SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SİSTEMATİK KELAM Hafta 12 Doç. Dr. Mustafa AKÇAY Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Sakarya Üniversitesi’ne aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan ders içeriğinin tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Her hakkı saklıdır © 2011 Sakarya Üniversitesi ÜNİTE 12 İlahî Metinler ve Metafizik Varlıklar İÇİNDEKİLER 12. 1. İlahî Metinler (Kitaplar) 12. 1. 1. İlahî Kitaplara İman 12. 1. 2. Kutsal Metinler 12. 1. 2. 1. Kutsal Sahifeler (Suhuf) 12. 1. 2. 2. Kutsal Kitaplar 12. 1. 2. 2.1.Tevrat 12. 1. 2. 2. 2. Zebur 12.1. 2. 2. 3. İncil 12.1. 2. 2. 4. Kur’an-ı Kerim 12.1. 2. 2. 4.1. Kur’an’ı Kerim’in Mucize Oluşu 12. 2. Metafizik Varlıklar 12. 2. 1. Melekler 12. 2. 1.1. Meleklerin Varlığı, Mahiyetleri ve Sayısı 12. 2. 1.2. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri 12. 2. 1. 3. Meleklerin Çeşitleri 12. 2.1. 3.1. Dört Büyük Melek 2 12.2.1.3.1.1.Cebrail 12.2.1.3.1.2. Mikail 12.2.1.3.1.3. Azrail 12.2.1.3.1.4. İsrafil 12. 2.1.3. 2. Mukarreb Melekler 12. 2.1.3. 3. Hamele-i Arş Melekleri 12. 2.1.3. 4. Kirâmen Katibîn Melekleri 12.2.1.3. 5. Münker-Nekir 12.2.1.3. 6. Cennet ve Cehennem Melekleri 12. 2.1.3. 7. Hârût-Mârût 12. 2. 2. İblis ve Şeytan 12. 2. 2. 1. İblis ve Şeytan Kavramı 12. 2. 2. 2. İblis ve Şeytanın Varlık ve Mahiyeti 12. 2. 3. Cinler 12. 2. 3. 1. Cinlerin Özellikleri 12. 2. 3. 2. Cin-İnsan İlişkisi HEDEFLER Bu üniteyi çalıştıktan sonra; ü İlahî Kitap, suhuf, melek, şeytan , iblis ve cinleri tanımlayabilecek, ü İlahî kitaplar ile suhufların, melekler ile diğer metafizik varlıkların farkını gösterebilecek ü Kutsal metinlerin özelliklerini açıklayabilecek, ü Meleklerin özelliklerini, çeşitlerinin ve görevlerini seçebilecek, ü Kutsal metinlere ve metafizik varlıkların mevcudiyetine inanmanın önemini sağlayabileceksiniz. ÖNERİLER Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için okumaya başlamadan önce; 3 • DİA, “Cin, İblis, Kitap, suhuf, melek” maddelerinin, • Şerafeddin Gölcük- SüleymanToprak, Kelam, Konya, 1988. • Emrullah Yüksel, Sistematik Kelam, İz Yay. İst. 2005 • Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, (hz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, İst.1991 • B.Topaloğlu-Y. Şevki Yavuz- İlyas Çelebi, İslam’da İnanç Esasları, İFAV. Yay. , İst., 1998. eserlerinin ilgili yerlerinin okunması önerilir. 4 İlahî Metinler 12.1. İLAHÎ METİNLER (KİTAPLAR) Kitap kavramı, kelime olarak “yazmak ve yazılı belge” anlamına gelir. Terim olarak “Yüce Allah’ın insanlara yol göstermek üzere peygamberine vahyettiği beyan ve mesajları ihtiva eden yazılı ilahî belgeler” dir. Kitap, kelimesinin çoğulu “Kütüb”dür. İlahî Kitaplara, Rabbü’l-âlemîn tarafından indirildikleri için "Kütüb-ü münzele"; Allah’ın azametine işaret eden yönü ve metafizik âleme işaret etmesi açısından da “Semavî Kitaplar” denilmektedir. “Kitap” kelimesi Kur’an’da üç anlamda kullanılmıştır: bizzat kendisi için; diğer ilahî kitaplar için ve ahiretteki “amel defteri” için de “Kitap” denmiştir. (İsra, 17/14). Yahudi ve Hıristiyanlara ilâhî kitap olarak Tevrat ve İncil verildiğinden onlara da “Ehl-i Kitap” denilmiştir. İlâhî suhuf-kitaplar, Allah Teala’nın ilim, irade, kudret, tekvin gibi bir çok sıfatının yanı sıra doğrudan O’nun kelâm sıfatı ve “mütekellim” ismi ile ilgilidir ve bunların tezahürleridir. Onlar, Allah’ın ezelî ilminden iradesiyle dilediği kadarını kelam sıfatının tezahürü olarak Peygamberlerine vahiy yoluyla bildirdiği mesajının ortaya çıkmış şeklidir. 12. 1. 1. İlahî Kitaplara İman İslâm akaidinde inanılması zorunlu olan iman esaslarından biri de ilâhî kitaplara iman etmektir. İlahî Kitaplara iman etmenin dinin temellerinden olduğu (zarûrât-ı dîniye) ayet, hadis ve ümmetin icması ile kesin olarak sabittir; bu yüzden Müslüman olmak için ilâhî kitaplara iman etmek farzdır. Kur'ân-ı Kerîm’de Yüce Allah "Ben Allah’ın indirdiği Kitab'a inandım...” (42/15) beyanıyla Hz. Peygamber'in şahsında tüm inanlara kitaplara iman etmek gerektiği bildirmiş; keza müminlere de "Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberi'ne, Peygamberi'ne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manâsıyla sapıtmıştır." (4/136) buyurarak kitaplara inanmanın bir iman esası; inkârının ise küfür olduğunu bildirmiştir. (bk. 2/285; 4/136; 42/15) Hadislerde de ilâhî kitaplara iman etmek her Müslüman’ın inanması gereken esaslar arasında zikretmiştir. Nitekim iman esaslarının da sıralandığı meşhur Cibril hadisinde ve daha başka hadislerde hem kendisinden önce gönderilen peygamberlere ve ilâhî kitaplara, hem de kendisine indirilen Kur'an'a iman etmek gerektiğini insanlara açıkça bildirmiştir. İlahî Kitapların hepsinin ismi tevkifî’dir, yani Allah tarafından verilmiştir. İlâhî kitaplara inanmak aklî ve dinî açıdan gereklidir. Zira dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak hidayet yolunu göstermek üzere gönderilen peygamberlerin vefatlarından 5 sonra insanların ellerinde hak ile bâtılı tefrik, Alalh’ın emir ve yasaklarını bilmek için başvuracakları belge niteliğindeki ilâhî kaynakların bulunması zaruridir. Aksi takdirde insanların çeşitli etkenlerle hevâ ve heveslerine uyarak hidayetten kolayca saparlar. Hâlbuki elde mânevî yaptırım gücüne sahip bulunan ilâhî kitaplann bulunması halinde problemlerini isabetle çözmede başvurabilecekleri sağlam bir kaynak daima mevcut olmuş olur. 12. 1. 2. Kutsal Metinler Allah kelâmı olmaları bakımından kutsal metinler (suhuf ve kitaplar) arasında hiçbir fark yoktur. Böyle olmakla birlikte; kendilerine gönderilen peygamber ve ümmetler açısından; içerdikleri hakikatler açısından; üslup zenginliği ve hacim açılarından birbirlerinden farklıdırlar. Özellikle bir kısmı az hacimli, küçük, sayfalar ve risaleler halinde; diğerleri ise büyük hacimde ve bir kîtap şeklindedir. Mevcudiyetleri açısından Allah tarafından indirilmiş vahiyler olan kutsal metinler, üç kısımda incelenebilir. (1) Tamamen kaybolmuş, hiçbir eseri kalmamış olan ilahî metinler. İlahî suhuf/sayfalar, böyledir. (2) Çeşitli şekillerde bozulup değiştirilmiş olarak günümüze kadar gelebilen, elde mevcut metinlerdir. Bunlar tahrif ve tebdil edildikleri için ilahî metinler-kitaplar olmaktan çıkmıştır. Bugünkü Tevrat, Zebur ve İncil, metinlerin böyledir. (3) Allah Teala’nın vahyettiği şekilde orijinal olarak günümüze dek gelebilen ilahî metinlerdir. Bu da Kur’an-ı Kerîm’dir. 12. 1. 2. 1. Kutsal Sahifeler (Suhuf-u İlâhiyye) Suhuf, Arapça “sahîfe” kelimesinin çoğuludur. Sahife’nin diğer bir çoğulu da “Sahâif” tir. Türkçede üzerinde yazı bulunan parçalar, “yazılı kâğıt parçaları” anlamında “sayfa, varak, yaprak” demektir. Böylece kelime olarak suhuf “sayfalar, yazılı kâğıt parçaları" demektir. Terim olarak ise erken dönemlerde çeşitli topluluklara gönderilen peygamberlere verilen Allah kelamı vahiy hakikatlerini içeren birkaç sayfadan veya parçadan oluşmuş risale, kitapçık, tablet ve levhalara suhuf denilmiştir. Hadislerde kutsal suhuf-sayfalar hakkında oldukça sınırlı bilgi vardır. 12. 1. 2. 2. Kutsal Kitaplar Kutsal Kitaplar, Zebur, Tevrat, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bunların hepsinin Allah tarafından gönderilmiş kitaplar olduklarına topluca iman etmek farzdır. Bunun yanı sıra ilahî kitapların her biri hakkında ayrıntılı olarak bilinmesi gereken hususlar da vardır. 12. 1. 2. 2. 1.Tevrat Tevrat, İbranîce bir kelime olup, sözlükte, “kanun, şeriat ve öğreti” anlamlarına gelir. Hz. Musa'ya indirilmiştir. Bugün bozulmamış bir nüshası bulunmayan Tevrat’a, Ahd-i Atîk veya Ahd-i Kadîm-Eski Ahid de denmektedir. Tevrat'ın aslının Allah’ın Hz. Musa’ya bir defada göndermiş olduğu Allah kelâmını içeren ilahî kitap olduğuna inanmak farz, inkârı küfürdür. Çünkü Tevrat’ın Musa’ya gönderilen Allah kelamı olduğu ayetlerle sabittir. (bk. 5/44; 6/91). 6 Kur'an-ı Kerîm'in 16 ayetinde Tevrat kelimesi bizzat geçmektedir. Cenab-ı Hak, Tevrat ve İncil'in Hz. İbrahim'den sonra (3/65); Kur'an-ı Kerim'den önce indirildiğini (3/3); Tevrat'ta bir hidayet ve nur bulunduğunu (5/44); Hz. İsa'ya yazı, hikmet, Tevrat ve İncil'in öğretildiğini (3/48); Tevrat'ı tasdik edici olarak İncil'i (5/46) ve Kur’an’ı, gönderdiğini (3/50; 5/110; 61/6); bunun için Tevrat, İncil ve Kur'an'ın dosdoğru tutulması gerektiğini (5/66-68) beyan buyurmuştur. Kur'an'da Tevrat’ın bazı özellik ve içeriğinden bahsedilmiştir. Mesela Tevrat’ın Hz. Musa’ya ve Harun’a verildiği (21/48); insanları hidayete sevk eden, hakkı batıldan ayıran bir Furkan (2/53); bir nur, bir zikir ve bir hidayet kaynağı (6/91; 21/48); İsrâiloğullan'na miras olarak bırakıldığı bildirilmiştir, (40/53). Keza Tevrat’ta ümmî bir peygamberin geleceği yazılı olduğu halde Yahudilerin bunu gizleyerek veya metninden çıkartıp yerine başka şeyler yazarak onu tahrif ettikleri Kur’an’da özellikle bildirilmiştir. (bk. 2/75; 6/91) Kur'an'ın bu beyanı modern araştırmalar ve bazı Yahudilerce de kabul edilmektedir. 12. 1. 2. 2. 2. Zebur Zebur, kelime olarak "yazılı kitap" demektir. Terim olarak ise Hz . Dâvûd’a verilmiş ilâhî kitaptır. Hz. Dâvûd, Hz. Mûsâ'dan sonra gelen bir peygamberdir. Zebur’un Hz. Davud’a verildiği ayetle sabit olduğu için her ne kadar orijinal haliyle elde mevcut olmamasına rağmen onun Allah kelamı olduğuna iman etmek farzdır. Kur'ân-ı Kerîm'de "Dâvûd'a da Zebûr’u verdik.” (17/55; krş. 4/163;) buyrulmuş;“Andolsun, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yazmışızdır ki, arza ancak salih kullarım mirasçı olur." (21/105) denilmiş; ve Zebur'un Tevrat'tan sonra nâzil olduğu, yeryüzüne ancak salih kişilerin mirasçı olacakları bildirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) de ehl-i kitaptan bir fırkanın Zebur okuduklarını beyan buyurmuşlardır. 12.1. 2. 2. 3. İncil İncil, kelime olarak “müjde, iyi haber, talim ve öğreti” demektir. Terim olarak İncil, Allah tarafından İsrail oğullarına iletmek üzere Hz. İsa verilmiş olan Allah kelamıdır. Elde tahrif edilmiş şekliyle mevcut olan bugünkü İncil’e Ahd-i Cedîd-Yeni Ahid de denir. İncil’in Isrâiloğullarına peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. İsa’ya verildiği bir çok ayetle sabit dinî bir hakikat ve tarihî bir gerçektir. Kur'ân'da "Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve Ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevratı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik." (5/46) buyrulmaktadır. İncil’in İsa’ya (a.s) verildiği ayetlerle sabit olduğu için İncil'e, Allah’dan İsa'ya indirildiği orijinal şekliyle inanmak, kitaplara imanın gereklerindendir. Ancak bugün Tevrat ve Zebûr gibi İncil’in de aslı mevcut değildir. 12. 1. 2. 2. 4. Kur’an-ı Kerim Kur’an kelime olarak “okumak, toplamak, bir araya getirmek, cem etmek” anlamına gelen “karae” den gelmektedir. Okumak anlamı alındığında Kur’an, ism-i meful olarak “okunan şey” demektir. Cem etmek anlamı alındığında ise ism-i fail olarak “ayetleri cem eden, bir araya toplayan.” demek olur. Terim olarak ise Kur’an, “Allah tarafından 7 tüm mükellef canlılara gönderilen Hz. Muhammed’e Arapça olarak vahyedilen, günümüze kadar orijinal haliyle Mushaflarda yazılı olarak gelen, okunmasıyla ibadet edilen, cin ve insanların benzerini yapmaktan aciz kaldığı son ilâhî kelâmdır.” Kur’an’ın Allah Kelamı olduğu ayet ve hadisler, icma ile sabit ve aklî, tarihî bir realitedir. Bu yüzden O’nun Allah’ın gönderdiği son ilahî kelam olduğuna iman farz; inkârı küfürdür. Mesela "Şüphesiz bu, değerli bir Kur'ân'dır, korunmuş bir kitaptır. O'na ancak temizlenenler dokunabilir. O, âlemlerin Rabbi'nden indirilmiştir." (el-Vâkı'a, 56/77-80) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim, toplam yüz on dört sûredir; Fatiha sûresi ile başlayıp Nâs sûresi ile son bulmuştur. Kur'an surelerinin bir kısmı Mekke'de indirildiğinden "Mekkî", bazıları Medine'de indirildiğinden "Medenî" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki küsur yılda tamamlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm'in, bizzat Kur’an’da yer alan sayısı elliyi geçkin başka isim ve sıfatlan da bulunmaktadır. Bunların en meşhurları, Kitab, Furkân (hak ile bâtılı ayıran), Tenzîl (Allah katından indirilmiş), Tezkire (öğüt), Zikir (Allah'ın zikri olan kitap), Hakk (gerçek), Nûr, Kelâmullah, Hablullah (Allah'in ipi), Hakîm, Hüdâ, gibi isim ve sıfatlardır. Bunlar içinden Furkan, Zikir ve Nur, isim ve sıfatları hem Kur’an hem de Tevrat ve İncil için de kullanılmıştır. İlahî Kitaplara imanın gerçekleşebilmesi için icmali ve tafsili şekilde inanmakla mümkün olur. Kur'an'ı-Kerîm’e imanın geçerli olabilmesi için bazı hususların bilinmesi gerekir. Buna göre Kur’an’a iman a) Kur'an’ın Arapça lafzı ve manasıyla Cebrail vasıtasıyla tüm mükelleflere tebliğ edilmek üzere Hz. Muhammed’e gönderilmiş son Allah kelâmı olduğunu bilip inanma; b) Lafzı ve mânasıyla mûcize olup benzerinin meydana getirilmesinin imkânsız olduğunu bilip inanmak; c) Kur’an’ın son ilahî Kitap olduğuna; geçmiş ilâhî kitaplann asıllarını tasdik edip şerî hükümlerini kaldırmış olduğuna inanma; d) Kur’an’ın orijinal şekliyle günümüze dek gelmiş olduğuna inanma; e) Kur'an'ın tamamına ve her bir ayetinin doğru olduğuna inanma, esaslarını içerir. 12.1. 2. 2. 4. 1. Kur’an’ı Kerim’in Mucize Oluşu Kur’ân’ı Kerîm Arapça gönderilmiş hem lafız hem manasıyla büyük ebedî ve aklî bir mucizedir. Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş olmasına rağmen, Arapların Kur’an’ın benzerini yapmaktan aciz kalmaları Kur’an’ın Allah’ın bir mucizesi olduğunu gösterir. Kur'ân-ı Kerîm, manâ bakımından da mucizedir. Çünkü Ümmî olan Hz. Muhammed'in (a.s.), Allah'tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur'ân en yüksek ahlakî değer ve ilmî gerçekleri kapsamaktadır. İlmin sonradan ulaştığı gerçekleri, Kur'ân asırlarca önce haber vermiş, hiçbir bilimsel gelişme onun içeriği ile ters düşmemiştir. Aksine çeşitli bilimsel gelişmeler Kur'ân'ın anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Bunun yanı sıra Kur'an’ı Kerim’in mucize oluşu çeşitli bakımlardan ele alınabilir. a) Kur'an'ın Ümmi bir insanın elinde ortaya çıkışı O’nun mucize olduğunu gösterir. b) Ayetlerinin birbiriyle çelişmeyişi Kur'an’ın mucize olduğuna delildir. c) Geçmiş ve gelecek gayba dair doğru 8 haberler verişi Kur'an'ın mucize olduğuna delildir.d) Kur'an'ın Kevnî, ilmî, bilimsel gerçeklerden haber vermesi O’nun mucize olduğunu gösterir. 12. 2. METAFİZİK VARLIKLAR Metafizik varlıklarla normal şartlarda gözle görülmeyen ve duyularla hissedilmeyen, mevcudiyetleri naslarla bildirilen mükellef ve gayri mükellef varlıklar kasdedilmektedir. Bu tür varlıklar melek, iblis, şeytan ve cin kavramlarıyla ifade edilmektedir. İslâmî varlık anlayışına göre varlık, zorunlu varlık (vacibu’l-vücud) ve mümkün varlık (mümkinü’l-vücud) olmak ikiye ayrılmaktadır. Vacibu’l-vücud ile varlığı kendinden olan, varlığı ve varlığını sürdürmek için kendinden başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayan Allah Teala kasdedilir. Mümkinü’l-vücud ile de Allah’tan başka sonradan yaratılanhâdis olan tüm varlıklar, yani âlem kastedilmiştir. Âlem ise duyularla algılanan maddî varlıklar-kesif ve duyu ötesi manevî varlıklar latif olarak iki gruba ayrılmıştır. Maddîkesif varlıklara gelince bunlar, insan dâhil belli bir maddî varlığa, fizikî yapıya, hacme sahip olan üç boyutlu varlıklardır. 12. 2.1. Melekler 12. 2.1.1. Meleklerin Varlığı, Mahiyetleri ve Sayısı Melek kelimesi sözlükte "kudret, kuvvet, götürme ve elçilik yapma” anlamlarına gelen “eleke; leeke; meleke” köklerinin birinden türemiş olup "elçi; güçlü-kuvvetli; tasarruf eden ve idare eden» anlamlarına gelmektedir. Melek, kelimesinin çoğulu “melâike”dir. Tekil ve çoğul haliyle bir çok ayette geçmektedir. Terim olarak melek, çeşitli şekillere bürünebilen, insanın gücünün yetmediği işleri yapabilen, Allah’a itaatten ayrılmayan, cinsiyetleri bulunmayan Allah’ın yarattığı duyu ötesi, görülmeyen latif-nuranî varlıklardır. Meleklere iman, İslâmiyet’tin altı iman esaslarından birini oluşturmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de bir çok ayette meleklerin varlığına dikkat çekilmiş ve onlara inanılması emredilmiş; onlara iman etme müminlik şartı ve sıfatı; inkarı kâfirlik ve küfür özelliği kabul edilmiştir. Meleklerin neden yaratıldığına ilişkin Kur'ân-ı Kerîm'de kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte ilgili hadislerde meleklerin nurdan yaratıldığı bildirilmiştir. Nitekim Hz. Âişe'den (v. 58/678) rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz "Melekler nurdan” yaratıldığını bildirmiştir.( Müslim, Zühd, 10; Hanbel, Müsned, VI, 168) Meleklerin insanoğlundan önce yaratıldığı çeşitli ayetlerde bildirilmiştir.( 2/30-34; 7/11; 15/28,30) Kur'an ve hadislerde yer alan meleklerle ilgili bilgiler göz önüne alındığında meleklerin hayalî ve tümüyle soyut varlıklar değil, aksine belli bir nuranî bedene sahip, şuurlu, gerçek canlı varlıklar oldukları anlaşılmaktadır. Buradan hareketle Kelamcılar göre melekler, yer işgal eden-mütehayyiz, gözle görülmeyen latif varlıklar (ecsâm-ı latîfe); İslam filozoflarına göre ise melekler bilgi, güç-kuvvet bakımından insanlardan çok üstün, yer tutmayan-gayr-i mütehayyiz soyut cevherlerdir. Selefiyye ulemasına gelince 9 onlar, meleklerin gaybî varlıklar yani gayb âlemindeki canlılar olduklarını, bu yüzden mahiyetlerinin bilinemeyeceğini belirtmişler ve bu yüzden en güvenli tutumun onların varlığına naslarda verilen bilgiler ışında inanmak gerektiğini, bunun ötesinde her hangi bir yorumda bulunmanın doğru olmayacağını vurgulamışlardır. Meleklerin mahiyeti hakkında XIX. ve XX. yüzyılda İslam dünyasında pozitivizmin etkisiyle farklı çağdaş değerlendirmelerde bulunanlar çıkmıştır. Mesela bir kısmı meleklerin “tabiat kanunları” olduğunu ileri sürmüş; bazısı onları maddenin mikrodalga boyutu kabul etmiş; kimisi de melekleri salt enerji ve kuantumvarî bir yapı olarak nitelemişlerdir. Hâlbuki naslarda sergilenen melek tasvir ve tasavvuruna dikkat edildiğinde onların vahiy getirme, suçlu fert ve kavimleri cezalandırma, amelleri kayda geçme, insanlara yardım etme, canları alma, cennet ve cehennemi yönetme gibi her iki âleme yönelik faaliyetlerde bulunduğu göz önüne alındığında bu tür yorumların isabetli olmadığı görülecektir. Melekler, akıl ve ruh gibi vardır. Onlar duyularımızla algılanmasa da peygamberler görmüşler, onlarla konuşmuşlar ve Cebrail’in elçiliği ile Allah Teâlâ'nın vahyine mazhar olmuşlardır. Bir çok sahabenin de onları çeşitli maddî suretlerde gördükleri tarihî bir realitedir. Bütün bunlardan Kur'ân'a ve Sünnete göre melekler asli yapıları itibariyle duyu ötesi nurdan yaratılmış lâtif varlıklar olmalarına rağmen, Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde çeşitli maddî suretlere, insan şekline bürünerek görünme ve konuşma gücünü bağışlamış olduğu net olarak anlaşılmaktadır. Meleklerin sayısına gelince Kur’an’da ve hadislerde tüm melek çeşitlerini içine alacak şekilde meleklerin sayısına ait kesin bilgi verilmemektedir. Ancak bir ayette cehennem işleri ile görevli melekler olduğundan bahsedilirken "Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilemez" (74/31) ve “ göklerin ve yeryüzünün orduları Allah’ındır.” (48/4, 7) buyurularak meleklerin sayısının bilinemeyecek kadar çok olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu ayetlerde “Allah’ın orduları” ndan maksat, melekler olduğu ifade edilmiştir. Keza bazı ayetlerde cehennem meleklerinin sayısının ondokuz olduğu, onların sayısının açıklanmasının ise sadece bir imtihan vesilesi olduğu bildirilerek en azından cehennemdeki meleklerin sayısı konusunda bilgi verilmiştir. (Müddessir, 74/31) 12. 2. 1. 2. Meleklerin Özellikleri ve Görevleri Kur’an’da meleklerin bir çok özelliklerine dikkat çekilmiştir. Buna göre meleklerin bazı ortak özellikleri ile görev ve konum farklılıklarına göre farklı özellikleri de vardır. Kur’an ve hadislere göre meleklerin şu gibi özellikleri yer vardır. Melekler Adem’den önce yaratılmıştır: Allah Teala melekleri Hz. Adem’den ve dolayısıyla insan soyundan önce yaratmıştır. “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir melek yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesad çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah onlara: Sizin bilmeyeceğinizi ben bilirim, dedi." (2/30) ayeti bu gerçeği dile getirmektedir. Melekler günahsız varlıklardır: Melekler her türlü kötülük, şer ve günahlardan korunmuşlardır. Onlar asla Allah'a isyan etmez, O’nun emrinin dışına çıkmazlar. Hangi 10 iş için yaratılmışlar ise o işi yaparlar. Bu itbarla Melekler, "emanet" sıfatıyla muttasıfdırlar. Melekler Görülebilir ve Görünebilirler: temel yaratılış özellikleri gereği melekler duyu ötesi varlıklar olmalarına rağmen tamamen duyulara algılanmaları da aklen imkansız değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de meleklerin insan suretinde erkek kılığına bürünerek bazı peygamberlere, kadınlara ve topluluklara göründüğü ve onlarla konuştukları açıkça zikredilmiştir. Mesela Allah Teala, meleklerin erkek kılığında Hz. İbrahim’e ve karısına göründüklerini, o ikisiyle konuşarak onları yaşlılıklarına rağmen bir erkek evlât ile müjdelediklerini (11/69-73; 15/51-60); ardından Hz. Lût'a ve kavminden bazılarına göründüklerini bildirmiştir. (11/77-82; 15/60-74) Keza Cebrail'in (a.s) Hz. Meryem'e insan şeklinde görünerek ona tertemiz bir erkek çocuk dünyaya getireceği söylediği (17/21) ve Hz. Peygamber'in Cebrail’i apaçık ufukta ve Sidretü’lmünteha’da gördüğü de Kur’an’da haber verilmiştir.( 81/23; 53/6-7;13-17) Peygamber Efendimiz’in yanı sıra beraberindeki sahabenin Hz. Cebrâil'i insan şeklinde görüp peygamberimize iman, İslam, ihsan, kıyamet ve kıyamet alametlerinden sorup konuştuklarına şahit olduğu meşhur Cibril hadisinde yer almaktadır.( Buharî, İman, 37; Müslim, İman, 1) Melekler Şuurlu, Konuşan Canlılardır: Kur’an’da meleklerin fizikötesi bir alemde Allah Teala ile konuştuğu açıklandığı gibi(2/30; 7/11; 18/50); meleklerin bu âlemde Hz. İbrahim, Lut, Zekeriya, Hz. Muhammed ve Meryem ile temessül ederek konuştukları (15/59-60; 11/77-82; 3/39; 42-45); âhiret aleminde de cennetlikler ve cehennemliklerle konuşacakları (4/97); bazı hadislerde de kabirdeki ölülerle konuşup onları sorguladıkları bildirilmiştir. Melekler çok güçlü ve heybetlidirler: Meleklerin çok güçlü ve kudretli oldukları (53/5; 81/20); çok büyük gövdeli ve sert tabiatlarının bulunduğu (66/6) ayetlerle sabittir. Keza "Melekler göğün etrafındadır. O gün Rabbin'in Arşını, bunların da üstünde sekiz melek yüklenir." (69/17) ayeti de meleklerin son derece güçlü ve kudretli olduklarını ifade etmektedir. Çünkü Arş, Allah'ın yarattığı en büyük varlığı ifade ettiğine ve bunu kıyamet gününde sekiz melek taşıyabileceğine göre, bu âyet meleklerin son derece güçlü ve kuvvetli varlıklar olduğunu ortaya koymaktadır. Melekler Çok Hızlı Hareket Eden Varlıklardır: Kur'ân-ı Kerîm'de meleklerin kanatlarının ve ellerinin mevcut olduğu (6/93; 35/1) bildirilmiş; hatta bir kısmının ikişer, üçer, dörder ve daha fazla kanatları olduğu ifade buyrulmuştur. (35/1) buyurulmuştur. Meleklerin görevlerine gelince bunlar şöyle sıralanabilir: Allah’a kulluk: Meleklerin en temel görevi Allah’a daimi kulluktur. Onlar Allah'ı hamd ile tespih eder, yalnız O’na secdede bulunurlar, gece gündüz Allah’ı över ve O’nun Mukaddes Zat’ını her türlü eksikliklerden uzaklaştırır ve her türlü kemal sıfatlarıyla övgüde bulunurlar. Şu ayetler buna örnektir. “Muhakkak ki Rabbinin 11 huzurundakiler… O’nu tesbih eder ve ve yalnız O’na secde ederler.” (7/206) ve “Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar.” (42/5; 2/30) Peygamberlere vahiy ve haber getirmek: Allah Teala, insanlar gibi meleklerden de elçiler-resuller seçtiğini bildirmiş(22/75; 35/1); Hz. İbrahim’e ve Hz. Lut’a insan kılığında haberci melekleri resul-elçi gönderdiğini açıklamıştır. Ancak vahiy getirmekle özel olarak görevli olan melek Hazreti Cebrail’dir. (a.s) Bu doğrultuda elçi meleklerin elçilik görevi doğrudan peygamberlere yöneliktir. Ancak elçi-resul olarak gelen meleklerin bir kısmı Allah’ın helak edileceklerini haber verme gibi belli bir haberi getirmekle; özellikle Cebrail gibi bir kısmı ise her türlü içeriğe sahip ilahî hakikatleri içeren Allah kelamını-vahyi getirmekle vazifelidirler. Peygamberlere salat ve selam getirmek: Kur’ân-ı Kerîm'deki "Allah ve melekleri Peygamber'e salavat getirirler. Ey iman edenler siz de ona salât ve selam getirin.” (33/ 56) ayeti meleklerin bir vazifesinin de peygamberlere salat ve selam getirmek olduğu açıklanmıştır. Meleklerin salat ve selamı hem onlara olan saygı ve hürmetlerini göstermek hem de onların makam ve derecelerinin artırılmasına vesile olmaktadırlar. Peygamberlere ve müminlere destek olup manevî güç vermek: Meleklerin önemli vazifelerinden biri de peygamberleri destekleyerek onlara kuvvet vermek, karşılaştıkları güçlükleri kolaylaştırmak ve üzüntülü anlarında onları teselli etmektir. Kur’an’da Hz. İsâ'nın Rûhu’l-kudüs/Cibril ile desteklendiği ( 2/87; 253; 5/110.) bildirilmiştir. Mesela bir ayette şöyle buyurulur: "…Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik, onu Ruhu'lKudüs ile destekledik." (2/87) Melekler sadece peygamberler değil, müminlere de darda kaldıkları, bunalıp sıkıştıkları zaman yardımda bulunur; sıkıntılı ve üzüntülü anlarında teselli ederler. Mesela "Rabbimiz Allah'tır deyip dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerlerine (müjdeci) melekler iner. Onlara: Korkmayın, mahzun da olmayın, size vadedilen Cennetle sevinin. Sizin dünya hayatında da, ahirette de dostlarınız Biziz." (24/30-31) ve "Hani siz Rabbinizden imdat (yardım) istemiştiniz. O da; "Ben size birbiri ardından gelen bin melekle imdat ediyorum" diye duanızı kabul etmişti." (8/9-10) Keza Allah ve âhiret gününe inananların Allah katından bir ruh-melek ile desteklendiği (58/22); Allah Teala’nın savaşta darda kalan Peygamber Efendimiz’e ve yanındaki müminlere üç bin, beş bin melekle yardım edildiği bildirilmiştir.(3/123-125) Bazı hadislerde bildirildiğine göre meleklerin bir kısmı ahirette mümünlere şefat edecektir.( Buharî, Tevhid, 24) Bir kısım melekler ilahî cezaları infazla görevlidir. Onlar, kâfirler hakkında takdir edilen cezaları yerine getirmektedirler. Meleklerin görevlerinden bir diğeri de cennet ve cehennem işlerini yürütmektir. 12. 2. 1. 3. Meleklerin Çeşitleri Melekleri bulundukları mekan-yerlere göre Semavî ve Arzî melekler diye iki ana gruba ayırmak mümkündür. Semavî meleklerden kasıt, fizikötesi âlemdir. Semavî-metafizik âlem melekleri kendi içinde Semavî-Arşî melekler ve Semavî-Arşî olmayan melekler olarak ikiye ayrılabilir. Arzî Meleklerden maksat ise bu fizik âlemdeki meleklerdir. İnsanı daha çok ilgilendirmesi bakımından arzî olarak isimlendirilmişlerdir. “Mele-i 12 a’l’a” melekleri (37/8; 38/69) Semavî-Arşî olmayan meleklere işaret etmektedir. Semavî-Arşî meleklere gelince, Arşı taşıyan ve Arşın etrafındaki meleklerdir;(40/7-8). Arzî melekler ise bu alemle doğrudan ilişkili çeşitli görevlerle vazifeli tüm melekler arzî melekler çeşitine girmektedir. Doğum meleği denebilecek olan rahimlerdeki canlılara can üfleyen melekler; Ölüm meleği, kâinat işleriyle alakalı melekler, Kiramen katibin ve Hafaza melekleri gibi. 12. 2.1. 3.1. Dört Büyük Melek 12. 2. 1. 3.1.1. Cebrail Cebrail, kelime olarak Allah'ın kulu (Abdullah) ve Allah'ın kuvveti (Cebrullah, Ceberûtullah) anlamına gelir. Istılahta ise Cebrail, Peygamberlere vahiy getirmekle görevli olan Vahiy meleğinin adıdır. Cebrâil’in, görevi Allah ile peygamberleri arasında elçiliktir; yani Allah'tan aldığı emir ve hükümleri peygamberlere aynen bildirmektir. Kur'an-ı Kerîm de Hz. Muhammed’e (s.a.s.) onun vasıtasıyla indirilmiştir. Bu husus şöyle ifade edilmiştir: "(Ey Muhammed!) Uyaranlardan olman için Kur'an'ı senin kalbine apaçık Arapça diliyle Ruhu'l-Emin (Cebrâil) indirmiştir." (eş-Şuâra, 26/192195) Hazreti Cebrâîl, Kur’an’da çeşitli isimlerile anılmıştır. Bu isimler Cibrîl (2/97, 98; 66/4); Resûl-i kerîm (81/19); Rûhu'l-emîn (26/193); Rûhu'l-kuds (2/87; 5/110) Rûh’dur. (19/17; 70/49; 97/4) Bazı hadislerde Cebrail’in bir adının da Nâmûs-ı Ekber olduğu belirtilmiştir. (Buharî, Bed’u’l-vahy, 6) Cebrâîl’e (a.s), meleklerin en üstünü, en büyüğü ve Allah'a en yakını olduğu için ona Seyyidü'l-melâike (meleklerin efendisi) denmiştir. Cebrâil (a.s.) çeşitli suretlere girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu vahyin başlangıcında Hira'dan Mekke'ye gelirken, bir de Mirâc'dan dönüşte Sidretü'lMünteha'da kendi aslî şekliyle görmüştür. Cebrâil (a.s.) bazan yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî'nin sûretinde insan kılığına girerek Rasülullah’a (s.a.s.) vahiy getirmiştir. Cebrâil, İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah’a Mekke'den Kudüs'e ve oradan Sidretü'l-Münteha'ya kadar eşlik etmiştir. (Buhârî, Bed'u'l-Halk, 6; Salât,1) 12. 2. 1. 3. 1. 2. Mikail Mîkâîl (a.s) dört büyük melekten biridir ve kâinattaki tabiî olayları, canlıların rızklarını idare etmekle görevlidir. Mikail’e iman etmek de meleklere imanın bir gereğidir; inkârı küfürdür. Kur’ân-ı Kerîm'de sadece bir yerde geçmekte olup şöyle buyrulmaktadır: "Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cibrîl'e ve Mîkâîl’e düşman olursa muhakkak ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır." (2/98) 12. 2. 1. 3. 1. 3. Azrail Ölüm meleğinin adıdır. Kur'ân’da Azrâil ismi geçmemektedir. Ancak "De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği(Melekü’l-mevt) canınızı alacak, sonra Rabbiniz’e döndürüleceksiniz." (32/11) ayetinde de geçtiği üzere görevi, ölüm sırasında canlıların ruhunu almak olduğu için Melekü'l-mevt (ölüm meleği) adıyla da anılmıştır. Kur’an’da canlıların ruhlarını alan meleğin bir tane olduğunu ifade eden “Melekü’l-mevt” ayetinin 13 yanı sıra, birden fazla ölüm meleklerinin varlığına delalet eden ayet de vardır. “O kimseler ki nefislerine zulmederlerken melekler-melâike canlarını alırlar.” (5/ 97) ve “O halde melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken nasıl olacaklar.” (47/ 27) ayetleri bunu göstermektedir. Bazı ayetlerde ise yaşama süresi dolan insanların canlarını alan meleklerden “Resullerimiz-elçilerimiz” olarak bahsedilmiştir. Nitekim “ birinize ölüm geldiği zaman resullerimiz-elçilerimiz onun canını alırlar ve onlar görevlerinde asla hata yapmazlar.” (6/ 61) buyrulmuştur. Can almakla görevli melekler, temiz ve pak müminlerin ruhlarını onlara selâm vererek alacaklardır. (Nahl 16/32) Naziat suresinin ilk iki ayetinde geçen (79/1-2) naziat ve naşidat kelimelerinden hareketle Müminlerin ruhunu acıtmadan kolayca alan bu meleklere Nâşitât denmiş; kâfirlerin ve isyankârların canlarını zorla çekip alan meleklere de Nâzi'ât denmiştir. 12.2.1.3.1.4. İsrafil İsrafil dört mukarreb ve büyük melekten biridir. Başlıca görevi kıyametin kopmasını başlatan, sonra da ölülerin dirilmesini bildiren Sur’u iki defa üflemektir. Bu sebeple Sur meleği diye bilinir. Kur'ân-ı Kerîm'de İsrâfîl adı geçmemektedir. Bununla birlikte birçok ayette Sûr’a üfleneceği meçhul sığasıyla haber verilmektedir. Mesela “Sûr’a üfürüleceği gün de mülk O Allah’ındır.” (6/73) ve "Sur üfürülünce, Allah’ın dilediğinden başka göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölürler.. Sonra Sur’a bir daha üflenince, (ölüler dirilerek) ayağa kalkıp bakışır dururlar" (39/68) Hadislerde ise İsrafil’in adı dört büyük melek içinde zikredilmiştir. (Müslim, Müsafirîn, 200; Ebû Davud, Salat, 119) İsrafîl, Sûr’a iki defa üfürecektir. İsrâfil'in birinci üflemesi ile yer ve gökteki bütün canlılar ölecek ve dünya hayatı sona erecektir. İkinci defa üflemesiyle de bütün canlılar dirilecek ve ahiret hayatı başlayacaktır Sûr'un ilk üflenişine "nefha-i ûlâ"; ikinci üflenişine "nefha-i sâniye" denilir. Birinci üfürüşde kâinattaki tüm varlıklar hepsi dehşet içinde sarsılacağı için buna Nefha-i feza; dehşet içinde sarsıldıktan sonra yıkılıp öleceklereri için de dir Nefha-i saik denmiştir. İsrafil’in Sur’a ikinci üfürüşünde de canlılar kabirlerinde diriltilip derhal süratle diriliş meydanı olan Mahşer’e doğru sevk edileceklerdir. Ölülerin diriltilip Mahşer’e doğru gitmek üzere kabirlerinden dışarı çıkarılmalarına da Nefha-i kıyâm denmektedir. 12. 2.1.3. 2. Mukarreb Melekler Bu meleklere İlliyyûn ve kerûbiyyûn melekleri de denilmektedir. Bu meleklerin özellikleri Kur’an’da zikredilmiştir. Buna göre Mukarreb Melekler, Allah Teâlâ’ya en yakın, en şerefli meleklerdir; onlar Allah’a ibadet etmekte asla yüksünmez ve kibirlenmezler; hiç usanıp bıkmadan sürekli Allah’ı tesbih ederler. "Ne Mesîh ve ne de Allah'a yakın melekler/el-melâiktü’l-mukarrebûn, Allah'ın kulu olmaktan yüksünüp çekinmez.." (4/172).Bir başka ayette ise Allah’ın huzurunda bulunanların O'na ibadette kibirlenmedikleri, hiç bıkıp usanmadan gece-gündüz O'nu tesbih ettikleri bildirilmiştir. (21/19-20) Arşı taşıdıklan ve Arşın etrafında bulunan, Allah'ı hamd ve tesbih eden melekler de bunlar içinde sayılmaktadır.( Mümin, 40/7) 12. 2. 1.3. 3. Hamele-i Arş Melekleri 14 Arşı yüklendikleri için bu meleklere “Arş Taşıyıcıları” anlamında bu isim verilmiştir. Kur'ân'da onlardan bu meleklerin nerede bulundukları ve ne yaptıkları belirtilerek "Arş'ı yüklenen ve ve Arşın çevresinde bulunan melekler, Rableri'ni hamd ile tesbîh ederler, O’na iman ederler, Müminlerin de bağışlanmasını isterler." (Mü'min 40/7) buyrulmuştur. Hamele-i arş ile etrafındaki meleklere aynı zamanda Kerûbiyyûn (Allah'a en yakın melekler) de denir. Arşın etrafında bulunan meleklerin sayısı bilinmemekle birlikte Kur'ân-ı Kerîm, kıyamet günü bizzat Arşı taşıyan Arş Meleklerinin sayısının sekiz olduğunu açıklamıştır. " Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbin'in arşını, bunların da üstünde sekiz melek yüklenir." (69/16-17). Bu ayetteki “sekiz” ifadesi, “sekiz adet” veya “sekiz saf” olarak anlaşılmıştır. Arşın mahiyetini bilmediğimiz gibi bu meleklerin arşı taşıma keyfiyetini de bilemiyoruz. Bununla birlikte hakkalarında bir kısmî bir tasavvur oluşması için bazı hadislerde onların büyüklük ve azametini ifade eden yönleri dile getirilmiştir. Mesela Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Size arşı taşıyan meleklerden bahsetmem konusunda bana izin verildi. Onlardan her birisinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır” (Ebû Dâvûd, Sünne,18) 12.2.1. 3. 4. Kirâmen Katibîn Melekleri Kirâmen Katibîn, “şerefli yazıcılar” demektir. Her insanın iyi-kötü tüm söz ve fiillerini kaydeden meleklerdir. "Muhakkak sizin üzerinizde gözetici-hafız çok şerefli yazıcılarkirâmen katibîn vardır ki bunlar yaptığınız amel ve işlerin hepsini bilirler." ( 82/10-12) ayeti buna delaet etmektedir: Bu meleklerin bir adı da Rakîb ve Atîd’dir. (50/17-18) Bu meleklere “Yazıcı Resuller-elçiler” de denilmektedir. (43/80).Bu melekler, ahirette hesap gününde insan “Bu kitaba ne olmuş, küçük büyük hiç bir şey bırakmayıp saymış.” (18/49) demekten kendini alamayacağı kadar en küçük teferruatıyla her ferdin tüm söz ve davranışlarını kaydedeceklerdir. Bu Melekler, iki tane olup insanın daima sağ ve solunda yer alır; sağdaki melek insanın iyi söz, fiillerini; soldaki ise kötü söz ve fiilleri tespit edip kaydetmekle görevlidir. Şu ayet buna delalet etmektedir: "Hatırla ki insanın hem sağında hem solunda oturan ve onun amellerini tesbit etmekte olan iki de melek vardır. O insan bir söz atmaya dursun mutlaka onun yanında hazır olan gözcü(melek)vardır." (50/17-18) Kirâmen Katibîn Meleklerinin sayıları bilinmemekle birlikte, her insanın sağ ve solunda birer tane olduğuna göre onları sayıları kıyamete dek gelecek olan insanların iki katı olması gerekir. 12.2.1.3. 5. Münker-Nekir Ölümden sonra kabirde ölüyü sorgulamakla görevli olan iki melektir. Münker ve Nekîr, “Bilinmeyen, tanınmayan, değişik kılık ve kıyafette olan” demektir. Mezardaki ölüye hiç görmediği şekilde görünecekleri için bu iki meleğe Münker-nekir isim verilmiştir. Bu meleklerin adları Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir. (Tirmizî, Cenaiz, 70; Hanbel, Müsned, III, 126; IV, 140) 12. 2.1. 3. 6. Cennet ve Cehennem Melekleri 15 Cennet ve cehennem meleklerinin varlıkları bir çok ayetin yanı sıra hadis ve icma ile sabit olduğu için inkâr edilemez. Bu melekler, cennet ve cehennemdeki işleri yürütmekle görevli meleklerdir. Bunlar içinde bir kısmı cennet ve cehennem bekçiliği, bir kısmı cennet ve cehennemdeki hayatı, müminlerle ilişkileri düzenleyen meleklerdir. Bu meleklerinin sayısı bilinmemektedir. Cennet bekçilerine Hazene-i cennet; cehennem bekçilerine de Hazene-i cehennem denilmektedir. Hazene-i cennet, cennete gönderilen müminleri "Size selam olsun, tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya’ derler.” (39/73) diyerek selam ve tatlı sözlerle karşılayarak içeri alan alacaklardır. Çeşitli bölümleri olan Cennet içinde de melekler vardır ve onlar da tıpkı cennet muhafızları gibi müminleri selam ve hürmetle karşılayacak, onlara güzel sözlerle muamele ve hizmet edeceklerdir. Nitekim Adn cennetlerindeki melekler de salih olan babaları, eşleri ve çocuklarıyla birlikte aileler halinde Adn cennetine giren müminlerin yanına her kapıdan gelerek "Sabrınıza karşılık size selâm olsun! Dünya yurdunun sonu ne güzeldir." diyecekleri haber verilmiştir. (13/23-24) Muhafızları ve içindeki çeşitli bölümlerde sayıları bilinmeyen melekleri bulunan cennetin meleklerinin başkanı da vardır. Cennet meleklerinin başkanına Rıdvân denilmiştir. Cehennem meleklerine gelince cehennemin de bekçileri, içinde görevlileri ve başkanları vardır. Cehennem bekçisi meleklere “Hazenetü’l-cehennem”; içindeki görevlilere Zebânî (Alak, 96/18); Cehennem meleklerinin başkanına da Mâlik (Zuhruf, 43/77) denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), rüyasında kendisine cehennem ehlinin durumu gösterilirken, önündeki ateşi yakmakla meşgul birine gözü takılır. Kim olduğunu sorduğunda: "Cehennem bekçisi Mâlik’tir" cevabını alır. (Buhâri, Cenâiz, 93) 12.2.1.3. 7. Hârût-Mârût Harût-Marût hakkında farklı görüşler ileri sürülmekle beraber yaygın kanaate göre Bâbil halkını kötülüklere, özellikle şeytanların öğrettikleri sihre karşı uyarmak, hayrı ilham etmek üzere gönderilmiş iki melektir. Ancak Bâbilliler bu İki meleğin ilhamıyla keşfettikleri bir takım güçleri, asıl maksatlarının tersine olarak sihir ile bâtıl ve haram şeylerde kullanmışlar, onlann hayır için bildirdikleri gerçekleri küfür ve diğer kötü işlere vesile yapmışlardır. Bu husus Kur’an’da şöyle bildirilmiştir: “…şeytanlar, insanlara sihri ve Babil’de Harût ve Marût’a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi (Harut ve Marût) ‘biz ancak imtihan için gönderildik; sakın kafir olma’ demeden hiç kimseye bir şey öğretmezlerdi. İnsanlar ise o ikisinden karı ile kocasının arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine fayda vereni değil de zarar veren şeyleri öğrenirlerdi…” (2/102). 12. 2. 2. İblis ve Şeytan 12. 2. 2. 1. İblis ve Şeytan Kavramı 16 Kelime anlamıyla İblis “hayırsız olan, Allah’ın rahmetinden ümidini kesen, zarara uğrayan, şaşkınlığa düşen” demektir. İşlediği Allah’a isyan günahı kendisini sonsuza kadar hüsrana uğratması ve kendisi de Allah’ın rahmetinden ümit kesmesi sebebiyle Şeytana, ‘İblis’ dendiği söylenmiştir. İblis kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bir yerde “Şeytan” olarak (34/20) onun dışındaki toplam on bir yerde ise şeytanların atası “İblis” olarak geçmektedir. Özellikle Meleklerin Âdem’e secde etmelerinin emredildiği ayetlerde İblis olarak zikredilmiştir. (2/34; bk. 7/11; 15/31-32) İblis, Allah’ın emrine karşı gelmesi ve O’nun huzurunda küstahlık yapıp kibirlenmesi, Adem’i kıskanıp soyuna kin gütmesi gibi sebepler yüzden huzurdan kovulmasıyla şeytana dönüşmüş; Allah’ın ve insan soyunun düşmanı kesilmiştir. Şeytan kelime olarak “hayır ve rahmetten uzaklaştırılmış, şerde aşırı gidip çizgiyi aşan varlık”; veya “ateşten yaratılmış, helake uğramış yüzü sararmış varlık” demektir. Terim olarak ise Şeytan, “ azgınlık ve kötülükte çok ileri giden, kibirli, asi, insanları saptırmakla uğraşan, varlığı kesin gözle görülmeyen duyu ötesi gizli varlık” demektir. Şeytanın varlığı ayet ve sahihlerle sabittir. Şeytan, ateşten yaratılmıştır. 12. 2. 2. 2. İblis ve Şeytanın Varlık ve Mahiyeti İblis ve Şeytan’ın gözle görülemeyen duyuötesi varlıklar olduğu ayet ve hadisler, icma ile sabit bir hakikattir. Dinî bildirim olmaksızın akıl tek başına onların varlığını ispat edemezse de inkâr da edememektedir. Bu itibarla sırf aklî olarak onların varlığı mümkündür; imkânsız değildir. Kesin dinî delillerle varlıkları sabit olduğu için İblis ve şeytanların varlığını kabul etmeme dinî bir gerçeği inkâr ve küfürdür. İblis’in mahiyetine gelince Kur’an’da onun cinlerden olduğu “İblis, cinlerden idi, fakat Rabbinin emrinden çıktı.” (18/50) ayetiyle açıkça bildirilmiştir. “Allah cinleri halis ateşten yarattı.” (55/15), “ Cinleri de daha önce dumansız zehirli ateşten(nar-ı semûm) yaratmıştık.” (15/27) ayetleri de cinlerin yaratılış maddesinin ateş olduğunu bildirdiğine; İblis de varlık türü olarak cinnî olduğuna göre İblis de ateşten yaratılmış olmaktadır. Ayrıca Kur’an’da geçtiği üzere İblis’in kendisi de ateşten yaratıldığını söylemiş, üstelik bu durumu Âdem’e karşı bir üstünlük sebebi olarak algılamıştır. Nitekim ‘ben Âdem’den daha hayırlı ve üstünüm, çünkü beni ateşten onu ise toprak ve çamurdan yarattın.’ iddiasında bulunmuştur. (bk. 7/12; 17/61; 38/76) İblis, cinlerin ve şeytanların babası “Ebu’ş-Şeyâtin” kabul edilmiştir. Naslar böyle söylemekle birlikte İblis’in melek, cin veya başka tür bir varlık olup olmadığı hususu İslam alimleri arasında tartışmalıdır. Kelâmcıların çoğunluğuna göre şeytan görünmez latîf bir cisim; İslâm filozoflarına göre görünmez soyut nefistir. Mutasavvıfların bir kısmı kelâmcıların, bir diğer kısmı İslâm filozoflarının görüşünü benimsemiş; bir grubu da şeytanı her insanın içine yerleştirilmiş bulunan nefis olarak kabul etmiştir. Ancak konuyla ilgili ayet ve hadislerden İblis ve şeytanın yapısal bünyeleri itibariyle gözle görülmemesine rağmen, insan zihninin dışındaki dış alemde mevcut olan gerçek bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. O, yapısal olarak hem meleklere hem insana zıt, insana düşman, ona 17 nüfuz edebilen ve dıştan etkileyebilen, sanal olmayan gerçek bir varlıktır. Nefis ise insanın içindedir ve insana yabancı değildir. 12. 2. 3. Cinler Cin, kelime olarak “örttü, gizledi, sakladı,” manasına gelen Arapça "cenne" fiilinden türetilmiş, çoğul bir kelimedir; “cinler” demektir. Cin kelimesinin tekili ise "cinnî" dir. Cinin kelime anlamı, “duyularla algılanamayan tüm gizli varlıklar” demektir. Bu görünmez varlıkların erkeklerine cinnî, dişilerine cinniyye; cinlerin atalarına da cân denilir. Farsça'da cin karşılığında perî ve dîv-dev kelimeleri kullanılır. Terim olarak cin kavramının genel vei özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel terim anlamıyla cin kelimesi, insan türünün karşıtı olan duyularla algılanamayan tüm görünmez varlıkları kapsar. Bu durumda cin kelimesi, melek ve şeytanları da içine aldığı için en kapsamlı kelimedir; duyularla algılanamayan görünmez gizli varlık anlamında her melek ve şeytan, cindir; fakat her cin, melek veya şeytan değildir. Özel terim anlamıyla cin “Allah tarafından şuur ve irade sahibi olarak yaratılmış, ilâhî emirlere uymakla yükümlü duyularla algılanamayan gizli varlık türü.” demektir. Cinlerin varlığı Kur’an, Sünnet ve ümmetin icması ile sabittir. Onların varlığı akıl tarafından da mümkün kabul edilmiştir. Kur’an’da müstakil olarak “Cin suresi“ nin bulunması; ilaveten "Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım." (51/56) “Ey cin ve insan toplulukları göklerin ve yerin katmanlarını aşmaya gününüz yeterse aşın…“(55/33); “Ey cin ve insan toplulukları içinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını size bildiren resuller gelmedi mi?..“ (6/130) gibi ayetler de Allah’ın onlara hitap etmesi cinlerin mevcudiyetine kesin delildir. Kelâm âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinip ispat edilebilir, akıl da bunu imkânsız görmez. Kelâm âlimleri cinlerin mahiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Cinler kendi başına kaim olan gayri maddî cevherlerden oluşmuştur. Bu görüşü benimseyenlerden biri Gazzâlî’dir. Hayat için bünyeyi şart koşan Mutezile âlimleri ile Ebû Ya'lâ el-Ferrâ ise cinlerin basit cisimlerden ibaret olduğunu kabul etmişlerdir. Cinlerin de cismanî bir bünyesi-bedenleri olabilir; ancak insanın her bünyeyi görmesi gerekmediği gibi, görebildiklerinin de her cüzünü göremediği de malum bir hakikattir. Cinler, tanımlanamaz müteşabih varlıklardır. 12. 2. 3. 1. Cinlerin Özellikleri Cinlerin varlıkları ve özellikleri Kur’an ve sahih hadislerden öğrenilmektedir. Çeşitli ayetlerde onların varlık ve özelliklerine dikkat çekilmiş; hadislerde de onlardan bahsedilmiştir. Buna göre Cinler ateşten (15/26-27; 55/15), insanoğlundan önce yaratılmış (15/26-27), mükellef varlıklardır. Bunun için insanlar gibi iman etmek ve ilâhî emirlere itaat etmekle yükümlüdürler. Mükellef oldukları için de içlerinde mümin ve kâfirler, iyi ve kötü karakterli olanlar da bulunmaktadır. "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (51/56), "Ey cin ve insan topluluğu, İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler 18 gelmedi mi?" (6/130) ayetleri onların şuurlu, iradeli, mükellef canlılar olduklarını açıkça göstermektedir. Kur’an-I Kerim, Cinlerin mümin ve kâfirleri, salih hayırlı ve şerli-kötü olanları bulunduğunu haber vermiştir, (72/11, 14). Mutezile âlimleri de latif cisimlerden oluşmaları sebebiyle cinlerin fiilen görülemeyeceğini, ancak görülmelerinin teorik olarak imkânsız olmadığını kabul etmişlerdir. Cinler mükellef olduğuna göre onlara peygamber gönderildiği noktasında İslâm âlimleri arasında ittifak vardır. Bununla birlikte cinlere gönderilen bu peygamberlerin insan veya cin türünden oluşu hususunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. 12. 2. 3. 2.Cin-İnsan İlişkisi İnsanoğlunun en temel yaşama alanı dünyadır ve bu dünyayı canlı cansız çeşitli türden varlıklarla paylaşmaktadır. Cinlerin yaşama alanları insanınkinden daha geniş olmakla birlikte onların yaşama alanlarından biri de dünyadır. Bu açıdan dünya, diğer milyonlarca canlı-cansız varlık türleiyle bereber cinler ve insanların da ortak yaşama alanlarından birini oluşturmaktadır. Aynı ortak mekânlarda yaşama zorunda olma ise ister istemez bu ortak alanlarda yaşayan varlıklarının birbirleriyle belli şartlar altında ilintili olmasını ve ilişki kurmalarını mümkün kılar. Bu doğal bir durumdur. İnsanoğlunun aynı atmosfer altında ve mekânlarda birlikte yaşamak zorunda kaldığı cansızlar âlemi, bitkiler, hayvanlar ve milyarlarca mikrobik varlıkların mevcudiyeti düşünüldüğünde bunun ne denli zorunlu, zorunlu olduğu kadar da doğal olduğu anlaşılır. Ortak fiziko-sosyal alanlarda yaşansa bile her varlık türünün kendi fıtrî özelliklerinin bir gereği olarak kendine özgü yaşama alan ve şartları da Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yüzden aynı mekânlarda yaşamalarına rağmen her varlık türü diğerinin hayatlarını idame ettirmesine engel olmamakta, olamamaktadır. İslam âlimleri arasında insanlarla cinler arasındaki etkileşim konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Cinlerin insanlara vesvese vermek gibi bazı etkilerinin olabileceği hususu prensip olarak kabul edilmiştir. Mesela Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî gibi Sünnî âlimler, cinlerin sadece vesvese vermek suretiyle insanlara etkili olabileceğini kabul etmektedirler. Ehl-i sünnet âlimlerine göre insanlarla cinlerin birbirlerine tesir etmeleri mümkün görülmüştür. Zira Kur'an'da, faiz yiyenlerin kıyamet günü şeytanın çarptığı kimselerin kalkışı gibi kalkacakları belirtilmiş; bir hadiste de şeytanın insan bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaştığı bildirilmiştir. Buna göre şeytanlar gibi cinlerin de insanları etkileyebileceği ve meselâ onları saralı hale getirebileceği sonucuna varılabilir. Cinlerin insanlar üzerinde etkili olabileceğini benimseyenlerin bir kısmı bunun daha çok sihir ve büyü ile ortaya çıktığını söyleyerek cinlerin bu nevi işlerde kullanılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak önde gelen âlimlerin çoğunluğu, cinlerin tesirinden kurtulmak veya ona maruz kalmamak için Kur'an okuma dışında herhangi bir yola başvurulmasını tasvip etmemişlerdir. Mu'tezile'den Amr b. Ubeyd ve Kadî Abdülcebbâr gibi âlimler bu hususta Sünnî görüşü paylaşırken büyük bir kısmı da cinlerin insanlar üzerinde hiçbir etkisinin bulunmadığı kanaatindedirler. 19 ÖZET Kitap kavramı, kelime olarak “yazmak ve yazılı belge” anlamına gelir. Terim olarak “Yüce Allah’ın insanlara yol göstermek üzere peygamberine vahyettiği beyan ve mesajları ihtiva eden yazılı ilahî belgeler” dir. Kitap, kelimesinin çoğulu “Kütüb”dür. İslâm akaidine göre ilâhî kitaplara iman etmek, inanılması zorunlu olan esaslarındandır. Bu husus, ayet, hadis ve ümmetin icması ile kesin olarak sabittir. Bu itibarla Müslüman olmak için ilâhî kitaplara iman etmek farz; inkârı küfürdür. Suhuf ve Kitaplar arasında Allah tarafından gönderilmiş olmaları açısından ayırım yapmamak kitaplara imanın makbul olması için zorunludur. Buna göre ilk suhufa- sayfalara; Hz. İbrahim’e ve Hz. Musa’ya verilen suhufa; Tevrat, Zebûr, Incil ve Kur'an'a iman etmek farzdır. Müslüman, Kur’an-ı Kerîm dışındaki diğer kutsal kitapların şu andaki tahrif edilmiş şekillerine değil, Allah'tan gelen bozulmamış orijinal şekillerine inanmakla yükümlüdür. Allah kelâmı olmaları bakımından kutsal kitaplar arasında hiçbir fark yoktur. Ancak gönderilen peygamberler ve ümmetleri, içerdikleri hakikatler, üslup zenginliği ve hacim açılarından birbirlerinden farklıdırlar. Cinler, Allah tarafından yaratılmış, mümin ve kafiri, hayırlı ve şerlisi bulunan, duyularla algılanamayan gizli mükellef varlıklardır. Tek başına akıl ve ilim şu ana dek cinlerin mahiyetleri ve özellikleri hakkında kesin bilgi elde edemediği için Cinlerin varlığı, Kur'ân-ı Kerîm ve sahîh hadîslerle sabittir. Cinler, insan türünden önce ateşten yaratılmış, mükellef şuurlu yiyip-içen üreyen gözle görünmeyen canlılardır. İblis ve şeytan birbirinden türeyen duyu ötesi varlıklardır. İblis terim olarak Allah Teala’nın Âdem’e secde etme emrine isyan ederek Allah’ın lanetine uğramış, şeytanların atası ve insan soyunun amansız düşman olan duyu ötesi gizli bir canlıdır. İblis ve şeytanların varlığı, melek ve cinler gibi duyu ötesi görülemeyen latif canlılar olduğu ayet ve hadisler ile sabit kesin dinî bir hakikattir. Genel kabule göre İblîs meleklerden değil, cinlerdendir ve şeytanların atasıdır. Okuma Parçası ALLAH’IN KELAMI KUR'AN YARATILMAMIŞTIR (GAYR-I MAHLÛK) (İmam Eş’ari, Bahrül-Kelam) Bizden Allah’ın kelamı olan Kur'an’ın mahlûk olmadığına dair delil istendiğinde, şöyle denilir: Allah’ın “Yine göğün ve yerin O'nun emriyle durması da Allah’ın âyetlerindendir” sözü Kur'an’ın yaratılmamış olmasının delillerindendir. Zira Allah’ın emri, O’nun sözü ve buyruğudur. Allah yerile göklere görevlerini yapmalarını emrettiğinden beri, aksaklık olmadan vazifelerini yapıyorlar. Yer ve göklerin ayakta durması, O’nun buyruğuyladır. Nitekim “İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O'na aittir” buyurmuştur. Yaratmanın içinde bütün yaratılmış varlıklar dahildir. Çünkü kelamın ibaresi, umumi olursa, onun 20 manası da hakikat olur. Bizim için herhangi bir delil olmaksızın, kelamı gerçek anlamından değiştirmek caiz değildir. Madem ki Allah “İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O'na aittir. Ne ulu, o alemlerin Rabbi olan Allah!” buyurmuştur, bu yaratılmışların hepsini kapsamaktadır. yine Allah’ın, “emir” terimini, “yaratmak”tan ayrı kullanması, “Allah’ın emri” nin gayr-i mahlûk olduğuna delalet etmektedir. Bir kimse, Allah “Her kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ve Mikail’e düşman olursa, bilsin ki, Allah kâfirlerin düşmanıdır” buyurmadı mı? derse, ona şöyle cevap veririz: Kur’an icmâ ve delil ile tahsis edilir. Âyette Allah teâla, kendini ve meleklerini belirtti. Fakat Allah, Cebrail ve Mikail birer melek olmalarına rağmen, melekler terimini ayrı kaydetti. Sanki O’nun zikrettiği melekler Cebrail ve Mikaildir. Melekleri andıktan sonra Cebrail ve Mikail’in ikisini belirtti. Halbuki Allah, “İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na aittir” buyurmuştur. Hiçbir âyette yaratma fiilini belli konulara indirgemedi. Allah’ın “Biliniz ki yaratmak O’na özgüdür” buyruğu bütün yaratıkları içine almaktadır. Öte yandan “emir” i, “yaratmak” tan sonra andı. Böylece Allah emri, yaratmaktan ayırdı. Allah’ın emri, O’nun kelamıdır. İşte bu Allah’ın kelamının “gayr-ı mahlûk” olduğunu göstermektedir. Allah, “önünde de sonunda da emir Allah'ındır” buyurdu. Yani halkı yaratmadan önce de yarattıktan sonra da, emir O’nundur. Bu da emrin yaratılmamış olduğunun alametidir. Kur’an’ın yaratılmamış olduğunun bir başka delili, Allah’ın kitabında, O’nun kelamının gayr-ı mahlûk olduğuna delalet eden “Bizim, herhangi birşey için sözümüz onu murat ettiğimiz zaman, yalnızca ona:"Ol!" dememizdir. O da hemen oluverir” âyetidir. Eğer Kur'an, mahlûk olsaydı, Allah’ın ona “ol” demesi gerekecekti ve o da hemen oluverecekti. Eğer Allah Kur'an hakkında “ol” derse, bu söz diğer bir kavli icap ettirir, bu da üçüncü bir emri gerekli kılacaktı ki, bu sonsuza kadar devam ederdi. Bu durumda “emir” ya gayr-ı mahlûk olarak değerlendirilecek, ya da sonsuza kadar devam eden ve gerçekte muhal olan, kısır döngü oluşacaktı. Buna göre Allah kelamının yaratılmamış olduğu sahih olarak sabittir. Bir kimse, “Allah bir şeye “ol” deyip, onun olduğunu ifade eden âyetin anlamı, ancak Allah’ın o şeyi ihdas edip, oluvermesidir” derse, şöyle yanıt verilir: Âyetteki “yalnızca ona dememiz” (en nekûle leh) den açık olan, Allah’ın o şeye emretmesidir. Allah’ın sözünün bütün eşya için “ol” (kûnî) demiş olması caiz olmaz. Zira bu durumda bütün eşyanın, Allah’ın sözü olması gerekir. Bunu kim iddia ederse, büyük bir iftira atmış olur. Çünkü o, insan, at, eşek ve bunların dışında dünyada var olan varlıkların, Allah’ın kelamı olmasını icap ettirir. Bunu ileri sürmek ise, şaşkınlıktır. Madem ki, bu iddia imkânsızdır, öyle ise, Allah sözünün mahlûkata “ol” (kûnî) demesi gösteriyor ki, bu kelâm mahlûkattan başkadır. Eğer “kün” emri o yaratıklardan başka ise, Allah kelamı mahlûk olmaktan elbette çıkmış olur. Allah kelamının mahlûk olduğunu iddia eden kimsenin, Allah’ın “konuşan” olmadığını da ispat etmesi gerekir. Tıpkı Allah’ın ilminin mahlûk olduğunu iddia etmek gibi, bu da temelsizdir. Eğer Allah alîm olmayacak olsa, o zaman O’nun alîm olmaması gerekir. Allah’ın ilminin zıddıyla 21 vasıflanmış olması, caiz olmadığı için, Allah’ın, ilminin aksiyle nitelenmiş olması mümkün değildir. Çünkü kelamın zıddı olan sükut ve eksiklikle kelam beraber olmaz. Nitekim ilim, zıttı olan cahillik, bilgisizlik ve kuşku haliyle birlikte bulunmaz. Allah, bilginin aksi olan cahillikle nitelendirilemez. Bundan dolayı kelamın, zıttı olan sükut ile nitelendirilmesi müstahildir. Böylece Allah’ın alîm olması icap ettiği gibi, mütekellim olması da icap etmektedir. Tezle ilgili bir başka delil ise, Allah’ın “De ki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsaydı, kesinlikle Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi, bir misli de yardımcı getirsek bile” şeklindeki buyruğudur. Eğer denizler mürekkep olsa da kullanılsa, tükenir, kalemler biter, fakat Allah’ın sözleri son bulmaz. Tıpkı Allah’ın ilminin yokluğa ulaşmadığı gibi. Eğer bir kimse Allah’ın kelamının tükeneceğini düşünse, Allah’a eksiklik nispet etmiş olur. Binaenaleyh, Allah hakkında bu caiz olmadığı gibi, O’nun mütekellim (buyurucu) olması doğrudur. Çünkü eğer O, mütekellim olmamış olsa, sükut ve eksiklikle nitelendirilmiş olurdu. Allah, bu tür düşüncelerden yücedir. Öte yandan Allah, kendi irâdesini bir başka varlıkta yaratmaz. Yine O, kelâmını bazı nesnelerde halk etmez. Eğer Allah’ın irâdesi bir kısım varlıklarda yaratılmış olsaydı, o nesne, “irâde eden” olurdu. Bu ise mümkün değildir. yine Allah’ın kelamını bir varlıkta yaratması caiz değildir. zira bu durum, o mahlûkun mütekellim olmasını gerektirir. Oysaki Allah sözünün mahlûk olması müstahildir. Biliniz ki, Cehmiyye’nin, “Allah kelamı olan Kur'an yaratılmıştır” şeklindeki görüşleri, Allah’ın mütekellim olmadığı düşünüldüğünde, O’nun, putlar gibi, konuşmayan ve hitap etmeyen bir varlık olduğunu kabul etmek icap ediyor. Çünkü Allah Hz. İbrahim (as) bağlamında müşriklerin “Dediler ki: "Bunu bizim tanrılarımıza kim yapmış?" şeklindeki sözlerini aktardıktan sonra, Hz. İbrahim’in “(İbrahim): "Belki onu şu büyükleri yapmıştır; sorun bakalım onlara, eğer söyleyebilirlerse" dedi” şeklindeki sözünü rivâyet etti. Bu ifadelere göre putlar, müşriklerin aleyhinde delil olmuştur. Mademki onlar konuşmaz ve söyleyemezlerse, tanrı olamazlar. Çünkü konuşamayan tanrı olamaz. Mademki Allah, isterse putları diriltebilir ve konuşturabilir ama yine de onlar tanrı olamazlar. Zira kendisinden kelam müstahil olan bir varlık nasıl tanrı olabilir? Allah putların niteliklerinden uzaktır. Öyle ise her türlü eksikliklerden münezzeh olan Allah’ı, konuşamayan putların derecesinden daha aşağıya düşürmek caiz değildir. Bu nedenle Allah’ın mütekellim olması zorunludur. Allah teâla kendisinden haber vererek, “"Bugün mülk kimindir?” dedi. Rivayetlere göre Allah, bunu söylediğinde, hiçbir şey karşı çıkmadı ve devamla buyurdu: “"Bir olan, herşeyi kudreti altında tutan Allah'ındır" (denir). Allah, içerisinde insan, melek, canlılar, cinler, ağaçlar ve taş parçalarının da bulunduğu mahlûkatın geçici olduğunu vurgulamıştır. Buna göre Allah’ın kelamının mahlûkattan başka olduğu anlaşılmaktadır. Zira kelâm öncesi varlıklardan hiç birisi mevcut değildi. Öte yandan Kur'an’da, “Allah, Musa’ya hitap ile konuştu” buyurulmuştur. Hitap, kelam ile konuşmadır. Mütekellimin bir başkasına hulul ederek konuşması caiz değildir. Bu 22 ister bir mahlûk, isterse bir başka varlık olsun. Nitekim bu türlü bir hulul, ilim için de söz konusu değildir. 13.5. DEĞERLENDİRME SORULARI S.1)İlahî Kitaplara Allah Teala tarafından indirildikleri için ne ad verilmiştir? A) Kitab-ı münzel. B) Kitab-ı münzele. C) Kütüb-ü münzele. D) Kütüb-ü tenzile. E) Semavî Kitaplar. S.2)Kendisine elli sayfa verilen peygamber, kimdir? A) Hz. İdris. B) Hz. Şit. C) Hz. Adem. D) Hz. İbrahim. E) Hz. Musa S.3) Melekler neden yaratılmıştır? A) Su. B) Saf ateş. C) Dumansız ışık. D) Nur. E) Beyaz Nur S.4)Dört büyük melekten olduğu halde Kur’an’da adı geçmeyen melek hangisidir? A) Azazîl. B) İsrafil. C) Mikail. D) Cebrail. E) Azrail S.5) Cinler neden yaratılmıştır? A) Nurdan. B) Soğuk ateşten. C) Yakıtsız ateşten. 23 D) Saf ateşten. E) Dumansız ateş korundan CEVAPLAR 1- C 2- B 3- D 4-E 5-D 24 13. 6. KAYNAKLAR Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay. İst. 1413/1992. Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhu’l-Ekber, İst., 1955. Bilmen, Ö. N., Muvazzah İlm-i Kelam, İst. 1955. Buharî, Sahih, Çağrı Yay. İst. 1413/1992. Ebu Davud, Sünen, Çağrı Yay. İst. 1413/1992. Ebu Zehra, Muhammed, Hristiyanlık Üzerine Konferanslar, (trc. Âkif Nuri) İstanbul 1978, s. 105-107; Eş’ari, el-İbane, trc. Ramazan Biçer, İstanbul: Gelenek Yayınları, 2010. Fahreddin er-Râzi, Mefâtihu'l-Gayb, Ankara, 1990, 8/417. Gölcük, Şerafeddin –Toprak, Süleyman, Kelam, Konya, 1988. Nûreddin es-Sabûnî, el-Bidaye, (trc.Bekir Topaloğlu, Maturîdî Akaidi, Diyanet Yay., Ank.2005. Pezdevî, Usûlu’d-dîn, (trc. Ş.Gölcük, Ehl-i Sünnet Akaidi), Kayıhan Yay., İst. 1980. Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, (hz. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, İst.1991. Yavuz, Y. Şevki, İslam’da İnanç Esasları, İFAV. Yay. , İst., 1998., Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İst.1938. Yüksel, Emrullah, Sistematik Kelam, İz Yay. İst. 2005 25
© Copyright 2024 Paperzz