kitabı inceleyin - Ötüken Neşriyat

ÖTÜKEN
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
SELÇUKLULAR
VE
SELÇUKLU TARİHİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
7
Birinci Bölüm
SELÇUKLULAR
I. SİYÂSİ TARİH ................................................................................................ 11
1. Selçuklular ve tarih sahnesine çıkışları........................................................ 11
2. Selçukluların Horasan’a geçişleri ve ilk Selçuklu devleti ............................. 19
3. Selçuklu istiklâl savaşı ve fütuhat ............................................................... 26
4. Büyük Selçuklu İmparatorluğu................................................................... 34
II. BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞUNUN PARÇALANMASI.................. 46
1. Irak ve Horasan Selçukluları devletinin umûmî tarihi ................................. 46
2. Kirman Selçukluları.................................................................................... 55
3. Suriye Selçukluları ..................................................................................... 56
4- Anadolu Selçukluları ................................................................................. 57
III. SELÇUKLU İMPARATORLUĞUNUN YÜKSELİŞ SEBEPLERİ..................... 67
1. Horasan’da yerleşme................................................................................. 67
2. Selçuklu devletinin vasfı ve bünyesi ........................................................... 69
3. Kavmî hususiyetler..................................................................................... 72
4. Hükümdarlık telakkîsi ................................................................................ 75
5. Âmme hukuku anlayışında değişiklik ......................................................... 77
6. Cihan hâkimiyeti fikri................................................................................. 79
7. Selçuklu siyâsetinin mâhiyeti ..................................................................... 80
8. Türkmen göçleri ve neticeleri ..................................................................... 82
IV. SELÇUKLU HÂKİMİYETİNİN YIKILIŞ SEBEPLERİ ..................................... 88
1.Veraset mes’elesi ........................................................................................ 88
2- Halîfe-sultanlar mücâdelesi........................................................................ 89
3. Atabeylerin tahakkümü.............................................................................. 89
4. Dış müdâhaleler ........................................................................................ 90
V. SELÇUKLULARDA TEŞKİLÂT ..................................................................... 91
1. Hükümdar ................................................................................................. 91
2. Saray teşkilâtı ............................................................................................ 92
3. Hükûmet ................................................................................................... 92
4. Askerî teşkilât............................................................................................. 93
5. Adlî teşkilât ................................................................................................ 94
6
SELÇUKLULAR VE SELÇUKLU TARİHİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR
VI. İÇTİMÂÎ VE FİKRÎ HAYAT ........................................................................... 96
1. İçtimâî durum ............................................................................................ 96
2. İktisâdî-ticârî durum................................................................................... 97
3. Dinî hayat................................................................................................ 100
4. İlim, edebiyat ve san’at ............................................................................ 110
VII. DÜNYA TARİHİ VE SELÇUKLULAR ........................................................ 117
BİBLİYOGRAFYA ........................................................................................... 119
İkinci Bölüm
SELÇUKLU TARİHİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR
1- Keykubâd III. ............................................................................................... 125
2- Kavurd......................................................................................................... 128
3- Büyük Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk’ün eseri Siyâsetnâme ve Türkçe
Tercümesi.................................................................................................. 133
4- Selçuklu Tarihinin Meseleleri........................................................................ 156
5- Kök-Böri ...................................................................................................... 179
6- Kür Boğa ..................................................................................................... 191
7- Doğu Anadoluya İlk Selçuklu Akını (1015-1021) ve Tarihî Ehemmiyeti ....... 196
8- Malazgirt Muharebesi ................................................................................... 210
9- Mecd-ül-Mülk............................................................................................... 221
10- Melikşah .................................................................................................... 223
11- Selçuk’un Oğulları ve Torunları.................................................................. 237
12- Rebib-üd-Devle.......................................................................................... 251
13- II. Kılıç Arslan Bizans’ı Nasıl Dize Getirdi? .................................................. 253
14- Selçuklu Tarihi Meselelerine Toplu Bir Bakış.............................................. 257
15- Tekiş .......................................................................................................... 272
16- Türkiyede Selçuklu Tarihçiliği .................................................................... 273
17- Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu ....................................... 283
18- Nizâm-ül-Mülk ........................................................................................... 307
19- Selçuklu Çağındaki İzmir Türk Bey'inin Adı: Çaka mı, Çağa mı,
Çakan mı? ................................................................................................. 313
20- Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Dünya Tarihindeki Rolü...................... 318
21- Sadaka ...................................................................................................... 327
22- Alparslan ................................................................................................... 330
İNDEKS
339
SUNUŞ
Türk ve dünya tarihinin en büyük çağlarından biri olan Selçuklu devrinin araştırılmasında bugüne kadar emeği geçen ilim adamlarını rahmetli Kafesoğlu hoca yazdığı bir makalede (“Türkiye’de Selçuklu Tarihçiliği”, Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, İstanbul, 1973, s. 83-92) şöyle sıralamış idi: F.
Köprülü, M. H. Yınanç, O. Turan, M. A. Köymen, İ. Kafesoğlu, F. Sümer, A.
Sevim, N. Kaymaz, E. Merçil, R. Şeşen, A. Taneri, M. K. Özergin, C. Alptekin;
ayrıca hoca, Selçuklu çağında çeşitli konuları kaleme alan diğer insanları da
unutmamış idi: İ. H. Uzunçarşılı, O. Aslanapa, Ş. Yetkin, S. Ögel, Y. Önge, M.
Z. Oral, A. S. Ünver, İ. Artuk, Ş. Erol, M. Mansuroğlu, H. Z. Ülken, A. Gölpınarlı, T. Yazıcı, N. Keklik, M. Ünver, F. Uğur, M. Koman, F. N. Uzluk, M. N.
Gençosman, N. Lugal, A. S. Erzi, M. Şerefeddin Yaltkaya, Ö. R. Doğrul, S.
Eyice vb.
Günümüzde ise ömrünü Selçuklu Tarihinin bilinmeyen yönlerini aydınlatmaya çalışan genç ilim adamlarını da şu şekilde sıralayabiliriz: A. Özaydın, S. Koca, R. Turan, G. Öğün Bezer, M. Kesik, O. Gazi Özgüdenli, C. Piyadelioğlu, Sadi S. Kucur, S. Polat vb.
İlim hayatının ilk 15 yılını Selçuklu zamanına hasreden ve ilk defa Selçuklular Tarihini derli toplu yazan rahmetli İ. Kafesoğlu hocamın, bu devre
âit yazılarını ölümünün 30. yılı münasebetiyle, bir araya getirerek yayınlamak suretiyle okuyucunun istifadesine sunmak istedik. Bu eseri, üzerinde
yaşadığımız bu toprakları vatanlaştıran Selçuklu atalarımızın aziz hâtırasına
8
SELÇUKLULAR VE SELÇUKLU TARİHİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR
ve Türk milletine armağan eden ÖTÜKEN Neşriyat’a ve çalışmanın rahmetli
Kafesoğlu’nun tercih ettiği imlâ ve transkripsiyon ile hazırlanmasını sağlayan ve indeksini düzenleyen İskender Türe Beyefendi’ye ve çalışmanın gerek
tanzim edilmesi gerekse son okumalarının yapılmasında büyük emeği geçen
Erol Kılınç Beyefendi’ye şahsım ve Kafesoğlu âilesi adına sonsuz şükranlarımızı sunarız. Ayrıca eserin hazırlanmasında emeği geçen Kürşat Yıldırım’a
teşekkür ederim.
Abdülkadir DONUK
BİRİNCİ BÖLÜM
SELÇUKLULAR
[Bu bölümü teşkil eden geniş yazı, İslam Ansiklopedisi’nde (c.10, s.353416) yayınlanmış olan “Selçuklular” maddesinden ibaret olup, bu maddenin ilk
paragrafından sonra “Siyasi Tarih” başlığına kadar olan kısım, yazının muhtevasını oluşturan başlıklardan ibaret olduğu görülerek, bunların elinizdeki kitabın
“İçindekiler” kısmına alınarak “Birinci Bölüm: Selçuklular” başlığından sonra
aynen verilmesi, burada yayınlanmasından daha yakışık alacağı cihetle, bu yol
tercih edilmiştir. (Yayınlayanın Notu)]
Selçuklular, XI. asırda orta-şarkta kurdukları büyük imparatorluk ve bunu takip eden devletler ile Türk-İslâm ve dünya tarihi üzerinde geniş ve devamlı te’sirler yapmış olan bir Türk topluluğunun adı. Büyük ekseriyetini
Oğuzlar teşkil etmek üzere, çeşitli Türk kütlelerinin meydana getirdiği bu
topluluğun, bidayette Oğuz baş-buğlarından Selçuk’a bağlanmış olduğu için,
Selçuklu diye anılan hânedanı, İran ve Irak’ta, Kirman’da, Suriye’de ve Anadolu’da kurduğu devletler ile, 300 yıldan fazla bir müddet devam etmiştir.
I. SİYÂSİ TARİH
1. Selçuklular ve tarih sahnesine çıkışları
Hanedanın ceddi olan Selçuk’un adı; telâffuz bakımından, münâkaşalara
mevzû olmuştur. İlk defa Türkçedeki ahenk kaidesi üzerine dikkati çeken
Marquart adın Salçuk şeklinde telaffuz edilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve
ismin böyle kaydedildiği XIII. asır Ermeni tarihçisi Kiragos’un eserini misâl
12
SELÇUKLULAR
göstermiştir (bk. J. Marquart, Uber das Volkstum der Komanen, Berlin, 1914, s.
187). Sonra W. Barthold, XI. asrın meşhûr Türk âlimi Kâşgarlı Mahmud tarafından tesbit edilen Selçuk şeklinin (bk. Dīvān luÈāt al-turk, trc., Besim Atalay, TDK, I, s. 478) en doğru telâffuz olduğunu belirterek, muahhar Türk
kaynaklarından da bunu te’yit edecek misâller vermiştir (Barthold, Orta Asya
Türk tarihi hakk. dersler, İstanbul, 1927, s. 91). Daha sonra bu mes’ele üzerinde duran L. Rásonyi (“Selçük adının menşe’ine dâir”, Belleten, sayı: 10, 1939,
s. 377-384), çeşitli delillere dayanarak, adın Selçük (Selcük) olması gerektiği
üzerinde ısrar etmiştir ki, bu telâffuz şekli XII. asır arap müellifi al-‘A@īmī
(nşr. Cl. Cahen, JA, 1938, s. 360) ve Farsça Anīs al-ċulūb müellifi Kadı Burhān al-Dīn al-Anavī tarafından da açıkça kaydedilmiştir (bk. M. Fuad Köprülü, “Selçuklu tarihinin yerli kaynakları”, Belleten, sayı: 27, 1943, s. 474, metin
s. 501 vd.). Buna rağmen, İranlı ve Arap müelliflerin büyük çoğunluğu tarafından, Arap imlâsı ile, Salcūċ olarak zaptedilen ve bize de böyle intikal eden
adın Selçuk telâffuzu Türkçede umûmî bir hâl almıştır.
Selçuk şeklinin “küçük sel” mânasına geldiğini ileri süren Rásonyi (ayn.
esr., s. 380 vdd.)’ye göre, Oğuz başbuğu Selçuk’un Orta Asya’da Kırgızlar
tarafından bâzan Muz-(Buz-) Tağ denilen Sel-TaÈ civarında doğmuş ve adını
da bu dağdan almış olması muhtemeldir. Diğer taraftan kelimenin SalçuÈ
şekli ile Türkçede “mücâdeleci” mânasında olduğu belirtilmiştir (Oeuvres
posthumes de P. Pelliot, Paris, 1950, II, 176, not. 2).
Selçuk’un ailesi, gerek tarihî kaynaklardan, gerek sikke ve damgalardan
açıkça görüldüğü üzere, Oğuzların Kınık oymağına mensup idi (AÌbār aldavlat al-salcūċīya, trc., N. Lugal, TTK, Ankara, 1943, s. 2; Dīvān luÈāt al-turk,
I, 55; ‘Unvān al-siyar’den naklen al-‘Aynī, ‘Iċd al-cumān, Türk. trc., Topkapı,
Bağdad köşkü, nr. 277, s. 360b; Yazıcı-oğlu, Tevârih-i âl-i Selçuk, Topkapı,
Revan Köşkü, nr. 1391, 18a v.b.; Barhebraeus, Türk. trc., Ö. R. Doğrul, TTK,
1945, I, s. 298; İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah devrinde Büyük Selçuklu imparatorluğu, İstanbul, 1953, s. 146) ve babası Dokak veya Tokak (telâffuzu için bk.
İbn Ëallikān, Vafayāt al-a’yān, ÞuÈrul Beg maddesi) adını taşıyordu (bk. Maliknâma’den naklen, İbn al-Adīm, TārīÌ Íalab, Topkapı, Ahmed III., nr. 2923,
III, 268b; AÌbār, s. 1 vd.; İbn al-A³īr, al-Kâmil, 423 senesi vekayii v.b.), Bâzı
kaynaklarda, msl. Rāvandī, Rāíat al-Òudūr, nş. M. İċbāl, GMS, N.S., II, 1921, s.
88; Türk. trc., A. Ateş, TTK, 1957, I, s. 86; “Anīs al-ċulūb”, Belleten, sayı: 27, s.
475, 501; Yazıcı-oğlu, ayn. esr., s. 18a; Cāmi‘ al-tavārīÌ-i Íasanī, Fâtih kütüp.,
nr. 4307, 171a v.b.’de görülen Luċmān şekli yanlış olup, Dokak’tan bozulmadır. Dokak Oğuzlar arasında Temir-Yalığ (“demir yaylı”) lakabı ile anılmakta idi ki, bu lakap, onun işgal ettiği yüksek mevkii göstermesi itibârı ile,
ehemmiyetlidir (eski Türk ananesinde yay hâkimiyet alâmeti olup, metbûluğu temsil ederdi (bk. Osman Turan, “Eski Türklerde hukukî sembol olarak
ok”, Belleten, sayı: 35, 1945, s. 305-318). Kaynaklarımıza göre de, o bu lakabı
SİYASÎ TARİH
13
ile bütün Deşt-i Hazar Türk oymakları tarafından tanınmış olup (Malik-nâma’den naklen, Rav˝at al-Òafā, Luknov, 1308, IVs. 85), Türklerin reisi ve her
hususta onların mercii idi (İbn al-A³īr, göst. yer.; burada müellif tarafından
lakap arapçaya al-ċavs al-íadīd şeklinde tercüme edilmiştir. Dokak adının
Yakak şeklinde kaydedildiği AÌbār al-davlat al-salcūċiya, s. 1’de “demir yaylı”
tâbiri Dokak adının tercümesi olduğu sanılmıştır) ve kuvvetli olduğu için,
kendisine böyle denmişti (Barhebraeus, I, 292). Aral golü civarındaki Oğuz
devletinde (krş. O. Pritsak, “Der Untergang des Reiches des oÈuzischen Yabgu”, F. Köprülü armağanı, İstanbul, 1953, s. 397-410; Mehmed A. Köymen,
“Büyük Selçuklu imparatorluğunun kuruluşu, I”, DTCF dergisi, Ankara, 1957,
XV, 1-3, s. 97 vdd.) vazifeli olduğunu (Malik-nāma ve bundan naklen AÌbār..,
İbn al-A³īr, Barhebraeus, ayn. yer.) gösteren kısa bilgi dışında (İbn Íassūl,
Taf˝īl al-atrāk, nşr. ve trc. Şerefeddin Yaltkaya, Belleten, sayı: 14-15, 1940, s.
265’te Hazar melikinin yanında bulunduğu söylenir) mâlûmat sahibi olmadığımız Dokak, Türklerde kudretli hânedanlara bağlılık hâlet-i rûhiyesi ile
birlikte adı geçen bölgedeki Türklerce üst tanınan kudretli bir baş-buğ olmasından da anlaşılacağı üzere, eskiden beri riyaset mevkiini elinde tutan bir
aileye mensup idi. Nitekim daha Tuğrul Bey zamanından itibaren tarihî kaynaklar Dokak neslinin asaletini belirtmekte müttefiktirler. Tuğrul Bey’in
inşâ divanı reisi İbn Íassūl, bugün kaybolmuş bulunan tarihî eserinde, Selçuklu ailesini efsânevî Türk hükümdarı Afrâsyâb (Alp Er Tunga)’a bağlamakta (bk. Íamd Allah i ¢azvīni, TārīÌ-i guzīda, GMS, 1910, I, 434) ve Taf˝īl
al-atrāk adlı eserinde de (göst. yer), âilenin şerefli bir nesebe sahip bulunduğunu tasrih etmektedir. Selçuklu vezîri meşhûr Ni@ām al-Mülk ise, hânedan
mensuplarının babadan oğula hükümdar olduklarını kaydetmiş (Siyāsat-nāma, nşr. Ch. Schefer, Paris, 1891, s. 7, nşr., Ëalíāli, Tahran, 1310 ş., s. 6) ve
Tuğrul Bey’in 435 (1043) yılında halîfeye bir mektup gönderdiğinden bahseden Barhebraeus (ayn. esr., s. 299) sultanın bu mektupta kendisinin neslen
hükümdar ailesine mensup olduğunu yazdığını belirtmiştir.
Âilenin bu asaleti daha başka kaynaklarda da zikredilmiştir (msl. Muntacib al-Dīn Badī‘, ‘Atabat al-kataba, nşr. ‘A. İċbāl, Tahran, 1329 ş., s. 33; Rāíat, s. 91; Türk, trc., s. 90 vb.). Böylece eski Türk hanları veya Türk beyleri
soyundan geldiği açıkça görülen Selçuklu hânedanını, Cāmi‘ al-tavārīÌ’teki temelsiz bir rivayeti (bk. Topkapı, Hazîne, nr. 1653, 302b) nakleden bir XVI.
asır müellifine (Sayyid Luċmān, bk. F. Babinger, GOW, s. 164 vd.) istinâden,
Kerakuci adlı bir çadırcıya (hargâh tirāş) bağlamak teşebbüsünün (Z. V. Togan, Umûmî Türk tarihine giriş, İstanbul, 1946, s. 175 vdd.) yersizliğini ayrıca
belirtmeğe lüzum yoktur.
Dokak ile kendisine tabî kütlelerin, Aral gölü şimâlindeki yurtlarında
iken, Hazarlara mı, yoksa Oğuz yabgu devletine mi tabî bulundukları mes’elesi henüz münâkaşa mevzuudur. X. asırda Hazar devletinin kuvvetine işâret
14
SELÇUKLULAR
eden bâzı tetkikçiler yukarıda zikredilen İbn Íassūl’ün kaydına dayanarak,
Dokak’ın Hazarlara bağlı olduğunu ileri sürmüşler (O. Pritsak, ayn. esr., s.
400; D. M. Dunlop, The History of the Jewi&h Khazars, Princeton, 1954, s. 258
vd.) ise de, Dokak’ın hayatta bulunduğu tahmin olunan sıralarda Hazar devletinin hayli zayıf durumda bulunduğu (Hazarların 965, 969 yıllarındaki
mağlûbiyetleri hakkında bk. Akdes N. Kurat, Peçenek tarihi, İstanbul, 1937, s.
90 vd.) ve Peçeneklerin tazyiki sebebi ile de komşuları Oğuzlar ile ittifak
etmek zorunda kaldığı düşünülürse, bu tâbiiyet keyfiyetinin şüphe ile karşılanması gerekir (krş., Cl. Cahen, “Le Malik-nameh et l’histoire des origines
seljukides”, Oriens, 1949, III, s. 42). Kıpçak çölündeki Oğuzların reisi bulunan Dokak (Malik-namâ, göst. yer.)’ın bu iki kaynakta ifâde edildiği gibi, Hazar melikine bağlı bir kumandan değil, fakat Oğuz devleti içinde nüfuzlu bir
başbuğ olduğu (M. Köymen, ayn. esr., s. 103) veya aynı devlette “federatif”
bir kuvveti temsil ettiği ihtimâli umumiyetle kabul edilmiştir (İ. Kafesoğlu,
Selçuklu âilesinin menşe’i hakkında, İstanbul, 1955, s. 21-25; F. Sümer, “X. yüz
yılda Oğuzlar”, DTCF dergisi, Ankara, 1958, XVI/3-4, s. 149 vd.). Nitekim Oğuz devletinde yabgudan sonra gelen en büyük şahsiyet olduğu devlet idaresindeki mes’ûl mevkiinden anlaşılan Dokak, yabgunun bir Türk zümresi
üzerine yapmak istediği sefere itiraz etmiş, bu yüzden çıkan kavgada kendisi
yüzünden yaralanmış, fakat gürz ile vurduğu yabguyu atından düşürmüştür
(Malik-nâma’den naklen Rav˝at al-Òafā, göst. yer.). İbn Íassūl’ün Dokak ile
oğlu Selçuk’u biribirine karıştırdığı bu mücâdeleyi bahis mevzuu eden bâzı
kaynaklar Dokak’ın İslâm ülkelerine karşı tertiplenen sefere mâni olduğunu
kaydetmekle (AÌbār, s. 1; İbn al-A³īr, 433 yılı vekayii), bu Oğuz baş-buğunu
İslâm müdâfii olarak göstermek istemişlerdir. Fakat 875-885 yılları arasında
vuku bulduğu tahmin edilen bu hâdise (Mehmed A. Köymen, ayn. esr., s.
102) sıralarında İslâmiyetin Oğuzlar arasında yayılmış olması ihtimâlden
uzak bulunmakla beraber, o tarihlerde diğer Oğuzlar ile birlikte Kınık oymağının ve Dokak ailesinin dinî durumu sarahatle aydınlanmış değildir. Vaktiyle Selçuklu ailesindeki İsrā’fīl ve Mīkā’īl gibi adlara istinaden, bu âilenin
Hıristiyan olduğu (W. Barthold, “Orta Asya’da Moğul fütûhâtına kadar hıristiyanlık”, TM, I, s. 78) veya Musevîliği kabul ettiği (D. Dunlop, ayn. esr., s.
261) ileri sürülmüş ise de, bu hususları te’yit edecek başkaca delîl bulunmadığından, bu iddialar kuvvetli temellere dayanmayan istidlaller olmaktan ileri geçememiştir. Oğuzların ancak X. asrın ikinci yarısından itibaren müslüman olmağa başlamaları (F. Sümer, ayn. esr., s. 145) ve Dokak soyundan ilk
müslüman şahıs olarak Selçuk’un gösterilmesi (AÌbār, s. 2; İbn al-A³īr, göst.
yer.) sebebi ile, Dokak’ın da İslâmiyet ile alâkasının mevcudiyetini kabule
imkân yok gibidir (krş. Cl. Cahen, “Le Malik-nâmeh”, s. 42). O sıralarda Selçuklu ailesinin henüz kamlık (şamanlık) inancında bulunduğuna hükmetmek yanlış olmaz.
SİYASÎ TARİH
15
X. asırın başlarında doğan Selçuk, babası Dokak öldüğü zaman, 17-18
yaşlarında idi (M. Köymen, ayn. esr., s. 102). Yabgunun yanında yetişmiş ve
daha sonra babasının devletteki yüksek mevkiini işgal ederek, Yabgu Oğuzlarına sü-başı (“ordu kumandanı”) olmuştu. Hükümdar ailesinin ilâhî menşe’li olduğu inancına dayanan eski Türk an’anesi gibi (bk. İ. Kafesoğlu, Melikşah ..., s. 141 vd.), Türklerin tarih boyunca eski ve asîl hanedanlara karşı
duydukları meclûbiyetten dolayı, babası gibi, kalabalık Oğuz kütleleri başında bulunduğu muhakkak olan ve bu defa sü-başı sıfatı ile devletin askerî
kudretini elinde tutan Selçuk’un Yabgu ile arasının açılmasında iktidar için
gizli mücâdele rol oynamış görünmekte ise de, hatunun (Yabgu’nun zevcesi)
kocasını Selçuk’a karşı tahrik ettiğine dâir olan rivayet (AÌbār, s. 2; İbn alA³īr, göst. yer.; Barhebraeus, I, 292; Rav˝at al-Òafā, göst. yer.) ve buna istinâden
Selçuk’un memleketten 100 atlı ile kaçtığı hükmü (M. A. Köymen, ayn. esr.,
s. 106, 110) sağlam esaslardan mahrum görünmektedir. Devlette ve memleketindeki durumunu belirttiğimiz Selçuk’un cenûba doğru hareketi ile başlayan ve Barthold tarafından şimalden Kıpçakların Oğuzları sıkıştırmaları ile
izah edilmeğe çalışılan (bk. Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, s.102) bu
büyük Oğuz göçünün daha ciddî sebeplerden doğması gerekir ki, bu hususta
kaynaklarımızda kâfi derecede aydınlatıcı bilgi mevcuttur. Tarihteki büyük
Türk göçlerinin çoğunda olduğu gibi, burada da başlıca göç sebebinin yer
darlığı ve otlak kifayetsizliği olduğu anlaşılıyor. Orta Asya’dan garp ye yakınşark istikametindeki göçlerin umumiyetle yer darlığından vukua geldiği Şaraf
al-Zamān-i Marvazī (Óabāyi‘ al-íayavān, nşr. V. Minorsky, 1942, s. 29 vdd.,
95; metin s. 18) tarafından belirtilmiş, Selçuklu göçünden bahseden kaynaklardan bir kısmı ise, Selçuk’un emri altındaki oymakların, kalabalık oluşları
ve yerlerinin kâfi gelmeyişi yüzünden, Mâverâünnehr’e doğru indiklerini tasrih etmişlerdir (Rāíat al-Òudūr, s. 86; Türk. trc., s. 85; Camāl al-Dīn ƒarşī,
Mulíaċāt al-~urāí, nşr., W. Barthold, Turkestan, I, s. 135; Íamd Allāh Mustavfi, TārīÌ-i guzīda, I, 434). Selçukluların Mâverâünnehr'de ve Horasan’da
iken de, çok kalabalık oldukları malûmdur. Oğuz devletinin kışlık merkezi,
Hazar ile Aral arasındaki Yeni Kent şehrinden (bugün Can-Kent deniliyor ve
harabeleri vardır, bk. Barthold, Dersler, s. 53) ayrılırken de Selçuk’un beraberinde, başta Kınık oymağı mensupları olmak üzere, diğer Oğuz kütleleri ile
birlikte, külliyetli mikdarda at, deve, koyun ve sığır getirmiş olmaları da bunu te’yit eder (Malik-nāma’den naklen Barhebraeus, I, s. 292).
Selçuk Sır-Derya(Seyhun)’nın sol kenarında yine bir Oğuz şehri olan
Cend’e geldi (ihtimal 960’ı tâkip eden yıllarda). Yeni-Kent’ten uzak olmayan
ve Barthold’un belirttiği üzere (bk. Dersler, ayn. yer.), Mâverâünnehr’den gelen muhacir müslümanların oturduğu, Türkler ile İslâm ülkeleri arasında bir
sınır şehri olan Cend’e Selçuk’un gelişi, tarihte mühim bir çağın başlangıcı
olmuştur. Zâten bir çok Türk kütlelerinin kalabalık şekilde İslâmiyete girdik-
16
SELÇUKLULAR
leri bu devirde, dinî telakkîlerine yabancı olmadığı ve esasen sâkinlerinin bir
kısmı Türk olan (bk. Kâşgarlı Mahmud, Dīvān, III, s. 149) bir müslüman muhitinde yaşamak için zaruretten başka, siyâsî imkânlar sağlamak bakımından
da lüzumlu gördüğü İslâmiyeti kabûlü düşünen, böylece yeni muhitin siyâsî
ve içtimaî şartlarını kavramakta büyük bir maharet göstermek suretiyle, devlet adamlığı vasfını isbat eden Selçuk, bu düşüncesinin gerçekleştirilmesini
etrafındakiler ile kararlaştırdıktan sonra, Buhârâ ve Hvârîzm gibi, civar İslâm
ülkelerinden din adamları istedi ve kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte Müslüman oldu (Barhebraeus, I, 293; Rav˝at al-Òafā, göst. yer.). Bundan sonra,
kaynaklarımızda kendilerinden bahsedilirken, Selçuklular (Salcūċīyān, Salāciċa) diye anılan ve aynı zamanda, yine kaynaklarda, belirli bir Türk zümresinin adı olmayıp, önce Karluklar, sonra Oğuzlar arasında, İslâmiyete girmezden evvel dahi siyâsî bir tâbîr olarak kullanıldığı anlaşılan Türkmen (bk.
İ. Kafesoğlu, “Türkmen adı, mânası ve mâhiyeti”, J. Deny armağanı, TDK yayını, Ankara, 1958, s. 121-133, frns., trc. için bk. Oriens, 1958, XI, s. 146150) adı ile de zikredilen bu Türk kütlesi, böylece siyâsî ve içtimaî yönden,
yeni bir hüviyet kazanmış oldu.
Oğuz yabgusunun, yıllık vergiyi tahsil etmek üzere, Cend’e gelen me’mûrlarına, kâfirlere harac vermeyeceğini söyleyerek, bunları uzaklaştıran
(İbn al-A³īr, göst. yer.; Rav˝at al-Òafā, IV, s. 72) Selçuk, İslâmiyet için cihâda
hazır gâzî sıfatı ile, Oğuz devletine karşı mücâdeleye girişiyordu. Böylece
vukua gelen ve kendisine bilâhare al-Malik al-Ġāzi Selçuk (İbn Funduċ, TārīÌ-i Bayhaċ, nşr., Aímed Bahmanyār, Tahran, 1317 ş., s. 71) denilmesine sebep olan savaşlardan iki mühim fayda te’min etti: evvelâ bir kısım müslümanların yardımlarını ve muharebelere katılmak isteyen Türklerin kendisine
iltihaklarını sağladı, sonra da Cend’de ve havâlisinde, Yabgu hâkimiyetini kırarak, müstakil bir idare kurmağa muvaffak oldu. Kuvveti gittikçe artan Selçuk, bu müstakil hüviyet altında komşu devletler (msl. Sâmânîler) tarafından tanınmak suretiyle, milletler-arası siyâset sahasında aldığı mevkiin büyük ehemmiyetini, Mâverâünnehir’deki Sâmânî devletinin kendisinden yardım istemesi üzerine, oğlu Arslan (İsrā’īl) kumandasında gönderdiği kuvvetler ile, bu devlete Karahanlılara karşı galibiyet sağlayarak, isbat etti ki, bu sebeple Selçuklulara Buhârâ-Semerkand arasında ve Karahanlılara karşı olmak
üzere, sınırda, Nūr kasabası civârında, yeni topraklar (yurt) verilmiş idi.
Íamd Allāh Mustavfi (TārīÌ-i guzīda, I, 434) Selçukluların Mâverâünnehr’e
gelişleri şeklinde vasıflandırdığı bu hâdiseyi 375 (985/986) yılında göstermektedir. Fakat her hâlde Karahanlılar hükümdarı Bugra Han’ın 382
(992)’de, Semerkand’dan dönerken, o civardaki Oğuz kuvvetlerinin taarruzuna uğramış olmasından al-‘Utbī, TārīÌ al-Yamīnī = Manīnī, Kahire, 1286, I,
s. 176; Barthold, Turkestan, s. 260) da anlaşıldığına göre, hâdise son tarihten,
yâni 992/993’ten önce vuku bulmuş olmalıdır. Nūr bölgesine gelen Selçuk-
SİYASÎ TARİH
17
lular, Arslan’ın emrindeki Türkmenler idi. Selçuklular bu yeni muhitlerinde
karşılaştıkları ve Mâverâünnehr için mücâdele hâlinde bulunan Karahanlılar
ve Sâmânîler gibi, biri Türk diğeri İranlı büyük ve teşkilâtlı iki devlet arasında, siyâsî mahâret ve cesaretleri ile, muvaffakiyetler sağlamağı başardılar.
992’de Sâmânî pâyitahtı Buhâra’yı zaptetmiş olan Karahanlı Bugra Hān Hārūn’un hastalığına ilâveten Türkmen baskısı dolayısı ile, buradan çekilmesini
müteakip, Oğuz yardımı sayesinde Mâverâünnehr’e tekrar hâkim olan Sâmânî hükümdarı Nūí II. b. ManÒūr’un ölümünden (997) sonra da Sâmânî
devletindeki devamlı iç karışıklıklar (Fâik, Abū ‘Alī Simcūr, Bektüzün mücâdeleleri) ve Nūí II.’un oğlu ManÒūr II.’un öldürülerek, yerine kardeşi ‘Abd
al-Malik II.’in geçirilmesi gibi hâdiseler ile daha cenupta yeni ve kuvvetli bir
devlet hâlinde gelişen Gaznelilerin Sâmanîler aleyhine Horasan işlerine müdâhaleleri Selçukluların Mâverâünnehr bölgesine olan alâkalarını artırmıştır.
Karahanlı NaÒr İlig-Han’ın Buhara’yı tekrar zaptederek (Teşrin I. 999), ‘Abd
al-Malik ile hânedan âzasını kendi payitahtı Özkend’e göndermesinden sonra, Sâmânî devleti fiilen yıkılmış olmakla beraber, ‘Abd al-Malik’in kaçmağa
muvaffak olan akrabası Abū İbrāhīm al-MuntaÒir, Horasan’daki mücâdelelerden netice alamayınca, yardım sağlamak üzere, Oğuzlara iltica etmiş ve
Selçuklular, yanlarında al-MuntaÒir olduğu hâlde, Karahanlı kumandanı sübaşı Tigin’i ve müteakiben Semerkand civarında, bir gece baskını ile, NaÒr
İlig-Han’ı mağlûp etmişler (Ağustos 1003), daha sonra da kendilerinden bir
müddet ayrılmış olan al-MuntaÒir ile beraber, Usrūşana’de Haziran 1004’te
Karahanlı kuvvetlerini üçüncü defa bozguna uğratmışlardır (al-‘Utbī, Manīnī, I, 176; İbn al-A³īr, göst. yer.; Gardīzī, Zayn al-aÌbār, nşr. Muíammed Mīrzā
ƒazvīnī, Tahran, 1315 ş., s. 49 vdd.; Barthold, ayn. esr., s. 259-270, M. A.
Köymen, ayn. esr., s. 126-140). Selçuklulardan yüz çeviren bu son Sâmânî
mümessilinin başarısızlığı ve ölümü ile neticelenen bütün bu hâdiselerde rol
oynayanlar yine Arslan’a bağlı Türkmenler idi. Burada hanedan âzasından
her birinin kendine bağlı kuvvetler ve oymaklara sahip olması şeklindeki eski
Türk an’anesinin bir örneği görülmektedir ki, daha sonra da Selçuklu ailesinde devam ettiğini bildiğimiz bu durum dışında, Selçuklu hanedanı mensuplarının taşıdıkları yabgu, yınal, inanç, bey v.b gibi unvanlar da Selçuk’un
idaresinde kurulan yeni hükümette eski Oğuz devlet teşkilâtının aynen tatbik edildiğini gösterir. Uzun ömürlü olduğu kaynaklarda belirtilen Selçuk,
böylece dünya tarihinde sürekli te’sirler uyandıracak olan Selçuklu imparatorluk ve devletlerinin temelini atıp, onu teşkilâtlandırdıktan ve savaşları ile
sağlamlaştırdıktan sonra, büyük Türk-İslâm devletinin kurulduğu yer ve
ayrıca bir hudut şehri olarak da siyâsî ve tarihî ehemmiyeti dâima takdir
edilen (bk. İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar devleti tarihi, T.T.K. yayını, Ankara,
1956, s. 91 vd.) Cend’de 1009’a doğru, 100 yaşlarında olduğu hâlde, öldü
(AÌbār, s. 2; İbn al-A³īr, göst. yer; Cl. Cahen, “Le Malik-nāmeh”, s. 44 vd.).
18
SELÇUKLULAR
Türkmen hükümdarlarından birinin kızı ile evlenmiş olduğu rivayet edilen Selçuk (Aybek al-Davādārī, Kanz al-durar, Topkapı, Ahmed III. kütüp., nr.
3932, IV, 99b’den naklen M. A. Köymen, ayn. esr., s. 118, not 3)’un 4 oğlu
olmuş idi: Mīkā’īl, Arslan (İsrā’īl), Yūsuf, Musa. En büyük oğlu olan Mīkā’īl,
babası hayatta iken, bir savaş esnasında ölmüş (995’ten sonra) olduğu için,
onun iki oğlu Çağrı ve Tuğrul, dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmiştir (Malik-nāma’den naklen Rav˝at al-Òafā’, gös. yer.). Oğuz devlet teşkilâtına uygun
olarak, yabgu unvanını taşıyan Arslan, Selçuk’tan sonra idare başına geçmiş,
erken öldüğü tahmin edilen (995’ten sonra) Yusuf, İnal unvanı ile ve İnanç
unvanı aldığı tahmin edilen ve bilâhare Yabgu olarak uzun müddet yaşayan
(ölm. 1064’ten sonra) Musa, Arslan’ın yardımcısı durumunda mevkî almış,
o sırada en çok 14-15 yaşlarında bulunmaları gereken Çağrı ve Tuğrul kardeşler ise, “bey” olarak idaredeki yerlerini almışlardır (çok karışık olan Selçuk’un oğulları mes’elesi hakkında son bir tetkik için bk. İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları ve torunları”, TM, XIII, 1958, s. 117-130). Selçuklu âilesi
mensuplarının, yukarıda belirtildiği üzere, Arslan Yabgu’nun yüksek hâkimiyetinde bulunmakla beraber, eski devlet nizamı icâbı, her biri kendine bağlı
Türkmen kütlelerinin başında olarak, Mâverâünnehr’e indikleri zaman,
“müttefikleri” Sâmânî devleti ortadan kalkmış ve Buhara-Semerkand bölgesi
üstelik Gazneliler ile de anlaşma hâlinde olan Karahanlıların eline geçmiş
bulunduğundan, Karahanlılar ile doğrudan-doğruya karşılaşma mevkiinde
kalmış oluyorlardı. Fakat Karahanlı NaÒr Han Selçuklulardan çekiniyor ve
mümkün olursa, kuvvetlerinden faydalanmak maksadı ile, onlarla anlaşmak
istiyordu. Bununla beraber, karşılıklı itimatsızlık havası yüzünden, aralarında mücâdele başlamış idi. Bu esnada Tuğrul ve Çağrı Bey’ler diğer Karahanlı
hükümdarı Buğra Han’a müracaata karar vererek, onun arzusu üzerine, Talas havalisine gitmişlerse de, orada Tuğrul Bey’in han tarafından tevkif edilmesi aralarının açılmasına sebep olmuş, Çağrı Bey’in şiddetli bir baskında
Buğra Han’ın kuvvetlerini mağlûp ve bir kısım kumandanlarını esir alması
neticesinde, Tuğrul Bey kurtarılmış ve Selçuklular yanına dönmüş idi (Rav˝at
al-Òafā, göst. yer.). Bu hâdise Mīkā’īl-oğullarına bağlı kütlelerin içinde bulundukları müşkül durumu gösterir. Tekrar Mâverâünnehr’e döndükleri zaman ise, NaÒr Han’ın 403(1012/1013)’te ölümü üzerine, Buhârâ’ya gelerek,
burada müstakil bir devlet kuran Karahanlı ailesinden Ali Tigin’in mukavemeti ile karşılaştılar. FaÌr al-Dīn Razī’ye göre (Cāmi‘ al-‘ulūm, Nuruosmaniye
kütüp., nr. 3760, 75a), bu sırada Keş (Yeşil şehir) ile NaÌşab sahrâlarında
bulunan Selçukluları uzaklaştırmak için, Ali Tigin “Türkistan melik ve sultanlarına” mektuplar yazarak, yardım istemiş (Abarċūhī’den naklen Íasan-i
Yazdî, Cāmi‘ al-tavārīÌ, Fâtîh kütüp., nr. 4507, 171b) idi ki, siyâsî tazyik ve
yer sıkıntısı altında bunalan Selçukluların Çağrı Bey idaresindeki şarkî Anadolu’ya meşhûr akını (1016-1021) bu sebeple olmuştur.
SİYASÎ TARİH
19
2. Selçukluların Horasan’a geçişleri
geçişleri ve ilk Selçuklu devleti
Ali Tigin Arslan Yabgu ile ittifak hâlinde idi. Bir ara yine Karahanlı hükümdarlarından Arslan Han tarafından esir edilmiş ve sonra hapisten kurtularak, Mâverâünnehr’e geldiğinde Arslan Yabgu ile birlikte Buhârâ’yı zaptedip (411 = 1020/1021), orada yerleşmiş olan Ali Tigin, yine onun yardımları sayesinde, kuvvetlenerek, diğer Karahanlı şubelerine nazaran daha üstün
bir durum kazanmağa çalışıyordu (İbn al-A³īr, göst. yer., Sibt İbn al-Cavzī,
Mir’āt al-zamān, Topkapı, Ahmed III. kütüp, nr. 2907, XII, 91b; Rav˝at alÒafā’, göst. yer.). Selçuklulardan bir kısmının böylece Karahanlılar ile müttefik olması o zaman Selçuklulardaki federatif teşkilâtın tabiî neticelerinden
biridir. Çünkü ileride görüleceği üzere, hanedan âzası kendi menfaatlarına
göre hareket serbestliğine sahip idi. Ali Tigin’i destekleyen Arslan Yabgu’nun kudret ve nufûzu artmış, ve o bir taraftan Karahanlıların, diğer taraftan
Gaznelilerin dikkatini üzerine çekmiş bulunuyordu. Mâverâünnehr bu iki
büyük devletin hâkimiyet hırsını tahrik eden bir ülke olduğundan, Karahanlı
hükümdarı Yusuf Kadır Han (ölm. 1032) kardeşi Ali Tigin’in oradan atılmasını isterken, daha 407 (1016/1017) senesinde şimaldeki Hvârizm bölgesini
ele geçirmiş olan Gazneli Mahmud da (ölm. 1030) hâkimiyetini Mâverâünnehr’e doğru yaymak arzu ediyordu. Ali Tigin 1024’te mevkiinden feragat eden Karahanlı “büyük kağanı” ManÒūr yerine geçen Yusuf Kadır Han’ı “büyük kağan” tanımamak için cephe aldığı bir sırada Sultan Mahmûd da Mâverâünnehr ahâlisinden Ali Tigin’den şikâyet eden mektuplar alıyordu. Her
iki hükümdar Buhârâ bölgesini bu huzûr kaçırıcı komşudan kurtarmakta
fikir birliği hâlinde iseler de, onları Arslan Yabgu ve Türkmenleri düşündürüyordu. İşte bu sebeple Yusuf Kadır Han ile Sultan Mahmud arasındaki tarihî Mâverâünnehr mülakatı vukû buldu (1025). Gardīzī (Zayn al-aÌbār, s.
65-67)’de tafsilâtıyla anlatılan ve bütün “İran ve Turan mes’elelerinin” görüşüldüğü (Cūzcānī, Þabaċāt-i NāÒirī, nşr. ‘Abd al-Íayy Íabībī, Kandehar, I, s.
209) bu tantanalı mülâkatta, Kadır Han Selçukluların kalabalık ve savaşçı
kimseler olduklarını, hükümdarlık peşinde koştuklarını bahis mevzuu ettikten sonra, onların hatta Gazneli devleti için de tehlikeli bir duruma girmelerinden önce, Türkistan’dan ve Mâverâünnehr’den alınıp-götürülmelerini sultandan ricâ etti. Bunun üzerine Sultan Mahmud Türkistan ve BalÌan dağları
mıntakasında on binlerce süvariye sahip olduğu meşhur ok gönderme hikâyesinden (bk. Rāíat al-Òudūr, s. 89; Türk. trc., I, s. 88 ve buradan naklen diğer
kaynaklar) anlaşılan ve “merdliği, savaşçılığı, şimşek ve yıldırım gibi avının üzerine
düşmesi dolayısı ile kendisinden bütün Türkistan hükümdar ve Efrasyablıların korktuğu Selçuk oğlu” Arslan’ı (Cūzcānī, göst. yer.), kurnazlık ve hiyle ile yanına
Semerkand’a getirterek, tevkif etti ve Hindistan’da Kālincār kalesine sürdü.
7 sene mahbus kaldığı kalede nihayet ölen (1032) Arslan Yabgu’nun tevkifi
hâdisesi mühim neticeler vermiştir: Önce, zikredilen yerlerde Selçuklu ida-
20
SELÇUKLULAR
resi nihayete ermiş ve başsız kalan Türkmenler şuraya-buraya dağılmış, yersiz kalmış, buna onları kendilerine bağlamak isteyen Mīkā’īl-oğullarının tazyiki da inzimam edince (Gardīzī, s. 67), beyleri tarafından Sultan Mahmud’a
yapılan müracaat sonunda, 4.000 hâne kadarı, uzak tehlikeyi sezen Gaznelilerin Tus vâlisi Arslan Cāðib’in şiddetli mümânaatına rağmen, Horasan’a
nakledilerek, Nasā, Bāvard, Farāva havalisine yerleştirilmiştir (Irak Türkmenleri). Sonra, tevkifin cereyan şeklini tasvip etmeyen Tuğrul ve Çağrı kardeşler ve Arslan’ın oğulları, yâni Anadolu Selçuklu devletini kuran kol, bu
haksız muameleyi unutmamışlardır ki, bunun Selçukluların Gaznelilerden
intikam almalarında müessir olduğu görülmektedir. Üçüncüsü, Arslan’ın
tevkifi üzerine, Selçuklu tarihinde birinci plâna geçen Çağrı ve Tuğrul Bey’ler
yolu ile, imparatorluk hanedanı Mīkā’īl nesline intikal etmiştir (bk. İsl. Ans.,
“Mahmud Gaznevî” mad.; M. A. Köymen, ayn. esr., s. 145-164).
Mâverâünnehr’deki kötü durumlarını gördüğümüz Çağrı ve Tuğrul
Bey’ler, kendileri için daha elverişli sahalar bulmak üzere, bir keşif seferi
yapmak husûsunda anlaştılar ve Tuğrul Bey taarruzdan masûn sahrâlara
çekilirken, ağabeyi Çağrı Bey, 3.000 kişilik suvari kuvveti başında, garp istikametinde, Anadolu’ya doğru hareket etti. Bizans sınırları eskiden beri onlarca malûm idi. Daha 964 ve 966 yıllarında Horasan’dan Ermeniye bölgesine gazâ için kalabalık gönüllüler gelmişlerdi. (İbn al-A³īr, 353 ve 355 seneleri vekayii; İbn Findiċ, TārīÌ-i Bayhaċ, s. 124). Bunların arasında Türklerin de
bulunduğu, Çağrı Bey’in Azerbaycan havâlisinde onlarla karşılaşmasından
anlaşılmaktadır. Çağrı Bey, Horasan ve Azerbaycan’dan geçerek, 1018’de
“rüzgâr gibi uçan atlar üstünde uzun saçlı, yaylı ve mızraklı” Türkmenleri ile, Van
gölü etrafında Ermeni Vaspuragan krallığı topraklarında göründü (Arisdages’ten naklen J. Laurent, Byzance et les Turcs seldjoucides dans l’Asie occidentale
jusqa’en 1081, Paris, 1914, s. 16, not. 6; E. Dulaurier, Chronique de Mathieu
d’Edesse, Paris, 1856, s. 41; Türk. trc., H. D. Andreasyan, Urfalı Mateos vekayinâmesi, T.T.K, Ankara, 1962, s. 48 vdd.). Çağrı Bey karşısına çıkan Ermeni
kuvvetlerini bozguna uğratarak, ülkenin garp kısmını hâkimiyetine aldıktan
sonra, şimale, Şaddâdīler arazîsine doğru yöneldi. Müteakiben Nahcivan havâlisinde Gürcü kuvvetleri savaşa cesaret edemeyerek çekildikleri için, askerî
cevelanlarda bulundu ve daha şimalde kendisini durdurmak isteyen Ani Ermeni krallığının Bıcnı kalesi kumandanı Vasak Pahlavuni’nin kalabalık ordusunu tatbik ettiği bozkır harp tabyesi sayesinde mağlûp etti; savaşta Vasak
telef oldu (Vardan, Türk fütûhât tarihi, 889-1269, Türk. trc., H.D. Andreasyan,
Tarih semineri dergisi, İstanbul, 1937, 1/2, 166; Çamiçyan, Ermeni tarihi, Venedik, 1875, II, s. 901, 904; Vasak’ın muhârebede ölümü hakkında 1029 yılından kalma kitâbe için bk. L. Alichan, Chirag, Venedik, 1881, s. 148). Bu ağır
Türk tazyikından dolayı Varpuragan kralı Senekherim idâresinde Ermenilerin yurtlarını terkederek, Orta Anadolu’ya gittikleri bu akın neticesinde,
SİYASÎ TARİH
21
Çağrı Bey bütün Ermeni ve Gürcü memleketlerinde bir müddet kaldıktan
sonra, Mâverâünnehr’e, Tuğrul Bey’in yanına döndü. Horasan’dan bu geliş
ve geçişine Gazneli kuvvetleri mâni olamamışlardı. Çağrı Bey bu büyük seferinin neticelerini, Barhebraeus (I, 293)’ta açıkça kaydedildiği üzere, Selçukluların, keşfettiği Ermeniye bölgesine gidebilecekleri, çünkü oralarda kendilerine mukavemet edecek kuvvet bulunmadığı şeklinde kardeşine bildiriyordu (bk. İ. Kafesoğlu. “Doğu Anadolu’ya ilk Selçuklu akını ve tarihî ehemmiyeti”, Fuad Köprülü armağanı, s. 259- 274. ayn. müell., JA, 1954. s. 129-134,
ayn. müell., “Selçuklu tarihinin mes’eleleri”, Belleten, 1955, sayı: 76, s. 480485).
Çağrı Bey’in hem askerî kudretini göstermek, hem de ganimet elde etmek bakımından başarı ile nihâyetlenen şarkî Anadolu seferinden sonra, Mâverâünnehr’de iki kardeşin nufûz ve itibarları artmış, kendilerine olan yeni
iltihaklar, bilhassa amcaları Arslan’ın tevkifinden sonra, çoğalmış, böylece
onlar kudretli bir duruma yükselmişlerdi. Kendileri Türkmenlerin fiilî reisleri olmakla beraber, teşkilât gereğince, diğer amcaları Musa (İnanç)’yı yabgu
seçmişlerdir. Gazneli Mahmud meşhûr Mâverâünnehr mülâkatına geldiği sırada Buhârâ’dan kaçan, fakat sultanın ayrılmasını müteakip tekrar yerine dönerek, hâkimiyetini devam ettiren Ali Tigin, Arslan zamanındaki durumu
muhafaza etmek düşüncesi ile, Tuğrul ve Çağrı Bey’lere elçiler göndererek,
onların da, vaktiyle Arslan gibi, Karahanlı devletine iştirak etmelerini teklif
etmişti (Rav˝at al-Òafā, IV, 73). Fakat teklif, bunun bir hiyleden ibaret olduğunu sezen Selçuklu reisleri tarafından, tıpkı Gazneli Mahmud’un evvelce
yaptığı Horasan’a gelmeleri teklifinde olduğu gibi, reddedilince, kendi bakımından endişelenen Ali Tigin, bu defa Selçuk-oğulları arasındaki tesânüdü
bozmak ve onları birbirlerine düşürmek için, fırsat aramış ve münâsebet kurmağa muvaffak olduğu (Musa Yabgu’nun oğlu) Yusuf’u, geniş iktâlar mukabilinde, Türklerin yabgusu (“İnanç Yabgu”) tâyin edip, Tuğrul ve Çağrı Bey’lere karşı harekete geçirmek istemiştir. Yusuf buna tarafdar olmayınca da,
Ali Tigin’in emri ile, Karahanlı kumandanlarından Alp Kara tarafından Selçuklulara yapılan bir baskında öldürüldü. Fakat bu ağır hareketin intikamını
Musa Yabgu ile birlikte Tuğrul ve Çağrı kardeşler, çok geçmeden Karahanlı
ordusunu mağlûp ederek, Alp Kara’yı öldürmek suretiyle aldılar (Muharrem
420=Kânun II. 1029). Bu hâdise Tuğrul ve Çağrı Bey’ler idaresindeki Selçukluların reis ailesi arasındaki iç tesânüdü göstermesi itibârı ile mühimdir
(İbn al-A³īr, 433 yılı vekayii; Rav˝at al-Òafā’, göst. yer.; Barthold, Turkestan, s.
297 vd.: İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları”, s. 124), Ancak Ali Tigin’in bütün
kuvvetleri ile dört taraftan taarruza geçerek, verdirdiği pek ağır kayıplar neticesinde Selçuklular Hvārizm’e doğru çekilmek zorunda kaldılar ve orada Gaznelilerin valisi bulunan Hvārizmşāh Altun-Taş’ın gösterdiği bölgede oturdu-
22
SELÇUKLULAR
lar. Bu sırada Sultan Mahmud’un ölümü 421=1030 ve yerine oğlu Mas’ūd’un tahta geçmesi ile, Gazneli siyâsetinde vukua gelen değişiklik, yâni
Mas’ūd’un Ali Tigin’e karşı, Hvārizmşâh Altun-Taş’ı Buhârâ seferine me’mûr etmesi ve Altun-Taş’ın o sırada ölümü ile yerine sultan tarafından
Hvārizm’i idâreye me’mûr edilen onun oğlu Hārūn’un 425 (1034 ilk baharı)’ten itibâren istiklâl savaşına girişmesi Selçukluların durumunun tekrar
düzelmesine yardım etti. Çünkü payitahtı tehlike geçiren Ali Tigin Selçuklulara yanaşmak mecburiyetinde kaldığı gibi, Gaznelilere karşı onunla anlaşmış bulunan Türkmenlerin dostu Hārūn da büyük faydalar beklediği Selçuklulara fazlası ile itibar etmek lüzumunu duymuş idi. Böylece Gazneliler aleyhine üçlü bir ittifak meydana gelmiş oldu ki, bu, devletler-arası münâsebetlerde Tuğrul ve Çağrı Bey’lerin Yabgu’nun Türkmenleri ve Yınallıların (Yınālīyān, yâni Yınal’a bağlı Türkmenler) birlik hâlinde bulundukları BuhârâHvārizm arasında seyreden Selçukluların yeniden bir role sâhip olmaları demek idi. (İbn al-A³īr, göst. yer.; Abu’l-Fa˝l Bayhaċī, TārīÌ-i Bayhaċī, nşr., Ġanī-Fayyā˝, Tahran, 1324 ş., s. 445, 471, 680 vdd.; Barthold, ayn. esr., s. 296
vd.).
Fakat bu sırada kısa zaman içinde birbirini takip eden iki hâdise Selçukluları bir kere daha çok müşkil duruma düşürdü. Bunlardan biri, eskiden beri
Selçukluların baş-düşmanı olan ve aralarında “kadîm bir kin ve kan” düşmanlığının hüküm sürdüğü (Bayhaċī, s. 682) Oğuzların Baranlı (Koyunlu)
oymağından (İbn Findiċ, s. 51), Yeni-Kent yabgusu Ali’nin oğlu ve Cend hâkimi Abu’l-Favāris Şāh-Malik (bk. O. Pritsak, ayn. esr., s. 407) tarafından
korkunç bir baskına uğratılmalarıdır. Selçukluları adım adım tākip eden ŞāhMalik gizlice çöl yolundan geçerek, gâfil avladığı Türkmenlerden 7-8.000 kişi
öldürmüş (425 kurban bayramının son günü = Teşrin II. 1034), bir hayli at
ele geçirmiş ve esir almış idi. Perişan hâle gelen Selçuklular, Hvārizm’deki
yurtlarını terkederek, Ceyhun’u geçmek zorunda kaldılar ise de, Selçuklu
desteğini kaybetmekten korkan Hārūn’un ricâ ve te’minatı üzerine, yerlerine
döndüler. Şāh Malik Selçuklular aleyhine teşvik ettiği Hārūn’un 30.000 kişilik kuvveti karşısında onları takipten çekinmiş idi.
İkinci hâdise de, 1035 yılı başında Ali Tigin’in ölümüdür. Müttefiksiz
kalan âsî Hārūn işini halletmenin Gazneliler bakımından artık pek zor sayılmadığı, fakat asıl mes’elenin Şâh-Malik’in sönmez düşmanlığına ilâveten Ali
Tigin oğullarının da tazyikına uğradıkları için, sıkışık durumda ancak Horasan’a geçebilecek olan Selçuklular olduğu Gazneli vezîri Ahmed b. Abd al~amad’in sözlerinden anlaşılmaktadır (Bayhaċī, s. 445). Çünkü Horasan’daki “Irak Türkmenlerinin” (İbn al-A³īr, göst. yer.) durumu meydanda idi. Arslan Yabgu’nun tevkifinden sonra, Nasā, Bāvard ve Farāva taraflarına geçirildiklerini gördüğümüz Nāvekī (yabgulu?) denilen bu Türkmenler Kızıl, Boğa
(Buka), Yağmur ve Kök-Taş adlı reislerinin idaresinde (Bayhaċī, s. 68, 266,
SİYASÎ TARİH
23
445; Cūzcānī, I, s. 291) idiler ve kısa bir müddet huzûr içinde yaşadıktan ve
bu esnada Türkistan’dan gelen yeni kütlelerin veya İran’da dağınık hâlde bulunan Türkmenlerin (Kasravi Tabrīzī, Şahri-yārān-i gumnām, Tahran, II, s. 57)
kendilerine iltihakları ile çoğaldıktan sonra, asayişi bozucu inzibatsızlık hareketleri göstermeğe başlamışlardı. Bölge halkının bu husûstaki şikâyetleri
üzerine, Sultan Mahmud’un emri ile, Tûs valisi Arslan Câzib onlara karşı
harekete geçmiş ise de, boyun eğmeyen Türkmenler, zaman zaman Dihistan
ve BalÌan dağlarına çekilmek ve tekrar mukabil darbeler indirmek sûreti ile
Gazneli kuvvetlerinin tam başarı kazanmasını imkânsız kılmışlardı. Bu sebepledir ki, Arslan Câzib’i gayretsizlikle suçlayan Sultan Mahmud bizzat
sefere çıkmak zorunda kalmış (418 = 1028) ve onları RibāÔ-i Farāva’de ağır
bir mağlûbiyete uğratmıştı. Dağılan Türkmenlerden Kızıllılar ve Yağmurlular
(yâni Kızıl ve Yağmur emrinde olanlar) BalÌan ve Dihistan bölgesine çekilmişler, bir kısmı da Kirman’a inmişlerdir (Gardīzī, s. 70 vd.; İbn al-A³īr, göst.
yer.; Bayhaki, s. 88, 521 ve bk. M. A. Köymen, “Büyük Selçuklu imparatorluğunun kuruluşu, II”, DTCF dergisi, Ankara, 1957, XV/4, s. 29, vdd.). Sultan
Mahmud’un, Horasan’dan çıkarmakla beraber, kat’î itaate alamadığı Türkmenleri dâima tehlikeli addettiği, kendi devlet sınırları dışında dahi onları
tâkip etmeğe çalışmasından bellidir. Kirman’a gidenler, oranın Büveyhî hâkiminin 1028’de ölümü üzerine, İsfahan’a geçerek, ‘Alā al-Davla Kākūya’ye
iltica etmişler ise de, Sultan Mahmud’un siyâsî baskısı neticesinde, kendilerini öldürmek için hazırlanan tertiplerden müşkilâtla kurtularak, maiyetlerindeki Türkmen kütleleri ile birlikte garp istikametinde harekete geçmişlerdir. Bunlar Boğa ve Kök-Taş ile diğer iki reis idi. Bununla beraber, Sultan
Mahmud öldükten sonra, yerine geçmek isteyen oğlu ve o zaman Rey valisi
Mas’ūd, kuvvete olan ihtiyâcından dolayı, yine Oğuzlara müracaat ettiğinden, BalÌan’a çekildiğini söylediğimiz Yağmur ile birlikte, Azerbaycan’a
doğru gitmekte olan Boğa ve Kök-Taş’ı tekrar Horasan’a davet etmiş idi. Bu
Türkmenlerden bir kısmı, Teşrin II. 1030’da, Gazneli ordusunda Mekrân’ın
zaptında yararlık göstermişler, Irak’ta, Hindistan’da Lâhur’da faydalı hizmetler görmüşlerdir (Bayhaċī, s. 68, 404; İbn al-A³īr, göst. yer.). Fakat Oğuzlara hâlâ da güvenemeyen Sultan Mas’ūd’un, vezîrin haklı itirazlarına rağmen, Türkmenleri Gazneli kumandanlarından Íācib Ëumār-Taş’ın emrine
bağlama teşebbüsü ve bu hususta Irak baş-kumandanı Taş-Ferrâş’a verdiği
emir ile, onları tazyika başlaması ve nihayet, Türkmenlerinden ayrı bulunan
Yağmur başta olmak üzere, Irak’a gönderilmiş olan Oğuzlardan 50 kadar reisin Taş tarafından öldürülmesi (434=1033 baharı, bk. İbn al-A³īr, göst. yer.;
Begbars al-ManÒūrī, Zubdat al-fikra, Fayzullah Efendi kütüp., nr. 1459, 57a)
Mâverâünnehr’den mütemadiyen yeni iltihaklar ile artan Türkmen kütlelerinin intikam hissi ile ayaklanmalarına sebep olmuş, böylece Merv, Tirmiz,
Tûs, Serahs, Nesâ, BādÈīs, Bâverd ve Dihistan bölgesinde, bilhassa Yağmur’-
24
SELÇUKLULAR
un oğlu riyasetinde, Horasan’ın garbında, Gazneliler ile mücâdele alevlenmiştir. Kendine karşı Ceyhun ötesindeki üçlü ittifakın te’sirlerine Horasan’ı
kapamak maksadı ile türlü tedbirlere de başvurmak zorunda kalan Sultan
Mas’ūd, veziri ve en büyük kumandanlarını, çeşitli yollardan bu mıntakaya
seykettiği ve kendisi de yola çıktığı hâlde, tutamadığı Türkmenler Rey, Damgan havalisini alt-üst ettiler ve filler ile mücehhez Gazneli ordusunu bozguna
uğrattılar, Taş’ı ve diğer mühim kumandanları öldürdüler. Bir Gazneli mukavemetini daha kırdıktan sonra (1034), Azerbaycan’a yönelerek, daha evvel
oraya gelmiş olan soydaşlarına katıldılar (Cūzcānī, I, s. 292 vd. ayrıca bk. M.
A. Köymen, ayn. esr., II, s. 34, 36-40).
Yukarıda söylendiği gibi, Selçukluların yardımı ile Horasan’ı zapta hazırlanan Hvārizm-şâh Hārūn’un ortadan kaldırılması zor olmadı; o bir suikast neticesinde öldürüldü (426 Cemâziyelâhir-Nisan 1035) ve gerçekten de
Gazneli devletinin hem iç, hem dış mes’ele olarak düşünmek mecburiyetinde kaldığı en mühim hususun Selçuklu-Türkmen mes’elesi olduğu, Selçuklular hakkında Gazneli vezirinin düşüncesinde haklı bulunduğu bir kere daha anlaşıldı. Hārūn’un ölümü dolayısı ile bir destekten mahrum kalan ve aynı zamanda bir yandan Şâh-Malik’in, bir yandan da Ali Tigin oğullarının tazyikları altında bulunan, son baskın yüzünden hayli zayıflamış olan Selçuklular için, Gazneli devletinden izin almaksızın, Horasan’a geçmekten başka
çare kalmamış idi (Bayhaċī, s. 687 vd.; Cūzcānī, I, s. 292). Tuğrul ve Çağrı
beyler, yanlarında Musa Yabgu ve kuvvetleri, Yınallılar (Yusuf Yınal’ın oğlu,
Tuğrul Bey’in ana-bir-kardeşi İbrahim Yınal ve kuvvetleri) olduğu hâlde,
1035 Mayıs ayında Ceyhun ırmağını aşmak suretiyle Gazneli topraklarına
girdiler. Sayıları az idi, fakat Merv ve Nasā’ya doğru ilerledikçe çoğalıyorlardı
(Bayhaċī, göst. yer. ve s. 470). Horasan’da kalmış olan kısmen reissiz Türkmenler ve ayrıca Hvārizmliler eski Selçuklu reis ailesinin bu iki namlı mensubu etrafında toplanmakta tereddüt etmiyorlardı. Selçukluların böylece Horasan’a geçişleri tarihin mühim hâdiselerinden birini teşkil etmiştir. Zîra biri
cesaret ve şecaati, diğeri hâiz olduğu yüksek devlet adamlığı vasıfları ve siyâsetteki zekâsı ile tarihte şöhret yapan Çağrı ve Tuğrul kardeşler en büyük iki
Türk-İslâm siyâsî teşekkülünden ilkinin, Selçuklu imparatorluğunun temellerini Horasan’da atmışlardır.
Selçuklu reisleri Nasā’ya geldiklerinde, Gaznelilerin Horasan vezirine
mektup yazarak, yersizlikten müşkil durumda olduklarını, burada kendilerine yurt verilmesi için sultan nezdinde aracılık yapmasını rica ettiler (Bayhaċī, s. 470 vd.). Bu haberden büyük telâşa kapıldıkları görülen Gazneli devlet erkânının, derhâl yaptıkları toplantıda, Sultan Mas’ūd’un sür’atle onların
üzerine yürünmesi fikrine karşı, o zaman 10.000 kişilik bir süvari ordusuna
sahip oldukları bilinen ve esasen gelişmeleri hazırlıklı olarak ve dikkatle takip edilen Selçuklular mes’elesini daha doğru tahlil eden Gazneli vezirinin
SİYASÎ TARİH
25
ihtiyat tavsiyesi yerinde görüldü. Bunun üzerine Selçuklulara karşı Nasā’ya
değil de, şimdilik Nīşāpūr’a giden sultan, orada kendi fikrinin tatbikatına girişti ve “bütün Türkistan’ı zapta yetecek” bir ordu hazırlattı (Bayhaċī, s. 482,
488). Fakat Hâcib Beg-ToÈdı kumandasında harekete geçen ve filler ile takviye edilen bu ordu Nasā sahrasında Selçuklular tarafından müthiş bir mağlûbiyete uğratıldı (426 Şâban=1035 Haziranının son haftası; Bayhaċī, s. 483;
Gardīzī, s. 80 vd.; AÌbār, s. 3 vd.). Selçukluların Gazne devletine karşı kazandıkları bu ilk zafer kendilerine büyük bir itimat sağladığı gibi, burada bir
devlet kurmak imkânının mevcut olduğunu onlara gösteren ilk alâmet olmuştur. Nitekim zaferden sonra iki taraf arasında “elçiler” teâtî edilmiş ve
Gazneli devleti tarafından Selçuklulara bir nevî muhtariyet tanınmıştır: Nasā, Farāva ve Dihistân vilâyetleri üç Selçuklu reisine veriliyor, ayrıca onlara
hil’at, menşur ve sancak gönderiliyordu (Ağustos 1035, Bayhaċī, s. 492;
Cūzcānī, I, s. 294). Fakat Selçukluların bununla iktifa etmedikleri muahedeye riayetsizliklerinden ve akınlarını Belh ile Sistan’a kadar genişletmelerinden ve Hvārizmşāh İsmā‘īl’le siyâsî münâsebetler kurmalarından, Horasan’dan üç vilâyet daha istemelerinden anlaşılıyor. Bunun üzerine Mas’ūd, Türkmenleri Horasan’dan bu defa tamâmıyla çıkarmak için, tekrar büyük bir ordu
topladı. Fakat şimdiye kadar da belirtildiği üzere, siyâsî görüşten uzak ve
üstelik de zevk ve safâya düşkün bir adam olan Sultan Mas’ūd, Gazne devletinin başında dolaşan bu büyük tehlike karşısında dahi muharebenin idaresini kumandanlarına bırakıp, kendisi Hindistan fütuhatına gidiyordu. Nīşāpūr’da bulunan Gazneli ordusu başkumandanı büyük Hâcib Sü-başı, Hindistan’daki sultandan aldığı kat’î emir üzerine, Selçuklulara karşı hareket etti
ve Serahs yakınlarında vukua gelen savaşta (1038 Mayısının 3. haftası), bilhassa Çağrı Bey’in büyük gayretleri ile, ağır bir hezimete uğradı (Bayhaċī, s.
536-545; M. A. Köymen, II, s. 67-88). Bu ikinci Selçuklu zaferi Horasan
kıt’asını doğrudan-doğruya Selçuklu hükümranlığına sokan bir istiklâl savaşı
mâhiyeti taşımaktadır. Eski Türk devlet an’anesi gereğince, Selçuklu reisleri
ülkelerini bölüşmüşler, Çağrı Bey Merv’e, Musa Yabgu Serahs’a sahip olmuş, “âdil padişah” Tuğrul Bey (Bayhaċī, s. 552) ise, Horasan’ın baş şehri
Nīşāpūr’u almış idi. İbrahim Yınal’ın öncü ve temsilci sıfatı ile, Gazne kuvvetleri tarafından terkedilmiş olan Nīşāpūr’a gelerek, halk ile yaptığı konuşmadan Selçuklu reislerinin öteden beri ısrarla gerçekleştirmek istedikleri
devlet kurma hedefi ve bu devletin başına da Tuğrul Bey’in geçirildiği sarâhatle anlaşılmaktadır. Merv’de “malik al-mulūk” unvanı ile Çağrı Bey adına
hutbe okunurken (İbn al-A³īr, 432 senesi vekayii), İbrahim Yınal’ın “al-sultan al-mu’azzam” Tuğrul Bey adına hutbe okutmağa başladığı (Mayıs 1038)
Nīşāpūr’a Haziran ayında parlak bir merasim ile Tuğrul Bey girdi. Maiyetinde 3.000 atlı var idi. Kolunda, Türk hâkimiyet alameti olarak, yay taşıyordu.
Sultan Mas’ūd’un oradaki tahtına oturduğu zaman, şehrin en sayılı adamı
26
SELÇUKLULAR
olan Kadı ~a‘īd kendisine “efendimiz” diye hitap etmişti (Bayhaċī, s. 553).
Derhâl yeni Selçuklu devletini teşkilâtlandırmağa geçildi ve etrafa me’mûrla
tâyin ve eski Türk an’anesi gereğince zaptedilecek mahaller, Tuğrul Bey tarafından, diğer Selçuklu reislerine tevcih edildi. Abbasî halîfesi al-¢ā’im bi-amr
Allāh tarafından Nīşāpūr’a elçi gönderilmesi Selçukluları, haklı olarak memnun etti; zîra bu, halîfenin Horasan hâkimi ve bütün Türkmenlerin başı olarak Tuğrul Bey’i tanıması demek idi (Zubdat al-nuÒra, s. 4 vd.; Barhebraeus, I,
s. 206; Bayhaċī, s. 550-554; M. A. Köymen, ayn. esr., II, s. 100).
3. Selçuklu istiklâl savaşı ve fütuhat
fütuhat
Horasan hâdiselerini haber alan Sultan Mas’ūd’un sür’atle harekete geçtiği sıralarda Çağrı Bey Þālaċān ve Fāryāb taraflarını zapta uğraşıyor, süvarilerinden bir kısmı da Belh kapılarında görünüyordu. Sultan 300 savaş fili ile
mücehhez 50.000 süvari ve piyadeden mürekkep bir ordu başında Belh’e
geldi ve sür’atle Serahs’a doğru yöneldi. Sultanın kumandasında olan ve bütün Türkistan’ın da mukavemet edemeyeceği kadar büyük ve techizatlı olan
bu ordu (Bayhaċī, s. 554, 569) etraftan katılan yeni kuvvetler ile durmadan
artıyordu. Çağrı Bey Serahs’ta idi. Tuğrul Bey de Nīşāpūr’dan hareketle oraya gelmiş ve 20.000 süvari ile Merv’den gelerek, onlara iltihak etmiş olan
Mūsā Yabgu ile Selçuklu reisleri bir araya toplanmışlardı. İçlerinde muharebe etmek kararında olan, bilhassa, Çağrı Bey idi. Ramazan 430 (Mayıs
1039)’da başlayan ve uzun süren muharebelerde Selçuklular mukavemet
edemediler ve yıpratma savaşları yapmak üzere, dağınık şekilde, çöllere çekildiler. Gazneli ordusu tarafından sahralarda takip edilmeleri imkânsız idi.
Bu esnada Sultan Mas’ūd Nīşāpūr’a girdi (Safer 431 = Teşrin II. 1039).
Selçukluların yer-yer ve devamlı taciz akınları arasında Gazneli ordusunun
sahra savaşları için yetiştirilmesine çalışıldı. Bahar gelince, Selçuklular yine
Çağrı Bey’in israrları neticesinde ortaya çıkıp, Sultan Mas’ūd’u karşılamağa
karar verdiler. Sultanın kumandasındaki Gazneli ordusu önünden tedricen
Serahs’tan şimale, çöle doğru çekildiler. Bu yolsuz sabada bütün kuyuları bozuyor, arkalarından gelen ve fasılasız ara hücum ve baskınlar ile maneviyatlarını sarstıkları, aş.-yk. 100.000’lik orduyu susuz bırakıyorlar idi. Nihayet
Selçuklular Merv yakınındaki Dandānaċān (Yāċūt, Mu‘cam, II, s. 477) hisarı
önünde savaşı kabul ettiler ve 3 gün boyunca bütün şiddeti ile devam eden
savaşta Gazneli ordusunu korkunç bir hezimete uğratarak büyük kısmını
imhâ ettiler (7-9 Ramazan 431=22-24 Mayıs 1040),hazîneleri ve sayılamayacak kadar çok mikdarda silâh, malzeme ele geçirdiler. Sultan Mas’ūd, 100
kadar maiyeti ile kaçabildi ise de, Hindistan’a giderken, yolda kendi adamları
tarafından öldürüldü (Bayhaċī, s. 571 vdd., 616-626; Gardīzī, s. 85 vd.; AÌbār... s. 8 v.d,; Zubdat al-nuÒra, s. 5; İbn al-A³īr, göst. yer.; Cūzcānī, I, 296 vd.;
Rāíat al-Òudūr, s. 100 vd.; tafsilât için bk. M. A, Köymen, “Büyük Selçuklu
SİYASÎ TARİH
27
imparatorluğu’nun kuruluşu, III”, DTCF dergisi, Ankara, 1958, XVI/3-4, s. 153). Bu, Selçuklu istiklâl savaşı idi. Artık Cend’e geldikleri yıllardan beri
süre-gelen çetin mücâdelelerden sonra, emellerine kavuşmuşlar, Horasan’da
müstakil bir devlet kurmağa muvaffak olmuşlardı. Muharebenin son günü,
cuma namazını müteakip yaptıkları toplantıda, Tuğrul Bey’i Selçuklu devletinin sultanı ilân ettiler. O devrin âdeti gereğince, civar hükümdarlara fetih-nâmeler gönderildi. Daha sonra aynı ay içinde Merv’de akdettikleri ve
Tuğrul Bey’in bir konuşması ile açılan Büyük Kurultayda mühim kararlar aldılar. Bu kararlar gereğince, Tuğrul Bey’in imzasını taşıyan bir mektup, Selçuklu elçisi Abū İsíāċ al-Fuċċā’ī ile, Bağdad’a gönderildi. Halîfeye hitap
eden bu mektupta son durum arz olunuyor ve Horasan’da adaletin ikame
edildiği, hak yolundan ayrılınmayacağı, amīr al-mu’minīn’e olan sadâkat belirtiliyordu (Bayhaċī, s. 628; Zubdat al-nuÒra, Türk. trc., Kıvamüd-din Burslan,
TTK yayını, İstanbul, 1943, s. 5; Barhebraeus, I, s. 299; Rāíat al-Òudūr, s. 103
vd., Türk, trc, 3. 102 ).
Cihanın fethi ile ilgili Türk fütuhat anlayışına müstenit alınan karar tatbikatından olmak üzere, eski Türk devlet an’anesi gereğince, ülke ve ileride
zaptedilecek memleketler Selçuklu hanedanına mensup üç reis arasında
taksim edildi: Serahs ve Belh şehirlerinin dâhil bulunduğu Ceyhun ile Gazne
arasındaki bölge, merkez Merv olmak üzeres malik al-mulūk Çağrı Bey’e ve
Herat merkez olmak üzere, Bust ile Sîstan havalisi Mūsā Yabgu’ya verildi ve
sultan sıfatı ile payitaht Nīşāpūr’da kalan Tuğrul Bey, Irak ve garp bölgesini
kendine aldı. Hanedanın ikinci derecedeki diğer âzasından İbrahim Yınal
¢uhistān’a, Kutalmış (Arslan Yabgu’nun oğlu) Gurgān ve DamÈān’a ve Çağrı Bey’in oğlu Kavurd Kirman havalisine tâyin edilmişlerdi; bunlar Sultan
Tuğrul Bey’in emrinde idiler (Zubdat al-nuÒra, s. 7; Rāíat al-Òudūr, s. 102, 104,
Türk. trc., s. 101 vd.; M. A. Köymen, ayn. esr., s. 57 vdd.). Selçuklu fütuhâtı
bu esâs üzerinde devam etti: Yabgu Kalān (“büyük yabgu”) diye de anılan
Musā (bk. Rāíat al-Òudūr, s. 104), 5.000 süvari ile gittiği Herat’ı zaptettikten
sonra, 1040 senesi sonunda Sîstan’a giden ve orada Teşrin II. 1040’ta hakimiyetini kurarak, Yabgu adına hutbe okutan Yusuf Yınal’ın oğlu ve İbrahim Yınal’ın kardeşi Er-Taş ve Selçuklulara tâbiyetini arz-eden Sîstan hâkimi
Abu’l-Fa˝l ile birlikte, bölgeye ve Bust havalisine tamâmıyla hâkim oldu. ErTaş 440 (1048/1049)’ta öldü. Umûmiyetle Herat’ta oturan Musa 1051 yılında Gazneli büyük hâcibî Tuğrul’un eline geçen Sîstan baş-şehri Zerenc’i
geri almak üzere, oğlu Kara Arslan Böri ile birlikte geldi ise de, baskına uğrayarak, çekilmek zorunda kaldı. Tuğrul gittikten sonra Sîstan yine Musa’ya
intikal etti. 446 Recebinde (=1054 Teşrin I.) Sîstan’a gelerek, Hind denizi
sahilindeki Mekrân bölgesini de Selçuklulara bağlayan Çağrı Bey’in oğlu,
Yākūti’nin bu mıntakada hutbeyi babası adına okutması teşebbüsü, Tuğrul
Bey’in müdâhalesi ile, durduruldu (TārīÌ-i Sīstān, nşr., Bahār, Tahran, 1314
28
SELÇUKLULAR
ş., s. 371-375, 381 vd.). Mu‘izz al-Davla ve FaÌr al-Mulk lakapları ile anılan
Musa Yabgu, 1064 yılında Sultan Alp Arslan’a karşı saltanat dâvasına kalktığı için, sığındığı Herat kalesinde yakalanarak, sultanın huzuruna getirildi.
Alp Arslan bu büyük amcasını affetmiş ve onu sâdece yanında alıkoymakla
iktifa (İbn al-A³īr, 456 yılı vekayii) ve daha sonra ona Mâzenderân’ı iktâ
etmiştir (İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları”, s. 119 vd.). Sîstan’da babasına
vekâlet eden Böri, Abu’l-Fa˝l ile birlikte, bölgeyi muhafaza etmiştir. Bunun
hakkında son haber 1056 Ağustos ayında kendisinin Zerenc’e gelişine ve
orada hürmetle karşılanışına dâirdir (TārīÌ-i Sīstān, s. 382). Bir ara Musa
Yabgu ile arası bozulduğu için Horasan’a dönmüş olan Er-Taş, Gazneli Sultan Mas’ūd’un oğlu Mavdūd’un Kaymaz adındaki kumandanı vâsıtası ile,
Sîstan’ı Selçuklulardan istirdada teşebbüs ettiği zaman, Abu’l-Fa˝l tarafından haber gönderilmesi üzerine, Temmuz 1042’de ansızın Sîstan’a gelerek,
bozguna uğrattığı Gazneli kuvvetlerini oradan çıkarmıştır. Aynı sene içinde
Sultan Tuğrul Bey’in Hvārizm seferi esnasında, Kirman’a kaçan Cend emîri
meşhur Selçuklu düşmanı Şāh-Malik, Er-Taş tarafından yakalanarak, Tuğrul
Bey’e gönderilmiştir (İbn al-A³īr, 437 vekayii). Sîstan’da Selçuklu hâkimiyetinin yerleşmesinde büyük gayretler sarfeden Er-Taş Tabes’te bir suikast neticesinde öldürüldü (440=1048/1049; TārīÌ-i Sistān, s. 367-369; “Selçuk’un
oğulları”, s. 128 vd.).
Kirman’a gönderildiğini söylediğimiz Çağrı Bey’in oğlu Kara Arslan
Kavurd (Barhebraeus, I, s. s. 326’da Kaurath, Karut, ihtimâl Türkçe kurt kelimesinin başka bir telâffuzu, TārīÌ-i Salcūċīyān-i Kirmān’da Houtsma’nın ön
sözü, s. XII, not. 1; krş, Gy. Moravcsik, Byzantino-turcica, Budapest, 1943, II,
s. 144), 1041’den itibaren buralarda Büveyhîlere karşı faâliyete geçmiş ve
emrindeki Tükmen kuvvetleri şiddetli mukavemetle karşılaşmış ise de, bizzat kendisinin kumanda ettiği 5-6.000 kişilik suvâri kuvveti ile Kirman’ın
şimal bölgesi Sardsīr’e girmiş (Şaban 442-1051 başları) ve Nihâyet baş-şehre
kapanan Büveyhî Abū Kālīcār’ın nâibinden şehri teslim almış, Kirman’ın
cenûp bölgesi olan dağlık Garmsīr’i de, eşkiya ¢ufÒ ve Kūfac reislerini bir
baskında kılıçtan geçirmek sureti ile kurtarmış (Af˝al al-Dīn Kirmānī, Badā’i‘
al-azmān, nşr., Mahdī Bayānī, Tahran, 1326 ş, s. 5-8 ve buradan naklen Muíammed b. İbrāhīm, TārīÌ-i Salçūċīyān-i Kirmān, nşr., Houtsma, Recueil de textes relatifa c l’histoirees Seldjoucides, Leiden, 1886, I, s. 5 vdd.), böylece bütün
Kirman’ı Selçuklu hâkimiyeti altına almış idi. Kendiliğinden tâbiiyet arzeden
Hürmüz emîrliği üzerinden gittiği Arabistan yarımadasındaki ‘Omān’ı Selçuklu hâkimiyetine bağlamakla büyük bir ülkeyi ele geçirmiş bulunan Kavurd, küçük kardeşi Alp Arslan’ın tahta cülûsu üzerine, saltanata hak iddiası
ile isyân etti ve Alp Arslan’ın Kafkas seferini yarıda bırakıp, sür’atle Kirman’da görünmesi neticesinde, sultandan af ricasında bulundu ve affedildi.
459 (1067) senesinde tekrar isyan etti. Alp Arslan’ın oğlu Melikşah’ın ve-
SİYASÎ TARİH
29
liahd sıfatı ile adını hutbede okutmak istemiyordu. İmparatorluk kuvvetlerinin Kirman’a gelmesi üzerine aman diledi ve tekrar affedildi. Alp Arslan’ın
ölürken yaptığı vasiyetler arasında, 460 (1068)’tan sonra Fa˝lūya Şabankāra’yi mağlûp ederek, Fars’a da hâkim olan (TārīÌ-i guzīda, I, s. 433, 442) Kavurd’un ve elindeki ülkelerin sıkı kontrol altında tutulması da var idi (Barhebraeus, I, s. 325 vd.). Kavurd, Melikşah sultan olunca, Rey şehrini ele geçirerek, kendi sultanlığını ilân etmek üzere harekete geçti. Melikşah ve vezir
Nizâm al-Mülk’ün idaresindeki kuvvetler ile yaptığı Hemedan civarındaki
savaşta (4 Şâban 465=16 Mayıs 1073) mağlûp oldu, yakalandı ve daha fazla
karışıklıklara meydan vermemek için, gizlice kendi yayının kirişi ile boğduruldu (Badā’i‘ al-azmān, s. 13; Zubdat al-nuÒra, s. 49; İbn al-A³īr, 465 vekayii;
İbn Ëallikān, Vafayāt al-a‘yān, Mısır, 1299, II, s. 587). Kavurd Kirman Selçuklularının (aş. bk.) kurucusudur [tafsilen bk. İsl. Ans., “Kavurd” mad.].
Melik Çağrı Bey (Zubdat al-nuÒra, 3 vdd.’da: Çakır) de Selçuklu devletinin şarkında kendisine ayrılan ülkelerin fütûhâtına geçti. 1040 son baharında kuşattığı mühim Belh şehrini, Gazneli ordusunu mağlûp etmek sureti ile,
aldı. Müteakiben Cüzcān, BādÈis, Ëuttalān ve diğer Toharistan şehirlerine
hâkim oldu. 434 (1043) yılında, Tuğrul Bey ile birlikte, müştereken Hvārizm
seferini yaptılar. Daha evvel Selçuklular ile işbirliği yapmış olan Harzemşah
İsmā’īl Handān Sultan Mas’ūd tarafından Hvārizm hâkimiyeti kendine verilen Şah-Melik tarafından mağlûp edilmiş (Cemâziyelevvel 432-Şubat 1041)
ve Hvārizm’e hâkim olan Şah-Melik Gaznelilerin en büyük müttefiki hâline
gelmiş idi. Tuğrul ve Çağrı Bey’ler Hvārizm’in merkezi Gurganc’i (Curcānīya) muhasara ve Şah-Melik’i perişan ettiler. Hvārizm böylece Selçuklulara
intikal ederken, Gaznelilere iltica etmek için kaçan ve yukarıda söylendiği
gibi, Er-Taş tarafından yakalanıp, Çağrı Bey’e gönderilen Şah-Melik hapishanede ölmüştür (Bayhaċī, s. 686-690; İbn al-A³īr, 434 vekayii). Çağrı Bey 435
(1043/1044)’te hastalandığı zaman, ülkesi oğlu Alp Arslan tarafından korunmuş idi. Yeni Gazneli kuvvetlerinin mağlûp edilerek, uzaklaştırılması Alp
Arslan’ın ilk zaferi idi. Müteakiben Tirmiz ve civarını zapteden Çağrı Bey
bütün bu bölgelerin idaresini Alp Arslan’a tevdi etti (AÌbār, s. 19). Alp Arslan idaresindeki ülkeleri almak için gelen Karahanlı Arslan Han’ı geri püskürttü ve Karahanlı hükümdarı, Çağrı Bey ile yaptığı anlaşmada adı geçen
bölgelerde Selçuklu hükümranlığını tanıdı. Çağrı Bey’in Gazne’yi zaptetmek
için yaptığı neticesiz teşebbüsten doğan uzun süreli mücâdelelerde bilhassa
Alp Arslan büyük yararlıklar göstermiş, 1050 son baharında Fars bölgesini
alarak, buradan Büveyhîleri uzaklaştırmıştır (İbn al-A³īr, 442 yılı vekayii).
Nihayet 1059’da tahta çıkan yeni Gazne sultanı İbrahim ile Çağrı Bey arasında sulh akdedilmiştir (Cūzcānī, I, s. 282) ki, iki devlet arasında Hindukûş
daglarını sınır çizen bu anlaşma yarım asır kadar devam etmiştir.
Selçukluların başlangıcından beri, hayrete şâyân cesareti, büyük kuman-
30
SELÇUKLULAR
danlık kabiliyeti ile devletin kuruluşunda birinci derecede rol oynayan, zekâsını ve siyâsî ihatasının üstünlüğünü takdir ettiği küçük kardeşi Tuğrul Bey’in devlet reisi olmasına rızâ gösterecek kadar mahviyet sahibi olan Çağrı Bey
son hâdiselerden sonra hastalandı ve 70 yaşında olduğu hâlde, Serahs şehrinde vefat etti (Safer 452 - Mart 1060). Naaşı bilâhare Alp Arslan tarafından
Merv’de yaptırılan türbeye nakledildi. Anadolu Selçuklu ailesi dışında kalan
bütün Selçuklu hanedanlarının atası olan Çağrı Bey’in kızlarından biri halîfe
al-¢ā’im bi-amr Allāh ile evli idi [bk. İsl. Ans., “Çağrı Bey” mad.]. Selçuklu
devletinin hâkimiyeti böylece şark, şimal ve cenup istikametlerinde yayılırken, garpta da Tuğrul Bey’in idaresinde, geniş ölçüde fütuhat gelişmekte idi.
Tuğrul Bey bizzat gittiği Taberistan, Curcān havalisini devlete bağlar ve
oralardaki Bâvendî ve Ziyârî (Vaşmgīrī) hanedanlarını tâbiiyetine alırken
(433= 1041/1042: bk. İbn al-A³īr, 433 yılı vekayii; İbn İsfendiyār, TārīÌ Þabaristan, nşr. ‘Abbās İċbāl, Tahran, 1320 ş., II, s. 26), İbrahim Yınal İran’ın
en mühim merkezlerinden olan Rey’i zaptetmiş, burayı hareket üssü yaparak, Berûcird’i ve arkasından Cibâl mıntıkasının başlıca şehri Hemedan’ı Kâküyelerden almış idi. Burası 437 (1045/1046)’de kat’î olarak Selçuklulara
intikal etmiştir. 434 (1042)’te Rey’e geldiği zaman İbrahim Yınal tarafında
merâsim ile karşılanan Tuğrul Bey, Nīşāpūr’u bırakarak, fütûhât sâhasına
daha yakın olan Rey’i pâyitaht yaptı ve şehrin imâr edilmesini emretti (İbn
al-A³īr, 434 yılı vekayii); müteakiben Taberek, Kazvin, İsfahan, Dihistan ve
havalisini, buraların mahallî hâkimlerinden bâzılarını tâbiiyetine kabul etmek, bâzılarını yerlerinden çıkarmak suretiyle, Selçuklu devletine bağladı ve
İbrahim Yınal ve Kutalmış idâresinde sevkettiği ordular Dînever, Karmîsîn
ve Hulvân’ı zaptettiler (433-439= 1042-1048). Büveyhîlerin elinden çıkan
bu bölgelerde Sultan Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal adlarına hutbe okundu
(bk. İ. Kafesoğlu, “Selçuċ’un oğulları...”, s. 125 vd.). İbrahim Yınal Kinkiver,
Sermac kalesi ve müteakiben Şehrizûr’u aldıktan sonra, Tuğrul Bey’in emri
üzerine, Azerbaycan’a gitti. Tuğrul Bey’den önce ve o sıralarda Türkistan’dan yeni gelen Türkmenlerin buralardaki tahribatı sebebi ile bunların önlenmesi için, halîfe al-¢ā’im bi-amr Allāh tanınmış İslâm hukuk âlimlerinden
meşhûr al-Aíkām al-sulÔāīya müellifi ċā˝ī ċu˝ât al-Māvardī (bk. İbn Ëallikān,
I, s. 586; II, s. 440)’yi Tuğrul Bey nezdine göndermiş idi. Elçiyi 4 fersah mesafeden hürmetle karşılayan Tuğrul Bey ona “askerlerinin” pek kalabalık olduğunu ve mevcut toprakların onlara kâfî gelmediğini söylemiş idi (İbn alA³īr, 435 yıl vekayii, Barhebraeus, I, s. 302).
Yukarıda “Irak Türkmenleri” olarak zikredilen ve Kızıl (1041’de ölmüştür), Boğa Kök Taş, Mansur, Nasoğlu (Urfalı Mateos, s. 82, Anazugli) gibi
kumandanların idaresinde bulunan bu Oğuzlardan bir kısmı Van bölgesine
(Vaspuragan) girdiler ve Erzurum’a kadar olan sahada “kartal gibi sür’atli”
SİYASÎ TARİH
31
atlar üzerinde dolaştılar (Aristages, frns. trc., Ev. Prud’home, Histoire d’Armenie, Comprenant la fin du Royaume d’Ani et le commence-ment des invasions des
Seldjoucides, Paris, 1864, s. 72). Diğer Oğuz kütleleri ise, Diyarbekir istikametinde Mervânîler arazisine, Meyyâfârikîn (Silvan), Mardin bölgesine ve
Cizre’ye kadar ilerlediler; bir kısmı da Sincâr, Nusaybin ve Hulvân havalisine
girdiler. Fakat bunlar Mervânîler ve Musul hâkimi Ukaylîler tarafından durduruldular, ağır zayiat verdiklerinden, oradan Azerbaycan’a yöneldiler; Aras
nehri ile Murad suyu arasında çarpıştılar. Diğer bir kısım Türkmenler de, Taberistan üzerinden, Kafkaslara doğru ilerleyerek, Arrâz bölgesine girip, Şeddadîler ile birlikte, Ermeni topraklarına akınlar yaptılar, Gürcüler ile savaştılar (İbn al-A³īr, 433, 434, 437 - 440 seneleri vekayii; Barhebraeus, I, s. 303;
Urfalı Mateos, s. 82 vd.; M. H. Yınanç, Türkiye tarihi, Anadolu’nun fethi, I, İstanbul, 1944. s. 38-44; Cl. Cahen, “La première pènetration turque en AsieMineur, seconde moitié du XI ème s.”, Byzantion, 1948, XVIII, s. 52 vdd.).
Bizans tarihinin meşhûr şahsiyetlerinden Bulgarokton nâmı ile tanınan imparator Basil II. (ölm. 1025) zamanından beri Bizans imparatorluğunun şarkta takip ettiği ilhak politikası (bk. İ. Kafesoğlu, “Doğu Anadolu’ya ilk Selçuklu akını”, s. 264 vdd.) daha sonraları da devam etmiş ve imparator Konstantinos Monomakhos (1042 -1052) Ermenileri ve Gürcüleri baskı altında tutmak ve akınları durdurmak için, Türklere karşı harekete geçerek, bir yandan
Ani’ye, bir yandan da Şeddâdîlerin payitahtı Dovin’e kadar ordu sevketmiş
idi. Bizans’ın bu sûretle karşı koyması üzerine, Sultan Tuğrul Bey, İbrahim
Yınal ile birlikte Irak-ı Acem fütuhatında bulunan Kutalmış’ı, büyük bir ordu
başında Azerbaycan’a gönderdi. Bu harekâta Mūsā Yabgu’nun oğlu Hasan da
katılmış idi. Selçuklu kuvvetleri Gence önünde Bizans ordusunu hezîmete
uğrattı (438=1046) ve müteâkiben Pasinlerin fethine girişen Hasan, oradan
cenûba indiği zaman. Vaspuragan’da Gürcü prensi Liparit kumandasındaki
Bizanslı-Ermeni-Gürcüler tarafından pusuya düşürülerek, şehit edildi (1047;
Zonaras, frns. trc. M. de S. Amour, Cronique ou annales de Jean Zonare, Lyon,
1560, 97a; Arisdages, s. 72 vd.; M. H. Yınanç, ayn. esr., s. 46) Yalnız kalan Kutalmış’ın Gence muhasarası da netice vermeyince, Sultan Tuğrul Bey yukarıda Şehrizûr bölgesinde gördüğümüz İbrahim Yınal’ı Azerbaycan vâliliği ile,
Bizans’a karşı gönderdi. Kutalmış da ona katılacaktı. Selçuklu şehzadeleri
Erzurum ovasına kadar ilerlediler ve önce Erzurum şehri yanındaki büyük ve
zengin Erzen (Kara-Erzen, bugünkü Karaz) şehrini zaptettiler. Bu sırada, imparatorun emri ile Liparit idaresindeki bütün Gürcistan ve Abhaz kuvvetleri
ile takviyeli Katakalon kumandasındaki 50.000 kişilik Bizans ordusu Pasin
ovasına gelmiş bulunuyordu. İki ordu Hasan-Kale önlerinde karşılaştı. Korkunç savaş Bizans ordusunun hezimeti ile neticelendi. Esir edilen on binlerce kişi ve çok sayıda kumandan arasında Gürcü Liparit de var idi (18 Eylûl
1048)( bk. V. Minorsky, Studies in Caucasion History, London, 1953, s. 61, not.
32
SELÇUKLULAR
2); binlerce araba tutarında ganimet alındı (Arisdages, s. 106; Zonaras. s.
97b, Mateos, s. 86 vd.; Vardan, s. 175; İbn al-A³īr, 440 yılı vekayii; Barhebraeus, I. 306; J. Laurent, s. 22; M. H. Yınanç, ayn. esr., s. 46 v.d). Erzurum
işgâl edildi. İbrahim Yınal, başta Liparit olmak üzere, esirleri ve ganimetleri
Rey’e Tuğrul Bey’e götürürken, Türkler Van gölü yakınlarından Trabzon’a
kadar olan sahada yayılmışlardı (Arisdages, s. 73 vd.; İbn al-A³īr, göst. yer.).
Selçukluların Bizanslılara karşı kazandıkları bu ilk ve büyük Pasinler zaferi sebebi ile Bizans imparatoru Monomakhos Tuğrul Bey ile anlaşmağa
mecbur oldu. Mervânî NaÒr al-Davla’nin aracılığı ile, Tuğrul Bey’e zengin
hediyeler götüren Bizans elçisi, fidye karşılığında, Liparit’i kurtarmağa çalışıyordu. Tuğrul Bey, fidye almadan serbest bıraktığı Liparit ile birlikte sulh
müzâkerelerini yapmak üzere, Bizans payitahtına kendi elçisi Şarīf NāÒir alDīn b. İsmā‘īl (bk. İbn Ëallikān, II, 441)’i gönderdi (441=1049/1050). Yapılan anlaşmaya göre imparator Monomakhos İstanbul’daki harap olan camii
tamir ettirerek, içine kandiller astırmış, halîfenin göndereceği imâm tarafından beş vakit namaz kılınmasına müsâade etmiş ve orada Tuğrul Bey adına
hutbe okutmuştur. Ancak yıllık vergiyi kabul etmeyen imparator endişe içinde şark şehirlerinin sûrlarını ve kalelerini takviyeye başlamıştır (Arisdages, s.
103: Zonaras, 97b; İbn al-A³īr. 441 yılı vekayii; Barhebraeus, I, s. 304 vd.; V.
Minorsky, ayn. esr., s. 68).
Şimdiye kadar Selçuklu devletinin kuruluş ve gelişmesinde büyük rolünü gördüğümüz İbrahim Yınal, bilhassa Bizans’a karşı kazanılan zaferden
sonra, Irak-ı Acem, Elcezîre ve Azerbaycan’ın en kudretli siması hâline gelmiş idi. İsyana hazırlanıyordu. Tuğrul Bey’den Cibâi bölgesinin kendisine
terkini talep etti, fakat sultan karşısında tutunamayarak, sığındığı Sermac
kalesinde teslim olmak zorunda kaldı, affedildi ve yine Cibâi ve Azerbaycan
kıt’alarının başına getirildi (Zubdat al-nuÒra, s. 6; İbn al-A³īr, 441 yılı vekayii).
Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey İsfahan’a giderek, burayı Bağdad Büveyhîlerine meyleden Kākūya oğlundan, bir yıl süren muhasaradan sonra almış ve kuvvetlerinden bir kısmı da Hûzîstan bölgesini işgale başlamışlar idi.
Şi’î Büveyhî hâkimiyeti, al-Malik al-Raíīm Husrav Fīrūz’un idâresindeki
Bağdad dışında, her tarafta yıkılmakta, böylece Irak-ı Acem’den sonra Fars,
Ehvâz, Hûzistan ve Elcezîre Selçuklu hâkimiyetine girmekte idi. 1054 sonlarına doğru. Musul hâkimi Ukaylîlerin elinde bulunan Karmîsîn’de Tuğrul
Bey adına hutbe okunmuş idi. (İbn al-A³īr, 442-446 yılları vekayii). Bu sırada
Tuğrul Bey Azerbaycan üzerinden şarkî Anadolu’ya bir sefer daha tertip etti.
Bilindiği gibi, Selçuklu devletine yıllık vergi ödemeği reddeden imparator,
Gürcü kralı Bagrat tarafından da desteklenen bir Bizans ordusunu Gence’ye
göndermiş ve orayı kuşatmakta olan Kutalmış Tebriz’e doğru çekilmek zorunda kalmış idi (M. Brosset, Histoire de la Géorgie, Petersburg, 1849, I, s.
SİYASÎ TARİH
33
323). Kutalmış’ın bilâhare Kars’a hücûm ettiği sıralarda, 446 (1054)’da, Azerbaycan’a gelen Tuğrul Bey, Tebriz’de ve Gence’de nâmına hutbe okutmak
sureti ile, Ravvādī ManÒūr ve Vahsūðān ile Şaddādī Abu’l-Asvār’ı itâate aldıktan sonra, Bargiri’yi zaptedip, “ateş fışkıran kara bulut” gibi (Urfalı Mateos,
s. 100), Erciş’e gelerek, şehri aldı ve Vasil tarafından müdâfaa edilen müstahkem Malazgird kalesini kuşattı. Burada kendisine iltihak eden tâbiiyeti
altındaki Diyarbekir Mervânî kuvvetleri ile Erzurum’a kadar ilerledi. Türk
kuvvetlerinin Çoruh ve Ketkit vadilerini ele geçirdikleri bu sırada, bıraktığı
kuvvetler tarafından muhasarasına devam edilen Malazgird’e döndü. Şiddetli
hücumlar fayda vermedi. Selçukluların mancınıklarının Rûmlar tarafından
yakılması neticesinde, kış da yaklaşmış olduğundan, Tuğrul Bey Rey’e avdet
etti (Arisdages, s. 90-101; Urfalı Mateos, s. 100 vdd.; İbn al-A³īr, 446 yılı
vekayii; Barhebraeus, I, 306: Anili Samoel, trc., M. Brosset, Collections d’historiens arméniens, Petersburg, 1876, II, s. 449). Tuğrul Bey Anadolu’ya karşı
yanında kalabalık kuvvetler bulunan Çağrı Bey’in oğlu Yākūtī’yi me’mûr
ederek, onu Azerbaycan’a gönderdi. Yākūtī ve maiyetindeki Türkmen reisleri, imparatorun bu bölgeye tâyin ettiği şöhretli general Nikephoros Bryennios’a rağmen, akınlarına devam ettiler (M. Halil Yınanç, ayn. esr., s. 51).
Sultan Tuğrul Bey, şi’î Büveyhîlerin tazyiklarını artırmaları, Husrav Firūz’un Şiraz’da alevî hutbesini ikame etmesi, hilâfet merkezinde dâima Mısır
Fâtımîleri tarafından desteklenen baş-kumandan Arslan al-Basāsirī’nin Selçuklu tarafdarlarını takibe başlaması dolayısı ile ve hâlife al-¢ā’im bi-amr
Allāh’ın daveti üzerine, Bağdad’a yöneldi. Halîfenin, elçisi Hibat Allāh b.
Muíammed al-Ma’mūn vâsıtası ile, gönderdiği mektupta sultanın sür’atle
hilâfet merkezine gelmesi ricâ ediliyordu (Zubdat al-nuÒra, s. 7; Rāíat al-Òudūr,
s. 105; İbn al-Cavzī, al-Munta@am, Haydarâbâd tab., 1359, VIII, s. 163). Sultan, yanında vezîri ‘Amīd al-Mulk al-Kundurī olduğu hâlde, fillerin de bulunduğu ordusu ile Bağdad’a yaklaştıkça, Basāsirī’nin huzûrsuzluğu arttı ve
nihâyet Mısır’ı durumdan haberdar ederek, Bağdad’dan şimâle doğru çekildi.
Büveyhî hükümdarı al-Malik al-Raíim Tuğrul Bey’e itâatini bildirmiş idi.
Bağdad’da ve sünnî İslâm dünyasında hutbenin Selçuklu sultanı Tuğrul Bey
adına okunmasını emreden al-¢ā’im bi-amr Allāh parlak bir merasim ile
karşılamağa hazırlandığı Tuğrul Bey’den hilâfet merkezine girmesi için izin
ricasını hâvi bir nezâket mektubu aldı ve Tuğrul Bey 25 Ramazan 447 (17
Kânûn II. 1055)’de Bağdad’a girdi. Fakat ertesi gün şehirde çıkan bir kargaşalıkta KarÌ mahallesinde oturan şi’îlerin karışması ile durumun ağır bir
şekil alması üzerine, âsîler te’dip edildi ve Tuğrul Bey tarafından, al-Malik alRaíīm Ëusrav Fīrūz ve adamlarının yakalanması ve hapsedilmesi ile, 120
yıldan fazla bir zamandan beri hüküm süren şi’î Büveyhî devleti sona erdi.
Tuğrul Bey kumandan Ay-Tigin’i Bağdad’a şihne tâyin etti, para bastırdı ve
34
SELÇUKLULAR
hazîneye el koydu. Halîfeye, eskisine 50.000 dinar ve 500 “kor” buğday ilâvesi ile, yıllık tahsisat ayrıldı. Bilâhare Bağdad’da kendisinin yaptırdığı sarayda
halîfenin hediye ettiği kıymetli taşlarla süslü bir altın taht üzerinde oturan
Sultan Tuğrul Bey böylece Bağdad ve Selçuklu Oğuzlarının yayıldığı Irak-ı
Arap memleketlerini kendi devletine bağlamış, aynı zamanda Abbasî halîfesini himaye etmek yolu ile, sünnî İslâm dünyasının müdâfaasını da üzerine
almış bulunuyordu. Çağrı Bey’in kızı Hadice Arslan Hatun’un al-¢ā’im biamr Allāh ile evlenmesi sayesinde hilâfet ailesi ile Selçuklu hanedanı arasında rabıtayı kuvvetlendiren bir sıhriyet kurulmuş oluyordu (Zubdat al-nuÒra, s.
8 vd.; AÌbār, s. 13; İbn al-A³īr, 447-448 yılları vekayii; Rāíat al-Òudūr, s. 105;
Barbebraeus, I, s. 307 vd.).
4. Büyük Selçuklu İmparatorluğu
İmparatorluğu
Arslan al-Basāsīrī’nin Fatımîlerden aldığı yardımlar ile Raíba’de kuvvet
toplaması üzerine, onlara karşı gönderilen Kutalmış’ın yenilmesi (448 şevvâl
sonu=1057 Kânun II.) Tuğrul Bey’i sefere zorladı. Aynı ay içinde harekete
geçen İbrahim Yınal ve Yākūtī ile birlikte Sultan Musul’a yönelince, Basāsīrī
Suriye’ye kaçtı, Sincar ve Cizre hücum ile alındı, Mervânî hükümdarı ile
Íilla hâkimi bir kere daha itaatlerini bildirdiler. Tuğrul Bey, Musul ve Sincār
havâlisini İbrahim Yınal’a tevdî ederek, Bağdad’a gelişinde hilâfet vezîri tarafından büyük merasim ile karşılandı. Halîfe tarafından hilâfet sarayına davet
edildi ve burada Sultan Tuğrul Bey’in İslâm âleminin müdâfaasını deruhde
edişini meşrulaştıran bir merasim yapıldı. Bütün Selçuklu devlet ricalinin ve
hilâfet erkânının hazır bulunduğu bu merasimde Tuğrul Bey, yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine teşekkür eden ve kendisini hilâfet tahtının yanında
husûsî surette hazırlanmış tahta oturtan halîfeye hürmetle mukabele etti.
Bundan sonra al-¢ā’im bi-amr Allāh, sancaklar, hil’atler verdiği Tuğrul Bey’e
tac giydirmiş ve altın kılıç kuşatarak, onu “garbın ve şarkın hükümdarı” ilân
etmiş (26 zilkâde 449 = 25 Kânûn II, 1058) ve ona Abū Þālib künyesi ve Rukn
al-Dunyā va’l-Dīn lakabı ve Yamīn Amir al-Mu’minīn unvanını vermiştir (Zubdat
al-nuÒra, s. 10 vdd.; AÌbār, s. 12 vd.; İbn al-A³īr, 449 yılı vekayii; Barhebraeus,
I, s. 311 vd.; Rāíat al-Òudūr, s. 105; Mucmal al-tavārīÌ va’l’ċiÒaÒ, nşr. Malik alŞu‘arā Bahār, Tahran, 1318 ş., s. 429; İbn al-Cavzī, VIII, s. 181 vdd.).
Böylece İslâm dünyası üzerindeki hâkimiyeti tasdik edilmiş olan Tuğrul
Bey, aynı zamanda dünya hükümdarı ilân edilmiş bulunuyordu. Bu durum
bir yandan şi’îliği kaldırmak, bir yandan da garba doğru fütuhata devam etmek hususunda Tuğrul Bey’in evvelce mevcut olan düşünce ve siyâsetini
tamâmıyla takviye etmekte idi. Bu sebeple Kutalmış’ın kardeşi Resul Tigin’in Hûzistan’daki isyânının bastırılmasından sonra, İbrahim Yınal’ın da emir almaksızın Musul’dan ayrılarak, eski bölgesi Hemedan’a gitmesi üzeri-
SİYASÎ TARİH
35
ne, Musul bölgesi Basāsīrī’nin istilâsına uğrayınca, oraya ikinci bir sefer yapan Tuğrul Bey, Nusaybin’e kadar ilerilediği zaman, vazifesinden izinsiz ayrılması halîfenin tavassutu ile cezalandırılmayan İbrahim Yınal’ın Fâtımîler
ve Basāsīrī’nin de te’sîri ile açıktan-açığa isyan eylediğini öğrenince, süratle
döndü ve zevcesini, ordusunun bir kısmını vezîri ‘Amīd al-Mulk ile Bağdad’da bırakarak, kendisi âsî şehzadeyi takibe başladı. Fakat tutulduğu bir
bölgede olduktan başka, kardeşi Er-Taş’ın Muhammed ve Ahmed adlarındaki oğullarının askerleri ile de hayli kuvvetlenmiş olan İbrahim Yınal karşısında müsbet netice alamayan Tuğrul Bey Bağdad’dan yardım isterken, Çağrı
Bey’in oğullarını Horasan’dan Alp Arslan’ı Kirman’dan Kavurd’u, Anadolu
hududundan da Yākūtī’yi süratle yanına çağırdı ve Rey civarındaki şiddetli
savaşta âsî orduyu mağlûp etti (9 Cemaziyelâhir 451=22 Temmuz 1059).
Esir alınan Ahmed ile Muhammed öldürüldü ve İbrahim Yınal da kendi yayının kirişi ile boğduruldu (bk. İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları..”, s. 127 vd.).
Tuğrul Bey’in meşguliyeti sırasında yeniden harekete geçen Arslan Basāsīrī, Bağdad’a kadar ilerilemiş. halîfeyi Bağdad’dan çıkararak, hutbeyi Fâtımîler adına çevirmiş, ezanı şi’î tarzında okutmuş, Basra ve havalisini zapta
girişmiş, fakat Tuğrul Bey’in muzafferen Bağdad’a gelmekte olduğunu öğrenince, kaçmış idi. Bağdad’a ulaşan Tuğrul Bey, esaretten dönen halîfeyi karşılayarak ve katırının dizgininden bizzat tutarak, onu sarayına götürdü ve
makamına oturttu ve Sav-Tigin, Humar-Tigin, Kümüş-Tigin ve Erdem gibi
büyük kumandanların dâhil bulunduğu kalabalık bir ordunun başında derhâl
Basāsīrī’yi tâkibe çıktı. Hilla’de yakalanan Basāsīrī kuvvetleri mağlûp edildi
ve kendisi öldürüldü (Zilhicce 451-Kânun II. 1060). Bu hâdise Bağdad’da ve
sünnî İslâm âleminde büyük bir sevinç yarattı (Zubdat al-nuÒra, s. 12-17; AÌbār, s. 15; İbn al-Cavzī, VIII, s. 202 vdd., 194 vdd.; İbn al-A³īr, 450 yılı vekayii; Barhebraeus, I, s. 313 vdd.). Bu sırada Tuğrul Bey’in pek sevdiği ve
devlet işlerinde nüfuzlu olan zevcesi (Barhebraeus, I, s. 315) öldü ve Tuğrul
Bey halîfe al-¢ā’im bi-amr Allāh’ın kızı ile evlenmek istedi. al-¢ā’im bi-amr
Allāh, hilâfet ailesinden hârice kız vermeğe pek tarafdar görünmedi ise de,
neticede muvafakat etti ve nikâh Şaban 454 (Ağustos 1062)’te kıyıldı; fakat
evlenme işi ile pek fazla meşgul olunamadı. Esâsen yaşlanmış olan Tuğrul
Bey bu sırada isyan eden Kutalmış ile uğraşmak mecburiyetinde katmış idi.
İbrahim Yınal ile işbirliği yapmış olan Kutalmış, onun mağlûbiyetinden sonra, kardeşi Resul-Tigin ile birlikte saltanat dâvasına devam ederek, Gird-Kūh
kalesine çekilmiş idi. Üzerine gönderilen kuvvetleri geri püskürtmüş ise de,
vezîr ‘Amīd al-Mulk tarafından kuşatılmış idi. Bu sıralarda Bağdad’a giden
Tuğrul Bey’in büyük şenlikler ile düğünü yapıldı. Zevcesi ile birlikte Rey’e
dönen Tuğrul Bey hastalandı ve bir daha kalkamadı. Nihayet 8 Ramazan 455
(4 Eylûl 1063)’te, 70 yaşında olduğu hâlde, vefat etti ve Rey’deki türbesine
gömüldü (Zubdat al-nuÒra, s. 24 vd.; AÌbār, s. 16; İbn al-A³īr, 454, 455 yılları
36
SELÇUKLULAR
vekayii; Rāíat al-Òudūr, s. III vd.; Barhebraeus, I, s. 316; İbn Ëallikān, II, s.
438- 442). Adâleti ve dindarlığı bütün kaynaklarda müttefikan belirtilen Sultan Tuğrul Bey, zekâsı ve siyâsî görüşlerindeki isabet ile Selçuklu ailesi azaları arasında temayüz etmiş, bu sebeple Selçuklu devletinin ilk sultanı olmuş
ve 25 yıl süren saltanatı esnasında temelini attığı Büyük Selçuklu imparatorluğunun yakın şarkta dinî ayrılıkları giderici, asayişi tanzim edici vasfı ile de
sarsılmaz bir siyâsî teşekkül olarak inkişâfını te’mîn etmiştir. Bu itibarla
Tuğrul Bey Türk ve İslâm tarihinde mümtaz bir mevki işgal etmektedir.
Sultan Tuğrul Bey’in çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı o, kardeşi Çağrı
Bey’in oğlu Süleyman’ı veliahd göstermişti. Vefatı üzerine, Kutalmış’ı, muhasarayı bırakarak, acele payitahta dönen vezir Amīd al-Mulk al-Kundurī,
buna uyarak, Süleyman’ın sultanlığını ilân etti ise de, Merv’den süratle yetişemeyen Alp Arslan, kendi namına Kazvin’de hutbe okutan Yusuf Yınal’ın
oğlu ve İbrahim Yınal’ın kardeşi Er-Sığun (bk. İ. Kafesoğlu, “Selçuk’un oğulları...”, s. 129 vd.)’un ve Erdem’in yardımları ile, duruma hâkim olmağa çalıştı. Diğer taraftan kalabalık bir ordu başında Rey’e gelerek, kendisini sultan
ilân etmiş olan Kutalmış, Alp Arslan ile DāmÈān civârında karşılaştı, mağlup
oldu; kaçarken, atından düşüp öldü ve Tuğrul Bey’in yanına gömüldü. Kardeşi Resûl-Tigin de esir edildi. Alp Arslan Rey’de 7 Cemâziyelevvel 456 (27
Nisan 1064)’da tahta çıktı, 36 yaşında idi (İbn al-A³īr, 420, 455 yılları vekayii; Zubdat al-nuÒra, s. 26 v.d,; Cl. Cahen, “Qutulmuch et ses fils”, Der Islam,
1964, XXXIX). Sultan Alp Arslan ‘Amīd al-Mulk’ü azlederek, yerine Merv’de iken kendi vezîrî bulunan Ni@ām al-Mulk’ü tâyin etti, yüksek devlet makamlarında değişiklikler yaptı. Mūsā Yabgu’nun Herat’ta baş kaldırma hareketini, bu ihtiyar amcasını yanına almak sureti ile bastırdıktan ve Kirman’da
kardeşi Kavurd’un saltanat dâvasını bunun affedilmesi ile neticelendirdikten
sonra, fütûhâta devam etti. Esasen Alp Arslan Kirman’a Kafkasya’dan gelmiş
idi. Oradaki Türk kütleleri daimî şekilde Bizans’a karşı hareket hâlinde idi:
Tuğrul Bey’in Bizans payitahtına elçi gönderip, imparatoriçe Theodora’dan
hayli hediye ve para almasından (Arisdages, s. 103, 107) sonra da, Türkmenler kollar hâlinde Erzurum, Ahlat, Muş ve Malatya’ya kadar sokulmuşlar
(Barhebraeus, I, s. 312), Malatya ile şarkî Kara-Hisar (Kolonia)’ı ele geçirmişler, Urfa’yı kuşatmışlar, diğer taraftan Kızılırmak sahasına kadar ilerleyerek, Sivas’ı zaptetmişler (1060) ve imparator Konstantinos Dukas’ın gönderdiği Bizans kuvvetlerini 1061’de mağlûp etmişler idi (Urfalı Mateos, s. 107
vdd.). Dinar, Kapar, Cemcem, Tuğ-Tigin, Sâlâr-i Horasan ve diğer reislerin
idâresinde hareket eden bütün bu kuvvetler Yākūtī’nin emrinde olup, kışları
Azerbaycan’a dönüyorlar idi (J. Laurent, s. 24; M. H. Yınanç, ayn. esr., 53
vdd.).
Sultan Alp Arslan 1064 baharında Azerbaycan’a hareket etti, kendisi
SİYASÎ TARİH
37
Arran’da Lori küçük Ermeni krallığını itâate aldıktan sonra Gürcistan’a girerken, yanında bulunan oğlu Melikşah ile vezir Ni@ām al-Mulk de Aras nehri boyunda Sürmari (Sürmeli-Çukuru)’yi ve kiliseleri ile meşhur müstahkem
Meryemnişîn kalelerini ve civarlarını zaptettiler (AÌbār, s. 34 vdd.; İbn alA³īr, 456 yılı vekayii). Oğlunun muvaffakiyetinden çok memnun olan Alp
Arslan, onları da yanına alarak, Sapīdşahr’i hücûm ile ele geçirip, müteâkiben Bagrat hânedânının pâyitahtı olup, Bizans’a bağlı bulunan ve Rumlar
tarafından müdâfaa edilen, sûrları ile meşhûr, Ani’ye yürüdü ve şiddetli hücumlar ile bu şehri zaptetti (16 Ağustos 1064; bk. M. Brosset, Coll. hist, arm.,
II, s. 449 vd.). Sonra huzûra gelip, tâbiiyet arzeden prens Gagik ile birlikte
Kars’a girdi (Urfalı Mateos, s. 119-132; AÌbār, s. 26 vdd.; İbn al-A³īr, 456 yılı
vekayii; Barhebraeus, I, 316 vd.; M. H. Yınanç, ayn. esr., s. 58 vd.). Ani’nin
fethi İslâm dünyasında büyük sevinç yaratmış, her tarafa fetih-nâmeler yazılmış, bizzat halîfe Alp Arslan’ın muvaffakiyetini belirten, ona ve mücâhidlerine teşekkür eden bir beyanâme neşretmiş, sultana Abu’l-Fatí unvânını
vermiş ve “yirmi dört eyâletin fethi” (Vardan, s. 177), bir çok ganimet ve binlerce esir alınmakla neticelenen bu büyük sefer Bizans imparatorluğunu Alp
Arslan ile anlaşma teşebbüsüne mecbur etmiştir (SibÔ İbn al-Cavzī, Mir’āt alzamān, Topkapı, Ahmed, III, nr. 2907, XII, 222a).
Rey’e dönen Alp Arslan, Kavurd mes’elesini hallettikten sonra, Merv’e
gitti ve orada oğlu Melikşah’ı, sonraları Terken Hatun (Celâliye) diye meşhur ve Melikşah üzerinde çok nüfuzlu olan bir Karahanlı prensesi ile evlendirdi (İbn al-A³īr, 456 yılı vekayii), müteâkiben oğulları ile akrabalarını ülkesinin muhtelif yerlerine “melik” tâyin etti. Buna göre, ihtiyar amcası Yabgu
Mâzenderân’a, kardeşi Süleyman Belh’e, diğer kardeşi Arslan Argun Hvarezm’e, diğer kardeşi İlyas Toharistan ve Sagâniyân’a, oğullarından Arslanşah Merv’e, Togan-şah Herat’a gönderilmiş, Er-Taş’ın iki oğlundan Mas’ūd
BaÈsūr’a ve Mevdûd İsfizâr’a tayin edilmiş idi. Daha sonra diğer oğlu Ayaz,
Süleyman’ın yerine Belh’te, Tutuş Suriye’de, Böri Bars Herat’ta, Arslan Argun Hemedan ve Sâve’de bulunmuşlardır (İbn al-A³īr, 458 yılı vekayii; İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah devrinde büyük Selçuklu imparatorluğu, İstanbul, 1953,
s. 14, not. 16).
Sultan Alp Arslan şark seferine çıktı. 457 (1063)’de Ceyhun’u geçerek,
Türkistan’a girdi; Hazer denizi kenarındaki Mankışlak’ta Kıpçak reisi ile
savaşarak; onu itaate mecbur etti ve sonra büyük babası Selçuk’un mezarını
ziyaret etmek üzere, Cend’e yöneldi. Tâbiiyet arzeden Cend hâkimi, sultanı
Sabran’da hediyeler ile karşıladı. Ziyaretten sonra Hvārizm’in merkezi Gurganc üzerinden Merv’e dönen (Cemâziyelâhir 458=Mayıs 1066) sultan Alp
Arslan’ın bu ilk Türkistan seferi ile eski ataları ülkesinin Mâveraünnehr’e
komşu tarafları kâmilen Selçuklu devletine bağlandı. Sultan Nīşāpūr yakınlarında “cennet-i âlâdan bir örnek olan Rādgān”(Rav˝at al-Òafā, IV, 83)’a gelerek,
38
SELÇUKLULAR
oğlu Melikşah’ın veliahdlik merasimini yaptırdı ve aynı yıl Ramazan ortasında (Temmuz 1066) Nīşāpūr’a gitti. Müteakiben Kirman meliki Kavurd’un
son isyanını da bastıran (459=1067) ve Kirman’dan Şiraz’a doğru hareketle
İÒtaÌr kalesini tâbiiyete alan Alp Arslan (AÌbār, s. 28 vdd.) artık bundan sonraki bütün gayretlerini garp cephesine, yâni Türkmen kuvvetlerinin fâsılasız
olarak akınlarına devam ettikleri ve Orta Asya’dan mütemâdiyen kalabalık
kütleler hâlinde buralara gelen Türkler sebebi ile zaptedilmesi zaruret hâlini
almış olan Anadolu üzerine teksif etti.
Sultandan aldıktan emirlere uygun olarak Kümüş-Tigin, Afşin, Ahmedşah, Salâr-ı Horasan, Malatya, Ergani, Ahlat, Siverek, Âmid, Meyyâfârikîn,
Urfa, Adı-Yaman, Harran, Nizib, Surûc, Delûk, Ra’bân ve Antakya taraflarında görünüyorlar (1065-1066), yer-yer kaleler zaptediyor, şehirlere giriyorlar, mücâdele ediyorlar, zaferler kazanıyorlar, geriliyorlar, fakat muntazaman
vazifelerini yapıyorlar idi. Reisler arasında bilhassa dikkati çeken Afşin Malatya civarında bir Bizans ordusunu bozguna uğratmış, civarı istilâ ve Kayseri’yi zaptetmiş (1067), oradan Kilikya’ya inmiş idi ki, bu sıralarda orta ve
şarkî Anadolu Türk kütlelerinin kaynaştığı yerler hâline gelmiş ve akınlar
şiddet kazanmış idi (Mateos, s. 123 vdd.; 133 vdd.; Barhebraeus, I, s. 317
vd.; J. Laurent, s. 24; M. H. Yınanç, ayn. esr., s. 61 vd.).
Bizans imparatoru Dukas’ın 1067’de ölümü üzerine, imparatoriçe Anadolu’da Türkleri durdurmak ve mümkün olduğu takdirde uzaklaştırmak için,
imparatorluğun başına kuvvetli bir general getirmek maksadı ile, Balkanlarda Peçenek Türkleri ne karşı başarılar kazanmış olan Romanos Diogenes ile
evlendi. Böylece 1068 senesi başında imparator ilân edilen Diogenes Türkleri
Anadolu’dan çıkarmak kararı ile harekete geçti. Fakat onun kalabalık ordusu
ile Kayseri üzerinden Haleb’e kadar ilerilemesine ve Malatya’da Filaretos,
Sivas’ta Manuel Komnenos gibi yeni tâyin edilen Bizans kumandanlarına
rağmen, ne Niksar’ın Türkler tarafından tahribine, ne de Ahlat’taki üssünden hareket eden Afşin’in tâ Eskişehir yakınlarına kadar sokularak meşhur
Amorion (Amûriye) şehrini zapt ve tahrip etmesine mâni olunamamış idi
(Zonaras, s. 104b; İbn al-A³īr, 499 yılı vekayii arasında; Barhebraeus, I, s.
319). Diogenes’in 1069’da orta Anadolu’daki ikinci harekâtı esnasında da
Türkler Konya’yı ele geçirmiş ve yağmalamışlar idi (Zonaras, s. 105b). Diğer
taraftan Afşin, Kavurd ile birlikte saltanat dâvası ile isyân ederek, Anadolu’ya yönelen İbrahim Yınal’ın kardeşi Er-Sığun’ı Alp Arslan’ın emri ile takip
ederken, bu Selçuklu şehzadesinin Sivas’ta mağlûp ettiği Bizans kuvvetleri
kumandanı Manuel Komnenos’a teslim olarak, İstanbul’a gitmesi üzerine,
yoluna devam ile garbî Anadolu’ya girmiş, Denizli yakınındaki Honaz (Khonae) şehrini zaptedip, yağmalamış ve oradan Marmara sahillerine kadar uzanmış idi (Attaleiates’ten naklen J. Laurent, s. 58).
Nihayet Türkleri Anadolu’dan attıktan başka, gerekirse Selçuklu impa-
SİYASÎ TARİH
39
ratorluğunun payitahtına kadar gitmek kararı ile, uzun hazırlığı müteakip,
muazzam bir ordu başında Diogenes 13 Mart 1071’de İstanbul’dan hareket
ile, Sakarya kıyısında ve Erzurum’da konakladıktan sonra, Malazgird’e geldi.
Burası, 40 seneden beri Türk kuvvetlerinin Bizans kapılarını zorladıkları ve
fasılasız bir şekilde, fakat Selçuklu hükümdarlarının planları ve vecheleri dâiresinde şarkî ve orta Anadolu’nun muhafız kıt’alarını, askerî yığınakları
vurmak, şehir ve kasabaları tahrip etmek sûreti ile, müdâfaa şebekesini parçaladıktan sonra, fütûhat için olgunlaştırma gayesine ulaştığını anlayan Selçuklu Türk imparatorluğunun Bizans İmparatorluğu ile kat’î şekilde hesaplaşacağı yer idi. Sultan Alp Arslan Şirvan’daki karışıklıkları tanzim ve önünden kaçan Er-Sığun’ı takip maksadı ile, 1068 senesinde ikinci Kafkas seferini
tertipleyerek, yanında vezir Ni@ām al-Mülk ve öncü kuvvetlerinin başında
büyük kumandanlardan Sav-Tigin olduğu hâlde, Kafkaslara ilerlemiş, Şeki
bölgesini almış, Tiflis’e girmiş (AÌbār, s. 30 vd.; M. H. Yınanç, ayn. esr., s. 63
vdd.; V. Minorsky, ayn. esr., s. 65), Karahanlı hükümdarının öldüğünü haber
alınca, geri dönmüş, fakat ertesi sene Kafkasya kuvvetlerinin başına SavTigin’i tâyin ederek, kendisi Selçuklu devlet siyâseti olan ve Suriye’nin Atsız
kumandasında Türkmenler tarafından işgale başlandığı o sıralarda Selçuklu
tarafdarı vezir ile başkumandan Badr al-Camālī arasındaki mücâdeleler içinde bunalan Mısır’daki Fatımî hilâfetini yıkmak üzere, Azerbaycan yolu ile,
harekete geçmiş (Temmuz 1070) ve Malazgird’i zaptettikten sonra, Urfa
muhasarasını yarıda bırakarak, Haleb önüne varmış idi; burada Bizans ordusunun şarkî Anadolu’da ilerlediğini öğrenince, sür’atle geri döndü (3 Receb
463=7 Nisan 1071). Cebrî yürüyüş ile Malazgird’e yetişerek Bizans ordusunu tamâmı ile imha (26 Ağustos 1071) ve imparator Romanos Diogenes’i
esir etti (tafsilât için bk. İsl. Ans. “Malazgird Muharebesi” mad.). Bizans’ın
Türklere karşı son ve en kuvvetli ordusunun Malazgird ovasında imha edilmesi ile Bizans müdâfaa seddi yıkılmış ve Sultan Alp Arslan İslâm ve garp
dünyasında büyük akisler uyandıran bu emsalsiz zaferi ile Türk yurdu hâline
gelecek olan Anadolu’nun mukadderatını tâyin etmiştir (bk. İ. Kafesoğlu,
“Selçuklu tarihinin mes’eleleri”, Belleten, 1956, sayı: 76, s. 475-480).
Zaferi müteakip, Sultan Alp Arslan Karahanlı hükümdarı Şams al-Mulk
NaÒr Han ile o sırada Hvārizm’de bulunan Melik İlyas arasındaki savaş dolayısı ile tertiplediği Mâverâünnehr seferi esnasında esir edilen bir kale kumandanı tarafından hançerlendi. Böylece şecâati ile meşhur ve Türk ve İslâm
tarihinin en mümtaz simalarından biri olan bu büyük sultan 25 Teşrin II.
1072 (10 Rebiyülevvel 466)’da vefat etti. 45 yaşında idi ve Abū Şucā‘ künyesini, ‘A˝ud al-Davla lekabını ve Burhān Amīr al-Mü’minīn unvanını taşıyor
idi (bk. İsl. Ans., “Alp Arslan” mad.].
Alp Arslan’ın Türklerdeki mâlûm hâkimiyet telakkîsî neticesinde zuhû-
40
SELÇUKLULAR
ru kuvvetle muhtemel kardeş kavgalarını önlemek için, veliahdliğini müteaddit kereler te’yit ettirdiği ve evvelce Kafkas cephesinden başka Hvarizm,
Hûzistan, Şiraz ve İsfahan’da bulunduğu bilinen ve tecrübeli erlerden kurulu
15.000 süvarilik bir kuvvetin başında bulunan Melikşah sultan ilân edildi
(25 Teşrin II. 1072; Zubdat at-nuÒra, s. 47; AÌbār, s. 38; İbn al-A³īr, 465 yılı
vekayii; Rāíat al-Òudūr, s. 123). Tahta çıkışı sırasında başlıca te’siri yapmış
olan Nı˝ām al-Mulk vezirlikte ipka edildi. Sultan Melikşah hükümdarlığının
ilk iki yılında huduttan müdâfaa ve babasının tahmin ettiği iç kavgalar ile
uğraştı. Karamanlılar ve Gaznelilerin hudutlara tecâvüz ettikleri 1072-1073
kışında amcası Kirman meliki Kavurd Melikşah’ın saltanatını tanımamış, isyan etmiş idi. Sultan, Ni˝ām al-Mulk’ün tavsiyeleri ile, önce Kavurd’u mağlûp ve esir etti (4 Şâban 465=10 Mayıs 1073). Bu muvaffakiyet Melikşah’ın
memleketteki durumunu kuvvetlendirdi ve hilâfet makamınca da saltanatı
bundan sonra tasdik edildi. Sonra şarka sefer yaparak, Karahanlıları memleketten çıkaran Melikşah’ın Sav-Tigin kumandasındaki kuvvetleri Semerkand’a kadar [takip ederek] ilerilediği zaman, Şams al-Mulk NaÒr af diledi
(AÌbār, s. 42 vd.; İbn al-A³īr, 466 vekayii). Diğer taraftan üzerine Hvarizmşahların atası Anūş-Tigin ile Gümüş-Tigin Bilge kumandasında gönderilen
ordu Gazneli hükümdarı Zahir al-Davla İbrāhīm’i sulhe mecbûr etti (AÌbār,
s. 73). İki hânedan arasında sihriyet münâsebetleri kuruldu.
Bu gâileler ortadan kaldırıldıktan sonra, imparatorluk payitahtını İsfahan’a nakleden Melikşah’ın geniş ölçüdeki fütûhâtı başlamıştır. Malazgird
savaşından sonra bir Türk müfrezesinin himayesinde ülkesine gönderilen
Romanos Diogenes’in yeni imparator Mikhael VII. tarafından gözleri çıkartılarak öldürülmesi üzerine, Alp Arslan’ın Anadolu’nun fethi hakkında verdiği
emir (Arisdages, s. 147; Mateos, s. 144; Zonaras, s. 108a) tatbik ediliyor idi.
Kutalmış’ın oğulları Süleyman-şah, ManÒūr, Alp-İlig, Dolat, maiyetindeki
kuvvetler ile, Artuk Bey ve Tutak gibi Türkmen reislerine bağlı Türkmenler
Anadolu içlerine doğru hareket hâlinde idiler. İmparator Mikhael’in Türklere
karsı teşkil ettiği “Ölmezler” adlı husûsî kıt’alara (Anna Komnena, Alexiade,
frns. trc., B. Leib, Paris, 1937, I, s. 18) ve bu askerlerin dâhil bulunduğu şark
orduları kumandanı İsak Komnenos emrinde ücretli Franklar ile takviyeli
Bizans orduları yer-yer mağlûp ediliyor, Sapanca civarında bozguna uğratılıyor, tâ İzmit havâlisinde Türkmen kuvvetleri ile karşılaşılıyor idi (N.
Bryennios, frns. trc., Cousin, Histoire de Constantinople, Paris, 1685, III, s. 531
vd.). Bu esnada Birecik’i karargâh haline getiren Süleyman-şah’ın da Antakya üzerine akınlar yaparak, buranın valisini esir alıp, müteakiben Selçuklu
hâkimiyetini tanımağa mecbur olan Haleb’i kuşattığı sıralarda (1074), AlaŞehir’i zapt-eden Türkler Adalar denizi sahilindeki Milet’e kadar uzanmışlardı (J. Laurent, s. 93). General N. Botaniates’in isyan ederek, Türklerin yar-
SİYASÎ TARİH
41
dımı ile, imparatorluk tacını giydiği günlerde (3 Nisan 1078) İzmit ve bütün
Koca-Eli Türk hâkimiyetine geçmiş ve o zaman hiç bir Bizans mukavemeti
görülmeyen. Anadolu’da (Attaleiates’ten naklen J. Laurent, ayn. yer.) sahil
bölgeleri dışında kalan her yeri Türkler istilâ eylemişlerdi. Riyaset dâvası
yüzünden bozuştuğu kardeşi ManÒūr’u Sultan Melikşah tarafından gönderilen Porsuk kumandasındaki ordunun yardımı ile ortadan kaldırdıktan sonra,
Anadolu hükümdarlığı menşurunu halîfenin tasdiki, hil’ati ile birlikte alarak, buradaki askerî kuvvetlerin başına geçen Süleyman-şah, imparatora
isyan eden general N. Metissenos’un yardımcısı sıfatı ile, garbî Anadolu’nun
bir çok kale ve şehirlerine el koyduğu gibi, İznik’e girerek (1078), kendine
merkez yaptığı bu tarihî şehirden Üsküdar’a kadar ilerlemeğe ve Boğaziçi’ni
murakabe etmeğe imkân buldu (N. Bryennios, s. 593; Lebeau, Histoire du
Bas-Empire, Paris, 1833, XV, s. 81). Bu hâdise üzerinedir ki, Bizans imparatoru 1081’de Çin’e gönderdiği bir elçilik bey’eti ile hâkimiyeti Türkistan’a
kadar uzanmış bulunan Selçuklu imparatorluğunun şarkta tazyik altına
alınmasını te’mine çalışmıştır (bk. W. Eberhard, Oriens, 1948, I, s. 146).
1085’e kadar Anadolu’nun fethi sırasında Âmid (Diyarbekir), Meyyâfârikîn,
Silvan başta olmak üzere, Mardin, Hisn-Keyfâ, Cizre’yi ve daha 30 kadar
kaleyi ihtiva eden Mervânî ülkesi, buranın vezîri FaÌr al-Davla Muíammed
b. Cahīr’in yardımı ve Bağdad şihneliğinden Irak-ı Acem umumî valiliğine
getirilen Sa‘d al-Davla Gevherâyîn, Artuk Bey, Çubuk Bey, Moncuk Böri,
Çökürmış ve Hâcib Altuntak kumandalarında sevk edilen ordular ve Türkmen kuvvetlerinin gayretleri ile, Selçuklu imparatorluğuna katıldı (1085) ve
aynı yıl içinde, ¢asīm al-Davla Ak-Sungur ile diğer Türkmen reislerinin Musul’a girmesi ile, bu havâlideki Uċaylī toprakları da Selçuklu imparatorluğuna bağlandı. ( bk. İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah..., s. 40-56; İbn VāÒil, Mufarric
al-kurūb, nşr. Şayyāl, Kahire, 1953, I, s. 11 vdd.). “Dâîmâ muzaffer” büyük
Türkmen beyi Artuk Bey şi’î inançlı Karmatîler’in bulunduğu al-Aísā’ ve
Baírayn adalarını itaate almış idi. (SibÔ İbn al-Cavzī, Mir’āt al-zamān, Yūnīnī
nüshası, Türk-İslâm eserleri müzesi, nr. T. 2135, XII, 32). Şi’îlîk ile mücâdele Selçuklu imparatorluğunun ana siyâset çizgilerinden biri olduğu için, İslâm dünyasında ikilik ve korkunç bir düşmanlık yaratan bu akidenin yayılmasında ocak vazifesini gören Mısır Fatımî devletinin ortadan kaldırılması
Selçuklu sultanlarının başlıca gayelerinden idi. Sultan Alp Arslan’ın son yıllarında Dımaşċ’ın zaptına me’mûr edilen (Mayıs 1071) Bağdad şihnesi AyTigin’den başka Suriye’ye gönderildiğini gördüğümüz Türkmen beylerinden
Atsız, daha önce baş-buğları idaresinde bu havaliye gelen Nāvakiya Türkmenleri (Irak Oğuzları) tarafından işgal edilmiş olan Filistin sâhasını (SibÔ,
ayn. esr., 4a-5b) almış, Kudüs’ü zaptetmiş, Akkâ kalesinde Badr al-Camālī ile
mücâdeleye girişmiş (1072) ve Dımaşċ’ı üçüncü muhasarasında ele geçirmiş
(10 Haziran 1076) ve şi’î ezanını kaldırarak, Abbasî halîfesi ve Sultan Melik-
42
SELÇUKLULAR
şah adlarına hutbe okutmuş idi. Fakat Atsız’ın 469 (1077)’daki Mısır seferinde Kahire önünde muvaffak olamaması (İbn ¢alānîsi, ±ayl Târih Dimaşċ,
nşr. H. F. Amedroz, Beyrut, 1908, s. 108; İbn Muyassar, nşr. H. Massé, Annales d’Égypte, Kahire, 1919, s. 25: İbn al-A³īr, 469 yılı vekayii) üzerine, Sultan Melikşah tarafından kardeşi Tāc al-Davla Tutuş Suriye meliki tâyin edildi. Şam’ı muhasara etmiş olan Mısır ordusunu ric’ate mecbur ettikten sonra,
Atsız’ı da ortadan kaldıran Tutuş, bölgenin rakipsiz sahibi oldu (Rebiülevvel
471=Eylûl 1078; bk. İ. Kafesoğlu, ayn. esr., s. 31-38).
Sultan Melikşah, Şaddādīler ülkesindeki münazaalar ve Gürcü kralı Giorgi II.’nin itaatsizlik emâreleri üzerine, oraya bir sefer yaparak, bütün Kafkasya’yı Sav-Tigin’e tevdî ettikten (1076) sonra dönmüş, fakat Gürcü kralının tekrar baş-kaldırması ve eski Ani kralı Gagik’in yeniden kral olmak teşebbüsü sultanı ikinci Kafkasya harekâtına zorlamış idi (Çamiçyan, ayn. esr.,
II, s. 996). Aras yolu ile Gürcistan’a giden Melikşah, Sav-Tigin’in durumunu
takviye etti ise de (471-1078/1079), 1080’de sevketmek zorunda kaldığı Ahmed, Abu Ya‘ċūb ve ‘¡sā Böri kumandalarındaki Türkmen kuvvetleri Kars,
Oltu ve Erzurum’u Bizans’tan istirdat ettikleri gibi, Kutayis’e kadar Acaralar
bölgesini, Çoruh vâdisini ve Karadeniz sahiline kadar olan yerleri tamamen
işgâl ettiler (Brosset, I, s. 359) ki, bu münâsebetle Trabzon da Türklere intikal etmiş (Anna Komnena, frns. trc., Cousin, 1685, IV, s. 247 vd.) ve 1084’te
Kakhet krallığı tâbiiyete alınmış, 1087’den itibâren bütün Ermeniye imparatorluğa bağlanmış idi (Mateos, s. 171). Sultan Melikşah Kafkasya ve Arrân’daki tâbi bölgeleri amcası Yākūtī’nin oğlu Azerbaycan umûmî valisi
¢utb al-Dīn İsmā’īl’e verdi. Bizans imparatoru Alexios Komaenos ile 1082’de İstanbul’un Anadolu yakasındaki Dragos çayını hudut tâyin eden bir anlaşma imzalayan Anadolu fatihi Abu’l-Favāris Süleyman-şah’ın Antakya’ya
gelerek, Elcezîre ve Suriye’nin kilit noktası olan bu müstahkem şehri general
Filaretos’tan zaptetmesi (12 Kânun II. 1085) Suriye meliki Tutuş ile aralarının açılmasına sebep olmuş ve Süleyman-şah’ın Nisan 1086’da Haleb’i kuşatması iki Selçuklu şehzadesini savaşa götürmüş, ‘Ayn Salm mevkiinde vukua gelen muharebede ordusu dağılan Süleyman-şah intihar etmiştir (18 Safer 479=5 Haziran 1086). Bundan büyük bir teessür duyan Sultan Melikşah,
hassa kumandanlarından Porsuk, Mucâhid al-Davla Bozan, ¢asīm al-Davla
Ak-Sungur ve diğerleri yanında olduğu hâlde, kalabalık bir ordu ile, Isfahan’dan hareket ile Musul ve Harrân üzerinden, Bozan’ı Urfa muhâsarasında
bırakarak, ilerledi; Ca’bar ve Manbic kalelerini aldıktan sonra. Haleb’e geldi
(Ramazan 479 = Kânûn I. 1086), Antakya valiliğine Yağı-Sıyan’ı, Haleb bölgesi valiliğine Ak-Sungur’u tâyin etti ve kendisi Suvaydıya’ye kadar giderek,
Akdeniz’in dalgaları karşısında Allah’ın kendisine nasib ettiği muazzam fütûhattan dolayı şükretti (İbn ¢alānīsī, s. 119. İbn VāÒil, I, s. 19, Rāíat al-Òu-
SİYASÎ TARİH
43
dūr, s. 129, Türk. trc., s. 126 vd.; Mateos, s. 172, Barhebraeus, I, s. 334). Bu
sırada Lazkiye, Şayzar ve diğer kaleler teslim olmuş, 28 Şubat 1087’de Urfa’yı zapteden Bozan da oraya vali tâyin edilmiştir. Bu havalideki karışıklığın
düzelmesi üzerine Sina çölüne kadar bütün Suriye kıt’ası Dimaşċ’ta bulunan
Tutuş’a bağlı Şam melikliği şeklini almıştır. Süleyman-şah ile olan savaşta
Tutuş tarafında yer alan ve büyük yardımı dokunan Artuk Bey de Kudüs ve
civarına sahip bulunuyor idi.
Haleb’den ayrılan Sultan Melikşah Bağdad’a gitti ve halkın coşkun tezâhürâtı arasında hilâfet erkânı tarafından karşılandı; Dār al-Ëilafa’de tertiplenen büyük merâsimde halîfe al-Muċtadī bi’llāh yine “şarkın ve garbın hükümdarı” sıfatı ile Sultan Melikşah’a iki kılıç kuşattı (17 Muharrem 480=25 Nisan 1088). Bu esnâda İsfahan’dan büyük kumandanlar refâkatinde, Terken
Hatun ile birlikte, Bağdad’a gelen Melikşah’ın kızı, halîfe al-Muċtadī ile evlendirildi. Bu münâsebetle Mehmelek’in hayret verici kıymetli cihazı ile yapılan muhteşem düğün ve Bağdad’da günlerce süren şenlikler, Selçuklu imparatorluğunun azamet ve satvetini göstermek bakımından, dikkate şâyândır
(tafsilât için bk. İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah.., s. 86-98).
Süleyman-şah’ın Antakya’ya giderken İznik’te yerine bıraktığı Abu’l¢āsim Gemlik körfezinde bir Türk donanması inşasına girişmiş iken, imparator Alexios Komnenos tarafından kandırılarak, İstanbul’a götürülüp, sultana cephe alması özerine, Melikşah’ın sevkettiği Porsuk [bk. İsl. Ans. “Bursuk” mad.] ve arkasından Bozan kumandasındaki kuvvetler tarafından bertaraf edildi (Anna Komnena, frn. trc., Cousin, s. 184, 189; Lebau, XV, s. 193197). Abu’l-¢āsim’den sonra yerine geçen kardeşi Abu’l-Ġāzi, 1092’de Süleyman-şah’ın oğlu Kılıç Arslan I. gelinceye kadar, İznik’i muhafaza etti.
Vücûda getirdiği kuvvetli bir donanma ile Bizans’ı ciddî tehlikeye sokan
diğer bir Türk kuvvetini de İzmir beyi Çakan teşkil ediyor idi. Anadolu’ya
yakın adaları zapt ve müteaddit defa Bizans donanmasını mağlûp eden Çakan Bey, İstanbul’u zaptederek, Bizans imparatoru olmağı düşünüyor ve bu
maksatla, Balkanlar üzerinden şarkî Trakya’ya kadar inmiş olan Peçenek
Türkleri ile ittifak ederek, Marmara kıyılarındaki Selçuklular ile birlikte, Üsküdar -Edirne-Çanakkale arasına sıkıştırılmak sûreti ile, üçlü Türk kıskacı
içine alınmış olan Bizans imparatorluğunu çökertmek istiyor idi. Bizans’ı bu
buhranlı durumdan ancak en seçkin Bizans imparatorlarından biri olan
Alexios Komnenos, Peçenekler ile Kuman Türkleri arasındaki Meriç kenarında vuku bulan korkunç Lebonium muhârebesi (29 Nisan 1091) neticesinde,
kurtarabildi (bk. İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah..., s. 107-112).
Sultan Melikşah, Semerkand hükümdarı Ahmed Han’dan halkın şikâyeti üzerine tertiplediği Mâverâünnehr seferinde (Mayıs 1087) yolu üzerine
düşen kaleleri ve müstahkem mevkileri birer-birer aldıktan sonra, Buhârâ’yı
44
SELÇUKLULAR
zaptetti ve Semerkand’ı kuşatarak, Ahmed Han’ı esir almak sureti ile, Karahanlıların garp kolunu Selçuklu imparatorluğuna bağladı. Müteakiben Taraz
(Talas) hâkimini tâbiiyetine aldı (Zubdat al-nuÒra, s. 89; AÌbār, s. 50), Balasagun ve İspīcāb hâkimleri vergi taahhüt ettiler. Sultan Özkend’e vardığı zaman, Kâşgar hükümdarı Hārūn Buğra Han huzûra gelerek, tâbiiyetini arzetti
(AÌbār, s. 50; İbn al-A³īr, 480 yılı vekayii). Böylece Karahanlıların şark kolu
da Selçuklulara bağlanmış oldu. Büyük Selçuklu imparatorluğu hudutları Çin
seddine kadar uzandı (482=1090). 1091 yılında, Türkistan’daki karışıklıkları düzeltmek özere, oraya ikinci bir sefer yapan Sultan Melikşah aynı yılın
son baharında Bağdad’ı ikinci ziyaretinde (Ramazan 484=Teşrin II. 1091)
akdettiği harp meclisinde Tâc al-Davla Tutuş refakatinde olarak, Sa‘d al-Davla Gevherâyîn, ¢āsim al-Davla Ak-Sungur ve Bozan’ı Suriye’nin sahil bölgelerini zapta ve Fâtımîler ile öteden beri siyâsî ihtilâf ve rekabet mevzuu olan
Mekke’deki hutbe ve Medine’de hâkimiyet işinin halline ve Yemen ile Aden
havalisinin fethine me’mûr etti. Bu münâsebetle Törşek, Çubuk, Yarınkuş
gibi kumandanların idaresindeki Selçuklu ordusu, Hicaz kıt’asını tamamen
imparatorluğa bağladıktan sonra, Yemen ve Aden havalisi de Türk hâkimiyetine ilhak edildi (Zubda, s. 69; İbn al-A³īr, 485 yılı vekayii).
Sünnîlik-şi’îlik dâvasında Sultan Melikşah’ın meşgul olması lâzım gelen
meselelerden biri de imparatorluk dâhilinde Íasan ~abbāí’ın bayrakdarlığını yaptığı bâtınî faâliyeti idi (bk. ‘AÔā-Malik Cuvaynî, TārīÌ-i cihānguşā, nşr.
Mīrzā Muíammed ¢azvīnī, 1937, GMS, III, s. 146 vd., bk. İsl. Ans. “Bâtıniye”
mad.). Bilhassa Alamut’u ele geçirdikten (Eylül 1090) sonra ciddiyet kazanan bu râfizî yuvasını yıkmak üzere, Melikşah Yorun-Taş, Kızıl-Sarıg, KolTaş gibi kumandanları sevketti ise de, bu harekât devam edemedi (TārīÌ-i
Sīstān, s. 386; İbn al-A³īr, 485 yılı vekayii; TārīÌ-i cihānguşā, I, s. 19, 111, 202
vd.); çünkü o sırada Bağdad’a gitmiş olan Sultan Melikşah, şehzade Berkyaruk yerine kendi oğlu Mahmud’u veliahd yapmak isteyen muhteris Terken
Hatun ile, Melikşah’a muğber bulunan halîfe al-Muċtadi bi’llāh’in işbirliği
neticesinde zehirlenerek, öldürüldü (16 şevval 485=20 Teşrin III, 1092; Zubda, s. 83, 235; AÌbār, s. 49; İbn al-A³īr, 485 yılı vekayii; İbn al-Cavzī, al-Munta@am, Haydarâbâd 1359, IX, s. 64; Mucmal al-tavārīÌ va’l’ċiÒaÒ, s. 408; TārīÌ-i
Bayhaċ, s. 76; Vardan, s. 184 Kiragos, Vekayi-nâme, Venedik, 1863, s. 60; Mateos, s. 178, 226; Barhebraeus, I, 334). 38 yaşında iken vefat eden Melikşah
Kâşgar’dan Boğaziçi’ne, Akdeniz’e, Kafkaslardan ve Aral gölünden Hind denizi ve Yemen’e kadar genişletmek sureti ile dünyanın en büyük imparatorluklarından biri hâline getirmeğe muvaffak olduğu Selçuklu devletinin hudutlarını daha uzaklara götürmek, Mısır’ı, Magrib’i zaptetmek ve bir dünya
hâkimiyeti kurmak emelinde idi. Selçukluların en büyük hükümdarı ve tarihte en büyük Türk imparatorlarından biri olan Melikşah bir çok sultan ve
SİYASÎ TARİH
45
meliklerin metbuu bulunduğu için al-sulÔān al-a‘@am, sulÔân al-‘ālam diye anılır
ve aynı zamanda al-sulÔān al-‘ādil ve Abu’l-Fatí lakaplarını taşır idi. Halîfe tarafından kendisine “calāl al-dunyā va’l-din” lakabı ile birlikte ¢āsim Amīr alMu’minin (“halîfenin ortağı”) unvanı verilmiş idi. Adaleti ve şefkati ile imparatorluğu dâhilinde uyandırdığı derin hürmet ve sevgiden dolayı, vefatı Türkler ve İslâm dünyası için olduğu kadar, Ermeniler, Süryânîler, diğer hıristiyanlar ve sair din mensupları arasında da teessürü mucip olmuş ve her tarafta matem havası yaratmış idi (tafsilât için bk. İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah, s.
211 vdd.; ayrıca bk. İsl. Ans. “Melikşah” mad.).