yarattığı seller, kuraklıklar, ısı adaları
karşı dayanımlı kentlerin oluşturulması bir
yollar, yeşil alanlar, otopark, vb. alanlar;
gibi başka doğal afetlere kapı açılmıştır.
potada eritilebilmektedir. Çoklu amaçları
2) Kamu kurumlarına ait alanlar; 3) Mera,
Günümüzde yaklaşık 15 milyonluk
sağlamak, bir amacın başka amaçları etkisiz orman, milli park kullanımındaki alanlar;
metropolde ulaşım, yeşil alan, eğitim, sağlık hale getirmesini engellemek ya da sinerji
4) Bataklık, dik yamaçlar, kullanıma uygun
hizmetlerine erişimde yaşanılan sıkıntılar,
ile birden fazla amacı gerçekleştirebilmek
olmayan vadiler gibi tescil dışı hazineye
bu politikalar ile sağlıklı ve güvenli bir
kentsel dönüşüm-bütüncül bir planlama
ait alanlar, olmak üzere dört farklı grupta
kentin olanaksızlığının göstergeleridir.
birlikteliğini zorunlu kılmaktadır. Oysaki,
toplanabilir. Her bir kategorinin KD
Gündelik yaşamını sağlıklı yaşayamayan
kısaca Kentsel Dönüşüm (KD) yasası
kapsamında finans kaynağına transfer
yerleşmelerin afete dayanıklı bir kent
olarak anılan “Afet Riski Altındaki
edilmesi, sağlıklı ve güvenli kentlerin
olamayacağı da deneyimlerle sabittir.
Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
dayanağı olan kamusal alanların giderek
•İDMP’ında kentin sorunlarının kent
Kanun”, planlamadan bağımsız, plan
azaldığı bir süreç yaratmaktadır. Kamunun
potansiyelleri ile çözümlenebileceği, bunun kararlarının önüne geçebilen, kararları
mülkiyetinde olup, zayıf ve tehlikeli
için yaratılacak kaynakların İstanbul
etkisiz hale getiren bir yapıda uygulamaya
zemin niteliğindeki yerlerin dahi KD alan
Deprem Fonunda toplanarak sorunlar için
sokulmuştur.
kapsamına girebildiği yaşanan olgulardır.
kullanılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. •Avrupa Kentsel Şartı’nda yaşam
Bu süreç kamu yararına aykırı farklı
Buna karşın potansiyeller, sağlıklı kent
kalitesinin yükseltilmesi amaçlanmıştır.
sorunlara yol açarak kentlerin afete
ilkeleri ile bağdaşmayan abartılı ve
Yerleşmelerde fiziki kentsel çevrenin ve
yatkınlığını arttırmaktadır.
aşırı parcacıl projeler ile heba edilerek
var olan konut stokunun iyileştirilmesi,
•Kentsel dönüşüm, değişen ekonomik,
kentin yoğunluk/donatı dengeleri iyice
sosyal ve kültürel olanakların yaratılması,
sosyal, çevresel ve politik koşullara göre,
bozulmuştur. Kamuya aktarılamayarak
toplumsal kalkınma ve halk katılımının
kurumsal yapılanmada değişiklikler
özel sektöre transfer edilmesi nedeniyle,
özendirilmesi gibi hedefler ile kentsel
gerektirmektedir. Proje süreçlerinin nasıl
kamunun elinde deprem sorununu çözecek gelişmenin nicelikselden çok niteliksel
işleyeceği, vatandaşın hakkının nasıl
bir kaynak da bırakılmamıştır.
yönüne vurgu yapılmaktadır. Yaşam
korunacağı, projelerin nasıl oluşturulacağı,
kalitesi yaşanabilirlik, rekabet gücü, iyi
nasıl kabul edileceği gibi konuların
Kentsel Dönüşüm Planlamayı İkame
yönetim, işletme ve finansman bileşenleri
yasal düzlemde kuralları belirlenirken,
Etmiştir
ile ölçülmektedir. Yoksulluğun azaltıldığı,
merkezi ve yerel yönetimin, STK’ların
Planlama ile yönlendirilmesi gereken,
eşitsizliğin minimize edildiği, sağlıklı
süreçteki rolleri, gerekirse yeni kurumların
kentsel dönüşümün, planlamanın yerine
bir kentsel çevrenin yaratıldığı (nüfusoluşturulması, kurumsal değişikliklerin
ikame edilmesi, sağlıklı ve güvenli kent
teknik ve sosyal teknik altyapı ilişkisinin
kapsamını oluşturmaktadır. IDMP’ında bu
yaratmayı engellemiş, olanaksız kılmıştır.
kurulduğu), bireysel güvenliğin sağlandığı
süreçler tanımlanmış iken, uygulamada
•Kentsel dönüşüm, fiziksel, sosyal,
(*suç oranının düşürülmesi, *şiddet
anti demokratik uygulamalar ile
ekonomik yönlerden çöküntü ve bozulma
olaylarının azaltılması, *trafik kazalarının
mağduriyetlere yol açıldığı, kentsel alanlar
sürecine girmiş kentsel alanları içinde
azaltılması, *doğal ve teknolojik afetlerin
üzerinden sermaye transferleri yapıldığı
yaşayanlar için yaşam kalitesi daha
etkilerinin azaltılması) yerleşmeler
gözlenen olgulardır. Adalet, hakkaniyet
yüksek, yaşanabilir yerler haline getirmeyi
yaşanabilir kent olarak tanımlanmaktadır.
ilkelerinden uzak uygulamalar, deprem
ve kente kazandırmayı hedefleyen bir
Oysaki afet risklerini azaltma adına yapılan afeti kâbusunu toplumsal afet kâbusuna
plan stratejisidir. Bu planlama yaklaşımı,
kentsel dönüşüm (KD) projeleri nüfus
dönüştürmektedir.
mekânsal düzenlemelerin ötesinde
ile teknik ve sosyal altyapı dengelerini
•Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı
tasarlanmış politika ve eylemlerin
insafsızca bozmakta, soylulaştırmayla kent
olarak ilan edilecek alan tanımında
aracıdır. Bir anlamda kentsel dönüşüm,
yoksulluğu körüklenmektedir. Risk azaltma “üzerinde yapı olan ya da olmayan
yenileme, sağlıklaştırma, koruma,
adına yapılan projeler, proje alanında
imarlı ya daa imarsız alanlar” şeklindeki
yeniden canlandırma, yeniden geliştirme,
yaşayanlar için bulundukları yerde riskin
ibare, KD alanlarını mevcut sorunlu alan
kentsel bezeme, kentsel sağlamlaştırma,
azaltılması anlamını taşımadığı gibi, bu
kategorisinden çıkarmakta, henüz boş
afet risklerini azaltma gibi planlama
toplulukların yeni riskli alanlara doğru
yapılaşmamış her tür alanda bu kapsamda
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
59
planlama, uygulama yapma yetkisini
düşüncesi ile IDMP’nda yasa taslak
yerine ekonomik dinamiklere öncelik
doğurmaktadır. Böylece KD alanlarında
önerileriyle hukuki altyapı hazırlanmıştır.
verilmesi ya da keyfi alan seçimleriyle
yoğunluklar, standartlar Belediye
Ancak ne yazık ki kapsamlı bir hukuki
riskler azaltılamamaktadır.
Meclisi tarafından ya da planı hazırlayan
altyapıyı yürürlüğe sokma yönünde
•IDMP’nın ikinci bölümünde risklerin
kurumlarca belirlenebilmekte; 500 hektara
yönetimlerce irade gösterilememiş ve afet
nasıl saptanacağına, kararların nasıl
kadar (200 ki/ha yoğunluklu yaklaşık
riskinin azaltılması KD’e indirgenmiştir.
geliştirileceğine ilişkin kademeli risk
20 mahalle) büyüklükte bir kent parçası
İlgili yasa ve yönetmeliğin öngörülen
yöntemleri sunulmuş olmasına karşın Afet
KD alanı olarak planlanıp, uygulamaya
yapısı ile yaşanabilirliği tehdit eden, yeni
Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
sokulabilmektedir!!! Uygulama bu yönüyle, risk alanları yaratan, yaşam kalitesini ve
Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği
İmar Affı Kanunu’nda yer alan üst ölçekli
toplumsal huzuru bozan bir uygulama
(15.12.2012), “2008 deprem yönetmeliğine
planlara uyma zorunluluğu olmayan,
ortaya çıkmıştır.
uygun olmayan yapıların riskli olduğu”
imar yönetmeliği donatı standartlarının
gibi kestirme bir yaklaşım benimsemiştir.
aranmadığı ıslah imar planlarıyla da
Riskler Devam Etmektedir
Bu yaklaşımla ülke kaynaklarının
benzeşmektedir. Getirilen esneklikler,
•İDMP’ında BÜ-ARC çalışmasında hücre
heba edilmesine, bireysel hakların
muafiyetler planlama sistemi yerine
bazında gösterilen spektral deplasman
zedelenmesi ve yok sayılmasına yol
KD’yi tercih edilir kılmaktadır. Çeşitli
bazlı hasar görebilirlik ilişkileri kullanılarak
açılırken, devlet ve mühendislerin yapmış
çalışmalarda ıslah imar planlı bölgelerin,
elde edilen ağır hasarlı binaların sayısal ve
oldukları idari kusurlar da silinmiştir.
kentlerin sağlıksız ve güvensiz olması
oransal dağılımlarını veren risk haritaları
Geçmiş depremlerde karşılaşılmış olan
açısından en yüksek riskli alanlar olduğu
can ve mal kayıplarının yüksek olacağı
hasarlar nedeni ile az da olsa sorumlular
görülmüştür. Şimdi, çok benzer bir yöntem
riskli bölgeleri işaret etmektedir. Ancak
cezalandırılırken, birden bire bütün eski
KD alanlarında deprem riskini çözmek,
ne BKK ile ilan edilen KD proje alanların,
yönetmeliklere göre yapılmış yapıların
sağlıklı kentler yaratmak adına kullanıma
ne de müteahhitler kanalı ile parsel bazlı
yıkılacağı savının benimsenmesini
sokulmaktadır.
dönüşümlerin yaşandığı alanların bu
anlamak güçtür. Ülkemizde deprem
•Evrensel düzlemde planlama süreci, geçmiş haritalardaki risk bölgeleriyle örtüşmediği,
sonrası yapılan araştırmalara göre ağır
tecrübelerden elde edilen kazanımlarla,
kentsel dönüşümü risk dışında farklı amaç
ve ötesi hasarlar ortalama %5-30 risk
birey, kurum ve kuruluşlar arasında
ve dinamiklerin ateşlediği görülmektedir
düzeyindedir. Bir başka deyişle ayakta
koordinasyonu sağlamak üzere kademeli,
(Ökten, A.; Şengezer, B.; (2013).
kalabilen binalar yıkılanlardan daha
çelişkileri çözümlemek ve sinerji yaratmak •İDMP’nda, mevcut yapıların
yüksek oranda olabilmektedir. Tersten bir
adına bütüncül, bilgilenme, bilgilendirme
güçlendirilmesi ya da yenilenmesi yanı
bakış ile bu gözlemler, 2008 öncesi deprem
ve sorumluluk paylaşımını sağlamak
sıra yeni yapıların ve kentsel büyümenin
yönetmeliklerine göre inşa edilmiş binaların
adına katılımcı, hesap verebilirliği ve ikna
afete dayanımlı biçimde geliştirilmesi
ayakta kalabileceğinin göstergesi değil
süreçlerini sağlamak üzere şeffaf olma
temel kabuldür. Bu sürecin hangi ölçüt,
midir? Öte yandan risk olasılık belirten bir
ilkeleri ile yeni deneyimlere açık bir yapıda
yol ve yöntemlerle geliştirileceğine
kavram ise, “2008 öncesi yapılar risklidir ve
öne çıkmakta ve önem kazanmaktadır.
IDMP’ının ikinci bölümünde kapsamlı
yıkılmalıdır” kabulü kavramın özüne aykırı
Plan yapmanın mantığında ise, ekonomik,
şekilde yer verilmiştir. KD alanlarının
değil midir? Afete dayanımlı kent demek,
sosyal ve mekânsal veriler arasındaki
somut göstergelere (toplumsal, ekonomik,
teknik personelden kurumsal birimlere,
ilişkilerin kurulması ve sürdürülebilirlik
fiziki çöküntü ve bozulma alanları,
yapılarda yaşayanlardan alıcı ve satıcılara
çerçevesinde bütün bu bileşenler
yoksulluk bölgeleri, risk bölgeleri) dayalı
kadar bütün kesimlerin sorumluluklarını
arasındaki dengenin kurulması esası
olarak saptanması, kendi özellikleri ve
üstlenmeleri demektir. İdarenin ve meslek
yatmaktadır. Mekân, sosyal ve ekonomik
plan bütünündeki temel ilke ve kararlar
insanlarının sorumluluk üstlenmediği
eylemlerin yansıması sonucunda oluşur.
bağlamında çözüme kavuşturulması
bir sistem ve sorumlulukların sıfırlandığı
Dolayısıyla planın hem sosyal ve ekonomik öngörülmüştür. Buna karşın, KD yasasının
kültürel kodlarla afetsiz bir gelecek
olayları yönlendirme, destekleme ve
planlama sistemi dışında tutulması,
kurgulamak mümkün olamayacaktır.
geliştirme işlevi vardır, hem de çevrenin
IDMP’ında öngörülen deprem odaklı KD
•İlk deprem yönetmeliğinin yürürlüğe
korunması ve geliştirilmesi ilkesinden
alan sınır belirleme ölçütlerinin dahi yasa/
girdiği 1968’den 2008’e dek geçen 40
hareketle sınırlama işlevi bulunmaktadır.
yönetmelik maddelerine yansıtılmaması
yıllık süre içerisinde meydana gelen
Kısaca, planlamanın hem doğal kaynakları
nedeniyle risk azaltma adı altında keyfi
depremlerde bu yönetmeliklere uygun
koruma, hem de sosyal ve ekonomik
olarak belirlenen hukuk ve bilim dışı
inşa edilmiş yapıların çoğunluğu ayakta
gelişmeyi, toplum kalkınmasını sağlama
uygulamalar, riskin azaltılmasını engellediği kalmıştır. Bu olgu, yapıların güvensizliğinin
işlevlerini yerine getirebilmesi, olayların ve
gibi toplumsal adalet, güven duygularını
temel nedeninin eski yönetmelikler
eylemlerin çok boyutlu değerlendirilmesini
da zedelemektedir. BKK’na göre ilan edilen değil inşaatta yönetmeliklere aykırı
zorunlu kılmaktadır. Bütün bu ilkeleri
afet riskli alan örnekleri irdelendiğinde
davranılması ve denetimlerin yetersizliği
gerçekleştirebilecek bir hukuki altyapının
seçimin riskin yüksek olduğu bölgelerde
olduğunu düşündürmektedir. Yapıların
oluşturulması hukuk devleti olmanın bir
değil, kamu alanlarının bol, yoğunluğun
yönetmeliğe uygun inşa edilmelerinin
gereğidir. Afetlerle mücadelenin bir sistem
düşük olduğu bölgeleri kapsadığı dikkat
sağlanması kamusal bir görev iken, bu
ile gerçekleşebileceği ve planlamanın
çekmektedir. Can ve mal kaybı riskinin
görevin sağlıklı yürütülebileceği hukuki
bu sistem içinde önemli bir rolü olduğu
yoğunlaştığı bölgelere öncelik vermek
bir altyapının olmadığı bilinen ve sık sık
60
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
dile getirilen bir gerçektir. Bu çerçevede,
güvenli binalar için günümüz uygulama
gözlemleri çerçevesinde aşağıdaki konular
sorgulanmalıdır.
•Depreme dayanıklı yapı üretimi tasarım
aşamasında başlayan bir süreçtir.
Tasarımının temel ilkeleri yatayda ve
düşeyde düzensizlik olmaması; en, boy
ve yükseklikler arasındaki oran ilkelerinin
sağlanmasıdır. Buna karşın son dönemde
inşa edilen bazı devasa yapıların bu ilkelere
uygun olmadığı gözlenen bir gerçektir.
Cam kaplama binalar, deprem esnasında
dağılma tehlikesi gösterdiğinden deprem
bölgelerinde sakıncalı addedilmektedir,
ancak son dönemde inşa edilen yapıların
büyük çoğunluğu cam kaplamadır. Binanın
dört bir tarafını dönen ağır çıkmalar ya
da dengesiz çıkmalar, zemin katların boş
bırakıldığı yumuşak katlı bina tipleri
deprem tasarım ilkeleri açısından sorunlu
olarak tanımlanmaktadır. Ancak hâlâ
yönetmeliklerimiz bu binaların yapılmasını
zorunlu kılan hukuki düzenlemeleri,
planlarımız ise bu sorunlara yol açan plan
notlarını içermektedir.
•Standartları ve yöntemleri tartışmalı da
olsa mikro bölgeleme (zemin) haritaları
yapılabilmektedir. Ancak zemin koşullarını
dikkate alan plan kararlarının -yapılaşma
yoğunluklarının- alınması güçtür.
•Parsel bazında zemin etütleri
yapılmaktadır; ancak zemin zayıf da olsa
yoğun yapılaşmalara sınır getirici kararlar
almak güçtür. Çünkü teorik olarak,
mühendislik tekniği açısından, maliyeti
karşılandığı sürece her zemine her tür
yapı yapılabilir. Ne var ki, müteahhitler
adına medyada konuşanlar belirli kar
marjının altında satılan dairelerde yapı
güvenliğinin sağlanmasının mümkün
olmadığını belirtmektedir. Öte yandan
İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası’nın
Yapı Denetim Kuruluşlarından onaylı gelen
2285 adet projeyi incelediği araştırmaya
göre küçümsenemeyecek oranda tasarım
ve hesap hatalarının olabildiği görülmekte,
yeni yapılan yapıların tamamının
güvenli olmadığı yönünde kuşkuları
doğurmaktadır. Bu ifade ve saptamalar
gittikçe artan yapı yoğunluğu, bina
boyutlarıyla birlikte afet riskinin de arttığı
endişesini doğurmaktadır. Maliyetlerin
karşılanıp karşılanmadığı ya da gerekli
önlemlerin alınıp alınmadığı bir sonraki
depremde deneyimlenecek olgular olarak
karşımızdadır.
Sonuç: Temel İlkeler Zedelenmiştir
IDMP’nda temel ilkeler aşağıdaki
şekilde tanımlanmış olmakla birlikte,
yasada bu ilkelere yer verilmediği,
uygulamanın da bu ilkelerin hilafında
gerçekleştiği gözlenmektedir. İDMP’daki
temel ilkeler:
•Süreç, şeffaf ve katılımlı bir biçimde
işletilmelidir.
•Adalet ve eşitlik sağlanmalıdır.
•Minimum maliyetle mevcut kaynakların
rasyonel kullanımı sağlanmalıdır.
•Sosyal sorunların en az olduğu bir
toplumsal düzen içerisinde bireysel haklar
zedelenmemelidir.
•Yerel halk yerinden edilmemeli,
seçenekler sunulabilmelidir. Mevcut
mülkiyet biçimlerine göre stratejiler
geliştirilmeli, kiracılar için elde edilebilir
konut sunulmalıdır.
•Risk grupları için yaşam çevresi, sosyal ve
kültürel değerler dikkate alınarak yeniden
inşa edilmeli ya da sıhhileştirilmelidir.
•Fiziksel stokun kalitesini artıracak
kamu hizmet ve kullanımlarından taviz
verilmemeli; nüfus yoğunluğu, teknik ve
sosyal donatı standartlarını sağlayacak
limitler aşılmamalıdır.
•Yüksek kalitede bir “kentsel tasarım” esas
alınmalıdır.
•Halk sağlığı için kent iklimi, enerji
tasarrufu konuları yalrızca bina düzeyinde
değil, yoğunluklar, kentsel doku
(bina formlarında ve yüksekliklerinde
farklılıklar) ve makroform (kent
havalandırma kanalları) bazında
değerlendirmelere katılmalıdır.
•Yerleşim alanlarının sürdürülebilirliği ve
yönetişimi güçlendirmek için mahalle
yenileme birimi, mahalle afet yönetimi
(MAY) vb. kurumsal yapılanmalara
gidilmelidir. Dönüşüm süreçlerinin
toplumun bütün kesimleri tarafından
benimsenmesi sağlanmalıdır.
•Merkezi ve yerel yönetimler arasında
yatay ve dikey koordinasyon sağlanmalı;
kısa vadeli miyop bakışlar yerine, uzun
vadeli perspektifler benimsenmeli; kamu,
özel ve sivil toplum ortaklıkları dönüşüm
alanındaki değerlere, olasılıklara, itici
güçlere ve kısıtlamalara göre değişik
biçimler alabilmeli, esnek kurumsal yapılar
geliştirilmelidir.
•Toplumsal bozulmanın nedenleri
araştırılmalı ve kentsel çöküntü
problemine çözüm bulmak
amaçlanmalıdır.
•Yeterli fon kaynakları yaratılmalı.
Sağlıklı kentsel oluşumları zorlamadan
yaratılan rantın kamu yararı amacıyla
kullanımına olanak verecek düzenlemeler
oluşturulmalı.
•Kaynaklardan eşitlik ilklerine uygun
yararlanma imkanları sağlanmalıdır.
•Bir alanın dönüşümü sağlanırken,
alana özel yaklaşımlarla kent bütününe
yönelik stratejiler arasında ilişki ve denge
sağlanmalıdır.
•İstanbul’un özgün kimliğinin korunmasına
özen gösterilmelidir.
•Tarihi ve kültürel değerler korunmalı ve
risk azaltacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Deprem doğa olayının afete
dönüşmemesi bu doğa olayıyla birlikte
yaşamayı öğrenmekten geçmektedir.
Depremle birlikte yaşamak ise yaşanan
olaylardan ders çıkarmaktan, çıkarılan
derslere göre yenilenebilen sistemden,
sorumlulukların farkındalığından, dengeli
yerleşim sisteminden, dengeli gelir
dağılımından, hakça paylaşımdan, mesleki
etikten ve kamu yararının üstünlüğünü
kabul etmekten geçmektedir.
Kamusal alanların buharlaştığı,
yoğunlukların aşırı noktalara taşındığı bir
ortamda afet riskini azaltmanın temeli
olan sağlıklı mekân-çevre hayal olmakta,
İstanbul’un afet riskinin azaltıldığı söylemi
gerçekliğini yitirmektedir. Bu söylem ile
bilerek ya da bilmeyerek tek afetten çoklu
afete -deprem, sel, kentsel ısınma, hava
kirliliği, toplumsal huzursuzluk, erişemezlikgeçilmektedir (Kuşcu, vd 2013).
Kaynaklar
•Anon; İstanbul Deprem Master Planı, İBB, 2003.
•İMO İstanbul Şubesi Mesleki Denetim Birimi, İnşaat
Mühendisleri Odası Açısından Statik Projelerde Görülen
Eksiklikler ve Proje Denetiminde Dikkat Edilmesi Gereken
Hususlar, 2. Yapı Denetimi Sempozyumu, 17-18 Kasım,
2011, İstanbul.
•Kuşcu, Ç.; Kozaman, S.; Şengezer, B.; İnsan Doğa İlişkisinde
Egemenlik mi/ Bütünleşeme mi? İstanbul’daki Kentsel
Gelişme/Yeşil Alan Çelişkisi, İstanbul’un Kuzey Ormanları
Sempozyumu, Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi,
Barış Manço Kültür Merkezi (BMKM), Kadıköy, İstanbul,
2013.
•Ökten, A.; Şengezer, B.; Istanbul’s Resilience in Question,
Planning For Resilient cities and Regions, 27 AESOP
Congress in 2013 in DUBLIN - AESOP, 2013.
•Şengezer, B.; Koç, E.; “A critical examination of earthquakes
and urban planning in Turkey”, Disasters Vol. 29, Issue 2,
2005.
•Şengezer, B.; Ansal, A.; (2006); “Probabilistic Evaluation Of
Observed Damage Data In Turkey”, Natural Hazards, Vol 40,
Num. 2, February 2007.
•Şengezer, B.; Ansal, A.; Bilen, O.; “Evaluation of parameters
affecting earthquake damage by decision tree techniques”,
Natural Hazards, Volume 47, Number 3, 0921-030X (Print)
1573-0840 (Online), p.547-568, December, 2008.
YAPI 393 AĞUSTOS 2014
61