TULUMBACI Halk Müziði El Kitabý I: Terimler Sözlüðü, Ankara 1998, s. 187-188; Süleyman Þenel, Trabzon Bölgesi Halk Musýkisine Giriþ, Ýstanbul 1994, s. 290-291; Özhan Öztürk, Karadeniz: Ansiklopedik Sözlük, Ýstanbul 2005, II, 1119-1121; U.-K. Reinhard, Türkiyenin Müziði (trc. Sinemis Sun), Ankara 2007, II, 74-75. ÿEray Cömert – — TULUMBACI ˜ Osmanlý Devleti’nde asker veya sivil itfaiye neferi için kullanýlan unvan. ™ Ýtalyanca “tromba” (boru, borazan) kelimesinden gelen tulumba bir tür basit yangýn söndürme düzeneði iken zamanla onu kullanan kimselerin unvaný olmuþtur. Su pompalarýnýn XV. yüzyýlda Ýtalya’da ortaya çýktýðý ve kýsa sürede Akdeniz havzasýnda yaygýnlaþtýðý bilinmektedir. XVII. yüzyýlda Osmanlýlar’da gemilere dolan suyu tahliye eden bir tulumbacý esnafý mevcuttu. Türkçe’ye bir denizcilik terimi olarak giren tulumbacý, XVIII. yüzyýlda yangýn söndürmek için kurulan teþkilâtta suyu tahliye eden deðil ateþi söndürmek üzere taþýyýp pompalayan zümreyi niteleyen bir anlam kaymasýna uðradý; XIX. yüzyýlda ise bunun yaný sýra “külhanbeyi, býçkýn, serseri” mânasýnda da kullanýldý. Yangýnlara tulumbayla müdahale edilmesi XVI ve XVII. yüzyýllarda baþta Macaristan ve Fransa olmak üzere Avrupa’da giderek yaygýnlaþtý. Osmanlýlar’da ayný dönemde evlerde çatýya kadar uzanan merdivenlerle su dolu fýçýlar bulundurulmasý ve bunun yasakçýlar tarafýndan kontrolü gibi birtakým önlemler alýnmakta, Ýstanbul’da meydana gelen yangýnlar yeniçeri kolluklarýndaki neferler, sakalar, baltacýlar ve halk tarafýndan söndürülmekteydi. Osmanlý Devleti’nde yangýn söndürme teþkilâtýnýn kurulmasý ve tulumbanýn kullanýlmasý, XVIII. yüzyýl baþýnda donanmayla katýldýðý Venedik seferinden (1715) dönüþ- te ihtida eden ve Fransýz asýllý bir mühendis olan Gerçek Dâvud (David) tarafýndan 1132’de (1720) gerçekleþtirildi. Temmuz 1718’deki Tüfenghâne ve ardýndan Tophane yangýnlarýnda tulumba ile yangýna müdahale eden ve hizmeti büyük takdir toplayan Gerçek Dâvud Aða’yý Sadrazam Nevþehirli Damad Ýbrâhim Paþa 1720’de Tulumbacý Ocaðý’ný (Dergâh-ý Âlî Yeniçerileri Tulumbacý Ocaðý) teþkil etmekle görevlendirdi. Dâvud Aða ölümüne kadar (1733) tulumbacýbaþýlýk vazifesini yürüttü. Þehzadebaþý semtinde Acemi Oðlanlarý Kýþlasý’na yerleþtirilen Tulumbacý Ocaðý baþlangýçta sadece altý zabit ve elli neferden müteþekkildi. Bu sebeple tamirat ve teknik iþler cebehâne, tophâne ve tüfenghâne tarafýndan yapýlýyordu. Daha sonra kýþlalarda tulumbalar için kuyular açýldýðý gibi hortum ve makinelerin tamiri için birtakým alet ve edevat alýnarak bir “kârhâne” (imalâthane / tamirhane) oluþturuldu. Önceleri ocak mevcudunun yetersizliði sebebiyle yangýna müdahale ve su tedarikinde sakalardan, yeniçeri ve cebecilerden yararlanýldý. Ardýndan “mütefennin amele” adýyla nitelikli iþçiler / ustalar istihdam edildi. Tulumbacýlar acemi oðlanlarýn saðlam ve çevik (“ayaðý koþarlý, uçarlý”) olanlarýndan seçilirdi. Yangýna müdahale esnasýnda baþlarýna üzerinde kendilerine ait numara bulunan çorba tasýna benzer bakýrdan bir miðfer (yangýn tasý) giyerlerdi. Yangýn dýþýnda günlük kýyafetleri sarýk, “kartal kanat” denilen kýrmýzý kaput ve ayakta kýrmýzý bir yemeniydi, baldýrlarý ise çýplaktý (baldýrý çýplak). Yangýna müdahale sýrasýnda yaralananlara tazminat ödenir, çalýþamayacak derecede zarar görenler ise emekli edilirdi. Tulumbacýlýk hizmeti baþlangýçta sadece Yeniçeri Ocaðý’na baðlý bir askerî birlik tarafýndan görülürken zamanla Topkapý Sarayý’nda ve Tersane’de bostancýbaþýya baðlý birer tulumbacý ocaðý kuruldu. 1724’te ocaktaki nefer sayýsý arta- XX. yüzyýlýn baþýna ait bir kartpostalda yangýn söndürmeye giden tulumbacýlar rak 150’ye, 1755’te 461’e ulaþtý. XVIII. yüzyýl sonlarýnda bütün devlet kurumlarýnda birer tulumbacý takýmý teþkil edilince 1804 yýlý itibariyle merkezdeki toplam sayýlarý 531’e yükseldi. Bir Fransýz / Frenk tarafýndan imal edildiði için “didon” olarak adlandýrýlan ilk tulumbalar çok hantaldý ve 120 kilodan aðýrdý. Taþýma güçlüðü sebebiyle zamanla “didon bozmasý” denilen daha hafif emmebasma tulumba modelleri geliþtirildi. Üstü açýk, resimlerle süslenmiþ boyalý bir sandýk içine yerleþtirilen düzeneðin taþýnmasýný kolaylaþtýrmak amacýyla dört sýrýk ve altýna yerle temasýný engellemek için dört adet çýkýntýlý bölüm (týrnak) eklendi. Makinenin çardak kýsmý ile tepelik ve deve boynu denilen, hortum takýlan aðzý açýkta ve su alýp veren haznesi sandýk içindeydi. Tek hazneli ilk tulumbalar yetersiz kaldýðýndan 1737’de Tulumbacýbaþý Ali Sâdýk Aða tarafýndan iki hazneli (çifte kazganlý) tulumba geliþtirildi (BA, Cevdet-Belediye, nr. 123/ 6135). Bu icat, sadece çeþme bulunan yerlerde kullanýlabilmesi ve masraflý oluþu yüzünden yaygýnlaþmadý. 1754’te Bostancý Ocaðý tulumbacýsý Mehmed Aða, uzun hortumlarýyla bahçe kuyularýndan su çekip pompalayabilen yeni bir tulumba yaptý. Ancak bu da kuyulara baðýmlýlýk sebebiyle her yangýnda kullanýlamadýðýndan mekanik özellikleri ve boyut bakýmýndan farklý türdeki geleneksel tulumbalarýn kullanýmý sürdü. Ýstanbul’un çeþitli semtlerinde yangýna müdahaleyi kolaylaþtýrmak amacýyla bostancý ocaklarýndan sonra Temmuz 1798’de humbaracý ve laðýmcý ocaklarýnda da itfaiye teþkilâtý kuruldu (BA, Cevdet-Askeriye, nr. 126/5601, 503/23623). Ayrýca küçük yangýnlara süratle müdahale için þehrin çeþitli semtlerine kolluklar konuþlandýrýlýrken deniz aþýrý yangýnlara müdahale için “ateþ kayýklarý” denen sandallara tulumbalar monte edildi (BA, A. MKT. MHM, nr. 134/70). Ýstanbul’da yangýn gözetlemek üzere ilki 1750’de inþa edilen ve Beyazýt, Galata, Vaniköy’ün arkasýnda Ýcadiye’de olmak üzere üç yangýn kulesi bulunmaktaydý. Yangýn / duman kulelerden görülmüþse gündüz bir kýrmýzý / sarý bayrak veya iki yana sepet asýlýrdý. Yangýn gece vuku bulursa kýrmýzý bir fener ve maytap yakýlarak Ýcadiye Kulesi’ne bildirilir, oradan top atýlarak bütün Ýstanbul’a duyurulurdu. Bu amaçla kulelerden davul / kös çalýndýðý dönemler de olmuþtur. Yangýn duyurulduktan sonra seraskerlik binasýnýn avlusunda bulunan Harîk Köþkü’nde yangýný gözetlemeye memur, “köþklü” (önce369 TULUMBACI leri dîdebân) adý verilen nöbetçi ulaklar du- rumu mahalle bekçileri ve tulumbacýlara haber verirdi. Yeniçeri Ocaðý’nýn 1826’da kaldýrýlmasýnýn ardýndan Tulumbacý Ocaðý da kaldýrýldý. Týphâne olarak kullanýlmasý kararlaþtýrýlan Tulumbacýbaþý Konaðý’nda (BA, HAT, nr. 19308) ve ocakta bulunan tulumbalar seraskerliðe nakledildi (BA, Cevdet-Belediye, nr. 37/1826; Kånunnâme-i Askerî Defteri, I, 57). Kýsa süre sonra 2 Aðustos 1826’da büyük Hocapaþa yangýný çýkýnca tulumbacý ocaðýnýn ihyasý gündeme geldi. Bu sebeple yeni kurulan Asâkir-i Mansûre’ye baðlý yangýncý taburlarý teþkil edildi. Tulumbacý kelimesinin yerine “yangýncý”nýn tercih edilmesi ilkinin yeniçeriliði ve önceki dönemi hatýrlatmasýndandý. Ýtfaiye hizmetlerinin aksamadan yürütülebilmesi amacýyla yangýncýlar bir müdüriyet þeklinde yeniden teþkilâtlandýrýldý (Eylül 1827). Ayrýca dýþarýdan alýnan ustalar (hortumcu, çilingir, kancacý, baltacý, borucu vb.) tulumba kârhânesi müdürünün maiyetinde istihdam edildi. Hocapaþa yangýný tulumba teþkilâtýnýn süratle ihyasýný ve nefer sayýsýnýn arttýrýlmasýný zorunlu kýldýðýndan çýkarýlan ferman gereði Ýstanbul halký her semte, her mahalleye bir tulumba tedarik etti; böylece sonralarý çok ün kazanacak olan mahalle tulumbacýlýðý ortaya çýktý (1868). Bu tulumbalar baþlangýçta müslüman mahallelerinde mescidlere, hýristiyan mahallelerinde kiliselere kondu. Tulumba sandýðý sadece basit bir yangýn düzeneði deðil mahallenin yiðitlik, þeref ve namus sembolü telakki edilirdi. Bir mahallenin tulumbacýlarý koðuþ adý verilen bir kahvehaneyi veya büyükçe bir odayý merkez edinir, sandýk ve edevatýný buraya koyar, duvarlarýna dizlik denilen pantolonlarýný ve keçe külâhlarýný asarlardý. Bekâr tulumbacýlar genellikle toplu halde bu koðuþlarda kalýrlardý. Mahalle ihtiyar heyeti tarafýndan seçilen ve alâmet-i fârikasý deri bir kýrbaç olan birinci reis âmir konumundaydý. Birinci reis kabiliyetlerine göre sandýðýn vasýfsýz neferleri sayýlan uþaklar arasýndan ikinci reis, fenerci (yol gösterici), borucu (su fýþkýrtma aksamýndan sorumlu görevli) ve kökenci / künkçü (hortumcu, borunun hortumdan çýkmamasýný saðlamakla görevli) tayin ederdi. Tulumbacý sandýklarý kenarlarýndaki sýrýklara omuz veren dört kiþi tarafýndan taþýnýrdý; bu sebeple birbirlerine “omuzdaþ” derlerdi. Sandýðý taþýyan dört uþak bir takým teþkil ederdi ve nöbetleþe taþýnan her sandýðýn birkaç takýmlýk efradý bulunurdu. Dört takýmlýk sandýklar büyük sandýk kabul 370 edilirdi. Kendilerine mahsus bir “haaayt” ile baþlayan nâralar (meselâ Eyüp tulumbacýlarýnýn nârasý “hazret-i ziyaretli” idi) ve manilerle yangýna gidiþ, dönüþte öndeki sandýðý geçmek tulumbacýlar tarafýndan büyük bir zafer sayýlýrdý. Bu rekabet sebebiyle kavgalar eksik olmaz, bazan ölümle biten hesaplaþmalar yaþanýrdý. Beledî bir hizmetin ifasý yanýnda bir gösteri de sunan tulumbacýlarýn yangýna gidiþleri ve dönüþleri halk tarafýndan büyük ilgiyle izlenirdi. Mahalle tulumbacýlýðý gönüllü / fahrî yapýlan bir kamu hizmetiydi. Buna karþýlýk devlet tulumbacýlara birtakým vergi muafiyetleri saðlayarak bu hizmeti özendirmiþtir. Ayrýca tulumbacýlar söndürdükleri yangýnlardan bahþiþ, elbise ve kurbanlýk koyun alarak veya semtin belli yerlerinde iþportacýlýk yapma imtiyazýyla geçimlerini temin ederlerdi. Yine bayramlarda klarnet ve darbuka eþliðinde bahþiþ toplar, elbise isterlerdi. 1846’da Zaptiye Müþirliði kurulunca tulumbacýlýk teþkilâtý bu yeni birime baðlandý. Yangýnlara süratle müdahale edilebilmesi için Ýstanbul’un belli yerlerine havuzlar inþa edildi (BA, Ý. MSM, nr. 25/673). 1855’te þehremâneti kurulmakla birlikte belediye dairelerinin teþkili ve itfaiye hizmetlerinin bu yeni kuruma devri 1868’i buldu. Ayrýca yangýnlara süratli ve etkin müdahale amacýyla her mahalleye bir tulumba tedarik etme þartý getirilmesiyle mahalle tulumbacýlýðý daha da yaygýnlaþtý. Bundan dolayý halk dilinde belediye tulumba teþkilâtýna ocak / daire sandýðý, ahali tarafýndan oluþturulanlara ise mahalle sandýðý denilmeye baþlandý. 1870’teki bü- yük Beyoðlu yangýnýndan sonra mevcut itfaiye sisteminin Avrupa standartlarýnda yeniden teþkilâtlandýrýlmasý gündeme geldi. Araþtýrmalar neticesinde en mükemmel sistemin Budapeþte’de olduðuna karar verildi; Macaristan’dan Kont Ödön Szechenyi 1871’deki ilk ziyaretinin ardýndan 1874’te uzman sýfatýyla Ýstanbul’a davet edildi. Szechenyi Paþa, ordu bünyesinde ayrý bir tabur halinde eðitilen neferlerden modern bir itfaiye bölüðü yetiþtirdi. Yangýn yerine karga tulumba gitme usulü terkedilerek iki yahut dört at koþulu tulumba arabalarý kullanýlmaya baþlandý. Zamanla Deniz Ýtfaiye Birliði’nin (Bahriye Taburu) kurulmasýyla dört tabura ulaþan ve kendilerine üniforma giydirilen itfaiye alayý ve alýnan buharlý tulumbalar itfaiye teþkilâtýnýn modernleþtirilmesinde önemli adýmlar oldu. Bu çerçevede belediye tulumba teþkilâtlarý yeniden yapýlandýrýlýrken mahalle tulumbalarý da varlýðýný sürdürdü. 1885’te tulumbacýlarýn kýyafetinde yeni bir düzenleme yapýldý. Sandýk kolu altýndaki gösteriþli kýyafetler sadeleþtirildi. Her sandýk için bir yangýn rotasý, iþ baþý üniformasý, futbol kulüplerinin oyuncularýna giydirdiði gibi bir forma belirlendi. 1889’da Tersane’de bahriye efradý ve Bahriye Nezâreti’ne baðlý müstakil bir deniz itfaiye taburu teþkil edildi. Kara itfaiye teþkilâtýnýn dört taburunun seraskerlik dairesiyle üç kýþlada (Kasýmpaþa Bahriye, Taksim ve Selimiye kýþlalarý) toplu halde bulunmasý uzak semtlerde çýkan yangýnlara müdahaleyi güçleþtirdiðinden 1908’de Meþrutiyet’in ilânýndan sonra ta- XVIII. yüzyýla ait bir kýyafet albümünde tulumbacý eri ile yangýn söndürmeye giden tulumbacýlarýn tasvirleri (T. Klaus, Türkische Gewänder und Osmanische Gesellschaft im Achtzehnten Jarhhundert, Graz 1966, lv. 104-105) TU‘ME burlar bölüklere ayrýlarak semt karakollarýna daðýtýldý. 1911’de birkaç otomobille motorlu tulumbalar satýn alýndý. Balkan savaþlarý ve I. Dünya Savaþý’nda itfaiye bölüklerinin de cepheye sevki zarureti ortaya çýktý. Bu sebeple askerî itfaiye devre dýþý kalýnca yangýn söndürme görevi belediye ve mahalle sandýklarýna kaldý. Bu durum itfaiye hizmetlerinin askeriyeden belediyeye devrini gündeme getirdi. Neticede itfaiye hizmetleri 1923’te Ýstanbul valisi ve þehremini Haydar Bey zamanýnda belediyeye devredildi. Mahalle tulumbacýlýðý Aðustos 1924’te yasaklandý, atlý ve kýrbalý sakalarla birlikte tarihe karýþtý. Ýtfaiyecileri çaðdaþ meslekî teknik ve pratik bilgilerle donatmak için 1937’de Saraçhane’de bir itfaiye okulu açýldý. Tulumbacýlýk, bir yangýn söndürme iþinden ziyade özellikle Ýstanbul’da gündelik yaþamýn ve folklorun önemli unsurlarýndan biriydi. Tulumba takýmlarýnýn isimleri de ilginçti: Toygartepeliler, Çengelköy Türkleri, Hasköy Mûsevîleri, Kazlýçeþmeliler vb. Ýstanbul gençleri ve özellikle ayak takýmýndan gençler arasýnda tulumbacýlýk bir sevda halini alýnca pazý kuvveti, pençe ve koþarlý ayak iddialarý baþladý ve bir mahallenin tulumba sandýðý semt sakinlerinin yiðitlik, þeref ve namusunun timsali oldu. Sadece çevik ve gözü kara tipler olarak deðil ayný zamanda semâi, mani ve destan okumakla da ün salan tulumbacýlar XIX. yüzyýl Ýstanbul hayatýnýn önemli tiplerinden biriydi. Çoðunluðu yetimhanelerden ve bekâr odalarýndan yetiþen bu insanlar kendilerinden esirgenmiþ hayatý elde etme ideali peþinde koþar, sonuçta kaybeden de kazanan da efsaneye dönüþürdü. Tulumbacýlýk aslýnda bir tür þehir kabadayýlýðýydý. Mintanlarý, rütbe alâmetleri, kahvehane ve koðuþ muhabbetleri, keçe külâh, yalýn ayak ve dizlik fanila þahbazlýðý, pýrpýrlýðý ile zamanýn gençlerini sarmýþ bir heves halini almýþtý. Bazý tulumbacýlarýn kanunsuz iþlere karýþtýklarý, gayri ahlâkî bir hayat tarzý içinde olduklarý da belirtilmiþtir. Aralarýnda kavganýn eksik olmadýðý tulumbacýlar kendilerine has bir argo ile konuþurlardý. Çoðu edep dýþý bu tür konuþmalar tulumbacý aðzý þeklinde anýlýrdý. Genelde tulumbacý tiplemesi, ayyaþ, serseri ve küfürbaz þeklinde takdim edilirdi. Tavýrlarý ve kýyafetleriyle Ýstanbul’un en renkli zümrelerinden biri olan tulumbacýlar, Ýtalyan ressamlarý Preziosi ve Fausto Zonaro tarafýndan resmedilmiþtir. Edebiyatta ise Nâbizâde Nâzým’ýn Zehra (Ýstanbul 1954) ve Sermet Muhtar Alus’un Onikiler (Ýs- tanbul 1999) adlý romanlarýnýn kahramanlarý yine tulumbacýlardýr. – BÝBLÝYOGRAFYA : Râþid, Târih, IV, 387-388; V, 18-20; Çelebizâde Âsým, Târih, Ýstanbul 1282, s. 255-257; Lutfî, Târih, I, 251, 282; Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ý Belediye (Ýstanbul 1330-38), Ýstanbul 1995, II, 1077-1097; III, 1119-1255; a.mlf., “Tulumbacýlar”, Ýstanbul Ýçin Þehrengiz, Ýstanbul 1991, s. 113-117; a.mlf., “Ýstanbul Ýtfaiyesi”, Ýstanbul Belediye Mecmuasý, sy. 51, Ýstanbul 1928, s. 140165; Uzunçarþýlý, Kapukulu Ocaklarý, I, 82-86; Tahir Alangu, Çalgýlý Kahvelerde Külhanbey Edebiyatý ve Numuneleri, Ýstanbul 1943; M. Halit Bayrý, Ýstanbul Folkloru, Ýstanbul 1947, s. 22-33; Ýtfaiye Tarihçesi ve Ýstatistiði 1714-1948, Ýstanbul 1948; Reþat Ekrem Koçu, Ýstanbul Tulumbacýlarý: Yangýn Var, Ýstanbul 1981; Ý. Hakký Soyyanmaz, Tulumbacýlar ve Edirne Tulumbacýlarý, Edirne 2002; Sermet Muhtar Alus, “Eski Tulumbacýlar”, YM, sy. 13 (1939), s. 27-28; Enver Behnan Þapolyo, “Tulumba Teþkilâtý: Gerçek Davut”, Ýller ve Belediyeler Dergisi, X/112, Ankara 1955, s. 101-105; Mehmet Tarcan, “Batý Devletlerinde ve Bizde Ýtfaiye Teþkilatý”, Ýdare Dergisi, sy. 279, Ankara 1962, s. 67-83; M. Herterich, “Ýtfaiye Pompalarýnýn Tarihçesi: El Tulumbasýndan Türbinli Pompaya” (trc. Þefik Okday), Mühendis ve Makina, XI/130, Ankara 1968, s. 325-331, 338; Ýhsan Birinci, “Ýtfaiye Teþkilatýmýzýn Tarihçesi”, Ýller ve Belediyeler Dergisi, sy. 277, Ankara 1968, s. 550552; a.mlf., “Tulumbacýlar”, Mesleki ve Teknik Öðretim, sy. 203, Ankara 1970, s. 22-23; A. Süheyl Ünver, “Bizde Ýlk Fennî Tulumbayý Kuran Dâvud Gerçek”, Hayat Tarih Mecmuasý, IX/2, Ýstanbul 1973, s. 8-10; Aliye Önay, “Türkiye’de Ýlk Ýtfaiye Teþkilâtý”, a.e., XIII/5 (1977), s. 63-67; Turgut Kut, “Ülkemizde Yangýn Tulumbasýný Ýlk Kez Ýmal Eden Gerçek Davud’un ve Bazý Tulumbacýlarýn Mezar Taþlarý”, TD, XXXII (1979), s. 771788; Uður Göktaþ, “Kartpostallarda Tulumbacýlar”, Ýlgi, sy. 51, Ýstanbul 1987, s. 30-32; a.mlf., “Tulumbacýlýk”, DBÝst.A, VII, 301-303; Mehmet Arslan, “Tulumbacý Nârâlarý”, Türk Dünyasý Tarih Dergisi, sy. 58, Ýstanbul 1991, s. 46-47; a.mlf., “Osmanlý Saray Þenliklerinde Tulumbacýlar”, a.e., sy. 63 (1992), s. 41-49; Mehmet Ergün, “Külhanbey-Tulumbacý Destanlarý”, Toplumsal Tarih, XV/ 86, Ýstanbul 2001, s. 4-12; Hüseyin Özgür – Sedat Azaklý, “Osmanlýda Yangýnlar ve Ýtfaiye Hizmetleri”, Gazi Üniversitesi Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi Dergisi, III/1, Ankara 2001, s. 153172; Erkan Tural, “Türkiye, Hollanda, Ýngiltere ve Amerika'da Modern Ýtfaiye Teþkilatýnýn Kuruluþu ve Harik (Yangýn) Nizamnameleri”, Çaðdaþ Yerel Yönetimler, XIII/1, Ankara 2004, s. 67-91; Kemalettin Kuzucu, “Széchenyi Paþa ve Osmanlý Ýtfaiyesinin Modernleþtirilmesi (1874-1922)”, Türk Kültürü Ýncelemeleri Dergisi, sy. 14, Ýstanbul 2006, s. 31-52; Abdurrahman Kýlýç, “Tulumbacý Aðzý”, Yangýn ve Güvenlik, sy. 125 (2009), s. 8-10; Cengiz Orhonlu, “Tulumbacý”, ÝA, XII/2, s. 50-54; Stefanos Yerasimos, “Tulumbadji”, EI 2 (Ýng.), X, 616; “Gerçek Davud Aða”, Ýst.A, VIII, 4287-4289; M. Sabri Koz, “Tulumbacý Destanlarý”, DBÝst.A, VII, 301. ÿYüksel Çelik – ˜ TUMANBAY (bk. TOMANBAY). — ™ — TU‘ME ( À) א Ýhtiyaç sahiplerine ve devlet görevlilerine mülkiyeti devlete ait yerlerden ayrýlan tahsisat. ˜ ™ Sözlükte “doymak” anlamýndaki ta‘m (ta‘âm) kökünden türeyen tu‘me “yiyecek nesne, lutuf, ikram ve ziyafet” gibi anlamlara gelir. Terim olarak Hz. Peygamber’in hanýmlarýndan baþlamak suretiyle bazý ihtiyaç sahiplerine ve devlet görevlilerine devlete ait yerlerden belli miktarda gýda tahsisi yapýlmasýný ifade eder. Ýbn Abbas’ýn rivayet ettiði bir hadiste Resûl-i Ekrem’in fýtýr sadakasýný oruç tutanlarýn gereksiz ve çirkin sözlerinin bir kefâreti ve yoksullar için bir tu‘me yaptýðý belirtilmektedir (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 18; Ýbn Mâce, “Zekât”, 21). Sahâbeden Ebû Katâde’nin hac yolunda iken avladýðý yabani eþek etinden o sýrada ihramlý olanlarýn yiyip yiyemeyeceði hususu kendisine sorulduðunda Resûlullah onun Allah’ýn kendilerine yedirdiði bir tu‘me olduðunu söylemiþtir (Buhârî, “Cihâd”, 88; Müslim, “Hac”, 57). Terim anlamýyla tu‘menin ilk defa Hz. Peygamber’in Hayber arazisindeki uygulamasýnda ortaya çýktýðý söylenebilir. Burada Ketîbe denilen kale arazisinin beþte birinden ve Fedek’in yarýsýndan Resûl-i Ekrem ve yakýnlarýnýn aldýðý paylara bazý kaynaklarda tu‘me adý verilmiþtir (Ýbn Hiþâm, III, 363-364; Ýbn Þebbe, I, 211). Ancak Ali b. Muhammed el-Huzâî, Taberî’ye dayanarak 4 (625) yýlýnda ele geçirilen Nadîroðullarý yurduna deðinirken bu yerin Resûlullah’a ve ailesine ihtiyaçlarý kadar yiyecek saðlamalarý amacýyla tu‘me þeklinde verildiðini, onlarýn da bundan artaný müslümanlarýn güçlenmesi için harcadýklarýný kaydeder (TaÅrîc, s. 530, 803; ayrýca bk. Semhûdî, II, 155). Ganimet ve fey hukukuna uygun biçimde gerek Hz. Peygamber’in þahsýna kalan yerler gerekse hanýmlarýna ayrýlan paylar hayatta kaldýklarý sürece kendilerine ait olmuþ, onlardan sonra bu yerler ve elde edilen gelirler bütün müslümanlar için vakýf (sadaka) haline getirilmiþtir. Resûl-i Ekrem bir hadisinde Allah’ýn peygambere bir tu‘me vermesi durumunda bunun ondan sonra idareyi ele alanýn emri altýna gireceðini diðer bir hadiste ise kendisini kastederek nebînin býraktýðý bütün mallarýn -ehline tu‘me þeklinde yedirdikleri ve giydirdikleri hariç- sadaka kabul edildiðini ve peygamberlere mirasçý olunama371
© Copyright 2024 Paperzz