indirmek için tıklayınız

Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE*
Atilla SANDIKLI**
Ali SEMİN***
Arap dünyası, 2011 yılından itibaren otoriter iktidar yapılarına karşı gelişen
halk hareketleriyle birlikte siyasi bir dönüşüm sürecine girmiştir. Arap halkları, demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini sokak yürüyüşleriyle
dile getirmeye, otoriter iktidar yapılarına itiraz etmeye başlamıştır. Tek adam
ve aile yönetimlerinin tahakkümüne, sıkıyönetim uygulamalarına başkaldıran
Arap toplumları insan haklarının korunması, siyasi özgürlüklerin sağlanması,
gelirlerin adil paylaşılması ve işsizliğin giderilmesi için değişim istemektedir.
Reform taleplerinin seslendirildiği gösteri yürüyüşleri ile başlayan ve bazı ülkelerde silahlı isyan hareketlerine dönüşen Arap uyanışı Tunus, Mısır, Libya
ve Yemen’de iktidarların devrilmesine yol açmıştır. Yönetimin değişmediği
Arap ülkelerinde ise halkın taleplerinin ayaklanmaya dönüşmesini engellemek maksadıyla iktidarlar, siyasi reformlara ve ekonomik destek seçeneklerine yönelmiştir.
Arap uyanışı sürecinin 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta üniversite mezunu
seyyar satıcı Muhammed El-Buazizi’in kendini yakmasıyla başlayan gösteri
yürüyüşleriyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Tunus’ta başlayan gösteriler
neticesinde Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011 tarihinde 23 yıllık iktidarını bırakmak zorunda kalmıştır. Mısır halkının Kahire’de
* Bu makale BİLGESAM tarafından 2012 yılında aynı başlıkla Bilge Adamlar Kurulu
Raporu olarak yayımlanan çalışmanın gözden geçirilmiş şeklidir.
** Doç. Dr., BİLGESAM Başkanı, Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi
*** BİLGESAM Orta Doğu Araştırmaları Uzmanı
193
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Tahrir Meydanı’ndaki gösterileriyle 30 sene Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek,
11 Şubat 2011’de istifa etmiştir. Libya’da Muammer Kaddafi iktidarına karşı
başlayan halk hareketi silahlı isyana dönüşmüş, NATO öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçlerinin müdahalesi neticesinde Kaddafi Ekim 2011’de
devrilmiştir. Yemen’deki halk hareketi Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’i,
23 Kasım 2011 tarihinde Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) barış planı çerçevesinde Riyad’da yetkilerini devretmeye mecbur bırakmıştır.
Demokratikleşme istikametinde müspet bir gelişme olarak değerlendirildiği
için çoğunlukla “Arap baharı” ifadesiyle isimlendirilen süreç, Orta Doğu’da
aynı zamanda istikrarsız bir döneme yol açabilecek dinamikler ortaya çıkarmıştır. Dini, mezhepsel ve etnik farklılıklar temelinde beliren bu dinamikler,
bölgede yeni çatışma alanlarına zemin hazırlarken bölge dışı aktörlerin de
Orta Doğu’daki gelişmeleri yönlendirebileceği bir konjonktür meydana getirmiştir. Tunus ve Mısır’daki olumlu süreçlerin aksine Arap devriminin çıkmaza
girdiği Suriye krizi bu açıdan kritik bir örnektir. Rusya’nın Akdeniz’deki tek
askeri üssüne ev sahipliği yapan, İran’ın Arap dünyasındaki tek müttefiki olan
Suriye’deki süreç Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.
Suriye’de Baas rejimine karşı gelişen halk hareketi, reform talepleri ve kitlesel
yürüyüşlerle başlamış, iktidarın muhalefeti şiddetle bastırma yoluna gitmesiyle silahlı isyana dönüşmüştür. Beşşar Esed iktidarının muhalefet gösterilerini
bastırma hedefiyle halka karşı şiddete başvurması, yerleşim yerlerini bombalaması 10 binlerce Suriye vatandaşının ölümüne, 100 binlerce vatandaşın
ise ülkeyi terk etmesine yol açmıştır. Özgür Suriye Ordusu’nun kurulması ve
Esed’e bağlı güvenlik güçlerinin mukavemetini nispeten koruması ile de kriz
bir iç savaş halini almıştır. Dış aktörlerin gerek Esed rejimi gerekse muhalefet tarafında müdahil oldukları kriz ülke çapında bir sıcak çatışma alanı doğururken, Suriye üzerinde bölgesel ve küresel düzeyde bir nüfuz mücadelesi
başlatmıştır.
Bu makalede; Suriye krizinin seyri, diğer Arap devletlerindeki değişim süreçlerinden ayrılan yönleri ve sonuçları değerlendirilmekte, Esed rejimine karşı
gelişen muhalefet hareketi silahlı gücü ile birlikte incelenmektedir. Raporda
kriz, bölgesel ve küresel ölçekte ele alınmakta, krizin Türkiye’ye etkileri değerlendirilmekte ve krizin seyrine ilişkin senaryolar geliştirilmektedir.
194
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
1. Suriye Krizi
Türkiye, Irak, Ürdün, İsrail ve Lübnan’la sınırı, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan Suriye, Orta Doğu bölgesinde ve Arap dünyasında stratejik bir konuma
sahiptir. İsrail-Filistin çatışma alanına yakınlığı, Şii jeopolitiği hattında İranIrak-Hizbullah irtibatındaki işlevi ve Türkiye ile oldukça uzun bir sınıra sahip
olması Suriye’yi Tel Aviv, Tahran ve Ankara için önemli kılmaktadır. Türkiye
ve İsrail’in güvenliği ve İran’ın dış politika hedefleri için hassas bir coğrafi
konumda yer alan Suriye, Lübnan’daki istikrarı da doğrudan etkileyebilecek
bir aktör statüsündedir.
Esed yönetimi Arap ülkelerindeki halk hareketlerinin ortaya çıktığı ilk dönemde bu değişim rüzgârının Suriye’yi etkileyeceğini hesap etmemiştir. Beşşar Esed, 31 Ocak 2011 tarihinde Wall Street Journal gazetesine verdiği röportajda Mısır, Tunus ve Yemen’deki protesto gösterilerinin, Orta Doğu’da “yeni
bir çağa öncülük ettiğini” ve Arap yöneticilerin halkın siyasi ve ekonomik
195
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
isteklerini yerine getirmek için daha fazlasını yapması gerekeceğini ifade etmiştir.1 Ancak gösteri ve yürüyüşlerin 2011 yılının Şubat ayında Der’a şehrinde başlaması ve 15 Mart’tan itibaren ülkenin diğer bölgelerine yayılması
Arap uyanışı sürecinin Suriye’yi de etkisi altına aldığını göstermiştir. Esed
iktidarına bağlı güvenlik güçleri, ilk etapta silahsız kitle gösterileri şeklinde
ortaya çıkan muhalefet hareketini bastırmak için ateş açmaya başlamış, böylece kriz büyümüştür. Güvenlik güçlerinin muhalif gösterileri şiddet ve baskı ile
engelleme teşebbüsü, ülkedeki halk hareketinin Şam, Halep, Hama ve Humus
gibi Suriye’nin diğer kentlerine yayılmasına yol açmıştır.
Suriye’de halkı sokaklarda kitlesel yürüyüş eylemleri yapmaya sevk eden temel neden, Esed iktidarının reform yapması yönündeki taleplerdi. Suriye halkının talep ettiği reformlar dört başlık altında değerlendirilebilir:
• 8 Mart 1963 tarihinden beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması,
• İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi, güvenlik birimlerinin görev alanlarının yeniden tanımlanması, yasama, yürütme ve yargı organlarının yapılandırılması ve yargının bağımsızlaştırılması,
• Bireysel hakların tanımlanması (Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanınması) ve ülkedeki gelir dağılımında adaletin tesis edilmesi,
• Siyasi partiler yasasında değişiklik yapılması ve iktidardaki Baas Partisi’nin
gücünün sınırlandırılması.2
Bu talepler karşısında Esed iktidarı, ağırdan alarak da olsa bazı reformlar yapmaya başlamıştır. 29 Mart 2011 tarihinde görevdeki hükümet istifa etmiş, 14
Nisan 2011 tarihinde bir önceki hükümette Tarım Bakanı olan Adil Safer baş-
1 Interview With Syrian President Bashar al-Assad, Wall Street Journal, http://online. wsj.
com/article/SB10001424052748703833204576114712441122894.html, Erişim:
10.08.2012
2 Cevad El-Beşiti, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab Elgah El-Tawary, (Suriye Gösterileri
Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), http://www.middle-east-online. com/?id=108817,
Erişim: 25.06.2012
196
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
kanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur.3 Şam’da kurulan yeni hükümette
Dışişleri Bakanı Velid Muallim ve Savunma Bakanı Ali Habib yerini korumuştur. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, 16 Nisan’da kurulan yeni hükümetten, ülkede 48 yıldan beri uygulanan “olağanüstü hal” durumunun bir
hafta içinde kaldırılmasını talep etmiştir.4 Suriye’deki olağanüstü hal durumu
Esed’in isteği doğrultusunda yeni hükümet tarafından kaldırılmıştır. Yurttaşlık
hakkına sahip olmayan ve büyük çoğunluğu ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan yaklaşık 300 bin Kürt kökenli Suriyeliye kimlik verilmiştir.
Esed yönetimi, muhalefetin reform talepleri üzerine yasal çerçevede bazı düzenlemeler gerçekleştirdiyse de bu reformları hayata geçirmemiş, iktidarının
devamını sağlayacak tedbirlere yönelmiş ve gösteri yürüyüşlerine şiddetle
mukabele etmeye devam etmiştir. Mesela, 2014 yılındaki devlet başkanlığı
seçimleri için adil ve serbest bir seçim vaat eden Esed, diğer taraftan reform
adı altında gerçekleştirdiği anayasa değişikliği ile iktidarda kalabileceği süreyi 2028’e kadar uzatmıştır. Esed rejimi, olağanüstü hal uygulamasına son
verdikten sonra “toplu cezalandırma” yaklaşımıyla muhalefetin güçlü olduğu
yerleşim yerlerine dönük saldırıları artırmış, 10 binlerce sivilin ölümüne yol
açmıştır. Vatandaşlık kimliği verilen Kürtler ardından askere alınmış, Kürt
kökenli Suriyelilerin muhalefet saflarına katılmasını engellemek maksadıyla
ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda PKK/KCK terör örgütü ve PYD ile işbirliğine gidilmiştir. Suriye’de halk hareketi bu nedenle süreç içinde hem hedef
değiştirmiş hem de farklı bir nitelik kazanmıştır.
Başlangıçta reform isteyen halk kitleleri, iktidarın baskısına maruz kalınca
Esed iktidarının devrilmesini talep etmeye başlamıştır. Esed iktidarına bağlı
güvenlik güçlerinin gösterilerin sona ermesi ve muhalefetin bastırılması amacıyla halka karşı silahlı güç kullanması, Suriye’deki Baas rejimi ile halk arasındaki ilişkilerin kopmasına yol açmıştır. Nitekim gelinen aşamada Suriye
3 Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen Lahu
(Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi Esed’e Destek İçin Gösteri
Düzenledi), http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html, Erişim: 12.07.2012
4 Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında Yaptığı Konuşma Metni için bakınız: http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_seq=131477
197
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
halkı Beşşar Esed’in devrilmesini yeterli görmemekte, Esed’in ve katliamlardan sorumlu Baas mensuplarının cezalandırılmasını istemektedir.
Esed iktidarının reform taleplerini dikkate almaması, halk kitlelerinin muhalefetine şiddetle karşılık vermesi Suriye’deki sürecin niteliğini de değiştirmiştir.
Esed yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin (polis, ordu ve istihbarat) gösterilere şiddetle mukabelede bulunmasıyla muhalif unsurlar silahlı mücadeleye yönelmiştir. Kitle yürüyüşleri biçiminde ortaya çıkan muhalefet hareketi böylece
Baas rejimine karşı silahlı bir ayaklanmaya dönüşmüş ve taraflar arasındaki
çatışma süreç içinde ülke geneline yayılarak iç savaş halini almıştır. Güvenlik
güçlerinin muhalefet hareketini bastırmak için uyguladığı şiddet ve müteakiben başlayan çatışmalar sonucunda 10 binlerce Suriyeli hayatını kaybetmiş
ve yaralanmış, 10 milyondan fazla vatandaş yurtiçinde yerlerinden edilmiş ve
100 binlerce kişi ülkeyi terk etmiştir.
Suriye’de iç savaşa dönüşen kriz ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar ortaya
çıkarmıştır. Kriz; bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa sebep olmuş, Orta
Doğu’da Şii-Sünni gerilimine zemin hazırlamış, Suriyeli sığınmacılar sorununu doğurmuş, PKK/KCK terör örgütüne farklı bir hareket alanı sağlamış
ve böylece Türkiye’yi güneyde meşgul edecek bir istikrarsızlık meydana getirmiştir.
Ulusal ölçekteki çatışmanın bölgesel ve küresel bir anlaşmazlık halini aldığı
Suriye krizi üç düzeyde değerlendirilebilir. Ulusal düzeyde otoriter Baas yönetimiyle ayaklanan ve silahlanan halk arasında iç savaşa dönüşen bir çatışma
vardır. Bölgesel düzeyde, ayaklanan halk lehinde tutum geliştiren ülkelerle
Şam’da yönetim değişikliğine karşı çıkarak Esed rejimini destekleyen İran
arasında bir nüfuz mücadelesi söz konusudur. Türkiye ve genel olarak Arap
dünyası, Suriye halkının demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini
desteklemekte, Baas iktidarı tekelinin son bulması gerektiğini beyan etmektedir. Tahran ise Suriye’de Nusayri azınlığın etkili olduğu mevcut iktidarın
varlığını sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. İran, Suriye’de Esed iktidarı
çözülürse kendi rejiminin tehlikeye girebileceğini, bölgedeki rejim değişikliği
dalgasında sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmektedir. Tahran, Esed
iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali
projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir.
198
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Küresel düzeyde ise demokratikleşme hareketlerini destekleyen aktörlerle
otoriter yönetimleri destekleyen aktörler arasında bir mücadeleden bahsedilebilir. Suriye krizi, Rusya ve Çin’i yakın gelecekte kendi iç işlerine karışılabileceği yönünde endişelendirmektedir. Rus ve Çinli karar mercileri, Suriye’de
bir dış müdahale ile Esed rejiminin devrilmesinden sonra sıranın gelecekte
kendilerine de gelebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmaktadır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi bu iki ülkenin Suriye’ye uluslararası müdahaleye
mesnet teşkil edebilecek kararları engellemesi ve Rusya’nın iktidar değişimini
önlemek için Esed rejimine sağladığı destek böyle bir mücadelenin yansıması
olarak değerlendirilebilir. Nitekim otoriter yönetimleri destekleyen aktörlerle
demokratik dinamikleri destekleyen aktörler arasındaki ayrışma Suriye’deki
krizle sınırlı değildir. Irak’ta otoriterleşme eğilimleri göstermeye başlayan
Maliki iktidarının Rusya’ya yaklaşması da küresel düzeydeki bu ayrışmaya
örnek verilebilir.
Uluslararası ilişkilerde ülkelere dış müdahale konusunda iki farklı trendin
ön plana çıktığı, bu trendlerin Suriye krizinin küresel düzeyde bir anlaşmazlık haline gelmesinde etkili olduğu ifade edilebilir. Rusya ve Çin gibi ülkeler tarafından benimsenen birinci trend, Vestfalyan egemenliği savunmakta,
devletlerin iç işlerine müdahaleye itiraz etmektedir. Batılı ülkeler tarafından
geliştirilen ikinci trend ise devletlerin egemenlik ilkesini tanımakla birlikte,
planlı insan hakları ihlallerinin büyük boyutlara ulaşması durumunda dış müdahalenin gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır Soğuk Savaş sonrası dönemde BM sistemi ve NATO vasıtasıyla Batılı devletlerin öncülüğünde
çeşitli kriz bölgelerinde gerçekleştirilen dış müdahaleler iki farklı trendin belirginleşmesine yol açmıştır. Suriye krizinde ise iki trend karşı karşıya gelmiş, krizi çözüme kavuşturabilecek adımlar konusunda küresel düzeyde tesis
edilebilecek bir mutabakatı imkânsız kılmıştır. Nitekim bu konu halen Devlet
Hukukunun tartışmalı konuları arasında yer almaya devam etmektedir.
Kriz nedeniyle Suriyeliler evini terk ederek yurtiçinde farklı bölgelere ve
yurtdışına (Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a) göç etmek zorunda kalmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısı 2012 Ekim ayı içinde Ankara’nın
“psikolojik sınır” olarak belirlediği 100 bini geçmiş ve katlanarak artmıştır.
Türkiye’ye giriş yapan sığınmacı sayısındaki artışa bağlı olarak Suriye’nin
199
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
kuzeyinde bir tampon bölge kurulması böylece daha sık gündeme gelebilir.
Suriye’deki iç savaşın hâlihazırdaki seyri devam ederse yurtiçinde yerinden
edilmiş ve yurtdışına çıkan toplam sığınmacıların sayısının yakın zamanda 4
milyonu geçebileceği tahmin edilmektedir.
Suriye krizinde Esed rejiminin, kuzey ve kuzeydoğudaki Kürt nüfusun muhalefete katılmasını engellemek amacıyla PKK/KCK terör örgütü ve aynı çizgideki PYD ile birlikte hareket etmeye başladığı yönünde basın yayın organlarında haberler yer almaktadır. Kriz başlayınca Esed rejiminin Kürtleri kendi
tarafına çekmek maksadıyla PYD’yi kullanmaya başladığı ve PKK/KCK’yı
kullanarak Türkiye’ye karşı komplo içinde olduğu yönünde duyumlar vardır.
Türkiye PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini teyakkuzla takip etmelidir. Ancak Suriye Kürtleri arasında birlik olmadığı, bölünmeler ortaya çıktığı ve bütün Kürtlerin PYD’ye sempati duymadığı dikkate
alınmalıdır. Türkiye ve Suriye’de sınıra yakın yerleşim birimlerinde yaşayan
Kürtler arasında akrabalık bağlarının da olduğu bilinmektedir. Türkiye, bu nedenle PYD konusundaki hassasiyetinin bölgedeki Kürtlerde kaygılara neden
olmasına fırsat vermemeli, Suriye Kürtleri ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.
Suriye krizi, krizin sebep olduğu bölgesel ve küresel anlaşmazlık, bölgede
Şii-Sünni geriliminin belirginleşmesi, sığınmacılar sorunu ve PKK/KCK terör
örgütünün Orta Doğu’da yeni bir hareket alanına kavuşması Türkiye’nin güneyinde istikrarsızlığa yol açmaktadır. Suriye krizi bu bağlamda Ankara’nın
Orta Doğu’daki girişimlerini kesintiye uğratabilecek, Türkiye’nin bölgedeki
artan nüfuzunu sınırlandırabilecek bir çatışma zemini doğurmaktadır.
Suriye’deki halk hareketi, diğer Arap ülkelerindeki başarılı süreçlere nazaran
kısa sürede olumlu bir sonuca gidememiştir. Tunus ve Mısır’da iktidardaki
liderlerin devrildiği aylarda Suriye’de kitlesel gösteriler başlamış ancak yaklaşık üç yıl geçmesine rağmen Esed rejimi varlığını korumaya devam etmiştir.
İktidar değişikliğinin gerçekleştiği Arap ülkelerinden farklı olarak Suriye’de
Esed rejiminin varlığını sürdürmesine imkân tanıyan ve muhalefet hareketinin
muvaffak olmasını engelleyen bazı şartlar belirleyici olmuştur.
Suriye’de nüfus Tunus, Mısır ve Libya’dan farklı olarak homojen değildir ve
iktidar büyük bölümünü Nusayri azınlığın oluşturduğu Baas ideolojisine sahip
200
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
geniş bir çıkar grubunun denetimindedir. Suriye’de muhalefet hareketi başlayınca Esed rejimi Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek iktidarlarının aksine güçlü bir
dış destek almıştır. Suriye’de ortaya çıkan muhalefet zayıf kalmış, kendi içinde birlik sağlayamamış ve silahlanma aşamasına erken geçerek Esed rejiminin
elini güçlendirmiştir. Batılı ülkeler Suriye krizinde Libya’dakinden farklı bir
tutum sergilemiş, Türkiye krize müdahil oldukça geri çekilmiş, söylemde halk
hareketini desteklerken eylemde çekimser kalmıştır.
Suriye’de Beşşar Esed’in mensubu olduğu Nusayriler devletin bütün kurumlarında etkilidir. Ülke nüfusunun %12’sini oluşturduğu tahmin edilen Nusayri
azınlık, Baas Partisi aracılığıyla siyasi iktidarı ve bürokrasiyi farklı etnik ve
dini unsurlar arasında kurduğu çıkar ilişkileri üzerinden kontrol etmektedir.
Suriye’de Esed rejiminden çıkar sağlayan geniş bir kitlenin varlığı rejimin
devrilmesini zorlaştırmış, bu kitle bir varoluş mücadelesi vererek iktidar değişimine karşı direnç göstermiştir.
Suriye’de Nusayri azınlık aynı zamanda ordunun komuta kademesini ve üst
düzey subay sınıfını oluşturmaktadır. Bu nedenle Suriye’de muhalefet hareketi ortaya çıktığında askeri bürokrasideki üst düzey yetkililerin çoğunluğu
Esed iktidarından ayrılmamıştır. Bazı politikacı, diplomat ve askerler muhalif
saflarda yer alsa da, muhalefet cephesine katılım düzeyi Esed rejiminin gücünü ve etkisini büyük ölçüde kıramamıştır. Ordu komutasının Nusayri subayların elinde olması, Esed iktidarına muhalefet hareketine silahlı kuvvetle
karşılık verme imkânını tanımış ve ordunun saf değiştirme ihtimalini ortadan
kaldırmıştır. Nusayrilerin Suriye silahlı kuvvetleri üzerindeki hâkimiyeti Şebbihaların (Esed ailesine yakın korumalık yapan silahlı askerler) kısa sürede
devreye girmesini kolaylaştırmış, Esed rejiminin göstericilere müdahalesini
hızlandırmıştır.
Esed rejiminin muhalefet hareketine karşı aldığı dış destek, rejimin bugüne
kadar ayakta kalmasına önemli katkı sağlamıştır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi Rusya, Suriye’de rejim değişikliğine karşı çıkmış, Esed rejimini
kınayan karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. Suriye’ye yaptırım ve
uluslararası müdahaleyi mümkün kılabilecek karar tasarılarının Konsey tarafından kabul edilmesini engelleyen Moskova, Esed rejimine silah ve mühim201
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
mat temin etmektedir. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mısır’da bir gazeteye verdiği röportajda konu ile ilgili olarak Moskova-Şam arasındaki silah
ticareti anlaşmalarının Sovyet dönemine dayandığını, Rusya’nın bu çerçevede Suriye’ye silah ihraç etmeye devam ettiğini ifade etmiştir. Suriye’ye sadece
2011 yılında 1 milyar dolar değerinde silah satan Rusya, bu satışı Suriye’yi dış
tehditlere karşı koruma amacıyla gerçekleştirdiğini beyan etmiştir.5
Rusya’nın yanı sıra Esed rejimine sağlanan dış desteğin önemli kısmının
İran’dan geldiği gözlemlenmiştir. İran, Suriye’de halk hareketi kitlesel gösteriler şeklinde ortaya çıktıktan sonra Esed rejiminin yıkılmasını önlemek
amacıyla tüm imkânlarını seferber etmiştir. Tahran, uluslararası platformlarda
Suriye’ye dış müdahaleye karşı çıkmış, Suriye krizinin Güvenlik Konseyi’ne
taşınmasına itiraz etmiştir. Esed iktidarına gösterilerin bastırılmasına yönelik
profesyonel danışmanlık desteği veren ve istihbarat sistemleri tedarik eden
İran, Suriye’de çatışmalar başlayınca bu ülkeye askeri teçhizat ve mühimmat sağlamaya başlamış, Devrim Muhafızları’nı göndermiştir. İran Devrim
Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi 16 Eylül 2012 tarihinde yaptığı açıklamada Devrim Muhafızlarının ve Kudüs Tugaylarının Esed rejiminin
ayaklanmayı bastırmasına destek olmak için Suriye’de bulunduğunu teyit etmiştir.6 Irak’ta Maliki iktidarı da Esed rejiminin varlığını sürdürmesine destek
sağlamış, Arap Birliği’nin Suriye aleyhinde aldığı yaptırım kararlarını uygulamamıştır.
Muhalefetin zayıf kalması, muhalif unsurlar arasındaki birlik sorunu ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) erken kurulması, Suriye’deki halk hareketinin
muvaffak olmasını engellemiştir. Suriye muhalefeti gerek ülke içinde gerekse
uluslararası düzeyde Esed rejiminin ardından iktidarı devralabilecek kabiliyette olduğunu göstermekte yetersiz kalmıştır. Suriye Ulusal Konseyi bünyesinde devam eden görüş ayrılıkları Konsey’in temsil niteliğinin nispeten zayıf
5 “Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram Online, 5 Kasım
2012, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplyingarms-to-Syria-under-old-contracts.aspx , Erişim: 08.11.2012
6 “Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, http://www.guardian.co.uk/world/2012/sep/16/iran- middleeast, Erişim:
08.11.2012
202
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
kalmasına neden olmuştur. Suriye Kürtleri Konsey’e tamamen dâhil edilememiştir. Diğer taraftan Özgür Suriye Ordusu’nun erken kurulması ironik biçimde Esed rejiminin elini güçlendirmiş, rejim muhalefet aleyhinde propaganda
malzemesine kavuşmuştur. Muhalif unsurların silahlı mücadele aşamasına
birlik ve koordinasyon tesis etmeden ve gerekli ağır silahları tedarik etmeden
geçmesi dağınık ve birbirinden kopuk silahlı gruplar ortaya çıkarmış, Esed rejimine karşı hedeflenen askeri üstünlük sağlanamamıştır. Diğer taraftan Özgür
Suriye Ordusu’nun kurulması uluslararası toplumun sorumluluğunu azaltmış,
Esed rejimine karşı insani müdahalenin önünü dolaylı olarak tıkamıştır.
Batılı ülkelerin tutumu da Suriye’deki halk hareketinin netice alamamasında
etkilidir. Süreç içinde Türkiye Suriye krizine müdahil oldukça Batı geri çekilmiştir. Libya’daki krizde halkına ateş açan Kaddafi iktidarına müdahalede
oldukça hızlı hareket eden bazı batılı devletler Suriye krizinde sadece Esed
rejimi aleyhindeki söylemlerle yetinmiştir. Bu devletlerin Suriye krizinin sürüncemede bırakılması yönünde irade gösterdiği gözlemlenmiştir. Özellikle
Türkiye’nin Orta Doğu’da artan etkinliğinden rahatsız olan bazı batılı devletlerin Suriye krizinin uzamasını hedeflediği, böylece krizin Türkiye’yi yıpratmaya devam etmesini istediği değerlendirilebilir.
2. Suriye Muhalefetinin Yapısı
Suriye krizinde Esed rejiminin gösteri yürüyüşlerini silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya çalışması, muhalefet hareketinin uluslararası düzeyde tanınmasına zemin hazırlamıştır. Uluslararası destek sayesinde muhalefet hareketi
Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmaya, muhalif unsurlar da tek çatı
altında birleşmeye başlamıştır.
Suriyeli muhalif grupların bir araya getirilmesine dönük sürdürülen çalışmalar kapsamında “Suriye Halkının Dostları” ismi ile uluslararası bir grup teşkil
edilmiştir. Grup, Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasını sağlamak için uluslararası kamuoyunu harekete geçirebilmek amacıyla kurulmuştur. Seksenden
fazla ülkeden oluşan Suriye Halkının Dostları grubu bugüne dek dört kez toplanmıştır.
Grubun ilk toplantısı 24 Şubat 2012 tarihinde Tunus’ta gerçekleştirilmiştir.
203
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Toplantıdan “İnsani Yardım Forumu” oluşturulması yönünde bir karar çıkmıştır. Grubun ikinci toplantısı 1 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılmıştır. İstanbul
toplantısının ardından açıklanan bildirinin 10. maddesinde Suriye Halkının
Dostları grubu, Suriye Ulusal Konseyi’ni bütün Suriyelilerin meşru temsilcisi
ve Suriyeli muhalif grupların altında toplandığı çatı örgüt olarak tanıdığını
beyan etmiştir. Grubun üçüncü toplantısı 19 Nisan 2012 tarihinde Paris’te
gerçekleştirilmiştir. 6 Temmuz 2012 tarihinde dördüncü kez tekrar Paris’te
toplanan grup, beşinci toplantısını 2013 yılının Şubat ayında Roma’da düzenlemiştir.
Suriye Halkının Dostları toplantıları Suriye krizinde küresel düzeyde devam
eden anlaşmazlığı göstermiştir. Rusya ve Çin toplantılara katılmamıştır. 6
Temmuz 2012’de Paris’te gerçekleştirilen dördüncü toplantıda dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’ye yaptırım kararı alınması için BM
Güvenlik Konseyi’ne çağrı yapmış, Esed rejimine destek vermeye devam
eden Rusya ve Çin’in üzerinde baskı kurulması gerektiğini ifade etmiştir.
Clinton, Suriye krizindeki sorumluluklarından dolayı Rusya ve Çin’in bedel
ödemesi gerektiğini beyan etmiştir.7
2.1. Siyasi Yapılanma
Suriye krizinde muhalefet ilk kez 1 Haziran 2011 tarihinde Antalya’da
“Suriye’de Değişim Konferansı”nda bir araya gelmiştir. Daha sonra 23 Ağustos 2011 tarihinde Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) ilk çekirdeği İstanbul’da
teşkil edilmiştir. 310 üyeli olarak tasarlanan Konsey, Suriye halkının isteklerini yerine getirerek Esed rejimini devirmek, daha sonra tüm Suriye halkını
temsil eden bir yönetim kurma hedefiyle çalışmalarına başlamıştır. 2 Ekim
2011 tarihinde tekrar İstanbul’da bir araya gelen Suriye muhalefeti Konsey’in
kuruluşunu ilan etmiştir. Bu toplantı Esed iktidarı aleyhinde gösterilerin başlamasından ancak yedi ay sonra gerçekleştiği için geç kalmış bir girişim olarak görülmüşse de Konsey kısa süre içinde uluslararası ölçekte Suriye’nin
meşru temsilcisi olarak tanınmaya başlamıştır. Konsey’in ilk Başkanı Burhan
Galyon, 17 Mayıs 2012 tarihinde istifa edince yerine Abdulbasit Seyda seçilmiştir.
7 Baskı Artırılsın Çağrısı, Anadolu Ajansı, http://www.aa.com.tr/tr/tag/62915---quot- suriyehalkinin-dostlari-quot--toplandi
204
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında yer alan muhalif oluşumlar:
• Müslüman Kardeşler ve Destekçileri
• Şam Deklarasyonu
• Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri
• Suriye Yüksek Devrim Konseyi
• Bağımsız Liberaller Kitlesi
• Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu
• Suriye Devrim Genel Komisyonu
• Şam Baharı (Rabii El-Demaşk)
• Ulusalcı Şahsiyetler8
Konsey çatısı alında gerçekleştirilen birlikteliğe rağmen Suriye muhalefeti içindeki görüş ayrılıkları devam etmiştir. Suriye Ulusal Konseyi’ni teşkil
eden dini eğilimli gruplar, laikler, liberaller ve Kürtler arasında ortak bir tutum
sağlanamamış, Konsey’de Müslüman Kardeşler’in çoğunlukta olması eleştirilmiştir. Konsey içindeki fikir ayrılıkları ve takip edilecek strateji konusundaki yaklaşım farklılıkları Esed iktidarının elini güçlendirmiştir. Suriye Ulusal
Konseyi liderliğindeki muhalefet hareketi içindeki birlik sorunu ve anlaşmazlıklar, uluslararası toplumda Konsey’in Esed sonrası süreci yönetebileceği
izlenimi oluşmasını engellemiştir. Suriye muhalefetinin içerisinde yer alan
gruplar Esed iktidarının devrilmesinde izlenecek yöntem konusunda anlaşmazlık yaşamıştır. Suriye Ulusal Konseyi çizgisindeki unsurlar Esed rejiminin dış müdahaleyle sona erdirilmesini hedeflerken, Suriye içerisinde Esed
yönetimiyle birebir çarpışan muhalifler Baas rejiminin dış müdahale olmadan
kendi güçleriyle devrilebileceğini öngörmüştür.
Diğer taraftan yurtdışındaki muhalefetle Suriye halkı arasında bir koordinasyon eksikliği yaşanmıştır. Suriye Ulusal Konseyi üyeleri uzun süredir yurtdı8 Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury (Suriye Ulusal Konseyi’nin Oluşumu), http://
ar.syriancouncil.org/structure.html, Erişim: 15.07.2012
205
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
şında bulunduğundan dolayı halk ile doğrudan bağlantı kurmakta ve halkın
isteklerini anlamakta güçlük çekmiştir. Suriye’de halkın talebi sadece özgürlük ve demokrasi ile sınırlı değildir. Halk, özgürlük ve demokrasi talep ettiği
nispette sosyo-ekonomik şartlarının geliştirilmesini, refah düzeyinin yükseltilmesini beklemektedir. Halk, Esed rejiminin devrilmesiyle ülkedeki devlet
kurumlarının yıkılmaması gerektiğine inanmakta, Irak’taki sürecin Suriye’de
tekerrür etmesini istememektedir.
Suriye Ulusal Konseyi, Suriye’deki süreçle ilgili dünya kamuoyunu yönlendirmede zayıf kalmıştır. Konsey, halka karşı şiddete başvurmasından dolayı
Esed’in iktidarı bırakması gerektiği mesajını uluslararası topluma yeterince
ulaştıramamış, Esed rejiminin muhalefet aleyhinde yürüttüğü propagandaya
karşılık aynı düzeyde bilgilendirme kampanyası gerçekleştirememiştir. Suriye Ulusal Konseyi başta Türkiye olmak üzere ABD, Avrupa ve Arap ülkeleri
tarafından Suriye’nin tek muhalif temsilcisi olarak resmen tanınmış olsa da,
Konsey’in Esed sonrası döneme geçiş sürecini yönetebilecek düzeyde etkili
olduğunu uluslararası kamuoyuna ifade edemediği gözlemlenmiştir.
Suriye Ulusal Konseyi liderliğindeki muhalefet hareketi içinde ortaya çıkan
bölünmüşlüğün uluslararası toplumun Suriye krizi ile ilgili net bir tavır alamamasında etkili olduğu ifade edilebilir. Suriye’ye askeri müdahale, insani yardım koridoru, tampon bölge oluşturma ve diğer seçenekler konusunda dünya
kamuoyundaki mevcut kararsızlık kısmen muhalefet hareketi içindeki birlik
sorunuyla ilişkilendirilebilir. Nitekim muhalefeti yönlendiren güçlü bir liderin
olmayışı da dünya kamuoyunun bu kararsızlığını pekiştirmiş, muhalefete bir
bakıma kuşkuyla bakılmasına yol açmıştır.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 2 Kasım 2012 tarihindeki Hırvatistan
gezisi sırasında yaptığı açıklamada, Suriye Ulusal Konseyi’nin tek başına
Suriye’yi temsil etmediğini, Kürtlerin ve Nusayrilerin de temsil edildiği geniş
katılımlı bir muhalefet yapısı oluşturulması gerektiğini ifade etmiştir. Clinton
ülke içinde Esed rejimine karşı savaşan insanları temsil edebilecek daha etkili
bir muhalefet cephesinin teşkil edilmesi gerektiğini, bu kapsamda Suriye Ulusal Konseyi’nin yeniden yapılandırılması gerektiğini beyan etmiştir.
Suriye Ulusal Konseyi böyle bir gündemle 4-7 Kasım 2012 tarihleri arasında
yeni başkanını ve yönetim kurulunu seçmek ve üye sayısını artırarak tem206
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
sil niteliğini güçlendirmek amacıyla Doha’da bir kongre gerçekleştirmiştir.
Katar’ın teşebbüsüyle düzenlenen Doha Kongresi’nde ilk aşamada Suriye Ulusal Konseyi başkanlığına Hıristiyan asıllı George Sabra seçilmiştir.
Kongre’de daha sonra Konsey’in kapsamının genişletilmesi ve uluslararası
toplumun desteğinin daha çok sağlanması hedefi gündeme alınmıştır. Toplantı
sonucunda muhalefet kendi içinde yaşadığı anlaşmazlıkların ve çekişmelerin
kısmen de olsa üstesinden gelmiş ve 11 Kasım’da “Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu” adı altında Suriye’deki tüm kesimlerden
oluşan yeni bir muhalefet çatısı kurulmuştur.9
Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu (SMDK) başkanlığına din adamı Ahmed Miaz El-Hatib, başkan yardımcılığına Riyad Seyf ve
Sehir Atasi getirilmiştir. Koalisyon’da Suriye Ulusal Konseyi dışında Suriyeli Türkmenler ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin üçer üye ile temsili sağlanmış ve kadınların %15 oranında temsil edilmesi kararlaştırılmıştır. Yeni
Koalisyon’da ayrıca Suriye’nin on dört vilayetinden yerel temsilcilerin bulunması, iç ve dış muhalefet arasındaki koordinasyon eksikliğinin giderilmesi
açısından önem arz etmektedir. Koalisyon, Suriye’deki devrim hareketinden
%33, siyasi oluşumlar ve kitlelerden %45 oranında katılım sağlayarak toplamda 400 üyeye ulaşmıştır.10
Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu, kuruluşunun ardından bir bildiri yayımlamış, Koalisyon’un çatısı altındaki muhalif gruplar arasında sağlanan uzlaşmayı dünya kamuoyuna duyurmuştur. Uzlaşma sağlanan
hususlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır.
• Doha toplantısında hazır bulunan Suriye Ulusal Konseyi ve diğer muhalif
gruplar Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun teşkil
edilmesi konusunda anlaşmıştır. Koalisyon’un üyeliği bütün Suriyeli muhalefet gruplarına açıktır.
9 İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi (Suriye Muhalefeti Koalisyonu
Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), http://arabic.cnn. com/2012/syria.2011/11/12/
syria.newCouncil/index.html, Erişim: 12.11.2012
10 Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide (Suriye Ulusal Konseyi Yeni Teşkilatını İlan
Etti), http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac4-46c2a2b5ab66 , Erişim:
10.11.2012
207
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
• Koalisyon, herhangi bir şekilde rejimle diyaloga girmeyecektir.
• Koalisyon, devrimin ortak askeri konseylerini destekleyecektir.
• Koalisyon uluslararası arenada tanındıktan sonra Geçici Suriye Hükümeti’ni
kuracaktır.11
Koalisyon, kuruluşunun ardından Türkiye, Körfez ülkeleri, Arap Birliği,
ABD, Fransa ve İngiltere tarafından Suriye’nin meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. Koalisyon’un Konsey’in durumuna düşmemesi için önümüzdeki
süreçte ülke içinde Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren unsurların güvenini kazanması önem arz etmektedir. Ülke içindeki silahlı unsurların tek
çatı altında toplanması ile Suriye muhalefeti, uluslararası toplumun güvenini
kazanabilecek ve Batılı ülkelerin desteğini temin edebilecek konuma gelebilir.
Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Koalisyon Esed sonrası dönem için ortak
bir politik vizyon üzerinde mutabakata varmazsa yeniden parçalanma riskinden kurtulamayacak ve dolayısıyla Koalisyon’un etkili bir muhalefet gerçekleştirmesi mümkün olamayacaktır.
Mart 2013’te Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu başkanlığından istifa eden El-Hatib’in yerine George Sabra getirilmiş, Koalisyon
üyeleri Geçici Hükümeti kurmak için İstanbul’da bir araya gelmiştir. 62 koalisyon üyesinin oy kullandığı seçimlerde Gassan Hito, 35 üyenin oyunu alarak
Geçici Hükümetin Başbakanı olmuş, Koalisyon’un sözcüsü ve muhalefetin
önde gelen isimlerinden Velid Bunni ise dış güçlerin Hito’yu kendilerine dayattığını ifade etmiştir.12 8 Temmuz 2013 tarihinde Gassan Hito görevinden
istifa ettiğini açıklamış, İstanbul’da tekrar bir araya gelen Koalisyon üyeleri
Ahmet Asi El-Carba’yı yeni lider olarak seçmiştir.
11 Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre Wel- Muarada
El-Suryye (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun
Anlaşma Metni),
http://new-syria.com/formainpage/ analytics/15665, Erişim: 12.11.2012
12 “Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,”
http://www.ydh.com.tr/HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html
208
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
2.1.1. Suriye Kürt Ulusal Konseyi
Esed iktidarı kriz sırasında ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan Kürt
nüfusun muhalefet hareketine katılmasını önlemek maksadıyla 7 Nisan 2011
tarihinde 300 bin civarında kimliksiz Suriyeli Kürt’e vatandaşlık vermiştir.
Esed rejiminin bu adımı, Suriyeli Kürtlerin halk hareketine katılıp katılmama
konusunda tereddüt etmesine yol açmış, Kürtler muhalefet içinde yer almak
konusunda fikir ayrılıkları yaşamıştır. Böyle bir konjonktürde Kürt aktivistler,
Suriye Ulusal Konseyi’nin Kürtlerin taleplerini göz ardı ettiği gerekçesiyle
Kürt Ulusal Konseyi adlı farklı bir yapılanmaya gitmiştir. Suriye Kürt Ulusal Konseyi, Dr. Abdulhekim Beşar başkanlığında 26 Ekim 2011 tarihinde
Erbil’de Mesud Barzani’nin desteği ile kurulmuştur.13
Kürtler, Esed sonrası Suriye’nin kuzeyinde özerklik ve Kürt milli kimliğinin
anayasal olarak tanınması taleplerini ileri sürerek Suriye Ulusal Konseyi çatısına dâhil olmamıştır. Kürtlerin bu konudaki tutumunun ardında iki temel
nedenin yattığı değerlendirilmektedir. Birinci neden, Kürtlerin Suriye Ulusal
Konseyi’ne dâhil oldukları takdirde kendilerini uluslararası topluma tanıtmakta zorlanacakları ve Konsey içinde Kürt kimliğinin arka planda tutulacağı
yönündeki kaygılarıdır. İkinci sebep ise Suriyeli Kürtlerin kuzey Irak’taki gibi
bir özerklik kazanma arzusudur. Ağırlıklı olarak ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan Kürtlerin Suriye nüfusu içindeki oranı %8-10 civarındadır. Kürtler, Nusayrilerden sonra ülkenin en büyük azınlığı konumundadır. Kuzey Irak’taki
yapıya benzer bir özerklik fikrine sıcak bakan Suriyeli Kürtler, bu nedenlerle
Suriye Ulusal Konseyi ile aynı çatı altında Esed yönetimine karşı mücadele
vermeyi kabul etmemiş, Konsey’in toplantılarına katılmamıştır. Dolayısıyla
Suriye’deki krizin belirsizliği de göz önünde bulundurulduğunda Kürtlerin diğer muhalif unsurlarla tek çatı altında toplanması beklenmemektedir.
Bütün bu gelişmeler ışığında Erbil’de Dr. Abdulhekim Beşar başkanlığında
kurulan Kürt Ulusal Konseyi’ne Mayıs 2012’de Suriyeli Kürt partiler de katılmaya başlamıştır. Konsey’e ilk etapta katılan Suriyeli Kürt partiler ve liderleri
aşağıda sıralanmıştır.
13 El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye (Suriye Kürt Ulusal Konseyi),
http://carnegie-mec.org/publications/?fa=48504 , Erişim: 20.05.2012
209
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
• Suriye Kürt Demokratik Partisi - Dr. Abdulhekim Beşar
• Kürt Demokratik Partisi - Nasrettin İbrahim
• Suriye Kürt Demokratik Ulusal Partisi - Tahir Safok
• Kürt Demokratik Eşitlik Partisi - Aziz Davud
• Kürt Demokratik İlerleme Partisi - Hamit Derviş
• Kürt Demokratik Birlik Partisi - Şeyh Ali
• Suriye Kürt Birlik Partisi - İsmail Hamu
• Kürt Özgürlük Partisi - Mustafa Osu
• Suriye Kürt Özgürlük Partisi - Mustafa Cuma
• Suriye Demokratik Kürt Partisi - Şeyh Cemal
• Kürt Solcu Partisi - Muhammed Musa
• Kürdistan Birliği Partisi - Abdulbasıt Hamo
• Kürt Demokratik Partisi - Abdurrahman Aluci
• Kürdistan Demokratik Partisi - Yusuf Faysal
• Kürt Demokratik Uzlaşı Partisi - Neşat Muhammed
• Suriye Kürt Solcu Partisi - Salih Cadu14
2003 yılında Suriye’nin kuzeyinde PKK tarafından kurulan PYD, 11 Temmuz
2012 tarihinde Mesud Barzani liderliğinde kuzey Irak’ın Erbil kentinde toplanan Suriyeli Kürt muhalefet partileriyle anlaşarak Kürt Ulusal Konseyi’ne
katılmıştır. PYD, Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefiyle faaliyet gösteren PKK/KCK terör örgütünün Suriye kolu olarak
hareket etmektedir. Esed yönetimi, Türkiye’nin Suriyeli muhalefete destek
vermesine karşılık Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda Kürtlerin yoğun ola14 A.g.e.
210
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
rak yaşadığı bölgeleri çatışmaya girmeden PKK/KCK terör örgütü güdümündeki PYD’ye bırakmıştır. Terör örgütü Esed rejiminin sağladığı serbestlikle
PYD’yi Suriye’nin kuzeyinde etkili bir aktöre dönüştürmüş, Halkçı Koruma
Birlikleri adı altında PYD’nin askeri kanadı statüsünde silahlı bir yapı teşkil etmiştir. PYD, PKK/KCK’nın bölgesel hedefleri çerçevesinde Suriye’deki
Kürtlerin muhalefet saflarına katılmasını engellemeye çalışmış, Esed iktidarına karşı gösteri düzenleyen Kürtleri şiddet kullanarak bastırma yoluna gitmiştir. Silahlı gücü sayesinde diğer Kürt partilerine göre ülkenin kuzeyinde
baskın konuma gelen PYD’nin Baas rejimine muhalefet eden Suriyeli Kürt
aşiret liderlerine de saldırılar düzenlediği basına yansımıştır.
2.2. Askeri Yapılanma
Suriye’deki halk hareketi, Esed rejimine karşı ilk etapta tamamen silahsız ve
reformcu bir halk kitlesinin girişimi olarak başlamıştır. Halk Cuma namazlarından sonra “Özgür Suriye” sloganını atarak Esed’in reform yapması için sokaklara dökülmüş, kitlesel gösteriler düzenlemiştir. Ancak Suriyeli göstericiler, Esed rejimine bağlı güvenlik güçlerinin şiddetli saldırısına maruz kalınca
ve her gün onlarca Suriye vatandaşı hayatını kaybedince Suriye’deki kriz nitelik değiştirmiştir. Ülkedeki halk hareketi başlangıçta sivil nitelikli iken Esed
rejiminin şiddete tevessül etmesiyle muhalefet silahlı mücadeleye girişmiştir.
Esed’in halkın taleplerine kulak vermeyip reform adı altında sadece yasal çerçevede bazı adımlarla yetinmesi, siyasi otoritenin Baas Partisi’nin tekelinden
çıkması için somut bir düzenlemeye gidilmemesi krizin tırmanmasına yol açmıştır. Neticede kriz ülke çapına yayılan bir sıcak çatışmaya dönüşmüş ve iç
savaş halini almıştır.
Suriye’de Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren ve savaşçı sayısı bakımından çeşitlilik arz eden onlarca grup ortaya çıkmıştır. Baas iktidarına karşı
demokrasi ve özgürlük hedefiyle başlayan halk hareketi silahlanma safhasında
dini, etnik ve ideolojik olarak bölünmeye başlamıştır. Kriz süresinde bölgeler arasındaki kopukluk da farklı kentlerde farklı silahlı grupların birbirinden
bağımsız olarak hareket etmesine sebep olmuştur. Her silahlı grubun isminde
Şam, Halep, Hama, İdlib vs.. geçmesi Suriye muhalefetindeki parçalanmışlığı
gözler önüne sermektedir. Bu parçalanmışlık, Esed sonrası Suriye’de etnik211
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
dini ve mezhepsel bölünmüşlüğün yanında bölgeler arasında da bir çatışma
doğurma ihtimalini canlı tutmaktadır.
Suriye’de halk hareketi başladıktan dört ay sonra muhalefet silahlı güç kullanma seçeneğine yönelmiş, bu yönde teşkilatlanmaya başlamıştır. Özgür
Suriye Ordusu (ÖSO), Suriye Hava Kuvvetleri’nden albay rütbesinde istifa
eden Riyad El-Esad ve ordudan ayrılan bir grup asker tarafından 29 Temmuz
2011 tarihinde kurulmuştur.15 ÖSO, Esed rejimini silahlı kuvvet kullanarak
devirmek hedefiyle ve muhalif silahlı unsurları tek çatı altında birleştirmek
amacıyla tesis edilmiştir. Kuruluş evresini yurtdışında tamamlayan ÖSO, 22
Eylül 2012 tarihinde karargâhını Suriye’deki kurtarılmış bölgelere taşıdığını
açıklamıştır. 2012 yılının sonlarına doğru ÖSO, askeri kanadı tek bir komuta
sisteminde toplamak, Esed sonrası dönemde düzenli orduya geçişi mümkün
kılmak ve muhalefete yapılan silah yardımlarının tek kanaldan teminini sağlamak için daha profesyonel bir teşkilatlanma geliştirmeye başlamıştır. ÖSO
bu kapsamda 8 Aralık 2012 tarihinde Tuğgeneral Selim İdris’i Genelkurmay
Başkanı olarak seçmiştir. ÖSO bünyesinde hâlihazırda 100 binden fazla asker
olduğu tahmin edilmektedir
Suriye krizi sürecinde muhalefet hareketinin silahlı mücadele aşamasına erken geçtiği ve ÖSO’nun kuruluşunda acele edildiği ifade edilebilir. ÖSO’nun
erken kurulması Esed rejimine karşı gelişen uluslararası tepkinin nispeten hafiflemesine neden olmuş, iç savaşın ülkede yol açtığı zararın muhalefet hareketiyle de ilişkilendirilmesinin önünü açmış ve muhalefetin silahlı mücadelede zayıf kalması sonucunu doğurmuştur.
Suriye halkının barışçıl gösterilerinin daha uzun süre devam etmesi durumunda Esed rejiminin halka karşı şiddete başvurması, uluslararası toplumun tepkisini daha fazla çekebilirdi. Ancak ÖSO’nun kuruluşu Suriye’deki süreci,
ayaklanan halka şiddet uygulayan iktidar krizinden iki taraf arasında silahlı
çatışmanın cereyan ettiği bir iç savaşa dönüştürmüştür. Suriye’de ÖSO’nun
kuruluşundan itibaren eşit olmasa da birbiriyle mücadele eden iki taraftan
15 El-Jeyshel Sury El-Hur (Özgür Suriye Ordusu), http://ar.wikipedia.org , Erişim:
15.07.2012
212
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
bahsedilebilir ve çatışmanın iç savaşa dönüşmesinin uluslararası insani müdahale imkânını zayıflattığı öne sürülebilir.
ÖSO’nun kurulması ülkedeki yıkım ve ölümlerden muhalefet hareketinin de
sorumlu olduğu yönünde bir algı oluşmasına sebep olmuş, Esed rejiminin
işlediği insanlık suçları nispeten gölgede kalmıştır. Suriye’de iktidara bağlı
güvenlik güçleri tarafından işlenen ve BM İnsan Hakları Konseyi tarafından
tespit edilen insanlık suçları gündemden düşmüş, Esed rejimi ve destekçilerinin ÖSO aleyhindeki propagandası uluslararası kamuoyunda muhalefete kuşkuyla bakılmasına zemin hazırlamıştır.
ÖSO’nun erken kurulması ortak hareket etme konusunda silahlı muhaliflerin
zorluk yaşamasına neden olmuştur. Tek çatı altında birleşemeyen silahlı muhalifler arasında koordinasyon eksikliği bulunduğu için Esed rejimine karşı
etkin bir mücadele verilememiş, Suriye ordusuna karşı koordineli saldırılar
gerçekleştirilememiştir. ÖSO, tank ve savaş uçaklarını etkisiz hale getirebilecek ağır silah sistemlerine sahip olmadığı için denetimini ele geçirdiği bölgeleri muhafaza etmekte güçlük çekmiştir.
Öte yandan, ÖSO’nun Suriye topraklarında Esed rejimine karşı verdiği silahlı
mücadelenin yanında adam kaçırıp fidye isteme gibi muhalefet hareketinin
hedefiyle ilgili olmayan eylemlere yöneldiği görülmüştür. ÖSO’nun bu tür
eylemlere başvurması süreç içinde Suriye’deki halkın mücadelesine gölge düşürebilir. Kaçırma eylemleri muhalefet hareketinin halk nezdindeki itibarını
zedeleyebilir. ÖSO’nun kaçırma eylemlerinde özellikle Şii mezhebine mensup kişileri tercih etmesi ülkedeki mezhepsel kutuplaşmayı artırabilir. Suriye
muhalefeti kendi içinde bölünmüşse de ÖSO’da ideolojik, dini ve siyasi ayrışmaların önlenmesinde fayda vardır. Suriye muhalefeti arasında olası bir silahlı
çatışma Esed rejiminin elini kuvvetlendirecektir.
Muhalefet hareketinin silahlandığı süreçte Suriye’nin çeşitli bölgelerinde etnik ve mezhepsel unsurlar ÖSO’dan bağımsız olarak farklı silahlı birlikler
oluşturmuştur.16 Etnik kimliğin veya dini eğilimin belirgin olduğu bu birlikler
16 Kendilerini genelde Tabur veya Tugay olarak tanıtan bu silahlı birliklerin milis sayılarında
bir standart yoktur. Silahlı birliklerin milis sayıları 10-15 ile 1000 arasında değişmektedir.
213
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
ÖSO’ya bağlı olmadıklarını beyan etmekte ancak Esed rejimine karşı ÖSO
ile birlikte mücadele etmektedir. Şam ve çevresindeki bölgelerde faaliyet gösteren Ensar El-Rasul birliği, Humus’ta Faruk Tugayları, Der Ez-zur Devrim
Konseyi ve Suriyeli Kürtlerden oluşan Sukur El-Kurd Tugayı bu birliklerden
bazılarıdır.17
Muhalefetin silahlanmasıyla Suriye’deki Türkmenler de silahlı birlikler oluşturmuş, Sultan Abdülhamit ve Fatih Sultan Mehmet isimli birlikleri teşkil ederek Esed rejimine karşı ÖSO ile birlikte hareket etmiştir. Halep’te Ali Beşir
komutasında kurulan Sultan Abdülhamit ve Fatih Sultan Mehmet isimli iki
birlikte yaklaşık 2 bin milis olduğu tahmin edilmektedir.18 Suriye’deki Türkmen tugayları (Zahir Beypars Tugayı, Türkmen Şehitleri Tugayı, Türkmen
Kılıçları Tugayı, Şükrü Kuvvetli Tugayı, Allah’ın Özgür Adamları Tugayı,
Kutuz Tugayı, Hamza Torunları Tugayı, Osman Bin Affan Tugayı, Yusuf
Azma Tugayı ve Türkmen Alparslan Tugayı) 22 Eylül 2012 tarihinde Fatihin
Torunları birliği çatısı altında birleştiklerini ilan etmiştir.19
Suriye’deki kriz ÖSO’dan bağımsız olarak dini eğilimli silahlı birlikler de ortaya çıkarmıştır. İntikam hissiyle hareket edebilen bu birliklerin Esed rejimine
bağlı güvenlik güçleriyle mücadele sırasında zaman zaman kaçırma, öldürme
ve intihar gibi eylemler yaptığı basına yansımaktadır. Bu tür eylemler ÖSO’ya
mal edilebilmekte ve Suriye muhalefetinin itibarına zarar vermektedir.
Suriye’de ortaya çıkan dini eğilimli silahlı birlikler büyük ölçüde VehhabiSelefi çizgidedir. Bu birliklerin başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez
ülkeleri tarafından yönlendirildiği ve desteklendiği değerlendirilmektedir. Suriye’deki önemli Selefi silahlı birlikler aşağıda belirtilmektedir.
Şam Kurtuluş Tugayları-ŞKT (Ahrar El-Şam Tugayları): Esed rejimine
karşı silahlı mücadele gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş olan Şam Kurtu17 Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye (Suriye’de Savaşan
Silahlı Gruplar Kimdir), http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/
18 Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı, http://www.haber7.com/dunya/haber/915003turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi,Erişim, Erişim: 01.11.2012
19 Suriye Türkmen Ordusu Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri, http://www.
youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg , Erişim: 25.09.2012
214
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
luş Tugayları, Selefi Cihad’ın Suriye’deki önde gelen çatı örgütlerindendir.
Yayımladığı bildirilerde Özgür Suriye Ordusu’nun yanında savaştığını ancak
komutasında olmadığını beyan eden ŞKT, tamamen bağımsız hareket etmektedir. ŞKT’ye bağlı askerler Suriye’nin genel olarak tüm bölgelerine dağılmış
durumdadır. Ancak en güçlü oldukları bölge İdlib’dir. Tugay ilk etapta Suriye
Ordusu ile girdiği çatışmalardan ele geçirdiği silah ve mühimmatlarla mücadelesini yürütmüştür. Şimdi ise Kuveyt başta olmak üzere Körfez ülkelerindeki zenginlerden yardım almaktadır. ŞKT çatısı altında birçok tugay bulunmaktadır. Bunlar, Ariha bölgesinde faaliyet gösteren Abbad El-Rahman Tugayı,
Cebel-i Zaviye bölgesinde mücadele eden Sariyet El-Cebel Tugayı, Hama’da
yer alan Selahaddin Tugayı, Cunud El-Hak Tugayı ve Furkan Tugayı’dır.20
Şam Kartalları Tugayı (Sukurul Şam Tugayı): Şam Kartalları Tugayı’nın
Komutanı Cebel El-Zaviyeli Selefi olan Ahmet İsa el-Şeyh’tir. Şam Kartalları
Tugayı, İdlib bölgesinde Suriye Ordusu’na yönelik bombalı eylemler gerçekleştirmektedir. Sukuru El-Şam Tugayı’nın hem fikri hem de altyapı bakımından Şam Kurtuluş Tugaylarına benzerliği vardır. Şam Kartalları Tugayı’nın
merkezi İdlib olmakla birlikte bu grubun İdlib dışında da birlikleri bulunmaktadır. Şam Kartalları’na bağlı olarak Halep’te Şüheda Birliği ve Şam’da Ammar Bin Yasir Birliği oluşturulmuştur. Tugayın 3 binden fazla savaşçısı vardır.
Şam Kartalları Tugayı, siyasi ve askeri yardımlarını Kuveyt, Suudi Arabistan
ve Bahreyn’den almaktadır.21
3. Krizin Bölgesel Etkileri
Suriye’de iç savaş halini alan kriz, ülke sınırlarının ötesinde sonuçlar doğurmaya başlamış, Orta Doğu’da bölgesel düzeyde bir anlaşmazlığa ve nüfuz
mücadelesine dönüşmüştür. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden, Lübnan’ın
istikrarını zedeleyen kriz, Körfez ülkelerinin İran kaynaklı kaygılarını artırırken, Tahran’ı Arap dünyasındaki tek müttefikini kaybetme olasılığı ile karşı
karşıya bırakmıştır. Esed rejiminin Türkiye topraklarına yönelik kaza olarak
20 Ahrar El-Şam Tugayları , http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3 , Erişim:15.09.2012
21 Sukurul-Şam Tugayı’nın Resmi Sitesi, http://www.shamfalcons.net/ar/page/about- shamfalcons.php, Erişim: 23.09.2012
215
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
değerlendirilen saldırıları, PKK/KCK terör örgütüne ülkenin kuzeyinde hareket alanı açması ve Suriye’nin parçalanma ihtimali Ankara’yı tedirgin etmektedir. Esed iktidarının krizi ülke sınırları dışına taşıma gayesiyle Lübnan’daki
hassas dengeleri bozabilecek kışkırtıcı eylemlere yönelmesi Beyrut’ta endişe
uyandırmaktadır. İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii jeopolitiği stratejisi doğrultusunda krize Esed rejimi yanında müdahil olması Körfez ülkelerini rahatsız etmiştir. Suriye’nin İran’ın tek müttefiki olması ve Tahran’ın Esed
rejimini koşulsuz desteklemeye devam etmesi ise krizi bölgesel düzeyde bir
anlaşmazlığa mahkûm etmiştir. Suriye’de çıkmaza giren kriz, Orta Doğu’da
Esed iktidarının devamı ve sona ermesi yönünde iki yaklaşımın öne çıkmasına
yol açmış, bu yaklaşımları savunan devletler arasında rekabet doğurmuştur.
Suriye krizinin sona ermesi için Esed rejiminin devamını gerekli gören ve
Suriye’deki ayaklanmaya terörizm nazarıyla bakan birinci yaklaşımı temelde İran desteklemektedir. Esed rejiminin ayakta kalması için siyasi, ekonomik ve askeri imkânlarını seferber eden İran, Irak’taki Maliki iktidarını ve
Hizbullah’ı aynı doğrultuda yönlendirmektedir. Tahran, Suriye’deki silahlı
isyan hareketini (Esed iktidarı ile birlikte) terörizm olarak nitelemekte ve muhalif unsurlara destek sağlayan devletleri tehdit etmektedir. Kriz sürecinde
İran’ın tutumunun giderek sertleştiği, muhalefet hareketine destek sağlayan
ülkelere yönelik örtülü mücadelelere yöneldiği ve Esed rejimine daha güçlü destek verdiği gözlemlenmiştir. İran Türkiye’ye karşı PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye, üst düzey askeri ve siyasi yetkililerin demeçleri
aracılığıyla Türkiye’yi tehdit etmeye, Bağdat yönetimini Ankara aleyhinde
yönlendirmeye, Suudi Arabistan ve Bahreyn’deki Şii nüfusu da ayaklanmaları
için tahrik etmeye başlamıştır. Kriz sürecinde Esed rejimine bu denli güçlü ve
riskli biçimde destek vermesi İran’ın Orta Doğu stratejisinde Suriye’yi merkezi bir konuma yerleştirdiğini ve müttefiki Baas iktidarının ayakta kalmasını
kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirdiğini göstermektedir.
İran, bölgede kurmaya çabaladığı Şii jeopolitiği hattında Nusayri azınlığın denetimindeki Suriye’nin hayati bir aktör olduğunu değerlendirmekte, Şam’da
Sünni ağırlıklı bir hükümetin iktidara gelmesi durumunda Şii hilali projesinin
başarısız olacağını öngörmektedir. İranlı karar mercileri, Esed rejiminin devrilmesiyle Tahran’ın İsrail’e karşı başvurabileceği dinamiklerin önemli ölçüde
216
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
zayıflayacağını değerlendirmektedir. Esed iktidarının devrilme ihtimali aynı
zamanda İran’daki mevcut rejimin beka kaygısını artırmakta, Tahran’da, bölgedeki rejim değişikliklerinde sıranın İran’a geldiği yönünde bir tedirginlik
hâsıl etmektedir.
İran’ın Suriye’deki krize Esed rejimi lehinde müdahil olması, Tahran’ın Şii
hilali projesi bağlamında değerlendirilmelidir. Nüfuz alanını Şiilik vasıtasıyla
genişletmeye çalışan İran, Orta Doğu ülkelerindeki Şii topluluklar üzerinde
özellikle eğitim yoluyla etki sahibi olmaya çabalamaktadır. Saddam sonrası
Irak üzerinde nüfuz sahibi olan İran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah eksenindeki Şii
unsurlardan bir stratejik hat meydana getirmeye çalıştığı gözlemlenmektedir.
Nitekim Suriye krizinde Esed rejimine sağlanan destekte İran-Irak-Hizbullah
eşgüdümü Şii hattının Tahran’ın yönlendirmesiyle birlikte hareket edebileceğini göstermiştir. Nusayri azınlığın denetiminde ve Baas iktidarının tekelindeki Suriye bu hatta kritik bir konumda yer almakta, İran’ın Lübnan’daki
Hizbullah’la bağlantısında koridor işlevi görmektedir. Dolayısıyla, Esed rejiminin devrilmesi Tahran’ın Bağdat-Şam-Hizbullah hattındaki Şii hilali projesinin başarısızlığa uğraması anlamına gelmektedir.
İran’ın Esed rejimine sağladığı destek, Tahran’ın İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikleri muhafaza etme hedefiyle de açıklanabilir. Suriye’nin
İsrail ve Filistin’e coğrafi yakınlığı bu ülkeyi İran nezdinde değerli kılmaktadır. İran, İsrail’e karşı desteklediği Hizbullah’a tedarik ettiği askeri malzemeleri Suriye üzerinden Lübnan’a ulaştırmaktadır. Tahran, İsrail’e karşı mücadele eden Filistinli unsurlarla Suriye topraklarında irtibat sağlamakta, ABDİsrail cephesine karşı “direniş cephesi”ne önderlik etmeye çalışmaktadır. İran
böylece İsrail’e karşı harekete geçirebileceği dinamikler elde etmekte, Orta
Doğu’da İsrail karşıtlığına dayalı dış politika çizgisinden temin ettiği itibarı
korumaktadır. Esed rejiminin devrilmesi, İran’ın İsrail karşısındaki ve İsrailFilistin ihtilafındaki konumunun zayıflaması sonucunu doğurabilir.
Suriye’de Esed iktidarına karşı ortaya çıkan muhalefet hareketi, İran’daki
mevcut rejimin beka kaygısının nüksetmesine yol açmıştır. Tahran, Suriye
krizi kullanılarak İran’ın yıpratılmaya çalışıldığını ve nihai hedefin aslında
İran olduğunu iddia ederek Esed rejiminin geleceğiyle İran’daki rejimin akı217
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
beti arasında bağlantı kurmaktadır. Nükleer programından dolayı uluslararası
yaptırımlara ve tecride maruz kalan İran, bölgedeki tek müttefiki Suriye’de
muhtemel bir iktidar değişimini kendi rejiminin bekasıyla ilişkilendirmektedir. İran, dış politika ufkuna yön veren “kendisine karşı dış müdahale korkusunun” da etkisiyle Esed rejiminin devrilmesinin ardından sıranın kendisine
gelebileceği yönünde ciddi kaygılar beslemektedir.
Orta Doğu’da İran dışında Lübnan’daki Hizbullah’ın ve Irak’taki Maliki iktidarının Esed rejiminin devamını savunan aktörler olduğu gözlemlenmektedir. Hizbullah, Suriye’deki muhalefet hareketinin büyük bir komplo olduğunu
ve Esed iktidarının ülkedeki halk ayaklanmasıyla mücadele ederken aslında
ABD ve İsrail’e karşı bir savaş yürüttüğünü iddia etmektedir. Hizbullah, Suriye krizinde muhalefet hareketine karşı İran’la birlikte Baas rejimine somut
destek vermektedir. Esed rejimine bağlı paramiliter birliklere eğitim sağlayan
Hizbullah militanları, rejimle eşgüdüm sağlayarak muhalif unsurların bulunduğu hedeflere saldırılar düzenlemiştir.
Irak’taki Maliki iktidarı ise Suriye’deki halkın taleplerinin dikkate alınması
gerektiğini beyan etmekle birlikte krizin sona ermesine dönük bir dış müdahaleye itiraz etmektedir. Bağdat, Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıya
aldığı kararda çekimser kalmış, Suriye’ye karşı başlatılan ekonomik yaptırımlara karşı çıkmıştır. İran’ın Suriye’ye silah sevkiyatına da Irak hava sahasını
açan22 Bağdat, Esed rejiminin devamını zımnen desteklemektedir. Maliki iktidarının krizin ilk dönemlerinde Suriye halkının reform taleplerine olumlu
bakışı öne çıkarken, daha sonra giderek Esed rejimi yanlısı çizgiye yaklaşmasının İran’ın etkisiyle olduğu değerlendirilmektedir.
Bölgede Suriye krizinin çözümlenmesi için Esed rejiminin son bulması yönündeki ikinci yaklaşımı başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleri, Arap devletlerinin çoğunluğu ve Türkiye savunmaktadır. İkinci
yaklaşımı savunan bölge ülkelerinin farklı nedenlerle bu tercihe yöneldiği ve
Esed rejiminin devrilmesi yönünde değişik düzeylerde destek verdiği belir22 Michael R. Gordon, Iran Supplying Syrian Military via Iraqi Airspace, 4 Eylül 2012,
http://www.nytimes.com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-viairaq-airspace.html?pagewanted=all&_r=0, Erişim: 29.10.2012
218
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
tilmelidir. Suudi Arabistan ve Katar, krizde Esed rejimine nispeten hızlı bir
şekilde karşı tavır almış, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) aracılığıyla ve Arap
Birliği nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuş ve muhalefetin silahlandırılmasında önemli rol oynamıştır. Diğer Arap devletleri ise Suriye’deki halk
hareketini ve Esed rejiminin devrilmesini desteklemekle birlikte, bu istikamette daha çok diplomatik yöntemlerin işletilmesinden yana tutum geliştirmiştir. Türkiye ise krizin ilk aylarında reform çağrıları yaptıktan sonra Suriye
muhalefetinin tanınmasına zemin hazırlamış, Esed rejiminin sona ermesi yönünde irade göstermeye başlamıştır.
İran-Suriye arasında 1979 Devrimi sonrasında gelişen ve 2000’li yıllarda ittifak niteliği kazanan ilişkiler başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap devletlerinin tepkisini çekmiş, Suriye’nin Arap dünyası ile münasebetleri genel olarak
soğuk seyretmiştir. Tahran yanlısı dış politikasından ötürü Arap dünyasının
Şam yönetimine karşı sürdüre geldiği tepkisel tutum, Arap devletlerinin Suriye krizindeki tutumunun anlaşılmasında dikkate alınmalıdır. Nükleer programının tedirginlik doğurduğu bir dönemde İran’ın Orta Doğu’daki Şii unsurlar
üzerinden bölgesel bir nüfuz stratejisine yönelmesi, Arap devletlerinin Esed
rejimi aleyhindeki halk hareketine bakışında etkili olmuştur. Esed iktidarına
karşı gelişen muhalefet hareketi Arap dünyasında olumlu karşılanmış, Suriye’deki mevcut rejimin değişmesi gerektiği yönündeki yaklaşım, özellikle
Körfez ülkeleri tarafından belirgin biçimde desteklenmiştir. Nitekim Esed rejiminin devrilmesiyle İran’ın Suriye ve Lübnan üzerindeki nüfuzunun önemli
ölçüde zayıflayacağı ve Suriye’nin Arap dünyasıyla yakınlaşacağı öngörülmektedir.
Suriye krizi sürecinde Körfez ülkelerinin tutumu iki aşamada değerlendirilebilir. Ortak bir tutumun henüz geliştirilmediği birinci aşamada Körfez ülkeleri Esed iktidarına reform çağrıları yapmış, krizin çözümüne yönelik destek
sözleri vermiştir. 2011 yılının Mayıs ayı içinde Suudi Arabistan Kralı, Kuveyt
Emiri ve Bahreyn Emiri Esed’i bizzat arayarak ülkedeki krizi çözmek için
destek olacaklarını bildirmişlerdir. İktidarlar tarafından gerçekleştirilen bu
çağrılarla aynı dönemde El-Cezire ve El-Arabiye gibi Körfez merkezli televizyonlar Suriye’de halkın talep ve beklentilerini dünya kamuoyuna duyurmuştur. Körfez ülkelerinin Suriye halkının demokratik hak ve özgürlük ta219
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
leplerine cevap verilmesi gerektiği yönündeki çağrısı, Esed rejiminin kitlesel
gösterileri silahlı kuvvetle bastırma yoluna gitmesiyle değişmeye başlamıştır.
İran ve Hizbullah’ın krize Esed rejimi lehinde müdahale etmesi Suriye krizinin Körfez ülkeleri tarafından mezhepsel bir mücadele olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. Suriye ordusunun 31 Temmuz 2011 tarihinde 139
kişinin ölümüne yol açan Hama saldırısının ardından Körfez ülkeleri Beşşar
Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiğini aleni biçimde zikretmeye başlamıştır.23
2011 yılının Ağustos ayından itibaren Körfez ülkelerinin Suriye krizine yaklaşımında ikinci aşamaya girildiği ifade edilebilir. İkinci aşamada Esed rejimine
karşı ortak bir tavır geliştirilmiş, Suriye krizinin bir Arap Gücü müdahalesiyle
çözülebileceği ve muhalefetin desteklenmesi gerektiği savunulmuştur. Bu dönemde Katar’ın açıkladığı önerilerin Körfez ülkelerinin ortak tavrında etkili
olduğu belirtilmelidir. Arap Gücü’nün Suriye’ye gönderilmesini teklif eden
Katar, Suriye’de yardımların gerekli yerlere ulaştırılması, güvenli bölge oluşturulması ve taraflar arasında ateşkesin takip edilebilmesi için Arap devletlerinin teşkil edeceği askeri bir görev gücünün elzem olduğunu beyan etmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’deki insan hakları ihlallerini kınayan ve
şiddetin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilk karar tasarısının Rusya ve Çin
tarafından veto edilmesinin ardından da Katar, uluslararası topluma Suriye
muhalefetine silah desteği vermesi için çağrıda bulunmuştur.24
Körfez ülkeleri, Esed rejiminin sona ermesi gerektiği yönündeki yaklaşımı
Körfez İşbirliği Konseyi aracılığıyla Arap Birliğine taşımış, diğer Arap ülkeleriyle ortak hareket etmeyi hedeflemiştir. Bu girişim neticesinde Arap Birliği
Esed rejimine karşı ortak bir tavır geliştirmiş, Suriye krizini çözüme kavuşturabilecek bir plan hazırlamıştır. Beş maddeden oluşan çözüm planı; taraflar arasında derhal ateşkes ilan edilmesini ve Suriye ordusunun kentlerden
çekilmesini, tutukluların serbest bırakılmasını, anayasa düzenlemelerini de
kapsayan siyasi reformların yapılmasını, Esed rejimi ile muhalifler arasında
23 Tanklar Hama’ya Girdi, http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar- hamaya-girdi ,
Erişim: 10.10.2011
24 Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye İla Surye (Katar
Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor),
http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/ Ar5324.htm, Erişim: 24.02.2012
220
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
ulusal diyalog görüşmelerinin başlatılmasını ve Arap Birliği’nin çözüm planı
sürecini incelemek üzere Şam’da temsilci bulundurmasını şart koşmuştur. Hazırlanan çözüm planını gündeme alarak 16 Ekim 2011’de Mısır’da toplanan
Arap dışişleri bakanları, planın uygulanması için Esed iktidarına ilk etapta 15
gün süre tanımış, Arap Birliği içinde Katar başkanlığında Suriye meselesiyle
ilgilenecek bir komisyon oluşturulmasını kararlaştırmıştır.25
16 Ekim toplantısının ardından, Arap Birliği’nin tayin ettiği Katar başkanlığındaki heyet Beşşar Esed’le bir görüşme gerçekleştirmiş, 30 Ekim’de Suriye,
Birliğin çözüm planına riayet edeceğini taahhüt etmiştir. 2 Kasım 2011 tarihinde ise Arap Birliği ve Suriye’nin imzaladığı anlaşma ile Esed rejimi şiddetin
sona erdirilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve ordunun kentlerden
çekilmesini kabul etmiştir. Ancak Esed rejiminin taahhüt ettiği halde çözüm
planını uygulamaması ve kitlesel muhalefet gösterilerine karşı silahlı kuvvet
kullanmaya devam etmesi Birliğin politikasını değiştirmiştir. Arap Birliği,
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırımları tartışmaya başlamış ve
12 Kasım 2011 tarihinde Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Lübnan, Suriye
ve Yemen’in ret oyu kullandığı, Irak’ın ise çekimser kaldığı oylamada karar,
lehte kullanılan 18 oy ile kabul edilmiş, 16 Kasım’da yürürlüğe girmiştir.
Arap Birliği, 27 Kasım’da çözüm planına söz verdiği halde riayet etmeyen ve
Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması kararına rağmen işbirliğine yanaşmayan
Esed rejimine karşı siyasi ve ekonomik yaptırım kararı almıştır. Yaptırım kararının ardından Birlik, Suriye’ye Arap gözlemciler gönderilmesi için yeni bir
girişim başlatmış, Irak’ın arabuluculuğunda Esed rejimiyle Kahire’de bir protokol imzalamıştır. İmzalanan protokol uyarınca Suriye’ye gönderilen Arap
gözlemcilerin sadece Esed rejiminin müsaade ettiği bölgelere gidebilmesi ve
dünya kamuoyuna rejim yanlısı mesajlar vermesi bu girişimden de netice alınmasını engellemiştir. Suudi Arabistan’ın gözlem görevinden finansal desteğini çekmesinin ardından diğer Körfez ülkeleri de Suriye’deki gözlemcilerini
geri çekmiş, Birliğin gözlemci girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
25 El-Jamia EL-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury wel-Muarada
Hilal 15 Yawum (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti 15 Gün İçerisinde Diyaloga
Çağırdı), http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html , Erişim: 15.03.2012
221
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Çözüm planı ve gözlemci girişimi denemelerinin ardından Arap Birliği’nin
Esed rejimine yönelik tutumu değişmiş, Birlik Suriye muhalefetiyle görüşmeye başlamış ve Arap devletlerinde krizin Beşşar Esed’in iktidardan ayrılmasıyla çözülebileceği kanaati yaygınlaşmıştır. Nitekim iki girişimde de Esed
rejimi çözüm önerilerine sıcak baktığını beyan etse de uygulamaya geçmemiş,
muhalefet gösterilerini şiddetle bastırmaya devam etmiştir. Esed iktidarı, Arap
Birliği’nin çözüm girişimleri sırasında önerilere müspet cevap vererek zaman
kazanmış, Arap devletlerinin muhalefet hareketine sağlayabileceği desteği
mümkün mertebe geciktirmiştir. Diğer taraftan ise Arap Birliği’nin Suriye
krizine çözüm getirme arayışları krizin bölgesel düzeyden küresel düzeye
taşınmasına zemin hazırlamıştır. Suriye krizi böylece Arapların iç meselesi
olmaktan çıkmış, Birleşmiş Milletler’e intikal etmiştir.
Kriz, 2012 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gündemine de gelmiştir. 15-16
Ağustos 2012 tarihlerinde Mekke’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
4. Olağanüstü Zirvesi’nde Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. 26 Mart
2013’te Doha’da düzenlenen Arap Birliği zirvesinde ise Suriye’nin koltuğu
muhalefet hareketine verilmiştir. Bu gelişmenin ardından Suriye Geçici Hükümeti Doha’da ilk elçiliğini açmıştır.
Arap devletleri arasında Suriye muhalefetine destekte Körfez ülkelerinin,
Körfez ülkelerinden de Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıktığı görülmektedir.
Suudi Arabistan ve Katar’ın öne çıkmasında bu ülkelerin sahip olduğu sermaye gücü ve uluslararası düzeyde etkili basın-yayın organlarının belirleyici
olduğu ifade edilebilir. Mısır’ın Mübarek sonrası dönemdeki siyasi dönüşüm
süreciyle meşgul olması ve iki ülkenin Körfezdeki Şii-Vehhabi rekabetinde
taraf olmasının da Riyad ve Doha’yı öne çıkardığı değerlendirilebilir. İki ülke
gerek Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Birliği vasıtasıyla gerekse tek
taraflı girişimlerle Suriye krizine Esed rejimi karşısında müdahil olmuştur.
Muhalefete finansman tedarikinin yanında doğrudan askeri destek de temin
ettiği basına yansıyan Suudi Arabistan ve Katar, Suriye’deki değişim sürecinde etkili olmayı hedeflemekte, ülkedeki Selefi unsurları güçlendirmeye çalışmaktadır.
Suudi Arabistan ve Katar’ın yanı sıra Muhammed Mursi liderliğindeki
222
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Mısır’ın da son dönemde krizin çözüme kavuşturulması için diplomatik girişimlere yöneldiği gözlemlenmektedir. 30-31 Ağustos 2012 tarihlerinde
Tahran’da düzenlenen 16. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılan Mısır
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye’deki rejime karşı halka destek
verilmesi yönündeki çağrısı Arap dünyasında büyük yankı bulmuştur. Mursi,
Bağlantısızlar zirvesinde Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın katılacağı “Dörtlü Suriye Toplantısı” önerisinde bulunmuş, 17 Eylül’de Kahire’de
Suudi Arabistan dışındaki üç ülkenin dışişleri bakanları bir araya gelmiştir.
Suudi Arabistan toplantıya katılmamıştır. Toplantıda Türkiye ve Mısır Beşşar
Esed’in iktidarı bırakmasını istemiş, İran ise bu isteği kabul etmemiştir. Dolayısıyla toplantıda bir karar alınamamıştır.
Suudi Arabistan’ın toplantıya katılmaması, Riyad’ın Esed rejiminin mutlak
surette sona ermesi yönündeki duruşu ve Suriye’deki Kahire’nin rolüne bakışı
ile ilgilidir. Suudi Arabistan, Mısır’ın bölgedeki eski konumuna geri dönerek
Arap dünyasının merkezi haline dönüşmesinden rahatsız olmaktadır. Riyad,
Esed sonrası Suriye’de İran’ın etkisini kıracak Sünni ağırlıklı bir iktidarın ortaya çıkmasını, bu değişimin de Suudi Arabistan’ın denetiminde gerçekleşmesini hedeflemektedir. Desteklediği Selefi unsurların Esed sonrası Suriye’de
etkili olması için çaba sarf eden Riyad’ın Mısır’daki gibi Suriye’de de Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesinden memnun olmayacağı değerlendirilmektedir. Nitekim Müslüman Kardeşler’in eski lideri olan Mursi’nin bu tür
girişimlerinde Suriyeli Müslüman Kardeşler’i desteklemek gibi bir amacın
bulunduğu ifade edilebilir.
Suriye krizinin neden olduğu Esed rejiminin devamı ve son bulması şeklindeki iki yaklaşım, bölge ülkelerinin iki farklı blok halinde hareket etmesine yol
açmıştır. Türkiye, Körfez ülkeleri ve diğer Arap devletleri Suriyeli muhalifleri
desteklerken, İran, Hizbullah ve Maliki iktidarının Esed rejiminin yanında yer
alması bölgede Sünni ve Şii bloklar arasında bir mücadele olduğu izlenimine
sebebiyet vermiştir. Özellikle Irak’ın iç ve dış politika uygulamalarındaki değişimlerin böyle bir izlenimin oluşmasına hizmet ettiği ifade edilebilir.
Irak’taki Maliki iktidarının iç siyasette ve dış politikadaki tercihleri, Suriye
krizi sürecinde bölgesel bir Şii-Sünni gerilimi intibaının ortaya çıkmasında
223
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
etkili olduğu değerlendirilebilir. Nitekim krizle aynı dönemde, Irak Başbakanı
Nuri El-Maliki ülkedeki Sünni politikacıları terör örgütü kurmakla suçlamış,
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi hakkında tutuklama ve yurtdışına
çıkma yasağı çıkarmıştır. Suriye krizi sürecinde Irak’ın dış politikada da İran
eksenine yaklaştığı, Esed rejimine dolaylı destek vermeye başladığı ve Ankara karşıtı bir çizgiye kaydığı fark edilmiştir.
4. Krizin Küresel Etkileri
Arap Birliği’nin Suriye’deki krize yönelik çözüm girişimlerinin sonuçsuz kalması, krizin BM’ye taşınmasına yol açmıştır. 24 Şubat 2012 tarihinde BM
Genel Sekreteri Ban Ki-mun ve Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabî
tarafından yapılan açıklamada, Suriye’deki krizin çözüme kavuşturulması için
Kofi Annan’ın BM-Arap Birliği ortak özel temsilcisi olarak atandığı duyurulmuştur. Annan, BM Genel Kurulu’nun 16 Şubat’ta aldığı 66/253 sayılı karar
gereğince özel temsilci olarak atanmıştır. Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesinin beklendiği bir dönemde, BM ve Arap Birliği’nin Annan’ı özel temsilci
olarak ataması, İran, Rusya ve Çin’in Suriye yönetiminin yanında yer almasından dolayıdır.
10 Mart 2012 tarihinde BM ve Arap Birliği’nin özel temsilcisi Kofi Annan,
Şam’ı ziyaret ederek Esed ile görüşmüş ve 16 Mart’ta Esed iktidarı ile muhalefet arasında ateşkesin sağlanması için 6 maddelik bir barış planı sunmuştur.
Annan Planına Şam yönetimi 27 Mart 2012 tarihinde olumlu cevap vermiş,
planın uygulanması için 12 Nisan’da ateşkes ilan etmiştir. BM Güvenlik Konseyi, Suriye’ye 250 kişiden oluşan bir gözlemci görevi atama kararı almış ve
ilk aşamada 16 Nisan’da 30 gözlemci gönderilmesini onaylamıştır. Sonrasında, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun planlanan gözlemci sayısının 250 kişiden 300’e yükseltilmesini talep etmiştir. Planda yer alan maddeler şunlardır:
• Suriyeli halkın meşru taleplerine ve endişelerine cevap verecek şekilde Suriyeliler tarafından yürütülecek ve herkesi kapsayacak bir siyasi süreç için
özel temsilciyle (Kofi Annan) çalışmayı taahhüt etmek ve bu amaçla gerekirse
(müzakereler için) bir temsilcinin atanmasına onay vermek.
• Saldırıları bırakıp, BM tarafından gözetilecek ateşkesin derhal sağlanma224
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
sı (bu amaçla öncelikle Suriye hükümetinin, halkın yaşadığı bölgelerde ağır
silahlar kullanmaya son vermesi ve askerlerini geri çekmesi, muhalefetin ve
Suriye’deki diğer unsurların saldırıları bırakıp ateşkesin sağlanması için işbirliği yapması).
• İnsani yardımın gerekli olan her yere ulaşabilmesi için ilk adım olarak uygulanmak üzere günde iki saat insani yardım için çatışmaların durdurulması.
• Keyfi olarak tutuklanan ve gözaltına alınanların serbest bırakılması.26
• Gazetecilerin ülke içinde serbestçe dolaşmalarının sağlanması.
• Barışçıl toplanma ve protesto hakkına saygı duyulması.
BM Güvenlik Konseyi öncülüğünde Suriye’deki şiddeti durdurmak ve Esed
rejimi ile muhalifler arasında ateşkesi sağlayarak, siyasi bir geçiş süreci tesis
etme amacıyla yola çıkan Kofi Annan, 3 Ağustos 2012 tarihinde istifa ettiğini
açıklamış ve 31 Ağustos’ta da görevinden resmen ayrılmıştır. Annan’ın yerine
Cezayirli eski diplomat El-Ahdar İbrahimi atanmıştır.
İbrahimi görevi devraldıktan sonra Suriye konusunda başarılı olmasının
imkânsıza yakın olduğunu açıklamıştır. İbrahimi’nin başarısız olan BM Suriye planı üzerinde göreve başladığı ve yeni bir öneriyle gelmediği dikkate
alındığında uluslararası toplumda Suriye krizini çözme konusunda belirgin bir
isteksizlik olduğu göze çarpmaktadır. Bölgesel düzeyde çözüm arayışlarının
başarısız olmasından sonra BM’nin devreye girmesiyle küresel düzeye taşınan Suriye krizi çözümsüzlüğe mahkûm edilmiştir. Krize müdahale edebilecek Avrupa Birliği ve NATO ise BM sistemi dışındaki aktörler de Suriye’deki
halk hareketine söylemde destek verse de çözüm konusunda bir tutum geliştirmemiştir. 2012 yılının Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimi, Avrupa’daki ekonomik kriz ve bölgedeki gelişmeler (Irak, Mısır, Libya, Yemen ve
İran’ın nükleer programından kaynaklanan kriz) Suriye’nin iç dinamikleriyle
birlikte değerlendirildiğinde krizin belirli bir süre daha devam edeceği değerlendirilebilir.
26 Suriye’den Flaş Karar, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden- flas-karar,
Erişim: 25.05.2012
225
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye krizinin çözümü doğrultusunda gündeme getirilen öneriler ve karar tasarıları Esed rejimini desteklemeye devam
eden daimi üyeler Rusya ve Çin tarafından veto edilmiştir. Suudi Arabistan
ve Katar’ın Arap Birliği vasıtasıyla başlattığı ve Güvenlik Konseyi’ne taşınan
girişimler Konsey’den geri dönmüştür. Arap Birliği’nin Suudi Arabistan ve
Katar öncülüğünde Güvenlik Konseyi’ne taşıdığı Suriye’de ateşkesin sağlanması amacıyla Arap Barış Gücü’nün teşkil edilmesi, insani yardım koridoru
açılması, ülkede tampon/güvenli bölge oluşturulması, Beşşar Esed’in iktidarı
yardımcısına devretmesi (Yemen Modeli) gibi öneriler ABD ve Batılı devletler tarafından desteklenirken Rusya ve Çin muhalefetiyle karşılaşmıştır.
Suriye krizinin bu nedenle küresel aktörler arasında bir anlaşmazlığa dönüştüğü ve güç mücadelesini doğurduğunu ifade etmek mümkündür. ABD’nin
Afganistan müdahalesi ve Irak işgalinin ardından Orta Doğu’daki Rus nüfuzunun ciddi biçimde zayıfladığını fark eden Kremlin, Suriye meselesinde
ABD, İngiltere ve Fransa ile rekabete girmiş durumdadır. Rusya’nın Çin ile
birlikte Esed rejimine karşı BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme getirilen karar tasarılarını veto etmesi ve Esed iktidarının devamı doğrultusunda irade
göstermesi Suriye üzerinde küresel aktörlerin bir güç mücadelesine girdiğini
göstermektedir.
Arap uyanışı sürecindeki krizlerde ABD’nin ön planda olduğu bir dönem beklenirken, ABD ve Batılı ülkeler beklentilerin aksine diplomatik söylemler
dışında büyük ölçüde çekimser kalmıştır. ABD, Orta Doğu’daki krizlere doğrudan müdahale etmekten imtina etmiş, müdahalenin NATO ile gerçekleştirilmesi yönünde bir duruş sergilemiştir. NATO liderliğindeki uluslararası koalisyon güçlerinin Kaddafi rejimine karşı müdahale ettiği Libya krizi bu açıdan
örnek oluşturmuştur. Suriye krizinde de ABD’de askeri müdahale konusunda
belirgin bir isteksizlik ve kararsızlık gözlemlenmektedir. Ancak Washington,
Suriye’deki Baas iktidarının demokratik hak ve özgürlük talepleriyle gösteriler düzenleyen halka ateş açmasının ardından Esed rejimi aleyhinde tutum
geliştirmeye başlamıştır.
Esed rejiminin silahsız muhalefet hareketine karşı şiddete tevessül etmesiyle ABD Başkanı Barack Obama ilk kez 18 Ağustos 2011 tarihinde Esed’in
226
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
istifa etmesi gerektiğini ifade etmiştir.27 Daha sonra Washington, Suriye Ulusal Konseyi’ni tanımış, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye kriziyle ilgili
katıldığı tüm toplantılarda Suriye muhalefetini desteklediklerini belirtmiştir.
ABD, Suriye muhalefetine 45 milyon dolarlık bir yardım sözü vermiştir. 28
Eylül 2012 tarihindeki 67. BM Genel Kurulu’na hitap eden Clinton, ABD’nin
muhalefete sağladığı 45 milyon dolarlık yardımın 15 milyon dolarlık kısmının
silah dışındaki donanımlardan oluşacağını ve ağırlıklı olarak iletişim cihazları
içereceğini açıklamıştır. Clinton, yardımın 30 milyon dolarlık kısmının ise Suriye ordusu ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında yaşanan çatışmalardan
zarar görenlere dağıtılacak insani yardım olduğunu beyan etmiştir.28
Suriye krizinde Esed rejiminin devrilmesi durumunda ABD; krizin kötüye gideceği, ülkenin bölünerek iç çatışmaya sahne olabileceği ve böyle bir krize
müdahalenin insani ve mali kaybının büyük olacağı yönünde kaygılar taşımaktadır. Suriye muhalefetindeki birlik sorununun ve Esed sonrası Suriye’deki sürecin belirsizlikler içermesinin ABD’nin krize müdahale etme konusunda
kararsız kalmasına yol açtığı değerlendirilmektedir. Nitekim Afganistan ve
Irak’tan çıkarılan dersler Amerikan karar mercilerinde bu yöndeki fikirleri
desteklemekte, Washington’ın müdahaleye sıcak bakmasını engellemektedir.
Washington, Suriye’ye müdahale konusunda dikkate alacağı kırmızı çizgiyi,
Esed rejiminin kimyasal silah kullanması olarak beyan etmiştir.
Hillary Clinton’ın 2 Kasım 2012 tarihinde Hırvatistan gezisi sırasında Suriye Ulusal Konseyi’nin yapısına ilişkin yaptığı eleştiriler, Washington’ın krize
giderek daha fazla müdahil olabileceğine işaret etmiştir. Clinton, 4-7 Kasım
tarihleri arasında gerçekleşen Doha Kongresi öncesi Konsey’in temsil niteliğinin zayıf olduğunu, Konsey’de Esed rejimine karşı ülke içinde mücadele
eden unsurların temsil edilmediğini ve daha kapsayıcı bir muhalefet cephesinin oluşturulması gerektiğini beyan etmiştir. ABD bu anlayış doğrultusunda, Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal
Koalisyonu’nun Suriye’nin tek temsilcisi olduğunu belirtmiştir.
27 ABD Başkanı Barack Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi,
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= , Erişim: 11.05.2012
28 Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım, http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/ ,
Erişim: 29.09.2012
227
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
19 Temmuz 2013 tarihinde ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey iki
senatörün Washington’ın Suriye’deki muhtemel hareket tarzına ilişkin sorularına mektupla verdiği cevapta Suriye krizi konusunda beş seçenekten bahsetmiştir. Dempsey’in sunduğu mektuptaki seçenekler özetle söyledir:
“-Muhalefete eğitim, danışmanlık ve yardım: Bu seçenek ölümcül olmayan
gücü kapsıyor. Eğitim, istihbarat ve lojistik sunabiliriz. Tercihe göre birkaç
yüz ile birkaç bin arasında personel gerekir. Maliyet buna göre değişir ama
başlangıçta yılda 500 milyon dolar öngörülebilir.
-Uzaktan sınırlı vurucu operasyonlar: Rejimin hava savunması gibi askeri tesislerine havadan ve füze sistemleriyle kendi istediğimiz tempoda saldırılar
düzenlenebilir. Bunun için yüzlerce uçak, gemi ve denizaltı gerekir. Maliyet
milyarlarca dolara ulaşabilir. Zamanla rejimin yetenekleri azalacaktır. Fakat
hasarın sınırlı olması, misillemeye maruz kalma ve sivil kayıplar gibi riskler
var.
-Uçuşa yasak bölge: Rejimin uçaklarının da imha edilmesini içeren bu seçenek için de yüzlerce uçak ve gemiye ihtiyaç var. Maliyeti bir yıl boyunca her
ay ortalama bir milyar doları bulabilir. ABD uçaklarının düşmesi, bu nedenle
Suriye’ye kurtarma için kara birlikleri de gönderme riski var. Üstelik bu da
ülkede şiddeti azaltmaya, dengeyi muhalefet lehine çevirmeye yetmeyebilir.
Zira rejim büyük oranda havan, top ve füze gibi yer kaynaklı ateş gücüne
dayanıyor.
-Tampon bölge: Belirli sınır bölgelerini, muhtemelen Türkiye ile Ürdün sınırlarını korumak için uçuşa yasak bölge de gerekli olacaktır. Buna ek olarak
binlerce Amerikan askerinin karada kullanılması gerekebilir. Maliyet ayda bir
milyar doların üstüne çıkacaktır. Zamanla muhalefetin yetenekleri gelişir, insanların acısı azalabilir, Türkiye ve Ürdün’ün üstündeki baskı bir nebze azalır.
Fakat uçuşa yasak bölgenin risklerinin yanı sıra, daha konsantre bir yerleşim
olacağından rejimin ateş açması durumunda göçmen kaybı sayısı artar. Bu
bölgeler aşırılık yanlılarının operasyon üsleri haline de dönüşebilir.
-Kimyasal silahların kontrolü: Asgari düzeyde bile uygulansa bu seçenek için
uçuşa yasak bölgenin yanı sıra, yüzlerce uçak ve gemiyle saldırılar gerekecek228
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
tir. Binlerce özel kuvvetler mensubu ve diğer kara güçlerinin kritik tesislere
saldırıp kontrol altına alması gerekebilir. Maliyetler ayda bir milyar doları
aşabilir. Tüm kimyasal silahlar kontrol altına alınamaz. Fırsattan yararlanan
aşırılık yanlıları bunların bir kısmını ele geçirebilir.”29
Dempsey’in sıraladığı seçeneklerde maliyet ve risklere yapılan vurgu,
ABD’nin müdahaleye sıcak bakmayacağına işaret etmektedir. Nitekim ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry, 7 Mayıs 2013 tarihli Moskova ziyareti sırasında
Sergey Lavrov’la Suriye’de siyasi diyalog çerçevesinde bir geçiş süreci konusunda mutabakata varmıştır. Bu mutabakat doğrultusunda Washington, 2.
Cenevre Konferansı’nda Esed rejimi ile muhalefet arasında görüşmeler gerçekleştirilmesi için irade göstermiştir.
Suriye krizinde Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde Arap Birliği ve Batılı ülkeler tarafından desteklenen ve Esed rejimine karşı bir dış müdahalenin önünü
açabilecek karar tasarılarını Çin ile birlikte veto etmiştir. ABD ve diğer Batılı
ülkelerin zayıf da olsa Suriye’de rejim değişimi doğrultusunda irade göstermesi karşısında Rusya, Esed rejiminin ayakta kalması için çaba göstermiştir.
Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası süreçte ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde
Orta Doğu bölgesindeki nüfuzunu yitirmesi, Moskova’nın Suriye krizindeki
tutumunda etkili olmuştur. Zira Irak işgalinden sonra Rusya’nın bölgede varlık gösterdiği tek ülke olarak Suriye kalmıştır. Rusya’nın Akdeniz’deki tek
askeri üssüne ev sahipliği yapması Suriye’yi ise Moskova için siyasi ve ekonomik alanın ötesinde stratejik açından değerli kılmaktadır.
Kremlin’le birlikte hareket edebilen bir Suriye, Rusya’ya Orta Doğu siyasetinde etkinlik katmaktadır. Moskova’nın Esed ailesiyle Soğuk Savaş dönemine
kadar uzanan yakın ilişkileri Suriye’yi Rusya’nın Orta Doğu siyasetinde kritik
bir konuma yerleştirmektedir. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Suriye’yi
İsrail’e karşı desteklemek gibi bir hedef söz konusu olmasa da Rusya bu ülkeye Orta Doğu’daki çıpası nazarıyla bakmakta, Esed rejimi de uluslararası
arenada Moskova’yı çeşitli vesilelerle desteklemektedir. Örneğin 2008’deki
29 “Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, http://www.hurriyet.com.tr/
planet/24091795.asp, Erişim: 25.07.2013.
229
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Rusya-Gürcistan savaşında Şam, Moskova’nın hareket tarzını açıkça desteklemiştir.
Suriye Arap ülkeleri arasında Rusya’nın önemli ticari ortaklarından biridir. İki
ülke arasındaki ticaret hacmi Rusya’nın Arap ülkeleriyle olan toplam ticaret
hacminin %20’sine tekabül etmektedir. Suriye’de halk hareketinin başladığı
2011 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1.92 milyar dolar düzeyindeyken, Rus şirketlerinin Suriye’de yaptığı yatırım 20 milyar dolar büyüklüğündedir.30 Suriye, aynı zamanda Rusya’nın silah sistemleri ihraç ettiği önemli
pazarlardan biridir. Suriye silahlı kuvvetlerinin envanterindeki silah sistemlerinin önemli bir bölümü Rusya menşelidir.
1971 yılında Sovyetler Birliği ile Suriye arasında imzalanan ikili anlaşma çerçevesinde Rusya, Suriye’nin Tartus limanında bir deniz üssü bulundurmaktadır. Rusya’nın Doğu Akdeniz bölgesinde tek deniz üssü olan Tartus üssünde
Rus donanmasına ait nükleer silah taşıyan savaş gemileri konuşlandırılmakta,
üs sayesinde Moskova Orta Doğu’daki askeri varlığını sürdürebilmektedir.
Rusya, bölgesel ve küresel güç hesaplarını Suriye üzerinden yürütmeye çalışmaktadır. Bu nedenle Rusya’ya Suriye vasıtasıyla bölge üzerindeki nüfuzunun devam ettirebilmesi için bir teminat verilmediği müddetçe Moskova Esed
rejimini desteklemeye çalışacaktır. Rusya’nın Suriye’deki halk hareketini
kendi toprak bütünlüğüyle de ilişkilendirdiği ifade edilebilir. Moskova, Esed
rejiminin devrilmesi halinde Suriye’deki halk hareketinin kendi egemenliği
altındaki Müslüman halklara emsal teşkil edebileceğini değerlendirmekte,
benzer bir ayaklanmanın Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkabileceği yönünde
kaygı taşımaktadır. Çin de benzer kaygılara sahiptir.
Kremlin’in Arap ülkelerindeki değişim sürecinde ABD ve Batılı ülkelere karşı
konumunu güçlendirmeye ve Batıdan bazı imtiyazlar elde etmeye çabaladığı
değerlendirilebilir. Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne Aralık 2011’de kabul
edilmesi ve Ağustos 2012’de örgüte üye olarak alınması Moskova’nın Suriye
politikası ile ilişkilendirilebilir.
30 Esad El-Şami, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury (Rusya’nın Suriye Rejiminden
Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448, Erişim:
15.07.2012
230
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Kriz sürecinde Esed rejimi yanlısı tutumu Moskova’nınki kadar belirgin olmasa da Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile birlikte Esed rejimi aleyhindeki karar tasarılarını şimdiye kadar iki kez veto etmiş, Esed rejiminin varlığını sürdürmesine destek olmuştur.
Çin’in Suriye’ye müdahaleye imkân tanıyabilecek karar tasarılarını veto etmesinin altında çeşitli nedenler vardır. Pekin’in Suriye krizinde Rusya ile
birlikte hareket ederek Batının karşısında yer alması ABD’nin Asya-Pasifik
stratejisine duyduğu tepki ile ilgilidir. Obama yönetiminin, 2012 yılının Ocak
ayında açıkladığı diplomatik, stratejik ve ekonomik yatırımlarda ABD’nin
Asya-Pasifik bölgesine ağırlık verme hedefi Pekin’i rahatsız etmiştir. Çin’in
veto tercihi Washington’ın Tayvan politikası da göz önünde bulundurularak
değerlendirilmelidir. ABD’nin Tayvan’a silah satması Çin’i tedirgin etmektedir. Çin vetosunun altında yatan diğer bir nedenin de ABD’nin Tibet’le olan
ilişkilerinden kaynaklandığı ifade edilebilir.
Bu nedenler hesaba katıldığında, Pekin’in Esed rejimini desteklemesi ve Esed
rejimi aleyhinde Güvenlik Konseyi nezdinde başlatılan girişimleri engellemesinin büyük ölçüde ABD-Çin hattında temayüz eden siyasi, ekonomik ve
askeri güç mücadelesinden ileri geldiği öne sürülebilir. Pekin, Pasifik stratejisine karşılık Rusya ile birlikte ABD’nin Orta Doğu’daki nüfuzunu dizginlemeye yönelik politika izlemekte, İran’dan ithal ettiği enerjide kesinti yaşanmamasını temin etmeye çalışmaktadır.
5. Krizin Türkiye’ye Etkileri Ve Muhtemel Senaryolar
5.1. Krizin Türkiye’ye Etkileri
Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattına sahip
komşusu Suriye’dir. İki ülke arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda
Akdeniz’e kadar uzanır. Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar altı ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülke arasında ekonomik ve güvenlik
alanlarında coğrafi yakınlıktan ileri gelen karşılıklı bağımlılık söz konusudur.
Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün ve diğer Arap ülkelerine açılan kapısı konumundadır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında
akrabalık bağları vardır.
231
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Türkiye-Suriye ilişkilerinin yakın geçmişine bakıldığında Hatay meselesi ve
su sorununun öne çıktığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda ise ikili ilişkilerdeki
en önemli problem Hafız Esed rejiminin PKK terör örgütüne sağladığı destek
olmuştur. Suriye terör örgütünün uzun süre Beka Vadisi’ndeki faaliyetlerine
müsaade etmiş, örgüte himaye sağlamıştır. Şam yönetiminin örgüte sağladığı
destek nedeniyle iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, Ankara’nın gösterdiği tepki
neticesinde 1998 yılında PKK terör örgütü lideri Öcalan, Suriye topraklarından çıkarılmıştır. Öcalan’ın sınır dışı edilmesiyle Türkiye-Suriye arasında 20
Ekim 1998 tarihinde Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği Antlaşması imzalanmış, ikili ilişkiler normalleşmeye başlamıştır.
Adana Mutabakatı’nın ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000
yılında Hafız Esed’in cenazesine katılması iki ülke arasındaki karşılıklı diplomatik ziyaretlere öncülük etmiştir. Bu dönemde cereyan eden uluslararası
ve bölgesel gelişmeler Suriye’nin dış politika vizyonuna etki etmiş, ABD’nin
2003’te Irak’ı işgal etmesi Şam’ın güvenlik kaygılarını artırmıştır. Suriye,
Irak’ın ardından sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmiş, Türkiye ile
ilişkilerin geliştirilmesine daha olumlu yaklaşmıştır. ABD işgalinin ardından
Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler Türkiye ve Suriye’yi ortak tehditlerle karşı
karşıya bırakmış, iki ülke Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ortak politikalar geliştirmiştir. 2004 yılında gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretlerin
ardından iki ülke arasında serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır.
Hariri suikastını takip eden süreçte Suriye uluslararası tecride maruz kalmış,
Türkiye ise Şam yönetimiyle ilişkileri geliştirmeye devam etmiştir. 2005 senesinde ABD’nin tepkisine rağmen Cumhurbaşkanı Sezer ve 2007’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Şam’ı ziyaret etmiştir. Türkiye bu dönemde bölgede
kalıcı barış ve istikrarın tesisi amacıyla Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimine başlamış, taraflar arasında doğrudan görüşmelere zemin hazırlamıştır.
Ancak İsrail’in 2006 yılında Lübnan’ı işgali ve 2009’da Gazze’ye saldırması
Türkiye’nin girişimlerini sonuçsuz bırakmıştır. Ankara, 2009’da Bağdat’taki
bombalı saldırılar nedeniyle Suriye-Irak arasında ortaya çıkan gerilimi yatıştırmak maksadıyla da devreye girmiştir. Bağdat-Şam arasında mekik diplomasisi yürüten Türk yetkililer iki ülke arasında uzlaşmanın teminine çalışmıştır.
232
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Türkiye ve Suriye kara kuvvetleri karşılıklı dostluk, işbirliği ve güveni pekiştirmek için 26 Nisan 2009 tarihinde Kilis’teki Yüksektepe Hudut Karakolu
ile Suriye’nin Şamarin-Azez bölgesinde ortak bir tatbikat icra etmiştir.31 Şam
yönetimi, Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı Kürt açılımına destek vermiş,
açılım kapsamında terör örgütü mensubu Suriyelilerin dağdan inmeleri halinde affedilebileceğini beyan etmiştir. İki ülke arasında yine 2009’da Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması imzalanmış, Konsey’in ilk toplantısı aynı yıl içinde gerçekleştirilmiştir. İlk toplantıda dış politika, ekonomi,
sulama, eğitim ve ulaşım alanlarında karşılıklı müzakereler yapılmış, bu kapsamda 50 protokol, proje ve mutabakat zaptı kararlaştırılmıştır.32 Ortak kabine
toplantılarının ardından iki ülke karşılıklı vize uygulamasını da kaldırmıştır.
Siyasi açıdan ilerleme kaydeden Türkiye-Suriye ilişkileri iki ülke arasındaki
ticaret hacminin istikrarlı bir şekilde büyümesini sağlamıştır. Özellikle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmasının etkisiyle ticari ilişkilerde belirgin
bir artışın yakalandığı gözlemlenmiştir. 2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret
hacmi bir önceki yıla göre %30 artarak 2,5 milyar dolar düzeyine çıkmıştır.33
Türkiye’nin Suriye sınırına yakın illerindeki ekonomi canlanmış, Türkiye’ye
gelen Suriyeli turist sayısı ve Suriye’deki Türk yatırımcıların sayısı artmıştır.
İkili ekonomik ilişkilerdeki gelişme, Orta Doğu’da istikrara katkı sağlayacak
ekonomik bir entegrasyonun gerçekleşebileceği yönünde beklentiler ortaya
çıkarmış, bölgede Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ü kapsayan bir serbest
bölge oluşturulması gündeme gelmiştir.
Dolayısıyla Türkiye-Suriye ilişkileri uluslararası ve bölgesel şartların etkisiyle ve iki ülkedeki siyasi iktidarların tercihleriyle nispeten kısa bir süre içinde gelişme göstermiştir. ABD’nin Irak’ı işgaliyle güvenlik kaygıları artan ve
31 Suriye-Türkiye İlişkileri, http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_
ili%C5%9Fkileri , Erişim: 11.08.2012
32 Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi, 22-23 Aralık, Şam http://www.mfa.
gov.tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.tr.mfa , Erişim:
11.11.2012
33 Ali Semin, Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı, 19 Nisan 2011, BİLGESAM,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1021:suri
yedeki-olaylar-ve-esadn-reform-plan&catid=77:ortadogu- analizler&Itemid=150, Erişim:
25.11.2012
233
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Hariri suikastı sonrası gerek Batılı ülkeler gerekse Arap dünyası tarafından
tecride maruz kalan Suriye, Türkiye ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmıştır. Beşşar Esed iktidarı, Batı ile ilişkilerinde ve ekonomik kalkınma hedefi
bağlamında Türkiye’nin desteğinin değerli olduğunu fark etmiştir. Türkiye,
ABD işgali sonrası Irak konusunda ve Orta Doğu’da barış ve istikrarın tesisi
amacıyla Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesi yönünde irade göstermiştir. PKK/
KCK terör örgütünün lider kadrosunun ve militanlarının önemli bir bölümünün Suriyelilerden oluşması, bölgede İran’la devam eden rekabet ve Arap
dünyasıyla artan ticari ilişkiler Suriye’yi Türkiye için önemli kılmıştır. Suriye Türkiye’nin Arap dünyasıyla gerçekleştirdiği ticarette geçiş ülkesi haline
gelmiş, Ankara bu dönemde Şam yönetiminin de desteğini alarak bölgedeki
konjonktüre PKK/KCK aleyhinde yön vermeye başlamıştır.
Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça iyi düzeyde olduğu böyle bir dönemde,
Orta Doğu’da Arap uyanışı süreci baş göstermiştir. Türkiye, Arap ülkelerinde
demokratik ve ekonomik hak ve hürriyet talepleri ile ortaya çıkan halk hareketlerine destek vermiştir. Türk dış politikasının halk hareketleri lehindeki
duruşu Suriye krizinde ise problemli bir zeminle karşılaşmıştır. Suriye’deki
muhalefet hareketinin Esed rejimine karşı netice alamaması, krizin iç savaş
halini alarak bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşmesi Türkiye’yi güney sınırında ciddi bir sınavla karşı karşıya bırakmıştır. Kriz, Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmekte, Ankara’nın bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini, Orta
Doğu’daki siyasi ve ekonomik alanlarda tesis ettiği işbirliği süreçlerini olumsuz etkilemektedir.
Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi
doğrultusunda reform tavsiye ettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam
yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar
Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma
234
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler
göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir.
Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar
tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin
tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının
değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır. Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir
ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde
tavır geliştirmiştir.
Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde
değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs 2011
tarihinde Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk
etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır. Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş,
Suriye’deki kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında
kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı
altında toplanmasına destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı desteklemeye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek
yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli
muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye
krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir.
Esed iktidarının silahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başla235
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
dığı Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel
bir anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı
çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır.
Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte
hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır.
Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar
kapsamında;
• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli
Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını,
Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer
tedbirlerin getirileceğini,
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını,
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini,
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını,
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi
anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.
2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan
Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu sü236
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
reçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya
başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık
Esed rejiminin bu dönemde PKK/KCK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu
ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümündeki PYD’ye serbestlik tanıdığı
yönündeki haberler basına yansımaya başlamıştır.
Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk
pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef
alınacağını beyan etmiştir.
Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar
sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır.
Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk
vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı
olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki
hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın
kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete
bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan
savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul
edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır.
237
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Suriye krizi, sınırdaki yerleşim merkezlerine düşen top mermilerinin yanında
Türkiye’de terör eylemlerine de yol açmaya başlamıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 51 kişi
ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Saldırıda 452 işyeri, 293 konut, 62 araç ve 11
kamu binası patlamadan dolayı hasar görmüştür.
Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla
derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK/KCK terör örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki
krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir.
Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir. Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan,
Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan
2 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini
aşmış ve katlanarak artmıştır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru olanı
yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali külfete yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa
dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin güvenliği problemli hale gelebilir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı’nın (AFAD) 22 Temmuz 2013 tarihli verilerine göre 500 bini aşmış durumdadır. Türkiye’deki sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa,
Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer alan çadırkent ve konteynerkentlerde barındırılmaktadır. Çadırkent ve konteynerkentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye
vatandaşı bulunduğu bilinmektedir.34
34 Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 bini geçti, http://www.trthaber.com/haber/turkiye/suriyeli-
238
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Suriyeli sığınmacı sayısı resmi kaynaklarca 500 bini aşkın olarak tespit edilse
de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan yaklaşık 600 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Suriyeli
sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla
yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır. Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım
ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik,
eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Sığınmacı sayısındaki artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye
getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı
illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir.
Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin
yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde
Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan
tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur. Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli, silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir.
Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli,
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir.
Suriye’deki iç savaş PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğursiginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html, Erişim: 25.07.2013.
239
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
muştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye
karşı örgüte destek vermeye yönelmesi PKK/KCK’ya bölgede hareket alanı
sağlamıştır. Esed rejimi terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu
doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK/KCK da Esed
rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile
birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik
etmekte, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda kendi güdümünde ilk etapta özerk bir yönetim tesis etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan terör örgütünün
Suriye’de PYD adı altındaki faaliyetlerinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne
tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir.
Esed rejimi, PKK/KCK’yı destekleyerek ve ülkenin kuzeyinde terör örgütü
güdümündeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed
yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde
yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri
üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer
taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani
Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos
2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani
ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve
Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.35
Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin te35 Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye Wel-Meclis El-Şaab
Garb Kurdustani (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), http://www.krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81
&anr=44646, Erişim: 11.07.2012
240
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
sisiyle birçok alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin36
kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.37 Suriye’deki krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme
süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür. Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara
yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir.
Sığınmacılar meselesi, PKK/KCK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave
olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed
rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir.
İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli
açıklamaları dikkat çekmiştir.
İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde
haber ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır
karakollarından bazılarını geçici olarak PKK/KCK’ya tahsis ettiği ve terör
örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına
imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki
iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu,
Türkiye’nin PKK/KCK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmektedir.
36 Ali Semin, Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı, http://www.sde.org.tr/tr/haberler/183/
turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx , Erişim: 8.08.2012
37 Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.
tr.mfa, Erişim: 10.09.2012
241
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının çözüm
sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve
Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara,
iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde
ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini değerlendirememiştir.
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye
çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış,
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye
uğramıştır.
Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini
desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğubatı doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda
kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir. Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate
alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilerek
Türkiye topraklarında konuşlandırılması isabetli bir hareket tarzıdır. Patriotlar
sayesinde caydırıcılık sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların ortaya çıkması engellenebilir.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış” başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye
Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken,
%40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağı242
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
nın düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen
cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı”
cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “doğru buluyorum” şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında
Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde
sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde
bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.
Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları
giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük
girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye
muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.
Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin
yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir.
38 Salih Akyürek ve Cengiz Yılmaz, “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal
Bakış”, (Ankara: BİLGESAM, 2012), 8, 12, 10.
243
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki
yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.
5.2. Muhtemel Senaryolar
Suriye krizinin seyrine ilişkin dört muhtemel senaryodan bahsedilebilir. Birincisi Suriye’de kurulabilecek bir geçiş hükümeti ile krizin aşılmasıdır. İkincisi
Esed rejiminin ağır silah sistemleriyle takviye edilecek Özgür Suriye Ordusu
veya uluslararası bir müdahale ile devrilmesidir. Üçüncü muhtemel senaryo
Suriye krizinin sürüncemede kalmaya devam etmesi ve ülkenin parçalanma
sürecine girmesidir. Dördüncüsü ise iç çatışmaların devam etmesine rağmen
Baas rejiminin mukavemetini sürdürmesi ve konumunu muhafaza etmesidir.
Suriye krizindeki ilk muhtemel senaryo, ülkedeki çatışmalara son verebilecek
bir geçiş hükümetinin kurulmasıdır. Suriye’de Esed rejimi içinden katliamlara
doğrudan bulaşmamış Baas yöneticilerinin katılacağı, ülkedeki farklı etnik ve
dini unsurların temsil edildiği bir geçiş hükümeti kurulabilir. Bu nitelikteki
bir geçiş hükümeti ile Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir. Geçiş hükümeti seçeneği Rusya’nın girişimiyle gündeme gelmiş, 30
Haziran 2012 tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Suriye sorunu üzerine
gerçekleştirilen toplantıda katılımcı devletler tarafından değerlendirilmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin yanında Türkiye, Irak, Kuveyt
ve Katar’ın katılımıyla gerçekleştirilen Cenevre toplantısında, Suriye’de kurulacak ulusal birlik hükümeti ile krizin çözüme kavuşturulabileceği kanaati
öne çıkmıştır.
Batılı devletler ve Rusya arasında Beşşar Esed’in iktidardaki konumu ile ilgili
anlaşmazlık devam etse de geçiş hükümeti konusunda bir mutabakat ortaya
çıktığı fark edilmiştir. Türkiye, Rusya’nın desteklediği bu çözümü onaylamıştır. Geçiş hükümeti seçeneğinin uygulanabilir bir öneri olduğunu kabul eden
Türkiye, Cenevre’deki görüşmelerde geçiş hükümetinin oluşturulmasına dönük ortaya konan yol haritasının önemli olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Suriye Ulusal Konseyi de geçiş hükümeti önerisine sıcak baktığını, katliamlara
karışmamış Baas Partisi mensuplarının geçiş hükümetinde yer alabileceğini
beyan etmiştir.
244
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Taraflar arasındaki mutabakata zarar vermeyecek başarılı bir geçiş hükümeti
tesis edilebilirse Suriye krizi yumuşak bir geçişle çözüme kavuşturulabilir.
Başarılı bir geçiş hükümeti, Beşşar Esed ve yakınlarının iktidardan uzaklaştırılması ve insan hakları ihlallerine bulaşmamış Baas rejimi mensuplarının
Suriye’de tesis edilecek çoğulcu sistemin bir parçası olarak kalmasıyla gerçekleştirilebilir. Ancak geçiş hükümeti seçeneği aynı zamanda bazı olumsuz
sonuçlar doğurabilecek dinamikler ihtiva etmektedir. Geçiş hükümetinin muhalefetin yeterince temsil edilmediği, Baas yöneticilerinin ağırlıkta olduğu ve
katliamlara iştirak etmiş isimlerin yer aldığı bir yapı arz etmesi ihtimali vardır.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda geçiş hükümeti otoriter eğilimlerini
muhafaza eden Baas rejiminin ayakta kalmasına hizmet edebilir. Böylece geçiş sürecinde Suriye krizine son verebilecek ulusal uzlaşı akamete uğrayabilir
ve taraflar arası çatışmalar tekrar başlayabilir.
Başlangıçta Rusya’nın tutumu nedeniyle ön plana çıkan, Türkiye ve Suriye Ulusal Konseyi tarafından da uygulanabilir olarak değerlendirilen geçiş
hükümeti senaryosunun gerçekleşme ihtimali Suriyeli muhaliflerin Doha
Kongresi’nde aldığı kararlarla zayıflamıştır. Bu senaryo, Doha Kongresi’nin
ardından Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Esed
rejimiyle hiçbir şekilde diyaloga girilmeyeceği ve müzakere edilmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla gündemdeki önceliğini yitirmiştir.
Suriye krizinde ikinci muhtemel senaryo, Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesidir. Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ise iki farklı şekilde
gerçekleşebileceği beklenmektedir. Birincisi ülkede devam eden iç savaşta
Esed rejiminin daha iyi teşkilatlanmış bir Suriye muhalefeti ve daha güçlü
bir Özgür Suriye Ordusu tarafından iktidardan uzaklaştırılmasıdır. Artan dış
yardımlarla Özgür Suriye Ordusu’nun Baas rejimine bağlı güvenlik güçlerini
dengeleyebilecek ölçüde desteklenmesi ile böyle bir netice sağlanabilir. Esed
rejimi, Suriye’ye doğrudan bir dış müdahale olmadan ağır silah sistemlerine
sahip Özgür Suriye Ordusu tarafından devrilebilir.
Baas rejiminin, askeri donanımı daha güçlü muhalif unsurlarca devrilmesi
Esed sonrası Suriye’nin istikrarını zedeleyebilecek gelişmelere yol açabilir.
Suriye’ye sokulacak ağır silah sistemlerinin denetimi ve takibindeki zorluklar,
245
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
bu silahların kullanımıyla ilgili sorunlar doğurabilir. Suriye genelinde Baas
rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na bağlı faaliyet gösteren silahlı gruplar
daha fazla silahlandırılırsa Esed’in devrilmesinden sonra birbiriyle mücadeleye girişebilir. Muhalif silahlı gruplar arasında iktidara nüfuz etme noktasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ülkede iç çatışmalara neden olabilir.
İç çatışmaların İsrail’e tehdit oluşturabilecek şekle dönüşmesi durumunda ise
Batılı devletlerin Suriye’deki yeniden yapılanma sürecine verdiği destek kesilebilir.
Esed rejiminin daha fazla silahlandırılmış bir Özgür Suriye Ordusu tarafından
devrilmesi aynı zamanda Suriye’deki devlet sisteminin çökmesi anlamına gelecektir. Rejimin devrilmesi bir süre daha devam edecek çatışmalar sonucunda gerçekleşebilecek, Suriye’nin kamu idaresi, kamu hizmetleri ve güvenlik
altyapısı tahrip edilmiş olacaktır. Muhalif silahlı grupların silahsızlandırılması
Suriye’deki yeni iktidarın önünde ciddi bir problem olarak kalacak, devlet
sisteminin yeniden tesisi, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması uzun süre
alacaktır. Muhalefetin artırılan dış yardımlarla ve daha fazla silahlandırılmasıyla Esed rejimini bertaraf edebilecek düzeyde güçlendirilmesi neticede
Suriye’nin geleceğini olumsuz etkileyebilecektir.
Esed rejiminin silahlı kuvvetle devrilmesinin ikinci şekli ise Özgür Suriye
Ordusu daha fazla silahlandırılmadan uluslararası bir dış müdahale yapılmasıdır. Suriye’de Esed rejimini devirebilecek dış müdahale BM kararıyla ya da
Kosova’da olduğu gibi katliamı engelleme hedefiyle oluşturulan uluslararası
koalisyon kuvvetlerince icra edilebilir. Müdahale, oluşturulacak uluslararası
koalisyon kuvvetlerinin Suriye’de bir kara harekâtına girişmeden Esed rejimine bağlı hava unsurlarını, füze sistemlerini ve zırhlı birliklerini etkisiz hale getirmesi şeklinde yürütülebilir. Libya’dakine benzer biçimde tasarlanabilecek
Suriye’ye müdahale görevi sonucunda Esed iktidarına bağlı güvenlik güçleri
büyük ölçüde tahrip edilecek, psikolojik üstünlüğü elde eden Özgür Suriye
Ordusu Baas rejimini devirebilecektir.
Kapsamlı bir hava harekâtı niteliğinde icra edilecek müdahale ile Suriye’deki
kriz daha az can kaybı ile nihayete erecek, muhalif grupların ağır silahlarla teçhiz edilmesine gerek kalmaksızın krizin çözümü istikametinde mesafe
246
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
alınabilecektir. Bu nitelikteki bir dış müdahalenin muhalif silahlı grupların
silahlandırılmasından daha az maliyetli olabileceği ve daha kısa sürede sonuca gidilmesini sağlayacağı da değerlendirilebilir. Nitekim hava kuvvetleri ve
savunma sistemleri yok edilen Esed rejimi karşısında Özgür Suriye Ordusu
kısa zamanda üstünlüğü ele geçirebilecektir. Özgür Suriye Ordusu’nun daha
fazla silahlandırılmasına gerek kalmadan Baas rejiminin devrilmesi ise Esed
sonrası Suriye’de istikrarın teminini kolaylaştıracaktır.
Baas rejiminin dış müdahale neticesinde devrilmesi, Esed sonrası Suriye’deki
yeni iktidarı mutedil hareket etmeye teşvik edecektir. Uluslararası sistemin
desteğiyle iktidara gelen unsurlar, Suriye’de azınlık konumundaki unsurların
temsilinde demokratik normların işletilmesi yönünde irade gösterecektir.
Suriye krizinde üçüncü muhtemel senaryo, iç savaştaki tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması ve krizin uzamasıdır. Krizin uzaması, Suriye’de fiili
parçalanma sürecini hazırlayabilecek şartları ortaya çıkarabilir. Suriye, Sünni
çoğunluğun dâhil olduğu ayrı bir yönetim, kuzeyde Kürt yönetimi ve batıda
Lazkiye merkezli bir Nusayri yönetimi olmak üzere üç bölgeye parçalanma
riskiyle karşı karşıya kalabilir. Sünni çoğunluğun idaresinde kalacak bölgede
Müslüman Kardeşler ve Selefi unsurların iktidarda yer alabileceği tahmin edilmektedir. Mısır’ın desteklediği Müslüman Kardeşler’le Suudi Arabistan’ın
desteklediği Selefi unsurlar arasında iktidar mücadelesi de yaşanabilir.
Nusayri azınlığın batıda kuracağı devlette Nusayri-Hıristiyan birlikteliği oluşması beklenebilir. Ancak böyle bir devletin Sünni çoğunlukla mücadele etmek
durumunda kalacağı, uluslararası düzeyde tanınma sorunu yaşayabileceği ve
uzun vadede ayakta kalma olasılığının düşük olduğu değerlendirilmektedir.
Suriye’nin parçalanması ile kuzeyde ise Kamışlı merkezli bir Kürt bölgesinin ortaya çıkma ihtimali vardır. PKK/KCK terör örgütü ve PYD ekseninde
kurulabilecek bir yönetim Türkiye’ye tehdit teşkil edebilir. Suriye’nin kuzeyi
ikinci Kandil konumuna gelebilir ve Türkiye hem Irak hem de Suriye sınırında aynı anda terörle mücadele etmek mecburiyetinde kalabilir. Kuzeyde böyle bir devletleşme süreci Talabani, Barzani ve PKK/KCK arasında da Suriye
Kürtleri üzerinde nüfuz mücadelesine yol açabilir.
Dördüncü muhtemel senaryo uzayan çatışmalara rağmen Baas rejiminin var247
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
lığını sürdürmesidir. Baas rejimi bölgesel ölçekte İran, Irak ve Hizbullah’tan,
küresel ölçekte ise Rusya ve Çin’den aldığı destekle ayakta kalabilir. Özgür
Suriye Ordusu’na gerekli donanım ve silah sistemleri sağlanmazsa ve uluslararası müdahale seçeneği uygulamaya dönüşmezse bu ihtimal gerçekleşebilir.
Esed rejiminin ayakta kalması durumunda Türkiye-Suriye ilişkilerinin oldukça problemli bir sürece girebileceği değerlendirilebilir. Tahran-Şam-BağdatHizbullah eksenindeki Şii bloğu belirginleşebilir ve bölgede Sünni-Şii gerilimi temayüz edebilir.
Bütün senaryolar dikkate alındığında Türkiye için en uygun hareket tarzı Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket etmektir. Esed rejimine bağlı hareket eden güvenlik güçlerine karşı uluslararası bir hava harekâtının icrası durumunda Türkiye sıcak çatışmaya girmeden harekâta lojistik destek sağlamakla
yetinmelidir. Türk diplomasisinin sıklet merkezi Suriye halkına ulaştırılacak
insani yardım olmalıdır. Türkiye daha çok Suriye’nin yeniden yapılandırılması alanında ön plana çıkmalıdır.
Krizin geleceğine ilişkin dört muhtemel senaryo arasında Türkiye açısından en
olumsuz sonucu doğurabilecek süreçler Suriye’nin parçalanması şeklinde öngörülen üçüncü senaryo ve Baas rejiminin ayakta kalması olarak değerlendirilen dördüncü senaryodur. Üçüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi Orta
Doğu’da Kürt meselesini bölgeselleştirebilir. Türkiye, Kürt meselesi ve PKK/
KCK terör örgütüyle mücadelede teyakkuzda kalmalı, örgütün Suriye’nin kuzeyine yerleşmesini engelleyecek tedbirleri almalıdır. Gerek üçüncü gerekse
dördüncü muhtemel senaryonun gerçekleşmesi ise Orta Doğu’da Sünni-Şii
gerilimine zemin hazırlayabilir. İran liderliğindeki Şii blok karşısında Suudi
Arabistan ve Katar öncülüğünde bir Sünni blok belirebilir. Türkiye böyle bir
durumda Sünni-Şii geriliminde taraf olmaktan kaçınmalı, Sünni blok içinde
Şii bloğa karşı bir duruş sergilemekten uzak durmalıdır.
Sonuç
Arap uyanışı sürecinde Türkiye’nin güney sınırında ortaya çıkan Suriye kriziyle ilgilenmesi doğaldır. Başta sığınmacılar meselesi olmak üzere krizin
doğurduğu sonuçlar Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir.
Ankara’nın krizin çözümüne yönelik irade göstermesi ve Arap devletleriy248
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
le birlikte diplomatik girişimlerde bulunması makul bir hareket tarzıdır. Ancak Suriye krizinin başladığı dönemden bu yana geçen zaman içinde Türkiye
söylem ve eylemleriyle çözüm sürecinin değil sorunun tarafı haline gelmiştir.
Orta Doğu’da krizle birlikte belirginleşen Şii-Sünni geriliminde Türkiye’nin
Sünni blokta yer aldığı yönünde bir izlenim ortaya çıkmıştır. Türk karar mercileri Suriye krizinin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini
öngörememiş, Esed rejiminin güçlü bir dış destek alarak mukavemet gösterebileceğini değerlendirememiştir.
Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da
İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri
müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve
Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış,
Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esed rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve
Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.
Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir
mesele olmadığını dikkate almalıdır. Türkiye, krize yönelik politika geliştirirken ve uygularken Suriye üzerindeki 6 temel parametreyi göz önünde bulundurmalıdır. Birinci parametre Türkiye/Suriye eksenindedir. Türkiye/Suriye
ekseninde iki ülkenin tarihi ve akrabalık bağları, komşuluk münasebetleri,
ekonomik ilişkileri ve PKK-PYD sorunu hesaba katılmalıdır. İkinci parametre Türkiye/Suriye/ABD-İsrail eksenindeki siyasi ve askeri boyuttur. ABD’nin
Orta Doğu politikasında İsrail’in güvenliğinin oldukça önemli olduğu hatırda
tutulmalıdır. Üçüncü parametre Türkiye/Suriye/NATO-ABD-Fransa eksenindedir ve siyasidir. Türkiye krizde Batılı müttefikleri ve NATO ile eşgüdüm
sağlamalıdır. Dördüncü parametre Türkiye/Suriye/Rusya hattındadır. Bu parametrenin siyasi ve güvenlik boyutları vardır. Beşinci parametre Türkiye/Suriye/Birleşmiş Milletler (Rusya ve Çin) ekseninde siyasidir. Altıncı parametre
Türkiye/Suriye/İran hattındadır ve siyasi, güvenlik ve ekonomik boyutlar ihtiva etmektedir.
249
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
Türkiye Suriye krizindeki konumunu bu altı parametreyi dikkate alarak belirlemelidir. Türkiye, mevcut yeteneklerinin üzerinde sorumluluk almaktan
çekinmeli, krizin yönetiminde Batılı müttefikleri ve NATO ile birlikte hareket
etmelidir. Suriye ile sıcak bir savaşa girmekten uzak durulmalıdır. Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir dış müdahale durumunda ise Türkiye harekâta
sadece lojistik destek ve insani yardım konusunda destek vermelidir.
Türkiye’deki sığınmacı sayısının artışını yavaşlatabilmek amacıyla, Suriye
toprakları içinde oluşturulacak kamplarda barınma imkânları oluşturulabilmesi için BM’nin harekete geçirilmesine yönelik girişimler sürdürülmelidir.
Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar ile Türkiye’nin
orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki hassasiyet dikkate
alınarak Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilmesi ve Türkiye’de konuşlandırılması gerekmektedir.
Türkiye’deki sığınmacıların kaldığı konteynerkent ve çadırkentlerde güvenlik
denetimi sıkı tutulmalı, kamplarda sürekli asayiş sağlanmalıdır. Türkiye, sığınmacıların bulunduğu illerin sınırlarındaki denetimi artırmalı, Esed rejimine
bağlı istihbarat unsurlarının kamplara girmesini engellemeye yönelik tedbirler
almalıdır.
Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki
faaliyetlerini teyakkuzla takip etmeli ancak Suriyeli Kürtleri karşısına almamalıdır. Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğü yanında Suriyeli Kürtlerin demokratik hak ve özgürlük taleplerini ve muhalefette temsilini desteklemelidir.
Türkiye, Suriyeli Kürtler ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır.
Türkiye, Suriye muhalefetinin birleştirilmesine yönelik girişimleri desteklemeli, Doha Kongresi’nde kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun diplomatik etkinliğine katkıda bulunmalıdır. Türkiye, kriz
sürecinde altyapı sistemleri ve kamu kurumları tahrip olan Suriye’nin yeniden
inşasına odaklanmalı, enerjisini bu doğrultuda sarf etmelidir.
250
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
Kaynakça
“Ahrar El-Şam Tugayları”, Erişim tarihi: 15 Eylül 2012, http://www.ahraralsham.com/?page=pages&id=3.
Akyürek, Salih ve Cengiz Yılmaz, Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına
Toplumsal Bakış. Ankara: BİLGESAM, 2012.
“Al-Watani Sury Ya-len Heykeliye El-Cedide” (Suriye Ulusal Konseyi Yeni
Teşkilatını İlan Etti), Al Jazeera, 6 Kasım 2012, Erişim tarihi: 10 Kasım
2012, http://www.aljazeera.net/news/pages/46fe127f-8c7c-433c-8ac446c2a2b5ab66.
“Beşşar Esed’in 16.04.2011 tarihinde Yeni Hükümetin Kabine Toplantısında
Yaptığı Konuşma Metni”, http://www.syria-news.com/readnews.php?sy_
seq=131477.
“Cevad El-Beşiti, El-Beşiti, Cevad, Surye Yu-hadr el-Tadahurat Be-Mucab
Elgah El-Tawary”, (Suriye Gösterileri Olağanüstü Hali Kaldırarak Yasaklıyor), Middle East,18 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Haziran 2011, http://www.
middle-east-online. com/?id=108817.
“El-Jamia El-Arabiye Taduu Le-Muatemar Hiwar Beynel El-Nidam-UL Sury
wel-Muarada Hilal 15 Yawum” (Arap Birliği Suriye Rejimini ve Muhalefeti
15 Gün İçerisinde Diyaloga Çağırdı), Radyo SAWA,16 Ekim 2011, Erişim
tarihi: 15 Mart 2012, http://www.radiosawa.com/content/article/21379.html.
“El-Jeyshel Sury El-Hur” (Özgür Suriye Ordusu), Wikipedia, Erişim tarihi:
15 Temmuz 2012, http://ar.wikipedia.org.
“El-Meclis El-Watany Kurdy Fi-Surye” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Carnegie Middle East Center, 20 Haziran 2012, 20 Mayıs 2012, http://carnegiemec.org/publications/?fa=48504.
251
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
“El-Şami, Esad, Hel Neşhat Tahali Rusya An Nidam El-Sury” (Rusya’nın
Suriye Rejiminden Vazgeçtiğini Görebilir miyiz?), 15 Temmuz 2007,
Odabasham,10.07.2012,http://www.odabasham.net/show. php?sid=56448.
“Emir Katary Şeyh Hamed Le-Kanat CBS Yaktarih İrsal Kuwat El-Arabiye
İla Surye” (Katar Emiri Şeyh Hamed, CBS Kanalında Arap Gücünün
Suriye’ye Gönderilmesini Öneriyor), Jaridatak,10 Şubat 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2012, http://www.jaridatak.com/ChildPages/Political/elnashra/
Ar5324.htm.
“Esed Yakbal Estekalet El-Hukuma El-Suriye We Alef Yeddaherun Damen
Lahu” (Esed Suriye Hükümetinin İstifasını Kabul Etti ve Binlerce Kişi
Esed’e Destek İçin Gösteri Düzenledi), Al Arabiya, 29 Mart 2011, Erişim tarihi: 12 Temmuz 2012, http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.
html.
Gordon, R. Michael, “Iran Supplying Syrian Military Via Iraqi Airspace”, 4 Eylül 2012, Erişim tarihi: 29 Ekim 2012, http://www.nytimes.
com/2012/09/05/world/middleeast/iran-supplying-syrian-military-via-iraqairspace.html?pagewanted=all&_r=0.
Gündüz, Rahmi, “Baskı Artırılsın Çağrısı”, Anadolu Ajansı, 6 Temmuz 2012,
Erişim tarihi: 10 Temmuz 2012, http://www.aa.com.tr/tr/dunya/62915--quot-suriye-halkinin-dostlari-quot--toplandi.
“Heykeliye El- Meclis El-Watany El-Sury” (Suriye Ulusal Konseyi’nin
Oluşumu), Syrian Council, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2012, http://
ar.syriancouncil.org/structure.html.
“Interview With Syrian President Bashar al-Assad”, The Wall Street Journal,
31 Ocak 2011, Erişim tarihi: 10 Ağustos 2012, http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052748703833204576114712441122894.
252
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
“Iran Confirms It Has Forces in Syria and Will Take Military Action If Pushed”, The Guardian, 16 Eylül 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012,
http://www.theguardian.com/world/2012/sep/16/iran-middleeast.
“İtilaful-Muaraza El-Suryye Kad Yahdar El-İctima Al-Arabi” (Suriye Muhalefeti Koalisyonu Arap Birliği Toplantısında Hazır Bulunacak), CNN, 12
Kasım 2011, Erişim tarihi: 12 Kasım 2012,
http://arabic.cnn.com/2012/syria.2011/11/12/syria.newCouncil/index.html.
“Koalisyon Sözcüsü Bunni: Gassan Hito Bize Dayatıldı,” Yakın Doğu Haber, 20 Mart 2013, Erişim tarihi: 25 Mart 2013, http://www.ydh.com.tr/
HD11621_koalisyon-sozcusu-bunni--gassan-hito-bize-dayatildi.html.
“Men Hiye El-Camaat El-Musllaha Ellety Tukateel Fi Surye” (Suriye’de
Savaşan Silahlı Gruplar Kimdir), Russia Today, Erişim tarihi: 18 Eylül 2012,
http://arabic.rt.com/news_all_news/analytics/69084/.
“Müdahale Pahalı ve Riskli Bırakalım Suriye Bölünsün”, Hürriyet, 24 Temmuz 2013, Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, http://www.hurriyet.com.tr/planet/24091795.asp.
“Nas İttifak El-Doha Lİ-İnşaa El-İtilaf El-Watani Li-Kuwa EL-Tawre WelMuarada El-Suryye” (Doha’da Kurulan Suriye Devrimi ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni), New Syria, 11 Şubat 2012, Erişim
tarihi: 12 Kasım 2012, http://new-syria.com/formainpage/analytics/15665.
“Obama, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Gitmesini İstedi”, Cihan, 18
Ağustos 2011, Erişim tarihi: 11 Mayıs 2012,
http://www.cihan.com.tr/caption/-CHMzk0ODQ2LzA= .
“Russia Supplying Arms to Syria Under Old Contracts- Lavrov”, Ahram
Online, 5 Kasım 2012, Erişim tarihi: 8 Kasım 2012, http://english.ahram.org.
eg/NewsContent/2/8/57187/World/Region/Russia-supplying-arms-to-Syriaunder-old-contracts.aspx.
253
Orta Doğu’da Değişim ve Türkiye
“Suriye’den Flaş Karar”, Sabah, 27 Mart 2012, Erişim tarihi: 25 Mayıs
2012, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/03/27/suriyeden-flas-karar.
“Suriye Türkmen Ordusunun Halep’teki Türkmen Komutanları Birleştirmeleri”, Youtube, 12 Eylül 2012, Erişim tarihi: 25 Eylül 2012, http://www.youtube.com/watch?v=ON3zcwQUTEg.
“Suriyeli Muhaliflere 45 Milyon Dolar Yardım”, Ntvmsnbc, 29 Eylül 2012,
Erişim tarihi: 29 Eylül 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25386004/.
“Suriye-Türkiye İlişkileri”, Wikipedia, Erişim tarihi: 11 Ağustos 2012, http://
tr.wikipedia.org/wiki/Suriye-T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri.
Semin, Ali, “Suriye’deki Olaylar ve Esad’ın Reform Planı”, Bilge Adamlar
Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM), 19 Nisan 2011, Erişim tarihi: 25 Kasım 2012, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_co
ntent&view=article&id=1021:suriyedeki-olaylar-ve-esadn-reformplan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150.
Semin, Ali, “Türkiye-Suriye İlişkisi ve Kürt Açılımı”, Stratejik Düşünce
Enstitüsü, 9 Kasım 2009, Erişim tarihi: 8 Ağustos 2012, http://www.sde.org.
tr/tr/haberler/183/turkiye-suriye-iliskisi-ve-kurt-acilimi.aspx.
“Suriyeli Sığınmacı Sayısı 500 Bini Geçti”, TRT Haber, 22 Temmuz 2013,
Erişim tarihi: 25 Temmuz 2013, http://www.trthaber.com/haber/turkiye/
suriyeli-siginmaci-sayisi-500-bini-gecti-94602.html.
“Tanklar Hama’ya Girdi”, CNN Türk, 31 Temmuz 2011, Erişim tarihi: 10
Ekim 2011, http://video.cnnturk.com/2011/haber/7/31/tanklar-hamaya-girdi.
“Tawkii Ale Balag İttifakiye Beyne Meclis Watani El-Kurdi El-Suriye WelMeclis El-Şaab Garb Kurdustani” (Suriye Kürt Ulusal Konseyi ile Batı
Kürdistan Halk Meclisi Arasında Anlaşma İmzalandı), Kurdistan Regional
Government, 11 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 11 Temmuz 2012, http://www.
254
Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye
krg.org/articles/detail.asp?lngnr=14&smap=01010100&rnr=81&anr=44646.
“Türkiye-Suriye Siyasi İlişkileri”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Erişim tarihi: 10
Eylül 2012, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi- iliskileri-.tr.mfa.
“Türkiye-Suriye YDSİK 1. Toplantısı Ortak Bildirisi”, T.C. Dışişleri Bakanlığı, 23 Aralık 2009, Erişim tarihi: 11 Kasım 2012, http://www.mfa.gov.
tr/turkiye---suriye-ydsik-1_-toplantisi-ortak-bildirisi_-22-23- aralik_-sam.
tr.mfa.
“Türkmen Muhaliflerden Birleşme Çağrısı”, Haber7, 15 Ağustos 2012,
Erişim tarihi: 1 Kasım 2012, http://www.haber7.com/dunya/haber/915003turkmen-muhaliflerden-birlesme-cagrisi.
255