devamı

Ekonomik Durum
2013 yılında dünya ekonomisi açısından belki de en önemli gelişme, FED’in 2013 yılının son
çeyreğinde tahvil alımlarını 10 milyar dolar azaltması oldu. FED’in bu hareketine ilk tepki
genel anlamda nötr oldu. Ancak Ocak ayında, dış fonlama ihtiyacı olan ve yapısal anlamda
daha güçsüz gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahında gerileme gözlendi. Bu arada FED
Ocak ayında tahvil alımlarını 10 milyar dolar daha azaltarak artık gelişmekte olan piyasalar
için bol ve ucuz global likiditenin döneminin sonuna yaklaşıldığına işaret etti.
Bunun sonucunda Türkiye, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya ve Endonezya gibi yüklü
miktarda dış borçlanma ihtiyacı olan ülkeler kendilerini zor durumda buldular. Bu ülkeler
zayıflayan para birimleri nedeniyle daha yüksek faiz ve sıkı bir para politikası uygularken,
büyümelerindeki yavaşlama daha düşük faiz ve genişlemeci para politikasına ihtiyaç doğurdu.
Sonuçta gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğu faiz oranlarını artırarak para birimlerindeki
değer kaybının önüne geçme ve böylece hem enflasyondaki olası bir artışı önleme hem de
dış borç ödemelerinin maliyetinin yükselmesini engelleme yolunu seçtiler. Bunun neticesinde
doğal olarak yüksek faiz oranları ekonomik büyümeyi daha da yavaşlattı.
Bu sırada gelişmiş ülkeler 2013 yılının sonuna doğru, beklentilerden çok daha iyi performans
gösterdiler ve böylece hem ABD hem de Avrupa için 2014 büyüme beklentisi yukarı yönlü
revize edildi. Her ne kadar Avrupa’nın büyük bir kısmı için büyüme rakamları halen mütevazı
olsa da, bu Türkiye’nin Avrupa’daki büyümeye fazlasıyla duyarlı ihracatı için olumlu bir
gelişme oldu.
Genel olarak biz, ABD para politikasındaki normalleşme ve gelişmiş ülkelerin büyüme
görünümlerindeki iyileşme sonucunda gelişmekte olan ülkelere yönelik yabancı para
akımının azalacağını ve maliyetinin de artacağını düşünüyoruz. Küresel piyasaların likidite
koşullarındaki bu değişimle, ekonomileri güçsüz temellere dayanan gelişmekte olan ülkelerin
bu baskıyı üzerlerinde çok daha fazla hissedeceğine inanıyoruz. Kırılgan bir ülke olarak
algılanan Türkiye’nin bu değişimden önemli ölçüde etkilenmemesi için ancak gelişmekte olan
ülkelere olan risk iştahını arttıracak küresel likidite koşullarında büyük bir değişiklik olması
veya Türkiye’nin bu likidite düşüşünden etkilenmeyecek bir şekilde ekonomik dengelerini
güçlendirmesi gerektiğine inanıyoruz.
Aralık ortasında başlayan ve 2014’te de devam eden politik gerginlik Türkiye’nin küresel
likidite koşullarındaki kötüleşmeye olan kırılganlığını arttırdı. Bunun sonucunda finansal
piyasalar çok kuvvetli tepki verdi: 21 Şubat itibari ile Türk Lirası yolsuzluk soruşturmalarının
başladığı 17 Aralık’tan beri %7,7 değer kaybetti; gösterge tahvil faizleri 200 baz artarak 10.9%
seviyesine ulaştı ve Borsa İstanbul hisse senedi piyasası %14.6 düştü. Merkez Bankası’nın ilk
müdahaleleri finansal piyasaları yatıştırmaya yetmedi. Ancak Ocak ayında yapılan olağanüstü
Para Politikası Toplantısı’nda Merkez Bankası’nın faizleri arttırması piyasaları kısmen
yatıştırdı fakat bu hamle ekonominin geri kalanı için maliyetli oldu.
2013 son çeyreğinde ekonomik aktivite beklenenden daha dirençli olduğunu kanıtladı.
Üçüncü çeyrekte %4,4 seviyesinde GSYH büyümesi gösteren Türkiye’nin, 2013 yılının son
çeyreğinde daha yavaş ama makul bir seviyede büyüyeceğini bekliyoruz ve sene sonu
büyüme rakamını %3,5-4 olarak tahmin ediyoruz. Ancak son iki aydaki ekonomik veriler bizi
biraz hayal kırıklığına uğrattı. Kapasite kullanım oranlarındaki artış durdu; perakende satış
büyümesi durgunlaştı; tüketici ve reel sektör güveni geriledi. Bu nedenle 2014’ün ekonomik
açından zorlu bir yıl olmasını ve büyümenin bizim %4’lük tahminimizden daha düşük
gerçekleşmesini beklemek makul olur.
2013 yılının ikinci çeyreğinde Avrupa’ya olan ihracatımızdaki iyileşmeye rağmen, altın
ihracatımızdaki düşük performans ile tüm yıl ihracatı %0,4 düşerek hayal kırıklığı yarattı.
Diğer taraftan ithalat 2013 yılında %6,4 seviyesinde büyüyerek dış ticaret açığını arttırdı.
İthalattaki artışın ana sebebi altın ithalatında görülen artış oldu. Enerji talebindeki zayıflık ve
düşen global enerji fiyatları ile enerji ithalat maliyetimiz azalarak dış ticaret açığındaki
kötüleşmeyi bir nebze sınırlandırdı.
Artan dış ticaret açığı sebebiyle, cari işlemler açığı 2013 yılında 65 milyar dolara çıktı ve cari
işlemler açığı/GSYH oranı 2012’deki %6,1 seviyesinden %7,9 seviyesine yükseldi. Ancak 2013
yılındaki altın ticaretinin cari işlemler açığı/GSYH oranını %2,1 yukarı çektiği düşünülürse,
altın ticareti hariç cari hesaplarında çok belirgin bir kötüleşme olmadığını görüyoruz. Bu
arada turizm gelirlerindeki %11 seviyesinde artış ödemeler dengesini yıl boyu destekledi.
2014 yılında durgun bir iç talep ve altın ticaretinde normalleşme beklentimizi göz önüne
alarak cari işlemler açığının önemli ölçüde azalacağını tahmin ediyoruz.
Enflasyon yine resmi hedef olan %5 seviyesinin üstünde kaldı ve 2013 senesini %7,4 ile
kapattı. Daha da önemlisi; Türk Lirası’ndaki değer kaybı, Ocak ayındaki sürpriz vergi zamları
ve gıda fiyatlarını yükselten kurak kış koşulları sebebiyle enflasyon beklentileri daha da
kötüleşti. Üretim sektöründe maliyet baskıları birikti ve Ocak ayı itibari le senelik üretici fiyat
endeksi (ÜFE) %10,7 seviyesine ulaştı. Bu nedenle önümüzdeki dönem iç talebi durgun
beklesek de, enflasyonun yüksek seviyelerde kalacağını düşünüyoruz.
Sonuç olarak, 2014 yılının hem yurt içi hem de küresel faktörlerden ötürü beklentilerimizden
zorlu geçeceğini düşünüyoruz. Bu şartlar altında makroekonomik risklere karşı tedbirli bir
duruş sergilemenin hayati olduğuna inanıyoruz.