Bir gün gözlerimin ta içine bak, Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Sezai Karakoç Yâ Rab hemîşe et lutfunu reh-nümâ bana Gösterme ol tarîki ki gitmez sana bana Fuzûlî (Rabbim! Lütfunu bana her zaman yol gösterici, önder kıl. Sana ulaşmayan yolu bana gösterme.) Aralık Ayı Yazarlarımız Rüştü Köse…………………………………………………………….. “Aşura Gününe Bağımlı Olmak” Aleyna Yiğit………………………………………………………….. “Hüzün” Ali Taşkır………………………………………………………………. “Hasbihâl” Osmanlı Türkçesi Okuyorum İpek Sözer……………………………………………………………. “İmam Hatip’te Öğrenci Olmak” Mert Can Canlı ……………………………………………………… “Aksa” Merve Köker ………………………………………………………… “Sessizliğin Çığlığı” Feyza Nur Erbayoğlu …………………………………………….. “Geçmişi Tufan, Geleceği Kıyamet” Zülal Sert ……………………………………………………………. “Mutluluğun Renkleri” Deniz Dilek Özpınar……………………………………………… Sultan Mahmud” “ Vermeyince Mabud Neylesin Münevver Çağman ……………………………………………… “Gül Aşktır” Şevval Zeynep Turgut…………………………………………… “Filistin’e Mektup” Yaren Feyza Nur Ayyıldız………………………………………. “ Her Güne Yeniden Başla” Okulumuzdan Haberler Büşra Şenses ………………………………………………………. “Öğretmenlik” Üzerine Mülakat Ali Kaya- Muharrem Karagöz - Serranur Gündoğdu . “Marmara Üniversitesi” Yaren Feyzanur Ayyıldız ……………………………………… Yapmak ” “Karpuz Kabuğundan Gemiler Süeda Şaşkın ………………………………………………………. “Bir Şair, Bir Şiir: İbrahim Tenekeci” Serranur Gündoğdu……………………………………………… “Ne Okuyalım?” Eleştirileriniz İçin E-Mail Adresimiz: [email protected] Dergide Yer Alan Yazılardan Yazarları Sorumludur. Yazıların Kurumu Bağlayıcı Bir Yönü Bulunmamaktadır. Merhaba, Rehnüma dergisinin 2. sayısı ile okurlarını bekleyen yazıları sizlere sunmaya gayret ediyoruz. Ġlk sayımız eba.gov.tr ve issuu.com gibi internet platformlarında ilgililerince okundu ve okunmaya devam ediyor. Ġkinci sayımızda okur sayımızı daha da arttırmayı temenni ediyoruz. Bu sayımızda Ģiir, hikâye, deneme, araĢtırma türlerinde yazılar bulacaksınız. Bu sayımızda bizimle fikirlerini paylaĢan Kadir GEÇĠCĠ hocamıza, teknik anlamda yardımcı olan Cem BURBUT hocamıza, yazılarını bizimle paylaĢan RüĢtü KÖSE hocamıza, kapak tasarımı yapan Merve ÜSTÜN‟e çok teĢekkür ederiz. En önemlisi yazılarını bizimle paylaĢan, yazma zahmetinde bulunan yürekli öğrencilerimizin dillerine, gönüllerine sağlık. Selam ve dua ile. “Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarında” Erdem Bayazıt GEÇMĠġĠ TUFAN, GELECEĞĠ KIYAMET Sonu olan bir sonsuzluğun girdabına kapılıyoruz ömür geçtikçe. Kursağımızda takılı kalmış Dünya‟nın akışı bozuyor benliğimizi. Oysa o kadar özümsenecek bir gezegen değil. Geçmişi tufan, geleceği kıyamet olan bir imtihan sayfası. Özümseyerek değil, ölümseyerek bakmalıyız Dünya‟ya. Ölüme gülümseyen bir insan olacak şekilde yaşamalıyız. Her insan, her varlık gibi Dünya‟da ölümlüdür. Kimi zaman, hatta çoğu zaman bitmeyecek bir yol gibi görünen Dünya‟nın bir sonu var elbet. Şüphesiz gelecek olan bu sona nasıl hazırlanıyoruz? İmtihan sayfamızı boş bırakıp müteessir bir halde mi çıkmak isteriz sınavdan; yoksa kâğıdı doldurup mütebessim bir çehre ile kâğıdı Sahib‟ine teslim mi etmek isteriz? Bir sınavımız iyi geçtiğinde bile ziyadesiyle mutlu oluyorsak, ebedi mutluluk için çabalamamıza engel olan nedir? Her gün, her saniye, her nefes bizi kendi kıyametimize yaklaştırıyor, tüketiyor ömür sermayemizi. Heveslerimiz, hayallerimiz, umutlarımız, infiallerimiz hatta dualarımız bile Dünya içinken Rahman‟a kul olmak bu kadar zor gelmemeli insana. İçecek bir Ab-ı Hayat yok. Tertemiz olan kalpler de yok. Ama tövbe var, dua var, namaz var, esirgeyen ve bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbimiz var! “Hep Rabbine yönel, O’na yaklaĢ!”(ĠnĢirah,8) Allah gönlümüze İnşirah ferahlığı versin. Vesselam… Feyza Nur ERBAYOĞLU AŞURA GÜNÜNE BAĞIMLI OLMAK Aşure günü denilince matem, yas akla gelir. Sevgili peygamberimizin sevgili torunu Hz Hüseyin’in zalimler tarafından vahşice şehit edilmesi tarihe damgasını vurmuştur. Bu şanlı şehadetten sonra Muharrem’in 10. günü matem günü olarak anılmaya başlandı. Hz Hüseyin’in destanlaşan şehadeti… Hz Zeynep’in zalim yezidin karşısında kahramanca direnmesi… Daha sonra bu şanlı destanı dilden dile aktarması… Bir tarafta yiğitlik, şecaat, şanlı direniş… Bir tarafta korkaklık, dünya sevgisi, saltanat düşkünlüğü… Bir tarafta şehitlerin efendisi Hz Hamza gibi korkusuzca ölümü öldürmek üzere yola çıkış… Allah yolunda ölümü göze alacak yiğitlere örnek olacak asil tavır: “Eğer her nefis ölümü tadacaksa şu halde en büyük şeref; O’nun yolunda bu canı vermektir.” Tarihe altın harflerle kazınan bu sözün karşısındakilerin saltanatları birkaç yıldan öteye gidemedi. Geriye kötü ün ve nefret söylemlerini miras bıraktılar. Bu muhteşem destanı ayrıntılarıyla anlatmaktan öte çıkarılacak ders üzerinde durmak isterim. Elbette, Hz Hüseyin’e yapılanları unutmayacağız. Ama biz, Niçin biz, Kerbela olayından ders çıkarmayız? Yoksa Kerbela Müslümanlara ders verir boyutta değil mi? Bu olaydan ders çıkarıp bir daha ama bir daha, Müslümanlar olarak birbirimize silah doğrultmasak olmaz mı? Bu acı mirasa Müslümanlar abone olmak zorunda mıdır? Yani bu acı ve ibretlik olaydan ders çıkarmadan, niçin hâlâ Müslümanlar birbiriyle cihad(!) etmekte? Niçin hâlâ kerbelalar yaşanmakta? İslam dünyasına baktığımızda, kan, gözyaşı, patlama ve öldürmeler sanki kaderimiz olmuşçasına artarak devam ediyor. Öldüren de Müslüman ölen de Müslüman… Öyle ki, Allah rızası için aşkla şevkle, o kirli ağızlarıyla ALLAHU EKBER nidalarıyla cezbe halinde boyunlar kesiyor. Ötekisi büyük bir zafer edasında diğer gurubun camisini tarıyor, bomba patlatıyor. Hiç bu haldeyken Allah’ın rahmeti Müslümanlara ulaşır mı? “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Rabbimiz, Enfal suresi 46. ayette ne güzel buyurmuş değil mi? İslam dünyasının parçalanmışlık halini ve nedenini ne güzel açıklamıştır. Nitekim Efendimiz veciz bir şekilde buyurmuştu: “Mümin yılan deliğinden ikinci kez sokulmaz.” Maalesef, ne bir kere, yüzlerce, binlerce defa küfrün hazırlamış olduğu tuzaklara aynı şekilde düşüyoruz. Aynı delikten hep sokuluyoruz. Adeta peygamberimizi yalan çıkarmak için yarışıp duruyoruz. O halde “Müslümanlar kardeştir” (Hucurat suresi 10. Ayet) ilkesini hatırlayıp kardeşliğimizi tesis edecek iş ve adımların peşinden koşmamız gerekmez mi? Yoksa Allah katında altından kalkamayacağımız vebali yüklenmiş oluruz. Hicri yılın ilk günleri olan bu günler aynı zamanda HİCRET’in anlam ve önemini de vurgular. Yine hicri yılın ilk ayı Muharrem ayı, HARAM aylardandır. Hicretle, yeni bir hayatın ve medeniyetin inşasını gerçekleştiren peygamberimizi örnek alarak; biz Müslümanlar yeni ufuklarla medeniyet projesini yeniden inşa edelim. Hicreti gündeme alıp; Tüm zorluk ve sıkıntılarına rağmen kötülükleri geride bırakarak, daralmış gönülleri rahatlatan, huzura erdiren, insanlığa örnek ve önder olan Medine projelerini hayata geçirmek için HİCRET etmek gerek! HARAM ay olan Muharrem’i esas alıp; Tüm Müslümanların –elbette tüm insanların- akıl, din, mal, can, namus emniyetlerini HARAM/HÜRMET EDİLEN değer görüp birbirimizi sevip, saygı gösterelim. Unutmayalım ki, iman etmeden cennete giremeyecek, birbirimiz sevmeden iman edemeyeceğiz. Sonuçta klişe ifadeyle AŞURA günü kader değildir. Matem gününün BAĞIMLI’sı olunmamalı. Çünkü BAĞIMLI olmak İRADESİZLİKTİR. İRADE yoksa ibret almak, ders çıkarmakta yoktur. Müslüman olmanın gereği, İRADE sahibi olup, ENSAR-MUHACİR KARDEŞLİĞİNİ yeniden gerçekleştirmektir. ÇÜNKÜ: “Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” Saf suresi 4. ayet Bu vesileyle, 1436. Hicri yılının İslam dünyasına kardeşlik ve vahdet, tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini yüce rabbimizden dilerim. RÜŞTÜ KÖSE İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal,46 MUTLULUĞUN RENKLERĠ Doğumla başlayıp ölümle nihayetlenecek bir yolculuktur hayat. Bu yolculukta uğradığımız limanlar vardır. Hüzün limanları ile mutluluk limanları arasında gidiş-gelişler yaşanır… Hazırlığımız yolculuğa göre olmalıdır. Ki her yola çıkan yola hazırlanır. Bu hazırlık hedeflenen menzile göre farklı farklıdır. Mutluluk da bir menzildir, ulaşılmak istenen nihai hedeftir. Ve bu hedefte gemimizi sapa sağlam ulaştırmak da mutluluk limanını hedefleyen görevidir. Kimi zaman, yolculuğumuzda gemimiz engellerle karşılaşabilir. Yolda dalgalar, fırtınalar bizi yolumuzdan alıkoyabilir. Çaresizlik, korku, hüzün etrafımızı sarabilir. Ancak hazırlık tamam, tedbirler alınmışsa bu badireler atlatılıp ulaşılan menzildeki sevinç, hedefi kıymetlendirir. Mesela; ciddi bir hastalığa yakalanan bir insanın hastalıktaki ecri düşünerek Rabbine şükre ulaşması, gönlünü mutlu eder. Bir çiftçi tohumu eker, ürünü hasat edene kadar dolu, ayaz, fırtına korkulu bir süreç geçirir. Nihayetinde ürününü hasat ettiğindeki duygularının, sevincinin tarifi yoktur. Bir talebe, hedeflediği diplomaya ulaşana kadar birçok zorlukla karşılaşır. Çalışır, gayret eder… Zorlukları birer birer aşar gün gelir diploması eline verilir. Tarifsiz bir mutluluktur hissettiği… Elim bir kazada yararlanan hastasını hayata döndüren doktor, emek verdiği öğrencisinin istediği meslek diplomasını veren öğretmen, kulluk yolculuğu sonrası kelime-i şehadetle, tebessümle biten bir ömür. Kozadan çıkan kelebeğin uçuşu, rızkını alıp yuvasına dönen kuşun çığlıkları hepsi mutluluktur. Yani mutluluk tektir. Fakat çok renklidir. Bütün bunları yaşayan insanın şükür halinde olması gerekir. Yani şükretmek mutluluğun farklı bir ifadesidir. Mutluluk adeta şükrümüzün nihayetinde gelen ödülümüzdür. Zülâl SERT Sevgili Hanzala, Eğer bir yerden başlamak gerekiyorsa susarak başlıyorum. Derin bir sessizliğe boğularak, çare gelmez ellerimize bakarak ve kuruyan gözlerimize inatla… Eğer bir şey yazmak gerekiyorsa yazmalıyız sonsuz kez. Sizi yazmalı, sizi okumalı ve sizi anlatmalıyız. Bu mektup ulaşmalı daha nice Hanzalalara. Postacı varmalı Mescid-i Aksa’ya ve ayakta alkışlanan, yüzyıllara konu olan bir direniş görmeli bu dünya. Uzattığınız zeytin dalını kırdılar değil mi? Tuttuğunuz dalı kestiler. Hayallerinizi, mutluluğunuz ve hatta oyuncak bebeklerinizi bile çaldılar değil mi o en ufak vicdan kırıntısı bile kalmamış kalpleriyle? Tabi kalp de denemez ya ona işte. Sonsuz imanınızla yürüyün üzerlerine. Dualarımız, dualarınıza karışsın. Bir Kudüs gücü gelsin hepimize. Dünya ne tuhaf değil mi kardeşim? Biri acı çeker, diğeri fotoğrafını ve milyonlarca insan seyreder o acıyı. Bu mektup ulaşırsa eğer sadece şunu bil ki bizi de uyutmaz bu acı, gecelerimizi çalar, ışığımızı söndürür, içimizi acıtır. Filistin’i Filistin yapan, bombalara taş atan cesur yürekli kardeşim. Aslında hepimiz Filistin’imin küçük elleri taş değil kalem tutsun, elinizden zorla alınan vatanınızın ebediye kadar sizin kalmasını isteriz. Çok şey istemiyoruz değil mi kardeşim? Siz orda üşüyünce bizde üşüyoruz. Selamlamadıkça yıldızlar sizi güneşi göremiyoruz. Çünkü mermileri oyuncak, kefeni gelinlik yapmış kardeşlerimiz geliyor aklımıza. Bir kez daha ağlıyoruz ama inanın Hanzalaları, Esmaları hiç unutmuyoruz. Mescid-i Aksa’yı koruduğunuz gibi bizde sizi korumak istiyoruz. Bir taş da biz atmak, direnişe bir bayrak da biz kaldırmak istiyoruz. Belki yapamıyoruz hiç birini ama en içten dualarımızı yolluyor, Allah’ın selamıyla selamlıyoruz. Kelamım yetmez sonlara, o yüzden bir şiirle bitiriyorum. Tur dağını yaĢa Ki bilesin nerde Kudüs Ben Kudüs‟ü kol saati gibi taĢıyorum Ayarlanmadan Kudüs‟e BoĢa vakit geçirirsin Buz tutar Gözün görmez olur Gel Anne ol Çünkü anne Bir çocuktan bir Kudüs yapar. Adam baba olunca Ġçinde bir Kudüs canlanır Yürü kardeĢim Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin. Nuri PAKDĠL Sevgilerimle Şevval Zeynep TURGUT HÜZÜN Var mıdır özlemin böylesi, benzerin senin Sesinden gözlerine derin hüzünlerdeyim AkıĢına bıraksam akmıyor sanki zaman Sürgün ettiğin baĢka iklimlerdeyim KuĢlar mı uçuyor ne turnalar hep gökyüzünde Ġnceden hep derinden sevmekteyim seni yine Soruyorlar adın ne diye Güzüm diyorum, aĢığım güze En çok yakan içimi gidiĢin değil senin Sessizliğin büsbütün dokunan kalbime Sonra gülüĢün biraz, biraz gözlerin Tutukluyum aklımdaki yandan çehrene BaĢtan aĢağı hüzün sonbahar yine Usulca dökülen sevinçleriyle Karamsardır biraz, yarası derinde Ölüm gibi kimsesiz ve sessizce ALEYNA YĠĞĠT ĠMAM HATĠP‟TE ÖĞRENCĠ OLMAK “Gülümsemek sadakadır.” Cümlesini hayat felsefesi kabul etmiĢ insanlarla bir arada olmak baĢka türlü huzur veriyor insana. Allah rızası için sizinle ilgilenen öğretmenlerin size verdiği değerle bin kat daha mutlu olup, kat kat olan koruma tabakanıza bir kat daha eklersiniz. Okulun koridorlarında yükselen Arapça makamlar ruhunuza bir bayramın huzurunu tattırır. Etrafınız, “ Allah görüyor.” diyenlerle doluyken sırtınızı istediğiniz yere dönebilirsiniz. Ağlarken, “ Tüm bu gözyaĢların günahlarını döker, rahat ol sen.” diyen dostlarla hayata tutunmak çok da zor olmasa gerek. Test kitaplarının arasında mantığın kafa törpüleyen kısmını birkaç dakika kenara koyup Kur‟an‟ı ustaca okuyan öğretmenlerden dinlemenin tadı baĢka yerde yoktur. Öğle aralarının, namaz saatini de içermesi baĢka bir okulun programında olamazdı. Mescide gidip öğretmenlerle omuz omuza durup burada sadece kuluz iĢte, diyebilmek bambaĢkadır. Allah kabul etsin hocam, diyerek gülümsemenin verdiği sıcaklık okulun koridorlarını süslemektedir. Geleneği ihyâ geleceği inĢâ niyetiyle yola çıkan tüm yolculara selam olsun. ĠPEK SÖZER AKSA Çiğnediler mi seni o koca botlarla Ġncittiler mi seni o kalın sopalarla Ey Aksa‟m güzel Aksa‟m Ben sana hangi yüzle baksam Yakıp yıktılar seni Söyle nasıl dayansam Bu acılı gönlümü Hangi dağlara vursam Ġlk sana döndüm yüzümü ġimdi sırtımı dönmüĢüm Allah sesi kesilmiĢ Sanki ben de ölmüĢüm MERT CAN CANLI GÜL AġKTIR “İlla birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin. Gördüğünü herkes sever ama sen asıl görmediklerini seveceksin. Sözde değil özde aşk istiyorsan şayet tene değil cana değeceksin” diyor sevgili Rumi. Kalbini dökmüş yazılarına. Öyle saf, öyle gerçek… İlla dünyalık aşk arıyorsan güzelliğe bakmayacaksın. Kalbine bakacaksın, imanına… O dünyalığın seni görmeden sevdiğin Sevgili‟ye bağlıyorsa, ayırmayacaksın ahrettedir çünkü. Bütün görmeden yollarınızı. Hakikat sevdiklerimizle orada buluşuruz. Yusuf oradadır. İsa oradadır. Güllerin Efendisi; Habib‟imiz oradadır çünkü… Biz seni görmeden sevdik Ya Rasulullah. Ne mutlu ki bizi onlara bağlayan dünyalığımız varsa… Ne mutlu ki ellerimizi göğe açtığımızda dualarımızı dolduran güller var ise… Ve yine ne mutlu ki, o güller solan güller değil. O güller dünyada da olduğu gibi bir sembol. Aşk demek gül. Aşk solar mı hiç? Bir kere koklarsınız gülü, unutur musunuz kokusunu? Unutulmaz. Yineliyorum; gül aşktır. Gül hiç görmediğiniz birine bağlılıktır. Gül, bağlı olduğunuzla sizi asıl Sevgili‟ye götürendir. Eğer ki o seviyorum dediğiniz uzaklaştırıyorsa sizi Rabb‟den, Habibullah‟dan, ayrılığın vakti gelmiş demektir… Gül aşktır azizim. Gül, bizi görmediklerimize bağlar. Ya Rasulullah biz senin ümmetin; biz seni görmeden sevdik. Münevver ÇAĞMAN SESSĠZLĠĞĠN ÇIĞLIĞI Pırıl pırıl parlayan güneĢin altında, mor leylakların açtığı ara ara dağ menekĢeleriyle süslenen ve geniĢ gövdeli uzun çınarların, yeĢil çamların arasında o güzelim yayla. O, bir dağ evinde dünyaya geldi. Tahta merdivenler, kerpiç duvarlardan örülmüĢ sıcacık bir dağ evi. Bu evde çok sevdiği minik kedisi ve ahırdaki küçük kuzucuları onun en yakın arkadaĢlarıydı. Malum yaylalarda pek sık ev bulunmaz, sıcak dostlukların bulunması da pek mümkün değil. Ama o zaten bunun eksikliğini hissetmiyordu ki. Minik kedisi, ahırdaki kuzusu, ineği, kümesteki tavuğu hepsi zaten onun dostu değil miydi? Tomari yaprakları arasında esen ılık meltemler saçlarının her bir telini nazikçe okĢar gibiydi. Her gün dolu dolu geçerdi. Bir yaĢlı annesi bir de yaĢlı babası vardı. Diğer kardeĢleri bir kuĢ misali yuvalarını kurup gitmiĢlerdi. Hayvanları otlatırken ağaçların gölgesinde bezden bebeği ile oynadığı tek oyun evcilikti. Günler böyle sıcak, mutlu, huzurlu geçerken bir gün teyzem dediği bir akrabası çıkageldi. Sevinmeli miydi, üzülmeli miydi? Ġçinden bir ses teyzesinin geliĢinin hayatının dönüm noktası olacağını söylüyordu. YanılmamıĢtı. Büyükler aralarında anlaĢıp karar vermiĢlerdi. Ağaçların gölgesinde adına evcilik dediği oyun gerçek oluyordu. Bilmediği yerlerde bilmediği insanlarla yaĢamak… Evden ayrılırken dört kelime vardı kafasında: “Gelinlikle giden kefenle çıkar.” Bu düĢüncelerle kuruldu yuva, daha yuvanın anlamını bilmeden. Kendi çocukken çocuklarıyla büyüdü, geliĢti. Evcilik oyunu kadar eğlenceli değildi bu durum. Ġlk tokadı ilk çocuğu kucağındayken sadece sütü taĢırdığı için yemiĢti. O tokat yüzüne değil gönlüne inmiĢ bir darbe misali Sultan‟ın umutlarını birer birer yok ediyordu. Ama bunu karĢısındaki his yoksunu insanlar nerden anlayacaktı? Ardı ardına gelen dayaklar. Kaç gece aç yattığını, kaç gece gözyaĢlarını yüreğine akıttığını bir Allah biliyordu bir de Sultan. Altı evlat vermiĢti Sultan. Onun değerini sadece evlatları biliyordu. En çok da onun sayesinde hayata tutunduğu, annesine her daim destek olan, güç timsali biricik oğlu. Hayatın bir imtihan olduğunun farkındaydı Sultan ve Ģunu çok iyi biliyordu “Allah sabredenler beraber.” Oğlunun ölümünü metanetle karĢıladı. Rabbi onunla beraberdi, hiçbir dert bükemezdi yüreğini. Daha çocukken girdiği bu evde Sultan artık istenmeyen kadın olmuĢtu. Eskiden darbeler bedenine gelirken Ģimdi yüreğine geliyordu. Bir paçavra gibi buruĢturulup bir kenara atılıyordu. Kocası onu istemiyordu. Sultan hiç tatmadığı sevgiyi bir baĢkası tadıyordu. Elinde bavulu, birkaç parça eĢyasıyla baba ocağına dönmüĢtü. Ama ne kedisi ne tavukları ne de anne ve babası vardı. Kırık bir ayna parçasında kendine baktığında yüzendeki derin çizgiler, saçlarındaki aklar geçen yılların acımasızlığını ona bir kez daha göstermiĢti. “Allah sabredenlerle beraberdir.” Bu söz yüreğini ferahlatıyordu. ġu ayetler dudaklarından hece hece yağmur damlası gibi dökülüyor: “ O halde sabret çünkü Allah‟ın vaadi haktır. Hem günahından dolayı istiğfar et ve akĢam sabah rabbini hamd ile tespih et.” Sultan‟ı gerçek aĢka sürükleyen belki de farkında olmadan adım adım Allah‟a yaklaĢtıran o üç kelimede saklıydı. Herkesin arayıp da bulamadığı sadece sözlere mahkûm ettiği tam manasıyla hayatına yansıtamadığı o gerçek aĢkı Sultan bulmuĢtu. MERVE KÖKER HAYAT UzamıĢ hayatlar KısalmıĢ insanlıklar Vefasızlık olağan Hayâsızlık modernlik olmuĢ ÇoğalmıĢ iki günlük dostlar Birbirini sevmez olmuĢ insanlar Sonu gelmiĢ umutlar Nesli tükenmiĢ duygular TUĞBA NUR KARA HER GÜNE YENĠDEN BAġLA Her gün, bir sonraki günün dünü aynı zamanda dünün de yarınıdır. Her geçen gün dün niteliğindeyse geçmiş; yarın niteliğindeyse gelecektir. İnsan dün üzüldüyse yarından mutluluk bekler hâlbuki farkında olmaz dün de önden önceki günün yarınıydı. Her güne yeniden başlayamaz insan. Çünkü hep bir bekleyiş içindedir. Üzülür, bekler. Sevinir, bekler. Üzülürse dünü kötü sayar, mutluysa yarını güzel. Hayat gelecekten ibaret, gelecekse insana neyi getirecek belli değil. Mutlu olmayı bilmeli insan dününü de yarınını da bugününü de mutlu saymayı bilmeli. Dün üzüldüğü mutsuz olduğu ne varsa ondan tecrübe kazanıp yarınlarına yol vermeyi bilmeli. İnsan yaşadıklarıyla tecrübe kazanır. Her tecrübe bir adımı daha da sağlamlaştırır. Her dün tecrübedir. Fakat her yarın bir umut değil. Yarınlar şekillenmeyi bekler yön almayı bekler dünlerse yarınları şekillendirmeyi bekler, gün vermeyi bekler. Hiçbir dünde umutsuz olmamalı insan. Umutsuzluğa her davette umuda bir adım daha yaklaşmayı bilmeli. Çünkü farkında olmalı umut olmasaydı umutsuzluk diye bir şey olmazdı. Umutsuz bir dün, yarını güzelleştiremez her yarın dünün yansımasıdır. Her dünü düşman, her yarını dost yapamayız. Her güne yeniden başlamalı insan. Her gün tekrar mutlu olmalı, her gün tekrar mutlu olmalı, her gün tekrar şükretmeli, her gün tekrar tecrübe kazanmalı… Her gün tekrar birilerini affetmeli her gün kırgınlıklarını, kızgınlıklarını bir kenara bırakmalı. İnsanın yaşı bellidir, alacağı nefes bellidir. Fakat ölümün yaşı, insanın alacağı nefes kadardır. Bugünlerimizi şehir ilan edersek fethedilecek çok şehir yaşanacak çok ülke var. Yaren Feyza Nur Ayyıldız BĠR ġAĠR, BĠR ġĠĠR: ĠBRAHĠM TENEKECĠ 1 Eylül 1970 tarihinde Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde doğdu. Lise eğitimini yarıda bırakıp edebiyata yöneldi. Bir dönem kitapçılık yaptı. İlk şiiri 1988 yılında yayınlandı. Sonrasında ağırlıklı olarak Dergâh, Kırklar, Derkenar, Merdiven, Endülüs, Kardelen, Düş Çınarı ve Kaşgar dergilerinde göründü. 199899 yılları arasında Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörü ve köşe yazarı olarak çalıştı. Milli Gazete'de köşe yazarlığı ve düşünce sayfası editörlüğü yaptı. 20002005 yılları arasında, 36 sayı yayınlanan Kırklar dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Aynı yıllar içinde, Birey ve Birun yayınlarında dizi editörlüğü yaptı. Kırk civarında şiir, hikâye ve deneme kitabının yayınlanmasına vesile oldu. Ağır Misafir adlı eseriyle, 2008 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Yılın Şairi seçildi. Aynı yıl, Yılın Yazarı ödülünü de aldı. Evli ve beş çocuk babasıdır. DOKUNSALAR AĞLAYACAĞIM „İyi‟ demek adettendir ya! „İyiyim‟ dedim… Değilim Anlatılması zor bir duygu içimde ki Her harf Her kelime Ve her cümle, olduğundan ya çok basit ya da daha karmaşık bir hale getiriyor dilime getiremediklerimi Bir gün konuşmayı unutmak, sadece susmak istiyorum Bir gün susmayı unutmak, olur olmaz konuşmak istiyorum „Kime, neye konuşursan konuş‟ diyorum… Yeter ki susma! Hiçbir söz yetmiyor, beni 'bana' anlatmama… Dinleyemiyorum kendimi, acımadan içim… Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu… Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça… Bir anlık değil, boğulduğum bilinmezlik Acısı çıkıyor sustuklarımın Oysa ben iyiyim görünürde! Anlamını içime çeke çeke mutluluğa erişemiyorum Ya hep ben fazla geldim ya da hep bir şeyler eksik kaldı… Şimdi iyi olan ne varsa, üzerine çizgi çekemediğim kırgınlıklar sarıyor dört yanını Ve ben, İyi olmanın eşiğinde, korkulara kapılıyorum anlamadığım bir biçimde… Sebebim yok Belki de çok… Biliyorum; Ben bile kendimi anlayamıyorken anlaşılmayı beklemek, hayalden de öte Ben kendimi, Görmüyorum Duymuyorum Ve bilmiyorum… Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu… Ve değseler hüznüme, döküleceğim parça parça… Dünyaya biraz düĢkün olduğum vakit, Telefonumun „hatırlatmalar‟ bölümüne “ölüm var” yazıyorum. Böylece, saat baĢı uyarı geliyor: Ölüm var! SÜEDA ġAġKIN VERMEYĠNCE MA‟BUD NEYLESĠN SULTAN MAHMUD İçimizde bu sözü duymayan hemen hemen hiç kimse yoktur. İsterseniz bu sözün ne sebepten söylendiğine değinelim. Sultan Mahmud devrinde “Tıkandı Baba” namı ile bilinen bir zat varmış. Padişah bu adamın niçin bu lakap ile anıldığını merak etmiş ve işin doğrusunu öğrenmesi için bir memur göndermiş. Meğer adam nasipsizliği ile meşhurmuş. O kadar ki: Çeşmeden su doldurmaya gitse kurna tıkanır, bir şey almak için pazara gitse ona sıra gelmeden tükenirmiş. Padişah bu şahsı sevindirmek için bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimin altına da bir altın konulmasını emretmiş. Sonra da bu tepsiyi sanki bir zengin konağından geliyormuş gibi göndertmiş. Tıkandı Baba:”Bir tepsi baklavayı bir günde yiyip bitirmektense, satıp parası ile bir hafta idare ederim.” deyip, komşusuna satmış. Durumu haber alan padişah üzülmüş ama yine de bu zavallı adama yardım etmek istediği için ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırmış ve içerisini altın ile doldurarak babaya göndertmiş. Daha önce baklavayı satın alan kurnaz komşu kapıya gelip: -Bre Tıkandı Baba, sen bir garip adamsın, tek başına bu hindiyi nasıl yiyeceksin? Gel sen bu hindiyi bana sat, demiş ve onu da satın almış. Padişah yine çok üzülmüş. Bu defa babayı saraya çağırmış ve ona son bir fırsat daha vermek için hazine odasından altın dolu bir sandık bir de kürek getirilmesini söylemiş. Sandık ve kürek geldiğinde padişah: —Al şu küreği ve sandığa daldır. Ne kadar altın alabilirsen hepsi senindir, demiş. Bu durum karşısında çok mutlu olan baba, sevinçten titreyerek küreği sandığa daldırmış, sonra da itina ile kaldırmış. Ancak küreği ters tuttuğu için sap kısmında sadece bir tek altın kalmış. Bunun üzerine Sultan şöyle demiş: —Vermeyince ma‟bud, neylesin Sultan Mahmud. Deniz Dilek ÖZPINAR EDEBĠYAT HABER Necip Fazıl Kısakürek'in kültürel ve manevi mirasını yaĢatmak amacıyla bu yıl ilki düzenlenen Necip Fazıl Ödülleri sahipleriye buluĢtu. Yazarlar Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu, Hicabi Kırlangıç, şair Osman Konuk ile öğretim üyeleri Prof. Dr. Turan Karataş ve Prof. Dr. M. Fatih Andı‟dan oluşan jüri üyeleri şiir, hikaye, roman, deneme, fikir ve araştırma dallarında yayınlanmış eserleri incelemeye aldı. NECĠP FAZIL ġĠĠR ÖDÜLÜ-HÜSEYİN ATLANSOY Hüseyin Atlansoy, Türk Şiirinde ana akıma mensup kurduğu yeni şiir diliyle Modern Türk Şiiri'nde yerini almış bir şairdir."Şiir olmasaydı bir hayatım olmazdı" diyecek kadar şiiri hayatının en önemli meselesi olduğunu ifade etmektedir. İlk kitabı, “İntihar İlacı”ndan son kitabı “Karşılama Töreni”ne kadar, 30 yıldır Türk Şiirii'nin burçlarından biri olarak eser vermeyi sürdürmektedir. "Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi"nin şairi, çıkmazlardan büyük bir eser ortaya koyan Hüseyin Atlansoy‟a Necip Fazıl Şiir Ödülü verilmesine karar verilmiştir. NECĠP FAZIL HĠKÂYE ÖDÜLÜ-GÜRAY SÜNGÜ “Deli Gömleği” ve “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” kitaplarında yer alan öykülerinde yerli hayata çevrilen dikkatiyle ve tüketip durduğumuz yaşamalar içinde ihmal ettiğimiz insani yanımıza ışık düşüren; kendi kuşağı içinde belirginleşen; farklı anlatma tekniği arayışlarıyla ve dili ayrıntılara inen bir biçimde kullanma titizliğiyle Türk öyküsüne yeni imkanlar sunan Güray Süngü‟ye “Necip Fazıl Hikaye Ödülü” verilmesine karar verilmiştir. NECĠP FAZIL SAYGI ÖDÜLÜ-NURİ PAKDİL Çıkardığı Edebiyat dergisiyle, on yıllarca yazıp yayımladığı Biat, Batı Notları, Bir Yazarın Notları, Bağlanma gibi etkileyici düşünce hayatına taze bir soluk getiren, yeni edebi oluşumların doğmasına kaynaklık eden; bir neslin uyanışına, yetişmesine, bilinç kazanmasına öncülük eden; çıktığı düşünce ve edebiyat yolculuğundaki yürüyüşünü, temsil ettiği düşünsel duruşunu bozmadan sürdüren Nuri Pakdil‟e “Necip Fazıl Saygı Ödülü” verilmesine karar verilmiştir. NECĠP FAZIL FĠKĠR-ARAġTIRMA ÖDÜLÜ-İSMAİL E. ERÜNSAL Osmanlılarda entelektüel hayat üzerine arşiv kaynaklarına dayalı son derece önemli çalışmalar yapan Prof. Dr. İsmail Erünsal, 2013 yılının sonlarında yayımlanan Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar adlı son eserinde sahaflığın XVI. asırdan başlayarak yaklaşık dört asırlık tarihini ele almıştır. İstanbul, Bursa ve Edirne‟ye ait üç bin civarında mahkeme defteri taranarak elde edilen iki yüz civarında sahaf terekesi ve binlerce arşiv belgesinin kullanıldığı eser, Osmanlı kültüründe sahaflığın yeri, sahafların kitap temin etme süreçleri, ekonomik durumları, müşterileri, kitap fiyatları, kitap müzayedeleri, kitap kültürünün yaygınlaşmasında hattat, müstensih ve mücellitlerin rolleri, yabancılara yapılan kitap satışları gibi konularda benzersiz bir kaynaktır. NECĠP FAZIL FĠKĠR-ARAġTIRMA ÖDÜLÜ-GÜLRU NECİPOĞLU Harvard Üniversitesi Sanat ve Mimarlık Tarihi Bölümü’nden doktorasını alan ve halen aynı üniversitede Ağa Han Ġslam Sanatı Kürsüsü profesörü ve Ağa Han Ġslam Mimarisi Programı’nın direktörü olarak görev yapan Gülru Necipoğlu, genel olarak Ġslam sanatı, özel olarak Osmanlı Sanatı üzerine yaptığı önemli çalıĢmalarla milletlerarası ilim çevrelerinde haklı bir Ģöhrete sahiptir. NE OKUYALIM? SERRANUR GÜNDOĞDU Hasbihâl Ġsminden bahsederken cismin gelmiyor aklıma Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz Sen dokunmak isterken yüreğimdeki saklıma Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz Kelimelerimiz çarpıĢırken tenha bir köĢede Cümle kurmaya mecalimiz yok dilde Efsunludur derler senin için onu bilmem de Gölgen oturmuĢ yanı baĢıma hasbihâl içreyiz Ali TAġKIR Yönetmen:Ahmet ULUCAY Tür:Komedi,Drama Senaryo:Ahmet ULUCAY Yıl:2004 IMDB:7,9 Oyuncular: Fizuli Caferof, Gülayşe Erkoç,Hasbiye Günay Yakın bir zaman önce sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Uluçay'ın belki de tüm yaşamını özetleyebilecek bir isme sahip olan "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" isimli bu filmi aslında tam bir gönül hikayesi. Kendi özyaşam öyküsünün beyazperdeye aktarıldığı bu yapım da aslında "olmayacak işler için boşuna uğraşmak" diye kullanılan bu tabir ile Uluçay'ın yaşamı ve sinemasına gönderme yapıldığı aşikar. Karpuzcu Mustafa'nın sarf ettiği bu söz şu soruyu akla getiriyor: Herkesin hayatında olmayacağını bile bile hayal ettiği şeyler yok mudur? Recep ve Mehmet 60'lı yıllarda Tepecik adlı bir köyde yaşayan iki kafadardır. Yaz aylarını herkes gibi aylak aylak geçirmemek için yakındaki kasabada çıraklık yaparlar. Recep bir karpuzcunun, Mehmet ise bir berberin yanında çalışır. Hayat hep böyle mi geçecektir, bir karpuzcu ve berber olma uğruna çalışan İki çocuğun ufku ne o köye ne de kasabaya sığmayacak kadar geniştir. Boş kalan tüm zamanlarını terk edilmiş bir ahırda film projeksiyon makinesi yapmaya çalışarak geçirirler. Kimsenin umursamadığı bu uğraşlarında tek bir destekçileri vardır, köyün delisi Ömer. O yaz sandıklarından çok daha fazla genişletecektir ufuklarını. Recep, kelek çıkan karpuzları toplamaya gelen Nezihe ile ahbap olur ve kadının evine arada bir yemek yemek için gidip gelmeye başlar. Tüm hayallerinin ötesinde bir duyguyla tanışır ve aşık olur. Aşk, iş, hayaller... Bu iki çocuk için Tepecikli köyünde ömürleri boyunca unutamayacakları bir yaz yaşanmaktadır. Ahmet Uluçay, "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" adlı bu eseriyle sinema tarihine ölümsüz bir eser kazandırmış oldu. YAREN FEYZANUR AYYILDIZ ““E Eğğiittiim m,, ööğğrreettiim m,, aarraaşşttıırrm maa vvee ttoopplluum maa hhiizzm meett ffaaaalliiyyeettlleerrii iillee kküürreesseell ddüüzzeeyyddee lliiddeerrlliikk eeddeenn,, üürreettttiikklleerriinnii iinnssaannllıığğıınn yyaarraarrıınnaa ssuunnaann,, eettiikk ddeeğğeerrlleerree ssaayyggııllıı,, yyaarraattııccıı,, bbaağğıım mssıızz vvee eelleeşşttiirreell ddüüşşüünneebbiilleenn bbiirreeyylleerr yyeettiişşttiirreenn bbiirr üünniivveerrssiittee oollm maakk..”” m miissyyoonnuuyyllaa yyoollaa ççııkkaann üünniivveerrssiittee 1166 O Occaakk 11888833 ttaarriihhiinnddeenn iittiibbaarreenn 1166 ffaakküüllttee,,1111 eennssttiittüü,,55 yyüükksseekkookkuull,,44 m meesslleekk yyüükksseekkookkuulluu iillee eeğğiittiim ddeevvaam eettm mee m meekktteeddiirr.. B BİİR RB BA AK KIIŞŞTTA AM MA AR RM MA AR RA AÜ ÜN NİİV VE ER RSSİİTTE ESSİİ M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii,, üüllkkeem miizziinn eenn kköökkllüü eeğğiittiim m kkuurruum mllaarrıınnıınn bbaaĢĢıınnddaa ggeellm meekktteeddiirr.. 1166 O Occaakk 11888833 ttaarriihhiinnddee H Haam miiddiiyyee T Tiiccaarreett M Meekktteebb--ii  Âlliissii iissm mii aallttıınnddaa T Tiiccaarreett vvee Z Ziirraaaatt O Orrm maann vvee M Maaaaddiinn N Neezzaarreettii‟‟nnee bbaağğllıı oollaarraakk C Caağğaallooğğlluu‟‟nnddaa ĠĠssttaannbbuull K Kıızz L Liisseessii‟‟nniinn aarrkkaassıınnddaakkii bbiirr eevvddee eeğğiittiim mee bbaaĢĢllaam mııĢĢ oollaann M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii iillkk m meezzuunnllaarrıınnıı ((1133 kkiiĢĢii)) 11888877‟‟ddee vveerrm miiĢĢttiirr.. K Kuurruum m,,11995599 yyııllıınnddaa ĠĠssttaannbbuull ĠĠkkttiissaaddii vvee T Tiiccaarrii ĠĠlliim mlleerr A Akkaaddeem miissii hhaalliinnee ddöönnüüĢĢm müüĢĢ,, 11998822 yyııllıınnddaa ggeerrççeekklleeĢĢttiirriilleenn ddüüzzeennlleem meelleerrllee ddee M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii aaddııyyllaa T Tüürrkk Y Yüükksseekkööğğrreettiim m K Kuurruum mllaarrıı aarraassıınnddaakkii yyeerriinnii aallm mııĢĢttıırr.. M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii,, 11998822 –– 11998833 eeğğiittiim m vvee ööğğrreettiim m yyııllıınnddaa 99 ffaakküüllttee,, 11 yyüükksseekkookkuull,, 11 eennssttiittüü iillee eeğğiittiim m vvee ööğğrreettiim mee bbaaĢĢllaam mııĢĢttıırr.. B Buuggüünn ffaakküüllttee ssaayyııssıı 1166‟‟yyaa,, yyüükksseekkookkuull ssaayyııssıı 99‟‟aa,, eennssttiittüü ssaayyııssıı ddaa 1111‟‟ee yyüükksseellm miiĢĢttiirr.. Ü Ünniivveerrssiitteem miizzddee hhaalleenn aaççııkk oollaann öönnlliissaannss vvee lliissaannss pprrooggrraam m ssaayyııssıı 119999‟‟dduurr.. M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii,, T Tüürrkkiiyyee‟‟nniinn bbiilliim msseell bbiirriikkiim miinnee 33..000000‟‟ee yyaakkıınn ööğğrreettiim m eelleem maannıı vvee 7700..000000‟‟nniinn üüzzeerriinnddee ööğğrreenncciissiiyyllee kkaattkkııddaa bbuulluunnm maayyaa ççaallııĢĢaann öönneem mllii yyüükksseekkööğğrreettiim m kkuurruum l a r ı n d a n b i r i d i r . Ġ k t i s a t , Ġ Ģ l e t m e , S i y a s a l B i l g i l e r , M ü h e n d i s l i k , T ı p , D i Ģ H e k i m l i ğ i , G ü z e mlarından biridir. Ġktisat, ĠĢletme, Siyasal Bilgiler, Mühendislik, Tıp, DiĢ Hekimliği, Güzell SSaannaattllaarr vvee ĠĠllaahhiiyyaatt FFaakküülltteelleerrii bbaaĢĢttaa oollm maakk üüzzeerree aakkaaddeem miikk bbiirriim mlleerrddee T Tüürrkkççee,, ĠĠnnggiilliizzccee,, FFrraannssıızzccaa,, A Allm maannccaa vvee A Arraappççaaddaann oolluuĢĢaann 55 ddiillddee eeğğiittiim mii bbüünnyyeessiinnddee ttooppllaayyaann M Maarrm maarraa Ü Ünniivveerrssiitteessii,, bbuu öözzeelllliiğğii iillee T Tüürrkkiiyyee‟‟nniinn tteekk ççookk ddiillllii üünniivveerrssiitteessiiddiirr.. A Ayynnıı zzaam maannddaa üünniivveerrssiittee,, öönnüüm müüzzddeekkii yyııllllaarrddaa ĠĠssttaannbbuull‟‟uunn ffaarrkkllıı sseem mttlleerriinnddee bbuulluunnaann 1144 ffaakküülltteeyyii tteekk bbiirr kkaam mppüüssttee ttooppllaayyaaccaakk ddeevv bbiirr pprroojjeeyyee iim mzzaa aattttıı.. K Kaam mppüüss,, ĢĢeehhiirr m meerrkkeezziinnddee 33220000 ddöönnüüm mllüükk bbiirr aallaannaannaa yyaappııllaaccaakk..A Ayyrrııccaa yyaappııllaaccaakk yyeennii kkaam mppüüss,,ööğğrreennccii vvee aakkaaddeem miissyyeennlleerree m meettrroo iillee kkoollaayy uullaaĢĢıım m vvee ssoossyyaall tteessiisslleerrddee kkaalliitteellii vvaakkiitt ggeeççiirrm mee iim mkkaannıı ttaannııyyoorr.. K Kaam mppüüssttee m meerrkkeezz kküüttüüpphhaannee iillee bbiirrlliikkttee ççookk ssaayyııddaa aarraaĢĢttıırrm maa llaabboorraattuuaarrıı vvee uuyygguullaam maa m meerrkkeezziiddee hhiizzm meettee ssuunnuullaaccaakk.. SSE ER RR RA AN NU UR RG GÜ ÜN ND DO OĞ ĞD DU U Rehnüma: Öğrenim hayatınızda sizin için en değerli öğretmeniniz kimdir? Rehnüma:Öğrenim hayatınızda sizin için en değerli öğretmeniniz kimdir? Ali Kaya: İlkokul öğretmenim Gülsüm Demirkesen. Muharrem Karagöz: Coğrafya öğretmenim İsmail Azmi Başlı Rehnüma: Öğrencilik yıllarınızda öğretmen olmayı düşündünüz mü? Düşündüyseniz o yıllarda istediğiniz öğretmen profilini oluşturabildiniz mi? Rehnüma:Öğrencilik yıllarınızda öğretmen olmayı düşündünüz mü?Düşündüyseniz o yıllarda istediğiniz öğretmen profilini oluşturabildiniz mi? Ali Kaya:Öğrencilik yıllarımda öğretmen olmayı düşünüyordum.O yıllarda istediğim profili oluşturdum sayılır.Ama tam anlamıyla oluşturduğum söylenemez. Muharrem Karagöz:Düşündüm.Öğrencilik yıllarımda düşündüğüm profili hemen hemen oluşturuyorum. Rehnüma:Öğretme yönteminiz teori ağırlıklı mı yoksa teoriyi pratikle birleştirerek mi öğretirsiniz? Rehnüma: Öğretme yönteminiz teori ağırlıklı mı yoksa teoriyi pratikle birleştirerek mi öğretirsiniz? Ali Kaya:Mümkün olduğu kadar teoriyi pratikleştirerek anlatmaya çalışırım sonuçta temel amacımız öğrencinin anlayabilmesini sağlamaktır. Muharrem Karagöz:Zaten branşımda görsel içerikli bir ders olduğu için görselliği ön planda tutmaya çalışırım.Böylece teoriyi pratikleştiririm. Rehnüma:Öğretmen olduğunuz halde öğrenci olduğunuzu düşünüyor musunuz?Düşünüyorsanız eğer öğretmenken öğrencilikten kastınız nedir? Rehnüma:Öğretmen olduğunuz halde öğrenci olduğunuzu düşünüyor musunuz?Düşünüyorsanız eğer öğretmenken öğrencilikten kastınız nedir? Ali Kaya:Bir öğretmenin sürekli kendini öğreneceği yeni bilgilerle yenilemesi gerekir.Ayrıca her şeyi bildiğini söyleyen hiçbir şey bilmiyordur. Muharrem Karagöz:Tabi ki.Hayat boyu öğrenciliğin devam ettiğini düşünüyorum.Özellikle bir öğretmen kendini yeni bilgilerle yenilemelidir. Rehnüma:Sizce bir öğretmenin kendi alanında iyi olması yeterli midir yoksa her alanda az çok bilgisi olmalı mıdır? Rehnüma:Sizce bir öğretmenin kendi alanında iyi olması yeterli midir yoksa her alanda az çok bilgisi olmalı mıdır? Ali Kaya:Yeterli değildir.Çünkü dersler birbirleriyle bağlantılıdır. Muharrem Karagöz:Yeterli değildir.İnsan psikolojisini iyi bilmesi,sosyal iletişiminin iyi olması lazım. Rehnüma:Eğer bir öğrenci sizin branşınızdan hoşlanmıyor,hiç sevmiyor fakat çok da zeki ise öğrenciyle ilgilenip ondaki cevheri ortaya çıkarmak için uğraşır mısınız yoksa branşınızda başarılı öğrencilere mi yönelirsiniz? Rehnüma:Eğer bir öğrenci sizin branşınızdan hoşlanmıyor,hiç sevmiyor fakat çok da zeki ise öğrenciyle ilgilenip ondaki cevheri ortaya çıkarmak için uğraşır mısınız yoksa branşınızda başarılı öğrencilere mi yönelirsiniz? Ali Kaya: Öğrencimi aşmaya çalışır onda dersle ilgili merak uyandırmaya çalışırım. Muharrem Karagöz: Öğrencimin ne kadar bilmesi gerekiyorsa o kadarını öğretirim. OKUL HABER İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi okul aile birliği üyeleri 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla geleneksel olarak düzenledikleri programda okul öğretmenlerine ve eşlerine yemek verdi. “NĠCE MUTLU GÜNLERE” Yemek öncesi okul aile birliği başkanı Süleyman Peker ve okul öğrencisi 2 kızı yemeğe katılanlara ilahiler ile fasıl verdi. Fasıl sonrası kısa bir konuşma yapan İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi Okul Müdürü Ayhan Kılıç, „‟Bu mutlu günümüzde tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun. Allah nice böyle mutlu günleri bizlere yaşatsın. Hepinize hayırlı geceler diliyorum‟‟ dedi. Ardından konuşan Peker, „‟okul aile birliği olarak öğretmenler gününüzü kutluyorum. Bu kutsal görevinizde Allah her daim yanınızda olsun‟‟ dedi. İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde hentbolda ödül töreni yapıldı İzmit Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde sınıflar arası hentbol turnuvası geçtiğimiz günlerde yapılan final ve üçüncülük maçıyla noktalanmıştı. 11E sınıfının şampiyon olduğu turnuvada 9İ Sınıfı ikinci, 10B Sınıfı da üçüncü sırayı aldı. Dereceye giren takımlar içinde okulda tören düzenlendi. Okulu Müdürü Ayhan Kılıç, gençlerin her zaman spor yapmalarını istedi, bu turnuvaya katkı sağlayanlara teşekkür etti.
© Copyright 2024 Paperzz