BERCESTE AYLIK KÜLTÜR - SANAT - EDEBİYAT DERGİSİ Nigar Refibeyli anısına Türk Dünyası Edebiyatı Özel Sayısı Vedat Ali Tok Anar İmdat Avşar Enver Memmedhanlı Memmed İsmayıl Ejder Ol Günel Pervin Zeki Velidi Togan Marsel Ğaliyev Rif Miftahov Ahat Salihov Beyimbet Maylin Bayan Kerimbekova Abay Kairjanulı Berik Şahanov Abdulvahap Kara Cunay Mavlanov Esengul İbrayev Halit Aşlar Mehmet Karataş Abdilamit Matisakov Sebila Zareçnaya Seyran Süleyman Üriye Kadırova Oğulcennet Beşimova Ömer Küçükmehmetoğlu ISSN 1303-7366 SAYI 138 Azerbaycanlı Şair Nigar Refibeyli ARALIK 2013 YIL: 12 BERCESTE A R A L I K 2 013 KAZAK EDEBİYATI Türk Süper Etnosunun Ritüelleri Prof. Dr. Abay KAİRJANOV Tercüme: Halit AŞLAR Tolgonay TEMİRKANOVA B u makalemizde, kadim Türklerin gece ve gündüzün eşitlendiği Nevruz’a nasıl hazırlandıklarını ve onu nasıl kutladıklarını ele alacağız. Bayrama hazırlık ve kutlama süresi boyunca halkın temel karakteristik özellikleri, hal ve hareketleri çok açık ve gözle görülür bir biçimde şekillenmiştir. lıyor. Bu zaman dilimi için Kazaklar “Kuzuların doyamadığı, kepçenin kurumadığı dönem” derler, bu yüzden Mart ayında kaprisli havanın her türlü sürprizine karşı hazırlıklı olmak gerekir. Bu zaman, evcil hayvanlarda ilk yağlı sütün (Kazakça “Uız”) olduğu ve nemli toprağın altından ilk otların çıkmaya başladığı zamandır. Mart ayı Avrasya bozkırlarında en beklenmedik anda gelen, kaprisli ve düzensiz bir aydır. Mart ayı ile ilgili bir Kazak atasözü var: “Kalın olan incelir, ince olan yırtılır”, yani bu, doğa güçlerinin eşitliğe yaklaştığı ve kış ile yaz arasındaki geçişin yaşandığı bir mevsimidir. Bir taraftan kış mevsimi daha sürüyor ve gitmek istemiyor, diğer taraftan ise artık gün (Sümerce Dingir (Tengri) sözünü karşılaştırınız) soğuk karanlığın ve gecelerin üstesinden gelmeye baş- Bu bayramın Sakaların ve bizim Türk dilli atalarımızın doğa olaylarını ve dünyanın düzenini açıklamaya dayalı mitolojik tasavvurlarıyla ilişkili olduğunu hatırlatmak isteriz. Tengri, mavi göğün sahibi ulu Tanrıdır. O, insanların kaderini tayin eder, onun eşi ise yaşam tanrıçası Umay’dır. Tanrısal çift Umay ve Tengri hakkında kadim Türk mitolojisi vardır. Orta dünyanın baş tanrısının adı Idık Yer-Sub (Kutsal Yer-Su) idi. Kül Tegin yazıtında geçen aşağıdaki parçaya 53 BERCESTE A R A L I K 2 013 dikkat ediniz: Erklig’in hüküm sürdüğü deniz altında yaşıyorlardı. Evrenin bir parçası olan insanlık karada, orta dünyada yaşıyor. Bu üçlü yapı izomorfiktir ve Dünya Ağacı ile Dünya Dağı gibi mitolojik sembollerde de yer almıştır. Bu semboller, eski Türklere ait çeşitli folklorik metinlerde ve yazılı epik eserlerde hep yer alagelmiştir. Bununla birlikte, Tengri-Umay ile tanrısallaştırılan alemin üçlü yapısı atalarımızın dinsel bilincine girmişti ve onların hayatında çok önemli bir role sahip olmuştu, kaderleri de Tengri-Umay’a bağlıydı. Yukarıda mavi gök Tengri, aşağıda kara toprak Umay yaratıldığında ikisinin arasında da insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun da üzerine Umay ve Tengri. Bumin Kağan tahta çıkmış, İstemi Kağan Bumin Kağan’ın işlerine devam etmiş. Böylece, bu gün kadim Avrasya rivayetlerine göre Tengri ve Umay arasında bir ittifak gerçekleşmiştir. Bu, yeryüzündeki her şeye mübarek ışık getiren gün ortası ruhunun yeraltından döndüğü bir dönemdir. Avrasyalı göçmenler kainatın üç derecesini birleştirirlerdi. İlk ikisi, Gökyüzü (Tengri) ve Yeryüzü (Umay) ikili karşılık oluşturuyordu ve göçebeler, özgün bir çadır yaratarak, bunları hayatta sembolize edebildiler. Çadırın yukarısı Gök (Tengri), aşağısı Toprak (Umay)ı temsil etmektedir. Bu barınak, kainatın dikey yansıtımıdır. Çadırın yapısı çözümlenirken, kadim Türklerin mitolojik tasavvurlarındaki kainatın üç derecesini ortaya koymak mümkündür. Kainatın ikinci derecesi, yani Toprak-Umay, yeraltı dünyasının - Erklig, yeraltı dünyasının hakiminin karşısına koyulur. X yüzyılın Eski Türk felsefe kitabında (Vahiy ve Akıl Yürütme Kitabı) XII şöyle anlatılır: “Bir adam/koca-savaşçı ava gidermiş. Dağlarda “Erklig, gökyüzü Tanrısı!” diye şamanlık edermiş. Bilin ki, bu günahtır!” Erklig’i Tengri (Ulu Tanrı) olarak görmek ciddi bir günah olarak algılanır, bahsin kendisi ise Sibirya ve Orta Asya’daki şaman inançlarını ve dini-etik boyutunda Üst ve Alt Dünyaların karşıtlığını apaçık gösterir. Kül Tegin yazıtında Yolluğ Tigin ülkenin zor durumlarında Türk halkına şu şekilde seslenmektedir: Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı. Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Böylece, Dünya Ağacı ve Dünya Dağı simgeleri belli bir senkretik bağ içerisinde yer almışlardır, yani Dünya Dağı’nın simgesinin üstünlüğü söz konusu değildi, zira bu simge dünya ağacı fikri ile sıkı bir şekilde bağlıydı. Böylece, Türk çadırı dünyanın modeli gibidir ve sadece dağların arketipi değildir, aynı zamanda sentagmatik evren paradigmasını simgelemektedir. Çadırın dış şekli dağları anımsatır, Şanırak ise Tengri’ye ulaşmaya gayreti güden tepesini oluşturur. Biz, Sankritçe’de de bulduğumuz Şanırak sözü ile ilgili başka bir etimolojik seçenek sunuyoruz. Örneğin šanta: šanta mandal. Şekil ve içerik olarak çadırın bu tepe kısmı “huzurlu (mutlu) bir yaşam çevresi” anlamına gelmektedir. –Raq (-rak) soneki üstünlük sıfatı, hatta daha üstünlük anlamı taşır. Kök -Şan ise “şeref ” ve “saygı” anlamlarına gelir. Bunun dışında s/ş ünsüz değişimi bitişimli dillerde (Eski Türkçe, Fin-Ogur ve Sümer) sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Kainatın bu üçlü yapısının (Gök (Tengri) Sümerce Dingir, eski Rusça Svarog, eski Hintçe Svarga, Kazakça Şanırak. Toprak (Umay) - eski Hindçe Agra, eski Rusça (Mat-sıra zemlya), eski Türkçe Kara Umay, ve yeraltı dünyası) evrensel olduğu söylenilebilir. Almatı’ya 175 km uzaklıktaki Tamgalı petroglifleri eski Türk devleti bölgesinde kainatın bu kesin bölüşümünün Bronz çağına (MÖ. 2.yy) denk düştüğünü göstermektedir. Bu kaya oymaları evrenin düzeni ile ilgili ilk modellerin kanıtıdır. Şanırak’ın altında yaşayan insan Tengri ve Umay’ın lütfuna mazhar olmaktadır. Bu söz eski Türk halkı arasında da çok sık kullanılmıştır. Örneğin, bu söze günümüzde Batı Avrupa kütüphaneleri ve müzelerinde muhafaza edilen Turfan koleksiyonundaki 42 farklı içerikli metin parçalarında da (astrolojik ve günlük takvimler, hayırsız ve hayırlı günler, tıp, semboller vs) rastlanır. Mavi Gökyüzü (Kök Tengri) aynı zamanda Umay’a hayat verici suyu göndererek tüm canlılara hayat veren, gelişimin başladığı ve ulu tanrısal erkeğe ait olan güçlü cinsel iktidarın sahibidir. Karanlık güçler ve garip varlıklar 54 BERCESTE Böylece, alemin üç düzeyli sisteminde Dünya Dağı’nın tepesi Tengri’yi, yani üst dünyayı simgeler. Onun tepesi, Yüce Tanrı’nın yaşadığı ve geliştiği yerdir, Mavi Gökyüzünün tüm seviyelerine erişmektedir ve aynı zamanda Tanrı’nın kendisidir. Bu anlamda, Tanrıcılığın (Gök Tanrı dini) dünyadaki en eski tek tanrılı din olduğu tezini öne süren meşhur Alman bilim adamı G. Derfer haklıdır. Mesela, bir Eski Türk felsefe kitabındaki (“Vahiy ve Akıl Yürütme Kitabı”) ifadeye bakalım: A R A L I K 2 013 Maslenitsa zaman açısından Nevruz’a denk gelir. Bu Rus bayramı kışı uğurlama ve baharı karşılama bayramıdır. Maslenitsa, bayram gününün başında bir tepede övgü şarkıları ile kutlanırdı. Belirtelim ki, Orta Asya’da Maslenitsa’ya Klud denilirdi. Samandan yapılmış kadın kıyafetleri giyilir ve içinde tereyağlı krep bulunan bir kukla yaparlardı. Maslenitsa haftası boyunca onunla oynanılırdı, sonra kukla yakılırdı. Ünlü oryantalist F. Tomas, eski Türk metinlerini incelerken atalarımızın Klud diye adlandırdıkları samandan kukla yapma ritüelini keşfetmişti. Klud’un yardımı ile hayatta olanlar ölmüş olanların canına bir “fidye” vermeye, teskin etmeye ve ölüler alemine göndermeye çalışırlardı. “Alacakaranlıkta bir yemek porsiyonu içinde can Klud’a yerleştirilmeli. Sonra bir kaşık yemek canın girmesi için, ertesi gün arpa ile karıştırılmış üç tam kaşık yemek kuklaya verilmeli. Bir kaşık yemek aldıktan sonra canın kuklaya girdiğini düşünülerek, kukla avlunun belli bir yerine götürülür. O yere kötü ruhun geleceği düşünülür. Oraya çalı çırpı götürülür ve çalı çırpıyla kötü sözler söylenerek korkuluk da atılır”. Betimlenen bu tören, Avrasya’nın birçok halkında yaygınlaşmış ve değiştirilen kış uzatma ve uzun zamandır beklenen baharı karşılama olan tipik bir şaman ritüelidir. Slavlar korkuluğu köyün kenarında parçalar, yakın bir tepede yakarlardı. “Derler ki: Ben safkan beyaz deveyim. Köpük saçarım. Yukarıda [o (köpük)] Gökyüzüne ulaşır, aşağıda ise Yeryüzünü kaplar. Yürürken Yeryüzünü titretir, uyuyanları uyandırır ve yatanları kaldırırım” (yazarın çevirisi). Burada, canavarca büyük ve sınırsız bir alanın unsurlarını getiren Budist motiflerin kullanıldığını görüyoruz. Başı ve sonu olmayan zamanı oluşturan devasa boyutlar, sayısız alemler, baş döndürücü sonsuzluklar; bütün bunlar oluşum ve kayboluş durumunda gösterilir ve sonsuz Tengri’nin bu alanda yaşam dramı oynanır. Evrenin üç düzeye bölünmesi tüm Avrasya halklarına, yani, Roma-Germen ve Uzakdoğu uygarlıklarına girmeyen haklara özgüdür. Böylece, Slav mitolojisinde ateş ve gökyüzünün Tanrısı Svarog Yüce Tanrıdır. Güneş Tanrısı Dajbog’un babasıdır. Belirtelim ki, “Svarog” kelimesi Eski Hint “Svarga” (Gökyüzü) kelimesinden gelmektedir. Hint mitolojisinde İndra cenneti Meru dağının tepesinde bulunmaktadır. Ölümden sonra Svarga’ya sadece savaş cephesinden ölümünü bulan cesur askerler giderler ve dünyada yeniden doğma vakti gelene kadar orada hayatın tadını çıkarırlar. Şanırak, dünya dağı-çadır modelinin tamamlanışıdır. Hinduizm’deki Meru gibi, Avrasyanın çoğu mitolojisi ve dinlerinde kendi dünya dağları vardı ve onların tepeleri her zaman Yüce Tanrı’nın (Tengri, Svarog, Dajbog) ve iyi ruhların geliştiği ve yaşadığı mekandı. Bu sembol, Avrasya’ya özgüdür. Avrasya mimarisinin de bu sembolleri yapılarda yansıtmaya çalışması da evrensel bir olgudur. Bunu, V. İvanov ve V.N.Toporov dile getirirler. Dini sebepler için kurulan yapıların şekli dağ şeklini taklit eder ve buna bağlı olarak yapının özelliklerini ve parçalarının simgelerini de betimler. Bu anlamda, piramit, ziggurat, pagoda, tapınak, stupa, çadır ve kavis dağ mimarisi şekilleri görülebilir. Eski yazıtlara göre, Svaroga inancı/kültü ateş inancıyla/kültüyle ilişki içerisindedir. Putperestler “Ateşe taparlar ve ona Svarojiç derler.”“Bir İsa severin sözü”). Eski Rus panteonunda Svarog ve Dajbog arasında sıkı bağlar görülmektedir. İkincisi İpatiyev’in belgesinde Svarog’un oğlu olarak geçer. İki metin, eski Türk devletinin orman-bozkır bölgesinde de görülen ölüyü yakma geleneğinin uygulanması genel Avrasya kültürel geleneğini yansıtır. Kazak çadırları kubbe şeklinde bir gökyüzü oluşturur. Şanırak’ın deliği ise Tengri’nin çeşitli katmanlarına yol açan merkezi bir gökyüzü deliği gibidir. İnsanoğlu evrenin orta seviyesinde, yeryüzünde (Umay) meskûndur. Çadırın bü- Stavrog (Dajbog) Slav mitolojisinin diğer karakteri, Maslenitsa, ile karşılaştırılmakta. 55 BERCESTE A R A L I K 2 013 yüklüğü, gökyüzü-Şanırak’ın altındaki alan da insanın hayatının geçtiği bir gelişim mekanıdır. Alt dünya ile çadırın altındaki yeraltı alanı benzetilebilir. Dünya Dağı yapısında bu üçüncü seviye onun eteğidir. Tengri (Şanırak) deliği dünya merkezindeki ölü alemine götüren diğer deliğe benzer. Çadır sisteminde bu ocaklıktır. Eski zamanlarda ölmüş insanın canının ocaklıktan ölü alemine geçtiğine inanılırdı. Bununla birlikte kazakların ve Avrasya’nın diğer halklarının yaşamında çok önemli olan ateş ile arınma ritüeli vardı. Mesela, ocaklığın su ile söndürülmesi kınanırdı. kötü misafirlerin de çadırdan bu Tanrı’nın kutsallığını alıp götürdüğüne inanılırdı. Eskiden her çadırda “kut” vardı. Aile mutluluğunun koruyucusu ve çadıra giren herkes Şanırak’a dönerek “kut”a yönelik görkemli selam sözleri söylerdi. Giderken de çadır sahibinin “yolunuz kutlu olsun!” sözleriyle çıkılırdı. Belirtelim ki, Kazaklarda “kut” kedi, köpek, kuş vb. imgelerle betimlenmez. Rus ev öcüsü gibi kişileştirilmez, fakat Don Kazaklarında “kut”, Hıristiyanlık yayılmadan önce dünya görüşlerinin güçlü bir bileşeni idi. Zira Tengri, insanın, halkın ve devletin kaderini tayin eden kişileştirilmemiş kutsal erkek öğesidir. Görünüşe göre, “kut” sözcüğü, kadim Türklerin eski mitolojik tasavvurlarının kalıntısı olarak doğrudan Tengri’nin özellikleri ile ilgilidir ve bugünlerde Kazakların kalıp ifadelerinde kullanılır. Böylece, çadır evrenin bir modelidir, Şanırak ve uıklar, Tengri’nin gelişim yerini simgeleyen kubbeli bir gökyüzü oluşturur. Zira eski göçebelerin inancına göre, Tengri daimi bir haraket içindedir. Dikey (yükselir ve alçalır) ve dairesel (kendi ekseni etrafında döner). İskelet, (kerege) dünya dairesini sınırlar ve Dünya-Umay’ı çevreleyen Altay dağlarını simgeler. Ortasında ise Eski Türklerin ekümesi yerleşir, üzeri de kubbeli Tengri ile kaplıdır. Çadırın etrafındaki uıkların sonsuz sayısı, Şanırakla sembolik olarak betimlenen sabit Kuzey Yıldızı etrafındaki yıldız gökyüzünün dairesel dönüşü illüzyonunu oluşturur. Okuyucuya M.A.Şolohov’un “Durgun Don” romanından bir epizodu, Dariya’nın vaftiz babasının öldürülmesinin ardından Don hükümetinden para dahil ödül aldığı sahneyi hatırlatalım. Paranın bir kısmını kaynanasına “Bu - Petya’yı anmak için... Katolik cenaze hizmetini sipariş edin, anne, kutya pişirin...” Burada akla hemen bir soru gelir: Bu sözcük hangi dilden gelmiştir? XI-XII yüzyıllarda yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mesela, “Feodosiy Peçerskiy’in Yaşamı”ndan şunu okyabiliriz: “Kutsalların onuruna kutya hazırlanmış/koyulmuş!” Bu kıyaslamadan belli oluyor ki, bir durumda kutya’yı kilisenin kutsal babaların onuruna hazırlarlardı, diğer durumda kutsamak yasaklanıyordu. Görünüşe göre, Ortodoks kilisesi X-XIII yüzyıllarda kutya hazırlama geleneğini kaldırma çabalarında bulunuyordu ve prosforayı (ortodoks kilise ayinlerinde kullanılan ekmek parçası), monastır şarabını ve tütsü sigarasının içilmesini teşvik ediyordu. Göçebenin bu konutunda geleneksel olarak Nevruz bayramına beyazlar giymiş büyükler/ aksakallar başlar. Onlar herkese geleneksel bir hayır duası ederler: “Bu gün, yeni, büyük ve kutsal bir gündür. Hepimizde her zaman bol süt olmasını, gönüllerinizin açık olmasını, kötü niyetlerinizin ise sonsuza kadar yok olmasını dileriz. Yolunuz halka doğru olsun. Hayatınız aydınlık, yolunuz doğru olsun. Halkta mutluluk (“ kut”), evcil hayvanda süt olsun. Halka bereket dileriz, tüm kötülükler yeraltına gitsin. Kötülük gitsin, parlak mutluluk gelsin.” Bu ifadenin sembolik içeriği “kut” kavramıyla açıklanır. Eski zamanlarda “kut” sözcüğünün birkaç semantik anlamı vardı. Can, mutluluk, onur, saadet, bereket, kutsallık, tılsım vs. Çağdaş Kazak Türkçesinde “kut” sözcüğü mutluluk, bereket, refah ve pay anlamlara gelir. Bu yüzden her ifade her zaman “kut” sözüyle biter. Bununla birlikte, analiz edilen sözcük değişik Slav lehçelerinde sıkça kullanılırdı. Geniş anlamda, kültürlenme, çağdaş anlayışta kültürlerin etkileşimi olarak diye algılanmaktadır; bu etkileşim sırasında kültürlerin değişimi, yeni unsurların benimsenmesi ve değişik kültürel geleneklerin ortak yaşanması sonucunda yeni bir kültürel sentez ortaya çıkmaktadır. Kazak çadırının şekli, çadırı oluşturan aletlerin semantik özelliği, bütün bunlar “kut”un baskın anlamı ile ilgilidir. İyi kalpli bir yolcunun çadıra “kut”un merhametini getirdiğine, 56
© Copyright 2024 Paperzz