Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ 1962 doğumlu. 1984 yılında Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü’nü bitirdi. 1997 yılında University of Aberdeen’de yüksek lisans, 2007 yılında Ankara Üniversitesi’nde doktora çalışmasını tamamladı. Halen öğretim üyesi olarak Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde görevine devam etmektedir. Yayımlanmış Kitapları 1. Kangal Köpeği (2003, 2004, 2005, 2008) 2. Her Yönüyle Tokat Zile Küçüközlü Köyü (2004) 3. Zile İsyanı (2005) 4. Şair Esi Köylü Ürfet Pehlivan (2005) 5. Turkish Kangal (Karabash) Shepherd Dog (2007) 6. Zileli Halil Yalçınkaya (2008) 7. Le Chien Karabash (2008) 8. Sıraçlar (Beydili Alevi Türkmenleri) (2009) 9. Sünni Gözüyle Alevilik-Kızılbaşlık-Bektaşilik (2009) 10. Kelleci Efo (2009) 11. Sezar ile Farnake’nin Zile Savaşı (2010) 12. Çakır (Bir Hain! Çerkez Ethem Analizi) (2010) 13. TürkischerKangal (Karabasch) Hirtenhund (2010) 14. Kangal (Karabash) Cane Da Pastore Turco (2011) 15. At, Eşek, Katır Terimleri Sözlüğü (2011) 16. 100 Soruda Köpek Yetiştiriciliği (2011) 17. Domesticated Donkey (2012) 18. Güvercin Yetiştiriciliği (2012) 19. Atçılık (Irk, Don, Nişane ve Yürüyüş Çeşitleri) (2012) 20. Güvercin Terimleri Sözlüğü (2012) 21. Zileliyiz Dediler (2013) 22. Kafesteki Çocuk (2013) 1 VENI VIDI VICI YAYINLARI: 3 Kelleci Efo Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ [email protected] ANAHTAR KELİMELER - Key words - 1.Zile 2.Seri katil - Zile, serial killer Bu kitabın yayın hakkı ©VENI VIDI VICI YAYINLARI’na aittir. İzinsiz kopya edilemez ve kullanılamaz. Kaynak göstermek şartıyla, alıntı yapılabilir. 1. Baskı: 2009 ISBN : 978-9944-5040-7-2 Kapak Fotoğrafı: Satılmış İnan (Kelleci Efo)’nın Tokat Cezaevi’nde çekilmiş fotoğrafı Baskı: Konak Kırtasiye, Ankara 2 VENI VIDI VICI YAYINLARI KELLECİ EFO Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ VENI VIDI VICI YAYINLARI 3 4 İÇİNDEKİLER Önsöz .............................................................................................................................................................................................. 7 Bölüm 1. Mehmet Yılmaz ....................................................................................................................... 9 Bölüm 2. Ahmet İnce ....................................................................................................................................... 11 Bölüm 3. Mahir Uyaroğlu ....................................................................................................................... 23 Bölüm 4. Mahmut İş ......................................................................................................................................... 37 Bölüm 5. Mustafa Zengin ........................................................................................................................ 53 Bölüm 6. Döndü İnan ..................................................................................................................................... 57 Bölüm 7. Koca İbo (İbrahim Yetkin) ................................................................................ 63 Bölüm 8. Bekir İnan .......................................................................................................................................... 65 Bölüm 9. Mahkeme kararı .................................................................................................................... 67 5 6 ÖNSÖZ Kellekesen veya Kelleci Efo’nun asıl adı Satılmış İnan’dır. Kelleci Efo’nun hikayesi ile 10 yaşında iken tanıştım. Bir akşam babam eve geldi ve görevli olarak bir köye gittiklerini, köy meydanına girdikleri sırada, caminin önünde başı kesik bir kadın cesedi gördüklerini söyledi. Cesetten hâlâ kan akıyormuş, demek ki cinayetin hemen üstüne gelmişler. Kelleci Efo’nun iki üvey annesi vardır. İlk öldürdüğü, daha genç üvey annesinin kafasını tamamen kesmiştir. Diğer yaşlı üvey annesinin ise gırtlağını kesmiş ve öldürmüştür. Bir tarla yüzünden üvey annesi ile arasında anlaşmazlık çıkmıştır. Olayın kahramanı “Kelleci Efo” bu cinayetlerden sonra dağa çıkmıştır. Uzun süre dağlarda gezinmiştir. Eşkiyalığın bittiği zannedilen 20. yüzyılda uzun süre eşkiyalık yapmıştır. Uzun yıllar çevrede nam salar, korku ile anılmıştır. Anneler çocuklarını “Bak seni Kelleciye veririm” sözü ile korkutmuştur. Çıkan olaylarda, 9 kişi ölmüştür. Birkaç ocak birden sönmüştür. Bu olay çocuk zihnime işlenmişti. Aradan yıllar geçti ve Kelleci Efo’nun hayatını bir kitap olarak hazırlamaya karar verdim. Kellekesen Efo’yu tanıyan kişilerin canlı tanıklığı ile hazırlanan bu eser, ibret alınması için hazırlanmıştır. Kitabın ana teması “Bir tarla için bu kadar kişinin ölmesine değer miydi?” sorusudur. Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ 7 8 BÖLÜM 1. MEHMET YILMAZ 1972 yılında, Zile Pancar Bölge Şefliği’nde şoför olarak görev yapıyordum. Bir gün şef muavini (pancar bölge şef yardımcısı) ile, Boldacı Tekkesi Köyü’ne görevli gittim. Köye girdiğimizde, köy meydanında, cami ve çeşmenin olduğu yere geldik. Oradaki manzara korkunçtu. Çeşmenin yanında bir bayanın ölüsünü gördük. Bayanın kafası yoktu ve kesilmişti. Boynunun kesik yerinden hâlâ kan geliyordu. Olay biz gelmeden hemen birkaç dakika önce olmuştu. Oradaki birkaç kişiye sorduğumuzda, olayı anlattılar. Birisi bu cinayeti, arazi yüzünden işlemişti. 9 Şekil 1. Boldacı Tekkesi Köyü cami. Kelleci Efo, ilk cinayetini burada işlemiş ve üvey annesinin kafasını bu caminin önünde kesmiştir. 10 BÖLÜM 2. AHMET İNCE Kellekesen Efo’nun asıl ismi Satılmış İnan’dır. Kendisi aslında iyi biri idi. Ama biraz zorba ve diktatör idi. İnatlaşırdı bazı konularda ve laf dinlemezdi. Ben onu bekçi tutardım. İyi bekçilik yapardı. Ufak tefek, çelimsiz bir şeydi. Cehresi hiç gülmezdi. Konuşurken, sert sert konuşurdu. Üstünde kurşun geçirmez muska, hameyli olduğunu söylediler bir zamanlar. Ama bunun ispatı hiç olmadı ve bunun aslı yoktu. Zaten ona kimse kurşun atmaya 11 12 cesaret edip, atamadı. Genellikle polislerin kullandığı cinsten, uzun şarjörlü Sten Makineli taşırdı. Tabanca taşımazdı. Bu makineliyi kayışından boynuna asar, paltosunun altında muhafaza ederdi. Babasının ismi Mehmet İnan idi. Babasına Haspolat derlerdi. Kellekesen’in 2 tane analığı vardı. Babası ilk olarak Kellekesen’in anasıyla evlenmiş. Ona Ağ Gelin derlermiş. O ölünce, bu sefer büyük analığı ile evlenmiş. Büyük analığının gözleri görmüyordu, kör idi. Bu ilk analığı, benim de akrabam olan Gocuğun Adil diye, köyümüzden biri ile evli idi. Daha sonra kafası kesilen analığı ile evlenmiş babası. Bu analığı genç idi ve ona Binlik derlerdi. 2 tane de üvey kardeşi vardı. Zihni İnan ve Mustafa İnan isimlerinde. Zihni olaylardan bir müddet sonra, Mustafa da birkaç yıl önce öldü. Babaları ölünce, bunlar kardeşler olarak ayrıldılar. Kellekesen’in kendisi yalnız bir eve ayrıldı. Bunlar tarlaları bölüştüler. Bu, analığının tarlalarını satın aldı. O zaman tapu yoktu. Mihri nikaha göre analığına düşen tarlaları satın aldı. Bu tarlaları senet mukabilinde aldı. Bir miktar da peşinat verdi. Gerisini sonra ödeyecekti. O zamanlar benim yanıma bekçi durdu. Ben de köyde muhtarım. Satın aldığı arazileri de biz ektik ona yardım olsun diye. Üvey kardeşleri, Kellekesen’i mahkemeye verdiler, analığından satın aldığı tarlaları geri almak için. Hakim beni çağırdı mahkemeye şahit olarak. Çünkü benim bekçimdi. Kellekesen hiçbir mahkemeye girmedi. En son karar verilecek duruşmaya bunu zorla götürdüm. Dışarıda bekledi, yine girmedi. Halbuki mahkemeye girse; Şekil 2. Boldacı Tekkesi Köyü genel görünüşü. -“Hakim Bey. Ben bu tarlaları satın aldım. Şu parayı verdim. Karşılığında da şu seneti aldım” deseydi, davayı kazanırdı. Bu, inat etti. -“Bu tarlaları benim elimden kimse alamaz. Bu tarlaları benim elimden bir tek Azrail alabilir. Bu tarlaları satın aldım, bunlar benim” dedi. Çok inat birisi idi. Aynı zamanda da biraz diktatör idi. Dışarı çıktım duruşma salonundan, bu kaçmış, gitmiş yine. Durum böyle olunca, hakim de kararını verdi. Tarlaların İzaleyi Şüyu ile satılmasına karar verdi. Kellekesen İzaleyi Şüyu duruşmalarına da girmedi. Kellekesen’in dayısının oğlu, benim de bacanağım 13 14 olan Ormancı İbrahim Uyar, tarlaları satın almaya karar verdi. Kendisi Orman Dairesi’nden emekli olmuştu. Elinde biraz parası vardı. Birinci İzaleyi Şüyu davasında tarlaların fiyatı düşsün diye kimse satın almadı. İkinci duruşmaya gelince, Ormancı İbrahim tarlaları, düşük fiyattan satın aldı. Yalnız direk kendi satın almadı. Kellekesen’in üvey kardeşlerine parayı verdi ve onların üzerinden satın aldı. Bu arada bu mahkemeler 3-4 sene devam etti. Ben bacanağım İbrahim’i uyardım. -“Gel oğlum. Alma şu tarlaları. Bir bela çıkar. Bu Kellekesen inat biri” dedim, ama dinletemedim. Zaten Kellekesen’in üvey kardeşlerinin, mahkemeye girip de, o tarlaları alacak maddi güçleri yoktu. O zamanın parası ile 70.000 liraya satın aldı Ormancı İbrahim tarlaları. Ormancı İbo, tarlaları ekip, biçmeye başladı. Ama, Kellekesen Efo yanımda bekçi olduğu için, ben bunun bir şeyler yapacağını biliyordum. Bir gün ben Zile’deydim. Kellekesen Binlik dediğimiz analığını pınarın başında tabanca ile vuruyor ve kellesini kesiyor. Kesik kelleyi alıyor, köyümüzde Arpalık dediğimiz bir mevki var, oraya gidiyor. Oradaki tarlada bulunan yığının tepesine, analığının kesik kellesini dikiyor. Oradan kör analığının yanına gidiyor ve onunda boğazını kesiyor. Ben Zile’den geldim ki, ortalık karışmış. Ondan sonra Kellekesen firar etti ve dağa çıktı. Gelen, giden müfrezenin, askerin haddi hesabı yok. Bir gün asker geldi, köyden 20 kişiyi köyün meydanına topladı ve ellerini bağladı. Köylüye eziyet etmeye başladı. Komutanlar beni tanıyordu. Fakat sürgün gelen bir jandarma imiş. Beni tanımıyor. Tüfeğin namlusunu böğrüme dürtünce, soluğum kesildi. Ben dirayetli bir muhtar idim. O zamanlar yiğit idim. Hemen çektim tabancayı belimden, bana vuran jandarmaya. Hemen beni tuttular. Bu olaylar oluyor ama, Kellekesen köyden hiç ayrılmıyordu ki. Bu olayda da, yukarıdaki bir evde oturuyordu. Pencereden bizi seyrediyordu. Ben de görüyordum. Ama hiç kimse ele veremiyordu. Köylü çok korkuyordu ondan. Bütün köylüye, her işini gördürürdü. Bir ara yanına, aşiret köylerinden biri takıldı. Sık sık etrafı geziyorları. Taa Kervansaray taraflarına kadar gittiklerini duyardık. Bir gün beni çağırdılar. Hiç unutmuyorum, günlerden cumartesi idi. Gittim ki Kellekesen, mezarlığın orda bir evde oturuyor. Konuştum Kellekesen ile. Bunu ikna ettim teslim olmaya. Yalnız bir şart koştu. -“Ahmet Dayı, beni jandarmaya teslim etme” dedi. Kendisine eziyet ederler, döverler diye böyle söyledi. Tabii kendisinin cinayetleri işlemesi ile, bu teslim olması arasındaki süre 2-3 seneyi bulmuştu. Pazar günü sabahleyin erkenden kalktım. O zamanlar köyde traktör falan da olmadığı için, Kızılca Köyü’ne gittim. Oradan bir traktör kiraladım. Şimdi Kellekesen’e güvenemiyorum da, “Tekrar cayar, kaçar. Ben de savcıya yalancı çıkarım ve mahcup olurum” diye. O zamanlar savcıyla aram da iyiydi. Ben bu yüzden köyden başka bir bekçiyi, Yalınayağın Bekir dediğimiz bekçiyi bunu beklemesi için gözcü koydum. Mezarın Kâhta beklemesini ve Kellekesen’i beklemesini söyledim. Zile’ye vardım. Savcının evin kapsını çaldım. Savcı 15 16 yatıyormuş. Pijamayla kapıyı açtı savcı. -“Ne o muhtar. Hayırdır sabah sabah” dedi. -“Savcı Bey, durum böyle böyle. Kellekesen Efo teslim olacak” dedim. Savcı; -“Sahimi? Kaçmasın sonra?” dedi. -“Bilmiyorum kaçarsa da. Ben bekçiyi başına diktim. Yalnız jandarmaya teslim olmak istemiyor. Direk size teslim olmak istiyor” dedim. -“Tamam” dedi ve hemen elbisesini giymek için içeri geçti. Oradan kaymakamlığa gittik ve kaymakamı çağırttı. Aralarında konuştular. Kara Asım adındaki bekçiyi çağırdılar yanlarına. Kaymakam kendi cipi ile bekçi Kara Kasım’ı benim yanıma kattı ve Efo’yu getirmem için köye gönderdiler beni. Köye geldik. Baktım ki Mezarın Kâhta, bekçi Bekir sorutuyor. “Orda mı?” diye, Bekir’e işaret edince; Bekir “Duruyo, duruyo” diye işaret etti. Aldım Efo’yu, attım jipe ve Zile’ye götürdüm. Doğruca kaymakamlığa gittik. Adliyede, kaymakam, savcı, hakim hepsi toplandılar. Oturduk, konuştuk, yemek yedik. Kelepçe falan takmadan, Kellekesen’de bizimle beraber, efendi efendi oturdu. Daha sonra kelepçeleyip, cezaevine gönderdiler. Mahkemesi sürdü biraz. Aslında idamlık idi. Fakat kendisi teslim olduğu için, idamdan kurtuldu. Bir müddet Zile’de yattı. Daha sonra bunu Sivas Yarıaçık Cezaevi’ne naklettiler. Burada da bir müddet yattı. Günü bayağı azalmıştı. 1-2 sene falan kalmıştı. Bir gün akşam vakti benim bekçi geldi.Tüfeği kaldırdı attı önüme. -“Ne oldu?” dedim. Şekil 3. Bütün cinayetlerin çıkmasına sebep olan “Arpalık Tarla”nın genel görünüşü. -“Efo kaçmış, köye gelmiş. Ben daha bekçilik yapmam” dedi. -“Nerde” dedim. -“Falancanın evinde oturuyor. Seni çağırıyor” dedi. Kalktım gittim ki, hakikaten orada oturuyor. -“Bre yavrum. Niye kaçtın? Zaten idamdan kurtulmuştun” dedim. Biraz konuştuk. Anladım ki, kafayı benim bacanağa, Ormancı İbo’ya takmış. -“Bana bir tarla versin, tekrar teslim olacağım. Yoksa onu da vururum” dedi. Ormancı İbo, tarlaları neredeyse bedava fiyatına almıştı. Fakat sonunda kendisi de vuruldu, ocağı da battı. Tarlaları ve evi de virane oldu. 17 18 Bu arada Ormancı İbogil de silahlandılar. Otomatik silah falan aldılar ölüm korkusu ile.Orak yeni geçmişti. Mevsim harman mevsimi idi. Evinin kapısının önüne oturmuş, beni çağırdı. -“Ahmet Dayı. Sen bacanağın Ormancı İbo’yu kayırıyosun. Sen doğru iş yapmıyorsun. Bunlarınan git şimdi, nereyi veriyorsa versin, yoksa bu benim çağırmam son. Bundan sonrası bela olacak. Ya Arpalığı versin, ya da Galdır Beli” dedi. Gittim Ormancı İbo’nun yanına. Hacı Ömer diye bizim köyden birisi de ordaydı. -“Efo senden bir tarla istiyor. Ver bir tarlayı, şundan kurtul” dedim. O da; -“Kepik yok ona” dedi. -“Bak İbrahim. Sen benim bacanağımsın. Bu adam seni keklik gibi avlar. Yok eğer kendine güveniyorsan, çık sen de onun gibi dağa. Kozunuzu paylaşın” dedim. Yine; -“Kepik yok ona” dedi. Oradan ayrıldım. Yanımızda bulunan adamlara da tembih ettim ve; -“Bu lafı Kellekesen’e söylemeyin. Eğer söylersek, muhakkak bir kötülük çıkar. Efo onu bugün gebertir” dedim. Fakat orada bulunanlardan Hacı Ömer, gitmiş söylemiş bu lafları Kellekesen Efo’ya. Bunu duyan Kellekesen, Ormancı İbo’yu vurmayı kafaya koymuş. Aradan biraz vakit geçti. Ben Zile’deydim. Birisi geldi ve -“Efo, Ormancı Kör İbiş’i bugün vurdu” dedi. Öğleyin saat 1,30 sıralarında vurmuş Ormancı İbrahim’i. Kellekesen yine bu kaçmaya, saklanmaya devam etti. Benim bazı işlerim vardı. 15-20 günlüğüne İstanbul’a Şekil 4. Kelleci Efo’nun dayısının oğlu Ormancı İbrahim Uyar. Kelleci Efo tarafından makineli tabanca ile taranarak öldürülmüştür. 19 20 gittim. O sıra Efo, bizim köylüden haraç almaya başlamış. Kimisinden koyun almış, kimisinden kuzu almış. Bir sürü meydana getirmiş. Bir tane de çoban tutmuş. Sürüyü pancarların içinde yaydırmaya başlamış. Kimse de korkusundan ses çıkaramış. Hatta benim küçük oğlan koyunu vermemek istemiş. Ona da değnekle vurmuş bir kere. Ben İstanbul’dan geldim. Benim oğlum Mehmet bana kızdı. -“Sen Efo’ya o kadar sahip çıkıyorsun. Efo gelmiş, bizden de bir koyun almış. Ben Kellekesen’i vuracağım. Sen bu köyün muhtarı değimlisin? Adam, çoban tuttu, pancarlarda koyun yayıyor” dedi. -“Ne yapalım?” dedim. -“Mezarlığın orda, taşın dibinde oturuyor. Sen 14’lüyü al. Ben de İngiliz Tüfeğini aldım. Yanımda da 25 tane mermi var. Ben arkadan dolanıp, bekleyim. Sen git onunla konuş. Laftan anlamazsa, ben onu vuruyum” dedi. Benim oğlum çok yiğit idi. Ben bu köyde 30 sene muhtarlık yaptıysam, onun desteği ile yaptım. Kellekesen’in yanına gittim. Hiç selam bile vermedim. -“La, Efo” dedim. -“Ne diyon?” dedi. -“O koyunlar kimin?” dedim. -“Benim” dedi. -“Nerden aldın la, o koyunları” dedim. -“Aldım, benim” dedi. -“Sen kimsin yav? Benim bacanağım Kör İbiş suçlu olduğu için, başta ben olmak üzere, bütün bu köylü seni destekledi. Seni savcıya teslim eden, hep arka çıkan bendim. Ama sen ne yaptın. Başta beni olmak üzere, köylüyü soymaya kalktın. Bugünden itibaren bu koyunları alıp, buradan git. Bir daha da bu köye adım atma. Eğer dediğimi yapmazsan, ya seni olduğun yerde geberttiririm ya da yakalatırım” dedim. Ben bunu söyleyince, hiç karşılık vermedi. Yaptığı hatayı anladı. Ağlamaya başladı. Daha sonra -“Haklısın Ahmet Emmi. Sen bana çok iyilik ettin. Ama o benimle gezen Topal İbiş yok mu? Beni o kandırdı. Milletten para almam için, beni kandırdı” dedi. Topal İbiş dediği, Kellekesen’in dayısının damadı idi. Bizim köylü idi. Silah kaçakçılığı yapan, silah alıp, silah satan birisi idi. Daha sonra çoban ile beraber, koyunları sürdü, gitti. Öldüğü güne kadar da bir daha köye adım atmadı. Duyduk ki, Elemin, Sarı Köy taraflarına gitmiş. Benim bacanak Ormancı İbo suçlu idi. Zaten tarlaları ucuza almıştı. Kellekesen’e bir tane tarla verseydi, bu olaylar bu kadar büyümezdi. O zaman İzaleyi Şüyu ile aldığı tarlanın birisi şu anda 50 milyar yapar. Toplamı 100 dönümden fazla yapan, 10 parçayı geçkin tarla almıştı. Olaylar bununla da bitmedi. Ormancı İbrahim’in kardeşi, İbrahim’in oğlu Şamil’i kışkırttı ve Kellekesen’in oğlu Mustafa’yı öldürttü. Daha sonra bu Şamil’de Zile’de kendini asmış olarak bulundu. Daha sonra Ormancı İbrahim’in kardeşinin oğlu öldürüldü. Onu da öldüren yine kendi akrabaları oldu. Bu tarlaya köyümüzde “Kanlı Tarla” denir. Bu tarla kime geçerse, iflah etmiyor. Şimdi Ormancı İbrahim’ tarlanın yerine kahve yapıldı. Daha öncede Zileli birinde 21 imiş bu Kanlı Tarla ve onlardan da 5 kişi ölmüş. Daha sonra Çekerek İlçesi’ne bağlı Sarıköy’de öldürüldüğünü duyduk. Jandarmanın o zamanki durumunu anlatmak için, şunu örnek vermek gerekir. Bir gün Maşat (Yalınyazı) Karakol Komutanı Gemükgıran geldi bizim eve, oturuyorduk. Birisi geldi ve; -“Kellekesen gözdağı vermek için, bacanağın hısımlarını, otomatik silahları ile birlikte yakaladı ve dağa götürüyor” dedi. Dışarı çıktık. Baktık, Kellekesen ve önüne kattığı adamlar dağa doğru gidiyorlar. Gemükgıran olayı görünce paniğe kapıldı ve; -“Ula ula muhtar. Tabancanı bana ver” dedi. -“Kendi tabancan üstünde ya. Benden ne tabancası istiyorsun” dedim. Hiç biri üstüne gidemedi Kellekesen’in. Aldı götürdü adamları dağa. Daha sonra adamların silahlarını almış. Üstündeki elbiseleri çıkarttırmış. Sonra da serbest bırakmış onları. O zaman Karakol Komutanına rüşvet verdiği söyleniyordu. Bir gün geldi Karakol Komutanı bizim evde oturuyor. Efo’da üst katta, damda oturuyordu. Efo öyle pervasızdı. Karakol Komutanı gelirdi köye, bir tutanak tutardı. “Kellekesen Efo köyde arandı, bulunamadı” diye, bende onu mühürlerdim. Askerler doğru dürüst arama yapmazlardı. İlk zamanlar sıkıştırmışlardı. Ama cezaevinden firar edip de Ormancı İbrahim’i vurduktan sonra pek sıkıştırmadılar köylüyü. 22 BÖLÜM 3. MAHİR UYAROĞLU Ben aslen Kadışehri’ne bağlı, Dikmesöğüt Köyü’ndenim. Boldacı Tekkesi Köyü’nde 1964 ile 1990 yılları arasında, 26 sene imamlık yaptım. Kellekesen Efo ile ilgili meydana gelen bütün olaylar esnasında, köyde imam olarak vazifeli idim. Kellekesen Efo’nun davası, arazi ve miras davasıdır. Ben kendisine bu olaylar olmadan önceleri, çok nasihat ederdim. “Bak Satılmış, akıllı ol. Başını belaya sokma. Olaylara girme. Dünya malına değmez. Bir iki parça 23 24 tarla alalım, get Zile’ye otur” diyordum. Satılmış biraz ikna oluyordu ama, kafasını karıştıran kimse çoktu. “Ula Satılmış! Şunlar kim ki, hepsini hallet, getsin” diye kışkırtıyorlardı. Kendi payına düşen hisseyi talep ediyor. Analığı pınarın başında yün yıkarken, kendi hissesini istiyor. Analığı; -“Senin baban Satılmış’ın Mıstık. Sen bende ne malı arıyon? Get malını esas baban Satılmış’ın Mıstık’dan iste” diyor. Böyle söyleyince, Kellekesen Efo çekiyor tabancayı ve vuruyor. O anda analığının kocası da yanındaymış. Analığının kellesini de kesiyor. Götürüyor köyün üst başındaki Kanlı Tarla’ya. Orada bulunan yığının tepesine dikiyor. Ağzına da bir miktar arpa kellesi tıkıyor ve; -“Şimdi ye bakalım. Tarlayı, tümü vermiyordun. Şimdi ye bakalım” diyor. Ben o sırada caminin önünde oturuyordum. Caminin önünden, o yığın gözüküyordu. Hepimiz şaşırdık, kaldık. Kendisini tanıdığımız için, şuurunu bu kadar kaybetmesine şaşırmıştık. Ben eve gittim. Kellekesen Efo oradan fırlanmış, dolanmış ve öbür analığının evine gitmiş. Öbür analığı kör idi. Kocası da yok idi. Hayırsever komşunun biri varır, elinden tutar dışarı çıkarırdı. O kör kadıncağız, akşama kadar kapının önünde oturur, gelenin gidenin sesini dinler, vakit geçirirdi. Yanına biraz ekmek ve su koyarlardı. Onlarla akşama kadar idare ederdi. Benim ev, bu kör analığının evine çok yakın idi. Kellekesen Efo geldi, ben sesini duydum. -“Ey kör garı! Analık! Bu malı bana veriyon mu, vermiyon mu?” dedi. Ben içimden, “Ula, bu serseri ne yapacak? İkinciyi mi kesecek yoksa?” dedim kendi kendime. Kör analığı; -“Oğul, yavrum, Satılmış! Sana veriyim de, kızım Hatun’u neediyim?” dedi. Kellekesen Efo; -“Vay, kör soyha! Daha Hatun’u mu düşünüyon?” dedi ve bıçağı çaldı boğazına. Bıraktı önümüzden gitti. Karşıda bir çal vardı. Oraya gitti, Ardıç Ağaçları’nın içine oturdu. Savcı, asker falan geldi. Tutanakları tuttular. Cenazeleri kaldırdık. Vakit akşam oldu. Ben namazı kıldırmak için camiye gittim. Caminin önünde bir Soku Taşı vardı. Bu Kellekesen Efo Soku Taşı’nın içine oturmuş, bekliyor. Camiyle arası 2 metre yok. Allah var ya, selam vermedim. Bendeki de bir cesaret demek ki. Ezanı okudum. Namaza hiç kimse gelmedi. Akşam Namazı’nı tek başıma kıldım. Camiden çıktım. Baktım ki yine Soku Taşı’nın dibinde oturuyor. Yine selam vermedim, önünden çektim, gittim eve. Sabah oldu, camiye gittim. Yine hiç kimse gelmedi. Fakat bu sefer Kellekesen Efo caminin önünde yoktu. O gün Öğle Namazı’na geldim ki, bu sefer caminin önündeki oturağa oturmuş. Yine konuşmadık. Böyle bir zaman geçti. Daha sonra teslim olduğunu duyduk. Bu epey bir zaman yattı cezaevinde. Daha sonra bir gün duyduk ki, bu Sivas Cezaevi’nden kaçmış, köye gelmiş. Ben de kendi kendime “Ula, gine Soku Taşı boş kalmıyacak mı, acaba?” dedim. Duyduk ki, köyden Bekir İnan isminde birinin evine oturmuş. Oraya birkaç kişiyi daha oraya çağırmış. Onlara, silahının olmadığını, biraz kendisine para 25 26 bulmalarını, bu parayla silah alacağını söylemiş. “Ben Kozdere Köyü’ne gediyo, parayı orıya getirin” demiş. Ben yukarıda, değirmenin orada ufak bir yer ektiydim. Orayı sulamaya gidiyordum hergün. Yine bir gün oradan geliyordum. Eve yaklaştım, birisi arkamdan sert sert; -“Hoca, hoca” diye seslendi. Baktım ki, Kellekesen Efo. Ben; -“Sen eve get, ben birazdan geliyom” dedim. Yanına gittim ki, beni niye çağırdığı anlaşıldı. Meğerse birkaç kişi benim hakkımda Kellekesen Efo’ya laf götürmüş, beni kesmiş. Benim dediklerim şöyle laflar; -“Yav, Satılmış kendine yazık ediyo. Böyle yapmasa güzel olurdu. Bak iki tane cinayet, oldu 6-7 tane. Bakalım bundan sonra neler olacak? Şu işi şöyle yapsak, bu işi böyle yapsak” gibi, tamamen ortalığı yatıştırıcı sözler. Kellekesen Efo; -“Hoca, benim hakkımda bir şeyler söylemişsin” dedi. Ben de; -“Doğru. Bak Satılmış, sen Tokat’ta şu kadar sene yattın cezaevinde. Benim 2 oğlum da Tokat’ta okudu. Ben haftada olmazsa, 15 günde bir muhakkak Tokat’a geldim. Senin Tokat’ta yattığın sürece en az 50 kere geldim ama yanına hiç uğramadım. ‘Niye uğramadım’ diye, hiç düşündün mü?” dedim. Düşündü ve; -“Niye uğramadın, bilmiyom” dedi. -“Dervişin iki uşağı ile Yalman’ın iki uşağının yanında, benim hakkımda ne dedin, hatırlıyon mu?” dedim. Düşündü, hatırlayamadı. -“Sen bunların yanında benim hakkımda ‘Hoca dağa oduna gedecek. Ben de hocanın sırtına bineceem, gayınacaam’ diye, dedin mi, demedin mi?” dedim. Düşündü, yine hatırlayamadı. “Peki, benim söylediklerimi sana getirenlerin lafını hatırlıyon da, senin söylediklerini bana getirenlerin lafını niye hatırlamıyon? Ben senin sırf bu lafına yanına uğramadım. Ben senden korksaydım, kelle kestiğin günlerde, sen Soku Taşları’nda otururken, kimse camilere gelmezken, ben önünde dolanıyodum. Ben Allah’tan korkarım, yavrum” dedim. Kafası biraz karıştı. Ben böyle söyledikten sonra, yine bunu ikna edici şekilde konuştum ben. Bana; -“Hoca, ben o kadar pisliğe battım ki, kömüş (manda) benim üstüme sıçsa, heç belli olmaz. Ama bir sinek senin sarığına sıçsa, aynı koca bir dağ gibi gözükür” dedi. Ağlamaya başladı. Evin sahibi yaşlı bir karı koca idi. Evin sahibi yaşlı; -“Hoca, bize biraz gazyağı gönder” dedi. Kellekesen Efo’da; -“Hoca, senden laf çıkmaz. Ben biraz bu evde kalacaam. Sen biraz gazyağı gönder” dedi. O zamanlar elektrik olmadığı için, evlerde gazyağı yakılıyordu, aydınlatma için. Ben de biraz gazyağı gönderdim. Başka bir gün, akşam karanlık basmıştı. Bir sokakta, İbiş’in Ara’da bunu gördüm. Makineli silahı koltuğunun altında, hızlı hızlı gidiyordu. -“Satılmış! Neriye gediyon?” dedim. -“Gediyom” diye cevap verdi sert sert. Mezarlığın oradan dolanarak, köyün içine girdi. Öğle ezanı vakti gelmişti. Ben de camiye vardım, hazırlık yapıyordum. Birden bir takırtı koptu. Bir makineli silah sesi. Ben hemen bunun Satılmış’dan geldiğini anladım. Baktım alttan yukarı Hacı Ömer’in Mustafa geliyor. 27 Şekil 5. Kelleci Efo’nun, kitabın kapağındaki fotoğrafının arka yüzü ve kendisinin düştüğü tarihler. -“Ula, ne var? Ne oldu?” diye sordum. -“Ula gaçın! Kelleci Satılmış, Ormancı Kör İbiş’i delik deşik etti” dedi. Cemaatten bazıları bana bakıp sormaya başladı; -“Hocam etme, neriye girek?” diyolar. Bunu diyenler, Satılmış’ın anası ile oynayanlar. Hele de Satılmış’ın Mıstık dediğimiz adam. Gözümün içine bakıyor. Minberin altında, camide yaktığımız gazyağını koyduğumuz ve “Gazyağılık” dediğimiz bir bölme vardı. Bunu aldım ve oraya soktum. 28 Şekil 6. Kellekesen Efo askerde iken. 29 30 Dışarı çıktım. Ormancı İbiş’i vurduktan sonra, doğru benim evin kapısına gitmiş. Beni sesleniyor. Benim Tokat’ta okuyan çocuklar da eve gelmişler, yatıyorlardı yazı gününün sıcağında. Ben de camiden duyuyorum söylediklerini. Kellekesen Efo, benim çocuklara; -“Kemal, Cemal! Babanıza söyleyin, ne cenazeyi yıkayacak, ne de namazını kıldıracak. Yoksa asarım, keserim” dedi. Ben bu arada içeri girdim ve şu namazı kıldırayım dedim. Bu arada, Gazyağılık’taki Satılmış’ın Mıstık namazı falan unuttu, orada saklanıyor hâlâ. Ben tam namaza duracaktım ki, benim oğlan Kemal camiye geldi. -“Baba, ille eve gel, annem çağırıyo” dedi. -“Oğlum get. Namazı gıldırıyım, geliyom” dediysem de, -“Baba namazı gıldırmıyacaan. Annem hemen çağırıyo” dedi. Ben de namazı bıraktım ve eve yöneldim. Tam Erkeğ’in Ali’nin çeneye gelince, Kellekesen Efo’yu uzaktan gördüm, o da beni gördü. Bana; -“Hoca, hoca” diye bana seslendi. Yanımdaki Kemal’e yavaşça dedim ki; -“Oğlum, bu adam şimdi tamamen kontrolü kaybetti. Birazdan biz karşı karşıya geleceğiz. Bunun ne yapacağı belli olmaz. Eğer durum sertleşirse, ben onu tutar kucaklarım. Sen hemen elinden makineliyi al. Namluyu önce bi gözüne, soğna diğer gözüne birer kere çak, şunu gebert. Oradan savuşup, uzaklaşak. Devlet gelsin, ne görüyorsa görsün leşini” dedim. Oğlum Kemal de; -“Tamam baba” dedi. Bana yaklaştı ve; -“Hoca, ne cenazeyi yıkayacaan, ne de namazını kıldıracaan. Yoksa asarım, keserim” dedi. Ben; -“Satılmış! Akıllı ol. Cenaze senin dayının oğlu. Benim heç bi şeyim değil. Ben bugünden için buradan istifa eder, s.kt.r olur, Zile’ye gederim. Herkeş de ne yaparsa yapar. Cenaze yıkamak benim görevim. Ama bugün için yıkamayım. Asker seni yakalasın götürsün, gine yıkarım” dedim. Bana demesin miki; -“Ver tabancanı” diye. -“Satılmış! Senin gafan tamamen üşümüş. Benden, sen ne dabancası isdiyon? Sapık mısın, serseri misin, lan? Hem bende dabanca yok. Aha oğlum, ne varsa üsdüme bak” dedim. O zaman kadar, çeneden İrecebin Ali çıktı. Keşke çıkmasaydı. -“Hoca yav! İşin yok mu? İşine getsene” dedi. Bu lafın üstüne, Kellekesen Efo 4 adım geriye çıktı ve orada Şapşağın ahır kapısı vardı, önün önüne çekildi ve bana; -“Dinini, imanını, kitabını, mezhebini s.k.r.m” dedi. İrecebin Ali’yi görünce, bu ondan kuvvet aldı ve bunu söyledi. Eğer İrecebin Ali ortaya çıkmasaydı, biz bunu halledecektik. Ben de; -“Allah, senin dinini, imanını, kitabını, mezhebini aldı da, senin habarın yok, yavrum. Get belanı başga yerlerden bul” dedim. Tekrar bana; -“Het, hüt” falan dedi. Oradan gitti bu. Biz de böyle bir tehlike atlattık. Oğlum Kemal o zamanlar ortaokul 3’de idi. Kemal de bayağı cesaretli durdu orda, daha önceden konuştuğumuz için. Sık sık Kemal’a baktı Kellekesen Efo. İkimizi birden gözü kesmedi herhalde. Bir iki saat sonra savcı ile Dr. Ahmet Erçelik geldi. Meğerse Ormancı Kör İbiş, Dr. Ahmet, ortaokuldan arkadaşlar imiş. Dr. Ahmet cenazeyi görünce; -“Ula, Allah cezanı versin. Bu benim arkadaş yav” 31 32 dedi. Beni çağırdı savcı. Vardım oraya. Savcı; -“Bizim işimiz bitiyor. Bunu yıkayıp, defnedin” dedi. Ben; -“Hayııır. Bak savcı bey, bu gün Ramazan değil mi?” -“Ramazan” dedi. -“Bu doktor arkadaşınan siz bırakıp, gidiyorsunuz. Ben Kellekesen Efo ile 2-3 saat önce mücadelede idim. Ya ben öldüydüm, ya o öldüydü. Ben el için niye ölüyüm ki? Ben burada devlet görevi yapıyom” dedim. Savcı; -“Yav, sen yıkayana kadar, biz bekliyek” dedi. Ben de; -“Peki, siz gettikten soğna, noolacak? Daha bak, şu kendirin içinde, bizi diğniyo. Kendire bak hele, nasıl oynuyo” dedim. Bunu duyan Efo, usulcana kaçtı. Ben İrecebin Ali’yi çağırttırdım. Bizi az daha 2-3 saat önce Efo ile birbirimize takacak olan Ali’yi. -“Bu yıkar cenazeyi” dedim. İrecebin Ali; -“Yooook. Ben yıkayamam” dedi. -“Gendi köylüsünü bu yıkamadıktan sonra, ben niye yapıyım ki?” dedim. Savcı başka kime sorduysa, “Yapmam” dediler. Savcı ile doktor gitti, Maşat Jandarma Karakolu’ndan Hasan Çavuş, 3-4 jandarma ile geldi. Hasan Çavuş da cenazeyi yıkamamı istedi. -“Sen onu unut” dedim. Hatta işi şakaya vurdum ve; -“Bi tek de yıkanmadan gömülsün. Noolacak yav?” dedim. Hasan Çavuş da esas zannetti ve; -“Olmaz yav. Yıkanmadan gömülür mü? İlla ki yıkanması lazım” dedi. -“Cenaze orda. O zaman get, hallet” dedim. Kellekesen Efo’nun iki tane çobanı vardı. Deli Sadık ve Kör Hasan. Onları çağırttı. Jandarmalar başında bekledi. Birine su döktürttü, diğerine yıkattırdı. Cenaze Namazı’nı da Şekil 7. Önde sağdaki Kelleci Efo’nun hanımı. Arkada ortadaki ise, boğazı kesilerek öldürülen oğlu Mustafa. 33 34 Hasan Çavuş kıldırdı. Sonunda cenazeyi defnettiler. Bu olaydan sonra Hasan Çavuş’un lakabı, “Hasan Hoca” kaldı. Hasan Çavuş; -“Yav, bana bir isim takdın ki”. Her yerde Hasan Hoca oldum dedi. -“Kötü mü oldu. Hoca olmak kötü olur mu? Eyce oldu işde” dedim. Caminin önünde oturuyordum. Bir tane başgedikli ile 15 tane jandarma geldiler. Köylü kayıp. Ortalıkta kimse yok. Başgedikli; -“İmamı bana çağırsana” dedi. -“Ne yapacaan imamı?” dedim. -“İmamınan biraz işimiz var” dedi. -“Buyurun, yukarı gelin. Ben çağırıyım” dedim. Başgedikli yanıma gelip, oturunca; -“İmam benim” dedim. -“Sen görevini kötüye kullanmışsın” dedi. -“Sebep ne?” dedim. -“Sen bu cenazeyi yıkamamışsın, namazını kıldırmamışsın, cenazeyi defnetmemişsin” dedi. -“Ben bu ifadeyi savcı ile doktura verdim. Savcı ile doktur geldi, ben gendilerine durumu annattım. Peki, siz buruya ne için geldiniz? Sırf bunu söylemek için mi geldiniz? Yazıklar olsun eğer sırf bunun için geldiyseniz. Beni Zili’ye çağırmanız lazımıdı. Bu arabıya niye yakıt yakdınız? Bu 15 dene arkadaşı arabıya doldurup, niye buruya yordunuz? Daha bak, mezarlığın ordaki armudun başında duruyo. Bizi gözetliyo. Sıkıysa, gedip de yakalasana” dedim. Kellekesen Efo o kadar yakındı ki ben bunu söyleyince, aramızda 100 metre yoktu. Ben bunu bildiğim için, Kellekesen Efo duysun diye, yüksek sesle konuşuyordum zaten. Başgedikliye tekrar; -“Sizi buruya kim gönderdi?” dedim. O da; -“Kaymakamlık gönderdi. Kaymamak gerekirse seni mahkemeye verecek, gerekmezse, oraya karışmayız” dedi. -“Ben görevimi kötüye kullanmadım. Savcıya burada da verdim ifademi. Ne gerekiyorsa, yapın. Durum bundan ibaret. Aha bak, 15 dene askerin var. Niye gedip de yakalamıyon?” dedim. -“Tamam hocam. Durum anlaşıldı. Bize Allahaısmarladık” dedi. Pikaba bindiği gibi gitti. Kellekesen Efo’dan tarafa bakmadı bile. O günden sonra Kellekesen Efo ekinini biçtirdi, harmanını kaldırttı, pancarını sulattı. Her bir işini de gördürdü. Maşat Karakol Komutanı her taraftan yiyordu. Hem Kelleci’den yiyordu, hem de vatandaştan. Komutan götürüyordu birisini karakola, “Sen Kellekesen Efo’ya yataklık yapıyormuşsun, onu saklıyormuşsun” diye. Adam da jandarmadan kurtulmak için, veriyordu parayı. Kellekesen Efo’nun da para yedirdiğini duyardık komutan Gemükgıran’a. Kellekesen Efo inermiş Maşat Ova’ya. Gördüğü ilk adama; -“Şu zarfın içindeki parayı al, komutana götür. Yoksa seni öldürürüm” dermiş. 35 36 BÖLÜM 4. MAHMUT İŞ Ben Boldacı Köyü’ndenim. Zile Kütüphanesi’nden emekli oldum. Köyümüz Boldacı, eski ve köklü bir köydür. Köyümüzdeki camide, çok eski bir evliya, veli yatar. Velilere saygı göstermemenin cezaları çok büyük olsa gerekir. Eskiden herkes çalışmaya giderken, caminin önünden geçerken, ellerini kaldırır ve orada yatan mübarek zata bir Fatiha okur, dua ederdi. Günümüzde ise traktörün sırtına binen, evliyanın önünden geçerken, 37 38 yüzünü öte yana dönüp gidiyor. Eğer bu velilere inancımız var ise, köyümüzde olan hadiselere, başımıza gelenlere, biraz da bu cepheden bakmak gerekir. Bu çevrede böyle 4 adet köy vardır. Çeltek, Şıheylik, Karaşık ve Boldacı Tekkesi. Bu 4 köyde de büyük veli vardır. Ama günümüzde bu 4 köydede velilere saygı gösterilmediği için, bu köylerin hepsi de haşat olmuştur. Kellekesen Efo gerçekten mert, yiğit, delikanlı ve yürekli bir insan idi. Mezarı Çekerek Mezarlığı’ndadır. Kardeşinin kızı Döndü İnan yaptırmış mezarını. Babasına Haspolat, anasına Ağ Gelin derlerdi. İk tane baba bir anne ayrı erkek kardeşi vardı. Daha önce Sali ismindeki bir kardeşi de balta ile öldürülmüştü. Kellekesen Efo’yu kötüleyenler, Ormancı İbrahim’ sağ iken ondan korkup da köyden kaçanlardır. Kellekesen Efo öldürüldükten sonra bile, bu insanlar birkaç sene yine ortaya çıkamadılar. “Kellekesen Efo aslında ölmedi. Hükümetten kaçmak için, rol yapıyor. “Öldü” diye şayia çıkartıyor. Daha sonra köye gelip düşmanlarından öç alacak.” dediler. Nice sonra Çekerek Mezarlığı’nda mezarını gördü millet, Ormancı İbrahim’ zaman inandılar ki, Kellekesen Efo öldü. Bu adamlar ancak ondan sonra köye tekrar dönebildiler. Kellekesen Efo çok fakir idi. Köyümüzde belki 20-25 evin ocağını yaktı geçinebilmek için. Babasının malı çok idi. Babasından kalan mirası analıklarından istedi, ama alamadı. Bütün isteği, köyün kıyısında, Arpalık denen tarladan bir ev yeri alabilmekti. Kellekesen Efo, analığı Binlik’i çeşmenin başında görüyor. -“Babamdan kalan yerden bana, tek bir göz ev yapacak yer ver, Aba” diyor. O da; -“Senin baban Haspolat değil. Satılmış’ın Mıstık. Get malını ondan al” diyor. Kellekesen Efo’da bu cümleyi duyunca, kendini kaybediyor ve tabancasını çekip, analığını tek kurşunla öldürüyor. Analığı Binlik, hemen pınarın oraya düşüyor. Kellekesen Efo’da saçını eline doluyor, analığının kafasını orada kesiyor. Binlik’in kocası da olay olduğu zaman orada imiş. Olayı görünce, kocası kaçıyor. Hatta dene ambarı’nın içine girdiğini söylediler. Analığının kellesini alıp köyün içinde giderken; -“Bakın komşular. Mal sevdasına düşenin hali budur. Bakın da ibret alın” diyor. Oradan mezarlığa gidiyor ve musallanın taşın üstüne dikiyor kesik kelleyi. Orada da hıncını alamıyor ve götürüyor arpa yığının tepesine dikiyor kesik kelleyi. Ağzına da bir demet arpa kellesi koyup; -“Al işte, doymuyordun. Ye bak şimdi” diyor. Oradan kalkıyor, kör analığının yanına geliyor. -“Aba. Bana Arpalık’dan 2 gözlük bir ev yeri veriyon mu, vermiyon mu?” diyor. -“Yavrun orayı sana verirsem, Hatun’u ne yapıyım?” diyor. Bunun üzerine onu da yatırıyor ve hayvan boğazlar gibi boynunu yarı yerine kadar kesiyor ve bırakıyor. Oradan firar ediyor. Asker köylüye biraz baskı yapınca, bu durumdan rahatsız oluyor ve “Köylü benim yüzümden çile çekmesin” diye teslim oluyor. Hatta köyden ayrılırken, 39 40 caminin önünde; -“Komşular ben size acı çektirdim. İnsan başına iş gelir, dağ başına kış gelir. Beni kınamayın. Hakkınızı helal edin” diye de onlardan helallık istiyor. Bu olaylar 1972 yılının harman zamanı oluyor. Yargılandı. Bir müddet Zile, daha sonra Tokat’ta yattıktan sonra, Sivas Yarıaçık Cezaevine’ne nakledildi. 1979 yılının bahar aylarında, bu cezaevinden kaçtı. Çünkü, cezaevinden Ormancı İbiş’e haber gönderiyor. “Dayıoğlu, benim malımı almayın” diye. Bunlar dinlemiyor. Bunun üzerine firar ediyor. Fakat Ormancı İbişgil; -“Yav, bu bize cezaevinden ne edecek. Cezaevinde bunun pili biter” diyorlar kendi kendilerine. Kellekesen Efo’nun üvey kardeşi Abdullah İnan kanalı ile, Ormancı Kör İbiş bütün tarlaları İzaleyi Şüyu ile alıyor üstüne. Kellekesen Efo’nun öz kardeşi Zihni, bu olaylar seyirci kaldı ve müdahale etmedi. Onun da bu işlerde vebali vardır. Bir gün Kellekesen Efo’ya sordum, “Kardeşin Zihni’de bütün bu olaylara seyirci kaldı. Niye ses çıkarmıyorsun” diye, bana “Yav, vuramıyorum. Tabancayı elime alıyorum. Kardeş kanımı, kardeş bağımı beni durduruyor, vuramıyorum. Ellerin kırılıyor tetiği çekemiyorum” derdi. Böyle de mert bir insandı. Bu arada 9 ay kaçtı. Bu arada sürekli Ormancı İbiş’e, köyün hatırı sayılı büyükleri ile haber gönderiyor; -“Bana bir tarla verin. İddiamdan vaz geçiyim. Ben de geçimimi sağlayım. Benim cezam bitmek üzere. Gidip teslim olacağım ve cezamı çekeceğim. Ondan sonra ben Şekil 8. Kellekesen Efo’nun oğlu Mustafa’nın, babasının yattığı cezaevi önünde çekilmiş bir çocukluk fotoğrafı 41 42 de bir hayat sürüyüm” diye. Ormancı Kör İbişgil sürekli olarak; -“Hayır olmaz. Tarla marla vermeyiz” dediler. Fakat ertesi sene Bu Kör İbişgil’in tarlaları orakta kaldı. Tarlalarını biçemediler. En sonunda bunlar birkaç silahlı adam ile Hasanbaş Tarlası’na ekin biçmeye gidiyorlar, hanımları ile birlikte. Bunu duyan Kellekesen Efo, tarlaya varıyor ve otomatik tüfek ile bunları tarıyor. Köyde; -“Bunların kurşunu beni vuramaz” dedi. Ben gördüm. Ormancı Kör İbiş domdom kurşunu ile Kellekesen Efo’ya atmış bir kere. Kurşun vücuduna değmiş ama geçmemiş. Mosmor olmuştu kurşunun değdiği yer. Ben bunu gözlerimle gördüm. Bana sonra gösterdi orasını. Bunların hepsini önüne katıyor ve eve getiriyor. Evde toklu kesiyorlar, beraber yiyorlar. “Sana bir tarla vereceğiz” diye Kellekesen Efo’ya söz veriyorlar. Ama Kellekesen Efo gidince, “Ne tarlası veriyoruz sana” dediler. Ormancı İbişgil, Kellekesen Efo’yu pusuya düşürüp öldürmek için plan yapıyorlar. Kellekesen Efo’yu kim vurursa, Erikli Bahçe’yi veya Hasanbaş Tarlası’nı o alacak diye de aralarında mükafat belirliyorlar. Ormancı Kör İbiş, bir de boğma ipi ayarlıyor ve cebine koyuyor. Bu arada, bunu duyan Ormancı Kör İbiş’in abisinin baldızı, Sadığın Ali’nin gelini, Kellekesen Efo’yu Omacın Şevki’nin evde bulup; -“Satılmış. Bugün seni pusu kurup vuracaklar” diye haber veriyor. Bunu duyan Kellekesen Efo, bunları takip ediyor. Kör İbiş’i, Şimşeğin Hasan’ın duvarın üstünde buluyor. Karşısına dikiliyor. -“Dayıoğlu, tarlayı vermeye niyetin var mı, yok mu?” diyor. O da; -“Gel heğri emeoğlu. Ben sana bir tarla değil, iki tarla veririm” diyor. Efo’da; -“Yok yav, bu iş son daha, bitti” diyor. Oradakilere “Dağılın lan hepiniz. Hiç kimse kalmasın burada. Sen kırmaşma yanlız” diyor Kör İbiş’e. Hatta bizim Osman’da, su deliğinin içine giriyor korkusundan. Otomatikle bir tarıyor, Kör İbiş yerinden bile kalkamadan, duvarın üstüne yığılıp, kalıyor. Oradan herkese talimat veriyor. Hocaya, “Cenazeyi yıkamayacaksın”, birkaç kişiye “Cenazeye gelmeyeceksiniz” diye. Telefonları kesiyor, karakola haber verilmesin diye. “Hiç kimse cenazeye ellemesin, burada kalsın diyor. Jandarmanın haberi oluyor ve gece jandarma geliyor. Efo’da, olayın olduğu yere 50 metre uzaklıktaki Kendirliğ’in içine giriyor ve bekliyor. Jandarmalar sabaha kadar ateş yakıp, cenazenin başında bekliyorlar. Daha sonra ben Efo ile konuştuğumda, bana; -“Ben Kendirliğ’in içinden, jandarmanın bütün konuştuklarını sabaha kadar dinledim” dedi. Biraz zaman geçtikten sonra, Efo kendini kaybetti. Bütün değerler bitti, iş maddiyata girdi. Bir gün Çubuk Bağı’nda ben, Osman, Yusuf tırpan biçiyoruz. Benim büyük birader; -“Ben bugün Kellekesen Efo’yu rüyamda gördüm” dedi. Aradan biraz zaman geçtiki, Kellekesen Efo aşağıdan “Selamünaleyküm” diyerek geldi, oturdu. 43 44 -“Satılmış, açmısın?” dedim. Günlerden bir Ramazan günü idi. -“Acım arkadaş yav!” dedi. “Ekmek yemedim. Şimdi yedim desem, yalan olur” dedi. -“Satılmış, sigaran var mı?” dedim. “Yok” dedi. Oradan atladım köye gittim. Ekmek yapan bir ev gördüm. -“Bana bir gaç dene çökelekli falan yapın” dedim onlara. Kadınlar da; -“Ne yapacaan mübarek Ramazan günü çökelikliyi” dediler. -“Şu yakın Alevi köyünden bi misafir geldi. Onnara vereceem” dedim. Gittim bakkaldan 3-4 tane sigara aldım. Götürdüm bunları Kellekesen Efo’ya verdim. Çıkardı sigaranın parasını, attı. “Almam” falan dediysem de, dinlemedi. -“Parayı koy cebine, yoğsam götürürüm gerisin geriye” dedim. Böyle deyince ağlamaya başladı. -“Arkadaş, acaba bende hürriyetime gavuşup da, şöyle sizin gibi tarlamda, tümümde çalışabilir miyim?” dedi. -“Yav, insan başına iş gelir. Böyle yapma Satılmış, ağlama yav” dedim. Elindeki tüfeği şöyle dayadı ve; -“Şu tüfek bana birinci düşman. Bir çalının dibine otursam, bir ses gelse, ‘Pıt’ etse, yüreğim ağzıma geliyor. Yav arkadaş bunları bana çok görmen” dedi. “Ben şurda, kayısı ağacının dibinde biraz yatıyım. Gece uyumadım. Jandarma falan gelirse, telaşlanman. Bana bir şey demezler, korkman” dedi. Orada biraz yattı, uyudu. İkindi civarında uyandı. -“Yav Satılmış, niye bize de heç gelmiyon, galmıyon? Şekil 9. Öldürülen ormancı İbrahim Uyar’ın günümüzde kimselerin oturmadığı ve virane olmuş evi. Bizim orıyada gel. Yimek falan ye” dedim. -“Ben sizin orıya gelmem” dedi. -“Niye gelmiyon?” dedim. -“Size kanunen şerrim bulaşır. Jandarma tarafından size baskı gelir” dedi. Yani benim yüzümden, size sıkıntı verirler demek istedi. Böyle de mert delikanlı idi. Son dönemlerde bazı dengesiz kişiler Kellekesen Efo’nun koltuğuna girdiler ve onu şişirtmeye getirdiler. Mesela bizim köyden Topal İbiş, Çekerek Elemin Köyü’nden Elmas’ın oğlu Cafer gibi kişiler, “Falanca köyde, şu aşiretin parası var, filanca köyde şunun davarı 45 46 var. Onlardan koyun getir, yiyelim. Sen yiğitsin, senin önünde kimse duramaz. Bugün köyde ormancı var, bize et lazım” diye diye onu yoldan çıkardılar. Son zamanlarda; -“Beni öldüren cennetlik olur. Benim heç bi gurtuluş halim galmadı” diyordu. Efo, Sarıköylüler’in davarlarına dadanıyor. En sonunda bunu orada balta ile öldürüyorlar. Bu Kanlı Tarla yüzünden, Kellekesen Efo’nun iki analığı öldü. Kellekesen Efo’nun kendi öldü. Oğlu öldü. Ormancı Kör İbiş öldü. Kör İbiş’in oğlu da öldü. Kör İbiş’in oğlunu öldüren amcasının oğlu da öldü. Nerdeyse 8-10 kişi öldü. Daha önceleri bir Zileli’ye ait olan bu tarla yüzünden yine 5 kişinin eskiden öldüğünü söylerler köyümüzde. ………………….. Köyümüzden Ağgöz isminde biri vardı. Ağgöz bir yerden bir Keleş (Kaleşnikov) alıyor ve sağda solda; -“Bende de Keleş var. Ben de artık bir Kelleci oldum” diye konuşuyor. Kellekesen Efo bir gece Ağgöz’ün evine giriyor. Bakıyor ki Ağgöz Hüseyin ile hanımı üstleri açık yatıyorlar. Bunların üstlerini örtüyor. Ağgöz’ü uyandırıyor ve; -“Bak üstü açık yatıyordu. Üstünü ben örttüm. Bende böyle bir şeyler olmaz” diyor. Daha sonra Ağgöz’ün iki oğlunu dağa kaçırdı ve; -“Keleş’i falanca yere getir, oğullarını bırakıyım” dedi ve Keleş’i getirtti. .............................. Bir gün Göynücekli birisi, Adliye’nin bahçesinde bana bir olay anlattı. Etliğin oğlu Bektaş ile Kellekesen Efo minibüs ile Amasya’dan Turhal’a gidiyorlarmış. Çengel Boğazı Mevkisi’ne geliyorlar. Minibüste laf Kellekesen Efo’dan açılıyor. Yolculardan birisi şoföre; -“Gardaş! Buralarda Kelleci diye biri geziyomuş. Etme noolur buralarda yolcu mulcu alma. Turhala’a gadar durmadan gedek” diyor. Yolculardan birisi; -“Ula, Kelleci gelse ne yazar, gelmese ne yazar? Gelse nöreecek ki? Aha önümüze gelirse, durdurun minibüsü, bindirin” diyor. Kellekesen Efo şoföre; -“Gardaş, iki dakka su dökmeye dursam. Çok sıkıştım” diyor. Efo arabadan iniyor, paltonun altından Keleş’i çıkarıyor, şoförün kapıyı açıyor ve şoföre; -“İn bakalım aşağıya” diyor. Peşinden yolcuların hepsini de indiriyor. Kellekesen Efo bir yana geçiyor, Bektaş diğer yana ve yolculara; -“Herkes cebindekini yere koysun” diyor. Daha sonra o ileri geri konuşan yolcuya; -“Ulan gavat! ‘Kelleci olsa ne yazar, olmasa ne yazar?’ diyodun. Hadi ben Kelleci’yim. Ne yapacaasan, yap bakalım” diyor. Onu söyleyen yolcu altına ıslatıyor. Kellekesen Efo yolculara; -“Ben eşkıya değilim, çete değilim. Benim başıma bir iş geldi. Benim kimseye şerrim dokunmaz. Şimdi herkes boşalttığı kendi malzemesini alsın. Bir daha da sakın ha, Kelleci hakkında ileri geri konuşman. Çekin, gidin” diyor. Ormana girip, kayboluyor ikisi de. ………………………. Bir defasında da Zile’de rastladım Efo’ya. Ben Eski Müftülüğün ordaki Halıköy’lü Hafız’ın kahvede oturuyordum. Toruk, Recep ve 3-4 kişi daha geldiler 47 48 kahveye. Bunlar Kellekesen Efo’dan kaçıyorlardı. Kahvenin gizli bir bölmesi vardı, orada oturuyorlardı. Kellekesen Efo da onların oraya geldiğini haber almış. Ben Boyacı Hasanağa Camisi’nin orada oturuyordum. Saat gece 11 sıralarında, evin önünde duruyordum. Hamamın arkasında bir karaltı gördüm. Birisi bana; -“Mahmut, sen misin?” diye seslendi. Bir baktım, bizim Kellekesen Efo. Hoş, beş ettik. -“İlla eve girek, bi şeyler yiyek” dedim, -“Yok eve girmeyecaam, bir işim var” dedi. -“Yav, ne işin var?” dedim. -“Senden bi ricam var” dedi. -“Ney?” dedim. -“Şu Halıköy’lü Hafız’ın kaavede filan, filan, filan kişiler var mı, yok mu? Bana bir bak da, söyle. Şimdi ben de inecaam de, polis molis var.” dedi. Kahveye gittim, kahvenin karanlık bir bölmesi var. Dediği adamlar orada oturuyorlar. Hemen Kahveci Hafız’a; -“Hafız! Şu kişilere söyle, hemen burayı terk etsinler” dedim. Hafız meraklandı ve; -“Yav, ne var? Noğoldu?” dedi. Ben tekrar; -“Hemen acele burayı terk etsinler. Kellekesen Efo yakında bir yerde ve bunları arıyor” dedim. Hafız hemen bunlara haber verdi ve bunlar 4 kişi üstten aşağı, eski Tekel Binası, yeni Bağkur İşhanı tarafına doğru kaçtılar. Onlar kaçtıktan sonra, ben Kellekesen Efo’nun yanına gittim. Bana; -“Neğettin?” dedi. -“Orda heç kimse yok” dedim. -“O dürzüler orıya geliyomuş yav Mamut” dedi. Şekil 10. Yozgat Çekerek’e bağlı Sarıköy’de, Kelleci Efo’nun öldürüldüğü ağıl yerinin günümüzdeki kalıntısı. -“Bilmiyom geldiklerini. Ama ben görmedim kimseyi” dedim. Biraz ayaküstü lafladık, oradan Kellekesen Efo Hafız’ın Kahve’nin önünden geçti, gitti. O arada Hafız, Kellekesen Efo’yu görmüş. Ertesi gün Hafız beni görünce; -“Yav Mamut. Dün gece seni gerçekten takdir ettim. Hakketen de Kellekesen Efo geldi, buradan geçip, gitti ya” dedi. O aralar Şimdiki Adliye Binası’nın yerinde olan Eski Garaj’daki Gödek Hasan’ın Kahve kurşunlanmıştı. 49 50 Eyüpoğlu’nun Meyhane kurşunlanmıştı. Yani sıra buraya gelmişti. Ertesi günler, o adamlar tekrar kahveye gelince; -“Arkadaş, bir daha benim kahveme gelmeyin” demiş. Aradan bir iki ay geçmişti. Bir gün eve Toruk, Göğibiş ve anası ellerinde yoğurt, tereyağı, çökelik gibi ufak tefek hediyelerle geldiler. Ben de o zamanlar hasımdım onlarla. Birbirimize kurşun atmıştık ve konuşmuyorduk. Bunlar olayı duymuşlar. Kendilerini, benim kurtardığımı duymuşlar. Anası dedi ki; -“Oğlum. Biz seni düşman biliyorduk. Sen bizim düşmanımız değilmişsin” dediler. Ben de; -“O benim insanlık görevim. O sizinle ilgili bir şey değil” dedim. Biz orda barıştık. ………………………….. Kelleci’nin, balta ile öldürülen kardeşi Sali’nin de, “Sır Kapısı” programlarına konu olacak bir hikayesi vardır. Bu Sali köyümüzde bekçi idi sene 1956 yılında. Sali, Kör analığından olma idi Kellekesen Efo’nun. Ben o zamanlar 7-8 yaşlarında idim. Kendisinin çok asabi biri olduğu söylenirdi. Vurur, kırar, biçer, takar bir kişiymiş. Köyümüzde Yayık Hasan’ın Gelinleri derler, 2 gelin vardı. Bu gelinler tarlaya giderken, Çubuk Bağı dediğimiz bir mevkide bulunan bir bahçeden biraz elma alıyorlar. Elma bahçesi başkasının imiş. Bekçi Sali bunları bağda yakalıyor. Vebali söyleyenlerin boynuna, gelinleri elma çalarken suçüstü yakalamışken, bunlara kötü muamelede bulunmaya kalkışıyor. Kadınlar kurtuluyor Bekçi Sali’nin elinden. Akşam evde kocalarına bu durumu anlatıyorlar. Bunların kocaları da Gediğin Oğlu Dursun ile Kör Üsüyünün Babası Kamil. Bunların ikisi de bekçi. Kamil, Fidit Mevkisi’nde bekçi idi. Sali de Çubuk Bağları’nda bekçi idi. Aradan bir iki gün geçiyor. Çubuk Bağları’nda Sokak Mevki diye bir mevki vardır. Kamil; -“Dursun, sen bu Sali’yi bir sigara sarmaya çağır” diyor. Kamil baltasını bileğiliyor ve bu Sokak Mevkisi’ndeki kuytu bir yerde pusuya yatıyor. Dursun, Sali ile sigara içerken, Kamil arkadan geliyor ve baltayı nasıl vuruyorsa, tam ağzından kafasını parçalıyor. Cesedini alıp, ekinlerin içine atıyorlar. Derken, Sali 15-20 gün kayboldu ortalıktan. Herkes merak ediyor ve arıyor. Yüksek kavakların üstüne çıkıp öyle ararken, birisi ekinin içinde Sali’nin cesedini görüyorlar. Cesedi aldılar köye getirdiler. Olayın faili çıkmayınca, Jandarma köyden tuttuğunu aldı aldı götürdü ifade almaya. Köylüye epey işkence edildi. Belki 50-60 kişi dayak ve kötü muameleden geçti. Çakır Hakim diye bir hakim vardı. Şüphelilerin ifadesini alıyor bu hakim. İfadeleri alırken, Dursun tavırlarından biraz şüpheleniyor. Ona; -“Bak garoğlan, garoğlan. Senin ağzın dilin, ‘Görmedim’ diyor ama, bak gözlerin ‘Gördüm’ diyo. Birkaç gün sonra sana geleceem. Dikkat et. Gel gizleme, söyle gerçee” diyor. Sali’nin öldürülmesi, ekinler ütme iken olduydu. Harman zamanı bir gün, ortada yağmur yok, bulut yok. Bir çatırtı koptu. Ben kendimi korkudan yere attığımı hatırlıyom. Meğerse Fidit Bağları’na yıldırım düşmüş. 51 Derken köye bir haber geldi. “Fidit Bağları’ndaki bekçi gümelesine yıldırım düşdü” dediler. Sali’ye baltayı vuran Kamil de, Çakır Hakim’e ‘Görmedim’ diyen Dursun da yanmış, kömür gibi olmuşlar. Çakır hakim yine köye geldi. Cesetlerin başına dikildi ve; -“Eeee garoğlan. Senin ağzın dilin, ‘Görmedim’ diyordu ama, bak gözlerin ‘Gördüm’ diyodu. ‘Fazla sürmez, sana da gelirim” diyodum. Bak geldim işde Garoğlan” dedi. Tabii sonradan bütün bu olaylar açığa çıktı. Gelinlere sarkıntılık falan. O zaman herkes anladı, bu ölümlerin sebebini. Ama bu arada vatandaşın çektiği yanına kaldı. O günlerde vatandaş çok işkence gördü. Bizim bu Kellekesen Efo’nun davasında da, köyümüzden Göğcelinin Dursun isminde bir vatandaş, jandarmadan çok işkence gördü. “Sem Kellekesen Efo’ya destek veriyormuşsun” diye, bu vatandaş çok işkence ve kötü muamele gördü. Köyde halen, birisi “Jandarma geliyo” deyince, girmeye delik arar. 52 BÖLÜM 5. MUSTAFA ZENGİN 1975-1981 yılları arasında Boldacı Tekkesi Köyü’nde öğretmenlik yaptım. Ben halen Zile Kütüphanesi Müdürü’yüm. Biz 4 öğretmen arkadaş olarak çalışıyorduk. Ben orada yıl kaldım ama bize, okula en ufak bir zararı olmamıştır. Hatta cezaevinden kaçtığı günlerde bir gün köyün içinde karşılaşmış ve selamlaşmışız. Ben tanımıyordum. Daha sonradan “Efo, o selamlaştığım kişi idi” dediler. Ben orda vazife yaparken, benim otomobilim vardı. 53 54 Herhalde onu biraz kışkırtmışlar. “Niçin öğretmenlerden haraç almıyorsun? Niye Mustafa Hoca’nın arabasını kullanmıyorsun?” diye. Daha sonra ben köylülerden “Ben öğretmenleri bu işlere bulaştırmam” dediğini duydum. Ben köyde vazife yapmaya başladıktan 3-4 yıl sonra, Kellekesen Efo’nun hapisten kaçtığını söylediler. O zamanlar jandarma ekipleri sık sık köye gelir ve araştırma soruşturma yaparlardı. Fakat nedense hiçbir ipucu da çıkaramadılar. Mevsimlerden yaz idi. Bir gün caminin karşısında yunak vardı. Biz orada 4-5 kişi oturuyorduk. Ormancı Kör İbiş de, 4-5 arkadaşı ile bizden 15 metre kadar uzakta, Çevrik dediğimiz bir ağaç altında oturuyordu. Burası etrafı taş duvarla çevrili, çayırlık bir yerdi. Vakit öğleden sonra 5-6 sıraları idi. Birden bizim yanımızdaki birisi, “Aha Efo geldi” dedi. Hepimiz birden ayağa kalktık. Kör İbiş duvarın üstünde oturuyordu. Efo otomatik silahı İbiş’e doğrulttu. Biz de, hem olaya şahit olmayalım, hem de silahtan çıkan kurşunlar bize de gelebilir diye, kaçıştıuk. Daha 10 metre uzaklaşmamıştık ki, otomatik silahın sesi duyuldu. Ormancı İbiş yerinden bile doğrulamamış ve ölmüş. Kaçak yaşadığı birkaç yıl içinde, ne Boldacı Köyüne, ne de çevre köylere herhangi bir zarar vermedi. Kimsenin ırzına, namusuna dokunduğunu duymadık. Onun derdi, arazi ve miras meselesi idi. Fakat Efo’nun yanına başka bir kaçağın takıldığını duyduk. Daha sonra yanındaki bu kaçak birkaç soygun yapmış. Bunun üzerine Efo, bunu yanından dışlamış. Bir Şekil 11. Ormancı İbrahim Uyar’ın, Kelleci Efo tarafından makineli tabanca ile öldürüldüğü “Çevrik” isimli yer. müddet kendi köyünde kaldıktan sonra, Elemin Köyü’ne gittiğini duyduk. Benim tahminime göre, Efo’yu burada kullandılar. Onun sırtından, çevreyi haraca bağladılar. Sonunda Sarıköy’de öldürüldüğünü duyduk. 55 56 BÖLÜM 6. DÖNDÜ İNAN Ben Kellekesen Efo denen Satılmış İnan’ın eşiyim. Biz 1966 senesinde evlendik. 6 sene beraber evli kaldık. Daha sonra o cinayet olayı oldu. Eşim 1979 yılında öldürüldü. Eşim öldürülünce, bana rahmetlik ağabeyim baktı. 2 sene sonra Zile’de berberlik yapan bir şahısla 57 58 evlendim. O da rahmetli oldu. Eşim Satılmış İstanbul’da çalışıyordu. Ordan geldi ve ekinleri sürdürmek için köye gitti. Biz o zaman Zile’de duruyorduk. 2 gün sonra duydum ki, analıkları ile tartışmış ve onları öldürmüş. Analıklarından tarla hissesini istemiş. Onlar da “Herkes kendi hissesini aldı” demiş. Eşim dönmüş gidiyormuş, analığı “Ne olacak, sen Satılmış’ın Mıstığ’ın oğlusun” demiş. Böylece cinayet oldu diye biliyorum. Kellesini kesmiş ve yığının tepesine dikmiş. Oradan gitmiş diğer analığını da kesmiş. O analığının gözleri görmüyordu. Oradan firar ediyor eşim. Ben yeni doğum yapmıştım ve kucağımdan kızım vardı. Eve jandarmalar geldi. Beni sorguladılar. Benim böyle haberim oldu. Epey kaçtı eşim. Jandarmalar bulamadılar. Ben de babamın Küçüközlü Köyü’ne, babamın evine gittim. Biraz orda durdum. Daha sonra eşim teslim oldu. Ben de Zile’ye geri geldim. Kafasını kestiği Binliğ’in oğlu beni Zile’de gördükçe hatırımı sorar ve eşime götürmem için para verirdi. Eşimle cezaevine ziyarete gittiğimde konuşurdum. Bana, onları öldürmek hiç aklında fikrinde olmadığı halde, analığının o lafı yüzünden kendini kaybettiğini ve cinayetleri işlediğini söylerdi. Ömce Zile’de, sonra Tokat’ta yattı. Daha sonra Sivas’a nakledildi. Buralarda kendisini ziyaret ederdim. Bir gün Sivas Cezaevi’nden kaçtığını duydum. Şekil 12. Kelleci Efo’nun oğlu Mustafa (sağda, uzun boylu) bir arkadaşı ile birlikte. 59 60 Kaçtıktan sonra çeşitli yerlerde saklandı. Bana haber gönderir, ben de saklandığı yere giderdim. Bir zaman Çekerek İlçesi’ne bağlı Gökdere Köyü’nde kaldı. Orada Tabakalı Anşa diye birinin yanında kaldı. Ben de kaldım yanında. 15 gün kadar kaldık orda. Daha sonraları Çekerek İlçesi’ne bağlı Elemin Köyü’nde de kaldı. Orada Cafer isminde biri, milletten “Kellekesen Efo istiyor” diye para toplamış. Eşimin üstüne atmış. Daha sonra eşimin Sarıköy’de öldürüldüğünü duydum. Benim Mustafa isminde bir oğlum vardı. Zile’de Hükümet Binası’nın önünde boyacılık yapardı. İntikam almak için oğlumu öldürmeyi planlamışlar. Eşimin öldürdüğü Ormancı Kör İbiş’in oğlunu kışkırtmışlar. Kör İbiş’in oğlu Zile’ye gelmiş ve oğlumla arkadaşlık kurmaya başlamış. “Ben babanın bir arkadaşının oğluyum. Arkadaş olalım. Bağlara gidelim, gezelim” demiş. Oğlum da “Annemin haberi olmadan gitmem” demiş. Bende de hata oldu. Oğluma “Oğlum, bizim düşmanımız var. Aman dikkatli ol. Sana yanaşanlar olursa, bize haber ver” demedik. Oğlum da, kendisi ile arkadaşlık kurmak isteyen çocuğu söylemedi. Söyleseydi, biz de uyarırdık. Oğlum saldırıya uğramadan 1 saat önce, Hükümet Binası’nın önünden geçtim ve oğlumu gördüm. “Ben dayıngile gidiyorum. Benden habersiz bir yere gitme” dedim. Benden sonra, berber olan eşim eve gidiyormuş. O da görmüş ve konuşmuş Mustafa ile. O zamanlar Hükümet Binası’nın önünde sık ağaçlar vardı. Ağaçların arasından geliyor ve oğlumun boynuna bıçak ile vuruyor. Oğlu Mustafa’yı alıp hastaneye kaldırmışlar. Haber verdiler bize. Zile’den Tokat Hastanesi’ne götürdük. Orada yoğun bakıma aldılar. Bizi yanına sokmadılar. Biz de oradan Zile’ye geldik. Karakola’a çağırdılar bizi. “Kim yapmış olabilir” diye bize sordular. Biz de karşı taraftan şüphelendiğimizi söyledik. O çocuğu yakaladı polisler. Mahkeme olmaya başladı çocuk. Karşı taraftan mahkemeye gelen olmazdı. Gelseler de, beni görünce kaçar, yanaşmazlardı. Ben mahkemeye sürekli bıçak falan ile gidiyordum. Fırsatını bulsam, ben de karşı tarafa zarar verecektim. Çünkü evlat acısı bana dokunmuştu. Çünkü oğlum Mustafa Tokat’tan Ankara’ya sevk edilmişti ve burada 1,5 ay yattıktan sonra vefat etti bu yaranın etkisi ile. Oğlum Mustafa öldüğünde 15 yaşındaydı. Oğlumu öldüren çocuğa 8-9 sene gün verdiler. Ama ben mahkeme salonunda çocuğa beddua ettim, “Allah sana da kınalı parmak sıktırmasın” dedim. Daha sonra af çıktı ve salıverdiler. Bunu salınca, askere aldılar. Askere gidip, dağıtım iznine gelmiş. Dağıtım izni sırasında, amcalarından babasının tarlalarını istemiş. “Hiç yok yere, bana o suçsuz çocuğu öldürttünüz. Beni günaha soktunuz. 61 Bundan sonra karşınızda Kellekesen Efo benim. Verin benim babamdan miras kalan tarlaları bana” demiş. O zaman akrabaları bunu öldürmüşler. Daha sonra Zile’nin girişine, ağaca asmışlar. Kendi kendine intihar etti süsü vermişler. Suçu da bana atmışlar. “Bunu öldürdüyse, Efo’nun hanımı öldürttürmüştür adam tutup” demişler. Polislerde “Siz o kadının çocuğunu öldürttünüz. O kadın size mahkeme salonunda beddua etmişti. O kadının bedduası tuttu. Onu siz öldürdünüz” demişler. Daha sonra o amcalarını da başkaları öldürdü. Velhasıl o Kanlı Tarla’nın yüzünden kaç kişi öldü. Çok sıkıntı çektim. Eşim Satılmış hapiste idi. Ben de geçinmek için tarlaya çalışmaya gidiyordum. Ufak 1 yaşındaki kızımı, eltimin kızına bırakıyordum. Bir gün geldim ki, kızım ölmüş. Eltimin kızı su getirmeye gitmiş. Kızım da salıncağın ipine asılı kalmış ve ölmüş. 62 BÖLÜM 7. Koca İbo (İBRAHİM ERGİN) Ben Zile-Çekerek arasında, minibüs ile yolcu taşırım. Aslen Yozgat Çekerek İlçesi, Sarıköy’denim. Bir gün Çekerek’den, Zile’ye gitmek üzere yola çıktım. Sarıköy 63 63 yol ayrımına geldiğimde, bir kişi minibüsün önüne çıktı. Durdum. Baktım bizim Kellekesen Efo. -“Ne o lan? Böyle yola çıkıp, araba önü kesecek kadar düşdün mü?” dedim. Tabii şaka yaptığımı biliyor; -“Ooo, İbo Dayı! Sen miydin? Seni gelirken tanıyamadım” dedi. Biraz lafladık. Daha sonra bana; -“İbo Dayı, sen Zile’de benim evi biliyon. Al şu emaneti, benim hanıma ver.” dedi. Verdiği şeyi, götürdüm hanımına verdim. Ben kendisinden bir zarar görmedim, yolda herhangi bir arabayı durdurup, soyduğunu da duymadım. Daha sonra bir gün, bizim köyde balta ile öldürüldüğünü duydum. 64 BÖLÜM 8. BEKİR İNAN Ben Kelleci denen, Satılmış İnan’ın akrabasıyım. Halen Zile İtfaiyesi’nde çalışıyorum. Herhalde 11-12 yaşlarındaydım. Bizim köyden Pelteğin Ali’nin Ömer ile, Göğce Deresi mevkisinde davar güdüyordum. İkimiz de uyumuşuz. Bir ıslık sesi ile uyandık. Baktık, uzaktan iki kişi geliyor. Gelenler Kelleci Efo ile Etliğin Bektaş imiş. Bize yaklaştılar ve 10-15 metre kala, Etliğin Bektaş, Kelleci’ye “Sen bana izin ver, ben bunların ikisini de kaybediyim” dedi. Bizi korkutmak için mi söylediler yoksa ciddi mi söylediler, anlayamadım. Ama bizim 65 Şekil 13. Kelleci Efo’nun boğazı kesilerek öldürülen oğlu Mustafa. 66 bacaklarımız korkudan titriyordu. Efo, “Gelsinler bakalım, kimin nesi bunlar, bir soralım” dedi. Bize kim olduğumuzu sordu. Biz de kimlerden olduklarımızı söyledik. Efo “Yav, bunların ikisi de bize akraba imiş” dedi. Daha sonra bize “Sahipsiz davar olur mu? Kurt yer, başkasının arazisine girer. Bir daha dikkatli olun. Açın bakalım avuçlarınızı” dedi. Elindeki değnekle, elimizi acıtmayacak kadar ikimize de ikişer değnek vurdu ve bizi gönderdi. BÖLÜM 9. KELLECİ EFO (SATILMIŞ İNAN) HAKKINDAKİ MAHKEME KARARI T.C. ZİLE AĞIR CEZA MAHKEMESİ Sayı: Esas No : 1972/141 Karar No : 1974/24 C.M.U. No : 1972/756 Başkan Yard. : Ceza Hakimi Ali Ceylan 16568 Üye : Kukuk Hakimi Yusuf Ziya Aras 16390 Üye : Kahim Yard. Mehmet Ülger 19032 C. Savcı Yard. : Yılmaz Turan 16390 Katip : Avni Ulukan Davacı : K. H. Maktuller : 1- Satı İnan, Osman kızı, 70 yaşlarında, Zile’nin Boldacı Köyü’nden. 2-Madide Uyar, Mehmet kızı, 40 yaşlarında, aynı köyden. Müdahil : ADİL UYAR, Hüseyin oğlu, 1330 doğumlu, Zile’nin Boldacı köyü’nden. Sanık : SATILMIŞ İNAN, Mehmet oğlu, okur yazar, sabıkasız, Türk, İslam, Rençber, Zile’nin Boldacı Köyü’nden. Suç : Adam öldürmek ve 6136 sayılı kanuna muhalefet. Suç tarihi : 18/8/1972 Tevkif tarihi : 10/9/1972 67 Yukarıda suçu ve açık kimliği yazılı sanık hakkında Zile Sorgu Hakimliği’nce yapılan ilk tahkikat neticesinde; 25/9/1972 tarih ve 64/49 sayılı son tahkikatın açılmasına mütedair verilen karar ile, sanık hakkındaki dava evrakı mahkememize tevdii kılınmış olamkla, mahkememizce yapılan açık duruşma sonunda; GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ Sanık Satılmış İnan’ın babası Mehmet, 1955 senesinde ölmüştü. Sanığa babasından miras yolu ile intikal eden taşınmazların köyde haricen taksiminin yapıldığı, bir parça taşınmaz malın sanığa teslim edildiği, Satı İnan’ın kendi payını senetle sanığa sattığı, sonradan taraflar arasında bu mallar yüzünden çekişmenin çıktığı ve işin mahkemeye intikal edip, taraflar arasına kırgınlığın girdiği, sanık Satılmış İnan’ın üvey annesi Nadide Uyar’ın müdahil Adil Uyar’la resmen evlendiği, sanık Satılmış İnan’a babasından kalan evde üvey annesi, öldürülen Satı İnan’ın oturduğu, olaydan üçü gün evvel, sanık Satılmış İnan’ın İstanbul’a gitmek üzere hazırlık yaptığı, öldürülen üvey annesi Nadide Uyar’la normal şekilde görüştüğü, 5-10 metre ayrıldıktan sonra, Nadide Uyar’ın üvey oğlu sanık Satılmış İnan’a hitaben “İstanbul’a gidiyorsun. Şu miras meselesini ne yapacağız” diye sorduğu, sanık Satılmış İnan’ın ne şekilde karşılık verdiğinin olay yerinde bulunan tanıklar tarafından tespit edilemediği, olaydan üç gün sonra çeşme başında sanığın, ölüdrülen Nadide Uyar’a rastladığı, sözle ve kavlen taraflar arasında hiçbir şey cereyan etmeden, yakın mesafeden 2-3 el ateş etmek suretiyle Nadide Uyar’ı öldürdüğü, sonra da başını 68 bıçakla kesip, ihtilaflı tarlada yığın üzerine bıraktığı, hırsını alamayan sanığın, 70 yaşlarında kör olan üvey annesi Satı’yı evinde yakalayıp, bıçakla boğazını keserek öldürdüğü, böylece sanığın aynı zamanda ve aynı kasıt altında birden ziyade kişiyi öldürdüğü anlaşılmaktadır. Sanık savunmasında suçunu inkar etmemiştir. Olay akabinde C. Savcılığı’nca alınan 10/9/1972 günlü ifadesinde, sanık arazi meselesinden dolayı Nadide ile aralarında münakaşa çıktığını, öldürülen Nadide Uyar’ın kendisine “Seni arkadan kullandıracağım” dediğini, bunu tanıklar Nazife Uyar, Şevki Üresin ve Dudu Uyar’ın duyduklarını, sustuğunu, Nadide’nin devamla “Arkana kazık çaktıracağım, senin babanım ağzına sıçarım. Sen zaten Mehmet’in oğlu değilsin, Satılmış’ın oğlusun. Git malını orada ara” dediğini söylemektedir. Tanık Şevki Üresin, duruşma tutanağının altıncı sayfasında yazılı 4/11/1973 günlü ifadesinde, sanık Satılmış İnan ve öldürülen Nadide Uyar arasındaki münakalada tarafların birbirine ne söylediklerini duymadığını anlatmaktadır. Tanık Dudu Uyar da, Nadide Uyar’ın “Babanın canına S.K. ederim” diye sanığa küfrettiğini, sanığın da “Ben şu itten de, köpekten de kötüyüm” diye karşılık verdiğini, Tanık Nazif Uyar da, olay günü evinde oturduğunu, sanık Satılmış İnan’ın geldiğini, üvey annesi olan Nadide’ye “İstanbul’a gidiyorum” dediğini, ayrıldıklarını; Nadide’nin Satılmış’ı tekrar çağırdığını, “Oğlum bu tarla işlerini halletmeden gidiyorsun” diye söylediğini, sanık Satılmış İnan’ın “Benim tarlam filan yok” dediğini, “Tarlada kan kokuyor, adam gömülecek” diye söylendiğini, bunun üzerine Nadide’nin üvey oğluna 69 kızdığını, “Babanın canına S.K. ederim diye söylediğini, sanığın da ona küfürle karşılık verdiğini, aralarındaki münakaşa büyümeden bir komşunun sanığı alıp uzaklaştırdığını, üç gün sonra sanığın üvey annesi Nadide ile üvey annesi Satı’yı öldürdüğünü, olayın miras yüzünden meydana geldiğini anlatmaktadır. Olayın kamu tanığı Döndü Uyar, 4/11/1972 günlü antlı ifadesinde, olay günü öldürülen Nadide’nin çeşmeye suya geldiğini, sanık Satılmış İnan’ın da bir komşunun evinde oturduğunu, sanığın üvey annesi olan Nadide yerinden kalkıp, yanına gelip, yakasına yapıştığını, “Sen benim babamın ağzına nasıl sıçıyorsun? Hadi şimdi de küfür et” dediğini, Nadide’nin hiç cevap vermediğini, tabancasını çekip, Nadide’nin üzerine üç el tabancası ile ateş ettiğini, Nadide’nin yere düştüğünü, oradan kaçtığını, sonra sanığı elinde Nadide’nin başı olduğu halde harmana doğru gidiyorken gördüğünü, sanığın sonradan Satı’yı öldürdüğünü, Nadide ve Satı’nın sanığın üvey annesi olduğunu, öz annesinin Döndü olduğunu anlatmıştır. Kamu tanığı Hafize Ertaş, 4/11/1972 günlü antlı ifadesinde, olay günü çeşme başında dene (buğday) yıkadığını, yakından silahlar atıldığını, dönüp baktığında Nadide’nin yere yıkıldığını, Satılmış İnan’ın elinde tabanca ile durduğunu, sanığın cebinden bıçağını çıkardığını, korkup evine kaçtığını, Nadide’nin boğazını keserken görmediğini anlamıştır. Öldürülen Satı İnan’ın olay sırasında ve olaydan önce sanığa karşı hiçbir hakareti yoktur. Haksız bir davranışı da yoktur. Zaten Satı İnan yaşlı olup, gözleri de kördür. Satı İnan’ın ne şekilde öldürüldüğüne dair 70 tanık yoktur. Sanıkta, Cumhurieyt Savcılığı’nca alınan 10/9/1972 günlü ifadesinde, “Annem satıyı yaraladığım zaman, olay yerinde kimse yoktur” demektedir. Sanık Satı İnan’ı öldürdüğünü inkar etmeyip, ikrar etmektedir. Üvey annelerinin ikisini de öldüren sanık, tanık Mahmut Dilekçi’ye rastladığında, elinde tabanca ile Mahmut Dilekçi’ye hitaben “Zihni İnan’dan aldığın evi derhal terk edeceksin, içindeki karartıları da kaldıracaksın”, tanığın “Peki” diye karşılık vermesi üzerine, sanığın “Hemen şimdi yapacaksın” dediğini, korkan tanık Mahmut Dilekçi’nin “Ev de senin olsun, karartılar da (eşyalar da) senin olsun” diye cevap verdiğini, komşunun birisinin Satılmış İnan’a “Daha bu ihtiyardan ne istiyorsun? Evi de bıraktı, karartıları da bıraktı” demesi üzerine, sanığın harmandan ayrılıp gittiğini anlatmaktadır. Olayın kamu tanığı Ahmet Uyar, 24/3/1973 günlü oturumdaki antlı ifadesinde, olay günü evinin balkonunda etrafı seyrettiğini, evlerinin yanında köy çeşmesi olduğunu, Nadide Uyar’ın ka-ovalarla çeşmeye suya geldiğini, Satılmış İnan’ın çeşmenin köşesinde ayakta durduğubu, Nadide çeşmeye yaklaştığı sırada, sanık Satılmış İnan’ın “Sen kimin babasının ağzına sıçdın?” diye konuştuğunu, akabinde de tabancası ile kadının üzerine iki el ateş ettiğini, kadının bir ses çıkardığını, daha sonra sanık Satılmış’ın saçlarından tutup boğazını bıçakla kestiğini, saçlarından tuttuğu kadının başını alıp, götürdüğünü; kadının gövdesinin çeşme başında kaldığını, silahı kullanmadan önce sanığın öldürülen Nadide’ye “Sen benim babamın ağzına nasıl sıçıyorsun?” diye konuştuğunu, kadının hiç cevap vermediğini ve arkasından da tabanca ile iki 71 el ateş ettiğini, atış mesafesinin bir buçuk metre kadar olduğunu, sanık Satılmış İnan’ın aynı gün diğer üvey annesi Satı İnan’ı öldürmüş olduğunu, görmediğini, Tanık Hatice Ertaş da olayı aynı şekilde anlatmaktadır. Tanıklar Halil Ertaş ve Hasan Satılmış, sanığın elinde bir kelle ile gelip, kelleyi tarla içerisinde yığın içerisine koyduğunu, kendi kendine “Bu tarla daha çok baş yiyecek” diye konuştuğunu, ondan sonra kadının kellesini tekrar yığının üzerinde alıp, o civardaki taşların üzerine bıraktığını, sanığın aynı gün diğer üvey annesi Satı İnan’ı öldürdüğünü anlatmaktadırlar. Satılmış İnan’ın cezai ehliyetine tesir edecek akıl hastalığı kanaatı uyandıracak bir husus tespit edilemediği, durumunun T.C.K.’nın 46 ve 47. maddelerine uymadığı, cezai ehliyetinin tam olduğu, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden alınan 7/12/1973 gün ve 1973/4193 sayılı rapordan anlaşılmaktadır. Sanığın da duruşma sırasında mahkemece mişahade edilen durumu, cezai ehliyetinin yerinde olduğu kanaatını doğrulamaktadır. Sanık, ana adının Satı olmadığını, Döne olduğunu söylemiş, Zile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/2/1073 tarih ve 1016/83 sayılı kararla Satı olan ana adı, Döne olarak düzeltilip, 2/3/1973 tarihinde ilam kesinleşmiş, kesinleşen doğum kaydı Zile Nüfus Memurluğu’ndan 19/2/1974 tarihinde celb ve dosyasına konulmuş bulunmaktadır. 18/8/1972 günlü otopsi tutanağı, sanığın ikrarını ve yukarıda anlatılan olayı aynen doğrulamaktadır. Öldürülen Satı İnan ve Nadide Uyar’ın, sanık Satılmış İnan’ınüvey anneleri olması sebebiyle, usul ve 72 furudan biri olmadıklarından, olayda T.C.K.’nın 450/1 maddesinin uygulama olanağı yoktur. Keza canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip suçun ika edildiğine dair dosyada delil yoktur, T.C.K.’nın 450/3. maddesinin olayımızda tatbik yeri yoktur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15/4/1963 tarih ve 1/17-17 sayılı kararında belirttiği gibi, işkence ve tazip ile öldürme suçunun işlenmesinde artırıcı seebp sayılmamışsa da, bu hükmün uygulanabilmesi için, işkence ve tazibin ölümden önce yapılmış olması şarttır. Sanık Satılmış İnan bir buçuk metrelik yakın mesafeden iki üç el ateş etmek suretiyle Nadide Uyar’ı öldürdükten sonra, başını kesmiştir. Esasen olayda T.C.K.’nın 450. maddesinin 3. bendenin tatbikine yer verecek canavarca bir his sevki ile işkence ve tazip ile öldürmeye dair özel kasıtta yoktur. Yukarıdan beri hikaye edildiği gibi, sanık taşınmaz malların taksimi yüzünden duyduğu infial sebebiyle aynı kasıt altında ve aynı zamanda birden ziyade kişiyi öldürmüş, bu bakımdan olayda TC.K.’nın 450/5. maddesinin uygulanması zorunlu görülmüştür. Bu sebeplerle; HÜKÜM; 1. Sanık Satılmış İnan’ın aynı zamanda, aynı kasıt altında üvey anneleri Satı İnan ve Nadide Uyar’ı, Nadide Uyar’ı tabanca ile, Satı İnan’ı bıçakla öldürmesinden dolayı sabit görülen eylemine uyan T.C.K.’nın 450/5. maddesi uyarınca, sanığın İDAM CEZASIYLA MAHKUMİYETİNE, 2. Olay miras meselesinden dolayı meydana gelip, 73 olaydan üç gün önce öldürülen Nadide Uyar ile sanık Satılmış İnan arasında münakaşanın cereyan ettiği, münakaşa esnasında Nadide Uyar’ın sanığa hakaret ettiği, savunma tanıklarının beyanı ile doğrulanmış ancak, Nadide Uyar’ın bu münakaşadan üç gün sonra öldürülmesi ve öldürme anında sözle ve kavlen sanık Satılmış İnan’a karşı haksiz hiçbir davranışının bulunmaması ve 70 yaşında olan yaşlı kadın, iki gözü kör Satı İnan’ın da Satılmış İnan’a tahrik edici, sanığı suç ikaına sevk edici hiçbir davranışı bulunmadığından, T.C.K.’nun 51. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, 3. Sanık Satılmış İnan’ın duruşma sırasında müşahede edilen olumlu davranışı, samimi ikrarı ve samimi pişmalığı sanık lehine takdiri azaltıcı sebep kabul edilerek, T.C.K.nın 59. maddesi uyarınca, sanık Satılmış İnan’ın İdam Cezası yerine MÜEBBET AĞIR HAPİS CEZASIYLA HÜKÜMLÜLÜĞÜNE, 4. Sanık Satılmış İnan’ın ruhsatsız tabanca taşımaktan dolayı sabit görülen eylemine uyan 6136 Sayılı Yasa’nın 1308 Sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi uyarınca, 1 yıl süre ile hapis ve 500 lira ağır para cezasıyla hükümlülüğüne, T.C.K.’nun 59. maddesi gereğince bu cezasının dahi takdiren 1/6 oranında indirilerek, sanığın bu suçundan 10 ay süre ile hapis ve 416 lira 60 kuruş ağır para cezasıyla mahkumiyetine, 5. Hükmolunan cezalardan biri müebbet ağır hapis, diğeri hürriyeti bağlayıcı muvakkat bir ceza olduğundan, 74 iş bu cezaların T.C.K.’nun 73. maddesi gereğince toplanarak, takdiren 15 GÜN GECELİ GÜNDÜZLÜ BİR HÜCREDE TECRİT EDİLMEK SURETİYLE, MÜEBBET AĞIR HAPİS CEZASININ ÇEKTİRİLMESİNE, 6. T.C.K.’nun 31. maddesi uyarınca sanığın sürekli olarak kamu hizmetlerinden YASAKLANMASINA, aynı kanunun 33. maddesi gereğince hükmolunan ağır hapis cezasının infazı süresince kanuni kısıtlılık altında bulundurulmasına, 7. Tutuklu olarak geirdiği günlerin T.C.K.’nun 40. maddesi gereğince cezasından sayılmasına ve sanık Satılmış İnan’ın tutukluluk halinin DEVAMINA, 8. Suç konusu tabanca ele geçirilemediğinden, zor alımına yer olmadığına, ancak suçta kullanılan Zile Emanet Memurluğu’nun 11/9/1972 tarih ve 1972/114 numarasında kayıtlı bir adet tek ağızlı çakı bıçağı ile, yine emanetin 19/8/1972 tarih ve 1972/105 numarasında kayıtlı maktul Nadide Uyar’ın cesedinden çıkarılan iki adet kurşun çekirdeğinin T.C.K.’nun 36. maddesi gereğince MÜSADERESİNE, 9. Tarafların mali ve içtimai durumları göz önünde tutularak, takdiren SEKİZ BİN LİRA manevi tazminatın sanıktan alınarak, müdahil ADİL UYAR’a verilmesine, müdahilin fazlaya ait isteminin reddine, 10. 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince, 210 lira nisbi harç ile aşağıda açıklaması yazılı (615) lira (00) 75 kuruş mahkeme masraflarının sanıktan tahsili ile hazineye gelir kaydına ilişkin 25/4/1974 tarihinde istem gibi RES’EN ve taraflarca Yargıtay yolu açık olmak üzere, C. Savcı Yardımcısı Yılamz Turan hazır olduğu halde, sanık Satılmış İnan’ın yüzüne karşı müdahil Adil Uyar’ın gyabında, oybirliğiyle verilen karar açıkça okunup, usulan tefhim olundu. Kanun yolları anlatıldı. 25/4/1974. Başkan Y. 16568 İmza İmza Masraf Beyanı Lira Kuruş 250 00 360 00 yapılan masraf 3 00 + 2 00 615 00 76 Üye 16390 İmza Üye 19032 Katip İmza Otopsi Masrafı Sanığın İstanbul’a sevkine dair Davetiye masrafı Talimat, gidiş dönüş posta masrafı (Yalnız altı yüz on beş liradır)
© Copyright 2024 Paperzz