Kelleci Efo (Efo the Headcutters)

Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ
1962 doğumlu. 1984 yılında Ankara Üniversitesi,
Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü’nü bitirdi. 1997 yılında
University of Aberdeen’de yüksek lisans, 2007 yılında
Ankara Üniversitesi’nde doktora çalışmasını tamamladı.
Halen öğretim üyesi olarak Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi’nde görevine devam etmektedir.
Yayımlanmış Kitapları
1. Kangal Köpeği (2003, 2004, 2005, 2008)
2. Her Yönüyle Tokat Zile Küçüközlü Köyü (2004)
3. Zile İsyanı (2005)
4. Şair Esi Köylü Ürfet Pehlivan (2005)
5. Turkish Kangal (Karabash) Shepherd Dog (2007)
6. Zileli Halil Yalçınkaya (2008)
7. Le Chien Karabash (2008)
8. Sıraçlar (Beydili Alevi Türkmenleri) (2009)
9. Sünni Gözüyle Alevilik-Kızılbaşlık-Bektaşilik (2009)
10. Kelleci Efo (2009)
11. Sezar ile Farnake’nin Zile Savaşı (2010)
12. Çakır (Bir Hain! Çerkez Ethem Analizi) (2010)
13. TürkischerKangal (Karabasch) Hirtenhund (2010)
14. Kangal (Karabash) Cane Da Pastore Turco (2011)
15. At, Eşek, Katır Terimleri Sözlüğü (2011)
16. 100 Soruda Köpek Yetiştiriciliği (2011)
17. Domesticated Donkey (2012)
18. Güvercin Yetiştiriciliği (2012)
19. Atçılık (Irk, Don, Nişane ve Yürüyüş Çeşitleri) (2012)
20. Güvercin Terimleri Sözlüğü (2012)
21. Zileliyiz Dediler (2013)
22. Kafesteki Çocuk (2013)
1
VENI VIDI VICI YAYINLARI: 3
Kelleci Efo
Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ
[email protected]
ANAHTAR KELİMELER
- Key words -
1.Zile 2.Seri katil
- Zile, serial killer Bu kitabın yayın hakkı ©VENI VIDI VICI YAYINLARI’na aittir.
İzinsiz kopya edilemez ve kullanılamaz.
Kaynak göstermek şartıyla, alıntı yapılabilir.
1. Baskı: 2009
ISBN : 978-9944-5040-7-2
Kapak Fotoğrafı: Satılmış İnan (Kelleci Efo)’nın Tokat
Cezaevi’nde çekilmiş fotoğrafı
Baskı: Konak Kırtasiye, Ankara
2
VENI VIDI VICI YAYINLARI
KELLECİ EFO
Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ
VENI VIDI VICI YAYINLARI
3
4
İÇİNDEKİLER
Önsöz .............................................................................................................................................................................................. 7
Bölüm 1. Mehmet Yılmaz ....................................................................................................................... 9
Bölüm 2. Ahmet İnce ....................................................................................................................................... 11
Bölüm 3. Mahir Uyaroğlu ....................................................................................................................... 23
Bölüm 4. Mahmut İş ......................................................................................................................................... 37
Bölüm 5. Mustafa Zengin ........................................................................................................................ 53
Bölüm 6. Döndü İnan ..................................................................................................................................... 57
Bölüm 7. Koca İbo (İbrahim Yetkin) ................................................................................ 63
Bölüm 8. Bekir İnan .......................................................................................................................................... 65
Bölüm 9. Mahkeme kararı .................................................................................................................... 67
5
6
ÖNSÖZ
Kellekesen veya Kelleci Efo’nun asıl adı Satılmış İnan’dır.
Kelleci Efo’nun hikayesi ile 10 yaşında iken tanıştım. Bir
akşam babam eve geldi ve görevli olarak bir köye gittiklerini,
köy meydanına girdikleri sırada, caminin önünde başı kesik
bir kadın cesedi gördüklerini söyledi. Cesetten hâlâ kan
akıyormuş, demek ki cinayetin hemen üstüne gelmişler.
Kelleci Efo’nun iki üvey annesi vardır. İlk öldürdüğü, daha
genç üvey annesinin kafasını tamamen kesmiştir. Diğer
yaşlı üvey annesinin ise gırtlağını kesmiş ve öldürmüştür.
Bir tarla yüzünden üvey annesi ile arasında anlaşmazlık
çıkmıştır. Olayın kahramanı “Kelleci Efo” bu cinayetlerden
sonra dağa çıkmıştır. Uzun süre dağlarda gezinmiştir.
Eşkiyalığın bittiği zannedilen 20. yüzyılda uzun süre eşkiyalık
yapmıştır. Uzun yıllar çevrede nam salar, korku ile anılmıştır.
Anneler çocuklarını “Bak seni Kelleciye veririm” sözü ile
korkutmuştur. Çıkan olaylarda, 9 kişi ölmüştür. Birkaç ocak
birden sönmüştür.
Bu olay çocuk zihnime işlenmişti. Aradan yıllar geçti ve
Kelleci Efo’nun hayatını bir kitap olarak hazırlamaya karar
verdim.
Kellekesen Efo’yu tanıyan kişilerin canlı tanıklığı ile
hazırlanan bu eser, ibret alınması için hazırlanmıştır. Kitabın
ana teması “Bir tarla için bu kadar kişinin ölmesine değer
miydi?” sorusudur.
Yrd. Doç. Dr. Orhan YILMAZ
7
8
BÖLÜM 1. MEHMET YILMAZ
1972 yılında, Zile Pancar Bölge Şefliği’nde şoför
olarak görev yapıyordum. Bir gün şef muavini (pancar
bölge şef yardımcısı) ile, Boldacı Tekkesi Köyü’ne görevli
gittim. Köye girdiğimizde, köy meydanında, cami ve
çeşmenin olduğu yere geldik. Oradaki manzara korkunçtu.
Çeşmenin yanında bir bayanın ölüsünü gördük. Bayanın
kafası yoktu ve kesilmişti. Boynunun kesik yerinden hâlâ
kan geliyordu. Olay biz gelmeden hemen birkaç dakika
önce olmuştu. Oradaki birkaç kişiye sorduğumuzda, olayı
anlattılar. Birisi bu cinayeti, arazi yüzünden işlemişti.
9
Şekil 1. Boldacı Tekkesi Köyü cami. Kelleci Efo, ilk cinayetini burada
işlemiş ve üvey annesinin kafasını bu caminin önünde kesmiştir.
10
BÖLÜM 2. AHMET İNCE
Kellekesen Efo’nun asıl ismi Satılmış İnan’dır.
Kendisi aslında iyi biri idi. Ama biraz zorba ve diktatör
idi. İnatlaşırdı bazı konularda ve laf dinlemezdi. Ben onu
bekçi tutardım. İyi bekçilik yapardı. Ufak tefek, çelimsiz
bir şeydi. Cehresi hiç gülmezdi. Konuşurken, sert sert
konuşurdu.
Üstünde kurşun geçirmez muska, hameyli olduğunu
söylediler bir zamanlar. Ama bunun ispatı hiç olmadı
ve bunun aslı yoktu. Zaten ona kimse kurşun atmaya
11
12
cesaret edip, atamadı. Genellikle polislerin kullandığı
cinsten, uzun şarjörlü Sten Makineli taşırdı. Tabanca
taşımazdı. Bu makineliyi kayışından boynuna asar,
paltosunun altında muhafaza ederdi.
Babasının ismi Mehmet İnan idi. Babasına Haspolat
derlerdi. Kellekesen’in 2 tane analığı vardı. Babası ilk
olarak Kellekesen’in anasıyla evlenmiş. Ona Ağ Gelin
derlermiş. O ölünce, bu sefer büyük analığı ile evlenmiş.
Büyük analığının gözleri görmüyordu, kör idi. Bu ilk
analığı, benim de akrabam olan Gocuğun Adil diye,
köyümüzden biri ile evli idi. Daha sonra kafası kesilen
analığı ile evlenmiş babası. Bu analığı genç idi ve ona
Binlik derlerdi.
2 tane de üvey kardeşi vardı. Zihni İnan ve Mustafa
İnan isimlerinde. Zihni olaylardan bir müddet sonra,
Mustafa da birkaç yıl önce öldü.
Babaları ölünce, bunlar kardeşler olarak ayrıldılar.
Kellekesen’in kendisi yalnız bir eve ayrıldı. Bunlar
tarlaları bölüştüler. Bu, analığının tarlalarını satın aldı.
O zaman tapu yoktu. Mihri nikaha göre analığına düşen
tarlaları satın aldı. Bu tarlaları senet mukabilinde aldı.
Bir miktar da peşinat verdi. Gerisini sonra ödeyecekti.
O zamanlar benim yanıma bekçi durdu. Ben de köyde
muhtarım. Satın aldığı arazileri de biz ektik ona yardım
olsun diye. Üvey kardeşleri, Kellekesen’i mahkemeye
verdiler, analığından satın aldığı tarlaları geri almak için.
Hakim beni çağırdı mahkemeye şahit olarak. Çünkü
benim bekçimdi. Kellekesen hiçbir mahkemeye girmedi.
En son karar verilecek duruşmaya bunu zorla götürdüm.
Dışarıda bekledi, yine girmedi. Halbuki mahkemeye
girse;
Şekil 2. Boldacı Tekkesi Köyü genel görünüşü.
-“Hakim Bey. Ben bu tarlaları satın aldım. Şu parayı
verdim. Karşılığında da şu seneti aldım” deseydi, davayı
kazanırdı. Bu, inat etti.
-“Bu tarlaları benim elimden kimse alamaz. Bu
tarlaları benim elimden bir tek Azrail alabilir. Bu tarlaları
satın aldım, bunlar benim” dedi. Çok inat birisi idi. Aynı
zamanda da biraz diktatör idi.
Dışarı çıktım duruşma salonundan, bu kaçmış,
gitmiş yine. Durum böyle olunca, hakim de kararını
verdi. Tarlaların İzaleyi Şüyu ile satılmasına karar verdi.
Kellekesen İzaleyi Şüyu duruşmalarına da girmedi.
Kellekesen’in dayısının oğlu, benim de bacanağım
13
14
olan Ormancı İbrahim Uyar, tarlaları satın almaya karar
verdi. Kendisi Orman Dairesi’nden emekli olmuştu.
Elinde biraz parası vardı.
Birinci İzaleyi Şüyu davasında tarlaların fiyatı
düşsün diye kimse satın almadı. İkinci duruşmaya
gelince, Ormancı İbrahim tarlaları, düşük fiyattan satın
aldı. Yalnız direk kendi satın almadı. Kellekesen’in üvey
kardeşlerine parayı verdi ve onların üzerinden satın
aldı. Bu arada bu mahkemeler 3-4 sene devam etti. Ben
bacanağım İbrahim’i uyardım.
-“Gel oğlum. Alma şu tarlaları. Bir bela çıkar. Bu
Kellekesen inat biri” dedim, ama dinletemedim. Zaten
Kellekesen’in üvey kardeşlerinin, mahkemeye girip de,
o tarlaları alacak maddi güçleri yoktu. O zamanın parası
ile 70.000 liraya satın aldı Ormancı İbrahim tarlaları.
Ormancı İbo, tarlaları ekip, biçmeye başladı.
Ama, Kellekesen Efo yanımda bekçi olduğu için,
ben bunun bir şeyler yapacağını biliyordum. Bir gün
ben Zile’deydim. Kellekesen Binlik dediğimiz analığını
pınarın başında tabanca ile vuruyor ve kellesini kesiyor.
Kesik kelleyi alıyor, köyümüzde Arpalık dediğimiz
bir mevki var, oraya gidiyor. Oradaki tarlada bulunan
yığının tepesine, analığının kesik kellesini dikiyor.
Oradan kör analığının yanına gidiyor ve onunda boğazını
kesiyor. Ben Zile’den geldim ki, ortalık karışmış.
Ondan sonra Kellekesen firar etti ve dağa çıktı. Gelen,
giden müfrezenin, askerin haddi hesabı yok. Bir gün
asker geldi, köyden 20 kişiyi köyün meydanına topladı
ve ellerini bağladı. Köylüye eziyet etmeye başladı.
Komutanlar beni tanıyordu. Fakat sürgün gelen
bir jandarma imiş. Beni tanımıyor. Tüfeğin namlusunu
böğrüme dürtünce, soluğum kesildi. Ben dirayetli bir
muhtar idim. O zamanlar yiğit idim. Hemen çektim
tabancayı belimden, bana vuran jandarmaya. Hemen
beni tuttular.
Bu olaylar oluyor ama, Kellekesen köyden hiç
ayrılmıyordu ki. Bu olayda da, yukarıdaki bir evde
oturuyordu. Pencereden bizi seyrediyordu. Ben de
görüyordum. Ama hiç kimse ele veremiyordu. Köylü çok
korkuyordu ondan. Bütün köylüye, her işini gördürürdü.
Bir ara yanına, aşiret köylerinden biri takıldı. Sık
sık etrafı geziyorları. Taa Kervansaray taraflarına kadar
gittiklerini duyardık.
Bir gün beni çağırdılar. Hiç unutmuyorum, günlerden
cumartesi idi. Gittim ki Kellekesen, mezarlığın orda bir
evde oturuyor. Konuştum Kellekesen ile. Bunu ikna
ettim teslim olmaya. Yalnız bir şart koştu.
-“Ahmet Dayı, beni jandarmaya teslim etme” dedi.
Kendisine eziyet ederler, döverler diye böyle söyledi.
Tabii kendisinin cinayetleri işlemesi ile, bu teslim olması
arasındaki süre 2-3 seneyi bulmuştu.
Pazar günü sabahleyin erkenden kalktım. O
zamanlar köyde traktör falan da olmadığı için, Kızılca
Köyü’ne gittim. Oradan bir traktör kiraladım.
Şimdi Kellekesen’e güvenemiyorum da, “Tekrar
cayar, kaçar. Ben de savcıya yalancı çıkarım ve mahcup
olurum” diye. O zamanlar savcıyla aram da iyiydi. Ben
bu yüzden köyden başka bir bekçiyi, Yalınayağın Bekir
dediğimiz bekçiyi bunu beklemesi için gözcü koydum.
Mezarın Kâhta beklemesini ve Kellekesen’i beklemesini
söyledim.
Zile’ye vardım. Savcının evin kapsını çaldım. Savcı
15
16
yatıyormuş. Pijamayla kapıyı açtı savcı.
-“Ne o muhtar. Hayırdır sabah sabah” dedi.
-“Savcı Bey, durum böyle böyle. Kellekesen Efo
teslim olacak” dedim. Savcı;
-“Sahimi? Kaçmasın sonra?” dedi.
-“Bilmiyorum kaçarsa da. Ben bekçiyi başına diktim.
Yalnız jandarmaya teslim olmak istemiyor. Direk size
teslim olmak istiyor” dedim.
-“Tamam” dedi ve hemen elbisesini giymek için
içeri geçti. Oradan kaymakamlığa gittik ve kaymakamı
çağırttı. Aralarında konuştular. Kara Asım adındaki
bekçiyi çağırdılar yanlarına. Kaymakam kendi cipi
ile bekçi Kara Kasım’ı benim yanıma kattı ve Efo’yu
getirmem için köye gönderdiler beni.
Köye geldik. Baktım ki Mezarın Kâhta, bekçi Bekir
sorutuyor. “Orda mı?” diye, Bekir’e işaret edince; Bekir
“Duruyo, duruyo” diye işaret etti. Aldım Efo’yu, attım
jipe ve Zile’ye götürdüm.
Doğruca kaymakamlığa gittik. Adliyede, kaymakam,
savcı, hakim hepsi toplandılar. Oturduk, konuştuk,
yemek yedik. Kelepçe falan takmadan, Kellekesen’de
bizimle beraber, efendi efendi oturdu. Daha sonra
kelepçeleyip, cezaevine gönderdiler.
Mahkemesi sürdü biraz. Aslında idamlık idi. Fakat
kendisi teslim olduğu için, idamdan kurtuldu. Bir
müddet Zile’de yattı. Daha sonra bunu Sivas Yarıaçık
Cezaevi’ne naklettiler. Burada da bir müddet yattı.
Günü bayağı azalmıştı. 1-2 sene falan kalmıştı. Bir
gün akşam vakti benim bekçi geldi.Tüfeği kaldırdı attı
önüme.
-“Ne oldu?” dedim.
Şekil 3. Bütün cinayetlerin çıkmasına sebep olan “Arpalık Tarla”nın
genel görünüşü.
-“Efo kaçmış, köye gelmiş. Ben daha bekçilik
yapmam” dedi.
-“Nerde” dedim.
-“Falancanın evinde oturuyor. Seni çağırıyor” dedi.
Kalktım gittim ki, hakikaten orada oturuyor.
-“Bre yavrum. Niye kaçtın? Zaten idamdan
kurtulmuştun” dedim. Biraz konuştuk. Anladım ki,
kafayı benim bacanağa, Ormancı İbo’ya takmış.
-“Bana bir tarla versin, tekrar teslim olacağım. Yoksa
onu da vururum” dedi. Ormancı İbo, tarlaları neredeyse
bedava fiyatına almıştı. Fakat sonunda kendisi de
vuruldu, ocağı da battı. Tarlaları ve evi de virane oldu.
17
18
Bu arada Ormancı İbogil de silahlandılar. Otomatik
silah falan aldılar ölüm korkusu ile.Orak yeni geçmişti.
Mevsim harman mevsimi idi. Evinin kapısının önüne
oturmuş, beni çağırdı.
-“Ahmet Dayı. Sen bacanağın Ormancı İbo’yu
kayırıyosun. Sen doğru iş yapmıyorsun. Bunlarınan git
şimdi, nereyi veriyorsa versin, yoksa bu benim çağırmam
son. Bundan sonrası bela olacak. Ya Arpalığı versin, ya
da Galdır Beli” dedi.
Gittim Ormancı İbo’nun yanına. Hacı Ömer diye
bizim köyden birisi de ordaydı.
-“Efo senden bir tarla istiyor. Ver bir tarlayı, şundan
kurtul” dedim. O da;
-“Kepik yok ona” dedi.
-“Bak İbrahim. Sen benim bacanağımsın. Bu adam
seni keklik gibi avlar. Yok eğer kendine güveniyorsan, çık
sen de onun gibi dağa. Kozunuzu paylaşın” dedim. Yine;
-“Kepik yok ona” dedi. Oradan ayrıldım. Yanımızda
bulunan adamlara da tembih ettim ve;
-“Bu lafı Kellekesen’e söylemeyin. Eğer söylersek,
muhakkak bir kötülük çıkar. Efo onu bugün gebertir”
dedim.
Fakat orada bulunanlardan Hacı Ömer, gitmiş
söylemiş bu lafları Kellekesen Efo’ya. Bunu duyan
Kellekesen, Ormancı İbo’yu vurmayı kafaya koymuş.
Aradan biraz vakit geçti. Ben Zile’deydim. Birisi
geldi ve
-“Efo, Ormancı Kör İbiş’i bugün vurdu” dedi. Öğleyin
saat 1,30 sıralarında vurmuş Ormancı İbrahim’i.
Kellekesen yine bu kaçmaya, saklanmaya devam etti.
Benim bazı işlerim vardı. 15-20 günlüğüne İstanbul’a
Şekil 4. Kelleci Efo’nun dayısının oğlu Ormancı İbrahim Uyar. Kelleci
Efo tarafından makineli tabanca ile taranarak öldürülmüştür.
19
20
gittim. O sıra Efo, bizim köylüden haraç almaya başlamış.
Kimisinden koyun almış, kimisinden kuzu almış. Bir
sürü meydana getirmiş. Bir tane de çoban tutmuş.
Sürüyü pancarların içinde yaydırmaya başlamış. Kimse
de korkusundan ses çıkaramış. Hatta benim küçük oğlan
koyunu vermemek istemiş. Ona da değnekle vurmuş bir
kere.
Ben İstanbul’dan geldim. Benim oğlum Mehmet
bana kızdı.
-“Sen Efo’ya o kadar sahip çıkıyorsun. Efo gelmiş,
bizden de bir koyun almış. Ben Kellekesen’i vuracağım.
Sen bu köyün muhtarı değimlisin? Adam, çoban tuttu,
pancarlarda koyun yayıyor” dedi.
-“Ne yapalım?” dedim.
-“Mezarlığın orda, taşın dibinde oturuyor. Sen
14’lüyü al. Ben de İngiliz Tüfeğini aldım. Yanımda da
25 tane mermi var. Ben arkadan dolanıp, bekleyim. Sen
git onunla konuş. Laftan anlamazsa, ben onu vuruyum”
dedi.
Benim oğlum çok yiğit idi. Ben bu köyde 30 sene
muhtarlık yaptıysam, onun desteği ile yaptım.
Kellekesen’in yanına gittim. Hiç selam bile vermedim.
-“La, Efo” dedim.
-“Ne diyon?” dedi.
-“O koyunlar kimin?” dedim.
-“Benim” dedi.
-“Nerden aldın la, o koyunları” dedim.
-“Aldım, benim” dedi.
-“Sen kimsin yav? Benim bacanağım Kör İbiş suçlu
olduğu için, başta ben olmak üzere, bütün bu köylü
seni destekledi. Seni savcıya teslim eden, hep arka
çıkan bendim. Ama sen ne yaptın. Başta beni olmak
üzere, köylüyü soymaya kalktın. Bugünden itibaren bu
koyunları alıp, buradan git. Bir daha da bu köye adım
atma. Eğer dediğimi yapmazsan, ya seni olduğun yerde
geberttiririm ya da yakalatırım” dedim.
Ben bunu söyleyince, hiç karşılık vermedi. Yaptığı
hatayı anladı. Ağlamaya başladı. Daha sonra
-“Haklısın Ahmet Emmi. Sen bana çok iyilik ettin.
Ama o benimle gezen Topal İbiş yok mu? Beni o kandırdı.
Milletten para almam için, beni kandırdı” dedi. Topal
İbiş dediği, Kellekesen’in dayısının damadı idi. Bizim
köylü idi. Silah kaçakçılığı yapan, silah alıp, silah satan
birisi idi.
Daha sonra çoban ile beraber, koyunları sürdü,
gitti. Öldüğü güne kadar da bir daha köye adım atmadı.
Duyduk ki, Elemin, Sarı Köy taraflarına gitmiş.
Benim bacanak Ormancı İbo suçlu idi. Zaten tarlaları
ucuza almıştı. Kellekesen’e bir tane tarla verseydi, bu
olaylar bu kadar büyümezdi. O zaman İzaleyi Şüyu ile
aldığı tarlanın birisi şu anda 50 milyar yapar. Toplamı
100 dönümden fazla yapan, 10 parçayı geçkin tarla
almıştı.
Olaylar bununla da bitmedi. Ormancı İbrahim’in
kardeşi, İbrahim’in oğlu Şamil’i kışkırttı ve Kellekesen’in
oğlu Mustafa’yı öldürttü. Daha sonra bu Şamil’de Zile’de
kendini asmış olarak bulundu. Daha sonra Ormancı
İbrahim’in kardeşinin oğlu öldürüldü. Onu da öldüren
yine kendi akrabaları oldu.
Bu tarlaya köyümüzde “Kanlı Tarla” denir. Bu tarla
kime geçerse, iflah etmiyor. Şimdi Ormancı İbrahim’
tarlanın yerine kahve yapıldı. Daha öncede Zileli birinde
21
imiş bu Kanlı Tarla ve onlardan da 5 kişi ölmüş.
Daha sonra Çekerek İlçesi’ne bağlı Sarıköy’de
öldürüldüğünü duyduk.
Jandarmanın o zamanki durumunu anlatmak için,
şunu örnek vermek gerekir.
Bir gün Maşat (Yalınyazı) Karakol Komutanı
Gemükgıran geldi bizim eve, oturuyorduk. Birisi geldi
ve;
-“Kellekesen gözdağı vermek için, bacanağın
hısımlarını, otomatik silahları ile birlikte yakaladı ve
dağa götürüyor” dedi.
Dışarı çıktık. Baktık, Kellekesen ve önüne kattığı
adamlar dağa doğru gidiyorlar. Gemükgıran olayı
görünce paniğe kapıldı ve;
-“Ula ula muhtar. Tabancanı bana ver” dedi.
-“Kendi tabancan üstünde ya. Benden ne
tabancası istiyorsun” dedim. Hiç biri üstüne gidemedi
Kellekesen’in. Aldı götürdü adamları dağa. Daha sonra
adamların silahlarını almış. Üstündeki elbiseleri
çıkarttırmış. Sonra da serbest bırakmış onları.
O zaman Karakol Komutanına rüşvet verdiği
söyleniyordu. Bir gün geldi Karakol Komutanı bizim evde
oturuyor. Efo’da üst katta, damda oturuyordu. Efo öyle
pervasızdı. Karakol Komutanı gelirdi köye, bir tutanak
tutardı. “Kellekesen Efo köyde arandı, bulunamadı”
diye, bende onu mühürlerdim. Askerler doğru dürüst
arama yapmazlardı. İlk zamanlar sıkıştırmışlardı. Ama
cezaevinden firar edip de Ormancı İbrahim’i vurduktan
sonra pek sıkıştırmadılar köylüyü.
22
BÖLÜM 3. MAHİR UYAROĞLU
Ben aslen Kadışehri’ne bağlı, Dikmesöğüt
Köyü’ndenim. Boldacı Tekkesi Köyü’nde 1964 ile 1990
yılları arasında, 26 sene imamlık yaptım. Kellekesen Efo
ile ilgili meydana gelen bütün olaylar esnasında, köyde
imam olarak vazifeli idim.
Kellekesen Efo’nun davası, arazi ve miras davasıdır.
Ben kendisine bu olaylar olmadan önceleri, çok nasihat
ederdim. “Bak Satılmış, akıllı ol. Başını belaya sokma.
Olaylara girme. Dünya malına değmez. Bir iki parça
23
24
tarla alalım, get Zile’ye otur” diyordum. Satılmış biraz
ikna oluyordu ama, kafasını karıştıran kimse çoktu.
“Ula Satılmış! Şunlar kim ki, hepsini hallet, getsin” diye
kışkırtıyorlardı.
Kendi payına düşen hisseyi talep ediyor. Analığı
pınarın başında yün yıkarken, kendi hissesini istiyor.
Analığı;
-“Senin baban Satılmış’ın Mıstık. Sen bende ne malı
arıyon? Get malını esas baban Satılmış’ın Mıstık’dan iste”
diyor. Böyle söyleyince, Kellekesen Efo çekiyor tabancayı
ve vuruyor. O anda analığının kocası da yanındaymış.
Analığının kellesini de kesiyor. Götürüyor köyün üst
başındaki Kanlı Tarla’ya. Orada bulunan yığının tepesine
dikiyor. Ağzına da bir miktar arpa kellesi tıkıyor ve;
-“Şimdi ye bakalım. Tarlayı, tümü vermiyordun.
Şimdi ye bakalım” diyor. Ben o sırada caminin önünde
oturuyordum. Caminin önünden, o yığın gözüküyordu.
Hepimiz şaşırdık, kaldık. Kendisini tanıdığımız için,
şuurunu bu kadar kaybetmesine şaşırmıştık. Ben eve
gittim.
Kellekesen Efo oradan fırlanmış, dolanmış ve öbür
analığının evine gitmiş. Öbür analığı kör idi. Kocası da
yok idi. Hayırsever komşunun biri varır, elinden tutar
dışarı çıkarırdı. O kör kadıncağız, akşama kadar kapının
önünde oturur, gelenin gidenin sesini dinler, vakit
geçirirdi. Yanına biraz ekmek ve su koyarlardı. Onlarla
akşama kadar idare ederdi.
Benim ev, bu kör analığının evine çok yakın idi.
Kellekesen Efo geldi, ben sesini duydum.
-“Ey kör garı! Analık! Bu malı bana veriyon mu,
vermiyon mu?” dedi. Ben içimden, “Ula, bu serseri ne
yapacak? İkinciyi mi kesecek yoksa?” dedim kendi
kendime. Kör analığı;
-“Oğul, yavrum, Satılmış! Sana veriyim de, kızım
Hatun’u neediyim?” dedi. Kellekesen Efo;
-“Vay, kör soyha! Daha Hatun’u mu düşünüyon?”
dedi ve bıçağı çaldı boğazına. Bıraktı önümüzden gitti.
Karşıda bir çal vardı. Oraya gitti, Ardıç Ağaçları’nın içine
oturdu.
Savcı, asker falan geldi. Tutanakları tuttular.
Cenazeleri kaldırdık.
Vakit akşam oldu. Ben namazı kıldırmak için camiye
gittim. Caminin önünde bir Soku Taşı vardı. Bu Kellekesen
Efo Soku Taşı’nın içine oturmuş, bekliyor. Camiyle arası
2 metre yok. Allah var ya, selam vermedim. Bendeki de
bir cesaret demek ki.
Ezanı okudum. Namaza hiç kimse gelmedi. Akşam
Namazı’nı tek başıma kıldım. Camiden çıktım. Baktım
ki yine Soku Taşı’nın dibinde oturuyor. Yine selam
vermedim, önünden çektim, gittim eve. Sabah oldu,
camiye gittim. Yine hiç kimse gelmedi. Fakat bu sefer
Kellekesen Efo caminin önünde yoktu.
O gün Öğle Namazı’na geldim ki, bu sefer caminin
önündeki oturağa oturmuş. Yine konuşmadık. Böyle
bir zaman geçti. Daha sonra teslim olduğunu duyduk.
Bu epey bir zaman yattı cezaevinde. Daha sonra bir
gün duyduk ki, bu Sivas Cezaevi’nden kaçmış, köye
gelmiş. Ben de kendi kendime “Ula, gine Soku Taşı boş
kalmıyacak mı, acaba?” dedim.
Duyduk ki, köyden Bekir İnan isminde birinin
evine oturmuş. Oraya birkaç kişiyi daha oraya çağırmış.
Onlara, silahının olmadığını, biraz kendisine para
25
26
bulmalarını, bu parayla silah alacağını söylemiş. “Ben
Kozdere Köyü’ne gediyo, parayı orıya getirin” demiş.
Ben yukarıda, değirmenin orada ufak bir yer
ektiydim. Orayı sulamaya gidiyordum hergün. Yine bir
gün oradan geliyordum. Eve yaklaştım, birisi arkamdan
sert sert;
-“Hoca, hoca” diye seslendi. Baktım ki, Kellekesen Efo.
Ben;
-“Sen eve get, ben birazdan geliyom” dedim. Yanına
gittim ki, beni niye çağırdığı anlaşıldı. Meğerse birkaç
kişi benim hakkımda Kellekesen Efo’ya laf götürmüş,
beni kesmiş. Benim dediklerim şöyle laflar;
-“Yav, Satılmış kendine yazık ediyo. Böyle yapmasa
güzel olurdu. Bak iki tane cinayet, oldu 6-7 tane. Bakalım
bundan sonra neler olacak? Şu işi şöyle yapsak, bu işi
böyle yapsak” gibi, tamamen ortalığı yatıştırıcı sözler.
Kellekesen Efo;
-“Hoca, benim hakkımda bir şeyler söylemişsin” dedi.
Ben de;
-“Doğru. Bak Satılmış, sen Tokat’ta şu kadar sene
yattın cezaevinde. Benim 2 oğlum da Tokat’ta okudu.
Ben haftada olmazsa, 15 günde bir muhakkak Tokat’a
geldim. Senin Tokat’ta yattığın sürece en az 50 kere
geldim ama yanına hiç uğramadım. ‘Niye uğramadım’
diye, hiç düşündün mü?” dedim. Düşündü ve;
-“Niye uğramadın, bilmiyom” dedi.
-“Dervişin iki uşağı ile Yalman’ın iki uşağının
yanında, benim hakkımda ne dedin, hatırlıyon mu?”
dedim. Düşündü, hatırlayamadı.
-“Sen bunların yanında benim hakkımda ‘Hoca
dağa oduna gedecek. Ben de hocanın sırtına bineceem,
gayınacaam’ diye, dedin mi, demedin mi?” dedim.
Düşündü, yine hatırlayamadı. “Peki, benim söylediklerimi
sana getirenlerin lafını hatırlıyon da, senin söylediklerini
bana getirenlerin lafını niye hatırlamıyon? Ben senin sırf
bu lafına yanına uğramadım. Ben senden korksaydım,
kelle kestiğin günlerde, sen Soku Taşları’nda otururken,
kimse camilere gelmezken, ben önünde dolanıyodum.
Ben Allah’tan korkarım, yavrum” dedim. Kafası biraz
karıştı. Ben böyle söyledikten sonra, yine bunu ikna
edici şekilde konuştum ben. Bana;
-“Hoca, ben o kadar pisliğe battım ki, kömüş (manda)
benim üstüme sıçsa, heç belli olmaz. Ama bir sinek senin
sarığına sıçsa, aynı koca bir dağ gibi gözükür” dedi.
Ağlamaya başladı. Evin sahibi yaşlı bir karı koca idi. Evin
sahibi yaşlı;
-“Hoca, bize biraz gazyağı gönder” dedi. Kellekesen
Efo’da;
-“Hoca, senden laf çıkmaz. Ben biraz bu evde
kalacaam. Sen biraz gazyağı gönder” dedi. O zamanlar
elektrik olmadığı için, evlerde gazyağı yakılıyordu,
aydınlatma için. Ben de biraz gazyağı gönderdim.
Başka bir gün, akşam karanlık basmıştı. Bir sokakta,
İbiş’in Ara’da bunu gördüm. Makineli silahı koltuğunun
altında, hızlı hızlı gidiyordu.
-“Satılmış! Neriye gediyon?” dedim.
-“Gediyom” diye cevap verdi sert sert. Mezarlığın
oradan dolanarak, köyün içine girdi. Öğle ezanı vakti
gelmişti. Ben de camiye vardım, hazırlık yapıyordum.
Birden bir takırtı koptu. Bir makineli silah sesi. Ben
hemen bunun Satılmış’dan geldiğini anladım. Baktım
alttan yukarı Hacı Ömer’in Mustafa geliyor.
27
Şekil 5. Kelleci Efo’nun, kitabın kapağındaki fotoğrafının arka yüzü
ve kendisinin düştüğü tarihler.
-“Ula, ne var? Ne oldu?” diye sordum.
-“Ula gaçın! Kelleci Satılmış, Ormancı Kör İbiş’i delik
deşik etti” dedi. Cemaatten bazıları bana bakıp sormaya
başladı;
-“Hocam etme, neriye girek?” diyolar. Bunu diyenler,
Satılmış’ın anası ile oynayanlar. Hele de Satılmış’ın Mıstık
dediğimiz adam. Gözümün içine bakıyor. Minberin
altında, camide yaktığımız gazyağını koyduğumuz ve
“Gazyağılık” dediğimiz bir bölme vardı. Bunu aldım ve
oraya soktum.
28
Şekil 6. Kellekesen Efo askerde iken.
29
30
Dışarı çıktım. Ormancı İbiş’i vurduktan sonra, doğru
benim evin kapısına gitmiş. Beni sesleniyor. Benim
Tokat’ta okuyan çocuklar da eve gelmişler, yatıyorlardı
yazı gününün sıcağında. Ben de camiden duyuyorum
söylediklerini. Kellekesen Efo, benim çocuklara;
-“Kemal, Cemal! Babanıza söyleyin, ne cenazeyi
yıkayacak, ne de namazını kıldıracak. Yoksa asarım,
keserim” dedi.
Ben bu arada içeri girdim ve şu namazı kıldırayım
dedim. Bu arada, Gazyağılık’taki Satılmış’ın Mıstık
namazı falan unuttu, orada saklanıyor hâlâ. Ben tam
namaza duracaktım ki, benim oğlan Kemal camiye geldi.
-“Baba, ille eve gel, annem çağırıyo” dedi.
-“Oğlum get. Namazı gıldırıyım, geliyom” dediysem
de,
-“Baba namazı gıldırmıyacaan. Annem hemen
çağırıyo” dedi. Ben de namazı bıraktım ve eve yöneldim.
Tam Erkeğ’in Ali’nin çeneye gelince, Kellekesen Efo’yu
uzaktan gördüm, o da beni gördü. Bana;
-“Hoca, hoca” diye bana seslendi. Yanımdaki Kemal’e
yavaşça dedim ki;
-“Oğlum, bu adam şimdi tamamen kontrolü kaybetti.
Birazdan biz karşı karşıya geleceğiz. Bunun ne yapacağı
belli olmaz. Eğer durum sertleşirse, ben onu tutar
kucaklarım. Sen hemen elinden makineliyi al. Namluyu
önce bi gözüne, soğna diğer gözüne birer kere çak, şunu
gebert. Oradan savuşup, uzaklaşak. Devlet gelsin, ne
görüyorsa görsün leşini” dedim. Oğlum Kemal de;
-“Tamam baba” dedi. Bana yaklaştı ve;
-“Hoca, ne cenazeyi yıkayacaan, ne de namazını
kıldıracaan. Yoksa asarım, keserim” dedi. Ben;
-“Satılmış! Akıllı ol. Cenaze senin dayının oğlu.
Benim heç bi şeyim değil. Ben bugünden için buradan
istifa eder, s.kt.r olur, Zile’ye gederim. Herkeş de ne
yaparsa yapar. Cenaze yıkamak benim görevim. Ama
bugün için yıkamayım. Asker seni yakalasın götürsün,
gine yıkarım” dedim. Bana demesin miki;
-“Ver tabancanı” diye.
-“Satılmış! Senin gafan tamamen üşümüş. Benden,
sen ne dabancası isdiyon? Sapık mısın, serseri misin,
lan? Hem bende dabanca yok. Aha oğlum, ne varsa
üsdüme bak” dedim. O zaman kadar, çeneden İrecebin
Ali çıktı. Keşke çıkmasaydı.
-“Hoca yav! İşin yok mu? İşine getsene” dedi. Bu
lafın üstüne, Kellekesen Efo 4 adım geriye çıktı ve orada
Şapşağın ahır kapısı vardı, önün önüne çekildi ve bana;
-“Dinini, imanını, kitabını, mezhebini s.k.r.m” dedi.
İrecebin Ali’yi görünce, bu ondan kuvvet aldı ve bunu
söyledi. Eğer İrecebin Ali ortaya çıkmasaydı, biz bunu
halledecektik. Ben de;
-“Allah, senin dinini, imanını, kitabını, mezhebini
aldı da, senin habarın yok, yavrum. Get belanı başga
yerlerden bul” dedim. Tekrar bana;
-“Het, hüt” falan dedi. Oradan gitti bu. Biz de böyle bir
tehlike atlattık. Oğlum Kemal o zamanlar ortaokul 3’de
idi. Kemal de bayağı cesaretli durdu orda, daha önceden
konuştuğumuz için. Sık sık Kemal’a baktı Kellekesen
Efo. İkimizi birden gözü kesmedi herhalde.
Bir iki saat sonra savcı ile Dr. Ahmet Erçelik geldi.
Meğerse Ormancı Kör İbiş, Dr. Ahmet, ortaokuldan
arkadaşlar imiş. Dr. Ahmet cenazeyi görünce;
-“Ula, Allah cezanı versin. Bu benim arkadaş yav”
31
32
dedi. Beni çağırdı savcı. Vardım oraya. Savcı;
-“Bizim işimiz bitiyor. Bunu yıkayıp, defnedin” dedi.
Ben;
-“Hayııır. Bak savcı bey, bu gün Ramazan değil mi?”
-“Ramazan” dedi.
-“Bu doktor arkadaşınan siz bırakıp, gidiyorsunuz.
Ben Kellekesen Efo ile 2-3 saat önce mücadelede idim.
Ya ben öldüydüm, ya o öldüydü. Ben el için niye ölüyüm
ki? Ben burada devlet görevi yapıyom” dedim. Savcı;
-“Yav, sen yıkayana kadar, biz bekliyek” dedi. Ben de;
-“Peki, siz gettikten soğna, noolacak? Daha bak, şu
kendirin içinde, bizi diğniyo. Kendire bak hele, nasıl
oynuyo” dedim. Bunu duyan Efo, usulcana kaçtı.
Ben İrecebin Ali’yi çağırttırdım. Bizi az daha 2-3 saat
önce Efo ile birbirimize takacak olan Ali’yi.
-“Bu yıkar cenazeyi” dedim. İrecebin Ali;
-“Yooook. Ben yıkayamam” dedi.
-“Gendi köylüsünü bu yıkamadıktan sonra, ben
niye yapıyım ki?” dedim. Savcı başka kime sorduysa,
“Yapmam” dediler. Savcı ile doktor gitti, Maşat Jandarma
Karakolu’ndan Hasan Çavuş, 3-4 jandarma ile geldi.
Hasan Çavuş da cenazeyi yıkamamı istedi.
-“Sen onu unut” dedim. Hatta işi şakaya vurdum ve;
-“Bi tek de yıkanmadan gömülsün. Noolacak yav?”
dedim. Hasan Çavuş da esas zannetti ve;
-“Olmaz yav. Yıkanmadan gömülür mü? İlla ki
yıkanması lazım” dedi.
-“Cenaze orda. O zaman get, hallet” dedim. Kellekesen
Efo’nun iki tane çobanı vardı. Deli Sadık ve Kör Hasan.
Onları çağırttı. Jandarmalar başında bekledi. Birine su
döktürttü, diğerine yıkattırdı. Cenaze Namazı’nı da
Şekil 7. Önde sağdaki Kelleci Efo’nun hanımı. Arkada ortadaki ise,
boğazı kesilerek öldürülen oğlu Mustafa.
33
34
Hasan Çavuş kıldırdı. Sonunda cenazeyi defnettiler. Bu
olaydan sonra Hasan Çavuş’un lakabı, “Hasan Hoca”
kaldı. Hasan Çavuş;
-“Yav, bana bir isim takdın ki”. Her yerde Hasan Hoca
oldum dedi.
-“Kötü mü oldu. Hoca olmak kötü olur mu? Eyce oldu
işde” dedim.
Caminin önünde oturuyordum. Bir tane başgedikli
ile 15 tane jandarma geldiler. Köylü kayıp. Ortalıkta
kimse yok. Başgedikli;
-“İmamı bana çağırsana” dedi.
-“Ne yapacaan imamı?” dedim.
-“İmamınan biraz işimiz var” dedi.
-“Buyurun, yukarı gelin. Ben çağırıyım” dedim.
Başgedikli yanıma gelip, oturunca;
-“İmam benim” dedim.
-“Sen görevini kötüye kullanmışsın” dedi.
-“Sebep ne?” dedim.
-“Sen bu cenazeyi yıkamamışsın, namazını
kıldırmamışsın, cenazeyi defnetmemişsin” dedi.
-“Ben bu ifadeyi savcı ile doktura verdim. Savcı ile
doktur geldi, ben gendilerine durumu annattım. Peki,
siz buruya ne için geldiniz? Sırf bunu söylemek için mi
geldiniz? Yazıklar olsun eğer sırf bunun için geldiyseniz.
Beni Zili’ye çağırmanız lazımıdı. Bu arabıya niye yakıt
yakdınız? Bu 15 dene arkadaşı arabıya doldurup,
niye buruya yordunuz? Daha bak, mezarlığın ordaki
armudun başında duruyo. Bizi gözetliyo. Sıkıysa, gedip
de yakalasana” dedim. Kellekesen Efo o kadar yakındı
ki ben bunu söyleyince, aramızda 100 metre yoktu. Ben
bunu bildiğim için, Kellekesen Efo duysun diye, yüksek
sesle konuşuyordum zaten. Başgedikliye tekrar;
-“Sizi buruya kim gönderdi?” dedim. O da;
-“Kaymakamlık gönderdi. Kaymamak gerekirse seni
mahkemeye verecek, gerekmezse, oraya karışmayız”
dedi.
-“Ben görevimi kötüye kullanmadım. Savcıya burada
da verdim ifademi. Ne gerekiyorsa, yapın. Durum
bundan ibaret. Aha bak, 15 dene askerin var. Niye gedip
de yakalamıyon?” dedim.
-“Tamam
hocam.
Durum
anlaşıldı.
Bize
Allahaısmarladık” dedi. Pikaba bindiği gibi gitti.
Kellekesen Efo’dan tarafa bakmadı bile.
O günden sonra Kellekesen Efo ekinini biçtirdi,
harmanını kaldırttı, pancarını sulattı. Her bir işini de
gördürdü.
Maşat Karakol Komutanı her taraftan yiyordu. Hem
Kelleci’den yiyordu, hem de vatandaştan. Komutan
götürüyordu birisini karakola, “Sen Kellekesen Efo’ya
yataklık yapıyormuşsun, onu saklıyormuşsun” diye.
Adam da jandarmadan kurtulmak için, veriyordu
parayı. Kellekesen Efo’nun da para yedirdiğini duyardık
komutan Gemükgıran’a. Kellekesen Efo inermiş Maşat
Ova’ya. Gördüğü ilk adama;
-“Şu zarfın içindeki parayı al, komutana götür. Yoksa
seni öldürürüm” dermiş.
35
36
BÖLÜM 4. MAHMUT İŞ
Ben Boldacı Köyü’ndenim. Zile Kütüphanesi’nden
emekli oldum. Köyümüz Boldacı, eski ve köklü bir
köydür. Köyümüzdeki camide, çok eski bir evliya, veli
yatar. Velilere saygı göstermemenin cezaları çok büyük
olsa gerekir. Eskiden herkes çalışmaya giderken, caminin
önünden geçerken, ellerini kaldırır ve orada yatan
mübarek zata bir Fatiha okur, dua ederdi. Günümüzde
ise traktörün sırtına binen, evliyanın önünden geçerken,
37
38
yüzünü öte yana dönüp gidiyor.
Eğer bu velilere inancımız var ise, köyümüzde olan
hadiselere, başımıza gelenlere, biraz da bu cepheden
bakmak gerekir. Bu çevrede böyle 4 adet köy vardır.
Çeltek, Şıheylik, Karaşık ve Boldacı Tekkesi. Bu 4 köyde
de büyük veli vardır. Ama günümüzde bu 4 köydede
velilere saygı gösterilmediği için, bu köylerin hepsi de
haşat olmuştur.
Kellekesen Efo gerçekten mert, yiğit, delikanlı ve
yürekli bir insan idi. Mezarı Çekerek Mezarlığı’ndadır.
Kardeşinin kızı Döndü İnan yaptırmış mezarını.
Babasına Haspolat, anasına Ağ Gelin derlerdi. İk tane
baba bir anne ayrı erkek kardeşi vardı. Daha önce Sali
ismindeki bir kardeşi de balta ile öldürülmüştü.
Kellekesen Efo’yu kötüleyenler, Ormancı İbrahim’
sağ iken ondan korkup da köyden kaçanlardır.
Kellekesen Efo öldürüldükten sonra bile, bu insanlar
birkaç sene yine ortaya çıkamadılar. “Kellekesen Efo
aslında ölmedi. Hükümetten kaçmak için, rol yapıyor.
“Öldü” diye şayia çıkartıyor. Daha sonra köye gelip
düşmanlarından öç alacak.” dediler. Nice sonra Çekerek
Mezarlığı’nda mezarını gördü millet, Ormancı İbrahim’
zaman inandılar ki, Kellekesen Efo öldü. Bu adamlar
ancak ondan sonra köye tekrar dönebildiler.
Kellekesen Efo çok fakir idi. Köyümüzde belki 20-25
evin ocağını yaktı geçinebilmek için. Babasının malı çok
idi. Babasından kalan mirası analıklarından istedi, ama
alamadı. Bütün isteği, köyün kıyısında, Arpalık denen
tarladan bir ev yeri alabilmekti.
Kellekesen Efo, analığı Binlik’i çeşmenin başında
görüyor.
-“Babamdan kalan yerden bana, tek bir göz ev
yapacak yer ver, Aba” diyor. O da;
-“Senin baban Haspolat değil. Satılmış’ın Mıstık. Get
malını ondan al” diyor. Kellekesen Efo’da bu cümleyi
duyunca, kendini kaybediyor ve tabancasını çekip,
analığını tek kurşunla öldürüyor. Analığı Binlik, hemen
pınarın oraya düşüyor. Kellekesen Efo’da saçını eline
doluyor, analığının kafasını orada kesiyor.
Binlik’in kocası da olay olduğu zaman orada imiş.
Olayı görünce, kocası kaçıyor. Hatta dene ambarı’nın
içine girdiğini söylediler. Analığının kellesini alıp köyün
içinde giderken;
-“Bakın komşular. Mal sevdasına düşenin hali budur.
Bakın da ibret alın” diyor. Oradan mezarlığa gidiyor ve
musallanın taşın üstüne dikiyor kesik kelleyi. Orada
da hıncını alamıyor ve götürüyor arpa yığının tepesine
dikiyor kesik kelleyi. Ağzına da bir demet arpa kellesi
koyup;
-“Al işte, doymuyordun. Ye bak şimdi” diyor. Oradan
kalkıyor, kör analığının yanına geliyor.
-“Aba. Bana Arpalık’dan 2 gözlük bir ev yeri veriyon
mu, vermiyon mu?” diyor.
-“Yavrun orayı sana verirsem, Hatun’u ne yapıyım?”
diyor. Bunun üzerine onu da yatırıyor ve hayvan boğazlar
gibi boynunu yarı yerine kadar kesiyor ve bırakıyor.
Oradan firar ediyor.
Asker köylüye biraz baskı yapınca, bu durumdan
rahatsız oluyor ve “Köylü benim yüzümden çile
çekmesin” diye teslim oluyor. Hatta köyden ayrılırken,
39
40
caminin önünde;
-“Komşular ben size acı çektirdim. İnsan başına iş
gelir, dağ başına kış gelir. Beni kınamayın. Hakkınızı
helal edin” diye de onlardan helallık istiyor. Bu olaylar
1972 yılının harman zamanı oluyor.
Yargılandı. Bir müddet Zile, daha sonra Tokat’ta
yattıktan sonra, Sivas Yarıaçık Cezaevine’ne nakledildi.
1979 yılının bahar aylarında, bu cezaevinden kaçtı.
Çünkü, cezaevinden Ormancı İbiş’e haber gönderiyor.
“Dayıoğlu, benim malımı almayın” diye. Bunlar
dinlemiyor. Bunun üzerine firar ediyor.
Fakat Ormancı İbişgil;
-“Yav, bu bize cezaevinden ne edecek. Cezaevinde
bunun pili biter” diyorlar kendi kendilerine. Kellekesen
Efo’nun üvey kardeşi Abdullah İnan kanalı ile, Ormancı
Kör İbiş bütün tarlaları İzaleyi Şüyu ile alıyor üstüne.
Kellekesen Efo’nun öz kardeşi Zihni, bu olaylar seyirci
kaldı ve müdahale etmedi. Onun da bu işlerde vebali
vardır.
Bir gün Kellekesen Efo’ya sordum, “Kardeşin Zihni’de
bütün bu olaylara seyirci kaldı. Niye ses çıkarmıyorsun”
diye, bana “Yav, vuramıyorum. Tabancayı elime alıyorum.
Kardeş kanımı, kardeş bağımı beni durduruyor,
vuramıyorum. Ellerin kırılıyor tetiği çekemiyorum”
derdi. Böyle de mert bir insandı.
Bu arada 9 ay kaçtı. Bu arada sürekli Ormancı İbiş’e,
köyün hatırı sayılı büyükleri ile haber gönderiyor;
-“Bana bir tarla verin. İddiamdan vaz geçiyim. Ben
de geçimimi sağlayım. Benim cezam bitmek üzere. Gidip
teslim olacağım ve cezamı çekeceğim. Ondan sonra ben
Şekil 8. Kellekesen Efo’nun oğlu Mustafa’nın, babasının yattığı cezaevi önünde çekilmiş bir çocukluk fotoğrafı
41
42
de bir hayat sürüyüm” diye.
Ormancı Kör İbişgil sürekli olarak;
-“Hayır olmaz. Tarla marla vermeyiz” dediler. Fakat
ertesi sene Bu Kör İbişgil’in tarlaları orakta kaldı.
Tarlalarını biçemediler. En sonunda bunlar birkaç silahlı
adam ile Hasanbaş Tarlası’na ekin biçmeye gidiyorlar,
hanımları ile birlikte. Bunu duyan Kellekesen Efo, tarlaya
varıyor ve otomatik tüfek ile bunları tarıyor.
Köyde;
-“Bunların kurşunu beni vuramaz” dedi. Ben gördüm.
Ormancı Kör İbiş domdom kurşunu ile Kellekesen
Efo’ya atmış bir kere. Kurşun vücuduna değmiş ama
geçmemiş. Mosmor olmuştu kurşunun değdiği yer. Ben
bunu gözlerimle gördüm. Bana sonra gösterdi orasını.
Bunların hepsini önüne katıyor ve eve getiriyor.
Evde toklu kesiyorlar, beraber yiyorlar. “Sana bir tarla
vereceğiz” diye Kellekesen Efo’ya söz veriyorlar. Ama
Kellekesen Efo gidince, “Ne tarlası veriyoruz sana”
dediler.
Ormancı İbişgil, Kellekesen Efo’yu pusuya düşürüp
öldürmek için plan yapıyorlar. Kellekesen Efo’yu kim
vurursa, Erikli Bahçe’yi veya Hasanbaş Tarlası’nı o
alacak diye de aralarında mükafat belirliyorlar. Ormancı
Kör İbiş, bir de boğma ipi ayarlıyor ve cebine koyuyor.
Bu arada, bunu duyan Ormancı Kör İbiş’in abisinin
baldızı, Sadığın Ali’nin gelini, Kellekesen Efo’yu Omacın
Şevki’nin evde bulup;
-“Satılmış. Bugün seni pusu kurup vuracaklar” diye
haber veriyor. Bunu duyan Kellekesen Efo, bunları takip
ediyor. Kör İbiş’i, Şimşeğin Hasan’ın duvarın üstünde
buluyor. Karşısına dikiliyor.
-“Dayıoğlu, tarlayı vermeye niyetin var mı, yok mu?”
diyor. O da;
-“Gel heğri emeoğlu. Ben sana bir tarla değil, iki tarla
veririm” diyor. Efo’da;
-“Yok yav, bu iş son daha, bitti” diyor. Oradakilere
“Dağılın lan hepiniz. Hiç kimse kalmasın burada. Sen
kırmaşma yanlız” diyor Kör İbiş’e. Hatta bizim Osman’da,
su deliğinin içine giriyor korkusundan. Otomatikle bir
tarıyor, Kör İbiş yerinden bile kalkamadan, duvarın
üstüne yığılıp, kalıyor.
Oradan herkese talimat veriyor. Hocaya,
“Cenazeyi yıkamayacaksın”, birkaç kişiye “Cenazeye
gelmeyeceksiniz” diye. Telefonları kesiyor, karakola
haber verilmesin diye. “Hiç kimse cenazeye ellemesin,
burada kalsın diyor.
Jandarmanın haberi oluyor ve gece jandarma
geliyor. Efo’da, olayın olduğu yere 50 metre uzaklıktaki
Kendirliğ’in içine giriyor ve bekliyor. Jandarmalar
sabaha kadar ateş yakıp, cenazenin başında bekliyorlar.
Daha sonra ben Efo ile konuştuğumda, bana;
-“Ben Kendirliğ’in içinden, jandarmanın bütün
konuştuklarını sabaha kadar dinledim” dedi.
Biraz zaman geçtikten sonra, Efo kendini kaybetti.
Bütün değerler bitti, iş maddiyata girdi.
Bir gün Çubuk Bağı’nda ben, Osman, Yusuf tırpan
biçiyoruz. Benim büyük birader;
-“Ben bugün Kellekesen Efo’yu rüyamda gördüm”
dedi. Aradan biraz zaman geçtiki, Kellekesen Efo
aşağıdan “Selamünaleyküm” diyerek geldi, oturdu.
43
44
-“Satılmış, açmısın?” dedim. Günlerden bir Ramazan
günü idi.
-“Acım arkadaş yav!” dedi. “Ekmek yemedim. Şimdi
yedim desem, yalan olur” dedi.
-“Satılmış, sigaran var mı?” dedim. “Yok” dedi. Oradan
atladım köye gittim. Ekmek yapan bir ev gördüm.
-“Bana bir gaç dene çökelekli falan yapın” dedim
onlara. Kadınlar da;
-“Ne yapacaan mübarek Ramazan günü çökelikliyi”
dediler.
-“Şu yakın Alevi köyünden bi misafir geldi. Onnara
vereceem” dedim. Gittim bakkaldan 3-4 tane sigara
aldım. Götürdüm bunları Kellekesen Efo’ya verdim.
Çıkardı sigaranın parasını, attı. “Almam” falan dediysem
de, dinlemedi.
-“Parayı koy cebine, yoğsam götürürüm gerisin
geriye” dedim. Böyle deyince ağlamaya başladı.
-“Arkadaş, acaba bende hürriyetime gavuşup da,
şöyle sizin gibi tarlamda, tümümde çalışabilir miyim?”
dedi.
-“Yav, insan başına iş gelir. Böyle yapma Satılmış,
ağlama yav” dedim. Elindeki tüfeği şöyle dayadı ve;
-“Şu tüfek bana birinci düşman. Bir çalının dibine
otursam, bir ses gelse, ‘Pıt’ etse, yüreğim ağzıma geliyor.
Yav arkadaş bunları bana çok görmen” dedi. “Ben şurda,
kayısı ağacının dibinde biraz yatıyım. Gece uyumadım.
Jandarma falan gelirse, telaşlanman. Bana bir şey
demezler, korkman” dedi. Orada biraz yattı, uyudu.
İkindi civarında uyandı.
-“Yav Satılmış, niye bize de heç gelmiyon, galmıyon?
Şekil 9. Öldürülen ormancı İbrahim Uyar’ın günümüzde kimselerin
oturmadığı ve virane olmuş evi.
Bizim orıyada gel. Yimek falan ye” dedim.
-“Ben sizin orıya gelmem” dedi.
-“Niye gelmiyon?” dedim.
-“Size kanunen şerrim bulaşır. Jandarma tarafından
size baskı gelir” dedi. Yani benim yüzümden, size sıkıntı
verirler demek istedi. Böyle de mert delikanlı idi.
Son dönemlerde bazı dengesiz kişiler Kellekesen
Efo’nun koltuğuna girdiler ve onu şişirtmeye getirdiler.
Mesela bizim köyden Topal İbiş, Çekerek Elemin
Köyü’nden Elmas’ın oğlu Cafer gibi kişiler, “Falanca
köyde, şu aşiretin parası var, filanca köyde şunun davarı
45
46
var. Onlardan koyun getir, yiyelim. Sen yiğitsin, senin
önünde kimse duramaz. Bugün köyde ormancı var, bize
et lazım” diye diye onu yoldan çıkardılar.
Son zamanlarda;
-“Beni öldüren cennetlik olur. Benim heç bi gurtuluş
halim galmadı” diyordu. Efo, Sarıköylüler’in davarlarına
dadanıyor. En sonunda bunu orada balta ile öldürüyorlar.
Bu Kanlı Tarla yüzünden, Kellekesen Efo’nun iki
analığı öldü. Kellekesen Efo’nun kendi öldü. Oğlu öldü.
Ormancı Kör İbiş öldü. Kör İbiş’in oğlu da öldü. Kör
İbiş’in oğlunu öldüren amcasının oğlu da öldü. Nerdeyse
8-10 kişi öldü. Daha önceleri bir Zileli’ye ait olan bu tarla
yüzünden yine 5 kişinin eskiden öldüğünü söylerler
köyümüzde.
…………………..
Köyümüzden Ağgöz isminde biri vardı. Ağgöz bir
yerden bir Keleş (Kaleşnikov) alıyor ve sağda solda;
-“Bende de Keleş var. Ben de artık bir Kelleci oldum”
diye konuşuyor. Kellekesen Efo bir gece Ağgöz’ün evine
giriyor. Bakıyor ki Ağgöz Hüseyin ile hanımı üstleri
açık yatıyorlar. Bunların üstlerini örtüyor. Ağgöz’ü
uyandırıyor ve;
-“Bak üstü açık yatıyordu. Üstünü ben örttüm. Bende
böyle bir şeyler olmaz” diyor. Daha sonra Ağgöz’ün iki
oğlunu dağa kaçırdı ve;
-“Keleş’i falanca yere getir, oğullarını bırakıyım” dedi
ve Keleş’i getirtti.
..............................
Bir gün Göynücekli birisi, Adliye’nin bahçesinde
bana bir olay anlattı. Etliğin oğlu Bektaş ile Kellekesen
Efo minibüs ile Amasya’dan Turhal’a gidiyorlarmış.
Çengel Boğazı Mevkisi’ne geliyorlar. Minibüste laf
Kellekesen Efo’dan açılıyor. Yolculardan birisi şoföre;
-“Gardaş! Buralarda Kelleci diye biri geziyomuş.
Etme noolur buralarda yolcu mulcu alma. Turhala’a
gadar durmadan gedek” diyor. Yolculardan birisi;
-“Ula, Kelleci gelse ne yazar, gelmese ne yazar? Gelse
nöreecek ki? Aha önümüze gelirse, durdurun minibüsü,
bindirin” diyor. Kellekesen Efo şoföre;
-“Gardaş, iki dakka su dökmeye dursam. Çok
sıkıştım” diyor. Efo arabadan iniyor, paltonun altından
Keleş’i çıkarıyor, şoförün kapıyı açıyor ve şoföre;
-“İn bakalım aşağıya” diyor. Peşinden yolcuların
hepsini de indiriyor. Kellekesen Efo bir yana geçiyor,
Bektaş diğer yana ve yolculara;
-“Herkes cebindekini yere koysun” diyor. Daha sonra
o ileri geri konuşan yolcuya;
-“Ulan gavat! ‘Kelleci olsa ne yazar, olmasa ne
yazar?’ diyodun. Hadi ben Kelleci’yim. Ne yapacaasan,
yap bakalım” diyor. Onu söyleyen yolcu altına ıslatıyor.
Kellekesen Efo yolculara;
-“Ben eşkıya değilim, çete değilim. Benim başıma bir
iş geldi. Benim kimseye şerrim dokunmaz. Şimdi herkes
boşalttığı kendi malzemesini alsın. Bir daha da sakın ha,
Kelleci hakkında ileri geri konuşman. Çekin, gidin” diyor.
Ormana girip, kayboluyor ikisi de.
……………………….
Bir defasında da Zile’de rastladım Efo’ya. Ben
Eski Müftülüğün ordaki Halıköy’lü Hafız’ın kahvede
oturuyordum. Toruk, Recep ve 3-4 kişi daha geldiler
47
48
kahveye. Bunlar Kellekesen Efo’dan kaçıyorlardı.
Kahvenin gizli bir bölmesi vardı, orada oturuyorlardı.
Kellekesen Efo da onların oraya geldiğini haber almış.
Ben Boyacı Hasanağa Camisi’nin orada oturuyordum.
Saat gece 11 sıralarında, evin önünde duruyordum.
Hamamın arkasında bir karaltı gördüm. Birisi bana;
-“Mahmut, sen misin?” diye seslendi. Bir baktım,
bizim Kellekesen Efo. Hoş, beş ettik.
-“İlla eve girek, bi şeyler yiyek” dedim,
-“Yok eve girmeyecaam, bir işim var” dedi.
-“Yav, ne işin var?” dedim.
-“Senden bi ricam var” dedi.
-“Ney?” dedim.
-“Şu Halıköy’lü Hafız’ın kaavede filan, filan, filan
kişiler var mı, yok mu? Bana bir bak da, söyle. Şimdi ben
de inecaam de, polis molis var.” dedi. Kahveye gittim,
kahvenin karanlık bir bölmesi var. Dediği adamlar orada
oturuyorlar. Hemen Kahveci Hafız’a;
-“Hafız! Şu kişilere söyle, hemen burayı terk etsinler”
dedim. Hafız meraklandı ve;
-“Yav, ne var? Noğoldu?” dedi. Ben tekrar;
-“Hemen acele burayı terk etsinler. Kellekesen Efo
yakında bir yerde ve bunları arıyor” dedim. Hafız hemen
bunlara haber verdi ve bunlar 4 kişi üstten aşağı, eski
Tekel Binası, yeni Bağkur İşhanı tarafına doğru kaçtılar.
Onlar kaçtıktan sonra, ben Kellekesen Efo’nun yanına
gittim. Bana;
-“Neğettin?” dedi.
-“Orda heç kimse yok” dedim.
-“O dürzüler orıya geliyomuş yav Mamut” dedi.
Şekil 10. Yozgat Çekerek’e bağlı Sarıköy’de, Kelleci Efo’nun
öldürüldüğü ağıl yerinin günümüzdeki kalıntısı.
-“Bilmiyom geldiklerini. Ama ben görmedim
kimseyi” dedim. Biraz ayaküstü lafladık, oradan
Kellekesen Efo Hafız’ın Kahve’nin önünden geçti, gitti. O
arada Hafız, Kellekesen Efo’yu görmüş. Ertesi gün Hafız
beni görünce;
-“Yav Mamut. Dün gece seni gerçekten takdir ettim.
Hakketen de Kellekesen Efo geldi, buradan geçip, gitti
ya” dedi. O aralar Şimdiki Adliye Binası’nın yerinde olan
Eski Garaj’daki Gödek Hasan’ın Kahve kurşunlanmıştı.
49
50
Eyüpoğlu’nun Meyhane kurşunlanmıştı. Yani sıra buraya
gelmişti. Ertesi günler, o adamlar tekrar kahveye gelince;
-“Arkadaş, bir daha benim kahveme gelmeyin” demiş.
Aradan bir iki ay geçmişti. Bir gün eve Toruk, Göğibiş
ve anası ellerinde yoğurt, tereyağı, çökelik gibi ufak
tefek hediyelerle geldiler. Ben de o zamanlar hasımdım
onlarla. Birbirimize kurşun atmıştık ve konuşmuyorduk.
Bunlar olayı duymuşlar. Kendilerini, benim kurtardığımı
duymuşlar.
Anası dedi ki;
-“Oğlum. Biz seni düşman biliyorduk. Sen bizim
düşmanımız değilmişsin” dediler. Ben de;
-“O benim insanlık görevim. O sizinle ilgili bir şey
değil” dedim. Biz orda barıştık.
…………………………..
Kelleci’nin, balta ile öldürülen kardeşi Sali’nin de,
“Sır Kapısı” programlarına konu olacak bir hikayesi
vardır.
Bu Sali köyümüzde bekçi idi sene 1956 yılında. Sali,
Kör analığından olma idi Kellekesen Efo’nun. Ben o
zamanlar 7-8 yaşlarında idim. Kendisinin çok asabi biri
olduğu söylenirdi. Vurur, kırar, biçer, takar bir kişiymiş.
Köyümüzde Yayık Hasan’ın Gelinleri derler, 2
gelin vardı. Bu gelinler tarlaya giderken, Çubuk Bağı
dediğimiz bir mevkide bulunan bir bahçeden biraz
elma alıyorlar. Elma bahçesi başkasının imiş. Bekçi Sali
bunları bağda yakalıyor. Vebali söyleyenlerin boynuna,
gelinleri elma çalarken suçüstü yakalamışken, bunlara
kötü muamelede bulunmaya kalkışıyor.
Kadınlar kurtuluyor Bekçi Sali’nin elinden. Akşam
evde kocalarına bu durumu anlatıyorlar. Bunların
kocaları da Gediğin Oğlu Dursun ile Kör Üsüyünün Babası
Kamil. Bunların ikisi de bekçi. Kamil, Fidit Mevkisi’nde
bekçi idi. Sali de Çubuk Bağları’nda bekçi idi. Aradan bir
iki gün geçiyor. Çubuk Bağları’nda Sokak Mevki diye bir
mevki vardır. Kamil;
-“Dursun, sen bu Sali’yi bir sigara sarmaya
çağır” diyor. Kamil baltasını bileğiliyor ve bu Sokak
Mevkisi’ndeki kuytu bir yerde pusuya yatıyor. Dursun,
Sali ile sigara içerken, Kamil arkadan geliyor ve baltayı
nasıl vuruyorsa, tam ağzından kafasını parçalıyor.
Cesedini alıp, ekinlerin içine atıyorlar.
Derken, Sali 15-20 gün kayboldu ortalıktan. Herkes
merak ediyor ve arıyor. Yüksek kavakların üstüne
çıkıp öyle ararken, birisi ekinin içinde Sali’nin cesedini
görüyorlar. Cesedi aldılar köye getirdiler.
Olayın faili çıkmayınca, Jandarma köyden tuttuğunu
aldı aldı götürdü ifade almaya. Köylüye epey işkence
edildi. Belki 50-60 kişi dayak ve kötü muameleden geçti.
Çakır Hakim diye bir hakim vardı. Şüphelilerin
ifadesini alıyor bu hakim. İfadeleri alırken, Dursun
tavırlarından biraz şüpheleniyor. Ona;
-“Bak garoğlan, garoğlan. Senin ağzın dilin,
‘Görmedim’ diyor ama, bak gözlerin ‘Gördüm’ diyo.
Birkaç gün sonra sana geleceem. Dikkat et. Gel gizleme,
söyle gerçee” diyor.
Sali’nin öldürülmesi, ekinler ütme iken olduydu.
Harman zamanı bir gün, ortada yağmur yok, bulut yok.
Bir çatırtı koptu. Ben kendimi korkudan yere attığımı
hatırlıyom. Meğerse Fidit Bağları’na yıldırım düşmüş.
51
Derken köye bir haber geldi. “Fidit Bağları’ndaki
bekçi gümelesine yıldırım düşdü” dediler. Sali’ye baltayı
vuran Kamil de, Çakır Hakim’e ‘Görmedim’ diyen Dursun
da yanmış, kömür gibi olmuşlar.
Çakır hakim yine köye geldi. Cesetlerin başına dikildi
ve;
-“Eeee garoğlan. Senin ağzın dilin, ‘Görmedim’
diyordu ama, bak gözlerin ‘Gördüm’ diyodu. ‘Fazla
sürmez, sana da gelirim” diyodum. Bak geldim işde
Garoğlan” dedi.
Tabii sonradan bütün bu olaylar açığa çıktı. Gelinlere
sarkıntılık falan. O zaman herkes anladı, bu ölümlerin
sebebini. Ama bu arada vatandaşın çektiği yanına kaldı.
O günlerde vatandaş çok işkence gördü.
Bizim bu Kellekesen Efo’nun davasında da,
köyümüzden Göğcelinin Dursun isminde bir vatandaş,
jandarmadan çok işkence gördü. “Sem Kellekesen Efo’ya
destek veriyormuşsun” diye, bu vatandaş çok işkence
ve kötü muamele gördü. Köyde halen, birisi “Jandarma
geliyo” deyince, girmeye delik arar.
52
BÖLÜM 5. MUSTAFA ZENGİN
1975-1981 yılları arasında Boldacı Tekkesi
Köyü’nde öğretmenlik yaptım. Ben halen Zile
Kütüphanesi Müdürü’yüm. Biz 4 öğretmen arkadaş
olarak çalışıyorduk. Ben orada yıl kaldım ama bize,
okula en ufak bir zararı olmamıştır. Hatta cezaevinden
kaçtığı günlerde bir gün köyün içinde karşılaşmış ve
selamlaşmışız. Ben tanımıyordum. Daha sonradan “Efo,
o selamlaştığım kişi idi” dediler.
Ben orda vazife yaparken, benim otomobilim vardı.
53
54
Herhalde onu biraz kışkırtmışlar. “Niçin öğretmenlerden
haraç almıyorsun? Niye Mustafa Hoca’nın arabasını
kullanmıyorsun?” diye. Daha sonra ben köylülerden
“Ben öğretmenleri bu işlere bulaştırmam” dediğini
duydum.
Ben köyde vazife yapmaya başladıktan 3-4 yıl
sonra, Kellekesen Efo’nun hapisten kaçtığını söylediler.
O zamanlar jandarma ekipleri sık sık köye gelir ve
araştırma soruşturma yaparlardı. Fakat nedense hiçbir
ipucu da çıkaramadılar.
Mevsimlerden yaz idi. Bir gün caminin karşısında
yunak vardı. Biz orada 4-5 kişi oturuyorduk. Ormancı
Kör İbiş de, 4-5 arkadaşı ile bizden 15 metre kadar
uzakta, Çevrik dediğimiz bir ağaç altında oturuyordu.
Burası etrafı taş duvarla çevrili, çayırlık bir yerdi. Vakit
öğleden sonra 5-6 sıraları idi.
Birden bizim yanımızdaki birisi, “Aha Efo geldi” dedi.
Hepimiz birden ayağa kalktık. Kör İbiş duvarın üstünde
oturuyordu. Efo otomatik silahı İbiş’e doğrulttu. Biz
de, hem olaya şahit olmayalım, hem de silahtan çıkan
kurşunlar bize de gelebilir diye, kaçıştıuk. Daha 10 metre
uzaklaşmamıştık ki, otomatik silahın sesi duyuldu.
Ormancı İbiş yerinden bile doğrulamamış ve ölmüş.
Kaçak yaşadığı birkaç yıl içinde, ne Boldacı Köyüne,
ne de çevre köylere herhangi bir zarar vermedi. Kimsenin
ırzına, namusuna dokunduğunu duymadık. Onun derdi,
arazi ve miras meselesi idi.
Fakat Efo’nun yanına başka bir kaçağın takıldığını
duyduk. Daha sonra yanındaki bu kaçak birkaç soygun
yapmış. Bunun üzerine Efo, bunu yanından dışlamış. Bir
Şekil 11. Ormancı İbrahim Uyar’ın, Kelleci Efo tarafından makineli
tabanca ile öldürüldüğü “Çevrik” isimli yer.
müddet kendi köyünde kaldıktan sonra, Elemin Köyü’ne
gittiğini duyduk. Benim tahminime göre, Efo’yu burada
kullandılar. Onun sırtından, çevreyi haraca bağladılar.
Sonunda Sarıköy’de öldürüldüğünü duyduk.
55
56
BÖLÜM 6. DÖNDÜ İNAN
Ben Kellekesen Efo denen Satılmış İnan’ın eşiyim.
Biz 1966 senesinde evlendik. 6 sene beraber evli kaldık.
Daha sonra o cinayet olayı oldu. Eşim 1979 yılında
öldürüldü. Eşim öldürülünce, bana rahmetlik ağabeyim
baktı. 2 sene sonra Zile’de berberlik yapan bir şahısla
57
58
evlendim. O da rahmetli oldu.
Eşim Satılmış İstanbul’da çalışıyordu. Ordan geldi ve
ekinleri sürdürmek için köye gitti. Biz o zaman Zile’de
duruyorduk. 2 gün sonra duydum ki, analıkları ile
tartışmış ve onları öldürmüş.
Analıklarından tarla hissesini istemiş. Onlar da
“Herkes kendi hissesini aldı” demiş. Eşim dönmüş
gidiyormuş, analığı “Ne olacak, sen Satılmış’ın Mıstığ’ın
oğlusun” demiş. Böylece cinayet oldu diye biliyorum.
Kellesini kesmiş ve yığının tepesine dikmiş. Oradan
gitmiş diğer analığını da kesmiş. O analığının gözleri
görmüyordu. Oradan firar ediyor eşim.
Ben yeni doğum yapmıştım ve kucağımdan kızım
vardı. Eve jandarmalar geldi. Beni sorguladılar. Benim
böyle haberim oldu. Epey kaçtı eşim. Jandarmalar
bulamadılar. Ben de babamın Küçüközlü Köyü’ne,
babamın evine gittim. Biraz orda durdum. Daha sonra
eşim teslim oldu. Ben de Zile’ye geri geldim.
Kafasını kestiği Binliğ’in oğlu beni Zile’de gördükçe
hatırımı sorar ve eşime götürmem için para verirdi.
Eşimle cezaevine ziyarete gittiğimde konuşurdum.
Bana, onları öldürmek hiç aklında fikrinde olmadığı
halde, analığının o lafı yüzünden kendini kaybettiğini ve
cinayetleri işlediğini söylerdi.
Ömce Zile’de, sonra Tokat’ta yattı. Daha sonra Sivas’a
nakledildi. Buralarda kendisini ziyaret ederdim. Bir gün
Sivas Cezaevi’nden kaçtığını duydum.
Şekil 12. Kelleci Efo’nun oğlu Mustafa (sağda, uzun boylu) bir
arkadaşı ile birlikte.
59
60
Kaçtıktan sonra çeşitli yerlerde saklandı. Bana haber
gönderir, ben de saklandığı yere giderdim. Bir zaman
Çekerek İlçesi’ne bağlı Gökdere Köyü’nde kaldı. Orada
Tabakalı Anşa diye birinin yanında kaldı. Ben de kaldım
yanında. 15 gün kadar kaldık orda.
Daha sonraları Çekerek İlçesi’ne bağlı Elemin
Köyü’nde de kaldı. Orada Cafer isminde biri, milletten
“Kellekesen Efo istiyor” diye para toplamış. Eşimin üstüne
atmış. Daha sonra eşimin Sarıköy’de öldürüldüğünü
duydum.
Benim Mustafa isminde bir oğlum vardı. Zile’de
Hükümet Binası’nın önünde boyacılık yapardı. İntikam
almak için oğlumu öldürmeyi planlamışlar. Eşimin
öldürdüğü Ormancı Kör İbiş’in oğlunu kışkırtmışlar.
Kör İbiş’in oğlu Zile’ye gelmiş ve oğlumla arkadaşlık
kurmaya başlamış. “Ben babanın bir arkadaşının
oğluyum. Arkadaş olalım. Bağlara gidelim, gezelim”
demiş. Oğlum da “Annemin haberi olmadan gitmem”
demiş. Bende de hata oldu. Oğluma “Oğlum, bizim
düşmanımız var. Aman dikkatli ol. Sana yanaşanlar
olursa, bize haber ver” demedik. Oğlum da, kendisi
ile arkadaşlık kurmak isteyen çocuğu söylemedi.
Söyleseydi, biz de uyarırdık.
Oğlum saldırıya uğramadan 1 saat önce, Hükümet
Binası’nın önünden geçtim ve oğlumu gördüm. “Ben
dayıngile gidiyorum. Benden habersiz bir yere gitme”
dedim. Benden sonra, berber olan eşim eve gidiyormuş.
O da görmüş ve konuşmuş Mustafa ile.
O zamanlar Hükümet Binası’nın önünde sık ağaçlar
vardı. Ağaçların arasından geliyor ve oğlumun boynuna
bıçak ile vuruyor. Oğlu Mustafa’yı alıp hastaneye
kaldırmışlar. Haber verdiler bize.
Zile’den Tokat Hastanesi’ne götürdük. Orada
yoğun bakıma aldılar. Bizi yanına sokmadılar. Biz de
oradan Zile’ye geldik. Karakola’a çağırdılar bizi. “Kim
yapmış olabilir” diye bize sordular. Biz de karşı taraftan
şüphelendiğimizi söyledik.
O çocuğu yakaladı polisler. Mahkeme olmaya başladı
çocuk. Karşı taraftan mahkemeye gelen olmazdı. Gelseler
de, beni görünce kaçar, yanaşmazlardı. Ben mahkemeye
sürekli bıçak falan ile gidiyordum. Fırsatını bulsam, ben
de karşı tarafa zarar verecektim. Çünkü evlat acısı bana
dokunmuştu. Çünkü oğlum Mustafa Tokat’tan Ankara’ya
sevk edilmişti ve burada 1,5 ay yattıktan sonra vefat
etti bu yaranın etkisi ile. Oğlum Mustafa öldüğünde 15
yaşındaydı.
Oğlumu öldüren çocuğa 8-9 sene gün verdiler. Ama
ben mahkeme salonunda çocuğa beddua ettim, “Allah
sana da kınalı parmak sıktırmasın” dedim. Daha sonra
af çıktı ve salıverdiler.
Bunu salınca, askere aldılar. Askere gidip, dağıtım
iznine gelmiş. Dağıtım izni sırasında, amcalarından
babasının tarlalarını istemiş. “Hiç yok yere, bana o
suçsuz çocuğu öldürttünüz. Beni günaha soktunuz.
61
Bundan sonra karşınızda Kellekesen Efo benim. Verin
benim babamdan miras kalan tarlaları bana” demiş. O
zaman akrabaları bunu öldürmüşler. Daha sonra Zile’nin
girişine, ağaca asmışlar. Kendi kendine intihar etti süsü
vermişler.
Suçu da bana atmışlar. “Bunu öldürdüyse, Efo’nun
hanımı öldürttürmüştür adam tutup” demişler.
Polislerde “Siz o kadının çocuğunu öldürttünüz. O kadın
size mahkeme salonunda beddua etmişti. O kadının
bedduası tuttu. Onu siz öldürdünüz” demişler. Daha
sonra o amcalarını da başkaları öldürdü. Velhasıl o Kanlı
Tarla’nın yüzünden kaç kişi öldü.
Çok sıkıntı çektim. Eşim Satılmış hapiste idi. Ben
de geçinmek için tarlaya çalışmaya gidiyordum. Ufak 1
yaşındaki kızımı, eltimin kızına bırakıyordum. Bir gün
geldim ki, kızım ölmüş. Eltimin kızı su getirmeye gitmiş.
Kızım da salıncağın ipine asılı kalmış ve ölmüş.
62
BÖLÜM 7. Koca İbo (İBRAHİM
ERGİN)
Ben Zile-Çekerek arasında, minibüs ile yolcu taşırım.
Aslen Yozgat Çekerek İlçesi, Sarıköy’denim. Bir gün
Çekerek’den, Zile’ye gitmek üzere yola çıktım. Sarıköy
63
63
yol ayrımına geldiğimde, bir kişi minibüsün önüne çıktı.
Durdum. Baktım bizim Kellekesen Efo.
-“Ne o lan? Böyle yola çıkıp, araba önü kesecek kadar
düşdün mü?” dedim. Tabii şaka yaptığımı biliyor;
-“Ooo, İbo Dayı! Sen miydin? Seni gelirken
tanıyamadım” dedi. Biraz lafladık. Daha sonra bana;
-“İbo Dayı, sen Zile’de benim evi biliyon. Al şu
emaneti, benim hanıma ver.” dedi. Verdiği şeyi, götürdüm
hanımına verdim. Ben kendisinden bir zarar görmedim,
yolda herhangi bir arabayı durdurup, soyduğunu da
duymadım. Daha sonra bir gün, bizim köyde balta ile
öldürüldüğünü duydum.
64
BÖLÜM 8. BEKİR İNAN
Ben Kelleci denen, Satılmış İnan’ın akrabasıyım.
Halen Zile İtfaiyesi’nde çalışıyorum. Herhalde 11-12
yaşlarındaydım. Bizim köyden Pelteğin Ali’nin Ömer ile,
Göğce Deresi mevkisinde davar güdüyordum. İkimiz de
uyumuşuz. Bir ıslık sesi ile uyandık. Baktık, uzaktan iki
kişi geliyor. Gelenler Kelleci Efo ile Etliğin Bektaş imiş.
Bize yaklaştılar ve 10-15 metre kala, Etliğin Bektaş,
Kelleci’ye “Sen bana izin ver, ben bunların ikisini de
kaybediyim” dedi. Bizi korkutmak için mi söylediler
yoksa ciddi mi söylediler, anlayamadım. Ama bizim
65
Şekil 13. Kelleci Efo’nun boğazı kesilerek öldürülen oğlu Mustafa.
66
bacaklarımız korkudan titriyordu. Efo, “Gelsinler
bakalım, kimin nesi bunlar, bir soralım” dedi. Bize kim
olduğumuzu sordu. Biz de kimlerden olduklarımızı
söyledik. Efo “Yav, bunların ikisi de bize akraba imiş”
dedi. Daha sonra bize “Sahipsiz davar olur mu? Kurt yer,
başkasının arazisine girer. Bir daha dikkatli olun. Açın
bakalım avuçlarınızı” dedi. Elindeki değnekle, elimizi
acıtmayacak kadar ikimize de ikişer değnek vurdu ve
bizi gönderdi.
BÖLÜM 9. KELLECİ EFO
(SATILMIŞ İNAN) HAKKINDAKİ
MAHKEME KARARI
T.C.
ZİLE
AĞIR CEZA MAHKEMESİ
Sayı:
Esas No
: 1972/141
Karar No
: 1974/24
C.M.U. No
: 1972/756
Başkan Yard. : Ceza Hakimi Ali Ceylan 16568
Üye
: Kukuk Hakimi Yusuf Ziya Aras 16390
Üye
: Kahim Yard. Mehmet Ülger 19032
C. Savcı Yard. : Yılmaz Turan 16390
Katip
: Avni Ulukan
Davacı
: K. H.
Maktuller
: 1- Satı İnan, Osman kızı, 70 yaşlarında,
Zile’nin Boldacı Köyü’nden.
2-Madide Uyar, Mehmet kızı, 40
yaşlarında, aynı köyden.
Müdahil
: ADİL UYAR, Hüseyin oğlu, 1330
doğumlu, Zile’nin Boldacı köyü’nden.
Sanık
: SATILMIŞ İNAN, Mehmet oğlu, okur
yazar, sabıkasız, Türk, İslam, Rençber,
Zile’nin Boldacı Köyü’nden.
Suç
: Adam öldürmek ve 6136 sayılı kanuna
muhalefet.
Suç tarihi
: 18/8/1972
Tevkif tarihi : 10/9/1972
67
Yukarıda suçu ve açık kimliği yazılı sanık hakkında
Zile Sorgu Hakimliği’nce yapılan ilk tahkikat neticesinde;
25/9/1972 tarih ve 64/49 sayılı son tahkikatın
açılmasına mütedair verilen karar ile, sanık hakkındaki
dava evrakı mahkememize tevdii kılınmış olamkla,
mahkememizce yapılan açık duruşma sonunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ
Sanık Satılmış İnan’ın babası Mehmet, 1955
senesinde ölmüştü. Sanığa babasından miras yolu ile
intikal eden taşınmazların köyde haricen taksiminin
yapıldığı, bir parça taşınmaz malın sanığa teslim edildiği,
Satı İnan’ın kendi payını senetle sanığa sattığı, sonradan
taraflar arasında bu mallar yüzünden çekişmenin
çıktığı ve işin mahkemeye intikal edip, taraflar arasına
kırgınlığın girdiği, sanık Satılmış İnan’ın üvey annesi
Nadide Uyar’ın müdahil Adil Uyar’la resmen evlendiği,
sanık Satılmış İnan’a babasından kalan evde üvey
annesi, öldürülen Satı İnan’ın oturduğu, olaydan üçü
gün evvel, sanık Satılmış İnan’ın İstanbul’a gitmek üzere
hazırlık yaptığı, öldürülen üvey annesi Nadide Uyar’la
normal şekilde görüştüğü, 5-10 metre ayrıldıktan
sonra, Nadide Uyar’ın üvey oğlu sanık Satılmış İnan’a
hitaben “İstanbul’a gidiyorsun. Şu miras meselesini
ne yapacağız” diye sorduğu, sanık Satılmış İnan’ın
ne şekilde karşılık verdiğinin olay yerinde bulunan
tanıklar tarafından tespit edilemediği, olaydan üç gün
sonra çeşme başında sanığın, ölüdrülen Nadide Uyar’a
rastladığı, sözle ve kavlen taraflar arasında hiçbir şey
cereyan etmeden, yakın mesafeden 2-3 el ateş etmek
suretiyle Nadide Uyar’ı öldürdüğü, sonra da başını
68
bıçakla kesip, ihtilaflı tarlada yığın üzerine bıraktığı,
hırsını alamayan sanığın, 70 yaşlarında kör olan üvey
annesi Satı’yı evinde yakalayıp, bıçakla boğazını keserek
öldürdüğü, böylece sanığın aynı zamanda ve aynı kasıt
altında birden ziyade kişiyi öldürdüğü anlaşılmaktadır.
Sanık savunmasında suçunu inkar etmemiştir.
Olay akabinde C. Savcılığı’nca alınan 10/9/1972 günlü
ifadesinde, sanık arazi meselesinden dolayı Nadide ile
aralarında münakaşa çıktığını, öldürülen Nadide Uyar’ın
kendisine “Seni arkadan kullandıracağım” dediğini,
bunu tanıklar Nazife Uyar, Şevki Üresin ve Dudu Uyar’ın
duyduklarını, sustuğunu, Nadide’nin devamla “Arkana
kazık çaktıracağım, senin babanım ağzına sıçarım. Sen
zaten Mehmet’in oğlu değilsin, Satılmış’ın oğlusun. Git
malını orada ara” dediğini söylemektedir.
Tanık Şevki Üresin, duruşma tutanağının altıncı
sayfasında yazılı 4/11/1973 günlü ifadesinde, sanık
Satılmış İnan ve öldürülen Nadide Uyar arasındaki
münakalada tarafların birbirine ne söylediklerini
duymadığını anlatmaktadır. Tanık Dudu Uyar da,
Nadide Uyar’ın “Babanın canına S.K. ederim” diye sanığa
küfrettiğini, sanığın da “Ben şu itten de, köpekten de
kötüyüm” diye karşılık verdiğini,
Tanık Nazif Uyar da, olay günü evinde oturduğunu,
sanık Satılmış İnan’ın geldiğini, üvey annesi olan
Nadide’ye “İstanbul’a gidiyorum” dediğini, ayrıldıklarını;
Nadide’nin Satılmış’ı tekrar çağırdığını, “Oğlum bu
tarla işlerini halletmeden gidiyorsun” diye söylediğini,
sanık Satılmış İnan’ın “Benim tarlam filan yok”
dediğini, “Tarlada kan kokuyor, adam gömülecek” diye
söylendiğini, bunun üzerine Nadide’nin üvey oğluna
69
kızdığını, “Babanın canına S.K. ederim diye söylediğini,
sanığın da ona küfürle karşılık verdiğini, aralarındaki
münakaşa büyümeden bir komşunun sanığı alıp
uzaklaştırdığını, üç gün sonra sanığın üvey annesi
Nadide ile üvey annesi Satı’yı öldürdüğünü, olayın miras
yüzünden meydana geldiğini anlatmaktadır.
Olayın kamu tanığı Döndü Uyar, 4/11/1972 günlü
antlı ifadesinde, olay günü öldürülen Nadide’nin çeşmeye
suya geldiğini, sanık Satılmış İnan’ın da bir komşunun
evinde oturduğunu, sanığın üvey annesi olan Nadide
yerinden kalkıp, yanına gelip, yakasına yapıştığını, “Sen
benim babamın ağzına nasıl sıçıyorsun? Hadi şimdi de
küfür et” dediğini, Nadide’nin hiç cevap vermediğini,
tabancasını çekip, Nadide’nin üzerine üç el tabancası
ile ateş ettiğini, Nadide’nin yere düştüğünü, oradan
kaçtığını, sonra sanığı elinde Nadide’nin başı olduğu
halde harmana doğru gidiyorken gördüğünü, sanığın
sonradan Satı’yı öldürdüğünü, Nadide ve Satı’nın sanığın
üvey annesi olduğunu, öz annesinin Döndü olduğunu
anlatmıştır.
Kamu tanığı Hafize Ertaş, 4/11/1972 günlü antlı
ifadesinde, olay günü çeşme başında dene (buğday)
yıkadığını, yakından silahlar atıldığını, dönüp
baktığında Nadide’nin yere yıkıldığını, Satılmış İnan’ın
elinde tabanca ile durduğunu, sanığın cebinden bıçağını
çıkardığını, korkup evine kaçtığını, Nadide’nin boğazını
keserken görmediğini anlamıştır.
Öldürülen Satı İnan’ın olay sırasında ve olaydan
önce sanığa karşı hiçbir hakareti yoktur. Haksız bir
davranışı da yoktur. Zaten Satı İnan yaşlı olup, gözleri
de kördür. Satı İnan’ın ne şekilde öldürüldüğüne dair
70
tanık yoktur. Sanıkta, Cumhurieyt Savcılığı’nca alınan
10/9/1972 günlü ifadesinde, “Annem satıyı yaraladığım
zaman, olay yerinde kimse yoktur” demektedir. Sanık
Satı İnan’ı öldürdüğünü inkar etmeyip, ikrar etmektedir.
Üvey annelerinin ikisini de öldüren sanık, tanık Mahmut
Dilekçi’ye rastladığında, elinde tabanca ile Mahmut
Dilekçi’ye hitaben “Zihni İnan’dan aldığın evi derhal terk
edeceksin, içindeki karartıları da kaldıracaksın”, tanığın
“Peki” diye karşılık vermesi üzerine, sanığın “Hemen
şimdi yapacaksın” dediğini, korkan tanık Mahmut
Dilekçi’nin “Ev de senin olsun, karartılar da (eşyalar da)
senin olsun” diye cevap verdiğini, komşunun birisinin
Satılmış İnan’a “Daha bu ihtiyardan ne istiyorsun? Evi
de bıraktı, karartıları da bıraktı” demesi üzerine, sanığın
harmandan ayrılıp gittiğini anlatmaktadır.
Olayın kamu tanığı Ahmet Uyar, 24/3/1973
günlü oturumdaki antlı ifadesinde, olay günü evinin
balkonunda etrafı seyrettiğini, evlerinin yanında köy
çeşmesi olduğunu, Nadide Uyar’ın ka-ovalarla çeşmeye
suya geldiğini, Satılmış İnan’ın çeşmenin köşesinde
ayakta durduğubu, Nadide çeşmeye yaklaştığı sırada,
sanık Satılmış İnan’ın “Sen kimin babasının ağzına
sıçdın?” diye konuştuğunu, akabinde de tabancası
ile kadının üzerine iki el ateş ettiğini, kadının bir ses
çıkardığını, daha sonra sanık Satılmış’ın saçlarından
tutup boğazını bıçakla kestiğini, saçlarından tuttuğu
kadının başını alıp, götürdüğünü; kadının gövdesinin
çeşme başında kaldığını, silahı kullanmadan önce
sanığın öldürülen Nadide’ye “Sen benim babamın
ağzına nasıl sıçıyorsun?” diye konuştuğunu, kadının
hiç cevap vermediğini ve arkasından da tabanca ile iki
71
el ateş ettiğini, atış mesafesinin bir buçuk metre kadar
olduğunu, sanık Satılmış İnan’ın aynı gün diğer üvey
annesi Satı İnan’ı öldürmüş olduğunu, görmediğini,
Tanık Hatice Ertaş da olayı aynı şekilde anlatmaktadır.
Tanıklar Halil Ertaş ve Hasan Satılmış, sanığın
elinde bir kelle ile gelip, kelleyi tarla içerisinde yığın
içerisine koyduğunu, kendi kendine “Bu tarla daha çok
baş yiyecek” diye konuştuğunu, ondan sonra kadının
kellesini tekrar yığının üzerinde alıp, o civardaki taşların
üzerine bıraktığını, sanığın aynı gün diğer üvey annesi
Satı İnan’ı öldürdüğünü anlatmaktadırlar.
Satılmış İnan’ın cezai ehliyetine tesir edecek
akıl hastalığı kanaatı uyandıracak bir husus tespit
edilemediği, durumunun T.C.K.’nın 46 ve 47. maddelerine
uymadığı, cezai ehliyetinin tam olduğu, Bakırköy Ruh ve
Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden alınan 7/12/1973 gün
ve 1973/4193 sayılı rapordan anlaşılmaktadır. Sanığın
da duruşma sırasında mahkemece mişahade edilen
durumu, cezai ehliyetinin yerinde olduğu kanaatını
doğrulamaktadır.
Sanık, ana adının Satı olmadığını, Döne olduğunu
söylemiş, Zile Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/2/1073
tarih ve 1016/83 sayılı kararla Satı olan ana adı, Döne
olarak düzeltilip, 2/3/1973 tarihinde ilam kesinleşmiş,
kesinleşen doğum kaydı Zile Nüfus Memurluğu’ndan
19/2/1974 tarihinde celb ve dosyasına konulmuş
bulunmaktadır. 18/8/1972 günlü otopsi tutanağı,
sanığın ikrarını ve yukarıda anlatılan olayı aynen
doğrulamaktadır.
Öldürülen Satı İnan ve Nadide Uyar’ın, sanık
Satılmış İnan’ınüvey anneleri olması sebebiyle, usul ve
72
furudan biri olmadıklarından, olayda T.C.K.’nın 450/1
maddesinin uygulama olanağı yoktur. Keza canavarca
bir his sevki ile veya işkence ve tazip suçun ika edildiğine
dair dosyada delil yoktur, T.C.K.’nın 450/3. maddesinin
olayımızda tatbik yeri yoktur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15/4/1963 tarih
ve 1/17-17 sayılı kararında belirttiği gibi, işkence ve
tazip ile öldürme suçunun işlenmesinde artırıcı seebp
sayılmamışsa da, bu hükmün uygulanabilmesi için,
işkence ve tazibin ölümden önce yapılmış olması şarttır.
Sanık Satılmış İnan bir buçuk metrelik yakın mesafeden
iki üç el ateş etmek suretiyle Nadide Uyar’ı öldürdükten
sonra, başını kesmiştir. Esasen olayda T.C.K.’nın 450.
maddesinin 3. bendenin tatbikine yer verecek canavarca
bir his sevki ile işkence ve tazip ile öldürmeye dair özel
kasıtta yoktur. Yukarıdan beri hikaye edildiği gibi, sanık
taşınmaz malların taksimi yüzünden duyduğu infial
sebebiyle aynı kasıt altında ve aynı zamanda birden
ziyade kişiyi öldürmüş, bu bakımdan olayda TC.K.’nın
450/5. maddesinin uygulanması zorunlu görülmüştür.
Bu sebeplerle;
HÜKÜM;
1. Sanık Satılmış İnan’ın aynı zamanda, aynı kasıt
altında üvey anneleri Satı İnan ve Nadide Uyar’ı, Nadide
Uyar’ı tabanca ile, Satı İnan’ı bıçakla öldürmesinden
dolayı sabit görülen eylemine uyan T.C.K.’nın
450/5. maddesi uyarınca, sanığın İDAM CEZASIYLA
MAHKUMİYETİNE,
2. Olay miras meselesinden dolayı meydana gelip,
73
olaydan üç gün önce öldürülen Nadide Uyar ile sanık
Satılmış İnan arasında münakaşanın cereyan ettiği,
münakaşa esnasında Nadide Uyar’ın sanığa hakaret
ettiği, savunma tanıklarının beyanı ile doğrulanmış
ancak, Nadide Uyar’ın bu münakaşadan üç gün sonra
öldürülmesi ve öldürme anında sözle ve kavlen
sanık Satılmış İnan’a karşı haksiz hiçbir davranışının
bulunmaması ve 70 yaşında olan yaşlı kadın, iki gözü
kör Satı İnan’ın da Satılmış İnan’a tahrik edici, sanığı
suç ikaına sevk edici hiçbir davranışı bulunmadığından,
T.C.K.’nun 51. maddesinin uygulanmasına yer
olmadığına,
3. Sanık Satılmış İnan’ın duruşma sırasında
müşahede edilen olumlu davranışı, samimi ikrarı ve
samimi pişmalığı sanık lehine takdiri azaltıcı sebep
kabul edilerek, T.C.K.nın 59. maddesi uyarınca, sanık
Satılmış İnan’ın İdam Cezası yerine MÜEBBET AĞIR
HAPİS CEZASIYLA HÜKÜMLÜLÜĞÜNE,
4. Sanık Satılmış İnan’ın ruhsatsız tabanca
taşımaktan dolayı sabit görülen eylemine uyan 6136
Sayılı Yasa’nın 1308 Sayılı Yasa ile değişik 13. maddesi
uyarınca, 1 yıl süre ile hapis ve 500 lira ağır para cezasıyla
hükümlülüğüne, T.C.K.’nun 59. maddesi gereğince
bu cezasının dahi takdiren 1/6 oranında indirilerek,
sanığın bu suçundan 10 ay süre ile hapis ve 416 lira 60
kuruş ağır para cezasıyla mahkumiyetine,
5. Hükmolunan cezalardan biri müebbet ağır hapis,
diğeri hürriyeti bağlayıcı muvakkat bir ceza olduğundan,
74
iş bu cezaların T.C.K.’nun 73. maddesi gereğince
toplanarak, takdiren 15 GÜN GECELİ GÜNDÜZLÜ BİR
HÜCREDE TECRİT EDİLMEK SURETİYLE, MÜEBBET
AĞIR HAPİS CEZASININ ÇEKTİRİLMESİNE,
6. T.C.K.’nun 31. maddesi uyarınca sanığın sürekli
olarak kamu hizmetlerinden YASAKLANMASINA, aynı
kanunun 33. maddesi gereğince hükmolunan ağır
hapis cezasının infazı süresince kanuni kısıtlılık altında
bulundurulmasına,
7. Tutuklu olarak geirdiği günlerin T.C.K.’nun 40.
maddesi gereğince cezasından sayılmasına ve sanık
Satılmış İnan’ın tutukluluk halinin DEVAMINA,
8. Suç konusu tabanca ele geçirilemediğinden, zor
alımına yer olmadığına, ancak suçta kullanılan Zile
Emanet Memurluğu’nun 11/9/1972 tarih ve 1972/114
numarasında kayıtlı bir adet tek ağızlı çakı bıçağı ile, yine
emanetin 19/8/1972 tarih ve 1972/105 numarasında
kayıtlı maktul Nadide Uyar’ın cesedinden çıkarılan
iki adet kurşun çekirdeğinin T.C.K.’nun 36. maddesi
gereğince MÜSADERESİNE,
9. Tarafların mali ve içtimai durumları göz önünde
tutularak, takdiren SEKİZ BİN LİRA manevi tazminatın
sanıktan alınarak, müdahil ADİL UYAR’a verilmesine,
müdahilin fazlaya ait isteminin reddine,
10. 492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince, 210 lira
nisbi harç ile aşağıda açıklaması yazılı (615) lira (00)
75
kuruş mahkeme masraflarının sanıktan tahsili ile
hazineye gelir kaydına ilişkin 25/4/1974 tarihinde
istem gibi RES’EN ve taraflarca Yargıtay yolu açık olmak
üzere, C. Savcı Yardımcısı Yılamz Turan hazır olduğu
halde, sanık Satılmış İnan’ın yüzüne karşı müdahil
Adil Uyar’ın gyabında, oybirliğiyle verilen karar açıkça
okunup, usulan tefhim olundu. Kanun yolları anlatıldı.
25/4/1974.
Başkan Y. 16568
İmza
İmza
Masraf Beyanı
Lira Kuruş
250
00
360
00 yapılan masraf
3
00
+ 2
00 615
00
76
Üye 16390
İmza
Üye 19032 Katip
İmza
Otopsi Masrafı
Sanığın İstanbul’a sevkine dair
Davetiye masrafı
Talimat, gidiş dönüş posta masrafı
(Yalnız altı yüz on beş liradır)